6 minute read

Samuel Taylor Coleridge

Next Article
Oscar Wilde

Oscar Wilde

Günlerce ve günlerce Öylece kaldık; ne bir ses,ne bir nefes Pırıltılı bir okyanus yüzünde Süslü bir gemi gibi avare.

Deniz,deniz,her taraf deniz Fındık kabuğu gibi bir teknede Deniz,deniz her yer deniz de Bir damla su yok içmeye..

Advertisement

On kardeşin en küçüğü olan Coleridge ona eziyet eden ağabeylerinden kitaplara sığınarak kurtuluyordu. 1781’de babasının ölümünün ardından Coleridge Londra’daki bir yatılı okula gönderildi ve çocukluğu burada geçti. Bu zeki öğrenci mezuniyetinin ardından aldığı burslar sayesinde Cambridge’teki Jesus College’da okudu. 1791 sonbaharında ise üniversiteye başladı. Bu alt tabakadan 19 yaşındaki bir genç için çok büyük bir fırsattı. Önce bu fırsatı heba edecek, alkol ve kumara karışarak iki yılın sonunda Cambridge’i bırakacaktı. Ardından da ortadan kaybolacaktı. Ailesi onu ancak dört ay sonra bulabildi. Coleridge “Silas Tomkyn Comberbache” takma adıyla orduya yazılmıştı. Pek başarılı bir asker olmasa da -acemi “Silas” at bile binemiyordu- asker arkadaşlarının ağzından sevgililerine ya da eşlerine mektup yazarak çevre edindi. Yazarak şöhret olmanın tadını ilk kez burada aldı ama bu askeri vazifelerinin pek azından sıyrılmasını sağlıyordu. Eninde sonunda at binmeyi öğrenmesi gerekecekti. Neyse ki ağabeyleri mecburi hizmet tazminatını ödeye

cek parayı topladı da ordu Coleridge’i akıl sağlının bozuk olduğu gerekçesiyle ihraç etti. Okula dönen Coleridge, William Wordsworth’ün şiir kitabı Descriptive Sketches / Detaylı Eskizler’i okudu. Ve ne yöne gideceği bilinmeyen Coleridge’in at binmeyi öğrenmek zorunda kalmayacağı bir hedefi oldu: Şair olabilirdi! Bu, 1795’te evlenmesiyle birlikte daha da şiddetlenen geçim sağlama ihtiyacını ortadan kaldırmıyordu. Dahası, okulu ikinci kez bırakmıştı. Aç kalmamak için gazeteciliğe başladı ve bir kitapevine sattığı şiir kitabı 1796’da basıldı. Doğru zamandı: Eskiden yazarlar varlıklı insanların himayesine ve devletin ya da dini kurumların desteğine muhtaçken 18.yüzyıl Birleşik Krallığı’nda değişen telif yasası artık yazarların ve basımevlerinin yapıtların üzerinde mülkiyet hakkı kurabilmesine ve bundan gelir elde etmesine imkan veriyordu. 1797’de idölüyle mektuplaşan Coleridge, Wordsworth’ün evine kadar 65 kilometre yürüdü. Wordsworth’ün anlattığına göre Coleridge, Dorset’teki evine yaklaşırken şaire doğru var gücüyle koşmaya başladı. Wordsworth arkasını dönüp kaçacağına Coleridge’i kollarını açarak kucakladı. Çabucak arkadaş oldular. Coleridge birkaç yıl içinde eşi ve oğluyla birlikte Wordsworth’ün yakınına taşındı. Böylece ikisi her gün görüşebilecekti. Coleridge’in şiirlerini okuyan iki varlıklı edebiyat hamisi 1798’de şiir yazması için -hayatı boyunca- ona yılda 150 sterlin ödemeyi teklif ettiler. Bu, dönemin alt ve orta tabakadan yazarlarının hep hayalini kurduğu bir şanstı. Bu para ailesini geçindirmesine fazlasıyla yetecekti. Maalesef bu himaye Coleridge’e afyon tentürü kullanıp, basılabilir bir eser ortaya çıkarma kaygısı olmadan evde boş boş oturması için de çok fazla zaman verecekti. Belki de insanoğlu tarafından kullanılmaya başlanan ilk uyuşturucu olan afyon 19.yüzyılda yaygın kullanılan bir ağrı kesiciydi. Ergenlik acılarını ve ağrılarını (fiziksel ve zihinsel) dindirmekle kalmıyor, “Bailey Annenin Susturma Şurubu” gibi isimlerle çocuk ilaçları arasına bile giriyordu. Afyon hap şeklinde reçetesiz ve serbestçe satılabildiği gibi, göz damlasıyla verilen bir afyon ve

