Yedikıta

Page 1

Baş Ası. rlık

Kanal Projesi INSANLIGIN KORKULU RÜYASI

SALGIN HASTALIKLAR ASYA'NIN RENKLi ÜLKES.

HİNDisn N

MARMARA DEN iZi


Osman Gazi'den Sultan Vahıdüddın Han'a

OSMANLI TARiHi (1-2-3-4 cilt) "Geçmişe dair hiçbir güzellik gözünüzden kaçmasın, Asırları

Osmanlı

kateden

geçmiş

sizden uzak

kalmasın ... "

Tarihi'nin ilk üç cildinde;

r Osman Gazi devrinden Sultan Dördüncü Murad Han devrine kadar padişahlann hayatı ve hizmetleri...

r Devrin siyasi hadiseleri, mühim şahsiyetleri ... Yaba ncı

devletler ve devlet adamlan ...

r O~inal kaynaklar, arşiv vesikalan, minyatür, gravür, resim, fote>9raf ve haritalar...

Osmanlı Tarihi dördüncü ciltte de;

Orijinal kaynaklar ve arşiv vesikaları ışıgında Sultan İbrahim Han·dan Sultan Üçüncü Mustafa Han·a kadar dokuz padişah devri ...

lnci liçavuş Sk. No: 27/1 Sultanahmet / ISTANBUL Tel - Faks: (0212) 512 41 01

Doğru

bilgi doğru kaynaktan

alınır...

www.camlicabasim .com


rYEDİKITA Sayı: 18 - Şubat 2010

Aylık Tarih, ilim ve

Çamlıca Basım Yayın Adına

ve Tic. Sahibi

in sa noğlu yüzyıl l ardır u laşım ve taşımacılıkta hayatı kolayl aştı r­

AŞ.

mak için yollar, tüneller, köprüler ve kanal lar

Ahmet TEMiZ S. Yaz ı işleri Müdürü Kemal ERKAN

da

Koordinatörü Hüseyin GÜNEY

devrindeki

Tanıtım

tamamlanamam ı ştır.

kaybetmemişti r.

O gün-

projelerden

baz ıl a rı

ancak yüz

yı l

sonra hayata

yayınlayarak kapağa taş ı d ı ğ ı mız

ne kadar ileri görüşl ü

o l duğunu

ortaya

hari-

koyması

bakımından dikkate şayandı r. ilk defa Kanuni Sultan Süleyman

Mimar

Sinan'ı vazifelendirdiğ i

kana l projesi, birçok defa bu l amamıştı.

sayıda

Sakarya-Sapanca-Marmara

teşebbüste bu l unulmasına rağmen

Günümüze kadar, proje

devrinde altı defa teşebbü ste

bu l un u ld u ğu

niha-

hakk ı nda, beş padişa h

bi linmekteyd i. Ancak, bu

ek olara k hediye ettiğimiz proje ve vesikalar Sultan Abdülme-

cid Han ve Abdülaziz Han devirlerinde de teşebbüslerde bulunuldu-

Montaj Abdullah MIZRAK

ğun u

Mesulü

Ali AYDIN Baskı

ve Cilt Fazilet Neşriyat ve Tic. A.Ş . Tel: (0212) 657 88 00 - Faks: (0212) 657 95 88

ortaya çı karıyor . Bu projenin ortaya kon ması , o devirlerde ya-

pılan çal ışmaların

incelenmesi, projelerin niçin hayata geçirilmek is-

tendiği

gerçekleşmediği sorularına

ve neden

Süreli

Yayı n

ISSN: 1308-5379

cevap

u marız

bu projeler üç

tarafı

denizlerle

çevrili, her ta rafı nehirler ve göllerle örülü ülkemizde deniz yolu ve suyolu taşı mac ı l ı ğının önemin in kavranması na

Avrupa Bayii:

nitel iği taşı rken ,

bugün proje gerçek l eşi rse ne gibi fayda l a rı o l acağı yö nünde de f ikir verecektir. Bununla bi rlikte,

YAY-SAT

Aylık Yaygın

Han'ın

yet

Web Tasarım Siraceddin EL

ENDER GMBH Vogelsanger Str 290 50825 KÖLN 221 539 726 46 Yayın

sebeplerle

bunları n bazı l arını

Arşiv

Grafik Tasarım Adnan APAYDIN

DaQ ıtım :

yaptığ ı

Osma n lı'nın

ta da,

Müş3viri

Abdullah AKAR - Zeynel Abidin AYGÜN Süleyman DiKiCi - Kemal ÖNCEL Ramazan DOKUMACI

Türü:

çeşitli

da

Bu ay, dergimizde ilk defa

Adres Patent

Yayın

bazı ları

projeler hazı rla mış;

geç irileb i l mişti r.

Reklam ve Halkla ilişki ler Mustafa ÖZKAN

Baskı

sayı da

yapmıştı r . Ecdadımız

den bu güne teknoloji çok mesafe kat ettiği halde; Osma nl ı' n ı n , son

Mustafa ŞAHIN

Kütüphane ve

çok

Proje halinde kalanlar, bug ün bi le cazibesini

DaQıtım

Hukuk

ulaşımla a l akalı

hayata geçirirken,

Genel Yayı n Koordinatörü Ömer Faruk YILMAZ

Pazarlama ve

YEDİKITA 'ckn

Kültür DERGiSi

Aralık sayısında, "Yedik ıta

katkıda

bulunur.

Yedi iklim" bölümün de Nijer'e git miş,

Nijer'e dair hiçbir yerde bu lunamayacak bilgileri ve detayları sayfala-

Kurulu

Osman DObAN - Selman SOYDEMIR Yusuf DANEGÖZ - M. lsmail DÖNMEZ lbrahim COŞKU N - Adem FiDAN Yakup MEHMETCIK - Soner DEMIRSOY

rım ı za taşımıştık. Okuyuc u ları mızdan ald ı ğ ı m ı z

ru yolda da

o l duğumuzu n

Asya'nın

olumlu tepkiler,

bir delili olarak kabul ed il ebil ir. Bu

renkl i ülkesi

H i ndistan' ı

doğ ­

sayı mız­

ele aldık . Herhangi bir rehberde

Harun TUNCER - Abdullah SATUN

veya gezi

Selman KIUNÇ - Harun ÖZDEMIR YED1KIT A Dergısi'nin bütün yayın hakkı, Çamhca

Bas<m

Yayın

ve

Tıc. A.Ş.'ye

yazılar, yayınlansın

Dergimiz hakkına

yazılar

ya da

yayınlanmasın

üzerinde gerekli

sahiptir. Dergide çıkan

her türtü mesuliyeti

bulunamayacak

k ıymette, H ind i stan'ın

tari hine

yön veren hadiseleri ve d ü nyayı etkileyen değerl erini ortaya koyduk.

aittir. Dergiye gönderilen iade edilmez.

degişikli9i

yazılar

yazarlarına

"Yedi kıta

bi r tık kadar yakı n " diyerek geçen ay

başl attığımız

Ye-

yapma

kaynak gösterile-

rek iktibas edilebil ir. Dergide yayımlanan yazı ve reklamların

yazısı nda

ve sahiplerine aıttir.

YEDİKITA Dergis i

irtibat ve Abone Baglar Mah. Mimar Sinan Cad. No: 52 Güneşli - Bagcılar / ISTANBUL Tel: (0212) 657 88 00 Faks: (0212) 657 82 96

dikıta

e-dergi aboneleri günden güne

dünyan ı n

öbür ucunda dergimize

beklemeden yanı n

İnternet

a rtı yor. O kuy ucu l arımız, artık

u laşma k

için posta veya kargo

üzerinden anında dergimize

u l aşabil i yor.

Dün-

her yerinden ilgi ile takip edilmenin heyecanı içindeyiz... Gelecek

sayı m ızda buluşmak d i leğiyle ...

www.yedikita.com.tr - bilgi@yedikita.com.tr

YEDİKITA / Şubat 201 O 3


içindekiler Beş Asırlık

Kanal Projesi

Ömer forıık YILMAZ Osmanlı

devrinde ilk olarak Sapanca ile İzmit Körfezi arasını birleştirmeyi hedefleyen kanal projesi daha sonra geliştirilerek Karadeniz'i Marmara'ya bağ layan bir proje halini a l dı.

12

İnsanlığın Korkulu Rüyası

Salgın Hastalıklar Adem FİDAN Hastalıklar her devirde olmuş, binlerce insan grip, veba, kolera, tifüs gibi bulaşıcı ve salgın hastalı k­ lardan hayatını kaybetmiştir ...

"Kültür

24

Başkenti"nde

Neler Oldu? Kemal ERKAN

1936 yılında "şehir mütehassısı " unvanıyla Fransa'dan getirtilen Henry Prost isimli bir mimar, tam manasıyla istanbul'a musallat olur...

32

Mescidi Konya' da Mihrabı

Almanya' da

Tıınahan DİKMEN

Selçuklu devri çini mihraplarının ülkemizdeki son şaheseri olan Beyhekim Mescidi mihrabı, yurt dışına kaçırılmış olan diğer değerli eserlerimizle maalesef aynı kaderi paylaşmıştır.

4 YEDİKITA / Şubat 2010

50


Asya' nın Renkli Ülkesi

Hindistan

54

İsma il KAHRAMAN /Ebı.ıl Faruk ÖNAL

Tarihle tabiatın tam bir uyum içerisinde bulunduğu bir ülke olan Hindistan, mimarı açıdan da birçok güzel esere ev sahi pliğ i yapmaktadır ...

Tarih mi Okuyorsunuz Roman mı?

66

A.AKDAG TarihT romanlar, daha önceki Battalnameler, Saltuknameler gibi edebı türlerden fa rk lı değildir. Belki bu sebeple bizler, tarihi' romanlardan, bu gibi eserlerin va ktiyle üstlendikleri vazifeyi üstlenmesini bekleriz.

Haber

06

Yüz .... Yıl Önce /

İnkaya Çınarı/ Mustafa GÜLER

08

İlginç

M. ŞEN

10

Nüktedan /

Osman DOGAN

22

Neden "Mezemorta" Denildi? /

29

Semizotu /

30

Tarihte Bu Ay /

40

Osmanlı Basınından

41

Tarih Postası

77

42

Bulmaca /

78

"Ane" Gibi Yar Bağdat Gibi Diyar Olmaz / Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden / Geçmişten

Osmanlı

Kareler /

Mehmet ÇAKIRCALI

Tarihinden Sayfalar /

Tarih Ambarı /

Hilmi AYGON

Berceste Hatıralar Arasında

/

sabit TUNÇ

ô zcan F. KOÇOCLU

49

Abdullah AKAR

Bir AV Hikayesi /

Selman SOYDEM!R

63

Sabri MET!N

Soner DEMIRSOY

64 70

Ahmet TEMiZ

72

Mustafa DEDELER

Siraceddin EL

52

/

Salih zoRoGw

74

YEDİKITA / Şubat 2010 5


- Haber . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... .... ... . . . . . . . . . . . ... . . Haydarpaşa'nın

Çehresi

Değişiyor

007 yılında hazırlanıp imzalanan bir protokolle hazırlık çalışmalarına başlanan Haydarpaşa Gar ve Liman Dönüşüm Projesi'nin plan tadilatı belediye meclisince tasdik edildi. Hazırlanan plana göre gar ve çevresi turizm ve ticaret merkezi olarak kullanılacak. Bu dö-

2

nüşüm planı

çerçevesinde Harem otogarı, fuar alanı; TMO'nun siloları da sanat ve kültür merkezi olacak. Haydarpaşa garı hem istasyon hem de otel olarak hizmet vermeye devam edecek.

Haydarpaşa

Tersane Tarihe

Şahitlik

Edecek

• stanbul'un fethi sırasında, karadan yürütü}en gemile-

I

rin indirildiği kıyıda kurulan Tersane-i Amire, yani bugünkü Haliç Tersanesi, aslına uygun olarak restore edilmesinin ardından canlı bir müze haline getirilecek. Proje tamamlandığında ziyaretçiler, Osmanlı'ıun kullandığı gemileri ve nasıl inşa edildiklerini görebilecekler; üstelik orijinali gibi yapılmış tarihi bir geminin içini gezme imkanı da bulacaklar. Tersane-i Amire

6 YEDİKITA / Şubat 20 10

Gan

Yüzlerce yıl donanma gemilerinin inşa edildiği ve zan1anda Osmanlı deniz gücünün de merkezi üssü olan Haliç Tersanesi'nin temelleri Fatih Sultan Mehmed zamaıunda atılmıştı. Tersane-i Am.ire dünyanın en büyük ve yıllık 140 civarında gemi imaliyle de en faal tersanesi idi. Tersane, şu anda şehir hatları gemilerinin tan1ir ve bakımları için kullaıulmaktadır. ayıu


Tabyalar Turizme Açılıyor rzurum'un tarih ve kültür hazinelerinden olan Aziziye ve Mecidiye tabyaları, "Milli Park" olarak ilan edildi ve tabyaların restorasyonuna başlandı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi)'nın en şiddetli çarpışmalarına sahne olan ve 383 hektarlık bir alanı kaplayan tabyalar bölgesine; giriş -çıkış kontrol ve tamtım merkezi, simülasyon alanları, seyir terasları ve yollar yapılacak. Ayrıca, ziyaretçileri gezdirmek ve bilgilendirmek amacıyla; saha hakkında tarihi bilgiye sahip, yabancı dil bilen rehberler bulundurulacak.

E

.

Beyazıt

Devlet Kütüphanesi'nde Restorasyon Başlıyor

U

lkemizin ilk devlet kütüphanesi olan Beyazıt Devlet Kütüphanesi, daha önce imarethanesini de restore eden İstanbul İl Özel İdaresi tarafın­ dan bakıma alınıyor. Beyazıt Camii, meydan, kahvehane ve Sahaflar Çarşısı'nın da dahil edildiği bu yenileme çalışması ile Beyazıt'ta tarih, yeniden canlanacak. Çalışmalarda, özellikle kütüphane ele alınarak buradaki nadir eserler için gelişmiş bir iklimlendirme ve güvenlik sistemi kurulacak ve iç avlunun üzeri de şeffaf bir çatı ile kapatılacak.

Selçuklu Mirası Kayıt Altına Alınıyor

B

üyük Selçuklu Devleti'nin dünya kültür ve medeniyetine armağan ettiği yüzlerce eser kayıt altına alınıyor. Cumhurbaşkanlığı­ nın

himayesinde hazırlanan projeye göre 12 ülkede bulunan 400'ü aş­ kın eser tek tek fotoğraflanacak ve belgesel filmi çekilecek. Proje kapsamında, Afganistan, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, İran, İsrail, Mısır, Özbekistan, Suriye, Türkmenistan, Türkiye ve Yemen ile Nahcıvan Özerk Cumhuriyeti'ndeki Selçuklu mimari eserlerinin günü-

müzdeki son durumları tespit edilerek, insanlık mirasının ortak hafızası na kazandırılması hedefleniyor. Aynca İngiltere, Almanya, ABD, Rusya, Fransa, Suriye ve İran'­ da.ki müzelerde bulunan Selçuklu'ya ait eserler de araştırmaya ilave edilecek. 2012'de tamamlanması planlanan ve 850 bin dolarlık bütçe ayrılan proje sonunda Selçuklu eserlerini ihtiva eden 3 ciltlik fotoğraf albümü, 120 dakikalık bir

belgesel ve müzelerdeki eserlerin envanterinin bulunacağı kitap hazır­ lanması planlanıyor.

YEDİKITA / Şubat 2010 7


Bursa'da 700 Yaşında Bir Ulu Çınar •

INKAYA ÇINARI Mustafa GÜLER

vliya Çelebi'nin tabiriyle "Ruhaniyetli Şehir Bursa"nın ulu evliyaları olduğu gibi bir de ulu çınarla­ rı vardır. Bursa'ıun çeşitli köy, mahalle ve meydanlarında bulunan bu abide ağaçların sayısı, 50-60 yıl öncesine kadar yüz civarında iken çeşitli sebeplerle sürekli yok olmuştur. Ama bazıları da var ki arılar hala tarihe tanıklık ediyor. İşte bunlardan biri olan İnkaya Çınarı, Bursa'nın ve Türkiye'nin en büyük ve en yaşlı çınarları arasındaki yerini koruyor. Bütün ihtişamıyla Uludağ'ın eteklerine yaslanmış olan bu ulu

E

8 YEDİKITA / Şubat 2010

700

yaşında

olan bu

ulu çınarın gövde çevresi 9.45 metre, çapı

ise 3 metre. 45

metre yüksekliğindeki

çınar dünyanın

dört bir yanından gelen ziyaretçilerini gölgesinde

ağırlıyor.

çınar, Çekirge'den Uludağ'a çıkan yol üzerindeki İnkaya köyünde yer almakta. 700 yıllık geçmişi olan bu ulu çınarın gövde çevresi 9 .45 metre, çapı ise 3 metre. 13 ana kola ve 45 metre yüksekliğe sahip İnkaya Çınarı, vakt ü zamanıyla harman yerine gölgelik yapsın diye dikilmiş; bugün ise dünyanın dört bir yanın­ dan gelen ziyaretçilere dallarının altında, huzurlu bir mekan sunuyor. Yedi yüz yıldır kim bilir nelere şahit oldu bu yedi asırlık çınar ... Ama bugün daha da önemlisi, onu gereği gibi korumak ve gelecek nesillere de yetişmesini sağlamak. G




Osmanlılar Bağdat'ı fethettikle-

ri zaman, Safeviler tarafından harap bir hale getirilen İmam-ı Azam ve Abdülkadir-i Geylani'nin türbelerini imar etmekle kalmamış; buraya 200'e yakın mühim eser bırakmışlardır.


Kapak . . . . . . . . ... . ... . . ............... . ........... . . . . ... . . . . . . . ...... .............. .. . ........ . . . . .... . . ... . .... . . . . . . . . . . .. . . ....

Kana Osmanlı'nın

Sakarya-Sapanca-Marmara Kanal Projeleri

Sakarya Nehri Sapanca Gölü - İzmit Körfezi'ni birleştirecek bir kanal (iç suyolu) projesi asırlardır gündemde. Daha sonralan yeniden gündeme gelen ve 2000'li yıllarda geliştirilen

proje gereği, bölgenin jeolojik yüzey ve jeofizik analizleri yapıldı. Osmanlı'ıwı beş asır

önceki hayali acaba gerçek olacak mı?

12 YEDİKITA !Şubat 2010

-.---~---


Ömer Faruk YILMAZ laşım ve taşımacılık, tarih boyunca insanoğlu için her zaman halledilmesi gereken önemli bir mesele olmuştur. İnsanlar bu meseleyi halletmek için yer altında ve yer üstünde uygulanmak üzere çok çeşitli projeler geliştirmişlerdir. Bu projelerin başında da köprüler, tüneller ve kanallar yer alır. Osmanlı Devleti'n.in bu sahadaki çok sayıda teşebbüslerinden bazı­ ları hayata geçirilmiş, bazıları da proje olarak kalmıştır. Bir proje olarak kalanlar, bugün bile cazibesini kaybetmemiştir. Mesela Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın yaptırdı­ ğı İstanbul Boğazı tüp geçit proje-

U

C

sinin o zamana kadar dünyada uygulanmış bir benzeri yoknı. Bir asır sonra hayata geçirilebilen bu proje o zaman fevkalade cazip idi. Nitekim Osmanlı, son asrında bile, dünyada meydana gelen gelişmelerde birinci değilse ikinci sırada idi. Mesela dünyanın ikinci metrosu İstanbul'da yapılmıştı. Dünyanın deniz altından ilk tüp geçit projesi İstanbul için hazırlan­ mıştı. Dünyada ilk defa denizaltıya sahip olan ikinci devlet Osmanlı'y­ dı. Dünyanın üçüncü büyük donanmasına Sultan Abdülaziz Han devrinde sahipti Osmanlı. Dünya da ilk telgraf hattını Osmanlı kurdu. Daha birçok üstünlük Osman-

;

Devleti'nde, hem de devletin ( ! ) bir devirde

hızla yıkılışa geçtiği vardı.

O günden bugüne teknoloji çok mesafe kat ettiği halde; Osmanlı 'nın, son deminde yaptığı projelerden bazıları ancak yüz yıl sonra hayata geçirilebilmiştir. Yani bugün ancak uygulanabilen bu projeler, bir asır önce, daha o devrin teknolojisi ile gerçekleştirilmek istenmiş­ tir. Binaenaleyh, günümüz teknolojisinin imkanlarıyla yapılan çalışma­ lardan bazıları, öyle çok da övünülecek işler olmayıp yabancı ülkelerdekilerin yanında devede kulak misali kalmaktadır.

j

. ~~~· - · , .....

.U.- :,,,ı-.ı1a~..ıt,-

YEDİKITA /Şubat 20 10 13


Sakarya Nehri'ni Sapanca Gölü'ne, Sapanca Gölü'nü de İzmit Körfezi'ne bağlayarak

Mannara Denizi ve Karadeniz'in birleştirilmesi projesi ilk defa Kanwıi Sultan

Süleyman Han devrinde ele alınmış ve bu proje için Mimar Sinan görevlendirilmişti.

Osmanlı

devrinde

ilk olarak Sakarya Nehri, Sapanca Gölü ve İzmit Körfezi arasını birleştirmeyi

hedefleyen kanal projesi daha sonra geliştirilerek Karadeniz'i Marmara'ya bağlayan bir proje halini 14 YEDİKITA !Şubat 2010

aldı.


Osmanlı

Devrinde Kanal

Teşebbüsleri

Kanal Projeleri Osmanlılar;

deniz'i

Akdeniz ile

Kızıl­

birleştiren Süveyş Kanalı'nın

açılması,

Don - Volga nehirleri vası­ tasıyla Karadeniz ve Hazar Denizi'nin ve yine Sakarya Nehri yoluyla Marmara ve Karadeniz'in birleştiril­ mesi için dört asır içinde birçok kez teşebbüste bulunmuşlardır.

Osmanlı

Devleti 'nde kullanılan kerestelerin iki kaynağı vardı. Bilhassa donanmanın direk keresteleri Eflak ve Boğdan'dan, tekne ve güverte keresteleri de Eskişehir, Bolu ve Kocaeli taraflarından getirilirdi. Bu kerestelerin nakli zahmetli ve masraflı idi. İstanbul ' un yakacak ve inşaat için gerekli kereste ve odun ihtiyacı da Kocaeli taraflarından temin edilmekteydi. Bu da aynı zorluğa sahip olduğu için, kereste ve odun fiyatları genelde yüksek oluyordu. İşte bu gibi sebeplerden dolayı Sakarya Nehri'ni Sapanca Gölü'ne, Sapanca Gölü'nü de İzmit Körfezi'ne bağlayarak Marmara ve Karadeniz 'in birleştirilmesi projesi ilk defa Kanuni Sultan Süleyman tarafından ele alınmış ve bunun için Mimar Sinan görevlendirilmiştir. Mimar Sinan, Sapanca'dan İzmit Körfezi'ne kadar olan mesafede arazinin ölçüm, istimlak ve tesviyesini yapmış, fakat savaşlar sebebiyle çalışmalara devam edilememiştir.

"Sakarya Nehri'ni Sapanca Gölü'ne ve Sapanca Gölü'nü de İzmit Körfezi'ne akıtmak murad-ı

Kanuni Sultan Süleyman Han Marmara ve Karadeniz'in birleştirilme projesi ilk defa Kanuni Sultan Süleyman devrinde ele alınmış

ve hatta bunun için Mimar Sinan görev-

lendirilmiştir.

Sultan Üçüncü Murad Han İkinci olarak Sultan Üçüncü Murad Han zamanında,

1591'de yeniden

çalışmalarda

keşifler yapılmış,

bulunulmuş;

gayretlerine rağmen netice

fakat

sultanın

alınamamıştır.

Sultan Dördüncü Mehmed Han Sultan Dördüncü Mehmed Han zamanında 1654 senesinde İstanbul'dan Hindioğlu isimli bir mühendis bölgeye gönderilerek

keşif yaptı­

rılmıştır.

Sultan Üçüncü Mustafa Han Sultan Üçüncü Mustafa Han devrinde iki ayrı teşebbüste bulunulmuştu. Mali sıkıntılar yüzünden sadece Sapanca ile İzmit Körfezi'nin birleştirilmesi düşünülmüştür.

Sultan İkinci Mahmud Han Sultan İkinci Mahmud Han, 1813'te kendisine takdim edilen rapor neticesinde projeyi tekrar gündeme

getirmiş

ve bir heyet görevlendir-

miştir.

Sultan Abdülmecid Han Sultan Abdülmecid devrinde 1845 ve 1857'de proje yeniden ele alınmıştır. Sapanca Gölü'nün İzmit Körfezi'ne ve Sakarya Nehri'nin de göle bağlanması için irade dahi çıkmıştır.

hümayünumdur." Kanal için ikinci olarak Sultan Üçüncü Murad Han (1574-1595) zamanında, 1591 yılında yeniden keşifler yapılmıştır.

