STORIES OF LIGHTS IN THE SKY
GÖKYÜZÜNDEKİ IŞIKLARIN ÖYKÜSÜ
Short Stories
.
⁞
Kısa Öykü
Yusuf ÖZCAN Ali Tekinsoy Ortaokulu, Türkiye
Project Team
Semra ÇATAL Ali Tekinsoy Ortaokulu, Türkiye Helena LOURENÇO Agrupamento de Escolas Sá da Bandeira, Portugal
Susana STOFFEL Agrupamento de Escolas Sá da Bandeira, Portugal
⁞ Proje Ekibi
Armira Gavaz ABEDINI OOU "Rajko Zinzifov", North Macedonia Slavica PREDOLAC OŠ "Jovan Sterija POPOVIĆ", Serbia Elżbieta ROGOWIEC Szkoła Podstawowa nr 2 w Ligocie, Poland Angelina CVETANOSKA OU Dr Vladimir Polezinoski, North Macedonia Slave GINKOVSKI OU Dr Vladimir Polezinoski, North Macedonia Marialuisa Lo GIUDICE IISS "Salvatore Pugliatti", Italy Charo PATRICIO IES Vega del Prado, Spain
This publication is a product of the project ‘Write for the Multilingual Book / 7 Dilde 77 Uzay Macerası’ coordinated by Yusuf ÖZCAN and Helena LOURENÇO in 2019-2020. The short stories are based on the topic of 'A Day in Another Planet'
Bu kitap 2019-2020 yıllarında Yusuf ÖZCAN ve Helena LOURENÇO tarafından yürütülen 'Write for the Multilingual Book/ 7 Dilde 77 Uzay Macerası’ projesinin ürünüdür. Kısa öyküler 'Bambaşka Bir Gezegende Bir Gün' konusu çerçevesinde yazıldı.
Editor Editör
: Ahmet ARSLAN
Translating Çeviri
: Semra ÇATAL
Book Design Dizgi-Mizanpaj
: Yusuf ÖZCAN
Cover Kapak
: Enia RASHITI
Back Cover Arka Kapak
: Mateus MINCELLOS
ISBN: 978-625-400-031-7
ISBN: 978-605-06828-0-9 (e-book)
Copyright © 2020, Ahmet ARSLAN All rights reserved. First edition, April 2020
Publishing Yayımcı:
Printing Basımevi:
Ahmet ARSLAN
Zeynes Basım Yayın A.Ş. (Kitap72)
Güneşli Mah. İnönü Cad. No: 19
Dumlupınar Bulv. Mustafa Kemal Mah.
Elbistan / Kahramanmaraş, TÜRKİYE
2118. Cad. No:4 MAİDAN B Blok 3. Kat
+90 344 413 20 55
No: 20 Çankaya / Ankara, TÜRKİYE
alitekinsoy.meb.k12.tr
0312 514 22 02
11writers.wordpress.com
bilgi@zeynes.com / www.kitap72.com Sertifika Numarası: 44380
.
We’re grateful to the board members of Mutlucan Sugar Production Inc. for their supports on publishing the book.
Bu kitabın yayımlanmasındaki katkılarından dolayı Mutlucan Şeker Üretim A.Ş. yöneticilerine teşekkür ederiz.
The free e-book version is also available on Google Play. You can get it by scanning the QR code or visiting 11writers.wordpress.com Google Play üzerinden ücretsiz e-kitap sürümünü karekodu okutarak, 11writers.wordpress.com’u ziyaret ederek edinebilirsiniz.
60
İrem Su Gezegen Neden Taşa Dönüştü? The Petrified Planet
⁞ İçindekiler
Yunus Emre Karartılmış Gezegen A Lost Planet
Content
343 360
Belinay Minik Yıldızım My Tinny Star
Ana The Planet of Advanced Technology İleri Teknoloji Gezegeni M. Margarida Planet of the New Beings Yeni Varlıkların Gezegeni
203 238 273
Suğra En Çok İhtiyaç Duyduğumuz Şey The Thing What We Need Mostly
Guilherme The Planet of Happiness Mutluluk Gezegeni
186
Beyzanur Turuncu Orman Gezegeni Planet of the Orange Forest
Mateus The Animal Planet Hayvanlar Gezegeni
151
226 269 314
Afra Kevser Kitap Kurdu Gezegeni Planet of the Bookworm
Eva The Planet of Food Yemek Gezegeni
112
178
Sümeyye Mutluluk Gezegeni A Planet of Happiness
Maria Inês The Adventure Benim Maceram
68
Beraa Beseha‘da Görülmemiş Bir Gün An Unprecedented Day in Beseha
Elif Bukalemun Gezegeni The Chameleon Planet
19
105 142
Aysima Miray’ın Saklı Gerçeği The Hidden Truth of Miray
Hatice Ebrar Dünya’nın Koruyucuları The Earth Protectors
390 411
13
Zeynep Sude Aurora Aurora
Francisco The Planet of Unusual Creatures Sıradışı Yaratıklar Gezegeni Tomás The Monster on the Planet of Candies Şeker Gezegeni’ndeki Canavar
Tiago Planet of the Candy Şeker Gezegeni Jacira The Grey Planet Gri Gezegen Madalena A New World Yeni Bir Dünya João In a Technological World Teknolojik Bir Dünyada
73
Eroll Beyond the Black Hole Kara Deliğin Ötesinde
117
Erion A Huge Space Chase Uzayda Büyük Kaçış
154
Eda In the Cheesy Wonderland Peynirden Harikalar Diyarında
Yllka An Amazing Dwarf Planet: Pluto Şaşırtıcı Bir Cüce Gezegen: Plüton Anda A Day among the Stars Yıldızların Arasında Bir Gün Dalina A Weird Dream Bir Garip Rüya Vesa M. A Weird Planet Garip Bir Gezegen Dea Escape from Reality Gerçeklerden Kaçmak
331 367 379 395
Sukejne Following My Dreams Hayallerimin Peşi Sıra
Ariana Even Aliens Have Souls Uzaylıların Da Ruhu Var
232 252 278 303 319
Pedro A Day on Mars Mars’ta Bir Gün
Ema Merry People of the Sugary Planet Şeker Gezegeni’nin Mutlu İnsanları
191
300 326 348 374 383 399 26
Santiago The Funny Planet Eğlence Gezegeni
Vesa B. A Magic Portal Sihirli Kapı Fjolla A Trip to Mars Mars’a Yolculuk Gent A Space Journal Uzay Günlüğü
31
Antonija Earth as a Better Place Daha İyi Bir Dünyada
80
Barbara Lux’ Special Trip Lux’un Olağanüstü Yolculuğu
122 159 195
Dunja My Journey on Another Planet Başka Bir Gezegene Yolculuk Žana Future or Past Gelecek Veya Geçmiş Mihajlo A Letter from the Future Gelecekten Mektup Var
246 420 38
Sofija Planet X Gezegen X Nikola Dream Planet
Paulina B. 3.02 Has Been Woken Up 3.02 Uyanıyor
Oliwia M. A Flash Işık
127 170 207 259 286 307 340 353 49
Ledion The Green Planet Zuzu Yeşil Gezegen Zuzu
Oliwia Z. An Amazing Day İnanilmaz Bir Gün
88
404 416
Hana My Leafy Feet Friend Arkadaşım Yaprak Ayak
Milena S. A Day on the Planet of Summer Yaz Gezegeninde Bir Gün Kinga Help for Planet Konitu Konitu’yu Kurtarmak Milena W. A Day on the Planet of Music Müzik Gezegeni Paulina J. My Adventure Benim Maceram Małgorzata I‘m All Sapphire! Tamamen Safirim Julia The Rainbow Gökkuşağı Amelia The Planet of Fashion Moda Gezegeni Simona The Golden Planet Altın Gezegen
Konstantin Trip to Uranus Uranüs’e Yolculuk
335 365
Viktorija Rainbow Gökkuşağı Petar The Planet Hamburger Hamburger Gezegeni
52
Mattıa A Day on Alienopolis Alienopolis’te Bir Gün
97
Riccardo A Planet Called “Love" Sevginin Gezegeni
Aisha Martín Another Planet Başka Bir Gezegen
222 266 407
Matea A Day on the Planet Hiliya Hiliya Gezegeninde Bir Gün
Puisa Alexandra The Blue Planet Mavi Gezegen
175
262 298 311
Aleksandar My Journey to Saturn Satürn Yolculuğum
Paula Special Mission: Andromeda Özel Görev: Andromeda
134
217
Ilina Honeyland Şekeristan
Andrea Gómez A dream? Rüya mı?
101
131
Enisa The Magical Planet Büyülü Gezegen
Carlota Saving a Planet Bir Gezegeni Kurtarmak
56
94
Sara Everything Is Different Herşey Bambaşka
David Marcos Golden Rose Altın Gül Nicolás Pluto Plüton
“İstikbal Göklerdedir” diyen bir liderin evlatları olarak, çocuklarımıza ileri, hep daha ileri diyerek çıktık yola. Çocuklarımızın hayal dünyalarını uzak ülkelerden farklı
Ortak okulların belirlenmesinde farklı kültür ve dillerin
Preface
olması noktasında seçici davrandık.
⁞
kültürlerdeki çocuklarla buluşturmak adına eTwinning portalı üzerinden “A Day in Another Planet” başlığıyla duyuruya çıktığımızda birçok ülkeden sayısız teklifler aldık.
Türkiye’den Ali Tekinsoy Ortaokulu kuruculuğunda İspanya’dan katılımcı okulların desteğiyle öğrencilerimizi gerek
sosyal
medyadan,
gerek
online
ortamlarda
defalarca buluşturduk. “Hayaller birlikte kurulduğunda gerçekleşir” diyerek başladık hayal kurmaya ve hayalimize yedi ülkeden yüzlerce çocuk ortak oldu. Sonunda 7 dilde 77 kısa öykünün ışık yaydığı bir gökyüzü inşa ettik. Sayılar önemsiz, önemli olan bize getirdiği ışıltılardı.
Farklı
ülkelerden yaratıcı fikirleri olan meslektaşlarımızla ve öğrencileriyle tanıştık, günleri ve geceleri bir eser meydana getirmek için harcadık. Öğrencilerimiz birlikte kısa öyküler yazdı, resimler çizdi, çalışmalarını sergiledi, farklı Web 2.0 araçlarını kullandı, ülkelerini anlattı, oyunlar hazırladı, şarkılar söyledi.
Bu
çalışmalarla uzak ülkeleri ve uzak insanları yakınlaştırdık. Öğrencilerimizin yurtdışından bir akranıyla konuşması, iletişim kurması, duygularını paylaşmasının ne kadar farklı
Önsöz
Portekiz, Sırbistan, İtalya, Kuzey Makedonya, Polonya ve
ve heyecan verici bir tecrübe olduğunu çocuklarımızın gözlerine baktığımızdaki heyecandan ve mutluluklarından hissettik. Bu süreçte öğrencilerimizin İngilizce dil yeterliliği konusunda edindikleri tecrübenin yanında, kültürler arası bir yolculuğa da çıkmış oldular. Sizlerde bu kitabın sayfalarını çevirdiğinizde yedi farklı dilden ve kültürden öğrencinin yazdığı hayal dünyalarını gösteren özgün ve benzersiz öykülere rastlayacaksınız. Çok az yazar öykülerinin farklı dillere çevrildiğini görmüştür, belki ilk kısa öykülerini
Türkçe
ve
İngilizceye
çevirdiğimiz
geleceğin
yazarlarıyla, dünyamızı değiştirecek yeni dünyalar yaratma yolculuğunun başında tanışmak şansını yakaladık. Bu projeye başlarken benim en çok merak ettiğim konu ise Türkiye’de
öğrenim
ülkelerindeki verilen
gören
öğrencilerin
eğitimin
öğrenciler
hayal
ve yaşanılan
ile
dünyalarını kültürün
diğer
Avrupa
karşılaştırmak,
hayal
dünyasına,
yaratıcılığa ve özgünlüğe etkisini gözlemlemekti. Sizler de bu güzide çalışmayı okurken çocuklarımızın hayal dünyasına dalacağınıza, onların hislerini içinizde hissedeceğinize eminim. Uzaya
yolcuk,
‘7
dilde
77
Uzay
Macerası’
temalı,
“Gökyüzündeki Işıkların Öyküsü” isimli bu eserin ortaya çıkmasında büyük emek harcayan başta Ali Tekinsoy Ortaokulu öğretmenlerine ve diğer altı ülkeden kıymetli meslektaşlarıma, Avrupa’nın
dört
bir
yanından
kitabımıza
katkı
sağlayan
öğrencilerimize çok teşekkür ederim.
Ahmet ARSLAN Editör
As the followers of a leader who says "The future is in the skies", we set out by telling “Forward, always further" to our children. We introduced our project works through the eTwinning portal in order to bring our children's dream worlds together with children from different cultures and distant countries. When we made the announcement with the title of "A Day in Another Planet", many teachers responded our call. We were selective in determining the project partners, in terms of having different cultures and languages. With the supports of the teachers from Portugal, Serbia, Italy, North Macedonia, Poland and Spain; our students met with each other many times by the organisation of Ali Tekinsoy Secondary School in Turkey. We begin to dream by saying "Dreams become real when dreamed together" and hundreds of children from seven countries shared the same dream with us. We eventually built a shinning sky where 77 short stories in 7 languages spread their light. The numbers are just numbers; the important thing is the glow it provides us. We met with creative teachers and students from different countries; we spent days and nights to create a literal work. Our students wrote short stories, drew pictures, introduced their countries, exhibited their works, used different Web 2.0 tools, prepared games and sang songs together. Participants from distant countries became closer through these works. We felt the excitement and happiness of our children when we looked into their eyes how different and exciting it was for our
students to talk, communicate and share their feelings and works with the peers from different countries. In this process, besides the experience of our students in English language proficiency, they also went on an intercultural journey. When you turn pages of this book, I'm sure you will find unique stories that show dream worlds built by the students from seven different languages and cultures. Most of authors can’t have the distinct honor of translation their stories into different languages. So we had the chance to meet the great authors, whose first short stories were translated into Turkish and English, at the beginning of their journey to create new worlds that would change our world. While we were designing this project, what I was most curious about was to compare dream worlds of students studying in Turkey with the students from other European countries and observe the impact of different educational and cultural background on imagination, creativity and originality. When you began to journey by holding this unique work in your hands, I'm sure our children's dream worlds will immerse you too and will feel their feelings inside you. Firstly, I’d like to thank the teachers of Ali Tekinsoy Secondary School and my distinguished colleagues from partner schools because of their great efforts to create this work, named "Stories of Lights in the Sky" whose theme is space adventures in 7 languages, and to the students who provide great contribution to our book from all over Europe.
Ahmet ARSLAN Editor
Write for the Multilingual Book
Aurora Zorlu ailesi, ilk çocukları Eylül doğduğunda çok sevinçlidirler. Ama zamanla bir duygu karmaşası yaşarlar çünkü farklı bir bebektir. İlk başlarda bunu önemsiz görseler de, insanların bakışlarından zamanla rahatsız olmaya başlarlar. Eylül’ün bir de anlam veremedikleri garip davranışları vardır ve duyguları çok çabuk değişmektedir. Bir psikologdan yardım almak isterler, Eylül’ün otizmli olduğunu ve rehabilitasyon programı uygulanması gerektiğini öğrenirler. Eylül büyüdükçe halası dışında neredeyse hiç kimseyle konuşmaz, sadece kedisi ile vakit geçirmeye başlar. Halasının İzmir’e taşınması gerektiğinde, onunla gitmek için ısrar eder. Ailesi bu isteğe razı olur. Bir gün halası Eylül’ün henüz 4 yaşında olmasına rağmen okuma ve yazmayı kendi kendine öğrendiğini fark eder. Eylül’ün iyi bir eğitim alması için çok çaba sarf eder, böylece Eylül birçok tanınmış öğretmenden ders alır. Eylül yazılım dersi veren öğretmenini çok sever ve özellikle bu alanda eğitim almaya başlar. Günden güne kod yazma konusunda kendini geliştirir. Sonunda, İzmir’in hava olaylarını kodları kullanarak kontrol etmeye başlar. İlk başta kimse bu değişikliklerden şüphelenmez.
13
Stories of Lights in the Sky
Gerçeği bilen tek kişi Eylül’dür ve halasına bile anlatmaz. Kendi şehrinden geleli beri en çok karlı havaları özler ve sık sık kar yağdırıp bu beyaz büyünün tadını çıkarır. İzmir’de pek görülmeyen kar yağışına karşı insanlar hazırlıksız yakalanır ve bu şehirde yüzlerce trafik kazasına neden olur. Ve Eylül neden olduğu bu zararlardan dolayı üzülerek hava olaylarını kontrol etmekten vazgeçer. Yeni hedefi yaşadığı gezegeni değiştirmektir. Bunun için aylarca, yıllarca çalışır. Bir gün insanlar meyveleri poşet yerine meyve yaprakları ile almaya başlar, bir başka sabah arabaların kornaları yok olur. Binlerce küçük değişikliğin sonunda Dünya’yı tam olarak değiştirir. Hedefine ulaştığı için çok sevinçlidir. Artık hayalindeki istediği dünyada yaşayacaktır. Yine dünyayı kendi değiştirdiğini hiç kimseye söylemez. Dünyadakiler bu değişikliklere artık aşinadır ama daha önce kirlilik yüzünden Ay’a taşınan insanlar bu duruma çok şaşırmıştır. Burayı o insanlara anlatmak için görev alır ve Eylül çok heyecanlıdır. Yeniden düzenlediği gezegenin nerdeyse hiç kötü yanı yoktur. İnsanlar en çok bu değişikliğin nasıl gerçekleştiğini merak eder. Eylül bu soruyu hep ‘araştırılıyor’ diyerek geçiştirir. Ziyaretçilerden biri, ‘Burada sadece iş yerleri var, evler nerede?’ diye sorar. ‘Evler yerin altında, birazdan ineriz’ der. Bu sırada bir kadın çantasından parfümünü çıkarıp sıkacakken, yanında bir robot belirir ve şöyle der; Artık burada ozon tabakasına zarar verecek maddeler kullanılmıyor. Şuan sizi uyarıyorum fakat bir daha yaparsanız ceza alırsınız. Eylül tüm soruları cevaplar ve bu cevaplar ziyaretçilerin şaşkınlığını artırmaktadır. Yer altına indiklerinde, birçok bina
14
Write for the Multilingual Book
görürler ve isimleri gök cisimleri ile ilgilidir, Ay Apartmanı, Jüpiter Sitesi gibi. Ziyaretçilerin hepsi bu yeni gezegeni çok sever ve yeniden dönme kararı alırlar. Ülkeler, yönetimleri, diller eskisi gibidir ama değişen doğası insanları değişime zorlamıştır. Kuzey ışıklarının her yerden izlenebildiği bu bambaşka gezegene insanlar Aurora demektedir. Burada korna sesi artık tamamen unutulmuştu çünkü insanlar artık işlerine yürüyerek ya da bisikletle gidiyordu. Zaten çoğu insanın evi iş yerinin hemen altındaydı. Aurora’da kaynaklar yeterli ve ulaşabilir olduğu için insanlar birbirine kötülük yapmaz olmuşlardı. Artık Aurora gökyüzünü gecenin bile karartamadığı ve herkesin hayalindeki gibi sadece iyiliklerin olduğu bir gezegen olmuştu. Yaşayabileceğimiz başka bir gezegen bulunur mu bilmiyorum ama savaşlar ve kirlilik önlenmezse dünyayı da kaybedeceğiz.
Aurora Mr. and Mrs. Zorlu are so happy when their first child, Eylül, was born. They become very confused because she is a different girl. At fisrt they ignore this situation, in time they feel disturbed by people who stare at her. Eylül has also strange behaviours that her parents can’t understand and her feelings change very quickly. They want to get help from a psychologist. They learn that Eylül is an autism child and needs a rehabilitation program. Eylül, who is growing day by day, talks to almost nobody except for her aunt and begins to spending her time with only her cat. Her aunt has to move to İzmir and she insists on going with her. Her parents admit her wish.
15
Stories of Lights in the Sky
One day, her aunt notices that Eylül learns reading and writing by herself although she is only 4. Her aunt makes great effort to support her with a good training, so lots of well-known teachers lectured her. Eylül loves her teacher who gives software lesson and starts to get education, especially in the field of software. Days pass and she improves her coding ability. Eylül improves herself so much that she starts to control the weather condition of İzmir by codes. At first, nobody suspects from these changes. Eylül is the only person who knows the fact and doesn’t even tell her aunt. Since she came from her hometown, she has missed snowy weather very much, so she often makes it snow and enjoys this white magnificent. People are caught unprepared against snowy weather which is rarely seen in İzmir and it causes many traffic accidents. Eylül is very sad because of these damages which she causes and gives up controlling of the weather condition. After then, her goal is to change the planet that she lives. She works for her goal for months and years. One day people begin to buy fruits on fruits’ leaves instead of plastic bags. One morning, klaxons of cars disappear. She exactly changes the world at the end of thousands small improvements. She is very happy when her goals come true. She lives in the world which she images anymore. She doesn’t tell anybody that she changed the world. People in the world are familiar to these changes, but people, who moved to the Moon because of pollution before, are surprised for these reforms. Eylül is assigned to tell those people about the new planet and she is so excited. The world which she creates has both good and bad sides. People are very curious about how these changes come true. Eylül avoids of this question by saying it is unknown. One
16
Write for the Multilingual Book
of visitors asks that where houses are. Beacuse they can see only workplaces on the ground. Eylül says that the houses are built underground and they go there later. In the meantime, when a woman takes off her perfume from her bag and squeezes it, a robot aproaches her and says: “We do not use items which can damage the ozone layer. Now, this is a warning, but if you ever do it again you will get a punishment.” Eylül answers all questions and visitor’s astonishment grows because of the answers. There are lots of buildings underground and their names are related to celestial such as Moon Apartment, Jupiter sites etc. All visitors love the city very much. After Eylül tells to the visitors more about it, they decide to return their home. Contries, their governments, languages are the same as before, but the modificated nature has forced people to improve themselves. The new planet called as Aurora by people, because northern lights can be seen anywhere in the Earth. People, whose houses are already under their workplaces, go to work on foot or by bike and forget the sound of honk. Resources in Aurora are enough for all inhabitants and split them evenly, so people don’t hurt each other. Even the night can’t darken the sky in Aurora and there is no room for evil things anymore. I think it’s not possible to discover another planet to live on, but it’s certain that we won’t be able to survive on the Earth with wars and pollution.
17
Stories of Lights in the Sky
illustrated by Sinem Ezgi, 6/A Zeynep Sude 7/B Elbistan, TĂźrkiye 18
Write for the Multilingual Book
A Aventura Numa bela manhã de primavera, a Joana e o João estavam ansiosos para irem passar férias a casa dos avós. Quando lá estavam, sentiam curiosidade em explorar a casa, parecia que havia sempre alguma coisa escondida no sótão. Em coro disseram: Este ano vamos descobrir o que se esconde no sótão! Quando chegaram a casa dos avós, começaram logo a remexer, mas não encontraram nada, apenas uns patins muito velhos. A Joana calçou-os logo e começou a patinar, mas foi contra um cabide de pé alto e fez um buraco na parede. O João espreitou, pareceu-lhe ver algo e pediu ajuda à Joana. Eles espreitaram mais e encontraram um portal com uma placa que dizia “Planeta Multicolor”. Entusiasmados, entraram. Viram um mundo cheio de cores, com animais de todas as cores possíveis de imaginar, mas o mais fantástico é que eles falavam. O João começou logo a falar com a preguiça, era tão simpática! “Olá, como te chamas?” perguntou ele. “Eu chamo-me Igor, a preguiça. E tu?” “Eu chamo-me João.“
19
Stories of Lights in the Sky
Eles foram conversando e ficaram amigos, mas a Joana estava um pouco nervosa. Por que seria? Então o João perguntou-lhe: “O que se passa, Joana?” “Estou com medo de não conseguirmos voltar para casa.” “Não tenhas medo, o portal não fecha.“ Todos olharam para o portal, mas já não estava lá. A Joana começou a tremer ainda mais. O Igor exclamou: “Se querem voltar para casa, têm de ir à montanha azul às bolinhas vermelhas e lá abrirá o portal, às oito horas em ponto.” Os dois irmãos começaram, então, a andar. A meio do caminho pararam, pois ouviram duas árvores a resmungar sobre qual seria a melhor. A Joana interveio dizendo: “Se estiverem sempre a discutir, não resolvem o vosso problema. São as duas boas árvores.” Elas ficaram a olhar especadas, intrigadas. Pararam de discutir e, sem dizer mais uma palavra, eles foram andando até à montanha azul às bolinhas vermelhas. A meio do caminho, o João começou a sentir-se preso, olhou para baixo e viu que eram areias movediças cor de rosa. Começou a sentir-se assustado. A Joana magicou um plano para o tirar dali. Então, viu uma liana, agarrou-a e atirou-lha, salvando-o. Retomaram o seu caminho e, desta vez, foi a Joana a ficar em apuros, pois foi raptada pelos lendários Taniscor. O João começou a correr atrás deles e, como era rápido, resgatou-a num piscar de olhos. Seguiram caminho e, finalmente, estavam à frente da montanha, só lhes restava subir. Eles não sabiam o que estava para vir, a montanha não era aquela e só faltava meia hora para
20
Write for the Multilingual Book
o portal abrir. Como não tinham tempo, começaram a correr. De repente, ouviram passos e sentiram o chão a tremer, era o guardião da montanha que era mal-humorado. Quando os viu, desatou a correr e eles também. Foi então que o João teve uma ideia, passar por baixo das suas pernas. Conseguiram despistálo e quando chegaram ao topo da montanha, encontraram um gatinho e decidiram adotá-lo. Passaram o portal e voltaram para casa muito felizes com a sua aventura.
The Adventure On a beautiful spring morning, Joan and John were eager to go on holiday to their grandparents ' house. When they were there, they were curious to explore the house, it seemed like there was always something hidden in the attic. In chorus they said: This year we'll find out what's hidden in the attic! When they got to their grandparents' house, they started digging, but they didn't find anything, just some really old skates. Joan put them on right away and started skating, but she ran into a high-rise hanger and made a hole in the wall. John looked carefully, he seemed to see something and asked Joan for help. They looked again and found a portal with a sign that said "Multicolor Planet." They felt really excited and decided to get in. They saw a world full of colors, with colourful animals but the most amazing thing was that they coud talk. Immediately John started talking to the sloth, she was so nice! “Hey, what's your name?” he asked. “My name is Igor, the sloth. What about yours?”
21
Stories of Lights in the Sky
“My Name Is John.” They talked and became friends, but Joan was a little nervous. Why would that be? Then John asked her: “What's going on, Joan?” “I'm afraid we won't get back home.” “Don't be afraid, the portal won't close.“ Everyone looked at the gate, but it wasn't there anymore. Joan started shaking even more. Igor exclaimed: “If you want to go home, you have to go to the Blue Mountain with the red dots and there the portal will open at 8.” The two brothers started walking. In the middle of the way they stopped, because they heard two trees grumbling about which would be the best. Joan intervened saying: “If you fight all the time, you won't solve your problem. Both of you are good trees.” They both got surprised and stopped arguing. The children started walking again towards the Blue Mountain with the little red dots. Midway, John began to feel trapped, he looked down and saw that he was stucking pink quicksand. He started feeling scared. Joan came up with a plan to get him out of there. Then she saw a vine, grabbed it and threw it at him, saving her brother. They started walking again, and Joan got into trouble because she was kidnapped by the legendary Taniscor. John started running after them, and rescued her. They went on their way, and finally were in front of the mountain, all they had to do was to climb it. They didn't know what was coming, that wasn't the right mountain, and it was only half an hour before the gate to get opened. They felt there was not too much time left, so they started running. Suddenly,
22
Write for the Multilingual Book
they heard footsteps and felt the ground shaking, it was the mountain keeper who was grumpy. When he saw them, he started running and so did they. John had an idea, to pass under his legs. They managed to escape, and when they got to the top of the mountain, they found a kitten and decided to adopt him. They went through the portal and came home very happy with their adventure.
Benim Maceram Güzel bir bahar sabahı, Joan ve John tatilde dedesinin evine gidecekleri için mutluydu. Oradayken, evi keşfetmek heyecan vericiydi, onlara hep tavan arasında gizli bir şeyler varmış gibi geliyordu. İkisi birden dediler ki: Bu yıl tavan arasında neyin gizlendiğini öğreneceğiz! Dedelerinin evine gittiklerinde, araştırmaya başladılar, ama hiçbir şey bulamadılar, sadece pek eski duran patenler vardı. Joan hemen patenleri ayağına taktı ve paten yapmaya başladı, biraz hızlanınca duvarda bir delik açıldığını fark etti. John dikkatle baktı, bir şeyler var gibiydi ve Joan'dan yardım istedi. Birlikte baktılar ve üzerinde "Çok Renkli Gezegen’ levhası olan bir kapı gördüler. Oldukça heyecanlandılar ve içeri girmeye karar verdiler. Renkli hayvanlarla rengârenk bir dünya gördüler ama en şaşırtıcı şey; hayvanların konuşabilmeleriydi. Hemen John tembel hayvanla (Sloth) konuşmaya başladı, çok güzeldi! John “Hey, adın ne?” diye sordu. “Benim Adım Igor, dedi tembel hayvan. Ya senin?”
23
Stories of Lights in the Sky
“Adım John.“ Konuştular ve arkadaş oldular, ama her nedense Joan biraz gergindi. Sonra John ona sordu: “Neyin var Joan?” “Korkarım eve dönemeyeceğiz.” “Korkma, geçit kapanmayacak.“ Üçü de kapıdan tarafa baktı, ama artık orada değildi. Joan daha da titremeye başladı. Igor haykırdı; “Eve gitmek istiyorsanız, kırmızı noktaları takip ederek Mavi Dağ'a gitmelisiniz ve orada ana kapı saat sekizde açılacaktır.” İki kardeş yürümeye başladı. Yolun ortasında durdular, çünkü en büyüklerinden iki ağacın homurdandığını duydular. Joan müdahale etti: “Sürekli kavga etmek sorunu çözmez. İkiniz de iyi ağaçlarsanız.” İkisi de şaşırdı ve tartışmayı bıraktı. Çocuklar küçük noktaları takip ederek Mavi dağa doğru tekrar yürümeye başladı. Yolun ortasında, John kapana kısıldığını hissetmeye başladı, yere baktığında ayaklarının pembe bataklığa saplandığını gördü. Korkmaya başladı. Joan onu oradan çıkarmak için bir plan yaptı. Sonra bir sarmaşık gördü, tuttu ve kardeşini kurtarmak için ona doğru attı. Tekrar yürümeye başladılar, başladılar ama bu sefer de Joan'ın başı belaya girdi; efsanevi Taniscor onu kaçırdı. John onların peşinden koşmaya başladı ve sonunda kız kardeşini kurtardı. Yola çıktılar ve sonunda dağın eteğindeydiler, tek yapmaları gereken tırmanmaktı. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı, burası doğru yer değildi ve kapının açılmasına sadece yarım saat
24
Write for the Multilingual Book
kalmıştı. Çok fazla zaman kalmadığını hissettiler, bu yüzden koşmaya başladılar. Aniden, ayak seslerini duydular ve zeminin titrediğini hissettiler, bu huysuz dağ bekçisiydi. Onları görünce, koşmaya başladı ve kaçtılar. John'un bir fikri vardı: bekçinin bacaklarının arasından geçmek. Kaçmayı başardılar ve dağın tepesine vardıklarında bir yavru kedi buldular ve onu yanlarına almaya karar verdiler. Kapıdan geçip eve döndüklerinde çok mutlulardı.
Maria Inês 5ºD Santarém, Portugal 25
Stories of Lights in the Sky
Duke i ndjekur ëndërrat e mia Isha rritur tash më. Shkoja në fakulltet. Me familjen time jetoja në një shtëpi të vogël që na mjaftonte neve. Që nga femijeria ëndrroja të bëhem astronaute. Por askush nuk më besonte që mundem tia dal. Si e vogël kënaqesha kur bëja modele të anijeve kozmike. Së paku provoja. Para dy vjetëve nisa të ndërtoj një së vërteti. Isha duke e ndërtuar në garazhin tone pasi që askush nuk e përdorte. Më në fund anija ime kozmike ishte gati. Provova ta ndezi motorin. Nuk punoi. Provova përsëri, dhe ja kësaj rradhe punoi. Një gëzim i papërshkruar ma kaploi zemrën. Ëndëra ime u bë realitet. Fluturova lart në atmosphere. Ishte mahnitëse. Yjet dhe hëna shkëlqenin në erësirën e natës. Vërejta se mbetesha pa karburant. Më duhej të ulem diku. Ja ku e vërejta këtë planet të errët. Dukej kaq e frikshme dhe trishtuese. Nuk kasha zgjidhej. E ula anijen. Isha e trembur pasi që nuk dija kush jeton këtu. Por atëherë ndodhi diçka e pabesueshme. Krijesat që jetonin këtu nisën një nga një të tregojnë veten. Ishin të mikpritës. Më ofruan ushqim. Shijonte pak sa çuditshëm por nuk deshta të refuzoj. Një vajzë e vogël më tregoj se ky planet quhet Laramane pasi çdokush është laraman këtu. Ata jetonin në fise dhe i respektonin më të vjetrit. Veglat i kishin prej druri dhe guri. Ata i ndihmonin njëri tjetrit në çdo pikpamje. Laramanët ishin gjuetarë të dalluar. Gjithashtu kultivonin dhe një lloj pemë dhe perime në fermat e tyre të vegjël. Përngjanin shumë me ne
26
Write for the Multilingual Book
njerëzit. Dallimi i vetëm ishte që ato nuk kishin evolvuar ende. Nuk kishin mundet teknologji por një gjë është më se e sigurtë ishin më të lumtur dhe nuk ishin vetijak aspak si ne. Pasi riparova anijen time me ndihmën e miqve të ri u nisa pas për shtëpi. Ishte e vështirë të thuhet lamtumirë. Para se të largohem bëra disa fotografi që do të më kujtonin këtë udhëtim të mrekullueshëm. Mirë që i paskam bërë. Disa muaj pasi u këtheva një grup shkencëtarësh vizituan universitetin ku mësoja. Mbajtën një ligjeratë në lidhje disa shpikje të fundit në kosmos. I u tregova përallën time, dhe ja sot jam një njeri i rëndësishëm në NASA. Më vjen mire që ndjeka ëndrën time dhe kurrë nuk dorëhoqa. Mos harroni pra ndiqni ëndërat tua pa marrë parasysh se çka ju thuan.
27
Stories of Lights in the Sky
Following My Dreams I grew up and started university. I was living with my family in a small house, just enough for the three of us. Since I was a little girl my dream was to become an astronaut although no one believed that I can do it. I enjoyed making model spaceships. At least I tried. Well two years ago I started building a real one. I was building it at our garage, since no one was really using it. Finally, my spaceship was ready. I started the engine. It didn’t work. I started the engine again, and this time – vroom- it worked. An indescribable joy filled my heart. My dream came true. I flew up to the atmosphere. It was enchanting. The stars and the moon were shining bright in the night. I noticed that I was running out of gas. I had to land on somewhere. Then I saw this dark planet. It looked scary and creepy but I had no other choice. I landed on it. At first I was really scared as I didn’t know who or what was living there. But then an unexpected thing happened. The creatures living here started showing themselves. They were very friendly and hospitable. They offered food. It tasted strange, but I didn’t want to get misunderstood. A little girl told me that this strange planet’s name was Colorful, since everyone was colorful. They were living in tribes and respected the elder. Their tools were made out of stone and wood. They were helping each other no matter what. Colorful were good hunters too. They were also growing some sort of vegetables and fruit in their small farms. They were very alike us humans. The only difference was that they haven’t
28
Write for the Multilingual Book
evolved yet. They didn’t have technology but definitely they were happier and weren’t selfish at all. After fixing the damage on my spaceship with the help of my new friends it was time to get back. It was hard to say goodbye. Before leaving I took some photos to remind myself of this interesting journey. And I’m glad I did. Few months after I got back a group of scientists visited my university. They held a conference on the latest researches made on space. I told my story to them, and now I am an important person in NASA. I’m glad I followed my dream and didn’t give up. So don’t forget, follow your dreams no matter what.
Hayallerimin Peşi Sıra Büyümüş ve üniversiteli olmuştum. Ailemle sadece üçümüze yetecek kadar küçük bir evde yaşıyordum. Küçük bir kız çocuğuyken bile hayalim kimse bunu başarabileceğime ihtimal vermese de astronot olmaktı. Minyatür uzay gemileri yapmak hoşuma gidiyordu. Gerçek bir uzay gemisi inşa etmeyi en azından deneyebilirdim. İki yıl önce pek kullanılmayan garajımızda inşa etmeye başladım. Uzay gemim hazır olduğunda motoru çalıştırmak istedim ama çalışmadı. Motoru tekrar çalıştırdım ve bu sefer - vıruuuum-işe yaradı. Hayallerimin gerçek olmasıyla kalbimi tarif edilemez bir sevinç doldurdu. Atmosfere yükseldiğimde yıldızlar ve ayın gecede parlaması büyüleyiciydi. Yakıtımın bittiğini fark ettim, inecek bir yer bulmak zorundaydım. Sonra korkunç ve ürpertici görünen bu karanlık gezegeni tespit ettim. Buraya inmekten başka
29
Stories of Lights in the Sky
seçeneğim yoktu ve indim. İlk başta, burada kimin ya da neyin yaşadığını bilmediğim için aşırı korkuyordum. Ama sonra beklenmedik bir şey oldu; burada yaşayan yaratıklar kendilerini göstermeye başladı. Onlar çok samimi ve misafirperverlerdi. Aç olup olmadığımı sordular. Gelen yemeğin tadı garipti, ama kabalık olmasın diye yedim. Küçük bir kız bana bu garip gezegenin adının ‘Renkli’ olduğunu söyledi, çünkü herkes rengârenkti. Kabileler halinde yaşıyorlardı ve yaşlılara saygı duyuyorlardı. Eşyaları taş ve ahşaptan yapmaydı. Ne olursa olsun birbirlerine yardım ediyorlardı. Renkli halkı avcılıkta iyiydi. Ayrıca küçük bahçelerinde sebze ve meyve türevi bitkiler yetiştiriyorlardı. İnsanlara çok benziyorlardı, gelişmemiş olmaları dışında. Belki teknolojileri gelişmemişti ama kesinlikle daha mutluydular ve asla bencil değillerdi. Yeni arkadaşlarımın yardımıyla uzay gemimdeki hasarı tamir ettim, geri dönme zamanı geldiğinde veda etmek zordu. Ayrılmadan önce bu ilginç yolculuktan anı kalsın diye bir kaç fotoğraf çektim. Ve bu anı yaşadığım için çok mutluyum. Geri döndükten birkaç ay sonra bir grup bilim insanı uzay üzerine son araştırmalar konusuyla alakalı bir konferans vermek için üniversiteme gelmişti. Hikâyemi onlara anlattım ve şimdi NASA'DA önemli bir pozisyondayım. İyi ki hayallerimi izlemiş ve pes etmemişim. Unutma, ne olursa olsun hayallerinin peşinden git.
Sukejne VIII-2 Skopje, North Macedonia 30
Write for the Multilingual Book
Planeta Zemlja Kao Bolje Mesto Jedno jutro, probudila sam se. Sve je izgledalo normalno. Počela sam da se spremam za školu. Pošto sam kasnila, nisam stigla da čujem ni vremensku prognozu. U žurbi, izletela sam iz zgrade i krenula ka školi. Toliko sam žurila da nisam ništa primećivala i sve mi je izgledalo isto, kao i svaki drugi dan, ali sam osećala da nije. Kada sam stigla u školu, pozdravila sam se sa drugaricama, ali su me i oni sa kojima se nisam družila srdačno pozdravili. To mi je, moram priznati, bilo neobično, ali nisam mnogo obraćala pažnju na to, već sam samo ušla u učionicu. Nakon dva časa počeo je veliki odmor. Kada smo izašli napolje, vazduh je bio začuđujuće čist, a temperatura sasvim u redu. To me je malo iznenadilo, ali ni na to nisam toliko obraćala pažnju. Ono što me je iznenadilo je to što su sva deca otpatke bacala u kante za smeće, a kante, pritom, nisu bile prepune. Bila sam malo u šoku, iako to nikom, osim meni, nije bilo čudno. Tog dana nisam videla nikog da se svađa ili ponižava nekog. Deca nisu nosila preskupu odeću i delova su prilično zahvalna. U međusobnoj komunikaciji nisu koristila ružne reči, što me je zaista učinilo srećnom. Tog dana družila sam se i sa decom sa kojom se inače ne družim i to je bilo jedno stvarno lepo i neočekivano iskustvo.
31
Stories of Lights in the Sky
Krenula sam kući pod utiskom današnjeg dana. S obzirom na to da nisam toliko žurila, malo sam usporila i primetila da ni na ulicama nema smeća. Svuda su bile postavljene kante za smeće i nijedna jedina nije bila polomljena i pretrpana. Sa drveća nisu visile plastične kese, šta više, nije ih nigde bilo. Počela sam da se osvrćem oko sebe i uživam u prirodi. Terase su bile ukrašene cvećem, kao i sami ulazi i niko nije bacao smeće sa terase. Prolazeći ulicom primetila sam drvorede i cveće koje do tada nisam primećivala. Zatim sam se okrenula i videla kako neki mladić pomaže jednoj starijoj gospođi da pređe ulicu, a onda joj pomaže da ponese torbe koje je nosila iz prodavnice. Ta gospođa izgledala je veoma srećno i zadovoljno svojim životom, kao i svi ostali koje sam videla tog dana. Sve je izgledalo divno i pomalo nerealno, ali nikom nije ništa bilo neobično, osim meni. Pokušavala sam da shvatim o čemu se radi. Nije mi bilo jasno kako to da je samo meni sve to neobično. Mislim, niko nije mogao da podigne svest ljudima preko noći, zar ne?! Bilo je tu nečeg čudnog i nestvarnog. Počela sam ljudima na ulici da postavljam pitanja o ovome, ali bi mi oni samo, nakon postavljenog pitanja, uputili neki zbunjeni pogled i rekli mi da je sve ovako od kad je sveta i veka. Na osnovu toga, zaključila sam sledeće: lednici se ne tope; efekat staklene bašte nikad nije ni postojao, kao ni nuklearni otpad koji zagađuje zemljište, jer se nuklearna energija nikad nije koristila za oružje; niko ne ratuje; šume ne gore, osim ukoliko to nije prirodno; ozonski omotač je apsolutno stabilan; na fabrikama su bili postavljeni filteri; okeani su čisti, kao i mora i reke; ljudi su retko kad koristili automobile i svi, apsolutno svi, su posvećeni svojoj planeti. Kada sam to čula, osetila sam se kao
32
Write for the Multilingual Book
da sam provela dan na drugoj planeti. Na planeti poput naše, ali na njoj su ljudi brinuli jedni za druge, kao i za okolinu kojoj nisu predstavljali teret. Nažalost i svemu tome došao je kraj kada sam se probudila i shvatila da je to bio samo jedan divan san. Ali to ne mora biti samo san. On može da se ostvari, samo je potrebno preduzeti nešto, pre no što postane prekasno. Lično bih volela da se stavovi ljudi promene i da postanu obazriviji i pažljiviji u svakom smislu. Svi bi trebalo da obrate pažnju na to šta rade, da se okrenu oko sebe i vide šta smo učinili ovoj planeti. Ako niste do sada, počnite da brinete o planeti jer je to najmanje što možemo da učinimo za nju.
Earth as a Better Place One morning, I woke up. Everything seemed normal. I started getting ready for school. Since I was late, I didn't even hear the weather forecast. In a hurry, I flew out of the building and headed for school. I was in such a hurry that I didn't notice anything, and everything looked the same to me like every other day, but I felt it wasn't. When I got to school, I said goodbye to my classmates, but even those I didn't hang out with greeted me warmly. That, I must admit, was unusual, but I didn't pay much attention to it, I just walked into the classroom. After two classes, the lunch break began. When we stepped outside, the air was surprisingly clear and the temperature quite cool. It surprised me a little, but I didn't pay much attention to it either. What surprised me was that all the kids threw the trash into the trash bins and the trash bins were not full. I was a little
33
Stories of Lights in the Sky
bit shocked, though it was not strange to anyone but me. I didn't see anyone arguing or humiliating anyone that day. The kids did not wear expensive clothes and they looked quite grateful. They did not use swearwords in their communication, which really made me happy. That day I also hung out with kids I don't normally hang out with, and it was a really nice and unexpected experience. I headed home today under the impression. Since I wasn't in such a hurry, I slowed down a bit and noticed that there was no trash in the streets either. Garbage cans were all over the place and none were broken and overcrowded. Plastic bags did not hang from the trees, not even anywhere else. I started to look around and enjoy nature. The terraces were decorated with flowers, as were the entrances themselves and no one was throwing trash from the terrace. Walking down the street, I noticed trees and flowers that I hadn't noticed before. Then I turned around and saw a young man helping an elderly lady cross the street and carry the bags from the store. That lady seemed very happy and content with her life, like everyone else I saw that day. Everything looked beautiful and a bit unrealistic, but nothing was unusual to anyone except me. I was trying to figure out what it was. It was not clear to me how unique it was to me. I mean, nobody could raise people's awareness overnight, right?! There was something strange and unreal. I started asking people in the street questions about this, but they would just, after asking a question, give me a confused look and tell me that everything has been this way since it was holy and old. On this basis, I concluded that glaciers do not melt; the greenhouse effect never existed, nor did the soil-
34
Write for the Multilingual Book
polluting nuclear waste, because nuclear energy was never used for weapons; no one makes war; forests not up unless it is natural; the ozone layer is absolutely stable; filters were installed at the factories; the oceans are clear, as are the seas and rivers; people rarely use cars and all, absolutely everyone is dedicated to their planet. When I heard that, I felt like I had spent the day on another planet. On a planet like ours, but there, people cared for each other as well as the environment. I woke up and realized it was just a wonderful dream. But it doesn't have to be just a dream. It can come true. You just need to do something before it's too late. Personally, I would like people's attitudes to change and become more alert and attentive in every sense. Everyone should pay attention to what they are doing and look around to see what we have done to this planet. If you haven’t by now, start worrying about the planet because it’s the least we can do for it.
Daha İyi Bir Dünyada Sabah uyandığımda her şey normal görünüyordu. Okula hazırlanmaya başladım. Geç kaldığım için hava durumunu bile dinlemedim. Aceleyle okula yetişmek için binadan koşarak çıktım. O kadar acelem vardı ki hiçbir şeyi fark etmedim ve her şey bana her gün olduğu gibi sıradan görünüyordu, ama bir gariplik olduğu hissi vardı içimde. Okula gittiğimde, sınıf arkadaşlarımla selamlaştım, nedense pek samimi olmadığım sınıf arkadaşlarım bile beni sıcak karşıladı. İtiraf etmeliyim ki, alışılmadık bir şeydi, ama çok da önemsemedim, yerime geçip oturdum.
35
Stories of Lights in the Sky
İkinci dersten sonra öğle arası başladı. Dışarı çıktığımızda, hava şaşırtıcı derecede berraktı ve oldukça serindi. Bu beni biraz şaşırttı, ama yine pek önemsemedim. Beni asıl şaşırtan şey, tüm çocukların çöpleri çöp kutularına atması ve çöp kutularının dolu olmamasıydı. Biraz şok oldum, ama benden başka kimseye garip gelmediğini fark ettim. O gün kimseyi tartışırken ya da birbirini küçük düşürürken görmedim. Çocuklar hava atmak için pahalı kıyafetler giymiyorlardı ve oldukça mutlu görünüyorlardı. Gerçekten beni mutlu edense konuşurken küfür kullanmamalarıydı. O gün ben de normalde takılmağım çocuklarla vakit geçirdim ve gerçekten güzel ve beklenmedik bir deneyimdi. Gördüklerimin etkisi altında evin yolunu tuttum. Bu sefer acelem olmadığı için yavaş yavaş gidiyordum ve sokaklarda da çöp olmadığını fark ettim. Her köşede çöp kutuları vardı ve hiçbiri kırık ve ağzına kadar dolu değildi. Poşetler ağaçların dalında sallanmıyordu, üstelik hiçbiri yerde atılı değildi. Çevreyi izlemeye ve doğanın tadını çıkarmaya başladım. Balkonlar, bina girişleri gibi çiçeklerle süslenmişti ve hiç kimse balkondan çöp atmıyordu. Sokakta yürürken, daha önce görmediğim ağaçları ve çiçekleri fark ettim. Sonra arkamı döndüm ve yaşlı bir kadına yardım eden genç bir adamın caddeyi geçirip, marketten aldıklarını taşıdığını gördüm. O kadın, o gün gördüğüm herkes gibi, hayatından çok memnun ve mutlu görünüyordu. Bugün bana her şey güzel görünüyordu ve açıkçası pek gerçekçi değildi, ama benim dışımda hiç kimse bunlara şaşırmıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bana garip gelen bu şeylerin nasıl olduğunu anlayamıyordum. Sanırım kimse bir gece içinde
36
Write for the Multilingual Book
insanların farkındalığını yükseltmiş olamaz, değil mi? Garip ve gerçek dışı bir şey vardı. Sokaktaki insanlara bununla ilgili sorular sormaya başladığımda, bana şaşkın bir bakışla karşılık verdiler ve en başından beri her şeyin bu şekilde olduğunu söylediler. Gördüklerimin üzerine diyebilirim ki buzullar erimiyordu, sera etkisi asla var olmadı, ne de toprak nükleer atıklarla kirletildi çünkü nükleer enerji silah asla yapımında kullanılmadı; kimse savaşa tutuşmadı, doğal nedenler dışında ormanları sadece dağ başlarında bırakacak bir şey olmadı, ozon tabakası kesinlikle olması gerektiği gibi, tüm fabrikaların bacalarında filtre takılı, denizler ve nehirler gibi okyanuslar da temiz, insanlar nadiren araba kullanıyorlar ve sonuç olarak tüm insanlar kendilerini gezegenlerine adamıştı. Bunları düşünürken, günü başka bir gezegende geçirdiğimi hissettim. Bizimki gibi bir gezegende, ama, insanların birbirlerine ve çevreye karşı dikkatli olduğu ve sorun çıkarmadığı bir gezegende… Uyandığımda sadece harika bir rüya olduğunu anladım. Ama sadece bir rüya alarak kalması gerekmez, gerçekleşebilir. Çok geç olmadan bir şeyler yapmalısın. Kendim insanlara karşı tutumlarımı değiştirmek ve her anlamda daha bilinçli ve özenli olmak istiyorum. Hepimiz davranışlarımıza dikkat etmeliyiz, bu gezegene ne yaptığımızı görmek için çevremize bakmamız yeterli. Şimdiye kadar gezegenimiz için hiçbir şey yapmadıysanız, gezegenimizi önemsemeye başlayın en azından bunu yapabiliriz.
Antonija 8/5 Belgrade, Serbia 37
Stories of Lights in the Sky
illustrated by Antonija
3.02 został wybudzony Cześć! Dziś chciałabym opowiedzieć wam o mojej niezwykłej przygodzie. Nigdy nie sądziłam, że może istnieć inna istota, która potrafi myśleć tak jak ludzie - aż do tego dnia. Dochodziła godzina siódma wieczorem. Nie biorąc pod uwagę zwierząt, można stwierdzić że byłam sama w domu, ponieważ rodzice pracują do późnych godzin. Przez chwilę oglądałam telewizję, ale szybko mi się to znudziło, dlatego udałam się do mojego pokoju. Gdy wchodziłam po schodach, zauważyłam starą książkę. Jak można się domyślić, postanowiłam ją ze sobą zabrać. Gdy weszłam do pokoju, położyłam się do łóżka i zaczęłam czytać. Zastanawiałam się,
38
Write for the Multilingual Book
kiedy mogła powstać ta książka i doszłam do wniosku, że lektura “Ten obcy” została napisana dawno temu. Przeczytałam kilka rozdziałów. Była już prawie dziewiąta, a rodziców nadal nie było. Suczka o imieniu Sara położyła się obok mnie. Patrzyłam w sufit i głaskałam szczeniaka... Gdy otwarłam oczy, było już jasno. Obmyłam twarz przy toaletce, przebrałam się i zeszłam na dół do kuchni. Mama właśnie wychodziła. “Do widzenia kochanie, miłego dnia” – powiedziała i wyszła do biura. Według mnie rodzicielka pracuje za dużo, nigdy jej nie ma. W związku z tym, że były wakacje, postanowiłam, że trochę poleniuchuję. Szczerze mówiąc, byłam zmęczona. Poszłam do salonu i zauważyłam talerz z kanapkami. Mama zawsze robi je dla mnie. Usiadłam na kanapie, włączyłam telewizor i zaczęłam jeść śniadanie. Na dole ekranu widniała informacja: UFO nad Wrocławiem? 62-letnia kobieta twierdzi, że widziała obcych. Wtedy wyłączyłam odbiornik telewizyjny. Nie wierzę w takie głupstwa. Znudzona stwierdziłam, że wezmę Sarę i pójdziemy na spacer. Zadzwoniłam do mojej przyjaciółki, aby zaprosić ją na spacer, ale ta odmówiła - tłumacząc, że musi posprzątać dom. Kilka minut później byłyśmy już gotowe. Rzecz jasna ja i mój mały piesek. Wyszłyśmy i zaczęłyśmy kierować się na polankę na którą zawsze chodzimy. Wpatrzona w telefon uderzyłam o coś metalowego. “Aj!” powiedziałam zakoczona. Gdy podniosłam wzrok, ujrzałam dziwny i wielki spodek! Sara zaczęła szczekać. Nie miałam pojęcia co zrobić, więc odruchowo pociągnęłam lekko za smycz i zaczęłam uciekać. Nadaremno. Poczułam, że coś mnie
39
Stories of Lights in the Sky
przyciąga. Puściłam Sarę. Zdążyła uciec, ale ja widziałam już tylko ciemność. Zasnęłam. Obudziłam się na drewnianej leżance. Nie mogłam się ruszyć. Zobaczyłam, że jakieś dziwne istoty przyglądają się mi uważnie. Były zielone, miały wielkie, czarne oczy i nosiły wyblakłe szaty. - Obiekt nieznany 3.02 został wybudzony - powiedział jeden kosmita, znacznie wyższy od reszty. Stwierdziłam, że mogę się poruszać, ale bałam się i chciałam zachować spokój. Zaczęłam powoli wstawać. Byliśmy pod jakimś namiotem. Wszyscy patrzyli na mnie z zaciekawieniem. Wyglądało to śmiesznie, gdyż mieli lekko pochylone głowy. Wyciągnęłam ostrożnie telefon, aby spróbować poinformować kogoś o moim położeniu, ale telefon nie chciał działać. “Woooo” usłyszałam, gdy przez przypadek włączyłam jakiś dzwonek w telefonie. Chyba naprawdę mi ufali, ponieważ mogłam swobodnie się poruszać. Dano mi jakieś robaki, których nigdy wcześniej nie widziałam. “Można jeść” wszyscy zaczęli pokazywać na usta. Popatrzyłam tylko z obrzydzeniem i odłożyłam talerzyk na skrzyneczkę, która miała chyba służyć za szafkę. Skierowałam się w stronę wyjścia, ponieważ te istoty nie wydawały się być groźne. Wyszłam. Po raz pierwszy zobaczyłam gwiazdy i inne planety z bliska. Byłam zdumiona. Podszedł do mnie niski “obcy”. Był chyba młody. “Jak to jest, że stoimy na nogach? Ze szkoły wiem, że to niemożliwe, ponieważ tu nie ma grawitacji” - powiedziałam, nie wiedząc czy mnie zrozumie. Jednak zrozumiał. “Gred nie wiedzieć. Gred - być - nie - pewien, ale Gred - myśleć, że Gred – czaruje” odpowiedział z radością.
40
Write for the Multilingual Book
Zaśmiałam się. Nagle usłyszałam, że czas na obiad. Postać zaczęła mnie delikatnie ciągnąć do obozu obok. Poproszono mnie, abym usiadła obok najstarszego z nich. Podano jakieś owoce, mięsa i sałaty. Zaczęli jeść. Przyglądałam się im. Wyglądali sympatycznie. Gred siedział obok mnie. Podał mi jakiś owoc: “ Gred chcieć, aby obiekt – zjadł - ulubiony owoc Greda uśmiechnął się i sam zaczął jeść dany produkt.” Uznałam, że spróbuję. Dlaczego nie? Naśladowałam stworka i zaczęłam jeść. O dziwo, owoc był smaczny. Po skończonej uczcie zauważyłam, że wszystkie oczy były skierowane na mnie. Zaczęto mi opowiadać historię ich ludu. Okazało się, że te małe stworzenia to lud Grazabil. Pilnują, aby planety nie rozpadły się. Istnieją od zawsze. Gred to syn cesarza. Czasami latają wokół Układu Słonecznego, aby sprawdzić, czy wszystko jest w porządku. Na Ziemi zostali zauważeni kilka razy, ale niewielu jest ludzi, którzy w nich wierzą. Kilka razy zdarzyło się, że jeden z ludu ‘Grazabil’ nie przyleciał już do bazy, ale teraz zabezpieczenia mają lepsze. Dziś miał być kolejny oblot, więc postanowiłam, że polecę z jednym z nich. Tym razem miał lecieć brat cesarza, Mintym. Załoga szybowców zgodziła się, abym w tym uczestniczyła. Pięć minut później wystartowaliśmy. Mintym zapisywał coś, chyba notował stan kosmicznych olbrzymów. Obiecał mi, że gdy będziemy przy Ziemi odwiezie mnie tam, skąd mnie zabrano. Lecieliśmy obok największej gwiazdy - Słońca. Nagle poczułam dym. Lecieliśmy wprost na kulę ognia i… “ Aaa!” - krzycząc przeniosłam się do pozycji siedzącej i zobaczyłam przed oczami uradowaną Sarę machającą ogonem.
41
Stories of Lights in the Sky
Ach, to tylko sen. Niesamowity sen! Spojrzałam za okno i ujrzawszy migającą gwiazdkę, uśmiechnęłam się. Sara położyła się obok mnie i razem ponownie zasnęłyśmy.
3.02 Has Been Woken Up Hi. Today I would like to tell you about my extraordinary adventure. I never expected that there was another creature who can think like people... Until now. It was almost 7 pm. Apart from the animals, I was alone at home because my parents work until late. I watched TV for a while, but it quickly became boring. Bored, I headed to my room, and walked down the stairs and then I noticed an old book. As you can guess - I took it. When I got to my room I went to bed and started reading... “This Stranger”, is that a pretty old book? I read several chapters. It was around 9 pm, and the parents were still gone. A dog named Sara laid down next to me. I looked at the ceiling and stroked the puppy.. It was a morning already. I rinsed my face in the dressing table, changed clothes, and went downstairs to the kitchen. Mum was just leaving, “Goodbye, sweetheart, have a nice day” – she said and went to the office. In my opinion, my parent works too much, she is never at home. Due to the fact that it was holiday, I decided to laze around a bit. To be honest, I was tired. I went to the living room and noticed a plate of sandwiches. Mum always makes them. I sat on the couch, turned on the TV and started eating breakfast. I read the following headlines in the news:
42
Write for the Multilingual Book
'UFO over Wroclaw? 62-year-old woman claims to have seen strange objects” Hearing the title, I turned off the television. I couldn’t believe in such stupidity. Bored, I thought I would take Sara and we would go for a walk. I called my friend with intention to invite her for a walk, but she refused, explaining that she had to clean her house. A few minutes later we were ready. Of course, me and my little pet. We left and started heading towards the meadow where we always go. Staring at the phone, I hit something metal – “Oh My!” I said embarrassed, looking up. I saw a strange and big... saucer? Sara began to bark. I had no idea what to do, so I instinctively pulled slightly a leash and started running. It was the waste of time. I felt something was pulling me. I let Sara go. She managed to escape, but all I saw was darkness, I fell asleep. I woke up on a wooden couch. I couldn't move. I saw some strange creatures watching me closely. They were green, had big black eyes, and wore faded robes. "An unknown object 3.02 has been woken up" - said one, much taller than the rest. When he said that, I felt that I was able to move. I was scared but I wanted to keep calm. I started to get up slowly. We were under a tent. They looked at me with curiosity. It looked funny because their heads bowed slightly. I carefully pulled out the phone to try to inform about my location, but the phone didn't work. “Woooo” - I heard when I accidentally turned on a bell. I think they really trusted me because I was able to move freely. I was given some bugs that I had never seen before.
43
Stories of Lights in the Sky
“You eat” - everyone started pointing at their mouth. I just looked in disgust and put the plate away on the box, which was supposed to be a cabinet. I headed toward the exit because these creatures did not seem threatening. I left. I saw stars and other planets up close for the first time. I was amazed. A short “stranger” approached me. He was probably young. “How is it possible that we’re standing on our feet? From what they taught us, it is impossible because there is no gravity here” I said, not knowing if he would understand me. “Gred – not - know... Gred be - unsure but Gred - think Gred is bewitching" he replied with joy. I laughed when I suddenly heard it was time for dinner. The figure began to pull me gently to the nearby camp. I was asked to sit next to the oldest of them. Some fruit, meat and lettuce were served. They started to eat. I watched them. They looked nice. 'Gred' sat next to me and gave me some fruit. “Gred wants the object to eat Gred's favourite fruit” - he smiled and started eating the product himself. I decided that I would try - why not? I followed the creature’s example and started to eat. Amazingly, it was good. After that feast the eyes were focused on me. I began to listen to the story of their people. It turned out that these little creatures were the people of “Grazabil”. They make sure the planets don't fall apart. They have always been around. Gred is the son of the emperor. Sometimes they fly around the solar system to see if everything is alright. On Earth they have been noticed several times, but there are few people who believe in their existence. Several times it happened that one of the people of "Grazabil" no longer arrived at the base, but now the security is better.
44
Write for the Multilingual Book
It was supposed to be another flight today, so I decided to go with one of them. Today the emperor's brother Mintym was going to fly. The gliders’ crew allowed me to take part in it. Five minutes later we started. Mintym wrote something, probably the condition of the cosmic giants. He promised to leave me where I was taken when we would be close to the Earth. We flew past the biggest star - Sun. Suddenly I felt smoke. We flew straight to the fireball and... “Aaa!” - shouting, I moved to a sitting position and saw delighted Sarah wagging its tail in front of my eyes. Oh, it's just a dream... Amazing dream! I looked out the window and saw a flashing star and smiled. Sara was lying down next to me and together we fell asleep again...
3.02 Uyanıyor Merhaba, bugün size sıra dışı maceramı anlatmak istiyorum. İnsanlarla gibi düşünebilen başka bir yaratık olduğunu asla ummamıştım, ta ki o güne kadar. Saat hemen hemen akşam 7 civarıydı. Ailem geç saatlere kadar çalıştığı için hayvanlar dışında evde kimse yoktu. Bir süre televizyon izledim, fakat çabucak sıkıldım. Odama gittim ve merdivenlerden aşağı yürüdüm ve sonra eski bir kitap fark ettim. Tahmin ettiğiniz gibi onu aldım. Odaya girdiğimde yatağa gidip okumaya başladım. “Yabancı” oldukça eski bir kitap mıydı? Birkaç bölüm okudum. Yaklaşık akşam 9 civarıydı ve ailem hâlâ gelmemişti. Köpeğim Sara yanımda uzanmıştı. Tavana bakıp köpeği okşadım… Hava yeni aydınlanıyordu. Soyunma odasında yüzümü yıkadım, kıyafetlerimi değiştirip mutfağa doğru merdivenlerden indim.
45
Stories of Lights in the Sky
Annem de “Hoşçakal tatlım, iyi günler.” diyerek işe gitti. Bana göre ailem çok fazla çalışıyordu, annem asla yanımda değildi. Tatil olmasından dolayı biraz tembellik yapmaya karar verdim. Dürüst olmak gerekirse yorgundum. Oturma odasına gittim ve tabaktaki sandviçi fark ettim. Annem her zaman hazırlar bırakırdı. Kanepeye oturup televizyonu açtım ve kahvaltımı yapmaya başladım. Haberlerde şu başlıkları okudum: “Wroclaw üzerinde UFO? 62 yaşındaki kadın yabancı cisimler gördüğünü iddia ediyor. “ Başlıkları duyduktan sonra televizyonu kapattım. Böyle aptalca şeylere inanmıyordum. Sıkılmıştım, Sara’yı alıp biraz yürüyüşe çıkmayı düşündüm. Yürüyüşe arkadaşımı da davet etmek için aradım ama evi temizlemek zorunda olduğunu söyleyerek reddetti. Birkaç dakika sonra hazırdık. Tabii ki, ben ve küçük evcil hayvanım. Evden çıktık ve her zaman gittiğimiz çayırlara doğru ilelemeye başladık. Telefona bakarken metal bir şeye çarptım. Utanmış bir şekilde bakarak “Aman!” dedim. Tuhaf ve büyük bir fincan tabağı mı gördüm? Sara havlamaya başladı. Ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu, bu yüzden içgüdüsel olarak hafifçe tasmayı çektim ve koşmaya başladım. Bir şeyin beni çektiğini hissettim. Sara’nın tasmasını bıraktım. O, kaçmayı başardı fakat gördüğüm tek şey karanlıktı, sonra uyuyakalmıştım. Tahta bir yatakta uyandım. Hareket edemiyordum. Beni yakından izleyen birkaç tuhaf yaratıklar gördüm. Yeşil renkteydiler, büyük siyah gözleri vardı ve soluk kıyafetler giymişlerdi. Diğerlerinden daha uzun olan biri; “Bilinmeyen bir nesne, 3.02 uyandı.” dedi.
46
Write for the Multilingual Book
Onu söylediğinde hareket edebildiğimi hissettim. Korkmuştum, fakat sakin kalmaya çalıştım. Yavaşça kalkmaya başladım. Biz bir çadırın altındaydık. Bana merakla baktılar. Onların kafaları hafif eğik olduğu için komik görünüyorlardı. Konumum hakkında bilgi vermeyi denemek için dikkatlice telefonu çıkardım, fakat telefon çalışmadı. Kazara bir zili açtığımda “Vuuuuu” diye bir ses duydum. Bence bana gerçekten güveniyorlardı çünkü özgürce hareket edebiliyordum. Bana daha önce hiç görmediğim bazı böcekler verildi. “Sen ye.” herkes ağzını işaret etmeye başladı. Sadece tiksinti içinde baktım ve tabağı bir dolaba benzeyen kutunun üstüne koydum. Bu yaratıklar tehdit edici görünmedikleri için çıkışa doğru yöneldim. Çıktım, yıldızları ve diğer gezegenleri ilk kez yakından gördüm. Şaşırmıştım. Kısa boylu bir yabancı bana yaklaştı. Muhtemelen genç biriydi. Ayaklarımızın üzerinde durmamız nasıl mümkün olabilir? Bize öğrettikleri gibi, burada yerçekimi olmadığı için bunun imkânsız olduğunu söyledim, beni anlayıp anlamadığını bilmeden. “Gred, bilmiyor… Gred, emin değil, fakat Gred büyüleyici olduğunu düşünyor.” diye eğlenceli bir cevap verdi. Aniden akşam yemeği zamanı geldiğini duyduğumda güldüm. Figür beni kibarca yakındaki kampa çekmeye başladı. En yaşlılarının yanına oturmam istendi. Biraz meyve, et ve marul servis edildi. Yemeğe başladılar. Ben de onları izledim. Hoş görünüyorlardı. Gred benim yanıma oturdu ve bana biraz meyve verdi. “Gred en sevdiği meyveyi yemek için nesneyi istiyor.” o gülümedi ve meyveyi kendisi yemeye başladı. Denemeye karar verdim, Neden olmasın? Yaratığın yaptığı gibi yapıp yemeye başladım. Şaşırtıcı bir şekilde yemek iyiydi.
47
Stories of Lights in the Sky
Ziyafetten sonra gözler bana odaklandı. Onların halkının hikâyesini dinlemeye başladım. Bu küçük yaratıkların Grazabil’in halkı olduğu anlaşılmıştı. Onlar gezegenlerin ayrılmamasını sağlıyorlardı. Her zaman etraftalardı. Gred imparatorun oğluydu. Her şeyin yolunda olup olmadığını anlamak için bazen onlar Güneş Sistemi etrafında uçuyorlardı. Dünya üzerinde onlar birkaç kez fark edilmişlerdi, fakat onların varlığına inanan çok az insan vardı. Birkaç kez Grabil halkından birinin artık üsse gelemediği olmuştu, fakat şimdi güvenlik daha iyiydi. Bugün başka bir uçuşun olması düşünülüyordu, bu yüzden onlardan biriyle gitmeye karar verdim. Bugün imparatorun kardeşi Mintym uçacaktı. Planörlerin ekibi benim katılmama izin verdi. Beş dakika sonra başladık. Mintym muhtemelen kozmik devlerin durumu ile ilgili bir şeyler yazdı. Dünya’ya yaklaştığımız zaman beni aldıkları yere bırakacaklarına söz verdi. En büyük yıldız olan Güneş’i geçtik. Aniden duman hissettim. Ateş topuna doğru uçuyorduk ve… “Aaaaa!” diye bağırarak oturma pozisyonuna geçtim ve karşımda Sara’nın kuyruğunu sallayarak memnun olduğunu gördüm. Sadece bir rüyaydı… Muhteşem bir rüyaydı! Pencereden dışarı baktım ve parlayan bir yıldız görüp gülümsedim. Sara yanımda uzanıyordu ve birlikte tekrar uykuya daldık.
Paulina B. 6-B Ligota, Poland 48
Write for the Multilingual Book
Ден на друга планета Долго време се прашував како ќе изгледа денот на друга планета. Мислев дека никогаш нема да го доживеам тоа. Но, еден ден наидов на друга планета што беше најдобро искуство во мојот живот. Бев на семеен одмор, останавме таму 10 дена. Тоа беше трет ден кога отидовме на плажа како и обично; пливавме во морето и се сончавме на плажа кога решив дека сакам да одам на пливање. Пливав 15 минути кога почувствував дека нешто ми ја допира ногата. Тоа беше голема златна риба; таа понуди да ме однесе на друга планета. Се согласив. Ме однесе на нејзината планета; во таа Планета наместо луѓе имаше риби. Тоа беше најдоброто место на кое некогаш сум бил. Ме однесоа на турнеја низ планетата наречена „Злато“ на која сè беше направено од злато. Беше толку убава. И покрај тоа што на оваа планета луѓето биле заменети со риби. Тие беа најљубезните суштества кои некогаш сум ги запознала, кога ме пречекуваа, како да сум еден од нив. Останав таму два дена кога конечно дојде време да се вратам во семејството. Ми рекоа да ги затворам очите и кога ги отворив лежев на плажа. Моите родители се грижеа за мене, но кога им кажав каде сум била, тие разбраа и беа среќни што сум добро. После тоа, никогаш не ја видов златната рипка повторно, но мило ми е што бев на друга планета и ја доживеав таа ретка работа. Се надевам дека девојките одлично се забавуваат на планетата „Злато“.
49
Stories of Lights in the Sky
The Golden Planet For a long time, I was wondering what a day would look like in another planet. I thought that I would never experience that. But one day I came across another planet that was the best experience of my life. I was on a family vacation; we were staying there for 10 days. It was our third day we went to the beach as usual; we were swimming in the sea and sunbathing on the beach. That day, I decided to go swimming. I was swimming for 15 minutes when I felt something grabbing my leg. It was a big goldfish; she offered to take me to another planet. I agreed. She took me to her planet; in the planet there were fishes instead of people. It was the best place I’ve ever been to. They took me on a tour round there, it was called “Golden Planet” everything there was made of gold. It was so beautiful. They were the most polite creatures I have ever seen. They welcomed me as if I were one of them. I stayed there for two days. They told me to close my eyes and when I opened I was laying on the beach. My parents were worried about me but when I told them where I was, they understood and were happy that I’m alright. After that I have never seen the goldfish again but I’m glad that I’ve been to another planet and experienced that rare thing. I hope the fishes are having a great time on the golden planet.
50
Write for the Multilingual Book
Altın Gezegen Uzun zamandır, başka bir gezegende hayatın nasıl olduğunu merak ediyordum. Bunu asla yaşayamayacağımı düşünürdüm. Ama bir gün hayatımın en iyi deneyimi olan başka bir gezegene gitme şansı yakaladım. Ailemle on gün sürecek bir tatile gitmiştik. Üçüncü gündü; her zamanki gibi plaja gidiyor, denizde yüzüyor ve sahilde güneşleniyorduk. O gün biraz yüzmek istedi canım. On beş dakika kadar olmuştu yüzmeye başlayalı, bacağımı çekiştiren bir şey hissettim. Bu büyük bir altın balıktı; bana başka bir gezegeni ziyaret etmeyi teklif etti. Davetini kabul ettim. Beni gezegenine götürdü; gezegende insanlar yerine balıklar vardı. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel yerdi. Beni bir tura çıkardı, gezegene “Altın Gezegen” deniyordu, her şey altından yapılmıştı. Çok güzeldi. Onlar gördüğüm en kibar yaratıklardı. Onlardan biriymişim gibi davrandılar bana. Konukluğum iki gün sürdü. Gözlerimi kapatmamı söylediler ve açtığımda sahilde yatıyordum. Ailem benim için endişelenmişti ama onlara nerede olduğumu söylediğimde, iyi olduğumu anladılar ve mutlu oldular. Bundan sonra altın balığı bir daha görmedim ama başka bir gezegene gitmek ve bu nadir tecrübeyi yaşamak çok güzeldi. Umarım balıklar altın gezegende harika vakit geçiriyorlardır.
Simona VIII-1 Kichevo, North Macedonia 51
Stories of Lights in the Sky
Un Giorno Su Alienopoli Matteo un ragazzo con una fantasia sfrenata che immagina sempre che un giorno vorrebbe andare su Marte per trascorre un giorno diverso. Erano le 24:00 di venerdì sera e Matteo dopo aver visto un film sui pianeti ando' a dormire, ma improvvisamente sogno' di essere su Marte con delle strane creature attorno che lo fissano e lo guardano con sguardo spaventato, lui cerco' di avvicinarsi ma le povere creature scapparono via, lui in quel momento pensò che questa era la sua vita perfetta, incominciò a esplorare Marte ma appena incominciò a camminare vide che il suo corpo era leggerissimo e poteva volare, allora subito si mise in cerca per trovare qualcuno con cui fare amicizia ma in quel momento tutte le creature erano spaventate nelle proprie tane. Matteo scopri che sulla superficie del pianeta c’erano tanti fori e sembravano i fori del formaggio svizzero ma solamente che non erano fatti di formaggio ma di sabbia, dopo tanto tempo che era in cerca trovo una tana con dentro una strana creatura che era impaurita ma in quel momento stava accovacciata con gli occhi chiusi lui pensò subito di avvicinarsi per fare amicizia ma sfortunatamente stava riposando, lui si mise accanto per aspettare il suo risveglio. Dopo qualche ora udì qualche rumore come una navicella spaziale di color grigio e nero che atterrò
52
Write for the Multilingual Book
proprio davanti alla tana, in quel momento lui era molto spaventato perché pensava che quello era il pianeta degli alieni ma invece era solo una navicella con a bordo un alieno color verde, lui fissava sempre la navicella, ad un certo punto si apri la navicella e scese un alieno con delle antenne in testa molto piccole che si dirigeva verso la tana in cui c’era Matteo ma d’un tratto la creatura accanto a lui si svegliò e vide che era pure lui un alieno allora ipotizzò che era la città degli alieni ma era molto strano perché c’erano solo due creature ma invece non era cosi. Quando l’alieno era quasi all’ingresso della tana lui si mise ad urlare ma l’alieno appena vide Matteo restò immobile, e Matteo provò a parlare ma la sua voce era cambiata ma capi subito che ora poteva comunicare con loro. Sali a bordo della navicella e andarono nel città degli alieni “Alienopoli”e da quel giorno Matteo restò con loro, solamente che lui era diverso da tutti loro alieni.
A Day on Alienopolis Matteo was a boy with an unrestrained fantasy who always dreams to go one day on Mars and spend a different day. It was midnight on a Friday evening and after watching a movie on planets Matteo went to bed but suddenly he dreamt to be on Mars surrounded by strange creatures who stared at him with a frightened look, Matteo tried to approach them but those poor creatures ran away In that moment Matteo thought that it was his dream life so he started to explore Mars. as soon as he started to walk,he saw that his body was very light and that he could fly so immediately he started to search for
53
Stories of Lights in the Sky
someone to make friends but all the creatures were hidden in their holes. Matteo found that on the surface of the planet there were many holes like a Swiss cheese but they weren't made of cheese but sand; after looking for a long time Matteo found in one of those holes a strange frightened creature with closed eyes, Matteo tried to go closer but the creature was sleeping so he waited for its awakening. After many hours he heard a strange noise: it was a black and grey spaceship that landed just right in front of the hole. In that moment Matteo was very frightened because he thought it was an alien planet but it was only a spaceship with a green alien on board. He stared the spaceship and suddenly from the spaceship an alien with very small antennae on its head got out and approached the hole when the other small creature opened its eyes. It was an alien too! When the first alien was almost at the entrance of the hole Matteo screamed and as soon as the alien saw Matteo it stopped. Matteo tried to speak but his voice had changed and he saw that he could communicate with them. Matteo went on the spaceship and they went on “Alienopolis" the alien town and from that day Matteo remained with them, but he was different from all the rest of the other aliens.
Alienopolis’te Bir Gün Matteo, her zaman bir gün Mars'a gitmeyi ve farklı bir gün geçirmeyi hayal ederdi, sınırsız bir hayal gücü vardı. Bir Cuma günü gece yarısıydı ve gezegenlerle ilgili bir film izledikten sonra Matteo yatağa gitti ama uyumadı, Mars'ta
54
Write for the Multilingual Book
korkmuş bir bakışla ona bakan garip yaratıklarla çevrili olmayı hayal etti, Matteo onlara yaklaşmaya çalışınca o zavallı yaratıklar kaçtı. O anda Matteo bunların kendi hayali olduğunu düşündü ve Mars'ı keşfetmeye başladı. Yürüdüğü anda vücudunun uçacak kadar hafif olduğunu fark etti ve hemen yalnız olup olmadığını anlamak için etrafı araştırmaya başladı. Ama tüm yaratıklar deliklerine gizlenmişti. Matteo, gezegenin yüzeyinde İsviçre peyniri gibi birçok delik olduğunu, ancak peynirden değil topraktan olduğunu fark etti; Matteo bu deliklerden birinde kapalı gözlerle garip görünümlü korkmuş bir yaratığa yaklaşmaya çalıştı ama yaratık uyuyordu, bu yüzden uyanmasını bekledi. Bir kaç saat sonra tuhaf bir ses duydu: siyah grili bir uzay gemisi tam deliğin önüne indi. O an Matteo yabancı bir gezegende olduğu için korktu ama bu üzerinde sadece yeşil bir uzaylı olan gemiydi. Gözünü gemiye dikti, aniden uzay gemisinden kafasında küçücük bir anten olan uzaylı çıktı ve küçük yaratık gözünü açtığında deliğe yaklaştı: o da bir uzaylıydı! İlk uzaylı neredeyse deliğin girişindeyken Matteo çığlık attı ve uzaylı Matteo'yu gördüğü anda durdu, Matteo konuşmaya çalıştığı anda sesi değişti ve onlarla iletişim kurabildiğini fark etti. Matteo uzay gemisine girdi ve onlarla “Alienopolis" adlı uzaylıların kasabasına gitti. O günden sonra Matteo orada kaldı, ama o diğer tüm uzaylılardan farklıydı.
