LİSELİ BÜLTENİ
özgürkalembülteni@hotmail.com
MART
SAYI :3
FİYATI: 50 KR
AYAĞA KALK! Ve ZİRVELERİ HEDEFLEYEN ZORLU YÜRÜYÜŞLERE HAZIR OL!
içindekiler 1. LİSELİ DGH’DEN 2. KÂBUS YAKLAŞIYOR 3. AH BİZ GENÇLİĞİN SORUNLARI 4. ŞİİR 5. EFENDİ- UŞAK İLİŞKİSİ 6. DENEY FARESİ 7. KİTAP TANITIMI: GORKİ /ANA 8. KARİKATÜR 9. GÖZLER ÇOĞALIYOR 10. GELECEĞİN ÖZNESİ KADIN 11. KÖRELEN YAŞAMLAR 12. SİSTEM BOZUK 13. YALAN MAKİNESİNİ DURDURMA ZAMANI 14. 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 15. Gençlik Kiminse Gelecek Onundur
LİSELİ DGH’DEN Uzun bir aradan sonra 3. sayımızla tekrar sizlerle birlikteyiz. Özgür Kalem adı ile çıkarttığımız lise bülteninin heyecanıyla merhaba… Eğitim sisteminin ezberci, sorgulamayan, düşünemeyen bir gençlik geçmişten günümüze inşa ediliyor. Biz liseli gençlik olarak bu saldırılara karşı yeni demokrasi mücadelemizi sürdürüyor ve sürdürmeye devam edeceğiz. Dersim liseli gençlik olarak hayatımızı kâbusa çeviren bu saldırılara karşı üretmeye devam ediyoruz. Sistem, gençliğin kendi sorunlarına, yaşadığı toplum sorunlarına karşı bilinçlenmesini istemiyor. Bilinçlenen gençliği de tehditlerle, saldırılarla durdurmaya çalışıyor. Sistem sadece eğitim sistemi ile saldırmamakta, bizlerin kültürünü, inancını yok etmeye unutturmaya çalışıyor. Bu yüzden her geçen gün esrar, uyuşturucu gibi madde kullanım ilkokul sıralarına kadar gelmiştir. Bunlara karşı yapılan en küçük itiraza ise pervasızca saldırılmakta, devrimciler, yurtseverleri hapishanelere konularak haklarında onlarca yıl hapis cezası istenmektedir. Bu saldırılara karşı liseli demokratik gençlik hareketi olarak, halk gençliğini kendi emeğine, geleceğine sahip çıkmasını tekrar hatırlatarak saldırıları geri püskürtmenin yolu örgütlü bir mücadele olduğunun altını tekrar çizmek istiyoruz. Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez gerçekliğiyle mücadeleyi yükseltelim, örgütlenelim.
Kâbus Yaklaşıyor Zaman ilerliyor… Kalp atışlarımın sesini duyar gibi oluyorum. Tıpkı bir saat gibi tik tak. Geçirdiğimiz zaman dilimleri içerisinde geleceğimize nasıl yön vereceğimiz 160 dakika ile sınırlandırıyor. Tabi bide LYS var. Yanlış duymadınız 160 dakika ve bir LYS. 12 yıllık eğitim öğretim süresince müfredat önünüze ferman misali konuyor. Ali’ni ata bakarken ne hissettiğini anlamadan öğrenim hayatınız bitiyor. Hayat “yatarak geçme sınavı” (YGS) değildir diyorlar şaşıyoruz. Aklımız 160 dakikaya o kadar kilitlenmiş ki heyecanlarımız beklentilerimiz ihtiyaçlarımız 160 derece tersine dönebiliyor. Zaman size inat ilerliyor akıyor. Kaygılar heyecanlar iç içe geçiveriyor. Şimdi nerden başlayacağınızın muhasebesini yaparken içerisinde geçirilmeye çalışıldığınız sistemin çarpıklığına söz söylemeden duramıyorsunuz. Sistem mekanizmalarını bizleri geleceksizliğe itmek için öyle bir oluşturmuş ki hayata dair umutlarınızın ertelemek zorunda kalıyorsunuz. Emperyalizmin sömürü politikalarının yılmaz neferleri olan ülkemiz hakim sınıfları eğitimi paralı hale getirerek emekçi ailelerin çocuklarının gelecekleri önlerine bentler kurmaktadır. 12 yıllık almış olduğumuz eğitim yetmezmiş gibi bu kez de yapılan dershane reklamları arasından hangisine gideyimin telaşı başlıyor. Şöyle bir dönüp geri baktığımızda madem her şey dershaneye giderek ve 160 dakikalık bir sınava girmekle bitecek neden adı okul olan o yerlerde zaman harcadık. Sorular, kızgınlıklar, öfkeler, çelişkiler derken üstene üstlük 4+4+4 sistemi ile eğitimin bütün çarpıklıklarının giderileceğinin sözleri veriliyor. Bizlerin çektiklerini artık çekmeyecek öğrenci kardeşlerimiz deniyor. Alın size bayramlık şekerleme misali 4+4+4 kesintili kesintisiz eğitimin her türden çeşitli biz öğrencilerin yararı için. Sakın ha ürkmeyin. Geçmiş bugün ve gelecekle ilgili ne zaman köprüler kursak yıkımlarla karşı karşıya bırakılıyoruz. 2 yıl önce YGS de şifre skandalı ile öğrencileri adeta sadece parası olan değil şifresi olanların geçebileceği öğretilirken bugünde benzer politik saldırıların artığını görmekteyiz. Son söz olarak milyonların içerisinde olduğu bu umanda küçük karabalık misali okyanuslara denizlere açılmaktan korkmayalım. GELECEK BİZİM ELLERİMİZDEDİR.
ANADOLU LİSESİ’NDEN BİR ÖĞRENCİ
Ah Biz Gençliğin Sorunları Sömürücü sınıfların egemenlik alanlarını genişletmek ve sürekliliğini sağlamak için geliştirdikleri politikalarından birde eğitim kurumlarıdır. Ülkemizde nerdeyse her gün değişen politikalar sürekli eğitim sistemi üzerinde denenmektedir. Sistemin düşünmeyen sorgulamayan birey yaratma çabasında biz liselilerde nasibimizi alıyoruz ve almaya devam edeceğiz Eğitim kurumlarımızın nasıl bir niteliğe sahip olduğunu okuduğumuz sıralarda görmekteyiz. Aldığımız bu eğitim sadece okul sınırla içerisinde davranışlarımızı göstermez. Davranışlarımız okul dışında devam etmektedir. Bunları yaşarken eğitimde kaliteni olmadığı öğrencilerin yaratıcılığın bilinçli ve sistemli bir şekilde yozlaştırıldığına tanık oluyoruz. Düşünmeye üretmeyen sorgulamayan aksine yalnızca verilen işi yapan “nitelikli” kökler yetiştirmek amaçlıdır. Böyle bir eğitim sistemi içerinde biz öğrencililer ruh hallerinin davranışların nasıl olduğunu kavramak zor olmasa gerek. Asla araştırmayan söylenenlere kafa sallayan bireysel yaşayan hayatını sınavlara endeksleyen bir gençlik modeli yaratılmaya çalışılıyor. Ezberci bir metotla eşit olmayan koşullarda bir biriyle yarıştırılan ve daha okul sıralarında dershanelere mahkûm edilen biz öğrencileri bir dizi sınav beklemektedir. Ev okul dershane yurt dörtlüsüne hapsedilen öğrenciler sosyal kültürel etkinliklerden uzaklaştırılmıştır. Düzen, toplumu çürütmeye mahkûm ettiği gibi liselilerinde dizilere şans oyunlarına ve madde bağımlılığına sürüklemektedir. Biz liseli gençlik olarak gelecek kaygısı içinde nefes vermekteyiz. Liselilerin birçoğunu üniversite kazanma ümitleri olmadığı gibi üniversite sonrasında şekillendirebileceği konusunda umutlu bir geleceğimiz yoktur. Sistem sadece kendi cebini nasıl doldurabileceğini düşündüğü gibi polis- çete ile biz öğrencileri zehirliyor. Esrar eroinin 15 yaş altına düştüğünü görmekteyiz. Okul önlerinde bekleyenlere zehiri bir şekilde okul içine dünyayı yeni yeni anlamaya çalışan bizleri bu yaşlarımızda giderek ölüme sürüklemektedir. Bu saldırıları geri püskürtmek zor olmasa gerek onlara en iyi cevabımız tüm saldırılara baskılara zorbalıklara dayatmalara karşı verilecek olan mücadele halk gençliğinin örgülü mücadelesidir. Fen Lisesinden Bir Öğrenci
Bu şafakta sana selam yolladım kızılım, Nöbetteydim yine rüzgâra bıraktım selamımı Öğleye doğru seni bulur, Şalvarından leçeğine bir yürek bu İçinde sevgiden şefkate uzanan bir yol var, Etrafı ters lalelerinde çevrili, Yaban gülü kokuyor kendisi Zemherinde sevdalanmış bir yürek bu Kırlangıçlara sordum seni Güneş’in oğludur o dediler Anlımı güneşe durdum Sana söylüyorum bu türküyü
HOZAT LİSESİ’NDEN BİR ÖĞRENCİ
EFENDİ- UŞAK İLİŞKİSİ Sömürü ve zulüm düzeninin halka ve özellikle gençliğe karşı her gün azgınca saldırılar devam etmektedir. Emperyalizmin Suriye halkına dönük saldırıları giderek artmaktadır. Kendi çıkarları için durmadan halkın kanını emen vampir misali doyumsuzluğunu açığa sermektedir. Bu saldırıları gerçekleştiren sömürücüler saldırılarını yoğunlaştırırken ülkemiz hakim sınıflarında senaryo dışı bırakmayarak bir rol vermişlerdir. Bu rol uşaklıktır.
Egemen sınıflar uzun zamandır hem Ortadoğu’da hem de ülkemizde saldırılarını uşakişbirlikçi şeklinde yapmaktadırlar. Ülkemizdeki egemen sınıflar bu saldırıları 2ooo’lerin başından bu yana adım adım AKP şahsında hayata geçirmektedir. İşte ülkemizdeki bu saldırılar giderek yoğunlaşmış özellikle biz öğrencilerin eğitim hakkı ellerinden alınıp hapsedilmişlerdir. Sömürü düzeninin saldırılarına karşı mücadele eden sömürünün yanında yer almayan nice öğrenciler gözaltı tutuklama furyası içindedir. Biz liseli gençlik olarak yarın üniversiteye gittiğimizde bu sorunlarla karşılaşacağımızı biliyoruz. Çünkü ülkemizin okuyan sorgulayan araştıran bireylere tahammülü yoktur yoğunlaşan bu saldırı baskı sindirme politikalarına karşı daha fazla örgütlenerek boşa çıkaracağız. Durmadan ileri demokrasi narası atan ezenler emperyalizme olan bağımlılığını sürdüren ülkemiz demokratik haklar mücadelesine dahi tahammülleri yoktur. Bunu giderek yoğunlaşan tutuklamalar ve yapılan ceza evi sayısından çıkarabiliriz. Emperyalizmin hem ülke içerinde hem de uluslararası arenada desteğini alan AKP’nin efendilerine karşı sorumluluklarını yerine getirmek için muhalefet olan kesimleri devlet terörü ile yola getirmeyi kendilerine görev bilmişlerdir. Demokratik eylemlere dahi tahammül edememektedir. En küçük halk aram mücadelesi ağır yaptırımlarla karşılamaktadırlar. 1 Mayıs, 18 Mayıs, 21 Martta katılma gibi suçlamalarla nedensiz tutuklanmalar ile zindanlar doldurulmuştur. ANADOLU LİSESİNDEN BİR ÖĞRENCİ
DENEY FARESİ Ülkemizde öğrenci olmak bir deney faresi olmaktan farksızdır. Biz öğrencilerin büyük hayalleri vardır hep. Zaten bizi deney farelerinden ayıran en büyük özellik budur. Ancak hakim sınıfların bu farkı görebildiğinden kesinlikle emin değilim. Öğrencileri hayallerini hiçe sayarak onların bir insan olduğu unutarak bizim üzerimizde yeni eğitim sistemleri deneniyor. Bir insan yaşamının önemini daha doğru ezilen emekçi halkların yaşamının önemi hiçe sayıyor Eğitim sistemi içinde öğrencileri bir yarışa sokuyorlar ve kendi ölçütlerine göre öğrencileri iyi veya kötü olarak ayırıyorlar.
Hâkim sınıfların ölçütlerinde iyi olarak tanımlanmayan 800.000’den fazla öğrenci kaderlerine terk ediliyor. Bunun sebebi 1.3 milyon öğrenciye yeterli akademik ders verebilecek üniversitelerin az olması. Ama devletin bu yetersizliğini ömrünün em verimli dönemlerinde olan biz öğrenciler çekiyoruz. Ancak bu sistemde her zaman olduğu gibi her kapının anahtarı olan para eğitim sisteminde kapıları ardına kadar açıyor. Yıllık 30-40 bin lira özel üniversite parası ödeyebiliyorsanız tıpa gitmek için 500-550 puan almanıza gerek yok 440-450 puan almanız yeterli. Bu sistemde alın teri ile ders çalışmanın bile para ile alınabileceğini görürsünüz. Bu kadarı yetmezmiş gibi eğitim sistemimiz içinde sıkla değişen uygulamalar yüzünden öğrenciler bir kaos ortamına çekiliyor. ÜSS, ÖYS, ÖSS, YGS, LYS arasında kaybolmak elde değil. Yakında mevcut sınav sistemi olan YGS-LYS değişebilme ihtimali var. Ayrıca dershaneler 2013 yılının sonuna kadar (nedeni bilinmez!!) dershaneler özel okullara dönüşecek. Sadece tabelalarını değişecek yoksa farklı şeylerde mi olacak bunu zaman gösterecek. 4+4+4 sisteminin gerçekleşmesi şokunu üzerimizden atamadan gelen bunca değişiklik haberleri üzerimizde denen ilaçlar gibi. Bizi de deney farelerinden farksız kılıyorlar. FEN LİSESİNDEN BİR ÖĞRENCİ
KİTAP TANITIMI ANA-GORKİ Gorki’nin Ana isimli romanı bundan tam yüz yıl önce, 1907 yılında yayınlandı. O dönemin Rusya’sını pek çok yönüyle çarpıcı bir şekilde anlatan roman, bugünün işçi ve devrimci kuşakları için kesinlikle okunması gereken bir kitap. Ana, bir taraftan Çarlık Rusya’sındaki işçilerin ve köylülerin yaşam koşullarını anlatırken, diğer taraftan devrimcilerin işçi sınıfı içerisindeki örgütlenmelerini, bir devrimcinin yaşamındaki mücadele ve zorlukları, devrimcileşen bir işçinin yaşadığı dönüşümleri anlatıyor. Roman her ne kadar Pavel isimli devrimcileşen bir işçinin ve anasının yaşamı üzerinde yoğunlaşıyor gibi görünse de, aslında kitapta geçen her karakter kendi içinde önemli ve her biri okuyucuya ayrı bir mesaj veriyor. İnsanlığın kurtuluşu için hayatlarını ortaya koyan bu insanların yorulmak bilmeyen azimleri ve kararlılıklarıdır Rusya’yı 1917’de işçi sınıfının iktidarına götüren. Bir asır önce yazılan roman bugüne de ayna tutuyor. Kitabın girişinde, kapitalizmin işçi sınıfını her anlamda nasıl da esareti altına aldığı sergileniyor. Günlük yaşamın tek düzeyliğine alışmış işçileri şöyle anlatıyor Gorki: “Mahalleliler bir yabancıda olağandışı bir şey sezdiler mi, ona karşı uzun süre hınç duyarlar ve içgüdüsel bir tiksintiyle davranırlardı. Sanki onun yüzünden sönük, zor ama düzenli ve sakin yaşantılarının bozulacağından korkarlardı. Sürekli bir güç tarafından ezilmeye alışık olduklarından, hiçbir iyileşme beklemez, değişikliğin esaretlerini daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağına inanırlardı.” Ancak bu cümleleri takip eden sayfalarda işçilerin uyanışına ve ölü toprağını üzerlerinden atmaya başlamalarına neden olan dönüşümlere tanık oluyoruz. Hayatın Gorki’nin sözünü ettiği tekdüzelik içinde akıp gittiği bir işçi mahallesinde yaşayan Pavel isimli genç bir işçinin devrimcilerle tanışması sonucu, hem kendisinin hem de annesinin yaşamı tekdüzelikten kurtulacaktır. Artık Pavel’in evinde düzenli olarak okuma toplantıları yapılmakta ve her geçen gün toplantılara katılan mahalle
arkadaşlarının sayısı artmaktadır. İşçi sınıfının mücadele tarihini ve aynı zamanda o dönemde dünyanın başka ülkelerindeki mücadeleleri tartışırlar bu toplantılarda. Toplantıları sessizce izlemekle yetinen Pelageya (Pavel’in annesi) farkında olmadan çok şey öğrenmektedir aslında ve içten içe oğlunun yaşamını adadığı devrimci mücadeleye bir adım daha yaklaşmaktadır. Bu toplantılarda geçen sohbetlerde, işçi sınıfının mücadelesinin enternasyonal bir mücadele olduğu fikri de işlenir. Örneğin yine bu toplantılardan birinin sonunda Pelageya şöyle diyor devrimcilerden birine: “Ne garip adamlarsınız! Sizin için herkes arkadaş… Ermeniler de, Yahudiler de, Avusturyalılar da… Bütün insanlar için üzülür ve sevinirsiniz!” Buna karşılık aldığı yanıt da çarpıcıdır: “Bizim için milletler arasında ayrı gayrı yok. Yalnızca arkadaşlar var, ya da kardeşlik istemeyen düşmanlar. (…) Hepimiz aynı ananın, aynı düşüncenin, tüm insanların kardeşliği fikrinin evlatlarıyız…”Kitlelerin uyanışından korkan Çarlık Rusya’sının efendileri ve onların uşakları her geçen gün daha fazla insanı hapishanelere gönderir, sürgüne yollarlar. Ancak ateş tutuşmuştur bir kere Rusya’da ve onu söndürmek mümkün değildir. Aksine gittikçe büyümeye ve her yere yayılmaya başlar isyan ateşi. İşte bu ateşin ortasında Pavel ve yoldaşlarının yargılanma günü gelir. Mahkemeyi detaylarıyla anlatan Gorki, sanık sandalyesine bu genç ve yürekli devrimcileri değil de Çar’ın uşağı olan hâkimleri, savcıları oturtur. Pavel’in mahkemede yaptığı konuşma baskıcı ve despot Rusya’nın kokuşmuşluğunu ve her şeyi yaratan işçi sınıfının haklı iktidar mücadelesini eninde sonunda kazanacağını anlatır. Sosyalizmin propagandasını yapar. Hayatında ilk kez bir mahkeme salonunda bulunan Ana (Pelageya) artık hukuk da dâhil bu düzenin gerçek yüzünü tamamıyla görmüştür. Ve oğlunun yaptığı konuşma bildiri olarak basılıp dağıtılmaya karar verildiğinde bu sorumluluğu kendisi üstlenmek ister. Ancak gizli polis tarafından fark edilen Ana yakalanacağını anlayınca bildirileri çantadan çıkarır, bir yandan kalabalığın üzerine atarken diğer yandan yürekten gelen bir konuşma yapar. Üstelik bu konuşmanın bedelinin canı olacağını bildiği halde. Ana, işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle çok geç tanışmış ve mücadele hayatı çok kısa olmuştur. Ancak bu kısacık zamanda yaşadıkları ve yaptıkları devrimci mücadelede yerini almak isteyen herkese örnek oluşturuyor. Korkuları, kaygıları, bir ana olarak hissettikleri ve zaaflarına karşın inancı baskın gelmiştir. Bir ananın, ama devrimci bir ananın yüreğinden kopup gelen şu cümlelerin taşıdığı anlam sınıfsız bir dünya kuruluncaya kadar her dönem bizleri anlatmaya devam edecek: “Zor bir hayat yaşayanlar, sefaletten ezilenler, haklarından yoksun bulunanlar, zenginlerin ve onların uşaklarının kölesi olanlar, hepsi, kendileri için hapislerde çürüyenleri, işkenceye, ölüme gidenleri takip etmelidirler. Onlar hiçbir kişisel çıkar gözetmeksizin herkes için mutluluk yolunun nerede olduğunu açıkça söylüyorlar. Onlar hiç kimseyi zorla sürüklemezler, ama bir kere onların saflarında yer aldınız mı, artık ayrılmazsınız. Çünkü haklı olduklarını, bu yolun en iyi yol olduğunu, başka yol olmadığını görürsünüz.”
GÖZLER ÇOĞALIYOR Eğitim sisteminin, biz gençlere neler getirdiğini kendimiz yaşayarak görmekteyiz. Yaşam alanlarımızda gösterdiğimiz davranış şekilleri nasıl bir eğitim aldığımızı göstermektedir. Sistem bizi öyle bir duruma getirmiş ki ne yapacağımızı nasıl soru soracağımızı bilmemekteyiz. Sorsam acaba kızar mı bana gibi sorularla kendimizce muhasebe içine girmekteyiz. Düz bir yoldan dahi gitmekten korkar hale geldik. Başımızda birileri olsun ki bize ne yapacağımız söylesin öyle davranalım yoksa aman aman bir çukura düşer sadece sesimizle kavga içine gireriz. Özgür düşünen araştıran, konuşan bir birey istemiyor sistem. Konuştuğumuzda kim seni kandırıyor, kimlere takılıyorsun sorularla karşılaşıyoruz. Benim konuşamayacağımı sorgulayamayacağımı düşünüyorlar. Oysa bana bunları birileri değil ben düşündüğüm için dile getiriyorum. Birey, düşündüklerini dile getirdiklerinde “siyaset mi yapmaya başladın” der. Hemen kulak çekilir. Oysa tartışmanın siyasetle bir ilgisi yok ya bunları söyleyen siyaset kavramın ne olduğunu bilmiyor ya da kolaya kaçmak için böyle konuşuyorlar. Parasız, bilimsel, anadilde eğitim istediğimizde zaten sistem böyle derler. Ya biz kör olduk göremiyoruz ayrı bir dünyada yaşıyoruz ya da bu sistemi yaratanlar parasız bilimsel anadilde eğitimin ne olduğunu bilmiyorlar. Bu haklarımızı isteyince hain ilan ediliyoruz ve önlem için okul içi okul dışında ”gözler” yani kameralar koyuluyor. Sorduğumuzda ne gereği var dediğinde “sizin güvenliğiniz için” deniliyor. Biri esrar, eroin dağıttığında nedense bu gözler görmüyor. Ama hakkını savunacak bir şeyler yap gözler açılmaya başlıyor. Ne güvenlik ama değil mi? Her şey bizim için bizi düşündükleri için… Kamaralar bir yaşam dayatılıyor bizlere. Bunlar sadece liselerde değil üniversite, sokak başlarında yani her tarafa taktılar. Koridorlarda bahçelerde bizi gözetleyen öğretmenler değil artık. Her tarafta bizleri bir çift polis gözü de gözetliyor. Yaramazlık yaparsak kulaklarımız çekilecek ailemize ihbar edilecek ve fişleneceğiz. Yaramazlık derken kavga gürültü anlaşılmasın onlar için okulunda başlayıp kendi içinde yaşadığımız toplumun sorunlarını görmek ve buna müdahale etmek ve çözümler aramaktır. Geleceğimize sahip çıkmamızı ve sorunlarla mücadele etmemize suç sayıyorlar. Yani sorunları okulumuzun kapısında bekleyen uyuşturucu tacirlerini önlemek olarak anlaşılmasın. Hiçbir suçlu kendisini yakalamak amacıyla bir şeyler yapmaz. Sistem beslendiği bataklığı kurutmaz, daha başka neler yapabilirimin üzerine düşünmeye başlar. Biz gençlik olarak sizlerin gözlerinizi değil, parasız, bilimsel, anadilde bir eğitim istiyoruz. Bunu yaptığınız zaman gözlerinize ihtiyaç kalmayacaktır. ÖZGÜR KALEM OVACIK
GELECEĞİN ÖZNESİ KADIN Sömürü düzeninin nesnesi haline gelen ‘’kadın’’ bir taraftan evdeki aile baskısı bir taraftan ise sendikasız, iş güvencesiz, fazla mesaili, düşük ücretli iş baskısı ile karşı karşıyayız. Bu durumdan kurtulmak, kendi kurtarıcısı olmak için, söyleyecek sözü, alacak hakkı için martı tüm kızıllığı ile selamladı. Salt emek değil bilinçli üretmek için dilinde zılgıtı ile geldi. Alandaki annelerimizdi, sadece iş hayatında değil evdeki baskının birinci dereceden muhatabı olarak alandaydı. Sendikalaşmanın önündeki engelleri, tehditleri kaldırmak için haykırdı tiz sesiyle. Mutfaktaki önlüğü ile elindeki kalemi ile. Tarlada pamuk toplarken hayallerini, bilinci ile yoğuran annelerimiz de oradaydı al yazması ile. Elif kızda oradaydı elinde madendeki babasının resmi ile Berfo ana da ağıtı ile selamladı. Analar cumartesinin direngenliğini kuşanarak gelmişlerdi. Talepler farklı olsa da yürekler ortaktı. Aynı ateşle yanmışlardı. Hepsinin hayalleri kesişiyordu bir noktada. Hepsi yeniden kurulacak düzenin çarklarıydı. Yağmurdan sonra çıkan gökkuşağı gibi hepsi ayrı bir rengini oluşturuyordu. Sömürü ile yoğrulmuştu hepsinin geçmişi hep birileri tarafından yazılmıştı önceden oynayacakları. Ama o gün geldiğinde yaratan kadın olduğu gibi geleceğin öznesi de kadın olacaktı. ATATÜRK LİSESİ’NDEN BİR ÖĞRENCİ
KÖRELEN YAŞAMLAR Biz gençlik olarak köreliyoruz. Etrafa baktığımız zaman yalnızca boş işlerle uğraşan dilini, kültürünü kaybetmiş insanlarımızı görüyorum. Yozlaşmaya meyilli özenti bir gençliğimiz var artık. On yaşındaki çocuğun ağzında sigara var. Köşe kapmaca gibi zevklerine göre hareket ediyorlar. Dilini, kültürünü kaybetmemiş insanlara cahil diyorlar ne tuhaf asıl cahil olan onlar. İçlerini karartmışlar. Eğlence kaynakları içki, sigara, diskotekler sanki evleri haline gelmiş ama buradan küçük bir not düşüyorum. Geride bıraktıklarımız sadece içi boş bir sandık ve kâbuslar olacak. HOZAT LİSESİ’NDEN BİR ÖĞRENCİ
SİSTEM BOZUK Küçük yaşlarda hep bizlere sorulan büyüyünce ne olacaksın sorusudur. Biz de ya doktor ya öğretmen olacağımızı söylerdik. Büyüklerimizde hep bizim bu meslekleri seçmemizi isterlerdi. Devlet kapısı olsun da ne olursa olsun derlerdi. Devlet kapısının daha güvenceli ve daha iyi olduğu söylevlerini bazen düşünüyorum. Devlet kapısında bir işe girsem; mesela öğretmen olsam. Bakıyorum çevreme öyle kendimi örneklendiriyorum. Öğretmen olsam müdür veya müdür yardımcısı geliyor aklıma. Hepsini ezmeye çalışıyorsun daha üst statüdeki biri geldiği zaman sanki öğretmen onun kölesi gibi davranıyor. Öğretmen okul içerisindeki bu köle yaşantısına ses çıkarmıyor. Disiplin, saygı diyerek öğretmen ve öğrencileri ezip geçiyorlar. Kurumlarda kim kendini müdüre daha iyi gösterirse o daha rahat olur. Üst statüden kim gelirse gelsin ona yalakalık yapmak zorunda. Yapmazsa fazla tutunamıyor kurumlarda. Aslında herkes eşit diyorlar, oysa eşitlik diye bir şey yok. Kim daha üstte kimin hükümette tanıdığı varsa bu sistemde hep haklı çıkıyor. Hakkını arayamıyorsun. Aslında bir tek devlet kapısı değil bu sistemin her yerinde böyle insanlar hakkı olanla yetinmiyorlar. Ama insan bu sömürüyü görmek için kendini geliştirmeli ve örgütlenmesi gerekmektedir. Bulunduğu her alanda haksızlığa göğüs germeli baskınlara karşı durmalıdır. Bunun için tüm ezilenler örgütlenmelidir diyor ve bu gerçeğe inanıyorum.
YALAN MAKİNESİNİ DURDURMA ZAMAN Yıllardır ağalar, patronlar halkı kandırmak için dini ve milli duyguları kullanmışlardı. Çünkü insanların bunlarla kafası işgal edilince ağaların, patronların kendilerini sömürdüğünü anlamazlar. Bu durum ülkemiz gerçekliğidir. İnsanların farlı duygularını kullanarak insanları sömürmeye ve kandırmaya devam ediyorlar. Medyada bu yalanı en usta bir şekilde halka sunuyor. Patron ağa medyası her geçen gün yalanları yazmada ve söylemede profesyonelleşiyor. Adeta yalan makinesine döndüler. Tabi bu sistemde de doğruyu yazmak ve söylemek zor. Söylediğin doğrular her türlü büyük patronları rahatsız edecektir. Zaten bu sistemde de egemen olan onlardır. Ağa, patron burjuva sınıfı büyük bir vurgun yaptıklarında ya dini bayramlarda ya da milli bayramlara rast getirmektedir. Zaten o sırada medya saçmalıklarla doluyor, o vurgun haberi verilmiyor. Bu sistemde işler böyle yürütülmeye çalışılıyor ama bu iş böyle yürümez. Bu içi çürümüş ağaç güneşin çürümüş kızıllığı ile yansın güzel günlerin habercisi olan yeni fidanlar dikilsin. Yeni fidanlarda biz gençlerin ellerinden dikilmelidir. Onun için bu bozuk içi çürümüş sistem yıkılmalıdır/ yıkılması için de mücadele vereceğiz. Mücadelemiz aldığımız son nefese kadar sürecektir. OVACIK ÖZGÜR KALEM
Gençlik Kiminse Gelecek Onundur Bir üretim düzeninde sınıf farklılaşması söz konusuysa üretim düzeninde eşitsiz yaşam, eşitsiz refah ve de eşitsiz demokrasi var demektir. Toplumlar tarihi bu türde üç üretim düzeni görmüş ve bahsedilen tarzda eşitsizliklere şahit olmuştur. Köleci, feodal ve kapitalist üretim tarzlarının bir çok ortak yanı olmakla birlikte, esasta ortak yön; üretim araçlarına sahip olan ve de bu sahiplikte devlet erkini elinde tutan, demokrasiye sahip olan sınıf ile, üretim araçları üzerinde söz sahibi olmayan ancak, üretimde etkin rol oynayan fakat elde edilen mallar üzerinde eşit sahip olma hakkı olmayan; yasalarla çevrili bir devlet çatısı altında yaşamasına rağmen demokrasisinden yararlanamayan bir sınıfın var olmasıdır. Kolayca anlaşılacağı gibi, sınıf farklılaşması üzerine dayalı bu toplumlardaki ortak yan; ekonomiyi elinde tutan ancak üretime girmeyen ve devletedemokrasiye sahip olan sömürücülerle, ekonomide sadece üretime girme rolü olan ve devlet üzerinde etkin söz hakkı olmayan, demokrasiden de olabildiğince asgari oranda faydalanabilen ya da hiçbir şekilde böyle bir hakkı olmayan sömürülenler diye ikiye ayrılmış olmasıdır. Bu olgu diyalektik bir gelişim ile ele alındığında, özellikle kapitalist üretim tarzında sömürücü sınıfların, sömürülerini gerçekleştirmek için modern araç ve gereçlerle birlikte, çağdaş bilimlerin yarattığı imkânları da kullanarak daha azgın bir şekilde örgütlendikleri ve sömürülerinin kapsamına diğer ulusları da kattıkları ve kendilerine bağladıkları ortadadır. Çağın başında nitelik özelliği değişen kapitalizm, artık emperyalizm olgusuna kavuşmuş ve bahsedildiği gibi kendi ülkesinin dışına taşan bir sömürü ağı oluşturmuştur. Bununla, kendisine bağımlı ülkeler yaratıp dev boyutlara ulaşan sermaye birikimi elde etmiştir. Emperyalistler kendilerine bağlı devlet ve hükümetler organize ederek sömürülerinin takipçisi durumunda ileri kollar yaratmış, dünya emperyalist zincirine bağlı yeni bir ağ oluşturmuşlardır. Konunun bir yönü bu şekilde gelişirken tarihsel materyalizmin diyalektik gelişimi devam ediyor, çağdaş bilimlerin yenileri süreci hızlandırıyordu. Üretimin toplumsallaşmasına rağmen, bölüşümdeki eşitsizlik daha da büyüyordu. Bu boyutlanmanın en bariz göstergeleri ise emperyalizme bağlı siyasi ve ekonomik şekillenişe sahip ülke halkları oluyordu. Bu ülke halkları kendi ülkelerinin efendilerini besledikleri gibi, emperyalist tekel sahiplerinin
kasalarını dolduruyor ve hatta emperyalist ülkelerdeki işçi aristokrasisine verilen primleri yaratıyorlardı. Dolayısıyla sömürülmeleri normalin çok üzerindeydi. Artık her şey elde edilen karlarla değerlendiriliyor, kapitalizmin rekabet yasası devam ediyor, devletler ve tekeller arası eşitsiz durum kendisini daha keskin çelişkilere, pazar elde etme ve var olan pazarları genişletme savaşına götürüyordu. Yeni, genç emperyalist ülkeler, eski pazar sahiplerinden pay istiyorlardı. Esası sermaye, artı değer ve kar üzerine kurulu bir ideolojinin sahipleri arasındaki çıkar çatışmaları derinleştikçe tekeller, dolayısıyla da devletlerarası savaşlar gündeme gelmişti, Almanya, Japonya, İtalya ve Avusturya pazar istiyordu. Diğerleri ise vermemekte direnirken pazarların yeniden paylaşılması temelinde emperyalist ülkeler arası birinci paylaşım savaşı patlak vermişti. Gelişmelerin bir biçimi bu yönde olurken, sömürülen geniş halk yığınları açısından da gelişmeler hızlı bir şekilde devam ediyordu. Emperyalistler arasındaki savaşla, halklar üzerindeki baskı ve sömürü daha da yoğunlaşıyordu. Savaşın faturasının da halkların sırtına yüklenmesi gerçeği vardı. Dünya sistemi haline gelen emperyalizmin ekonomide içine girmiş olduğu bunalım, sosyal yaşam içerisindeki dengesizlik, halkların gün geçtikçe yoksullaşması vb. sebepler, toplumsal muhalefette de önemli gelişmeleri gündeme getirmişti. Uluslar, bağımsızlık savaşlarını hızlandırıyor ve sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan proleter ideoloji ile donanmış KP önderliği altındaki Bolşevikler gerici, despot, feodal otokrasinin temellerini sarsıyorlardı. Halklar ve uluslar uyanıyor ve sömürücü efendilerine karşı çıkıyorlardı. Artık eskisi gibi yaşamak istemeyen insanların sesi her yerde duyuluyordu. Kendi iktidarlarını kuracak ve ürettikleri değerlerin sahipleri olacaklardı. Kültürlerini rahatça dile getirebilecek ve kendi istekleri doğrultusunda geliştirip güçlendireceklerdi. Kapitalist üretim tarzının iki temel sınıftan oluşması gerçeği ve üretim ilişkilerinin burjuvazinin egemenliğinde şekillenmesi ve proletaryanın emeğinden başka hiç bir değere sahip olmaması üzerine kurulu bulunan sistem içerisinde çağdaş bilimlerin ürünü olan makineleşmeyle birlikte üretimdeki toplumsallaşma, çelişkileri boyutlandırmıştı. Burjuvazinin elinde eskiyen ve çürüyen üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesinin önünde büyük bir engeldi. Bu engeli ortadan kaldıracak güç ise proletarya idi. Üretim toplumsallaşmış, ancak iş üretilen değerlerin bölüşümüne geldiğinde, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar bu bölüşümden çok küçük pay almış, üretime katılmayan çok küçük bir azınlık ise üretilen değerlerin neredeyse bütününe el koymuştu. Kısaca bölüşümde söz sahibi değildi. Üretimdeki rolüne uyum sağlamayan çalışma ve yaşam koşulları vardı, insan