Sultan Üçüncü Murad Han'ın İznikrnid (İzmit) sancak beyi ile

Sultan Abdülaziz Han 1863'te, Sultan Abdülaziz devrinde de Sapanca Gölü'nün İzmit Körfezi'ne bağlanması hakkında

Mühendis Riter ve Hayri Bey tarafın­

dan çalışmalar yapılmıştır.

YEDİKITA !Şubat 2010 15


Kasıınpaşa, Tersane-i Amire ve Baluiye Nezareti Osmanlı'da, donanma inşaasında kullanılan keresteler ile İstanbul'un

odun ve kereste ihtiyacı Eskişehir, Bolu ve Kocaeli taraflarından karşılanırdı. Bu kerestelerin nakli zahmetli ve masraflı idi. Hazırlanan ilk proje ile bu ihtiyacın karşılanması hedeflenmişti.

İznikmid ve Sapancı (Sapanca) kadılarına gönderdiği 21

f..;

~

.,~

______________________

...._

16 YEDİKITA !Şubat 20 10

Ocak 1591 Pazartesi tarihli hükümde şu ifadeler yer almaktadır: "Sakarya Nehri'ni Sapanca Gölü'ne ve Sapanca Gölü'nü de İzmit Körfezi'ne akıtmak muradımdır. Gerekenler yapılsın, bu hususta ihmal ve gevşeklik gösterilmesin. Sakarya'dan göle ne kadar mesafe vardır ve gölden körfeze kaç arşındır, ölçülsün. Bu arada değirmen, mandıra, çiftlik, vesaire var rmdır, varsa başka yere nakli kabil midir, acilen geniş ve doğru bir şekilde yazılıp bildirilsin." Padişah, Sakarya Nehri'nden Sapanca Gölü'ne ve oradan da İzmit Körfezi'ne kadar olan mesafenin ölçülmesi için bir mimar ve mühendisler heyeti göndermiş ve bu işin süratle hallini emretmişti. Kanal için 30 bin an1ele bulunması kararlaştırılrmş ve hafriyatın yapılması ve takibi işi de Sokulluzade Hasan Paşa'ya verilmişti. Yine bu projeye dair Kocaeli beyi ile kadısına gönderilen diğer bir hükümde de şöyle deniyor: "Kocaeli beyine ve kadısına hüküm ki: Sakarya Nehri'ni Sapanca Gölü'ne ve Sapanca Gölü'nü denize (Marmara'ya) akıtmaya niyet edilip, ilitiyaçlar için tarafımdan mimarlar ve ustalar gönderilmiştir. İzmit'ten bu mimar ve ustalar vardığında zaman kaybetmeyip onlara yeterli


miktarda binek ve yük hayvanı verilsin ve her türlü ihtiyaçları karşılansın. Onlarla varıp gerekerıleri yapasınız. Bütün bu işler mühimdir, ihmal etmeyesiniz. Orılarla beraber varıp ölçüp, doğru bir tahmin ile muhtemel hususları bildiresiniz." (21 Ocak 1591 Pazartesi/H. 25 Rebiülevvel 999 ) Padişahın ısrarla

üzerinde durduğu bu emirler, kanal işine çok büyük önem verdiğini göstermektedir. Kanalda çalışacak amele ve ırgatların temin edilmesi ve burıların alay beyleriyle gelerek çalışmaları için Anadolu, Karaman, Sivas, Maraş ve Erzurum beylerbeyilerine ve Eyüp kadısına da emirler gönderilmiştir. Bu iş için kullanılacak her türlü alet, edevat, kazma, kürek ve nakliye arabalarını temin için hazırlıklar yapılmıştır. Kanal eminliğine Budin'in eski hazinedarı Aluned Efendi ve katipliğe de Mustafa Efendi tayin edilmiştir. Kaynakların bildirdiğine göre bazı yerlerde istimlakler yapılmış, bir kısım çiftlikler de başka yerlere nakledilmiştir. Bu ikinci kanal açma teşebbüsünde Sultan Üçüncü Murad Han çok gayret etmiş ise de bazı devlet adamlarının birbirleri aleyhindeki entrika ve rekabetleri yüzünden bu proje de maalesef neticelenmemiş ­ tir. Padişahlar bütün gayret ve himmetlerini din ve devletin menfaatine sarf etmişken, devlet idaresinde makam ve mevki kavgası yapan idarecilerin zararı millete çok şey kaybettirmiştir. Böylece devlet ve mil-

Sultan Üçüncü Mustafa devrine ait, kanal projesiyle alakalı bir vesika

YEDİKITA / Şubat 2010 17


let

yararına

padişahın

olabilecek bir proje, bütün gayretine rağmen

devlet adamlarının basiretsizliği sebebiyle tamamlanamamıştır. Bu ikinci teşebbüsten altmış beş sene sonra, Sultan D ördüncü Mehmed Han, 1654 senesinde Hindioğlu isimli bir mühendisi bölgeye

göndererek yeniden

keşif yaptırmış­

"Halkımın refah ve rahatırun sağlanması en büyük arzularımdandır."

tır. Hindioğlu, verdiği keşif

raporunda birtakım zorluklardan bahsetmiş ve bundan başka bazı köy ve çiftliklerle hayvan meralarına büyük zararlar verileceğini beyan etmiş olduğundan kanalın açılması üçüncü defa olarak tehir edilmiştir.

Sultan Üçüncü M ustafa Han devrinde, 1759 tarihinde verilen emirle mali sıkıntılar yüzünden Sakarya Nehri hariç olarak sadece

Sapanca Gölü ile Sakarya Nehri arasında açılacak kanala dair hazırlanan harita

-·apanca Gölü ile Sakarya Nehri arasında açı­ lacak kanalla ilgili hazırlanan keşif haritası kuzeyden güneye bakış açısıyla çizilmiştir. Haritada Sapanca Gölü ile Sakarya Nehri'nin bir kısmı ve açılacak kanal; düz, yan ve ön profilden olmak üzere üç farklı açıdan beş ayrı kesitte gösterilmiştir. Nehir suyunun kanala kolaylıkla akıtılabilmesi için nehrin kavis çizdiği yerde bir bent yapılması düşünülmüş ve nehri ikiye bölen adacıktan da istifa edilmek istenmiştir. Bu bendin yan profil resmi de keşif haritasına konulmuştur. Bendin suyu tutmasından sonra nehir suyunun kaplayacağı saha da siyah çizgilerle belirtilmiştir. Kanalın kavisten kurtulup düz gitmeye başladı­ ğı noktada büyük bir havuz yapılmasının düşünül­ düğünü ve benzeri bir havuzun, kanalın göle bitiş­ tiği noktada da bulunduğunu görmekteyiz. Bu havuzlar, tahminimizce, kanaldan akacak suyun seviyesini ve akış hızını kontrol altında tutmak için

S

18 YEDİKITA !Şubat 2010

,...,., cıı>

Slvnhis.a ı

cıı>

KÜTAHY A ~

açılmıştır.

Haritada ayrıca Sakarya Nehri'nin akış yönü ve en dar yeri de işaret edilirken Sapanca Gölü 'nden dışarıya akan dereler ve bunlar üzerindeki köprüler de gösterilmiştir. Ölçekli olarak çizilen haritanın üzerinde herhangi bir tarih bulunmamaktadır. Ancak; çizim formatı ve yazılarının karakteri itibarıyla 19. yüzyı­ lın ikinci yarısına; Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz veya Sultan İkinci Abdülhamid devirlerinden birine ait olması muhtemeldir.


Mannara - Sapanca - Karadeniz hatbnda açılacak bir suyolu, aynı zamanda, İstanbul Boğazı'ndaki deniz trafiğinin azaltabilir.

Sapanca Gölü'yle İzmit Körfezi'nin birleştirilmesi düşünülmüştür. Buna muvaffak olunduğu takdirde Sapanca ile etrafındaki köy ve kazalardan İstanbul'a az masrafla çok miktarda çeşitli mal, erzak, odun ve kereste gelebilecekti. Bu sefer tekrar keşif yapılmış fakat o taraflardaki ileri gelenler, tüccar ve zenginlerden bazılarının bu işin ehemmiyetini anlayamamaları neticesinde proje yine uygulanamamıştır. Bu işe yine aynı padişah zamanında bir defa daha teşebbüs edilmişti. Bu seferki hafriyat işinde birinci planda yine Sapanca Gölü ile İzmit Körfezi'nin birleştirilmesi geliyordu. Şayet gölün suyunun İzmit Körfezi'ne akıtılması mümkün olmazsa o zan1an Sakarya Nehri'nin Sapanca Gölü ile birleştirilmesine teşebbüs edilecekti. Her iki hafriyat için rapor ve masraf defterleri isten mişti. Bu hususa dair 20 Mayıs 1761 tarilliyle divan tarafından Kocaeli Sancağı Mutasarrıfı Seyyid Mustafa Paşa ile İzmit, Sapanca ve Adapazarı na.iplerine ve bu işi araş-

tırmak

ve takip etmeye memur olan

cak olan Sapanca Gölü'nün suyumın

mübaşirle İzmit yeniçeri zabiti ve

İzmit Körfezi'ne akıtılması yeniden

Sapanca yeniçeri

serdarına

ferman

yazılmıştır.

Fermanda, yapılacak işler teker teker sıralandıktan sonra durumun ciddiyeti ve ehemmiyeti sebebiyle işin olmaz tarafına gidilmemesi istenmiştir. Yine beyan edilen kana lın keşfi için İstanbul'dan sadrazam kethüdası Suphizade Abdullah Efendi'ılin riyasetinde Reisülküttab Abdullah Abdi Efendi, Cebecibaşı Mustafa Ağa ve müderrislerden Giridi Ahmed Efendi ile sa ir bilirkişilerden oluşan bir heyet de gönderilmiştir. Bu heyetin içinde bulunan Ahmed Efendi'ılin aynı zamanda mühendislikte de mahareti vardı. Sultan Üçüncü Mustafa Han, bu proje hakkındaki fermanında şu­ nu söylemektedir: "Halkımın refah ve rahatının sağ­ lanması en büyük arzularımdandır. Bütün insanlara faydalı ve hayırlı ola-

murad-ı

hümayunum olınuştur." Bu defa faaliyete geçilerek hafriyata başlanmış ve bir miktar toprak da kazılnuştır. Kazılan bölgede su çıkmaya başlayıp bu sırada kış da gelmiş olduğundan faaliyet geçici olarak tatil edilmişti. Fakat araya yine bir fısıltı girip o taraflarla alakası olanların mani olması veya diğer birtakım engellerin çıkmasıyla beşinci defa olarak kanal açılması çalışmala­ rı ertelenmiştir.

"Emrim gereği mühendis ve mimarlar oraya vardıklarında ne masraf gerekir ve ne kadar amele çalıştırmak lazım gelir, bildirilsin." 1813 senesinde Kocaeli ve Hüdavendigar (Bursa) sancaklarında mutasarrıf olan Vezir Hacı Ahmed Aziz Paşa, kanal işinin iktisadi ba YEDİKITA !Şubat 2010 19


Sapanca Gölü'nün İzmit Körfezi'ne, Sakarya Nehri'nin de mezkur göle bağlanmasına

dair Abdülmecid Han

devrine ait bir vesika (13 Nisan 1857) kımdan

ehemmiyetini anlatan bir rapor yazarak Sultan İkinci Mahmud Han'a takdim etmiştir. Raporunda, Sakarya'mn çıktığı yere veya Beypazarı taraflarına kadar düzenlenip temizlenmesi ile bu nehre civar olan yerlerin her türlü mahsulatımn kolayca Marmara'ya naklinin sağlan­ masının mümkün olabileceğini yazmıştı. Bunun için de İstanbul'dan; arazinin tetkiki, ölçiHmesi ve resimlerinin yapılması için bir memur ile yamnda bir mühendis ve mimar gönderilmesini rica etmişti . İşte bu müracaat, kanal işini yine canlandır­ mış ve derhal eski Çavuşbaşı Abdullah İffet Bey memur edilip yanına d a mühendishane muallim muavinlerinden Üçüncü Halife Ahmed ve Dördüncü Halife Mehmed efendilerle mimar muavinlerinden Seyit Mustafa tayin edilerek hemen gön derilmişlerdir. Bunların memuriyetlerine d air Aziz Paşa'ya 1813 yılı ramazanı başlarında bir ferman da gönderilmiştir.

Fermanda: "Sakarya Nehri'nin Sapanca Gölü'ne ve Sapanca Gölü'nün İzmit Körfezi'ne akıtılmasına dair gelen yazı ve müracaat üzerine devlet tarafından bu işe hususi biri20 YEDİKITA !Şubat 2010

nin tayin kılınması ve yanına da fenninde mahir (işinin ehli) iki mühen-

dis ile bir mimar halifesi katarak tarafına varıp görüşerek gereken yerlerin ölçülmesi ve resimlerinin bu tarafa gönderilmesi hususu irade-i hümayunum olduğundan" denilmekteydi. Fermana ayn ca: "Mühendisler ve mimarla beraber evvela Aziz Paşa'ya gidilip onunJa müzakere edilsin. Karar verildikten sonra resmi çizilerek, ne şekilde olacağı gereği gibi etraflı­ ca tarafıma bildirilsin. Sonra gereği ne ise öylece hazırlanmasına bakılır." emri de eklenmişti. İhtiyaçların nasıl temin edileceği hususu ise şu sözlerle ifade edilmişti: "Senin bu mühim işe memur kılınmanın sebebi, güzel gayretler göstermen ve dikkat etmen icap ettiğini bilmendir. Benim em rim gereği mühendis ve mimar halifeleri o tarafa vardıklarında durum görüşülüp karar verilsin. Ne kadar masrafa ihtiyaç olduğu ne miktar amele çalıştırmak lazım geleceği etrafıyla beyan olunarak, durumu ve çıkartılan projeyi bana takdim edesin. Bundan sonra ne şekilde emir ve iradem olursa onun gereğini yerine getirmeye ve senden beklediğim dirayeti göstermeye dikkat ve bunun

aksine olan hallerden de uzak durman benim emrirndir. " İstanbul'dan gönderilen heyet, bölgeye gittikten sonra işin ehemmiyetine binaen üç kişi az görülerek bir kısın1 mühendis ve usta daha gönderilmesine ilitiyaç duyulmuş ve bunlara tersan e kaptanlarından Mustafa H oca Kaptan ve mimar hulefasından Ali Rıza Bey ve saireden oluşan yedi kişilik bir fen heyeti daha eklenmiştir. İzmit ve Sap anca tarafına gön derilen bu son keşif heyeti, icap eden araştırmalar ve tetkikleri yapmıştır. Heyetten mühendis Ahmed ve Mehmed efendiler, Aziz Paşa tarafından suyun çıktığı yerden başla­ yarak Sapanca Gölü yanına kadar Sakarya Nehri' nin aktığı su mecrası hakkında araştırmalarda bulunm ak ü zere görevlendirilmişler ve bu hususta geniş bir rapor vermişlerdir. Sultan İkinci Mahmud H an, bu araştırma ve inceleme ü zerine, kanal açma işini Aziz Paşa'ya vermiş ve kendisine bir hilat ile bir de iltifatlı ferman göndermiştir. Fermanın gitmesinden h emen sonra hazırlıklara başlanmış fakat yirmi gün sonra Aziz Paşa'nın ani


vefan ile hafriyata başlanamamıştır. Bu sıralarda devletin içinde bulunduğu sıkınulı ve buhranlı günler projenin yine rafa kaldırılmasına sebep olmuştur. Böylece, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan Üçüncü Murad Han, Sultan Dördüncü Mehmed Han, Sultan Ü çüncü Mustafa Han ve Sultan İkinci Mahmud Han tarafından gerçekleştirilmek istenen proje bir türlü hayata geçirilememişti . Birçok büyük projelere imza atan Sultan Abdülmecid H an devrinde bu proje tekrar gündeme gelmiş, 1845 ve 1857'de proje yeniden ele alınmış, Sapanca Gölü'nün İzmit Körfezi'ne ve Sakarya'nın da göle bağlanması için irade dahi çıkmışur. 1863'te, Sultan Abdülaziz devrinde de Sapanca Gölü'nün İzmit Körfezi'ne bağlanması hakkında Mühendis Riter ve H ayri Bey tarafından çalışmalar yapılmıştır. Beş asır önce yapılmasına teşebbüs edilen bu proje acaba gerçekleştirilebilecek mi?

Proje Gerçekleşirse ... Asırlar önce planlaıunış olan ve günümüzde de geliştiri­ len projenin çalışmaları hala devam etmektedir. KaradenizMarmara Projesi'nin tahmini sonuçları ise şöyledir: * İstanbul Boğazı'ndan geçen gemi trafiğinin azalmasını sıkışıklığı

büyük oranda

hafı.fletecek.

* Bölgedeki karayolu trafiğini azaltabilecek. * Bölgenin ticaret , sanayi ve turizminin gelişmesine ları

Osmanlı

Devleti'nin başlattığı Karadeniz-Marmara Denizi İç Suyolu Taşımacılı­ ğı

(Kanal) Projesi gerçekleşmek için asır­ lardır bekliyor. Dört asrı Osmanlı devrinde geçen proje, daha sonraki yıllarda tekrar tekrar gündeme gelmiş ve bu konuda teşebbüslerde bulunulmuştu. Sakarya Nehri'nde taşımacılık fizibilitesi yapılmış; nehrin su

miktarı, akış hızı, yıllık

hesaplanmış;

debisi iç suyolu taşımacılığı güzer-

gahı olarak çeşitli

alternatifler ortaya konmuş; suyolundan geçecek gemi boyutları belirlenmiş; jeolojik ve jeofizik analizler yapılmıştı. Fakat ne hikmetse proje bir türlü neticelenmiyordu. 1999'da Sakarya Valiliği'nin isteği üzeri-

sağlayacak.

* Marmara Denizi limanlarındaki

Dört Asır Önceki Hayal Gerçek Olacak mı?

katkı­

olacak.

* Askerı açıdan ülke savmımasına olumlu etkileri o lacak. * Sanayi ve ticaret sahalarımn İstanbul'un doğusuna kaymasını sağlayarak

merkezdeki yoğunluğu hafifletecek. Osmanlı Devleti'nin planladığı ve hatta yapılmasına baş­ layıp da bitiremediği bu gibi projelerin benzerleri asırlar sonra bilhassa Avrupa'da yapıldı. Esasen çok geç kalınmış bu gibi projeler bir reklam ve övünme meselesi olmaktan çıkmış başka i.ükelerle aranuzdaki açığı kapatmak için bir an önce yapılması gereken bir mecburiyet haline dönüşmüştür. Bir iş yapıp beş iş yapnuş gibi reklam yapmak yerine belki on iş yapıp hiçbir şey yapmamış gibi hareket etmek daha doğru olur. Çünkü Avrupa'nın pek çok ülkesinde suni kanallar adeta şehirler arasında dolaştırılnuştır. Sonuç itibariyle, bu projenin gerçekleştiğini görebilir miyiz bilinmez; aı1eak lll11arız bu çalışmalar, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde deniz-nehir taşımacılığının kıymeti­ nin tekrar anlaşılmasına katkıda bulunur. " Kaynaklar: Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA). Mühimme Defteri (MD) 67, s. 71, h. 183; h. 184, s. 72; s. 98, h. 261; s. 99, h. 264; s. 102, h. 273; h. 290, s. 107; h. 291, s. 107; s. 27, h. 344; MD 161, h. 636; h. 420; MD 234, s. 266, h. 788; h. 789; MD 235, s. 17, h. 32; A.MKT.MHM 271 -54; A.MKT.MHM 280-55; C.NF 12-585; 15-701; 37-1848; 1-36; 11 -542; 45-2201; HAT 724-34475; 1339-52338; 131951446; I. MMS 9-386; Selaniki Mustafa Efendi, Tarih-i Selaniki, Hz. Mehmet lpşi rti , lstanbul 1989, s. 232-233; Vasıf. Tarih, lstanbul 1172, ı. s. 162; Ahmed Refik, ·onuncu Asr-ı Hicride Sabanca-lzmit Kanalını Açmak Teşebbüsü", Hayat, Ankara 13 Kanun -ı Sani 1327, S. 7, Sene 1, s. 6-7; Safvet, "Karadeniz-lzmit Körfezi Kanalı­ •. Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, Sayı 15, 1 AQustos 1328, s. 948-954; lsmail Hakkı Uzunçarşılı, "Sakarya Nehri'nin lzmtt Körfezi'ne Akrtılma~yla Marmara ve Karadeniz'in Bi rteştirilmesi H akkında Vesikalar ve Tetkik Raportarı · . TTK, Belleten. c. iV, Nisan-Temmuz 1940, S. 14-15, s. 149-174.

ne bir grup bilim adamı ile fizibilite raporu hazırlanmış, ancak 1999 Ağustos'undaki deprem sebebiyle gündemden düşmüştür. Sakarya, Kocaeli, Bilecik, Eskişehir ve Bolu'yu doğrudan etkileyecek olan suyolu fizibilitesi 2000'li yıllarda çeşitli konferanslarda tartışıldı ve raporlar Devlet Planlama Teşkilatı'na ulaştırıldı. 98 km'lik kısmı Sakarya Nehri'nden ve yaklaşık 42 km'lik kısmı

da Sapanca Gölü havzasından geçecek olan yolun güzergahı belirlenerek suni bir kanal için kollar sıvandı. Maliyeti ve çalışma şartları açısından büyük zorluklar ortaya çıksa da Osmanlı'nın o devirdeki imkanlarıyla böyle bir projeyi hazırlamış olması, bu projenin gerçekleştirilebilmesi­ nin mümkün olduğuna en büyük delil olarak kabul edilebilir. Yol güzergahında ve Sapanca Gölü'nde olumsuz ekolojik deği­ şikliklere

yol açacağı şeklinde bazı tahminlerde bulunulsa da, projenin faydaları­ nın zararından çok daha fazla olacağı düşünülüyor.

YEDİKITA !Şubat 2010 2 1


,

(J {} o. \9~~

ç

'

. SEVAHATNAMESI

~ ..~

~~

-~

'nden ~

"Bu

bir karış kadar olup ince, morca cilalı ve gümüş gibidir. İnsanı kuvvetlendiren hamsi balığının hazmı da kolaydır. Yemeğinde balık kokusu olmadığından yiyene hararet vermez. Ağrı hastalığına müptela olan yese şifa olur. Bir evde yılan ve çıyan olsa hamsi balığının başını tütsü etseler kaçar ... " balık

22 YEDİKITA !Şubat 2010


Osman DO('.:;AN

evsimler yeme-içmeden giyim-kuşama kadar hayatın her safhasında tesirlidir. Havalar soğu­ duğunda vücudumuzu korumak için sıkı giyinir, yaz yiyecekleri yerine kış yiyeceklerini tercih ederiz. Ayrıca, yiyecekler coğrafi bölgelere göre de farklılık gösterir. Mesela kış mevsiminde leb-i derya ( deniz kıyısı) şe­ hirlerinde balık tüketimi artmaktadır. Eski bir yerleşim yeri olan Trabzon buna güzel bir örnek teşkil eder. Kış mevsimi Trabzon'da hissedildiği an balık ve hususiyle de hamsi sofralardan eksik olmaz. Evliya Çelebi, 1640'larda Trabzon valiliğine tayin edilen Ketenci Ömer Paşazade Baki Paşa ile İstan­ bul'dan deniz yoluyla Trabzon'a gider. Bu yolculuk esnasında Sinop, Samsun, Ünye, Giresun gibi yerlere de uğrayarak buralar hakkında Seyahatname'sine kısa notlar düşer. Seyyah-ı fakirimiz nihayet Trabzon'a varır ve burada kaldığı müddetçe geniş bilgiler toplamayı da ihmal etn1ez. Bu bilgilerin yer aldığı Seyahatneme'sinde Trabzon'un tarihi, tarihi yerleri, sanatları ve beslenme kültürünü ayrı ayrı anlattık­ tan sonra halkın çok kıymet verdiği hamsiden de bahseder. Seyahatname'de; hamsinin tarihi, isminin nereden geldiği ve Trabzon' da hamsi yüzünden neler ya-

M

Çelebi'den Hamsi Yemeği Tarifi "Fakat pilaki derler, bir çeşit tavası vardır ki şöyle yapılır: Önce bu hamsi balığını güzelce temizleyip onar onar kamışa dizerler. Maydanoz, kereviz, soğan ve pırasayı ince kıyıp tarçın ve siyah fülfül ile karıştırdıktan soma, pilaki tavasının içine bir kat hamsi, bir kat bundan döşeyip Trabzon'un ab-ı hayata benzer zeytinyağını üzerine dökerler. Bir saat kadar kuvvetli ateşte pişirdikten soma yerler ki, doğrusu sevilecek güzel bir yemek olur." 'Ey

muhterıln,

ey muhtenln! Esi çıfata zun, den hurdesin, samur bada taraşa, ey lefte kanın, alını kulup ipsarya, ala pamun, ey ümmet-i Muhammed ala pamun!' "Bir tür mürver ağacından boruları var. Bir kere öttürünce herkes işini gücünü bırakıp hamsi balığına koşarlar. Sonra 'Ahçacuğumla bir makrama hapsi ver' diye o nazik sır­ malı makramalara balığı koyarlar. Balığın suyunu akıtıp giderken, bazıları balığın suyunun aktığına acı­ yıp; 'Bre palığın suyın ya ne akıdır­ sın, suyına bir pilavcık salsana' diye birbirlerine latife (şaka) ederler. "Yine Trabzon kibarları ırgatları­ na şu tekerleme ile sataşarak bu balı­ ğı ne kadar sevdiklerini gösterirler:

'Tarabozandır yeriınüz

Akça tutmaz eliınüz, Hapsi paluk olmasa Niç'olurdu hfilümüz' "Bu balık bir karış kadar olup ince, morca cilalı ve gümüş gibidir. İn­ sanı kuwetlendiren hamsi balığının hazmı da kolaydır. Yemeğinde balık kokusu olmadığından yiyene hararet vermez. Ağrı hastalığına müptela olan yese şifa olur. Bir evde yılan ve çıyan olsa hamsi balığının başını tütsü etseler kaçar. Bunu yemek Trabzonlulara mal1sustur ki kırk türlü yemeği­ ni pişirirler. Kebabı, çorbası, yahnisi, böreği, baklavası olur."

v

Kaynak: Evliya Çelebi b. Derviş Mehmed Zı lli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, {Haz. Zekeriya Kurşun • Seyit Ali Kahraman - Yücel Dağlı). il, lstanbul 1999, s. 53-54.

Trabzon Limaııı'nda

şandığı bakın nasıl anlatılıyor:

"Trabzon'da birbirinden lezzetli levrek, kefal, kalkan, kızılca tekir, kaloz, uskumru balığı gibi daha nice bin türlü balıklar vardır. "Bunlardan fazla sevip uğruna bin can ile kurban oldukları, alım satımı sırasında kavga ettikleri balık, canım 'hamsi' balığıdır. Hamsin gününde ortaya çıktığı için hamsi balığı derler. "Her sene hamsin gününde h amsi balıkları karaya düştüğünde yahut meneksile adlı kayıklarla dopdolu iskeleye geldiklerinde balık tellalları şöyle bağırırlar:

YED1KITA !Şubat2010 23


insanlığın Korkulu Rüyası

SALGIN

Adem FiDAN

zun zamandır dünya gündemini HlNl virü~ü meşgul etme~tedir. ilk ö lüme Meksıka'da sebep olan ve oradan dünyaya yayılmıştır.

U

Salgın hastalıkların geçmişi ,

in-

sanlık

tarihi kadar eski. Salgınlar yüzünden, bugüne kadar milyon larca insan hayatını kaybetmiş durumda. Savaşlarda ve tabii afetlerde ölenlerden çok daha fazla insan, salgın hastalıkların pençesinden kurtulamamıştır. Doğrudan doğruya,

dan

diğerine

bir insangeçebilecek virüslerin

24 YEDİKITA / Şubat 20 10

yayılması

Her devirde binlerce insan grip, veba, kolera, tifüs gibi bulaşıcı ve salgın hastalıklardan hayatını kaybetmiştir.

Her ne kadar asırlar, devirler değişse de hastalıklar

tarih boyunca hep kendinden söz ettirmeyi başarmıştır.

kolay ve çabuk olmuştur. Büyük istilalar, Haçlı seferleri gibi büyük savaşlar, yani insan topluluklarının geniş ölçüde bir araya gelmesi ve yer değiştirmesi nasıl Ortaçağ'da korkunç salgınların görül mesine sebep olduysa, 19. Yüzyıl­ dan sonra da deniz yolculuklarında hızlı buhar gemilerinin kullanılma­ ya başlanması ve Süveyş Kanalı'ıun açılması, malların yanı sıra mikropların da bir limandan ötekine kolayca taşınmasına imkan vermiştir. Günümüzde farklı ülkelere giriş-çıkışların artması hastalıkların yayılmasını

iyice

kolaylaştırmıştır.


Hastalıklar

her devirde olmuş, binlerce insan veba, kolera, tifüs, cüzzam, frengi, sıtma gibi bulaşıcı ve salgın hastalıklardan hayatını kaybetnı.iştir. İşte tarih boyunca en çok can alan hastalıklardan bazıları ...

Kara Ölüm (Veba) İlk veba salgını olarak kabul edi-

len, Filistin'deki Betsemeş salgını 50 bin kişinin ölümüne sebep olmuştur. Taun adı verilen veba, tarih boyunca nı.ilyonlarca insanın ölümüne sebep olmuş, kimi zaman kı­ talarda egemenlik kurmuş ve büyük göçlerle toplulukları sağa-sola dağıtmıştır. En korkunç veba salgını 1346-1353 yılları arasında meydana gelmiştir. Çin kaynaklı bu salgının bütün Asya kıtasını kaplamasıyla 25 milyon insan ölmüştür. Öyle ki, İpek Yolu boyunca dolaşan ve Kmm'dan bütün Avrupa'ya yayılan 'Kara ölüm', 75 milyonluk nüfusunun üçte biri yok olan Avrupa'nın

şehrin

önemli şahsiyetleri, Emir Muhammed Buharı, Mevlana Şem­ seddin Fenari ve Hacı İvaz Paşa da hayatlarını kaybetnı.işlerdir.

"Beter bir felaket şu veba!" dedirtecek olan bu hastalıktan, 1750 yılında İstanbul'da günde bin, bin iki yüz kişi ölmüştür. 1762'de de Diyarbakır'da 50 bin kişi yine vebadan hayatını kaybetnı.iştir.

1817 yılından sonra dünyada yayılmaya başlayan

kolera salgını,

Türkiye'ye de sıçramış ve büyük kayıplara sebep olmuştu. 1830-1831 tarihlerinde ilk kolera salgınında

istanbul'da 5-6 bin kişi can vemıişti.

yapısını değiştirnı.iştir.

Veba, Anadolu

topraklarında

da ortaya çıknuştır. Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Anadolu'nun çeşitli yerlerinde veba salgınları olmuştur. 1429'da Bursa'da meydana gelen salgında çok sayıda insanla birlikte şiddetli salgınlar şeklinde

Avrupa'da 'Kara Ölüm' diye adlandırılan salgın hastalığı tasvir eden bir resim

Kolera Galibiyeti(!) Tarih nelere şahit. Öyle gözüküyor ki insanların birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışmaları gibi hastalıklar da dal1a çok ne kadar insan öldürebiliriz onun hesabını yapmışlar adeta. Dünya çapında yüzyıllar bo-

yunca diğer salgın hastalıklara galip olan "Kara Ölüm" vebanın saltanatı, 19. yüzyıl sonlarında sarsılnuş; tahtı­ nı koleraya bırakmaya başlamıştır. 1817 yılından sonra dünyada yayılmaya başlayan kolera salgını, Türkiye'ye de sirayet etmiş ve büyük kayıplara sebep olmuştur. Türkiye'de ilk kolera salgını 1830-1831 tarihlerinde görülmüş ve İstanbul'da 5-6 bin kişinin ölümüne sebebiyet vernı.iştir. 9 Eylül 1847' de Trabzon'da ortaya çıkan salgın, alınan bütün karantina önlemlerine rağmen İstan­ bul'da görülmüş, daha sonraları ise .Karadeniz sahili ve bütün İstanbul'u kuşatmış, oradan Rumeli'ye, Balkanlar'a ve Anadolu'ya yayılnuştır. Ortaya çıkınasıyla kısa sürede dünyaya yayılan kolera, 1910 yılında neredeyse Osmanlı topraklarının tamanunda göriUmüş, 5688 hasta vakası ve 5377 ölüm gerçekleşnı.iştir.

Orduların Düşmanı:

Sinsi Tifüs

Genellikle tenıiz olmayan ve aşı­ rı kalabalık yerlerde yaşamaktan, açlık ve yorgunluktan kaynaklanan tifüs, orduların sinsi düşmanı ve korkulu rüyası olmuştur. 1489'da Granada'da İspanya Kralı Ferdinand'ın ordusunda 17 bin asker tifüsten öl-

Samsun'da salgın sebebiyle halka kolera

aşısı yapılıyor

(1910)

YEDİKITA / Şubat 20 10 25


müştür.

Çok enteresandır ki savaşta ölen askerlerin sayısı sadece ve sadece 4 bindir. 1528 yılında Fransızlar, Napoli'yi kuşattıklarında tifüs salgı­ nı çıkmış ve 30 bin asker tifüsten telef olmuştur. Temizliğe son derece dikkat edilen Osmanlı ordusunda ise, son dönem hariç, bu tür salgın lara rastlamak hemen hemen mümkün değildir.

Çiçek hastalığı Çin'den Japonya'ya ve Kuzey Afrika'ya, oradan da ülkelerine dönen Haçlı orduları ile Avrupa'ya yayılmıştı. Hastalık,

Amerika'da milyonlarca yerlinin ölümüne neden olmuştu. Avrupa'ya yerleşen hastalık 60 milyon kişinin ölümüne sebep olmuştu. Aynı tarihlerde Osmanlı topraklarında çiçek aşısı çok yaygın olarak bilinmekte ve uygulanmaktaydı.

Cüzzam Korkusu Cüzzam hastalığının ilk kez ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinemezken, ilgili ilk yazılı kayıtlar M.Ö. 600' lü yıllara dayandırılmak­ tadır. Hastalık yaygınlaşmaya başla­ dıkça

cüzzanililar, halk arasından tedavisinin bilinmediği dönemlerde yerleşim birimlerinden uzak yerlere hatta ıssız adalara sürülerek, buralarda kendi hallerine terk dışlanmışlar,

edilmişlerdir.

Diğer Salgın Hastalıklar 1465 yılında Sultan Mesut, ordusuyla birlikte Kilikya'ya girdiğinde muhtemelen- sıtma salgınına uğra­ mış; Napolyon'un Mısır seferinde Fransız ordusu Nil Nehri'nin hastalıklı sularından içerek dizanteri olmuş, 30 bin askerden 8.915'i ölmüştür. 1849 yılında ise İstanbuJ'daki hastanelerde tüberküloz vakaları hızla yayılan bir hale gelmiştir. Çiçek hastalığı; Çin'den Japonya'ya, buradan Kuzey Afrika'ya, oradan da ülkelerine dönen Haçlı orduları ile Avrupa'ya yayılmıştır. Bu hastalığın Amerika'da milyonlarca yerlinin ölümüne sebep olduğu bilinir. 1719-1723 tarihlerin-

de Avrupa'da çok şiddetli çiçek hastalığı hüküm sürmüştür. 18. Yüzyılda 60 milyon kişi çiçek salgınlarından ölmüştür. Aynı tarihlerde Osmanlı topraklarında ise çiçek aşısı çok yaygın olarak bilinmekte ve uygulanmaktadır. Nitekim Avrupa, çiçek aşısını Osmanlı'dan öğrenmiştir.

Anadolu'ya frengi bilhassa 1829'da Rus orduları tarafından bulaştırılmış, ordunun savunmada kaldığı yerlerde hastalık mahalli olarak kalmış, fakat bunların yer değiştirme ve terhislerinde yıırda yayılmıştır.

Kış Aylarının Yaygın Hastalığı:

Çok eski tarihlerde, M.Ö. 415 senesinde, Sicilya'daki Yunan ordusunda görülen bir grip salgını kayıt­ lara geçmiştir. Bw1dan sonra her yüzyılda 2-3 influenza (grip) salgını dünyayı sarmış ve milyonlarca insanı öldürmüştür. 1729'dan beri dünyada şiddetli salgınlar görüın1üş ve btmların çoğu Asya'da başlamış, oradan Avrupa ve Amerika'ya yayılarak 1-2 yıl sürmüştür. Bir başka grip salgını da 1889-1890 yıllarında Rusya'da ortaya çıkmıştır. "Rus Gribi" olarak adlandırılan hastalık, kısa sü-

Edirne Mısır Hilal-i Ahmer Hastanesi'nde bir koğuş 26 YEDİKITA !Şubat 2010

Grip


Mısır

Hilal-i Ahıneri'ne ait bir hastanenin labaratuarında Doktor Burhaneddin Bey tahlil yaparken

rede Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya'ya yayılrmş, 1 milyondan fazla insanın ölmesine sebep olmuştur. Grip, tarihin yakın dönemlerinde de yüz binlerce kişinin hayatını yitirmesine sebep oldu. Birinci Dünya Savaşı sonunda başlayan salgın, öncekiler gibi Uzak Doğu'dan gelmişti. Çin'de, 1917 yılının son aylarında başlayan grip, Çin'i aşarak Japonya'ya gelmiş, sonra Güney ve Güney Doğu'ya yönelerek Hindistan, Türkiye ve Yakın Doğu'ya ulaş­ mıştır. Sibirya'dan başlayan diğer bir kol ise Rusya'ya ve Baltık sahillerinden de ticaret gemileriyle Amerika 'ya sıçramıştır. 1918'de Avrupa'da ve öteki kı­ talarda yaygın olarak hüküm süren grip salgınlarının yol açtığı ölümler inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Dünya tarihinde bilinen en büyük salgın olan ve İspanyol gribi (Influenza A HlNl ) diye adlandırılan bu salgında 20 milyon kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Dünyayı silip süpüren hastalık daha sonraki tarih-

lerde ise Asya'da 70 bin (1957), Hong Kong'da 700 bin (1968), İn­ giltere'de 30 bin kişinin ölümüne yol açmıştır. İspanyol gribi olarak isimlendirilen bu salgın domuzdan insana bulaşıyordu.

Osmanlı'da salgın talıkların yayılmasını

hasön-

lemek için okullarda bulunan talebelerin hususi tarafından

Hastalığa Karşı

doktorlar

Tedbirler

zenli

İnsanlar, hayatlarını devanı etti-

den geçirilmesi, çevre te-

rebilmek için yakalandıkları hastalık­ lara karşı tedaviler geliştirmişler, ilaçlar bulmuşlardır. Eskiden, hastalıkların yayılmasını önlemek için alı­ nan tedbirlerin günümüzde alınan tedbirlerden pek farkı yoktu. Hastalık, kalabalık yerlerde hızla yayılabil­

sağlık

mizliğine

rilmesi,

dü-

muayenesin-

ehemmiyet ve-

hastalığa

yakala-

nan fakir ve aciz kimselerin tedavisi için devlet ta-

diğinden toplantılar yasaklanıyor,

rafından

okullar tatil ediliyor, kütüphanelerde kitap dağıtınu durduruluyor ve ulaşım araçları dezenfekte ediliyordu. Daha sıkı tedbirler de vardı. Mesela el sıkışma suç sayılıyordu. ABD ordusunda sabalıları sirke ve suyla gargara yapmak mecburi olmuştu. En yaygın korunma biçimi ise ağza takılan pamuklu maskelerdi.

mesi, çocuklar için

hekim gönderil-

kampanyaları

mesi,

dış

aşı

düzenlen-

ülkelerden gelen

bütün gemilere karantina uygulanması

ler

gibi tedbir-

alııunıştı. YEDİKITA / Şubat 20 10 27


/ BtVOLOJIK TEH. DtT '

.

Devletler arası savaşlar tarih boyunca çok çeşitli şekillerde cereyan etmiş­ tir. Bilhassa 19. yüzyıldan itibaren kimyasal maddelerden üretilen silahların kullanılmasıyla

Tedavi gören

Osmanlı

askerleri (Beyrut Askeri Hastanesi)

Bakkalların

da denetlenmesi... Osmanlı

Hükümeti, bazı bulaşıcı hastalıkların mekteplerde baş göstermesi ve gittikçe yayılması endişesiyle daha ciddi tedbirler almak zorunda kalmıştı. Bu sebeple bütün mekteplerde bulunan talebeler özel olarak tayin edilen doktorlar tarafından düzenli bir şekil­ de sağlık muayenesinden geçirilmiş ve -daha da önemlisi- talebeye yiyecek satan bakkallar da denetimden geçirilmişti. Şehremaneti bünyesinde toplanan 11 Umumi Hıfzıssıhha Komisyonu"nun 11 Kasım 1894 1te yaptığı toplantıda, eğitim ve öğretimden verimli sonuç alınabilmesi ve öğren­ cinin başarılı olabilmesi için kanm olarak bazı şartların yerine getirilmesi gerektiği, bu şartlardan en önemlisinin -hatta birincisinin- ise, talebelerin sağlığının muntazam olarak kontrol altında tutulması olduğu vurgulanmıştır. Mektepler, bulaşıcı hastalıkların

28 YEDİKITA !Şubat 2010

yayılmasına

müsait olduğundan, salgınlarla mücadeleden iyi sonuç alınabilmesinin, mekteplerdeki sağlıkla ilgili kontrol ve tedbirlerin arttırılmasına bağlı olduğu belirtilmiştir. Salgın hastalığın yayılmasını

önlemek için belediyelerce tedbirler alın­ ması, çevre temizliğine ehemmiyet verilmesi, hastalığa yakalanan fakir ve aciz kimselerin tedavisi için devlet tarafından hekim gönderilmesi, çocuklar için aşı kampanyaları düzenlenmesi, dış ülkelerden gelen bütün gemilere karantina uygulanması, salgın hastalık çıkan yerlere tedavi amaçlı giden doktorların kordon dışına çık­ madan kendilerini dezenfekte etmeleri, hac mevsiminde Hicaz bölgesinde salgın hastalıkların yayılmasını önlemek için hastanelerin ıslahı, yeniden inşası, eczane, eczacı ve doktor temini ile su yollarının ıslahı ve diğer gerekli tesislerin ihtiyaca cevap verecek surette donatılması, okulların temizlenmek üzere tatil edilmesi, gibi birçok önlem alınmış ve Eczahane-i Amire eczacıları tarafından bitki özlerinden ilaçlar yapılmıştır. G

savaşlar

daha yıkıcı bir hal almış­ tır. Bunun yanında siyasi rekabet ve hakimiyet mücadelesine biyolojik silahlar da eklenmiştir. Son derece gelişmiş laboratuarlarda üretilen virüsler bu asırda insanlığı tehdit etmektedir. Bugün yaşananlar böyle bir tehdidin neticesi olmaktan uzak değildir. Bugün tabii olarak yayılan salgın hastalıkların yanında bir de hususi olarak üretilen virüslerin yol açtığı hastalıklar vardır. Bu hastalıklara

karşı

üretildiği

söylenen ilaçların ve aşı­ ların da ne derece faydalı olduğu ve kimlere çıkar sağladığı da ayrı bir tartışma konusudur. Kaynaklar: Başbakanlı k Osmanlı Arşivi, A.MKT.MHM. 596/3; 347/17; 386142; Y.PRK.ASK. 179147; D H . HMŞ. 14126; A.MKT.UM. 90159; DH.MKT. 72139; 284/58; 57134; Y.PRK.ŞH. 14/47; Hikmet Özdemir, Salgı n Hastalıklardan Ölümler, 1914· 1918, TIK, Ankara 2005, s.15-45; Necdet Saka, " Osmanlı'da Sa l gınlar · , Toplumsal Tarih, 22 . (Ekim 1995), s. 23; Osman Şevki Uludag, ·son Kapitülasyonlardan Biri: Karantina· , Belleten, (1938), cilt il, s.445; Orhan Kı lıç, Genel Hatlarıyla Dünyada ve Osmanlı Devleti'nde Salgın Hastalıklar, (El azı g, Fırat Üniversitesi Yayınl an , 2004); Richard Horton, • Küresel Tehdit: Bulaş, . cılı k", (Çev. H. Erdem Çı pa), Toplumsal Tarih, 22, (Ekim 1995); Fatma Ürekli, "Okullarda Saglık Kontrolü Yapıl ması·, Tarih ve Toplum, 193, (Ocak 2000), s. 39, Osman Dogan, Son Devir Osman lı Hastaneleri, Çamlı ca Basım Yayın, lstanbul 2007; Ebul Faruk Önal, • Aşılar Nası l Korunuyordu?", Yedi kıta Dergisi, 5.3, s.58-59.


r

J

.

- ~h met ÇAKIRCALI ----------------------,-----------------:__________________________________

.··

~

Ge Çm 1. Ş t e ll Kareler I I

/

{ /.

( /

Kağıthane Köyü //kokulu

/

I

KAÖITHANE KÖYÜ MEKTEBİ Osmanlı

...

devrinde okul çağına gelmiş çocuklara "Bed-i Besmele" denen bir merasim yapılırdı . Halk arasında daha çok "Amin Alayı" olarak bilinen bu merasimde okulun eski öğrencileri toplanır; önde ilahiciler, arkada aminciler okula başlayacak çocuğun evine gidilirdi. Ailenin durumu müsaitse erkek çocuğun başlığı, kız çocuğuysa saçları inci, elmas veya buna benzer süs eşyaları ile süslenir, kılaptanlı bir cüz kesesi çocuğun boynuna asılırdı. Çocuk bir araba veya midilliye bindirilir, alaya katılanlardan biri de başının üstünde rahle taşırdı. Alay sokaklarda dolaşıp çocuğun evine tekrar geldiğinde gülbank okunur ve hoca, evde eliften başlayarak çocuğa ilk dersini verirdi.

Sıbyan

mektepleri, çocukların kendilerini evlerinde gibi hissetmeleri için umumiyetle bir, en fazla da iki katlı olarak inşa edilirdi. Fotoğrafta: Kağıthane Köyü İlkokulu,

muallimleri ve minik öğrencileri görünmekte ... Kız öğrenciler hocalarının soluna, erkek öğrenciler de sağına geçmiş... Kızlar beyaz entariler giymiş, başlarına da süslü başlıklar takmışlar ... Erkek öğrencilerin ekserisinin başında fes var ... Ortadaki muallin1İn arka sağ, sol ve erkek öğrencilerin bittiği yerdeki kişiler diğer muallimler olmalı. En soldaki iki kişi de ahaliden olsa gerek. . . Herkes fotoğrafçıya dönmüş ... Bir taraftan duaya amin derken, bir taraftan da poz veriyorlar ... G

YEDİKITA / Şubat 2010 29


Padişahlann

G~ük Programları Nasıl Olurdu? Özcan F. KOÇO<':;LU Padişahların

24 saati nerede olursa olsun ibadetle başlar, ibadetle biterdi. Padişahlar sabah çok erkenden yani güneş doğınadan en az 1,5 saat önce kalkar, güneş doğuncaya kadar ibadet ederlerdi. Bundan sonra bahçede kısa bir gezinti yaparlardı.

p

adişahların

24 saati nerede olursa

olsun ibadetle başlar, ibadetle biterdi. Padişahlar sabah çok erkenden yani güneş doğmadan en az

1,5 saat önce kalkar, güneş doğuncaya kadar ibadet ederlerdi. Bundan sonra bahçede kısa bir gezinti yaparlardı. Sabah kahvaltısı tabla ile getirilirdi. Kahvaltı malzemeleri Enderun denilen iç sarayda kiler odasında saklanır ve kilercibaşının nezaretinde hazırlanır, çaşnigirbaşı vasıtasıyla da padişaha takdim olunurdu. Padişahlar

eski anane gereği günde iki kere yemek yerlerdi. Bunun biri kuşluk vakti denilen sabah ile öğle arasında saat 10-10:30 sularında, öbürü de ikindi vaktinde idi. Daha sonra yemekler üç öğün olduğu zamanlar da oldu. Padişah, kahvaltıdan sonra Harem Da iresi'nden çıkarak Enderun'daki Hasoda'ya gider, burada çeşitli h üner sahipleriyle meşgul olurdu. Toplantı günlerinde ise Kubbealtı'n­ da kendisine ait yerde toplantıyı takip ederdi. Toplantıdan

sonra Arz Odası'nda sadrazam, kaptanpaşa, yeniçeri ağası, defterdar ve kubbe veziri gibi resmi devlet adamlarını kabul ederek devlet işlerini görüşürdü. Toplantı zamanı değilse ,

resmi devlet

adamlarının

saraya


davet edilmesi ancak fevkalade günlerde olurdu. Btından sonra öğle namazı kılınır ve ardından da öğle yemeği yenirdi. Bu yemek, sarayda "Kuşhane" denilen hususi bir mutfakta, haremle dışarısının bağlan­ usını sağlayan Zülüflü Baltacılar Ocağı mensuplarından Kuşçu denilen aşçılar tarafından pişer

ve

çaşnigir ( tadıcı)

ve kapalı

nezaretinde sahanlara konulup bir tep-

siye dizilerek ti.ile sarılır, mühürlendikten sonra tablacıbaşı gözetiminde tablakarlar eliyle padişaha ulaştırılırdı. Padişah öğle yemeğinden

sonra şahsı işleriyle uğraşır. Bazen dinlenir, kitap okur, kütüphanesinde çalışır, yazı yazar, meraklı olduğu

bir el sanauyla

uğraşırdı

ki, bütürı Osmanlı padişahlarının meslekleri ve ayn ayrı sanatkarlıkları vardı. Bunikindi namazı kılııur ve istediği kişilerle ve saray vazifelileriyle görüşürdü. Bu kişiler, haftanın ayn ayn günleri için belirlenmiş ilim adamları, tecrübeli eski devlet adamları, sanatkarlar, tanınmış şa­ dan

sorıra

irler, edipler, hattatlar ve mütehassıs kimselerdi.

dirıı

ilimlerde

Bundan sonra akşam nan1azı kılııur, padişah öğle vaktine göre çok daha hafif bir akşam yemeği yer ve yatsı namazına kadar yine kendi işleriyle uğraşır ve bazen de annesi olan Valide Sultan'la görüşür­ dü. Yatsı namazından sorıra padişahlar odalarına

çekilir, çoğu zaman Kur'an-ı Kerim ve Tevarih-i Aı-i Osman denilen kitapları

okuyup öyle yatarlardı. Hatta bazı sadrazamlar da kendi köşklerinde bu geleneği devam ettirmişlerdir. (,

YEDİKITA !Şubat 2010 3 1


Kemal ERKAN

edeniyetimizin ve kültürümüzfu1 asırlar boyu nesilden nesile devamını sağlayan birtakım unsurları vardır; din, dil, tarın, mimari, sanat gibi. Bu unsurlar, asırlarca köklerimize bağlı kalmamızı sağlayan, geçmişle bugün ve gelecek arasındaki köprülerdir. Hepsi kendine has özellikleriyle hayatımızı şekillendirmiş , bazıları ise elimizde şekil bulmuştur. 32 YEDİKITA / Şubat 20 10

İşte böylelerinden olan mimari-

miz,

Osmanlı' dan

da ötelere uzanıp yüzlerce yıl içinde yüzlerce tarz ve üslup kazanarak şekillen ­ miş; onca çeşitli güzellikteki camiler, medreseler, mektepler, köprüler, hanlar, hamamlar şehirlerimi ­ zin süsü olmuştur. Hatta bu konuda kuşları bile düşünecek kadar hassasiyet kazanılmış; Süleymaniye, Selimiye gibi muazzam camiler

inşa

edilirken , kuşlara da küçük saraylar, yani kuşevleri yapılnuştır. Üstelik bu mimarı, günümüzde pek çok yerde olduğu gibi şehrin tabii yapısıyla dargın ve zıt da değil­ dir. Bir Osmanlı şehrinin binalarında kullanılan malzeme ve üslup , tabiatla hep bir uyum içindedir; sanki ağaçlarla evler o topraklarda beraber filizlenmiş, beraber büyümüş gibidirler.