alkol solüsyonu olan afyon tentürü de bulmak mümkündü. Coleridge afyonu hazımsızlık için almaya başladı. Başta nasıl bir şeye bulaştığını bilmiyordu. “Vücudum bağımlılığa teslim oluncaya kadar gerçeği göremedim” diyordu. Afyon tentürü ile ilk ne zaman tanıştığı bilinmese de Dorset’e taşındıktan bir süre sonra düzenli olarak kullanmaya başladığı tahmin ediliyor. Ama Coleridge’in acıklı öyküsüne herkes inanmaz: “Alışkanlıklarının farkına varan her insan bilir ki bunun sebepleri büyük ölçüde eğilim ve teslimiyettir” diye yazar yakın bir dostu ve eşinin eniştesi olan şair Robert Southey. Southey haklı olabilir: Coleridge ve arkadaşları (Wordsworth ve şair Charles Lamb) zihin bulanıklığının yaratıcılıklarına yaptığı etkiyi uzun süredir büyüleyici buluyorlardı. Ünlü bir alkolik olan İskoç şair Robert Burns 37 yaşında romatizmal endokarditten öldü. Burns’ün annesi dahil pek çok kişi şairin alkolikliğinin ilham perisini uyandırdığına inanıyordu. Coleridge, Burns’ün dul eşiyle altı çocuğuna gelir olsun diye basılan şiir kitabına bir şiirle katkıda bulunmuştu. Burns’ün kariyerinin trajik sonu, viski ve seks dolu şiirlerini Coleridge ve diğer Avrupalı şairlerin gözünde daha da çekici hale getirmişti. Saygılarını sunmak için Burns’ün mezarına geziler düzenlediler. Coleridge’in bulanık zihni 1797’de epik şiiri Kubla Khan / Kubilay Han’ı ortaya çıkardı. Bir gün öğleden sonra masasında üç saat sızdıktan sonra şiir zihninde tamamen oluşmuş halde uyandı -rüyasında gördüğü söylenir. Hayalini yazmaya başlasa da kapı çaldığı için bırakmak zorunda kaldı. Ziyaretçisini bir saat ağırladıktan sonra şiirine döndü ama söylediği üzere “sekiz veya on dağınık mısra ve imge hariç hepsi suda yansıyan görüntünün, atılan bir taşla silinmesi gibi yok olup gitmişti.” Hüsrana uğrayan şair, yazdığı kısmı rafa kaldırdı. Coleridge, Kubilay Han’ın yazdığı kadarını 1816’da Lord Byron’a okumasaydı belki de şiir sonsuza dek kayıp kalacaktı. O gün odada bulunan bir diğer şair Leigh Hunt, şiirin Byron’ı derinden etkilediğini söylüyor ve “Ne kadar harikulade konuşuyor” dediğini anımsıyor. Byron yayıncısı Jhon Murray’i Kubilay Han’ı afyonlu imgenin oluşumunu anlatan bir önsözle birlikte yayınlamaya ikna eder. Günümüzde Romantik Edebiyat’ın en çok okunan ve antolojilere en çok basılan şiirlerinden biridir. Coleridge uyuşturucu sayesinde ulaştığı ilhama rağmen, uyuşturucu alıp çıktığı yürüyüşlerde birçok kez ölümden dönmüştü. Bir keresinde sekiz gün aralıksız yürüdükten sonra ayılmış ve kendini evinden 400 kilometre uzakta bulmuştu. Bir keresinde de ortadan kaybolmasının ardından polis parkta yakasının içinde Coleridge’in isminin yazılı olduğu bir ceset bulmuştu. Çok geçmeden Coleridge sağ sağlim ortaya çıktı, üstünde kıyafetleri yoktu. Kıyafetleri bir evsiz tarafından çamaşırhaneden çalınmış ve evsiz daha sonra o kıyafetler üstündeyken ölmüştü. Coleridge’in sağlığını bu kadar göz ardı etmesi arkadaşlarının ve ailesinin tepkisine neden oldu. 1808’de eşinden ayrıldı, 1810’da Wordsworth onunla olan