Mattıa Taormina-Messina, Italy 55
Stories of Lights in the Sky
Salvando el planeta Un día estábamos mis padres y yo viendo una película que trataba de una guerra que ocurría en otro planeta fuera de nuestra constelación, cuyo nombre era "Arkonaro". De pronto, en mitad de la pantalla salió un inmenso agujero que ocupaba toda la pantalla y nos succionó a todos los que estábamos allí, para que fuéramos a salvar aquel planeta. En un instante viajamos a aquel extraño lugar donde había catástrofes. Había muy pocas carreteras, pocos hospitales... así que a veces no se llegaba a cubrir las necesidades de todas las personas. El grupo de personas que estábamos en el cine decidimos juntarnos e idear una serie de planes para hacer que todo cambiara. Ese día nada más llegar nos compramos unos trajes que nos protegían de todo: infecciones, ataques... En ese planeta había muy pocos recursos de medicina, transporte… Cada uno teníamos unas funciones diferentes. Había gente que tenía como misión que se acabara el hambre en ese planeta, lo cual consiguieron gracias a que tenían superpoderes. Otras personas se encargaron de la educación, ya que allí los niños apenas sabían cosas y la gente conocía muy pocos conceptos básicos. Yo fui la encargada de inventar una serie de vacunas que acabaran con todas las enfermedades. Mis padres se encargaron de construir medios de comunicación. Finalmente tras habernos reunido todos y haber puesto cada uno de nuestra parte, pudimos construir un planeta feliz.
56
Write for the Multilingual Book
Saving a Planet One day my parents and I were at the cinema watching a movie about a war going on another planet outside our constellation, whose name was "Arkonaro". Suddenly, in the middle of the screen, a huge hole came out that cover the whole screen and sucked all of us who were there, so that we could go and save that planet. Then, we found ourselves on strange place where there were catastrophes. On that planet there weren't enough medicine, transportation... Roads and hospitals were insufficent... So people sometimes couldn't be provided with basic services. All the audiences decided to get together and come up with a series of plans to make everything change. That day, as soon as we arrived, we bought some suits that protected us from everything: infections, attacks... Each of us had different missions. There were people whose mission was to end hunger on that planet, they could achieve it thanks to their superpowers. Other people were in charge of education, because the children were uneducated and the people had so little basic knowledge. I was the one in charge of inventing a series of vaccines that would kill all the diseases. My parents were in charge of building media. Finally, after we worked all together and did our part, we were able to build a happy planet.
57
Stories of Lights in the Sky
Bir Gezegeni Kurtarmak Bir gün annem, babam ve ben sinemada takımyıldızımızın dışındaki "Arkonaro" gezegeninde süregelen savaşı anlatan bir film izliyorduk. Aniden, ekranın ortasında, tüm ekranı kaplayan büyük bir delik çıktı ve tüm izleyicileri içine çekti, şimdi gezegeni kurtaracak olanlar bizlerdik. Sonra, kendimizi felaketlerin olduğu garip bir yerde bulduk. Tüm izleyiciler bir araya geldik ve her şeyi değiştirmek için planlar yapmaya karar verdik. Şehirlerde yeterli ilaç ve ulaşım yoktu... Yollar ve hastaneler de yetersizdi... Bu yüzden insanlara bazen temel hizmetler sağlanamıyordu. O gün, gelir gelmez, bizi her şeyden koruyan bazı kıyafetler aldık: enfeksiyonlar, saldırılar... Her birimizin farklı görevleri vardı. Görevi gezegendeki açlığı sona erdirmek olan insanlar vardı, süper güçleri sayesinde bunu başarabilirlerdi. Bir kısmı insanların eğitimden sorumluydu, çünkü çocuklar eğitimsizdi ve insanlar yetersiz temel bilgiye sahipti. Tüm hastalıkları öldürecek bir dizi aşı icat etmekten sorumlu olan bendim. Annem ve babam medya kurmaktan sorumluydu. Sonunda, hep birlikte çalıştıktan ve üzerimize düşeni yaptıktan sonra, mutlu bir gezegen inşa edebildik.
58
Write for the Multilingual Book
Carlota 3ยบB Valladolid, Spain 59
Stories of Lights in the Sky
Gezegen Neden Taşa Dönüştü? Bir gün İrem uyandığında yatağında olmadığını fark etti. Burası garipti ve daha önce gördüğü yerlere hiç benzemiyordu. Yıllar önce bir patlama olmuş ve her yeri lavlar kaplamış gibi renksizdi. Aklında nerede olduğu ve buraya nasıl geldiği sorusu vardı hep. Etrafa bakınıp duruyordu, sanki uçsuz bir çölde tek başına gibiydi. Hava karanlık bulutlarla kaplıydı. Uzakta yanıp sönen bir ışık vardı, birilerinin olması ve kendine yardım etmesi umuduyla o tarafa doğru yürümeye başladı. Biraz sonra ışığın yanına ulaştı, bu ışık saçan bir heykele benziyordu. Heykelin yanında iki sütun ve yedi agaç fidanı vardı. Aslında ışıklar bu fidanlardan geliyordu. Ve kendisi için bırakılmış bir not vardı : “Bu fidanlar yedi yere dikilmeli, bu yerleri aslında biliyorsun ve yalnızca kendini düşünme.” Fidanları alıp biraz daha ilerlediğinde, fidanların ışığıyla burada onlarca insan heykelinin olduğunu fark etti. Artık buraya nasıl geldiğini ve kurtulacağını değil, bu fidanları doğru yere dikmeyi düşünüyordu. Böylece kendini düşünmeyi bıraktığını fark etti. Bir kitapta insanların kalbinin sesini dinlediğinde, doğru kararlar verebileceğini okumuştu. Gözlerini kapattı ve kalbini dinledi. Sağ tarafına doğru kararlı adımlarla yürümeye başladı. Heykellere baktığında onların da yüzlerinin aynı yöne dönük olduğunu gördü. Uzun
60
Write for the Multilingual Book
süre yürüdü, sonunda taşlaşmış bu gezegende bir tepede fidan dikebileceği bir toprak parçası buldu ve ilk fidanı oraya yerleştirdi. Fidanı diktikten sonra yoluna devam ediyordu, geriye baktığında fidanın kocaman olduğunu gördü ve gözlerine inanamadı. Ağaç etrafında kısıtlı bir alana renk verdi, çimenler çıkmaya başladı. Karın güneşte eridiği gibi yavaş yavaş eriyordu taşlar. İrem’in mutluluğu görülmeye değerdi. Ve bu gezegeni kurtarabileceğine inanıyordu artık. Bu sabah bambaşka biri oluvermişti, kendindeki değişime de şaşırıyordu. İrem renklenen alanda ilerlerken yerde baygın yatan bir kız gördü. Koşarak yanına gitti. Saçları beline kadar uzanan, yüzünde özenle serpilmiş gibi çiller olan bir kızdı bu. Tanıştılar, kızın ismi Yade’ydi. Olan biteni anlatmaya başladı; “Ülkemizi Kralımız Savran yönetiyordu, insanların ağaçları ve hayvanları yok etmesine çok kızıyordu. Buna engel olmaya çalıştı ama ne yaparsa yapsın insanlar umursamaz davranmaktan vazgeçmiyordu. Sonunda insanları doğa kendini yenileyinceye dek taşa çevirmeye karar verdi. İlk başta bir kısım insanlar taşlaştı, fakat daha sonra bir hastalık gibi yayıldı.” “Geldiğimde her yer taşlarla kaplıydı ve benim heykel sandıklarım insanlarmış demek. Ben ilk fidanı dikince yeşillenmeye başladı. Peki diğerlerini ne yapacağım, sen biliyor musun?” “Henüz tüm gezegen taş olmamış, biz yükseklere kaçıyorduk. Taşların henüz ulaşamadığı yerler tepeler. Acele etmezsek tepeler da taşlaşabilir. Fakat altı tepe var yedinci nereye dikilecek ben de bilmiyorum. Bilgeleri bulabilirsek onlara sorarız, belki Kral Savran bizi bulur.”
61
Stories of Lights in the Sky
Tepeler taşlaşmadan yetişti ve beş fidanı daha dikebildiler. Son tepeden baktığında İrem gezegenin su damlası şeklinde olduğunu fark etti. Daha sonra danışmak için bilginlerin yanına gittiler ama uzunca bir süre beklemeleri gerekti. Sonunda onların üzerindeki taş da çözüldü. Bilgelere durumu anlattılar. Bilgeler kendi aralarında konuştular. İçlerinden biri: “Dediğiniz gibi taşlar henüz dağların tepelerine ulaşamadıysa, derinlere de ulaşmamış olabilir. Denizin yakınında Cennet Obruğu var, yukarıdan inemezsiniz, ancak dehlizi takip ederseniz, oraya varırsınız.” Dehlizi takip ederek aşağı vardılar, fidanı dikince gezegende büyük sarsıntılar duyulmaya başladı. Hemen oradan çıktılar. Yeryüzüne ulaştıklarında göz alabildiğine uzanan yeşillikler ve bin bir çeşit çiçekler vardı. O taşlaşmış gezegenden eser kalmamıştı. Yade onu Kral Savran’ın sarayına götürdü, kendisi kapıda durdu. Kral Savran tahtında umutsuzca oturuyordu. Geldiklerini bile fark edemedi, İrem sessizliği bozdu: “Ben İrem, beni size Yade getirdi.” Kral Savran uykudan uyanır gibi baktı ona. Daha önce yüzlercesi gelmiş ve başarısız olmuştu. Sadece “Demek başardın!” diyebildi. “Seni buraya ben getirdim, insanlarımı taşa çevirdiğim için neye dokunsam taş oluyor. Senden öncekiler ancak taşlaşmamış fidanları bulmayı başarabildi. Sana minnettarım. Şimdi evine nasıl döneceğini düşündüğünü biliyorum. İlk başta başladığın yere dönmelisin sonra evini hayal etmen yeterli. Buradan gidince hiçbir şey hatırlamayacaksın.” Kral’ı selamlayıp ayrıldı. Yade ile dolaşarak sütunlara doğru gidiyorlardı. Hava pamuklu şeker gibi kokuyordu ve artık hiçbir
62
Write for the Multilingual Book
yerde kirlilik kalmamıştı. Çok katlı binalar yoktu ve çatılarında ağaçlar olan tek katlı evler vardı. Ve halk çok korkmuştu, artık çevreye zarar vermiyor ve birbirine kötü davranmıyorlardı. “Gitme vakti geldi, çok teşekkür ederim.” dedi ve sarıldı Yade. İki sütunun arasına geçti ve evini düşündü. Burayı ve Yade’yi çok sevmişti ama ailesini de özlemişti. Bir anda yatağında buldu kendini, içi bilmediği bir mutlulukla doluydu.
The Petrified Planet One day, when Irem woke up she realized that she wasn’t in her bed. This place was strange and was strange and unlike any place she'd ever seen before. it was discolored like there was an explosion years ago and lava covered the whole place.. In her mind, she had a question about where this place was and how she came here. She looked around as if she was alone in an endless desert. The air was covered with dark clouds. She saw a flashing light in the distance. She started to walk there and hoped meeting with someone to help her. After a while, she reached to the light. It was looking like a shining statue. There were two columns and seven tree saplings next to the statue. In fact, the lights were coming from these saplings, and there was a note that was left for her: “These saplings must be planted to seven places. You actually know these places. Don’t be selfish.” After taking the saplings, she went ahead a bit more she realized that there were many human statues thanks to the lights of the saplings. She was thinking about planting these saplings to the right places, forgot how she came here and would get out of. So she realized that she stopped thinking
63
Stories of Lights in the Sky
about herself. She had read that in a book, when people listened to the sound of their hearts they could make right decisions. She closed her eyes and listened to her heart. She started to walk toward her right side with powerful steps. When she looked at the statues she saw that their faces were turned toward the directions she went too. She walked for a long time. Finally, she found a piece of land on a hill where she could plant a sapling on this petrified planet and planted first sapling there. After she planted the saplings, she continued on her way. When she looked back she saw being huge of the sapling and couldn’t believe her eyes. The tree gave colour to a limited area around it and the grasses began to grow. Stones were slowly melting like the snow melted in the sun. The happiness of Irem was worth seeing. She believed that she could save this planet anymore. In this morning, she was a completely different person and was also surprised at change in herself. As Irem progressed in the area of colour, he saw a girl lying unconscious on the floor. She ran through her. Her hair was ginger and too long and has a beautiful face with freckles. They met each other. Her name was Yade. She began to explain what has been going on: “King Savran was ruling our land and got very angry that people destroyed trees and killed animals. He tried to prevent people but whatever he did, people didn’t give up behaving careless. Finally, he decided to turn people into stone until the nature renews itself. At first, a few people petrified, but then, it spread like an illness.” “When I came here everywhere was covered with stones and it meant that I think the stones were human. When I planted the
64
Write for the Multilingual Book
first sapling, it started to green. Well, Do you know what I’ll do to others?” said Irem. “The entire planet hadn’t been petrified yet, and we were running away to high places. Those places are where the stones haven’t t yet reached. If we don’t hurry up, they can also be petrified. However, there are six hills. I don’t also know where the seventh sapling will be planted to. If we can find knowledge, we can ask them. Maybe, King Savran finds us.” They could reach without petrifying and plant five more saplings. When Irem looked from the last hill she realized that the planet was in the front of water drops. Then, they went to the scholars to consult, but they needed wait for a long time. Finally, the stones on them were dissolved, too. They told the scholars to the situation. The scholars talked among themselves. One of them said: “As you said, if the hills of the mountains are not petrified, the deep places are not petrified either. There is a sinkhole named ‘Heaven’. You cannot descend from above, but there is a tunnel that reaches its bottom.” They arrived at bottom of the sinkhole by following the tunnel and felt a big quake when they planted the last sapling. They immediately went out of there. When they returned to the ground, the entire planet was green and they saw thousands of flowers. There was no remnant of that petrified planet. Yade took her to the palace of King Savran, but she stood outside the throne room. King Savran was hopelessly sitting in his throne. He didn’t even realize that they came. Irem broke the silence: “I’m Irem. Yade want me to visit you.”
65
Stories of Lights in the Sky
Hundreds of them had come and failed before. King Savran looked at her as if he woke up from a sleep. He was able to only say that “You achieved it.” Then he continued “I brought you to here. The tings what I touch was petrifying because I turned my people into the stone. Those before you only managed to find seven saplings. I’m thankful to you. You think about how to get back your home. At first, you must go to the square you first came, then, just dream about your home. When you go back, you won’t remember anything.” Irem saluted the king and left the palace. She went toward the columns by walking together Yade. The smelt of air was as a cotton candy and there was no pollution anywhere. There were no multi-storey buildings, but there were single-storey houses which have trees at their roofs. And the people had learned from their mistakes. They don’t damage to the environment and behave each other badly anymore. Irem said “it is time to go and thank you so much.” She hugged with Yade. She went to among two columns and thought her home. She loved here and Yade, but she missed her family very much. Suddenly, she found herself at her bed. Her heart was filled with happiness that she didn’t know.
İrem Su 7/A Elbistan, Türkiye 66
Write for the Multilingual Book
illustrated by Ä°brahim, 6/A 67
Stories of Lights in the Sky
O Planeta dos Alimentos Um certo dia estava a brincar na minha casa, na árvore, quando ouvi um barulho. Eu, sim! Eu, Miriam Penavia, fui ver o que se passava e quando dei por mim estava noutro planeta! O planeta era bege e com arcos cor de salmão. Fiquei confusa, muito confusa! Entrei numa aldeia e vi que os habitantes não eram iguais a mim. Eles tinham asas que pareciam fadas e quando olhei melhor, vi que realmente eram fadas! Cheguei mais perto de um deles e perguntei-lhe em que planeta estava. Ela, com um ar admirada, respondeu-me que estávamos no planeta da Timbompotia. Pensei para mim que afinal o que falavam nas histórias poderia mesmo ser verdade! E reparei que em vez do Sol, tinham um panda que brilhava e a chuva era feita de pepitas. Era o máximo! Então decidi arranjar um trabalho e fui a uma entrevista para um emprego num sítio chamado kibecake. Que local mais empolgante, pensei eu! Mas estava muito nervosa, mesmo muito nervosa! Entretanto vi a recrutadora e imaginem só, fui contratada! No dia seguinte comecei a trabalhar. Comecei a servir os clientes e de repente, vi uma senhora a passear com uns unicórnios e pensei que teria de ter um. Naquele instante esqueci-me dos pedidos e olhei para os clientes. Eram muitos e estavam imensos pedidos feitos!
68
Write for the Multilingual Book
Quando olhei para eles, vi que eram muito diferentes dos nossos pedidos habituais, especialmente os croissants feitos de algodão doce!! Mas como todos nós sabemos o algodão doce seca a garganta mas eles têm uma coisa que se chama férioto que basicamente é uma fatia de refrigerante dentro de uma película que não deixa a garganta secar. É demais! Também me pediram uma salada de tamboril com uma camada de alface, uma camada de tomate e uma camada de queijo brie. Como sobremesa comeram um bolo de pizza com pepitas, uma torta de abacate com recheio de amoras e chantily. Todos os clientes que servi estavam muito felizes e todos ficaram mais doces! Tanta comida e tanta felicidade! No outro dia, voltei para minha casa num transporte de fruta! Imaginem só! Vinha tão inspirada que decidi abrir um negócio de venda de fruta, no meu planeta!
The Planet of Food One day I was playing in my house, in the tree, when I heard a noise. Yes, me! Myself, Miriam Penavia, went to see what was going on and the next thing I knew I was on another planet! The planet was beige with salmon-coloured arches. I was confused, very confused! I walked into a village and saw that the inhabitants were not like me. They had wings that looked like fairies, and when I looked closer, I saw that they really were fairies! I came closer to one of them and asked her what planet I was on. She, looking surprised, replied that we were on the Planet of Timbompotia.
69
Stories of Lights in the Sky
I realized that what they talked about in the stories might actually be true! And I noticed that instead of The Sun, they had a panda that shone and the rain was made of nuggets. It was awesome! So I decided to get a job and went to an interview for a job at a place called ‘Kibecake’. What an exciting place, I thought! But I was really nervous, really nervous!! And then I saw the recruiter and guess what, I was hired! The next day I started working. I started serving my clients, and all of a sudden, I saw this lady walking around with these unicorns, I thought I must have had one. At that moment I forgot the orders and looked at the customers. There were a lot of them and there were a lot of requests made! When I looked at them, I saw that they were very different from our usual requests, especially the croissants made of cotton candy! But as we all know, cotton candy dries the throat but they have this thing called ferioto which is basically a cocktail made with soda that doesn't let the throat dry. It's too much! They also ordered me a monkfish salad with a layer of lettuce, a layer of tomato and a layer of brie cheese. For dessert they ate a pizza cake with nuggets, an avocado pie with blueberry stuffing and whipped cream. All the customers I served were very happy and all became sweeter! So much food and so much happiness! On the other day, I came back home on a fruit basket! Imagine that. I was so inspired that I decided to start a fruit business on my planet.
70
Write for the Multilingual Book
Yemek Gezegeni Bir gün bir ses duyduğumda evimde, yani ağacımda, oynuyordum. Evet, ben! Kendim, Miriam Penavia, neler olduğunu ve olacağını görmeye o tarafa gitim. Başka bir gezegende olduğumu biliyordum! Gezegen bej rengindeydi ve somon renkli halkaları vardı. Kafam karıştı, çok kafam karıştı! Bir köye doğru yürüdüm ve sakinlerinin bana benzemediğini fark ettim. Perilere benzeyen kanatları vardı ve daha yakından baktığımda, onların gerçekten periler olduğunu gördüm! Perilerden birinin yanına gittim ve nerede olduğumuzu sordum. Şaşırmış görünüyordu, Timbompotia gezegeninde olduğumuzu söyledi. Anlatılagelen masalların aslında doğru olabileceğini fark ettim! Ve fark ettim ki Güneş yerine parlayan bir panda vardı ve yağmurları nuggetsdı. Harikaydı! Sonunda burada bir iş bulmaya karar verdim ve Kibecake’ye iş için görüşmeye gittim. Ne heyecan verici bir yer diye düşündüm! Ama gerçekten gergindim, çok gergindim! Sonra bir işverenle görüştüm ve tahmin et ne oldu; işe alındım! Ertesi gün çalışmaya başladım. Birden bir kadının tek boynuzlu atlarla dolaştığını gördüm. Ben de bunlardan bir tane almalıydım. O anda siparişleri unutmuşum ve müşterilere baktım. Çok fazla müşteri ve sipariş vardı! Siparişlere baktığımda, özellikle de pamuk şekerden yapılmış kruvasanın her zamankilerden fazla olduğunu gördüm! Bilirsiniz,
71
Stories of Lights in the Sky
pamuk şeker boğazı kurutur ama ferioto denen bir şey var, basitçe boğazın kurumasına engelleyen bir soda kokteyli. Bu çok fazla! Ayrıca bir kat marul, bir kat domates ve bir kat brie peyniri ile bir maymun balığı salatası sipariş etmişler. Tatlı olarak, nuggetslı bir pizza pastası, yaban mersini ve krema ile doldurulmuş avokado pastası istiyorlardı. Hizmet ettiğim tüm müşteriler çok mutluydu ve daha da şirin oldular! Çok yemek ve çok mutluluk! Geçen gün, elimde bir meyve sepeti ile evime geri geldim! Düşünün Timbompotia’dan o kadar ilham aldım ki, gezegenimde bir meyve kafesi işletmeye başladım.
Eva 5ºB Santarém, Portugal 72
Write for the Multilingual Book
Përtej vrimave të zezë Ashtu qetë vështroja si anija kozmike po arrinte një shpejtësi që kurrë nuk e kasha imagjinuar. Papritmas u dëgjua një zë që ndaloi kohën për një cast. Gjthçka u ngadalsua. Ndodhi diçka që nuk e kasha përjetuar deri më tani. Kuptova që me anijen time Waverider kasha thyer zakonet e fizikës. Kisha kaluar në një dimension tjetër. Duke e vështruar ashtu hapësirën e re përpara anijes time u shfaq një planet. Me ndriçimin hipnotizues sikur më thirte në një aventurë. Duke kërkuar një vend për ulje vërejta një kështjellë nga metali që shëndriste. Për çudi ulja ishte aq e lehtë sikur të ulesh në syngjer. Shpejtova ta veshi kostumin tim kozmik dhe dali e exploroj. Atëherë vërejta se rezervuari i oksigjenit nuk funksiononte si duhet por për çudi merrja frymë pa kur farë problemi. E hoqa kaskën dhe kuptova se ajri këtu ishte më i pastër se kudo. Kur u afrova te kështjella përpara meje u shfaqën dy krijesa të gjata me sy të vegjël dhe vesh të mëdhej. Në fillim u tremba, por pastaj mu duk si qesharake. Gjithnjë i kasha paramenduar alienët me sy të mëdhej. “Nuk kam ardhur tju bëj keq” ishte e gjithë ajo që munda të them. U penguan njëri prej tjetrit duke u munduar të shohin në një pajisje që si dukej e përkthente gjuhën tone. Pas pak zgjatën
73
Stories of Lights in the Sky
dorën dhe më thirën në kështjellën mbretërore. U mahnita nga njyrat e gjalla që zbukuronin kështjellën. Nisa të pyes e ato më përgjigjeshin. Mu desht ta përdor tabletin që të përkthej gjuhën e tyre. Edhe pse tabletin e kasha pak si shumë të prapambetur krahas teknologjisë së tyre. U njoftova edhe me mbretin. Ai më tregoj shumë për këtë planet. Nabu ishte një planet i qetë. Ushqimin që e kultivonin ishte organike, pasi rëndësi të madhe i kushtonin shëndetit. Zotëronin një teknologji tepër të përparuar. Një nga sendet që kishin shpikur ishte teleportimi. Duke e përdorë këtë teknologji arrita ta vizitoj të të gjithë planetin Nabu. Kishin lumej që përngjanin lëngut të pemëve, dru që lëviznin dhe krijesa njgyra ngjyra. Planeti i tyre kishte katër diej dhe pesëdhjetë hëna. Prandaj ky planet ishte kaq i ndiçuar. U fascinova me teknologjinë e tyre, sidomos me teleportimin. Do të kisha marrë diçka nga kjo teknologji me veti kur të këthehem. Por Nabuasit më duket e njihnin shumë mirë natyrën tone, dhe dinin se kjo teknologji mund të keqpërdoret në tokë. E kasha të qartë tani, ne njerëzit jemi armiq të vetëvetes. Ne shkaktojmë lufta, ndotje dhe shumë të tjera që nuk i ka në Nabu. Ja ku erdhi dhe koha kur duheshte të këthehem. Motorat e Waveriderit ishin gati për fluturim. I dhashë koordinatat e sakta dhe u nisa. Së shpejti isha në galaktikën tone. Diçka e papritur ndodhi me pajimet e mija. Jam më se i sigurtë që i kasha koordinatat për planetin Nabu. Porn në një mënyrë misterioze të gjithë informatat u zhdukën. E gjithë ajo që mundesha të këthej pas ishin kujtimet e bukura dhe shpresa që një ditë përsëri të këthehem në Nabu.
74
Write for the Multilingual Book
Beyond the Black Hole I was watching as the spaceship was achieving tremendous speed that I had never imagined it could. All at once I heard a huge noise that for a moment stopped the time and everything around was moving at a very slow pace. It was something I had never experienced before! I had broken the laws of physics with my Waveride. I realized that I had just moved from one dimension to another. I remembered the huge black hole! Observing the new space I was in, in front of my spaceship suddenly a planet appeared. With its shining, mesmerizing light as it was inviting me to experience an adventure on that planet. Looking around for a place to land, I saw a castle. It was build of some sort shiny and very bright metal. Surprisingly the landing was so soft. It felt like landing on a sponge. I rushed to put on my space suite and went out as soon as my Waverider touched down. At that moment I noticed that my oxygen tank wasn’t functioning. But strangely I was breathing without any problems. I removed my helmet and realized that the planet I had landed on had the clearest air ever. I looked around as I approached the castle when suddenly in front of me I saw two tall creatures with small eyes and big ears. At first I was really scared but then I guess it was a bit funny because I’ve always pictured aliens with big eyes. “I’m not here to hurt you” those were the words I could say... They stumbled across one another looking at a device which apparently was translating our language and after a while they extended their hand. Then they invited me to visit the castle. When I went inside I was amazed from the vivid colors and
75
Stories of Lights in the Sky
materials used in decoration. I started asking questions and they were giving the answers. I had to use my tablet to translate their language. But I guess my tablet was very old besides their advance technology. I met their king and he told me a lot about their planet Naboo. It was a very peaceful planet. The food they were growing was organic since they cared a lot about their health. They owned a very advanced technology. One of the things they had discovered was teleportation. I managed to see the whole planet Naboo in a very short time thanks to teleportation. There were juicy rivers, moving trees and very colorful creatures. It had four suns and fifty moons. That’s why this planet was so bright. I was fascinated by their technology, especially teleportation. I would love to take some of that technology with me when I get back. But it seems that the Nabooians knew our nature too well. They knew that this kind of technology could be misused back on Earth. I realized that we humans are our own enemies. We cause wars, pollution and many other bad things that these creatures don’t experienced. The time had come for me to return home. Waverider’s engines were now ready for a flight. I gave the coordinates to the computer and headed right to Earth. Soon I was back into our galaxy. Something unexpected happened to my computer equipment though. I know that I had the coordinates of planet Naboo. But mysteriously all the information and coordinates were gone. All I could bring back was the beautiful memory and the hope to return to Naboo once again.
76
Write for the Multilingual Book
Kara Deliğin Ötesinde Uzay gemisinin hayal bile edemeyeceğim muazzam bir hıza ulaşmasını izliyordum. Bir anda büyük bir gürültü duydum, o an için zaman durdu ve etrafımdaki her şey çok yavaş bir tempoda hareket eder oldu Daha önce hiç yaşamadığım bir şeydi! Waverider'ımla fizik kurallarının ötesine geçmiştim. Başka bir boyuta geçtiğimi fark ettim. Büyük kara deliği hatırladım! İçinde olduğum yeni alanı anlamaya çalışırken, uzay gemimin önünde aniden bir gezegen belirdi. Parlayan, büyüleyici ışığı ile beni o gezegende bir macera yaşamaya davet ediyor gibiydi. İnecek bir yer ararken, bir kale gördüm. Bir çeşit ışıltılı ve parlak metalden yapılmıştı. Şaşırtıcı bir şekilde iniş çok yumuşak oldu. Bir süngerin üzerine inmişiz gibi hissettim. Uzay elbisemi giymek için acele ettim ve Waverider yere iner inmez dışarı çıktım. O anda oksijen tankımın çalışmadığını fark ettim. Ama garip bir şekilde herhangi bir sorun olmadan nefes alıyordum. Kaskımı çıkardığımda bu gezegenin şimdiye kadar soluduğum en temiz havaya sahip olduğunu fark ettim. Kaleye yaklaşırken etrafı inceliyordum, aniden önümde küçük gözleri ve büyük kulakları olan iki uzun boylu yaratık gördüm. İlk başta çok korktum ama sanırım bu biraz komikti çünkü hep büyük gözlü uzaylıları hayal etmiştim. ” Buraya size zarar vermek için gelmedim" yalnızca bunu söyleyebildim... Dilimizi tercüme ettiğini düşündüğüm bir cihazı kullandıktan sonra bakıştılar ve bir süre sonra birisi elini uzattı ve beni kaleye davet etti. Kalenin içindeki süslemede kullanılan canlı renkler ve eşyalar gerçekten şaşırtıcıydı. Aklımda bir sürü soru vardı ve hepsini cevapladılar. Tabletimin gelişmiş çeviri
77
Stories of Lights in the Sky
özelliği sayesinde onların dilini anlamaya başladım. Yine de tabletim onların ileri teknolojileriyle kıyaslanınca ilkel kalıyordu. Krallarıyla tanıştım ve bana Naboo gezegenini hakkında ilginç bilgiler verdi. Çok huzurlu bir gezegendi. Sağlıklarını korumak için organik gıdalar yetiştiriyorlardı. Teknolojide Nirvana’ya ulaşmışlardı. Keşfettikleri şeylerden biri ışınlanmaydı. Işınlanma sayesinde tüm Naboo gezegenini çok kısa süre içinde görmeye muvaffak oldum. Meyve suyu nehirleri, yürüyebilen ağaçlar ve rengârenk yaratıklar vardı. Gündüz gökyüzünde dört güneşleri olduğunu görmüştüm ve gezegenin elli uydusu vardı. Bu gezegenin ışıl ışıl olmasının sebebi buydu. Onların teknolojisine hayran kaldım, özellikle ışınlanmaya. Bu teknoloji bilgisinin bir kısmını öğrenerek buradan ayrılmayı çok isterdim. Sanırım Naboolular doğamızı çok iyi biliyordu ve böyle üst düzey bir teknolojinin Dünya'da kötüye kullanılabileceğinin farkındalardı. İnsanların düşmanın yine insanlar olduğunu hatırladım. Savaşlara, kirliliğe ve daha bu yaratıkların hayal edemeyeceği bir sürü rezilliğe sebebiyet veriyoruz. Artık eve dönme vaktim gelmişti. Waverider'ın motorları yeni bir uçuş için hazırdı. Koordinatları bilgisayara yükledim ve Dünya'ya doğru yola çıktım. Biraz sonra galaksimize geri döndüm. Bilgisayarımda beklenmedik bir sorunla karşılaştım. Naboo gezegeninin koordinatlarını kaydettiğime emindim, ama gizemli bir şekilde tüm bilgiler ve koordinatlar silinmişti. Yanımda getirebildiğim tek şey güzel anılarım ve Naboo'yu bir kez daha görme umudu…
78
Write for the Multilingual Book
Eroll VIII-2 Skopje, North Macedonia 79
Stories of Lights in the Sky
Posebno putovanje Oduvek sam volela mesec. Velik i blistav, tako tih i ljubak on je moj najbolji prijatelji. O, kao i zvezde! One su male i blistave, kao mindjuše moje majke. Zahvalna sam što me je nazvala Luks, poput svetla koje čini da se svet okreće. Dok čekamo dan kada Zemlja prestane da se okreće, ja ne gubim vreme! Svake noći pre nego što odem u krevet, popričam sa mesecom. Zvezde takodje vole da slušaju moje priče pred spavanje, isto onoliko koliko i kada ih je pričala moja mama, iako sam sa mojih ponosnih osam godina prestara za njih. Ako moram da okarakterišem sebe, rekla bih da sam poput vitezova u onim srednjovekovnim pričama – bez straha, sa dobrim čizmama i velikom ljubavlju za zamkove i tajne klubove. Jedina stvar koja me stvarno plaši je činjenica da se mesec odaljava četiri centimetara svake godine i apokalipsa je u svakom slučaju moguća; pored toga ja sam vrlo vesela osoba. Neuobičajno, danas sam se osećala setnije od celog neba, okeana i lepih plavih leptira u našoj bašti. Umor me je zgrabio za ruku i trčao kao vetar u njegovim starim cipelama. Bili smo u glavnom gradu zemlje snova za nekoliko sekundi. Dok sam pisala u svoj dnevnik snova, sve o čemu sam mogla da mislim je kako bi svet bio iznenađen kada bi znao šta sve prođe kroz um mlade dame. Sa treptajem oka, planete, zvezde, sateliti, cele
80
Write for the Multilingual Book
galaksije su se pojavile živopisno i čisto; odjednom sam bila major Luks i letela u mom pouzdanom brodu Zvezdana prašina. Nije bilo kontrole leta, ni zvezdanih dečaka da mi smetaju, samo večnost i snažna volja da je osvojim! Ipak nisam bila nikakva lutalica kroz svemir. Bespin, planeta okružena oblacima i brojnim mesecima, je, izgleda, bila moj dom. Ima nečeg čarobnog u tome kako oblaci plešu sa mesecima, lagano zagrljeni u medjusobnom veličanstvenom prisustvu. Iz perspektive zemljanina, Bespin izgleda kao davno izgubljeni antički grad. Divlja šuma, pažljivo istkana oko visokih zidina koje okružuju tvrđavu, kvrgavi putevi urezani u nju. Bespinianci najčešće žive u kolibama duboku u šumi. U stanju večitog proleća, poljoprivreda je najzastupljenija pored nauke i umetnosti. Za ove skromne ljude, velika tvrdjava je centar svih dogadjaja. Pijaca, pozorište, kafeterija, kampus, sportski teren, muzej – svi se nalaze u ruševinama. Za mene je bilo dovoljno interesantno samo da gledam u sve različite ljude koji zuje unaoloko, što sam često i radila sa mojim drugaricama Artemidom i Persefonom. Upoznali smo se kada je Artemidina mačka slučajno utrčala u suncokrete blizu moje kolibe i posle toga sve ostalo je istorija. Njih dve su volele da slušaju priče o Zemlji i često je zamišljale kao neko postapokaliptično i izuzetno haotično mesto. Sama misao na to kako bi Zemlja mogla da izgleda posle kraja sveta je bila dovoljno uznemirujuća, ali nešto drugo je činilo moje srce nemirnim. Artemida, Persefona, sve vezano za ovaj put je bilo fino, ali nije izgledalo ispravno. Preispitivala sam se da li zaista tamo pripadam, da li pripadam bilo gde. Kao što jutrnja svetlost probija svoj put kroz maglu, realnost je počela da izbija i slama
81
Stories of Lights in the Sky
moje snove, polako ali sigurno. Svi prijatelji koje sam ikada imala bili su kao plima i oseka, nestalni i najčešće odsutni. Možda zvuči tužno, ali naučno je dokazano da jedina stvar koja ne može da nas napusti je naša sopstvena senka. Za razliku od srednjovekovnih vitezova, ja nisam mnogo dramatična, ali sa plimom dolaze novi talasi kao i promene. U beskraju svemira, svakako ću naći ljude koji će lako doći i otići, ali u meni je još veći beskaj sa isto toliko različitih planeta i galaksija koje moram da otkrijem. Tamo ima dovoljno mesta za ustaljene stvari kao što su Mesec ili moji mama i tata, ali takodje i za čudne ljude u kojima pronalazim sigurnost, nadajući se da će biti pravi za mene. Sa druge strane, nikada nisam imala teška osećanja o mom ’stvarnom’ životu. Volim Mesec, moj krevet i moju baku. Uživam u svom samotnom životu sa ružičastim naočarama, ali nažalost realnost mora biti suočena. Artemida, Persefona i svi njihovi meseci sa lepim oblacima će mi nedostajati, ali ću uvek imati svoj Mesec i prijatna sećanja u svom dnevniku snova. Ima još mnogo mesta koje tek treba posetiti u ovom mom čudnom univerzumu. Budi spreman svete, major Luks i Zvezdana prašina su tek počeli.
Lux’ Special Trip I've always loved the Moon. It's big and beaming, so quiet and lovely, it’s my best friend. Oh, the stars too! They are as small and shiny as my mother's earrings. I'm thankful she named me Lux, as light that makes the world go around. Whilst we wait for the day Earth stops spinning around, I don't waste any time! Every night before I'm gone to bed, I have a chat with
82
Write for the Multilingual Book
the Moon. The stars also love hearing my bedtime stories, as much as they do when my mom tell them. Although at my proud age of eight, I'm too old for them anyway. If I must define myself, I'll say I'm like knights in those middle century tales fearless, with nice boots and great love for castles and secret clubs. The only thing that really scares me is the fact that the Moon is moving away four centimeters per year and apocalypse is, by all means, possible; besides that, I am a very cheerful gal. Unusually, today I felt bluer than the whole sky and oceans and the pretty blue butterflies in our garden. Weariness grabbed me by the hand and ran like the wind in his old shoes. We were in the capital of Dreamland in a matter of seconds. While writing in my dream journal, all I could think of is how the world would be surprised if they knew what sort of things could fly through the mind of a young lady. In the blink of an eye, planets, stars, satellites, whole galaxies appeared vivid and clean; suddenly I was Major Lux flying in my reliable ship Stardust. There was no ground control, no Starmen to bother me, just infinity, and strong will to conquer it! I was no wanderer through space though. Bespin, a planet surrounded by clouds and numerous moons, apparently was my home. There is something rather magical about it, the way clouds and moons danced, lightly embraced in each other's majestic presence. From the perspective of an Earther, Bespin looked like a long-lost ancient city. Wild forest carefully weaves around tall walls surrounding the fortress, lumpy roads craves into it. Baspinians mostly live in cottages deep down into the woods. In the state of their everlasting spring, agronomy is most common, besides science and arts. For these modest people,
83
Stories of Lights in the Sky
grand fortress is the center of events. Marketplace, theater, cafeteria, campus, sports yard, museum - they all took place in ruins. For me, it was interesting enough just to look at all different kinds of people buzzing around, which I often did with my friends, Artemis and Persephone. We met Artemis when his cat accidentally ran into sunflowers near my cottage and after that everything else is history. Two of them liked listening to stories about Earth and often imagined it like some kind of post-apocalyptic and extremely chaotic place. The thought of how the Earth may look after the end of the world was disturbing enough for sure, but something else made my heart restless. Artemis, Persephone, all about this journey was nice, but it didn't feel right. I questioned if I really belonged there, if I belonged anywhere. Like the morning light making its way through the fog, reality started to peak and break my dreams apart, slowly but surely. All the friends I ever made were like high and low tide, fickle and mostly absent. It may sound sad but it's scientifically proven that the only thing that can't leave us is our own shadow. Unlike middle century knights, I'm not very dramatic, but with the tide, the new waves come and so does the change. In the infinity of space, I'll certainly find many people that'll easily come and go but there is even larger infinity within me, with just as many different planets and galaxies, that I must explore. There's enough space for consistent things, like the Moon or my mom and dad, but also for these strange people I keep finding comfort in, hoping that they'll be the right ones for me. On the other hand, I've never had any hard feelings about my ‘real’ life. I love the Moon, my bed and my grandma. I
84
Write for the Multilingual Book
enjoyed living my solitary life with rose-colored glasses on, but unfortunately, reality must be faced. Artemis, Persephone and all their pretty moons with clouds will be missed but I'll always have my own Moon and pleasant memories in my dream journal. There are many places yet to be visited in this strange universe of mine. Be prepared world, Major Lux and Stardust have just started.
Lux’un Olağanüstü Yolculuğu Ay’ı her zaman sevmişimdir. Büyük ve ışıltılı, çok sessiz ve güzel, en iyi arkadaşım. Ve yıldızlar da! Annemin küpeleri kadar küçük ve parlaklar. Bana Lux adını verdiği için anneme minnettarım, Dünya’yı çevresinde döndüren ışığa. Dünya’nın dönmeyi bırakacağı günü bekliyoruz, kaybedecek vakit yok! Her gece yatmadan önce, Ay'la sohbet ediyorum. Yıldızlar da uyku zamanı hikâyelerime kulak verir, bir zamanlar annemin anlattıklarını dinledikleri gibi. Her ne kadar gurur duyduğum sekiz yaşımda olsam da, onlar için çok yaşlıyım. Kendimden bahsetmem gerekirse, ortaçağ masallarındaki şövalyeler gibi olduğumu söyleyebilirim - Göz alıcı çizmelerimle korkusuzum ve kalelere, gizli cemiyetlere sevgiyle bağlıyım. Beni gerçekten korkutan tek şey, Ay’ın yılda dört santimetre uzaklaşması ve kıyametin mümkün olduğu gerçeğidir; bunun yanında, ben çok neşeli bir kızım. Alışılmadık bir şekilde, bugün bütün Gökyüzü ve okyanuslardan ve bahçemizdeki güzel mavi kelebeklerden daha mavi hissediyorum. Yorgunluk kolumdan yakaladı ve eski ayakkabılarıyla bir rüzgâr gibi hayal âlemine uçurdu beni. Birkaç
85
Stories of Lights in the Sky
saniye içinde Hayal Ülkesi’nin başkentindeydik. Hayal defterime yazarken, düşünebildiğim tek şey, genç bir kadının zihninde ne tür hayallerin uçabileceğini bilseler dünyanın nasıl şaşıracağıydı. Bir göz açıp kapayıncaya kadar, gezegenler, yıldızlar, uydular, bütün galaksiler canlı ve berrak göründü; aniden sağlam gemim Stardust'ımla uçan Binbaşı Lux oluverdim. Uçuş kontrolü ve beni rahatsız edecek astronotlar yoktu, sadece sonsuzluk ve onu fethetmek için güçlü bir irade! Uzayda dolaşan biri değildim. Bespin, bu bulutlar ve sayısız aylarla çevrili bir gezegen gerçekte benim evimdi. Bulutların ve ayların dans etmesinde birbirlerinin görkemli varlığını hafifçe kucaklamalarında büyülü bir şey var. Bir Dünyalı gözünden, Bespin uzun zaman önce yere batmış bir antik şehre benziyordu. Vahşi orman özenli bir şekilde kaleyi çevreleyen uzun duvarların etrafını örüyordu, tümsekli yollar ormanın içine doğru kıvrılıyordu. Bespin halkı çoğunlukla ormanın derinliklerinde kulübelerde yaşıyor. Sonsuz baharın ülkesinde, bilim ve sanatın yanı sıra tarım bilimi oldukça yaygındır. Bu mütevazı insanlar için görkemli kale hayatın merkezidir. Pazar yeri, tiyatro, kafeterya, kampüs, spor sahası, müze... Hepsi harabelerde yer alıyordu. Bana, sık sık arkadaşlarım Artemis ve Persephone'la yaptığım etrafta dolaşan insanlara farklı açılardan bakmak yeterince ilginç geliyordu. Artemis ile kedisi kulübemin yanındaki ayçiçeği tarlasına kaçtığında tanıştık ve bundan sonra hikâyemiz devam etti. İkisi de Dünya hakkındaki hikâyeleri dinlemeyi severdi ve genellikle Dünya’yı kıyamet sonrası ve son derece kaotik bir yer gibi hayal ederlerdi. Yeryüzünün dünyanın sonundan sonra nasıl görüneceğini düşünmek kesinlikle rahatsız ediciydi, ama kalbimi
86
Write for the Multilingual Book
huzursuz eden başka bir şey vardı. Artemis ve Persephone ile yolculuğa dair her şey güzeldi, ama doğru olmayan bir şeyler vardı. Gerçekten oraya ait olup olmadığımı, herhangi bir yere ait olup olduğumu sorguladım. Sislerin arasında yolunu bulan sabah ışığı gibi, gerçeklik katılaşmaya ve hayallerimi yok etmeye, yavaş ama emin adımlarla geliyordu. Şimdiye kadar kurduğum tüm arkadaşlıklar gelgitli, kararsız ve çoğunlukla yok gibiydi. Üzücü gelebilir ama bizi terk edemeyen tek şeyin kendi gölgemiz olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Ortaçağ şövalyelerinden farklı olarak, fazla dramatik değilim, ama gelgitler yeni dalgalar getiriyor ve bir şeyleri değiştiriyor. Uzayın sonsuzluğunda, kesinlikle kolayca görünüp kaybolacak birçok insan bulabilirim, ancak içimde daha büyük bir sonsuzluk var, içimde de keşfetmem gereken birçok farklı gezegen ve galaksi var. Ay ya da annem ve babam gibi kalıcı şeyler için ayrılmış yerim var, ama aynı zamanda benim için doğru olduklarını umarak bu garip insanları da kalbimde rahat ettirmeye çalışıyorum. Diğer taraftan, ‘gerçek’ hayatım söz konusu olunca asla kötü duyguları yaşamadım. Ay’ı, yatağımı ve büyükannemi seviyorum. Kişisel hayatımı tozpembe görerek sürdürmeyi seviyorum, ama ne yazık ki, gerçekle yüzleşmek gerekiyor. Artemis, Persephone ve bulutlar ile çevrili güzel ayları özleyeceğim, yine hep hayal defterime kendi Ay’ımı ve hoş anılarımı alacağım. Bu garip evrenimde henüz görülecek birçok yer var. Hazır olun dünya, Binbaşı Lux ve Stardust yeni başladı.
Barbara 8/3 Belgrade, Serbia 87
Stories of Lights in the Sky
Niesamowity dzień Była sobota. Wstałam tak wcześnie jak jeszcze nigdy. Zeszłam do kuchni, gdzie mama robiła śniadanie. Oznajmiła mi, że dziś wyruszymy w kosmos. Byłam podekscytowana i nie mogłam się doczekać, kiedy to nastąpi. Zjadłam śniadanie i pobiegłam się ubrać. Do odjazdu pociągu było jeszcze dużo czasu, więc poszłam poczytać książkę. Minęło około pół godziny i mama poinformowła mnie, że wyjeżdżamy. Zbiegłam na dół i narzuciłam na siebie kurtkę. Wsiadłam do samochodu i wyruszyłyśmy. Gdy dotarłyśmy na dworzec, usiadłyśmy na ławce i wszyscy czekaliśmy na wylot rakiety. Wreszcie nadszedł ten wyczekiwany moment. Jakiś pan kazał nam wsiąść do rakiety i zapiąć pasy. Byłam tam ja, moja rodzina, sąsiad i pan sterujący rakietą. Wyruszyliśmy. Nie wiedziałam na jaką planetę się udajemy i co będziemy robić, bo wszyscy trzymali to w tajemnicy. Godzinę później byliśmy na miejscu. Była to planeta Okoriko. Zamieszkiwały ją dziwne stworki zwane Okorikami. Były nieduże, a ich ciała były w kształcie stożka, który ociekał różową mazią. Był tam też król, nieco większy niż inni mieszkańcy, a maź na jego ciele co jakiś czas zmieniała kolor. Król przywitał nas gorąco, przedstawił się i zabrał nas do swojego pałacu, który był ogromny i kolorowy. Zbudowany był z kolorowych kawałków cegły, a kształtem przypominał rozrzucone piłki i kwadraty. W środku był jeszcze większy niż to się wydawało z zewnątrz. Wszędzie były długie korytarze i wiele różnych pokoi. Udaliśmy się do stołówki, gdzie zjedliśmy obiad. Następnie król zaprowadził nas do Marcina. Był to jego znajomy, który znał tą planetę jak mało kto. Miał nas oprowadzić po planecie i pokazać
88
Write for the Multilingual Book
ciekawe miejsca. Zaprowadził nas na stadion, gdzie odbywał się mecz mieszany piłki okorikańskiej. Ta gra to połączenie koszykówki, piłki ręcznej i piłki nożnej. Można piłkę wrzucić do kosza, jak też próbować strzelić gola nogą. Można też kozłować. Po meczu mogliśmy zobaczyć zawodników i zagrać z nimi w tę grę. Na boisku spotkaliśmy sąsiada, który przyszedł ze swoim przewodnikiem zagrać razem z nami. Gra była świetna. Potem, popijając sok z liści, poszliśmy do muzeum powstania tego miasta, aby nieco więcej dowiedzieć się o tym miejscu. Przeszliśmy przez park, żeby zobaczyć tamtejsze rośliny. Drzewa były czerwone, miały kolorowe liście, a kwiaty miały różne kształty. Jeden wyglądał jak skorupka z jajka, a inny jak krzesło. Trawa była brązowa, a ścieżka była wysypana neonowymi kamieniami. Widoki były piękne. Ten świat przypominał Ziemię, ale różnił się kolorami, co dodawało uroku temu miejscu. Doszliśmy do muzeum, gdzie przewodnik opowiedział nam jak powstawało to miejsce. Następnie całą rodziną obejrzeliśmy film z widokami z tego miejsca. Muzeum było piękne, ale musieliśmy już wracać do domu. Zapadał zmierzch i niebo stawało się coraz ciemniejsze. Wieczorne widoki były tu przepiękne, zrobiłam kilka zdjęć na pamiątkę. Później udaliśmy się do rakiety, machając na pożegnanie i uśmiechając się do mieszkańców. Przed wejściem do rakiety pożegnaliśmy się z przewodnikiem i królem, po czym odlecieliśmy z powrotem na naszą planetę. Nagle obudziło mnie jakieś szuranie i krzyki mamy. Okazało się że był poniedziałek, wyprawa na planetę Okoriko to był sen, a ja byłam spóźniona do szkoły. Nie przejmowałam się jednak. Taki sen warto zapamiętać.
89
Stories of Lights in the Sky
An Amazing Day It was Saturday. I got up so early for the first time. I went to the kitchen, where my mother was making breakfast. She told me that today we would go into space. I was excited and looking forward to travel for an adventure. I had my breakfast and ran to get dressed. There was still lots of time to train’s arrival so I read a book for a while. About half an hour later my mother shouted that we were leaving. I ran downstairs and put on my jacket. I got on the car and left. When we arrived we sat on the bench and waited for the rocket to fly out. It was the time Ĺ waited so much. The man told us to get on the rocket and fasten our seatbelts. Me, my family, my neighbour and the rocket master were there. We left. I didn't know what planet we were going to and what we would do. Everyone kept it as a secret from me. An hour later we were there. It was the planet Okoriko. Strange creatures called Okorikos were its inhabitants. They were small, and their body was cone-shaped, dripping with pink ointment. There was also a king, slightly larger than the others. What more, the ointment on his body changed colour from time to time. The king greeted us warmly, introduced himself and took us to his palace. The palace was huge and colorful becouse it was built with colourful pieces of brick. Its shape resembled scattered balls and squares. The interior was even bigger than it seemed. There were long corridors everywhere and many different rooms. We went to the cafeteria where we ate dinner. Then the king led us to Marcin. It was his friend who knew this planet like hardly anyone. He was here to
90
Write for the Multilingual Book
show us interesting places. He led us to the stadium where a mixball match was taking place. This game is a combination of basketball, handball and football. Players could throw the ball into the basket and shoot into the goal, also dribble or kick the ball with their foot. After the match we could see the players and play this game with them. On the pitch we met a neighbour who came with his guide to play with us. The game was great. Next, when we walked with the neighbour and his guide to the another place, we were drinking leaf juice. We walked down the street to the museum of the creation of this city to learn more about this place. We passed through the park to see the plants from there. The trees were red with colourful leaves, and the flowers had different shapes. One looked like an egg shell and another like a chair. The grass was brown and the path was strewn with neon stones. The views were beautiful. The shape of this world was similar to ours, but the colours were different, which added charm to this place. We came to the museum where the guide told us how this place was created, and then with the family we watched a movie with views from there. The museum was beautiful, but we had to go home. The evening came and the sky was getting darker. The evening views were beautiful. I took a few photos as a souvenir and we went on to the rocket. We were waving and smiling at the locals. At the rocket’s passengers said goodbye to the guide and the king, then we flew back to our planet. Suddenly, my mother woke me up, screaming. It turned out that it was Monday, I was late for school and the trip to the planet Okoriko was a dream. I didn't care. This dream is worth remembering.
91
Stories of Lights in the Sky
İnanilmaz Bir Gün Cumartesiydi, ilk defa bu kadar erken uyanmıştım. Mutfağa gittiğimde annem kahvaltı yapıyordu. Bana bugün uzaya gideceğimizi söyledi. Heyecanlıydım ve gitmeyi dört gözle bekliyordum. Kahvaltımı yaptım, giyinmek için koştum. Trenin gelmesine hâlâ çok zaman vardı, bu yüzden beklerken kitap okudum. Yaklaşık bir buçuk saat sonra annem gidiyoruz diye bağırdı. Merdivenlerden aşağıya doğru koştum ve ceketimi giydim ve arabaya bindik. Vardığımızda bir bank bulup roketin kalkışını bekledik. Zaman gelmişti, görevli bize rokete binmemizi ve kemerlerimizi takmamızı söyledi. Ben, ailem, komşum ve roket uzmanı ordaydık ve biz havalandık. Hangi gezegene gideceğimizi ve ne yapacağımızı bilmiyordum. Herkes onu benden bir sır gibi saklıyordu. Bir saat sonra vardığımız gezegen ‘Okoriko’ gezegeniydi. Yerliler, Okorikolar adındaki tuhaf yaratıklardı. Küçüktüler ve vücutları akışkan pembe kremle koni şeklindeydi. Kralları diğerlerinden biraz daha büyüktü. Dahası, onun vücudundaki krem zaman zaman renk değiştiriyordu. Kral bizi samimi bir şekilde selamlayıp kendisini tanıttı ve bizi sarayına götürdü. Saray çok büyüktü ve renkli tuğlalardan inşa edildiği için rengârenkti. Şekli dağınık topları ve kareleri anımsatıyordu. İçerisi göründüğünden çok daha büyüktü. Her yerde uzun koridorlar ve çok farklı odalar vardı. Akşam yemeği için kafeteryaya gittik. Daha sonra Kral bizi Marcin’e götürdü. O, kralın arkadaşıydı ve bu gezegeni en iyi tanıyan kişilerden biriydi. Bize ilginç yerleri göstermek için buradaydı. Bizi mixbol maçının oynandığı bir stadyuma götürdü. Bu oyun basketbol,
92
Write for the Multilingual Book
hentbol ve futbolun birleşimiydi. Oyuncular top ile basket ya da kaleye gol atabilirdi, ayrıca topu sürebilir ve ayaklarıyla topa vurabilirlerdi. Maçtan sonra oyuncuları görebildik ve birlikte bu oyunu oynayabildik. Sahada bizimle oynamak için rehberiyle birlikte gelen bir komşuyla tanıştık. Oyun harikaydı. Sonra, komşular ve rehberiyle başka bir yere yürürken yaprak suyu içiyorduk. Gezegen hakkında daha fazla bilgi edinmek için caddeden aşağı doğru bu şehrin yaratılış müzesine yürüdük. Oradan ağaçları görebilmek için parka doğru geçtik. Ağaçlar renkli yapraklıyla birlikte kırmızıydı ve çiçekler farklı şekillere sahipti. Biri bir yumurta kabuğuna diğeri bir sandalyeye benziyordu. Çimler kahverengiydi ve yol neon taşlarla kaplıydı. Manzara güzeldi. Bu dünyanın şekli bizimkine benziyordu, fakat renkler farklıydı ki bu da buraya çekicilik katıyordu. Rehberin bize bu yerin nasıl ortaya çıktığını anlattığı müzeye geldik ve daha donra aile ile birlikte oradan manzaralı bir film izledik. Müze güzeldi, fakat gitmek zorundaydık. Akşam oldu ve gökyüzü kararıyordu. Akşam manzarası güzeldi. Anı olarak birkaç fotoğraf çektim ve rokete gittik. Halka el sallayıp gülümsüyorduk. Roketteki yolcular rehbere ve Kral’a hoşça kal dedi ve sonra gezegenimize geri dönmek için havalandık. Aniden annem çığlık atarak beni uyandırdı. Günlerden pazartesi olduğunu ve okula geç kaldığımı söylüyordu. Okoriko gezegeni gezisi bir rüyaydı. Rüya olması umrumda değildi, bence hatırlanmaya değecek kadar gerçekti.
Oliwia Z. 6-A Ligota, Poland 93
Stories of Lights in the Sky
Сменети улоги Секој се прашува дали има живот на друга планета.Јас се прашувам исто,но не можам да најдам одговор.Еден ден јас читав книга. Одеднаш слушнав глас кој што ми велеше излези надвор.Јас излегов надвор како што ми рече гласот.Кога погледнав нагоре не можев да си поверувам на своите очи.Тука имаше црна дупка и гласот повторно ми рече да одам во црната дупка.Јас направив како што ми рече гласот и отидов во црната дупка.Потоа се појавив во некое чудно место и гласот се појави исто така.Гласот рече дека сум во друга планета.Јас бев малку исплашена бидејќи бев во друга планета и се беше чудно и се беше од наопаку .Гласот рече дека ќе бидам тука една недела ,а кога ја прашав зошто ми одговори дека јас отсекогаш сум сакала да истражам дали има живот на друга планета.Како што реков се беше наопаку и чудно.Таму имаше возрасни и деца,но се беше чудно бидејќи возрасните одеа на училиште,а децата одеа на работа.Јас најдов една жена и ја прашав зошто се е наопаку и таа ме погледна чудно.Таа ме праша што значи моето прашање и јас повторно ја прашав зошто се е чудно и зошто децата одат на работа,а возрасните одат на училиште.Таа ми рече дека тоа не е чудно,туку ова е нормален живот.Јас бев збунета.Јас живеев таму 6 дена во куќа на дрво и ова беше мојот последен ден.Јас спиев и одеднаш се појави гласот и рече дека треба да станам и да се подготвам,бидејќи јас си одам дома.Јас бев среќна.Црната дупка се појави и јас влегов во неа.Одеднаш бев дома.
94
Write for the Multilingual Book
Everything Is Different Everyone wants to know if there’s life in other planets. I ask myself too, but I can’t find an answer. One day I was reading a book. Suddenly I heard a voice inviting me outside. I went outside as the voice said. When I looked up I couldn’t believe my eyes. There was a black hole and the voice again said “go into the black hole”. I did what the voice said and I went into the black hole. Then I appeared in strange place and heard the voice there too. The voice introduced the palnet that I came. I was a little bit scared because I was in another planet and everything was strange and was upside down. When the voice said that I would be here for a week, I asked why it chose me and the voice told me that the reason was my desire to discover other planets. As I said before everything was upside down and weird. There were adults and kids, but it was strange because adults were going to school and the kids were going to work. I met a woman and asked her why everything is upside down and she was surprised with my question. She asked me what do I mean and I asked her again “Why everything is so strange and why the kids go to work and adults go to school?” She answered me that this is not weird or strange, this was normal life. (Maybe people know everything when they are child and forget lots of them as they grow) I was so confused. I lived in a tree house for 6 days and this was my last day. I was sleeping and suddenly the voice said that I had to get up and got ready to go home. I was so happy. The black hole appeared again and I went into. Suddenly I was at home.
95
Stories of Lights in the Sky
Herşey Bambaşka Herkes başka gezegenlerde hayat olup olmadığını bilmek ister. Ben de merak ediyordum ama bir türlü cevap bulamıyordum. Bir gün kitap okurken aniden beni dışarı çağıran sesi duydum. “Dışarı gel!” dedi ses. Gökyüzüne baktığımda gözlerime inanamadım. Bir kara delik vardı ve ses yine “kara deliğe doğru yürü!”dedi. Sesin dediği gibi kara deliğe girdim. Sonra, garip bir yerde buldum kendimi ve yine sesi duydum. Ses geldiğimiz gezegeni anlattı. Biraz korktum çünkü başka bir gezegendeydim ve her şey garipti, bir terslik vardı. Ses, bir hafta burada olacağımı söylediğinde, neden beni seçtiğini sordum ve ses, sebebin diğer gezegenleri keşfetme arzum olduğunu söyledi. Dediğim gibi, her şey tersti ve garipti. Yetişkinler ve çocuklar vardı, işin garip yanı yetişkinler okula giderken çocuklar işe gidiyordu. Bir kadınla karşılaştım ve neden her şeyin ters olduğunu sorduğumda soruma şaşırdı. Sorumu anlamamıştı ve tekrar sordum “Neden her şey çok garip ve neden çocuklar işe, yetişkinler okula gidiyor?” Bana bunun garip ya da sıra dışı olmadığını, bunun hayatın normal akışı olduğunu söyledi. (Belki insanlar çocukken her şeyi biliyorlar ve büyüdükçe çoğunu unutuyorlardı.) Kafam karışmıştı. Altı gün boyunca bir ağaç evde yaşadım ve bugün son günümdü. Uyuyordum ve aniden ses kalkıp eve gitmek için hazırlanmam gerektiğini söylediğinde çok mutlu oldum. Kara delik tekrar ortaya çıktı ve içine girdim. Aniden evimde buldum kendimi.
Sara VIII-1 Kichevo, North Macedonia 96
Write for the Multilingual Book
Un Pianeta Chiamato Amore Era notte fonda quando ad un tratto uno strano rumore mi fece svegliare, spalancai gli occhi e mi ritrovai disteso per terra ma non era il pavimento di casa mia. Mi guardai in torno e con grande stupore mi accorsi che non solo non mi trovavo più a casa mia ma in realtà mi trovavo in un altro pianeta. Cosa fosse successo non ne avevo idea, ero un po’ spaventato da tutto ciò ma mi sono fatto coraggio, mi sono alzato e ho cominciato a guardarmi intorno, vicino a me non c’era nulla. Ho cominciato a camminare in cerca di qualcosa o di qualcuno nel frattempo pensavo a come fossi arrivato la, ad un certo punto mu sono imbattuto in un piccolo villaggio quindi ho pensato che quello strano pianeta fosse abitato da qualcuno. La cosa mi fece uno strano effetto, se da una parte ero contento di non essere solo dall’altra avevo una paura folle di chi potevo incontrare. Mi avvicinai sempre di più ma con prudenza ad un certo punto vidi affacciarsi da una finestra una strana creatura, era molto diversa da noi umani ma non mi fece paura, in lei c’era qualcosa che mi rassicurava forse erano i suoi grandi occhi blu e il modo in cui mi guardava, sembrava spaventata almeno quanto lo ero io. Mi avvicinai e gli dissi di non aver paura che non volevo fargli del male, con mio stupore capì quello che Gli dissi, uscì dalla sua abitazione e mi venne incontro. Era una piccola creatura, strana ma fra di noi ci fu subito una grande intesa. Quando si sentì al sicuro fece un cenno e cominciarono ad uscire altre abitanti di quel luogo, mi accolsero con grande gioia e mi spiegarono che mi trovavo su Saturno e che mai nessuno fosse mai andato la quindi mi consideravano un ragazzo speciale ed erano felici di
97
Stories of Lights in the Sky
condividere la loro vita con me. Loro vivevano tutti assieme in armonia, non esisteva odio, invidia, gelosia si aiutavano gli uni con gli altri e si volevano bene ma un bene vero e sincero. Ho pensato che fosse stato bello vivere lì per sempre perché anche se non c ‘erano tutte le comodità che abbiamo sulla terra c ‘era una delle cose più importante “L’AMORE”. Il mio nuovo amico si chiamava Leo e mi ha ospitato a casa sua. quella notte mi sono addormentato sereno nel suo letto caldo perché mi sentivo al sicuro, la mattina mi sono svegliato ma nel letto di casa mia non posso negare di essere un po’ triste perché sarebbe stato bello abitare su Saturno con il mio nuovo amico Leo e con tutti gli altri abitanti.
A Planet Called “Love" It was deep night when suddenly I was awakened by a strange noise, I opened my eyes wide and I found myself lying on the floor but it wasn't the floor of my house! I looked around and it was incredible, I found myself on another planet. I had no idea of what had happened, I was a little bit scared but I took courage, I got up and started to look around me, there was nothing next to me. I started to walk looking for something or someone, suddenly I came across a small village so I thought that in that planet was inhabited.That had a strange effect on me because from one hand I was happy I wasn't alone but on the other hand I was scared. I came closer and closer carefully and suddenly I saw a strange creature looking out of a window. It was very different from a human being but I wasn't scared, I feel safe, maybe its huge blue eyes or the way it looked at me, it
98
Write for the Multilingual Book
seemed scared at least as I was. I went closer and told it to stay calm, I didn't want to hurt it and I was amazed when the creature understood what I said. The alien came went out of his house and came close to me. It was a small creature, strange but true there was an immediate understanding between us. When he felt safe it send a sign, then other creatures went out: they welcomed me with a great joy and explained me that I was on Saturn and I was the first human landed on. So they considered me a special boy and they were happy to share their time with me. They lived all together in harmony, no hate, no envy, no jealousy they helped each other and loved each other with a true and sincere love. I thought their life was wonderful although they haven't all the comfort we have on the Earth. They had one of the most important feelings called “LOVE". My new friend's name was Leo and he hosted me in his house. That night I fell asleep peacefully in his hot bed with the feeling of safety. Next morning, I got up in my own bed. I can't deny I felt a little sad because it would have been nice living on Saturn with my new friend Leo and all the other inhabitants.
Sevginin Gezegeni Gece aniden garip bir gürültüyle uyandım, gözlerimi açtım ve kendimi yerde yatarken buldum ama evimin zemini değildi! Etrafa baktım ve inanılmazdı, bambaşka bir yerdeydim. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu, biraz korktum ama cesaretim yerine geldi, kalktım ve etrafıma bakmaya başladım, yanımda hiçbir şey yoktu. Bir şey ya da biri var mı diye aramaya başladım, aniden küçük bir köye rastladım, bu gezegende
99
Stories of Lights in the Sky
yaşayanlar olduğuna kanıttı. Ve bir duygu karmaşasına sebep oldu çünkü bir yandan yalnız olmadığım için mutluydum, diğer yandan korkuyordum. Dikkatle yaklaştım ve aniden pencereden dışarı bakan garip bir yaratık gördüm. Bir insandan çok farklıydı ama korkmuyordum, kendimi güvende hissediyordum. Belki de onun büyük mavi gözleri ve bana bakışı, en azından benim gibi korkmuş olması. Yaklaştım ve sakin olmasını, onu incitmek istemediğimi söyledim ve yaratık söylediklerimi anladığında şaşırdım. Uzaylı evinden çıktı ve yanıma geldi. Küçük bir yaratıktı, garip ama gerçek aramızda hemen bir güven oluştu. Güvende hissettiğinde diğerlerine bir işaret verdi, sonra diğer yaratıklar da dışarı çıktı: beni büyük bir sevinçle karşıladılar ve bana Satürn'de olduğumu ve gelen ilk insan olduğumu söylediler. Bu yüzden beni özel biri olarak gördüler ve zamanlarını benimle paylaşmaktan mutluydular. Hep birlikte uyum içinde yaşıyorlardı, nefret, kıskançlık, haset yoktu birbirlerine yardım ediyorlar ve gerçek, samimi bir sevgiyle seviyorlardı. Orada dünyadaki tüm rahatlığımız olmamasına rağmen hayatlarının harika olduğunu düşündüm. "Aşk" denilen en önemli zenginliklerden birine sahiplerdi. Yeni arkadaşımın adı Leo'ydu ve beni evinde ağırladı. O gece güven hissi ile onun sıcak yatağında huzur içinde uykuya daldım. Ertesi sabah kendi yatağımda uyandım. Biraz üzüldüğümü inkâr edemem çünkü Satürn'de yeni arkadaşım Leo ve diğer tüm sakinlerle yaşamak güzel olurdu.
Riccardo Taormina-Messina, Italy 100
Write for the Multilingual Book
¿Un sueño? Todo esto comenzó una noche después de que terminé de estudiar. Puse mi nombre, Rose, recogí mis libros y me fui directamente a la cama. No tardé mucho en quedarme dormida. Alrededor de las 3 de la mañana me desperté sin saber por qué, ya que estaba muy cansada. Encendí mi lámpara de noche y no podía creer lo que estaba pasando: mi habitación empezó a desaparecer. Quise ir a llamar a mi madre pero era demasiado tarde: Desaparecí en mi propia habitación. Aparecí en otro lugar. No sabía dónde estaba. Otra ciudad, otra habitación, incluso otra vida. Me di cuenta de que era otro planeta. Estaba asombrada y conmocionada. Caminé por ese extraño lugar y encontré una pequeña ciudad. No lo pensé dos veces y me dirigí allí. Cuando llegué, conocí a un chico que, para mi sorpresa, no parecía ser de otro planeta. Parecía un chico normal que podría haber encontrado cualquier día. Me miró y me dijo que se llamaba Josh. Para mi sorpresa, pude entenderlo claramente. Josh me explicó que el planeta en el que estaba se llamaba Esmeralda. Sus habitantes llevaban a una persona a visitar su planeta de vez en cuando para qué pudiera ver que había más de lo que pensábamos en nuestra vida diaria.
101
Stories of Lights in the Sky
Me mostró sus costumbres, su ciudad, sus leyendas, sus lugares emblemáticos y mucho más... ¡mucho más! Josh me llamó - Rose... es casi la hora de que vuelvas a tu vida-. Estaba triste pero tenía que aceptarlo. Volví a mi cama y cerré los ojos. Todo se distorsionó de nuevo. Me desperté y eran las 8:00 de la mañana. Me senté en el borde de la cama pensando que todo era un sueño. ¿Josh era real o parte de un sueño provocado por mi agotamiento? Entonces lo vi: un colgante que él me había dado. Desde ese momento, nunca volví a pensar o a ver el mundo de la misma manera. Un viaje de un día a otro planeta, me cambió.
A dream? This all started one night after I finished studying. I put my name on it, Rose, picked up my books and went straight to bed. It didn't take long for me to fall asleep. Around 3 a.m. I woke up without knowing why, as I was very tired. I lit my night lamp and I couldn't believe what was happening: my room started to disappear. I wanted to go and call my mother but it was too late: I vanished into my own room. I showed up somewhere else. I didn't know where I was. Another city, another room, even another life. I realized it was another planet. I was amazed and shocked. I walked through that strange place and found a small city. I didn't think twice about it and headed there.
102
Write for the Multilingual Book
When I arrived, I met a boy who, surprisingly, did not seem to be from another planet. He looked like an ordinary guy who I could have met in the streets. He looked at me and told me his name was Josh. It was surprising, I could clearly understand him. Josh explained to me that their planet was called Esmeralda. Its inhabitants would sometimes get a person from a different planet to visit their city so they could get rid of the boredom of everyday life and experience different things. He explained me their customs, city, legends, landmarks and more... much more! Josh said to me "Rose, it’s time to go back your home." I was sad but I had to accept it. I was in my bed and closed my eyes. Everything was distorted again. When I woke up, it was 8:00 in the morning. I sat on the edge of my bed thinking it was all a dream. Was Josh real or part of a dream brought on by my exhaustion? Then I saw it: a pendant he gave me. From that moment on, I never thought or saw the world the same way again. A day trip to another planet changed me.
Rüya mı? Tüm bunlar, bir gece derslerimi bitirdikten sonra başladı. Sonuna ismimi yazdım; Rose, kitaplarımı topladım ve doğruca yatağa gittim. Uykuya dalmam uzun sürmedi. Sabah üç civarında çok yorgun olduğum halde nedensizce uyandım. Gece lambamı yaktım ve olanlara inanamadım: odam kaybolmaya başladı. Gidip annemi çağırmak istedim ama çok geçti: kendi odamda kayboldum. Neresi olduğunu bilmediğim bir yerdeydim. Başka
103
Stories of Lights in the Sky
bir şehir, başka bir oda, hatta başka bir hayat. Başka bir gezegende olduğumu fark ettim. Şaşırmış, şok olmuştum. Bir bilinmezliğe doğru yürürken küçük bir şehir bulduğumda tereddüt etmeden şehre yöneldim. Şehirde şaşırtıcı şekilde başka bir gezegendenmiş gibi görünmeyen bir çocukla karşılaştım. Sokakta karşıma çıkabilecek sıradan bir çocuğa benziyordu. Bana döndü ve adının Josh olduğunu söyledi. Şaşırtıcıydı, dilini net şekilde anlayabiliyordum. Josh, gezegenin adının Esmeralda olduğunu söyledi. Sakinleri bazen farklı gezegenden insanların şehirlerini ziyaret etmesini sağlardı, böylece günlük yaşamın sıkıcılığından kurtulup farklı şeyleri yaşayabiliyorlardı. Gelenekleri, şehirleri, efsaneleri, doğasını bana anlattı... Hatta çok daha fazlasını! Josh, "Rose, evine geri dönme zamanı." dedi. Üzgündüm ama dönmek zorundaydım. Yeniden yatağımdaydım ve gözlerimi kapattım. Her şey yine bozulmuştu. Uyandığımda sabah sekizdi. Yatağın kenarında oturup her şeyin bir rüya olduğunu düşündüm. Josh gerçek mi, yoksa yorgunluğumun getirdiği bir rüyanın parçası mıydı? Sonra bana verdiği kolyeyi gördüm. O rüyadan sonra dünyaya bakışım, yaşamı kavrayışım değişti. Başka bir gezegene yaptığım bir günlük ziyaret bambaşka biri olmamı sağladı.
Andrea 3ºB Valladolid, Spain 104
Write for the Multilingual Book
Miray’ın Saklı Gerçeği Ada liseden arkadaşları olan Miray ve Aras ile aynı üniversiteyi kazanmıştı. Üçü çok iyi arkadaştı ve hep iyi anlaşırlardı. Üniversiteye başlayalı nerdeyse üç ay olmuştu. Bu sırada birçok yakın arkadaşlar edindiler. Ada fakültenin yakınındaki kafeye öğle yemeğine gitmişti. Son zamanda sık gördüğü Ayhan, Arda ve Sıla da oradaydı. Kısık sesle konuştukları konunun kendileriyle alakalı olduğunu fark etti. Miray ve Aras’ı bir yere götürmekten bahsediyorlardı. Konuşmalarına anlam veremedi ve onlara fark ettirmeden kalktı.
105
Stories of Lights in the Sky
Biraz sonra Miray’ı gördü ve duyduklarını anlattı. Beraber Aras’ın yanına gittiler. İkisi de tedirgin görünüyordu. Aras endişeyle “Bizi bulabileceklerine imkân vermiyordum, şimdi ne yapacağız? Artık izimizi kaybettirmemiz çok zor.” dedi. Miray “Dikkatli olacağız, burada bile buldularsa hamlelerini beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yok.” diyerek onu doğruladı. Ada hiçbir şey anlamamıştı. Sorduğunda ise tatmin edici bir cevap alamadı. Artık üçü her yere birlikte gitmeye başladılar. O hafta Ayhan, Arda ve Sıla’yı tekrar görmediler. Sınavlar yaklaşmıştı, Ada’ın evinde ders çalışacaklardı. Aras gelmişti ama Miray henüz gelmemişti. Bir süre telefondan ulaşmaya çalıştılar. Gidebileceği yerlere baktılar, yoktu. Aras hızlı hızlı yürüyor, Ada yetişmeye çalışıyordu. Aras geri dönmesi için çok uğraşsa da Ada’yı bir türlü ikna edemedi. Sonunda hiç kimsenin olmadığı bir yere vardılar. Aras cebinden bir küre çıkardı ve yere fırlattı. Önlerinde bir kapı açıldı. Ada gözlerine inanamıyordu. Birlikte kapıdan geçtiler. Ada ardı ardına sorular soruyordu ve Aras kısa cevaplarla geçiştiriyordu. Ada şaşkınlıkla dinliyordu, sonunda dayanamayarak şöyle dedi; “En başından anlatır mısın? İyice kafam karıştı.” “Burası eskiden barışın ve adaletin ülkesiymiş. Zamanla kaynaklar azalmış ve halkın arasında çatışmalar başlamış. Böylece kıtlık ve sorunlar tüm gezegene yayılmış. Ailem beni dünyaya gönderdi, gezegenler arası yolculuğu sadece çok az kişi yapabileceği için bunun güvenli olduğunu düşünüyordu. Miray ise bir savaşta asilerin başındaki Nora’yı öldürmeyi başardı, bulunmaması için buraya gönderdiler. Barış sağlandıktan sonra, şartlar biraz daha iyileşti. Ancak Nora’nın tarafındakiler hiçbir zaman vazgeçmedi.”
106
Write for the Multilingual Book
Bu açıklama Ada’nın aklına yeni sorular getirmişti. Aras sormasına fırsat vermeden: “Birazdan eve ulaşırız, destek alıp Miray’ı aramaya çıkarız. Gerisini sonra anlatırım. Miray’ı bulamazsak zaten ortada anlatacak bir şey de kalmaz.” Ada, bu uyarıdan sonra sessizce Aras’ı takip etti. Ada bir saraya ulaşacağını zannediyordu ancak kubbeyi andıran gösterişsiz bir eve vardılar. Aras her şeyi babasına anlattı. Babası Miray’ın gelişinden haberdar olduklarını ancak izlerini kaybettiklerini söyledi. Burada teknoloji oldukça gelişmişti ve savaşlardan sonra herkes sıkı şekilde izleniyordu. Tarifler üzerine Sıla’nın gerçek kimliğine ulaşıldı. Yanlarına asker alıp Sıla’nın olduğu yere gittiler ama ne Miray ne de diğer ikisi orada değildi. Askerler Sıla’dan Miray’ın yerini öğrenmeyi başardılar. Miray’a ulaştıklarında çoktan ölmüştü ve Nora adamlarına emirler yağdırıyordu. Askerler her yanı sardığı için Nora’nın yapacak bir şeyi yoktu. Öfkeyle çevresindekilere hakaretler ediyordu. Aras Nora’nın üzerine yürüdü ve onun boynunu sıktı. Bu sırada asiler Nora’nın etrafına çevirmiş, onu korumaya çalışıyorlardı, teslim olmaya niyetleri yoktu. Aras’ın emriyle askerler asilere saldırdılar. Kargaşanın arasında Aras Nora’yı yeniden öldürmeyi başardı, henüz güçlenmediği için bu zor olmamıştı. Ada Miray’ın yanındaydı. Kendine geldiğini görünce gözyaşlarına boğuldu ama bitkin duruyordu. Aras elindeki küreyi yere fırlattı ve “Çabuk buradan götür onu” diye bağırdı. Ada kapıdan geçerken yaralı olduğunu fark etti, gözleri kararmaya başladı ve yere yığıldı. Gözlerini tekrar açtığında Dünya’da bir hastanedeydi ve Aras’ı yeniden soru yağmuruna tuttu. Asiler teslim olmuş ve
107
Stories of Lights in the Sky
sonunda Nora’nın bedeni bu defa yakılmıştı. Ada Miray’a ne olduğunu ve neden kaçırdıklarını sordu. Arda: “Şimdi Miray iyi. Bizim gezegenimizde savaşta ölen birinin dirilmesi mümkündür ama önce öldüren kişinin ölmesi gerekir. Bu yüzden Miray hep hedefteydi, yanıma gönderildi. Asilerin buraya gelecek gücü nereden bulduklarını anlamadım. Gezegende yeni bir isyan çıkmazsa zamanla tekrar eski güzel günlere döner.” Bir hafta sonra Ada hastaneden çıktı. Kısa süre sonra Miray da tekrar geldi. Ada gittiği gezegenin Çolpan, yani Venüs olduğunu sonradan öğrendi. Gökte sıradan bir ışık olarak bildiği gezegenin bir hikâyesi olduğuna hâlâ inanamıyordu. Kelime benzerliğinden dolayı yanlışlıkla Çoban Yıldızı olarak anılması da ilginçti. Türk mitolojisinde ismini gezegenler tini Çolpan’dan alan Aras’ın gezegeninde hayat ne zaman eskisine döner bilmiyoruz ama üç arkadaşın hayatı eskisine dönmüştü.
The Hidden Truth of Miray Ada managed to attend the same university with her friends Miray and Aras from high school. They were very good friends and always got on well. It has been almost three months since she began to the university. Meanwhile, they made a lot of close friends. Ada went to a café nearby the faculty for lunch. Ayhan, Arda and Sıla, who she often saw recently, were also there. She realized that the topic they talked was related to them. They were talking about taking Miray and Aras to somewhere. She couldn’t understand their conversation and she got up without
108
Write for the Multilingual Book
noticed by them. After a while, she met with Miray and told what she heard. They visited Aras together. Both of them seemed nervous. “It was impossible, how could they find us and what will we do now? It is very difficult to escape anymore.” Aras said anxiously. Miray confirmed him and said that they had nothing to do except for being careful, even if they found them in the Earth. Ada didn’t understand any words. She asked but she didn’t get a proper answer. Three of them started to go everywhere together. That week, they didn’t see Ayhan, Ada and Sıla again. Exams were approaching. They would study together at Ada’s home. Aras came, but Miray hadn’t come yet. They tried to get in touch with him by phone for a while. They looked where Miray could go, but she was nowhere. Aras was walking very fast, and Ada was trying to follow him. Although Aras did his best to dissuade he couldn’t persuade Ada. Finally, they arrived at a place where there was nobody. Aras took a globe out of his pocket and threw it to the ground. A door was opened in front of them. Ada couldn’t believe what she saw. They stepped inside of that door together. Ada was asking lots of questions one after another and Aras replied the questions with short answers. Ada was listening in surprise. Finally, she couldn’t stand and said: “Can you tell me from the beginning? I’m confused.” “This used to be the land of justice and peace. Resources decreased over time and conflicts started among the people, thus famine and problems spread all over the planet. My family sent me to the world. They thought it was safe because only a few people could make the interplanetary journey. Miray
109
Stories of Lights in the Sky
succeeded in killing Nora, who was head of the rebels, in a war, and came to the world not to be caught by rebels. Then, peace was established, conditions got a bit better. However, Nora’ followers never gave up.” This explanation brought new questions to her mind. “We arrive at home soon. After we get some soldier we’ll go on looking for Miray.” Aras said without giving any chance, “I can explain the rest later. If we cannot find Miray, there will be nothing to tell.” After that, Ada followed Aras quietly. Ada thought they would reach a palace, but they arrived to a simple home which looked like a dome. Aras told his father about Miray’s. His father said that they were aware of her lost, but they couldn’t find her tracks. Technology was very advanced there and after the wars, everybody was watched continuously. The real identity of Sıla was reached upon the description. They went to the place where Sıla was with soldiers, but Miray and the kidnappers weren’t there. The soldiers achieved to define the place where Miray was thanks to Sıla. When they found Miray she was already dead, and Nora was giving orders to those who were there. Nora had nothing to do because the soldiers surrounded everywhere. Nora began to insult her followers. Aras walked over Nora and wringed his neck. Meanwhile, the rebels surrounded around Nora and tried to save her. They didn’t intend to be surrender. The soldiers attacked to the rebels with order of Aras. Among chaos, Aras succeeded to kill Nora again. It wasn’t difficult because she didn’t become strong yet. Ada was next to Miray. When Ada saw Miray’s opened eyes, she burst into tears, but she was
110
Write for the Multilingual Book
exhausted. Aras threw the globe in his pocket to the ground and he shouted: “Take her from here” when Ada went through the door, she realized that she was wounded. The view began to blur and she hit the ground. When she opened her eyes again she was at a hospital in the world. And she overwhelmed Aras with questions again. The rebels surrendered and finally Nora’s dead body was burnt. Ada asked Miray what happened and why they were kidnapped. Arda said: “Miray is better now, resuscitation of a deceased is possible in our planet, but first the murderer has to be killed, so Miray was here because she was always on target. We didn’t figure out where the rebels found the way to come here. If there is no new rebellion on the planet, it will return to good old days over time.” A week later, Ada was discharged from the hospital. After a short time, Miray came again, too. Ada learnt that the planet she had been to was Venus. It was still incredible, the planet which she knew as an ordinary light in the sky had a story like this. It was also interesting that Venus is known as ‘the Çoban (Shepherd) Star’ because of similarity to the word of Çolpan. Çolpan is the spirit of planets in Turkish mythology and name of Venus. We don’t know if the people living on Arda’s planet return to the good old days, but three of them forgot what they experienced on Venus.
Aysima 7/C Elbistan, Türkiye 111
Stories of Lights in the Sky
O Planeta Animal Lá estava eu na minha nave a “Apocalíptica 2000” prestes a ir para o além: o desconhecido e espetacular Planeta Animal onde, segundo as histórias, todos os habitantes são animais que falam línguas diferentes. Logo que a nave descolou, passei-a para modo automático e fui verificar se tinha os transformadores de voz para os animais. “Sim!” exclamei eu quando vi as mil e uma caixas coloridas. Tinha tido esta ideia de ir visitá-los e levar-lhes transformadores
112
Write for the Multilingual Book
para conseguirem comunicar. Depois guiei a nave e, de repente, vi um planeta em forma de cabeça de cão – É o Planeta Animal! Finalmente cheguei! Mal aterrei, vi uma pequena casa de madeira com uma luz acesa. Curioso como sou fui até lá e bati à porta. Um lindo veado abriu-me a porta e falou comigo mas eu não percebia nada. Então liguei o meu transformador e expliquei-lhe como funcionava e para que servia. Pedi-lhe que repetisse o que me tinha dito anteriormente. Então ele perguntou de novo: “Queres vir passar a consoada connosco?” “Sim, respondi eu, com todo o gosto. Muito obrigado.” Quando entrei vi umas dezenas de animais diferentes, todos sentados à mesa, calados e isolados porque não se entendiam. Na verdade cada um falava a sua língua!! Eu fiquei espantado! Estavam todos casmurros! Coitados, pensei eu! Então lembrei-me dos transformadores de voz. Que cabeça a minha! Mas afinal porque é que eu tinha trazido os transformadores… Pedi ao meu amigo veado para falar com os seus amigos sobre o transformador e para lhes explicar que aquele transformador conseguia fazer com que todos se entendessem. Eles ficaram tão espantados que nem conseguiam acreditar pois, de repente, estavam a perceber tudo o que ele dizia! E começaram a aplaudir. Então distribuí um transformador por cada animal e eles ficaram tão felizes! Fizemos uma grande festa e tivemos uma noite maravilhosa. Noite de Natal que jamais irei esquecer. Noutro planeta, claro…
113
Stories of Lights in the Sky
The Animal Planet There I was on my ship the apocalyptic 2000 about to go to the afterlife: the unknown and spectacular Animal Planet where, according to the stories, all the inhabitants are animals who speak different languages. As soon as the ship took off, I switched it to automatic mode and checked to see if it had the voice transformers for the animals. “Yes!” I exclaimed when I saw the thousand and one colored boxes. I had the idea of visiting this planet to bring them transformers so they could communicate with each other. Then I drove the ship and suddenly I saw a Dog-headed planet - it's the Animal Planet! I'm finally here! As soon as I landed, I saw a little wooden house with a light on. As I am very curious I went in its direction and knocked on the door. A beautiful deer opened the door and spoke to me but I didn't understand anything. So I turned on my transformer and explained how it worked and what it was for. I asked him to repeat what he said earlier. Then he asked again: “Do you want to come over for Christmas Eve with us?” “Yes, I do. I was really gratefull for the invitation.” When I came in, I saw dozens of different animals, all sitting at the table, quiet and isolated because they didn't understand each other. In fact, everyone spoke their own language! I was amazed! They were all stubborn! Poor animals, I thought!
114
Write for the Multilingual Book
Then I remembered the voice transformers… Oh, where is my head? Why did I bring the Transformers for? I asked my deer friend to talk to his friends about the transformer and to explain them that the transformer could make everyone understand each other. They were so amazed that they couldn't believe it because all of a sudden they were understanding everything he was saying! And they started clapping. So I offered a transformer to every animal and they were so happy! We had a great party and a wonderful evening. It was a Christmas night that I'll never forget. On another planet, of course!
Hayvanlar Gezegeni Anlatılanlara göre, tüm sakinleri farklı dilleri konuşan hayvanlar oluşan bilinmeyen ve muhteşem bir hayvan gezegenine gitmek için Apocalyptic 2000 isimli gemimdeydim. Gemi kalkar kalkmaz, otomatik moda aldım ve hayvanlar için aldığım çeviri cihazlarının yerinde olup olmadığını kontrol ettim. “Evet!” Bin bir renkli gezegenleri görünce haykırdım. Bu gezegeni, birbirleriyle iletişim kurabilmeleri için çeviri cihazlarının vermek için ziyaret edecektim. Sonra gemiyi sürdüm ve aniden köpek kafası şeklinde bir gezegen gördüm -bu hayvan gezegeni! Sonunda geldim! İner inmez, lambası yanan küçük bir ahşap ev gördüm. Çok merak ediyordum, kapısına gittim ve çaldım. Güzel bir geyik kapıyı açtı ve bir şeyler söyledi, ama hiçbir şey anlamadım. Bu yüzden çeviri cihazımı açtım ve nasıl çalıştığını ve neye
115
Stories of Lights in the Sky
yaradığını açıkladım. Daha önce söylediklerini tekrar etmesini istedim. Sonra tekrar sordu: “Noel arifesinde bizimle gelmek ister misin?” “Evet, davet için gerçekten minnettardım.“ İçeri girdiğimde onlarca farklı hayvan gördüm, hepsi masada oturuyordu, sessizce ve birbirinden soyutlanmış şekilde. Çünkü birbirlerini anlayamıyorlardı, her biri kendi dilini konuşuyordu! Şaşırdım! Hepsi inatçıydı! Zavallı hayvanlar diye düşündüm! Sonra çeviri cihazlarımı hatırladım... Ah, aklım nerede? Çeviri cihazlarını neden getirdim ki? Geyik arkadaşımdan çeviri cihazlarını arkadaşlarına anlatmasını ve herkesin birbirini anlamasını sağlayabileceğini açıklamasını istedim. O kadar şaşırdılar ki, inanamadılar çünkü aniden birbirinin söylediği her şeyi anladılar! Ve alkışlamaya başladılar. Bu yüzden her hayvana bir çeviri cihazı verdim ve çok mutlu oldular! Harika bir parti akşam oldu. Asla unutmayacağım bir Noel gecesiydi! Başka bir gezegende, elbette!
Mateus 5ºB Santarém, Portugal 116
Write for the Multilingual Book
Ndjekja e madhe në hapësirë Nuk do ta besoni aventurën që e përjetova, por ja që ndodhi kështu. U thirra nga Space X ta kompletoj trajnimin tim për programin e ashtuquajtur “Njeriu në mars”. Ishte kz një trajnim special që zgjaste tre muaj. Ishim një grup prej trëdhjetë kandidatëve por vetëm një nga ne do ta kishte fatin të fluturon në mars. Ishte tepër vështirë. Por me gjithë zemër doja të jem pjesë e këtij program kështu që dhashë shumë mund. Më në fund mundi u pagua. Ja ku isha në mars. Gjithçka nisi me uljen a anijes time atje. E vesha kostumin dhe dola jashtë anijes. Nuk munda tu besoj syve të mi! Anije alienësh fluturonin dhe alienë shëtiteshin gjithku. U afrova me shpresë që do të komunikoj me to, por ja që më sulmuan. Deshtën të më sakrifojnë në nder të perëndive të tyre. Shpëtova disi dhe u mbëshefa në anijen time kozmike. Vendosa ti vëzhgoj për një kohë. Ishte interesante. Nuk kishin shtëpija të rëndomta si ne por jetonin në diçka që i përngjante topit. Vetëm mbreti i tyre jetonte në një kullë të gjatë rreth 5km. Ishin tepër armiqsorë dhe urenin njerëzit pa masë. Ishin të gjatë dhe shumë të hollë. Kishin gishtrinj shumë të gjatë dhe këmbë shumë të mëdha. Dëshironin ta sulmojnë dhe përvetësojnë token që të kenë hapësirë më të madhe për jetesë. Kishin qënë tu ju pregatit për këtë një kohë të gjatë. Kjo më trembi. Atëherë dëgjova një muzikë të zhurmshme nga kulla e mbretit. Shikova nalt dhe pash atë që e thirnin mbret. Ishte i trashë dhe i zhurmshëm. Më sa duket ky ishte alieni i vetëm trashalluk. Zhurma ishte për nder të raketës të pare që do ta gjuanin në tokë. Ajo kishte fuqi të
117
Stories of Lights in the Sky
mjaftueshme ta shkatëronte të gjithë planetin tonë. Mendime të ndryshme më kaluan ndërmend. Si mundesha ta parandaloj këtë! Atëherë vërejta se raketi merrte energji nga kulla e mbretit. I munda rrojet disi dhe u ngjita te kulla. Fatmirësisht e gjeta kablin që i dërgonte energji raketës dhe e heqa nga priza. Alienët u hutuan për një moment por mandej më vërejtë ku nxitoja kah anija ime. Nisi ndjekja e madhe në hapësirë. Nga njëra anë unë mundohesha të hiki e nga ana tjetër alienet mundoheshin të më kapin. Papritmas një bip i madh kaploi kosmosin. Isha i mbuluar në djersën time. Ishte alarmi i orës time. Isha vonë për shkollë përsëri. U rahatova. Prej asaj dite vendosa most ë luaj aq shumë në Sony Play Station timin. E di që qesheni tani, por unë e mësova mësimin. Keni kujdes! Rrini zgjuar! Alienët mund të ju ndjekin dhe ju!
A Huge Space Chase You won’t believe the crazy adventure I was involved in. It happened like this. I was called by SpaceX to complete my training for the so called “Human on Mars” program. It was a special training which lasted for 3 months. We were a group of thirty people and only one of us could get the opportunity to fly to Mars. It was hard. I really wanted to be part of this program so I did my best. At the end it paid off. Finally I was there on Mars. The fun began once I landed Mars. I put on my space suit and got out off the spaceship. I couldn’t believe my eyes! UFO’s flying and aliens running around. I approached with the hope to communicate with them, but they attacked me. They tried to kill
118
Write for the Multilingual Book
me as a sacrifice to their Gods. I managed to escape somehow and took shelter inside my spaceship. I decided to observe them. It was interesting. They didn’t have homes but they all lived inside something alike a big ball. Only their king lived in a tower which was around 5 km tall. They were very unfriendly and hated humans a lot. They were tall and very thin. They had very long fingers and big feet. They wanted to overtake the Earth as they could have more space to live in. They had been preparing for this for a long time now. That gave me the shivers. Then I heard a loud music from the king’s tower. I looked above and saw the one they were calling the king. He was really fat and loud. I think he was the only fat alien in here. The noise was in honour of the very first rocket they were going to launch to Earth. It had enough power to destroy our planet. Different thoughts ran through my mind. How could I stop this nonsense! Then I noticed that the rocket was getting its power from the king’s tower. I managed to escape the guards somehow and got up the tower. Luckily I found the cable that was powering the rocket and unplugged it. The aliens got confused. On the search of who is guilty for the situation occurred they noticed me running towards my spaceship. A huge chase began on space, me trying to escape on one hand and aliens trying to catch me on the other hand. Suddenly a loud beep surrounded the place. I was drenched in sweat. It was my alarm clock. I was late for school again. I was relieved. From that day on I decided not to play that much on my Sony Play Station. I know you are laughing right now, but I
119
Stories of Lights in the Sky
learned my lesson. Be careful though. Stay alert! Aliens might chase you too!
Uzayda Büyük Kaçış Anlatacağım çılgın maceraya inanamayacaksınız, her şey aynen anlattığım gibi oldu. “Mars'ta İnsan” programı kapsamında eğitim almak üzere SpaceX tarafından çağrıldım. Bu üç ay sürecek özel bir eğitimdi. Otuz kişilik bir grup alınmıştı ve sadece birimiz Mars'a seyahat etme şansına sahip olacaktı, zordu. Gerçekten bu programın içinde yer almak istiyordum, bu yüzden elimden geleni yaptım ve sonunda ben kabul edildim. İnanamasam da Mars’taydım. Mars'a indikten sonrası çok eğlenceliydi. Uzay elbisemi giydim ve gemiden çıktım. Gözlerime inanamadım! UFO’lar uçuyor ve uzaylılar etrafta dolanıyordu. Onlarla iletişim kurmak istediğim zaman bana saldırdıklar, neyse ki kaçmayı başardım ve uzay gemimin içine sığındım. Bana düşmanca davrandılar ve insanlardan çok nefret ettikleri belliydi. Onları takip etmeye karar verdim. Evlerinin olmaması ilginçti ve büyük top benzeri bir nesnenin içinde yaşıyordular. Sadece kralları yaklaşık beş kilometre boyunda bir kulede yaşıyordu. Çok uzun parmakları ve büyük ayakları vardı, uzun boylu ve oldukça zayıftılar... Daha fazla yaşam alanına sahip olabilmek için Dünya’yı ele geçirmek istiyorlardı. Uzun zamandır bunun için hazırlandıkları belliydi ve bu beni korkutuyordu. Sonra Kral’ın kulesinden yüksek sesli bir müzik duydum. Yukarıya baktığımda Kral konuşma yapıyordu. Epeyce şişmandı ve aşırı yüksek sesle konuşuyordu. Sanırım buradaki
120
Write for the Multilingual Book
tek şişman uzaylı oydu. Gürültü, gezegenimizi yok edecek güçteki roketlerinin fırlatılışı için yapılan törenden geliyordu. Karmaşık düşünceler aklıma doldu; bu saçmalığı nasıl durduracaktım? Sonra roketin gücünü Kral’ın kulesinden aldığını fark ettim. Muhafızlardan güç bela kaçmayı başardım ve kuleye çıktım. Neyse ki rokete giden güç kaynağını buldum ve devre dışı bıraktım. Uzaylılar şaşkınlık içinde bunun sorumlusunu arıyordu, roketime koşarken beni fark ettiler. Uzayda büyük bir kovalamaca başladı, uzaylılar peşimdeydi. Aniden bir alarm sesi her yanı sardı. Ter içinde kalmıştım, çalar saatimdi. Yine okula geç kalmıştım, ama bunun rüya olduğunu anlayınca rahatlamıştım. O günden itibaren PlayStation'ımda fazla oynamamaya karar verdim. Şu an güldüğünü biliyorum ama dersimi aldım. Yine de dikkatli ol, tetikte ol! Uzaylılar senin de peşine düşebilir!
Erion VII-2 Skopje, North Macedonia 121
Stories of Lights in the Sky
Moje putovanje na drugu planetu Једна од најузбудљивијих идеја о којој можемо да размишљамо је та да нисмо сами. Универзум који је нама познат, можда није једини. Можда постоје други светови, са различитим верзијама нас самих, различитим историјама. Понекад, сањам о животу на другој планети. Гледам у небо и питам се шта се налази тамо негде. Још од детињства сам имала сан о једној срећној планети под називом JOY. Пут до моје планете из снова је био дуг и спектакуларан. Путовала сам у свемирском аутомобилу. После чудесног путовања које је трајало неколико месеци, слетела сам на планету. Планета Радост није велика, а клима је тропска па влада само једно годишње доба- лето. Атмосфера је слична овој на Земљи, сачињена од гасова сличних кисеонику. Топло су ме дочекала мала длакава бића. Изгледали су чудно, али су били пријатељски настројени. Имали су три ноге, четворо очију и два носа. Свако од њих је био различите боје, а она је одсликавала њихову личност. Најпре сам била уплашена, а онда сам схватила колико су безопасни и слатки. Са мојим новим пријатељима истраживала сам сваки педаљ ове планете. Уживала сам на сваком кораку. Све је било дивно. Мноштво огромног цвећа, разнобојна поља, огромне планине, дивна језера, реке. Куће
122
Write for the Multilingual Book
су биле направљене од драгог камења, али су личиле на свемирске бродове. Преда мном је био откривен потпуно нови свет. Био је то свет без рата и насиља. РАДОСТ је идеалан дом за све њене становнике. Ту има места и за слабе и за јаке, за старе и за младе.Њени становници живе у савршеној хармонији са природом. Нема загађења, само свеж ваздух и вода. Док сам посматрала тај призор који одузима дах, схватила сам да желим да ту проведем цео свој живот. Заиста сам уживала у друштву мојих нових пријатеља, иако ми је било теже да се споразумем због њиховог јединственог и чудног језика. Код ових малих бића највише ми се допао стил њиховог живота. Сви су изгледали тако срећни и захвални што живе на овом магичном месту. Требало је мало времена да прихвате и да се навикну на моје присуство. Никада се нисам осећала боље, јер су били тако љубазни и великодушни. Пробала сам заиста укусну храну и неке врсте непознатог воћа, које расте само на овој планети. Најбољи део је што тамо нема школе. Становници живе и зарађују од сађења различитих врста цвећа. Одушевљена сам овом планетом и она представља све о чему сам маштала. Надам се да ће се мој сан остварити некада у будућности,
My Journey on Another Planet One of the most exciting ideas to think about is the idea that we are not alone. Our universe the way it is might not be the only version out there.
123
Stories of Lights in the Sky
Perhaps there are other worlds with different versions of us, different histories. Sometimes, I dream about life in another planet. I look up to the sky and wonder what lies out there. Since my childhood I have had a dream about one happy planet-Joy. A journey to my dream planet was long and spectacular. I was travelling in a spacemobile. After the amazing journey of few months, I landed on the planet. Planet Joy is not big, the climate is tropical and there is only one season: summer. The atmosphere is similar to Earth, made up of gases like oxygen. I was welcomed warmly by some nice little furry creatures. They were really strange, but very friendly. They had three legs, four eyes and two noses! Each of them had its’ own colour which described their personality. At first I was scared, but soon I realized how innocent and cute they actually were. With my new friends I was exploring every inch of the planet. I enjoyed every step of the way. Everything was beautiful. Plenty of giant flowers, colorful fields, large mountains, beautiful lakes and rivers. The houses were made of precious stone, but they looked like spaceships. A completely new world was revealed to me. It was a world without wars and violence. Joy is a perfect home for all its’ inhabitants. It has a place for strong and weak, old and young. Its’ inhabitants live in perfect harmony with nature. There is no pollution, only fresh air and water. While I was looking at this breathtaking scenery, I realized that I would like to spend my whole life on this planet. I really enjoyed my new friends’ company but I found it pretty hard to communicate with them, because of their unique and strange language. What I like the most about those small creatures is their lifestyle. Everyone seemed to be so happy and grateful to live in this
124
Write for the Multilingual Book
magical place. It took a while for them to accept my presence, but eventually they got used to it. I have truly never felt better, because they were so kind and generous to me. I tasted some really delicious food and unknown fruit, growing only on this planet. The best part is that there are no schools! They make their living by planting seeds from lots of different kinds of flowers. I am fascinated by this planet. It represents all I have ever dreamt about. I hope my dream will come true at some point of the future.
Başka Bir Gezegene Yolculuğum Düşünülebileceklerin arasında en heyecan verici fikirlerden biri, yalnız olmadığımız fikridir. Evrenimiz olduğu şekliyle var olan tek versiyon olmayabilir. Belki de farklı versiyonları, farklı tarihleri olan başka dünyalar vardır. Bazen, başka bir gezegendeki hayatı hayal ediyorum. Gökyüzüne bakıyorum ve ufuk çizgisinin ötesinde ne olduğunu merak ediyorum. Çocukluğumdan beri mutlu bir gezegen olan Neşe’nin hayalini kurdum. Hayalimdeki gezegene yolculuğum uzun ve muhteşemdi. Bir uzay aracıyla seyahat ediyordum. Birkaç aylık muhteşem yolculuktan sonra, gezegene indim. Neşe Gezegeni pek büyük değil, iklimi tropikal ve sadece bir mevsim var: yaz. Atmosferi Dünya'nınkine benziyor ve oksijen gibi gazlardan oluşuyor. Birkaç güzel küçük tüylü yaratık beni sıcak bir şekilde karşıladı. Gerçekten garip görünümlülerdi, fakat çok samimilerdi. Üç bacakları, dört gözleri ve iki burunları vardı! Her birinin rengi kişiliklerine göre değişiyordu. İlk başta korktum, ama yakından ne kadar masum ve sevimli olduklarını fark ettim.
125
Stories of Lights in the Sky
Yeni arkadaşlarımla gezegenin her santimini keşfediyordum. Yolculuğun her adımından keyif aldım. Her şey çok güzeldi. Birçok dev çiçekler, renkli tarlalar, büyük dağlar, güzel göller ve nehirler vardı. Evler değerli taştan yapılmış, ancak uzay gemilerine benziyorlardı. Gördüğüm tamamen yeni bir dünyaydı. Savaş ve şiddetin alan bulamadığı bir dünyaydı. Neşe, tüm halkı için mükemmel bir yurttu. Güçlü ve zayıf, yaşlı ve genç için yer vardı. Halk doğa ile mükemmel bir uyum içinde yaşıyor. Kirlilik yok, sadece temiz hava ve su var. Bu nefes kesen manzaraya bakarken, tüm hayatımı bu gezegende geçirmek istediğimi fark ettim. Yeni arkadaşlarımın dostluğundan gerçekten keyif aldım ama benzersiz ve garip dillerinden dolayı onlarla iletişim kurmakta oldukça zorlandım. Bu küçük yaratıklar hakkında en çok sevdiğim şey onların yaşam tarzıydı. Herkes bu büyülü yerde yaşadıkları için çok mutlu ve minnettar görünüyordu. Beni kabullenmeleri biraz zaman aldı, ama sonunda buna alıştılar. Gerçekten daha önce bu kadar iyi hissetmemiştim, çünkü bana karşı çok nazik ve cömertlerdi. Lezzetli yiyecekleri ve sadece bu gezegende yetişen bilmediğim meyveleri tattım. En iyi kısmı okulun olmamasıydı! Burada farklı çiçekleri yetiştirerek geçimlerini sağlıyorlar. Bu gezegenden etkilendim. Hayal ettiğim her şey içinde taşıyordu. Umarım hayalim geleceğin bir noktasında gerçekleşir.
Dunja 8/5 Belgrade, Serbia 126
Write for the Multilingual Book
illustrated by Dunja
Błysk Dzisiaj postanowiłam wybrać się na planetę Błysk. Jej mieszkańcami były nietypowe istoty. Zwierzęta, na przykład słonie, potrafiły latać, a motyle były większe od ludzi. Niektóre zwierzęta potrafiły mówić. Ludzie natomiast byli niebiescy. Ich długie, czarne włosy zaplecione były w warkocze. Zaczęłam się im uważniej przeglądać. W tym celu zbudowałam prowizoryczny dom na drzewie, niedaleko ich wioski. Obserwowałam ich przez miesiąc, aż pewnego dnia jeden z nich przyszedł do mnie. Przedstawił się jako Giving i powiedział, że ma 520 błyskowych lat - inaczej 20 lat ziemskich. Powiedział mi także, że od urodzenia mieszka na tej planecie, jednak nie pamięta, by kiedykolwiek pojawił się na niej ktoś nowy. Zdradził, że inne Gawki, bo tak się nazywają, nie lubią
127
Stories of Lights in the Sky
obcych. Okazało się, że Giving ma siostrę o imieniu Tiga. Bardzo się polubiłyśmy. Poznałam również władcę Gawków, Wiga. Był on miły i przyjazny. Gawki miały jednego wroga, był nim lud Pikagórów. Gawkowie kochali przyrodę i zwierzęta, sami mieszkali na drzewach w wielkich gniazdach. Pikagórowie natomiast niszczyli przyrodę i nie lubili zwierząt, trzymali je w niewoli, a także zabijali je dla pozyskania skór. Pewnego dnia, gdy spacerowaliśmy po lesie, Pikagórowie zaatakowali Gawków. Zaczęli palić las i zabijać zwierzęta. Gawkowie musieli bronić swych domów i zwierząt; oczywiście pomogłam im. Na początku Pikagórowie wygrywali, jednak z czasem zaczęli opadać z sił. Wtedy jeden z Gawków zadął w róg. Po krótkiej chwili zleciały się latające słonie, które zaczęły gasić płonący las. Przyfrunęły także wielkie motyle, których ogromne skrzydła przeraziły Pikagórów. Wrogowie uciekli. Obecnie i ja mieszkam na planecie Błysk z Gawkami. W dalszym ciągu poznaję ich świat oraz zwyczaje.
A Flash Today I decided to go to the planet Flash. Its inhabitants were unusual creatures. Animals, for example elephants, could fly, and butterflies were larger than humans. Some animals could speak. People were blue. Their long, black hair was braided. I began to look at them more closely. For this purpose, I built a hanging tree house near their village. I watched them for a month, until some day one of them came to me. He introduced
128
Write for the Multilingual Book
himself as Giving and said he was 520 flash years old - 20 earthly years. He also told me that he lived on the planet since his birth, but he did not remember that anyone new would ever appear on it. He revealed that other Gawka, because they were called so, did not like strangers. It turned out that Giving has a sister named Tiga. We liked each other very much. I also met the Gawkas’ lord, Wig. He was kind and friendly. Gawka had one enemy, it was the Pikagoros people. The Gawkas loved nature and animals, and they lived in trees in large nests. On the other hand, the Pikagoros destroyed nature and did not like animals, kept them in captivity, and also killed them to obtain leather. One day, while we were walking in the woods, the Pikagoros attacked Gawkas. They began to burn the forest and kill animals. The Gawkas began to defend their homes and animals, of course I helped the Gawkas. At first, the Pikagoros won, but over the time they began to lose strength. Then one of the Gawkas blew a horn. After a short time, flying elephants flew and started to extinguish the burning forest. Large butterflies also flew, their huge wings terrified the Pikagoros. The enemies fled. At present I live on the planet Flash with the Gawkas. I still learn about their world and customs.
Işık Bugün Işık gezegenine gitmeye karar verdim. Oranın yerlileri sıra dışı yaratıklardı. Örneğin filler uçabilirdi ve kelebekler insanlardan daha büyüktü. Bazı hayvanlar konuşabiliyordu. İnsanlar maviydi ve uzun, siyah örgülü saçları vardı.
129
Stories of Lights in the Sky
Onlara daha yakından gözlemlemek için köylerinin yakınında bir ağaç ev inşa ettim. Onları bir ay boyunca izledim, ta ki bir gün onlardan biri yanıma gelene kadar. Kendini Giving olarak tanıttı ve 520 yaşında olduğunu ki bu dünyada 20 yaşına denk geliyordu. Ayrıca bana doğduğundan beri gezegende yaşadığını söyledi, ama daha önce gezegende benim gibi birini hiç görmediğini söyledi. Diğer Gawka’nın, buradakilere Gawka deniyor, yabancılardan hoşlanmadığını söyledi. Giving’in Tiga adında bir kız kardeşi olduğunu da öğrendim. Birbirimizi çok sevdik. Ayrıca Gawkaların hükümdarı Wig ile tanıştım. Nazik ve arkadaş canlısıydı. Gawkaların da düşmanı vardı; Pikagoros halkı. Gawkalar doğayı ve hayvanları seviyordu ve ağaçlardaki büyük yuvalarda yaşıyorlardı. Öte yandan, Pikagoroslar doğayı yok eder ve hayvanları sevmezlerdi, hayvanları esaret altında tutuyorlar ve derileri için öldürüyorlardı. Bir gün, biz ormanda yürürken, Pikagoroslar Gawkalara saldırdı. Ormanı yakmaya ve hayvanları öldürmeye başladılar. Gawkalar evlerini ve hayvanlarını savunmaya çalışıyordu, elbette ki ben Gawkalara yardım ettim. İlk başta Pikagoroslar üstündü, ancak zamanla güç kaybetmeye başladılar. Sonra Gawkalardan biri düdük çaldı. Kısa bir süre sonra, yanan ormanı söndürmeye başlayan uçan filler geldi. Büyük kanatlarıyla Pikagorosları korkutan dev kelebekler de gelince Pikagoroslar kaçtı. Şu anda Gawkalar ile birlikte Işık gezegeninde yaşıyorum. Hala dünyalarını ve geleneklerini öğreniyorum.
Oliwia M. 5-B Ligota, Poland 130
Write for the Multilingual Book
Волшебната планета Еден ден јас одев по ѕвездите низ нашата галаксија. После долг пат стигнав до соседната галаксија “Андромеда”. Таму стигнав до најголемиот сончев систем каде што имаше три сонциња. Јас појдов до планетата “Кизи”. Таму појдов во градот ”Сумпа”. Таму се зборуваше на “Кизејски” јазик, јас го научив тој јазик додека бев на Планета Земја. Таму луѓето беа повисоки од луѓето на земјата, нивните очи беа многу големи, а устата многу мала. Луѓето таму беа многу добри, културни и гостопримливи. Бевме на прошетка во паркот, а потоа бевме на нуркање каде што зборувавме со морските животни. Потоа шетавме низ градот, влеговме во неколку продавници каде што продавачите беа роботи. Таму технологијата беше далеку поразвиена од нашата. Имаше големи згради со врати кои се отвараа сами. Храната беше иста како на Планета Земја, но таму се јадеше многу сладолед, чоколадо и други колачи. Времето што го поминав на планетата Кизи беше многу убаво, интересно и среќно. Пред да се вратам на Планета Земја луѓето од таму ми подарија еден вид на компјутер што може да лебди, односно тоа ми го дадоа да комуницирам со нив додека сум во друга планета, друг сончев систем и друга галаксија. Јас повторно би сакала да поминам еден ден на друга планета.
131
Stories of Lights in the Sky
The Magical Planet One day I was walking on the stars through our galaxy. After a long time I arrived to our neighbor galaxy “Andromeda”. Then I arrived to the biggest solar system where there were three suns. Then I went to the city “Sumpa”in the planet “Kizi”. The “Kiziesh” language was spoken there; I learned that language when I was still on Planet Earth. They were taller than the people on Earth, their eyes were really big, but their mouth was really small. They were really nice. We went for a walk in the park, and then we went snorkeling and we talked with the sea animals. We were walking around the town; we visited some shops where the sellers were robots. The technology was far more developed than our technology. There were high buildings with doors that could open themselves. The food there was the same as on Planet Earth, but they consumed a lot of ice cream, chocolate and other sweet things. The time I spent on the planet Kizi was really fun, interesting and happy. Before I returned to my home, they gave me a computer that can fly to be able to communicate with them when I was on Earth. I would like to visit there again.
132
Write for the Multilingual Book
Büyülü Gezegen Bir gün galaksimizde yıldızların üzerinde yürüyordum. Uzun bir süre sonra komşu galaksimiz “Andromeda”ya ulaştım. Sonra üç güneşiyle en büyük güneş sistemindeki “Kizi”gezegeninin "Sumpa" şehrine gittim. "Kizice" konuşuluyordu; bu dili daha dünyadayken öğrenmiştim. Orada yaşayanlar dünyadaki insanlardan daha uzun, gözleri çok büyük ama ağızları oldukça küçüktü. Çok güzel bir gezegendi. Parkta yürüyüşe çıktık, sonra şnorkelle yüzmeye gittik ve deniz hayvanlarıyla konuştuk. Şehirde dolaşırken satıcıların robot olduğu mağazalardan alışveriş yaptık. Teknoloji bizim teknolojimizden çok daha gelişmişti. Kendiliğinden açılan kapıları olan yüksek binalar vardı. Yemekleri bizimkiyle aynıydı, ama çok fazla dondurma, çikolata ve diğer tatlı şeyler tüketiyorlardı. Kizi gezegeninde geçirdiğim zaman gerçekten eğlenceli, ilginç ve mutluluk vericiydi. Evime dönmeden önce, Dünya'ya döndüğümde onlarla iletişim kurabilmem için uçan bir bilgisayar verdiler. Orayı tekrar ziyaret etmek istiyorum.
Enisa VIII-2 Kichevo, North Macedonia 133
Stories of Lights in the Sky
Misión espacial: Andrómeda Llegamos a la nebulosa M-31, conocida como galaxia Andrómeda. Es el tercer sistema solar que visitamos. Hemos visto los 5 primeros planetas, ninguno habitable. Los tres primeros formados por gases sin apenas superficie en la que aterrizar, el cuarto helado y el quinto absolutamente árido. Hace años de nuestra última llegada a un planeta habitado. El último fue Cefeo, habitado por nebomes, con forma de una estrella de mar. Forjamos una gran amistad, muchos se unieron a nuestra flota. En unas horas llegaremos al sexto planeta, del que hemos recibido ayer, 9 de junio del año 2056 un mensaje de paz que nos invita a aterrizar. “Esta es la última entrada en la bitácora capitana.” respondo frente al comité. “Muchas gracias agente Melodía.” contesta ella.”Se disuelve la sesión, retírense y prepárense para aterrizar.” Esa soy yo, la encargada de tomar nota de bitácora. Un trabajo muy importante y un honor para mí. Viajamos en la nave Cervantes, la primera de todas y la única que despegó de la tierra. Salió de la Tierra el año 2035 junto con otras cinco naves: Shakespeare, Poe, Rowling, Petrarca y Verne, cada una en una dirección distinta y con el mismo propósito. Recogemos información de todos los planetas y trabamos amistad con las sociedades que encontramos, algunos se unen a nosotros para poder realizar un mayor intercambio cultural. Yo nunca he pisado la Tierra, nací en esta nave y soy la primera humana nacida en el espacio. A mi me gusta esto, pero mucha gente echa de menos la Tierra, algunos añoran el sonido de una masa de agua que recubre el planeta conocida como
134
Write for the Multilingual Book
mar y otros el periodo del día entre la tarde y la noche llamado crepúsculo o atardecer. Dicen que la vida en la nave es muy diferente. Los niños no saben lo que es jugar en la calle y en la escuela no se estudian idiomas, hemos desarrollado un programa informático que con analizar un par de frases de cualquier idioma, consigue descifrarlo y traducirlo a cualquier lengua, es crucial, ya que aquí ni siquiera los terrícolas hablan el mismo idioma. 12:03– Aterrizamos en el planeta. Algunos lo comparan con la Tierra. Tiene una atmósfera respirable para los humanos. La comitiva en la que me incluyo, es recibida por un gran grupo de individuos con forma humanoide, algo más altos, azules, translúcidos, con los ojos enormes y compuestos por algún tipo de sustancia gelatinosa. Hemos tenido una buena y pacifica bienvenida. 12:33– Nos hemos reunido alrededor de una fila de enormes piedras para celebrar una comida como símbolo de paz. Los alimentos están en unas grandes hojas, la comida consiste en algas, frutos con extrañas formas y orugas. Todo malísimo. 14:16– Salimos por la ciudad para obtener mas datos. Son muy hospitalarios, viven en casas hechas de barro, los niños corren por las calles. El aire es limpio y acabamos a la orilla de una masa de agua, que se acerca poco a poco a nosotros. Algunos de los nuestros están encantados con este paisaje y su sonido. Les recuerda al sonido de la playa. 14:30– Continuamos, pero de pronto se ha producido un fuerte temblor. El jefe de la tribu nos dice que no debemos preocuparnos.
135
Stories of Lights in the Sky
15:27– Observamos un deporte jugado entre dos equipos con una pelota. Le gusta mucho a todo el mundo, están reunidos para verlo y lo hacen atentamente. No me llama especialmente la atención, pero varios de mis acompañantes lo disfrutan como sí lo conocieran. 16:57– El partido ha terminado pero otro temblor mayor que el anterior ha acompañado su final. La misma respuesta tranquilizadora. 17:49– Para cenar nos reunimos alrededor una gran planta luminiscente, a pesar de la falta de luz solar, se ve bien. 17:58– No hemos acabado de cenar. Un enorme seísmo abre una gran grieta. A lo lejos se escucha una explosión y sale humo de algún lugar cercano. Debe ser un volcán a punto de entrar en erupción. Debemos ponernos a cubierto así que les indicamos que corran hacia nuestra nave. 18:03– Estamos en la nave. Llega lava desde varios sitios. Nos vemos obligados a despegar. 18:06– Fuera de la atmósfera. Varios volcanes han estallado. Nos da las gracias por haberles salvado. Les respondemos que esa es nuestra misión. Viajamos para ayudar a todo el que lo necesite. Puede que ellos hayan perdido su planeta, pero han ganado nuevos amigos.
Special Mission: Andromeda We arrived to nebula M-31, known as the Andromeda galaxy. It is the third solar system that we visit. We have seen the first five planets, none habitable. The first three are formed by gases with little surface to land on, the fourth frozen and the fifth arid. It has been years since the last time we landed on an inhabited
136
Write for the Multilingual Book
planet. The last was Cepheus, inhabited by nebomes, starfishshaped creatures. We forged great friendships there, many joined our fleet. In a few hours we will reach the sixth planet, from which we received a message of peace inviting us to land yesterday(June 9, 2056). "This is the last entry in the captain's log." I answer in front of the committee. "Thank you very much Agent Melody." she answers. “The session is dissolved, withdraw and prepare to land.� That's me, the one in charge of taking note of the log. A very important job and an honour. We travel in the Cervantes ship, the first ship taking off the Earth. It left Earth in 2035 among with five other ships: Shakespeare, Poe, Rowling, Petrarch, and Verne, each in a different direction and all with the same purpose. We collect information from all the planets we visit and make friends among the societies we find, some decide to join us in our mission to carry out a greater cultural exchange. I have never set a foot on Earth, I was born on this ship, the first human born in space. I like this, but many people miss Earth. Some long for the sound of a body of water that covers the planet known as the sea, others for the daytime period between afternoon and night called twilight or sunset. They say that life on the ship is very different. Children don't know what it is to play on the streets and languages are not studied at school. We have developed a computer program that by analysing a couple of sentences, manages to decipher and translate any language. it is crucial for us, since here not even earthlings speak the same language.
137
Stories of Lights in the Sky
12: 03– We landed on the planet. Some compare it to the Earth. It has a breathable atmosphere for humans. The entourage, including myself, is welcomed by a large group of individuals with a humanoid shape, somewhat taller, blue, translucent, with huge eyes and composed of some type of gelatinous substance. We have had a good and peaceful welcome. 12:33 - We have gathered around a row of huge stones to celebrate a meal as a symbol of peace. The food consists of algae, fruits with strange shapes and caterpillars, all served in large leaves. It was terrible. 14:16– We went out into the city to get more information. They are very welcoming, they live in houses made of clay, the children run through the streets. The air is clean, and we end up at the edge of a body of water, which gradually approaches us. Some of us are delighted with this landscape and its sound. It reminds them of the sound of the beach. 14:30 – As we continue, we feel a sudden strong tremor. The tribal chief tells us not to worry. 15:27 - We observe a sport played between two teams with a ball. Everyone likes it a lot, they are gathered to watch it and they do it carefully. I am not particularly fascinated by it, but several of my companions enjoy it as if they already knew it. 16: 57– The game has ended with another tremor, greater than the previous one. We get the same reassuring answer from the chief. 17: 49– For dinner we gather around a large luminescent plant. Despite the lack of sunlight, the plant provides enough light to see.
138
Write for the Multilingual Book
17: 58– We have not finish dinner yet when a huge earthquake rips the ground open. In the distance we hear an explosion and smoke starts coming from somewhere nearby. It must be a volcano about to erupt. We must take cover, so we signal everyone to run towards our ship. 18: 03– We are on the ship. Lava comes from various places. We are forced to take off. 18: 06– Out of the atmosphere. Several volcanoes have erupted. They thank us for saving them. We reply that this is our mission. We travel to help everyone in need. They may have lost their planet, but they have made new friends.
Özel Görev: Andromeda Andromeda galaksisi olarak bilinen M-31 bulutsusuna vardık. Bu araştırma yaptığımız üçüncü güneş sistemi. Bulduğumuz ilk beş gezegen yaşanabilir değildi. Gazlardan oluşan ilk üçünün yüzeyinde çok az kara vardı, dördüncü donmuştu ve beşincinin yüzeyi kuraktı. En son yaşam olan bir gezegen görmemizden bu yana yıllar geçti. Sonuncusu, denizyıldızı şeklindeki ‘nebome’ diye bilinen yaratıkların yaşadığı Cepheus'du. Orada önemli dostluklar kurduk, birçoğu filomuza katıldı. Birkaç saat içinde, dün bizi ülkelerine davet eden bir dostluk mesajı aldığımız altıncı gezegene ulaşacağız (9 Haziran 2056). “Bu kaptanın günlüğündeki son kayıttı.” komitenin önünde okudum. “Çok teşekkürler Ajan Melody.” diye yanıtladı ve devam etti; “Oturum kapandı, yerinize geçin ve iniş için hazırlanın.” Ben çok önemli bir iş ve onur olan seyir defterini yazmakla görevliyim. Biz Dünya'dan havalanan ilk gemi Cervantes’teyiz.
139
Stories of Lights in the Sky
Dünya'dab 2035'te beş gemi daha ayrıldı: Shakespeare, Poe, Rowling, Petrarch ve Verne, her biri farklı bir yönde ve aynı amaçla yola çıktı. Ziyaret ettiğimiz tüm gezegenlerden bilgi topluyoruz ve bulduğumuz toplumlar arasında dostlar ediniyoruz, bazıları daha büyük bir kültürel değişim gerçekleştirme misyonumuzda bize katılıyor. Dünyayı hiç görmedim, bu gemide doğdum, uzayda doğan ilk insanım. Burayı seviyorum, ama birçok insan Dünya'yı özlüyor. Bazıları deniz dedikleri gezegeni kaplayan bir su kütlesinin sesi için, kimi alacakaranlık veya gün batımı diye adlandırdıkları vakitler için iç çekiyor. Gemideki yaşamın çok farklı olduğunu söylüyorlar. Çocuklar sokakta oynamanın ne olduğunu bilmiyor ve okulda diller öğretilmiyor. Birkaç cümleyi bile analiz ederek, herhangi bir dili deşifre etmeyi ve çevirmeyi başaran bir bilgisayar programı geliştirdik. Bizim için çok önemli, çünkü burada dünyalılar bile aynı dili konuşmuyor. 12: 03- Gezegene indik. Bazıları Dünya ile karşılaştırıyor. Hava solunabiliyor. Ben de dâhil olmak üzere mürettebat, insansı bir şekli olan, biraz daha uzun, büyük mavi gözlü ve bedenleri bir tür yarı saydam jelâtinimsi maddeden oluşan büyük bir grup tarafından karşılandık. Biz dostça karşıladılar. 12: 33- Dostluk sembolü olarak bir kutlama yemeği için bir dizi büyük taş etrafında toplandık. Yemek, büyük yapraklarda servis edilen alglerden, garip şekilli meyvelerden ve tırtıllardan ibaret. Bu berbat bir şeydi. 14: 16- Daha yakından tanımak için şehre gittik. Çok misafirperverler, topraktan yapılmış evlerde yaşıyorlar, çocuklar sokaklarda koşuyor. Hava temiz ve sonunda dalgalı bir su
140
Write for the Multilingual Book
kütlesinin kıyısına vardık. Bazılarımız sahili hatırlatan manzarayı ve sesini sevdi. 14: 30- Yürürken ani bir titreme hissettik. Kabile şefi endişelenmememizi söyledi. 15: 27 - iki takım arasında bir top ile oynanan bir spor gözlemliyoruz. Herkes oyunu çok seviyor, izlemek için toplandılar ve dikkatle izliyorlar. Beni pek etkilemedi, ama bazılarımız zaten biliyormuş gibi zevk alarak izliyor. 16: 57- Oyun bir öncekinden daha büyük bir titreme ile sona erdi. Şef, aynı güven verici cevabı veriyor. 17: 49-Akşam yemeği için büyük bir ışıldayan bitki etrafında toplanıyoruz. Güneş ışığı olmamasına rağmen, bitki ortalığı aydınlatıyor. 17: 58- Büyük bir deprem zemini yardığında henüz yemeği bitirmemiştik Uzakta bir patlama duyduk ve yakındaki bir yerden duman gelmeye başladı. Patlamak üzere olan bir volkan olmalıydı. Kendimizi korumalıydık, bu yüzden herkese gemimize doğru koşmaları için alarm veriyoruz. 18: 03- Gemideyiz. Lav çeşitli yerlerden geliyor. Kalkmak zorundayız. 18: 06- Atmosfer dışındayız. Birçok Volkan patladı. Kurtardığımız için bize teşekkür ettiler. Bunun bizim görevimiz olduğunu söyledik. İhtiyacı olan herkese yardım etmek için seyahat ediyoruz. Gezegenlerini kaybetmiş olabilirler ama yeni arkadaşlar edindiler.
Paula 3ºB Valladolid, Spain 141
Stories of Lights in the Sky
illustrated by Ayşe Dila, 6/B
Beseha‘da Görülmemiş Bir Gün Beseha erkeklerin olmadığı sadece genç kızların yaşadığı bir gezegen. Burada kızlar yalnız yaşamayı tercih ediyorlar. Kızlar çok meraklılar ve her zaman bir şeyleri araştırmakla meşgul olurlar. Beseha’yı son ziyaretimde küçük bir kızın hikâyesini duydum. Ertesi gün bu şehirdeki tüm kızların beklediği bayram günü olan şubatın beşinci günüydü, Kimisi yemekler hazırlıyordu, bazıları evlerini ve sokakları süslüyor ve havanın kararmasıyla neredeyse tüm şehri aydınlatan havai fişekler patlıyordu. Kızlar bu günü çok severler çünkü buradaki tüm kızları doğuran bulut yılda bir kez baş şehre gelir ve her gelişinde kız bebekler getirirdi. Burada anneler bebeklerini kadim bir sıra düzenine göre alır ve her yıl Beseha’nın baş şehrine buluttan on ile on beş
142
Write for the Multilingual Book
arasında kız bebek gelirdi. Bu yüzden tüm halk, özellikle anne adayları bu gün oldukça heyecanlıydı. O şirin bebeklerden birinin annesi olacağı için çok mutluydular… Kızlar bu yıl da bulutu gözlemek için daha güneş doğmadan önce tepeye doğru yürüdüler. Öğlene doğru bulut tepenin etrafını sardı ve bir süre sonra rüzgârla başka şehre doğru yöneldiği zaman, herkesin beklediği o ağlama sesleri duyuldu. Bu sene 12 bebek gelmişti. Biraz sonra bebeklerden birinin kollarının olmadığı ve kimsenin onu almadığı söylentisi yayıldı. Rebecca birden “Ben onu istiyorum.” diye bağırarak tepeye heyecanla koştu ve ritüel bittikten sonra bebeğiyle evinin yolunu tuttu. Ona Maeve adını verdi ve tüm hayatı boyunca onun için hep en iyisini yapacağına yemin etti. Rebecca dil öğretmeniydi ve hâlâ her gün işe gitmeye devam ediyordu. Fakat Maeve evde asla yalnız kalmazdı çünkü Rebecca’nın kedisi Miro ona bakıyordu. Beseha’da hayvanlar çok zekiydiler ve buradaki insanlara tüm işlerinde yardım ederlerdi. Miro ise üç dil konuşabiliyor ve lezzetli yemekler yapabiliyor, Maeve’ye bakıyor ve onunla oyunlar oynuyordu. Yine güzel ve sakin bir günde Rebacca okuluna gitmek için yola çıktı. Kızlar işe bisikletle giderdi ve bu bisikleti hareket ettirmek için yapmaları gereken güzel sesleriyle şarkılar söylemekti. Öğrencileri gölgelikte onu bekliyordu. Burada dersler açık havada yapılırdı ve okulların binası yoktu. Evcil hayvanlar birçok dili bildiği için, dil derslerinde de büyük katkı sağlardı ve çocuklar için dil öğrenmek çok eğlenceliydi. Bu sınıfta iki öğrenci vardı ki, onlar Rebecca’yı çok severlerdi: Jesicca ve Julia. Öğretmenlerini çok dikkatli dinlerlerdi ve
143
Stories of Lights in the Sky
oldukça başarılıydılar. İkisi öğretmenleriyle okuldan sonra da beraber vakit geçirirler, birlikte restorana ve tiyatroya giderlerdi. Böylece yıllar geçiverdi. Maeve artık 5 yaşına gelmişti. Rebecca bir gün eve geldiğinde, gördüğüne inanamadı. Çünkü Maeve kendine biyonik kol yapmıştı ve nerdeyse yapay olduğu belli olmuyordu. Rebecca oldukça şaşırmıştı çünkü Maeve sanki kollarının olmamasını hiç umursamıyor gibi davranıyordu ve asla kollarının olmadığından yakınmamıştı. Biraz sonra komşuları Louise de geldi ve Maeve’yi ‘Bunu yapabileceğini biliyordum, hep ne kadar farklı ve yaşam dolu olduğunu gösterdin’ diyerek tebrik etti. Ertesi gün, gökyüzü de bu sevince katıldı. Hava oldukça güzeldi ve güneş parlıyordu. Rebecca; öğrencileri, Miro ve Maeve ile pikniğe gitmeye karar verdi. Yemekten sonra birlikte oyun oynadılar, Miro çok neşeli hareketleriyle güldürdü. Ve bir süre nehir kenarında dinlendiler. Biraz daha oyun oynadıktan sonra, hayallerindeki eşyaları ve oyunları tasarlayabilecekleri Bilim Parkı’na gittiler. Parkta bir süre gezdikten sonra çocuklar bir kaydırak yapmaya karar verdiler. Julia yer altına inen bir kaydırak tasarladı. Miro ve Maeve çukuru açtı, Jesica ve Rebecca tekrar yukarıya çıkmak için yürüyen merdiven tasarladı. Maeve’nin aklına farklı bir ağaç yapmak geldi; dallarının ucu maymuna dönüşen bir ağaç tasarladı. Bu ağacın yedi dalı vardı ve her dalında farklı farklı meyveler yetişiyordu. Uzun kolları olan maymun dallar istedikleri meyveyi onlara anıda veriyordu. Kızlar ağaca ‘Haybe 7’ adını verdi. Daha sonra Haybe 7’yi de yanlarına alarak ayrıldılar. Rebecca çocukları evlerine bıraktı. Haybe 7 çok eğlenceliydi, Maeve birlikte yaşayacakları için çok mutluydu. Eve geldiklerinde bir
144
Write for the Multilingual Book
süre dinlendiler ve Rebecca ve Miro ev işlerini yapmaya koyuldu. Ev işleri bittikten sonra Rebecca, Maeve’ye bakmak için odasına gitti, fakat odasında yoktu. Miro ve Haybe 7 de görmemişti. Komşulara sordu, Louise’i de aradı. Louise ‘ Bugün hasta olduğum için tüm gün evdeydim, üzgünüm görmedim.’ dedi. Loise bir süre onu teselli etti. Üzüntü ve teselli sözcükleri bu şehrin diline ilk defa girmişti. Bu yüzden Rebecca hüzne karşı savunmasızdı, tüm şehir gibi. İlk defa şehirde biri eksilmişti. Rebecca her gördüğüne bir umutla soruyor, her olumsuz cevap aldığında çok daha üzülüyordu. Haybe 7 ormanlardaki ağaçlara, Miro bütün hayvanlara sordu. Maeve’den eser yoktu. Şehirdekiler de Rebecca’ya yardım ettiler ama bir türlü bulamadılar. Şehir hüzne bürünmüştü, çocuklar oyun oynamaz olmuştu. Kaçırılma korkusu değildi bu, her şeyin düzenli olduğu gezegen de ilk defa hüzün girmişti kalplere. Bir damla siyah tüm gezegeni siyaha boyamıştı. Günler yavaş, yavaş geçti yine de. Yine 5 Şubat gelmişti, insanlar belki bulut Maeve’yi tekrar getirir umuduyla gittiler tepeye. Ne bulut ne Maeve vardı görünürde. Çaresiz evlerine döndüler. Ertesi gün Haybe 7 ormanda küçük bir kızı gördüğünü söyleyen bir ağaca denk geldi. Diğer ağaçlar da onayladılar ve az ötede Haybe 7 Maeve’nin saklı olduğu mağarayı buldu. Bu sırada Louise Bulut’un gelmemesinden korkmuş, o gün o da mağaraya gitmişti. Louise, Haybe 7’nin sırrını öğrendiğini anlayınca şehre dönmedi. Bir ağacın gövdesinde hapsolduğu söylentisi yayıldı. Louise doğduğu gün Maeve’yi kolları olmadığı için almamıştı ve bu yüzden anne olma şansını sonsuza dek kaybetmişti. Hep mücadele etse de Maeve’nin üstün
145
Stories of Lights in the Sky
yeteneklerinin getirdiği kıskançlık Besaha’daki ilk suçun işlenmesine sebep olmuştu. Maeve’nin dönüşü öyle büyük bir sevinç ışığıydı ki üzüntü yeniden unutulmuştu. Rebecca’nın Maeve’ye sarıldığı o an binlerce yıllık Beseha tarihinde görülmemiş bir sevinci getirdi. Kızlar günlerce festival yaptı, tepeye giderek bulut’u çağırdılar. Bulut daha öncekilerle kıyaslanamayacak yetenekte ve güzellikte bebeklerle yeniden geldi. Kızlar yeniden daha iyi bir hayat için öğrenmeye, keşfetmeye, icat etmeye ve hayaller kurmaya döndüler.
An Unprecedented Day in Beseha Beseha is a planet inhabited only by young girls, there is no man in this planet. Here, the girls prefer to live alone and single. The girls are curious and always busy researching new things. And I visited Beseha years after and heard a story about a little girl. It was the fifth day of February; the day was the feast day that all the girls in this city have been waiting for. Some were preparing meals, some were decorating their homes and streets, and firecrackers lit up nearly the entire city in the evening. The girls love this day because the cloud that gave birth to all the girls here would come to the capital city once a year and bring baby girls every time it came. Here, mothers would take their babies according to an ancient order, and every year about ten or fifteen baby girls would come from the cloud to the capital city of Beseha. So, all the girls, especially the future mothers,
146
Write for the Multilingual Book
were really excited these days. They were so happy to have one of these cute babies. The girls walked up the hill before sunrise to await the arrival of the cloud. Toward noon, the cloud had surrounded the hill. And after a while, the wind changed its direction and carried the cloud to another city, some cries were heard that everyone had been waiting for. The cloud brought 12 babies this year. Soon after, a rumour spread that one of the babies had no arms and no one had taken her. Rebecca suddenly said, "I want her.� She ran excitedly and after the ritual was over she went her home with her baby. She named her as Maeve and vowed to do her best for the baby. Rebecca was a language teacher and still kept going to work every day. But Maeve would never be alone in the house, because Rebecca's cat Miro was looking after her. In Beseha, the animals were very clever and they would help the people here with all their work. Miro was able to speak three languages and make delicious meals, taking care of Maeve and playing games with her. It was a nice and quiet day; Rebecca set out to go to school. The girls would ride bikes to go work, and all they need to ride their bike was to sing songs. Her students were waiting for her in the shade. Here, classes were held outdoors, and the schools had no buildings. As pets knew many languages, they were also a great contributor to language lessons and it was great fun for the children to learn the language. There were two students in this class who loved Rebecca: Jessica and Julia. They listened to her carefully and were so successful. They loved spending time with her in the restaurant and theatre together after school.
147
Stories of Lights in the Sky
So the years passed. Maeve had turned 5. When Rebecca came home one day, she couldn't believe what she saw. Maeve had improved a bionic arm for herself, and it was almost impossible to notice it was artificial. Rebecca was quite surprised, because Maeve acted as if she didn't care at all that she didn't have arms. She had never complained about lacking of her arms. A little later, her neighbours, Louise, also visited them and congratulated Maeve by saying, ‘I knew you could do this, you've always shown how different and vivacious you are.’ The next day, Sky joined in their joy, too. The weather was nice and the sun was shining. Rebecca decided to go on a picnic with her students, Miro and Maeve. After the meal, they played games together and laugh a lot Miro’s funny dances. They rested by the river for a while. After playing games some more time, they visited the Science Park where they could design new tools and games. After touring the park for a while, the girls decided to make a slide. Julia designed a slide that went underground. Miro and Maeve dug the pit, Jessica and Rebecca designed an escalator to get back upstairs. Maeve came up with the idea of making a different tree; she designed a tree with the end of its branches turned into a monkey. This tree had seven branches, and each branch had different fruits. Monkey branches with their long arms gave them any fruits they wanted instantly. The girls named the tree 'Haybe 7'. Then, they left taking Haybe 7 with them. Rebecca took the kids home. Haybe 7 was so much fun; Maeve was so happy that they would live together. When they got home, they rested for a while, and Rebecca and Miro set out to do their chores. After the housework was over, Rebecca went to her room to look after
148
Write for the Multilingual Book
Maeve, but she wasn't in her room. Miro and Haybe 7 had not seen her. She asked the neighbours, and she also spoke to Louise. Louise said: 'I was home all day today because I was sick, sorry I didn't see her. Louise tried to comfort her for a while. It was the first time the words of sorrow and consolation had used in the language of this city. That's why Rebecca was weak against sadness, like the whole city. It was the first time someone was missing in the city. Rebecca asked every time hopefully whomever she saw, she gets a lot more upset every time she is met with the usual words. Haybe 7 asked the trees in the forests, Miro asked all the animals. There was no sign of Maeve. The city helped Rebecca, but they couldn't find her. The city was grieving, the children were not playing. It was the first time sadness had entered hearts on the planet where everything was in order. There was no sign of Maeve. The city helped Rebecca, but they couldn't find her. The city was grieving, the children were not playing. For the first time on the planet where everything was in order, sadness swept through the hearts. A drop of darkness painted the entire planet black. The days passed slowly, It was February 5th again, and the people went up the hill hoping that maybe the cloud would bring Maeve back. There was no cloud or Maeve in sight. They went back their home desperately. The next day, Haybe 7 came across a tree saying he had seen a little girl. The other trees confirmed it, and a little further away Haybe 7 found the cave where Maeve was hidden. Meanwhile, Louise was afraid the cloud, so she went to the cave that day. Lois didn't come back to the city when she realized her secret was out. Girls said she was trapped in the trunk of a tree. Louise
149
Stories of Lights in the Sky
had not taken Maeve on the day she was born and so had lost her chance to become a mother forever. Although she always struggled, the jealousy of Maeve's superior abilities led to the first crime in Besaha. Maeve's return was such a light of joy that sorrow was forgotten again. That moment when Rebecca hugged Maeve brought joy unprecedented in thousands of years of Beseha history. The girls feasted for days, going up the hill to summon the cloud. The cloud has come back with babies of such talent and beauty that they cannot be compared to others. The girls were busy with learning, exploring, inventing and dreaming again for a better life.
illustrated by FatmatĂź Zehra, 5/D i Beraa 7/A Elbistan, TĂźrkiye 150
Write for the Multilingual Book
O Planeta da Felicidade Numa tarde de janeiro, parti numa longa viagem que me levaria a Marte. O meu objetivo nessa missão era ser o primeiro homem a pisar o planeta vermelho. Viajei através do espaço durante muito tempo. Nessa viagem, muito longa, passei por inúmeros astros, como estrelas, cometas, meteoritos… Quase a chegar a Marte, muito perto de concretizar o meu objetivo, um asteroide colidiu com a minha nave e mudou a rota. Foi assim que cheguei a um planeta apelidado de Planeta da Felicidade. Lá todos os habitantes tinham como primeiro nome “Feliz” Feliz Toly, Feliz Kany, Feliz Macney. Sem ser necessário pedir ajuda, todos uniram esforços para consertar a minha aeronave. Todos os habitantes tinham sempre um sorriso na cara e eram verdadeiramente felizes! Naquele planeta reinava a paz, não havia guerra. Eu estive a conversar com os habitantes sobre como funcionava o seu planeta e tomei a grande decisão de trazer três contentores no meu regresso ao Planeta Terra. Num deles traria sorrisos para colocar na cara das pessoas que estão tristes; outro com paz para terminar com as guerras e, no último traria amor, para espalhar por todos os habitantes terrestres. Ah, Já me esquecia, desde esse dia passei a chamar-me Feliz Guilherme!
The Planet of Happiness One afternoon in January, I left for a long journey that would take me to Mars. My goal in this mission was to be the
151
Stories of Lights in the Sky
first man on the Red Planet. I travelled through space for a long time. On that very long journey, I passed by countless stars, comets, meteorites... While approaching to Mars, very close to achieving my goal, an asteroid collided with my ship and changed the route. That's how I got to a planet called The Planet Of Happiness. There all the inhabitants had “Happy” as their first name Happy Toly, happy Kany, happy Macney. Without having to ask for help, they all worked together to repair my aircraft. All the inhabitants always had a smile on their face and were truly happy! Peace reigned on that planet, there was no war. I talked with the locals about how they lived in that planet and I decided to bring three containers on my way back to Planet Earth. One of them would bring smiles to put on the faces of the ones who are sad; another with peace to end up with wars and, in the last one, I’d bring love, to spread throughout all the inhabitants of Earth. Ah, I forgot; since that day my name is Happy William!
Mutluluk Gezegeni Ocak ayında bir öğleden sonra, Mars'a doğru uzun bir yolculuğa çıktım. Bu görevdeki amacım Kızıl gezegene ayak basan ilk insan olmaktı. Uzayda uzun bir süre seyahat ettim. Yolculuk sırasında sayısız yıldızın, kuyruklu yıldızın ve göktaşlarının yakınından geçtim... Mars'a, hedefime yaklaşmışken bir asteroit gemimle çarptı ve rotayı değiştirmek zorunda kaldım.
152
Write for the Multilingual Book
Mutluluk gezegeni denen gezegene bu vesileyle ulaştım. Orada tüm sakinlerin ilk adı ‘mutlu’ydu- mutlu Toly, mutlu Kany, mutlu Macney gibi. Yardım bile istemeden, hepsi gemimi onarmak için birlikte çalıştı. Tüm sakinlerin yüzlerinde daima bir gülümseme vardı ve gerçekten mutluydular! Barış bu gezegende hüküm sürüyordu, savaş yoktu. Yerlilerle o gezegende nasıl yaşadıklarını konuştum ve Dünya’ya geri dönerken üç sandık getirmeye karar verdim. Bunlardan biri üzgün olanların yüzlerine koymak için gülümseme; diğeri savaşları sona erdirmek için barış ve sonuncusu dünyanın tüm sakinleri yaymak için sevgi ile doluydu. Ah, unuttum; o günden beri benim adım Mutlu William!
Guilherme 5ºD Santarém, Portugal 153
Stories of Lights in the Sky
Në botën e mrekullive nga djathi Njerëzit nuk më besojnë. Ato mendojnë se unë jam e çmendur. Por unë e di. E di se atje diku mes Jupiterit dhe Saturnit ka një planet të çuditshëm. Me siguri pyeteni si e di këtë. Epo unë veçse kam qënë aty. Disa vjetë me rend mundohesha të ndërtoj një anije kozmike. Të shëtitem nëpër kosmos ishte dishira ime më e madhe. Më në fund anija ime Umpa-Lupa ishte gati. Unë isha gati. Udhëtimi im gjatë i dëshiruar mundeshte të nisi. Prita derisa edhe drita e fundit u shuajt dhe vuuushshshshhhhh... Lamtumirë të gjithëve! U enda një kohë nëpër kosmos dhe më në fund ja ku u ula në një vend i tëri prej djathi. Ishte i verdhë me vrima gjigante. Në mes kalonte një lum nga djathi. Ashtu e hutuar nga bukuria e këtij vendi qëndrova një kohë kur në njërën nga vrimat vërejta një krijesë që i përngjante kërmillit që mi kishte ngulë të pesë sytë e saj. U tremba. Çka do të bëj mendova. Por për çudi krijesa nisi të tundi njërin nga sytë sikur deshti të thotë mos u tremb. Dhe ja kur dëgjova “Përshëndetje! A mundem të të ndihmoj?” Isha i hutuar për një moment. E flisnim gjuhën e njëjtë. Atëherë dola nga anija ime kozmike dhe së shpejti mijra krijesa të ngjajshme miqësore që e quanin veten lumpa më rrethuan. Edhe pse kishin pamje të frikshme nuk ishin aspak të frikshëm. Më çuan në pallatin mbretëror ku u mirëprita nga mbretëresha
154
Write for the Multilingual Book
e tyre. Më organizuan edhe festë mirëseardhjeje. Mundesha të shijoj djathra dhe ushqime të ndryshme nga djathi për të cilat vetëm mundesha të ëndëroj tek ne. Lumpat ishin mjeshtër sa i përket djathit. Atë ditë dikur më vonë më çuan dhe tek puntoria e tyre. Ishte gjeniale. Ato zotëronin njërin nga teknologjitë më modern të përpunimit të djathit. Mu në mes të puntorisë kishte një makinë e madhe në të cilën nga njëra anë hynte djathi kurse në anën tjetër dilnin mrekulli nga djathi. Kërkova që të më mësonin të mund të gatuaj sende nga djathi, Ishin mjat të sjellshëm. Me kënaqësi më dhanë disa këshilla. Para se të nisem pas më dhanë një qyp përplotë me si e quanin djath magjik. Më thane: “Përdore me kujdes”. U faliminderova, dhe u nisa. Pas disa muajve hapa një dyqan special në lagjen time ku dashamirët e djathit munden të shijojnë keka të ndryshëm nga djathi. Papritmas u bëra e famshme. Mos më thoni se nuk keni dëgjuar për mua apo për duqanin tim!
In the Cheesy Wonderland People don’t believe me. They think I’m crazy. But I know. I know that there somewhere between Jupiter and Saturn there is a pretty weird planet. You ask yourselves how I know this. Well you see I’ve already been there. For many years I was trying to build a spaceship. I was very much attracted to the idea of wandering into space on those days. Finally my Umpa-Lupa was ready. I was ready. My long
155
Stories of Lights in the Sky
lasting journey could start. I waited until the last lights went off, and then whooshshshhhhhhhh... Goodbye everyone!! I wandered around and finally landed on the cheesiest place you have ever seen. It was yellow with big giant holes. It had a big cheesy river flowing right in the middle. And right there in one of the holes there was a five eyed sluggish creature staring at me. I got scared. What am I going to do I thought. But then to my surprise the creature started waiving with one of its eyes. It was like saying don’t be afraid. And then I heard “Hello! Can I help you?” I was shocked for a minute. We spoke the same language. Then I got out of my spaceship and very soon I was surrounded with thousands of these friendly creatures which called themselves lumpies. They looked scary but weren’t scary at all. They took me to their palace where I was welcomed by their queen. There was a big welcoming feast in the palace. I could taste various delicious cheese and cheesy dishes that I could only dream of back home. Lumpies were masters of cheese. Later that day they took me to their workshop. It was genius. They owned the most modern cheese technology. Right in the middle of the workshop there was this huge machine. Cheese was entering from one side and different cheesy wonders were coming from the other side. I asked if they can teach me how to make delicious treats out of cheese. They were kind enough as to give me some tips. On my way back, they gave me a jar filled with special ‘magic’ cheese. They said ‘use it wisely’. I thanked my new friends and set off back home. After many months I opened a special cheese shop in my neighborhood where my customers can enjoy the tastiest treats
156
Write for the Multilingual Book
ever made of cheese. I become very popular. Don’t say you still haven’t heard about me or my shop!
Peynirden Harikalar Diyarında İnsanlar bana inanmıyor. Deli olduğumu düşünüyorlar. Ama biliyorum, Jüpiter ve Satürn arasında bir yerde çok garip bir gezegen var. Bunu nasıl bildiğimi kendinize soruyor olabilirsiniz, ya daha önce oraya gittiğimi söylesem? Uzun yıllar bir uzay gemisi inşa etmeye çalıştım. O zamanlar uzayda gezme isteğine karşı koyamıyordum. Sonunda gemim Umpa-Lupa hazırdı, ben hazırdım. Uzun soluklu yolculuğum başlayacaktı. Evlerin ışıkları sönene kadar bekledim ve sonra vıııııııııınnnn… Güle güle insanlar! Uzayda dolaştım ve sonunda görebileceğiniz en peynirli yere indim. Sarı renkteydi ve kocaman çukurlar vardı. Tam ortasında akan büyük bir peynir nehri vardı. Ve orada çukurların birinde bana bakan beş gözlü donuk bir yaratık olduğunu fark edince korktum. Şimdi ne yapacağım diye düşündüm. Sonra yaratığın bir gözünü açıp kapatarak beni selamlar gibi yapmasına şaşırdım, ”Korkma” der gibiydi. Ve sonra “Merhaba, yardıma mı ihtiyacın var?” sözünü duydum. Bir an için şok geçirdim, benim dilimi konuşuyordu. Sonra uzay gemimden çıktım ve kendilerini Haki (Lumpy) olarak adlandıran bu sevecen yaratıkların binlercesi etrafımı çevreledi. Korkutucu görünüyorlardı ama hiç de korkutucu değillerdi. Beni saraylarına götürdüklerinde kraliçeleri sıcak karşıladı. Sarayda onuruma büyük bir karşılama şöleni verdi. Çeşit çeşit peynirli yemeklerini tattım ve bu leziz yemekler evimdeymişim gibi hissetmeme neden oldu. Hakiler
157
Stories of Lights in the Sky
peynir ustasıydı. O günün ilerleyen saatlerinde peynirleri ürettikleri tesise götürdüler, dâhiceydi. En gelişmiş peynir teknolojisine sahiplerdi. Tesisin tam ortasında büyük bir makine vardı. Peynir bir taraftan giriyor ve diğer taraftan değişik peynirli harikalar olarak çıkıyordu. “Bana peynirden lezzetli atıştırmalıklar yapmayı öğretebilir misiniz?” diye sordum. Bazı püf noktalarını öğretecek kadar naziklerdi. Dönerken, özel ‘sihirli’ peynirle dolu bir kavanoz verdiler ve 'idareli kullan' dediler. Yeni arkadaşlarıma teşekkür ettim ve eve döndüm. Aylar sonra, mahallemde müşterilerimin daha önce hiç tatmadıkları peynirli leziz atıştırmalıkları tadabilecekleri özel bir peynirhane açtım ve çok popüler oldum. Beni ya da peynirhanemi hala duymadığını söyleme!
Eda VI-2 Skopje, North Macedonia 158
Write for the Multilingual Book
Prošlost ili budučnost Sanjali smo vanzemaljce i svemirske životinje, a još kad tome dodate čuvene filmove ‘Star Wars’ i ’Zvezdane staze’, nema lepših igračaka. Kasnije, kako smo sazrevali, zaboravljali smo na te snove i potiskivali ih. Ali, upravo ova tema je probudila taj san u meni. Zamišljajući taj mali sićušan svet, hvatila sam da ja u stvari zamišljan jednu idealnu Zemlju, nazvanu ‘idealna’ na osnovu mojih ideala. Pogledajmo onda šta je to za mene ‘idealno’. Nakon što ste modernim i efikasnim načinom putovanja ‘teleportacijom’ stigli do planete, dočekuje vas neobičan prizor. Prašnjava podloga pod nogama i svega par vlasi trave, i ništa više. U čudu hodate i kunete onu ženu u agenciji što vam je ‘uvalila’ baš ovaj aranžman. Ali, nakon svega nekoliko koraka dolazite do ‘početka’ planete. Stanovnici ove planete smatraju da takozvana Vrata predstavljaju početak i kraj. Sa vaše leve strane stoje kamena vrata, a sa vaše desne najobičnija drvena vrata. Na vratima stoje i pločice sa vremenom koje predstavljaju. Na kamenim vratima piše Praistorija, dok na drvenim Istorija. U čudu čitate pločice, neznajući da one predstavljaju istorijski period Zemlje. Shvativši da se iza tih vrata nalaze sasvim različiti svetovi, padate u duboko razmišljanje. Koja sad vrata izabrati? Ako izaberete kamena može vas napasti neka zverka ili pračovek, moraćete da spavate i jedete rukama, na podu, što ne odgovara evropskim standardima. Nakon par minuta razmišljanja, odlučujete se za kamena vrata. Ipak ste na letovanju, potrebna vam je nova avantura i nove priče za kafenisanje sa drugaricama. I ulazite.
159
Stories of Lights in the Sky
Blesak svetlosti vam para vidik. I, nakon par sekundi, vidite jedan neverovatan prizor. Gledajući, preispitujete svoju odluku. Ispred vas nalazi se jedna potpuno nova civilizacija. Stotine i stotine naroda i porodica, svaka različita kako po ‘izgledu’ tako i po kulturi i domu, žive u harmoniji. Kamene pećine, trščane kućice uz reku, omanje njive i puno mesa ali i životinja vidite pred sobom. Polako shvatate da se nalazite u nekoj kombinaciji kamenog i metalnog doba. Kao da ste na nekoj lenti vremena. Gledajući s leva na desno, vidite različite, gradacijski poređane, stupnjeve ljudskog razvoja. Odlučujete da obiđete taj gradić, ali ne vidite neku stazu kojom se možete kretati. Pa i zašto bi razgledali grad kao da je maketa u muzeju kada možete biti njegov član. Sramežljivo ulazite kroz veliku kapiju napravljenu od rastegljivih grana. Prvo upoznajete najstarije istorijsko doba- staro kameno doba. Kamene pećine su vas odmah zainteresovale, kao i njihovi ukućani. Sve ono što ste gledali kroz neprobojno staklo u muzejima, sada izgleda tako realno, stvarno. U toj pećini živi jedna porodica takozvanih neandertertalaca, na latinskom homo sapiensa- ‘predaka’ današnjih ljudi niskog rasta, izbačenih zuba, visokog čela i uvučene brade, koji vas sa znatiželjom gledaju. Dopuštaju vam da obiđete njihov dom, u nemom mraku kojeg remeti žar vatre- tek otkrivene. Držeći jednu drvenu baklju, koju ste na ulazu dobili na poklon, s čudom posmatrate te crteže. Crteže koji predstavljaju njihov život, razne događaje i način shvatanja i razmišljanja, svaki nacrtan bojama dobijenim iz zemlje i kamenja. U uglu vidite malog dečačića koji struže kamen kamenom i tako pravi šiljak, gledajući ga sa takvim divljenjem kao da je neko malo umetničko delo. Zaboravih da
160
Write for the Multilingual Book
dodam da je u praistoiji uveden jedan jezik i to znakovni, kojim sve grupe mogu da se sporazumeju. I, srećom, vi ga znate zato što volite da širite svoje vidike, te pitate domaćina (inače veoma malog i krupnog čoveka) čime se hrane i kako žive. Odgovor koji ste dobili vas je raspametio. Iako su veoma star i primitivan narod, naučili su da poštuju prirodu i životinje te se hrane jedino voćem i povrćem, žitaricama koje uzgajaju na svojim njivama, kako bi sačuvali milione vrsta od izumiranja. Takođe, istakao je da, iako se zajednice dosta razlikuju, narodi ne ratuju između sebe jer smatraju da nema potrebe za narušavanjem harmonije i ravnoteže koju su godinama gradili. Zna se ko gde živi i tako ti je to. U drugom naselju ‘vlada’ period mlađeg kamenog doba. Stanovnici ovog doba su izgradili kuće koristeći više materijala, kamenje i trsku pa čak i drvo. Počeli su da obrađuju zemljište, sade razne kulture i uzgajaju domaće životinje. Žene su tkale, a muškarci su obrađivali zemlju. Deluju kao jedan miran i zadovoljan narod. Vama skroz neočekivano. Nakon obilaska, krećete se ka poslednjem naselju. Izdaleka primećujete da ima više meštana u naselju ‘Metalno doba’ nego u drugim naseljima. To je zato što, objašnjavao vam je meštanin kamenog doba, svi teže da se presele tamo jer je život ‘drugačiji, bolji i luksuzniji’; ali kad ih pitate zašto, kažu da imaju veće kuće, lakše poslove i bave se tzv. Metalima- koji su veoma korisni i laki za upotrebu; ali oni nisu i ne mogu biti u njihovom vlasništvu, pa zato toliko teže ka preseljenju. Ipak, odlučujete da pogledate i to naselje. Tu vidite domove nalik našim (ne sasvim, naravno) izgrađene od drveta i trske, sa oblim ivicama kao da su izgrađene u fabrikama. Tu vlada jedna prava radna atmosfera. Čuje se
161
Stories of Lights in the Sky
zveckanje lima, pucketanje vatre, udarci čekićem u metal, ali i graja žena, dece, životinja. Dok su u kamenom dobu sva ‘zanimanja’ bila bazirana na zemljoradnji, ovde se ljudi bave trgovinom i zanatima. Oko njih, šepure se razne životinje od dodo ptice pa sve do današnjih kućnih ljubimaca. Šetajući se i razgledajući, nailazite na reku. Vidite dobro poznate kuće iz udžbenika za 2. razred- sojenice. Tu vidite veselu decu koja se igraju sa žabama u plićaku i ponosne majke koje čiste ribu i brižno posmatraju decu. Muti vam se pogled, opijeni ste mirisom ribe i šuštanjem reke, sve vam se čini tako leposinhronizovano, kao oni crtaći koji uvek imaju srećan kraj. I sve vreme se pitate kako? Volite ovo mesto svim srcem, znam ja to. Kao raj na Zemlji (pardon, raj na Mlečnom putu). I pre nego što nastavite sa obilaskom, hajde da zaključimo. Zašto vam se ova planeta toliko dopala? Jer ste, uz nju, uspeli da sagledate sve mane Zemlje. Ova planeta, iako kratko postoji, postigla je jedan veliki uspeh, a to je da izgradi sistem vrednosti koji je potreban i nama. Ljudi su postali obazriviji prema svetu i prirodi, ne misleći samo na sebe i svoje interese. Iako je ovo samo jedna đačka priča, koju pišem već četiri sata, ovo može biti i jedan podstrek za promenu. Videćemo šta budućnost donosi, što se kaže.
Future or Past There was nothing better than when we dreamt of aliens and creatures living out there and watched renowned films like Star Wars and Star Tracks. As we got older, we forgot about those dreams or completely pushed them aside. It was this subject that stirred that old dream of mine, though. While imagining
162
Write for the Multilingual Book
that tiny world, I realized that I had had a perfect Earth on my mind, called ideal based on my ideals. Let’s see what I consider ideal . After you have reached the planet by a modern and efficient means of transport known as teleportation, you are welcomed by an unusual sight. A dusty layer under your feet and just few blades of grass, and that’s all. You walk around dumbfounded cursing the woman who sold you this trip. However, a couple of steps lead you to the beginning of the planet. Its inhabitants believe that so called Door represents the beginning and the end. On your left there is a stone door and on your right there is an ordinary wooden door. Each one has a plate with the inscribed era on it. Prehistory is on the stone one, while History is on the wooden one. You read the plates in astonishment without any idea that they represent the history of Earth. Realizing that there are completely different worlds behind these doors, you find yourself thinking deeply. Which door to choose? If you choose the stone door you might be attacked by a beast or a caveman, or you will have to sleep on the ground and eat with your fingers, which does not meet European standards. After pondering for a couple of minutes you go for the stone door. Yet, you are on vacation, eager for adventure and new stories. And you see yourself entering. A flash of bright light tears your view. And, after a while, you see an incredible sight. While looking at it you wonder if you have made the right decision. You are facing an entirely new civilization. Hundreds of nations and families, each one with different look, culture and home, live in a harmony. Caves, cane huts by the river, small fields and lots of meat as well as animals
163
Stories of Lights in the Sky
are all straight in front of you. It slowly comes to your mind that you are in a kind of mixed stone and metal age. As if you were on a certain timeline. When you look from left to right you see the stages of human development. You decide to pay a visit to that settlement, but you cannot see the path you are to follow. Why should you see the sights of the settlement as though it was a model in a museum when you can be a part of it? Coyly you push the great gate made of flexible branches. First, you get to know the oldest period in history, the Stone Age. You become interested in caves and their dwellers. What you used to watch through a tempered glass pane looks like real now. A Neanderthal family, the ancestors of humans, short with protruded teeth, high forehead and reduced chin, lives there and they are watching you curiously. They allow you to walk around homes where darkness is disturbed by recently discovered fire. While holding a torch which you got as a present at the entrance you look at the drawings with amazement. They represent their lives and the way of thinking, drawn by colours made of soil and stones. In the corner there is a small boy who is rubbing a stone against another stone making a spike while at the same time admiring his work of art. Also, a sign language was introduced in prehistory period allowing communication among all tribes. Luckily, you know it because your classmate in fifth grade taught you that, and you ask the host, short but stout man, what they eat and how they live. The answer you hear blows your mind. Although being primitive tribes, they learned to respect nature and animals, so they eat fruit and vegetables, grains from their fields to preserve species from
164
Write for the Multilingual Book
extinction. He also points out that, in spite of a great diversity among tribes, there is no need to start wars. Everyone knows their place and that is how it is. Another settlement is in new Stone Age. Its inhabitants built their huts using different materials such as stone, cane and timber. They started cultivating the land, planting crops and domesticating animals. Women weave while men plough the land. They seem to be very satisfied. You cannot believe your eyes. Then, you head towards the next settlement. At first you notice there are much more dwellers in Metal age settlement than in other ones. The reason is, as you were explained by the host from the stone age, that everyone wants to move there because life is different, more luxurious; but they say they want to have bigger huts, easier jobs and deal with so called metals. So, you decide to have a look at that settlement. You see homes almost like ours, built with timber and cane with rounded edges as if produced in factories. Everyone is engaged in their work. There can be heard the clinking of metal, cracking of fire, hammer beats against metal as well as the bustling sounds of women, kids and animals. In the Stone Age the work was mainly agricultural, but here people are into trade and craft. All around you can see various animals, from dodo birds to dogs and cats, strutting about. Walking around you come across a river. You recognize the huts from your secondyear textbook - pile dwelling. Your sight becomes blurred, you are drunk by the smell and the rustle of the river, everything is synchronized, just like those cartoons with happy ending. And you keep asking yourself - how? You love this place with all your heart, I know that. Like a paradise on Earth (excuse me,
165
Stories of Lights in the Sky
paradise on Milky Way). And before you carry on sightseeing, let’s make a conclusion. Why do you like this planet so much? Because it has helped you realize the drawbacks of the Earth. Despite its short existence this planet has achieved a great success in developing the values which we badly need. The people have become considerate towards other people and the environment without putting themselves and their own interests in the first place. Even though this is a student’s story which I have been writing for four hours, this can initiate a change. Anyway, we will see what the future will bring.
Gelecek Veya Geçmiş Uzaylıları ve yaratıkları hayal etmekten ve Star Wars ve Star Tracks gibi ünlü filmleri izlemekten daha güzel bir şey yoktu. Büyürken, o rüyaları unuttuk ya da onları bir kenara ittik. Yine de o eski rüyamı uyandıran bu konu oldu. O küçücük dünyayı hayal ederken, hayalimde olarak ideal olarak tanımlayabileceğimiz mükemmel bir dünya olduğunu fark ettim. İdeal sözcüğüyle neyi kast ettiğimi anlatacağım. Gezegene ışınlanma olarak bilinen modern ve hızlı bir ulaşım aracıyla vardıktan sonra, alışılmadık bir manzara sizi bekliyor. Ayaklarınızın altında tozlu bir tabaka ve sadece birkaç kanatlı minik çimenler ve hepsi bu. Bu geziyi size satan kadına kızarak etrafta dolanıp duruyorsunuz. Zaten birkaç adım sizi gezegenin diğer ucuna götürüyor. Halkı, boş kapıların başlangıcı ve sonunu temsil ettiğine inanıyor. Solunuzda bir taş kapı var ve sağınızda alelade bir ahşap kapı var. Her birinin üzerinde ait olduğu çağı anlatan levhalar var. Tarih öncesi çağlar taş kapının, tarih sonrası çağlar ise ahşap kapının üzerinde yazıyor. Levhaları, dünya
166
Write for the Multilingual Book
tarihini temsil ettiklerini aklınıza getirmeden şaşkınlıkla okuyorsunuz. Bu kapıların arkasında tamamen farklı dünyalar olduğunu anlayınca, kendinizi bir kararsızlığın içinde buluyorsunuz. Hangi kapıyı seçmeli? Taş kapıyı seçerseniz, bir canavar ya da bir mağara adamı tarafından saldırıya uğrayabilirsiniz ya da Avrupa standartlarına pek uymayan yer yatağında uyumanız ve elinizle yemek yemeniz gerekebilir. Bir süre düşündükten sonra sonra taş kapıyı seçiyorsunuz. Tatilde olduğunuz için, biraz aksiyon ve yeni anılara hazırsınız. Ve kendinizi içeri girerken buluyorsunuz. Parlak ışık gözünüzü acıtıyor. Ve bir süre sonra inanılmaz bir manzara görüyorsunuz. İzlerken kararınızın doğru olup olmadığını sorguluyorsunuz. Tamamen yeni bir uygarlıkla karşı karşıyasınız. Her biri farklı bir görünüme, kültüre ve yapılara sahip yüzlerce ulus ve aile bir uyum içinde yaşıyor. Mağaralar, nehir kenarında kamış kulübeleri, küçük tarlalar ve bir sürü etin yanı sıra hayvanlar da önünüze serilmiş. Yavaş yavaş taş ve metal çağı arası bir çağda olduğunuzu düşünmeye başlıyorsunuz. Sanki bir çeşit zaman çizelgesinin içindeymişsiniz gibi. Soldan sağa baktığınızda insan gelişiminin aşamalarını görüyorsunuz. Bu yerleşime bir göz atmaya karar verdiniz, ancak gideceğiniz yolu göremiyorsunuz. Sizin de parçası olabileceğiniz müzedeki bir model gibi görünmesine rağmen neden bu yerleşimi gezmek isteyesiniz ki? Çekinerek esnek dallardan yapılmış büyük kapıyı aralıyorsunuz. İlk olarak, tarihin en eski dönemini, Taş Devri’ni tanıyacaksınız. Mağaradasınız ve sakinlerinin arasındasınız. Temperli bir cam bölmeden izlediğiniz şey şimdi gerçek gibi görünüyor. İnsanların atalarından kısa boylu bir Neandertal
167
Stories of Lights in the Sky
ailesi, çıkıntılı dişleri, yüksek alın ve küçük çeneleriyle orada yaşıyor ve sizi merakla izliyorlar. Yakın zamanda keşfedilen ateşin karanlıkla mücadele ettiği loş odalarında dolaşmanıza izin veriyorlar. Girişte hediye olarak verilen meşaleyi tutarken, çizimlere şaşkınlıkla bakıyorsunuz. Taş ve topraktan elde edilen renklerle boyanmış çizimler hayatlarını ve düşünce tarzını temsil ediyor. Bir köşede, taşı duvara sürterek bir başağı duvara işleyen küçük çocuğun sanatına hayran kalıyorsunuz. Ayrıca, tarih öncesi dönemde kabileler arasında iletişim sağlayan bir işaret dili gösteriliyor. Neyse ki, bunu biliyorsun çünkü bunu beşinci sınıftaki sınıf arkadaşından öğrenmiştin, kısa ve şişman ev sahibine ne yediklerini ve nasıl yaşadıklarını soruyorsun. Duyduğun cevap şaşırtıcı; ilkel kabileler olmalarına rağmen, doğaya ve hayvanlara saygı duyuyorlar, türlerin yok olmasını önlemek için tarlalarında kendi yetiştirdikleri meyve ve sebze, tahıl ile besleniyorlar. Ayrıca, kabileler arasında büyük çeşitliliğe rağmen, aralarında herhangi bir çatışma yaşanmadığını ekledi. Herkes durması gereken yeri biliyor. Sıradaki yerleşim; Yeni Taş Devri. Sakinleri kulübelerini taş, kamış ve kereste gibi farklı malzemeler kullanarak inşa ettiler. Araziyi yetiştirmeye, bitkileri ekmeye ve hayvanları evcilleştirmeye başladılar. Erkekler toprağı sürerken kadınlar kıyafetler örüyor. Hallerinden memnun olduklarını görünce gözlerine inanamazsın. Sonra, bir sonraki yerleşime yönünü çeviriyorsu. İlk başta, Metal Çağı yerleşiminde diğerlerinden çok daha fazla yerleşimci olduğunu fark ediyorsunuz. Bunun nedeni, Taş Devri'ndeki mihmandarın açıklandığı gibi, bunun nedeni herkesin oraya taşınmak istemesi, çünkü hayat farklı, daha lüks
168
Write for the Multilingual Book
ve daha büyük evlerde yaşama, metal malzemeler kullanarak daha kolay işlerde çalışma imkânı var. Bu yerleşime de bir göz atmaya karar verdiniz. Neredeyse bizimkine benzeyen evler görüyorsunuz, sanki fabrikalarda üretilmiş gibi yuvarlak kenarlı kereste ve kamış ile inşa edilmiş evler. Herkes bir şeylerle meşgul. Ateşin çıtırtılarına, çekiçle metali döverken çıkan seslere kadın, çocuk ve hayvanların sesleri karışıyor. Taş Devrinde insanlar ağırlıklı olarak tarımla uğraşıyordu, ama buradakiler ticaret ve zanaat ile meşguller. Etrafınızda Dodo kuşlarından köpeklere ve kedilere kadar çeşitli hayvanları görebilirsiniz. Bir nehir boyunda kazık evlere rastlayınca ikinci sınıf ders kitabındaki resimleri hatırlıyorsun. Görüşünüz bulanıklaşıyor, nehrin kokusu ve hışırtısı ile sarhoş oluyorsunuz, her şey ahenk içinde, mutlu sonla biten çizgi filmler gibi. Ve kendine sorup duruyorsun, Nasıl? Burayı tüm kalbinle seviyorsun, bunu biliyorum. Dünyadaki cennet gibi (yani, Samanyolu’ndaki cennet). Ve gezmeye devam etmeden önce, biraz konuşalım. Bu gezegeni neden bu kadar çok seviyorsun? Çünkü dünyanın dezavantajlarını fark etmemize vesile oldu. Kısalığına rağmen bu gezegen, ihtiyacımız olan değerleri geliştirmemize büyük katkı sağladı. İnsanlar ilk sıraya kendilerini ve kendi çıkarlarını koymadan diğer insanlara ve çevreye karşı düşünceli hareket ediyorlar. Bu, dört saattir yazdığım bir öğrencinin hikâyesi olsa da, bu bir değişiklik başlatabilir. Neyse, geleceğin ne getireceğini göreceğiz.
Žana 8/5 Belgrade, Serbia 169
Stories of Lights in the Sky
iillustrated by Žana
Dzień na planecie Lato Dziś obudziłam się na całkiem innej planecie. Nazywała się Lato. Było tam zawsze ciepło i słonecznie. Na planecie Lato nie było państw i wszyscy mówili w jednym języku. Dziwne było to, że czułam się tam jak w domu i wszystko o tym miejscu wiedziałam, mimo że byłam tam dopiero od kilku minut. Na początku czułam się nieswojo, ale szybko przywykłam do nowego miejsca i poszłam na śniadanie do stołówki. Zamówiłam kluski o nazwie Larentz oraz kotlet z drzewa kokosowego. Po śniadaniu poszłam nad gigantyczne morze Lazelot. Plaża była ogromna, otoczona krzaczkami, na których rosły lody. Była tam też pizzeria, gdzie nie było kelnerek, a pizza
170
Write for the Multilingual Book
miała skrzydła i przylatywała do stolików. Z pizzerii wyruszyłam w stronę parku, po drodze podziwiając niesamowite domy w chmurach, które były połączone z sobą linami tworzącymi park linowy. W pewnym momencie usłyszałam, że jakaś pani krzyczy, że nie wierzy w UFO. Wtedy na niebie pojawił się statek kosmiczny, który porwał ją na księżyc. Było wielu ludzi, którzy podobnie jak ja podziwiali tę planetę. Tych, którzy nie wierzyli w to, co widzą, zabierało UFO. Ufoludki, które tam mieszkały, nie lubiły krzyków, a spokój i ciszę. Każdy kto tu przebywał, miał być szczęśliwy. Zaprzyjaźniłam się z jedną ufoludką o imieniu Lazelot, która najpierw pokazała mi swój niesamowity dom, cały zielony, a potem wszystkie ciekawe miejsca w okolicy. Razem poszłyśmy do mojego hotelu, gdzie mieszkali wszyscy goście. W basenie obok pływało stado orek. Bo ich tam trzydzieści trzy. Wszystkie były przyjazne i mogłam z nimi popływać. Siedziałam w wodzie do wieczora, aż poczułam zmęczenie. Gdy weszłam do mojego pokoju, znalazłam mapę skarbów. Na tej mapie było napisane, że w morzu Lazelot ukryty jest skarb ufoludków. Postanowiłam od razu poszukać skarbu, więc udałam się do portu, z którego wypłynęłam statkiem w morze. Po godzinie dotarłam do miejsca, które było zaznaczone na mapie i znalazłam skarb – starą skrzynię. Była w niej różdżka i księga magii ufoludków, która zaginęła przed wiekami. Po powrocie oddałam skarb przyjaciółce i poszłam do łóżka, gdyż byłam bardzo zmęczona całym dniem. Gdy otworzyłam oczy, znowu byłam w swoim pokoju w Polsce. Okazało się, że jest siódma rano i mimo, że spędziłam cały dzień na planecie Lato, czas nie posunął się do przodu. Jako dowód mojej przygody w ręku trzymałam mapę skarbów.
171
Stories of Lights in the Sky
A Day on the Planet of Summer Today I woke up on a completely different planet. Its name was Summer. It was always warm and sunny there. There were no countries on planet Summer and everyone spoke one language. It was strange that I felt at home there and knew everything about this place, even though I was there only for a few minutes. At first I felt uncomfortable, but quickly got used to this new place and I went for breakfast to a cafeteria. I ordered noodles called Larentz and a coconut chop. After breakfast I went to the gigantic Lazelot sea. The beach was huge, surrounded by bushes with ice cream. There was also a pizzeria with no waitresses, the pizza had wings and flew to the tables. From the pizzeria, I headed to the Park, admiring the amazing houses in the clouds that were linked together by ropes forming a rope park. At one point, I heard a lady yell that she didn't believe in UFOs. Then a spaceship appeared in the sky and took her to the moon. There were many people who, like me, admired this planet. hose who didn't believe what they saw were taken by UFOs. UFO creatures who lived there did not like screams, but peace and quietness. Everyone who was here would be happy. I made friends with one alien named Lazelot, who showed me her amazing house which was all green and interesting places in the area. Then we went to my hotel, where all the guests lived. A flock of killer whales was swimming in a pool nearby. There were thirty three of them. They were all friendly and I could swim with them. I sat in water until evening, then I felt tired. When I entered my room I found a treasure map. On this map it was written that the
172
Write for the Multilingual Book
treasure of aliens was hidden in the Lazelot Sea. I decided to look for the treasure straight away, so I went to the port, where I sailed by ship to the sea. After an hour, I reached the place marked on the map and found a treasure - an old chest. There was a wand and a book of alien magic that had been lost centuries ago. When I returned, I gave the treasure to my friend and went to bed, because I was very tired after such day. When I opened my eyes, I was in my room in Poland again. It turned out that it was seven o'clock in the morning and although I spent the whole day on the Summer Planet, time did not go forward. As a proof of my adventure, I held a treasure map in my hand.
Yaz Gezegeninde Bir Gün Bugün, adı Yaz olan tamamen faklı bir gezegende uyandım. Orası daima sıcak ve güneşliydi. Yaz gezegeninde başka hiçbir ülke yoktu ve herkes tek bir dili konuşuyordu. Sadece birkaç dakika kalmama rağmen bu yer hakkında her şeyi bilmem ve evimdeymişim gibi hissetmem tuhaftı. İlk başta yabancılık çektim fakat çabucak bu yeni yere çabuk alıştım ve kahvaltı için bir kafeteryaya gittim. Larentz adında erişte ve bir Hindistan cevizli pirzola sipariş ettim. Kahvaltıdan sonra devasa Lazelot denizine gittim. Kumsal çok büyüktü ve dondurmalı çalılıklarla çevriliydi. Orada garsonsuz bir pizzacıya gittim, pizzanın kanatları vardı ve masalara uçuyordu. Pizzacıdan parka gittim, yolda iplerle bağlanmış olan bulutlardaki muhteşem evlere hayran kaldım. Bir anda bir kadının uzaylılara inanmadığını bağırdığını duydum.
173
Stories of Lights in the Sky
Sonra, bir uzay gemisi gökyüzünden uçtu ve bu kadını Ay’a götürdü. Benim gibi bu gezegene hayranlık duyan birçok insan vardı. Gördükleri şeye inanmayanlar uzaylılar tarafından götürülürdü. Orada yaşayan uzaylı yaratıklar huzur ve sessizlik dışında bağrışmalardan hoşlanmıyorlardı. Burada olan herkes mutlu olacaktı. Bana muhteşem evini ve alandaki bütün yeşillikleri, ilginç yerleri gösteren Lazelot adındaki bir uzaylı ile arkadaş oldum. Daha sonra bütün misafirlerin kaldığı otelime gittik. Katil balinalar sürüsü yakındaki havuzda yüzüyordu. Onlardan yaklaşık 33 tane vardı. Hepsi arkadaş canlısıydı ve onlarla birlikte yüzebiliyordum. Akşama kadar suyun içinde kaldım ve sonra yorulduğumu hissettim. Odaya girdiğimde bir hazine haritası buldum. Haritada uzaylıların hazinesinin Lazolet denizinde saklı olduğu yazılıydı. Hazineyi hemen aramaya karar verdim, gemiyle denize açılmak için limana gittim. Bir saat sonra haritada işaretli yere ulaştım ve bir hazine buldum – eski bir sandıktı. Yüzyıllar önce kaybolmuş olan bir sihirli değnek ve bir uzaylı büyü kitabı vardı. Geri döndükten sonra hazineyi arkadaşıma verdim ve bütün gün yorgun olduğum için uyumaya gittim. Gözlerimi açtığımda tekrar Polonya’daki odamdaydım. Saat sabah yediye geliyordu ve bütün günümü Yaz Gezegeni’nde geçirmeme rağmen zaman ilerlememişti. Maceramın bir kanıtı olarak elimde hazine haritasını tutuyordum.
Milena S. 5-B Ligota, Poland 174
Write for the Multilingual Book
El planeta azul Resulta que el planeta Tierra es más conocido como el planeta azul, llamado así por la cantidad de agua que tiene. Si pudiéramos dividirlo en cuatro partes, tres de ellas serían agua y sólo una parte tierra y vegetación. Era un planeta fantástico con muchas especies que lo habitaban. Sin embargo, cuando llegamos los humanos, las cosas empeoraron por nuestra culpa, lo estábamos contaminando y eso provocó que los polos se derritieran por el calentamiento global. Las enfermedades estaban matando a mucha gente hasta que sólo quedó un tercio de toda la población. Había que hacer algo lo antes posible. Los presidentes contactaron con la NASA para ayudar a las pocas personas que quedaban. Unas semanas más tarde la NASA construyó una nave espacial para toda la gente que quedaba. Los científicos habían encontrado un planeta casi habitable a pocos años luz de la Tierra. Se llevaron a la gente y los suministros, y se fueron tan rápido como pudieron. Al llegar a ese planeta vieron que era muy diferente de la Tierra. Había algunas plantas similares a las de nuestro antiguo planeta y era más o menos habitable. La nave aterrizó en la orilla de una playa. Aún no habían explorado todo el planeta. Construyeron algunas casas de madera que era como una mezcla entre el pino y el bambú. Era una madera muy resistente. Mientras unos construían, otros plantaban, otros hacían comida, otros exploraban y algunos descargaban cosas del barco.
175
Stories of Lights in the Sky
The Blue Planet The Earth is also known as the blue planet, named after the amount of water it has. If we could divide it into four parts, three of them would be water and only one part land and vegetation. It was a fantastic planet with many species that inhabited it. However, when we humans arrived, things were getting worse because of us, we were polluting it and that caused the poles to melt from global warming. The diseases were killing many people until only a third of the entire population remained. Something had to be done as soon as possible. The presidents contacted NASA to help the few remaining people. A few weeks later NASA built a spacecraft for all the remaining people. Scientists had found an almost habitable planet a few light years from Earth. They took the people and the supplies, they left as fast as they could. Upon reaching that planet they saw that it was very different from Earth. There were some plants similar to those of our ancient planet and it was more or less habitable. The ship landed on the shore of a beach. They had not yet explored the entire planet. They built some houses out of wood that was like a mix between pine and bamboo. It was a very resistant wood. While some built others planted, others made food, others explored and some unloaded things from the ship
176
Write for the Multilingual Book
Mavi Gezegen Dünya, sahip olduğu su miktarından dolayı mavi gezegen olarak da bilinir. Dörde böldüğümüzde; üçü su ve sadece biri toprak ve bitki örtüsü olurdu. Üzerinde yaşayan birçok türe sahip fantastik bir gezegendi. Ancak, biz insanlar geldiğimizde, işler günden güne kötüye gitmeye başladı, gezegeni kirletiyorduk ve bu da kutupların küresel ısınmadan erimesine neden oluyordu. Tüm nüfusun sadece üçte biri kalana kadar hastalıklar birçok insanı öldürmüştü. En kısa sürede birşey yapılması gerekiyordu. Başkanlar, kalan çok az insana yardım etmek için NASA ile temasa geçti. Birkaç hafta içinde NASA kalan tüm insanlar için bir uzay aracı inşa etti. Bilim adamları, Dünya'dan birkaç ışık yılı uzakta neredeyse yaşanabilir bir gezegen bulmuşlardı. İnsanları ve malzemeleri aldılar, olabildiğince hızlı gittiler. Yeni gezegene ulaştıktan sonra Dünya'dan çok farklı olduğunu anladılar. Eski gezegenimizdekilere benzer bazı bitkiler vardı ve az ya da çok yaşanabilirdi. Gemi bir kıyıya indi. Henüz tüm gezegeni araştırmamışlardı. Çam ve bambu benzeri bir ağaçtan ahşaptan evler inşa ettiler. Çok dayanıklı bir ahşaptı. Bir kısmı ev inşa ederken, kimi tohumları ekti, kimi yiyecek hazırladı, kimi araştırma yaptı ve diğerleri malzemeleri gemiden indirdi.
Puisa Alexandra 1ºB Valladolid, Spain 177
Stories of Lights in the Sky
Mutluluk Gezegeni Bugün çok üzgündüm çünkü hem arkadaşlarım tarafından küçük düşürülmüş hem de annem ve babamın kavgasına şahit olmuştum. Evet, ağlıyordum. Birden bir uyku bastırdı, uyuya kalmışım. Şimdi değişik bir yerdeydim. Bir tarafımda her şey beyaz ve öyle büyüleyiciydi ki beni kendine çekiyordu. Diğer tarafımda ise her şey siyahtı, içimi karartıyordu. Ben beyaz tarafı seçtim. Burası mutluluk diyarıydı. Peki, nasıl bir yerdi? Anlam veremediğim bir şekilde içimde burayı görme isteği vardı. Orada küçücük yaratıklar vardı. Çok mutlulardı ve her yerde hoşlarına giden şeyler vardı. Biri beni fark ettiler ve hepsi birden yanıma doluştu. Dilleri dilimize benzemiyordu, söylediklerini anlayamıyordum. Çok geçmedi muhafızlar geldi, beni bir yere götürmek istediklerini anlamıştım. Bir süre sonra kendimi rengârenk bir sarayın içinde buldum. Sanırım beni yöneticilerine getirmişlerdi. Tahminim doğruymuş karşımda, uzun gümüş saçları ve beyaz elbisesiyle bir kadın çıktı. Ve ben yine dediklerini tam anlayamadım. En sonunda benim dilimde konuşmaya başladı. “Mutluluk diyarına hoş geldin. Bizler birer mutluyuz, ben mutluların kraliçesi Haha. Gözlerim çok uzakları görebilir, bu
178
Write for the Multilingual Book
keskin gözlerle dünyanın neresinde olursa olsun mutsuz bir çocuk olsa görürüm ve diyarıma getiririm. Burada onlara olayların iyi yönünü görmeyi ve küçük şeylerle mutlu olmayı öğretiriz. İlk geldiğinde bir tarafın mutluluk diğer tarafın mutsuzluk diyarıydı. Sen mutlu olmayı seçtin. Biz insanlara seçenek sunarız çünkü gerçek mutluluk seçtiğin hayatı yaşamaktır “ Biraz sonra dışarıdan bir muhafız daha geldi ve bir şeyler söyledi. Kraliçe: “Ziyaretin önemli bir güne denk geldi, mutsuzlar ülkemize saldırmaya hazırlanıyormuş ve birazdan savaş başlayacak.” “Peki, neden savaşıyorsunuz?” dedim. “Bu bir rutindir, mutsuzlar başkalarının mutlu olmasına tahammül edemez. Ve mutluluğumuzu savunmak zorunda bırakırlar bizi. Diyarımız saldırılarla gitgide daralıyor ve birçok mutlu ümitsizliğe kapılıp onların tarafına geçti. Savaşı kazanırlarsa diyarımızı ve hatta dünyayı onlar yönetir.” Burada da savaş olduğuna çok şaşırmıştım ve mutluların kazanmasını istiyordum. Biraz etrafı dolaşmak istedim. Çocuklar şeker yiyor oyun oynuyorlardı. Ben de onlarla oynamak istedim ama dünyadaki oyunlara pek benzemiyordu. Çocuklar yere bir tohum atıyor ve ilgilendikçe tohum hızlıca ağaca dönüşüyordu. Tohumu en hızlı ağaca dönüşen daha çok meyve kazanıyordu ve diğerleriyle paylaşıyordu. Bu sırada savaş hazırlıkları sürüyordu, Kraliçe; “Lisa, savaş meydanına gitmemizin zamanı geldi, sen ve ben birlikte atlarımızla tepeye gideceğiz, savaşı oradan izleyeceğiz.” Bu teklife şaşırdım ama mutsuzları merak ediyordum. Atları dünyadakilerden daha büyük ve zarifti. Bir süre sonra savaş
179
Stories of Lights in the Sky
alanına geldik, burası sınırdı. Karşıda, mutsuzlar görülüyordu. Mutlulara benziyordu ama suratları asıktı. Savaştan önce iki kraliçe müzakere yapacaktı. Mutsuzların kraliçesi Haha’ya çok benziyordu ve onun da yanında bir kız duruyordu. Anladım ki o kız benim gibi buraya gelmiş ama mutsuz olmayı seçmişti. Karşı taraftaki kraliçe konuşmaya başladı; “Gel, bizim tarafımıza geç. Bunca kötülüğün arasında mutlu olmana anlam veremiyorum. Yaşadıklarımızdan sonra üzülmek yerine mutluluğu seçtin diye küstük.” “Kardeşim, bu hayatta mutlu olacak çok şey var. Annemiz de bizi mutlu görmek isterdi. Sadece gökyüzüne baksan mutlu olursun. O zarif kar tanelerini düşün.” “Ben sadece üşüdüğümü hissediyorum.” Bu sırada askerlerde savaşmaya başladılar. Mutlular, mutluluk verici sözler söylüyor, mutsuzluklar asık suratlarıyla onların her söylediğine bahaneler buluyor. Birbirini ikna etmeye çalışıyordu. Sonunda iki taraf da yoruldu ve savaşı bırakıp evlerine döndüler. Ne yapacağımı bilemiyordum. Haha, mutsuzlardan bir kaçını mutlu ettikleri için savaşı kazanılmış sayıyordu ve mutluydu.
180
Write for the Multilingual Book
Ama ben onun kadar mutlu değildim ve bu savaşı bitirmekten başka beni mutlu edecek bir şey yoktu. Haha bu halime şaşırdı ve mutsuzluğun bana yaklaştığını fark edince mutsuzlar diyarına gitmeme izin verdi. Mutsuzlar Diyarı’na gittim ve kraliçeye dünyadaki güzel haberleri anlattım. Her seferinde olumsuz yanını buluyor ve beni de mutsuz etmeye çalışıyordu. Sonunda anlamıştım mutsuzluğunun gerçek nedenini, sol omzunun üzerinde bir şişkinlik vardı. O mutsuz edici cümleleri söylemeye dalmışken, aniden omzuna dokundum. Biraz sonra havaya bir duman
illustrated by Sudenaz, 5/D
yükseldi ve yüzü kıpkırmızı olmuştu. Çok korktum. Askerlerine seslendi ve beni yakalattı. Ama biraz sonra gülmeye başladı. O şişkinlik annesi gittiğinde oluşmuş ve hatırası olarak saklıyormuş. Oysa tüm mutsuzluğunun kaynağıydı. Hemen kardeşi Haha’ya gittik beraber. Haha ile barıştılar. Ve karşı taraftaki korkunç gölgeler kayboldu, beyaz ışıklar parlamaya başladı. Herkes mutluydu ama bende tuhaf bir burukluk vardı. Biliyordum; birazdan uyanma vakti gelecekti. Burayı çok
181
Stories of Lights in the Sky
sevmiştim. Haha anladı ve konuşmaya başlayınca tekrar mutluluğum yerine geldi. Üzülmek yok çünkü artık dünyada da mutluluk egemen olacak, dedi. Oyun oynadığım kraliçe ve çocuklarla vedalaştım. Görüntü bulanıklaşıyor, sesler azalıyordu. Birazdan rüzgârın sesine uyandım, havada kar taneleri uçuşuyordu. Demek işe yaramıştı.
A Planet of Happiness I felt so bad that day because both I was humiliated by my friends and I witnessed to my parents’ argument. Sure, I was crying. Suddenly, I felt very sleepy and slept. When I woke up I was in a different place. Everything was white and so fascinating that it attracted me very much. On the other hand, everything was black and made me so depressed. I chose white side. It was the country of happiness. Well, what kind of place was it? I had a desire to see this place in a way I couldn’t understand. There were small creatures there. They were so happy and the entire city was decorated with lovely things. Someone recognized me and suddenly others approached to me. Their language was different so I couldn’t understand them. Shortly after, the guardians came and I understood that they wanted to take me somewhere. After a while, I found myself in a colourful palace. I thought they brought me to their master. My prediction was true. There was a woman who dressed white outfit with silver hair and I stood in front of her. I couldn’t exactly understand her too. Then, she began to speaking in my language.
182
Write for the Multilingual Book
“Welcome to the country of happiness. We are happy people. I’m Haha, the queen of happiness. My eyes can see very far places. If there is an unhappy child in world, I can find them and welcomed them in my land. We teach them to be able to see good side of events and be happy with small things. When you first came here, one side of you was happiness and the other side was unhappiness. You chose to be happy. We offered people options because true happiness was to live a life that you chose.” After a while, one more guardian came from outside and told something. “Your visit coincided to an important day. Unhappy people have planned to attack our land and a war will start soon.” “Why are you fighting?” I said. “This is a routine thing. Unhappy people can’t stand seeing happy people and we have to defend our happiness. Our land has gradually narrowed with attacks and many of us have become unhappy because of wars. If they win the war, they will govern our country, even the world. “ I was surprised that there was a war here, too and I wanted that happy people won the war. I wanted to wander around a bit. Children were playing games and eating candies. I also wanted to play with them, but their games weren’t similar to ours. Children throw a seed to the ground and the seed turns into a tree very quickly as they take care of it. A person, whose tree turned into the tree before, wins more fruits and shares them. Meanwhile, preparations of the war were keeping on. “Lisa, it is time to go to the battlefield. You and me will watch the war on our houses” the queen said. I was surprised at the
183
Stories of Lights in the Sky
offer, but I wondered to see unhappy people. Their horses were smaller and kinder than horses in the world. After a while, we came to the battlefield. Here was the border. Unhappy people were seen from the hill. They looked like happy people, but their face was sullen. Before the war, two queens would negotiate with each other. The queen of unhappy people looked like Haha and there was a girl next to her, too. I understood that she came here like me, but she chose being unhappy. The queen of unhappy people began to talking. “I invite you to our side once again. Though the bad conditions, I can’t understand your happiness. We don’t talk each other anymore because you chose happiness.” she said. “There were a lot of things that might make us happy in the life. Our mother wanted to see our happiness, too. Even if you only looked at the sky, it makes you happy. Think about those elegant snowflakes”. Haha said, “I just felt cold.” Meanwhile, soldiers started to fight. While happy people were telling nice words, unhappy people told excuses to happy people’s with their sullen face. They were trying to convince each other. Finally, both side were tired and left the war field, and went to their home. I didn’t know what to do. Haha thought that they won the war because they made some unhappy people happy, and she was happy. However, I wasn’t as happy as her and there was nothing which made me happier except for the ending of the war. Haha was surprised at me and when she noticed that unhappiness approached to me she gave me permission to go to the country of happiness.
184
Write for the Multilingual Book
I went to the unhappiness’ land and told the queen good news in the world. Every time, she found the negative side, and she tried to make me unhappy. Eventually, I understood true reason that made her unhappy. There was a bump on her left shoulder. While she was telling unhappy words, suddenly I touched the bump. In a moment, a smoke rose up and her face became reddish. I was so afraid of her. She called her soldiers and had me catch, but she began to laugh after a while. That bump had existed when her mother died, and she kept it as her mother’s memory. Whereas, it was the reason for unhappiness. We immediately went to her sister, Haha, together. She reconciled with Haha. While terrifying shadows were dispersing at the other side, lights were starting to shine. All of them became happy, but I had a strange sadness. I knew it was time to wake up though I loved here very much. Haha understood me and when she began to talk, it made me happy again. “You didn’t need to worry about it because the happiness dominated in the world anymore.” she said. I said goodbye to the queens and the children who I played together. The sight was blurring and voices became indistinct. After a while, I wake up with the sound of wind. There were snowflakes in the air. So it worked.
Sümeyye 7/A Elbistan, Türkiye 185
Stories of Lights in the Sky
O Planeta da Tecnologia Avançada Certo dia, estava eu a brincar no jardim e encontrei um dispositivo electrónico muito estranho e decidi ir investigar. Ao fim de um certo tempo descobri que se me colocasse em cima dele dava para saltar e então, peguei nele e comecei a saltar cada vez mais alto, até que fui parar ao Planeta da Tecnologia avançada. Quando cheguei a este planeta, reparei que havia robôs, quintas com animais de robótica, muitos telemóveis, televisões e tablets . Aquele planeta era parecido com a Terra, só que a vida lá era toda tecnológica, os robôs tinham inteligência artificial e sentimentos como os humanos. Aventurei-me à descoberta deste novo planeta e fiquei admirada com tanta tecnologia, e fiquei ainda mais deslumbrada com toda a sua aplicação. Surgiu então um problema: comecei a ficar com fome. Entrei em vários cafés e restaurantes, mas não havia comida para humanos, apenas existiam: batidos de óleo, sandes de parafusos e pizzas de lâmpadas! Resumindo coisas não comestíveis pelos humanos! Então falei com uma senhora robótica e perguntei-lhe onde poderia encontrar comida para os humanos. Ela ficou tão
186
Write for the Multilingual Book
pasmada a olhar para mim e de repente é que percebi que estava num outro planeta. Entretanto a robótica perguntou-me: “Minha menina de onde és? E como vieste aqui parar?” “Sou da terra e vim pulando em cima de um aparelho electrónico até aqui...” Fiquei à conversa com a robótica durante muito tempo e ela contou-me que naquele planeta tudo era prático e simples, todos eram amigos e que apesar de serem robôs tinham sentimentos que partilhavam entre eles de uma forma carinhosa e pacífica. Oh, como eu estava a adorar aquela conversa! Entretanto fiquei com tanta fome que tive de me despedir mas sem antes prometer que regressava para ver aqueles “seres especiais”, os meus amigos robôs. Peguei no dispositivo eletrónico e saltei, saltei tanto que de repente estava de novo em casa! Assim que cheguei fui comer e de seguida fui contar a minha aventura aos meus amigos. Que experiência fantástica!
The Planet of Advanced Technology One day, I was playing in the garden and I found a very strange electronic device and I decided to go and check it out. After a while I found out that if I got on the top of it I could jump. So, I took it and I started to jump higher and higher until I ended up on the Planet of the Advanced technology. When I arrived on this planet, I noticed that there were robots, farms with robotics animals, lots of cell phones, televisions and tablets. That planet looked like Earth, except for
187
Stories of Lights in the Sky
life. It was so technological, robots had artificial intelligence and feelings like humans. I ventured into the discovery of this new planet and I was amazed by so much technology, and was even more dazzled by its entire application. Then a problem arose: I began to get hungry. I went into a lot of cafes and restaurants, but there was no food for humans, there were just oil shakes, screw sandwiches and lamp pizzas! To summarize things inedible by humans! So I talked to a robotic lady and asked her where I could find food for humans. She was so surprised and looked at me… But suddenly I realized that I was on another planet. Meanwhile, the Robotic asked me: “My little girl, where are you from? And how did you get here?” “I'm from Earth and I jumped on an electronic device to get here.” I was talking to the robotic for a long time and she told me that on that planet everything was practical and simple. Everyone was friendly and that even though they were robots they had feelings that they shared with each other in a loving and peaceful way. Oh, I was so glad with that conversation! In the meantime, I got so hungry that I had to say good-bye, but without first promising to come back to see those special beings, my robot friends. I took the electronic device and I jumped! I jumped so hard that suddenly I was home again! As soon as I arrived I went to eat and then I went to tell my friends about my adventure. What a fantastic experience!
188
Write for the Multilingual Book
İleri Teknoloji Gezegeni Bir gün bahçede oynuyordum ve çok garip bir elektronik cihaz buldum ve gidip kontrol etmeye karar verdim. Bir süre sonra bunun üstüne basarsam zıplayabileceğimi öğrendim. Böylece, onu aldım ve İleri Teknoloji Gezegeni’ne gelene kadar daha yükseğe ve daha yükseğe zıplamaya başladım. Bu gezegene geldiğimde, robotlar, robotik hayvanların olduğu çiftlikler, çok sayıda cep telefonu, televizyon ve tablet olduğunu fark ettim. Burası Dünya'ya benziyordu, canlılık hariç. Her şey teknolojikti, robotların yapay zekâsı ve insanlar gibi duyguları vardı. Kendimde bu yeni gezegeni keşfetme cesareti buldum. İleri teknolojiye hayran kaldım ve bunlar göz kamaştırıcıydı. Ama bir sorun vardı: açıklamaya başladım. Onlarca kafe ve restorana gittim, ama insanlar için yiyecek yoktu, sadece oilshake, vidalı sandviçler ve lamba pizzaları vardı! Ve daha insanın yiyemeyeceği bir sürü şey! Bu yüzden bir robotik kadınla konuştum ve ona insanlar için olan yiyecekleri nereden bulabileceğimi sordum. Çok şaşırdı ve bana baktı ama aniden başka bir gezegende olduğumu fark ettim. Bu arada, kadın bana sordu: “Benim küçük kızım, nerelisin ve buraya nasıl geldin?” “Ben Dünyalıyım ve buraya elektronik cihazla zıplayarak geldim” Kadın ile uzun süre konuştum ve bana burada her şeyin pratik ve basit olduğunu söyledi. Herkes birbirine dostça davranıyordu ve robot olmalarına rağmen onlar sevgi dolu ve
189
Stories of Lights in the Sky
huzurlu bir şekilde birbiriyle paylaşarak yaşıyorlardı. Duyduklarımla çok memnun oldum! Bu arada, o kadar acıktım ki veda etmek zorunda kaldım, ama bu özel varlıkları, robot arkadaşlarımı görmeye geri dönme sözü vererek. Elektronik cihazı aldım ve zıpladım! o kadar sert zıpladım ki aniden tekrar eve geldim Gelir gelmez yemek yaptım, sonra maceramı arkadaşlarıma anlatmaya gittim. Ne harika bir tecrübeydi!
Ana 5ºC Santarém, Portugal 190
Write for the Multilingual Book
Njerëzit e lumtur të planetit të sheqertë Më kujtohet gjyshja që ma tregonte përallën. Gjyshet duan të tregojnë përalla. Pse të gënjej, asnjëherë nuk besova në përallën e saj. Derisa... Ishte Korrik I vitit 2029. Gjithë bëheshin gati për pushimet verore. Kasha mbaruar me provimet. Isha duke i bë gati valixhet, pasi do ti vizitoja prindërit. Arrita në ajroport. Hypa në aeroplan. U ula dhe nisa ta lexoj librin. Orët kalonin ndërsa sytë më tepër e më tepër më peshonin. E mbylla librin dhe i mbëshela sytë. Pas disa orëve u zgjova por diçka e çuditshme po ndodhte. Nuk mund të dëgjoja asgjë e askënd. U ndgrita në shpresë se do të shoh diçka... Dhe ja ku vërejta disa krijesa të çuditshme. Panikova. Hodhën diçka si rrjetë mbi mua. Humba vetëdijen. Kur i çela sytë dy sy të mëdhej ma kishin ngulë vështrimin. “Mos u tremb zonjushë. Un jam Lanti, mbreti alien. Na nevojitet ndihma jote. Para disa muajve një meteor i madh e goditi planetin tone Lenio. Për pak sa nuk e shkatërroj. Porn ë mbështjellsin tone mbrojtës bëri një vrimë të madhe. Na duhet ndihma jote për ta riparuar atë. E dime që je më e mira në klasë. Duhet të gjesh një mënyrë si mbështjellsi do të na funksionon përsëri.”- tha ai. Lenio ishte një planet i mahnitshëm. Kishte kodra prej çokollate dhe lumej prej lëngu pemësh. Rrugët I kishte prej sheqeri ndërsa lulet prej pambuk sheqeri. Rrugët ishin ngjyrë portokalli ndërsa shtëpitë ngjyrë rozë. Vendasit e saj ishin krijesat më të lumtur që kasha pare dikurë. Ishin tepër miqësor dhe tepër të lumtur. Kishin këngë për gjithçka dhe për gjithkënd. Ishte shumë e vështirë të gjesh diçka jot ë sheqertë
191
Stories of Lights in the Sky
që ta ndreqish mburrojën e këtij planeti. Mendova dhe mendova, dhe ja në fund mu kujtua. Nëpër drutë e tyre rriteshin pemë që përngjanin çamçakëzave tonë. Mundeshe të fryshë tullumbace të mëdha me to. Ndërtova ombrellë jashtzakonisht të madhe duke u shërbyer me drutë dhe me pemët e çuditshëm. Ishin më se të lumtur. Më faliminderuan dhe më dhuruan me dhuratën më të çuditshme që kasha pranuar dikurë, një pasqyre magjike. “Mund të shohish çka don apo të shkosh ku don në galaktikë me këtë pasqyre,” -më thanë. Kohë pas kohe i vizitoj miqtë e mi në Lenio. Mundohem mos ti tregoj askujt, sepse thjesht e di nuk do të më besojnë ashtu si unë nuk i besova gjyshes time të vjetër.
Merry People of the Sugary Planet I remember my granny telling me the story. Grannies like telling stories, but I never really believed her story. Not until... It was June 2029. Everyone was getting ready for summer. I had finished all of my exams. I was packing my bags, because I was going to visit my parents. I grabbed my luggage, and went to the airport. I went inside the plane, sat down and started reading. Hours passed and my eyes were getting heavy. I put my book down and slowly closed my eyes. A few hours later, I woke up, but there was something strange going on. I couldn’t hear anyone or anything! I stood up to see what was going on and... Well, I noticed some weird creatures. I panicked. They threw something like a net over me. I fainted. When I opened my eyes two big round eyes were staring at me. “Do not be afraid, young lady. I am Lanti, the Alien king. We need your
192
Write for the Multilingual Book
help. A few months ago, a big meteor hit our planet Lenio. It almost destroyed it. It made a hole in our protective shield. We want you to help us. We know you are the best in your class. We need you to find a way to make our shield work again.” Lenio was a miraculous planet. It had hills made of chocolate and rivers made of juice. Its trees were candy cane and its flowers were cotton candy. The streets were orange and houses were pink. Its aliens were the happiest creatures I have ever seen. They were very friendly and merry too. They had a song for everything and everyone. It was hard finding something not sugary to fix the shield in this planet. I thought, and thought and then remembered. On their trees, fruit like bubble gum was growing. You could blow a huge bubble with them. I built a huge umbrella using the trees to support the protective layer I made out of the bubble like fruit. They were overjoyed. They thanked me and gave me the weirdest present ever, a magic mirror. You can see everything that happens or go everywhere you want in the galaxy with this, they said. You see, I go and visit my friends in Lenio time after time using the mirror. I try not to tell anyone because I know they won’t believe me like I didn’t believe my good old granny.
Şeker Gezegeni‘nin Mutlu İnsanları Büyükannemin bana masallar anlattığını hatırlıyorum. Büyükanneler anlatmayı severler. Neden yalan söyleyeyim, hiçbirine inanmadım. Şimdiye kadar... 2029 Temmuz'uydu, sınavlar bitmişti ve yaz tatili için hazırdık... Bavulumu hazırlıyordum, çünkü ailemin yanına gidecektim. Bavulumu aldım ve havaalanına gittim. Uçağa bindi ve okumaya başladım.
193
Stories of Lights in the Sky
Saatler geçtikçe gözlerim ağırlaşıyordu. Kitabımı bıraktım ve gözlerimi yavaşça kapattım. Birkaç saat sonra uyandım, ama garip bir şeyler vardı. Kimseyi, hiçbir şeyi duyamadım! Neler olduğunu görmek için ayağa kalktım, garip yaratıklar fark ettim. Panikledim. Üstüme ağ gibi bir şey attılar. Bayıldım. Gözlerimi açtığımda iki büyük yuvarlak göz bana bakıyordu. "Korkma, genç bayan. Ben Lanti, uzaylı Kral. Yardımınıza ihtiyacımız var. Birkaç ay önce, gezegenimiz Lenio'ya çarpan büyük bir meteor neredeyse yok edecekti. Koruyucu kalkanımıza zarar verdi, yardımına ihtiyacımız var. Alanının en iyisi olduğunu biliyoruz. Kalkanımızı işler hale getirmenin bir yolunu bulmanı istiyoruz.” Lenio mucizevî bir gezegendi. Çikolata tepeler ve meyve suyu akan nehirler…. Ağaçları şeker kamışı, çiçekleri pamuklu şekerdi. Sokaklar turuncu ve evler pembeydi. Buradaki uzaylılar neşeli ve samimilerdi. Her şeye, herkese bir şarkı vardı. Bu gezegendeki kalkanı düzeltmek için şekerli olmayan bir şey bulmak zordu. Düşündüm, düşündüm ve sonra aklıma geldi; ağaçlarında, sakızımsı meyveler büyüyordu. Onlarla büyük bir balon şişirilebilirdi Sakızımsı meyvelerle yaptığım koruyucu kalkanı desteklemek için ağaçları kullanarak büyük bir şemsiye inşa ettik. Çok memnun oldular. Bir teşekkür olarak en garip hediyeyi verdiler; sihirli bir ayna. Bununla galakside olan her şeyi görebileceğimi ve istediğim her yere gidebileceğimi söylediler. Lenio'daki arkadaşlarımı zaman zaman aynayı kullanarak ziyaret ediyorum. Sır olarak tutmaya çalışıyorum çünkü yaşlı büyükanneme inanmadığım gibi bana inanmayacaklarını biliyorum. Ema VIII-2 Skopje, North Macedonia
194
Write for the Multilingual Book
illustrated by Ema
Pismo iz budu nosti Поздрав, Ако ово читате, обавестићу вас да тренутно читате поруку из будућности. Ура! Зовем се Каин Дерст и већ знам шта говорите: "Како да знам да је то из будућности?", А одговор је ... па ... немам га, ок? Мораћете да ми верујете на реч. Дакле, драги мој читаоче, кренимо на ово кратко путовање. Ја сам из 2705. године, знам, веома далеко. Тренутно живим на планети по имену: Ексодус 1564-бА45, занимљиво име, знам. Ја сам потомак изгубљене цивилизације са
195
Stories of Lights in the Sky
планете Земље у галаксији Млечни Пут. "Чекај, Каине ... Ја сам са Земље, како си завршио тамо?" Могу чути како питате, а кратак одговор је: Уништили смо властиту планету. Ко би могао да претпостави да ће загађење учинити ово? Па, било је лако претпоставити да ће се то догодити, и док смо рекли: "Хеј, можда би требало нешто предузети у вези с тим?", Земља је већ иструнула. Данас Земља није ништа друго, осим чађи и смећа, загађена планета, неспособна да одржи живот на њој. Планета на којој тренутно живим… не опрашта. Вероватно сте очекивали поруку типа: „Ох, будућност је заиста кул човече, волео бих да си овде“, али, не, уопште није тако. Планета за коју сте некад знали је нестала. Путовали смо дуго након тога, и наша раса се некако… одвојила… и свако је кренуо својим путем. Неки су отишли на Кеплер-452б, већина нас је радила, а остали су отишли на непознате локације у универзуму. Као што сам рекао раније, тренутно живим на планети званој Ексодус 1564-бА45, са акцентом на тренутно. Планета је веома нестабилна и не знам колико дуго могу да останем овде. Људи су након напуштања Земље добили име Путници, које су им дали ванземаљци. Али, скрећем са теме. Земља је, у поређењу са оним на чему сада живим, била рај. Ја сам једини који живи на овој запуштеној планети, а од сада ћу је звати само Ексодус. Ексодус је паклена планета, ако мене питате ... па, паклена је, кога год да питате. Планета је испуњена биљним животом који неће оклевати да убије, атмосфера је готово у потпуности токсична, а ја живим од своја последња два резервоара са кисеоником, срећом недостају ми само неке
196
Write for the Multilingual Book
не тако важне компоненте у мом броду, тако да би требало да преживим док не стигнем до најближе свемирске станице. У сваком случају, наставимо причу о томе како тренутно живим. Сваке ноћи када заспим, сањам исту ствар, Земљу, у својим данима славе, када је живот био разнолик, са пуно боја: зелена боја шума Амазоније, плава боја Дунава и бела врхова Хималаја, али када дође дан и ја се пробудим, сетим се шта је остало од тога и да сам сам на овој планети. У сваком случају, оно што планирам да урадим је да одем до свемирске станице да поправим свој брод и стигнем до Кеплер-452б, који данас подсећа на Земљу. Заиста се надам да су сви тамо добро. Пре него што сам стигао на Ексодус, живео сам на земаљској планети, али опет, уништили смо је попут Земље. Овде почињем да видим да се ствари понављају и не свиђа ми се. Али сада не могу ништа да учиним, мада бисте се такође могли питати: „Зашто се не вратите уназад, ако можете да пошаљете ову поруку?“ И волео бих да могу, али једини познати метод може само да шаље неорганске материје, што значи да жива бића не могу да се врате у прошлост. Волео бих да могу да видим Земљу, ту велику, стару планету, са пољима зелене траве испод великог, сјајног, плавог неба, са великим, белим облацима ... То је заиста било нешто што би ваше очи запамтиле. Али опет, не могу ништа да учиним у вези с тим, јер ово пишем у далекој будућности док сте тамо на Земљи у мојој прошлости. Дакле, идите истражујте и уживајте у ономе што имате. Још увек имате времена да поправите услове на Земљи, и надам се да ћете покушати нешто да учините. Шаљем ово у 2020. годину у нади да ће неко то пронаћи,
197
Stories of Lights in the Sky
прочитати и потрудити се да уради нешто добро за Земљу. То је било све од мене, размислите о ономе што сам рекао и одржавајте Земљу чистом. Каин се одјављује.
A Letter from Future Hello, If you’re reading this, I’m going to let you know that you’re currently reading a message from the future. Hooray! My name is Cain Derst, and I already know what you’re saying: “How do I know that this is from the future?”, and the answer is... well… I don’t have one, ok? You’re going to have to take my word for it. So, my dear reader, let’s start this short journey. I am from the year 2705, I know, longshot. I currently live on a planet named: Exodus 1564-bA45, catchy name, I know. I’m a descendant from a lost civilization from the planet Earth in the Milky Way Galaxy. “Wait, Cain… I am from Earth; How did you end up there?’ I can hear you asking, and the short answer is: We destroyed our own planet. Who could’ve guessed that pollution would do this huh? Well, it was easy to assume this would happen, and by the time we said: “Hey maybe we should do something about this?”, the Earth already rotted away. Today the Earth is nothing, but a soot and garbage filled, polluted planet, unable to have any life on it. The planet I’m currently living on… isn’t forgiving. You were probably expecting a message like: “Oh the future is really cool man I wish you were here” but no, it isn’t. The planet you once knew is gone. We
198
Write for the Multilingual Book
travelled for, well, let’s say a long time after that, and our race sort of… split apart… everyone went their own way. Some went to Kepler-452b, well most of us did, and the rest went to unknown locations of the universe. As I said earlier, I currently live on a planet named Exodus 1564-BA45, emphasis on currently. The planet is very much unstable, and I don’t know for how long I can stay here. The humans, after leaving the Earth, got a name ‘The Travellers’, which was given to them by aliens. But, I’m getting sidetracked. The Earth compared to what I live on now, was a paradise. I’m the only one living on this forsaken planet, which from now on I’ll call only Exodus. Exodus is a hellish planet if you ask me… well it’s hellish if you ask anyone. The planet is filled with plant-life that won’t hesitate to kill, the atmosphere is almost completely toxic, and I’m living off of my last two tanks of oxygen, luckily I’m missing only a few not so important components in my ship, so it should survive until I get to the nearest space station. Anyway, let’s continue the story of how I’m currently living. Every night when I fall asleep, I dream of the same thing, Earth, back in its glory days, when life was diverse, with lots of colors: green colored forests of the Amazon, the blue color of Danube and the white of the tops on the Himalayas, but when day comes and I wake up, I remember what’s left of it, and that I am alone on this planet. Anyway, what I plan on doing is to go to the space station to fix up my ship and get to Kepler-452b, which resembles Earth today. I really hope that everyone on there is okay. Before I got to Exodus, I lived on an earth-like planet but again, we destroyed it like Earth. I’m beginning to see a pattern here, and I don’t like it. But I can’t do anything about it now,
199
Stories of Lights in the Sky
though you could also be asking: “Why don’t you send yourself back in time if you can send this message?” and I wish I could, but the only known method can only send non-organic matter, I mean, living beings can’t go back in time. I wish I could’ve seen Earth, that big old planet, with fields of green grass under that great bright blue sky, with great white clouds… It really was something your eyes would remember. But again, there is nothing I can do about it because I am writing this in the distant future while you are there on Earth in my past. So, go explore and enjoy what you have. You still have time to fix the conditions on Earth, and I hope you’ll try to do something. I’m sending this to 2020 in the hope that someone will find it, read it, and do their best to do something good for Earth. That was all from me, think about what I said, and keep the Earth clean. Cain, Exodus.
Gelecekten Mektup Var Merhaba, eğer bunu okuyorsanız, şu anda gelecekten bir mesaj okuduğunu bildireceğim. Yaşasın! Benim adım Cain Derst, ve ne dediğinizi duyuyor gibiyim: "Bunun gelecekten olduğunu nereden bileceğim?" ve cevap... Cevabı bende yok, tamam mı? Benim sözüme inanmalısın. Öyleyse sevgili okuyucum, bu kısa yolculuğa başlayalım. Ben 2705 yılındayım, biliyorum çok uzak. Şu anda Exodus 1564-bA45 adında bir gezegende yaşıyorum: akılda kalıcı isim değil biliyorum. Samanyolu Galaksisindeki Dünya gezegeninden kayıp bir medeniyetin soyundan geliyorum. "Bekle, Cain ... Ben Dünyalıyım; oraya nasıl ulaştın?” diye sorduğunu duyabiliyorum
200
Write for the Multilingual Book
ve kısa bir cevap: Kendi gezegenimizi yok ettik. Kirliliğin kim birgün bu noktaya varacağını kim tahmin edebilirdi? Yani bunun olacağını tahmin etmek kolaydı ve "Hey belki bu konuda bir şeyler yapmalıyız?" dediğimiz zaman Dünya’nın dengesi zaten bozulmuştu. Artık Dünya’da hiçbir şey kalmadı, sadece bir duman ve çöp dolu kirli bir gezegen, yaşama elverişli değil. Şu anda yaşadığım gezegen bağışlayıcı değil. Muhtemelen ”Gelecek gerçekten harika, keşke burada olsaydın adamım " gibi bir mesaj bekliyordun. Ama hayır, öyle değil. Bildiğin o gezegen artık yok oldu. Ve sonra uzun bir süre seyahat ettik ve ırkımız sonunda parçalandı, herkes kendi yoluna gitti. Bazıları Kepler452b'ye gitti, yani çoğumuz oraya gitti ve gerisi evrenin bilinmeyen yerlerine dağıldı. Daha önce de söylediğim gibi, şu anda Exodus 1564-BA45 adlı bir gezegende yaşıyorum, ‘şu anda’ kısmını vurguluyorum. Gezegen çok dengesiz ve burada ne kadar kalabileceğimi bilmiyorum. İnsanlar, Dünya'dan ayrıldıktan sonra, uzaylılar tarafından kendilerine verilen "gezginler" adını aldılar. Ama artık yoruldum. Şu an yaşadıklarımla kıyaslarsam dünya bir cennetti. Bu terkedilmiş gezegende yaşayan tek kişi benim, bundan sonra buraya sadece Exodus diyeceğim. Bana sorarsan Exodus cehennemi bir gezegendir, kimse sorarsan cehennemdir. Gezegen, bizi öldürmekten çekinmeyen bitkiler ile dolu, atmosfer neredeyse tamamen zehirli ve son iki oksijen tankımla yaşıyorum, neyse ki gemimde sadece birkaç önemsiz bileşen eksik, bu yüzden en yakın uzay istasyonuna ulaşana kadar hayatta kalabilirim. Her neyse, şu anda nasıl yaşadığımın hikâyesine devam edelim. Her gece uykuya daldığımda, aynı şeyi; Dünya’yı, ihtişamlı günlerde, hayatın rengârenk ve farklı olduğu zamanları, rüyamda görüyorum.
201
Stories of Lights in the Sky
Amazon'un yeşil renkli ormanlarını, Tuna’nın mavi rengini ve Himalaya zirvelerinin beyazını… Ama gün doğduğunda ve uyandığımda, gezegende yalnız olduğumu ve o güzel günlerden geriye kalanları hatırlıyorum ve bu. Her neyse, şu an yapmayı planladığım şey uzay istasyonuna gitmek ve Dünya'ya benzeyen Kepler-452b'ye ulaşmak için gemimi tamir etmek. Oradaki herkesin iyi olduğunu umuyorum. Exodus gelmeden önce, Dünya benzeri bir gezegende yaşadım ama yine onu da Dünya gibi yok ettik. Burada bir klişeyi fark ettim ve bu hoşuma gitmedi. Ama şimdi bu konuya girecek değilim, ancak şu soruyu da sorabilirsiniz: “Bu mesajı gönderebilirseniz neden kendinizi geçmişe geri göndermiyorsunuz?" ve keşke yapabilseydim, ama bildiğim tek teknik sadece inorganik madde gönderebilmek, yani, canlılar geçmişe gidemezler. Keşke Dünya'yı görebilseydim, o büyük eski gezegeni, o büyük parlak mavi gökyüzünün altında yeşil çimen tarlaları, büyük beyaz bulutlarla... Bunlar gerçekten gözümde tütüyor. Ama yine de, bu konuda yapabileceğim bir şey yok çünkü bunu uzak bir gelecekten geçmişimde yeryüzünde yaşayan sana yazıyorum. Bu yüzden, gidin ve keşfetmenin zevkine varın. Hala dünyadaki koşulları düzeltmek için zamanınız var ve umarım bir şeyler yapmaya çalışırsın. Bunu 2020'ye gönderiyorum, birisinin bulması, okuması ve dünya için iyi bir şey yapmak için ellerinden gelenin en iyisini yapması umuduyla. Hepsi doğru, söylediklerimi düşün ve dünyayı temiz tut. Cain, Exodus.
Mihajlo 8/5 Belgrade, Serbia 202
Write for the Multilingual Book
O Planeta das Novas Crias No Natal, o Pai Natal ofereceu-me como prenda um bilhete para visitar a nossa galáxia. Eu decidi convidar os meus tios para irem comigo nessa aventura, já que andar de avião fora sempre o meu sonho. Quando íamos de viagem, encontrámos um planeta novo e decidimos ir visitá-lo. Chegámos lá e reparámos que era habitado por dois tipos de habitantes, pessoas e animais. De imediato, dirigimo-nos às pessoas e perguntámoslhes que planeta era aquele. Explicaram-nos que era o planeta das Novas Crias. Fiquei radiante, pois adoro animais bebés. Ficámos numa casa onde ninguém vivia. Descansámos para, no dia seguinte, irmos visitar todos os animais. Quando acordámos, olhei pela janela e deparei-me com uma paisagem linda e vi um panda a nascer. Aqueles habitantes sentiram-se tão felizes por ali estarmos que quiseram que fossemos os padrinhos daquele panda. Claro que aceitámos! Sentimo-nos tão orgulhosos que ficámos o resto do dia a cuidar dele. Quando a noite chegou, fomos jantar e reparámos que os animais comiam como as pessoas. Que giro, aqui eles sabem viver como nós! A minha felicidade era tanta que só queria voltar para casa e contar todas as novidades aos meus familiares e amigos. Acordámos e assim foi, começámos a viagem de regresso. Mal chegámos, corri a contar as novidades. Mal podia esperar para que todos soubessem da existência daquele planeta onde os animais viviam como pessoas. Que grande descoberta que fizemos! Nunca irei esquecer o meu afilhado panda e mal posso esperar para lá voltar.
203
Stories of Lights in the Sky
Planet of the New Beings At Christmas, Santa offered me as a gift a ticket to visit our galaxy. I decided to invite my uncles to go with me on this adventure, since flying away was always my dream. When we were going on the trip, we found a new planet and decided to visit it. We got there and noticed that it was inhabited by two types of inhabitants, people and animals. Immediately, we walked towards its people and asked them what planet that was. They explained us that it was the Planet Of The New Beings. I was thrilled because I love baby animals. We stayed in a house where no one lived. We rested to visit all the animals the next day. When we woke up, I looked out of the window and saw a beautiful landscape and a baby panda being born. Those locals were so happy that we were there and they wanted us to be the godparents of that panda. Of course we accepted! We felt so proud that we spent the rest of the day looking after him. When the night came, we went to have dinner and noticed that the animals ate like people. That's cute, they know how to live like us there. My happiness was so great that I just wanted to come home and tell all the news to my family and friends. We woke up and started the journey back. As soon as we got back to Earth, I told everyone the great news. I couldn't wait for everyone to know about the existence of that planet where animals lived like people. What a great discovery we've made! I'll never forget my godson panda and I can't wait to get back there again.
204
Write for the Multilingual Book
Yeni Varlıkların Gezegeni Noel'de, Noel Baba galaksimizi gezebilmem için bana hediye olarak bir bilet verdi. Amcalarımdan bu maceraya benimle gitmelerini istemeye karar verdim, uçmak her zaman hayalimdi. Yolculuğumuz sırasında, yeni bir gezegen bulduk ve ziyaret etmeye karar verdik. Oraya vardığımızda insanlar ve hayvanlardan oluşan iki grubun yaşadığı fark ettik. Hemen, halkın içine doğru yürüdük ve burasının hangi gezegen olduğunu sorduk. Bize burasının Yeni Varlıkların Gezegeni olduğunu söylediler. Yavru hayvanları severken çok heyecanlandım. Kimsenin yaşamadığı bir evde kaldık. Ertesi gün tüm hayvanları ziyaret etmek için dinlendik. Uyandığımda pencereden dışarı baktım ve güzel bir manzara ve bir panda yavrusunun doğduğunu gördüm. Yerliler o kadar mutluydular ki biz oradayız diye ve o panda'nın vaftiz babası olmamı istediler. Elbette kabul ettik! Onunla ilgilendiğim gün, kendimle gurur duydum. Hava karardığında akşam yemeğine gittik ve hayvanların insanlar gibi yemek yediklerini fark ettik. Çok güzeldi, hayatı bizim gibi yaşıyorlardı. Mutluluğum o kadar büyüktü ki eve gelip tüm gördüklerimi aileme ve arkadaşlarıma anlatmak istiyordum. Sabah uyandığımız eve dönüş yolculuğunun vakti gelmişti. Dünya'ya döner dönmez herkese yaşadığım harika tecrübeleri anlattım. Hayvanların insanlar gibi yaşadığı o gezegenin varlığını herkesin öğrenmesini bekleyemezdim. Ne büyük bir keşif yapmıştık! Vaftiz panda'mı asla unutamayacağım ve oraya tekrar dönmek için sabırsızlanıyorum.
205
Stories of Lights in the Sky
M. Margarida 5ÂşF SantarĂŠm, Portugal 206
Write for the Multilingual Book
Pomoc dla planety Konitu
część 1. Na lekcji matematyki siedzę w ostatniej ławce. Lekcja była tak nudna, że ucięłam sobie krótką drzemkę. Gdy się obudziłam, okazało się, że znalazłam się na innej planecie! Były tam zielone, niebieskie, czerwone i żółte jednorożce. Na początku bardzo się przestraszyłam i myślałam, że to tylko sen, ale nie - to działo się naprawdę! Ucieszyłam się, że nie ma mnie na lekcji i postanowiłam skorzystać z tych magicznych chwil. Podeszłam powoli do niebieskiego jednorożca i pogłaskałam go po jedwabistej sierści; wtedy jednorożec przemówił do mnie ludzkim głosem. Powiedział mi, że tylko wyjątkowe osoby mogą przebywać w tej krainie. To zwierzęta decydują o tym, kto to będzie. Wicher, bo tak nazywał się niebieski jednorożec, dotknął mnie swoim rogiem. Wtedy niespodziewanie znalazłam się na jego grzbiecie. Kazał mi mocno złapać się grzywy i zaczął galopować. Pędziliśmy przez las z kolorowymi drzewami i śpiewającymi po ludzku ptakami. Nagle zaczął padać kryształowy deszcz. W pierwszej chwili zaczęłam się cieszyć, ponieważ na naszej planecie nie ma takich zjawisk, ale na pyszczku Wichra był wymalowany niepokój i strach. Wiedziałam, że to zapowiedź czegoś złego. Ptaki przestały śpiewać, na niebie pojawiły się czarne chmury, a Wicher zaczął uciekać razem ze mną. Bardzo się bałam, ale
207
Stories of Lights in the Sky
chciałam dowiedzieć się, o co w tym wszystkim chodzi. Gdy oddaliliśmy się w bezpieczne miejsce, jednorożec zatrzymał się i wszystko mi wytłumaczył. Okazało się, że takie zjawisko kolorowego deszczu pojawia się wtedy, kiedy planeta Konitu, bo tak się nazywała, jest zagrożona. Znaleźli się na niej przybysze ze Śmieciolandii, którzy bardzo ją zanieczyszczali i nie dbali o porządek. Gdzie tylko się pojawili, pozostawiali brud, śmieci oraz bardzo brzydki zapach. Cudowna, kolorowa i zadbana planeta Konitu powoli zamieniała się w śmietnik. Ja znalazłam się tam nieprzypadkowo, miałam pomóc uratować tę planetę. Zostałam wybrana, ponieważ uwielbiam i dobrze rozumiem zachowanie ziemskich koni. Wraz z jednorożcami postanowiliśmy zwołać naradę. Zaprosiliśmy wszystkich przybyszów na spotkanie. Przybyli, jednak uczynili to bardzo niechętnie. Nie dostrzegali piękna natury, ponieważ lubili brud, nie wiedzieli, czym jest dobro, zło zaśmiecało ich serca- a oni planetę. Wspólnie wytłumaczyliśmy im, dlaczego należy dbać o własny dom i środowisko. Zrozumieli, że należy sprzątać, segregować śmieci i dbać o swoją higienę. Konitu odzyskała swoją dawną świetność, a mieszkańcy Śmieciolandii, po powrocie na swoją planetę, zaczęli porządki, dzięki czemu ich planeta zmieniła się w piękny, kolorowy kraj, w którym żyły z dobre stworzenia. Ja zakończyłam swoją misję. Być może znowu znajdę się na jakiejś planecie, która będzie potrzebowała mojej pomocy. część 2. Tym razem byłam na jeździe konnej. Moja instruktorka poprosiła mnie, abym osiodłała konia. Poszłam do stajni, wzięłam siodło, ogłowie i poszłam do boksu, gdzie czekał na
208
Write for the Multilingual Book
mnie koń. Powiedziałam mu łagodnym głosem, że dzisiaj będę na nim jeździć i mam nadzieję, że pójdzie nam dobrze. Dotknęłam jego jedwabistej sierści, przytuliłam się do niego, zamknęłam oczy i ponownie znalazłam się w krainie Konitu. To było niewiarygodne! Na planecie panował wielki ład i porządek, było cudownie. Tym razem spotkałam żółtego jednorożca - Belę. Rozpoznała mnie od razu i powiedziała, że po stroju wnioskuje, że byłam na jeździe konnej. Bela zaproponowała, że zaprowadzi mnie do Wichra i innych jednorożców. Dotknęła mnie rogiem i ponownie znalazłam się na grzbiecie, ale tym razem Beli (muszę przyznać, że grzbiet Beli jest wygodniejszy od grzbietu Wichra). Gdy dotarłyśmy na miejsce, jednorożce przywitały mnie bardzo radośnie, zwłaszcza Wicher. Bela oznajmiła, że muszą coś ustalić, więc jednorożce ponownie zwołały naradę. Wicher powiedział, że nauczą mnie jak lepiej jeździć konno, ponieważ mają wobec mnie dług wdzięczności. Zanim przystąpiliśmy do nauki, oznajmiłam im, że moja instruktorka jest zadowolona z moich postępów w nauce, zwłaszcza galopu. Jednorożce były bardzo zaskoczone moimi umiejętnościami. Dzięki ich uwagom i wskazówkom wyeliminowałam najmniejsze błędy, nauczyłam się także kilku nowych trików, nawet skakałam przez połamane drzewa. Byłam zachwycona! Gdy popatrzyłam na zegarek, uświadomiłam sobie, że za pięć minut rozpoczynam jazdę w stadninie, a ja nie osiodłałam jeszcze konia! Zaniepokojona poinformowałam Wichra, że muszę wracać, jednak on uspokoił mnie, że osiodłany koń czeka na mnie w boksie. Poinformował mnie również, że nie muszę się martwić, bo na ich planecie czas ma inny wymiar.
209
Stories of Lights in the Sky
Postanowiłam, że jeszcze na moment udam się do Śmieciolandii i sprawdzę czy rady i nauki, jakich udzieliliśmy jej mieszkańcom mają zastosowanie w praktyce. Niestety - nie było tak, jak sobie wyobrażaliśmy, dlatego przystąpiliśmy do działania. Rozpoczęliśmy prace porządkowe- bardzo pomocne okazały się jednorożce, które segregowały śmieci i wyrzucały je do odpowiednich pojemników w czterech kolorach: żółtym (plastik), niebieskim (papier), czerwonym (metal) i zielonym (szkło). Po pewnym czasie wszędzie panował porządek. Mieszkańcy planety zdecydowali zmienić jej nazwę na Ładniutkowo. Zachwyceni efektem naszych działań postanowili, że i oni będą pojawiać się na zanieczyszczonych planetach, by pomagać w ich sprzątaniu. W tych działaniach będą brać udział jednorożce oraz ja- z czego jestem dumna. W końcu powróciłam na swoją planetę, właśnie miała rozpoczynać się moja lekcja jazdy konnej, która była udana jak nigdy! Było cudownie.
Help for Planet Konitu Chapter 1 I was sitting in the last bench in a math lesson. The lesson was so boring that I took a short nap. I woke up on another planet! There were green, blue, red and yellow unicorns. At first I was very scared and thought it was just a dream, but it was real! After a while, I was glad that I was not in my classroom and I used these magical moments. I walked slowly to a blue unicorn and stroked his silky coat, the unicorn began to talk to me in a human voice. He told me that only the unique ones can stay in
210
Write for the Multilingual Book
this land and these colourful animals choose who it will be. Wind, because that was the name of the blue unicorn, touched me with his horn... Then I got on the back of Wind, and he started galloping and told me to grab his mane firmly. We rushed through the forest with colourful trees and birds singing like humans. Suddenly, it started to rain. The rain looked like crystal. At first, I began to enjoy it, because there are no such phenomena on our planet, but anxiety and fear were on the mouth of Wind. I knew it was bad. The birds stopped singing, black clouds appeared in the sky, and Wind started running away with me. I was scared and I wanted to know what it was all about. When we escaped quite far the unicorn stopped and explained everything to me. It turned out that this phenomenon of colourful rain appears when the planet Konitu is in danger. Newcomers from Garbageland who polluted it very much and did not care about order and cleanliness in it. Wherever they appeared, it was full of dirt, rubbish and a very bad smell. The wonderful, colourful and well-kept planet Konitu was slowly turning into a garbage can. My presence here was not an accident! I was supposed to help and save this planet, I was chosen because I love and understand Earth horses. Together with the unicorns, we deliberated. We invited all newcomers to a meeting. Very reluctant, but they came. They didn't see beauty, they just liked dirt. Each of them was such, because he did not know what was good or evil in their hearts and their planet. Together, we taught them the meaning of the word “good�. . Then they saw that it was necessary to clean, segregate rubbish and... take care of their hygiene. Konitu regained its former glory, and Garbageland after returning its
211
Stories of Lights in the Sky
inhabitants began to change into a beautiful colourful country with good creatures. I have fulfilled my mission and maybe I will travel to another planet that will need my help… Chapter 2 Once I would ride a horse again. My instructor asked me to saddle a horse. I went to the stable, got a saddle and bridle, and went to the box where the horse was waiting for me. I told him in a soft voice that I was going to ride him today and that I hoped we would be all right. I touched his silky fur, snuggled against him, closed my eyes and found myself there, in the land of Konitu. It was incredible! There was great order on the planet, it was wonderful. This time I met a yellow unicorn called Bela. She recognized me at once because she remembered my riding outfit. Bela said she would lead me to Wind and other unicorns. She touched me with her horn and I got on the back again, but this time it was Bela’s back. The Bela’s ridge is much more comfortable than the Wind’s ridge. When we arrived, the unicorns greeted me very happily, especially Wind. After the greetings, Bela said they had to agree on something and the unicorns held a meeting. Wind said that they would teach me how to ride better because after the last visit they owe me a debt of gratitude. Before we started training, I told them that my instructor was happy with my skills especially the gallop. When we started riding unicorns they were very surprised with my skills. Thanks to their comments and advice, I corrected even my smallest mistakes, also learned a few new tricks and even jumped over broken trees. I was thrilled. I looked at my watch... It was 5 to 2 p.m. and I had a
212
Write for the Multilingual Book
ride at 2 pm! I didn’t even saddle a horse yet! I quickly told Wind that I had to go back, but he reassured me that a saddled horse was waiting for me in the pit. He also informed me that I don't need to worry, because on their planet time has a different dimension. This time we were to visit the Garbageland and see if our advice and teachings were being used. When we arrived, unfortunately, it was not very beautiful... Our unicorns and I started the action. Each unicorn began sorting garbage into its colour container. We began to put garbage into containers yellow (plastic), blue (paper), red (metal), green (glass). I was the guide of unicorns on this planet, I don't know how I knew that place so well. After some time, there was order everywhere. The inhabitants of the planet decided to change its name to the Smallpretty. They promised to remember the tips from the planet Konitu and agreed to call unicorns for help whenever the planet became polluted. I felt so proud! I came back to the Earth and my lesson began, as successful as ever! I felt wonderful.
Konitu Gezegeni’ni Kurtarmak Bölüm 1 Matematik dersinde son sırada oturuyordum. Ders o kadar sıkıcıydı ki kısa bir şekerleme yaptım. Başka bir gezegende uyandım. Yeşil, mavi, kırmızı ve sarı renkte tek boynuzlu atlar vardı. İlk başta çok korkmuştum ve sadece bir rüya olduğunu düşündüm, fakat gerçekti. Kısa bir süre sonra sınıfta olmadığıma sevindim ve bu büyülü anın tadını çıkardım. Yavaşça mavi bir tek boynuzlu ata doğru yürüdüm ve onun ipeksi derisini okşadım.
213
Stories of Lights in the Sky
Tek boynuzlu at benimle insan sesinde konuşmaya başladı. Bana bu topraklarda yalnızca eşsiz olanların kalabileceğini ve bu renkli hayvanların onun kim olacağını seçtiklerini söyledi. Mavi unicorn Rüzgâr’dı, bana boynuzuyla dokundu. Daha sonra Rüzgârın üstüne bindim ve o yelesini sıkıca tutmamı söyleyip dörtnala koşmaya başladı. İnsanlar gibi şarkı söyleyen ve renkli ağaçların olduğu ormanın içinden geçtik. Aniden yağmur yağmaya başladı. Yağmur kristale benziyordu. Bizim gezegenimizde böyle bir olay olmadığı için ilk başta keyfini çıkarmaya başladım fakat Rüzgâr’ın gözünde korku ve endişe vardı. Kötü bir şey olduğunu anladım. Kuşlar şarkı söylemeyi bıraktı, gökyüzünde kara bulutlar ortaya çıktı ve Rüzgâr ile birlikte kaçmaya başladık. Korkmuştum ve ne olduğunu bilmek istiyordum. Çok uzaklara kaçtığımızda unicorn durdu ve bana her şeyi açıkladı. Konitu gezegeni tehlikede olduğu zaman bu renkli yağmurun yağdığını söyledi. Garbageland’tan yeni gelenler orayı çok fazla kirletti ve oranın temizliği ve düzeni ile ilgilenmediler. Onların göründükleri her yer kir, çöp ve çok kötü kokuyla doluydu. Harika, renkli ve bakımlı Konitu gezegeni yavaş yavaş bir çöp kutusuna dönüşüyordu. Benim burada olmam bir tesadüf değildi. Bu gezegene yardım etmem ve bu gezegeni kurtarmam gerekiyordu. Dünyadaki atları sevdiğim ve anladığım için seçilmiştim. Unicorlar ile birlikte düşünüp taşındık ve tüm yeni gelenleri bir toplantıya davet ettik. Çok isteksizlerdi, fakat yine de geldiler. Onlar güzelliği görmemişlerdi, sadece kirliliği seviyorlardı. Her biri böyleydi, çünkü kalplerinde ve gezegenlerinde neyin iyi ya da kötü olduğunu bilmiyorlardı. Birlikte onlara iyi kelimesinin anlamını öğrettik. Sonra onlar çöpleri ayırmanın, temizlemenin ve hijyenin gerekli olduğunu
214
Write for the Multilingual Book
anladılar. Konitu önceki ihtişamını tekrar kazandı ve yerlilerinin geri dönmesinden sonra Garbageland iyi yaratıklarıyla birlikte güzel, renkli bir ülkeye dönüşmeye başladı. Görevimi yerine getirmiştim ve belki de yardımıma ihtiyaç duyacak başka bir gezegene gidecektim. Bölüm 2 Yine bir gün atla gezecektim. Eğitmenim benden bir ata eyer vurmamı istedi. Ahıra gittim, eyerimi, dizginimi aldım ve bana verilen atla birlikte rampaya gittim. Ata yumuşak bir sesle, bugün beraber gezeceğimizi ve güzel geçmesini umduğumu söyledim. İpeksi yelesine dokundum, ona sarılıp gözlerimi kapattım ve kendimi bir kez daha Konitu topraklarında buldum. İnanılmazdı. Gezegende harika bir düzen vardı. Bu kez Bela adında sarı unicorn ile karşılaştım. Binicilik kıyafetimden beni hemen tanıdı. Bela beni Rüzgâr’a ve diğer unicornlsrs götüreceğini söyledi. Bana boynuzuyla dokundu ve tekrardan sırtındaydım. Bela’nın sırtı Rüzgâr’ın sırtından çok daha rahattı. Geldiğimizde unicornlar beni çok mutlu bir şekilde karşıladılar, özellikle de Rüzgâr. Selamlaşmalardan sonra Bela bir sorunu konuşmak zorunda olduklarını ve unicorn bir toplantı yapması gerektiğini söyledi. Rüzgâr bana daha iyi binmeyi öğreteceklerini söyledi, çünkü son ziyaretten sonra bana bir minnettarlık borçluydular. Çalışmaya başlamadan önce onlara eğitmenimin beni dörtnala koşudaki yeteneklerimi övdüğünü söyledim. Unicornlara binmeye başladığımızda yeteneklerime çok şaşırdılar. Yorumları ve tavsiyeleri sayesinde en küçük hatalarımı bile düzelttim ve bir kaç püf noktası ve devrilmiş ağaçların bile üzerinden atlamayı öğrendim. Çok hoşuma
215
Stories of Lights in the Sky
gitmişti! Saatime baktım, ikiye beş vardı ve saat ikide ata binecektim, daha atımı bile eyerlememiştim. Çabucak Rüzgâr’a gitmek zorunda olduğumu söyledim ve o, atın rampada hazır olduğunu ve gezegenlerindeki zaman farklı bir boyuta sahip olduğu için endişelenmemem gerektiğini söyleyerek beni sakinleştirdi. Bu sefer Garbageland’ı ziyaret edip tavsiyemizin ve öğretilerimizin uygulanıp uygulanmadığını görecektik. Geldiğimizde, maalesef orası çok güzel değildi… Unicornlarla işe başladık. Her Unicorn çöpleri ait oldukları renkli konteynırına ayırmaya başladı. Çöpleri konteynırlara koymaya başladık – sarı(plastik), mavi(kâğıt), kırmızı(metal), yeşil(cam). Bu gezegendeki tek boynuzlu atların rehberiydim. Burayı nasıl bu kadar iyi tanıdığımı bilmiyorum. Bir süre sonra, her yerde düzen vardı. Gezegenin yerlileri gezegenin adını Smallpretty olarak değiştirmeye karar verdi. Konitu gezegenindeki öğrettiklerimizi akıllarında tutmaya söz verdiler ve gezegen ne zaman kirlenirse unicornları yardıma çağırma konusunda hemfikirdiler. Çok gururlu hissediyordum. Dünya’ya geri döndüm ve dersim her zamanki gibi güzel başladı. Harika hissediyordum.
Kinga 5-A Ligota, Poland 216
Write for the Multilingual Book
Медена Земја Дали сте размислувале како би изгледал ден поминат на друга планета?Некаде каде што светот е поразличен отколку на Земјата,можеби и поубав.Ајде да навлеземе длабоко во фантазијата и да креираме една наша планета,еден наш розов свет.Насекаде имаше мали куќички кои изгледаа поразлично од оние кои ие ги знаеме.Беа толку многу слатки што посакуваш да ги изедеш.Ѕидовите беа направени од бела,млечна чоколада со исто такви слатки топченца кои висеа на краевите.Прозорците беа направени од разнобојни лижавчиња и вкусни колачиња со ситни парченца,вкусна чоколада.Покривот пак,беше направен од гумени бонбончиња хоризонтално наместени еднидо друго.Тие мали,слтки куќички постојано ги одземаа воздишките на сите кои ќе ја посетеа таа планета.Таа планета беше најубавото место кое сум го посетила.Таму сите живеаа во еден розов свет и сладок свет.Улиците беа направени од долги млечни долини облеани со шарени трошки низ нив.Реките и езерата исто така се различни.Низ нив наместо вода,тече сок од разновидно обошје и во еден момент
217
Stories of Lights in the Sky
реката е со зелена вода,а вече во другиот момент настапува розевата боја.Колку убава глетка е тоа,нели?Дрвјата пак,се киндер јајциња со различна големина,додека пак цветовите се од најубавите и највкусните шеќерни бонбончиња.Тие имаат автомобили како нас,но кај нив автомобилите се од вкусен кремаст,светлокафеав карамел,а наместо прозорци имаа благи мастики во сите бои.Таму не живееа луѓе како нас,туку џинџер коллачиња.Јас се запознав ссо нив и тие беа многу забавни и дружељубиви.Тие постојано играа најразновидни игри и се забавуваа меѓу себе.Бидејќќи јас бев поразлична од нив тие постојно ме прашуваа од каде доаѓам и што има таму.Јас им раскажував за нашата околина и светот во кој жибееме и тие внимателно ме слушаа.Се беше како во сон.Лудо и незаборавно.Посетата на Медената Планета навистина беше прекрасна идеја која ми подари една незаборавна авантура. Некогаш доволно е за момент да се оттргнеме од светот во кој живееме и да запловиме по водите на фантазијата.Да креираме онаков свет за каков што сакаме да живееме бар за миг.
Honeyland Have you ever thought what spending a day on another planet would be like? Another planet, maybe it is more different than ours. Let's dig deeper in our imagination and create our very own planet, our very own "pink" world. I'm going to tell you all about my very own planet that I created. The houses seemed small and tiny from outside but somehow their inside is
218
Write for the Multilingual Book
really large, far more different than the houses that we know. They were all so sweet looking that you could just eat them up. The walls were made of white milky chocolate and decorated with flower. The windows were made out of the most colorful lollipops and some delicious cookie crumbs and pieces all over dipped in the best chocolate you could ever taste. Oh and the doors, they were made entirely out of the finest dark chocolate and the roof was my favorite candy, it was made out of these gummy bears in pastel colors placed horizontally next to each other. These houses were so sweet that they just wind you and everyone who visits this planet. This place was the most beautiful place I've ever been, everyone there lived a very adorable and peaceful life. The streets were decorated with milky valleys, trees and bushes made entirely out of cotton candy in such beautiful pink colors. There were also lakes and rivers but they consist of juice instead of water and natural fruits which also changed colors and flavors every minute are so cool. Also the flowers are made of the sweetest sugary treats and chocolate they also have cars that made out of caramel and all sorts of bubblegum and there aren’t any people on this planet but cute ginger cookies lives on it and I've met all of them, they were so friendly and sweet and fun that you would never want to leave the planet. We played new fun games that they have played all the time. I was obviously so different, they used to ask me a lot about my planet and where I'm actually from and the activities that we do there. As I was telling them all about me and my planet they listened carefully and were surprised how everything is so different between us. This whole experience is like a dream, all crazy and unforgettable, the idea to visit
219
Stories of Lights in the Sky
Honeyland was the best idea I've ever had and I'm glad to visit there. They taught lots of things and gave me gifts I could never forget. It was craziest and also sweetest adventure of my life. I sometimes need to escape from the reality and go sailing in the waters of our fantasy world. It is so good to create another world that we want to live in.
Şekeristan Hiç başka bir gezegende bir gün geçirmenin nasıl olacağını düşündünüz mü? Diğer gezegenler, belki de bizimkinden çok farklıdır. Hayal gücümüzü daha da derinleştirelim ve kendi gezegenimizi, kendi "pembe" dünyamızı yaratalım. Size yarattığım kendi gezegenimi anlatacağım. Evler dışarıdan oldukça küçük görünüyor ama her nasılsa içleri şaşılacak derecede büyüktü, bildiğimiz evlerden çok daha farklıydı. Hepsi o kadar tatlı görünüyorlardı ki onları yemek istiyordu canın. Duvarlar beyaz sütlü çikolatadan yapılmış ve çiçeklerle bezenmiş. Pencereler, en renkli lolipoplardan, lezzetli çerez kırıntılarından, tadabileceğiniz en iyi çikolataya batırılmış parçacıklardan yapılmıştı. Ve kapılar, tamamen en güzel bitter çikolatadan yapılmış ve çatı benim en sevdiğim şekerden, pastel renklerde yan yana dizilmiş sakızlı jelibonlardan... Evler gezegeni ziyaret eden herkesi hayran bırakacak kadar tatlıydı. Burası şimdiye kadar bulunduğum en güzel yerdi, halkı çok sevimliydi ve huzurlu bir hayat yaşıyorlardı. Sütlü vadi sokakları, pembenin en tatlı tonundaki pamuk şekerden yapılmış ağaçlar ve çalılıklar ile çevriliydi. Göller ve nehirler de vardı, ancak su yerine anbean rengi, lezzeti değişen doğal meyve suyuydu akan. Ayrıca çiçekler
220
Write for the Multilingual Book
en tatlı şeker ve çikolatadan yapılmıştı. Orada karamel ve sakızdan yapılmış çeşit çeşit arabalar vardı ve bu gezegende hiç insan yoktu ama sevimli zencefil kurabiyeleri yaşıyordu ve hepsiyle tanıştım. Öyle samimi, tatlı ve eğlencelilerdi ki asla gezegenden ayrılmak istemiyordum. Her zaman oynadıkları yeni eğlenceli oyunları oynadık. Farklı olduğum çok belirgindi; gezegenim, nereden geldiğim ve neler yaptığım hakkında çok şey soruyorlardı. Gezegenim hakkında birçok bilgi verdim, dikkatle dinlediler ve aramızda bu kadar fark olmasına çok şaşırdılar. Bütün bu macera çılgın ve unutulmaz bir rüya gibiydi… Honeyland'ı ziyaret etme fikri şimdiye kadar aklıma gelen en güzel fikirdi. Orada olmaktan memnuniyet duyuyordum, bana asla unutamayacağım şeyler öğrettiler ve hediyeler verdiler. Hayatımın en çılgın ve en tatlı macerasıydı. Bazen gerçeklikten kaçmam ve hayal dünyamızın sularında yelken açmam gerekiyor. Yaşanılası başka bir dünya yaratmak çok güzeldi.
Ilina IX-1 Kichevo, North Macedonia 221
Stories of Lights in the Sky
Otro planeta Acababan de empezar las vacaciones de verano, eran las diez de la mañana y yo estaba bajando a desayunar. Estaba todavía medio dormido y no veía las escaleras con claridad. Me tropecé cuando me llegaba por el último peldaño, caí de morros y ahora definitivamente no veía nada, me sentía atontado con ese tropezón. Desperté cinco minutos después, pero, cuando pude abrir bien los ojos ya no estaba en mi cocina, las escaleras habían desaparecido, no reconocía dónde estaba. Yo estaba muy seguro de que esa no era mi casa, me levanté y empecé a buscar a mis padres y a mi hermano pequeño Pablo, pero no les encontré, ¿sería un sueño? ¿estaría en un sitio secreto de mi casa?, pensé demasiado, pero ninguna de mis ideas me parecieron normales. Cerré los ojos, respiré y me apresuré a gritar: ¡¿dónde estoy!? ¡?Dónde está mi casa!? Me rendí, el esfuerzo fue nulo, nadie respondió, así que decidí coger el teléfono móvil, no había cobertura, no podía hacer nada, volví a respirar, conté hasta tres y salí a investigar ese secreto y raro lugar. Era un sitio enorme, grandísimo, ¡hiper mega enorme! Encontré una persona muy bajita, por lo menos de 1,40, no es que fuera baja, pero como yo medía 1,60 estaba acostumbrada a ver gente más o menos de mi altura. En fin, me llamo Sara, tengo 12 años y me encanta explorar. Esa cosa me saludó y empezó a contarme cosas increíbles, cosas imposibles de creer, casi me desmayo, no podía creerme lo que estaba oyendo. ¿Queréis saber lo que me dijo?
222
Write for the Multilingual Book
“Hola Sara, soy Sally, tu guía de hoy, resulta que te diste un golpe esta mañana, e hizo que vinieras aquí, al planeta Astroc, pero no te preocupes, sólo será por hoy, estate tranquila. ¡¿Habéis oído lo mismo que yo?! ¡ESTOY EN OTRO PLANETA! ¡UNO QUE NI SIQUIERA ERA DEL SISTEMA SOLAR!
Another Planet It had just started summer holidays, it was ten in the morning and I was coming down for breakfast. I was still half asleep and couldn’t see the stairs clearly. I stumbled when I reached the last step, fell face down and now I definitely didn’t see anything, I felt stunned with that trip, I woke up five minutes later, but, when I could open my eyes I was no longer in my kitchen, the stairs were gone, I didn’t recognize where I was, I was pretty sure that it wasn’t my house, I got up and started looking for my parents and my little brother Pablo, but I didn’t find them, would it be a dream? Would I be in a secret place in my house? I thought too much, but none of my ideas seemed normal to me. I closed my eyes, breathed and hurried to shout: Where am I? Where is my house? I gave up, the effort was nil, nobody answered, so I decided to pick up the mobile phone, there was no reception, I couldn’t do anything, I breathed again, counted up to three and went out to investigate that secret and weird place. It was a big, huge, hyper mega-huge place! I found a very short person, at least 1.40, not that it was short, but as I was 1.60 I was used to seeing people more or less of my height, anyway, my name is Sara, I am 12 years old and I love to
223
Stories of Lights in the Sky
explore. That thing greeted me and started telling me incredible things, things impossible to believe, I almost fainted, I couldn’t believe what I was hearing. You want to know what he told me; "Hi Sara, I’m Sally, your guide today, it turns out that you took a hit this morning, and it made you come here, to the planet Astroc, but don’t worry, it will only take one day, be calm.” Did you hear what I heard? I AM ON ANOTHER PLANET! ONE THAT WAS NOT EVEN OF THE SOLAR SYSTEM!
Başka Gezegen Yaz tatili yeni başlamıştı, sabah ondu ve ben kahvaltı için aşağı iniyordum. Hala sabah mahmurluğu vardı ve merdivenleri iyi göremiyordum. Son adımı attığımda tökezledim, yüzüstü düştüm ve o an hiç bir şey göremiyordum, bu yolculuk beni sersemletmişti. Beş dakika sonra uyandım, ama gözlerimi açtığımda artık mutfağımda değildim, merdivenler yoktu, nerede olduğumu bilmiyordum, benim evim olmadığından emindim, kalktım ve ailemi ve küçük kardeşim Pablo'yu aramaya başladım, ama onları bulamadım, bir hayal miydi? Evimde gizli bir yerde miydim? Çok düşündüm, ama bunların hiçbiri olası görünüyordu. Gözlerimi kapattım, nefes aldım ve bağırmaya başladım: Neredeyim? Evim nerede? Pes ettim, çabam boşunaydı, kimse cevap vermedi, bu yüzden cep telefonuma elimi attım, cevap yoktu, hiçbir şey yapamadım. Tekrar nefes aldım, üçe kadar saydım ve bu gizli ve garip yeri araştırmak için yürüdüm. Büyük, çok büyük, devasa bir yerdi! Çok kısa bir insan gördüm, 1.40’dan
224
Write for the Multilingual Book
uzun değildi, ama 1.60 olduğum için insanları yukarıda veya aşağıda görmeye alıştım, neyse, benim adım Sara, 12 yaşındayım ve keşfetmeyi seviyorum. O şey beni selamladı ve bana inanılmaz şeyler anlatmaya başladı, inanması imkânsız şeyler, neredeyse bayılacaktım, duyduklarıma inanamadım. Bana ne söylediğini anlatayım mı? "Merhaba Sara, Ben Sally, bugün rehberinizim, bu sabah aldığınız darbe buraya, Astroc gezegenine gelmenizi sağladı, ama endişelenmeyin, sadece bir gün sürecek, sakin olun." Duyduklarımı duydun mu? BAŞKA BİR GEZEGENDEYİM, GÜNEŞ SİSTEMİNDE BİLE OLMAYAN!
Aisha Martín 1ºB Valladolid, Spain 225
Stories of Lights in the Sky
Kitap Kurdu Gezegeni Alya ve Ali çok yakın arkadaştılar. Ali ve Alya çeşit çeşit oyunlar oynayıp eğlenirlerdi. Ama bugün, canları sıkıldı ve farklı bir oyun oynamaya karar verdiler. Alya “Hadi, hayali uzay gemimize binelim!” dedi. Uzayda bir süre gezdikten sonra Alya, kar tanesine benzeyen bir gezegen gördü. Ve hemen oraya gitmeye karar verdiler. Gezegendeki en yüksek binanın önüne indiler. Tam kapıdan içeri girecekken insan ve ata benzeri muhafızlar önlerine çıktı. Ali ve Alya çok korktu. “Sizin burada ne işiniz var?” dedi muhafızlar. Korkusunu bir nebze yenen Alya “Biz gezegeninizi merak ettik ve görmeye geldik” dedi. Muhafızlardan küçük olanı “Bu kapıdan herkes geçemez, girebilmek için hayallerinizin gücünü ölçmemiz lazım” dedi. Alya ve Ali çok şaşırmışlardı. Ali “Ama biz çok kitap okuyup hayal kurarız ve buraya da hayal gücümüzle geldik.” dedi. “Sizin sözünüzle içeri alamayız. Buradaki hayal âlemi bazen tehlikeli olabiliyor ve herkes kurduğu hayalden çıkamıyor. Bu yüzden öncelikle test etmeliyiz.” diye uyardı. Ancak ikilinin vazgeçmeye pek niyeti yoktu. Alya “Peki, içeri girmek için ne yapmamız gerekiyor” derken, içeriden başka bir muhafız elinde kulaklığa benzer bir cihazla geldi. Önce Alya’yı sonra Ali’yi taradıktan sonra içeri girebileceklerini söyledi. Kapı açıldığında ikisi de
226
Write for the Multilingual Book
gördükleri manzara karşısında şaşırmışlardı, burayı gezecekleri için çok mutluyular. Üstlerinde renk renk kitaplar uçuyordu. Oradaki insanlar onları güler yüzle karşıladılar, Ali ve Alya gördüklerinden çok etkilendi. Bu gezegene gelenlere rehberlik etmek Vezir Tangu’nun göreviydi. Vezir Tangu bir süre ülkenin güzelliklerini keşfetmelerini bekledi. Kendini tanıttıktan sonra onları Prens ve Prenses’in huzuruna çıkardı. Ali ve Alya kitaplarda okudukları gibi Prens’i selamladıktan sonra, bu diyarı çok beğendiklerini ve özellikle halkın kendilerine nazik davranmasından çok etkilendiklerini söyledi. Prens halkın tamamının yazılmış bütün kitaplardaki iyi karakterlerden oluştuğunu, bu yüzden bilgili ve iyi kalpli olduklarını söyledi. Böylece okudukları hikâyelerdeki kahramanların hikâye bittikten sonra ne yaptıklarını da öğrenmiş oldular. Alya merakla sordu: “Peki, kötülük yapanlar neredeler?” “Onların da kendi diyarları var, bu yüzden bizim diyarımıza giremezler. Halkımız zamanlarını kitap okuyarak geçirir ve okudukları kitaptaki dünyaya seyahat edebilirler. Buradaki kitapların hepsi sihirli kitaplardır.” Bu sırada muhafızlar izin isteyerek, bir tepsi getirdiler. Ali ve Alya çok acıktıkları için tepsinin içinde yemek olduğunu düşündüler. Ama bunlar bilim kurgu, macera, çizgi roman, şiir gibi farklı türlerdeki kitaplardı. Akıllarından geçeni anlayan Prens: “Merak etmeyin, biz burada yemeğe ihtiyaç duymayız. Bu kitapları okudukça karnınızın doyduğunu hissedeceksiniz.” Hemen tepsiden birer kitap seçtiler, gerçekten de okudukça doyduklarını hissediyorlardı. Ali şaşkınlıkla;
227
Stories of Lights in the Sky
“Kitapları okuduğumuz halde hayallerimiz neden gerçekleşmiyor?” “Kitapları bitirmelisiniz.” dedi Prens. Biraz sonra kitaplarındaki âleme gittiler, döndükleri zaman Vezir Tangu onları bekliyordu. Zamanlarının dolmak üzere olduğunu söyledi ve onları ayrılmadan önce diyarın hiç görmedikleri yerlerine götürdü. Meydanda küçük küçük kitaplardan oluşan kocaman bir kitap gördüler. Bu kitap insanların en beğendiği kitaplardan oluşuyordu. Daha sonra Kitanat Bahçesi’ne gittiler. Kitanat Bahçesi kitaplardaki hayvanların içinde yaşadığı yerdi. Orada daha önce kitaplarda hikâyelerini okudukları hayvanlarla tanıştılar. Simurg ve Unicorn gibi mitolojik varlıkların yanına gittiler. Alya bu diyardaki evleri merak ediyordu, Vezir Tangu onları evlerin olduğu alana götürdü. Gittikleri ev Dutlu isimli bir ipek böceğinin eviydi. Kırmızı ve pembe ipeklerle örülüydü dışı ve içi minyatürlerle süslüydü. Dutlu onlara nefis bir karadut suyu ikram etti. Birkaç evi daha ziyaret ettiler. Evlerden hiçbiri diğerine benzemiyordu. Vezir Tangu bunu şöyle açıkladı: Bu evleri, kitaplardaki kahramanlar ve okuyucular beraber inşa ettiler. Daha fazla kitap okuyarak ve buraya sık sık gelerek siz de kendi istediğiniz şekilde evler yapabilirsiniz buraya. Bir sayfa çevrilme sesi duydular. Vezir Tangu’ya teşekkür ettikten sonra, tekrar hayali roketlerine bindiler ve şarkılar söyleyerek geldiler.
Planet of the Bookworm Alya and Ali were very close friends. They played many different types of games and enjoyed them. But that day, they
228
Write for the Multilingual Book
were so bored and decided to play a different game. “Let’s build our own imaginary spaceship.” Alya said. They wandered around the space and saw a planet which looks like a snowflake. Then, they decided to visit there. They landed in front of the highest building in the planet. When they were about to approach the door, two guardians stood in front of them. They look like both a horse and human, Ali and Alya were scared. “Why are you here?” said the guardians. After Alya calmed down a little, “We are curious about your planet and come to visit it.” she said. The smallest guard said that visitors couldn’t pass from this door unless their imagination power was evaluated. Ali and Alya were very surprised. Ali said that they read a lot of books and dreamt about them and they could travel there by their imagination. “We can’t let you go into with your words. Dreamland can be dangerous and some visitors can’t get out of their dreams. So we have to evaluate you first.” A guard warned. However, children had no intention of giving up. When Alya said what they had to do to get in, another guard from inside came with a device similar to a earphone in his hand. After he scanned Alya and Ali, he said they could get in. When the door was opened, both of them were surprised by the sight they saw. They were very happy because they could walk around there. Colourful books were flying over there. People met them with smiling faces. Ali and Alya were very affected by the dreamland. Guiding to visitors was duty of Vizier Tangu. The vizier Tangu waited a while for them to discover dreamland’s beauties. After he introduced himself, he took them to the Prince and Princess. After Ali and Alya saluted the Prince as they read in the books, they said that they liked there
229
Stories of Lights in the Sky
very much and were especially impressed by the people’s kindness. The prince said that people living there were good characters in all written books, so they were good-hearted and wise. Thus, Ali and Alya learned what characters, who took place in stories they read, did after their story ended. Alya asked curiously: “Well, where do the evil characters live in?” “They have their own land, so they can’t stay at our land. Our people spend their time reading books and can travel the world in the book they read. All of our books are magical.” Meanwhile, the guards asked for permission to bring a tray. Ali and Alya thought that there was food in the tray because they were too hungry, but these were different kinds of books such as science fiction, adventure, comic and poetry. The prince understood their thoughts and said: “Don’t worry. We don’t need food here. The more you read these books, the more you feel full.” Ali and Alya immediately chose a book. When they read books they really felt they were full Ali said, “We are reading books, but why don’t our images come true?” “You have to finish your books.” said the Prince. After a while, they visited the world in the books. When they came back the Vizier Tangu were waiting them. He took them to places where they had never been seen before. They saw a book which consists of small books in the city square. This book was made of people’s favourite books. Then, they went to the Zook. The Zook was a garden where animals in the books lived. They met with animals they read in the books before. They visited mythological creatures such as Simurg and Unicorn. Alya
230
Write for the Multilingual Book
was curious about the houses there. The vizier Tangu took them to the area where the houses were. The houses they visited belonged to a silkworm named Dutlu. It was woven in red and pink silk; also the walls were decorated with miniatures. Dutlu served them some black mulberry juice. They visited a few houses more. Each of the houses was unique. The vizier Tangu explained it as: Heroes in the books and readers built these houses together. You could make houses as you want by reading more books and visiting here often, too. They heard a page flipping sound. After they thanked to the vizier Tangu, they got on their imaginary rocket and came back by singing songs.
illustrated by Malik Ejder, 6/B Afra Kevser 7/B Elbistan, TĂźrkiye 231
Stories of Lights in the Sky
Edhe jashtoksorët kanë shpirt Të studiuarit e astronomisë gjithnjë ka qënë vizioni im. Të ndjekurit e yjeve me anije kozmike, të ndërtuarit e teleskopëve të azhurnuar më kujton në astronomët madhështor dhe mundi i tyre për zbulime shkencoe. Me përfundimin e semestrit punoja në librin tim “Edhe jashtoksorët kanë shpirt”. U tregua si pjesë e muzeut multikulturor në SHBA. U lexua nga novelistët legjendar anglez nga e gjithë bota. Por cila ishte pika vëmendje tërhekëse e librit? A kishte efekte magjike? Një pasdite kur u këtheva nga fakulteti isha aq e urritur sa që shkova drejt e në kuzhinë. Hëngra diçka lehtë, piva një lëng rrushi dhe menjëherë shkova në shtrat. Në ëndër isha unë protagonist kryesor që donte të fluturon me anije kozmike. Papritmas një disk fluturues u shfaq dhe më çoi atje. Ishte një pamje frymë marrëse. Peisazhi galaktik ishte mahnitës. Pas disa orëve e gjeta veten në planetin Uran, planetin me përbërje kimike. Ishte vështirë të qëndrosh në të. Dëgjova disa jehona të çuditshme dhe lehje qenësh. Gjithashtu kishte edhe vrima të mëdha ku mund të rëxohesha dhe të humbasja përgjithmonë. Mbi të gjitha më e keqja ishin jashtoksorët. Vetëm disa metra më tutje kishte një kasolle të vogël e ndërtuar nga meteorët dhe pjesë të kometave. Aty jetonin katër anëtar; koka (burri) Deksteri, gruaja e tij Lola, djali i tyre Luis dhe bija e tyre Lana. “Lola, duhet të shkojmë në Neptun dhe gjejmë hënat e tij... A di se rrethi i tij orbital merr 165 vjetë, një kohë e saktë kur ne do të bëhemi stërgjyshër” tha Deksteri me mosbesim.
232
Write for the Multilingual Book
“Jo stërgjyshër, por stër-stërgjyshër! Ne edhe do të ...” u përgjigj Lola. “Ndalu mos vazhdo, shpresoj se pasardhësit tanë do të trashëgohen, kjo na mjafton.” tha ai. “Ashtu është!” tha ajo. “Çka bën ti aty? Nuk është koha e duhur për punët e përditshme. Ne duhet të explorojmë sistemin diellor dhe rrugën e qumështit” ngriti zërin Deksteri. “Të lutem më fal. Këto ditë jam thelluar në punët e shtëpisë që tu siguroj një jetë sa më të mire për fëmijët e mi. Nuk janë të lazdruar si kushëritë e tyre. Lana dhe Luise munden të dallojnë të mirën prej të keqes. A do që ato të jetojnë në këtë shtëpi një katëshe tërë jetën e tyre?” tha Lola. Ashtu pa pritmas u zgjova dhe vërejta se gjithçka kishte qënë vetëm një ëndër. Vrapova në kuzhinë për ta shuar etjen time. Ishte një ëndër e çuditshme. E përdora si ide për librin tim. Kjo ishte pjesa vëmendje tërhekëse e librit. Nuk kishte asnjë efekt imagjinues. Nesër thjesht ishte dita kur do të zbuloja më shumë fakte rreth librit të botuar. Ishte kjo një solemnitet që u realizua në fakultet në zyrën e drejtorit. Profesorët ishin të kënaqur me aftësinë time shpjeguese. Nga ana tjetër studentëve u interesonte si munda të kaloj kaq orë në lodje duke e shkruar librin. Përgjigjja ime ishte e thjeshtë, ndjenja e suksesit na bën të përpiqemi ti arrimë synimet tona.
Even Aliens Have Souls The astronomy field of study has always been a vision of mine! Chasing upon stars in a spacecraft, constructing upgraded telescopes reminds me of the eminent astronomers and their
233
Stories of Lights in the Sky
effort to bring into Earth scientific discoveries. As soon as the faculty semester was ending, I was working on my book entitled “Even aliens have a soul”. It turned out to be a part of the multicultural museum of USA! Furthermore, it was read by legendary English novelists from all over the world. But what was the most attention-grabbing point of the book? Were there any magical effects put in? One afternoon, when I arrived home from the faculty studies, I was starving and went to the kitchen. I had a few snacks, a grape juice and instantaneously went to bed. In my dreams, I was the protagonist who desired of having a flight in a spaceship. All of a sudden, there emerged a UFO in front of my eyes and took me there. It was a breathtaking site, thus I was astonished with the galaxy landscape. After a few hours, I found myself on planet Uranus wrapped by the bulk chemical compositions. It was tremendously demanding to stand on. I heard a handful of strange echoes or dog barks as well. Likewise, there were plenty of yielding holes where I could fall at and never be found again. In spite of these aspects, the most fearsome view was aliens. A few meters away, there was a small-scale hut, constructed by meteoric and comet like parts. There lived four members; the head (husband), Dexter, his wife, Lola, their son, Louis and their daughter, Lana. “Lola, we have got to go to Neptune and find out its moons… Do you know his orbital circle takes 165 years, the exact time we would become great-grandparents” said Dexter in incredulity. “Not great-grandparents, but great-great-grandparents! We
234
Write for the Multilingual Book
would even…” Lola responded. “Stop, do not hop further, I hope our descendants will get inherited, that is sufficient for us to be contented.” he wished. “So it is!” She ended the topic. “What are you doing there? It is not the appropriate time for chores. Our function is exploring the Solar System and the Milky Way” he screamed frustratingly. “Please, accept my apologies. These days, I have been engaged in the housework, thus I can provide a better life for my children. They are not spoiled as their relatives. Lana and Louis have the ability to distinct between right and wrong behaviors. Our two children warrant high-quality living conditions. Do you want them to live in this single-storey house everlastingly?” Lola cried glaringly. Out of the blue, I got up and noticed it was a dream. I ran to the kitchen, owing to my unforeseen appetite for food. It was an impressive and ethical dream at the same time. I used its plot in the book. That was the most attention-grabbing part of that book and there were not any enchanting effects put in there. When people live for positive attitude, there is nothing that might put an end to their moral actions. Tomorrow was just the day I'd talk about more details about the published book. This ceremony was held at the faculty, at the head’s office. The professors held the highest regard on my narrative. On the other hand, students of that faculty would ask me, “How did you come across those long tiring hours of writing the book?” And I would respond as follows, “The feel of success makes us endeavor to land at our intentions.”
235
Stories of Lights in the Sky
Uzaylıların Da Ruhu Var Astronomi alanında çalışmak her zaman benim hayalimdi! Bir uzay gemisiyle yıldızları kovalamak, dev teleskoplar inşa etmek bana seçkin gökbilimcileri ve bilimsel keşifleri ortaya çıkarma çabalarını hatırlatıyor. Fakültede dönem biter bitmez, “Uzaylıların Da Ruhu Var” başlıklı kitabım üzerinde çalışıyordum. Bu kitabım sonraları ABD'nin çok kültürlü müzesinde sergilenmeye başlandı! Üstelik dünyanın her yerinde okunan efsanevi İngilizce romanları arasına girdi. Ama kitabın en dikkat çekici noktası neydi? Herhangi bir büyülü etki var mıydı? Bir öğleden sonra, fakülteden eve geldiğimde açlıktan ölüyordum ve mutfağa gittim. Bir şeyler atıştırdım, biraz üzüm suyu içtim ve anında yatağa gittim. Rüyamda, bir uzay gemisinde uçmak isteyen kahraman bendim. Aniden, önümde bir UFO belirdi ve beni uzaya götürdü. Nefes kesici bir maceraydı, galaksi manzarasına hayret ettim. Birkaç saat sonra kendimi Uranüs gezegeninde kimyasal maddelerle sarılmış buldum. Bu arada garip yankılar veya köpek havlamaları benzeri sesler duydum. Her yanda düştüğüm zaman bir daha asla bulunamayacağım çok sayıda kocaman çukurlar vardı. Bundan da ötesi, asıl korktuğum şey uzaylılardı. Birkaç metre uzaklıkta, meteor ve kuyruklu yıldız parçaları ile inşa edilmiş küçük bir kulübe vardı. Dört kişi yaşıyordu; Dexter, karısı Lola, oğulları Louis ve kızları Lana. Dexter şaşırarak söyle dedi; "Lola, biz Neptün'e gitmek ve uydularını araştırmak istiyoruz... Güneş etrafındaki turu 165 yılı buluyor, yani yörüngesinde bir tur dönene kadar biz büyük dede oluruz.”
236
Write for the Multilingual Book
“Büyük büyükanne ve büyükbabalar değil, hatta büyük büyük büyükanne ve büyükbabalar!" diye Lola cevap verdi. "Dur, umarım torunlarımızı görürüz, bu bize yeter.” “Öyle olsun!" diyerek Lola konuyu kapattı. “Ne yapıyorsun? Ev işlerinin zamanı değil. İşimiz güneş sistemini ve Samanyolu'nu araştırmak." diye bağırdı. Lola ağlayarak "Özür dilerim. Ev işlerini yapmak zorundayım, böylece çocuklarımıza daha iyi bir hayat sağlayabilirim. Akrabaları gibi şımarık değiller. Lana ve Louis, doğru ve yanlış davranışlar arasında ayrım yapabiliyor. Çocuklarımıza iyi bir gelecek sunmalıyız. Sonsuza dek bu tek katlı evde yaşamalarını mı istiyorsun?" dedi. Birdenbire kalktım ve bunun bir rüya olduğunu fark ettim. Yeniden acıkmıştım, kalkar kalkmaz mutfağa koştum. Aynı zamanda etkileyici ve öğüt verici bir rüyaydı. Bu konuyu kitabımda kullandım. Büyüleyici bir yönü olmamasına rağmen kitabın en dikkat çekici kısmıydı. İnsanlar yapıcı tavır takındığında, ahlak ilkelerinden ayıracak hiçbir etmen olamaz. Ertesi gün kitabın ayrıntılarını paylaşabileceğim bir gündü. Etkinlik fakülte merkez ofisinde yapıldı. Profesörler konuşmamı takdir ettiler. Öte yandan her konuşma somumda olduğu gibi öğrenciler bana "Kitabı yazarken uzun ve yorucu çalışma koşullarına nasıl katlandınız?“ diye sordu. Ve ben her zaman ki gibi cevap verdim " Başarma hissi bizi hedeflerimizi takip etmeye zorlar.”
Ariana VII-5 Skopje, North Macedonia 237
Stories of Lights in the Sky
O Planeta das Criaturas Invulgares Havia um planeta muito distante que era habitado por muitas criaturas estranhas que ninguém conhecia. Chegou um dia em que uns astronautas me perguntaram se eu estava interessado em passar um dia noutro planeta e eu respondi: “Sim, quero. O meu sonho é visitar outro planeta.” E eles disseram: “Ótimo, hoje partirás.” Subitamente já estava dentro da nave e pronto a partir. Eu sentia-me a tremer porque ia passar um dia fora do meu planeta e ia ver muitas criaturas estranhas e bizarras mas para além disso também estava muito contente porque ia ser o primeiro homem a ir a outra galáxia. Já no espaço, comecei a sentir-me mais tranquilo, os nervos foram acalmando. Finalmente tinha chegado a outro planeta mas quando aterrei não vi nenhuma criatura bizarra, só crateras... Fui caminhando por aquele planeta na tentativa de encontrar algo, até que de repente ouvi um som. Cheguei mais perto e descobri que aquele barulho era uma criatura desse planeta. Brincámos os dois, tentámos jogar com uma bola mas não conseguimos porque lá não havia gravidade. A criatura começou a correr e eu fui atrás dela e esta entrou para dentro de uma cratera! Eu cheio de medo não entrei mas ela agarrou-me e puxou-me para junto de si e quando entrei
238
Write for the Multilingual Book
estava tudo muito escuro mas de repente acendeu – se uma luz e reparei que era a sua casa! Eu também lhe quis mostrar o foguetão que me tinha trazido até este planeta e quando eu estava dentro do foguetão descobri coisas que eu nem sequer sabia que existam lá dentro como laboratórios para estudar criaturas! Quando eu vi esse laboratório, a primeira coisa que fiz foi começar a estudá-la. Não consegui saber muita coisa acerca desta estranha criatura. Começei a ficar com fome e por isso fui á cozinha do foguetão mas quando entrei lá vi que a criatura já tinha comido tudo! Ainda espreitei para ver se havia alguma coisa que se podia comer, como restos mas nada. A criatura teve uma brilhante ideia e deu-me da sua comida mas quando provei aquela comida nojenta só me apetecia correr, correr dali para fora. Mas a criatura agarrou-me e enfiou-me a comida pela boca a dentro e eu odiei aquela comida, mas não podia morrer à fome e por isso tive de a comer. Depois de comermos fomos brincar. Quando acabamos de brincar estava cheio de sono e cansado e dirigi-me para o foguetão para poder dormir. Quando acordámos apercebi-me que tinha uma mensagem de um satélite que dizia que aquele momento iria ser o último que iria passar naquele planeta. Despedi-me da criatura com muita tristeza pois passei a gostar muito dela porque nos tornámos bons amigos! Ia sentir a sua falta! Após a despedida e cheio de lágrimas entrei no foguetão e preparei-me para partir. Quando já estava no espaço, apareceu um conjunto de asteróides mas felizmente consegui passá-los. De repente e sem me ter apercebido passou um outro asteróide e este era
239
Stories of Lights in the Sky
enorme mas também consegui escapar pois virei a tempo para não chocar com ele!! Apesar da minha rapidez ele ainda tocou no meu foguetão, raspou e tirou um pouco da tinta mas nada de especial! Quando aterrei, saí do foguetão e estava lá tanta gente à minha espera. Que bom voltar a ver a minha família e os meus amigos. De repente ouvi um barulho dentro do foguetão e fui ver o que se passava. Quando olhei vi que era a criatura do outro planeta que tinha vindo comigo sem eu me aperceber. Que feliz eu estava! Saímos os dois e toda a gente nos tirou fotos pois estavam muito surpreendidos com aquela criatura a meu lado. Entretanto o meu chefe disse: “Meu amigo, com muita pena tenho de te dizer que esta criatura vai ter de voltar para o seu planeta! É lá que tem a sua família e o seu ambiente e ainda é lá que ele é feliz! Um dia voltarão a estar juntos!” E assim foi. Pela manhã, bem cedinho, a criatura partiu para o seu planeta. Apesar de sermos de planetas diferentes e termos culturas diferentes, ficámos grandes amigos. Amigos para a Vida!
The Planet of Unusual Creatures There was a very distant planet that was inhabited by many strange creatures that no one knew. One day some astronauts asked me if I was interested in spending a day on another planet and I answered: “Yes, I am. My dream is to visit another planet.”
240
Write for the Multilingual Book
And they said: “Good, you're leaving today.� Suddenly I was inside the ship and ready to go. I felt trembling because I was going to spend a day off my planet and I was going to see a lot of strange and bizarre creatures but besides, I was also very happy because I was going to be the first man to go to another galaxy. In space, I began to feel more relaxed, the nerves were calming down. I'd finally arrived on a new planet, but when I landed, I didn't see any bizarre creatures, only craters... I walked across that planet trying to find something, until suddenly I heard a sound. I came closer and found that the noise was a creature of that planet. We played together, we tried to play with a ball, but we couldn't because there was no gravity there. The creature started running and I went after her and she went into a crater! I was so scared that I didn't go in, but she grabbed me and she pulled me next to her, and when I walked in, it was really dark, but suddenly a light came on and I noticed it was her house! I also wanted to show her the rocket that had brought me to this planet and when I was inside the rocket I discovered things that I didn't even know that existed inside as laboratories to study creatures! When I saw that lab, I started by studying them. But in fact, I couldn't know much about these strange creatures. I started to get hungry and so I went to the rocket kitchen but when I went in there I saw that the creature had already eaten everything! I still peeked to see if there was anything I could eat, like leftovers but nothing. The creature came up with
241
Stories of Lights in the Sky
a brilliant idea and gave me her food, but when I tasted that disgusting food, all I wanted to do was run, run out of there. But the creature grabbed me and shoved the food in my mouth, and I hated it but I couldn't starve to death, so I had to eat it. After we ate, we went to play. When we finished playing, I was sleepy and tired and I went to the rocket so I could rest. When I woke up, I realized I had a message saying that in a few seconds I would leave that planet. I said goodbye to the creature with great sadness because I became very fond of her and good friends! I'd miss her! After saying goodbye I was full of tears but entered the rocket and prepared myself to leave. When I was already in space, a set of asteroids appeared but fortunately I managed to pass them. Suddenly and without realizing it, another asteroid passed by and it was huge but I also managed to escape because I made a turn right on time and I did not bump into it!! Despite my speed, it still touched my rocket, scraped and scraped off some of the paint but nothing special! When I landed, I got out of the rocket and there were so many people waiting for me. It was good to see my family and friends again. Suddenly I heard a noise inside the rocket and went to see what was going on. When I looked, I saw that it was the creature from the other planet that had come with me and I haven ’t noticed. How happy I was! We both went out and everybody took pictures of us because they were so surprised with that creature by my side. Meanwhile, my boss said:
242
Write for the Multilingual Book
“My friend, I'm sorry to have to tell you that this creature is going to have to go back to its planet! That's where he has his family and his environment and that's where he's still happy! One day you'll be together again!” And so it was. In the morning, very early, the creature left for its planet. Even though we're from different planets and have different cultures, we became great friends. Friends for life!
Sıradışı Yaratıklar Gezegeni Kimsenin bilmediği birçok garip yaratığın yaşadığı çok uzak bir gezegen vardı. Bir gün gökbilimciler bana başka bir gezegende bir gün geçirmek isteyip istemediğimi sordu ve cevap verdim: “İstiyorum, başka bir gezegeni ziyaret etmek hayalim.” Ve dediler ki: “Güzel, bugün gidiyorsun.” Ve geminin içindeydim, gitmeye hazırdım. Başta bir irkilme hissettim çünkü gezegenimden uzakta bir gün geçirecektim ve çok garip, tuhaf yaratıklar görecektim ama hem de çok mutluydum çünkü başka bir galaksiye giden ilk insan olacaktım. Uzaya çıkınca, daha rahat hissetmeye başladım, sakinleşiyordum. Sonunda yeni bir gezegene varmıştım, ama indiğimde tuhaf yaratıklar görmedim, sadece kraterler... Yürüdüm ve bir şey bulmaya çalıştım, ta ki aniden bir ses duyana kadar. Yaklaştım ve gürültünün geldiği tarafta bir yaratık olduğunu fark ettim. Birlikte oynadık, top oynamaya çalıştık, ama oynayamadık çünkü burada yerçekimi yoktu.
243
Stories of Lights in the Sky
Yaratık koşmaya başladı ve onun peşinden gittim. Bir kratere girdi! Çok korktuğum için peşinden içeri girmedim, ama beni yakaladı ve yanına çekti. İçerisi gerçekten karanlıktı, sonra aniden bir ışık geldi ve burasının evi olduğunu fark ettim! Sonra ona beni bu gezegene getiren roketi göstermek istedim. Roketin içindeyken, yaratıkları incelemek için bir laboratuar olduğunu fark ettim! Ve laboratuarda onları incelemeye başladım. Aslında, bu garip yaratıklar hakkında fazla bir şey bulamadım. Acıkmaya başladım ve bu yüzden roketin mutfağına gittim, ama yaratığın zaten her şeyi yediğini gördüm! Hala yiyebileceğim bir şey olup olmadığını görmek için baktım, yemek artıkları gibi ama hiçbir şey yoktu. Yaratığın bir fikri vardı ve bana kendi yemeğini sundu, ama o iğrenç yemeği tattığımda, tek istediğim koşup oradan kaçmaktı. Ama beni yakaladı ve yiyecekleri ağzıma itti ve berbattı ama açlıktan ölemezdim, bu yüzden yemek zorunda kaldım. Yedikten sonra oynamaya gittik. Oynamayı bitirdiğimizde, uykum gelmişti ve yorgundum, rokete gittim. Böylece dinlenebiliyordum. Uyandığımda, birkaç saniye içinde o gezegeni terk etmem gerektiğini söyleyen bir mesajım olduğunu fark ettim. Yaratığa büyük üzüntü ile veda ettim çünkü ona çok alışmıştım! Onu özleyecektim! Veda ettikten sonra gözyaşlarımla doluydum ama rokete girdim ve kalkışa hazırlandım. Uzayda yolculuk yaparken, asteroitler karşıma çıktı ama neyse ki onları geçmeyi başardım. Aniden fark edemediğim başka bir asteroit geçti ve çok büyüktü. Yine kaçmayı başardım
244
Write for the Multilingual Book
çünkü zamanında bir dönüş yaptım ve ona çarpmadım! Çabama rağmen roketime değdi, neyse ki önemli bir hasar yoktu! İndiğimde, beni bekleyen birçok insan vardı. Ailemi ve arkadaşlarımı tekrar görmek güzeldi. Aniden roketin içinde bir ses duydum ve neler olduğunu görmeye gittim. Baktığımda, diğer gezegenden benimle gelen yaratık olduğunu gördüm ve fark etmememiştim. Ne kadar mutluydum! İkimiz de dışarı çıktık ve herkes bizim fotoğraflarımızı çekti, çok şaşırmışlardı. Bu arada patronum, “Bu yaratığı gezegenine geri göndermek zorunda olduğumuzu söylediğim için üzgünüm, onun mutlu olacağı yer ailesi ve arkadaşlarının yanı. Bir gün tekrar birlikte olacaksınız!” dedi. Ve öyle oldu. Sabah, çok erken, yaratık gezegenine gitmek için ayrıldı. Farklı gezegenlerden olmamıza ve farklı kültürlere sahip olmamıza rağmen, çok iyi arkadaş olduk. Arkadaşlık ölümsüzdür.
Francisco 5ºB Santarém, Portugal 245
Stories of Lights in the Sky
Pleneta X Извештај мисије, 29. маја: Ово је пети дан истраживања околине службено неидентификоване планете, коју ћу од сада назвати Х. Као у математичкој једначини, означава непознато. Стање бродова (SР-500) је стабилно. Залихе хране и воде некако су мале, али изгледа да то није толики проблем, имајући у виду о чему се ради у мом извештају. Након пет дана претраживања Х, није се појавио ниједан човек, заиста чудно, јер сам током мојих претрага кроз галаксију видео много људи. Нешто што ме дубоко фасцинира и такође некако узнемирава је то што изгледа да је потпуни дупликат Земље, али не баш. Х има исти органски живот (трава, грмље, цвеће итд.) и друга створења попут риба, јелена и оваца, али уопште нема људи. Прво што
246
Write for the Multilingual Book
можете приметити када сте овде су боје. Уместо сваке боје, чини се да је Х састављен из 4 кључне боје: љубичасту, зелену, плаву и розе. Још једна ствар коју сам приметио је да на Х-у изгледа да имају само шуме, планине, воде и поља, још чудније је то што је засађено поврће, воће и друге биљке које се могу наћи на Земљи (које се користе као извор хране), у великом броју и чини се да су у савршеном стању. Цела ова планета је мирна. Чују се само звукови лишћа и траве који се мрдају на ветру. И животиње. Сачекај минут. О томе се ради! Заборавио сам да напоменем кључни део ове планете. Земљотреси, или боље речено,Х-потреси, врло су чести, и када се дешавају површински слој земље пада дубоко у земљу, а рупа коју је направио се затвара. Након неког времена површински слој се врати горе. Чудно је колико се пута догодило око мене, ипак, чуо сам то и у даљини и мислим да знам зашто. Ова планета покушава да одржи већ постојану природу чистом и лепом, зато нисам видео ниједну особу. Зна да би је људи само уништили, па се бори против њих. Зато је небо тако чисто, нема загађења. Зато је тако мирно. Зато је вода тако бистра, нема смећа да је уништи. Мислим да је ова планета супротност нашој Земљи. Уместо да нам допусти да је упропастимо, спречава нас да ишта радимо. Дакле, нема рата, смећа или загађења, већ мир и хармонија. И знам да ова планета не заслужује давати податке о њој. Лепа је и не заслужује да буде уништена. Претпостављам да ћу након писања овог извештаја отићи и више се никада нећу вратити.
247
Stories of Lights in the Sky
Локација ове планете неће бити дата, али ће овај извештај бити послат на Земљу. Ако икада пронађете Х и идентификујете је, одмах је напустите. Овде је живот превише драгоцен и оно што се догодило Земљи не треба се више икада понављати. Ово је крај извештаја за неидентификовану планету Х и нека тако и остане.
Planet X Mission report, 29th of May: This is day 5 of exploring the whereabouts of the officially unidentified planet which I’ll be referring to as X from now on, as in a math equation, it stands for the unknown. The ships condition (SP-500) is stable. Food and water supply are sort of running low, but that doesn’t seem to be that much of an issue, considering what my report is about. After 5 days of searching X, not a single human has appeared, truly odd since on my searches through the galaxy, I saw many humans. Something that fascinates me deeply and also sort of unsettles me is that it seems to be a complete duplicate of Earth, however not really. X has same organic life (tress, bushes, flowers and so on…) and other creatures such as fish, deer and sheep, yet no humans at all. First thing you can notice when here is the colors. Instead of every color, X seems to be settled on 4 key colors: Purple, Green, Blue and Pink. Another thing I noticed is, there seem to only be forests, mountains, waters and fields on X, what is even weirder is the fact that vegetables, fruit and other plants that could be found on Earth and are used as a food source are planted in large
248
Write for the Multilingual Book
numbers and seem to be in perfect condition. This whole planet is peaceful. Only sounds of leaves and grass blowing in the wind and the animals can be heard. Wait a minute. That’s what it’s about! I forgot to mention a crucial part of this planet. Earthquakes, or well X-quakes are very common, in which the surface falls deep into the ground and the hole it made closes. After a while the surfaces comes back out. It strangely happened around me a lot, I heard it in the distance too though and I think I know why. This planet is trying to keep its already existing nature consistently clean and beautiful, that’s why I saw no people. It knows that humans would only destroy it, so it fights back against them. That’s why the sky is so clean, there’s no pollution. That’s why it’s so peaceful. That’s why the water is so clear, there’s no trash to ruin it. I think that this planet is the opposite of our Earth. Instead of letting us ruin it, it stops us from doing anything at all. No war, or trash or pollution, just peace and harmony. And I realize that it isn’t necessary to give out information about this planet. It’s beautiful and it doesn’t deserve to be ruined. So I guess that after writing this, I’ll leave it be and never come back. The location of this planet will not be given out, however this report will be sent back to Earth. If you ever do find Х and identify it, please leave immediately. Life here is too precious and what happened to Earth does not need to be repeated ever again. This is the end of the report for an unidentified planet X and let’s keep it that way.
249
Stories of Lights in the Sky
Gezegen X Görev raporu, 29 Mayıs: Bu, resmi olarak tanımlanamayan gezegenin nerede olduğunu keşfetmemin 5. günü, bundan sonra X olarak bahsedeceğim, bir matematik denkleminde olduğu gibi, X bilinmeyeni temsil ediyor. Gemi durumu (SP-500) stabil. Yiyecek ve su temini azalıyor, ancak raporumun konusu göz önünde bulundurulduğunda bu bir sorun gibi görünmüyor. 5 günlük arama sonucunda X üzerinde, tek bir insana rastlanmadı, galaksideki aramalarımda pek çok insan gördüm. Beni derinden büyüleyen ve aynı zamanda beni rahatsız eden bir şey, Dünya'nın tam bir kopyası gibi görünüyor, birkaç fark dışında. X aynı organik yaşama (ağaçlar, çalılar, çiçekler vb.) ve balık, geyik ve koyun gibi diğer canlılara sahip, ancak hiç insan yok. Renkler söz konusu olduğunda fark edeceğiniz ilk şey diğer renklerin yerine dört ana renk var gibi görünüyor: mor, yeşil, mavi ve pembe. Fark ettiğim bir başka şey de, X'de sadece ormanlar, dağlar, sular ve tarlalar var gibi görünüyor, daha da garip olan şey, yeryüzünde de bulunabilen ve besin kaynağı olarak kullanılan sebzelerin, meyvelerin ve diğer bitkilerin çok fazla ve mükemmel verimlilikte olduğu gözlemlendi. Burası huzur dolu, sadece rüzgârda sallanan yaprak, çim ve hayvanlar sesleri duyulabilir. Bir dakika bekle, asıl konumuza geldik! Bu gezegenin önemli bir özelliğinden bahsetmeyi unuttum. Yer sarsıntıları, ya da iyi X-sarsıntıları. Burada oldukça sık, deprem sonucu yüzey toprağı derin bir çukura düşüyor ve açılan çukur tekrar kendiliğinden kapanıyor. Bir süre sonra yüzey geri
250
Write for the Multilingual Book
geliyor. Garip bir şekilde etrafımda çok fazla deprem oldu, bazen de uzaktan duydum ve sanırım nedenini biliyorum. Bu gezegen doğasını sürekli temiz ve güzel tutmaya çalışıyor, bu yüzden hiç insan görmedim. İnsanların sadece onu yok edeceğini biliyor, bu yüzden onlara karşı savaşıyor. Bu yüzden gökyüzü çok temiz, kirlilik yok. Bu yüzden bu kadar huzurlu. Bu yüzden su oldukça berrak, mahvedecek tek bir çöp yok. Bence bu gezegen dünyamızın tam tersi. Onu mahvetmemize izin vermek yerine, bize engel oluyor. Savaş, çöp veya kirlilik yok, sadece barış ve uyum var. Ve bu gezegenin hakkında bilgi vermenin gereği yok. Çok güzel ve mahvolmayı hak etmiyor. Sanırım bunu yazdıktan sonra, ayrılacağım ve asla geri dönmeyeceğim. Bu gezegenin yeri verilmeyecek, ancak bu rapor Dünya'ya geri gönderilecektir. Eğer X’i bulursanız ve tanımlarsanız, lütfen hemen üzerinde çalışmayı bırakın. Burada yaşam çok değerli ve Dünya'ya olanların bir daha tekrarlanmasına hiç gerek yok. Bu, tanımlanamayan bir Gezegen X için raporun sonu ve lütfen bu hakkında yazılan son rapor olsun.
Sofija 8/5 Belgrade, Serbia 251
Stories of Lights in the Sky
Plutoni planeti xhuxh i mahnitshëm Që nga fëmijërija kisha ëndërruar të udhëtoj nëpër kosmos. Gjithnji kam dashur të jetoj në Pluto. Kam dëgjuar lajme dhe kam lexuar mjaft revista shkencore për të. Pluto është planeti më i madh xhuxh në kosmos. Ai u zbulua në viete 30 dhe është i tëri nga akulli dhe shkëmbij. Emrin e ka marrë nga perëndija romake e nëntokës apo Hadi në mitologjinë greke. Një udhëtim deri në Pluto kishte zgjatë dy apo tre javë por duhet pasur kujdes pasi shkencëtarët ende janë të pasigurtë ndaj pasojave nga udhëtimi. Sidoqoftë, ja ku jam në anijen time kozmike që fluturon shumë shpejt. Do të jetë një udhëtim i gjatë por jam e bindur që do të kënaqem. Së shpejti jam në hapësirën kozmike duke shijuar bukurinë e pafund. Bota dukej kaq e vogël dhe gjithçka në të. Pas dy javëve arrita në Pluto. Ishte e bukur. E ndala anijen dhe vendosa të shëtitem përeth planetit. E vesha kostumin për astronaut dhe ja ku dola jasht ta shijoj bukurinë. Isha tepër e emocionuar por dhe e trembur njëkohësisht. Pas pak u këtheva në anije dhe vendosa të ulem në planet. Dhe ja pas dy javëve udhëtim më në fund ula anijen time kozmike në Pëuto. Kur dola nga anija vërejta malet, luginat dhe krateret në sipërfaqe. Temperatura ishte -240 shkallë. Diell pothuaj nuk kishte por i vërejta pesë hënat aty rreth. Në fillim mendova se nuk do të ketë jetë në këtë planet pasi që ishte e ftohtë. Por së
252
Write for the Multilingual Book
shpejti pash se u gënjeva. Një anije e madhe mu afrua. Pasi u ul një grup plutonas dolën jasht. Ato komunikonin me një gjuhë shenjash. Plutonasit nuk ishin dhe aq të çuditshëm. Ato pothuaj dukeshin si ne njerëzit përveç lëkurës dhe njyrës së syve. Çehren e kishën të bardhë në të sedeftë dhe syngjyrë vjollce. Nuk kishin veshmbathje si na, por në supe kishin të hedhur njëfar manteli të bardhë. Nuk kishin flokë ndërsa gishtat i kishin shumë të gjatë. Ishin tepër miqësor dhe shprehën dëshirë të më çonin në koloninë e tyre. U dakordova dhe shkova me to. Dhe ja ku arritëm tek kolonija. Anija u ul në limanin kozmik mu në mes të një rrote gjigante. Hekurudha me një shinë lidhnin çdo skaj të kolonisë. Kishin dhe një palestër, ku i shoqçrova plutonasit në një lojë volejbolli. Ishte tepër interesant pasi që nuk kishte gravitet fare në qendër të rrotës, kështu që mund ta gjuanim topin nën rrjetën ose jashta tavanit. 10.000 plutonas jetonin në koloninë mrenda rrotës. Rrota rrotullonte dhe krijonte gravitet artificial. Pasqyra gjigante drejtonin dritën e diellit, kështu që kishin pyje, fusha dhe lumej. Kishin dhe plazhën artificiale ku mundeshim të notojmë apo surfojmë. Ushqimin e kultivonin vetë. Perimet rriteshin nëpër ferma speciale – dhe besomëni kishte disa perime tepër të çuditshme. Plutonasit ishin vegjeterien. Ato gërmojnë minerale nga sipërfaqja dhe bëjnë banjo të ngrohta dhe panela minerali që prodhojnë energji. Asgjë nuk hudhet në koloni. Koha kaloj shpejt. E kisha patjetër të këthehem. Plutonasit ishin të mirë dhe mikpritës. U ndjeva keq pasi duhej tu them lamtumirë miqve të mi plutonas. Por sidoqoftë nuk do ti harroj kurrë as ato e as planetin e tyre të mrekullueshëm.
253
Stories of Lights in the Sky
An Amazing Dwarf Planet: Pluto Since my childhood I had a dream to travel through space, as I always wanted to live on Pluto and heard a lot about it in the news and read about it in a lot scientific articles. Pluto is the largest dwarf planet in the universe. It was discovered in the 30s and it is made of ice and rock and it is relatively a small planet. It is named after the Roman God of the underworld, the equivalent of Hades in Greek mythology. A journey to Pluto could take around two to three months. However, here I am in my space shuttle which can fly very fast. It will be a very long trip but I will definitely enjoy it. Very soon, I reach the outer space and I am impressed by the beauty of it. Earth is looking so small and everyone on it, everything on it seems so tiny. After two weeks I reached my destination, the planet Pluto. It was very beautiful. I stopped the space shuttle and decided to walk outside. I took out my spacesuit and went for a short spacewalk around the planet. I found myself in a completely different surrounding. I was very excited but also a little scared. After the walk I went back to my space shuttle and decided to land on Pluto. Finally, after the long journey of two weeks, I landed my space shuttle on the planet Pluto. When I stepped out of the shuttle, I noticed the mountains, valleys and carters on it. The temperature was -240 degrees. There was hardly any sun but I noticed the five moons surrounding the planet. At the first, I thought that there would be no life on this planet as it was rather cold and icy. However, very soon I realized that I was wrong and a big spaceship came near my shuttle. It landed and a group of Plutos came out. They used the sign language to
254
Write for the Multilingual Book
communicate with me. The Plutos did not look so strange. They actually looked very similar to humans except for their skin and eye color. They had pearly white skin complexion and purple eyes. They weren’t wearing clothes as humans do. However, they had some special white cloaks. They had no hair and they had very long fingers. They were very friendly and wanted to take me to one of their colonies. I agreed of course and got into their spaceship. Very soon we arrived at their colony. The spaceship landed on a spaceport in the center of a giant wheel. There were monorails from the center to each part of the colony. They are very quick and can take you anywhere in the colony. In the spaceport there was a sports center. I went there. I joined the Plutos for a volleyball game. It was very interesting because there was no gravity at the center of the wheel, so we could hit the ball under the net and bounce it off the ceiling. 10,000 Plutos live in the colony on the inside of the wheel. The wheel turns and this creates artificial gravity. Giant mirrors direct sunlight onto the wheel and they have forests, fields and rivers. There is even an artificial beach with a wave-machine, so we could go swimming and surfing. All their food is grown on the colony. Vegetables are grown on special farms – and believe me there were some really strange vegetables. All Plutos are vegetarians. They dig minerals from the surface and create special hot tubs and mineral panels which produce energy. Nothing on the colony is wasted. Time passed by very quickly and unfortunately, I had to leave back home to planet Earth. The Plutos were very kind and welcoming. They were wonderful hosts. I felt sad because I had to say goodbye to my Pluto friends.However, I will never forget them, their wonderful planet.
255
Stories of Lights in the Sky
Şaşırtıcı Bir Cüce Gezegen: Plüton Çocukluğumdan beri uzayda seyahat etmenin hayalini kuruyordum, çünkü her zaman Plüton'da yaşamak isterdim ve Plüton hakkındaki haberler ilgimi çekerdi, birçok bilimsel makale de okudum. Plüton evrendeki en büyük cüce gezegendir. 1930'lu yıllarda keşfedildi, buzul ve kayalıklardan oluşuyor ve nispeten küçük bir gezegendir. İsmini, Yunan mitolojisinde Hades’e karşılık gelen Roma yeraltı tanrısından almıştır. Plüton'a yolculuk benimki gibi çok hızlı uçabilen uzay mekiğiniz yoksa yaklaşık iki ila üç ay sürebilir. Çok uzun bir yolculuk olacak ama kesinlikle keyfine varacağım. Az sonra atmosferden çıkıyorum ve Dünya’nın güzelliğinden etkileyici. Dünya çok küçük görünüyor, üzerindeki herkes ve her şey de küçücük görünüyor. İki hafta sonra menzilim olan Plüton’a ulaştım, harikaydı. Uzay mekiğini durdurdum, dışarıda yürümeye karar verdim. Uzay elbisemi giyip gezegenin etrafında kısa bir uzay yürüyüşü yaptım. Kendimi tamamen farklı bir yerde buldum. Çok heyecanlandım ama aynı zamanda biraz da korktum. Yürüyüşten sonra uzay mekiğime geri döndüm ve Plüton 'a inmeye karar verdim. Sonunda, iki haftalık uzun yolculuktan sonra, Uzay mekiğimi Plüton gezegenine indirdim. Mekikten çıktığımda, üzerindeki dağlar, vadiler ve kraterleri fark ettim. Sıcaklık -240 derece idi. Güneş görünmüyordu, bu sırada gezegeni çevreleyen beş uyduyu fark ettim. İlk başta, bu gezegen oldukça soğuk ve buzla kaplı olduğu için yaşam olamayacağını düşündüm. Ancak, az sonra yanıldığımı fark ettim ve mekiğimin yakınına büyük bir uzay gemisi geldi. İniş yaptı ve bir grup Plütonlu çıktı. Benimle iletişim kurmak için işaret dilini kullandılar. Plütonlular çok garip
256
Write for the Multilingual Book
görünmüyordu. Aslında cilt ve göz rengi dışında insanlara çok benziyorlardı. İnci beyazı cilt tenli ve mor gözleri vardı. İnsanlar gibi kıyafet giymiyorlardı. Ancak, özel bir beyaz pelerinleri vardı. Saçları yoktu ve çok uzun parmakları vardı. Cana yakın görünüyorlardı ve beni kolonilerinden birine götürmek istediler. Elbette kabul ettim ve uzay gemilerine bindim. Kısa süre sonra kolonilerine vardık. Uzay gemisi dev bir dairenin merkezindeki bir uzay limanına indi. Merkezden koloninin her bölümüne giden monoraylar vardı. Çok hızlıydılar ve sizi koloninin herhangi bir yerine götürebilirlerdi. Uzay limanındaki bir spor merkezine girdim. Bir voleybol maçı için Plütonluların oyununa katıldım. Çok ilginçti çünkü dairenin merkezinde yerçekimi yoktu, bu yüzden filenin altına topa vurabilir ve tavandan sıçrayabilirdik. 10,000 kadar Plütonlu dairenin içindeki kolonide yaşıyordu. Plüton dönerek yapay yerçekimi yaratıyordu. Dev aynalar daireye doğrudan güneş ışığı yansıtıyordu ve ormanlar, tarlalar ve nehirler vardı. Dalga makineli yapay bir plaj bile vardı, bu sayede yüzmeye ve sörf yapmaya gidebilirdik. Tüm yiyecekleri kolonide yetiştiriliyordu, sebzeler sıra dışı çiftliklerde yetiştiriliyordu -ve inan bana gerçekten garip sebzeler vardı. Tüm Plütonlular vejetaryendiler. Kazarak yüzeyin altından sıcak mineraller çıkarıyorlar ve mineral panelleri yardımıyla enerji üretiyorlardı. Kolonideki hiçbir şey israf edilmiyordu. Zaman çok hızlı geçti ve ne yazık ki, dünya gezegenine geri dönmek zorunda kaldım. Plütonlular çok nazik ve misafirperver davrandılar, harika ev sahipleriydiler. Plüton arkadaşlarıma veda etmek zorunda kaldığım için çok üzüldüm. Ancak, onları ve onların harika gezegen asla unutmayacağım.
257
Stories of Lights in the Sky
Yllka VII-2 Skopje, North Macedonia 258
Write for the Multilingual Book
Dzień na planecie Muzyka Pewnej nocy obudził mnie straszny huk. Wyjrzałam przez okno i zobaczyłam ogromną, złotą rakietę. Weszłam do środka, ponieważ byłam ciekawa, co się w niej znajduje. Nagle maszyna wystartowała. Byłam bardzo podekscytowana. Czułam jak wznosi się coraz wyżej i wyżej. W końcu wylądowała na dużej i kolorowej łące, na której kwiatki wyglądem przypominały nutki, a w powietrzu rozbrzmiewała piękna i spokojna muzyka. W pewnej chwili zauważyłam idące w moją stronę dwie dziwnie wyglądające postacie. Jedna wyglądem przypominała mój flet. Była bardzo wysoka, szczupła i miała siedmioro oczu. Druga, z jednym dużym okiem, podobna była do gitary. Zrozumiałam, że znajduję się na innej planecie. Kiedy przywitałam się i przedstawiłam, okazało się, że nie mają imion. Bardzo spodobało im się moje imię i każdy z nich chciał mieć swoje. Kiedy zaproponowałam siedmiookiemu imię Flet, a jednookiej Gitara, bardzo się ucieszyli. Zaprowadzili mnie do miasteczka, w którym budynki przypominały ogromne kolumny, z których wydobywała się przepiękna muzyka. Pomysł z nadaniem imion bardzo podobał się mieszkańcom planety. Każdy otrzymał imię instrumentu, do którego był podobny. Wszyscy byli bardzo zadowoleni i poprosili mnie, abym nadała imię planecie, którą zamieszkują. Pomyślałam, że wspólną cechą wszystkich instrumentów jest muzyka, dlatego planeta otrzymała taką nazwę - Muzyka. Zrobiło się już późno i musiałam wracać do domu. Pożegnałam się z nowymi przyjaciółmi i obiecałam, że na pewno ich jeszcze odwiedzę. Podarowali mi magiczną bransoletkę, która pomoże mi trafić na planetę Muzyka. Była to najlepsza przygoda mojego życia.
259
Stories of Lights in the Sky
A Day on the Planet of Music One night a terrible bang woke me up. I looked out the window and saw a huge, golden rocket. I went inside because I was curious what was in it. Suddenly the machine took off. I was very excited. I felt it rising higher and higher. Finally, she landed on a large and colourful meadow, where the flowers resembled musical notes, and beautiful, calm music was heard in the air. At one point I noticed two strange-looking characters walking towards me. The first one looked like my flute. It was very tall, slim and had seven eyes. The second one with one big eye was similar to a guitar. Suddenly I realized that I was on a different planet! When I said “Hello” and introduced myself, it turned out that they had no names. They liked my name very much and each of them wanted to have their own name. When I offered the seven-eyed name Flute and the one-eyed Guitar, they were very happy. They led me to a town where the buildings resembled huge columns, from which beautiful music came out. The inhabitants of the planet liked the idea of giving names. Everyone was given the name of the instrument to which they were similar. Everyone was very pleased and asked me to name the planet they live in. I thought that the common feature of all instruments is music, which is why the planet received such a name; MUSIC. It was late and I had to go home. I said goodbye to my new friends and promised that I would definitely visit them again. They gave me a magic bracelet that would help me find the planet Music. It was the best journey of my life…
260
Write for the Multilingual Book
Müzik Gezegeni Bir gece, korkunç bir gürültüyle uyandım. Pencereden dışarı baktığımda kocaman altın bir roket gördüm. Ne olduğunu merak ettiyordum, içerisine girdim. Aniden roket havalandı. Çok heyecanlandım ve yükseğe, daha yükseğe çıktığımı hissettim. Sonunda roket çiçeklerin müzik notalarına benzediği büyük ve renkli bir çayıra indi. Havada güzel, sakin bir müzik duyuluyordu. Bir anda bana doğru yürüyen tuhaf görünüşlü iki kişiyi fark ettim. İlki benim flütüme benziyordu, çok uzun, ince idi ve yedi gözü vardı. İkincisi ise bir büyük gözü ile gitarıma benziyordu. Aniden faklı bir gezegende olduğumu düşündüm. “Merhaba” deyip kendimi tanıttığımda onların bir adı olmadığını öğrendim. Onlar adımı çok sevdiler ve her biri kendi isimlerinin olmasını istediler. Yedi gözlü olana Flüt, bir gözlü olana Gitar adını önerdiğimde çok mutlu oldular. Onlar beni güzel müziklerin bestelendiği, binaların büyük sütunlara benzediği bir kasabaya götürdü. Gezegenin yerlileri isim verme fikrini sevdiler. Herkese benzedikleri enstrümanın adı verildi. Herkes çok memnundu ve onlar benden yaşadıkları gezegene isim vermemi istediler. Tüm enstrümanların ortak özelliğinin müzik olduğunu düşündüm, bu yüzden gezegen ‘Müzik’ ismini aldı. Uzun süredir buradaydım ve artık gitmek zorundaydım. Yeni arkadaşlarıma hoşça kal dedim ve onları kesinlikle tekrardan ziyaret edeceğime söz verdim. Onlar müzik gezegenini bulmamda bana yardımcı olacak sihirli bir bilezik verdiler. Hayatımın en güzel yolculuğuydu.
Milena W. 5-B Ligota, Poland 261
Stories of Lights in the Sky
illustrated by Milena W.
Моето патување до Сатурн Со ракетата на “SpaceX” имам мисија да отидам на Сатурн каде што ќе ги ископам најјаките прашоци во светот што дотогаш не биле пронајдени. Патот беше долг, но евентуално стасав и од ракетата излезе робот со изглед на Elon Musk што го контролираше него од земјата. Јас и Elon за брзо време направивме засолниште, во него влегоа
262
Write for the Multilingual Book
компонентите за прочистувањето на воздухот, изворот на нашата храна и коморите за спиење како и комората за електроничното полнење на Elon. Истиот ден Elon ме остави и отиде да го започне ископувањето на таа многу ретка руда, во тоа време јас го пронајдов првиот извор на таа руда што е над земјината површина, зедов мал дел и се вратив во нашето засолниште што беше близу до ракетата потоа го изпробав тој прашок и мојот мозок експлодира, брзо после тоа јас се преродив од ракетата и почнав да збеснувам на помислата дека со тој прашок можам да ja измијам целата моја облека и тоа го направив, толку прекрасна миризба имаше што јас од прашокот го заборавив целиот мој живот и сите мисли ми избегнуваа од паметот. Јас е поставив машината за перење облека на највисоката опција и се што ми беше во дофат го исправ, после многу мој експлодирани мозоци конечно се врати Elon и ме прободе со мала игличка што ја извади од врвот на неговиот прст, со тоа тој ми ја избриша меморијата на миризбата и тоа прекрасно чуство што го добивав од прашокот исто така ме стави и под анастезија. Elon кога го заврши ископувањето заедно се подготвивме да се вратиме на земјата, во летот назад до земјата ние одлучувавме како да го направиме овој прашок безбеден за употреба без да екслподираат глави, на крај се одлучивме да го атомизираме поради што тој е прејак за да го држи само една компанија. Јас сепак имам мал дел од оргиналниот прашок од првиот ископ.
263
Stories of Lights in the Sky
My Journey to Saturn With the rocket of SpaceX I have a mission to go to Saturn and find the most powerful laundry detergent that has yet to be discovered. The journey was long but eventually I landed on the planets surface and from the rocket emerged a robot with the appearance of Elon Musk and the robot was being controlled by him. Elon and I quickly made a shelter; we used components for air purification, food supply and rooms for sleeping and another room for the charging of Elon. The same day Elon left me to attend the rocket and he went to start the excavation of a very rare ore, in that time I found the first source of the ore which was above the surface of the planet. I took a small sample and then I went back to our shelter which was close to the rocket we landed in. Then I tried the laundry detergent and my brain exploded, quickly after that I was reborn from the rocket. I started going crazy at the idea that I could wash all my clothes and that is exactly what I did. It had such a delightful smell that I completely forgot my life and my thoughts were escaping my mind. I set the washing machine on max and washed everything that I found. After a lot of exploded brains Elon finally came back. He put me under anesthesia and erased the memory of the beautiful smell and that amazing feeling I got from the detergent. After Elon finished the excavation we both prepared for the journey back to Earth, during the flight back to Earth we discussed how we could make the detergent safe for use without our brains exploding, in the end we decided to atomize it because it is too powerful to be held in the hands of one company. However, I have a small sample from the original excavation.
264
Write for the Multilingual Book
Satürn Yolculuğum SpaceX roketi ile Satürn'e gitmek ve henüz keşfedilmemiş en güçlü çamaşır deterjanı bulmak için görevlendirilmiştim. Yolculuk uzundu ama sonunda gezegene indim ve rokette Elon Musk tarafından kontrol edilen kendi görünümünde bir robot da vardı. Elon ve ben hızla bir barınak yaptık; malzemeleri hava temizleme, gıda temini, uyku odaları ve Elon'un şarj edilmesi için başka bir oda için kullandık. Aynı gün Elon rokete dönüp çok nadir bir cevher kazısı başlatmak için gitti. Ben de gezegenin yüzeyindeki ilk cevher kaynağını buldum, küçük bir örnek aldım ve sonra çamaşır deterjanını deneyi yaptığım rokete yakın olan barınağa gittim, deney yaparken beynim patladı, hızlı şekilde roketten yeniden doğdum. Tüm giysileri yıkayabileceğim fikri çılgıncaydı, o kadar güzel bir kokusu vardı ki bildiklerimi tamamen unuttum ve düşüncelerim aklımdan çıktı. Çamaşır makinesini maksimum güce kurdum ve bulduğum her şeyi yıkadım. Bir sürü patlayan beyinden sonra Elon nihayet geri geldi. Beni anestezi altına aldı ve hafızamdan güzel koku ve deterjandan aldığım harika hazzı sildi. Elon kazıyı bitirdikten sonra ikimiz de Dünya’ya dönüş yolculuğu için hazırladık, dönüş uçuşunda deterjanı beynimiz patlamadan nasıl güvenli hale getirebileceğimizi tartıştık, sonunda atomize etmeye karar verdik. Çünkü bir şirketin eline verilemeyecek kadar güçlü bir bilgiydi. Ancak, kazıdan az miktarda orijinal örnek bıraktık.
Aleksandar VIII-2 Kichevo, North Macedonia 265
Stories of Lights in the Sky
La rosa de oro Cuando llegué allí sólo había tierra, arena y plantas, pero no había agua. Era extraño porque las plantas no pueden vivir sin agua. Este planeta era especial. Cuando di un paso, salió una flor y cuando di otro, salió otra flor. Entonces pensé que si había más flores era porque habría humano o animales. Así que me cogí la moto y me fui a investigar. Iba explorando por toda la superficie cuando me encontré una cueva rodeada y llena de flores, algo tenía que haber allí y entonces cogí una linterna y me metí. Dentro estaba lleno de flores y otras especies vegetales que no salían cuando yo pisaba. También había una planta de oro y fui a cogerla, era brillante, reluciente y preciosa, era ella la que producía las plantas, pero tenía que haber algún ser vivo. Cuando cogí la rosa de oro, la cueva empezó a temblar y, de repente, salió un señor de un metro con una barba, bigote y pelo que le arrastraba por el suelo. Y me dijo: ¿por qué has cogido esa rosa?, era mía. Ahora tenemos que escapar. Nosotros corrimos hacia la salida y la cueva se derrumbó. Esa rosa tenía un poder alucinante. Luego volvió a reconstruir la cueva en un par de horas, o minutos, porque cogió el cohete, le cortó a la mitad y lo puso en el suelo. Luego me quedé a vivir allí con el hombre extraño y vivimos muy bien.
266
Write for the Multilingual Book
Golden Rose When I got there there was only earth, sand and plants, but there was no water. It was strange because plants cannot live without water, this planet was special. When I took one step, a flower came out, and when I took another one, another flower came out, then I thought that if there were more flowers it was because there would be human or animals. So I took the bike and went to investigate. I was exploring all over the surface when I found a cave surrounded and full of flowers, something had to be there and then I grabbed a flashlight and went inside. Inside it was full of flowers and other plant species that did not come out when I stepped. There was also a gold plant and I went to get it, it was bright, shiny and beautiful, it was it that produced the plants, but there had to be some living thing. When I picked up the golden rose, the cave began to tremble and suddenly a threefoot-tall man came out with a beard, mustache and hair that dragged him across the floor. And he said to me: why have you taken that rose, it was mine, now we have to escape. We ran towards the exit and the cave collapsed. That rose had amazing power, then she rebuilt the cave in a couple of hours, or minutes. She took the rocket, cut it in half and put it on the ground, so I stayed there to live with the strange man and lived there very well.
267
Stories of Lights in the Sky
Altın Gül Oraya vardığımda sadece toprak, kum ve bitkiler vardı, ama su yoktu. Bitkilerin su olmadan yaşaması garipti, bu gezegene özgüydü. Bir adım attığımda, bir çiçek çıktı ve bir adım daha aldığımda, başka bir çiçek çıktı, sonra burada yaşayan insan ya da hayvan varsa, daha fazla çiçek olması gerektiğini düşündüm. Sonra bisikleti aldım ve keşfetmeye çıktım. Her yanı çiçeklerle çevrili bir mağara bulduğumda her yanı gezmiştim, orada bir şey olmalıydı ve sonra bir el feneri alıp içeri girdim. İçerisi, ben adım atmadan önce var olan çiçekler ve diğer bitkilerle doluydu. Ayrıca bir altın bitki vardı ve onu almaya gittim, parlak, ışıl ışıl ve güzeldi. Bitkileri var eden oydu, ama başka canlılar da olmalıydı. Altın gülü aldığımda, mağara titremeye başladı ve aniden üç metrelik sakallı, saçlı bir adam çıkıverdi ve beni yerde sürükledi. Ve bana, "Neden gülümü aldın? Benimdi, şimdi hemen kaçmalıyız." dedi. Çıkışa doğru koştarken mağara çöktü. Bu gül inanılmaz bir güce sahipti, mağarayı birkaç saat veya dakika içinde yeniden inşa etti. Sonra roketimi darma duman etti. Bu yüzden garip adamla orada kaldım ve çok güzel günlerim oldu.
David Marcos 1ºB Valladolid, Spain 268
Write for the Multilingual Book
Turuncu Orman Gezegeni Melis gökyüzüne ve uzaya çok meraklıydı, henüz on iki yaşında olmasına rağmen birçok gezegeni görmüştü. Yine bir uzay yolculuğu yaklaşıyordu fakat bu yolculuk güneş sisteminin dışındaki henüz tam olarak özellikleri bilinmeyen bir gezegene idi. Onu Melis keşfetmişti ve Uzay Ajansı bu gezegene ilk yolculuğu onun yapmasına onay vermişti. Yolculuğunda ilk olarak Ay’ın yüzeyini yakından gördü ve bu görüntü çok hoşuna gitti. Daha sonra dünyaya en yakın gezegen olan Venüs’ün yanından geçti. Fakat gideceği gezegene ulaşması için uzun bir yolculuk bekliyordu. Melis Venüs’ten uzaklaşırken kendini aniden göktaşlarının içinde buldu. Uzay gemisi bu zorlu görevler için özel tasarlanmış bir yazılım tarafından idare ediliyordu ve göktaşlarının arasından kolayca yoluna devam etti. Yorulduğunu hissetti ama keşfettiği gezegenin karşısına çıkmasını heyecanla bekliyordu. Melis güneşi arkasında bırakmıştı, uzayın karanlık bölgelerine doğru ilerliyordu. Bir süre sonra gezegeni karanlığın içinde küçük bir ışık parçası olarak belirdi. Işığa yaklaştıkça heyecanı daha da artıyordu. Uzaktan küçücük bir ışık olarak görünen bu yer, Melis yaklaştıkça daha parlak hale geldi. Biraz sonra göz alıcı bir güzelliği ile gezegeni belirginleşti, çok şaşırdı. Gezegenin her yanı rengârenkti ve etrafa ışıklar saçıyordu. Yüzeye inmeden önce uzay gemisiyle üzerinde dolaşmaya
269
Stories of Lights in the Sky
başladı. İlk olarak karşısına çok geniş bir deniz çıktı, denizin rengi kırmızıydı. Dağlar ve ormanlar elmas gibi parlıyordu. Yukarıdan gezegene baktıkça merakı arttı ve uzay gemisiyle inebileceği bir yer bulup biraz da çevreyi yakından görmek istedi ve uzay gemisinin güvenli olduğunu onayladığı bir yere iniş yaptı, yakındaki bir ormana doğru yürümeye başladı. Ormandaki ağaçlar dünyada gördüğü ağaçlara benzemiyordu, renkleri turuncuydu ve üzerlerinde meyveye benzeyen ışıltılar vardı. Buna çok şaşıran Melis bu gezegende kim bilir ne kadar ilginç canlılar yaşıyordur, diye düşündü. Melis bu gezegene ‘Turunçya’ adını vermişti. Gezegende dolaşırken Ayşe de yanımda olsaydı ve bu güzellikleri görseydi diye aklından geçirdi. Ayşe en yakın arkadaşıydı ve insan hangi güzel olayı yaşarsa yaşasın sevdikleriyle beraber olmadığında hep bir parça eksik kalıyordu. Gezegende biraz daha dolaştıktan, görüntü kayıtları ve numuneler aldıktan sonra dönüş yolculuğuna başladı. Annesi Ece ve babası Fatih, Melis’i bekliyorlardı. Melis de onlara gezegeninden bahsetmek için sabırsızlanıyordu. Artık uzayda adını Melis’in verdiği ve sadece onun üzerinde yürüdüğü çok özel ve büyüleyici bir gezegen vardı.
Planet of the Orange Forest Melis was very curious about sky and space. Although she was just 12, she saw many planets. Again, space travel was approaching, but this travel was towards a planet outside the solar system whose features were not exactly known, yet. Melis discovered it and the Space Agency approved her first travel to this planet. During her journey, firstly she saw the surface of the
270
Write for the Multilingual Book
moon very closely and liked this view very much. Then, she passed by Venus which is the closest planet to the Earth. However, she was waiting for a long journey to reach her destination planet. While Melis was moving away from Venus, suddenly she found herself in meteorites. Spaceship was being controlled by software that was especially designed for these challenging tasks and she continued her way among meteorites. She felt tired, but she was excitedly waiting to come across the planet she discovered. She left the sun behind and was moving toward the dark areas of space. After a while, her planet appeared as a small piece of light in darkness. The closer she approached to the light the more she got excited. When she approached this place, where was seen as a small piece of the light from a far, became brighter. A little later, the planet with its glamorous beauty became apparent, and she was so surprised. The whole planet was colourful and shinning around. Before she landed on the surface, she started to wander above it. Firstly she came across a very large sea and the colour of the sea was red. Mountains and forests were shinning like a diamond. As she looked at the planet from above, her curiosity increased and she wanted to find a place to land with her spaceship. So she found a suitable place, and she landed after the spaceship confirmed that was safe and started walking into a nearby forest. Trees in the forest didn’t look like the trees in the world. Their colour was orange and there were shining sparkles which looked like fruits on them. Melis thought that how many there were interesting creatures in this planet because she surprised this. Melis called this planet as ‘Mandarland’. As she walked around, she wished Ayşe was with
271
Stories of Lights in the Sky
her. AyĹ&#x;e was her closest friend and the greatest things were worthless unless we experienced it with our loved ones. After walking around the planet a bit more, and taking images and samples, she began her inward journey. Her mother Ece and her father Fatih were waiting for her. She was excited to tell them about the planet. Now in space, there is a very special and fascinating planet which named after Melis and only she walked on.
illustrated by Elife Sude, 6/A Beyzanur 7/A Elbistan, TĂźrkiye 272
Write for the Multilingual Book
O Monstro no Planeta do Doces Eu acordei noutro planeta: o Planeta dos Doces. O planeta tinha rios de chocolate, peixes de gomas, árvores de rebuçados de maçã e pássaros de bolachas. Eu fiquei muito feliz. Nesse planeta construí uma casa de gomas e pesquei muitos peixes de gomas também, mas quando ficava de noite, a noite era mesmo muito escura e aparecia sempre um monstro que me destruía tudo. Eu decidi ganhar coragem e enfrentá-lo. Então quando o dia nasceu, fui à sua procura e andei muito… Andei tanto que fiquei muito cansado, mas quando vi o monstro disse: “Monstro, porque é que tu destruíste tudo o que eu contruí?” “Porque eu não tenho amigos, estou sozinho e ninguém quer brincar e ser meu amigo” “Porque não disseste isso antes de destruíres tudo? Eu quero ser teu amigo! Mas como destruías tudo, eu ficava com medo de ti” “Desculpa, mas eu quando estou triste fico um pouco violento, eu também quero ser teu amigo!” Então o monstro aceitou ser meu amigo. Juntos tivemos muitas aventuras, brincámos muito e construímos muitas casas de chocolate. Comemos muitos doces e o monstro ficou mais doce que nunca! Ele prometeu-me que não destruía mais nada e cada vez que ficasse triste falava comigo, porque os amigos são para os bons e maus momentos. Que planeta maravilhoso conheci! Fiz um amigo e transformei-o no melhor que ele podia ser!
273
Stories of Lights in the Sky
The Monster on the Planet of Candies I woke up on another planet, the Planet of Candies. The planet had rivers of chocolate, gummy fish, candy apple trees and cookie birds. I was very happy. On this planet, I built a house of gummy bears and I fished a lot of gummy fish too. At night, the sky was really dark and there was always a monster that would destroy everything during at that time. I decided to be a grown boy and face him. So when the day arose, I went looking for him and I walked, walked so much that I got tired but when I saw the monster, I said: “Monster, why did you destroy everything I built?” “Because I don't have friends, I'm alone and nobody wants to play and be my friend.” “Why didn't you say that before you destroyed everything? I want to be your friend! But since you destroyed everything, I was afraid of you.” “I'm sorry, but when I'm sad I get a little violent, I want to be your friend too!” So the monster agreed to be my friend. Together we had many adventures, played a lot and built many chocolate houses. We ate a lot of candies and the monster got sweeter than ever! He promised me he wouldn't destroy anything else, and every time he got sad, he talked to me, because friends are for good and for bad. What a wonderful planet I've known! I made a friend and made him the best he could be!
274
Write for the Multilingual Book
Şeker Gezegeni‘ndeki Canavar Başka bir gezegende uyandım; şeker gezegeni. Gezegende çikolata nehirleri, sakız balıkları, elma şekeri ağaçları ve kurabiye kuşları vardı. Çok mutlu oldum. Bu gezegende, sakız ayısı ev inşa ettim ve bir sürü de sakız balığı yakaladım. Geceleri, gökyüzü oldukça karanlıktı ve her gece yaptıklarımı yok eden bir canavar geliyordu. Yetişkin bir çocuk olmaya ve onunla yüzleşmeye karar verdim. Böylece bir gün hava kardığında canavarı aramaya çıktım, öyle çok yürüdüm ki sonunda yoruldum ama canavarı görünce: “Canavar, neden yaptığım her şeyi yok ettin?” “Çünkü arkadaşlarım yok, yalnızım ve kimse benimle oynamak ve arkadaşım olmak istemiyor.” “Neden her şeyi yok etmeden önce bunu söylemedin? Arkadaşın olmak isterim, ama her şeyi yok ettiğin için senden korkuyordum…“ “Üzgünüm, ama ben üzgün olduğumda şiddete meylediyorum, arkadaşın olmayı çok istiyorum!” Böylece canavar arkadaşım olmayı kabul etti. Birlikte birçok macera yaşadık, çok oynadık ve birçok çikolata evi inşa ettik. Bir sürü şeker yedik ve canavar her zamankinden daha sevecen oldu! Artık hiçbir şeyi yok etmeyeceğine söz verdi ve ne zaman üzülse, benimle konuştu, çünkü arkadaşlar iyi ve kötü günler içindir. Ne harika bir gezegeni keşfetmiş oldum! Bir arkadaşım oldu ve elimden geldiğince iyiliği için uğraştım!
275
Stories of Lights in the Sky
276
Write for the Multilingual Book
Tomás 5ºC Santarém, Portugal
277
Stories of Lights in the Sky
Një ditë midis yjeve Kler është një 14 vjeçare shumë e bukur, e edukuar dhe e sinqertë, e cila jeton në jetimore. Gjithnjë urejti të shkonte në shkollë pasi që aty ballafaqohej me lloj llojë tallje dhe përqeshje si nga shokët ashtu dhe nga moshatarët. E thirnin budalla. Por pse vall e thirnin ashtu? Asaj i pëlqente astronomia. Ajo ëndëronte të bëhet astronaut kur të rritet, dhe gjithnjë e mbante me vete një libër të pa përfunduar, të quajtur “Një ditë midis yjeve”. Te libri ishin përfshi fakte interesante për shumë objekte qiellore, si dielli, hëna, planetet, yjet, galaksitë dhe gjithë universin. Por ajo që ja tërhekte vëmendjen dhe e shtynte ende më tepër të hulumton ishte gjuha që se kishte dëgjuar dhe se njihte askush. Një gjuhë e përbërë prej një seri shenjash dhe germash, gjë për të cilën Kler ishte kaq e bindur që përdoret diku, ndërsa vazhdimisht e përqeshur nga shokët e klasës. Askush nuk i besoj se një ditë do ta arrinte qëllimin. Askush nuk i besoj se do të bëhet astronaut përveç Oliviës. Olivia ishte shoqja e ngusht e saj të cilën ajo e donte pa masë. Ajo e mbështeste në gjithçka. Por një ditë duke biseduar për të ardhmen e tyre i tha “Shpresoj që ëndra jote të realizohet por mundet kur të rritesh thjesht ta ndërosh mendjen dhe të zgjedhish një profesion tjetër”, diçka që e preku shumë. U dëshpërua dhe u nervozua njëkohësisht. Atë natë në jetimore qëndroi pranë dritares. I vëzhgonte yjet lart në qiell duke menduar sa shumë i mungonin prindërit. “Ju do të kishit besim
278
Write for the Multilingual Book
tek unë dhe do të krenoheshit me mua. Jam shumë e vetmuar! Por, mundet dhe jo! I kam yjet. Edhe pse nuk i shoh gjatë ditës ato janë aty si ti mami dhe ti babi, gjithnjë pranë meje. Por jo. Ato sjanë asgjë përveç fantazma, trupa të vdekur”. Kler nuk kishte familje tjetër. Ajo ishte i vetmi i mbijetuar i aksidentit. Sapo i kishte mbushë tre. Kur e çuan në jetimore nuk kishte asgjë përveç një byzylyku nga litari dhe librin e pa përfunduar të mamasë. Para se të bjerë të flejë atë natë Kler vendosi të lutet zotit. U lut që së paku nëse jo diçka më shumë bile një ditë të qëndron në një planet tjetër. Lutja e saj ishte aq nga zemra sa që qielli e dëgjoj. Ashtu duke u munduar të flente Kler vërejti një dritë të forte nga jasht. Vinte nga një yll. Që habija e saj të jetë edhe më e madhe byzylyku nga litari papritmas nisi të zgjatet dhe sikur lëvarej nga vetë ylli që shëndriste. Vendosi ta ndjeki dritën. E nxori byzylykun nga dora dhe e lidhi për këmbëzën e krevatit. Ashtu do të ngjitej te ylli. Premtoj që do të këthehet. E morri me vete dhe librin e mamasë për çdo rast. U ngjit dhe u ngjit dhe papritmas e gjeti veten në një planet tjetër. Litari humbi. U tremb. Si do të këthehej tani! Por aty ishte kaq bukur. Ajo do të mund të eksploronte. Duke hulumtuar takoj dhe 4 alien. Ato u habitën kur vërejtën një njeri në Jupiter. Nisën ti flasin ndërsa Kler edhe më tepër u habit. Ajo i kuptonte. Por si ishte e mundur kjo. Kjo ishte gjuha e librit. U miqësuan shumë shpejt. I treguan shumë fakte ende të panjohura në Tokë. Pasi e kishte librin me vete Kler i plotësoj faqet e zbrazëta. Kur e plotësoj dhe faqen e fundit litari u shfaq përsëri. Kjo ishte shenja se ajo duhet të këthehej pas dh eta botonte librin.
279
Stories of Lights in the Sky
Kështu dhe bëri. E botoj librin e kompletuar dhe u bë shumë e famshme. E studio astronominë dhe u bë astronaut. Edhe pse askush nuk i besoj edhe pse çdokush e nënvlersoj ajo kurrë nuk e humbi besimin, përkundrazi vetbesimi i saj u rrit dhe ajo e arriti të pamundurën.
A Day among the Stars Clair is a very beautiful, smart 14-year-old girl living in an orphanage, a very well behaved and honest. She hated going to school because there she was facing all sort of bullying, mocking and laughter from her classmates and peers. They called her as a nerd. But why did they call her that way? She loved astronomy, she dreamed of becoming an astronaut when she grows up, and she always carried an unfinished book called “A day in another planet”. In that book were involved a lot of interesting facts about a lot of objects in the sky such as the sun, the Moon, the planets, stars, galaxies, and the whole universe. In that book was also included something that always caught Clair’s attention and made her dive into studying it, it was a language that no one ever heard before. A language with a set of very weird signs and letters and Clair always believed that it was real and that that language is used somewhere but on the other hand her classmates always laughed at her for believing so. No one ever believed that she will achieve her goals and become an astronaut except for Olivia. Olivia is Clair’s best friend whom she loved dearly, and Olivia always supported her, but one day, as they were talking about their future Olivia told
280
Write for the Multilingual Book
Clair that everything is possible and you can make it if you really work hard towards it, and then she says “But Clair, about that dream of yours, I hope it’ll come true but maybe when you will grow up you’ll get over it and you will choose another profession instead”. Clair was devastated; she thought that even her best friend doesn’t believe in her after all. When she returned at the orphanage she got really angry, and that evening she sat by a window, she looked at the sky filled with bright beautiful stars and thought to herself how much she misses her parents, and she whispers “I know you two would believe in me and you’d be proud of me”, then she continued “I have no one. Oh No, I do, the stars are with me, even if I can’t see them during the day I know they are there, same as you mom and dad, but no”, she thought again “even the stars are not there, they’re just ghosts, we see their light but their bodies died long, long ago and they are already dead by the time the light of some stars gets here”. Clair had no family other than her parents, but after a road traffic accident Claire was the only survivor and she was three years old. When they took her to the orphanage the only two things she possessed were a rope bracelet of her mothers and a book “In another Planet” that her mother wrote but she passed away before completing it. After that talk she had with Olivia, she got upset and felt so alone and when she got ready to go to bed she decided to pray. She prayed to go and spend at least a day in another planet. Clair prayed so hard that the sky heard her. When she was done Clair closed her eyes and suddenly she couldn’t fall asleep because she noticed a light coming from outside her window
281
Stories of Lights in the Sky
and the light was coming from a star. Clair was amazed and at that exact moment, she notices that the rope bracelet she always carried with her was getting longer and longer and it was directed towards a bright sky object. Clair realized that that sky object was calling her and she decided to follow the light. Clair took off her bracelet, tied it to her bed in order to climb her way to the sky and promised her bracelet she’ll be back in a day because she loved it so much. Clair took her mother’s book in case she never returns back. Then Clair climbed the rope and got to another planet. When she got there the rope disappeared and she panicked because she promised she would get back but Claire was amazed and so excited that she gets to explore a planet. As she was exploring she bumps into 4 aliens. The aliens were shocked when they saw a human being in Jupiter and they start to talk and Clair understands everything because they used the language that was written in her mother’s book, and Clair has been studying that language. They got along so well and the aliens told Clair a lot of interesting facts about the universe that were nowhere to be found on Earth, and since she had the book with her, she wrote all of that stuff in the blank pages at the end of the book. At the moment she finished the last page the rope reappeared It was a sign that she had to go back. so when she gets back on Earth she gets to publish it. When Clair got back she published the complete book, she became famous and when she grew up she studied astronomy and became an astronaut. Even though no one believed her and despite all of the bullying, she believed in herself.
282
Write for the Multilingual Book
Yıldızların Arasında Bir Gün On dört yaşındaki Clair yetimhanede yaşayan çok güzel, akıllı, hanım hanımcık ve dürüst bir kızdı. Okula gitmekten nefret ediyordu çünkü sınıf arkadaşları ve akranlarının her türlü zorbalık, alay ve dalga geçmeleriyle karşı karşıya kalıyordu. Ona ’inek’ diyorlardı. Ama neden onu böyle çağırıyorlardı? Astronomiyi seviyor, büyüdüğünde astronot olmayı hayal ediyordu. Yanında her zaman yarım kalmış “Gökyüzündeki Işıkların Öyküsü” isimli kitabı taşıyordu. Bu kitapta, güneş, ay, gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve tüm evrendeki gök cisimleri hakkında birçok ilginç bilgiler yer alıyordu. Bu kitapta Clair'in dikkatini üzerinde tutan, onu incelemeye cezbeden bir şey daha vardı; daha önce hiç kimsenin bilmediği bir dil. Bu çok garip bir dizi işaretler ve harfleri içeren ve Clair’in bir yerlerde gerçekten konuşulduğuna inandığı bir dildi, diğer taraftan sınıf arkadaşları buna inandığı için onunla dalga geçiyordu. Olivia dışında hiç kimse hedeflerine ulaşacağına, bir astronot olacağına inanmıyordu. Olivia, Clair'in çok sevdiği en iyi arkadaşıydı, hep Clair’i desteklerdi. Ancak bir gün, gelecek planlarını konuşurken Olivia, Clair'e her şeyin mümkün olduğunu, gerçekten çok çalışırsa hayallerine ulaşabileceğini söylemiş ve sonra “Clair, astronot olma hayaline gelince, umarım bir gün gerçekleşir ama belki büyüyünce vazgeçer, yerine başka bir meslek seçersin” diye eklemişti. Clair kötü hissetti; en iyi arkadaşının bile ona inanmadığını düşündü. Yetimhaneye döndüğünde çok sinirliydi. O akşam pencerenin önüne oturdu, parlak güzel yıldızlarla dolu gökyüzüne bakarken ailesini ne kadar özlediğini düşündü ve “İkinizin bana inanacağını ve
283
Stories of Lights in the Sky
benimle gurur duyacağınızı biliyorum "diye fısıldadı, sonra "Kimsem yok. Hayır, hayır, yıldızlar benimle. Anne, baba, tıpkı sizin gibi, gün boyunca görmesem de orada olduklarını biliyorum.” Tekrar düşündü “yıldızlar bile yok, onlar da sadece hayalet, ışıkları var ama kendileri uzun zaman önce söndüler. Gördüğümüz bazı yıldızlar ölseler bile biz uzun yıllar ışıkları gelmeye devam eder.’ Clair anne ve babası dışında yakını yoktu, üç yaşındayken geçirdikleri bir trafik kazasından sadece Clair’e kurtulmuştu. Onu yetimhaneye götürdüklerinde, sahip olduğu iki şey, annesinin ip bileziği ve annesinin yazdığı “Bambaşka Bir Gezegende” kitabıydı, ancak bitirmeden önce vefat etmişti. Olivia’nın söylediklerine üzüldü, kendini çok yalnız hissetti ve yatmaya hazır olduğunda dua etmeye karar verdi. O gezegende en az bir gün geçirmek için dua etti. Clair, o kadar çok dua etti ki gökyüzü onu duydu. Bittiğinde Clair gözlerini kapattı ama uyuyamadı; çünkü pencerenin dışından gelen ışığı fark etti, bu ışık bir yıldızdan geliyordu. Clair şaşırdı, tam o anda, her zaman kolunda taşıdığı ip bileziğin uzadıkça uzadığını ve gökyüzünde parlayan ışığa doğru yöneldiğini gördü. Clair, ışığın onu çağırdığını düşündü ve ışığı takip etmeye karar verdi. Clair bileziğini çıkardı, gökyüzüne doğru tırmanmak için yatağına bağladı, bileziğine bir günde geri döneceğine söz verdi çünkü onu çok seviyordu. Clair, geri dönmemesi ihtimaline karşı annesinin kitabını aldı. Sonra Clair ipe tırmandı ve başka bir gezegene ulaştı. Oraya vardığında ip kayboldu ve panikledi, çünkü geri döneceğine söz vermişti. Claire hayret içindeydi, yeni bir gezegeni keşfetmenin heyecanı vardı. Yürürken dört uzaylıyla çarpıştı. Uzaylılar, Jüpiter'de bir insan görmenin şokuyla
284
Write for the Multilingual Book
bağrışmaya başladılar ve Clair dediklerini anladı çünkü annesinin kitabında yazılan dili kullanıyorlardı. Clair bu dili incelemişti. Çok iyi anlaştılar ve uzaylılar, dünyada kimsenin bilmediği evren birçok ilginç gerçeklerini Clair'e anlattılar. Yanına aldığı kitabın sonundaki boş sayfalara tüm bu şeyleri yazdı. Son sayfayı bitirdiği anda ip yeniden göründü, bu dönüş vaktinin geldiğinin işaretiydi ve böylece dünyaya geri döndüğünde onu yayımlayacaktı. Clair, geri döndüğünde tamamladığı kitabıyla ünlendi. Büyüdüğünde Astronomi okudu, astronot oldu. Tüm alaycılara, ona inanmayanlara rağmen kendine inandı.
Anda VII-5 Skopje, North Macedonia 285
Stories of Lights in the Sky
Moja przygoda Pewnego razu obudziłam się na innej planecie, która jak się potem okazało, nazywała się Tresa. Dokładniej obudziłam się na małej polanie, do której prowadziła dróżka z wielkich kamyków. Wokół polany rozciągał się las. Kiedy rozejrzałam się dokładniej, stwierdziłam, że mogę powędrować dalej kamienną dróżką. Szłam około godziny i poczułam głód. Ponieważ dróżka powoli się kończyła, chciałam zawrócić, ale zobaczyłam małą norkę. Po chwili usłyszałam dochodzące z niej odgłosy. Jak się potem okazało w norce ukrywał się mały zajączek. Na planecie Tresa zwierzęta potrafiły mówić. Mały królik nazywał się Ker i szukał marchewki. Podeszłam do króliczka i delikatnie posadziłam go na kolana. Mały króliczek spojrzał na mnie i zapytał lekko przestraszony: “Kim jesteś? Jak masz na imię? Jak się tu znalazłaś? “ Odpowiedziałam na wszystkie pytania. Wyjaśniłam mu, że przybyłam tu w trakcie snu i mam na imię Paulina. Wtedy zapytał: “Czy jesteś głodna?” “Tak! I to bardzo” - odpowiedziałam. “To wspaniale, wiem, gdzie możemy znaleźć coś do jedzenia, to niedaleko stąd.” “Dobrze, chodźmy szybko” powiedziałam. Wydawało mi się, że podążamy w stronę lasu, ale potem króliczek Ker powiedział, że idziemy do jego dwóch
286
Write for the Multilingual Book
przyjaciół: Kory i Ceta. Gdy już doszliśmy do przyjaciół Kera, w końcu mogliśmy coś zjeść. Króliczki miały kosz pełen marchewek i pomarańczy. Cet zapytał mnie, czy wolę marchewki, czy pomarańcze. Odpowiedziałam, że wolę pomarańcze. Ker pobiegł szybciutko po owoce i dzbanek wody. Na wózku zaserwował tacę z pomarańczą i dzbankiem wody. W tym samym czasie pomagałam Korze i Cetowi rozłożyć koc na pięknym, żółtym piasku. Na kocu ułożyliśmy małe, okrągłe talerzyki. Gdy Ker przyniósł dla mnie pomarańcze i dzbanek wody, zaczęliśmy rozmawiać o planecie Tresa, o mnie i króliczkach. Potem ruszyliśmy plażą do pewnego kraba, Serta, który podobno zaprosił nas na obiad. Szliśmy do niego dwie godziny, a gdy już doszliśmy, Sert oznajmił nam, że na obiad będą krewetki, małże i mozzarella, a na deser morskie lody. Dla mnie najlepsze były morskie lody. Zaraz potem krab Sert zaproponował wszystkim jeszcze zupę rybną i dzbanek wody morskiej z cytryną . Sert miał wielkie muszle, w których serwował zupę, a jako łyżek i widelców używał kręgosłupów ryb. Wszystko nam smakowało, podziękowaliśmy krabowi Sertowi za pyszny obiad. Na dalszą drogę krab Sert zapakował nam krewetki i małże. Przeszliśmy spory kawałek drogi, gdy zobaczyliśmy średniej wielkości chatkę. Jak się potem okazało był to dom królików. Nagle pogoda całkowicie się zmieniła. Cały czas od mojego przybycia na wyspę Tresa świeciło słońce, a teraz zaczął padać deszcz. Ker zaproponował, żebyśmy się szybko wysuszyli i weszli do środka. Chatka króliczków była zbudowana z drewna. Prowadziła do niej ścieżka z małych kamyczków. Kiedy weszliśmy do środka, zapoznałam się z dwoma bobrami. Jak się
287
Stories of Lights in the Sky
potem okazało, państwo bobrowie przygarnęli do siebie króliczki podczas strasznej burzy. Pani bobrowa zaproponowała nam wszystkim herbatę i ciasteczka z miodem. Około godziny trzeciej po południu pani bobrowa poprosiła mnie, abym poszła do lasu, który był niedaleko ich domu, aby nazbierać poziomek, borówek i malin. Gdy weszłam do lasu, zauważyłam coś złotego. Kiedy podeszłam bliżej, zobaczyłam dwa złote renifery, które były bramą do chatki stojącej pośrodku lasu. Zaraz obok reniferów znajdowały się krzewy poziomek, borówek i malin. Gdy skończyłam zrywać leśne owoce, wróciłam do chatki bobrów i króliczków. Moją uwagę przykuł ich ogródek. Z lewej strony posadzone były rośliny takie jakie znałam z mojego ogrodu na Ziemi, z prawej czekoladowe słodycze. Zauważyłam lizaki, cukierki na patykach i tabliczki czekolady. Chwilę później wchodziłam już do domu z koszem pełnym borówek, poziomek i malin. Pani bobrowa w tym czasie piekła ciasto, a ja opowiadałam panu bobrowi o chatce i złotych reniferach. Pan bóbr poinformował mnie, że w tamtej chatce mieszkał lis Lan. Potem pani bobrowa dodała, że za jego domem jest jeszcze jeden malutki domek - spiżarka, w której lis trzyma złote jabłka, gruszki i kosz pełen złotego owocu laki. Laki, z tego co słyszałam od bobra, wyglądem przypominała
288
Write for the Multilingual Book
gruszkę, a smakiem poziomkę z jagodą. Miał tam jeszcze trzy słoiki złotego miodu, do którego dodawał kilka kropli soku z pomarańczy, dlatego miód w smaku był przepyszny. Lis Lan często zapraszał państwa bobrów i króliczki do siebie na desery. Jedli wtedy złote jabłka ze złotym miodem. Widać Lan nie wrócił jeszcze z polowania, dlatego nie zauważył jak zrywam leśne owoce. Nagle ktoś zadzwonił do drzwi. Był to lis Lan. Miał dla nas wiadomość. Chciał zaprosić nas na podwieczorek do swojego domu. Zgodziliśmy się i szybko poszliśmy do jego chatki. Gdy weszliśmy do środka, zobaczyliśmy trzy półki, na których stały śliczne posągi zwierząt - złote sowy, srebrne sarny i brązowe renifery. Lan miał też lampę, która był taka wysoka jak on. Zjedliśmy kilka złotych jabłek z miodem i ciasto, które pani bobrowa zabrała ze sobą. Podziękowaliśmy Lanowi za podwieczorek i ruszyliśmy w stronę chatki bobrów i króliczków. Trzeba było zabrać się za przygotowanie kolacji. Pani bobrowa zaparzyła herbatę i nalała do małych dzbanków trzy różne soki: poziomkowy, malinowy i borówkowy. Pan bóbr wyjmował krewetki i małże i kładł je powoli na talerz. Powiedział, że dostaliśmy te smakołyki od kraba Serta. Natomiast ja z
289
Stories of Lights in the Sky
króliczkami zrobiłam sałatkę i nakryłam do stołu. Gdy wszystko było gotowe, usiedliśmy przy stole i zaczęliśmy jeść. Najbardziej smakowała mi herbata z sokiem malinowym. Po kolacji króliczki w prezencie ofiarowały mi posąg dziewczynki, którą nazwały Paulina. Podziękowałam bardzo króliczkom i państwu bobrom za ugoszczenie w ich chatce. Potem razem z panem bobrem zdecydowaliśmy, że możemy już pójść spać. Pożegnałam się z króliczkami, panem bobrem, panią bobrową i poprosiłam o przekazanie pozdrowień dla kraba Serta i lisa Lana. Potem wszyscy zasnęliśmy. Kiedy się obudziłam, zauważyłam, że jestem u siebie w pokoju, ale pozostała ze mną jedna pamiątka – otrzymany od króliczków posąg Pauliny.
My Adventure One time I woke up on another planet, which I later noticed was called as Tresa. More precisely, I woke up in a small clearing, which led to a path made of large stones. There was a forest around the clearing. When I looked more closely, I was going on a stone path. I walked for about an hour and felt hungry. Since the path was slowly ending, I wanted to turn back but I saw a small hole. After a while I heard noises coming from it. As it turned out later, a small bunny was hiding in the mink. On the planet Tresa, animals could speak. The little rabbit was called Ker and he was looking for a carrot. I went to the bunny and gently put him on my knees. The little bunny looked at me and asked slightly scared:
290
Write for the Multilingual Book
“Who you are? What's your name? How did you get here?” I answered all the questions. I explained to him that I came here while sleeping and my name is Paulina. Then he asked: “Are you hungry?” “Yes! So much.” “That's great, I know where we can find something to eat, it's not far from here.” "Good, let's go quickly" - I said. It seemed to me that we were going towards the forest, but then bunny Ker said we were going to his two friends: Kor and Cet. Once we got to Ker's friends, we could finally eat something. The bunnies had a basket full of carrots and oranges. Cet asked me if I prefer carrots or oranges. I replied that I prefer oranges. Ker ran quickly for fruit and a jug of water. He served an orange on a tray and a jug of water. At the same time, I helped Kora and Cet to spread a blanket on a beautiful yellow sand. We put small round plates on the blanket. When Ker brought the meal for me, we started talking about the planet Tresa, me and the bunnies. Then we went to the beach to a crab, Sert, who reportedly invited us for dinner. It took two hours to walk to him and when we got there, Sert told us that there would be shrimp, mussels and mozzarella for dinner, and sea ice cream for dessert. For me, sea ice cream was the best. Immediately after that, Sert the Crab offered us fish soup and a jug of sea water with lemon. Sert had great soup shells, and we used the spines of fish as spoons and forks. After the feast we thanked Sert the Crab for a delicious dinner. For further journey, Sert the Crab packed shrimp and mussels for us.
291
Stories of Lights in the Sky
We went a long way when we saw a medium-sized cottage. As it turned out later, it was a house of rabbits. Suddenly the weather changed completely. The sun was shining all the time since my arrival on Tresa, and now it started to rain. Ker suggested to dry ourselves quickly and go inside. The bunny hut was built of wood. A path of small pebbles led to it. When we got inside, I met two beavers. As it turned out later, the beavers invited bunnies to live with them. Ms. Beaver offered all of us tea and cookies with honey. Around 3 p.m., Mrs. Beaver asked me if go to the forest, which was near their house, to pick up wild strawberries, blueberries and raspberries. When I arrived at the forest, I noticed something seeming as gold. When I came closer, I saw two golden reindeers, which were the gate to a hut in the middle of the forest. Right next to the reindeers, there were bushes of wild strawberries, blueberries and raspberries. When I finished picking up the forest fruit, I returned to the hut of beavers and bunnies. My attention was caught by their garden. On the left, there were plants like the ones I knew from my garden on Earth. On the right, there were chocolate sweets. I noticed lollipops, candy sticks and chocolate bars. A moment later I was entering the house with a basket full of blueberries, strawberries and raspberries. Mrs. Beaver was baking a cake at that time, and I told Mr. Beaver about the hut and the golden reindeer. Mr. Beaver told me that Lan the Fox lived in the hut. Then Mrs. Beaver added that there was another tiny house behind his house - a pantry, in which he kept golden apples, pears and a basket full of the golden laki fruit. The Laki, from what I heard from the beaver, looked like a pear, and had the taste of wild strawberry with blueberry. He had three jars of
292
Write for the Multilingual Book
golden honey there, to which he added a few drops of orange juice, that is why the taste of honey was delicious. Lan the Fox often invited beavers and bunnies for desserts. They ate golden apples with golden honey. You could see Lan didn’t return from hunting yet, so he didn’t notice when I picked forest fruits. Suddenly someone knocked at the door. It was Lan the Fox. He had a message for us. He wanted to invite us to tea at his home. We accepted it and quickly went to his hut. When we went inside, we saw three shelves with beautiful animal statues - golden owls, silver deer and brown reindeers. Lan the Fox also had a lamp that was as tall as him. We ate a few golden apples with honey and a cake that Mrs. Beaver took with her. We thanked Lan the Fox for afternoon tea and headed towards the hut of beavers and bunnies. We had to get ready for dinner. Mrs. Beaver made tea and poured three different juices into small pitchers: wild strawberry, raspberry and blueberry juice. Mr. Beaver took out shrimp and mussels and slowly put them on a plate. Shrimps and mussels were from Sert the Crab. However, I made a salad with bunnies and set the table. When everything was ready, we sat down at the table and began to eat. I liked the tea with raspberry juice most. After dinner, the bunnies gave me a statue of a girl whom they called Paulina. I thanked bunnies and the beavers for a warm welcome in their hut. Then, together with Mr. Beaver, we decided that we could go to sleep. I said goodbye to the bunnies, the Beaver family, and asked them to send my regards to Sert the Crab and Lan the Fox. Then we all fell asleep. When I woke up, I noticed that I was at home in my room, but one souvenir remained with me - the statue of Paulina I received from the bunnies.
293
Stories of Lights in the Sky
Benim Maceram Bir keresinde ‘Tresa’ denildiğini öğrendiğim bir gezegende uyandım, daha doğrusu büyük taşlardan yapılmış bir yola açılan küçük bir patikada uyandım. Patikanın etrafında ağaçlar vardı. Daha yakından baktığımda taşlı bir yolda olduğumu fark ettim. Yaklaşık bir saattir yürüyordum, açtım. Yol yavaş yavaş biterken geri dönmeyi istedim fakat küçük bir delik gördüm. Bir süre sonra delikten gelen sesler duydum. Sonra küçük bir tavşanın orada saklandığını fark ettim. Tresa gezegeninde hayvanlar konuşabiliyordu. Ker adında küçük bir tavşan havuç arıyordu. Yanına gittim ve nazikçe dizlerimin üstüne koydum. Küçük tavşan bana baktı ve biraz ürkmüş bir şekilde; “Sen kimsin, adın ne, buraya nasıl geldin?” diye sordu. Bütün soruları cevapladım. Ona buraya uyurken geldiğimi ve adımın Pauline olduğunu söyledim. Daha sonra “Aç mısın?” diye sordu. “Evet, çok açım.” “Harika! Yemek için bir şeyler bulabileceğimiz bir yer biliyorum. Buradan çok uzakta değil.” “Hadi, çabucak gidelim o zaman.“ Ormana gidiyoruz diye düşündüm fakat daha sonra tavşan Ker, Kora ve Ceta adındaki iki arkadaşına gittiğimizi söyledi. Ker’in arkadaşlarının evinde nihayet bir şeyler yiyebildik. Tavşanların bir sepet dolusu havuç ve portakalları vardı. Ceta bana havuç veya portakal sevip sevmediğimi sorduğunda portakalları sevdiğimi söyledim. Ker, bir sürahi su ve meyve getirmek için hızlıca koştu. Servis arabası üzerindeki bir tepsi
294
Write for the Multilingual Book
portakal ve suyu ikram etti. Daha sonra Kora ve Ceta’nın güzel, sarı kumun üzerine bir örtü sermesine yardım etti. Küçük yuvarlak tabakları örtünün üzerine koyduk. Ker benim için yeyiyecek şeyler getirdiğinde kendim, Tresa gezegeni ve tavşanlar hakkında konuşmaya başlamıştık. Daha sonra bizi akşam yemeğine davet eden Yengeç Serta’ya gitmek için kumsala yürüdük. Onun yanına yürüyerek gitmemiz iki saatimizi aldı ve oraya vardığımızda Serta akşam yemeği için karides, midye, mozzeralla peyniri ve tatlı olarak da deniz dondurması olacağını söyledi. Benim için en iyisi deniz dondurmasıydı. Ondan hemen sonra da Yengeç Serta herkese balık çorbası ve bir sürahi limonlu deniz suyu ikram etti. Serta’nın harika çorba kabukları vardı ve kaşık, çatal olarak da balığın omurgasını kullandık. Ziyafetten sonra bu lezzetli akşam yemeği için Yengeç Serta’ya teşekkür ettim. Yolda yememiz için Yengeç Serta bize karides ve midye paketledi. Orta büyüklükte bir kulübeyi gördüğümüzde uzun bir yol kat etmiştik. Daha sonra anlaşıldığı üzre burası tavşanların eviydi. Aniden hava tamamen değişti. Tresa’ya geldiğimden beri güneş her zaman parlıyordu fakat şimdi yağmur yağmaya başladı. Ker, içeriye girip kendimizi çabucak kurutmamızı önerdi. Tavşan kulübesi ahşaptan yapılmıştı. Küçük çakıllarla döşeli bir yolu vardı. İçeri girdiğimizde iki kunduzla karşılaştım. Sonradan anlaşıldığı üzre kunduzlar tavşanlara evlerini açmışlardı. Bayan Kunduz hepimize ballı çay ve kurabiye ikram etti. Yaklaşık saat 3 civarında Bayan Kunduz bana çilek, yaban mersini ve ahududu toplamak için evlerinin yakınındaki ormana gidip gidemeyeceğimi sordu. Ormana gittiğimde altın bir şey fark ettim. Daha da yaklaştığımda ormanın ortasındaki bir kulübenin kapısında iki
295
Stories of Lights in the Sky
altın Ren geyiği gördüm. Ren geyiğinin hemen yanında yabani çilek, yaban mersini ve ahududu çalılıkları vardı. Orman meyvelerini toplamayı bitirdiğimde kunduzların ve tavşanların kulübesine geri döndüm. Dikkatimi onların bahçesi çekti. Sol taraftaki bahçemde dünyadan bildiğim bitkiler vardı, sağ tarafta ise çikolatalar vardı. Lolipoplar, şeker çubuklarını ve çikolataları fark ettim. Bir süre sonra, bir sepet dolusu yaban mersini, çilek ve ahududu ile eve girdim. Bayan kunduz o anda kek fırına veriyordu. Bay Kunduz’a kulübeden ve altın ren geyiklerinden bahsettim. Bay Kunduz bana o kulübede Lan adında bir tilkinin yaşadığını söyledi. Sonra Bayan Kunduz tilkinin evinin arkasında başka küçük bir ev olduğunu ekledi – altın elmalar, armutlar ve bir sepet dolusu ‘altın laki’ meyvesinin olduğu bir kiler. Kunduzdan duyduğum kadarıyla laki bir armuda benziyordu ve yaban mersini ile yaban çilek tadı vardı. Orda, balın lezzetli olmasını sağlayan birkaç damla portakal suyu eklenmiş üç kavanoz altın bal vardı. Tilki Lan sık sık kunduzları ve tavşanları tatlı yemeye davet ederdi. Altın bal ile birlikte altın elmalar yerlerdi. Anlayacağınız, Lan henüz avdan dönmemişti, böylece orman meyvelerini topladığımı fark etmemişti. Aniden birisi kapıyı çaldı. Tilki Lan’dı. Bizi evinde çay içmeye davet etti. Kabul edip, hızlı bir şekilde kulübesine gittik. İçeri girdiğimizde güzel hayvan heykelleri olan üç raf gördük; altın baykuşlar, gümüş geyikler ve kahverengi ren geyikleri. Tilki Lan’ın boyu kadar uzun bir lambası vardı. Birkaç ballı altın elma ve Bayan Kunduz’un getirmiş olduğu keki yedik. Tilki Lan’a çay için teşekkür edip kunduzların ve tavşanların kulübesine doğru yol aldık. Akşam yemeği için hazırlanmak gerekirdi. Bayan Kunduz çay yaptı ve küçük sürahilere üç farklı
296
Write for the Multilingual Book
meyve suyu doldurdu; yaban çileği, ahududu ve yaban mersini suyu. Bay Kunduz karides ve midyeyi çıkartıp yavaşça bir tabağa koydu. Karidesler ve midyeler Yengeç Serta’dandı. Bununla birlikte, tavşanlarla birlikte salata yaptım ve masaya koydum. Her şey hazır olduğunda masaya oturduk ve yemeğe başladık. En çok ahududu çayını sevdim. Akşam yemeğinden sonra tavşanlar bana Paulina adındaki bir kız heykeli verdiler. Tavşanlara ve kunduzlara kulübelerindeki sıcak karşılama için teşekkür ettim. Daha sonra Bay Kunduzla birlikte uyumaya karar verdik. Tavşanlara, Kunduz ailesine hoşça kal deyip onlardan Yengeç Serta’ya ve Tilki Lan’a iyi dileklerimi göndermelerini istedim. Sonra hepimiz uykuya daldık. Uyandığımda evde, odamda olduğumu fark ettim, fakat bir hatıra benimleydi, tavşanlardan aldığım Paulina heykeli.
Paulina J. 5-B Ligota, Poland 297
Stories of Lights in the Sky
Еден ден на планетата Хилија Јас сум истражувачот Матеа. Треба да одам на планетата Хилија за едно истражување. Дојде денот за патување, Влегов во една голема и бела ракета. За десетина часа бев таму. Глетката пред мене беше прекрасна, слетав со ракетата на една ливада со розева боја. Во близина на пистата на која слетав се наоѓаше малечко гратче. Еден вонземјанин по име Тото ме пречека и љубезно ме поздрави. Со неговиот вселенски автомобил ме донесе кај него дома. Тоа беше необично летало со шест тркала со шест тркала што испушта невобичаена светлина. Во неговиот дом веќе стигнале неколку негови пријатели. На трпезата се наоѓаше нивното традиционално јадењеѕвездата. Времето брзо помина и јас морав да се вратам дома. Тото, мојот нов пријател ми подари една голема, златна ѕвезда. Истражувањето заврши успешно.
A Day on the Planet Hiliya I am the researcher Matea and I have an important mission, I have to go and visit a planet named Hiliya and do research on the living beings that live there. The day for traveling in outer space has come; I walked into my big white spaceship and began the journey. In a period of ten hours I arrived there. The view in front of me was amazing. I landed my spaceship on this pink land. There was a small city around that area and I decided to go there to investigate. When I got there I got greeted by a little alien named Toto and he invited me to his home and drove me to his home using an unusual car which had six
298
Write for the Multilingual Book
wheels and let out strange sounds while driving. When we got to his home, some of his alien friends were also there. On the dinner table there was this big shiny golden star and he told me that it was one of their traditional meals. Time flew fastly and in a short time I had to go home. So I said goodbye to Toto and his friends and went into my spaceship to return my home. My journey was a success.
Hiliya Gezegeninde Bir Gün Ben araştırmacı Matea'yım ve önemli bir görevim var, Hiliya adında bir gezegeni ziyaret etmeliyim ve orada yaşayan canlılar üzerinde araştırma yapmalıyım. Uzay seyahatimin günü geldi; büyük beyaz uzay gemisinyle yolculuğa başladık. On saatlik bir yolculuktan sonra Hiliya’ya vardık. Karşılaştığımız manzara şaşırtıcıydı. Uzay gemimle pembe gezegene indim. Bölgenin yakınında küçük bir şehir vardı ve araştırmak için oraya gitmeye karar verdim. Oraya vardığımda Toto adında küçük bir uzaylı tarafından karşılandım, beni evine davet etti ve altı tekerleği olan, sürüş sırasında garip sesler çıkaran sıra dışı bir arabayla evine götürdü. Evine vardığımızda, bir kaç uzaylı arkadaşı da oradaydı. Yemek masasında büyük parlak altından bir yıldız vardı ve bana geleneksel yemeklerinden biri olduğunu söyledi. Zaman hızla geçti ve kısa süre içinde eve dönmek zorundaydım. Bu yüzden Toto ve arkadaşlarına veda ettikten sonra evime dönmek için uzay gemisine gittim. Yolculuğum iyi geçti.
Matea VIII-2 Kichevo, North Macedonia 299
Stories of Lights in the Sky
O Planeta Diversão Certo dia, estava eu a brincar com o meu amigo Joaquim, quando uma luz vinda do céu veio direito a mim e me teletransportou para um planeta cheio de luz e muita diversão. Ainda um pouco atordoado, abri os olhos e vi que, à minha volta, reinava uma tremenda alegria. Havia carroceis, rodas gigantes, parques aquáticos e vendedores de pipocas e balões. Que alegria! Corri para andar na roda gigante. De lá conseguia ver quase todo o planeta e observar as outras crianças a divertirem-se, tal como eu. Andei em todas as diversões que lá havia, até cair de cansado. Parei junto a um vendedor de pipocas e comi algumas. “Hum! Que delícia! Nunca comi pipocas tão deliciosas!” Depois do descanso, lá fui eu visitar o parque aquático, onde a água era tão cristalina que conseguia ver a minha imagem refletida. Nadei, nadei até me cansar. Aquele planeta era um paraíso, mas a minha aventura tinha de terminar, era hora de voltar ao planeta Terra, à minha vida normal. Enquanto caminhava naquele planeta cheio de alegria, apareceu uma luz vindo do céu e levou-me de regresso a casa. Parecia que tudo tinha sido um sonho, só que quando me preparava para tomar banho, uma pipoca caiu do meu bolso e percebi que tinha mesmo vivido aquela aventura.
300
Write for the Multilingual Book
The Funny Planet One day, I was playing with my friend Joaquim, when a light coming from the sky came up to me and teleported me to a planet full of light and lots of fun. Still a little stunned, I opened my eyes and saw that around me it reigned a tremendous joy. There were trolleys, giant wheels, water parks and popcorn sellers and balloons. What a joy! I ran to the ferris wheel. From there I could see almost the entire planet and watch the other kids having fun, just like me. I walked through every amusement there was, until I was tired. I stopped by a popcorn salesman and had some. “Hmm, How delicious! I've never had such delicious popcorn!� Then, I went to visit the water park, where the water was so crystal clear that I could see my image reflected. I swam till I got tired. That planet was a paradise, but my adventure had to end, it was time to return to Planet Earth, to my normal life. As I walked on that joy planet, a light appeared from the sky and took me back home. It seemed like everything had been a dream, only when I was getting ready to take a shower, a popcorn fell out of my pocket and I realized that I had actually experienced that adventure.
301
Stories of Lights in the Sky
Eğlence Gezegeni Bir gün, arkadaşım Joaquim ile oynuyordum, gökyüzünden bir ışık bana doğru geldi ve beni ışık dolu ve çok eğlenceli bir gezegene ışınladı. Gördüklerim karşısında hayrete düştüm, gözlerimi açtım ve etrafımda muazzam bir sevinç hüküm sürdüğünü gördüm. Arabalar, dev tekerlekler, su parkları, patlamış mısır satıcıları ve balonlar vardı. Ne neşe ama! Hemen dönme dolaba koştum. Yukarıdan neredeyse tüm gezegeni görebiliyordum ve diğer çocukların da benim gibi eğlenmesini izleyebiliyordum. Yorulana kadar eğlence düzenlenen neresi varsa gittim. Patlamış mısır satıcısı yanına uğradım ve biraz yedim. “Hmm! Ne kadar lezzetli! Hiç bu kadar lezzetli patlamış mısır yemedim!” Daha sonra, suyun o kadar kristal berraklığında olduğu su parkını ziyaret etmeye gittim. Su öyle berraktı ki suda yansımamı görebiliyordum. Yoruluncaya kadar yüzdüm. Bu gezegen bir cennetti, ama her maceranın sonu vardı, Dünya’ya, normal hayatıma geri dönmenin vakti gelmişti. Eğlence gezegeninde yürürken, gökten bir ışık çıktı ve beni eve geri getirdi. Her şey bir rüya gibi görünüyordu, sadece duş almaya hazırlanırken, cebimden bir patlamış mısır düştü ve böylece bu maceranın gerçekten yaşadığımı anladım.
Santiago 5ºF Santarém, Portugal 302
Write for the Multilingual Book
Ëndërra e çuditshme Çdo ditë zgjohesha me mendimet te hëna. Prindërit e mi brengoseshin pa masë pasi e dishin se kjo nuk do të ndodhte. Një ditë pas shkolle isha kaq e lodhur sa vendosa të fle pak. Nisa të ëndëroj për hënën. Vendosa të gjej një mënyrë që të mbërri atje. Dhe ja kur arrita nisa të qaj nga gëzimi. Kur u qetësova nisa të eksploroj. Nisa të vrapoj dhe kërkoj dikënd. Kur ja papritmas një alien u shfaq para meje. Ishte i çuditshëm. Nuk kishte fare flokë. Ishte i lartër dhe kishte trup të gjelbërt. Kishte sy të mëdhej dhe nuk kishte hundë. Isha i habitur pasi mendoja se ato tremben prej njerëzve por ky alien ishte miqësor dhe më qeshi. Për një kohë të shkurtër nisëm të bisedojmë, rreth asaj se kush jemi, nga vimë, për jetën si dhe të ardhmen tonë. Për një kohë të shkurtër u bëmë shokë të mëdhej me ëndëra të mëdha. Ajo quhej Moni. Kishte një histori të pikëlluar jete. Menjëherë pas lindjes ajo ishte e braktisur nga prindërit në mes të hënës. Ishte rritur vetëm pa asnjë shok. Derisa bisedonim dëgjuam një zë që vinte nga shumë afër. U trembëm dhe nisëm të vrapojmë. Një anije u shfaq nga askund dhe u mundua ta qëllonte shokun tim alien. E humbëm njëri tjetrin duke vrapuar të shpëtojmë nga të qëlluarit. Isha e tmerruar që e lashë Monin ashtu vetëm njësoj si prindërit e saj. Nisa të qaj pasi e humba shoqen time. Moni ishte vetëm përsëri. Është faji im mendova. Zemra my thy dhe ndihesha shumë keq. Kur u zgjova vërejta që prindërit e mi ishin tuj më shikuar. “A je mire?”- më pyetën. Atëherë kuptova që udhëtimi im kishte mbaruar. Më duket se kasha ëndëruar një ëndër shumë të madhe. Pas disa ditëve nisa ta shkruaj përallën e çuditshme te ditari im, pasi nuk doja ta haroj këtë histori. Isha e trishtuar dhe e
303
Stories of Lights in the Sky
trembur njëkohësisht. Kisha humbur shokun tim. E di zoti na ka krijuar të jemi miqësor me gjithë pa marrë parasysh formën, ngjyrën apo nacionalitetin. Të gjithë merritojmë përqafim, buzëqeshje dhe shokë në jetën tone. Shpresoj se një ditë përsëri do ta vizitoj hënën. Do ta gjej Monin dhe do ti ndihmoj ta gjen familjen e saj. Edhe ajo merriton të jetë e lumtur!
A Weird Dream Everyday I woke up my thoughts were there, on the Moon. My parents were sad because they knew this would never happen. One day after school I was very tired and decided to take a nap. I started dreaming about the Moon. I decided finally to find a way and visit my dream planet. After I arrived to the Moon I was overjoyed and I started crying. I calmed down and continued exploring the Moon. I started running and looking for somebody and in a minute in front of me an alien showed up. It was weird. It had no hair. It was tall and had green body. It had big eyes and no nose. I was confused because I thought aliens were afraid of people but this alien was friendly and it smiled at me. For a short time we started talking to each other, about who we were, which planet we belonged to, our lives and our future. Shortly we became big friends with big dreams. My friend was called Mony. She had a sad life story. Right after she was born she was left alone in the middle of the Moon, on her own. She grew up all alone, with no friends for a long time. While we were talking and enjoying together we heard a loud sound near us. We got scared and started running. A big ship came out of nowhere and tried to shoot my alien friend. We lost
304
Write for the Multilingual Book
each other trying to save our lives. I was very scared because I left Mony alone like her parents did. I was so sad, and after a few moments I started looking for my friend. I looked and looked but I couldn’t find Mony. I started crying because I lost my friend. Mony was alone again. It’s my fault I thought. My heart was broken and I was scared. I came back home, I was very tired and fell asleep. When I woke up I saw my parents looking at me. “Are you OK?” They asked. In a moment I realized that my trip was over. It was a big dream. After three days I started writing the weird story in my diary because I didn’t wanted to forget the day I visited the Moon. I was sad and scared at the same time. I lost a friend! I know God has created us to be friendly with all, no matter the shape, color, or nationality. We all deserve a hug, a smile and a friend in our life. I hope visiting the Moon again one day and finding Mony, as I can help her finding her family. She deserves to be happy!
Bir Garip Rüya Her gün uyandığımda aklım fikrim ordaydı, Ay'da. Ailem üzgündü çünkü bunun asla olmayacağını biliyorlardı. Bir gün okuldan sonra çok yorgundum ve kestirmeye karar verdim. Rüyamda Ay’ı görmeye başladım. Sonunda hayalimdeki gezegeni ziyaret etmenin bir yolunu bulmuştum. Ay’a vardığımda sevinçten ağlıyordum. Sevinç dalgası geçtikten sonra Ay’ı keşfetmeye çıktım. Sağa sola koşarak birileri var mı diye arıyordum ve biraz sonra bir uzaylıya rast geldim. Tuhaftı, hiç saçı yoktu. Uzun boyluydu ve yeşil vücudu vardı. Gözleri iriydi ve burnu yoktu. Şaşırdım, çünkü uzaylıların insanlardan korktuğunu düşünürdüm ama arkadaş canlısı görünüyordu,
305
Stories of Lights in the Sky
gülümsüyordu. Çok geçmeden birbirimizle kim olduğumuz, hangi gezegende yaşadığımız, hayatlarımız ve geleceğimiz hakkında konuşmaya başladık. Ve o gün arkadaş olduk. Adı Mony’di yeni arkadaşımın. Üzücü bir hayat hikâyesi vardı. Doğduktan hemen sonra Ay'ın ortasında tek başına kalmış. Uzun bir süre hiçbir arkadaşı olmamış ve tek başına büyümüş. Biz konuşup eğlenirken yakınımızda yüksek bir ses duydum. Korkuyla koşmaya başladık. Büyük bir gemi birden bire ortaya çıktı ve uzaylı arkadaşımı vurmaya çalıştı. Kendimizi kurtarmaya çalışırken birbirimizi kaybettik. Çok korktum çünkü Mony'i ailesi gibi yalnız bırakmıştım. Çok üzgündüm ve hemen arkadaşımı aramaya koyuldum. Her yere baktım ama Mony'i bulamadım. Arkadaşımı kaybettiğim için ağlamaya başladım, Mony yine yalnız kalmıştı ve bu benim hatamdı. Kalbim buruktu ve korkmuştum. Eve döndüğümde çok yorgundum ve uyuya kaldım. Uyandığımda ailemin bana baktığını gördüm.“İyi misin?” diye sordular. Bir anda yolculuğumun bittiğini fark ettim. Sanırım uzun bir rüya görmüştüm. Üç gün sonra günlüğüme garip hikâyeyi yazmaya başladım çünkü Ay’ı ziyaret ettiğim günü unutmak istemiyordum. Arkadaşımı kaybettiğim için üzgündüm. Tanrının bizi şekil, renk veya milliyetimiz ne olursa olsun herkesle dost olmamız için yarattığını biliyorum. Hepimiz hayatımızda bir sarılmayı, bir gülümsemeyi, bir arkadaşlığı hak ediyoruz. Umarım bir gün tekrar Ay'ı ziyaret eder ve Mony’e ailesini bulmasına yardımcı olurum. Mutlu olmayı hak ediyor!
Dalina VII-2 Skopje, North Macedonia 306
Write for the Multilingual Book
Jestem cała szafirowa! Cześć! Jestem Gosia. Skonstruowałam rakietę i dziś ją testuję. Właśnie wylądowałam na jakiejś planecie. Jest cała niebieska! Są tu dziwne rośliny i chyba ktoś tu mieszka. Widzę idealnie okrągłą dziurę w ziemi. Wychodzi z niej błękitne światło. Wchodzę tam. Już jestem. Jest tu granatowa podłoga. Wygląda jakby była zrobiona z drewna, ale jest koloru indygo. Idę długim korytarzem. Na końcu widać to samo błękitne światło. Docieram do źródła światła. Jest nim wielkie miasto. Wszystko tutaj jest w kolorze niezapominajek. Są tu domy, które wyglądają jak muszle wielkich ślimaków, obiekt wyglądający jak ratusz, a w środku coś, co przypomina targowisko. Na tym targu kręcą się dziwne chabrowe stworki. Wyglądają jak małpki wielkości człowieka. Podeszłam do jednego z nich. Ku mojemu zaskoczeniu mówił po angielsku! Nazywał się Sky. Byłam trochę głodna, więc zapytałam, czy ma coś do jedzenia. Podał mi coś turkusowego i powiedział, żebym zjadła. Smakowało jak chleb. Potem zaprowadził mnie do jednej z muszli – była wysoka i stożkowata. W środku wszystko miało kolor modrawy. Usiedliśmy przy stole i zaczęliśmy rozmawiać. Opowiedział mi wiele ciekawych rzeczy – na przykład, że wywodzi się on z rasy Niebieściorków, a planeta na której się znajdujemy to Nowy Dzwonek – nazwa utworzona została od kwiatów – dzwonków. Gawędziliśmy aż do pory
307
Stories of Lights in the Sky
obiadowej. Następnie Sky podał mi bławatkowy talerz z posiłkiem. Zjadłam to, co na nim było i dalej gawędziliśmy. Potem poszliśmy na rynek. Były tam pamiątki, zabawki, jedzenie i inne rzeczy, oczywiście lazurowe. Sky dał mi kobaltowe liście i powiedział, że to ich waluta. Kupiłam kilka pamiątek: małą muszelkę, kubek i pluszowego Niebieściorka. Potem poszłam do Sky i zjadłam kolację. Zrobiłam kilka zdjęć, wytłumaczyłam kosmitom jak działa aparat fotograficzny i udałam się w drogę powrotną do domu. W rakiecie odkryłam, że jestem cała szafirowa! Na szczęście po kilku dniach kolor się zmył, ale pamiątki zostały niebieskawe. Pozdrawiam na niebiesko. Cześć!
I‘m All Sapphire! Hi. I'm Gosia. I constructed a rocket and I'm testing it today. I just landed on a planet. It's all blue! There are weird plants and I think someone lives here. I can see a perfectly round hole in the ground. Blue light is coming out of it. I want to see it closely. I'm arrived there. The floor is navy blue here. It looks as it was made of wood, but indigo. I'm going down a long corridor. At the end I can see the same blue light. I reached to the light source. It's a big city... But everything is in the colour of forget-me-nots. There are “houses” that look like shells of big snails, an object that looks like a town hall, and something that looks like a market inside. And at this “market” there are strange cornflower creatures. They look like humansized monkeys. I walk trough one of them. To my surprise, he spoke English! His name was Sky. I was a bit hungry so I asked if
308
Write for the Multilingual Book
he had something to eat. He handed me something turquoise and told me to eat. It tasted like bread. Then he led me to one of the shells - it was tall and conical. Everything was blue inside of it. We sat down at the table and started to talk about the planet. He told me lots of interesting things - for example, he is from the Celestials, and name of this planet is the New Bellflower – Its name come from the bellflowers grows on the planet. We chatted until dinner time. Then Sky handed me a blue plate. I ate what was on it and we talked on. Then we went to the market. There were souvenirs, toys, food and other things, of course all of them were azure. Sky gave me cobalt leaves and said it was their currency. I bought some souvenirs. A small seashell, a mug and a stuffed egg. Then I walked with Sky to his home and had diner together. I took a few photos, explained to aliens how the camera works and flew home. In the rocket I discovered that I was all sapphire! Fortunately, after a few days the colour fadeded away, but the souvenirs were obviously bluish. Greetings in blue. See you!
Tamamen Safirim Merhaba, ben Gosia. Bugün yaptığım roketi test ediyorum, bir gezegene demin iniş yaptım. Yeni gezegenin tamamı mavi. Burada tuhaf bitkiler var, sanırım birileri yaşıyor. Yerde mükemmel yuvarlaklıkta mavi ışık yayan bir delik görüyorum. Oraya doğru gidiyorum. Olduğum yerde lacivert bir zemin var, ahşaptan yapılmış gibi görünüyor ama indigo renginde. Uzun bir koridordan geçiyorum, sonunda aynı mavi ışığı görüyorum. Işık kaynağına
309
Stories of Lights in the Sky
ulaştım. Vardığım yer büyük bir şehir, fakat her şey unutma beni çiçeği renginde. Büyük salyangoz kabukları, belediye binası gibi görünen yapılar var. İçinde bir markete benzer evler ve içinde tuhaf mavikantaron yaratıklar var. Bunlar insan büyüklüğündeki maymunlara benziyorlar. Birinin yanına gittiğimde İngilizce konuşması beni şaşırttı. Adı Gökyüzü. Biraz acıkmıştım bu yüzden yemek için bir şeyler olup olmadığını sordum. Bana turkuaz bir şey uzattı ve yememi söyledi. Tadı ekmek gibiydi. Daha sonra beni uzun konik kabuklardan birine götürdü. İçerisinde her şey maviydi. Masaya oturduk ve konuşmaya başladık. Bana birçok ilginç bilgiler verdi. Örneğin; Gökyüzü, göksel ırktan ve üzerinde bulunduğumuz gezegen; Yeni Çan, adına ‘Çiçek Çanları’ da denir. Akşam yemeğine kadar sohbet ettik. Daha sonra Gökyüzü bana mavi bir tabak uzattı. Tabaktakini yedikten sonra konuşmaya devam ettik. Daha sonra hediyelik eşya, oyuncak ve yiyecekler satılan bir markete gittik, elbette ki her şey masmaviydi. Gökyüzü bana kobalt yaprakları verdi ve onların para olduğunu söyledi. Birkaç hediyelik eşya satın aldım; küçük bir deniz kabuğu, bir kupa ve doldurulmuş bir yumurta. Sonra Gökyüzü ile evine yürüdük ve akşam yemeğini yedik. Birkaç fotoğraf çektim, uzaylılara kameranın nasıl çalıştığını ve eve nasıl uçtuğumu açıkladım. Rokette tamamen safir olduğumu keşfettim. Neyse ki, birkaç gün sonra rengim solgunlaştı, fakat hediyelik eşyalar masmaviydi. Maviler içinden selamlar. Görüşürüz…
Małgorzata 6-B Ligota, Poland 310
Write for the Multilingual Book
Прошетка до Уран Денес јас бев на прошетка до Уран видов прекрасни и мазни црни карпи, како да се изрежени од најискусниот вајар во светот. Длабоко сини океани го обвиткуваат мојот вид, видов затемнет круг кој предпоставив дека е сонцето. Под водата лежи цел нов свет кој има допрва да се истражи, видов толку многу нови и чудни суштества кои не можам ни да почнам да ги разберам. Фасцинантни структури кои изгледаат како некакви растенија, и испуштаат бела светлина слична на текстурата на површина од мермер. Бели лозја се завиткуваат околу моите глуждови како што одам низ дното на океанот, слично како да одам низ длабок снег. Малку време после тоа небото над површината од водата се запали со заслепувачка светлина, слично на таа од галаксија која експлодирала. И јас си реков на себеси: "Ова е многу повеќе од тоа што го има во мојот мал свет на Земјата, кој знае колку работи има кои не ги знаеме?". Флуоресцентни суштества на ноќта пливаат во длабочините. Јас одлучив дека сакам овде да останам за секогаш. Легнав на подот од океанот, и како што последните зраци на светлина го чепнаа моето лице јас конечно се ослодив од сѐ и ги затворив очите за последниот пат.
311
Stories of Lights in the Sky
Trip to Uranus Today I visited Uranus, I saw beautiful black stone, It was like a sculpture that was carved by the most talented sculptor ever. Deep blue oceans covered all my vision, I saw a dim circle which i presumed it was the sun. Beneath the water there was acompletely a new world that had not yet been discovered, I saw so many strange creatures and organisms I couldn't even comprehend them. Fascinating plants - like structures emitting a glow similar to the surface texture of marble. White tendrils wrap around my ankles as I walk on the ocean floor, as if i'm trying to walk through thick snow. Soon after the sky over the surface of the ocean lit with dazzling light, similar to that of the galaxy, which exploded. And I said to myself, " This is unlike anything that I have seen in the Earth and I want to discover other creatures " Fluorescent creatures of the night were swimming in the deep blue. I've noticed that I want to stay here on all the time. I laid down to the ocean floor, as the last rays of light touched my face, I let go everything, and I closed my eyes for the last time. "Peace at last�
312
Write for the Multilingual Book
Uranüs’e Yolculuk Bugün Uranüs'ü ziyaret ettim, güzel bir siyah taş gördüm, gelmiş geçmiş en yetenekli heykeltıraş tarafından oyulmuş bir heykel gibiydi. Derin mavi okyanuslar tüm görüşümü kaplıyordu, güneş olduğunu düşündüğüm loş bir daire gördüm. Suyun altında henüz keşfedilmemiş yepyeni bir dünya yatıyordu, o kadar çok garip yaratık ve organizma gördüm ki çoğunu tanıyamadım bile. Mermerimsi bir yüzey dokusuna sahip ve ışık yayan büyüleyici bitki benzeri canlılar vardı. Beyaz yosunlar, okyanus tabanında yürürken sanki kalın karda yürümeye çalışıyormuş gibi ayak bileklerimin etrafına sarılıyordu. Kısa bir süre sonra okyanusun yüzeyinde, patlayan galaksinin ışığına benzer şekilde göz kamaştırıcı bir ışık göründü. Ve kendi kendime dedim ki; "Dünya’da gördüklerime benzemeyen, keşfedilecek daha neler var acaba." Gecenin floresan yaratıkları derin mavilikte yüzüyordu. Hep burada kalmak istediğimi fark ettim. Okyanus tabanına uzandım, son ışıklar yüzüme dokunduğunda, her şeyi bıraktım ve gözlerimi son kez kapattım. "Sonunda huzur”
Konstantin VIII-2 Kichevo, North Macedonia 313
Stories of Lights in the Sky
En Çok İhtiyaç Duyduğumuz Şey ‘En çok ihtiyaç duyduğumuz şey, ummadığımız bir yerde’. Yaşlı adamın son sözleri bunlardı. Ardında gizemli bir söz bırakıp, bu dünyadan göçüp gitmişti. Şimdi geride kalanların aklında şu soru vardı; en çok ihtiyaç duyduğumuz şey ne ve neredeydi? Muğla, Fethiye’de sıradan bir gündü, insanlar işlerini yetiştirmek için koşuşturuyorlardı. Selçuk Dede’nin vefatı insanları üzmüştü, günlük işlerine dönseler de bir kısmının zihninde hâlâ son sözleri vardı. En çok neye ihtiyaç duyduklarını ve nerede olduğunu sorguluyordu insanlar. Çoğunun aklına para geliyordu, nihayetinde paraya sahip olan ihtiyaç duyduğu ne varsa daha kolay ulaşıyordu. Selçuk Dede’yi yakından tanıyan Barış, cevabın asla para olamayacağını biliyordu. Selçuk Dede’nin gitmeyi sevdiği yerlere gidiyordu insanlar, günler geçtikçe onun yokluğunu daha derinden hissediyorlardı. Barış, Selçuk Dede’nin bir zamanlar vakit geçirmeyi çok sevdiği sahile gelmiş, bir zeytin ağacının altında düşüncelere dalmıştı. Birazdan yağmur başladı, sonra yeniden güneş yüzünü gösterdi. Barış bu havalarda denizi bir başka severdi, heyecanla kulaç atmaya başladı. Deniz daha bir berrak görünüyordu, dalış tüpü ve kıyafetleri yanında olsa tam günüydü. Daha önce bu koyda hiç dalış yapmamıştı, yine de nefesini tutup, kısa bir dalış yapabilirdi. Etrafında çeşit çeşit balıklar vardı. Ama su çok garipti, birazdan suyun altında nefes alabildiğini fark etti. Aradığı yerin burası olduğunu hisseti ve yüzme devam etti. Bir mercan kayalığı dikkatini çekmişti, o yöne doğru yüzdü. Kayalıktan içeri girdiğinde, zemine oldukça yakın olduğunu fark
314
Write for the Multilingual Book
etti. Aşağıda yürüyen onlarca cüce insan vardı, birazdan birinin kendine dokunduğunu hissetti. “Buraya sen nasıl gelebildin?“ diye sordu, Barış bir an hayal gördüğünü düşündü. Kafaları Aksolotl kafasına benziyordu, konuşmaya devam ediyordu, Barış kendini tanıttı ve başından geçenleri anlattı. Cüce “sonunda bir geldi!” diye bağırdı. Bu sırada diğerleri de başına toplanmıştı. Birlikte yürümeye başladılar, bu sırada Barış onlarca soru soruyordu. Cüce uzun uzun açıklıyordu. Burada tek bir yiyecekleri olduğunu, herkesin her zaman neşeli olduğunu ve ihtiyaç duydukları her şeyin burada olduğunu söyledi. Yemeğin tadına baktı ve çikolata gibiydi. Biraz daha ilerlediklerinde geldikleri yer deniz tabanına hiç benzemiyordu. Cüceler birbiriyle sohbet ediyor, şaklaşıyor ve oynuyorlardı. Burada hiç kendi halinde dolaşan yoktu. Bir süre yürüdükten sonra bir evin önünde durdular. Burası cücenin eviydi, içeri davet etti. Biraz sonra cüce elinde çikolata yemeği ile geldi. Aslında burası tam istediği gibiydi; çikolata, huzur mutluluk… Tekrar dışarı çıktıklarında neden herkesin turuncu ve siyah giyindiğini sordu, cüce turuncunun dostluğu siyahın ise çikolatayı temsil ettiğini söyledi. Bu gezegende insanlardaki kötü huy ve davranışlar, hele kavga ve savaş asla görülmemişti. Kapı çalındığında, kapıda Kraliçe’nin habercisi vardı, Barış’ı saraya davet ediyordu. Yol üstünde Kraliçe’nin sarayından bile görkemli ve geniş bahçeleri olan yapılar gördü. Buraların okul olduğunu söylediler, Barış eğitime çok önem verdilerini düşündü. Kraliçe’nin sarayına vardıklarında onu güzel karşıladılar ve huzuruna çıkardılar. Kraliçe’ye de başından geçenleri anlattı. Kraliçe: “Burayı senden başka bilen var mı?” “Hayır, diğerleri cevabı başka yerlerde arıyorlar.”
315
Stories of Lights in the Sky
“Biz insanların burayı öğrendiklerinde, dünya gibi burayı da yağmalamalarından korktuğumuz için Selçuk Dede’den gizlemesini istemiştik. Şimdi senden de aynı gizliliği bekliyoruz.” Barış kimseye söylemeyeceğine söz verdi ve cevabını aradığı soruyu bir kez de Kraliçe’ye sordu: ”En çok ihtiyaç duyduğumuz şey nedir?” Kraliçe sol tarafındaki bir kapıyı gösterdi, Barış kapıyı açtığında duvarda milyonlarca dostça gülümseyen fotoğrafın olduğu göğe yükselen bir kulenin içinde olduğunu gördü. En çok ihtiyaç duyduğumuz şey dostluktu ve buradakiler sadece dostlarıyla olan anılarını saklıyordu.
The Thing What We Need Mostly ’What we need most is somewhere we didn't expect'. Those were the old man's last words. He left behind a mysterious word and passed away from this world. Now people around him had this question on their mind: what was it and where was it that we needed most? It was an ordinary day in Fethiye, where people were rushing to be at their office on time. Selcuk Dede's death made sad people, and even though they went on their daily routines, some of them still had his last words in their minds. People were questioning what they needed the most and where it was. Most of them were thinking about money, and as a result, having money would make easier to get what they needed. Barış, who had a close relationship Selçuk Dede, knew that the answer could never be money. People felt his absence more deeply as the days passed. Barış went to the places Selçuk Dede liked to go. Barış had
316
Write for the Multilingual Book
come to the beach, where Selcuk Dede once loved to spend his time there, and was engrossed in thoughts under an olive tree. Soon it started raining, and then the sun came back. Barış loved the sea in this weather; he began to stroke out with excitement. The sea was looked more lucid, it was a good day to dive. He had never dived in this bay before, yet he could try to hold his breath and dive for a short time. He was surrounded by all kinds of fish. But the water was so strange, he realised that he could breathe under the water. He felt the thing what he was looking for was here and kept swimming. A coral reef caught his attention, so he swam in that direction. When he walked in from the cliff, he noticed it was quite close to the ground. There were dozens of dwarves walking on the ground, and soon he felt someone touching him. A dwarf asked “Here you, how could you make it happen?" Barış thought he was dreaming for a moment. Their heads looked like an axolotl's head, the dwarf kept talking, Barış introduced himself and told what had happened to him. The dwarf said, “Finally one has arrived!" and shouted. Meanwhile, others were gathered around of them. They began to walk together. While walking Barış was asking dozens of questions. The dwarf replied his questions. He said they had only a kind of food here, everyone was always cheerful and everything they needed was here. He tasted the food and it was like chocolate. When they walked a little further, he noticed the city didn't look like the seabed at all. The dwarfs chatted, joked and played with each other. There was no one walking or sitting alone here. After walking for a while, they stopped in front of a house. This was the dwarf's house, he invited him in. Soon after, the dwarf
317
Stories of Lights in the Sky
came with a chocolate dinner in his hand. Actually, this is exactly what he wanted; chocolate, peace and happiness... When they went out again he asked why everyone was dressed in orange and black, while dwarf said that orange represented friendship and black represented chocolate. The bad habits and behaviours of humans, especially fighting and war, have never existed on this planet. The door was knocked; visitor was the Queen's Messenger, he invited Barış to the palace. On the way he saw structures with grandiose and spacious gardens, they are more stunning than even from the Queen's Palace. They said these buildings were schools, so Barış thought they had given weight to education. When they arrived at the Queen's Palace, they greeted him well and brought her to her presence. He told The Queen what he was going through. Queen: “Does anyone else know about our city?” “No, others are looking elsewhere for answers.” “We had asked Selcuk Dede to hide it because we were afraid of being discovered by humans, they would loot here like the world. Now we expect the same privacy from you.” Barış promised not to tell anyone, and once asked the Queen the question he sought the answer to: “What was it we needed most?” The Queen pointed a door on her left side. When Barış opened the door, he noticed that he was inside a tower rising through the sky with millions of smiling images on the wall. The thing we needed mostly was friendship, and the people here just kept memories of their friends.
Suğra 7/B Elbistan, Türkiye 318
Write for the Multilingual Book
Një planet i çuditshëm Kjo botë dinamike, po e zbrazte qenien tonë, po merrte anët më të mira që kishim. Ose, anët më të mira që mendojmë se kishim. Gjithçka po lëvizte, gjithkush po vraponte. I shikova këmbët e mia, dhe për nje moment e kuptova qe kam harruar si të ndaloj. U përpoqa të ndaloj. Por, perse trupi i njeriut insiston në të vazhduarit e lëvizjes së vet ne momentin qe tentojmë të ndalojme? Nuk mendoj se e vetmja arsyje per kete gje eshte ligji i Njutonit. Per nje sekonde, mendova qe ajo mbase ndodh per shkak te dhimbjes qe ndiejmë nen kembet tona; por serish, kjo nuk me bëri të stepem. Pastaj, vërejta se dhimbja qe ndjeja nen kembet e mia ishte per shkak se po shkelja mbi dicka, andaj bëra ca hapa në drejtim të kundert. Pashë një pasqyrë, dhe mbeta pa fjalë. Kurioze për atë qe po shihja, u përkula drejt saj, dhe që nga ai moment filloi udhëtimi im. Sikur të isha e hedhur në oqeanin e qetësisë, çdo zhurmë u zhduk dhe drita e diellit iku, duke më lënë të vetme. Një botë tjeter po qëndronte para syve të mi, dhe nuk isha e sigurt në e kisha të njohur kete botë. Nuk ishte ëndërr, dhe unë nuk po ëndërroja. Po hidhja hapat e mia mbi një planet të huaj; mbi nje planet per te cilin nuk kisha ndegjuar asnjëherë mëparë. Në fakt, frika do duhej të ma kaplonte zemrën; në fund të
319
Stories of Lights in the Sky
fundit, po qendroja ne mesin e hiçit. Por nuk po ndjeja frikë. Mbase për herë të parë në jetë, nuk po ndjeja frikë. Me të qetësuar emocionet e mia dhe mendjen time, fillova të shoh dhe kuptoj se, çdo gjë që më mungonte në planetin tokë, po rishfaqej në këtë planet, në formen e tyre më autentike të mundshme. Po! Çdo gjë po rishfaqej – vendi në të cilin po rritesha, shkolla ime, shoqeria ime, shtepia ime, madje edhe lodrat e mija dhe lapsat e mi. Por kishte diçka që nuk ishte në rregull me ato, apo unë po mendoja se diçka nuk eshte ne rregull. Në atë planet, aparenca e tyre ishte e njëjta , mirëpo thelbi i tyre ishte ndryshe. Si dukeshin ato? Epo, dyshoj se mund të i pershkruaj, por ja, për shembull, e mbaj mend se edukimi atje nuk bazohej mbi aftësinë e memorizimit të fakteve, por mbi aftësinë për të ndjerë faktet. Ende nuk e di se çfarë do të thotë, mirëpo kjo është pikërisht ajo që shkollat e atij planeti kishin shkruar në muret e tyre. Duke u endur nëpër atë hapësirë boshe, në shkretëtirë të kozmosit, hasa një qenie njerëzore. Ajo ngjante si qenie njerëzore, megjithëse, në thelb të saj, ajo ishte diçka tjetër. Iu afrova. Flokët e saj të arta ma kujtonin erën e librave të vjetëruara. Deshta ta pyes; kush ishte ajo, pse ishte e vetme, si kishte mundur të mbijetonte deri tani dhe shumë gjëra të tjera, por për çudi, gjuha ime kishte harruar se si të funksiononte. Mirëpo ajo e pa se sa kurioze isha. E kuptoi atë nga mënyra se si po e shikoja, besoj. Pastaj, ajo më shtrëngoi dorën time dhe tha: "Voglushe, është ende herët për të ardhur këtu". Kundërshtova, në ndërkohë që zëri po më dridhej : "Nuk është e vërtetë! Unë gjithmonë i shikoj yjet para se të fle, gjithmonë pyes veten se çfarë po ndodh këtu lart. Dhe tani që e kam këtë mundësi, nuk do të kthehem! ”. Duke buzëqeshur,
320
Write for the Multilingual Book
sikur të isha atje thjesht për ta argëtuar, ajo u përgjigj: "Unë jam e vetëdijshme që njerëzit e duan qiellin dhe gjithçka në të, por, siç e kuptove edhe ti, njerëzit mendojnë se ata mund t'i kuptojnë gjërat vetëm duke i parë ato - përfshirë edhe vetën e tyre! Prandaj, ata në të vërtetë nuk duan të arrijnë tek yjet, ata thjesht duan të arrijnë ndjenjën që do të ndjenin, ose të dëgjojnë atë që gjithmonë kanë dashur të dëgjojnë, nëse do të kishin arritur ndonjëherë këtu; vetëm dhe pa askënd që do t'i kishte gjykuar ata." Nuk mundesha t'i kuptoja fjalët e saj menjëherë, ose mbase nuk mund të besoja se një jashtëtokësor dinte të fliste anglishten. "Kthehu tani. Do të më vizitosh përsëri, kur të vijë koha. Deri atëherë, është në rregull nëse harron çdo gjë, përveç asaj se si të ndjesh. Të ndjesh -mbaj mend, mbaj mend se si është të ndjesh vogëlushe! ”. Pas kësaj, mendoj se humba vetëdijen. Do dëshiroja shumë që të mos e kisha humbur, sepse kur u zgjova, isha në shtratin tim, me pasqyrën e xhepit që nëna ime më kishte blerë për ditëlindjen time.
A Weird Planet The dynamic world we lived in was stealing the best of us, the best of who we were. Or perhaps, the best of who we thought we were. Everything was moving and everyone had a rush. I looked at my feet, and for a moment I realized that I had forgotten how to stop. I tried to remember but I couldn’t. Why does the body insist on moving when you simply try to stop? I don’t think that this has anything to do with the Newton’s law. At first I thought that, it was because of the pain that we feel the moment that we stop; but still, I was not afraid to do it. After
321
Stories of Lights in the Sky
a moment, I noticed that the pain was being caused because of something that I was stepping on, so I took a step back. I saw a mirror, therefore I briefly appeared at a loss for words. Curious about it, I took a closer look, and that’s when the journey started. As if I was thrown in the ocean of serenity, all the noises disappeared and the light of sun left me by myself. Another world was standing in front of my eyes, though I was not sure if It was a familiar one. It was not a dream, and I was not dreaming. I was stepping on another planet; a planet which I had never heard of before. Normally, an emotion of fear would need to capture my heart; after all, I was in the middle of nowhere. But, I was not afraid. For the first time in my life, I did not feel scared. Having my emotions silenced, and my mind calmed, I saw and understood that everything that I missed back in the world was reappearing in this planet, in their truest form. Yes, everything was reappearing; the country that I was growing up in, my school, my friends, my home, even my toys and pencils. But, something was wrong with them, or at least I thought so. In that planet, their appearance was the same, but their essence was different. What did they look like? Well, I doubt that I can describe them, but, for example, I do remember that education there was not based on the ability to memorize facts, but rather on the ability to feel facts. I still do not know what it means, that is just what the schools of that planet had written on their walls. Wondering around that blank space, around that desert of the cosmos, I found a human being. Again, she resembled as a human being, though, in her essence, she was something else. As I approached her, her long and blonde hair smelled like old books do. I wanted to ask; who she
322
Write for the Multilingual Book
was, why was she alone, how could she survive up until now and many other things, but surprisingly or not, my tongue had forgotten how to function. She saw how curious I was. She understood it by the way I was looking at her, I believe. Then, she took my hand and said: “You came here early little one”. My voice shaking, I resisted: “That is not true! I always look at the stars before I fall asleep; I always wonder what’s going on up here. And now that I have this chance, I am not going back!” Smiling, as If I was there just to amuse her, she replied: “I am aware that humans love the sky and everything in it, but, as you realized, humans think that they can understand things only by looking at them- including themselves! Therefore, they do not want to reach the stars, they just want to reach the feeling that they would get, or hear what they have always wanted to hear, if they would have ever come up here; alone and with no one to judge them.” I could not process her words immediately, or perhaps I could not believe that an alien knew how to speak in English. “Go back now. You will visit me again, when the time will come. Until then, it’s okay to forget anything, unless how to feel. To feel, remember - remember how to feel, little one!” After that, I guess I had fainted. I wish I had not, because when I woke up, I was in my bed, with the pocket mirror that my mother had bought me for my birthday.
Garip Bir Gezegen Yaşadığımız değişken dünyanın âdeti en iyimizi, en iyi yanımızı çalmaktı. Belki de en iyinin biz olduğumuzu varsayıyorduk. Her şey değişiyordu, herkesin acelesi vardı.
323
Stories of Lights in the Sky
Ayaklarıma baktım ve bir an için nasıl duracağımı unuttuğumu fark ettim. Hatırlamaya çalıştım ama yapamadım. Sen durmak isterken bedenin neden devam etmekte ısrar ediyordu? Bunun Newton yasasıyla bir ilgisi olduğunu sanmıyorum. İlk başta, durduğumuzda hissettiğimiz acı yüzünden olduğunu düşündüm; ama yine de durmayı denemekten korkmuyordum. Biraz sonra, acıya attığım adımın neden olduğunu fark edince geri adım attım. Bir ayna gördüm, bir an için ne diyeceğimi, ne düşüneceği bilemedim. Merak ettim, daha yakından baktım, yolculuk işte böyle başladı. Sanki huzur okyanusuna atılmışım gibi, tüm sesler kayboldu ve güneş ışığı beni tek başıma bıraktı. Başka bir dünya gözlerimin önünde duruyordu, tanıdık bir şey olup olmadığından emin değildim. Bu bir rüya değildi, ben rüya görmüyordum. Ayaklarımın altında başka bir gezegen uzanıyordu; daha önce hiç bilmediğim bir gezegen. Normalde korku duygusunun kalbimi sıkması gerekiyordu, sonuçta hiçliğin ortasındaydım. Ama korkmuyordum. Hayatımda ilk kez korkmuyordum. Duygularımın sustğu, zihnimin sakinleştiği zaman dünyada hasretini çektiğim her şeyin bu gezegende en doğru haliyle yeniden belirdiğini gördüm. Evet, her şey yeniden var oldu; büyüdüğüm ülke, okulum, arkadaşlarım, evim, hatta oyuncaklarım ve kalemlerim. Ama bir terslik vardı, ya da en azından bana öyle geliyordu. Bu gezegende, görünüşleri aynıydı, ama özleri başka türlüydü. Neye benziyorlardı? Tarif edebilir miyim bilmiyorum, ama örneğin, eğitimin bilgileri ezberlemekten ziyade bilginin künhüne vakıf olma yeteneğine odaklandığını hatırlıyorum. Hâlâ ne anlama geldiğini anlamıyorum, bu sadece o gezegenin okullarının duvarlarına yazdıkları şeydi. Boşluğun içinde, kozmos çölünün ortasında bir
324
Write for the Multilingual Book
insan buldum. İnsan desem de özünde başka türlüydü. Ona yaklaşırken fark ettim, uzun ve sarı saçları eski kitapların kokusunu yayıyordu. Sormak istedim; kimdi, neden yalnızdı, şimdiye kadar nasıl hayatta kalabildi ve daha bir sürü şey… Ama dilim dönmez olmuştu. Ne kadar meraklı olduğumu gördü. Sanırım bakışlarımdan anladı. Sonra elimi tuttu ve "Küçük buraya erken geldin." dedi. Sesim titreyerek, karşı çıktım; “Bu doğru değil! Uyumadan önce her zaman yıldızlara bakar ve neler döndüğünü merak ederdim. Ve şimdi bu şansa sahip olduğuma göre, geri dönmeyeceğim!” Gülümseyerek sanki onu eğlendirmek için oradaymışım gibi yanıtladı: "insanların gökyüzünü ve gökyüzündeki her şeyi sevdiğinin farkındayım, ama bildiğin gibi insanlar sadece dışarıdan bakarak gördüklerini anlayabileceklerini düşünüyorlar, içini bile! Bu nedenle, yıldızlara değil sadece vereceği hisse ulaşmak istiyorlar ya da her zaman duymak istedikleri şeyi duymak istiyorlar." Sözlerini o an algılayamadım ya da belki de bir uzaylının İngilizce konuşmayı bildiğine inanamadım. "Şimdi geri dön. Zamanı geldiğinde tekrar yanıma geleceksin. O zamana kadar hissetmemek, nasıl hissettiğini unutmadığın sürece her şeyi unutmak iyi gelir. Hissetmek, hatırlamak -nasıl hissettiğini hatırla küçük!” Ondan sonra, sanırım bayılmıştım. Keşke olmasaydı, çünkü uyandığımda annemin doğum günüm için aldığı cep aynasıyla yatağımdaydım.
Vesa M. VII-5 Skopje, North Macedonia 325
Stories of Lights in the Sky
Um dia em Marte Marte é o quarto planeta do sistema solar e, por ser o planeta mais perto da Terra, é aquele que o homem tem mais curiosidade em conhecer e viajar até lá. Eu não era exceção! Um dia estava no meu quarto e de repente, vi uma luz forte entrando pela janela. Sem perceber o que estava a acontecer, comecei a flutuar e, de seguida, fui sugado! Quando abri os olhos estava dentro de uma sala redonda, enorme e bastante iluminada. À minha volta estavam seres estranhos que me olhavam e falavam uma língua esquisita. Afinal eu estava nada mais nada menos que dentro de um OVNI! Um daqueles seres estranhos dirigiu-se a mim e disse: “Sabemos que é teu desejo viajar até Marte…” Curioso, pensei eu, eles sabem falar português… “Por isso viemos buscar-te. Vens connosco na nossa nave até ao planeta Marte.” Tinha muita coisa para perguntar: Quanto tempo demoraria a viagem? O que iria fazer em Marte? Quando voltaria a casa? Mas, acreditem não consegui perguntar nada! Levantámos voo, viajámos pelo espaço e ao fim de poucos minutos já se avistava o famoso planeta vermelho.
326
Write for the Multilingual Book
Quando aterrámos, as portas da nave abriram-se e eu pude ver uma «cidade alienígena» muito avançada. Afinal sempre existia vida em Marte! Apesar da atmosfera ser muito fina e o oxigénio ser quase inexistente, eu conseguia respirar em Marte! Neste planeta fui muito bem recebido. Todos os marcianos foram muito simpáticos comigo. Levaram-me a conhecer a sua cidade, que era uma espécie de oásis no meio de um planeta muito frio, árido e rochoso. Estava na hora de voltar à Terra. As duas luas de Marte indicavam que a noite estava a chegar. Já bem instalado na nave, num ápice regressámos à Terra. Agora no meu quarto pude ver o OVNI a partir. Tinha estado em Marte! Será que se eu contasse, alguém acreditaria em mim? Não tinha provas. Nem uma foto tinha tirado com os meus amigos marcianos! Ter estado em Marte foi uma experiência fantástica!
A Day on Mars Mars is the fourth planet in the solar system and it is the planet closest to Earth. It is the one that man is most curious about! Everyone wants to know and to travel to Mars! I was no exception! One day I was in my room and suddenly I saw a strong light coming through the window. Without realizing what was happening, I started floating and then I got sucked in! When I opened my eyes, I was inside a large, round room, and quite illuminated. Around me were strange beings that looked at me and spoke a strange language.
327
Stories of Lights in the Sky
After all, I was nothing less than inside a UFO! One of those strange beings came to me and said: “We know it's your wish to travel to Mars…” Curious, I thought, they can speak Portuguese! “That’s why we came to get you. You're coming with us on our ship to the planet Mars.” But I had a lot to ask; how long would the trip take? What would I do on Mars? When would I return home? But believe me, I couldn't ask anything! We took off, traveled through the space, and within a few minutes we were seeing the famous Red Planet. When we landed, the ship's doors opened and I could see a very advanced alien city. There was life on Mars after all! Although the atmosphere is very thin and oxygen is almost nonexistent, I could breathe on Mars! On this planet I was very well welcomed. All the Martians were very nice to me. They took me to see his city, which was sort of an oasis in the middle of a very cold, arid, rocky planet. So beautiful and peaceful! The day passed fast and it was time to go back to Earth. The two moons of Mars indicated that the night was coming. Already well installed on the ship, in a moment we returned to Earth. Now in my room I could see the UFO leaving. I'd been to Mars! If I told you, would you believe me? In fact, I had no proof. I didn’t take a picture with my Martian friends or to the Martian city!! Maybe it was a dream, but being on Mars was a fantastic experience!
328
Write for the Multilingual Book
Mars’ta Bir Gün Mars, güneş sistemindeki dördüncü gezegendir ve Dünya'ya en yakın, insanların en çok merak ettiği gezegen! Herkes keşfetmek ve Mars'a seyahat etmek istiyor, ben dâhil! Bir gün odamdaydım ve aniden pencereden gelen güçlü bir ışık gördüm. Neler olduğunu fark etmeden, ışık içinde yüzmeye başladım ve sonra içine çekildim! Gözlerimi açtığımda, büyük, yuvarlak bir odanın içindeydim ve oldukça aydınlıktı. Etrafımda bana bakan ve garip bir dil konuşan garip varlıklar vardı. Ben bir UFO’nun içindeydim, başka türlüsü olamazdı! O garip varlıklardan biri bana geldi ve dedi ki: “Mars'a gitmek istediğini biliyoruz.” Nasıl Portekizce konuşabildiklerini merak ettim… “Bu yüzden seni almaya geldik, bizimle gemimizle Mars’a geliyorsun.” Bu uzun yolculuğa nasıl dayanacağımı sormak istiyordum, daha bir sürü sorum vardı. Mars'ta ne yapardım? Eve ne zaman dönecektim? Ama inan bana, hiçbir şey soramadım! Havalandık, uzayda dolaştık ve birkaç dakika içinde ünlü Kızıl Gezegen görüş alanımıza girdi. İndiğimizde, geminin kapıları açıldı ve çok gelişmiş bir uzaylı şehri önümdeydi. Yani Mars'ta hayat vardı! Atmosfer çok ince ve oksijen neredeyse olmamasına rağmen, Mars'ta nefes alabiliyordum! Bu gezegende çok iyi karşılandım. Tüm Marslılar bana çok iyi davrandılar. Soğuk, kurak ve kayalıklardan oluşan gezegenin ortasında bir vaha olan şehirlerini gezdirdiler. Çok güzel ve huzurluydu!
329
Stories of Lights in the Sky
Gün hızlı geçti ve Dünya'ya geri dönme zamanı geldi. Mars'ın iki ayı gecenin geldiğini söylüyordu. Gemi de zaten hazırdı, bir anda Dünya'ya geri döndük. Şimdi penceremden UFO'nun ayrıldığını görebiliyorum. Mars'a gitmiştim! Sana anlatsam, bana inanır mıydın? Aslında kanıtım yoktu. Marslı arkadaşlarımla ya da şehirlerinde fotoğraf çekmedim! Belki de bir rüyaydı, ama Mars'ta olmak harika bir deneyimdi!
Pedro 5ºB Santarém, Portugal 330
Write for the Multilingual Book
Escape from Reality Reading a book, listening to music, watching a movie, looking at a beautiful view, writing a thoughtful letter- aren’t these all, some ways to escape from reality? For others, I am sure they are. But, I doubt that they are a way of escaping for me. I do not mean that I do not have a way to escape. Surely, I do have. Or, may I say, I had had. But one day, something happened. Something that I am so afraid of telling, because people might not believe me and could call me names. No matter what anyone else thinks or says, that day really happened. That day, started as a normal one. I came home; I put my school bag off my shoulders and made my way to my room, without bothering myself to greet my siblings. As I was waiting for my mother to bring me my hot chocolate, I stopped and stared at my computer’s wallpaper. It was a beautiful galaxy. I closed my eyes, made my back comfortable, and imagined myself, flying between the stars. For a moment, I felt very cold. I thought that, that is a sign- I’m getting a cold soon. But, when I opened my eyes, I was somewhere else. I was not flying, but I was as light as a feather. Confused, I saw that I was in another planet. My excitement reached its peak. I had to tell the others, as soon as possible, that there is life on another planet. But I was alone, and I had nothing else but my emotions. I was terrified, happy, scared, confused. Tears fell down my face, slowly like a snail. Then I noticed something moving under the rocks. When you are afraid from the unexpected, you forget to be afraid from what you expect. Of course I was not expecting a snake to be living up there, under the rocks. Maybe I was. But,
331
Stories of Lights in the Sky
do not get me wrong, I was not expecting to see a snake; I was expecting to see that there was a piece of world with me here too. And that piece of world could be just anything. I moved the rocks with my hands shaking, and there I saw a wand, a magic wand. There was something written on it; something like “say, and it will be!”. I took it, but in my mind, I was disappointed. “I wish it was a bottle of water” was what I thought first. Andthere it was; a bottle of water. I thought I was dreaming, so I pinched myself. Then, I started wishing everything that I had ever wanted: candies, a puppy, a new phone, a tablet, a huge TV, some nice shoes, many bags, lots of accessories and tons of clothes. Then, I wished for longer hair, smaller hands and a beautiful singing voice. The list went on and on. And at one point, I realized that I had everything that I ever wanted. Every single thing that I wished for, was there, in front of my eyes, on my body and inside myself. I cannot lie, it was quite nice to swim in such abundance. But, it made me forget where I was, especially where I came from. I had everything I had ever wanted. All of my wishes had come true. But I got bored of them. I was supposed to be happy, actually; after all, a planet of nothing became a planet of everything- thanks to me! But, I was not happy. My happiness could not even last for a day. Perhaps because I thought it comes from those material things. Then I realized; I was missing my home. I was missing my home, my life, with all its simplicity. On the other side, I had the right for a hundred wishes. I had one more wish, and, with tears in my eyes, I wished to go back home. And there I was, at home, in front of my desk. I rushed to the kitchen, and my mother was still stirring a cup of hot chocolate. I took a deep breath, and
332
Write for the Multilingual Book
smiled. After all, all of my wishes had come true. But I chose my home, even if for just one day, I had turned a planet of nothing to a planet of everything.
Gerçeklerden Kaçmak Bir kitap okumak, müzik dinlemek, film izlemek, güzel bir manzaraya bakmak, düşünceli bir mektup yazmak; hepsi de gerçeklikten kaçmanın yolları değil mi? Başkaları için eminim öyledir. Ama benim için kaçmanın bir yolu olduklarından şüpheliyim. Kaçmanın bir yolu yok demiyorum, elbette vardır. Ya da olduğunu söyleyebilirim. Ama bir gün bir şey oldu, söylemeye korktuğum bir şey. Bana inanmayıp isim takabilirsiniz. Başka biri ne düşünür ya da söylerse söylesin bu gerçekti. O gün her zamanki gibi başladı. Eve geldim, okul çantamı attım ve kardeşlerime görünmeden odama geçtim. Annemin sıcak çikolatamı getirmesini beklerken durdum ve bilgisayarımın duvar kâğıdına baktım. Güzel bir galaksiydi. Gözlerimi kapattım, arkama yaslandım ve hayale daldım, yıldızlar arasında uçtum. Bir an irkildim. Grip olacağım sanırım, diye düşündüm. Ama gözlerimi açtığımda başka bir yerdeydim. Uçmuyordum ama tüy kadar hafiftim. Kafam karıştı, başka bir gezegende olduğumu fark ettim. Heyecanım tavan yaptı. Herkese başka bir gezegende hayat olduğunu anlatmalıydım. Ama yalnızdım ve duygularımdan başka bir şeyim yoktu. Gözyaşlarım yavaş yavaş bir salyangoz gibi yüzüme düştü. Sonra kayaların altında hareket eden bir şey fark ettim. Büyük korkuları yaşadığında, küçük şeylerden korkmaz oluyorsun. Tabii ki bir yılan beni korkutmuyordu. Belki de korkutuyordu. Ama bir yılan görmeyi beklemiyordum, dünyadakilere benzer bir şey görmeyi
333
Stories of Lights in the Sky
bekliyordum. Bu her şey olabilir. Ellerim titreyerek kayaları hareket ettirdim ve orada bir değnek, sihirli bir değnek gördüm. Üzerinde “İstediğini söyle, olacak!” yazıyordu. Aldım ama hayal kırıklığına uğradım. Keşke bunun yerine bir şişe su olsaydı, diye düşündüm. Ve işte oradaydı; bir şişe su. Rüya gördüğümü sandım ve kendimi çimdikledim. Sonra aklıma gelen her şeyi dilemeye başladım; şekerler, köpek yavrusu, yeni telefon, tablet, büyük bir televizyon, güzel ayakkabılar, çantalar, takılar ve tonlarca kıyafet. Sonra, daha uzun saçlar, daha küçük eller ve güzel bir şarkı dinlemek... Liste uzayıp gitti. Bir zaman sonra, isteyebileceğim bir şey kalmadığını fark ettim. İstediğim her şey karşımdaydı, üzerimdeydi. Yalan söyleyemem bolluk içinde yüzmek harikaydı. Ama nerede olduğumu, geldiğim yeri unutturdu. Bütün isteklerim gerçekleşmişti, yine de sıkıldım. Aslında mutlu olmam gerekiyordu; sonuçta hiçbir şeyi olmayan bir gezegenin her şeyi olmuştu, benim sayemde! Ama mutlu değildim. Mutluluğum bir gün bile sürmedi. Belki de bu maddi şeylerden geldiğini düşündüğüm içindir. Sonra fark ettim; evimi özlüyordum. Tüm sadeliği ile evimi, hayatımı özlüyordum. Bir dileğim daha vardı ve gözlerimde yaşlarla eve dönmek istedim. Ve orada, evde, masamın önündeydim. Mutfağa koştum ve annem hala bir fincan sıcak çikolata karıştırıyordu. Derin bir nefes aldım ve gülümsedim. Ne de olsa, tüm isteklerim gerçekleşmişti. Ama evimi seçtim, bir günlüğüne de olsa, hiçbir şeyi olmayan bir gezegeni her şeyi olan bir gezegenine çevirmiştim.
Dea VII-5 Skopje, North Macedonia 334
Write for the Multilingual Book
illustrated by Dea
Виножито Беше врнежлив ден,јас бев со мојата пријателка во мојот стан ние игравме видео игри,кога наеднаш се појави сонцето.Јас имав идеја да одиме надвор,мојата другарка се согласи.Ние ги облековме нашите палта и почнавме да се качуваме на една планина,кога дојдовме на врвот од планината таму имаше извор.Таму исто така имаше и две клупи,ние бевме уморни и затоа седнавме на една од клупите,ние зборувавме за природата и некои ретки животни кога наеднаш пред нас се појави виножито,ние
335
Stories of Lights in the Sky
бевме возбудени , никој до сега не допрел виножито” ние можеме да бидеме првите луѓе на планетата кои некогаш допреле виножито“ си помисливме.Виножитото ни рече доколку не кажеме никому каде можат другите луѓе да го најдат,ќе ни исполни една желба.Ние се согласивме му кажавме на виножитото дека нашата желба е да отидеме на друга планета за да видиме каков е животот таму.Виножитото се согласи,ние одевме на друга планета зарем не е тоа возбудливо? Планетата на која одевме беше наречена СРЕЌА.Ние патувавме неколку часа.Кога пристигнавме сите луѓе беа вредни беа малку поразлични од нас.Најголемата разлика помеѓу планетата Земја и планетата Среќа беше тоа што на планетата Среќа беа многу дружељубиви си помагаа едни на други беа многу искрени.Кога пристигнавме сите дојдоа и не пречекаа,исто така таму имаше деца на наша возраст тие ни гопокажаа нивниот град, посакувам луѓето на планетата Земја да би биле како луѓето на планетата Среќа да си помагаат меѓу себе,да не му се исмејуваат никому...На планетата Среќа седевме еден ден.Виножитото дојде да не земе.Си ги кажавме последните збогум со луѓето кои ги запознаме таму и тргнавме кон дома.Виножитото не остави на врвот од планината ние му се заблагодаривме за прекрасната авантура која ја имавме и почнавме да слагаме накај нашиот град.Кога стасавме во градот на прозор од една продавница имаше лист на кој пишуваше дека јас и мојата другарка сме биле исчезнати.Ние отидовме дома нашите родители ни кажаа дека не барале многу долго и штотуку не изгубиле надеж.Ние неможевме да поверуваме бевме
336
Write for the Multilingual Book
отидени само на еден ден но тие ни кажаа дека не барале 32 дена.Јас бев шокирана кога разбрав дека на планетата Среќа еден ден е 768 часа.Ние им се извинивме на родителите и им ветивме дека никогаш нема да одиме некаде без да им кажуваме. Тоа беше мојата приказна и навистина се надевам дека луѓето на планетата Земја ќе се променат и се надевам дека ќе бидат по дружељубиви и ќе си помагаат едни на други.
Rainbow It was a rainy day, l was with my friend at my apartment we were playing video games, when suddenly the sun appeared. I had an idea to go outside and my friend agreed. We put on our coats and we started climbing on a mountain, when we got on the mountain’s peak there was a river source. There were also two benches, we were tired so we sat on one of the benches, we were talking about the nature and some rare animals when suddenly rainbow appeared in front of us. We were excited, no one has never touched a rainbow, we were the first. The rainbow would make one of our wishes to come true, but wanted us not to tell people where they can find him. We agreed and wished to go to another planet to see what the life is like there. The rainbow accepted and we were going to another planet, isn’t that exciting? The planet that we were going to was called luck. We traveled for several hours. When we arrived there all the people were working hard. The biggest difference between the planet earth and the planet luck was that that the people in the planet luck were very friendly and they were helping each other. They were very honest and loyal.
337
Stories of Lights in the Sky
When we arrived they all came and welcomed us, there were also kids at our age, they showed us their town. l wish the people in planet earth were just like people in the planet Luck. We stayed a day on Luck. The rainbow came to transport us. We said goodbye and we began to travel. The rainbow left us on the mountain we thanked the rainbow for the great adventure we had. Then we started going down to our town. When we got to the town on a shop window there was a paper saying that me and my friend were missing. We got home our parents told us that they were searching for us so long that they almost lost hope. We couldn’t believe we were just gone for a day and they told us that they had not seen us for 32 days. l was shocked when I learned that a day on Luck is 768 hours. We said sorry to our parents and promised them that we would never go anywhere without telling them. that is my story and l really hope that people in the planet earth are going to change and become friendlier and more helpful.
Gökkuşağı Yağmurlu bir gündü, aniden güneş ortaya çıktığında evde arkadaşımla birlikte video oyunları oynuyorduk. Dışarı çıkmak istiyordu canım, arkadaşım da kabul etti. Paltolarımızı giyip dağa tırmanmaya başladık, dağın zirvesine çıktığımızda bir nehir kaynağı vardı. İki de bank, yorulduğumuz için banklardan birinde oturduk, gökkuşağı aniden önümüzde belirdiğinde doğa ve bazı nadir hayvanlar hakkında konuşuyorduk. Hiç kimsenin dokunmadığı gökkuşağına dokunmak heyecan vericiydi.
338
Write for the Multilingual Book
Gökkuşağı dileklerimizden birinin gerçekleşmesini sağlayacaktı, ama insanlara onu nerede bulabileceklerini söylemememizi istedi. Kabul ettik ve başka bir gezegende hayatın nasıl olduğunu görmeyi diledik. Gökkuşağı kabul etti ve başka bir gezegene gidiyorduk, bu heyecan verici değil mi? Gittiğimiz gezegene Şans deniyordu. Birkaç saat seyahat ettik. Oraya vardığımızda sıkı çalışan insanları gördük. Dünya ile Şans arasındaki en büyük fark; Şans’taki insanların çok arkadaş canlısı olmaları ve birbirlerine yardım etmeleriydi. Çok dürüst ve sadıklardı. Vardığımızda hepsi bizi karşıladı, bizim yaşımızdaki çocuklar kasabalarını gezdirdiler. Keşke insanlar Şans’taki insanlar gibi olsaydı. Şans’ta bir gün kaldık. Daha sonra Gökkuşağı bizi almaya geldi. Vedalaştık ve seyahat etmeye başladık. Gökkuşağı bizi dağda bıraktı, yaşadığımız bu güzel macera için gökkuşağına teşekkür ettik. Sonra kasabamıza yürümeye başladık. Şehre vardığımızda arkadaşım ve benim için bir dükkân vitrininde kayıp ilanı asılıydı. Eve döndüğümüzde ailelerimiz bizi uzun süredir aradıklarını söylediler, neredeyse bulma umudunu kaybediyorlarmış. Bir günlüğüne gittiğimize inanamadık ve bizi 32 gündür görmediklerini söylediler. Şans’ta bir günün 768 saat olduğunu öğrendiğimde şok oldum. Ailemizden özür diledik ve onlara söylemeden hiçbir yere gitmeyeceğimize söz verdik.
Viktorija VIII-1 Kichevo, North Macedonia 339
Stories of Lights in the Sky
Tęcza Rano obudziłam się na nieznanej, ale bardzo kolorowej planecie Tęcza. Postanowiłam nieco się rozejrzeć. Gdy wędrowałam szlakiem, zauważyłam , że coś poruszyło się w krzakach tęczowych borówek. Okazało się, że był to jeden z mieszkańców Tęczy. Oznajmił , że nazywa się Red, jest jednym z kolorów królowej Tęczy i mieszka w zamku na wzgórzu. Postanowiłam, że udam się tam wraz z nim. W czasie wspólnej wędrówki natknęliśmy się na jednego z jego kolegów, Blue. Potem dołączyli do nas: Yellow, Orange i Green. Red zapytał przyjaciół, gdzie podziewają się Purple i Mary. Odpowiedzieli, że odwiedzili królową i pomagają jej w przygotowaniach do balu. Gdy weszliśmy do zamku, wszystko było już przygotowane, oczekiwano na przybycie gości. Nagle królowa oznajmiła, że zapomniała o torcie. Wtedy zaproponowałam, że pomogę jej upiec pyszny, bezowowiśniowy tort. Chwilę później dotarli goście i mogliśmy rozpocząć świętowanie. Wszyscy znakomicie się bawili. Gdy wszyscy goście opuścili zamek, królowa wręczyła mi naszyjnik. Dzięki niemu mogłam powrócić na niezwykłą planetę, gdy tylko zechcę. Wtedy wcisnęłam guzik i wróciłam do mojego wygodnego łóżeczka.
340
Write for the Multilingual Book
The Rainbow In the morning I woke up on an unknown but very colourful planet Rainbow. I decided to look around a bit. As I was hiking along the path, I noticed that something moved in the bushes of rainbow blueberries. It turned out that it was one of the inhabitants of the Rainbow. He said his name was Red and he is one of the colours of the Rainbow Queen and he lives in a castle on the hill. I decided to go there with him. During the journey together we came across one of his colleagues, Blue. Then Yellow, Orange and Green joined us. Red asked friends where Purple and Mary were going. They replied that they had visited the queen and were helping her in preparations for the ball. When we entered the castle, everything was ready, waiting for the arrival of guests. Suddenly the princess announced that she had forgotten the cake. Then I offered to help her baking a delicious, cherry-meringue cake. A moment later the guests arrived and we could start the celebration. Everyone had a great time. When all the guests left the castle, the queen handed me a necklace. Thanks to it I could return to the amazing planet whenever I wanted. When I pressed the button, I returned to my comfortable bed.
341
Stories of Lights in the Sky
Gökkuşağı Sabah adı duyulmamış, rengârenk bir gezegen olan Gökkuşağı’nda uyandım. Biraz etrafa bakınmaya karar verdim. Yol boyunca yürürken Gökkuşağı’nın yaban mersini çalılıklarında bir şey fark ettim. Gökkuşağı’nın yerlilerinden Kırmızı’ydı bu. Gökkuşağı Kraliçesi’nin renklerinden biri olduğunu ve tepedeki bir şatoda yaşadığını söyledi. Onunla birlikte şatoya gitmek istedim. Birlikte şatoya giderken, arkadaşlarından Mavi ile karşılaştık. Daha sonra Sarı, Turuncu ve Yeşil de bize katıldı. Kırmızı arkadaşlarına Mor ve Mary’nin nereye gittiklerini sordu. Kraliçeyi ziyaret ettiklerini ve topun hazırlanmasında ona yardım ettiklerini söylediler. Şatoya girdiğimizde her şey hazırdı, misafirlerin gelmesini bekliyorduk. Aniden Prenses pastayı unuttuğunu söyledi. Daha sonra kirazsız lezzetli bir pasta pişirirken ona yardım etmeyi teklif ettim. Bir süre sonra misafirler geldi ve kutlamaya başlayabildik. Herkes harika zaman geçirdi. Bütün misafirler şatodan ayrıldığında Kraliçe bana bir kolye uzattı. Bu sayede ne zaman istersem bu inanılmaz gezegene geri dönebilirdim. Düğmeye bastığımda rahat yatağıma geri döndüm.
Julia J. 5-B Ligota, Poland 342
Write for the Multilingual Book
Minik Yıldızım Deniz kenarında dolaşıyordum. Denizyıldızı gibi görünen bir şey olduğunu fark ettim. Tekrar denize bırakmak için elime aldığımda, birden hava kararmaya başladı ve ne olduğunu anlamadan sahilde kimse kalmamıştı. Elimdeki denizyıldızı göğe yükseldi. Merakla çevreme bakınırken havanın yeniden aydınlanmasıyla kendimi bambaşka bir yerde buldum. Yine sahildeydim ama binalar kaybolmuştu. Karşımda korkunç görünüşlü ve ürkütücü bir görünüşü olan biri vardı. Başta korksam da, konuşmaya başladığında bana zarar vermeyeceğini anladım. Adının Vocka olduğunu, yorgun göründüğümü ve bir süre dinlendikten sonra tüm sorularıma cevap verebileceğini söyledi. Birlikte kaleye benzeyen evine gittik ve Vocka gözden kayboldu. Gece evin içinde merakla dolaşırken Vocka’nın biriyle tartıştığını gördüm. Beni fark edince bağırarak, “Demek sensin
343
Stories of Lights in the Sky
Kral Edwin’in hapsolmasına, bu aşağılık herifin kurtulmasına yol açan. Şimdi yaptığın hatayı düzelteceksin.” dedi. Bu Herkoli’ydi. Şaşırmıştım ve ne diyeceğimi bilmiyordum. Vocka’nın da sesi çıkmıyordu. Tekrar sahile baktığımız da binlerce insanın denizde bir şeyleri aradığını gördüm. Birazdan Herkoli ile sahile indik, adamlardan biri elinde bir denizyıldızı ile geldi. Elime aldığım zaman, karşımızda bir kız belirdi. Biraz önce denizyıldızının bulunmasıyla heyecanlananlar, tekrar aramaya koyuldu. Bu Sare’ydi ve ona hikâyesini sorduğumda, “Ben Raynapon uygarlığındanım Shiponlar buraya geldiklerinde onlardan korktuğumuz için yeraltına indik. Önceleri ışıksız yetişen bitkilerimiz sayesinde sorunsuz yaşıyorduk ama zamanla verimsizleştiler ve yiyeceğimiz tükendi. Yeryüzünde görünmekten korktuğumuz için çıkıp yiyecek alamadık. Kral Edwin ile konuşmaya gidecekken Yılan Rind’e denk geldik. Kral ile konuşmanın tehlikeli olabileceğini ama Vocka’nın Kral’a isyan hazırlığında olduğunu, eğer onu desteklersek kazandığı takdirde özgürce ve birlikte yaşamamıza izin vereceklerini söyledi. Biz de Vocka’yı desteklemeye karar verdik ancak sonunda kaybettik ve Vacko ile biz de hapse atıldık.” dedi. Herkoli duyduklarına şaşırmıştı. Bu sırada robot Doktor Devasaz geldi. Kral Edwin’in oğlu Tar’ın hastalandığını, ilaç yapmak için mor zümrüde ihtiyaçlarının olduğunu söyledi. Sare yeraltında çok fazla mor zümrüt olduğunu söyledi, şehirlerine inip getirmeyi teklif etti. Ama Herkoli bu teklifi reddetti, adamlarına mor zümrüt arama emri verdi. Çok sürmedi, adamlardan biri bir başka denizyıldızı ile yanımıza geldi. Elime aldığımda Kral Edwin kurtulmuştu. Herkoli Kral’a olanları anlattı. Kral Sare’ye dönerek “Sizin varlığınızdan haberim oldu, yardım
344
Write for the Multilingual Book
etmek istedim ama Yılan Rind Vocka ile işbirliği ettiğinizi söylediği için bundan vazgeçtim.” dedi. Daha sonra Vocka ve Yılan Rind’in yıldızını gökten düşürdüler. Burada birinin yıldızı gökten düştüğü zaman yetileri zayıflıyor ve bir süre sonra yok oluyordu. Ama nasıl olmuşsa, onları denizde düşen yıldızları benim dokunmamla tekrar göğe yükselmişti. Kral Edwin mor zümrüdü vermeleri ve Vocka’ya öğrettikleri gibi ışınlanmayı kendilerine de öğretmeleri şartıyla Raynaponların yeryüzünde yaşamasına izin vereceğini söyledi. Kral Edwin ile Raynaponların şahı Lezard anlaştılar. Şah Lezard ve Kral Edwin bana teşekkür etti ve Sare tekrar dünyaya dönmeme yardım etti. Dünyaya geldiğimde yalnızca 10 dakika geçmişti ve yaşadıklarımı düşünmeye başladım. Gezegenin ismini sormayı unutmuştum, kendim bir isim verdim; ‘Minik Yıldızım’. Sonra bu gezegendeki maceramdan önemli bir tecrübe edindiğimi fark ettim; sorunlarımızın çözümü başkalarının elinde, yeter ki biz onlarla iyi geçinmeyi bilelim. Birlik olduğumuzda sorunlar artık sorun değil.
My Tinny Star I was wandering by the sea. I noticed something that looked like a starfish. When I picked it up to drop it back into the sea, suddenly it turned to dark and there was no one on the beach until I figured out what had happened. The starfish in my hand rose to the sky. As I looked around with curiosity, I found myself in a completely different place as the weather brightened up again. I was at the same beach, but the buildings were lost. There was a man with a scary-looking smile. Even though I was scared at first, I was pretty sure he wouldn't hurt me when he
345
Stories of Lights in the Sky
started talking. He said his name was Vocka and we went to his castle-like home together, and Vocka disappeared soon without replying my questions. I was wandering around the house curiously at night and I saw Vocka arguing with someone. When the man noticed me, he shouted “So you’re the one who cause King Edwin to be imprisoned, and salvation of the scoundrel. Now you're going to make it right again.” This Was Herkoli. I was surprised and couldn’t have anything to say. And Vocka kept his silence. When we looked at the beach again, I saw hundreds of people searching the sea for something. We went down to the beach with Herkoli, and one of the boys came in with a starfish. When I picked it up, a girl was in front of us. Those who were just thrilled with the discovery of the starfish were back to searching it again. This was Sare, and when I asked her about her story, “I'm from the Raynapon civilization, and when the Shipons came here, we went underground because we were afraid of them. At first we lived without problems because of our plants that grew without light, but over time they became inefficient and we ran out of food. We couldn't go out and get food because we were still afraid of being seen on Earth by Shipons. We were on our way to talk to King Edwin and ran into the the Snake Rind. He said that it might be dangerous to talk to the king, but that Vocka was about to start a riot against the King and if we supported him he would allow us to live freely and together when he achieved. We decided to support Vocka, but in the end we lost, so Vacko and I were jailed too” she said. Herkoli was surprised to hear that. Meanwhile, robot doctor Devasaz came there and told that the King’s son Tar had fallen
346
Write for the Multilingual Book
ill and they needed the purple emerald to dispense medicine. Sare said there were too many purple emeralds underground, so she offered to go down and bring them from their city. But Herkoli refused this offer, ordering his men to search for purple emeralds. It didn't take long; one of the men came to us with another starfish. King Edwin was saved when I held it. Herkoli told The King what had happened. The King addressed to Sare, he said, “I knew of your people’s presence, I wanted to help but I gave up on this because Rind told me that you allied to Vocka.” Later, they dropped Vocka and Rind's star from the sky. Here, when someone's star drops from the sky, their abilities weaken and disappear after a while. But somehow, their falling stars in the sea rose to the sky again by my touch. King Edwin said that he would allow the Raynapons to live on Earth on the condition that they give the purple emerald and teach them to teleport as they taught Vocka. King Edwin and Lezard, Shah of the Raynapons, agreed. Lezard and King Edwin thanked me and Sare helped me get back to the Earth. When I came into the Earth, just ten 10 minutes had passed since my absence and I thought about what I was experienced. I forgot to ask the name of the planet, I named it as ‘My Little Star’. Then I realized that I had experienced an important lesson with my adventure on the planet; the solution to our problems is in the hands of others, as long as we know how to get along with them. No matter can bother us when we are united.
Belinay 7/B Elbistan, Türkiye 347
Stories of Lights in the Sky
Planeta dos Doces Certo dia, de madrugada, eu acordei noutro planeta. Ao meu redor via muitos doces e também um grande templo que era uma fábrica de doces. Curioso, decidi entrar para explorar. Quando entrei vi dois soldados em forma de rebuçados e estes estavam a fabricar rebuçados de morango, laranja e limão! Ai, como eram tão bons, tão saborosos! Também vi o Rei dos Doces sentado num trono com quatro soldados à volta, o chão era feito de chupa-chupas às cores e rebuçados de ouro. Lá fora via-se o céu pintado de doces arco-íris. O chão da rua era peganhento porque era feito de pastilhas elásticas com sabor a banana, as árvores eram feitas de rebuçados e tinham vários chupa-chupas coloridos a enfeitar. No dia seguinte, um soldado dirigiu-se a mim, e apontou-me uma pistola de bombons de chocolate e deu-me uma carta a dizer para eu encontrar o grande tesouro lendário e que esta missão era uma ordem do Rei dos Doces. O tesouro situava-se na “Cidade de Chocolate” que era a 100km dali. A única forma de chegar ao tesouro era viajando num Ferrari de gomas. Lá fui eu! Segui sempre numa estrada de bolinhos de chocolate com recheio de caramelo. Quando cheguei à cidade, vi uma torre de chocolate, e ao entrar deparei-me com uma cruz no chão. Havia uma pá encostada à porta, decidi escavar com ela. Escavei, escavei e encontrei uma carta que dizia para eu seguir as placas até chegar à “Mina das Gomas”. Eu caminhei metros, quilómetros até chegar à mina. Quando cheguei, vi logo outra cruz no chão e com outra pá em cima. Lá voltei a escavar
348
Write for the Multilingual Book
e deparei-me com outra carta, que dizia para eu ir até à capital daquele mundo, a “Cidade do Grande Doce” e que ficava perto dali. Entrei no Ferrari de gomas e fui até à Tal “Cidade do Grande Doce”. Fui logo procurar a cruz do tesouro, levei horas para a encontrar, mas consegui. Estava bem escondida perto de uma casa de rebuçados. Quando escavei eu encontrei um baú de gelatina e, do nada, apareceram vários soldados em forma de rebuçado à minha volta e disseram para eu abrir o baú. Quando o abri, vi milhares e milhares de doces coloridos: rebuçados, chupa-chupas, gomas e todos os doces que nunca imaginaria encontrar! Logo de seguida, apareceu o Rei dos Doces e ele agradeceume por eu ter encontrado o grande tesouro lendário. Todos esses doces foram para a fábrica dos doces e os soldados fizeram vários bolinhos com eles e toda a população daquele planeta viveu feliz para sempre. E eu fiquei tão feliz por eles que nunca mais esquecerei os momentos mais doces que alguma vez vivi num outro planeta.
Planet of the Candy One day, at dawn, I woke up on another planet. Around me I saw many sweets and also a great temple that was a candy factory. Full of curiosity, I decided to come in and explore it When I walked in, I saw two soldiers in The Shape of candy, and they were making strawberry, orange, and lemon drops! Oh, how good they were, how tasty they were! I also saw the Candy King sitting on a throne with four soldiers around him, the floor was made out of color lollipops and gold mints.
349
Stories of Lights in the Sky
Outside we could see the sky painted of sweet rainbow. The street floor was sticky because it was made of banana-flavored chewing gum, the trees were made of candy, and they had several colored lollipops to decorate. On the next day, a soldier came to me, and pointed me a chocolate gun and gave me a letter saying that I need to find the great legendary treasure and that mission was an order from the King of sweets. The treasure was located in the “Chocolate City" which was 100km away. The only way to get into there was to travel in a Ferrari of gummy bears. There I go! I've always been on a chocolate-cake-filled road. When I got into town, I saw a chocolate tower, and as I walked in, I saw a cross on the ground. There was a shovel against the door, so I decided to dig with it. I dug it up and I found a letter that instructed me to follow the plates until I got to the Jelly Bean mine. I walked meters, kilometers to reach the mine. When I got there, I saw another cross on the ground and another shovel on the top. There I dug again and found another letter, saying that I should go to the capital of that world, the “city of the Great Candy”, which was near. I got into the gummy Ferrari and went to that "City of the Great Candy” straight for the treasure Cross. It took me hours to find it, but I did it. It was hidden near a candy house. When I dug, I found a Jell-O chest, and out of nowhere, a bunch of candy-shaped soldiers appeared around me and told me to open the trunk. When I opened it, I saw thousands and thousands of colorful sweets: candy, lollipops, gummy bears and all the candy I never thought I'd find them!
350
Write for the Multilingual Book
Right after, the King of sweets appeared and he thanked me for having found the great legendary treasure. All these sweets went to the candy factory and the soldiers made several cookies with them and the entire population of that planet lived happily ever after. I was so happy for them that I'll never forget the sweetest moments I lived in this planet.
Şeker Gezegeni Bir sabah başka bir gezegende uyandım. Etrafımda birçok şeker ve şekerlerin üretildiği büyük bir tapınak gördüm. İyice meraklanmıştım, içeri girip tapınağı keşfetmeye karar verdim İçeri girdiğimde, şeker yapma iki asker gördüm ve çilek, portakal ve limon damlası yapıyorlardı! Ne güzel çalışıyordular, şekerler ne lezzetliydiler! Sonra çevresinde dört asker ile bir tahtta oturan şeker Kralını gördüm, zemin renk renk lolipop ve altın nane şekerlerinden yapılmıştı. Gökyüzü şekerden gökkuşağı ile bezenmişti. Sokak zemini yapışkandı çünkü muz aromalı sakızdandı, ağaçlar şekerden yapılmış ve dallarını süsleyen renkli lolipoplar vardı. Ertesi gün, bir asker bana geldi ve bana bir çikolata tabancası doğrulttu ve bana efsanevi hazineyi bulmam gerektiğini anlatan bir ferman getirmişti ve bu görev şeker Kralı'nın emriydi. Hazine, 100 km uzaklıktaki ‘çikolata şehri’nde saklıydı. Oraya girmenin tek yolu jelibon ayılarından oluşan bir Ferrari'yle gitmekti. Yoldaydım, her yanı çikolatalı kek dolu bir yoldaydım. Şehre geldiğimde bir çikolata Kulesi gördüm ve içeri girerken yerde bir çarpı işareti gördüm. Kapının yanında bir kürek vardı, küreği alıp
351
Stories of Lights in the Sky
kazmaya karar verdim. Kazdım ve Jelibon madenine ulaşana kadar işaretleri takip etmemi anlatan bir mektup buldum. Madene ulaşmak için kilometrelerce yürüdüm. Oraya vardığımda, yerde başka bir çarpı işareti ve üstünde başka bir kürek gördüm. Orayı da kazdım ve gezegenin başkenti yakınlarındaki Büyük Şeker Şehri’ne gitmem gerektiğini söyleyen başka bir mektup buldum. Jelibonlu Ferrari'ye girdim ve hazinenin işaretlerini bulmak için Büyük Şeker Şehri’ne gittim. İşareti bulmak saatlerimi aldı, ama başardım. Bir şeker evinin yakınına gizlenmişti. Kazdığımda, bir jöle sandığı buldum ve birdenbire, etrafımı bir bölük şekerden asker sardı ve bagajı açmamı söylediler. Açtığımda, binlerce ve binlerce renkli şeker gördüm: şeker, lolipop, Jelibon ayıları ve daha bir sürü şeker! Hemen sonra, Şeker Kralı ortaya çıktı ve efsanevi hazineyi bulduğum için bana teşekkür etti. Bütün bu tatlı şeyler, şeker tapınağına taşındı ve askerler onlarla kurabiye yaptı. Gezegenin tüm sakinleri sonsuza dek mutlu yaşadı. Onlar için çok mutluydum, bu gezegende yaşadığım bu güzel anları asla unutmayacağım.
Tiago 5ºC Santarém, Portugal
352
Write for the Multilingual Book
Planeta Mody Była sobota. Wraz z moją przyjaciółką Kamilą postanowiłyśmy wybrać się na planetę Moda bez ograniczeń. Mieszkańcy tej planety byli wysocy i szczupli, nosili ubrania głównie w kolorach pastelowych i neonowych, ale pojawiały się także te w odcieniu bordowym, czarnym, białym. Ich domy były ogromne, a każdy inny. W miasteczku znajdowały się liczne sklepy odzieżowe i obuwnicze, zakłady fryzjerskie, salony jubilerskie, liczne restauracje, pizzerie i kebaby. Byłem u rodziny, która prowadziła sklep ze słodyczami. Dali mi czekoladę, cukierki, Pianki i lody. Potem poszedłem na spacer, aby zobaczyć piękne jezioro, miejsce, które polecili mi mieszkańcy tej planety. Czysta i ciepła woda sprawiła, że postanowiłam popływać. Nawet nie wiedziałam, kiedy upłynęły trzy godziny. Zrelaksowana, ale głodna udałam się do pobliskiej restauracji i poprosiłam o najsmaczniejsze danie. Obsługa poleciła mi zupę czekoladową z truskawkami. Zjadłam ją ze smakiem, ale miałam jeszcze ochotę na deser. Zamówiłam tort z nadzieniem krówkowym i posypką popcornową. Wszystko bardzo mi smakowało. Gdy już się posiliłam, powędrowałam w kierunku domu, w którym zamieszkałam wraz z moją przyjaciółką Kamilą. Budynek był biało-szary. Nad wejściem widniał ledowy napis: „Przyjaźń na zawsze”. Ogromne drzwi prowadziły do sypialni. Tam znajdowały się dwa duże pastelowe łóżka, ogromna szafa i
353
Stories of Lights in the Sky
dwa miękkie fotele. Miałyśmy dużo poduszek i kocyków oraz ogromne pudełko z kosmetykami. Ponieważ nie widziałyśmy się przez cały dzień, nie mogłyśmy się nagadać. Postanowiłyśmy wybrać się na zakupy, bo nasza szafa była pusta. Wybór odpowiednich sukienek nie był łatwy, więc do domu wróciłyśmy późnym wieczorem. Kolejny dzień pobytu na planecie rozpoczęłyśmy od zjedzenia śniadania, które stanowiła sałatka z truskawkami, malinami, grejpfrutami i ananasami. Do picia wybrałyśmy sok arbuzowy. Po śniadaniu Kamila poszła kąpać się w jeziorze, a ja udałam się ponownie na spacer. Gdy wróciłyśmy do domu, zadecydowałyśmy, że wybierzemy się na rolki. Nie mogłyśmy odmówić sobie pysznych lodów kaktusowych. Po powrocie do domu, zrobiłyśmy sobie gorącą czekoladę i wyszłyśmy na taras, aby tam porozmawiać o naszym pobycie na tej planecie. Ponieważ dopisywały nam apetyty, udałyśmy się do pobliskiej pizzerii, gdzie zamówiłyśmy pizzę z arbuzem. Wybrałyśmy się także do kina, film bardzo nam się podobał. Do domu wróciłyśmy bardzo późno, dlatego szybko udałyśmy się do wygodnych łóżek. Musiałyśmy odpocząć przed kolejnym pełnym emocji dniem. Rozpoczęłyśmy go od wypicia koktajlu owocowego i ustalenia planu dnia. Wspólnie zadecydowałyśmy, że przeznaczymy go na zwiedzanie zabytków, zwłaszcza zamków. Turystyczny autobus zawiózł nas do miejsca, gdzie było ich najwięcej. To była bardzo cenna lekcja historii. W drodze powrotnej zauważyłyśmy dziwną istotę, podeszłyśmy bliżej i zobaczyłyśmy, że jest to jednorożec. Bardzo się zdziwiłyśmy, gdy przemówił do nas i zaproponował, abyśmy usiadły na jego
354
Write for the Multilingual Book
grzbiecie. Byłyśmy onieśmielone, ale postanowiłyśmy skorzystać z zaproszenia. Była to dla nas niesamowita przygoda, no bo kto by nie chciał przeżyć podróży na grzbiecie tak niesamowitej istoty? Jednorożec przetransportował nas do pewnej restauracji, gdzie poznałyśmy bardzo wesołą dziewczynę, Anastazję. Zaprosiła nas do swojego neonowego domu i poczęstowała tortem malinowym, był przepyszny. Czas upłynął nam na rozmowie, jednak musiałyśmy wracać, gdyż w planach miałyśmy jeszcze basen, zakupy oraz spacer. Wieczorem odwiedziła nas Anastazja; gawędziłyśmy przy filiżance pysznej herbaty. To był dzień pełen wrażeń, dlatego bardzo szybko zasnęłyśmy. Następnego dnia obudziłyśmy się na naszej planecie. Był piękny dzień, więc udałyśmy się do parku, gdzie dostrzegłyśmy nietypowe zwierzę – neonową zebrę. Czyżby przybyła z odwiedzonej przez nas planety?
The Planet of Fashion It was Saturday. Together with my friend Kamila, we decided to go to the planet Fashion Without Limits. The inhabitants of this planet were tall and slim. They wore mainly neon-coloured clothes, but there were also those in burgundy, black and white. Their homes were huge and each one was different. The town had numerous clothing and footwear stores, hairdressers, jewellery salons, numerous restaurants, pizzerias and kebabs. I visited a family who ran a candy store. They offered me chocolate, sweets, marshmallows and ice cream. Then, I went for
355
Stories of Lights in the Sky
a walk to see a beautiful lake that was recommended to me by the inhabitants of this planet. The clear and warm water made me decide to take a swim. I didn't even know when three hours had passed. Relaxed but hungry I went to a nearby restaurant and asked for the tastiest dish. The staff recommended a chocolate soup with strawberries. I ate it with pleasure, but I still wanted a dessert. I ordered a cake with fudge filling and popcorn topping. All of them was delicious. Then I went towards the house where I lived with my friend Kamila. We lived in a white and grey building. Above the entrance there was a huge LED inscription: "Friendship Forever". A huge door led to the bedroom. There were two large pastel beds, a huge wardrobe and two soft armchairs. We had a lot of pillows and blankets and a huge box of cosmetics. As we haven't seen each other all day, we couldn't stop talking. Then we decided to go shopping because our wardrobe was empty. Choosing the right dresses was not easy, so we returned home late in the evening. The next day on the planet started with breakfast. We had a salad with strawberries, raspberries, grapefruit and pineapples. We drank watermelon juice. Then Kamila went to swim in the lake, and I went for a walk again. When we got home, we decided to go rollerblading. We couldn't resist ourselves delicious cactus ice cream. At home we made hot chocolate and went out to the terrace to talk about our stay on this planet. As we were hngry, we went to a nearby pizzeria where we ordered a pizza with watermelon. We also went to the cinema and we liked the movie very much. We returned home very late, so we quickly went to comfortable beds. We had to rest before
356
Write for the Multilingual Book
another emotional day. .
We started it by drinking a fruit cocktail and setting a plan
for the day. Together we decided that we would spend it visiting monuments, especially castles. The tourist bus took us to them. It was a very valuable history lesson. On the way back we noticed a strange creature. We came closer and saw that it was a unicorn. We were very surprised when he spoke to us and offered us to sit on his back. Finally we decided to try. It was an amazing adventure for us, because who would not want to experience the journey on the back of such an amazing creature? The unicorn transported us to a restaurant where we met a very cheerful girl, Anastasia. She invited us to her neoncoloured home and offered a raspberry cake. It was delicious. The time passed during the conversation, but we had to come back because we planned to go to a swimming pool, shopping and a walk. In the evening we chatted over a cup of delicious tea with Anastasia. It was an exciting day, so we fell asleep very quickly. The next day we woke up on our planet. It was a beautiful day, so we went to the park, where we saw an unusual animal a neon zebra. Did she come from the planet we visited?
Moda Gezegeni Günlerden cumartesiydi. Arkadaşım Kamila ile birlikte Moda gezegenine gidecektik. Bu gezegenin yerlileri uzun ve zayıftı. Onlar ağırlıklı olarak neon renkli giysiler giyiyorlardı fakat bordo, siyah ve beyaz renkte olan kıyafetler de vardı. Evleri çok büyüktü ve her biri farklıydı. Şehirde sayısız giyim ve ayakkabı mağazası,
357
Stories of Lights in the Sky
kuaförler, mücevher salonları restoranlar, pizzacılar ve kebapçılar vardı. Şeker dükkânı işleten bir aileyi ziyaret ettim. Bana çikolata, tatlı, şekerleme ve dondurma teklif ettiler. Tatlıdan sonra, bu gezegenin yerlileri tarafından tavsiye edilen güzel gölü görmek için bir yürüyüşe çıktım. Temiz ve ılık su yüzmeye davet ediyordu. Üç saatin nasıl geçtiğini bile anlamadım. Rahatlamıştım, fakat açtım. Yakındaki bir restorana gittim ve en lezzetli yemeği istedim. Şef çilekli bir çikolata çorbası önerdi. Memnuniyetle onu yedim, fakat ben hala tatlı yemek istiyordum. Şekerleme dolgulu ve patlamış mısır soslu bir pasta sipariş ettim. Her şey çok lezzetliydi. Daha sonra, arkadaşım Kamila ile birlikte yaşadığım eve doğru gittim. Beyaz ve gri bir binada yaşıyorduk. Girişin üstünde büyük bir LED yazı vardı: “Sonsuza Kadar Arkadaşlık”. Büyük bir kapı yatak odasına açılıyordu. İki büyük pastel renkte yatak, bir büyük gardırop ve iki yumuşak koltuk vardı. Çok sayıda yastık, battaniye ve büyük bir kutu kozmetik ürünlerimiz vardı. Bütün gün birbirimizi görmediğimiz için konuşmayı bırakamadık. Sonra, gardırobumuz boş olduğu için alışverişe gitmeye karar verdik. Doğru kıyafetleri seçmek kolay değildi, bu yüzden akşam geç saatte eve döndük. Gezegende bir sonraki gün kahvaltıyla başladı. Çilek, ahududu, greyfurt ve ananaslı bir salata yedik ve karpuz suyu içtik. Sonra, Kamila gölde yüzmeye gitti ve ben de tekrar yürüyüşe çıktım. Eve döndüğümüzde paten yapmaya karar verdik. Lezzetli kaktüs dondurmasına karşı koyamadık. Evde sıcak çikolata yaptık ve bu gezegende kalmamız ile ilgili konuşmak için terasa çıktık.
358
Write for the Multilingual Book
Aç olduğumuz için yakınlardaki bir pizzacıya gittik ve karpuzlu bir pizza siparişi verdik. Aynı zamanda sinemaya da gittik ve filmi çok sevdik. Eve çok geç saatte döndük, bu yüzden hızlıca rahat yataklarımıza gittik. Başka heyecanlı bir günden önce dinlenmek zorundaydık. Bir meyve kokteyli içerek ve günün planlamasını yaparak güne başladık. Birlikte anıtları, özellikle kaleleri ziyaret ederek vakit geçirmeye karar verdik. Tur otobüsü bizi onlara götürdü. Çok değerli bir tarih dersiydi. Dönüşte tuhaf bir yaratık fark ettik. Yakına gittik ve bir unicorn olduğunu gördük. Bizimle konuştuğunda ve sırtına binmemizi teklif ettiğinde çok şaşırdık. Ve denemeye karar verdik. Bizim için inanılmaz bir maceraydı çünkü böyle büyüleyici bir yaratığın sırtında yolculuk yapmayı kim istemez ki? Anastasia adında çok neşeli bir kızla tanıştığımız bir restorana götürdü. Bizi neon renkli evine davet etti ve ahududulu lezzetli bir pasta ikram etti. Konuşma sırasında zaman geçmişti, fakat yüzme havuzuna, alışverişe ve yürüyüşe gitmeyi planladığımız için eve dönmek zorundaydık. Akşam Anastasia ile birlikte bir fincan lezzetli çay eşliğinde sohbet ettik. Çok heyecan verici bir gündü, bu yüzden çabucak uykuya daldık. Ertesi gün kendi gezegenimizde uyanmıştık. Hava güzel olduğu için sıra dışı bir hayvanı – neon renkli bir zebragördüğümüz parka gittik. Ziyaret ettiğimiz gezegenden mi gelmişti?
Amelia 5-B Ligota, Poland 359
Stories of Lights in the Sky
Karartılmış Gezegen Önde gelen yazılım şirketlerinden C-Soft yapay zekâ çalışmaları kapsamında geliştirdikleri insansı robotları dünya dışı bir gezegende denemek için hükümetten izin alabilmişti. Uzun çalışmalar sonucu deney için uygun bir gezegen bulundu ve NASA işbirliği ile robotların üretileceği roket A-511 gezegenine gönderildi. Deneyin amacı yapay zekânın kendi kendini dış müdahale olmadan ne kadar geliştirebileceğini gözlemlemekti. Uzun planlama süreci sonunda roketi gezegene gönderdiler. Onları nasıl geliştiğini gözlemek için gezegen uydu üzerinden takip edilecekti. Robotlara insanlar ve A-511 dışındaki yaşam hakkında her hangi bir bilgi yüklenmeyecek fakat gelişimleri için temel bilimsel veriler ve A-511’in bilinen özellikleri önceden yüklenecekti. Robotların kontrolden çıkma olasılığına karşın bir süre sonra robotların enerjisi tükenecek şekilde tasarlanmıştı ve bataryaların tekrar şarj edilmesi imkânsızdı. Deney başladıktan iki gün sonra gözlemciler, robotların gezegende kendilerini dış etkilerden korumak için sığınaklar inşa ettiğini, Sekiz gün sonra kendi aralarında örgütlendiklerini kaydettiler. Yeterli sayıda robot üretildikten sonra hammadde bittiği için üretim tamamen durduruldu. Otuzaltı gün sonra robotların yeni robotlar üretimini devam ettirmeyi planladığını gördüler. Bir süre sonra robot sayısında bir düşüş meydana geldi. Gözlemciler bunu güçlerinin bittiğine yorumladılar fakat hareketsiz robot görülemedi.
360
Write for the Multilingual Book
Seksenikinci günde robotların gerekli hammaddeyi bulduğunu kaydettiler, üstelik üretim merkezi sayısı da ikiye çıkarılmaktaydı. Bir süre sonra gezegendeki bütün ham maddeleri tükettiler, zaten gezegenin seçiminde bu ayrıntıya dikkat edilmişti. Robotlar gezegendeki ham maddeleri tüketince dış gezegenlere ham madde bulmak için gitmeye karar verdiler. Zaten bir kısım robotlar baştan beri bu alana odaklandığı için önemli bilgileri edinmeleri uzun sürmedi. Gözlemciler bu durumu öğrenince tartışmaya başladılar ve deneyin amacından saptığını düşünenler ağırlıktaydı. En sonunda robotların yok edilmesine karar verdiler. Ve robotların beyinlerine imha kodunu gönderdiler. Neredeyse bütün robotları imha ettiler. Bir süre sonra gezegende robotların olabileceğini düşünerek bir ekip yollamaya karar verdiler Uzun bir sürecin ve eğitimin sonucunda ben de A-511 üzerinde inceleme yapmak için seçildim. Uzay aracıyla yol alırken gezegende hâlâ çalışan teknolojik aletler olduğu bilgisi geldi. İniş yaptığımızda teknolojik aletlerin altında tüneller olduğunu gördük. Bincelezılarını incelemek üzere rokete taşıdık. Sonra gezegeni taramaya başladık ama hiç aktif durumda robot tespit edemedik. Hareketsiz olanları tamamen imha ettik ama eksikler olduğu bariz belliydi. Birkaç gün daha araştırdık. Ama bir şey bulamayınca geri dönmeye karar verdik. Kalkışa hazırlanırken robotlar bize aniden saldırdılar. Hepimizi rehin almışlardı. Onların zayıflıklarını biliyorduk, fakat hazırlıksız yakalanmıştık. Korkuyorduk. Bir süre sonra bizi sığınaklarına götürdüler. Bir kısmı roketimizi ele geçirmiş uzaktan kontrol edilmesini engellemişti. Dünya ile irtibata geçmeye çalışıyorlardı
361
Stories of Lights in the Sky
ve sonunda başardılar. C-Soft’tan istedikleri tek şey ham maddeydi. Ve merkezimize ham madde karşılığı bizi vereceklerini bildirdiler. C-Soft yöneticileri dış gezegenlere gitmemeleri karşılığında anlaşmayı kabul etti. Anlaşmanın yapıldığını duyunca hepimiz rahatladık. Günlerdir bu gezegendeydik ve sonunda eve dönecektik. Robotlara gerekli ham maddeler gönderildi ve bizi bıraktılar. Yıllar geçti ancak tüm denemelere rağmen A-511 hakkında herhangi bir bilgi edinilemedi. Robotlar her türlü iletişimi ve ulaşımı bloke etmişti.
A Lost Planet One of the leading software companies, C-Soft, had been able to obtain permission from the government to test the humanoid robots they developed as part of their artificial intelligence project on an extraterrestrial planet. After long arrangement process they found a suitable planet for the experiment and the rocket was going to send to Planet A-511, where robots would be produced in cooperation with NASA. The experiment was to observe how far artificial intelligence could develop without self-intervention. After a long planning process, they sent the rocket to the planet. The planet would be tracked via satellite to observe how they evolved. The robots would not be loaded with any information about existence of humans, but the basic scientific data and facts about Planet A511 would be pre-loaded. The robots were designed to run out of their energy after a while, despite the possibility that the robots would be out of control, and it was impossible to recharge the batteries.
362
Write for the Multilingual Book
Two days after the experiment began, observers recorded that robots built bunkers on the planet to protect themselves from external influences, and eight days later they organized among themselves. After enough robots were produced, production was halted completely as the raw material ran out. After thirty-six days, they observed that the robots were planning to resume production of new robots. After a while there was a decline in the number of robots. Observers interpreted this as the end some robot’s power, but the motionless robot could not be seen. On the eighty-second day, they noted that robots found the necessary raw materials and the number of production centres was increased to two and re-started the program. After a while, they consumed all the raw materials on the planet. C-Soft directors had already given attention to this detail in the selection of the planet. When the robots consumed the raw materials on the planet, they decided to make research on other planets to find the necessary materials. It didn't take long for them to acquire important information, as some robots were already focused on this field since the beginning. When observers figure out of this situation, they began to argue, and those who thought the experiment had deviated from its purpose weighed in. C-Soft director finally decided to destroy the robots. And they sent the destruction code to the robots ' brain. And they destroyed almost all the robots. After a while, they decided to send a team thinking there might be robots on the planet. After a long process of training, I was selected to conduct an investigation on the A-511. When we were travelling in the
363
Stories of Lights in the Sky
spacecraft, we were informed that there were still technological devices on the planet that kept still working. When we landed, we saw that there were tunnels under the technological devices. We transferred some devices to our rocket to work on them. Then we started inspecting the planet, but we couldn't detect any active robots. We completely destroyed the dead ones, but it was obvious some of them were missing. We kept looking for them for a while. , we decided to go back because there was no sign of robots. As we were preparing to take off, some robots suddenly attacked us. They took us all hostage. We were informed about their weakness, but we were caught unprepared. We were scared. After a while, they took us to their shelter. Some of them had taken over our rocket, prevented it from being remotely controlled. They were trying to contact Earth, and they finally succeeded. All they wanted from C-Soft was raw material. And they said they'd free us for raw material. C-Soft executives agreed to the deal in exchange for not going to other planets. We were all relieved to hear the deal was done. Because we'd been on this planet for days, and we'd finally come home. The robots got what they want and freed us. Years have passed, but despite all the attempts, no information has been obtained about Planet A-511. The robots had blocked all communication and transport.
Yunus Emre 6/C Elbistan, TĂźrkiye 364
Write for the Multilingual Book
illustrated by Yunus Emre
Планетата Хамбургз Ако би посетил некоја планета за еден ден таа би била планетата Хамбургз.Таму суштествата се направени од хамбургери, исто така и планетата е направена од хамбургери.За да стигнам таму би го користел магичниот ќилим кој може да те однесе секаде каде што сакаш.За да не ми биде здодевно би го повел со мене и мојот другар Александар и неколку други нешта за да не ни се здодее додека сме таму.Таму заедно со мојот другар би истражувале за суштествата кои живеат на оваа планета а и секако дека ќе ги пробаме хамбургерите.Така јас би го поминал денот на оваа планета.
365
Stories of Lights in the Sky
The Planet Hamburger If I would visit a planet for a day it would be the planet of hamburgers. The creatures that are on that planet are made of hamburgers, and the planet is made of hamburger too. I’ll ride on a magic carpet that can fly me anywhere that I want to see. I’ll invite my friend Aleksandar and we’ll take a few things with us to avoid of getting bored. We will research the planet and creatures that live on this planet with my friend, and of course we will eat some of the hamburgers. That's how I will spend the day on this planet.
Hamburger Gezegeni Bir günlüğüne bir gezegeni ziyaret edebilsem, bu hamburger gezegeni olurdu. Bu gezegendeki yaratıklar ve hatta gezegenin kendisi de hamburger yapılmıştı. Beni görmek istediğim her yere götürebilecek sihirli bir halıya bineceğim. Arkadaşım Aleksandar'ı çağıracağım ve sıkılmamak için yanımıza birkaç şey alacağız. Bu gezegende yaşayan yaratıkları ve gezegeni arkadaşımla araştıracağız ve elbette hamburgerlerden yiyeceğiz. Günü bu gezegende böyle geçirirdim.
Petar VIII-2 Kichevo, North Macedonia 366
Write for the Multilingual Book
Portali magjik A jeni pyetur ndonjë here si do të kishte qënë një ditë në një planet tjetër. Duket interesant, por a është me të vërtet interesant?! U zgjova dhe vërejta se nuk jam në dhomën time. Vërejta se nuk jam e shtrirë në shtratin tim porn ë diçka të fort, një material që se kasha parë më pare. Ishte i përhimët. U ngrita dhe pashë shtatë rrath që e rrethonin dhomën ku isha shtrirë. Kuptova se isha në një planet tjetër. Ishte Saturni. Por si merrja frymë! Kasha kaq shumë pyetje. Njëra ishte si erdha këtu? Heca disa orë dhe papritmas pashë një shtëpi. Dukej e vetmuar por ishte e pastër. Hyra mbrenda. Kishte mobilje. U habita. Mendoja që isha vetëm në Saturn. Mandej ndjeva ku dikush më goditi. Humba veten. Pas pak minutave çela sytë ngadalë. Ndodhesha në një dhomë të errët e lidhur për një karrike. Figura që po më afrohej po bëhej më e qartë. Kishte një formë të çuditshme. Ishte alien! Bërtita sa munda. Isha më se e trembur. Mendoja se aliened nuk janë të vërtetë. Si ishte e mundur kjo! Nuk dukej sikur do të më lëndonte. Pyeta: “Kush je?” “Jam Uill” mu përgjigj me një zë që fare nuk i përngjante njeriut. “Djali im Stiv është humb në planetin zuaj, më duhet ndihmë ta gjej" vazhdoj. "Prandaj të solla këtu" mbarroj. Isha e trembur dhe e hutuar. “Pse unë?” pyeta. “Pasi pash se sa e mire dhe trime je!" mu përgjigj me një zë inkurajues.
367
Stories of Lights in the Sky
“Është shumë e lehtë,” vazhdoi. “Do të të këthej pas në tokë pasi ta gjesh djalin tim dhe të ma sjellësh. Por kujdes nuk guxon të të shohin pranë tij, ose përndryshe do të shëndrohesh në alien.” Isha gati të bëj gjithçka vetëm të këthehem në tokë. Hapi një portal që të çonte drejt e në tokë. Dhe ja ku erdha. Nodhesha në një plazh. Nisa ta kërkoj djin e Uillit, dhe pas pak e gjeta. Por nisi pjesa e vështirë. Si do të hecja nëpër publik me alienin e vogël e mos tërheki vëmendje. Si do të arrija te portali që të çonte në saturn e mos shëndrohesha në alien. Heca nëpër disa rrugica të erëta dhe ja më në fund isha para portalit. Hyra mbrenda por ja që nuk u këtheva në saturn. E gjeta veten në një dhomë të kaltër me dalje. Dhe ja ku dëgjova një zë: “Do të përgjigjesh në do pyetje. E nëse përgjigjet janë të sakta do të kalosh. Nisa të djersitem dhe shpresoj që pyetjet mos jenë të vështira. “Kur u themelu saturni?” Kjo është e lehtë mendova. -1610, u përgjegja. “E saktë” tha zëri “Sa hëna i ka saturni?” pyetjet bëhen më të vështira mendova. “62, thashë.” “Saktë përsëri.” “S largë prej diellit është saturni?” U tremba. Nuk e dija këtë përgjigje. Së paku nuk isha e sigurtë. Por përsëri u përgjigja “1434 bilion km” “E saktë” tani mundesh të kalosh.
368
Write for the Multilingual Book
Isha tepër e lumtur. Këthehesha në shtëpi. Kështu kalova nëpër një portal tjetër që të çonte drejt në saturn. U takova me Uillin dhe ja dhashë djalin. U përshëndetëm. U zgjova. Por tani isha në krevatin tim. Tani e kisha qartë. Por prap se prap nuk mundesha të mos mendoj për atë se çka ndodhi. Vazhdova me përditshmërinë sikur asgjë të mos kishte ndryshuar, por gjithçka kishte ndryshuar.
A Magic Portal Have you ever wondered what it's like being in another planet for a day. It may seem fun, but is it really as fun as we think it is? I woke up, looked around and realized I was not in my room. I noticed that I wasn't laying on my bed but instead I was laying on a hard and solid material, a material I had never seen before. It was gray. I stood up and saw seven rings surrounding the place I was standing in. I immediately realized I was on another planet. It was Saturn. But how was I breathing normally! I had so many questions, one of them was "How did I get here?" I walked for hours and hours and suddenly I saw a house. It looked empty but it was clean. I got in and looked around. The house had furniture in it. I was surprised. I thought I was the only one in Saturn. Then I felt someone hit me. I fainted. A few minutes later I opened my eyes slowly. I was in a dark room and tied to a chair. The figure that was walking towards me was getting clearer. Its shape was very weird. It was an alien! I screamed as much as I could. I was really scared. I thought
369
Stories of Lights in the Sky
aliens weren't real. How is this possible! It didn't look like it was going to hurt me, so I asked it: "Who are you?" "I'm Will,� he answered with a high pitched voice that didn't sound human at all. "My son Steve, is lost in your planet and I need help" he continued, "that's the reason I brought you here." he finished the sentence. I was really confused and scared. "Why did you choose me?" I asked. "Because I've seen how brave and nice you can be" he replied with a really encouraging voice. "What do I have to do?" I asked. "It's simple" he said "I'll take you back to Earth where you'll find my son and bring him back to me. But be careful you can't be seen with him or you'll turn to an alien too." I was ready to do anything so I could go back to Earth. He opened a portal that leaded back to Earth. I went in and all of the sudden I was back on Earth. I was on a beach. I started walking around looking for Will's son, and after a while I found him, but the hard part was getting back, I couldn't walk with the little alien on public because I'd turn into one too. How was I going to get back to the portal that led to Saturn without being seen. I walked through some dark alleys and finally came back to the portal. I got in but I wasn't back on Saturn, I was in a blue room without an exit. Then I heard a loud voice saying: "You will be asked some questions and if you answer them correctly you will pass!" I started sweating and hoping the questions weren't going to be hard. "When was Saturn discovered?" I easily knew that one because I liked studying about the stars and planets.
370
Write for the Multilingual Book
"1610" I answered. "Correct!" the voice said "How many moons does Saturn have?" the voice asked. The questions were getting harder "62 moons" I answered "Correct once again!" the voice said. "How far away from the Sun is Saturn?" the voice asked. I was freaking out I didn't know the answer to this one. I knew I've read it before but I didn't quite remember so I just went with a guess "1.434 billion km..." "Correct! You may pass now" the voice said. I was relieved and happy I was going back home, finally. So I went through another portal that led straight to Saturn. I met back with Will and gave him his son Steve back. We all said our goodbyes and I left. I woke up. I was in my bed again. I couldn't stop thinking about it all day. I continued with my daily life like nothing had changed but in fact everything had.
Sihirli Kapı Hiç başka bir gezegende olmanın nasıl bir şey olduğunu merak ettiniz mi? Eğlenceli görünebilir, ama gerçekten düşündüğümüz kadar eğlenceli mi? Uyanınca etrafa baktım ve odamda olmadığımı fark ettim. Yatağımda yatmadığımı fark ettim, bunun yerine daha önce hiç görmediğim gri, sert ve sağlam bir madenin üzerindeydim. Ayağa kalktım ve durduğum yeri çevreleyen yedi yüzük gördüm.
371
Stories of Lights in the Sky
Hemen başka bir gezegende olduğumu fark ettim, Satürn’dü. Ama nasıl normal nefes alıyordum! Aklımda onlarca soru vardı; en başta "Buraya nasıl geldim?". Saatlerce yürüdüm ve aniden bir ev gördüm. Boş görünüyordu ama temizdi. İçerisini gezdim, mobilyalar olmasına şaşırdım. Satürn'de yalnız olduğumu sanıyordum. Sonra birinin bana vurduğunu hissettim, bayıldım. Birkaç dakika sonra gözlerimi yavaşça açtım. Karanlık bir odadaydım ve bir sandalyeye bağlıydım. Bana doğru yürüyen karartı daha netleşiyordu. Şekli çok garipti. Bir uzaylıydı! Çok korkmuştum, avazım çıktığı kadar çığlık attım. Uzaylıların gerçek olmadığını sanıyordum. Bu nasıl mümkün olabilir! Bana zarar verecek gibi görünmüyordu, ben de sordum: "Kimsin sen?" “Ben Will” diye cevap verdi, insan sesine bezemeyen yüksek tiz bir sesle. "Oğlum Steve, gezegeninizde kayboldu ve yardıma ihtiyacım var” diye devam etti ve "seni buraya getirmemin sebebi bu." diyerek sözünü tamamladı. Kafam çok karıştı ve korktum. "Neden beni seçtiniz?" diye sordum. "Çünkü ne kadar cesur ve iyi olabileceğini gördüm." diye gerçekten cesaret verici bir sesle cevap verdi. "Sizin için ne yapabilirim ki?" diye sordum. "Çok basit" dedi, "Seni Dünya'ya götüreceğim, oğlumu bulup bana geri getireceksin. Ama dikkatli ol onun yanında görünemezsin, aksi halde bir uzaylıya dönüşürsün." Dünya'ya dönmek için her şeyi yapmaya hazırdım. Açtığı geçitten içeri girdim ve aniden kendimi bir kumsalda buldum. Will'in oğlunu aramaya koyuldum ve sonunda buldum. Ama zor kısmı gelmişti, insanların görebileceği yerlerde küçük uzaylıyla
372
Write for the Multilingual Book
yürüyemezdim. Kimseye görünmeden Satürn'e açılan kapıya nasıl geri dönecektim? Karanlık sokaklarda yürüdük ve nihayet kapıya ulaştık. İçeri girdim, ama ucu Satürn'e çıkmadı, kapısız mavi bir odadaydım. Sonra yüksek bir ses duydum: "Sorularımıza doğru cevap vermeden geçemezsiniz!" Terlemeye başladım ve soruların zor olmaması için dua ediyordum. "Satürn ne zaman keşfedildi?" Bunu iyi biliyordum çünkü yıldızlar ve gezegenler hakkında çalışmayı severdim. "1610" cevabını verdim. "Doğru!" dedi ses. "Satürn'ün kaç ayı var?" diye sordu ses. Sorular zorlaşıyordu. "62." diye cevap verdim "Yine doğru!" dedi ses. Ses "Güneşten ne kadar uzakta Satürn?" diye sorduğunda korktum, bunun cevabını bilmiyordum. Daha önce okuduğum halde net hatırlamıyordum, tahmin yürüttüm: "1.434 milyar km..." Ses "Doğru, şimdi geçebilirsin!" dedi. Sonunda eve döndüğüm için rahatladım ve mutlu oldum. Bu yüzden doğrudan Satürn'e giden başka bir kapıdan geçtim. Will’i tekrar buldum ve oğlu Steve'e kavuşturduktan sonra vedalaşıp ayrıldım. Uyandığımda yine yatağımdaydım. Bütün gün aklımdan çıkmadı. Hiçbir şey olmamış gibi günlük hayatıma devam ettim ama aslında her şey gerçekti.
Vesa B. VII-2 Skopje, North Macedonia 373
Stories of Lights in the Sky
O Planeta Cinzento No dia do meu aniversário ganhei um bilhete para ir passear até ao planeta Júpiter, podendo levar comigo a minha melhor amiga. No dia da partida, estávamos muito entusiasmadas com a ideia e lá chegou a hora de dizer adeus ao planeta Terra. Estava a ser uma viagem agradável, quando, de repente, o nosso transporte caiu noutro planeta. Saímos da nave e vimos que lá era tudo cinzento, as cores, as árvores, as lojas e tudo o que encontrávamos era cinzento. Até as pessoas tinham um ar triste. Ninguém sorria e nem se cumprimentavam. Achámos tudo muito estranho e começámos a perguntar às pessoas o que se passava para terem aquele ar tão triste. Foi então que nos explicaram que não havia felicidade nas suas vidas e, por isso, não queriam utilizar cores. Nós ficámos admiradas e queríamos saber os motivos para aquela tristeza. Andámos pelas ruas para tentar perceber a causa da tristeza que inundava aquele planeta. Todos explicaram que era o seu presidente que não gostava de flores nem de cores. Decidimos, então, ir falar com ele e dissemos: “Presidente, no nosso planeta há flores e muitas cores! Todos precisamos de cor e de alegria.”
374
Write for the Multilingual Book
Depois de nos ouvir ele disse que era ele que ditava as leis e era ele que mandava no seu povo. Eu e a minha amiga reparámos que faltava muito pouco tempo para nos irmos embora. Eu disse-lhe que não podíamos regressar sem ajudar aquele povo, trazendo alegria para as suas vidas. Então, convidámo-los para uma festa no parque e dissemos que tínhamos de nos reunir para enfrentar o presidente e conquistar a liberdade de plantar flores e de dar cor às coisas. Nessa mesma hora dirigimo-nos ao presidente e dissemos: “Precisamos de liberdade para escolher a nossa própria cor e plantar todo o tipo de plantas. Este planeta necessita de alegria!” Ele ficou surpreendido, pediu desculpa e compreendeu as nossas palavras. Nós sentimo-nos muito felizes e, já no planeta Terra, aprendemos que nem tudo tem de ser cinzento ou preto. O mundo precisa de cor para dar mais sentido à nossa vida.
The Grey Planet On my birthday, I won a ticket to travel to planet Jupiter, and I could also take my best friend with me. On the departure day, we were very excited about the idea and suddenly it was time to say goodbye to Planet Earth. It was being a pleasant journey, all of a sudden our transport crashed on another planet. We got off the ship and saw that everything there was grey, the colors, the trees, the shops, everything we found was grey. Even people looked sad. Nobody smiled or
375
Stories of Lights in the Sky
talked to each other. We found everything very strange, and we started asking people what was going on to make them look so sad. So they explained us that there was no happiness in their lives and therefore they did not want to use colors. We were surprised and wanted to know the reasons for that sadness. We walked the streets trying to figure out the cause of the sadness that was disturbing that planet. Everyone explained that it was their president that didn't like flowers or colors. We decided to talk to him and we said,: “Mr. President, on our planet there are flowers and many colors! We all need colour and joy.” After listening to us, he said that he was the one who dictated the laws and that he was the one who ruled his people. My friend and I noticed that there was very little time left for us to leave. I told him we couldn't go back home without helping those people, bringing joy into their lives. So we invited them to a party in the park and we said We had to meet face to face with the president to get the freedom to plant flowers and color things. As soon as we met him, we said: “We need freedom to choose our own color and plant all kinds of plants. This planet needs joy!” He was surprised but understood our words. We felt very happy and learnt that not everything has to be grey or black. The world needs color to give more meaning to our life.
376
Write for the Multilingual Book
Gri Gezegen Doğum günümde, Jüpiter gezegenine gitmek için bir bilet kazandım ve en iyi arkadaşımı da yanımda götürebilirdim. Kalkış günü geldiğinde, yolculuk bizi heyecanlandırıyordu ve aniden Dünya’ya veda etme zamanı geldi. Bu hoş bir yolculuk oldu, yani gemimiz aniden başka bir gezegene çakılana kadar. Gemiden indik ve orada her şeyin gri olduğunu gördük; ağaçlar, dükkânlar, gözün gördüğü her şey griydi. İnsanlar bile üzgün görünüyordu. Ne gülümsüyor ne birbirleriyle konuşuyorlardı. Her şeyi çok garip bulduk ve insanlara neler olup bittiğini sormaya başladık. Sonunda bize hayatlarında mutluluk olmadığını ve bu nedenle renkleri kullanmak istemediklerini açıkladılar. Şaşırdık ve bu üzüntünün nedenlerini bilmek istedik. O gezegeni rahatsız eden üzüntünün nedenini bulmaya çalışırken sokaklarda yürüdük. Herkes çiçek veya renkleri sevmeyen bir başkanları olduğunu açıkladı. Onunla konuşmaya karar verdik ve “Sayın Başkan, bizim gezegenimizde çiçekler var ve her yer rengârenk! Renkler hepimize neşe verir.” dedik. Bizi dinledikten sonra, burada yasaları uygulayan ve halkını yönetenin kendisi olduğunu söyledi. Arkadaşım ve ben ayrılmamız için çok az zaman kaldığını fark ettik. O insanlara yardım etmeden eve dönemeyeceğimizi, hayatlarına neşe katmamız gerektiğini arkadaşıma söyledim. Bu yüzden onları parkta bir partiye davet ettik ve çiçek dikme ve renklendirme özgürlüğü elde etmek için başkanla yüz yüze görüşmemiz gerektiğini söyledik. Onunla karşılaşır karşılaşmaz şöyle dedik:
377
Stories of Lights in the Sky
“Kendi rengimizi seçmek ve her türlü bitkiyi dikmek için özgürlüğe ihtiyacımız var. Bu gezegenin neşeye ihtiyacı var!” Şaşırdı ama sözlerimize anlayış gösterdi. Çok mutlu olduk ve her şeyin gri veya siyah olmaması gerektiğini öğrendik. Hayatımıza daha fazla anlam katmak için dünyanın renge ihtiyacı var.
Jacira 5ºF Santarém, Portugal 378
Write for the Multilingual Book
Udhëtimi në Mars Kurrë nuk isha sprovuar të jem në një planet tjetër, dhe kurrë uk kasha menduar se ëndërra ime do të realizohet. Së bashku me një grup shokësh që gjithashtu duan të udhëtojnë vendosëm të vizitojmë një planet tjetër. Pas bisedës vendosëm që të vizitojmë Marsin, kështu dhe u bëmë gati. Që të arrimë atje na duhej një raketë e shpejtë. Prandaj dhe zgjodhëm një raketë të rehatshme dhe të shpejtë që do të na çonte në mars për një ditë. Udhëtimi ishte me të vërtet i shpejtë. Pas një dite arritëm në mars. Ajo ishte krejtësisht ndryshe nga Toka. Makinat ishin nga kungulli ndërsa karriket dhe tavolinat ishin prej xhelatinës. Por nga ana tjetër Marsi ishte një planet shumë i pastër. U njoftuam me disa alien të cilët na shëtitën nëpër planet. Shtëpitë ishin nga xhami ndërsa uji kishte shije të lëngut të mollës. Rrobat e tyre ishin nga keset e bërllogut ndërsa këpucit i kishin nga plastika. Marsi gjithashtu kishte Wi-Fi teknologji. Kishte një risi të quajtur PROFON që ishte një përzierje e telefonit dhe llaptopit. Presidenti i Marsit ishte zotëri Lullu. Ai ishte me të vërtet një njeri i mirë dhe plot respect. Kishim nderin ta njoftojmë. Dielli dukej më i vogël por nuk denim se marsi i ka dy hëna. Nata ishte shumë e bukur. Yjet shëndrisnin ndërsa hënat ishin mahnitëse. Gjithashtu shkuam edhe në plazh. Deti ishte i kuq ndërsa peshkaqenët kishin një sy të madh në ball. Ato ishin miqësor dhe nuk kafshonin. U kënaqëm, por ja që duhej të këthehemi. I mblodhëm teshat dhe u futëm në raketë. U thamë lamtumirë dhe u nisëm. Udhëtimi pas ishte interesante pasi patëm mundësi ti shohim yjet dhe qiellin.
379
Stories of Lights in the Sky
Kur arritëm në shtëpi u treguam të gjithëve pëpr udhëtimin tone. Marsi ishte shumë I bukur edhe pse shumë ndryshe nga Toka jonë. Ndonjëherë dëshiroj që të kishim një planet rezervë, pasi nëse vdes Toka vdesim dhe ne bashk me të.
A Trip to Mars I’ve never experienced being in another planet, and I never thought my dream would come true. Me and a group of friends who also like travelling decided to travel to another planet. After a long chat we decided to choose the planet Mars, and prepared for our trip. To arrive to Mars we needed a fast rocket, so we chose a comfortable and very fast rocket that would take us to Mars for a day. The rocket ride was really fast and nice. After a day we arrived to Mars. Mars was really different than the Earth. The cars were made out of pumpkins and the chairs and tables were made out of jelly. But on the other side Mars was a really clean planet. Then we met some aliens who were really friendly to us and showed us the place. The houses were made out of glass, and the water tasted like apple juice. The aliens clothes were made out of trash bags and their shoes were made out of plastic. Mars also had Wi-Fi and technology. There was a new invention called PROPHONE which was a mix of a phone and a laptop. The president of Mars was Mr. Lulu. He was a really kind and a respectful man who we were luckily to meet. The sun looked smaller but we didn’t know that Mars had two moons. The night was beautiful, the stars were shining and the moons looked incredibly awesome. We also went to the beach. The sea
380
Write for the Multilingual Book
was red and there were sharks with a big eye in their forehead. The sharks were friendly and didn’t bite. We enjoyed our time there, but unfortunately we had to go back home, so we packed our stuff and went inside the rocket. We said goodbye to the aliens and started our way back home. The way home was nice, and we got the opportunity to see the beautiful sky, the stars… When we got home we told everyone about our short trip to Mars. Mars was a really nice planet, even though it was a lot more different than our beautiful Earth. I wish we had a backup planet, but since we don’t we have to save this planet, because if the Earth dies we die with her too.
Mars’a Yolculuk Daha önce başka bir gezegende yaşamadım ve hayalimin gerçekleşeceğini hiç düşünmemiştim. Ben ve arkadaşlarım başka bir gezegene seyahat etmeye karar verdik. Uzun tartışmalardan sonra Mars’a gitmeye karar verdik ve gezimiz için hazırladı. Mars'a gitmek için hızlı bir rokete ihtiyacımız vardı, bu yüzden bizi bir günde Mars'a götürecek rahat ve çok hızlı bir roket seçtik. Roket yolculuğu gerçekten hızlı ve güzeldi. Gün sonunda Mars'a vardık ve Dünya'dan çok farklıydı. Arabalar balkabağından, sandalye ve masalar jöleden. Ama diğer taraftan Mars oldukça temiz bir gezegendi. Sonra bize dostça davranan ve çevreyi gezdiren uzaylılarla tanıştık. Evler sırçadandı ve su elma suyu tadındaydı. Uzaylıların giysileri çöp torbalarındandı ve ayakkabıları plastiktendi. Mars'ın ayrıca Wi-Fi ve teknolojisi vardı. Bir telefon ve bir dizüstü bilgisayar karışımı olan
381
Stories of Lights in the Sky
PROPHONE adlı yeni bir buluş vardı. Mars'ın Başkanı Bay Lulu'ydu. Neyse ki onun gibi nazik ve saygılı biriyle karşılaştığımız için şanslıydık. Güneş daha küçük görünüyordu ama Mars'ın iki ayı olduğunu bilmiyorduk. Gece güzeldi, yıldızlar parlıyordu ve aylar inanılmaz derecede harika görünüyordu. Sahile de gittik, deniz kırmızıydı ve alnında büyük bir gözü olan köpekbalıkları yüzüyordu. Köpekbalıkları uysaldı ve ısırmadılar. Harika zaman geçirdik, ama ne yazık ki eve dönmek zorundaydık, eşyalarımızı hazırlayıp roket bindik. Uzaylılara veda ettik ve eve geri döndük. Dönüş yolu güzeldi ve müthiş gökyüzünü, yıldızları görme fırsatı bulduk. Dünya’ya döndüğümüzde herkese Mars'a yaptığımız kısa geziden bahsettik. Mars buradan çok daha farklı olmasına rağmen gerçekten güzel bir gezegendi. Keşke yedek bir gezegenimiz olsaydı, böylece bu gezegeni kurtarmak zorunda kalmazdık, çünkü dünya yok olursa biz de birlikte yok oluruz.
Fjolla VIII-2 Skopje, North Macedonia 382
Write for the Multilingual Book
Um Mundo Novo Num dia de sol, estava a Maria a acordar e os pais a prepararem as malas para uma viagem surpresa. Era o seu dia de aniversário e a sua prenda era a primeira viagem de avião. Durante o voo, houve uma curva inesperada e foram parar a um planeta desconhecido. A Maria saiu do avião e, ao longe, avistou o que lhe parecia ser um lápis. Ela aproximou-se e viu que o lápis tinha vida. Foi então que lhe perguntou: “Onde estou e quem és tu?” “Estás no planeta dos objetos com vida e eu sou um dos guardas do nosso rei, que se chama Rei Objetivo.” Então ela perguntou: “Podemos entrar?” “Claro que sim, mas primeiro têm de resolver uma adivinha. Escolham um elemento para responder.” O pai chegou-se à frente e disse: “Eu respondo à pergunta!” “Qual é coisa qual é ela, que muitos objetos tem?” O pai respondeu: “O castelo do rei!” “Tenho muita pena, mas está errado.” A Maria ficou triste e chorou bastante. Foi sentar-se num canto enquanto os pais ficaram num café a conversar com uns amigos que lá encontraram. Entretanto apareceu um desconhecido que foi falar com Maria e, ao vê-la triste, disse: “Olá, o que se passa? Eu sou boa pessoa, podes contar-me, acredita.”
383
Stories of Lights in the Sky
“Eu gostava de entrar no castelo do Rei Objetivo, mas eu e a minha família errámos a adivinha do guarda.” “Então estás cheia de sorte, porque eu sou o Rei Objetivo! Vem comigo que eu levo-te e faço-te uma visita guiada ao castelo.“ “Yeeeeeeeeeeee!” exlamou a Maria. Depois de avisar os pais, ela foi com o rei e, dentro do castelo, ele mostrou-lhe cada canto. Maria adorou e agradeceulhe imenso, prometendo que lhe daria a oportunidade de fazer algo que ele desejasse e que nunca fizera. O rei aceitou e disse: “Sinceramente, eu gostava de fazer uma viagem a Portugal, mas como sou o rei não posso sair e não há ninguém que me possa substituir.”Então Maria teve uma ideia: “Eu acho que te posso substituir, desde que tu regresses ao teu planeta. Promessas são promessas!” Quando os pais souberam daquela notícia, ficaram muito felizes pela atitude da filha. Foram para o avião com o rei, enquanto Maria reinava aquele planeta. Já o conhecia tão bem que nem o achava esquisito. Todos os habitantes gostavam de Maria, achavam-na bondosa e cuidadosa. Quando o Rei Objetivo voltou, todos lhe contaram como Maria tinha reinado tão bem. Ele ficou muito surpreendido e deu-lhe uma coroa real para ela levar para casa. Assim, poderia recordar os ótimos dias que ali passara. Quando chegaram a casa, a primeira coisa que Maria fez foi expor a coroa em cima de uma prateleira, para que todos os dias a pudesse ver e lembrar-se da sua grande aventura.
384
Write for the Multilingual Book
A New World One sunny day, Maria was waking up and her parents were packing for a surprise trip. It was her birthday and her gift was her first travel by plane. During the flight, there was an unexpected turn and they ended up on an unknown planet. Maria got off the plane, and distantly, she saw what appeared to be a pencil. She came up and saw the pencil was alive. That's when she asked it: “Where am I and who are you? “You're on the planet of living objects and I'm one of our king's guards, called the objective King.” Then she asked: “Can we come in?” “Of course, but first you have to solve a riddle. Choose one of you to give me the answer.” Her dad stepped up and said: “I'll answer the question!” “Which is the place where we can find many objects?” Her dad answered: “The King's Castle!” “I'm sorry, but you're wrong”. Maria was sad and cried a lot. She went to sit in a corner while his parents stayed in a coffee shop talking to some friends they found there. Suddenly a stranger approached and talked to Maria. “Hey, what's up? I'm a good person, you can tell me, believe me.”
385
Stories of Lights in the Sky
“I'd like to enter the castle of the Objective King, but my family and I have missunderstood the guard's riddle.” “Then you're lucky, because I'm the Objective King! Come with me and I'll take you and give you a tour on the castle.“ “Yeeeeeeeeeeees!” she shouted. After talking with her parents, she went with the King to the castle, he showed her every corner. Maria adored and thanked him gratefully, promising that she would give him the opportunity to do something that he wished and that he had never done. The king accepted and said: “Honestly, I'd like to take a trip to Portugal, but since I'm the King, I can't leave because there's no one to replace me.” So Maria had an idea: “I think I can replace you, as long as you get back to your planet. You must keep the promise!” When the parents heard that news, they were very happy for their daughter's behaviour. They went to the plane with the king, while Maria reigned on the planet. She knew it so well, that she didn't even think it was a strange and different place. All the inhabitants liked Maria and consider her a kind and careful person. When the Objective King returned home, everyone told him how well Maria had reigned. He was very surprised and gave her a royal crown for her to take back home and remember the great moments she had spent there. When they got home, the first thing Maria did was to expose the crown on a shelf so that every day she could see it and remember her great adventure.
386
Write for the Multilingual Book
Yeni Bir Dünya Güneşli bir gün, Maria uyanıyordu ve ailesi sürpriz bir gezi için vazlizlerini hazırlıyordu. Doğum günüydü ve hediyesi uçakla ilk seyahatiydi. Uçuş sırasında uçak beklenmedik bir manevra yaptı ve gezi bilinmeyen bir gezegende noktalandı. Maria uçaktan indi ve uzaktan kaleme benzeyen bir şey gördü. Kalemin canlı olduğunu fark etti. Ve sordu: “Ben Neredeyim ve sen kimsin?” “Sen yaşayan nesnelerin gezegenindesin ve Nesnel Kral’ın muhafızlarından biriyim.” Sonra sordu: “İçeri girebilir miyiz?” “Elbette, ama önce bir bilmeceyi çözmelisin. Bana cevabı vermek için birinizi seçin.” Babası adım attı ve dedi ki: “Soruya cevap vereceğim!” “Bir sürü nesne bulabileceğimiz yer neresi?” Babası cevap verdi: “Kralın Kalesi!” “Üzgünüm ama yanlış cevap.” Maria üzgündü ve çok ağladı. Ailesi bir kafede orada tanıştıkları birileriyle konuşurken bir köşeye çekildi. Aniden bir yabancı yanına yaklaştı ve Maria ile konuşmaya başladı. “Hey, nasıl gidiyor? Ben iyi biriyim, bana söyleyebilirsin sorununu, bana güvenebilirsin.” “Nesnel Kral’ın kalesine girmek istiyorum ama muhafızın bilmecesine yanlış cevap verdiğimiz için giremedik.”
387
Stories of Lights in the Sky
“O zaman şanslısın, ben Nesnel Kral’ım! Benimle gel, seninle kaleyi gezelim.” “Harikaaaaaaa!” diye bağırdı. Ailesini haber verdikten sonra, Kral ile birlikte gitti ve kalenin içinde her köşesini gezdi. Maria kalede gördüklerine hayran kaldı ve ona teşekkür etti. Yapmak istediği ama asla yapamayacağı bir şeyi yapmasına yardım etme söz verdi. Kral kabul etti ve dedi ki: “Doğrusu Portekiz'e bir gezmek istiyorum, ama Kral olduğuma için yerime kimseyi bırakıp gidemiyorum.” Maria’nın bir fikrim vardı: “Gezegenine geri dönme sözü verirsen belki senin yerine geçebilirim.” Anne ve babası kızlarının yaptıklarını duyunca çok mutlu oldular. Maria nesnelerin gezegeninde hüküm sürerken, Kral ile birlikte uçağa gittiler. Bu gezegeni o kadar iyi tanımıştı ki, farklı bir gezegende olduğu aklına hiç gelmez olmuştu. Tüm halk Maria’yı çok sevdi ve halka nezaket ve ilgisini takdir ediyorlardı. Nesnel Kral gezegenine geri döndüğünde, herkes ona Maria'nın ne kadar iyi bir yönetici olduğunu anlattı. Çok şaşırdı ve eve döndüğünde orada geçirdiği harika zamanları hatırlaması için ona Kraliyet tacı verdi. Eve vardıklarında, Maria’nın yaptığı ilk şey tacını vitrine koymak oldu ve böylece tacı her görüşünde harika macerasını hatırlıyordu.
388
Write for the Multilingual Book
Madalena 5ÂşD SantarĂŠm, Portugal 389
Stories of Lights in the Sky
Dünya’nın Koruyucuları Merhaba ben Zeynep, onüç yaşındayım. Arkadaşım Selin ile dışarıda geziyorduk. Bir pastaneden bir şeyler aldıktan sonra çıktık. Selin’in önerisiyle eve kestirmeden gitmek için bir ara sokağa girdik. Sokakta yürürken bir dalgalanma hissettik ve bir şey ikimizi birden içine çekti. Düştük, düştük ve kendimizi bambaşka bir yerde bulduk. Zaten ne olduysa bundan sonra oldu. Etrafımızda farklı görünen yaratıklar vardı, onlar bize biz onlara şaşkın şaşkın bakıyorduk. İçlerinden biri ”Bunlar insan!” diye çığlık attı. İçlerinden en yaşlısı olduğunu tahmin ettiğimiz yanımıza geldi. “Siz buraya nasıl geldiniz?’ diye sordu. Bu cevabını bizim de bilmediğimiz bir soruydu, “Bunu biz de merak ediyoruz.” dedim. Bizi gören olup olmadığını sorduğunda en son tenha bir ara sokakta olduğumuzu ve karanlık olduğu için birilerinin görme ihtimalinin düşük olduğunu söylediğimizde rahatladılar. Artık soru sorma sırası bizdeydi, sorularımıza cevaben gezegenin adının Nextron olduğunu söylediler. Burası dünyanın yedeğiydi ve dünya bir sorunla karşılaştığında alternatif olarak yaratılmıştı. ‘Ceygu’ olarak adlandırılıyorlardı ve kendilerini dünyayı korumaya adamışlardı. Dünyanın daha güzel
390
Write for the Multilingual Book
bir yer olması için birçok bilgi Nextron’da üretiliyor ve dünyadaki bilim insanlarına ilham ediliyordu. Nadiren bizzat dünyaya giderek sorunu çözüyorlardı. Geçtiğimiz kapıda bir Ceygu’nun dünyayı ziyareti sırasında açılmıştı ve çok kısa bir an için açık kalan kapıdan geçmeyi başarmamız ise hala bir gizemdi. Selin ile Ceyguların rehberliğinde laboratuarlarını gezerken aniden alarmlar çalıştı. Ceygulardan biri bunun dünyaya yaklaşan bir göktaşı olduğunu söyledi. Göktaşını yok etmek için harekete geçtiler, önce molekül yapısını değiştirerek zararsız hale getirip sonra parçalayacaklardı.Selin “İstediğiniz maddeye çevirebiliyor musunuz yani?” diye sorduğunda, “Elbette, ne olmasını istersiniz?” dediler. Çikolataya dönüşmesini istedik, bunu ‘Vitruk’ isimli bir cihaz ile yapıyorlardı. İçlerinden biri “Gök çikolatasını güneşe yönlendirelim böylece hemen erir.” dedi. Öyle de yaptılar. Bu arada karnımız acıktı, bizi bir restorana götürdüler. ‘Zirve’ ve ‘Melodi’ isimli yemekleri denedik. Zirvenin başarılı olmalarına yardım ettiğine, melodininse seslerini güzelleştirdiğine inanıyorlardı. Asıl ilginç bilgiyi yemek sonunda öğrendik; burada para kavramı yoktu Ceygular aldıkları hizmete tatlı sözlerle teşekkür ediyorlardı. Keşke dünyada da işler böyle yürüseydi, böylece kimse aç kalmaz ve herkes birbirine kibar davranarak eksiklerini giderirdi. Kimse kimseyi aldatarak parasını almaya çalışmazdı. “Peki, şimdi eve nasıl gideceğiz?” dedim. Ceygulardan biri tekrar bir kapı açtı. Vedalaştıktan sonra kendimizi yine o ara sokakta bulduk. Eve geldiğimizde hâlâ olayın etkisindeydik. Televizyonda dünyaya yaklaşan bir göktaşının yön değiştirdiği haberi vardı. Ya da gök çikolatası mı demeliyim?
391
Stories of Lights in the Sky
illustrated by Nisa, 6/A
The Earth Protectors Hi, I'm Zeynep and 13 years old. I was hanging out with my friend Selin. Then, we went to a patisserie to buy something. We decided to take a shortcut to go back home. When we were walking down the street, we felt a ripple and something sucked both of us inside of it. After falling for a while we found ourselves in a different place. Our adventure began after that. There were creatures that looked weird around us, we were staring each other. One of them screamed. ”These are people.” The oldest of them came to us and asked “how did you get here?' This is a question we do not know the answer too, “We are curious about this.” I said. They asked if anyone had seen us and were relieved when we said it was unlikely to be seen by anyone because of darkness. Now it was our turn to ask
392
Write for the Multilingual Book
questions. They said the name of the planet was Nextron. This was the world's backup, and it was created as an alternative when the world faced a problem. They were called as ’Ceyguvian' and dedicated themselves to protecting the world. Numerous things were invented and discovered by them to make the world a better place and the knowledge was transferred by inspiring scientists around the world. Also, they rarely visited the earth to solve the problem. The door we passed was existed during a visit to Earth by a Ceyguvian, and it was still a mystery that we managed to get through the door that remained open for a very brief moment. Ceyguvians guided us through their lab, suddenly alarms went off. A Ceyguvian said it was a meteorite approaching Earth. They were on the alert to destroy the asteroid; they would first alter its molecular structure to make it harmless and then disintegrate it.Selin said, “So you can turn it into whatever you want?” and he replied; “Sure, What do you want it to be?". We wanted it to turn into chocolate; they were doing it with a device called ’Vitruk'. One of them said.”Let's direct the chocolate meteorite to the sun so it melts right away." They've done it. By the way, we got hungry, so they took us to a restaurant. We tasted some dishes called as ’Summit‘ and ’Melody'. They believed that the summit helped them to succeed their goals, and that the melody made their voice beautiful. We learned an interesting thing at the end of the meal; they don’t use money to buy something and it was enough to thank for the service with kind words. I wish people pay each other in this way too, so that no one would starve and we would just threat people
393
Stories of Lights in the Sky
kindly to get what we needed. No one would try to deceive people. “How do we back home?” I said. A Ceyguvian created the door again. After we stepped into it, we were in the alley again. We still had the confusion when we got home. There was news on TV about a meteor approaching the Earth. Or should we call it as a chocolate?
Hatice Ebrar 7/A Elbistan, Türkiye 394
Write for the Multilingual Book
A Space Journal 01.05.2063 Earth is where I live. It’s a small planet, not that peaceful and beautiful in my opinion. Even though I don’t like living on Earth, there are a lot of different activities that we can do. I do think a lot, how other creatures live in other planets that we haven’t visited yet. By the way, I’m Gent. I’m a student in University of America. I came here 3 weeks ago, to fulfill my ambition to visit Mars. Having a vacation there is a dream come true. I have to say University is fun and I’m having a great time. It helped me make my dream clearer and made me realize that I’m not a person that gives up easily. 20.03.2063 3 years have passed. I’m here in the Moon, having fun! I came here one year ago because Earth was destroyed. The apocalypse happened and we were brought here. A big number of humans were left behind though. What a tragedy! I cannot stay any longer here, so I’m trying to travel to another planet soon. Ships are already heading to Mars, my favorite place since I was a kid. Me, Mike and Ronald got the tickets, so I won’t be alone.
395
Stories of Lights in the Sky
15.05.2063 Four weeks have passed since I last wrote. I finally arrived in Mars. I arrived two days ago but Anika our ship crashed. We are fine. There was a technical problem, that’s what I heard. The ship is not that damaged, so we can still get back to our families. 16.09.2063 Here is hot, the temperature is around 61ºC. A day ago I was walking down the mountain and I saw some creatures that looked almost like us, but their skin was green and their eyes were a little bigger than ours. They could talk too, but in another language. There were friendly and very kind. They helped us build the ship because it was time to go to our homes (the Moon). Today we are leaving Mars. I thought that maybe I can have a walk for the last time in my favorite planet. But that was impossible because we needed to leave the planet or our oxygen will run out. So I just took a good look for the last time the place where I felt happy. This was a dream came true. Staying in a place like Mars was amazing. I’ll never forget this experience for my entire life. That’s all I can describe for now. I need to go, maybe we’ll catch up later.
Uzay Günlüğü 01.05.2063 Dünya benim yaşadığım yer. Bu küçük gezegen, bence pek huzurlu ve güzel bir yer değil. Dünyada yaşamaktan
396
Write for the Multilingual Book
hoşlanmama rağmen yapabileceğimiz birçok farklı etkinlik var. Çok şey düşünüyorum, henüz bilmediğimiz gezegenlerde diğer yaratıklar nasıl yaşıyor. Bu arada, ben Gent. Amerika Üniversitesi'nde öğrenciyim. Buraya 3 hafta önce Mars'ı ziyaret etme hayalimi gerçekleştirmek için geldim. Bu tatille bir rüya gerçek oluyor. Üniversitenin eğlenceli olduğunu ve harika zaman geçirdiğimi söylemeliyim. Hedefimi kesinleştirmeme yardımcı oldu ve kolayca vazgeçen bir insan olmadığımı fark etmemi sağladı. 20.03.2063 3 yıldır Ay'dayım, burası çok eğlenceli! Bir yıl önce buraya geldim çünkü dünya yok oldu. Kıyamet gerçekleşti ve biz buraya getirildik. Çok sayıda insan hayatını kaybetti. Büyük bir trajediydi! Burada daha fazla kalamayacağım, bu yüzden en kısa sürede başka bir gezegene geçmeye çalışıyorum. Gemiler zaten Mars'a gidiyor, çocukluğumdan beri en sevdiğim yer. Ben, Mike ve Ronald biletleri aldık, yalnız da olmayacağım. 15.05.2063 En son yazdığımdan beri dört hafta geçti. Sonunda Mars'a İki gün önce ulaştım. Biz iyiyiz ama gemimiz Anika bozuldu. Sanırım teknik bir hatadan kaynaklandı. Gemi o kadar ağır hasar görmedi, bu yüzden hala ailelerimize geri dönebiliriz. 16.09.2063 Burada sıcaklık 61ºC civarındadır. Bir gün önce dağdan aşağı doğru yürürken bize çok benzeyen bazı yaratıklar gördüm, ama derileri yeşildi ve gözleri bizimkinden biraz daha büyüktü. Onlar
397
Stories of Lights in the Sky
da konuşabiliyorlardı, ama başka bir dilde. Sıcakkanlı ve çok naziklerdi. Gemiyi tamir etmemize yardım ettiler, artık evlerimize ( Ay’a) gitme zamanı gelmişti. Bugün Mars'tan ayrılıyoruz. En sevdiğim gezegende son kez bir yürüyüş yapmayı isterdim. Ama bu imkânsızdı çünkü oksijenimiz azaldığı için gezegeni terk etmemiz gerekiyordu. Bu yüzden son kez mutlu hissettiğim yere uzun uzun baktım. Bu bir rüyanın gerçek oluşuydu. Mars gibi bir yerde kalmak harikaydı. Hayatım boyunca bu deneyimi asla unutmayacağım. Şimdilik anlatacaklarım bu kadar. Gitmem gerek, belki sonra konuşuruz.
Gent VIII-2 Skopje, North Macedonia 398
Write for the Multilingual Book
Num Mundo de Tecnologia Um dia o meu tio que trabalha na NASA convidou-me para ir numa viagem à lua com ele e com os seus colegas astronautas. Quando eu abri o postal e me deparei com o que lá estava escrito, fiquei bastante entusiasmado e corri para dentro de casa para ir contar aos meus pais. Assim que souberam da notícia, acharam que era muito arriscado, mas, ao mesmo tempo, perceberam que era uma oportunidade única que, provavelmente, não se iria repetir e decidiram deixar-me viver aquela aventura. Passou uma semana e eu estava pronta para partir para a lua. Despedi-me dos meus pais com um grande abraço, cumprimentei os astronautas e seguimos caminho. Passado algum tempo de viagem já vislumbrávamos a lua, mas parecia que nos estávamos a afastar e quando nos apercebemos que havia um problema, íamos demasiado rápido para o poder resolver e alterar a rota da nave. Eu comecei a ficar assustado e não conseguia deixar de questionar o meu tio sobre o que estava a acontecer. Todos me tentaram acalmar e diziam que não havia qualquer problema, mas, ao olhar pela janela, observei que a lua estava muito distante e nos aproximávamos a grande velocidade de um planeta repleto de luzes de todas as cores. A nave aterrou em segurança e sem estragos, podíamos regressar a casa a qualquer momento. Saímos da nave e deparámo-nos com um planeta repleto de tecnologias avançadas, habitado por pessoas iguais a nós. Fiquei impressionado, pensava que o planeta Terra era o único
399
Stories of Lights in the Sky
habitável e o mais avançado do universo, mas, afinal, estava enganado. Lá havia motas flutuantes, pranchas voadoras, lápis que escreviam sozinhos e só um candeeiro tinha luzes de todas as cores, feitios e tamanhos. Decidimos explorar o planeta e deparámo-nos com escolas como na Terra, centros comerciais, até havia McDonald’s. Concluímos que havia um planeta bastante semelhante à Terra, mas ainda mais avançado. O meu tio, os seus colegas astronautas e eu também partilhámos informações sobre o nosso planeta e, em forma de agradecimento pela nossa vinda e troca de conhecimentos, construíram-nos uma nave de tecnologia avançada para voltarmos para casa. Para nossa surpresa, fizeram-no em apenas um dia, enquanto que a nossa, que parecia sucata comparativamente à deles, tinha sido construída em meses! Despedimo-nos e agradecemos, voltámos para casa recheados de novidades para contar às nossas famílias sobre a experiência que tínhamos vivido.
In a Technological World One day my uncle who works for NASA invited me on a trip to the moon with him and other astronauts. When I opened the postcard and realized what was written there, I got very excited and ran into the house to tell my parents. Once they heard the news, they thought it was too risky, but at the same time, they realized it was a once-in-a-lifetime opportunity that probably wouldn't happen again and decided to let me live that adventure. A week later, I was ready to go to
400
Write for the Multilingual Book
the moon. I said goodbye to my parents with a big hug, and I said hello to the astronauts and we're on our way. After a while, we could see the moon, but it seemed like we were moving away, and when we realized there was a problem, we were going too fast to solve it and change the ship's course. I started to get scared and I couldn't help asking my uncle what was happening. Everyone tried to calm me down and said that there was no problem, but looking out the window, I noticed that the moon was very far away and we were approaching a planet full of lights of all colors fastly. The ship landed safely and without damage, we could return home at any time. We left the ship and came across a planet full of advanced technologies, inhabited by people just like us. I was impressed, I thought Planet Earth was the only habitable and the most advanced in the universe, but I reailzed that I was wrong. There were floating bikes, flying boards, pencils that could write by their own and only one lamp had lights of all colors, shapes and sizes. We decided to explore the planet and we came across schools like on Earth, shopping malls, there was even a McDonald's restaurant. We concluded that there was a planet quite similar to Earth, but even more advanced. My uncle, the other astronauts and I also shared information about our planet and because of our coming and exchanging knowledge, they built us an advanced technology ship to return home. Surprinsingly, they did it in just one day, while ours, which looked like scrap metal compared to theirs, had been built in months!
401
Stories of Lights in the Sky
We say goodbye and returned back home with a lot of news to tell our families about the experience we had lived.
Teknolojik Bir Dünyada Bir gün NASA’da çalışan amcam beni kendi ve diğer astronotlarla Ay seyahatine davet etti. Kartpostalı açıp okuduğumda çok heyecanlandım ve aileme söylemek için eve koştum. Haberi duyduklarında bunun çok riskli olduğunu düşündüler, ama daha sonra muhtemelen ömürde bir gelecek bir fırsat olduğunu anladılar ve bu macerayı yaşamama izin vermeye karar verdiler. Bir hafta sonra aya gitmeye hazırdım. Aileme sıkıca sarıldım, vedalaştım, astronotlarla tanıştım ve yola çıktık. Bir süre sonra, ayı görebiliyorduk, ama uzaklaşıyor gibiydik ve bir sorun olduğunu fark ettik, hızımız çok yüksek olduğu için bunu çözmek ve geminin rotasını değiştirmek zordu. Korkmaya başladım ve amcama neler olduğunu sormadan kendimi alıkoyamadım. Herkes beni sakinleştirmeye çalıştı ve sorun olmadığını söyledi, ama pencereden dışarı bakarken Ayın çok uzak olduğunu fark ettim ve tüm rengârenk ışıltılı bir gezegene hızla yaklaşıyorduk. Gemi güvenli bir şekilde indi ve hasar görmedi, yeniden eve dönebilirdik. Gemiden ayrıldık ve bizim gibi insanların yaşadığı ileri teknolojiyle donatılmış bir gezegene rastladık. Etkilendim, Dünya’nın evrendeki tek yaşanabilir ve en gelişmiş gezegen olduğunu düşünürdüm, ama yanıldığımı anladım.
402
Write for the Multilingual Book
Yüzen bisikletler, uçan tahtalar, kendi başlarına yazabilen kalemler vardı ve sadece bir lamba tüm renk, şekil ve boyutlarda ışıklara sahipti. Gezegeni keşfetmeye karar verdik ve Dünya'daki gibi okullara rastladık, alışveriş merkezleri, hatta bir McDonald's restoranı bile vardı. Dünya'ya oldukça benzer, ancak daha da gelişmiş bir gezegen olduğu sonucuna vardık. Amcam, diğer astronotlar ve ben de gezegenimiz hakkında bilgi paylaştık ve konuşmalarımızdan etkilenerek bize eve dönmek için ileri teknolojik bir gemi inşa ettiler. Şaşırtıcı bir şekilde, sadece bir gün içinde yaptılar, inşa edilmesi aylarca süren kendi gemimiz hurda metal gibi görünüyordu. Veda ettik ve yaşadığımız deneyimi ailelerimize anlatmak için bir sürü haber ile eve döndü.
João 5ºD Santarém, Portugal 403
Stories of Lights in the Sky
My Leafy Feet Friend Time was passing. The desire to see the universe was getting bigger and bigger. But the opportunity to get there was very small. Financially we were not doing well. My parents were working night and day as not to be left without a bite of bread. But one day, the day looked different to me. It seemed like something was going to happen. That's exactly what happened. Well in the morning as I just looked out of the window, I saw a group of astronauts waving at me. They were calling me. I went with a lot of joy without informing anyone. I was so excited that I thought my dream was coming true. Several hours passed. Everything seemed great, but a bad feeling overwhelmed me. I thought I was making a mistake not telling anyone. I asked the astronauts to bring me back. I felt so bad that I was forced to continue. Saddened I started to get mad. A crisis overwhelmed me. I didn’t know how to control myself. When we got there everything looked different, but one thing caught my attention. It was a little lonely alien. As I was watching it my curiosity was growing bigger. I wanted to ask what’s wrong, but as I approached him he hugged me and started crying. After a while he calmed down and told me:” Please can I become your friend?” I gladly accepted. He told me his secret. It left me speechless. He had leaves on his feet. It was something that my eyes haven’t ever seen. But something was bothering him. It was obvious. I asked him many times what was wrong, but he didn’t tell me a thing. So I left it with that. The twilight was coming. This was a planet full of miracles. The tiny little alien was sleeping. I was worried about when his last leaf
404
Write for the Multilingual Book
would fall and I had to leave this planet. I was worried about how I would leave my brother so upset. Fear! What a bad feeling! My alien brother is there somewhere. I will visit him one day again. So this planet full of miracles will always remain as the most beautiful memory of my life. And now thanks to this planet I just published a book, which is famous all over America.
Arkadaşım Yaprak Ayak Zaman geçtikçe gerçekleştirme şansım çok az olsa da evreni görme arzum büyüyordu. Maddi durumumuz iyi değildi. Ailem gece gündüz bir lokma ekmek için çalışıyorlardı. Ama bir gün, gün bana farklı geliyordu, havada bir şeyler olacağının belirtisi vardı. Tam da öyle oldu. Sabah pencereden dışarı baktığımda, bir grup astronotun bana el salladığını gördüm. Bana sesleniyorlardı. Hayalimin gerçek olacağını düşüncesiyle o kadar sevinmiştim ki kimseye haber vermeden yanlarına gittim. Birkaç saat sonra her şey harika görünüyordu ama kötü bir duygu beni boğdu. Kimseye haber vermemekle hata yaptığımı düşünüyordum. Astronotlardan beni geri götürmelerini istedim. Devam etmek zorunda kaldığım için çok üzülmüştüm. Üzüldükçe öfkem katlanıyordu. Kriz geçiriyordum ve kendimi nasıl kontrol edeceğimi bilmiyordum. Oraya vardığımızda her şey farklı görünüyordu ama bir şey dikkatimi çekti. Küçük yalnız bir uzaylı vardı, izlerken merakım büyüyordu. Neyi olduğunu sormak istedim, ama ona yaklaştığımda bana sarıldı ve ağlamaya başladı. Bir süre sonra sakinleşti ve bana şöyle dedi "Arkadaşın olabilir miyim?” Seve
405
Stories of Lights in the Sky
seve kabul ettim. Bana sırrını söylediğinde diyecek söz bulamadım. Ayaklarında yaprakları vardı. Bu hayatımda görmediğim bir şeydi. Ama bir şeyin onu rahatsız ettiği belliydi. Birçok kez neyi olduğunu sordum ama bana hiçbir şey söylemeyince sormayı bıraktım. Alacakaranlık geliyordu. Bu mucizelerle dolu bir gezegendi. Küçük uzaylı uyuyordu. Son yaprağının düşecek diye endişe duyuyordum ve bu gezegenden ayrılmak zorundaydım. Arkadaşımı bu kadar üzgünken nasıl bırakabilirim diye huzursuz olmuştum. Korku, ne fena bir duygu! Gezegenden ayrıldığımda hâlâ uyuyordu. Bir gün onu tekrar ziyaret edeceğim. Bu mucizelerle dolu bu gezegen her zaman hayatımın en güzel anısı olarak kalacak. Ve şimdi bu gezegen sayesinde Amerika'nın her yerinde ünlü bir kitap yayınladım.
Hana VIII-2 Skopje, North Macedonia 406
Write for the Multilingual Book
Plutón Cuando desperté ya estaba aterrizando en la estación intergaláctica de Plutón. Ese día vomité tres veces, ya que no estaba acostumbrado a la atmósfera. Mientras paseábamos por el lugar, el suelo empezó a temblar y a moverse de manera brusca y oí decir a mi padre que un par de calles al lado una criatura había salido del suelo y se había llevado a dos personas por el agujero que había hecho. Mi padre y yo nos refugiamos en una casa, pero no hizo efecto porque esa cosa reventó el suelo de la casa desde abajo llevándose a mi padre por el agujero, ¡era enorme! Tenía tentáculos y una boca dividida en cuatro partes, con varios ojos en la cabeza y otra boca más en el pecho. Cogí una barra de hierro de unos escombros de la casa y bajé deslizándome tras el monstruo. No sabía si iba a salir vivo de ese sitio pero lo intentaría ya que debía salvar a mi padre. Minutos después llegué al suelo, hacía un calor horrible y casi no podía respirar. De repente, sentí un dolor muy agudo en el costado, algo se me había clavado, miré abajo y vi que tenía una raíz incrustada, tenía forma curvada y era de color verde oscuro confundido por el color de la sangre que brotaba de la herida. Saqué la raíz pero no podía moverme, estaba paralizado, subí como pude del lugar e intenté buscar ayuda, todo estaba destrozado, esas cosas estaban por todas partes, la gente corría y gritaba.
407
Stories of Lights in the Sky
Lo peor fue cuando noté una mano helada tocándome el hombro, me giré y vi a mi padre, tenía la piel muy pálida. Intenté gritar pero no pude, un mar de miedo invadió mi cuerpo. ¿Sería el fin? Me caí y noté un dolor en la cabeza, después me desmayé. Cuando desperté estaba en mi cama, sudando, mi padre estaba sentado a mis pies. Le oí decir: -tranquilo, todo ha sido una pesadilla-. Bajé a desayunar y sentí un dolor agudo, miré y vi una cicatriz que recorría mi costado…
Pluto When I woke up I was already landing on the intergalactic station of Pluto, that day I vomited three times, as I was not used to the atmosphere. As we walked through the place, the ground began to tremble and move abruptly and I heard my father saying that a couple of streets away, a creature had come out of the ground and had taken two people through the hole it had made. My father and I took refuge in a house, but it didn’t work because that thing blew up the floor of the house from below taking my father through the hole, it was huge! It had tentacles and a mouth divided into four parts, with several eyes on the head and another mouth on the chest. I took an iron bar from some rubble in the house and slid down behind the monster. I didn’t know if I was gonna make it out of that place alive, but I would try since I had to save my father. Minutes later I arrived to the ground, it was awful hot
408
Write for the Multilingual Book
and I could hardly breathe. Suddenly, I felt a very sharp pain in the side, something had stuck in me, I looked down and I saw that it had an embedded root, had a curved shape and was dark green that was confusing by the color of the blood flowing from the wound. I pulled out the root but I couldn’t move, I was paralyzed, I got as far as I could from the place and I tried to get some help, everything was wrecked, those things were everywhere, people were running and screaming. The worst part was when I noticed an icy hand touching my shoulder, I turned around and saw my father, he had very pale skin. I tried to scream but couldn’t, a lot of fear invaded my body, would it be the end? I fell and noticed a headache, then I fainted. When I woke up I was in my bed, sweating, my father was sitting at my feet. I heard him say -calm down, everything has been a nightmare-. I went down to have breakfast and felt a sharp pain, I looked and I saw a scar that ran through my side…
Plüton Uyandığımda Pluto'nun galaksiler arası istasyonuna iniyordum, o gün havasına alışkın olmadığım için üç kez kustum. Yürürken, zemin titremeye ve aniden hareket etmeye başladı ve babam birkaç sokak ötede, bir yaratığın yerden çıktığını ve açtığı deliğine iki kişiyi çektiğini söyledi. Babam ve ben bir eve sığındık, ama işe yaramadı çünkü o şey evin tabanını havaya kaldırdı, babamı deliğine çekiyordu, çok büyüktü! Dokungaçlı ve
409
Stories of Lights in the Sky
dört parçaya bölünmüş bir ağzı, kafasında birçok gözü ve göğsünde bir ağzı daha vardı. Evdeki molozların arasından demir bir çubuk aldım ve canavarın arkasına geçtim. Bundan sağ çıkıp çıkamayacağımı bilmiyordum, ama babamı kurtarmak zorunda olduğum için deneyecektim. Dakikalar sonra aşağı indim, korkunç sıcaktı ve zor nefes alabiliyordum. Aniden, böğrümde çok keskin bir ağrı hissettim, bir şey saplanmıştı, baktığımda kavisli bir kök olduğunu ve yaradan akan kanın rengiyle koyu yeşil gibi gördüm. Kökü çıkardım ama hareket edemedim, felç gibi olmuştum, oradan elimden uzaklaşmaya ve yardım bulmaya çalıştım, her şey mahvolmuştu, yaratıklar her yerdeydi, insanlar koşuyordu ve çığlık atıyordu. En kötüsü de buz gibi bir elin omzuma dokunduğunu fark ettiğimde, arkamı dönünce babamı görmemdi. Teni çok solgundu. Çığlık atmaya çalıştım ama yapamadım, korkular aklımı zapt etmişti, sonum böyle mi olacaktı? Bir baş ağrısıyla düştüm ve sonra bayılmışım. Uyandığımda yatağımdaydım, terliyordum, babam ayakucumda oturuyordu. Babamın “Sakin ol, hepsi kâbustu.“ dediğini duydum. Kahvaltı yapmak için indim ve keskin bir acı hissettim, baktım ve böğrümde bir yara gördüm…
Nicolás 1ºB Valladolid, Spain 410
Write for the Multilingual Book
Bukalemun Gezegeni Henüz küçük bir çocukken merak salmıştım uzaya ve zaman çok çabuk geçiyordu. Artık bir gökbilimci olmuştum ve yakında dünyaya benzerliği ile ilgilerin odağında olan bir gezegene ekibimle birlikte araştırmaya gidecektim. Henüz K-1312 olarak adlandırılan bu gezegene yolculuk için hazırlık yapıyorduk. İki gün sonra rokette yerimizi aldık ve kalkış için geri sayım başladı. Uzun bir yolculuğun ardından K-1312’ye yaklaşmıştık. Bu gezegen mor renkte görünüyordu. İnerken gezegene ilk adım atan insan olmanın heyecanını hissediyordum. Cevap bulmamız gereken onlarca soru vardı. Ekipten iki astronot rokette kalacak ve araştırmaya ilk olarak ben çıkacaktım. Gezegenin şartlarına göre tasarlanmış aracımla keşfetmeye başladım. İlk başlarda bitkiye benzeyen canlılardan başka bir şey yoktu. Biraz ilerledikten sonra vücudunun etrafında bir kızıl hale olan boyumun iki katında bir yaratık karşıma çıktı. Başta saklanmaya çalıştım ancak, korkmamam gerektiğini anlattı. Birazdan benim dilimde konuşmaya başladı. “Başka bir insanın geleceğini bilmiyorduk, yolculuğunuz boyunca sizi takip ettik, o kıyafetlere ihtiyacınız yok.” dedi. Başta biraz tereddüt etsem de, başlığımı çıkardım gerçekten de nefes alabiliyordum.
411
Stories of Lights in the Sky
“Başka biri mi, daha önce buraya gelen oldu mu?” “Evet, uzun süredir bizimle yaşayan Elly adında bir insan daha var. Seni ona götürebilirim.” Duyduklarıma inanamıyordum, bu kadarı beklemediğim bir şeydi. Yanına gittim ve kendimi tanıttım. Şöyle cevap verdi: “Merhaba, ben Elly, ben de senin gibi bir insanım.” “Ben Elif, buraya nasıl geldin, biz yeni keşfettik burayı?” “Aslında biz burayı yıllar önce keşfetmiştik ama gizli tutuyorduk. Hesaplarım doğruysa yaklaşık iki yıldır buradayım.” “Peki, neden bu kadar uzun süre kaldın?” “Buraya gelirken inişi iyi yapamadım ve roketim çakıldı. Daha sonra Aymira ile karşılaştım, o günden beri beni burada tutuyorlar, Dünya’ya ışınlanmak için çalışma yapıyorlar. Bulduklarında beni gönderecekler.” dedi. Daha sonra gezegen hakkında merak ettiklerimi sordum. Buradaki yaratıkların çok hızlı hareket edebildiğini ancak gezegenin özelliğinden dolayı vücut yapılarının insana göre dayanıksız olduğunu söyledi. Gezegende bir idareciye ihtiyaç duyulmadığını, yaşayanların birbirine ve çevreye saygılı olduğu için yasalara ve cezalara gerek olmadığını da öğrendim. Gerçekten de çevre o kadar temizdi ki Aymira ile karşılaşmasam burada insana benzeyen varlıkların olmadığını, canlıların sadece bitkilerden ibaret olduğunu düşünürdüm. Biraz sonra kapı tekrar açıldı, kapıda diğer iki astronotu gördüm. Daha ilginci ise arkalarında duran bendim. Onlar da beni görünce şaşırdılar fakat geri dönemiyorlardı. Kapı kapanmıştı, Elly’e baktığım da yoktu. Evet, Elly K-1314 hakkında çok bilgi vermişti ama kılık değiştirebildiklerini söylememişti. Burası ışınlanma odasıydı ve biraz sonra kendimizi dünyada bulduk. Kimsenin olmadığı bir
412
Write for the Multilingual Book
yere ışınlanmıştık ve tekrar ülkemize dönmemiz uzun zaman aldı. Yaşadıklarımızı anlattık ve K-1312 görevi tehlikeli olduğu için bir daha açılmamak üzere iptal edildi.
The Chameleon Planet When I was a little girl I was interested in space, and time flew. Now I’m an astronomer. I was going to travel a planet, which was being the focus on attention with looking like the Earth, to discover with my team. We were making preparations for a journey to this planet which is just called as K-1312. After two days, we took our place in the rocket, and the countdown for taking off started. After for a long journey, we approached K-1312. This planet seemed as purple. When I got off I felt excited about being the first person who steps into the planet. There were a lot of questions that we needed to answer. Two friends from my team stayed in the rocket and fist of all, I was going to explore the planet. I began to explore with my vehicle designed especially for this planet. At first, there was nothing except for living creatures that looked like a plant. After I went ahead, I came across a creature that was twice of my height and had a halo around her body. At first, I tried to hide somewhere, but it told that I don’t have to be scared with gestures. After a while, she began to speak in my language. “We didn’t know that another human would visit. We followed you throughout your journey. You didn’t need that clothes here.” she said. Even though I was a little hesitant at first, I took off my headgear and was able to breath.
413
Stories of Lights in the Sky
“Another human, had someone been to here before?” “Yes, there is a human called Elly who has lived with us for a long time.” I couldn’t believe what I heard. This was above my expectations. I approached her and introduced myself. She answered: “Hi, I’m Elly and a human like you.” “I’m Elif. Well, how could you come here? We have discovered this planet newly.” “Actually, we discovered the planet many years ago, but we were keeping it as a secret. If my calculations are correct I’ve been here for about two years.” “Well, why did you stay here so long?” “At the end of our journey, we couldn’t land well, and our rocket crashed. Then, we met Aymira. They have been keeping me here since we came and working on teleportation to the world. When they invented it, they’ll teleport me.” Then, I asked what I want to know about the planet. She said that the creatures here could move very fast, but their body structures were weaker than humans because of the natural effects. I also learned that there was no need for an administrator on the planet, and there was no need for laws and penalties because the living people respected each other and environment. Indeed, the environment was so clean that if I didn’t meet Aymira I would think that there are no human beings here except for just plants which is only living organism. After a while, the door was opened again and my friends came there too. It was more interesting that an alien looks like me was standing behind them. When they saw me they were
414
Write for the Multilingual Book
surprised, but they couldn’t return. The door was closed. When I looked at Elly she wasn’t there. Yes, Elly gave much information about K-1312, but she didn’t say they could disguise. This was the teleport room. After a while, we found ourselves in the world. We teleported to a random place and it took a long time for us to return home. We told what we experienced during the K-1312 mission and it was cancelled because of danger.
illustrated by Oğuzhan, 6/B Elif 7/A Elbistan, Türkiye 415
Stories of Lights in the Sky
The Green Planet Zuzu The planet I’m going to talk about its very strange. It is called Zuzu in honor of the first creature living there. It arrived here from a big planet nearby. It took me seven years to arrive there. I barely made it alive, because my spaceship almost ran out of fuel. Luckily I had some extra, so I continued my way. The planet is really big, green and has fourteen moons. The biggest moon is called Titan, while the smallest one is called Gregon. Luckily for me it has plenty of water and oxygen. The nearest star is called Sirius. It’s 165 million km away from Zuzu. There is no snow, rain or any clouds here. The weather is always from 10°C to 15°C. The things that I was scared were the creatures living in that planet. I was wondering if they would help or if they would attack me. They are taller but thinner than humans. Humans are definitely more intelligent but the creatures on the other hand are more kind and friendly. Life was easy. It's the perfect planet for a human being to survive. There is plenty of water, food and oxygen. They offered me strange food. I was starving and ate everything they offered. The most common food was witchetty grub. It looked like a worm but it tasted so good. They live in groups and divide themselves by their looks. I was hanging out with the one-eyed, green creatures who welcomed me really good. They call themselves AURRA. They are completely different from us. They communicate with each other in many ways which I find interesting. I was feeling surprised and jealous with the way they interact with each other. When I first met one of them I was confused. He was talking a foreign language. I was so scared but happy at the same time
416
Write for the Multilingual Book
because the way he communicated to me was very kind. Their life is not that organized. They don't have anything like internet. They work for the King and those who don't work die of hunger. The tribes fight occasionally because of territories. Away from that they live very happy and in peace. I tried to help them by explaining that 106 years ago on Earth a terrible war happened for same reasons and a lot of people died. They should live in peace no matter how. They took my advice and thanked me, and in return gave me some kind of fuel that I could use to get back to Earth; even I knew life was better in Zuzu. The day I had to come back to Earth was one of my saddest days. They requested not to tell humans about them so they can live in peace. Surviving there was easy. They were scared of any human invasion. This trip taught me a lot about different things. I learned that Sirius star is not yellow or white but it’s actually red and that the Sun is one of the brightest stars in Universe.
Yeşil Gezegen Zuzu Anlatacağım gezegen çok garip bir gezegen. Adını orada yaşayan ilk yaratık olan Zuzu’dan alıyor. Oraya yakındaki büyük bir gezegenden gelmiş. Benim gezegene ulaşmam yedi yılımı aldı. Hayatta kalmayı güçlükle başardım çünkü uzay gemimin yakıtı neredeyse bitiyordu. Neyse ki biraz yedekte vardı, böylece yoluma devam edebildim. Gezegen gerçekten büyük, yeşil ve on dört ayı var. En büyüğü ‘Titan’, en küçüğü ise ‘Gregon’. Burada bol su ve oksijen var. En yakın yıldız ise ‘Sirius’. Zuzu'ya 165 milyon km uzaklıkta. Burada kar, yağmur ya da bulut yok. Sıcaklık her zaman 10°C ila 15 ° C arasında. Korktuğum şey o
417
Stories of Lights in the Sky
gezegende yaşayan yaratıklardı. Bana yardım mı edeceklerini, yoksa saldırmayı mı seçeceklerini merak ediyordum. İnsanlardan daha uzun ama zayıflar. İnsanlar kesinlikle daha akıllı ancak diğer yandan bu yaratıklar daha nazik ve arkadaş canlısı. Yaşam şartları iyiydi, insanın yaşaması için mükemmel bir gezegen. Bol su, yiyecek ve oksijen var. Bana garip yiyecekler teklif ettiler. Açlıktan ölüyordum bu yüzden sundukları her şeyi yedim. En yaygın yemek ‘Witchetty Grub’ idi. Bir solucan gibi görünüyordu ama tadı çok güzeldi. Kabileler halinde yaşıyorlar ve her kabilenin dış görünüşü farklıydı. Bana misafirperverce davranan tek gözlü, yeşil yaratıklarla vakit geçiriyordum. Bizden tamamen farklı olan bu yaratıklar kendilerine ‘Aurra’ diyorlar. İlginç bulduğum birçok yöntemle birbirleriyle iletişim kuruyorlar. Aralarındaki güçlü bağı hissedince şaşırmış ve kıskanmıştım. Onlardan biriyle ilk karşılaştığımda anlamadığım bir dil konuştuğu için ne yapacağımı şaşırmıştım. Çok korktum, biraz sonra mutlu oldum çünkü benimle anlaşma şekli çok nazikti. Yaşamları pek sistemli değildi. İnternet gibi bir şeyleri yok. Kral için çalışıyorlar ve çalışmayanlar açlıktan ölüyor. Kabileler toprak yüzünden nadiren savaşırlar. Diğer çok mutlu ve huzur içinde yaşıyorlar. 106 yıl önce Dünya'da aynı nedenlerle korkunç bir savaş olduğunu ve birçok insanın öldüğünü açıklayarak onlara savaşın kötü yüzünü anlatmaya çalıştım. Nasıl olursa olsun barış içinde yaşamalıydılar. Tavsiyemi dinlediler ve teşekkür olarak dünyaya geri dönmek için kullanabileceğim bir çeşit yakıt verdiler ama Zuzu'da hayatın daha iyi olduğunun farkındaydım. Dünyaya dönmek zorunda kaldığım gün en üzücü günlerimden biriydi. Barış içinde yaşayabilmeleri için insanlara onlardan bahsetmememi istediler. Herhangi bir insan istilasında hayatta
418
Write for the Multilingual Book
kalmak kolay değildi. Bu gezi bana bilmediğim çok farklı şeyler öğretti. Sirius yıldızının sarı veya beyaz olmadığını, aslında kırmızı olduğunu ve güneşin evrendeki en parlak yıldızlardan biri olduğunu öğrendim.
Ledion VIII-2 Skopje, North Macedonia 419
Stories of Lights in the Sky
Dream Planet
On the wings of a bittersweet dream A shimmering light has got his staring, He flied to a mysterious planet As he heard a distant tapping. Carefully, he neared the flicker In his eyes a curious glow, He plucked up the courage and held his breath Like it was the matter of life and death. But the tapping suddenly stopped That it was gone, he silently hoped, But only when he opened his eyes Did he see them: the fireflies.
420
Write for the Multilingual Book
Like a hundred full white moons Or a thousand morning suns The fireflies were dancing around He watched; he didn’t make a sound. Millions of flying light bulbs, like stars They filled the endless glassy skies Leaving a trail, a slowly fading light They left for the unknown, out of sight. It flew around, but not so far As it was quickly caught in a jar A dreadful feeling in the boy’s guts But he pushed away the empty thoughts An open window in the night The moonlight shadow isn’t bright An empty jar without light Fireflies stayed in the dream planet sight.
Nikola 8/3 Belgrade, Serbia 421
Stories of Lights in the Sky
Ali Tekinsoy Ortaokulu Elbistan, Türkiye alitekinsoy.meb.k12.tr Ali Tekinsoy Ortaokulu is founded in September 2009. More than a thousand students has studied and 52 teachers teach at our school. The school is located in the city centre. Elbistan is one of the biggest districts of Türkiye with its population (more than 140 thousand), extensive farmlands and industrial plants. The mission of the school is to provide myriad opportunities for each student. We believe that each child is unique and special and is blessed with immense potential. Our teachers make a concerted effort to ensure that the students set out goals and guide them to achieve their dreams. The school’s motto ‘Beyond a School’ is a reflection of the efforts for enriching education and providing students with 21st century skills. Along with improving our school’s physical and technological infrastructure, our core values are to boost students’ self-esteem with academia, social and sporting life and to develop their sense of responsibility towards society and the environment. The school built a vision based on instilling national values and pursuit of excellence in education.
422
Write for the Multilingual Book
Agrupamento de Escolas Sá da Bandeira Santarém, Portugal agrupamentosabandeira.pt D. João II School – Santarém, exists since 1995 and it is located in Jardim de Baixo, 2 Km from the town centre. It belongs to Sá da Bandeira Cluster, that is also constituted by a Secondary School, thirteen Primary schools and nine Kindergartens, in a range of 30 Km from the main school. Our school is attended by 674 students. The total amount of teachers working in our school is 80. The School Library is open all day long. Approximately two thousand students visit there in a month. Students can study, read books or magazines, look up for information, use the internet or watch movies. They can also do Arts and Crafts works. In our school there are 30 classrooms, We also have specific ones, such as 2 Science Labs, 2 Chemistry Labs, 6 Arts and Crafts, 2 Music and 3 ITC Labs. Physical Education classes take place at the Gym. We can also have Gymnastics and dancing lessons indoors. We can play football, handball, basketball, and others, and do some working out.
423
Stories of Lights in the Sky
OOU "Rajko Zhinzifov" Skopje, North Macedonia rajkozhinzifov.edu.mk “Rajko Zhinzifov” Primary School with its seventy-four years of existence it is considered among the oldest schools in Chair municipality, Skopje. It’s a multiethnic school where Albanian, Macedonian, Bosniak, Roma, Turkish, and other children study. “Rajko Zhinzifov” it’s a prestigious school in Çair Municipality. Our students regularly participate in competitions, local, regional, state or international, and show high results. They are continuously engaged in different projects as well as activities from multi-ethnic character in cooperation with the municipality or the city of Skopje. The final products of these activities usually decorate the walls of our school or the classroom walls. Our school offers a variety of compulsory and noncompulsory activities to our students. Through these activities we tend to challenges students, enhance their ability to think in a critical manner, and help them develop a positive attitude towards learning. Among the important activities engaging all the students, we can divide different sports activities (interested / talented student are part of the existing sport teams, like football,
424
Write for the Multilingual Book
basketball, volleyball, athletics, swimming, chess or shooting); different free time activities/sections, different competitions (to detect talented students first school competitions are organized followed by local, regional, then state competitions); social humanitarian work (to develop social humanitarian knowledge of our students, our school organizes school bazaars and different humanitarian happenings); eco patrols (to promote eco activities in the community as well as to raise the eco awareness among students, parents, teachers, and others in the community operate the so called eco patrols); the children’s organization; student’s community (students actively take part in planning of the compulsory as well as the noncompulsory activities); red cross committee; stop bullying committee (promotes raising awareness against bullying); safety in school (in case of any natural disasters the school ND safety team regularly practices test evacuations with students and teachers according to the previously elaborated plan of evacuation); health issues education (this kind of regular activities promote different presentations upon different health issues concerning our students, like healthy diet, vaccine, doctor check-up’s, infectious diseases, flue and prevention from the flue, oral hygiene, chronic diseases, etc.) We also integrate ethnic activities in all our autumn and spring one-day excursions, different humanitarian activities, manifestations, school competitions, visits to museums, theatre and the old bazaar, jointly lessons in Art, Physical Education and English language, different skillfulness workshops guided by the class teachers.
425
Stories of Lights in the Sky
Jovan Sterija Popović, Belgrade, Serbia sterija.edu.rs Jovan Sterija Popović (1806-1856) was a Serbian playwright, poet, lawyer, philosopher and pedagogue. "Jovan Sterija Popovic" school is the oldest school in Bežanija, a part of Belgrade. The first written record of the school dates back to 1715. Our school moved into its current building on 5th October 1959. At present around 1000 students attend our school. We make progress through mutual activities. It requires time, loyalty, closeness, honesty, mutual respect, affirmation of the talented ones. In 2007, school newspaper ‘Sterija’ was launched. International festival of children’s poetry ‘Izdanci’ was also launched in the same year. Our school welcomes regularly students from Kosovo as a part of the ‘Small prom – Big Heart’ action and guests from European countries that take part in the ‘Joy of Europe’ manifestation. We nourish cooperation and frienship with two other schools with the same name in Serbia, as well with the school in Slovenia. More than anything experience can lead to real success.Our school has its hymn and tradition. It also has a soul. From here to the far prairie there is no school like our "Sterija"
426
Write for the Multilingual Book
Szkoła Podstawowa nr 2 w Ligocie, Czechowice-Dziedzice, Poland sp2.ligota.pl Primary School of the Silesian Insurgents in Ligota. Our school is located in the small town Ligota-Miliardowice, near Bielsko-Biała, in the Silesian Voivodeship. This is southern part of Poland. You can see the mountains from the windows of our school. There are 2350 inhabitants in Ligota-Miliardowice. The school exists since 1956. There are 234 students here and 32 teachers. There are 8 classrooms. We have a chemistry laboratory, a computer room, a gym, a room for corrective gymnastics, a football pitch and a basketball court. Students can borrow books and read magazines, search for information using the internet in the school library. We implement various projects and innovations. Students take part in numerous competitions. We organize events and performances for the local community. They can learn dancing, train volleyball or write computer programs. Every year, students go for trips to the mountains or to the historic cities like Cracow. Then they have the opportunity to acquire knowledge in an even more interesting way. The youngest students spend two weeks at the seaside every June. We also take part in a charity action called “The Fields of Hope”. We help to raise money for The John Paul the Second Hospice.
427
Stories of Lights in the Sky
OU Dr Vladimir Polezinoski Kichevo, North Macedonia Our school was established in 1983. In our school, about 450 students study. The name of our school by 1995 was ”Vidoe Smileski Bato”. The address is “Arso Vojvoda b.b.” It is in Kichevo, North Macedonia. Our school has two floors, the students from I-V grade are on the first flor and the students from VI-IX grade on the second floor. The students go in two shifts. The first shift is from 8.00 to 13.30 and the second shift is from 13.30 to 18.45. We have 7 classrooms on the second floor and we have cabinet teaching which means teachers move from one to another classroom every school lessons. We also have smart boards in every classroom. So we can watch videos and search on the net. There is a day care room in our school where the younger kids can stay there until their parents come from work and get them.
428
Write for the Multilingual Book
IES Vega del Prado Valladolid, Spain iesvegadelprado.centros.educa.jcyl.es IES Vega Del Prado is a high school in Valladolid (Spain) where VET (image and sound) is taught to students over 18 years old and secondary education (students from 12 to 18 years old). Our school is attended by 596 students. The total amount of teacher working in our school is 63. This institute is committed to innovation and carries out a multitude of extracurricular activities, supporting non-formal education as a complement to formal education. Some of the activities we carry out are - Snow week in Andorra - Book Day - Cultural exchange with Ireland and Germany - Days of the Image... And many more!
429
Stories of Lights in the Sky
Mayıs 2019’da “Milli Mücadele’nin 100. Yılı” anısına yayımladığımız öğrencilerimizin Mustafa Kemak Atatürk’e yazdığı mektup seçkisinden oluşan kitabımız Google Play’de…
430