Bir

Şehir Mimarı

ki. ..

Hal böyleyken gün gelmiş, bir zamanlar bir şehrin süsü olan tarihi binalar, yine bu şehrin sözde imarı ve düzeni için; esasındaysa kasten ve bilerek adeta budanmış, tarumar edilmiş , yerlerine lüzumsuz apartman daireleri, iş hanları , yollar vesaire yapılmıştır. Bu şehir, maalesef tarihimizin ve medeniyetimizin beşiği İstanbul ' dur. Şöyle ki, 1936 yılında " şehir mütehassısı " unvanıyla Fransa'dan getirtilen Henry Prost isirrıli bir mimar, tam manasıyla İstanbul ' a musallat olur. Bu şehircilik uzmam, her nasılsa bir yıl içinde hem İstanbul 'u öğrenmiş hem de bir imar planı hazırlamıştır. 1939 'da kabul edilen bu planın tatbikinde Prost'un en büyük yardımcısı ise dönemin (1938-1949) vali ve aynı zamanda da belediye başkanı olan Lütfi Kırdar olmuşnır.

Çizdiği

Projeleri Hep Tarihi Eserlerin Üzerinden Geçirdi Bu imar planında İstanbul ' un tarihi, daha doğrusu Osmanlı tarihi

1936

yılında

"şehir mütehassısı" unvanıyla

Fransa'dan

getirtilen Henry Prost isimli bir mimar, tam manasıyla İstanbul'a

Bu

musallat olur.

şehircilik uzmanı,

bir yıl içinde İstanbul için bir

şehir planı

hazırlayabilecek

kadar

İstanbul'u öğrenir ve planlarını

uygulamaya koyar.

hiç göz önünde bulundurulmamış; devirlerinin en nadide örneklerinden olan nice cami, mescid, mektep, medrese ve çeşmenin sadece adı kalmıştır. Halbuki Prost, kendi memleketinde yaptığı planlarda, ta-

rihi eserlerin korunmasına çok dikkat etmiş biridir, yani tarihe saygılı bir adamdır o; ama kendi tarihine. Onun İstanbul için tertip ettiği imar planına göre yapılanlara şöyle bir bakıldığında, zaten bu husus dikkati çeker. Nitekim, plandaki ana yollardan biri (şimdi SaraçhaneU nkapanı arasında uzanan cadde) Bozdoğan Kemeri'nin içinden geçmektedir, ama önüne çıkanı yuttuğu yetmezmiş gibi kendine zararı olmayacak tarihi binaları da yıka­ rak... Bilahare, bu yolun hemen yanında ortaya çıkan bir kilise (Ayios Polieuktos) harabesinin etrafı ise park olarak düzenlenir; hala da öyledir. Surlar boyunca büyük caddeler açılmıştır yine bu plana göre ... Fetih ordusuna n amazgahlık yapmış olan ve Osmanlıların, saygılarından dolayı hayvan bile otlatmadıkları Okmeydanı bu tarihlerde in1ara açılır. O güzelim menzil taşları müteahhitlerin insafın a bırakılır; çoğu sökülür, ayakta kalabilenler de ya bir bahçe duvarına köşe taşı olmuşnır yahut yarı beline kadar toprağa gömülmüştür. Daha İstanbul ' un yeni fethedildiği tarililerde, Haliç' in dolmasım önlemek için Kağıthane sırtlarının

istanbul'u süsleyen minarelerden şu anda kaçı ayakta acaba? 1909'daki ya ng ı nda n önce Bozdoğan Kemeri ve civarın ı gösteren bu resmin tam ortasın da yer alan Revanı Çelebi Camii 'n in beyaz minaresi de kendisi de yok olup gitm iş. Daha geri plandaki mi narelerden biri de belki Mimar Ayas Camii'ne aitti . YEDİKITA / Şubat 2010 33


tarımdan

menedilip buralara ayrık toprağı tutacak şeylerin Haliç'in dibinden çıkarılan kil ile porselen imalatı ya pan işyerlerinin vergiden muaf tutulması vb. tedbirler alınırken ve bu hususa devletin son zamanlarına kadar dikkat edilirken bu kişi yani Henry Prost, Haliç'in etrafını fabrikalara tahsis etmiştir. Zaten, imara açtığı diğer birçok yerdeki gibi, beraberinde gelecek gecekondulaş­ mayı bilmektedir. Sonuç ise malum: Daha düne kadar yanına yaklaşıla mayan bir Altın Boynuz!

otu gibi ekilmesi,

Fatih Camii'nin Düşürüldüğü Tehlike Fatih Camii' nin hatırası ve ehemmiyeti herkesçe bilinir ve tasdik edilir. Bunu Prost da bilirdi ama tasdik etmezdi; hatta onun bildiği başka bir şey daha vardır: Fatih Camii; kuru iken kaya gibi sert, ıslandığında ise yumuşak olan "kil" den bir tepe üzerinde kurulmuştur. Evet, bu doğrudur ama külliyeyi buraya kuran ecdad tedbirini de almış; kili kuru tutmak için icap eden yerlerde derin kuyular açarak zemin suyunu buralarda toplamış ve biriken suyu da daha

Fatih Camii'nin Fevzi Paşa Caddesi'ne bakan batı kapısı ve caddeye nazır medreseler. Fevzi Paşa Caddesi, Fatih Camii ve onu çevreleyen külliyenin hemen dibinden geçirilmiştir. Yol yapımında o kadar çok derine inilmiştir ki, nice büyük alimlerin yetiştiği medreselerin temelleri açıkta bırakılmış, daha sonra medresenin yıkılmaması için destekler ilave edilmek zorunda kalırunıştır. Prost'un Fatih Camii'ne biçtiği kaftandır. Ama bu kaftan camiye hürmet duyduğu için değil, zamanla onu yiyip bitirmek için biçilmiştir.

aşağılardaki çeşmelere vermiştir.

Bugün Saraçhane'den Edirneuzanan Fevzi Paşa Caddesi,

kapı 'ya

Şehirciliği

(!) ile dillere destan Henry Prost

Fevzi Paşa Caddesi'nden geçerken, Fatih medreselerinin yüksek duvarları hemen dikkat çeker. İşte bu duvarlar aslında Fatih Külliyesi ' nin dayanaksız bırakılmış temelleridir ve cadde açılırken ortaya çıkarılmıştır. Bu yol açılırken metrelerce derine inmenin lüzumsuzluğu aşikardır, elbette kasıt müstesna.


Maalesef bu yıkımlar Prost ile kalmaınış,

sınırlı

ondan önce

de sonra da yine pek çok tarihi eser, imar ve düzen adına İmar planının tatbikinden son-

raki günlerde Vatan ve Millet Caddesi çok mamur(!) ve eskileri ezip geçtiği için olsa gerek çok mağrur görünüyor.

ortadan kaldırılmış, hatta sadece 1956-57

arasında

54 cami yıkılmıştır. Hasılı,

temellerin orta yerde bırakılmasıyla kalınmaz, bu bölge de imara açılır. Takip eden yıllarda etrafta yükselen apartmanlar sebebiyle, kuyuların suyunu tahliye eden kanallar da kapanır . Prost'un verdiği zarar uzun vadelidir·, nitekim 17 Ağustos depreminde en çok hasar gören yerlerden biri de Fatih Camii ve külliyesi olmuştur. (Hala süren tamirat ve güçlendirme çalışmalarında üzerinde duru lan en önemli noktayı, tahmin edilebileceği gibi zemin suyunun tahliyesi oluşturuyor.) 1950'ye kadar İstanbul 'u hallaç pamuğu gibi atan Prost'un bu tarihte Belediye İmar Müdürlüğü bünye-

Tarihi yarımadanın imar çalışma­ larından sonraki genel görünümü

sinden ayrılmasının ardından kurulan Revizyon Komisyonu, onun planını inceler ve bir rapor hazırlar. Rapora göre Prost'un planı tam bir faciadır: Planın hazırlanmasında hiçbir ilın1 temele uyulmamış; şehir, çevresiyle birlikte ele alınmamış; şeh­ rin jeolojik ve tarihi etütleri yapıl­ mamış; gereksiz kamulaştırmalara gidilmiş; yol eğimleri, kot farklılıkları ve zemin ilişkileri rastgele çizilmiş; şehrin ölçeğini bozan ve yapılması mümkün olmayan birçok meydan düzenlenmiş; şehrin bazı

yerlerinde çok fazla çalışılırken bazı yerlerine hiç dokunulmamış ...vs. Rapor, aynı minval üzere devam etmektedir. Zaten bu kadarı bile yukarda değinilen hususları açıklamaya yeter. Peki, o halde bu şehircilik uzmanı, yaptıklarını, uzmanlığını gösteren hangi plan ve programa sadık kalarak yapmıştır? Bu sorunun cevabını vermek çok zor olmasa gerek. Neticede, maalesef bu yıkımlar Prost ile sınırlı kalmamış, ondan önce de sonra da yine pek çok tari-


İmar faaliyetleri sırasında Balıkpazarı, Sirkeci - İstanbul

hl eser, imar ve düzen adına ortadan kaldırılmış, hatta sadece 195657 arasında 54 cami yıkılmıştır. Burada, mevzuya sadece değinilmiş ve mesele İstanbul bazında ele alınnuştır. Aym tarihlerde, Anadolu 'nun dört bir yanında da aym yıkımlar gerçekleştirilmiş, nice nice vakıf eserleri ve nefis tarihi binalar satılnuş, yıkılmış, farklı maksatlarla kullamlmış ve hatta yağmalanmıştır. Bu eserlerden bazıları aslına uygun olarak yaptırılmaya çalışılmış ise de orijinali gibi hiçbir zaman olamayacağından sadra şifa da olamaz.

Bugün Yerinde Olmayan Eserlerden Bazıları Yeni Çeşme Mescidi; Üskü1590 tarihlerinde yaptırıl­ nuştı, 1935 'te yola feda edildi.

dar'daydı,

36 YEDİKITA / Şubat 20 10

İsfendiyar Mescidi; Üsküdar' da bulunan bu mescid 1945 'te yık­

Balık Pazarı Tekkesi Mescidi; Eminönü'nde, Galata Köprüsü 'nün hemen solw1da idi. 1936'da yıkılıp arsası meydan yapıldı. Çınar Mescidi; Fatih'teydi, 1937'de yıkılarak yerine CHP parti

her ikisi de İkinci Bayezid devri eseriydi, Unkapam'na giden cadde

binası yapıldı.

açılırken yıktırıldılar.

Hoca Teberrük Mescidi; 1717 tarihliydi, 1941-42 yıllarında yık­ tırıldı, üzerine İMÇ blokları yapıldı. Revani Mescidi; Unkapanı ' ndaydı, 1941 yılında Saraçhane-U nkapam arası açılırken boş yere yıktırıldı. Yerinde Reşat Nuri Salmesi var. Süleyman Subaşı (Unkapanı) Camii; Mimar Sinan 'ın 1571 tarihli bir eseriydi. Unkapanı Köprüsü'nün hemen sağındaydı. 1942 'de ortadan kaldırıldı. Keskin Dede Mescidi; Beyceğiz ' deydi, 1945'te yıktırıldı , yerinde Ahmed Rasim Lisesi var.

tırılmıştır.

Karagöz ve Finızağa mescidleri;

İlyaszade Mescidi; bir Mimar Si-

nan eseri olup Topkapı ' daydı , 1954 yılında yıktırıldı.

Emir Mescidi; Sirkeci'de, Konya Lezzet Lokantası ' nın tam karşısındaydı, 19 5 5 'te yıktırıldı , bu lunduğu yerde otopark ve benzin istasyonu var. Hatice Usta Camii; Vezneciler'deydi, 1956'da yerine TEK binası yapıldı.

Voynuk Şücaeddin (Arabacılar) Camii; 1956'da ortadan kaldırıldı, haziresinden geriye sadece Hızır Bey'in kabri kaldı, üzerinde İMÇ blokları var.


Beyoğlu

İlçesi'nde,

Karaköy

meydanının doğusunda Ağa

ve

Halil

Kemankeş sokaklarının

arasında

kalan kısmın meydana

bakan kesiminde bulunan Karaköy Mescidi, yerinden söküldüğü

1958 senesinden beri

kayıp.

İstanbul'un yeniden imarı adı altında "Yıldınm Yıkma katı"

olarak

istimlak ve sırasında

adlandırılan yıkım

Harebüyük

operasyonu

bu cami de yıktırıldı.

Başkadın Emenıllah

Kartpostallarda kalan Kara Mustafa Paşa Camii

ve Darphane mescidleri; Bayezid-Ordu

maya alınmış üç-beş tane Bizans sütunu parças ı var.

Caddesi üzerinde, Simkeşhane (şimdiki İl Halk Kütüphanesi) içinde idiler. 1956 yılında yıktı ­ rıldılar. Bulundukları yerde, koru-

Denizabdal Camii; 15 51 tarihli

bu cami, Şehremini'deydi. Daha büyük bir cami vaadi ile 1956'da yıkıldı, arsasının bir kısmı Millet

Caddesi'ne

katıldı .

Çakırağa

Mescidi; Aksaray' daydı. 1479 tarihli bu eser, 1956 yılında meydana feda edildi. Camcı

Ali Mescidi; Vezneci-

ler'deydi, 1957'de yıktırıldı.

"Koca Ragıb Paşa Caddesi'nin 1937'de açılmasına girişildiğinde caıniinin yıktınlmasına başlanmış

ve bunun için çatısı kaldınlarak, minaresinin külahı sökülmüştür. Fakat çalışmalara devam olunmadığından Çobançavuş Camii öylece bırakıl-mıştır. 1942'de minaresi de yık-tırılmıştır. 25 Şubat 1946 günü Çobançavuş Camii'ni incelediğimde eserin çok harap halde sadece dört duvarı kalmış bulunuyordu. Binanın içinde ufak bir kulübede bir aile yaşıyordu. Carniin etrafındaki mezarlar ise son derece • perişan bir halde görülüyordu." (Semavi Eyice, "İstanbul'un Ortadan Kalkan Bazı

Tarihi Eserleri", TD, 26, 133.)

Ortadan kaldırılmış camilerden Çobançavuş Camii YEDİKITA /Şubat 20 10 37


Davutpaşa

kule

lar. Fındıkzade ' de bulunan Molla Gürani Mescidi' nden geriye haziresi kalmıştır.

Mescidi; Yedi-

civarındaydı.

19 5 7 'de

üzerinden sahil yolu geçirildi.

Çobançavuş

Mimar Ayas Mescidi; Sa-

raçhane 'de, Horhor Caddesi'nin başındaydı. Yine daha

gından zararsız

büyük bir cami vaadi ile

cami, 1959'da

Servili Mescid;

Cağoloğ­

yıktırıldı.

zin istasyonu bulunuyor. Sekbanbaşı

olan bu mescid önce satıldı, sonra yıkılarak yerine han

sasına

Mescidi; ar-

Barıkası

Emlak

apart-

manları yapıldı.

yapıldı.

Malkoç Süleyman Camii;

Soğuk

Kuyu

Mescidi;

Yenikapı 'daydı, yol yapılacak denilmek suretiyle yıktırıldı.

Zeyrek'teydi, park yapıldı. Bıyıklı

kurtulan bu

16. yy eseri idi, yerinde ben-

ismi taşıyan soFatih devri eseri

kaktaydı.

bir yan-

Pazar Tekke Mescidi; bir

aynı

lu' nda,

çıkan

1911 'de

yıktırıldı.

1959 'da

Camii;

Hüsrev Mescidi ve

Papasoğlu

Mescidi; Un-

Hubyar Mescidi; Cerrahpa-

kapanı' ndaydı,

şa' daydılar,

riydi, üzerinde Tekel binası var . ...ve dal1a yüzlercesi. (ı

h astaneye dahil

edildiler. Müneccim Sadi ve Nazmi Tekke (1601 tarihliydi) mescidleri; Çapa

Tıp

Kaynaklar: Mehmet

Faki.Utesi 'ne

Faruk GöncüoQlu, Yitik

Gürani

2008; Semavi Eyice,

Mescidi

Bazı

(1488 tarihli), Münadi Mes-

Eygi,

Yakın

Tari·

Mi rasın Peşinden,

· ı stanbul ' un

lstanbul

Ortadan Kalkan

Tarihi Eserleri", TD, 26, 129-164; Hande

Suher, ·Planlama ·, lstanbul Ansiklopedisi, 6, 265274; M. R ıfat Akbulut, ' Henry Prost ", lstanbul

cidi ve San Musa Camii; Mil-

let Caddesi'nin

Şevket

ese-

himizde Cami Kıyımı, lstanbul 2003; Süleyman

katıldı.

Molla

asır

17.

Ansiklopedisi, VI, 285-287; Yeni Sabah Gazetesi,

altında kaldı-

5 Eylül 1938.

AKSARAY - , _ .,,....,.,._ ..._ ~ w ~ ..ıı.wı ,.ıı,........, ~ ......~ .,\, ıııon. ,_• • • A\.ıorep •

,....,. ....,....

O(ONCU Kı,t -

Lll•li Co •fıif~ın iMi lnııııH

tM

ı•..;,.ıı'"'" .toı.,... .ıtı ıw:...,. yik•.td,lrlo Wr '4,ı.., v.

.....,.. 1 ..;.ı..... , ı ,c.Mı 4'ıı..

rı1u wı. c.ııw...ı. ıı... lıniMD ltopt ......, ...,.....

,,..,.

...

• ...,.,..

, .~,,., . 1 ' ~ ...... ·~ · ı...w.,,ı c:. ..ı. Mo&oılCN f • ~• c».moWGıı, . . . , .. JJncıo ı,ltGn.tı loJN eftt.ıolı

tNkı 41f•m Re lrtAHttı , . . ı.. .41:Wl l4ı '"'"'

r•hft

........ Wt ,.ı.utao hıriıt~ .,.. c:o.dp bW C-t'J• .,.ı ~kh-,.

Devrin basınında, 38 YEDİKITA / Şubat 201 O

yapılan

imar

çalışmalarından

M.n.ı

c........

Aber., •

s..u..ı. oroa<IWM voıı.. ~ · - atıl••""'-' . . . . . . . . . , . ~ ~~ . . . . ....,., "9t/l .............. ~....

,...,of•

,..,\cıyfluı,

........ .... W ,

tı,

övgü ile söz ediliyordu.

H,e,Qı

..........,_1-...,....

,...ı-

"°"

~

t,h...,.....,O.,ffir~,,.._.-,


HALİÇ ltın

Boynuz, Bizanslıların Haliç'e ver-

dikleri isimdir. Bugün dahi

bazı batı

dillerinde Haliç'e, Golden Horn, La Corne d' Or denir. Çünkü bir zamanlar envai çeşit balık barındıran altın

rengini

Alibeyköy ve aldığı şekil

Haliç, gün batarken

alırdı. Yukarıdan bakıldığında Kağıthane

dereleriyle beraber

ise boynuza benzerdi.


Tarih

Ambarı

···-··-·-· . -.. . . . . . . . . ______. . _____. . . . . -.. . . . . . . . -..-.. . . . .- . . -..-..--..···-

Müttefik Kolera Osmanlı'nın Rum isyanı ve batı­ devletlerle meşgul olmasından istifade eden İran, 1821 'de saldırıya geçer. Doğu Bayazıt, Bitlis, Muş ve Erciş İran'ın eline geçer. 1822 yazında İran tekrar saldırıya geçtiğin de büyük bir kolera salgını başlar; İran ordusunu perişan eder. Hiç beklemediği bir bela ile karşılaşan İran, Osmanlı ile barış yapıp 1746 yılında kabul edilen sınırlara razı olmak zorunda kalır. Kolera salgını da yanına kar kalır. lı

40 YEDİKITA /Şubat 2010

. .-

. . - ·. . · · · · - - 00

Hilmi AYGÜN

Fukara

sınıfından,

eli

tutanlar,

senelik çalışma vergisi öderlerdi. Yeyapılacak

ni

adım

binanın

muhiti kaç

na dört kuruş ve

j SÖZLERİN ASILLARI

''

"Kazan

pencerele-

har ebes in e

Yeniçeriler, disiplinin gevşedi dönemlerde isyanlar çıkarnuş, 1 devlete çok büyük zararlar vermişlerdir. İşte böyle isyan zamanlarında Yeniçeriler yanlarında ye1 mek kazanlarını götürmeyi adet ' edinmişti. Bu adet zan1anla isyanj ların simgesi ve ismi oldu. Bu det yim ayaklanmak ve topluca baş kaldırmak anlan1IDda kullanılma 'ı ya başlandı .

büyük bir ki-

j

altı kuruş alınır­

dı.

Hatta hanelerde bulunan helala-

rın

dahi ayda üç

kuruş

vergisi vardı.

Sen Hiç Tarih Okur musun? Malazgirt meydan mu-

j ' t

ği

t

l

bir ve gururla gelen ve ardından

da Al-

parslan' a esir düşen

Bizans

İmparatoru Romen Diyojen'e Al-

1

1 1t

l

parslan sorar: "Hiç tarih okur musun?" Diyojen:

"Hayır

okumam,

1t

neden?" diyerek hem soruyu cevap- ı layıp hem de bir soru sorunca Alparslan: "Çünkü tarih okumayan ve tarihi bilmeyen bir

Kaldırmak"

ı

açılacak

rin her birisi için on

,-----------------------------,

1

adım başı­

ise ruhsatiye olarak,

Pencere ve Hela Kirası Hindistan uzun yıllar İngilte­ re'nin işgali altında kalmıştır. Bu süre zarfında İngilizler Hindistan'ın adeta kanını emmişlerdir. İn­ giltere'nin Hindistan'da uyguladığı vergi sistemi bunu ispat etmektedir. Şöyle ki arazilerde önceden ürün tayini yapılmakta ve ekilsin ekilmesin bu miktarın üçte biri her sene vergi olarak alınmaktaydı . Hane, han, hamam, dükkan , mağaza ve bunun gibi emlakin kirası, aylık kaç kuruş tutar ise, her üç ayda bi rine yani senede dört aylığa vergi namıyla el konulmaktaydı.

00 - · · · - ·

hükümdarın

sonu, senin gibi olur." der.

j

! .~ ı

l

t t



Topkapı Sarayı'ndan

Kayan Yıldız Tarihler 10 Şubat 1918'i gösteriyordu. Sultan İkinci Abdülhamid Han 'ın naaşı, Topkapı Sarayı'na götürülmek üzere yola çıkarılmış, Osmanlı

tarihinden

muhteşem

bir yıldız daha

kaymıştı.

Bu merasimi Ahmed Refik'in kaleminden okuyalım ...