arkadaşlığını bitirdi. Aynı hızda yazmaya devam eden Coleridge uyuşturucunun etkisinde şiirler, eleştiriler ve eğitici metinler kaleme aldı. 1813’te ölümün eşiğinden döndüğü aşırı dozun ardından afyonu bırakmak için Bristol’de bir kliniğe yattı. Mayıs 1814’te bir arkadaşına “Çarmıha gerildim, öldüm, gömüldüm, Cennet’e yükseldim ve şimdi ağır ama aşamalı bir şekilde yeniden doğuyorum” diye yazdı. Ancak tedavisi başarısız oldu. 1816’da Londra’nın banliyösü olan Highgate’de bir doktorun evine taşındı. Doktorun hastasının afyon tentürü dozajını düzenlemesine rağmen Coleridge gizlice yerel bir eczacıdan afyon tedarik etti. “Bu kirli afyon tenrürü işinde yüz kere aldattım, kandırdım, HAYIR, aslında bilinçli bir şekilde YALAN SÖYLEDİM” diye yazdı. Bu noktada Coleridge artık afyonu bırakmayacağını, afyonun da onu bırakmayacağını anlamıştı. Beraberlikleri hayat boyu sürecekti. Coleridge 1834’te kalp rahatsızlığından hayata veda etti ama afyon alışkanlığı ve eşinden ayrılması yüzünden yıllar önce zaten hayata küsmüştü. “Coleridge’in öldüğünü duyduğumda kederlendim” diyordu Charles Lamb. “Bana uzun zaman önce ahiretin hudutları içine girmiş, ebediyete ulaşmayı arzuluyor gibi geliyordu. Sonra yas tutamadığım için üzülmeye başladım. Ama ondan beri Coleridge’in ne kadar önemli bir parçam olduğunu hissediyorum. O ulu, aziz ruhu beni bırakmıyor.” Samuel Taylor Coleridge Bitmeyen Şiir KUBLA

Bitmeyen Şiir KHAN Xanadu’da Kubilay han, Buyurdu yapılmasını bir keyif kubbesinin, Kutsal Alf’in aktığı, Ucu bucağı olmayan mağaralardan geçerek, Karanlık bir denize aktığı o yerde

Çevresi kulelerle ve surlarla çevrilmiş İki çarpı beş millik verimli topraklarda, İçinden kıvrılan parlak derelerin geçtiği o bahçeler, Çiçeklerini yeni açmış mis kokulu ağaçlar; Ormanlar, şu tepeler kadar kadim, Güneşli çimenleri kuşatan

Ama, ama o derin romantik kanyon, Yemyeşil tepelerden sedir ağaçlarına uzanan, Her zaman kutsal ve tılsımlı, o vahşi yer! Kaybolan perili ay ışığında, Sevgilisi şeytanın yasını tutan o hayalet kadın.

Ve uçurumdan durmadan kaynaşan bu karmaşada, Toprağın hızlı ve derin soluması gibi, Birden güçlü bir kaynak fışkırdı: Kesintili ve hızlı patlamalarıyla, Dev parçalar fırladı, yere çarpıp tekrar zıplayan dolular gibi, Veya harmanda düvenin altındaki kepekli tahıl gibi. Ve durmadan ve durarak dans eden kayaların altından Aniden fışkırdı kutsal nehir.

Beş mil boyunca dolaşarak kıvrımlı yollarda, Kutsal nehir aktı ormanlardan ve vadilerden, Sonra ulaştı ucu görünmeyen mağaralara, Ve sonra gömüldü cansız okyanusun derinlerine: Bu hengamede uzaklardan duydu Kubilay, Atalarından yükselen savaş çığlıklarını.

Keyif kubbesinin gölgesi Yüzüyordu ortasında dalgaların; Orada duyuluyordu birbirine ahenkle karışan, Kaynaktan ve mağaralardan yükselen sesler. Görülmeyecek bir mucizeydi, Güneşli keyif kubbesi ve buzdan mağaralar!

This article is from: