RÖPORTAJLAR TAHSİN CEYLAN MARUF ŞİNİK BEYZA SULTAN DURNA PORTFOLYOLAR ÖZGE KARZAN MERT ÇAKIR M. UĞUR UMAY CAN BÜYÜKKALKAN ANGELA BACON KIDWELL 6GEN’DEN TEMEL BİLGİLER MANZARA DOKU
Editör: O. Berat GÜNER ~ obg@6gendergi.com Canon, 50D Modelini Yeniledi Ve 60D Ortaya Çıktı Canon’ un yeni modeli Canon EOS 60D dijital SLR fotoğraf makinesi bir EOS modelinde ilk olan 3 inç büyüklüğünde çok açılı döndürülebilen lcd ekrana ve manuel kontroller eşliğinde Full HD kalitesinde video kayıt özelliğine sahip.
E
R
50D’ ye göre gelen yenilikler, daha yüksek çözünürlük, daha yüksek ISO, hareketli ekran, video çekim özelliği, SDHX/XC /Eye-Fi kart desteği, kablosuz flaş tetikleme, DIGIC4 ile hızlı çekim ve iFCL ölçüm sistemi. 50D’ ye göre epey yenilik var ama bir de eksi bulunuyor. Magnezyum alaşımlı gövde yerine plastik gövde kullanılmış. Gövde yapısı, makinenin sınıfını belirleyen etkenlerden. Bu durumda 50D’nin sınıfında olsa bile, aslında gövde olarak 550D’ nin sınıfına geriliyor. 550D’ nin özelliklerine sahip ama gövde olarak mod tekeri ve gövde üzerinde ikinci bir LCD ekran gibi avantajları var. Fiyatı sadece gövde olarak 1099 USD olarak açıklanmış. EF-S 18-135 mm f/3.5-5.6 IS USM kit lens ile 1400 USD.
H
A
B
E
R
L
60D’ nin Teknik Özellikleri:
1
• • • • • • • • • •
18 MP APS-C algılayıcı Hareket edebilen 3 inç LCD 5.3 FPS çekim hızı ISO 100-6400 1080P Video çekim 9 AF noktası Kablosuz flaş tetikleme SDHC ve SDXC desteği Eye-Fi kart desteği Plastik gövde
Fujifilm’ Den Aps-C Cmos Görüntü Algılayıcı Kompak Makinası X100 Fujifilm’ in yeni kompak makinesi X100 piyasada. Dikkat çeken özelliği ise APS-C boyutlu CMOS algılayıcı kullanması. Bu sensörü sayesinde bir çok SLR kullanıcısının da elde etmek isteyeceği bir makine çıkarmış Fujifilm. Leica gibi rangefinder tasarımı kullanmış. Tasarımda farkı bakacında ilave edilmiş olması. Magnezyum kasaya sahip X100 de 23mm’ lik sabit odaklı F2 objektif bulunuyor. Enstantene ve diyafram ayarları makinenin üzerinden yapılması kullanıcıyı menüleri kullanmaktan kurtarıyor. X100 küçük makinelerde kalite arayanların vazgeçilmez makinesi olmaya aday.
Pentax K5 Pentax ileri amatör SLR kullanıcıları için olan modelini K-5 ile yeniledi. Daha önceki sürümü K-7 ile aynı görünüme sahip K-5 in göze çarpan farkı ISO performansı. 51 200 değerine çıkartabilen ISO değeri ile karanlık ortamlarda bile çekim yapabilmeyi kolaylaştırıyor. Pentax’ ın eksiği olan netleme yardımcı ışığı sonunda gövdeye konmuş. Kasası magnezyum alaşımlı su geçirmez gövdesi ve özel objektiflerle makineyi duşun altında bile rahatlıkla kullanabilirsiniz. Tabi günün modasına uymamak olmaz. 1080 çözünürlükte video kaydı yapabiliyor K-5. Pentax daha önceki sürümlerdeki eksiklerini bu modelle gidermiş gibi.
2
Editör: Hande BÜYÜKKEMAHLI ~ hande@6gendergi.com Dünya Engelliler Günü Fotoğraf Sergisi : Özel Çocuklar - Has Bahçenin Gülleri Dünya engelliler günü dolayısıyla İzmir’ in Menemen ilçesinin Emiralem beldesindeki OÇEM - Sabahat AKSIRAY Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi tarafından düzenlenen etkinlikler çerçevesinde, Zeynel AYDIN, Ceyhan ÖZKAVALCIOĞLU ve Deniz TANJU fotoğraflarından oluşan “ÖZEL ÇOCUKLAR- Has Bahçenin Gülleri” isimli fotoğraf sergisinde içindeki yaşama sevincini hiç kaybetmeyen, gözleri ışıldayan çocukları göreceksiniz. Tarih: 03 Aralık 2010 Yer: OÇEM Sabahat Akşıray Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi 80. Yıl Kongre Salonu
Ani Çelik Arevyan ‘Göründüğü Gibi Değil’ Fotoğraf Sergisi İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, 29 Eylül 2010 tarihinde açılan ve 9 Ocak 2011 tarihine kadar sürecek olan Ani Çelik Arevyan’ın gündelik nesnelerden yola çıkarak yeni bir anlatımla ‘Göründüğü Gibi Değil’ başlıklı sergisine ev sahipliği yapıyor. Adres: Adres: Meclis-i Mebusan Cad. Liman İşletmeleri Sahası Antrepo No:4 Karaköy
3
Coşkun AYDIN Fotoğraf Sergisi On yıldır tüm yarışlara katılarak yelken fotoğrafları çeken fotoğraf sanatçısı Coşkun Aydın’ın, 22. ENKA Kültür Sanat Kış Etkinlikleri kapsamında yer alan yelken yarışları fotoğraf sergisi; 14 Aralık 2010 Salı günü saat 19:00’da gerçekleşecek açılışın ardından hafta içi 10:00-16:30 saatleri arasında gezilebilir. Deniz ve yelken tutkunlarına duyrulur. Sergi bitiş tarihi 14Ocak 2011. Yer: Enka Dr. Clinton Vickers Sanat Galerisi Adres: Enka Okulları Sadi Gülçelik Spor Sitesi, İstinye İstanbul
Özant KAMACI: Pause Kanada-Toronto’ da yaşayan Özant Kamacı’ nın “Pause” adlı sergisi yaklaşık bir yıl süren özel bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkmış. 26 Kasım 2010’da başlayan Özant Kamacı’nın ilk solo sergisi 08 Ocak 2011’e kadar Galeri Elipsis’te devam edecek . Adres: Tomtom Mah. Boğazkesen Cad. Hasan Efendi İş Merkezi No.45 K: 3 Tophane
Foto Muhabirlerinin Gözüyle İstanbul 6 Nisan 1920’de kurulan Anadolu Ajansı, bu yıl 90. kuruluş yıldönümünü İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nin Anadolu Ajansı ve Agence France Presse (AFP) işbirliği ile İstanbul’a foto-muhabirlerin gözünden tanıklık eden bir fotoğraf sergisine ev sahipliği yaparak kutluyor. Sergi 15 Ocak 2011’e kadar her gün gezilebilir. Adres: İstiklal Cad. No.4 – Taksim
Türkiye Yaban Hayatı Fotoğraf Yarışması T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Av ve Yaban Hayatı Dairesi Başkanlığı tarafından bu yıl 2. si düzenlenecek olan “Türkiye yaban hayatı fotoğraf yarışması” na son katılım 15 Aralık 2010. Her yarışmacının en fazla dört fotoğraf ile katılabilecektir. Yarışma amatör ve profesyonel tüm fotoğrafçılara açık olup,daha önce bir yarışmaya katılıp ödül alan fotoğraflar yarışmaya katılamayacaktır. Katılım formu için: http://www.cevreorman. gov.tr/COB/Files/duyuru/anasayfaDuyurular/ YABAN%20HAYATI%20broşür.pdf Son Katılım Tarihi: 15 Aralık 2010 Seçici Kurul Toplantısı: 18 Aralık 2010 Sonuç Bildirimi: 22 Aralık 2010 Ödül Töreni ve Sergi: 22 Ocak 2011 Geri Gönderme: 30 Ocak 2011
Fotoğraflarla İstanbul’ da Toplu Ulaşım Sergisi Trans-İst 2010 kapsamında gerçekleşecek “Fotoğraflarla İETT ve İstanbul’da Toplu Ulaşım Fotoğrafları Sergisi” Haliç Kongre ve Kültür Merkezi’nde 01-03 Aralık 2010 tarihleri arasında gezilebilir.
Ödüller: Birinci: 5.000 TL + Sertifika İkinci: 3.000 TL + sertifika Üçüncü: 2.000 TL + Sertifika Mansiyon: 1.000 TL + Sertifika (Beş adet) Sergileme: 100 TL + Sertifika (Elli adet)
4
TAHSİN CEYLAN
O R
Ö
P
Fotoğraf: Bedri SİNCAR
R T A
J
Editör: İrem KARACİN ~ irem@6gendergi.com
Sualtı Araştırmaları Derneği’ nin kurucu ortaklarından, Mavi Tutku programı’ nın Program Danışmanı ve Sualtı Görüntü Yönetmeni, Marine Photo, Deniz Magazin, Sky Life, Vira, Sahil Güvenlik dergilerine ve Cumhuriyet Gazetesi’nin ‘bilim-teknik,yaşam eklerine, ekoloji ve biyoloji konulu makaleler yazan ve sualtı fotoğrafçılığı denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri olan Tahsin CEYLAN’ la sualtı fotoğrafçılığı üzerine ve sulaklığı artık tartışmalı hale gelen gezegenimizi tanımak ve tanıtmak için gerçekleştirdiği projeler üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
5
Sualtı fotoğrafçılığına nasıl ve ne zaman başladınız? Bu alanda kendinizi nasıl geliştirdiniz? SU, evrenimizdeki dinginliğin sembolü, ruhumuzu içinde taşıyan bedenimizin yüzde yetmişi ve yarattığı bereketle hayat kaynağımız. Bu nedenle fazla uzak kalamadım SU’dan. 1980’li yıllarda Cankurtarma eğitimleri ile başladım. Bu alanda kurumsal ve bireysel birçok insanın yetişmesinde rol aldığımı belirtmek isterim. Zira, bir hayat kurtarmanın verebileceği mutluluğu hiçbir şeyle özdeştiremem. Cankurtarma devamında dalış’ı getirdi. Sualtında gördüklerimizi su üstüne taşımak ve sessiz dünya’nın sesi, gözü olabilme umuduyla 1993 yılında sualtı fotoğrafçılığına, 1997 yılında da sualtında video çekimlerine başladım. Bu hedefleme öznesinde denize ve denizel yaşama karşı toplumsal bir duyarlılığın oluşmasını görsel verilerle desteklemek olarak da açıklanabilir. Ekolojik olarak hızla fakirleştiğimiz bir süreçte zamanı ve mekanı durdurarak elde ettiğimiz görsel veriler bir anlamda bugünü yarına taşıyabilmede bir kayıt olma özelliği taşıyor. Sualtı fotoğrafçılığı, Ülkemizde bu anlamda daha büyük bir sorumluluk gerektiriyor. Bu ekolojik fakirleşmenin tanığı olarak, sualtı görüntüleme çalışmalarımın yoğunluğunu Türkiye’nin Denizleri oluşturmaktadır. Sürekli okuyorum, araştırıyorum ve bilgisayarımdan önce kendimi “update” etmeye çalışıyorum. Profesyonel sualtı eğitiminiz nedir? Profesyonel terimini kullandığım söylenemez. Kendimi her zaman amatör görmeyi tercih ederim. Ancak gördüğüm eğitimler açısından bakacak olursak; CMAS-TSSF 3 Yıldız Eğitmen, PADI MASTER SCUBA ve EFR Eğitmeniyim. Yanısıra çok sayıda uzmanlık alanında eğitmenliklerim var. Daha çok ne tür fotoğraflar çekiyorsunuz? İlk başlarda sürekli geniş açı fotoğraf çekiyordum. Hatta adım bununla anılır olmuştu. Deniz canlılarının biyolojik ve morfolojik özelliklerini tanımaya ve de tanıtmaya başlayınca makro hatta süper makro görüntülemelere de başladım. Tür tanımlamaları için ayrıntı gerekliydi. Ama geniş açı görüntülemenin her zaman hayatımda farklı bir yeri olmuştur. Yaşadığımız sulak gezegenin habitat tanımlamasında çok önemli bir yer tutar.
İlk çektiğiniz fotoğrafta ve en son çektiğiniz fotoğrafta deklanşöre basarken neler hissettiniz. İkisi arasındaki farkı nasıl tanımlarsınız? Bir öngörü olarak her zaman eylemlerimizin bütün sonuçlarını öğrenebilecek kadar zeki ya da akıllı olamıyoruz. Ama içimizdeki yaşanmışlığıyla bu süreci etkileyen ve yöneten ve adadığımız değerlere sahip insanlar vardır hayatımızda, eksik yaşanan bir tarafın tamamlayıcıları gibidirler her zaman. Böyle bir yaşanmışlığın şanslılarından biriyim ben. Bu nedenle ilk çektiğim olsun son çektiğim olsun bütün fotoğraflarım ya da video görüntülemelerimin içinde “anlatılmazların anlatımı” vardır. İlk kaydettiğim görüntüde de, bugün kaydettiğimde de aynı duyguları yaşıyorum. Dostumun ifadesiyle ”heyecanı yaşlandırmamaya” çaba sarf ediyorum. Dünya’da ve Türkiye’de bugüne kadar nerelerde dalış yaptınız? Sualtı fotoğrafçılığı için en uygun yerler neresi? Sinop’un en uç noktası İnceburun’dan, Antakya Keldağ’a kadar hemen hemen bir çok yerde görüntüleme amaçlı dalışlar yaptım. Yanısıra, Kızıldeniz, Atlantik ve Pasifik Okyanusundaki birçok bölgeye dalışlara gidiyorum. Tam envanterini çıkaramadım ama 20 bin’nin üzerinde fotoğraf ve çok sayıda video arşivim var. Çok özel yer seçimleri peşinde koşmuyorum. Ama daha önce gitmediğim yerler ilgimi daima çeker. Her zaman ve her yerde “beni gör” diye kaydedilmeyi bekleyen bir şeyler vardır evrenimizde diye düşünüyorum. Türkiye de Öncelikle Kaş, diyebilirim. Unutulmazlarım arasında en büyük paya sahip yer olduğu için. Dünya’da en çok nerede dalmak ve neyi çekmek isterdiniz? Öngörülen hedeflerim arasında öncelikle nesli tehlike altında olan türler var. Kutuplar küresel iklim değişikliğinden en çok etkilenen yerler. Bilim insanlarımız buralarda yaşayan türler için artık takvimsel yaşam süreçleri öngörüyorlar. Maalesef, bu acı sona ulaşmadan, en azından buna neden olan insan soyundan biri olarak onları görüntülemeyi arzuluyorum. Kutup ayılarını, fokları, penguenleri, balinaları ve diğer kutup canlılarını çekmeliyim diye
6
düşünüyorum. Diğer yandan, bilim adamları deniz ve okyanuslarda yaşayan canlıların daha yarısının bile tanımlanmadığını söylüyorlar. Hiç bilinmeyen bir canlıyı görüntülemek ve bunu bilim dünyasına sunmak oldukça heyecan verici, bu heyecanı da yaşamak istiyorum. Sualtı fotoğrafçılığının incelikleri nedir? Teorik ve pratik olarak; bakmak ve görmek. Ben fotoğrafı “bakanın ve görenin hatırası” olarak kaydediyorum. Neye baktığınızı ve size neyin baktığını doğru olarak tanımlayabilmelisiniz. Sualtı canlılarını fotoğraflarken onların da kendilerine ait özel bir dünyaları olduğunu düşünürsek nelere dikkat etmek gerekir? Görüntülemelerde, deniz canlılarının yaşamsal devinimlerini mutlaka bilmeniz gerektiğine inanıyorum. Fotoğrafçılıkta bu çok önemlidir. Dalışı öğrendiniz ve bir kameranız var, artık her şey görüntülenmek için beni bekliyor diyemezsiniz. Bu sadece kendinizi aldatmaktır. Yaşam alanlarına konuk olarak gittiğimiz canlıları tanımalıyız, beslenme alışkanlıklarını, üreme zamanlarını, tedirginliklerini bilmeli ve çekim programını ona göre yapmalıyız. Sualtı fotoğrafçılığı veya dalış ile ilgili ülkemizde veya yurtdışında üye olduğunuz kulüp, kurum veya kuruluşlar var mı? Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Ekolojik Araştırmalar Derneği ve Sualtı Araştırmaları Derneği dahil ekoloji ve koruma tabanlı birçok kuruluşa üyeyim. Bugüne kadar fotoğraflamakta zorlandığınız veya istediğiniz halde fotoğraflayamadığınız bir nesne var mı? Hedefe kaydedilenleri genellikle görüntülemeyi başarıyorum. Ama biliyorsunuz ki başarıda süreklilik esastır. Şu an yeni hedeflemeler sürecindeyim. Dünyada veya Türkiye’de fotoğraflarını beğendiğiniz veya kendinize örnek aldığınız fotoğrafçılar var mı? (Varsa çok kısa kendileri hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz)?
7
National Geographic fotoğrafçısı David Doubi-
let, tarzını çok beğendigim ve sualtı fotoğrafçılığına başladığım yıllarda sıkça örnek aldığım usta bir sualtı fotoğrafçısıdır. Jacques Cousteau’nun Sessiz Dünya belgeselleri sualtında fotoğraf ve video görüntülemelerine yönelimimde önemli etken olmuştur. Bugüne kadar aldığınız tüm ödülleri tarihleri, yarışmanın adı ve kaçıncı olduğunuz şeklinde yazar mısınız? Önce bir açıklama yapmak isterim. Ben fotoğrafı “beyindeki varlığın gözümüzle keşfi “ olarak yorumluyorum. Dolayısıyla deklanşöre parmaklarımla değil yüreğimle dokunduğuma inanırım. Bir dönem “ödül avcısı” olarak anıldığım olmuştur. Ancak fotoğrafı salt ödül almak için değil, beynimdeki varlığa atfen çekiyorum. Karelerin içinde anlatımlara sığmayanlarım vardır. Uluslararası boyutu olmayan yarışmalara yıllardır yarışmacı olarak katılmıyorum. Ülkemde bu alanda yeni insanların yetişmesine katkı sağlıyorum. Sualtı Görüntüleme Teknikleri konulu seminer, sunum ve konferanslar veriyorum. Tabi ki bir yandan da Dünyadaki yarışma takvimlerini takip ediyorum. Tek tek sıralamam çok uzun sürebilir, kısaca fotoğraf dalında 74 ödülüm, video dalında ise 18 ödülüm bulunmaktadır. Video çekimlerimde, edit, montaj, seslendirme dahil “film” i kendim yapıyorum. Bu arada bir Japon Atasözünü de anımsatmak isterim.”Ustalık daima çırak kalmakla mümkündür” “Sualtı fotoğrafçılığı hayatımda, beni en çok heyecanlandıran görüntülerin başında, Kaş’ta görüntülediğim ve “Princess” adını verdiğim denizatı olmuştur.” demişsiniz. Bu anın hikayesini ve duygularınızı anlatır mısınız? “Kelimelere sığmazlarımın bir karede anlatımı” olarak ifade edebilirim PRENSES’i. Bir kez yaşa, bin kez hatırla ve her hatırladığında sana mutluluk vermeye devam etsin” dedikleri şeydir Prenses’in Hikayesi. İnsan bir şeyi çok ister ya..... İşte bende çok istemiştim Türkiye Karasularında tüm yaşanmışlığımda var olacak ve hatırlanacak olan o denizatını görüntülemeyi. Yaşamın tanıklığında Kaş’ın mavi suları karşıladı beni, içinde bir Prenses’i barındırarak. Aradım ve buldum o büyülü, muhteşem gözlerin sahibini. Mütevazi bir yaşam sürüyordu Hidayet Koyu’nun Posidonia’ları arasında.
En büyük ödül, onu su üstüne taşımanın ve tanıtabilmenin verdiği bahtiyarlıktı benim için. Ama o önce ulusal, devamında birçok uluslararası ve 2005 yılında da ABD’de Seahorses of the World yarışmasında aldığı ödül ve sonrasında Dünyanın en iyi on denizatı fotoğrafı arasında yer aldı. 2007 Nisan-Ekim döneminde Londra’da sergilendi. Zamandan zaman alan Prenses’i ve gözlerindeki o muhteşem büyüyü Dünya tanımış oldu. Ben de ömrüm oldukça tanıtmaya devam edeceğim. En fazla kaç metreye dalış yaptınız? Hedefleriniz arasında daha derinler var mı? Bir dalıcı asla derinlik ölçümlemeleriyle övünemez. Bu çok yanlıştır. Ama daha derinlere inmek var hedeflemelerimiz arasında. Çünkü o derinliklerde kaydedilmesi ve tanıtılması gereken değerler var. Tabiki uygun teknoloji ve yeterli bilgi birikimi ile. Türkiye’deki sualtı fotoğrafçılığının gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Hızlı bir gelişme olduğunu gözlemliyorum. Ama eğitim isteği konusunda aynı hızlılık sözkonusu değil. Hayatınızı sualtı dünyası ile tanışmadan önce ve sonra olarak ayırdığınızda sualtı dünyası ile tanıştıktan sonra hayatınızda nelerin değiştiğini söyleyebilirsiniz? Bugüne baktığımda hayatımda hemen hemen her anlamlı süreçte sucul bir yaşamın izleri vardır. Bundan 10 yıl önce dalış yaptığınız noktalarda, bugün dalış yaparken ülkemiz karasularında kaybettiklerimiz hakkında gözlemleriniz nelerdir? Ekolojik olarak sürekli fakirleşiyoruz. Nesli tehlike altında olan türlerimizin sayısı hızla artmaktadır. Dalışa ilk başladığım zamanlarda görüntülediğim türlerin bir kısmını artık göremiyorum. Bunun yanında daha önce Kızıldeniz’de gördüğüm türlerden bazılarını artık kıyılarımızda da görebiliyorum. Bu fotoğrafçılık açısından iyi olsa da ekolojik olarak iyi bir durum değil. Bugüne kadar kaç sergi açtınız? (Sergilerin yılları, sergiye verdiğiniz isim başlığı ve içeriği ile birlikte) Sergi dışında kitap ya da belgesel veya başka bir proje-
niz var mı? En son dokuzuncu kişisel sergimi Ekim 2010 da açtım. Karadeniz’in Derinliklerindeki Yaşam, Mavi Derinliklerin Gizemi, Sualtından Türkiye ve Denizin Ruhu bunlardan bazıları. Poyraz’la (Kameram) yaşama günlük tutmaya ve bakanla görenin hatırasını kaydetmeye devam ediyoruz. Kaydettiğimiz görüntüleri daha fazla paylaşıma açmak, anlaşılır, bilimsel amaçlı dökümanlar haline getirebilmek en önemli hedefimiz. Ben, yaşamımda unutulmaz olan tüm değerlerimi denizin mavisinde ısıttım beni sıcak tutması için. Bu yüzden sulak gezegene bir vefam var, onu da tanıyarak ve tanıtarak ödemeye çalışıyorum Canlıların ilginç yaşam hikâyeleri ile de ilgileniyor musunuz? Fotoğraf çekmeye başlamamdan bir müddet sonra, kaydettiğim canlının türü, kökeni ve yaşam biçimini merak etmeye başladım. Ulaştığım ilk nokta da deniz biyolojisi ya da ekolojisi konularında çalışan bilim insanlarımız oldu. Onların teşviki ve benim bilgi paylaşımındaki yoğun istek ve de görsel verilerim bir araya gelince mavi’nin diplerindeki gerçek renkler su üstüne taşınmış oldu. Ancak “bu nedir” diye sürekli sormak biraz hazıra konmak gibi geldi. Bu da bu alanda okuma ve araştırma özlemimi artırdı. Türkiye ‘de deniz biyolojisi alanında pratiği-teori ile birleşik çok az sayıda bilim insanımız vardır. Sürekli onlarla birlikte çalışıyorum. Bilim kapları, araştırma bölgeleri, keşifler dahil birçok alanda birlikteyiz. Biyoloji’de biz buna “simbiyotik yaşam” deriz. Ortak yaşam ya da paylaşım anlamına gelir. Kişisel çıkarlardan öte, insanlığın ortak mirasına katkı sağlamaktır sevdamız. Birçok dergiye ve gazeteye ekoloji ve biyoloji konulu makaleler yazıyorum. Bu nedenle sanatsal boyutunun yanı sıra bilimsel değerliliği yüksek görüntülemeler peşinde koştuğumu ifade edebilirim. Birçok görüntüm, ilk tür kaydı olarak arşivlerde yer almıştır. SAD(Sualtı Araştırmaları Dernegi)’ın kurucularından biri olarak; özellikle Nesli Tehlike altında olan türler ve deniz koruma alanların öncelikli hedefiniz olduğunu biliyoruz. Bizlere bu amaçla yaptınız çalışmalardan bahseder misiniz? SAD Ülkemizin bu alandaki öncü kuruluşların-
8
dan biri. Çok sayıda bilim insanı, araştırmacı, kaşif dernek çatısı altında bilimsel çalışmalar yapıyor. Derneğin Sualtı Görüntüleme Koordinatörü olarak ben de görsel veriler destekli geçmişi bugüne ve bugüne yarına taşıyabilme çabası içindeyim. Üstlenimimizde çok sayıda proje var ve çalışmalarımızın tamamı denizel yaşamın korunması temelinde yükseliyor.
ğın artırılmasını sağlamaya çalışıyoruz.
2010 yılı BM tarafından “Dünya Biyoçeşitlilik” yılı ilan edildi ve “biyoçeşitlilik yaşamdır” teması baz alınarak dünyada birçok etkinlik yapıldı.Ülkemizde bu etkinlik kırılganlığı ile alarm veren Karadeniz üzerine temalandırıldı.Bu etkinlik kapsamında “Karadenizin Derinliklerindeki Yaşam” adlı sualtı 55 eserden oluşan fotoğraf sergisi gerçekleştirildi. Bize bu sergiden ve gelen tepkilerden bahseder misiniz?
Nesli tehlike altında olan türleri görüntüleme istemimin temelinde, bu canlıları fiziksel olarak geleceğe taşıyamama kaygısı yatmaktadır. Bu nedenle onları tanımak ve tanıtmak ve böylece korunmalarına katkı sağlamak denilebilir ki tüm yaşamımın ana hedefi. Geçen iki yıl içerisinde Dünya Koruma Birliği (IUCN) tehlike altındaki türler listesine 188 tür daha ilave etti. Her dört memeliden biri, sekiz kuş türünden biri, amfibilerin üçte biri ve değerlendirmeye alınan bitkilerin % 70 i bu listede yeralıyor. İklimbilimciler ekolojik kırılma ile ilgili sürekli yayınlar yapıyorlar. Dünyanın çeşitli yerlerinde sürekli toplantılar düzenleniyor. Çünkü Öğrenmeden ve öğretmeden korumak mümkün değil. Ancak ne yazık ki biz insanların bilgi paylaşımındaki hız, küresel iklim değişikliğindeki kırılmanın hızının çok ama çok altında.
Dünyanın en genç denizi olarak kabul edilen Karadeniz kirliliği ile alarm veren bir deniz. Kirlenmesinin 1/3‘ü Tuna nehrinden, kalanı da evsel ve endüstiriyel atıklardan kaynaklı. Ülkemizi baz alırsak kıyılara sıkışmış yaşamlarda maalesef arıtma tesisileri çok az. Kıyısı olan ülkelerin birer temsilciyle katılım gösterdiği Karadenizin Kirliliğe Karşı Korunması Komisyonu bugüne kadar yapılan en kapsamlı etkinliği 31 Ekim-2 Kasım tarihleri arasında Trabzon’da düzenledi. “Karadenizin Derinliklerindeki Yaşam“ sergisi bu nedenle açıldı. Ve çok büyük bir ilgi gördü. Sergi önümüzdeki dönemlerde farklı yerlerde de gösterime sunulacak. Birçok Üniversite de “Sualtı Görüntüleme Teknikleri“ konusunda konferans ve sunumlar veriyorsunuz. Katılımı nasıl buluyorsunuz? Daha çok bilim insanlarımıza yönelik olan bu sunumlar biyolojik, ekolojik ve görüntüleme tekniklerini birlikte içeriyor. Çok fazla ilgi görüyor ve devamında dalış eğitimine başlayıp ilerleten çok sayıda arkadaşımız var. TRT Belgesel,TRT HD ve TRT 3 de yayınlanan “Mavi tutku” programınız birçok dalda ödüller alıyor. Mavi tutku programını yaparken öncelikli hedefleriniz nelerdi? Bilinmezi bilinir hale getirmekti asıl hedefimiz ve bunu yapmaya da devam ediyoruz. Program ekibinin tamamı aynı zamanda dalıcı ve gördüklerimizi su üstüne taşıyarak tanıtmaya ve bu alandaki duyarlılı-
9
Nesli tehlike altında olan türler ile ilgili hemen hemen bütün etkinlikleri görüntülemeye ve fotoğraflamaya çalışıyorsunuz. Yaşamlarını devam ettirmeye çalışan bu türleri fotoğraflarken ne hissediyorsunuz? Ve sizce bu konu da ne gibi önlemler alınabilir?
Bilim insanları Hint Okyanusu ve Afrika’nın doğusundaki Seyşeller adalarındaki 1998 yılında meydana gelen ani ısı yükselmesine bağlı olarak ortaya çıkan mercan ölümleri üzerinde yoğun olarak çalışmaktadırlar. Bu dönemde bölgedeki mercanların % 16’sının öldüğü bilinmektedir. Mercanların solması ve beyazlaşması Küresel iklim değişikliğinin en belirgin etkilerinden biridir. Mercan ölümleri beraberinde bölgedeki balık faunasının azalmasına ve yerine yosunların dağılım göstermelerine yol açmaktadır. Dünya denizlerinde mercanlar 285 bin kilometre kare alan kaplıyor ve denizlerdeki yaşamın yüzde 25’ini destekliyor. Biyo-çeşitliliğin azalması, ekosistemi daha kırılgan hale getiriyor. Küçük balıklar, büyük balıklara göre çok daha hızlı yok oluyorlar, ancak küçük canlıların ortadan kaybolması besin zincirinde daha kalıcı hasarlara yol açıyor ve bu hasar zamanla katlanarak büyüyor. Türkiye ile ilgili olarak da bilim insanlarımız tarafından yapılan araştırmalara göre küresel iklim değişiliğinin, denizlerdeki besin zincirinde meydana getirecegi kırılganlığa bağlı olarak, balıkçılıktan, deniz ulaşımına ve turizme kadar birçok alanda oluşabilecek sıkıntılara dikkat çekilmektedir.
Anlatmaya çalıştığımız ilişkiler tabii ki sualtında olup bitenlerin çok ama çok ufak bir kısmı. Yine de bizlere hayatta ki herşeyin birbirine ne kadar bağımlı olduğu konusunda ufak bir fikir verebiliyor sanırım. Hayatın devamı bu temel etkileşimlerin incelikleri üzerine kurulmuş durumda. Kaybolmasına yol açtığımız dişlilerin bir gün saati tamamen durdurmasını istemiyorsak lütfen bu sulak gezegenimizi sevelim ve koruyalım. Tahsin CEYLAN’ ın internet sitesi: www.tahsinceylan.com
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
Princess
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
P Ö R
Fotoğraf: Bülent MENGÜ
O
R T A
J
Editör: İrem KARACİN ~ irem@6gendergi.com
MARUF ŞİNİK Göstergebilimsel yaklaşımla ve beden dilini okuma tekniğiyle fotoğraf okumaları yapan, fotoğraf çektiği ilk yıllardan itibaren bir çok ödül kazanan, fotoğrafçılığının yanında sinema yönetmenliği, öykü yazarlığı ve haiku gibi bir çok alanla ilgilenen Maruf ŞİNİK’ le gerçekleştirdiğimiz röportajımızla konuğumuzun bu renkli dünyasını siz değerli okurlarımıza sunuyoruz.
37
1995 yılında Şırnak’ta görev yaparken sizi fotoğrafla ilgilenmeye yönelten ana nokta neydi? İlk fotograf makinemi 1991 yılında almıştım sonrasında ise uzun bir ara verdim aslında buna ara vermek demek yanlış olur. Zira henüz fotografı bilinçli çektiğim bir dönem değildi. Sadece elimde fotograf makinesi vardı Zenith 11. Aldığım dükkandan bir etikete hangi ışık şartlarında nasıl çekeceğime dair bilgi notu yazmıştım. Ve onu da makinenin arkasına yapıştırmıştım. Ona göre çekimlerimi gerçekleştiriyordum. Ama sergisi olan bir fotografçıya ilk fotograflarımı gösterdiğimde benim ilk kez çektiğime inandıramamıştım. Bu beni bir dönem motive etti. Sonrasında yeni görev yerimin zorluğu ve yoğunluğu nedeniyle bir süre elime makine almadım. Ama görsel egzersizler yapıyordum. Sevgili Ömer Lütfü Bakan’ın bir sözünü burada aktarmak isterim. “Ben hayatım boyunca fotoğraf çektim, yanımda fotoğraf makinesi olmasa bile”. Makine olmadan ben de fotoğraflar çekiyordum. Sonraki yıllarda bulunduğum ortamın dinamikleri, iç dinamiklerime yetmemeye başladığını fark ettim. Sürekli çatışma ortamındaydık ve her an ölebilecek bir ortam vardı. O sıralar kendimce mektuplar yazmaya başladım. Ama bunlar da düşünsel egzersizlerdi. (yani anlayacağınız o dönemde bol bol görsel, düşünsel egzersizler yapıyordum). Bir operasyon için gittiğimiz Cudi Dağı’nda müthiş bir manzara ile karşılaşmıştım ve bunu fotoğraflamak istedim. Yıllık iznimde bir fotoğraf makinesi almaya karar verdim. Bir daha manzarayı görmedim ama bol bol fotoğraf çektim. İlk çekimlerimi ise Adana’ya getirmiştim. Bir fotoğraf stüdyosuna teslim ettiğimde, oradaki görevli kişiye Şırnak’tan geldiğimi söylemiştim. Banyolar ve baskılar yapıldıktan sonra merak etmiş ve çalışmaları görmek istemiş. Ve benimle tanışmak istemiş. Bu kişi benim fotoğraf ustam Vahap Akşen’dir. Sonraki zamanlarda ise benim çekimlerimi postayla yollayıp sonuçlarını saatlerce telefon sırasında bekledikten sonra telefonla alıyordum. Şu an hatırladıkça çok hoşuma gider. O yüzden Vahap Ağabey’ e tele-hocam derim. Fotoğrafın Limasollu Naci’ si oldu benim için. Vahap abi ile tanıştıktan sonra o zamana kadar daha çok doğa ağırlıklı çekimler yaparken insan ve yaşam fotoğraflarına yöneldim. Yine aynı dönemde Tübitak tarafından düzenlenen ve ilk kez katıldığım bir yarışmada ödül almam benim için çok büyük mutluluktu. Ve o dönemi fotoğrafın sayesinde salimen atlattım.
Asker olmak ileri derecede disiplinli ve ciddi olmayı gerektirir. Oysa fotoğraf çekmek sınırsız olmak, özgür hissetmektir. Siz fotoğraf çekmeyi nasıl tanımlıyorsunuz? Ekonomik olarak bağımlı olduğum bir kurum vardı ve zamansal kısıtlama dışında asker olmak benim özgür düşüncemi hiçbir zaman engellemedi. Aksine orada düşünsel anlamda çok rahat hareket ettiğimi söyleyebilirim. Sonuçta kimse beynimin içerisini kilitlemiyor. Bazı kişiler kendileri kendilerine oto sansür uyguluyorlar. Andrey Tarkovsky bir sözünde “Özgür olmak istiyorsan, ol!” der. Benim için pek çok proje uzun iştima saatlerinde oluştu. Sorunuzun içerisinde de bahsettiğiniz gibi konu özgür hissetmektir. Bu his önce sizinle başlar. Belki düşüncelerinizi rahatlıkla ifade edebilecek bir ortam bulamayabilirsiniz. İşte o zaman arayışlar başlıyor. Ve fotoğraf bu konuda benim için çok iyi bir dil oldu. Fotoğraflarımı izleyenlerde yarattığım soru işareti benim için en büyük keyifti. Bir tiyatro oyuncusunun duymak istediği alkıştı adeta. Şu ana kadar hiçbir sorunun cevabını bulmak kaygısı taşımadım. Eğer soru yaratabiliyorsam o fotoğrafım bence iyidir. İşlevselliğini de gördüm. Fotoğraflarıma bakan arkadaşlarımın daha derinlemesine çevresiyle ilgilendiğini biliyorum. Bu ilgi bir süre sonra peşinden bilgiyi getiriyor olduğunu biliyoruz. Ve fotoğraf o ilgiyi yaratıyordu. Asker olmamdan kaynaklanan sıkı disiplin ortamı çalışmalarımda da uygulamaya çalıştığımı ve bana katkı sağladığını söylemeden geçemem. Bunun yanında sanatsal bir faaliyetlerim komuta kademesi tarafından da sürekli bir ayrıcalık olarak karşıma çıktı. (Örnek verecek olursam ilk ödülümü aldığım zaman Şırnak’ ta tugay komutanımız olan Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner ödülümü almam için benim Ankara’ya gitmem için gerekli şartları hazırlamıştı. ) Fotoğraf çekmek asla benim için amaç olmadı. Sosyal bir ilişkinin bir parçası gibi görüyorum fotoğraf çekmeyi. Birinin anlattığı bir hikayeyi bir başkasına aktarmamızla, o kişinin hikayesini fotoğrafla kaydetmek aynı şey. Öncesinde doğru ve içten bir ilişki, –konu ister doğa , ister insan vs olsun- gerektirir. Son zamanlar da özellikle dijital makinelerin artmasıyla fotoğrafçı enflasyonu yaşanmakta. Bir grup insanlar buluşup, birleşip
38
etkinlikler yapıyorlar. Bunlar güzel faaliyetler ne kadar çok insan görsel bir estetikle donanırsa bu toplumsal seviye için iyi bir şey. Fakat ne yazık ki böyle olmuyor. Adeta bir güruh şeklinde insanların üzerine saldırırcasına küme küme fotoğrafçı görmek beni çıldırtıyor. Kimse de buna dur demek niyetinde değil. Bu açıdan sıklaşan fotoğrafçı buluşmaları amacından uzaklaştığını düşünüyorum. Üstelik bir de foto maraton adıyla yarışma psikolojisine sokulan insanların bu amacın tamamen dışına çıktıklarını düşünüyorum. Bizler at yarışları değiliz ki... Bir fotoğraf öncesi, esnası ve sonrası diye üç aşamada oluşur. Deklanşör bu aşamalar içerisindeki en az yer tutan kısımdır. Öncesinde fotoğrafçı kendine biriktirir ve öznel bir süreçtir, sonrasında ise artık fotoğrafçıdan nerdeyse kurtulmuş ve başka hayatlara akmaya başlamıştır. Yukarıda sözünü ettiğim tür etkinliklerde ise deklanşör kısmı neredeyse her şey mantığı hakim. Bizler bir yandan açılan sergiler, izleyicilerin çok kısa sürede izleyip hatta neredeyse hiç durmadan sergiyi baştan aşağıya dolaşıp gitmelerine içerlerken diğer yandan fotoğrafçıları maratona sokmak çelişkinin dik alası. Fotoğraf çekmeyi kısaca şöyle tanımlayabilirim bu kadar gevezelikten sonra; a-Fotoğrafı doğru çekmeyi bileceğiz. b-Doğru fotoğrafı çekmeyi bileceğiz. Fotoğrafçılığınızın ilk yıllarında katıldığınız tübitak yarışmasından elde ettiğiniz 3.lük şu soruyu aklıma getirdi fotoğraf size göre yetenek işi mi teknik mi? Neden ? Öncelikle bunu cevaplarken Teknik ve Yetenek kelimelerinin anlamlarını açıklamak gerekiyor. Eski yunanca’da sanat, meslek anlamını taşıyan “tekhne” kelimesinden gelen teknik, bir sanat, bir bilim, bir meslek dalında kullanılan yöntemlerin hepsi diye tanımlanabilir. Kelime kökeni olarak da olarak ileriye götürmek, geliştirmek, üretmek anlamında olan ve bir iş için yöntem oluşturmaya ve bu yöntemleri uygulamaya dair işleri anlatan bir kelime.
39
Yetenek ise ; Bir kimsenin bir şeyi anlama veya
yapabilme niteliği, kabiliyet. Bir duruma uyma konusunda organizmada bulunan ve doğuştan gelen güç olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla ikisinin birbirinden bağımsız olmadığını düşünüyorum. Her ikisinde de çalışma ile desteklenmedikten sonra ileriye gidebilme şansınız kalmıyor. Bunun için fotografçılıkta kullandığınız özgün bir yöntem bir dil oluşturabilmek için özverili bir çalışmayı gerektiriyor. Sadece teknik donanıma sahip olmanız iyi bir sanat üreticisi olmanız için yeterli olmuyor. Fotoğraf ve fotoğraf sanatını bilmek de yeterli değildir. İçinde yaşanılan toplumsal -kültürel yapıyı derinlemesine tanımak gereklidir. Sanatçı kişiliğin gerektirdiği bilgisel altyapının ve yapıt üretmeye neden olan tüm kaynağı tarih, toplum, din, etik ve kültür değerleridir. Buradan da anlaşılacağı gibi fotoğraf sadece deklanşöre basmak değildir. “Siz deklanşöre basın, biz gerisini hallederiz.” sloganıyla insanları sadece tüketime teşvik eden anlayışa tüm gücümüzle inatla karşı koymalı ve bunun için fotoğraflarımızdaki tonların doygunluğundan önce kendimizin yeterli doygunluğa ulaşması gerekiyor. Teknik ve yetenek = biçim ve içerik. Birikimlerimizi güncel uygulama alanlarında sunabilmek için yeterli doygunluğu yakalamız şarttır. Barthes “Güncel olan dünyadır. Yoksa edebiyat değil” der. Sanatta değişime uğrayan biçimlerdir, içerikler değil. Önemli olan içeriğin güncel-çağdaş bir biçimde sunulmasıdır. “Işıkla çizdiğim yaşam” adlı çok etkileyici bir çalışmanız var. Bu çalışmanızdan bize biraz bahseder misiniz? İlk dönemlerde sadece fotoğraf çekme refleksini atmak için hocalarımızın ağabeylerimizin önerileriyle proje kapsamında çalışmanın gerekliliğini kavradığımda aklıma gelen her konu absürd konular oluyordu. Değişik bir şeyler yapma farklı davranma gayretine girdiğimi hatırlıyorum. Denemelerimi paylaştığım bir ustamızın, yaptığım denemeleri anlamayıp teknik eksiklikmiş gibi yorumlamasına çok içerlemiştim ve tepkisel olarak fotoğrafın biçimsel unsurları olan ışık, grafik, denge, oranlar vs vs uygulamasını yapıp “ben bu işin tekniğini biliyorum ama ben bu şekilde yapmak istiyorum” demek istememin bir sonucudur “Işıkla Çizdiğim Yaşam”
40
Bunun dışında da çalışmalarımdan bahsetmek isterim; Görev yaptığım özellikle güneydoğuda bol bol fotoğraf çekme şansı da buldum. Bunları çeşitli projelere monte edip sunumlarımda kullandım. Ama bir taraftan da askerleri anlatmak istediğim bir çalışma da yaptım “Onlar Hep Uzaktalar” isimli bir çalışmaydı. Askerin güncesi niteliğindeydi. Dramatik kurgusuyla sekanslarıyla Sinematografik bir dil kullanmaya çalıştım. Gösterildiği yıllarda ve yerlerde çok olumlu tepkiler aldım. Bir başka çalışmamda ise Athur Miller ‘in “Satıcının Ölümü” eserinin sinemaya uyarlanmış bir filmi izlediğimde ben de bunu yapmak istedim. “Yığılmalar” isimli çalışma ortaya çıktı. Semboller üzerinden bir anlatım oluşturmaya çalışmıştım. Bir yandan sistemin işine yaramayan ünitelere karşı sorumluluklarını yerine getirmiyor olmasını sorgulamaya çalışırken bir yandan da kitle hareketlerinin de anatomisi üzerinde kafa yordurmak isteyen bir çalışmaydı. Bir diğer çalışmam da ise “Sandviç” tekniği kullanarak bir iç yolculuk yaptım. Kendimi kendime anlatma durumuydu, “ İçe Bakış”. Bir erkek olarak kadının yeri, şiddet , emek, ayrımcılık, militarizim üzerine soran sorgulayan bir tepki çalışmasıydı. Bunların dışında Barışarock, Türkiye’de HipHop, gibi belgesel çalışmalar da yaptım. Fotoğraf yanında öykü yazarlığı da yapıyorsunuz. Hayal gücünüzün oluşturduğunuz karelere etkisi ne yönde oluyor ? Fotoğraf karelerini sizde önceden hayal edip sonrada çekenlerden misiniz yoksa herşey fotoğraflarınızda spontane mi gelişiyor ? Öykü yazmaya çalıştığım dönemlerin tek dörtgenlere katkısı oluyor mu tam emin değilim ama seri içerisinde bütünlüğü sağlamak ve hikayeyi ilerletmek adına çok önemli katkı sağladığını söyleyebilirim. Orhan Cem Çetin’ in bir sergisi vardı. İsmi yanlış hatırlamıyorsam; “Böyle Fotoğraflar Yok” idi. Ve kafasındaki fotoğrafı çekmek yerine, yazarak anlatmaya çalışmıştı ve benim çok hoşuma gitmişti. Şu an bir çok fotoğrafçının çekerken bir hikayesinin olmadığını görüyorum. Görsel depolama yapmanın da çok uygun olduğunu düşünmüyorum. Pek çok kimse fotoğraflarını gönderip değerlendirme yapmamı istiyorlar. Neden çektiğini sorduğumda çoğu kez tutarlı
41
şeyler duymadığımı üzülerek belirtmek isterim. Her fotoğraf en az üç soruya cevap verebilmeli; “Ne anlatıyorsun? Niçin anlatıyorsun? Nasıl anlatıyorsun?” Bu üç sorunun cevabını spontane çekimlerle verebilmek büyük şans gerektiriyor. “Her başarılı fotoğraf, tesadüfen birbirini kollayan anların toplamıdır” sözünü aktarmış biri olarak biribirini kollayan anların içerisinde bu üç soruyu cevaplayacak; kıvrak zekaya, bilgiye ve teknik donanıma sahip olunması gerekiyor . Fotoğrafı bir “dil” olarak görmeniz öykü yazarı olmanızdan mı kaynaklanıyor ? Öykü yazmak bana kıvraklık kazandırdığını gözlemlerimin fotoğrafa yansıması anlamında bir dil oluşturmuş olduğunu söyleyebilirim sadece. Bir uğraşı alanı; sizin tarzınızı, dilinizi belirlemez. Çevresel faktörler, kültürel donanım, yaşanmışlıklar, dünyaya baktığınız yer, duruşunuz, hepsi dilinizi oluşturan faktörler... “Fotoğrafın Kırk Yıllık Yolcusuyla Bir Günlük Yolculuk” ve “Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi 29” adında iki kitaba sahipsiniz. Bir çok fotoğraf sanatçısının kalıcı olabilmek adına arzu ettiği bir düşünce. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçiciliğin yoğun bir şekilde yaşandığı günümüzde kalıcılık çok önemli. Bunu şu an da sağlayabilecek olan şey çalışmaların kitaplaştırılması. Gelir olmasa da kalıcılık adına ve çalışmaların geleceğe taşınması adına kitaplaştırılması her fotoğrafçının hedefi olmalı... Henüz kitaplarınızı incelememiş olanlar için kitaplarınız hakkında söyleyecekleriniz nelerdir? İlk Kitabım Türk Fotografçılar Kütüphanesi serisinin 29. Kitabı olarak çıktı. Bu seri ülkemizin 40 fotografçısını kapsayan bir projeydi. Timurtaş Onan ve Şerif Antepli’nin ortaklaşa yürüttüğü bir projede bana da yer vererek benim için çok önemli bir kitap oldu. Diğer kitap ise bir grup arkadaşla yaptığımız günübirlik bir gezide konu sıkıntısı yaşarken kadrajıma girmesiyle gün boyunca İbrahim Demirel’i çektim. Aslında kitap fikri yoktu öncesinde. Banyolar yapılıp,
ortaya bir şeyler çıkmaya başlayınca bir de bir yazı ekledim. Özellikle yazı çok beğenildi. Ve bunu kitaplaştırmaya karar verdik. İbrahim Demirel’in doğum gününde de aynı zamanda 40. Sanat yılını münasebetiyle gelen konuklara dağıtıldı. Özel bir andı benim için... Göstergebilimsel yaklaşımla ve beden dilini okuma tekniğiyle fotoğraf okumaları yapıyorsunuz bu ilginizin nereden geldiğini bize anlatır mısınız? Kayseri de Bilge Okur Kulübü etkinlikleri kapsamında, sevgili dostum Uğur Kutay’ın sinema gösterimleri ve film çözümleme derslerinin çok büyük katkısı oldu. Ve bir fotoğrafım için yaklaşık 15 gün boyunca kafa yordu ve 30 sayfaya yakın bir çalışma koydu önüme. Benim gibi fotoğrafa yeni başlamış birisi için çalışmasının bu kadar önemsenmesi çok özel bir durumdur. Film çözümlemelerinde ise neredeyse sahne sahne inceleyip saatlerce üzerine konuşmak benim için terapi gibiydi. Müthiş keyif alıyordum. O zamana kadar biçimsel incelemeden öteye gitmeyen izlemelerim artık okumaya doğru yol almaya başlamıştı ve işte o zaman fotoğrafı gerçekten sevmeye başladım. Benim için köşe taşlarından biridir; Uğur Kutay. Fotoğraf okuması bakmakla görmek arasındaki fark gibi mi? İyi bir fotoğraf çekebilmek için fotoğrafı okumayı bilmek gerekir mi? Şimdi düşünelim. Bir kişi kağıda bir şeyler yazıyor ama yazdığı şeyi okuyamıyor. Ne kadar saçma bir durum değil mi? Ve şimdilerde bir sürü elinde fotoğraf makinesiyle dolaşan kişi var. Belirli bir ekonomik düzeye ulaşmış, pek çoğu yüksek okul mezunu ama görsel okuryazarlığı yok. Görsel cehalet maalesef diz boyu. Bu sadece fotoğrafa yeni başlayanları kapsayan bir durum değil. Neredeyse her yarışmanın seçici kurulunda yer alan fotoğraf büyüklerimizin bir kısmının da görsel cehalet içerisinde olmaları ne yazık ki gerçek. Görsel okuryazarlık ile ilgili kısaca biraz bilgi vermek isterim; Görsel okuryazarlık kavramı ilk defa 1960’lı yılların sonunda ortaya çıkmıştır ve ilk tanım Debes (1968) tarafından yapılmıştır:
“…Görsel okuryazarlık, insanın görme duyusunu kullanarak geliştirdiği bir dizi görme yeterliliğine verilen isimdir. Bu yeterliliklerin gelişimi, öğrenme için temel teşkil eder. Bu yeterliliklere sahip olan kişinin; görsel hareketleri, nesneleri, sembolleri ve çevresindeki diğer şeyleri ayırt etme ve yorumlama becerilerini geliştirmiştir. Bu yeterliliklerin yaratıcı bir şekilde kullanılması ile insan başkalarıyla daha etkili bir iletişim kurar ve görsel iletişimi daha iyi kullanır”… Görsel kodları açmak ve yorumlamak şarttır. Derinlemesine bir okuma olmayabilir ama bir fotoğrafın içindeki göstergeleri okuyamadan “Aaaa çocuğun gözleri çok güzel çıkmış “ diyerek bir görsel okuryazar olmazsınız. Fotoğrafa olan ilginizin yanında sinema ile de ilgileniyorsunuz. Süleyman Sağlam’ ın “Dağı dağa kavuşturan” adlı romanından uyarlama olan sinema projelerinizden bahseder misiniz? Kayseri’de yaşayan yazar Süleyman Sağlam o yörede yaşanmış gerçek bir olaydan esinlenerek “Dağı Dağa Kavuşturan” isimli roman yazmış. O sıralar romanın geçtiği yerlere düzenlenen bir gezide, Süleyman Ağabey romanı ve mekanları bize tatlı tatlı anlatmıştı. O gezide film gibi anlattığını düşünmüştüm ama sinemayla çok ilgim olmasına rağmen film çekmek gibi bir düşüncem yoktu. Cesaretim de yoktu, imkanım da... Ara sıra film çekimlerine denk getirip, yıllık izinlerimi setlerde kullandığım oluyordu ama bu sadece seti ve film çekimleri konusunda öğrenme maksatlı çalışmalardı. Bu çalışmalarda set fotografçılığı, görüntü yönetmen asistanlığı, ışıkçılık, yönetmen asistanlığı vs vs bir çok alanda çalıştım. Sonra İstanbul’a atandım. Ve ilk yıl Film Yönetmenleri Derneği’n de açılan Yönetmen yardımcılığı kursunu bitirdim. Sinemanın aşamalarını öğrenmeye başlamıştım ve çeşitli projelerde görev almaya başladım. Emekli olduktan sonra ( yaşlı değilim sadece emekliyim :) ) tanıtım filmleri, klipler çekmeye başladım. İki kısa film çektim. Arkadaşlarımın kısa film projelerinde görüntü yönetmenlikleri yaptım. Kayseri ’ye bir etkinlik için gittiğimde bu romandan konu açılınca, bunun bir sinema filmi olacak bir hikaye olduğu söyledim. Sonra Süleyman Ağabey ile bir araya geldik ve bu filmi yapmaya karar verdik. Şu an hayli yol katettik. Sponsor bulma aşamasındayız. Eğer planladığımız gibi olursa Temmuz ayında motor
42
demeyi planlıyoruz. Roman ile ilgili bir arka sayfa bilgisini de aktarayım; İkinci Dünya Savaşı yılları. Almanlar, Trakya sınırımıza gelip dayanmıştır. Bu büyük savaşın top sesleri Türkiye’mizden duyulmaktadır. Bütün gençler askere alınmış, Trakya boşaltılmış, her şey karneye bağlanmıştır. Dağı Dağa Kavuşturan , işte o kıtlık, yokluk yıllarında, Orta Anadolu’da, Erciyes Dağı yöresinde geçer. Bir yanda kendini dağlara vurmak zornda kalmış eşkiyadan bir genç adam: Osman, öte yanda, onu ele geçirmek için çırpınan devlet görevlileriyle bir garip kasaba eşrafı. Ve dağlardaki adamdan yana çıkan, onu ele vermeyen o bildiğimiz Anadolu halkı. Süleyman Sağlam, Kayseri ve yöresini çok iyi bilen müthiş bir doğa uzmanı. Olayların geçtiği o güzelim doğanın görüntülerini, olanca renkleriyle, olanca kokularıyla sözcüklere dökmekte gerçekten çok usta. Yöre halkının öfkesini, sevgisini, hoşgörüsünü, kalleşliğini, mertliğini, dostluğunu, çok başarılı bir kurgu içinde işleyen yazar, büyük bir değişimin içinde ne yapacağını kestiremeyen, Cumhuriyet’e alışmaya çalışan çelişkiler içindeki bir toplumun, bir halkın şaşkınlığını, iyi niyetini sürükleyici bir anlatımla sunuyor: Dağı Dağa Kavuşturan, bir ilk roman. Ama ses getirecek, iz bırakmayacak bir roman. Fotoğrafçılık ve sinema her ne kadar farklı görünselerde birbiriyle bağlantılı aslında. Sizi fotoğrafçılıktan sonra sinemada da görebileceğiz yakın zamanda. Merak ettiğimiz sinemaya yönelmenize fotoğrafın etkisi nasıl oldu? Fotoğraftan ziyade okuduğum romanların, yazmaya çalıştığım öykülerin, dinlediğim hikayelerin daha çok katkısı oldu sinemaya yönelmemde. Ama fotoğrafik bakış, fotoğrafik disiplinin de katkısını göz ardı edemem. Ama bir çoğunun düşündüğü gibi fotoğraf sinema için basamak değildir. Fotoğrafçı kökenden gelmenin pek çok avantajı vardır. Bunu sinema bilgisiyle harmanlayabilirsek o zaman onu avantaja dönüştürebiliriz. İyi bir fotoğrafçı, iyi bir sinemacı olamayabilir ama bir yönetmenin iyi bir fotoğraf bilgisi varsa çok büyük avantaj yaşar. Şöyle düşülünebilir; Sinema ilk olarak çerçeveden başlar. Çerçeveler planları, planlar sahneleri, sahneler sekansları, sekanslar da filmi oluşturur. Bu bağlamda ilk çerçeve bir fotoğraftır diye düşünmek eksik bir
43
yaklaşım olur. Fotoğraf da an önemliyken, sinema da süre öne çıkar. Başka bir deyişle; fotoğraf zamanı yok ederken, sinema zamanı yeniden kurar. Kronolojik olarak fotoğraf makinesinin bulunuşundan kısa bir süre sonra sinemanın yapılmaya başlanması, sinemanın fotoğraftan doğduğu inanışına yönlendirebilir. Ama sonrasında da fotoğrafçılar sinemadan etkilenerek slayt gösterileri yapma gereği duymuşlardır. Bu şekilde baktığımızda iç içe girmiş bir durum yaşarız. Sinema ve fotoğraf çok başka dünyalar.Ama fotoğraf bu konuda benim için iyi bir okul olduğunu söyleyebilirim. Yukarıda sözünü ettiğim, dostum Uğur Kutay’ın film çözümleme dersleri benim fotoğrafı tanımamı sağladı. Yani fotoğraf sayesinde sinema izleyiciliğim değer kazanırken, sinema sayesinde de fotoğrafı tanıma şansı buldum. Şu an ki konumumda hangisi hangisine ne kadar etki ettiğini bilemem ama senkronize halde geliştirdiğini söylersem iki tarafa da haksızlık etmiş olmam sanırım. Japon şiir türü olan “haiku” ile ilgilenmektesiniz. Haiku nedir? Bize bunun hakkında bilgi verebilir misiniz? Haiku, 16. yüzyılda ortaya çıkan ve 17-19. yüzyıllarda gelişmiş olan -orijinal dilinde 5/7/5 heceli- üç dizeli bir şiir Japon lirik şiir türüdür. Haiku’lar genellikle mevsimlerle ya da yılın ilk ayı ile ilgili bir duyguyu ya da düşünceyi dile getirirler. Bu şiirlerde çoğu zaman Budizm, Taoizm ve yerel inançları simgeleyen doğa imgeleri kullanılır. Japon edebiyatına özgü bu şiir biçimi, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Batı ülkelerinde de belli bir yaygınlık kazanmıştır. Gelmiş geçmiş en önemli haiku şairleri; Matsıo Başo, Taniguçi Buson, Kobayaşi İssa ve Masaoka Şiki gibi Japon şairlerdir. Türkiye’de haiku tarzında şiir yazmış olan bazı şairler: Orhan Veli, İlhan Berk, Sina Akyol, Turgay Kantürk, Enis Batur, Mustafa Köz, İbrahim Berksoy, Oruç Aruoba, Gökçenur Ç., Kadir Aydemir... “Doğa’nın en yalın en saydam dilidir haikular; bir çağlayan, bir rüzgâr sesi gibidir. Ama çağlayanın, rüzgârın sesi değil, insan sesidir; doğayı sömürmeyen, doğayı seven doğayla savaşmayan, doğayla kucaklaşan; doğayı ‘şahdamarı’nın içinde duyan ozanın sesidir” şeklinde bir tanımlamayı çok sevdiğim için
sizinle de paylaşmak isterim. Bir dönem ekonomik sıkıntı çektiğim zamanlarda, Dia alacak durumum yokken, fotoğraf çekemiyorsan yaz diye kendime telkinde bulunduğum ve haiku yazmaya başlamıştım. O duruma “zafiyeti kullanmak” demiştim. Haikuları kitap yapma isteğim vardı. Hatta elle yazmayı düşündüğüm kitabın sayfalarını da tamamen elle yapmayı düşündüğüm bir fikirdi. Fakat Haikunun ne olduğunu öğrettiğim bir fotoğrafçı tarafından bu fikrimin çalınması karşısında bir daha yazmadım. :) Atilla Dorsay sanatın hedefinden söz ederken, bireyleri olumlu yönde değiştirmeyi amaçladığını belirtir. Sanırım öncelikle biz sanat ile uğraşanlar olumlu yönde değişmemiz gerekiyor. (Neyse bu konuda çok şikayetim var burası da yeri değil :) ) Fotoğrafçılık, öykü yazarlığı ve sinema içinden yalnızca birini tercih etmeniz gerekse hangisini, neden tercih ederdiniz ? Sabah uyandığımda tercih edeceksem fotoğraf olurdu, gün içerisinde sinema, gece öykü ... Son olarak fotoğraf severlere söylemek istedikleriniz nelerdir? Aslında fotoğraf en çok şiire benzer. Bir yığın ses çıkarırız ancak bunlar şiir olmaz. Sözcükleri tane tane seçip imbikten geçirircesine bir araya getirdiğinizde şiir olur... Fotoğraf da, etraftaki yığınca görüntü içerisinden seçip bir kaftana sığdırabiliyorsanız fotoğraf olur. Şiirselliği yakalamış fotoğrafçıların fotoğrafları kesinlikle başka olur. Bu yüzden bol bol şiir okumalarını öneririm ben. Maruf ŞİNİK’ ten Haiku örnekleri: Yalnız odalara / Başka yalnızlıklar / Taşır esinti Savurduğum dumanlar / Örtüyor / Ayın yalnızlığını Yelkovana / Asılı yalnızlığım / Çoğalamıyorum Kalabalığın / sessizliğinde / büyür yalnızlığımız Bir göçmen kuşa / Takılı kanatları / Gözyaşlarımın En çok ölümün / Yakıştığı gecede / Saklı mutluluk bütün aşkları / Yaşamak bir çırpıda / Ölüm öncesi Düşmeden yere / eriyen kar tanesi / bir damla hüzün Zamansız yağmur/Dalıyorum /İlk karınca yuvasına Suya düşen kent/Akşamın bir mavisi/Uzar sigaram Dört duvarda / Yankıdır/ Bedenimden fışkıran yalnızlık Maruf ŞİNİK’ in internet adresi: www.marufsinik.com.tr
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
BEYZA SULTAN DURNA
R
Ö
P
O
R T A
J
Editör: İrem KARACİN ~ irem@6gendergi.com
Hamile, doğum, bebek-çocuk, aile ve düğün fotoğrafçısı Beyza Sultan Durna’ ya güzel an fotoğrafçılığı ile ilgili merak edilenleri sorduğumuz ve Beyza Hanım’ ın fotoğrafçı kimliğini öğrenmeye çalıştığımız keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
69
Fotoğrafa olan ilginizi nasıl farkettiniz? Fotoğrafa başladınız o günleri anlatır mısınız? Babamın çok büyük ısrarları sayesinde 2004 yılında İstanbul Kültür Üniversitesi Bilgisayar Teknolojisi ve Programlama bölümünü burslu bir şekilde kazandım. Hiçbir zaman Programcı olmak istemedim. Mezun olduktan sonra Turkmedya grubuna bağlı olan Tercüman Gazetesinde Grafik Tasarımcısı olarak işe başladım. Uzunca bir süre gazete tasarımı ile uğraştım. Tasarım iyi güzeldi ama bütün gün bilgisayar başında olmak çok sıkıcıydı. İnsanlarında iç içe olduğu bir iş istedim hayatımda sektör değiştirerek medya planlama asistanı olarak buluverdim kendimi ama kriz nedeniyle çok fazla tutunamadım bu mesleğe. Grafikle iç içe olduğum zamanlar fotoğraf hep hayatımdaydı çekmek isterdim ama o zamanlar sadece basit bir istekti. Fotoğraf Sanatçısı Hüseyin Tuncer ile birlikte bir gün çekime çıktık. iStockphoto için background çekiyordu. O an fotoğraf makinasını rica ettim beni kırmayıp verdi gelişi güzel gözüme hoş gelen herşeyi çektim ve çok büyük bir zevk aldım. O an içimdeki cevheri fark etmiş olacakki. iStockphoto’dan bahsetti. iStockphoto Dünya’nın en büyük microstock sitesi ileride belki burada sende fotoğraf satabilirsin dedi. O an evet kesin bende bu siteye üye olup fotoğraf satmalıyım dedim. Çok değil ertesi gün internette küçük çaplı bir araştırma yaptım Enstantane, Diyafram nedir? Iso ne işe yarar? Bu terimler hakkında bilgi sahibi oldum sonra babamın nikon d40 ile çalışmalara başladım. Başta hiç de iç açıcı sonuçlar çıkmasa çok kısa bir zamanda hem kendimi hemde bu işi profesyonelce yapan arkadaşlarımı da şaşırtarak çok iyi adımlar attım. iStockphoto’nun sözleşmeli fotoğrafçısı olan ve fotoğraf sanatına 30 yıldır hizmet veren bir ağabeyimiz sen fotoğrafa başlayalı ne kadar oldu da koskocaman Dünya devinde fotoğraf satmak istiyorsun sen o kadar büyüdün mü dedi. Başta gururum çok kırılmıştı, sanırım haklıydı. Benim bir fotoğraf geçmişim yoktu. Sadece birkaç aydır acemi fotoğrafçıydım. Sanırım yükseklerde uçuyorum düşüncesine bir an kapılarak fotoğraf çekmeye ara vermiştim ama Hüseyin Tuncer hızır gibi yetişti. “Yaparsın güveniyorum ben sana” dedi sonra kolları sıvadım. iStockphoto’ya üye olabilmek için 2 sınavdan geçmeniz gerekiyor. İlk sınavı hemen verdim. 2. sınavı da 2. seferde verdim. Biraz imkansız gibi görünsede fotoğrafa fotoğraf satarak başladım.
Fotoğraf üzerine herhangi bir eğitim aldınız mı? Benim en büyük hocam iStockphoto oldu. Açıkçası çok fazla red ala ala doğru teknikte fotoğraf çekmesini öğredim. Her red alışımda neden red ettiklerini açıklayan bir metin yazıyorlar. Sonraki çekimlerimde o metindeki bilgileri de göz önüne alarak fotoğraf çekmeye çalıştım. Böylelikle çok hızlı ilerlememe sebep oldu. Bazı konularda eksikliklerim olduğunu düşünerek Fototrek Fotoğraf Merkezi – Temel Fotoğraf Eğitim Seminerine katıldım. İlk dersin akşamı Cenk Gençdiş’ten bir email geldi. Senin bizim kursumuzda ne işin var en azından Temel’de ne işin var ileriye gelseydin bari dedi. Doğum fotoğrafçılığını ülkemizde gerçekleştiren fotoğrafçı sayısı çok az ve ülkemizde yeni yeni duyulan bir sektör. Sizin bu alanı seçme sebebiniz nedir? Kaderime ilk doğum fotoğrafı çektiğim gün yön verdim diyebilirim. Birbirine aşık bir aile, mutlu babaanne, dede... Doğuma girmeden önce hastane odasında gebelik fotoğraflarını çeker iken bir an duraksadım. Hayatımda ilk defa gördüğüm bu insanların hayatının tam ortasında buldum kendimi. Bu duygu inanılmazdı... İnsanların en güzel anlarını en mutlu dakikalarını kareliyorsunuz, zamanı onlar için donduruyorsunuz. Her şey çok samimi, her şey çok sıcak. İşte o gün “evet ben bu işi yapmalıyım” dedim. Siz bu işe nasıl başladınız? Bu işe bir doğum fotoğrafçısının ilanı üzerine başladım. Facebook sayfasında Doğum Fotoğrafı çekmek isteyen var mı? İletisini okuduğumda çekmek istediğimi belirttim. Daha önce ameliyathane çekim deneyimim olduğu için hemen işi bana verdi. Bir hafta sonrada çekime girdim. Doğum; kadınlar ve ailenin oluşumu için çok önemli bir adım olsa da aynı zamanda çok zor bir süreç. Çiftlerin buna karar verme süreçlerinden biraz bahseder misiniz? Doğum fotoğrafçılığın hikayesi Türkiye’de 2000’li yıllara dayanıyor ama son iki yıldır özelliklede anne adayların doğum fotoğrafına sıcak bakması nedeni ile “Doğum Fotoğrafçılığı” fotoğraf sanatına ayrı bir
70
boyut kazandırdı. Öncelikle Doğum Fotoğrafı; Bebeğin doğduğu güne ait her anın (ilklerin) belgelenmesidir. İlk doğum anı, ilk muayesi, ilk ağlaması, bebeğin annesi ile ilk tanışması, (eğer baba da doğumhaneye veya ameliyathaneye girmiş ise ilk aile fotoğrafı), ilk banyosu, ilk emzirilmesi, hayatının 2,5 senesini birlikte geçireceği ilk bezinin bağlanması gibi..
Doğum anını fotoğraflarken kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Bir bebeğin dünyaya gelişini karelemek herkese nasip olmuyor. Bu konuda kendimi çok fazla şanslı hissediyorum. Özelliklede bebek ilk kez gözlerini açtığında ilk beni görmesi bana ayrı bir mutluluk veriyor. Ayrıca her doğum çekimimde anneliğe dair bilgiler öğreniyorum.
Çiftler öncelikle kısa bir araştırma sürecine giriyorlar. Birçok Doğum Fotoğrafçısı ile görüşüyorlar. Benimle çalışmaya karar verdiklerinde isteklerine ve bütçelerine uygun paketi seçip eğer bebeğin dünyaya geleceği tarih belli ise randevu alıyorlar.
Çocuk sahibi olmayı düşünüyorsanız sizde doğurduğunuz anı fotoğraflatmak ister miydiniz?
Kadınlar genelde daha duygusal oldukları için doğumlarının fotoğraflanması konusunda daha ilgili davranabilirler. Bizim merak ettiğimiz, gözlemlediğiniz kadarıyla bu konuda eşlerinin, aile,dost ve çevrelerinin tepkileri nasıl?
Ameliyathanede fotoğraf çekerken dikkat ettiğiniz unsurlar nelerdir?
Çekim teklifleri genellikle anne adaylarından geliyor. Doğum Fotoğrafına, genellikle babalar biraz önyargılı yaklaşsalarda annenin herhangi bir şekilde mahremiyet görüntülerinin karelenmediğini öğrenince ilklerin belgelenmesine sıcak bakıyorlar... Bir çok doğuma tanıklık ettiniz. Doğum öncesi ayrı ayrı her annenin stresini, heyecanını da paylaşmak nasıl bir duygu? Yaşı, ırkı, ilk çocuğuda olsa altıncı çocuğuda olsa bebeği dünyaya geldiğinde her anne aynı heyecanı yaşar. Her doğum sonrası yüzümde kocaman bir gülümse ile hastaneden ayrılıyorum. Kesinlikle harika bir duygu. Doğumu fotoğraflarken mucizevi bir ana tanıklık ediyorsunuz. Hiç telaştan ya da o anın paniğinden dolayı fotoğraf çekmeyi bıraktığınız oldu mu? Hayır olmadı sadece ilk çekimimde doktor anne adayına çatık kaşlı bir bebek geliyor diye söylediğinde elimin deli gibi titrediğini hissettim ama kendimi toplamam uzun sürmedi. Çünkü öyle bir şansım yok. Düğün yada Portre çekmiyorsunuz çekime ara veremezsiniz yada bu olmadı bu pozu tekrar alalım deme şansınız yok. Aileler her anı mükemmel bir şekilde karelemenizi bekliyor ve size güveniyorlar.
71
Evet kesinlikle. Hatta benim bebeğimin doğum masalını bir erkek fotoğrafçı kareleyecek.