Kadrini seng-i musalla.da bilip ey Baki Durup el bağlayalar karşına yaran saf saf

dünya siyaseti-

bu savaşın

bittiği yılın

ne yön verecek bir ze-

da hayatını

tamamladı

tuz üç

O

yıl

ka ve deha ile

Osmanlı

ikinci

ayında,

o

ve dar-ı bekaya

irtihal etti. Tarihler 10

Şubat

1918'i

mülkünü idare eden

gösteriyordu. Evet, Sultan İkinci Ab-

Abdülhamid Han, gözü gibi koru-

dülhamid Han'ın naaşı, Topkapı Sara-

duğu

yı'na

vatan

mının,

topraklarından

bir

kıs­

önce Trablusgarp sonra da

Balkan Savaşları neticesinde bedildiğine şahit olmuştu.

nasıl

kay-

Hemen ar-

götürülmek üzere yola

mış, Osmanlı

tarihinden

Devamını,

bizzat

bu merasimi kaleme

Osmanlı

med Refik'ten

42 YEDİKITA / Şubat 20 10

muhteşem

bir yıldız daha kaymışn.

dından da Birinci Cihan Harbi. İşte,

Devleti'ni nihayete erdirecek

çıkarıl­

şahit olduğu

almış

okuyalım:

olan Ah-

Sabit TUNÇ

Sultan Abdülhamid 'in Naaşı Önünde "Hakan-ı

sabık

irtihal etmiş . Bu havadis ilk defa gazetelerden öğrenildi ... "Boğaz, güneşin

parlak ziyaları altında gülüyordu. Beylerbeyi Sarayı uzaktan, mavilikler içinde görünüyordu. O tuz üç sene müddet Osmanlı tahtında bulunan Sultan Abdülhamid-i Sani, birkaç saat


sonra, güzel İstanbul'un toprakları altına gömülecekti. Sultan Abdülhamid'in cenazesi Beylerbeyi Sarayı ' ndan Topkapı Sarayı 'na getirilecekti. Orada yıkanacak ve saat dokuzda, Sultan Mahmud Türbesi'ne defnedilecekti. "Topkapı Sarayı'na gittim. Orta kapı önünde, başında kabalak, elinde tüfek, tek bir nöbetçi bekliyor; Babüssaade önündeki akağalar, gelenleri kemal-i nezaketle karşılıyordu . Kubbealtı, harap ve metruk, ihtişam­ lı devirlerin hatıratıyla dolu, asırların vakalarına acı acı gülüyor gibiydi. Güneşin ziyası servilerden süzülü-

yordu. Bir iki hademe, ellerinde tır­ mıklar, şubatın feyizli güneşi altında yeşeren çimenler üzerindeki sararmış yaprakları topluyorlardı.

Her tarafta müphem bir sükut. Hademeden biri elinde bir fes taşıyordu. Fesin üzerine beyaz bir mendil örtülmüştü. Bu, Sultan Hamid-i Sani'nin fesi idi. Bütün simalar müteessirdi. Uzakta, bir bahçıvan, elinde bir çapa, melül nazarlarını dikmiş, bakıyordu.

"Sultan Ahmed-i Silis Kütüphanesi'nin önünden geçtim. Siyah esvaplı bir h ad eme lale bahçesi tarafından hızla koştu; cenaze geliyordu. Sarayburnu'na doğru ilerledim. Ufak bir kafile, parkın kumlu yokuşunu ağır ağır çıkıyordu. Rıhtıma

büyük bir istimbot yanaşmış, sarı bacasından dumanlar yükseliyordu. Bu manzara pek hazindi: Marmara, sahiller, tepeler, güneş içinde idi. Uzakta, Han1idiye Camii'nin narin ve beyaz binası, Yıldız'ın ağaçlık caddesi, sarayın çıplak ağaçlar arasından görünen damları sessizdi. Siyah, baştan aşağı siyahlar giyinmiş bir kafilenin başları üzerinde, beyaz YEDİKITA /Şubat 20 10 43


bir çarşaf, koyu bir şal, yeni bir sedye görülüyordu: Sultan Abdülha mid, tahta bir sedye üzerinde, yatağının içinde, bi-ruh yatmıştı. Kalın, sarı çizgili yatak çarşafı, sedyenin kenarlarına doğru sarkıyordu, üzerine tunınd ve yeşil nakışlı , kıymet­ tar, koyu bir şal örtülmüştü. Rüzgar vurdukça şal kalkıyor, altında zayıf bir vücudw1, ufak bir başın kabartı­ sı görülüyordu. Cenazenin önünde Beylerbeyi Sarayı 'nın muhafızı, yanlarında iki sıra asker, sedyenin etrafında Enderun ağaları, saray erkarıı ağır ağır yürüyorlardı. Sedye el üstünde taşınıyordu. Arkada Şehza­ de Selim Efendi, damat paşalar, mahztın ve müteessir ilerliyorlardı. Her tarafta müphem bir sükut. Hademeden biri elinde bir fes taşıyor­ du. Fesin üzerine beyaz bir mendil örtülmüştü. Bu, Sultan Hamid-i Sarıi'nin fesi idi. Bütün simalar müteessirdi. Uzakta, bir bahçıvan, elinde bir çapa, melül nazarlarını dikmiş, bakıyordu. Etrafta, naaşı taşı-

yanların

kumlar üzerinde ayak seslerinden başka bir şey işitilmiyordu. Deniz sakin ve dalgasızdı ... Ruhları

Teskin Eden Daire "Cenaze lale bahçesi önünden geçirildi. Hırka-i Saadet'irı yeşil ve yaldızlı kapısı önüne getirildi. Kapı açılınıştı; el üzerinde içeri girdi. Şehzadeler ve damat paşalar Mecidiye Kasrı'nda, cenazeye refakat edenler dışarıda kaldılar. Kapı kapandı , içeriye Hırka -i Saadet erkanından başkası giremedi. "Ne münevver, ne ulvi, ne ilitişamlı bir daire idi burası!. Osmanlı hanedanının hilafet nan1ına inşa eylediği en güzel, en mutantan, en parlak bir mabetti. Duvarlar mai ve yeşil çiniler, altın yaldızlı levhalarla müzeyyendi. Sultan Selim'in halefleri, ruhlarım bu mukaddes mahalde dinlendirirler, ordularının zaferleri için burada dua ederler, Hırka-i Saadet önünde gözyaşları

Topkapı Sarayı Hırka-i

44 YEDİKITA / Şubat 20 10

Saadet Dairesi

dökerlerdi. Duvarların rengarenk çinileri, kıymettar yazıları, göz kamaştırıyordu.

"Hacet penceresi önündeki hasırlar kısmen kaldırılınıştı. Karşıda geniş, buzlu camlar Haliç'in görünmesine marıi oluyordu. İki yeşil kerevet üzerinde, serviden, altı kollu ufak bir tabut, hasırların kalktığı taşlık üzerinde, ufak bir teneşir görülüyordu. Sultan Abdülhamid teneşir üzerine yatırılmıştı. Hacet penceresinin yaldızlı parmaklıkları önünde müteessirane durdwn. Tabutun ilerisinde Enderun erkarıı, ellerini h ürmetle kavuşturmuşlar, hizmete muntazır bekliyorlardı . Karşı­ da, Sultan İbralum'in süıu1et odası, asırların menakıbını saklayan kapalı kapısı, mavi çirıili duvarlarıyla, tarihin bu safhasına karışmak istemiyor gibiydi. Teneşirin etrafında, ikisi yeşil, ikisi beyaz sarıklı dört hoca, ellerinde sarı lifler, misk sabunları, büyük bir hürmetle naaşı yıkıyorlardı. Sultan Abdülhamid'in beline doğru beyaz ve yeni bir kefen örtülmüştü. Göğsünden yukarısı ve dizlerinden aşağısı açıkta idi. Vücudw1da uzw1 bir hastalığın zaafı görülmüyordu. Rengirıde ölüm sarılığı, korkunç bir sarılık yoktu; fı.ldişinden , camid (cansız) bir cisim gibiydi. Saçı ve sakalı ağarmıştı. Burnu, çehresine nisbeten uzunca idi. Gözleri kapannuş, çukura batınıştı. Uznı1 ve siyah kaşlarında melal ve teessür vardı.

O gün, pek çok hadise ve hayır-hasenat ile dolu uzun bir hükümranlığın son günü idi. Ulu hakan vefat etmiş, naaşı yıkanı­ yor, iki damadının hüzünlü gözlerinden akan yaş­ lar, teneşirin altına dökülen sulara karışıyordu.


"Saçları alnına doğm

biraz dökülmüştü. Sakalı bembeyaz, uçları­ na doğm sarıydı. Yüzünde ihtiyarlık alameti, fazla buruşukluk yoktu... Heyet-i umumiyesi (genel görünüşü) sevimli idi. Beyaz bir vücud, yıkandıkça güzelleşen bir naaş, yeni bir teneşir üzerinde, yı­ kayanların ellerine tabi, uzanmış yatıyordu. Naaşın karşısında, ellerinde gümüş buhurdanlar, ağalar duruyordu. H erkes huzu içinde idi. Bütün simalarda tevekkül alametleri görülüyordu. Hırka-i Saadet dairesi tarihi bir gün yaşıyordu. O gün, bir sürü h adise ile dolu, uzun bir saltanat devresinin son sayfası kapanacaktı. Bütün nazarlar, Sultan Abdülhamid'in teneşir üzerinde yatan kapalı gözlerine dikilmişti. Naaşa sıcak sular döküldükçe beyaz bir duman yükseliyor, buhurdanlardan çıkan öd ve anber kokularına karışıyordu. Etrafta mütevazı bir sükut hüküm sürüyordu. Hizmet için girip çıkanla­ rın, hasırlar üzerinde ayak seslerinden başka bir ses işitilmiyordu. Ayakucw1da, direğin yanında, damatlardan iki zat, ellerini kavuş­ turmuşlar, gözleri naaşta, müteessirane ağlıyorlardı.

Abdülhamid'in naaşı hürmetle tabuta indirildi ...

Saat Dokuz "Sultan Abdülliamid, son dakikalarına kadar kendini kaybetmemişti.

Hatta vasiyet etmişti: Göğsü­ ne ahidname konacak, yüzüne Hır­ ka -i Saadet destimali, siyah Kabe örtüsü örtülecekti. Bu vasiyet harfiyen icra edildi . "Kefen bağlandı, tabut kapandı. Sedef kakmalı, asırlar görmüş bir saatin ağır unları Hırka-i Saadet dairesinin ulviyeti içinde aksetti. T abutun teçhizine başlanmıştı. Üzerine ewela bir yatak çarşafı, daha üstüne sırma işlemeli al bir örtü konuldu. Ayakucuna laciverde yakın çiçekli bir kumaş sarıldı. En üste Kabe örtüleri, kıy­ mettar taşlarla süslü kemerler konuldu. Tabutun başına ve kollarına şallar sarıldı. Baş tarafa sarılan yeşil atlas üzerine kırmızı bir fes konuldu ...

"Herkes çekildi.

Yalnız

müzey-

yen sütunlar, mülewen duvarlar, arasında, başı

parlak levhalar

harem

dairesine müteveccih bir tabut, solda, daire-i aliyenin penceresinden altınlar

deler,

ve

sırmalarla

ağır sırma

süslü

püsküller,

bekeler, kıymettar ve Kelam-ı

yeşil

tarını

per-

altın şe­

levhalar,

Kadimler görülüyordu.

Arzhane önünde bir ayak sesi

işitil­

di. Damat paşalardan muhterem bir zat, müteessirane Hırka-i

adımlarla

ilerledi.

duvarının köşesinde

Saadet

melül ve mahzun durdu. Ellerini açtı,

kısa

gözleri tabutta

olduğu

halde

bir dua etti, samimi bir hıçkırık,

kubbelerde akisler "Saat dokuz. pısının

önünde

kalpaklar ve zabitler

bıraktı.

Hırka-i

sırmalı

üniformalar,

şapkalarıyla

bekliyorlardı.

Saadet kasefirler ve

Ecnebiler bu

muazzam d aireyi merak ve hayretle

"Dışarıda, tabiatın bütün güzellikleri hissediliyordu: Haliç'in suları umulmaz bir şubat güneşinin renkleri altında parlıyordu. Şirnşir­ liğin ağaçları çıplak, baharın feyzine muntazırdı. Yıkama el'an bitmemişti . Sultan Abdülhamid'in, teneşir üzerinde, kapanmış gözleri, ağarmış saçları, bitabane yatışı, kalplerde melal ve intibah hisleri peyda ediyordu.

"Nihayet n aaşın yıkanması bitti. Sarı ipek işlemeli havlularla kurulandı , tabut yere indirildi, teneşir, tabutun yanına getirildi,

Vefat eden padişahlann naaşları Hırka-i Saadet önündeki bu mermer içine kefenler serildi , Sultan sete konularak tezkiyeleri yapılır, cenaze namazları burada kılınırdı YEDİKITA !Şubat 2010

45


Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın cenaze merasimi (10 Şubat 1918)

,

Bütün devlet erkanı, cenaze merasimine katılmak üzere oradaydı. Hamidiye Caınii'nin

kürsü

şeyhi, sırmalı yeşil

çıktı. Etrafına bakınarak

elbisesi,

göğsünde nişanı

ile

taşın

üzerine

Ulema,

arkalarında

sordu: "Merhumu nasıl bilirsiniz?" seyrediyorlardı. geniş

kollu,

göğsü sırmalı yeşil

mor libaslar,

ve

sarıklarında sırmalar,

hürmetle istikbal ediliyordu. "Kalabalık

gittikçe

Velial1d-1 saltanat, yük

artıyordu.

şehzadeler,

bü-

üniformalarıyla gelmişlerdi. Şu ­

bat güneşi altında forma

nişan, sırma,

parıltısından başka

bir

ünişey

görülmüyordu.

"Merhumu nasıl

bilirsiniz?"

"Hırka-i

Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın naaşının, türbesine nakli 46 YEDİKITA !Şubat 2010

Saadet dairesinin kapısı birdenbire açıldı. Bütün nazarlar kapıya çevrildi, kalabalık o tarafa doğru


birikti. Kapının iki tarafı doldu. Herkes, kalpler heyecan içinde, cenazeyi görmek istiyordu. Nihayet elmaslı kemerler, sırmalı Kabe örtüleri, al atlaslarla müzeyyen tabut, kırnuzı fesi ile parmaklar üzerinde, mehib ve muhteşem, dışarı çıktı. Erkan-ı devlet, zabitler, Sultan Abdülhamid'in cenazesi huzurunda idiler. Bütün nazarlar tabuta dikilmişti. Tabut, Hırka-i Saadet kapısı önüne yüksek bir mevkiye konuldu. Hamidiye Camii'nin kürsü şeyhi, sırmalı yeşil elbisesi, göğsünde nişanı ile taşın üzerine çıktı . Etrafına bakırıarak sordu: 'Merhumu

nasıl

J..

Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın medfun bulunduğu Sultan İkinci Mahmud Han Türbesi Çemberlitaş-İSTANBUL

bilirsiniz?'

"Velveleli, hazin, müteessir birçok ses, serviler arasında aksetti: 'İyi

biliriz!'

"Kısa

bir Fatiha bu merasime de nihayet verdi. Tabut kaldırıldı, Sultan Ahmed-i Salis'in Kütüphanesi'nin , Arzodası'nın sağından ağır ağır geçti, Babüssaade önüne geldi, cenaze namazı burada kılındı . "Alay burada tertip edilecekti. Şehzadeler, ayan, mebusan, erkan-ı devlet, sefirler, ümera, saray ağaları hep buraya

toplanmışlardı.

Arada

sırada, teşrifat memurlarının, sırma­

Askerler,

Topkapı'dan

lı kıyafetleriyle,

ellerinde beyaz bir kağıt: "Ayan, mebusan, ricfil-i ilmiye, ümera ... " diye çağırdıkları işitili­ yordu. Nihayet alay tertip edildi. Servilerin önüne hademe-i şaharıe, zabitler dizilmişlerdi. Piyadeler, silahlarım omuzlarına asmışlar, kemfil-i sükunetle yürüyorlardı. Tabutu taşıyanlar, Enderun-ı Hümaytın ağaları

ve saray erkanıydı. "Tabut, Babussaade'den orta kapıya kadar, serviler arasından yavaş yavaş ilerledi. Orta kapıdarı vakar ve ihtişam ile çıkarken hüzünlü bir tehlil, ruha huşu ve tevekkül veren tatlı bir sacla, orta kapının taş duvar-

türbeye giden caddeye karşılıklı

iki

sıra

halinde

dizilmişler; ağaçlar,

lar, pencereler

dam-

kadın

ve

çoluk çocukla dolu idi. Bir hanım, başını lamış,

duvara yas-

hıçkırıklarla ağlı­

yor; tabut, tekbirler ve tevhitlerle, mahzun kalplerin elleri üzerinde ilerliyordu.

larına aksetti. Bu sacla Sultarı Üçün -

cü Selim'in hassas, necip ruhunun tercün1aı11 idi. Enderun ağaları salat okuyorlardı. Kubbealtı'mn harap duvarlarına akseden bu sesler, Osmarılı ruhunun hazin feryatlarıydı. "Herkes tabutun arkasındarı hürmetle yürüyordu. Bu tarihi kapı, ne padişah cenazelerinin çıktığım görmüş, etrafında ne acı gözyaşları­ nın döküldüğüne şahit olmuştu. Şa­

zeli dergalu şeyhlerinin hüzünlü bir Arab makaım ile okudukları Kelirne-i Tevhid, tekbirler ve naatlar arasında, aheste bir nakarat gibi yükseliyordu. Orta kapı ile Bab-ı Hümayun arası Alman zabitlerinin otomobilleri, YEDİKITA !Şubat 2010 47


mükellef konak arabalarıyla dolmuştu. İki zarif hamın, arabada ayağa kalkmışlar,

yüzlerinde ince peçeler, alayı seyrediyorlardı . Biraz ötede, Bizans'ın Aya İrini kilisesi, son devrin asken müzesi önünde, Mehterhane takımı ce' sim (büyük) kavukları, kırmJzı şalvarları, sırma

ve

cepkenleri,

sarılı

kırmızı bayraklarıyla durmuş­

lardı . Canlı

bir tarih, hürmetle

tabutu selamlıyordu.

Sultan Malunud Türbesi " Cenaze Bab-ı Hümayun' dan çıktı . Sokaklar insandan görülmüyordu. Ayasofya önünden Sultan M ahmud Türbesi'ne kadar caddeye iki sıra asker dizilmişti . Ağaçlar, evler , pencereler, damlar kadınlar ve çoluk çocukla dolmuştu . Tramvaylar durmuştu. T abut, acıklı ve müessir dualarla, tekbirler ve tevhitlerle ilerliyordu. Cena48 YEDİKITA / Şubat 2010

zeyi

görenler müteessir oluyorlardı. Bir hanım, hıç­ kırıklarını zapted emiyor , mendili gözlerinde, başını duvara dayamış, ağlıyordu . Cenazeyi lakayd ane seyred enler d e vardı . Fakat hassas kalpler, bu hazin merasime, bu elim feryatlara, bu dini ihtişama karşı gözlerinin yaşardığını hissediyordu. Otuz dö rt sene hilafet m a kamınd a bulunan O smanlı padişahının son merasimi, hürmetle ifa ediliyordu. "Son bir hıçkırığı andıran "Allah! Allah! " nidalarıyla tabut, türbe kapısından içeri girdi. Sultan Abdülhamid ' hürmet ve tekrim ile kabre indirildi, Osmanlı tarihinin otuz üç senelik safhası hazin bir surette nihayete erdi." " Kaynak: Ahmed Refik, · sultan Abdülhamid-i Sani'nin Naaşı ônünde · , Sultan Abdülhamid-i Sani'ye Dair, lstanbul, 1918, s.9-16.

Sultan Abdülhamid'in tören kıyafeti, kılıcı ve çizmesi. (Yıldız Müzesi)


.. Yuz

I .. OJ/l dört yı once ..... . ... . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... .

Abd ullahAKAR

..

Hanya -

GİRİT

Ko r don Boyu -

(1895)

İZMİR

(1895)

YEDİKITA ! Şubat 2010 49


Mescidi Konya'da Mihrabı Almanya'da Selçuklu devri çini Beyhekim Mescidi

mihraplarının

mihrabı,

yurt

ülkemizdeki son

dışına kaçırılmış

olan

şaheseri

olan

diğer değerli

eserlerimizle maalesef aynı kaderi paylaşmıştır. Tunahan DİKMEN

T

arih ve kültürümüze ait eserler bakımından çok zengin bir geçmişe sahibiz. Osmanlılar, Selçuklular ve beyliklerden günümüze kadar gelebilen birçok tarilu eser yurt dışında müzelerde sergilenmekte, bir kısmı da bazı şahısların koleksiyonlarında bulwımaktadır. Müzelerin dışında kalan eserler çoğu zaman müzayedelerde satılmaktadır. Bu eserlerin büyük bir kısmı ilıraç edilen mallardan, Osmanlı Sarayı'n­ dan gönderilen hediyelerden, savaş alanlarında bırakılan malzemelerden oluşmaktadır. Ayrıca bazıları kaçırma, yağmalama, yerlerinden sökülme gibi değişik yollarla yurt dışındaki müzelere ve müzayedelere girmiştir. Bu değerli eserlerden bir tanesi de yerinden sökülerek Konya'dan Almanya'ya götürülmüş, 13. yüzyıl Selçuklu devri eserlerinden olan Beyhekim Mescidi'nin mozaik-çini milırabıdır. Bu muhteşem milırab şu anda Almanya'nın Bedin şehrin­ deki Pergamon (Bergama) Müze-

50 YEDİKITA /Şubat 2010

Beyhekim Mescidi, Konya si'nde, İslanu Eserler Bölümü'nün Konya Salonu'nda bulunmaktadır. Eskiden mihrabın bulunduğu Beyhekim Mescidi, Selçuklu Sarayı' nın baş hekimi, aynı zamanda Mevlana Celaleddin-i Rumi ve ailesinin de saygı duyduğu doktorları olan Nalıçıvanlı Hekim Ekmelüddin tarafından yaptırılmıştır. Mescide is-

mini veren Beyhekim'in, Mevlana'nın vefatına kadar onun hekimliğini yaptığı söylenmektedir. Kitabesi günümüze kadar gelememiş olan Beyhekim Mescidi ve Türbesi, kubbeli bir ibadet mahalli ile ona bitişik üç bölümden meydana gelir. İçeriye girildiği zaman mescidin doğu cephesinin oldukça itinalı bir


kesme taş işçiliğine sahip olduğu görülür. Girişin sağ tarafında Hekim Ekmelüddin'in türbesi vardır. Mescidin içi, kubbesi, türbe kısmındaki kapılar çini kaplı iken şu anda bu çiniler dökülmüş durumdadır. Duvarlardaki izlerden ve pek az kalan nun1w1elerden, çevresinin önceden çinilerle kaplı olduğu anlaşılı11ak­ tadır. İbadet mekanı kareye yakın dikdörtgen planlıdır ve üzerini tuğladan bir kubbe örter. Kubbenin ortasında çinili bir göbek, çevresinde de motifler ve çiçekli bir kufi yazı bulw1maktadır. Türk ağaç işçiliği ve oymacılığının mükemmel örneklerinden biri olan bu güzel mescidin al1şap kapı ve pencere kanatları , Konya'daki Selçuklu D evri Taş ve Ahşap Eserleri Müzesi'ndedir. Mescidin en önemli kısmı, mozaik-çini tekniğinde yapıl­ mış, levhalarla kaplı olan, yazı ve desenlerle süslü mihrabı­ dır. Selçuklu devri çini mihraplarının ülkemizdeki son şaheseri o lan bu mihrap, kaçı­ rılmış olan diğer değerli eserlerimizle maalesef aynı kaderi paylaşmıştır.

Sanat tarihçilerine göre, Friedrick Barbarosa isimli bir dip lomat, 1800'lü yılların sonunda mihrabı parça parça yurtdışına taşımıştır. Friedrick, Konya'yı turist olarak birkaç kez ziyaret etıniş ve bu ziyaretleri sırasında gözünü Beyhekim Mescdini' nin mihrap ve kıble duvarındaki çinilere dikmiştir. Nihayet, yaptığı keşiflerden sonra çinileri numaralandırmış, ardından da maalesef cami imamının yardımıyla ve yüksek yevmiye verdiği amelelerle çinileri yerinden söküp Berlin'e ka-

Beyhekim Mescidi'nin mihrabı, Berlin - Almanya çırmıştır. Dalla sonra Pergamon M üzesi' ne intikal eden çiniler, son yıllarda gördüğü ilgiden dolayı iyi bir şekilde restore edilmiş ve müze içerisinde başköşeye yerleştirilmiştir. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde bulunan m üzelerde ve koleksiyonlarda Anadolu kökenli birçok eser bulunınaktadır. Hatta yurt dı-

şındaki müzelerde bulunan tarihi eserlerimizin sayısı , hemen hemen Türkiye müzelerinde bulunan eserlerin sayısına yakındır. Bu acı gerçek, konu üzerinde ne kadar araştır­ ma ve çalışma yapılması gerektiğini göstermektedir. G Kaynaklar: Mehmet ônder, Yurtd ışı Müzelerinde Türk Eserleri, Kültür Bakanlığ ı Yayı nları, Ankara 1989; Short Guide Pergamon Museum / Max Kunze.

YEDİKITA /Şubat 2010 51


Hayvanın leşini şehre

getirip içini samonlo dolduran dört avcı, 50 kuruşa holka gösteriyor



Asya'nın Ülke adı: Hinoistan Cumhuriye tı Yüzölçümü: 3.287.590 km 2 Sahil şeridi: 7.000 km Diller: lngilizce, Hintçe, Bengali (resmi), Telugu (resmi), Marathi (resmi), Tamil (resmi), Urdu (resmi), Gujarati (resmi), Malayalam (resmi), Kannada (resmi), Oriya

(resmi), Punjabi (resmi), Assamese (resmi), Kashmiri (resmi), Sindhi (resmi), Sanskrit (resmi), Hindustani. Din: Hindu % 80.3, Müslüman % 13, diğer % 6.7 (2000). Hindistan'da yaşayan Müslümanların % 90'ı Sünnıolup çoğunluğu Hanefi, az bir kısmı da Şafii 'dir. Nüfus: 1.166.079.217 (Temmuz 2009 verileri) Başkent: Yeni Delhi Yönetim biçimi: Parlamenter Federal Cumhuriyet İdari bölümler: 28 eyalet ve 7 birleşik bölge. Milli bayram: Cu mhuriyet günü, 26 Ocak (1950) Bağımsızlık günü: 15 Ağustos 1947 (İngiltere'den) Para birimi: Hindistan Rupisi (JNR) Telefon kodu: 91 lnternet kısaltması : .in İklimi : Güneyde tropikal musondan, kuzeydeki ılıman iklime kadar çeşitlil ik görülmektedir. Tarım ve hayvancılık: Pirinç, buğday, pamuk, hint keneviri, çay, şekerkamışı, patates, büyükbaş hayvan, su bufalosu, keçi, koyun, kümes hayvanları, balık. Doğa l kaynakları: Kömür, demir, manganez, mika, boksit, titanyum, krom, doğalgaz, elmas, petrol, kireçtaşı, işlenebi l ir arazi Konum: Güney Asya, Arap Denizi ve Bengal Körfezi kıyısında, Burma ile Pakistan arası nda yer almaktadır.

54 YEDİKITA / Şubat 2010

••

Renkli Ulkesi İ smai l KAHRAMAN/ Ebu l Faruk ÖNAL

Y

edikıta

bu ay yanın

Dergisi olarak dündiğer ucuna,

rotamızı

Güney Asya'nın renkli ülkesi Hindistan'a çeviriyoruz. Hindistan, Umman Denizi'yle Bengal Körfezi arasında, kuzeyde Himalaya sıradağlarından güneyde Hint Okyanusu'na doğru gi-

derek daralan bir üçgen biçiminde uzanır. Dünyanın en geniş topraklara sahip yedinci ülkesi bu yeşil yarımada, aynı zamanda dünyanın en kalabalık ikinci ülkesidir. Hindistan yarımadası; baharat ve ipek yolları üzerinde yer alması ve kıymetli taş ve madenlere sahip olması sebe-


biyle, çok eski tarihlerden beri gözlerin devamlı üzerinde olduğu esrarlı ve zengin bir ülkedir. Çok uzun ve karmaşık siyasi tarihi boyunca genellikle parçalanmış bir manzara sergileyen bu geniş topraklar üzerinde bugün Hindistan, Pakistan , Bangladeş, Myanmar ve Sri Lanka bulunmaktadır. Tabii kaynaklar bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Hindistan'ın dörtte biri ormanlarla kaplıdır. Hindistan'ın dağlık bölgeleri ve balta girmemiş orman lan; her çeşit vahşi hayvan, nesli tükenmek üzere olan ve dünyada pek nadir görülen hayvan çeşitlerine sahiptir. Tarihle tabiatın tam bir uyum içerisinde bulunduğu bir ülke olan Hindistan, mimari açıdan da birçok güzel esere ev sahipliği yapmaktadır. Bunlardan Tac Mahal, dünyanın en çok bilinen ve ziyaret edilen eserleri arasında yer alıyor.

nedanlığı,

Osmanlı'nın

Hindistan Siyaseti ve İngilizler Osmanlıların

Hindistan' daki Müslüman devletlerle olan ilişkileri 15 . yüzyıla kadar gitmektedir. Bu hususta ilk adımı atan Behmeni ha-

Tarihle

tabiatın

tam bir

uywn içerisinde bulunduğu

bir ülke olan Hin-

distan, mimari

açıdan

da birçok güzel esere ev sahipliği yapmaktadır.

Bunlardan Tac Mahal, dünyanın

en çok bilinen

ve ziyaret edilen eserleri arasında yer

alıyor.

Fatih Sultan Mehmed'e bir mektup göndererek iyi ilişkiler kurmak isteklerini bildirmişlerdir. 16. yüzyılda Gücerat hükümdarı da halife olarak hitap ettiği Yavuz Sultan Selim'e gönderdiği mektupta, kazandığı zaferlerden dolayı tebriklerini iletmiş ve Hint Okyanusu'ndaki Portekiz tehdidine karşı da yardımlarını istemiştir. Bunun üzerine Osmanlılar Hadım Süleyman Paşa idaresindeki bir filoyu 1538'de Süveyş'ten çıkararak Portekizlilerin üzerine göndermiştir. Hindistan tarihinde çok önemli bir yeri olan Babürlüler Devleti ile Osmanlıların siyasi ilişkileri ise genelde durgun geçmiştir. Bunda iki devletin sınırlarının coğrafi olarak birbirinden uzak olması yanın­ da, Hindistan bölgesinde yaşanan siyasi kargaşanın da etkisi büyüktür. Babürlüler, güçlü oldukları dönemde Sünni Müslümanların liderliğine soyunurken; Safevi tehlikesi belirdiği zamanlarda ise Özbek-


Osmanlı - Babürlü

ittifakını

kurma yoluna gitmişlerdir. Zira o tarihlerde bugünkü İran topraklarında bulunan Safeviler, Doğu'da Babürlü, Batı'da da Osmanlılar için büyük bir tehlikeydi. Özbek - Osman lı - Babürlü ittifakını

gerçekleştirmek

için Sultan Dördüncü Murad'ın Bağdat seferi sırasın­ da Osmanlı ordugahına bir elçi ve mektup gönderen Babür hükümdarı, Sultan Murad'ın Bağdat'ı fethetmesini isteyip, kendisinin de Kandehar ve Horasan'a sefer düzenleyeceğini bildiriyor, böylece doğuda Babürlüler, batıda Osmanlılar tarafından

o lan

sıkıştırılacak

Safevıler'in

kalkacağını

hem de Osmanlılar için tehlikeli olmaya başlamışlardı. Nitekim AvşarWarın ilk hükümdarı Na.._./ _..,, #-...,~ .. dir Şah, Hindistan üzerine yü.~-.ı~ rüdü ve Babürlüleri yendi. \t. .. .. ~..,,.-"' -"' · 4. ~P Hindistan dönüşünde bu zafe_,· CJ_,,.:ı:ı .· __;.ı/.,;. rini Osmanlılara bildirdi. Bu sı,.,,., ...,..,,. rada Nadir Şalı'a karşı destek ;,,,r.:,,.,-y.:ı ~ arayışında olan Babürlüler, Os_..ı;/'J , ,, /.~-. .....:ı,· manlılarla diplomatik ilişkileri -~·~.,,.,. '"1 gu··çlendirmek amacıyla 1744'te ,;: .,ıy,,ı, Sultan Birinci Malımud'a bir elçi ,/~;,y~ ,J.· _,k.,. .· _,.,..;,/v•• göndererek; coğrafi uzaklığın iki -;;;:>J,::: devlet arasındaki dostluk ilişkisini ı1":;;'.; zedelememesini ve bu dostluğun #~açık olarak ilan edilmesini istedi . ._.;Aıı.'l.;.,ı,... ·--., -,- -;::~::::::-:-------J Fakat bu teşebbüslerden aradaki _ı,. ...., ... .._,. ~-"':...lr+-'0..-.........,,.- . . . . ._.ı;...,,.,c _.., ~'-• w,.;.,,~.,_,., , ~-...,~,·-•.ıt · • .,.,~.:..;...,.,__.. ""'·.A,..,,·~,..,-..:r.4 , -~ . mesafenin uzunluğu ve bilhassa l'•-~ı:4 ~(1"6,, . ~, .:.Jd'J. ~ ~"J. .:J,' · ~•"-'.:.. 1r,,t:...,.ıı.,t.. .. , . ":.~,..,µ,ı'l':e.._ İran'ın daima karışıklık çıkarması __ıi/.ı.ı..),.,...,..,,,,.,.J.,JJ,.J,,•.,.xıı.,:. "7'.u-7 .\........_ •.,.._ ·""·--'-~..;...,.,,.:L.. -r.-- ,,,.,'l"'·""'f/"-".,:.;,., sebebiyle istenen neticeler tam ola.......,....._ ""'it'.:."'. ,_;.,.,,'--:"'~·~Z:..,..·~...ı :ıt.,.,ı,,,~:J. .ı:ı..-"'1,1'.,(~JJ".,ç~ ·~~.,•...,..•.ı...4',_ · rak alınamadı.

.

-.J~

ortadan söylüyordu.

Coğrafi Uzaklık Dostluğa

Engel Olmasın 1730'lara gelindiğinde İran'da Safevi: hanedanının yerini alan AvşarWar, zamanla hem Babürlüler ve

56 YEDİKITA / Şubat 20 10

f

. , . , . . ~ ~ • • .,. .

\

,.,,.,,,,..,.. _ ,

....