yerine konulamayacak tarzda demokratik haklara sahiptiler. Bu ise onları huzursuz ediyordu. Zaman zaman kendiliğinden hareketler örgütlüyor, ancak kurulu bulunan devlet mekanizmasının otoritesi ile karşılaşıyorlardı. Yasaların işveren lehine şekillenmesi sebebiyle, fazlaca bir hak alma çabasına da girişmiyorlardı. Örgütlenemiyor ve direnişleri kırılıyordu. Bu gelişmeler sürerken toplumun genç kesimleri proletaryanın örgütü komünist partisini kurmuş ve sınıf bilincini örgütlü bir şekilde KP aracılığı ile kitleye götürmeye başlamışlardı. Baskıdan, sömürüden ve her türlü insanlık dışı yaşamdan etkilenen geniş halk yığınları harekete geçmişti, ihtilaller birbirini kovalıyor ve emperyalizm ve uşaklarının tahtları sarsılıyordu. Avrupa'daki reform hareketlerinden etkilenen her ülkede, özellikle genç kuşakların öncülüğünde benzeri örgütlenmeler oluşturulmaya başlandı. Hindistan'da, İran’da, Cezayir'de, Türkiye'de, Tunus'ta, Suriye, Mısır vb. ülkelerde emperyalizme karşı dolaylı ya da direkt tavırlar alınıyordu. Bu tavırları alanların ortak özellikleri, çağa damgasını vuran proletarya ideolojisi ile donanmamış olmalarına karşılık anti-emperyalist niteliğe sahip olmalarıydı. Yanlışlıklarla dolu ideolojilere sahip olmalarına rağmen emperyalizme cepheden bayraklar açmışlardı. Kurtuluşa, gerçek kurtuluşa gidecek bir güzergâhta değildiler. Ancak, o kesitte olumlu çıkışları olan bu tavırları KP'ler tarafından destek görmüştü. Bunun yanında gerçek kurtuluşa giden yolun KP'nin siyasal çizgisi ve ideolojisi ile olacağı da ilan olunmuştu. Dünyadaki gelişmeler bu şekliyle devam ederken, ülkemizde de benzeri gelişmeler oluyordu. Özellikle Büyük Proleter Kültür Devriminin dünyada yarattığı etki hissedilir tarzda ülkemizde de kendisini gösteriyor ve bu noktada kitleler, dana iyi bir yaşam, iş, örgütlenme hakkı ve demokrasi talebiyle geniş kapsamlı gösteriler düzenliyorlar, köylü daha yüksek taban fiyatı için mücadele ediyor, topraksız köylü ise toprak işgalleri gerçekleştiriyordu. İşçilerin, köylülerin (özellikle 1968 yıllarında boyutlanan ve kendiliğinden gelişen) bu hareketliliği öğrenci gençliği de etkiledi. Üniversite ve lise gençliği de akademik-demokratik taleplerle ve tam bağımsızlık sloganları ile meydanları doldurdu. Toplumsal muhalefet içerisindeki yerini alan öğrenci gençlik hareketi, özellikle üniversite gençliği içerisinde örgütlenmeler oluşturulmasıyla yeni bir boyut kazanmaya başladı. Fikir Kulüpleri oluşturuldu ve öğrenciler bu kulüplerde bir araya getirildi. Sloganları akademik-demokratik olmasına rağmen, öğrenciler kendilerini saran bir sosyal yaşamın olduğu bilinci ile önce işçi eylemlerine daha sonra ise toprak işgallerine öncülük etmeye başladılar. Öğrenciler, burjuva-feodal eğitim düzeninin içerisinde olmaları ve bunun
sıkıntılarını yaşamaları sebebi ile düzenin çirkef ve yanlış yönlerini görüyorlardı. Çelişkilerin çözümü noktasında faaliyetlere girişiyorlardı. Ancak, devletin yapısını tam olarak algılayamamış olmaları sebebiyle demokratik çalışma biçimlerinin kendilerine bir şeyler sunmayacağını kısa zaman sonra gündeme gelen sıkıyönetim yasalarıyla-hükümetleriyle anladılar. Örgütlenme hakları kısıtlandı, faşist yasalara uymayanlara cezalar verildi. Toplumsal bir muhalefet söz konusu olmasına rağmen, kitleler bir araya gelmiyor-getirilemiyordu. Örgütlenme bilinci yok denecek kadar azdı. Bunu da radikal bir ruha sahip olan gençlik yerine getiriyordu. Hızlı ve ataktı, haksızlıklara tahammülü yoktu, isyankâr ve cüretkardı. Beyazıt Meydanı'nda "Bağımsız Türkiye" sloganı atarken NATO Generali Amerikalının arabasını Molotof ile yaktılar. Altıncı filonun Dolmabahçe önlerine gelmesinden duydukları rahatsızlığı taşlarla, siyah çelenklerle dile getiriyorlardı. Trakya'da toprak işgaline katılıyor, Tersane işçilerinin grevine coşku katıyorlardı. Karadeniz fındık ve çay işçilerinin direnişine katılarak tefeci-tüccar kesimine karşı mücadelede yer alıyorlardı. Motor gücü görevi gören gençlik, belli eylemlilikler sonrası devletin katı yasalarıyla karşılaştı ve 12 Mart Muhtırası geldi. Erim hükümetinin başa gelmesiyle birlikte faşist saldırılar daha da artmış, baskılar esasta gençliğin üzerinde yoğunlaşmış, faşist diktatörlük daha yeni kurulan KP'ye ve küçük burjuva devrimci örgütlere yönelerek muhalefeti susturmaya gitmişti. Gençliğin önceleri siyasi içerikli taleplerden ziyade, akademik-demokratik talepler çerçevesinde muhalefet göstermeleri, içinde yaşadıkları toplumun çelişkilerini doğru biçiminde çözebilme yeteneğinden yoksun oluşu süreç içerisinde sisteme karşı muhalefete dönüştü. Örgütlenmedeki bu nitelik değişimin koşullarını devletin hazırladığı ortadaydı. Çıkardığı yasalarla farklılaştırmak zorunda bıraktıkları muhalefettin içerisindeki genç önderler, örgütlenmelerini oluşturarak muhalefetin önderliğine amatörlükten profesyonel bir biçim kazandırmışlardı. Felsefeyi, özellikle de materyalist felsefeyi inceleyerek Marksist ekonomi-politiği ve sınıflar mücadelesinin tarihini araştırarak kendi bakışları ile ülkenin sosyo-ekonomik yapısını sentezleyip devrimin yolunu çizmişlerdi. Bunu gerçekleştiren radikal kesimin savunucularının hemen hemen hepsinin üniversiteli olması dikkat çektiği gibi, hiçte yadırganacak bir olay değildir. Çünkü bu sadece bizim ülkemize has bir gerçeklik değildir. Fransa'daki Jakoben hareketin öncüleri nasıl ki gençlikten gelmiş ise, Alman Spartaküsleri barikatlar ardında savaşarak ölmüşlerse, ilk Rus devrimcilerinin için de yer aldığı Narodnik hareketleri de örgütleyen gençlerdi. Otokrasiye karşı cesaretle öne atılanların papaz okullarındaki öğrenciler olduğu bilinirken, bir üniversiteli öğrencinin "Çar"a suikast yaptığı da gerçektir. Yine Afrika ülkelerindeki anti- emperyalist hükümet darbelerini düzenleyenlerin genç subaylar olduğuna yakın tarihimiz şahittir.
Hindistan'da Gandi Pakistan'da Cinnah, Mısır'da Nasır'ın önderlik ettiği hareketin potansiyelinin esasında da gençlik vardı. Latin Amerika ülkelerinde, anti-emperyalist temellerde silahlı mücadele sürdüren birçok küçük-burjuva hareketin genç liderleriyle ve esası gençlere dayanan savaşçı gerillaları ile düşmanlarına ecel terleri döktürdükleri bilinir. Yıllardır Fransız emperyalizmine karşı dişe diş mücadele eden Polisaryo çöl gerillalarının fotoğrafları biz ve bizim gibi ülkelerde bir dönem poster olarak elden ele dolaşırken mücadelelerindeki ruh hala devam etmektedir. Bugün proletarya partisinin korkusuz önderi İbrahim Kaypakkaya'nın genç yaştaki mücadelesi, mücadelemize örnek olsun demekle yetinmemeli onun hınçla dolu azmini içselleştirmeli, yaşama geçirmeliyiz. Azmin elinden hiç bir şey kurtulamaz gerçeğinin abidesi olan İbrahim Kaypakkaya'nın, çok genç yaşta sınıf hareketinin içerisine girmekle birlikte, burjuva-feodal uzlaşmasının kolları olduğu halde devrimci geçinen akım ve partilere karşı verdiği iki çizgi mücadelesini kendimize örnek almalıyız. Düşmanın eline esir düştüğünde ideolojisine bağlılığını ser vererek yerine getiren İbrahim Kaypakkaya'nın yaptığı Marksist-Leninist yorumlar ile Kemalizm! tahlil edip devletin bugünkü ideolojisini ortaya çıkararak ona karşı mücadelenin silahlı biçimlerini öne çıkarması rastgele bir kurgu olmasa gerek. AKADEMİK-DEMOKRATİK MÜCADELEDEN SİYASAL MÜCADELEYE GEÇİŞ Burjuva- feodal eğitim kurumlarında eğitim gören gençlik esasta, üretimden kopuk, sistemin çelişkilerinin birçoğunun maddi yükünü omuzlamamış, üretime girmediğinden emeğin bilincine ulaşmamış olarak bilinirken, görsel olarak ufku diğer kesimlere nazaran daha geniştir. Eğitim gördüğü kurumların sorunlarına yakın olduğundan, bu tür sorunlara daha çok duyarlıdır. Feodal-burjuva ideoloji ile eğitim veriliyor olması ve yazılı tarihteki anlatımların gerici ideolojilere denk düşen bir biçimde ele alınıyor olması ile birlikte öğrencinin sosyal yaşamında karşılaştığı ekonomik zorluklar belli bir sosyal çevre sunduğu gibi, ideolojisinin de oluşması bundan bağımsız olmayacaktır, işte bu sebepten dolayı her tarihi dönemde eğitim kurumlarındaki insanların, daha aydın olduğu bilinen bir gerçektir. Çelişkileri yakalama, muhakeme yürütme kabiliyeti zengin olan bu kesim, öncelikle eğitim kurumlarındaki gerici anlayışlar ve akademik sorunlar üzerinde yoğunlaşırken, bunların toplum içindeki çelişkilerden bağımsız olamayacağını dikkate almalı, mücadelesine bu gerçek ışığında yön vermelidir. Yakalanan bu çelişkilerin esas çelişkilerin yanında damla düzeyinde kaldığı gösterilerek, feodalizmle geniş halk yığınları arasındaki çelişkiyi, emek-sermaye çelişkisini, T. Kürdistan’da yürütülen
savaşın gerçeklerini kavramaları sağlanmalıdır. Bizler, reform peşinde koşan reformistlerden daha çok reformlar uğruna mücadele yürütüyoruz. Bu bizim ufkumuzu, bir reformistte olduğu gibi daraltmaz. Üniversitede veya lisede eğitim görenlerin karşılaştıkları sorunlar akademik veya demokratikken, bunları elde etme noktasında yapılan çalışmaların reform elde etme uğraşı olması ve bununla birlikte sorunun esas kaynağının görülmemesi harekete reformist karakter verirken, biz MLM'ler, bu sorunlara siyasal iktidarı elde etme uğraşlarıyla birlikte eğiliriz. Aynı şekilde bir işçinin fabrikada yürüttüğü ekonomik taleplerle sınırlı mücadelesi, onun ekonomik olarak kurtuluşunu veya daha iyi bir yaşam elde etmesini beraberinde getirmeyecek ve çalışma koşullarında mutlak bir iyileşme sağlanmayacaktır. Sorunların çözümüne inmenin yolu, ona kaynaklık eden noktanın tespit edilmesiyle mümkündür. Sivrisineklerin yaşam bulduğu yer bataklık ise onlardan kurtulmanın yolu da bataklığı kurutmaktır. Ancak, öncelikle bizim yapmamız gereken bataklığı kuşatmak ve çevre faktörlerden bağımsızlaştırmaktır. Ekonomik, demokratik, akademik, toprak sorunu, ulusal sorun vb. sorunların çözümü, bu sorunlara kaynaklık eden zeminin daire içinde zapt olunmasıyla mümkündür. Daha sonraki süreçte onu kurutmak kolay olacaktır. Biz öncelikle siyasal iktidarı zapt etmeliyiz. Ve ancak kendi kuracağımız siyasal iktidarla, bahsedilen çelişkilerin özlerini kurutabiliriz. Sonuç olarak; gençliğin misyonu ve genel toplum yapılanması içerisindeki yeri, ele alındığı biçiminden daha önemlidir. Gerek gençliğin sınıf mücadelesi içerisindeki yerini bulması, gerekse de KP'nin gençlik içinde örgütlenmesi paha biçilmez faydalar sunacaktır. Gerici ilişkiler dahil bütün çelişkili sorunları çözebilecek tek kılavuz olan MLM ile kuşanmış KP'ler, özgürlükler ülkesini yaratma savaşımı vermektedir. Her kesim içinde örgütlenme oluşturmak diye bir derdi olan KP, gençliği de yanına alarak her türden gerici ideolojiye karşı nitelik gücünü göstermek zorundadır. Feodal-burjuva kültüre dayalı bir eğitim sisteminde hamuru yoğrulan gençliğin, diskotekler, kafeteryalar, eğlence lokalleri, futbol maçları ve eğlence balolarında bir araya gelmesini salık veren bu yoz kültür, buna para yettiremeyeceğini bildiği gençliği hırsızlık, mafya ilişkileri ve fuhşa zorlamakta; kişiliksizliğe dayalı bir toplum yaratma çabasındadır. Amaçladığı nokta, ilan ettiği yasalarla suçlu bir toplum yaratmak ve bu suçlular toplumunu kendine bağlamaktır. Mevcut siyasal yönetimin İdeologlarınca sistemin çöküşünü engellemek için ortaya atılan bu tür formüllerin en çok\a yapısı ve yatkınlığı
nedeniyle gençlik üzerinde denendiği bir gerçektir. Kurgularına göre bu yeni insan tipi aldığı yoz ve çirkef kültürle devlet ve siyasal rejimin faşist, sömürücü, çürümüş yönünü görmeyecek kadar kör yetişecektir. Bu formüllerin başarıya ulaşması için hiç bir harcamadan kaçınmayan faşist diktatörlük, yoz kültürüyle şekillendirdiği köle ruhlu, asalak insan tipini yaygınlaştırarak köhnemiş düzenini devam ettirmeyi düşünüyor. Çin'de bizzat karşı devrimci örgütler ve de beyaz rejim tarafından afyon kullanımının serbest bırakılması da bu amaca hizmet ediyordu. Bugün Amerikan barların, Tuborg ve Efes-Pilsen tekellerinin bizim gibi ülkelerde her köşede temsilcilik açmalarının sebebi buyken, Latin Amerika ülkelerinden Kolombiya'daki kokain üretiminin bizzat emperyalist ülke ve tekellerce desteklediğini görmemek, körlüğe has bir durumdur. Sözde uyuşturucu kullanımını yasalarla mahkum etmelerinin ve imalinin kontrol altına alınmasının altında bu işi amatörce yaparak pazardaki kardan ödün vermemeyi amaçlayan tekeller, yapılan istatistik araştırmalarla uyuşturucu imalini ve kullanımının dev boyutlara ulaşan miktarından bahsederken esastaki amaçlarını da daha berrak bir biçimde ortaya koymaktadırlar. GENİŞ KİTLELER İÇERİSİNDE DAR ÇALIŞMA Sorunun bu biçimini pratikte şekillendirirken, önderliğin misyonu belirleyicidir. Kitlelere götüreceğimiz politikanın, öncelikle temel çalışma kuralı olan illegal biçimiyle oluşturulacak komite sayesinde yürütülmesi gerekmektedir. Bölgemizde gençlik içerisinde oluşturulacak bu komitelerle, özellikle bölgenin mevcut sorunlarını, öğretim kurumunun akademik-demokratik sorunlarını gündeme getirip, kitleye, gençliğe yönelmek gerekmektedir. Bildiri ve afişlemelerin araç olarak kullanılması yararlılıklar sunacaktır. Geniş kitleler arasında yapılan bu çalışmalarla belli hareketlenmelerin olacağı gerçeği göz önünde tutularak kitlenin izlenip gözlenmesi ve iyi niyetli genç unsurlarla girişilecek ikili diyaloglar ile ruh halleri öğrenilmelidir. Bu durum için öncelikle çalışmayı yürütenlerin diyalogları ve ilişkileri kontrollü, açık vermeyecek tedbirlerle örülü ve sosyal ilişkilerinde olumlu olması koşuldur. Öne çıkacak unsurların tecrübesiz oldukları bir gerçekten, bunların denetlenmesi ve çalışmalarda işlenmesi gerekmektedir. Gereksiz olumsuzluklara sebep veren faaliyet biçimleri bizleri olumsuzlaşacaktır.
Bizim bu alanlardaki çalışmalarımızın amacı savaşa hizmet olmalıdır.
Dolayısıyla yürütülen savaşın bu çalışma alanlarında işlenmesine dana çok yer verilmelidir, ilişkiye geçilen ve örgütlenmeden yana tavır sergileyen unsurlar zaman kaybedilmeden sempatizan komiteleri oluşturularak örgütlenmelidir, insanları örgütlemenin amacı, onlara götürülen mücadele etme bilinci, savaşa aktif katılımı sağlamaya yönelik olmalıdır. Bölgemiz, örgütsüz insan yığınları ile doludur. Genel toplumsal yaşamın zorluklarından ve bugün yaşanan savaştan bağımsız hareket ediyorlarsa, bunun nedeni onlara mücadele bilinci götürülmemesidir. Eğer bizler görevimizi yaparsak, komitelerimizin yetmeyeceği miktarda insanın örgütlenmek için kapımızı çalacağı kesindir. Buradaki kilit nokta, bizim önce bu insanların kapısını çalmamız, onlarla diyaloga girmemizdir. Doğru politikalar üretir, bu politikaları yaşama geçirmekte kararlı olursak kafasını ve yaşamını bizimle birleştirecek çok sayıda insanın kapımızı çalacağı açıktır. Gençliğin kamuoyu yaratacak çalışmaları da yürütmesi yadsınamaz bir gerçektir. Faşist diktatörlüğün özellikle bölgede sürdürdüğü haksız savaş, bölge halkı üzerindeki baskı ve zulüm politikası ülke ve dünya kamuoyu önünde teşhir edilebilir. Örnek olarak köylerin yıkılmasını veyahut ta köylüye uygulanan ekonomik ambargoyu teşhir için bir dizi faaliyet yürütebilir. Gençlik, bildirilerle, korsan gösterilerle, yazılamalarla, forum, boykot ve direnişlerle baskı altına alınan ihtilalci ruhunu radikal tarzda dile getirmelidir- getirebilir de. Filistinli intifadacı çocukların MlG'lara, M1 8'lere karşı taşlarla direndiği unutulmamalıdır. Kan ile yazılan tarihimizden onurla bahsetmenin yolunun, kan vermek olduğunu unutmayalım, ihtilalin kanla yazılacağı gerçeği dışında kalmak buruşmuşluk olarak algılansın ve aramızdan atılsın. Korkak, yılgın ve uyuşuklara saflarda yer verilmesin. Akıl, cesaret ve cüretkârlık yemini ederek halkın haklı davasına kan akıtalım. Görev başına! ÖZGÜR DÜŞÜN
8 MART KIZILDIR KIZIL KALACAK. 8 MART’TA ALANLARI GÜÇLENDİRELİM…