~~ \ ~•.,;_,,;,~4.;J....,.+F.ıh,

~~~·,:,;~~1t~·-=u+ tJ

~-,,~--,..:.:.:.·ı,J ::.:;,•'.:.: ·~:.:·'::: --:":.;ı'·t:!~..

Hindistan Müslüınanlannın Doksanüç Harbi sırasında Osmanlı Devleti'ne yaptık­ ları yardımların

listesini

gösteren Defter-i İane-i Hindiyye'nin ilk sayfaları

Babürlüler yıkıldıktan sonra ise Güney Hindistan'daki Müslüman sultanlıklarla Osmanlıların diplomatik ilişkileri devam etti. İngilizler'in bölgeye yerleşmeleri üzerine Hindistan sultanlıkları Osmanlı'dan yardım istediler ve 1784 ile 1786'da İs­ tanbul'a kalabalık heyetler gönderdiler. Özellikle 700 kişiden oluşan ikinci heyet uzun süren görüşmeler yaptı. Ancak bir müddet sonra Hin-


Bombay dünyanın en kalabalık üçüncü Ada üzerine kurulu olan bu şehirde 20 milyon insan yaşar.

distan' da İngiliz hakimiyetinin tamamen yayılması ve sultanlıklann İngilizlerin himayesine girmesiyle, artık OsmanWarla diplomatik ilişki kuracak bir sultanlık da kalmadı. 19. yüzyılın başından itibaren İngilizlerin Hindistan'a fiilen hakim olmasıyla ortaya çıkan yeni durum, özellikle Müslümanlar üzerinde derin tesirler uyandırdı. İngiliz hakimiyeti, Müslümanlar için tarihlerinde ilk defa siyası hakimiyetin kaybedilmesi manasına geliyordu. Bu durum Hint Müslümanlarını OsmanWara daha fazla yakınlaşmaya sevk etti. Osmanlı da Bombay ve Kalküta'da konsolosluk açarak bu yakınlığı kuvvetlendirdi. Ayrıca İngiliz baskısından dolayı Osmanlı 'ya sığınan Hindistanlı ulemanın faaliyetleri yanında, gelişen haberleşme ve ulaşım imkanları da Hindistan Müslümanları üzerinde Osmanlı muhabbetinin artmasını sağlamıştır. 1853'te Ruslarla yapılan Kırım Savaşı ve yine Ruslarla yapılan Doksanüç Harbi sırasında Osmanlı ordusu için yardım toplayan Hindistan Müslümanları, İngiltere hükümeti nez-

şehridir.

dinde müracaatlarda bulunmak ve Osmanlı lehinde gösteriler yapmak gibi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bilahare, 1897 Yunan Savaşı ile Hicaz Demiryolu'nun inşası sıra­ sında da büyük meblağlarda yardım göndermişlerdir. Onlar, İslam dünyasının ümidi o lan halifenin idaresindeki son Müslüman devletine yardım edilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Çünkü Osmanlılar da ortadan kalkarsa İslam' ın geleceğinin tehlikeye girebileceğini düşünüyorlardı.

Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinde Osmanlı Devleti'nin Hindistan' a yönelik faaliyetleri genelde ulema ve nüfuzlu kimselerle görüş­ mek, gazeteler yoluyla Müslümanlar lehinde faaliyet yapmak, konsoloslar vasıtasıyla kamuoyu oluşturmak, tarikat şeyhleriyle münasebet kurmak ve hac gibi çalışmalarda yoğunlaşmıştır. İngilizler de Hindistan' daki Osmanlı sevgisinden tedirgin olarak, gelişmelere karşı tedbir almak için bazı İstanbul gazetelerinin ülkeye girişini yasaklamışlar, Osmanlı vatarı­ daşlarının

faaliyetlerini kontrol altın­ da tutmuşlar ve konsoloslukların

çalışmalarına kısıtlamalar getirmişler­

dir. Bunlara rağmen, Sultan İkinci Abdülharnid'in şahsına karşı da büyük bir saygı ve bağlılık oluşmuş, hatta tahttan indirilmesi üzerine büyük bir şaşkınlık yaşannuş, Hintli Müslümanlar bir süre bu gelişmeleri kabul etmediklerini açıklamışlardır. Bütün bu gelişmelere rağmen Hintli Müslümanlar, Trablusgarp ve Balkan savaşları sırasında Osmanlılar için yardım toplayıp gösteriler yapmışlar, hatta bir sağlık ekibi oluştura­ rak Osmanlı'ya göndermişlerdir. Birinci Dünya Savaşı'nda Hindistan Müslümanları Osmanlı'dan yana tavır koyunca, İngilizler de Müslümanların mukaddes beldeleri ve hilafetin durumuyla ilgili teminatlar vererek halkı sakinleştirmeye çalışmış­ lardır. Savaştan sonra, Osmanlı Devleti'nin durumunun tartışıldığı günlerde Hindistarı Müslümanları yine yoğun bir kampanya ile İngilizlere, savaş sırasında verdikleri sözleri yerine getirmeleri konusunda baskı yapmışlar, Sevr sonrasında ise Anadolu'da başlayan mücadeleye de mali destek sağlamışlardır. YEDİKITA / Şubat 20 10 57


Hümayun

Hümayun

Şah

Şah

Türbesi

(1508-1556) Hindistan'daki Büyük Gürganiyye Devleti (Babürlüler) (1526-1858)

hükümdarlarındandır.

Devletin kurucusu Babür Şah'ın Malum Begüm'den doğan büyük

oğludur.

Hindistan Tarihinin Dönüm Noktaları * Miladi 710'da Emevi Kumandanı

Muhammed b. Kasım HindisSind bölgesini fethetti.

tan'ın

*

10. yüzyılda Gazneli Mahmud, Hindistan'a on yedi sefer düzenleyerek birçok şehri fethetti.

*

12. yüzyılda Gurlular, Hindistan'daki Gazneli hakimiyetine son verdi.

* 1206'da Delhi Sultanlığı kum1duktan sonra merkezi idare geleneği geliştirilmiş, ilim ve kültür sahasında önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

* 13. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar Halaci, Tuğluk, Seyyid ve Ludi hanedanlıkları Hindistan hakimiyetini ellerinde tuttular. 15. yüzyıl başlarında bir ara Timur Han Hindistan'ın bir kısmı­

*

nı topraklarına kattı.

*

1526'da Babür Şah tarafın ­ dan Babürlü Devleti kuruldu. İngi 58 YEDİKITA / Şubat 20 10

*

18.

yüzyıl ortalarına

gelindi-

!izlerin Hindistan'ı işgaline kadar, 342 sene varlığım sürdürdü.

ğinde İngilizler, ülkenin siyasi ve

* 17. yüzyılda Babürlü hüküm-

idari yönetiminde söz sahibi oldular.

darı Şah

Cihan devrinde Hint-Türk mimari üslubu büyük bir gelişme gösterdi. Bu üslubun doruk noktasııu teşkil eden Tac Mahal, hem san at açısından hem de estetik bakımdan görülmeye değer tam bir şaheserdir. Ayrıca Delhi'deki Lal Kale ve Cuma Camii de bu dönemin ihtişanunı yansıtan en önemli eserlerdendir.

* 1707'de ölen Sultan Evrengzib'in zamanında Babürlüler en parlak devirlerini yaşamış ve büyük devlet vasfını kazanmışlardır.

* 17. yüzyıldan itibaren Hollandalı ve İngiliz tüccarlar buralarda tica-

ri üsler kurdular, ticari menfaatlerini silahla koruma yolw1a giderek bağım­ sız ticaret merkezleri oluşturdular.

* 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Kuzey Hindistan'ın büyük kısnunın kontrolünü ele geçiren İngilizler, sonraki otuz

yıl

içerisinde bütün

Hindistan'ı

fiilen hakimiyetleri altına aldılar.

* 1857'de İngilizlere karşı baş­ latılan ayaklanmanın bastırılmasın -

dan sonra ülke yönetimi Londra'ya

doğrudan

bağlandı.

*

1906'da Hindistan Müslümanları Birliği kuruldu.

*

1919'da Gandhi ile birlikte Hindistan' da pasif direnme ve protesto h areketlerine

*

başlandı.

1928'de Hindistan taslağı ilan edildi.

anayasası

* İngilizler, Birinci Dünya Sava-


Cuma Camii

Cuma Camii'nde bayram namazı. 1650'de Şah Cihan tarafından sarayı (Kırmızı Kale'yi) tamamlayıcı bir yapı olarak bina edilmiş olan cami, Hindistan'm en büyük camisidir.

şı'nda

Hint Müslümanları Osmanlı­ lardan yana tavır takınınca onların tepkisini yumuşatmak için Osmanlı Devleti'ne, halife ve mukaddes toprakların durwnlarında bir değişiklik olmayacağı teminatını verdi.

* 1935 'te ilk anayasa kabul edilerek parlamenter düzen kuruldu ve iki yıl sonra seçimler yapıldı . * 18 Temmuz 1947'de Hindistan, tam bağımsızlığını kazanarak dünya devletleri tarafından tanındı.

*

26 Ocak 1950 'de Hindistan Birliği olan devletin ismi, bugün de kullanılan Hindistan Cumhuriyeti olarak değiştirildi.

* tan

1971 'de Hindistan ile Pakis-

arasında savaş çıktı . YEDİKITA / Şubat 2010 59



Hindistan'ın Manevi İklimi Medeniyetlerin kavşak noktası olan Hindistan'da Babürlüler devrinde yüzlerce büyük İslam alimi yetişmiştir. Bu büyük alimlerden en meşhurları şunlardır: İmam-ı Rabbanı

(k.s. ), Muhammed Ma'sum Faruki (k.s.), Ubeydullah-ı Ahrar (k.s. ), Muhammed Zahid (k.s. ), Derviş

Muhammed (k.s.), Muhammed Bakı­ billah (k.s. ), Nur Muhammed Bedvaıu (k.s.), Mazhar-ı Can-ı Canan (k.s.), Senaullah-ı Dehlevı, Abdullah Dehlevı (k.s. ), Abdülhak Dehlevı, Abdülaziz Dehlevı, Mulııüddın Çeşô, Şeyh Nizam, Şeyh Vedhüddın, Kadı Muhammed Hüseyin, Molla Hamid,

İmam-ı Rabbani Hazretleri'nin Türbesi 1564'te (H . 971 ) Serhend'de doğan İmam-ı Rabbani Hazretleri, Silsile-i Sadat-ı Nakşibendiyye'nin yirmi üçüncü halkasıdır. Hicri ikinci bin yılın müceddidi (yenileyicisi) olduğu için "Müceddid-i Elf-i

Şeyh

Celaleddin Muhammed.

İslan1 aleminde Endonezya'dan

sonra en fazla

Müslüman'ın yaşadığı

Hindistan'da Müslüman halkın % 90 'ı Sünni olup çoğunluğu Hanefi mezhebine, az bir kısmı da Şafii mezhebine mensuptur.

Sani" diye anılmıştır. İm am-ı Rabbani H azretleri; devrinde Hindistan ve çevresinde yayılmış olan sa pık fikirleri, bozuk itikatları, bid'atleri t emizleyip , İslam dinini ihya ederek Ehl-i Sünnet ve'l-Cem aat itikadını yaymıştır.

Muhammed Bakibillah Hazretleri'nin Türbesi, Kutabrol - Delhi / HİNDİSTAN: Silsile-i Sadat'ın yirmi ikinci halkası, İmam-ı Rabbaıu Ahmed-i Farfilc-i Serhendı Hazretleri'nin üstazıdır. YEDİKITA / Şubat 20 10 61


Hindistan'da Tabiattan Binbir Renk Ülke topraklarının % 22'si ormanlıktır. Özellikle dağlık bölgelerde ve balta girmemiş ormanlarda çok çeşitli vahşi hayvanlar yaşamaktadır.

en meşhur meyvesi olan mango. Hindistan, dünyanın en büyük mango üreten ve ihrac eden ülkesi. A, C ve D vitaminleri bakımından zengin olan meyve, taze olarak yenir ya da olgunlaşmadan toplanarak reçeli veya turşusu yapılır. G Hindistanın

62 YEDİKITA /Şubat 2010


<:Nüktedan

Sabri METiN

En

Hızlı Koşan

At

Peçenekler 1087'de Bizans'ı büyük bir mağlu­ biyete uğratmışlardı. Buna rağmen İmparator Alexi Kommenos bu yenilginin intikamını almak maksadıyla tekrar Peçenekler üzerine yürümeye karar vermişti. General Bryennios ise aynı fikirde değildi. İmparator, bunw1 sebebini sorunca general şöyle dedi: "Efendim, Peçenekler üzerine gitmeyi tavsiye etmem. Eğer bunu yaparsanız atların arasında en hızlı koşanın hangisi olduğunu görebileceksiniz." İmparator bu sözlerden bir şey anlamadığını söyleyince general: "Başta siz, bütün Bizans ordusu Peçeneklerden kaçarken daha iyi göreceksiniz." dedi.

Gazeteler

Nasıl

Yazar?

Üç hırsız banka soygunundan sonra kaçarak ormanda buluşmuşlar ... Biri: "Hadi, şu parayı sayalım ... " demiş. İkincisi: "Boşver, nasıl

olsa yarın gazeteler yazar, ne kadar olduğunu öğreniriz" diyerek itiraz etmiş ... Üçüncüsü ileri atılmış: "Olur mu öyle şey, hemen sayalım ... Yarın her gazete ayrı ayrı şeyler yazar, birbirimize gireriz!"

Al Altınlarını, Ver Uykumu Zamanın

birinde birisi çok fakir, diğeri ise çok zengin iki komşu varnuş. Fakir, ayakkabı tanın ederek geçimini zorla kazanıyor, geceleri rahat uyuyormuş. Bir sıkıntısı, düşüncesi, kederi yokmuş. Zengin ise her gün çok kazanıp az yiyor, geceleri uyku tutmuyor, düşünce ve tasa içinde dolaşıyormuş. Zengin komşu, fakir komşusunun halini gördükçe imreniyormuş. Onun bu rahatlığının sebeplerini araştır­ maya başlamış. Sonunda komşusunun mal derdi olmadığına hükmederek, kendisini hasta eden ve uyutmayan şeyden emin olmak için komşusunun yanına gitmiş. "Biz yılların komşusuyuz, hakkımız geçmiştir." diyerek fakir komşusuna 100 altın hediye etmiş. Bu kadar parayı bir arada görmemiş olan adam çok şa­ şırmış. Düşünüp, taşındıktan sonra parayı bir küçük kuyu kazarak, evin içinde saklamaya karar vermiş. Daha sonra, bu para ile neler yapabileceğini düşünerek gece yarılarına kadar oyalanmış . Birden bire birisinin kuyu kazarak paralarını çalacağı aklına gelmiş ... Yerinden kalkmış, evinin içinde kazdığı kuyuyu yeniden kazarak, paraları çıkarıp bir güzel saymış. Tekrar gömüp yatmaya gitmiş . Fakat gözüne bir türlü uyku girmiyormuş. Bu hal günlerce devam etmiş. Fakir adam az yemeye, az yatmaya, dertli dertli dolaşmaya başlamış ... Ne yapacağını bir türlü kestirememiş . Zengin komşu, fakirin bu halini görünce, kendisini malın rahatsız ettiğini anlamış. Fakir de bu hale nasıl düş­ tüğünü fark ederek, altınları sahibine geri verirse kendisine gelen dertlerin de beraber gideceğine hükmetmiş. Hemen yerinden kalkarak, sakladığı altınları yanına almış ve zen-

Zengin komşu kapıya gelince elindeki altın kesesini uzatarak: "Al komşum ... Al altınlarını da geri ver uykumu ve rahatınu ... " demiş.

YEDİKITA / Şubat 20 1O 63


Hüseyin Paşa'ya Neden 11 Mezemorta" denildi? Soner DEMİRSOY

o

smanlı

devlet adamlaruun başta sadrazamlar olmak üzere neredeyse tamamının bir veya birden fazla lakabı bulunmaktadır.

Bu şekilde lakap

marta Hüseyin Hüseyin

takılan

bir şahsiyet de Meze-

Paşa'dır.

Paşa'nın Moritanyalı

veya Mayorka asıllı olabileceği tahmin edilmektedir. Gençliğin­ de Osmanlı Devleti'nin Garp Ocakları'na mensup bir denizci olarak İspanyollara karşı girişilen bir savaşta, sekiz on yerinden aldığı darbelerle ağır yaralanmış ve öldü zannedilmişti. Fakat bir müddet sonra iyileşmesi üzerine kendisine İtal­ yancada "yarı ölü" manasına gelen "Mezzomorto" kelimesinden bozma "Mezemorta" lakap olarak verilmiştir. On yedi yıl gibi uzun bir vakit esaret hayatı yaşayan Hüseyin ğı serbest bırakılmıştır.

Paşa,

fidye

karşılı­

Hüseyin Paşa, Karlofça Antlaşması'ndan sonra Akdeniz'deki korsanları temizlemekle görevlendirildi. 21 Mayıs 170l'de donanmayla denize açıldı ve Ağustos 170l'de Pera Adası'nda vefat etti. Dokuz gün sonra Sakız'a getirilerek defnedildiği haberi İstanbul'a ulaştı. Mezarının Eğri­ boz'da

olduğu

rivayeti de

vardır.

Kaynaklar: Mehmet lpşirli, "Osmanlı'da Lakap· , DIA, c. 27, Ankara 2003; idris Bostan, • Mezemorta Hüseyin Paşa·, DIA, c. 29, Ankara 2004, s. 524; lsmail Hami Da· nişmend, izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 5, lstanbul 1971.

64 YEDİKITA !Şubat 2010


"Lakap, onu taşıyan kişiye uygun olmalıdır." "Lakap", bir kimseye asıl adından ayn olarak sonradan ikinci ad olarak takılan isim manasına gelmektedir. Toplum tarafından verilen bu ad, kişinin fizik ve karakterine uygun olarak yükseltmek maksadıyla söylendiği gibi .,, onu tahkir edici de olabilirdi. Bu geleneğin yaygın olduğu kültürlerde isim unutulur, lakap yaşamaya devam ederdi. Nizamülmülk, Siyasetname adlı eserinde lakaplann önemine işaretle; "Lakap onu taşıyan kişiye uygun olmalıdır. Lakaplar çoğaldıkça değerleri azalır ve itibarları kaybalur. Halife ve sultanlar bu konuda hassas ol- malıdır. " diye tavsiyede bulurırnaktadır. üsmarılı padişahlarına ait lakapların bir kısmı kendi sağlıklarında verilmişken, bir kısmı da vefatlarından sonra, aynı adı taşıyan diğer padişahlardan ayırt edilmek için verilmiştir.

Sultan Birinci Murad Han için "Hüdavendigar", Birinci Bayezid için "Yıldırım" , Birinci Se1 lirn için "Yavuz" lakaplan gibi. I Lakaplar coğrafyanın değişmesiyle TürkI çeden Arapça ve Farsçaya da dönüşebiliyordu. Mesela Konya yöresindeki "Kemikoğulla­ 1n" ailesinin Şam'a yerleşince aynı manaya gelen "Azmzadeler" lakabını alması gibi. Şahıslara, baba meslekleri ve kendi mensubu bulundukları meslek grubunu ifade ı eden isimler lakap olarak verilebiliyordu. .-,,,Bazı şahıslara lakaplar, başlarından ge1 çen önemli hadiselere istinaden de verileı biliyordu. Arıadolu' da kısmen de olsa bu gelenek devam etmektedir. Günümüzde her ailenin bir soyadı olduğu gibi bir de sülaleyi temsil eden ı lakabı bulurırnaktadır. G~ 1

·.:::..,;;.,_ _ _ _....;;,--..=-.-..-............,..-.;,.~-........--.,,ıı "'ı.::,___....,,=..,..._-.;;.,_..~........- - - - ~ ' - - . : :~,

dal

Mezemorta Hüseyin Paşa'nın Koyuna

arı

Muharebesi'ni (1695) gösteren bir tablo YED1KITA / Şubat 2010 65


SULTAN HAMiD OÜSERKFN

·-·.. ....... .,..,.,.

llAIIIMT YAYIMI.Aal L

f.

ISfANIUl.

Tarihm

Okuyorsunuz

Romanm aşanılan

tarihten iz kalmamışsa, o bizim için adeta yok gibidir ... " Zira, tarihin izinin silinmesi, tarih bilgisinin ortadan kalkması, tarihin günümüzde hükmünün olmaması demektir. Bununla birlikte bu eksiklik, bilgiyi müspet yahut menfi şekilde kullanma gücünden bizi mahrum edecektir. Bu hem fertler, hem milletler için telafisi mümkün olmayan bir kayıptır. Bu kaybın nelere mal olacağı çok eski devirlerden beri milletimizce de anlaşılmıştır ki, Göktürk abidelerini bunun en mühim bir göstergesi sayabiliriz. Öte yandan tarih bilgisi, bu günkü manada tarih ilminin bir meselesi gibi görünmekle birlikte,

Y

66

YEDİKITA !Şubat 2010

Tarihi romanlar, daha önceki Battalnameler 1 Saltuknameler gibi edebi türlerden farklı değildir. Belki bu sebeple bizler, tarihi romanlardan, bu gibi eserlerin vaktiyle üstlendikleri vazifeyi üstlenmesini bekleriz. Fakat unuttuğumuz bir nokta vardır. Temelinde modernite olan ve sürekli değişebilen bu tür, bizim bu isteğimizi karşıla­ makla yükümlü müdür?

A. AKDAG bıunınla suurlı olamaz. Zira bu bilgiye sahip olmanın asıl gayesi, bununla milli şuuru oluşturmak ve geleceğin inşasında bu tecrübeden faydalanmaktır.

Bunun yapılabilmesi için, tarih bilgisi asırlarca edebiyatla yoğrula­ gelmiştir. Bir manada tarih, edebi türlerin kalıpları içerisinde yeniden şekillenmiş, bu şuuru oluşturacak ve aşılayacak formlar haline gelmiştir. Bizde D ede Korkut destanı hikayeleri, Gazavatnameler, Saltuknameler, Menakıbnameler, Battalı1ameler hep bu gayeye hizmet etıniş ve halk içinde, zamanla çeşitlenmelere uğra­ yarak yüzyıllarca yaşamış eserlerdir. Bu eserler sözlü kültür içinde doğ-


muş ve hitap ettiği kimselerin dinihamasi duygularını tatmin etmiş, geliştirmiş, tecrübe intikali sağlamış, şecaat aşılamıştır. Zahiren, bir kahraman etrafında onun zaferlerini, maceralarını anlatan bu tarz eserlerde, aynı zamanda ve daha önemli olarak milletin örf, adet, muaşeret, inanç hususları yansıtılır. Hikayeleş­ tirme usulü ile anlatıldıkları için de geniş kitlelerce dinlenmeye ve anla-

J,' ;~

şılmaya elverişlidirler.

Bugün, tahkiye söz konusu olduğunda aklımıza ilk gelen edebi tür kuşkusuz romandır. Tarihle iliş­ kisi olmak cihetiyle de direkt tarihl romanı hatırlarız .

Tarihi roman bir türdür ve her tür, onu yazanın elinde şekillenir. Kalem sahibinin hakimiyetinde, tarihi şahsiyetler ve hadiseler öyle bir şekilde bir araya getirilebilir ki, bir milleti şaha kaldıracak bir "milli romantizm" o eserde tecessüm edebilir. Peki nedir tarihl roman? "Tarihl roman, temelleri maziye dayanan yani başlangıcı ve sonucu geçmiş zaman içinde gerçekleşmiş olan hadiselerin, devirlerin ve bu devirlerde yaşamış kahramanların hayat hikayelerinin edebi ölçüler içerisinde yeniden inşa edilmesidir." Tarif itibariyle, "ihtiva ettiği hususlar bakımından" tarihl roman, daha ö nceki Battalnameler, Saltuknameler gibi edebi türlerden farklı değildir. Belki bu sebeple bizler, tarihi romanlardan, bu gibi eserlerin vaktiyle üstlendikleri vazifeyi üstlenmesini bekleriz. İsteriz ki tarihl roman, hamasi duygularımızı tatmin etsin, bize geçmişinıizi tanıtıp sevdirsin ... Fakat unuttuğumuz bir

.....

\'

Kemal'in Cezmi'si, edebiyatımızda ilk tarihi roman olarak kabul edilir. Namık

nokta vardır. Bizatihi roman modern bir türdür. Temelinde modernite olan ve sürekli değişik akımla­ rın tesirinde bulunabilen bir tür, bizim bu isteğinıizi karşılamakla yükümlü müdür? Evet ve hayır. Evet, zira tarihl roman bir t ürdür ve her tür, onu yazanın elinde şekilleııir. Kalem salıibiııin hakinıi­ yetinde, tarihl şahsiyetler ve hadiseler öyle bir şekilde bir araya getirilebilir ki, bir milleti şaha kaldıracak bir "milli romantizm" o eserde tecessüm eder. Bir tarihl roman öyle yazılabilir ki, bilhassa gen çler, onun mücessemleştirdiği hikayede milli şuura adeta dokunur, onu koklar, duyar; kimliğini oluşturan dil, din, kültür gibi hususiyetlerin lezzetini tadar ve o eserle bir ab- ı hayat gibi yudurrılar gelecek gürılere dair iman kuvvetini. Ve hayır; zira aynı tür bunun tam tersi bir gaye ile de kullanılabi­ lir. Yazar pekala, bunun aksini yaparak, geçmişi karalamayı, nesillerin geçmişlerinden kopmalarına sebep olmayı da gaye edinmiş olabilir. Yahut da bütürı burıları bir tarafa bırakıp, yalnız işin sanat cihetine eğilir ve postmodern bir tavırla geçmişi yalnızca bir dekor olarak kullaıur. O dekor içine kendi kafasının ve sanat anlayışının meydana çıkar­ dığı karakterleri yerleştirir ve sanatı­ nı icra eder. Birkaç örnek vermeye çalışalım : Tarık Buğra'nın Osmancık adlı

Devleti'nin kuruluş yıllarını, devletin temel ilkelerini, Osman Bey'in şahsı etrafında anlatmış ve bu anlatımda 600 yıl hüküm sürecek bir devlet kadar eserini şah­ landırmıştır. Yazar, Osman Gazi'nin kendiııi arayışını anlattığı sayfalarda okuyucuyu kendiııi aramaya; devletin kuruluşunu anlatan sayfalarda ise, kendiııi bir davaya adamaya yönlendirmektedir. "Bir insan içiı1 büeseri,

Osmarılı

YEDİKITA /Şubat 2010 67


yük fakat ardarda gelecek temiz nesiller için küçük olan dünya" düşün­ cesi ile okuyucu, tıpkı Osman Gazi gibi bir silsile içinde kendisini güçlü hisseder. Osmancık, içindeki karakterler kadar okuyucusunu da şekil­ lendiren; bir anlamda kendisi de kadim nevilerirn.iz silsilesinin bugünkü devanu olan, güçlü bir eserdir. Bahaeddin Özkişi'nin Köse Kadı ve Uçtaki Adam romanları da benzer duygu ve düşüncelerle okuyucunun zihninde yer eder. Hikayede Sultan Selim Han bir Türk hanı­ nuyla evlenir; ondan bir çocuğu olacaktır. Bu evlat, sultanlığı uçlarda gayret-i diniye ve vataniye için çarpışmakta bulan Köse Kadı olarak, romanın baş kahramanı şeklin­ de karşınuza çıkar. Bu durumun tarihl gerçekliği olup olmağı bilgisini ise bize roman vermez. O sadece böyle bir karakter oluşturur ve bu karakter üzerinden uçları, uçlardaki hayatı ve İ'la-yı Kelimetullah ülküsü ile savaşlar içindeki "Osmanlı barışını" anlatır.

Anlatılan

tarihi hadise-

lerin iklimini

yaşamayan

ve hissetmeyen kalemlerce ortaya konulan eserlerin,

gerçeği

sıtabildiği

ne derece yanhep

tartışma

konusu olmuştur. İşte bu noktada belki de, tarihi hadiseleri ve karakterleri konu alan romanları, tarih kitabı

gımızı mız

gibi hissetme

yanıl­

tekrar sorgulama-

gerekiyor.

68 YEDİKITA / Şubat 20 10

tür eserlerin ve

iddiaların artması

taraftarıdır. Aynı

Okuyucu, kaynaklara dayanan tarih kitaplarıyla, hayal ürünü olan romanları ayırt etmelidir. Bir diğer misal, kanaatimce menfi kısma dahil edilebilir. Saide Kuds' un yazdığı Kimya Hatun romanı, bilhassa son zamanlarda iyice popüler hale gelen Hz. Mevlana ve Hz. Şems'in hayatlarına, o hayatların gölgesinde kalan bir kadııun bakış açısıyla nazar ettiğini savunur. Bu kişi, kitaptaki şekliyle H z. Mevlana'ıun üvey kızı Kimya Hatun'dur. Fakat roman ilerledikçe karakterler bizim hürmet ettiğimiz şalus­ lar olmaktan çıkar. Hz. Mevlan a pasif bir koca; oğullarından en sevgilisi Bahaeddin Çelebi kıskanç ve kinci, kalp kırmaktan zevk alan bir adam; diğer oğlu asi ve başkasının hanımına bakabilecek karakterde biri ve ailenin hanımları dünyanın en geri kafalı kadınlarına dönüşür. En fenası, Hz. Şems için iddia edilenlerdir ki, bunlar içinde karısını dayaktan öldürecek kadar dövebilmek, çocuk sevicisi olmak gibi özellikler vardır. Şurası da var ki, bu kitap, sürükleyici bir roman olarak okunmuş, abartılı reklamları yapıl­ mış ve ödül dahi almıştır. Ve daha önemlisi, bunda bir garabet yoktur. Zira ödülü verenler de demek ki bu

konu ülkemizde de çok rağbet görmektedir. Çok kısa aralıklarla biri Elif Şafak'a (Aşk) diğeri Ahmet Ümit'e ( Bab -ı Esrar) ait olmak üzere iki roman yayınlannuş­ tır. Bunlar da günümüz ve geçmiş arasında köprüler kurmak suretiyle, bilhassa Hz. Mevlana ve Hz. Şems ilişkisini yeni bir bakış ile yorumlanuşlardır. Her iki kitap da olumluolumsuz eleştiriler alnuştır. Dikkatli bir gözle okunduklarında, ikisinde de Hazretlerin eserlerine, menakıblarına ve İslam tasavvufuna dair birçok yanlış ve kusurlu bilgiler bulunduğu görülecektir. Anlatılan tarihi hadiselerin iklimini yaşamayan ve hissetmeyen kalemlerce ortaya konulan eserlerin, gerçeği ne derece yansıtabildiği hep tartışma konusu olmuştur. İşte bu noktada belki de, tarihl hadiseleri ve karakterleri konu alan romanları, tarih kitabı gibi hissetme yaıulgınuzı tekrar sorgulamanuz gerekiyor. Son olarak, Orhan Pamuk'un "Beniın Adıın Kımuzı" romanını

örnek olarak verelim. Bu eserde


tarih bir dekor olarak kullanılır ve bu dekor içinde minyatür sanatın­ dan kadın erkek ilişkilerine kadar geniş bir yelpazede (!) yazarın kafasındaki hika-

roman, tarih bilhassa arzeder. Okuyucu, her romamn -tarihi bir hakikati bile ele olsa- bir "yeniden inşa "

olmayan bir şekilde anlatılır. Her ne kadar tarih içinden hadiselere ve karakterlere yer verilse de, ro man sanki bir oryantalistin bir man-

ve

dır. Romaıu

da

kendi muhayyilesi yardımıyla yorumlamasından ibarettir. Bu örneklerin ardından, kanaatimizce çıkarılabilecek sonuçlar şun­

niden ölçüp şaya

okun1alı

ve o

kendi zihninde ye-

tartmalı

daha tabi

yan-

olmak zorunda-

bu gö zle

anlatılanları

olduğunun

görüşünü

dünya

sıttığının farkında

zarayı

ve bir yeni in-

tutmalıdır.

Bütün bunlar söylenirken elbet-

lardır:

1- Romanın duruşunu yazar belirler ve yazar, edebi ölçüler içinde yazma kaygısıyla istediği tarihi hadiseyi, istediği şekilde yazabilir. Roman türü buna yeterince imkan tanır. 2- Okuyucu, uyanık olmak zorundadır. Zira bu çeşit romanlardan alacağı yanlış mesaj -ki bir dekor içinde anlatılanlar zihinde daha etkili izler bırakır- doğru olan birçok mevzunun yanlış bir şekilde okuyu-

yazarının

alıyor

te cunun zihninde yer etmesine sebep olacaktır. Bu durum her ne kadar bazı yazarlar için satış rakamları kadar önemli olmasa da zihni yalan yanlışlarla çöplüğe dönen bir halk ve tahrip edilen geçmiş bakımından çök ö nem arz etmektedir. (Burada, yazar-aydın olma sorumluluklarından bahsedecek değiliz . O, bambaşka bir mevzudur zira ve ne yazık ki bir hayli ütopya aromalıdır. )

romanın

rıcılık vasfı

tesir gücü yahut inandı­ göz

tam d a bu göz

ardı

edilemez. Fakat

ardı edilemeyiş

sebe-

biyle bu konuya azamı dikkat etmek gerekir. Zira roman, hiçbir

şekilde

masum bir tür değildir. ' Kaynaklar: Mehmet Kaplan, Türk Tarihi, Kültür ve Dil, Dergah yay. , lstanbul, 1982, s. 62; Hülya Argunşah, Türk Ede·

biyatında Tarihi Roman (Türk Tarihiyle llgili),Marmara Üniversi· tesi sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, lstanbul 1990. s.1

YEDİKITA !Şubat2010

69


Tarih Laboratuarından Bir Tahlil

Ahmet TEM iZ

emizotu nedir ve ne işe yarar, sorusunun cevabını, bundan tam 103 yıl önce Hamidiye Etfal Hastanesi'nin laboratuarında yapılmış bir tahlilden öğreniyoruz. Semizotu ile ilgili, Osmanlı Arşivi'nde tespit ettiğimiz 1906 tarihli iki belgede, bu bitkinin bünyesinde ne gibi kimyevi maddelerin bulunduğu ve insan sıhhati için faydalarının neler olduğu etraflıca izah edilmektedir. Bu vesikaların biri, Hamidiye Etfal Hastanesi kimyageri Tabip Yüzbaşı Mehmed Fehmi Bey'in bu bitki hakkında yaptığı incelemeyi; diğeri ise saray kimyageri Jo zer e yaptırılan araştırmaların neticelerini

S

ıçerıyor.

O

zamanın şartlarında

ferruatlı

böyle te-

tahlillerin yapılabildiğini bizlere göstermesi bakımından büyük önem arz eden bu iki belgede, semizotu hakkında ilgi çekici bilgiler veriliyor.

19.

asrın sonlarında

Hamidiye Etfal Hastanesi

Kimyager Mehmed Fehmi Bey'in Raporu "Tahlili emir buyrulan semizotuııdan yeterli miktar alınıp en ince usullerle ve çok dikkatli bir şekilde tahlili yapıldığında aşağıdaki netice elde edildi. Semizotuııun yüzde yinni üç buçukluk kısmı posa olup bunun da büyük bölümü selülozdan ve geri kalanı balmumu, klorofil, suda erimeyen yumurta akına benzer maddeler ile kükürt, fosforit, süt, demir, kireç ve alumin tuzlarından oluşmaktadır. Yüzde yetmiş yedilik kıs­ mı da yapışkan olup

klorofil içerdiğinden yeşil renkli ve ekşi sudan ibarettir. Bu su, süzgeç kağıdından geçirilerek klorofil ve diğer maddeler ayrıldığında açık kınruzı renkli, önceki gibi ekşi ve yapışkan saf bir su elde edildi. Bu suyun yüz gram semizotuna karşılık olan kısmının fazlalıkları çı­ karılıp özü elde edildiğinde üç gram ve altmış yedi santigram olduğu görülmüştür. Bunun bir buçuk gramı fazla miktarda ikincil tartarit potasyum, ikinci derecede limonit potasyum ve ince ölçüm aletleriyle varlığı güçlükle hissedilebilen okzalik asitin potasyumlu tuzundan oluşmakta­ dır. Doksan bir santigramı yumurta akı terkibinde ve besleyici olan yapışkan (salyalı) maddelerden yani yumurta akımsıdandır. On üç santigramı glikoz ve bu sınıfa ait şekerlerden


Semizotu nedir?

~

......

Portulacca oleraceae, Purslane, Pourpier diğer isimleridir. Seınizebe,

_

Toprak üzerine yatık, yaprakları sapsız ve etli, otsu bir bitkidir. Küçük ve yuvarlak yeşil yapraklarıyla körpe kökleri yenilmektedir. C vitamini ve demir bakı­ mından zengindir. Tadı biraz mayhoştur.

"' ~ ~ '<

""t

:,..;

___________

~ ..__ cı:ı

.

ve altnuş santigranu madeni klorlardan meydana gelmektedir. Elli üç santigramının da kırmızı renkli bir madde ile azotit, kükürtlü potasyum ve sair madeni tuzlardan ibaret olduğu görülmüştür.

Netice: Semizotwıwı yüzde yirmi üçü posa, üç gram atnuş yedi santigranu öz ve yetmiş dört granu sudan ibarettir. Karar: Semizotu, terkibinde yumurta akımsı bir madde, fusfurit, demir, azotit potasyum ve sarlıoşluk verici maddeler bulwunası cihetiyle kuvvet veren, besleyici ve idrar verici bitkilerden olup ekşiliği sair bitkilere nisbeten hiç mesabesinde bulwıdu­ ğundan diyatezlerin her türlüsünde kullanılabileceğini beyan eden burapor takdim kılındı." ( Fı 13 Temmuz sene 1322 [26 Temmuz 1906] / Hamid.iye Etfal Hastanesi kimyageri tabip Yüzbaşı Mehmed Fehmi b. Rıza)

Kimyager Jozef'in Tahlili "Padişahın baştabibi

Said Paşa tarafından üzeri üç kırmızı mumla mühürsüz olarak mumlanınış bir adet zarf ulaştı. Açtığımda z içinden 220 di.dıem

Semizotu (yaklaşık

700 gr)

kadar semizotu

bitkisi çıktı. Bu bitki, salata ve et ile pişirile­ rek yenilen başlıca yiyeceklerdendir. Bu bitkinin bazı yapraklarında birtakım beyazımsı bozukluklar bulwımakla birlikte bu bozukluklar alınmak suretiyle pişirilerek veya salata yapılarak yenildiğinde sıhha­ te herhangi bir zararı olmaz. Bu bitkiyi fennen inceleyip muayene ettiğimde yabancı maddelerden ve bilhassa zehir gibi kötü ve zararlı maddelerden kesinlikle uzak olduğunu gördüm. Bwıunla birlikte tamamıyla kesin kanaat sahibi olmak için bir miktarını salata ve bir miktarını da et ile pişirip yediğimde kesinlikle herhangi bir zarar görmedim. Geri kalanını zarfla iade ederek, zikredilen bitkinin sıhhate zararlı olmadığını ve kötü ve zararlı maddelerden arınmış ve uzak olduğunu belirterek bu raporumu takdim eylerim." (13 Temmuz 1322 [26 Temmuz 1906] Padişahın kimyageri ve gümrük idaresi fen müşavi ri Jozef)

Nasıl Kullanılır? Semizotu her şekilde tüketilebilir fakat en etkili kullanım şekli özsuyunu içmektir. Semizotu özsuyu, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Kronik rahim kanaması, basur kanaması ve akıntıları durdurur, bağırsak kurtlarını düşürür, böbrek, mesane, karaciğer ve dalak hastalıklarına çok iyi gelir. Kanı temizler, kabızlığı giderir. Zayıflamada faydalıdır. Semizotu özsuyu siğillere sürülürse, siğilleri düşürür; içilirse ve yı­ lancığa pansuman yapılırsa, yılancığı yok eder. Ezilıniş semizotu, ateşli şişliklere sarılırsa şişlikleri indirir. Semizonı suyu içilirse ve baş derisine sürülürse, ateşi indirir ve baş ağrısını azalur. Uykusuzluk, sinirlilik ve zihin yorgunluğurıa faydalıdır. Lapası, yanık ve apsede rahatlık verir. Semizonı haşlanır ve süzülmüş suyu ile lavman yapılırsa, bağırsak yaralarını kapatır, kurtlan düşürür. Yabani semizonı, bahçe semizotımdan daha kuwetlidir. Böbrek hastalıklarına karşı yabani semizonı daha etkilidir. G . . Kaynak: BOA, Y.PRK.KOM. 15/12; Ayhan Yalçı n, Şifalı Ans., Geçit Yay., 1st 1982, s. 594; Dr. Aidin Salih Gerçek Tıp, lstanbul 2007, s. 95. ' Bıtkıler


Tarihte Bu Ay/

Şubat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Eskiden, içinde zeytin ve gazyağı gibi sıvı yağların Boğaziçi'nin Sarayburnu ile Üsküdar arasındaki kısbir fitil vasıtasıyla yakılarak aydınlatmada kullanılan mı donmuş ve yürüyerek karşıdan karşıya geçenler olkandiller, mübarek gecelerde minarelerin süslenme- muştu. İstanbul'a ticaret gemileri gelemediği için şehir­ sinde de kullanılmıştır. Bu yüzden mübarek gecelere de büyük bir pahalılık olmuş, her şeyin fiyatı artmıştı. "kandil gecesi" de denilmiştir. Şair Haşimi Çelebi'nin bu hadiseye tarih düşen şu mıs­ raı meşhurdur: "Yol oldu Üsküdar'a bin anızda Akdeniz dondu."

Sultan Dördüncü

Murad'ın Vefatı

9 Şubat 1640 Sultan Dördüncü Murad Han, 28 yaşında iken vefat etti. İstanbul Sultaı1ahmet'te babası Sultan Birinci Ah med'in yanına defnedildi. Yerine kardeşi Sultan İbrahim Han padişah oldu. Sultan Murad Han, çok kuvvetli idi. Bütün zorluklara göğüs gererdi. Uzun seferler esnasında, atının eğerin­ den başka yastık, elbisesinden başka örtü görmemişti. Birçok tarihçi, Sultan Dördüncü Murad Han devrini Kanuni Sultaı1 Süleymaı1 Han'dan sonraki en güçlü devir olarak kabul eder. Sultan Murad Han, bozulmuş devlet düzenini yoluna koymak için çok çalışmıştır. İsrafın önüne geçmiş; sipahileri itaat altına alarak, btınların ve bozguncuların toplaı1dığı yerler olaı1 kahvehaneleri kapatıp asayişi temin etmiştir. Dünyada ilk defa gelişmiş bir mekaı1izma ile uçuş denemesi ve fişekli füze denemesi onun zaına­ nında yapılmıştır.

72 YEDİKITA /Şubat 2010


.............................................................................................................................................................................................................................................................................................. Mustafa DEDELER ........................

Yeni Cami İbadete Açıldı 08 Şubat 1664 İstanbul, Eminönü'ndeki Yeni Canu evvela Sultan Üçüncü Mehmed'in annesi Safiye Sultan tarafından yaptırılmaya başlanmış ancak onun vefatı ile can1i inşaatı 56 yıl boyunca tamamlanamamıştır. Daha sonra, Dördüncü Mehmed Han'ın annesi Turhan Sultan tarafından inşaat masrafları üstlenilerek caminin yapımına kaldığı yerden d evam edilmiş ­ tir. Yeni inşaat 2 yıl 6 ay ve 17 gün sonra tamamlanarak mabed, bir Cuma günü, büyük bir merasimle ibadete açılnuştır. Mavi ve yeşil çinilerle süslenmiş, "Valide Camii" ve "Yeni Valide Camii" adlarıyla da anılan bina; kasr, darülkurra, mektep, türbe, hazire, Sultan Üçüncü Ahmed tarafından yaptırılan kütüphane, muvakkithane ve günümüzde Mısır Çarşısı adıyla anılan yapılar ile bir külliye teşkil etınekteydi.

Mülkiye Mektebi Mekteb-i Mülkiye kaymakam, müdür gibi devletin idari kademelerinde görev alacak, asker olma yan memur sınıfı yetiştirmek maksadıyla kurulmuş­ tur. Eğitim süresi 1867 yılında 3'e, 1868 yılında ise 4 yıla çıkarıldı. 1900 yılında, Mülkiye'nin çatısı altında İlahiyat, Edebiyat, Riyaziyat (Matematik) ve Tabakatü'l-Arz (Jeoloji) şubeleri açıldı. Bu düzenleme ile Mülkiye, Darulfümın'un bir fakültesi durumuna geldi. Sultan İkinci Abdülhamid Han, talebeleri çalışmaya teşvik etmek için, Mekteb-i Mül kiye'yi birincilikle bitireru saraya katip olarak alırdı. Cumhuriyet döneminde de tedrisatına devam eden okul, 1934'te Siyasal Bilgiler Okulu adını aldı. 1950 yılında fakülte haline getirilerek Ankara Üruversitesi'ne bağlandı.

İlk Penisilin / 13 Şubat 1929

Londra'da, Sir Alexander Flemming tarafindan keş fedi len antibiyotik; anjin bakteriyel zatürreler, akciğer absesi, prostat iltihabı, iltihaplı cilt yaıukları, kemik iltihapları, menenjit, kan zehirlenmeleri gibi hastalıkların tedavisinde kullanılıyor. YEDİKITA !Şubat 20 10 73


Osmanlı Basınından Salih ZOROGLU

ııii1 Yeni Serasker Paşanın Askere Tembihatı Velinimetimiz padişahımız efendimiz hazretlerinin askerleri hakkında sonsuz olan teveccühlerine ve bunca lütuf ve ihsanlarına teşekkür olarak uğurlarında can fedası yolunu tutarak iftihar edeceğimiz gibi bütün askeri kanun, nizam, usul ve adaba dikkat ve riayetle de hepinuz şükran vecibesini yerine getirmeye borçluyuz. Askeri sını­ fın ayırıcı vasfı olan nizam ve intizamın açık alametlerinden olup askerlik şanına yakışan adab ve tazim usullerinin her yerde hakkıyla gözetilmesi ve askeri görünüşün dikkatsizlikten daima korunması askerce pek lüzumlu olan hususlardandır. Bu sebeple subay ve neferlerin gerek memur oldukları hlzmet esnasında ve gerek çarşıda gezerken askeri adabı asla unutmamaları, üstlerinde bulunan büyük-küçük subaylara ve sair hürmet gösterilmesi gereken zatlara tesadüf ettiklerinde tazim merasimini yerine getirmeye dikkat etmeleri, askerliğe yakışmayacak şekilde yani göğüsleri açık, başına yemeni sararak ve yağmurlu havalarda şemsiye tutarak gezmemeleri ve şan ve haysiyetlerine yakışmayan ve insanlar arasında ayıplanan mahallere gitmemeleri icap etmektedir. Ayrıca sokaklarda sigara içmek, nizamından

74 YEDİKITA /Şubat 2010

fazla saç bırakınak, subaysa kılıcını refakatinde bulunan nöbetçi çavuş ve onbaşılara veyahut uşaklarına vererek arkaları sıra taşıtmak ve refakatlerinde bultınacak nöbetçi çavuş ve neferleri nizamının haricinde olarak eviıun işlerinde ve şah­ si konularda istihdam etmek gibi haller vukua getirilmemesi askerlikte ziyade dikkat olunacak şey­ lerdir. Bütürı bunlara dikkat ve itina kılınmasını ve Ramazan-ı Şerifte gece ve gündüz sokaklarda adaba son derece uygun olarak gezilip namaz vakti yakında bulunan camiye gidilerek namazların edasına dikkat olunmasını hatırlatırım. Hası­ lı askerlik hizmeti, şerefi ne kadar büyükse vazifesi de o kadar büyük olup bunun en büyüğü de askere yakışan yiğitliği göstermekle beraber güzel bir ahlak ve edebe sanıp olmak hususu olduğundan bunu herkesin nazarında göstermeye fazlasıyla çalışılmasını büyük subaylardan erlere kadar bütün arkadaşlarıma tembih ederim. Padişahımızın askerlerimiz hakkındaki sonsuz teveccüh ve muhabbetlerini bir kat daha artırmak için iftiharla çalışacağım. (Tas vi1~i Efkdr,

nıımara;

69, 5 Ramazan 1279 [24

Şub tl$

18631)


ıtı8 Cimrinin Böylesi İzmir'de Kunduracı esnafından Sakızlı

Anderya oldukça zengin ve servet sahibi biri olduğu halde cimriliği ve alçak tabiatlı olması sebebiyle hiç evlenmemiş ve ömrünü değersiz yemek ve elbiselerle geçirmekte imiş. Bu Anderya geçenlerde Kemer isimli yere gitmiş ve orada bir iki öküzün, bir ağacın yapraklaruu büyük bir iştahla yemekte olduklarım görmüş. Yaprak yiyerek, kazanmakta olduğu paraların tamamını biriktirmeyi tasarlayıp hemen birçok yaprak toplayarak: dükkanına getirmiş ve haşlayarak: yediği sırada aniden ölmüş! Anderya'mn ikamet ettiği odasında bulw1an eski püskü kıyafetlerin içinden elli, yüz ve otuz-kırk liralar bağlı çıkınlar çıkınış olduğu gazetelerde

(Ruzname-i Ceride-i H avadis, numara 508, 22 Cemaziyelevvel 1279 [15

Kasım

1862 ])

yazılıdır.

~ Tuna Nehri Bu Yıl İki Defa Dondu!

Tuna Nehri her sene soğuklarda

yeniden

olduğu

gibi bu sene de Erbain'de donarak sonradan

donmuş olduğuna

böyle ikinci defa olarak ve hususiyle bilirkişiler

rivayet ediyor.

dair mahallinden

bazı

açıldığı

halde geçenki

tüccarlara telgraf gelmiştir.

şubat ayında donmasının şimdiye

kadar

Tuna'nın

görülmemiş olduğwm

(Tasvir-i Efkar, numara: 70, 8 Ramazan 1279 [27 Ş u bat 1863])

YEDİKITA /Şubat20 1 0 75


dl Cenab-ı Hak Nelere Kadir!

~

Hastalara ~ Yardım Edilirdi Altıncı

Daire belediye

başkanı

Hayrul-

lah Efendi'nin himmetlerinin eseri olarak bu belediye hastaların

sınırları

içinde bulunan fakir

muayeneleri ve gerekli tedavile-

ri ifa olunmak üzere

Beyoğlu'nda

bir yer

tahsis edilmiştir. Ayrıca bu hastalardan buraya gelemeyenlerin evlerine gitmek ve lazım

sip

gelen tedaviyi icra etmek üzere müna-

maaşla

bir tabip tayin

tabip, her ay

olunmuştur.

bakacağı hastaların

Bu

defterini

Travnik sancağına bağlı Yayçe kasabasının Sokya mahallesi sakinlerinden Zaimovik Mustafa'nın bir buçuk yaşındaki küçük kızı Hatice, Naim Efendizade Mehmed Bey'in bahçesinde diğer çocuklarla birlikte oynarken, bahçenin harap olan duvarı küçük kızın üzerine yıkılarak zavallı, taş ve toprak yığınının altında kalmıştır. Bu acı haberi babası duyar duymaz derhal oraya varmış ve birtakım adamlar bulup birlikte taş ve toprak yığınlarını kaldırmaya başlamışlardır. Küçük kızı oradan çıkar­ dıklarında Allah'ın kudret ve muhafazasıyla korunup hiçbir azasına zarar gelmediği ve hatta bir yerinde bile yara ve bere olmayıp son derece sıhhat

daireye takdim edecektir. Pek fakir olan

ve afiyette

hastalara gereken ilaçlar meccanen veril-

lığının

mek ve aydan aya muhasebesi görülerek bedelleri belediye üzere bir eczacı

tarafından

dükkaıu

da

ödenmek

gösterilmiştir.

(Ruzname-i Ceride-i Havadis, numara 509, 25 Cemaziyelevvel 1279 [18 Kasım 1862 ))

bulunduğu,

mektubundan

Travnik

sancağı mutasarrıf­

anlaşılmıştır.

Sübhane men tehayyera fi sun'ihi'l-ukul Sübhane men bi-kudretihl yu'cizü'l-fuhul ( İşlerindeki hikmetler sebebiyle akılların hayrete düştüğü Cenab -ı Hakk'ı

tesbih ederim. Kudretiyle büyük bırakan Allahü Teala'yı tesbih ederim. ) (Tasvir-i Etkar, numara: 545, 23

ıt§l Kar ve Şiddetli Kış

[20

kişileri

Şaban

Aralık

aciz

1284

1867))

Manastır' dan

gelen bir mektupta vilayetin her tarafına beş günden beri devamlı olarak kar yağdığı, soğuğun müthiş bir dereceye vardığı ve eğer kar iki gün daha devam edecek olursa diğer şehirlerle haberleşmenin kesileceği bildirilerek yakacakların çokluğu ve ucuzluğundan dolayı memnuniyet beyan ediliyor. ( İkdam, numara 142, 23 Cemaziyelahir 1312 [2 1 Aralık 1894))

76 YEDİKITA /Şubat 2010


T@rih POSTASI

B O V')

1

tarih posta si@yed iki ta. co m. tr Osmanlı

Devleti hangi tarihten itibaren ay yıldızlı bayrağı kullanmışnr. Bu konu hakkında bilgi verir misiniz? Ali Kasap - DENİZLİ

Osmanlılar, kuruldukları yıllardan itibaren çok sayıda ve çeşitli renklerde bayraklar kullanmışlardır. Bunların sayısı başlangıçta dört iken 16. yüzyılda yediye çıkmıştır. Bunlar arasında beyaz, kırmızı (al), yeşil, yeşil-kırmızı ve sarı-kırnuzı renkli bayraklar vardı. Bayrakların üzerindeki alametler de bayrağa göre çok çeşitlilik göstermiştir. Osmanlı bayraklarmdaki en mühim alam etler Zülfikar kılıcı, hilal, yıldız ve güneş olarak görülmektedir. Ay yıldızlı al bayrağa gelince günümüzde de ku!Jarıılan bu ay yıldızlı bayrağın ilk şekli III. Selim ( 1789-1807) devrinde hilale sekiz köşeli yıldız ilave edilmesiyle ortaya çıkn. Sultan Abdülmecid (1839-1861 ) devrinde ise yıldız beş köşeli olarak değiştirildi. Bu bayrağın 19. asırdan itibaren Osmanlı Devleti'nin milli bayrağı olduğu bilinmektedir. Osmanlı Devleti tarih salınesinden çekildikten sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı bayrağını aynen benimsemiş fakat ölçülerinde bazı ufak değişiklikJer yapmıştır. Günümüzde Osmanlı'nm hakim olduğu sahalarda kurulan devletlerden Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti, Cezayir ve Tunus da değişik formlarda ay yıldızlı bayraklar ku!Jarımak­ tadır. Büyük ihtimalle Osmanlı'dan ve Türkiye'den esinlenerek farklı şekil ve tarzlarda olmak üzere ay yıldızlı bayrak kullanan ülkeler şunlardır: Komorlar, Malezya, Moritanya, Özbekistan, Pakistan, Singapur, Türkmenistan.

~2

Küçüklüğümden beri duyduğum bir hikaye var. Fatih Sultan Mehmed Han'ın bir vampir ile mücadelesi. Acaba bu hadise doğru mu? Eğer doğruysa bunu anlatırsanız çok sevinirim. Sinan Tınka -ALMANYA

Van1pir diye bir varlığın olınadığı herkesçe malumdur. Fakat kendisine vampir yakıştırması yapılan kişiler elbette olınuştur. İşte bunların en meşhuru Fatih Sultan Mehmed zamanında Eflak voyvodası olan Dördüncü Vlad nan1-ı diğer Kazıklı Voyvoda'dır. Kan dökmekten zevk alan bu adanun lakaplarından birisi de "drakul" yani şeytandır. İşte Fatih Sultan M ehmed Han, binlerce Müslüman'ı kılıçtan geçirmek, kazıklara oturnnak gibi türlü zulümler yapan bu zalimin gailesini 1462'deki Eflak seferiyle bertaraf etmiştir. Önceki sayımızda, 32-35. sayf.ılar arasında yayınlanan "Hakimin Karan Hukuka

Uygw, Olmazsa" başlıklı yazıda Mehmcd Hakkı Paşa'nın mektubunun orijinal şekli teknik hatalar sonucu baskıda yer alamanuştı . Mcknıbu buraya derç eder özür dileriz:

bazı

"Silivri naibi, şeriat haini! İlamını gördüm, kahkahayla güldüm. Melli hezeyan, hükmü hilaf-ı Kur'andır. Mühr-i mücyycdimi basanın, seni mahkeme kapısına asanın ..."


-

BULMACA ···························································-·-····-·-·······-·-····-·-.................._......... -.................... __ ....................... Hazırlayan: Siraceddin EL 1

2

3

4

5

6

7

8

10

9

11

12

13

14

15

16

17

18

19

20

2

3 4 5 6

7 8 9

10 11

12

SOLDAN SAGA: 1- Kanuni Sultan Süleyman, il. Selim ve 111. Murat devirlerinde Osmanlı Devletrnin sadrazamlığını yapmış Boşnak asıllı bir Osmanlı devlet adam ı - Sicim . 2Çanakkale'nln bir ilçesi - Kalın ve yüksek kale duvarı - Sahip, malik - Eş , zevce. 3- Bir kimsenın malik olduğu şey, servet, var l ık • Daha çok taze sebze ve meyvelerde bulunan, yoklukları çeşitli hastalıklara sebep olan maddelere verılen ortak ad · ihanet eden kişi · Bir çoğul eki. 4- Yabancı - Hilekar - Bebekler için hazırlanan yiyecek. 5-Karadeniz'de bir ilimiz - Yoksullara yiyecek dağıtılmak üzere kurulmuş olan hayır evi. 6Karadeniz Teknik Üniversıtesl - Telefonda seslerin duyulduğu ve iletildiği parça Geniş lik · Avustralya'da bulunan, ot yıyen ve ağaçta yaşayan bir tür hayvan . 7Koku - Dünya üzerinde herhangi bir yerin ekvatora olan uzaklığ ı yönünden durumu - Parlak ve yumuşak ipekli bir kumaş . 8- Gömülmeye hazır cenaze • Bir hayret

sözü - Çift teşkil eden iki şeyın her biri - Sahip, malik. 9- Motorlu vasıtalarda tekerleklerin farkl ı hızda dönmesini sağlayan mekanizma . 10- Yeterl i geni şlikte olmayan - Tellür'ün simgesi Eskı dilde su - Deveyi çöktürmek için kullanılan bir nida. 11- Bir nota - lıave Belli bir hizmeti gerçekleştirebile c ek güçte en küçük askeri bırlik . lslam'ın ilk emri. 12- Anadolu 'da yaşam ış eski bir medeniyet - Belirti, işaret - ış ı ğın değişik d algaboylarının gözün retinasına ulaşmas ı ile ortaya çıkan algılama . YUKARIDAN AŞAGI : 1- Türkistan'ın Maveraünneh i r bölgesinde Zerefşan ırmağı kenarında Orta Asya'nın en eski şehirlerinden biri - Demlr'ln simgesi. 2- Şeffaf kağ ıd a yapı l mış şekli ı şıklı kopya yoluyla çoğaltma işı • Mensuplar ı nın bağl ı bulundukları kuruluşlara belirli sürelerde ödemeyi taahhüt ettikleri para. 3- Bir toprak türü - Uzun boyu ile meşhur bir

GEÇEN SAYIDAKl BULMACANIN ANAHTAR KELiMESi: BAYRAı<

GEÇEN SAYIDAKI BULMACANIN ÇÖZÜMÜ: SOLDA."I SAGA: 1· Zengin ı - SeyrJ Sele• 2- EbeMı - Ra,,w. Aı - Ulama 3- Keza . Asal - "lı~a,, - ita. •· Edani - Odenek - Yevmiye 5- Rikab-y e ikileme· Hay. 6- Ed a -iz· Tayfa 7-Ye:Jrmek - AIL~ • Tam - ip 8-An - Lea,ı,et · Alcil ~ Da· Treyler 10- Hiza - iki · Zina. 11- Aflyan - Fransa 12-Samaval • Ere YU KARIDAıı. AŞAG I 1- Zekeriya· Has. 2- Eb-ed - EndiJe. 3- Noza~et - Az:.m. -4-Anadil - Aya. S- im - ibaret - Av 6- Nsa - Marina 7Soylemek. 8- lıade - Keyif. ~ ı<ale - TL - Re 10- Niza - Ezan. 11- 5.nek - Kame 12k • Ns 1>Yaf - Kanaat. 14-Rinyot 1 6- Nomaı. 18- Sıı- Voya 17- aım F"' 18- Fabna 1&- Emaye 20- Ra

·

• Eyüp

Goçoo sayıda hod yo kazanan okuyucu anmız isimlerini www.yedikita.eom.tr/bulmaca ııdresınden Oğrenebı ir er Bu okuyvc;ulanmı7 buden "Mekke-1Mükerreme ve Medlne-1 MOnevvere (MObarek Mekanlar ve Ziyaret Yer1err)" isimli kitabı kaz.andılar.

78 YEDİKITA / Şubat 2010

hayvan . 4- Öğütülmüş buğday • Bir bağlaç . Arapça'da on. 5- Bulgaristan' ı n para biri mi - Dünyanın uydusu - Bir bağl aç . 6- Felsefenin ulühiyetle ilgili konuları ihtiva eden k ı sm ı , teoloji. 7Sanat öğreticisi , mürebbi - Vefasızl ı k , sadakatsizlik. 8- Değiş tokuş, trampa lıidyum'un simgesi. 9- Erişmek, ulaşmak, varmak, yetışmek - Eski dilde imamlar. 10- Büyük, kocaman - Şeyl er, cans ı z bütün varlıklar. 11 - Yumurta, domates, soğan ve biberin tavada karıştırılması yla elde edilen bir yemek türü - Bir tür silah. 12- Bir seslenme nidası • Hareketlilik, faallik. 13- Erteleme - Müzikte sus işareti - Kur'an -ı Kerim 'de ad ı geçen peygamberlerden biri. 14- (Tersi) Makine Kimya Endüstrisi. 15- Eski bir Yunan filozofu. 16- Sevinçli, neşeli , güler yüzlü - iyi cıns, yüksek kal ite. 17- Bağışlama - Bir inşaat malzemesi. 18- ilanlar. 19Yerine koyma. 20- Karşılığında mal ve hizmet almaya ve vermeye yarayan iktisad i mübadele vasıtası - Mağara . ANAHTAR KELiME

Anahtar kelimeyi www.yediklta.com .trıbulmaca adresinden gonderen okuyuculanmız arasında yapacağımız çekılış

netceslnde 15 okuyucumu~•

Çamlıca Basım Yayın'dan

kaıanaca <lard ır

birer kıtap

.....-...............


Tarih Yeniden Yazılı~or Yazıcızade AU

TEVARiH-1 AL-i SELÇUK !Selçuklu Tarihi)

Haz. : Dr. Abdullah BAKIR Sayfa : 1096 Ebat : 16 x 23.5 cm.

Mevlana Mehmed Neşri

Tarihin kuru bir bilgi yığını yahut ideolojik bir alet değil, ibret alınacak ve geleceği şekillendirecek bir vasıta olduğu şuuruyla tarihe ait kaynak eserleri okuyucularımıza sunuyoruz...

Sani-zade Mehmed 'Ata'ullah Efendi

CiHANNÜMA

SANi-ZADE TARiHi

(Osmanlı Tarihi (1288-148511

!Osmanlı Tarihi 11223-1237 / 1808-182111

Haz.

Sayfa : 848 Cilt 11

Ebat : 16 x 23 cm.

Ebat : 16 x 23 cm.

a,o Cilt 2

Tevann-i Al-i Osman

ABDURRAHMAN ABDI PAŞA

ORUÇ BEG TARiHi

VEKAYl'-NAMESI

(Osmanlı Tarihi l1288-1S02JI

Haz.

: Pror.Dr. Necdet ÖZTÜRK

(Osmanlı Tarihi (161.8-16821)

Haz.

: Or. Fahri Ç. DERiN

Sayfa : 656

Sayfa : 600

Ebat : 16 x 23.5 cm.

Ebat : 16 x 23 cm.

ÇAMLICA Doğru

: Prof.Dr. Ziya YlLMAZER

Haz. : Prof.Dr. Necdet ÖZTÜRK Sayfa : 776

bilgi doğru kaynaktan

lnci liçavuş Sk. No: 27/1 Sultanahmet / ISTANBUL Tel - Faks: (0212) 512 41 01

alınır...

www.cam l icabasim .com


Yedikıta bir tık kadar yakın Yedikıta

Dijital Dergi'ye hemen abone olun, internetten istediğiniz zaman okuyun!

Şimdiye

kadar yayınlanan

_~

Bütün Sayılar

V

Rahat okunabilecek

Kullanışlı Arayüz

_ ~ Basılıp da~ıtılan Yedikıta Dergisi'nin

V

Birebir lnternet Versiyonu

Gen iş

bilgi için:

www.yedikita.org

YEDIKJTA / 34


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.