Doğum çekimlerimi digital fotoğraf makinası ile çekiyorum. Çekim sırasından en önemli faktör ameliyathane ortam ışıkları... Vip hastanelerde çekimlerim gayet zevkli ve kolay bir şekilde geçiyor ama benim deyişimle mahalle aralarındaki tıp merkezi görünümlü özel hastanelerde sadece ameliyathane ışıkları mevcut... Ortamı aydınlatan diğer ışıklar malesef kapalı veya öyle bir ışık yok. Bu nedenle çekimlerde ameliyathane ışıkları sadece bebeğe geleceği için bebeğin üzerinde parlamalar malesef kaçınılmaz olur. Heleki bebeğe ilk müdahale yapıldığında kullandığım lens yeterli gelmeyebilir. Bu yüzden ekstra olarak yanımda diyaframı f/1,8 f/1,4 f/2,0 f/2,8 gibi lensleri bulunduruyorum. Doğum fotoğrafçılığında bayan olmanızın artılarını görüyor musunuz? Doğum Fotoğrafına karşı tabular yeni yeni yıkılıyor. Biz bayan fotoğrafçılar bu konuda erkek fotoğrafçılarına nazaran çok şanslıyız. Her ne kadar mahremiyet görüntülenmese bile bazı aileler erkek fotoğrafçılara pek olumlu bakmıyor. Ameliyathane de fotoğraf çekerken başınıza gelen unutamadığınız bir olayı paylaşır mısınız? İlk çekimim benim için çok özel. Hala aile ile görüşürüm. Aramızda inanılmaz güzel bir bağ oluştu. İlk çekimim sırasında bebeğe ilk müdahale yapıldığında 5 sn gibi bir süre öylece bebeğe baktım
ve anneye dönüp ağlamaklı bir ses tonu ile bebeğin ne kadar güzel olduğunu söyledim. Söylediğimden etkilenmiş olacak ki anne birden ağlamaya başladı. Çekime devam etmeye başladığımda gözpınarlarımdan yaşlar dökülüverdi... Doğum fotoğrafçılığının yanında düğün, nişan fotoğrafları da çekiyorsunuz. Hepsinin yeri ayrıdır ama en çok hangisini çekmekten mutlu oluyorsunuz? Neden? Bu soru çok fazla soruluyor ama kesinlikle doğum fotoğrafı çekmek beni çok daha mutlu ediyor. Doğum fotoğrafçısı arkadaşımında dediği gibi doğum fotoğrafı çekmek düğün fotoğrafı çekmekten çok daha zor. Eğer doğum sezeryan değil ise doğumun günü ve saati belli değildir özellikle gebeliğin son aylarına yakın sürekli tetikteyim. Şarjlarımın hepsi dolu, kartlarımın hepsi boş durumdadır. Doğuma yakın zamanlarda özellikle şehir değişikliği yapmaktan kaçınırım, eğer dostlarımla veya ailem ile herhangi bir aktivite içerisinde isem hastaneye yakın mekanları tercih eder, fotoğraf makinamı sürekli yanımda taşırım. Birçok kez düğün fotoğrafıda çektim. İnsanların sevdiği insanla hayatını birleştirmesi ve bunu karelemeniz elbetteki harika bir duygu. Nişan, düğün fotoğrafları da çekiyorsunuz. Bu aileler daha sonra doğum fotoğraflarını da çekmenizi istiyorlar mı? Böylece devamlı bir müşteri portföyü oluşturuyor musunuz ? Evet istiyorlar. Doğum sonrası bazı aileler konsept bebek fotoğrafı veya aile fotoğrafları çektirmek de istiyorlar. Son olarak söylemek istediğiniz başka bir şey var mı? Ellerine geçecek fotoğrafın kalitesi çok önemli bu yüzden aileler çok iyi araştırmalılar ve kesinlikle yeni doğan bebek çekiminde flaşh kullanılmaması gerekilmektedir. Sebebi ise; Yeni doğmuş bir bebeğin refleksleri tam olarak gelişmediği için, gelen ani ışığa tepkiside yeterli olmayacaktır. Flaşhın yaratacağı ani ve parlak ışığı göz kırpma hareketi ile süzemez bu sebeple yeni doğan bebeklerin, çekimlerinde flaşh kullanılmaması gerekiyor. Eğer hastane odası çok karanlık ise flaşhın tavana patlatılması ve flaşın önüne bazı koruyucuların olması gerekiyor. Beyza Sultan DURNA’ nın internet sitesi: www.beyzasultandurna.com
71
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
ÖZGE KARZAN
P
O
R T
F
O
L Y O
Editör: Nihan UTKAN ~ nihan@6gendergi.com
1980 Adana doğumlu olan Özge Karzan, Akdeniz Üniversitesi Fotoğraf Bölümü mezunu.2008 senesin de National Geographic Uluslar arası fotoğraf yarışmasın da verilen yıllık abonelik ödülünü kazanan başarılı arkadaşımız ayrıca Antalya’da;
89
2006- Olbia Kültür Merkezinde; Yaşlılar Haftası karma sergileme 2009- Akdeniz Üni. GSF; Moda üzerine karma sergileme 2009- Haşim İşcan Kültür Merkezi; Bale üzerine kişisel sergilemelerde bulundu. 2007 yılında Altın Defne Yüzlerimiz isimli fotoğraf yarışmasında sergileme ödülü almıştır. Başarılarından dolayı arkadaşımızı tebrik ediyoruz.
İlk elime aldığım fotoğraf makinası babadan kalma Lubitel makineydi. Babam çok küçük olduğum için profesyonel makinayı kullanmama izin vermezdi. Gizli gizli gidip makinayı kurcalardım. İlk oyuncağımdı diyebilirim. Sonrasında elime aldığım her makinayla insanları çektim.
90
91
Liseden sonraki yıllarda Zafer Onan ile tanışmam belki de geleceğim için attığım büyük bir adım oldu ki kendisinden aldığım eğitim, sanata olan yakınlığımı arttırdı. Desen çalışmalarımı ve sanata olan yatkınlığımın farkına varan ve bu çalışmalarımı dikkatle takip eden Zafer Hocam’ ın büyük desteği ile güzel sanatlar fakültesi sınavlarına hazırlanmaya başladım Zafer Hocam’ ın enerjisi beni büyülemişti ve 2004 senesinde hem Çukurova GSF Seramik ve hem de Akdeniz Üniversitesi Fotoğraf bölümünü kazandım. Annem ve babam öğretmen olduğu için o zamana kadar birçok şehirde bulunduk. Antalya da bunlardan biriydi. Antalya’nın garip ve bir o kadar büyülü havası, doğası beni hep büyülemişti. O yüzden ilk tercihim olan ve birinci olarak kazandığım Akdeniz Üniversitesi GSF Fotoğraf Bölümüne kayıt yaptırdım.
92
Fotoğraf Bölümünde eğitime başladıktan sonra gerek şehrin büyüsü gerekse akademik hayatın atmosferi ile 2 yıl boyunca bölüme nadir gittim. Bu yıllarda gençliğimin verdiği cesaret ile 3 aylık bir Amerika macerasında buldum kendimi. Bu maceramı Louisiana Devlet Üniversitesi’nde 1 aylık fotoğraf eğitimi ile noktalayıp Antalya’ya geri döndüm. Üniversitedeki hocalarım, Nafia Hanyaloğlu ve Handan Dayı, gözümün çok iyi olduğunu söylemesi ve fotoğrafa daha çok zaman ayırmam konusunda beni uyarması beni kendime getirdi ve elbette objelere bakışımı değiştirdi. Üniversiteyi kazandıktan sonra ilk profesyonel deneyim Nikon F3 ile başladı. Sonrasında Türk-Yunan Derneği’nin düzenlediği Türk-Yunan Dostluk Festivali’nde, Yunanistan’da ve Türkiye’de gerçekleştirilen fotoğraf sergisinde, çocukluktan beri fotoğrafçılığımın temelini oluşturan insan portlerinden oluşan “Yüzlerimiz” adı altında uluslararası fotoğraf yarışmasında Ara Güler tarafından verilen Altın Defne Sergi ödülü aldım. İlk fotoğraf projemin konusu “Bale” idi ve yaklaşık 2 yıl süren bu çalışmamı Antalya Haşim İşcan Kültür Merkezi’nde 2009 yılında sergiledim. Şu an Antalya da fotoğraf atölyem de fotoğraf çalışmalarına devam ediyorum. Sizlerle çalışmalarımı paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.. İyi seyirler.
93
Özge KARZAN’ ın internet adresi: www.ozgekarzan.com
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
MERT ÇAKIR
P
O
R T
F
O
L Y O
Editör: Nihan UTKAN ~ nihan@6gendergi.com
1982 Muğla doğumlu olan Mert ÇAKIR, Muğla Üniversitesi Otomotiv Tasarım Bölümü mezunu. Muğla Duvar Sahnesinde Duvar Foto & Film kolektifinde çalışmalar yapan arkadaşımızın iki tane de belgesel film çalışması var.( Kız Saçı ve Kırık Tebeşir ) Ayrıca kısa film çalışmaları da olan arkadaşımızın ilk sergisi emekçi kadınlar ikinci renklerdi. Tatlı Rüyalar, Kıvılcım, Yuvarlakçay, Sokak Güzeldir gibi foto röportaj çalışmaları olan Mert ÇAKIR şu an İzmir’ de ‘Fotoğraf Bellek Kolektifi’ adında grubuyla kent belleği üzerine foto röportaj çalışmaları yapmakta.
105
“Bir fotoğrafın anlamını tamamlamak, fotoğrafı görsel bakımdan yorumlayabilmek için betimleme gerekir. Betimlemeyi yapacak olan ise fotoğrafa bakan kişidir. Görme edimini sağlayan betimleme edimidir.” Fotoğraf çekmeye ne zaman başladın diye sorduklarında ortaokul yılarımda başladığımı söylerim. Her ne kadar bir kameram olmasa bile, dergilerden gazetelerden hatta bazı kitaplardan sevdiğim foto muhabirlerin ve fotoğrafçıların fotoğraflarını keserek defterimde topluyordum. Lise yıllarımda edindiğim kamera ile hayalini kurduğum fotoğrafların peşine düştüm. Beni asıl etkileyen fotoğrafın tarihsel gerçeklik içindeki estetik değeriydi. Fotoğraf benim için çoğunluklu dallarıyla bile birlikte bir belge niteliği taşıyan “Tarihçi notları” gibidir. Vesikalık fotoğraflarımızdan, cep telefonuna kadar çekilmiş fotoğrafların bir belge niteliği vardır. Geçtiğimiz yüzyıllarda düşünürlerin, edebiyatçıların, sanatçıların çağa tanıklık etme gibi bir çabası olduğunu görürüz. “Tanıklık” bu noktada benim için fotoğrafın karşılığıdır. Bir savaşın duygusunu, bir kentin dokusunu belki de en iyi hissetmemizi sağlayan fotoğraftır. Coşkun Aral’ın Şöyle bir tanımlaması vardır; “Savaşın vahşetini göstermek için kopmuş, parçalanmış insan bedenlerini göstermek gerekmez, bazen bir gözün bakışı tüm acıları anlatabilir.” Yaşanılan ortamı en iyi şekilde insanlara hissettirmek için bir çaba durumu olması yüzünden de taraf olduğunu düşünüyorum. Her zaman savaşın ve sömürünün karşısında yer aldığı görüldüğü kadar da egemen sistemlerin de büyük bir aracı olduğunu görürüz. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde toplum üzerinde çok büyük bir realite korkusu ve baskı, yaşatılan ve dayatılan bir olgu haline gelmiş ve bilinçaltımıza işlenmiştir. 1980 sonrası oluşan nesil ve o neslin sanatçılarının da birçok üretimleri duyarlılıktan uzaklaşmıştır. Sosyolojik olguları bir kenara itip, duyarlı olan veya olmaya çalışan insanların üretimlerine de “ajitasyon, duygu sömürüsü” vb… benzetmeler yapılarak, “modernizm” kılıfında üretimi savundular. Yine bazı görsel sanat paylaşım sitelerinde; Dijitalleşen görsel çağda photojournalism ve belgesel fotoğrafçılığın yok olduğunu ve etkisini kaybettiği üzerine tartışmalar var. Bu “modern” insanın ve “modern” sanatçının korkularından kaçmak veya yüzleşememesiyle ilgili bir durumdur. H. Evans’ ın belirttiği gibi; “Elektronik aktarım ve manipülasyon bir lütuftur, kompakt disk’in müzik için bir lütuf olması gibi. Ama disk’in Mick Jagger ya da Mozart’a ihtiyacı vardır. Gazete sayfalarının da Don McCullins ve Eddie Adams’larına en az eskisi kadar ihtiyacı vardır.” Photojournalism veya belgesel fotoğrafçılık bir moda veya sanat trendi olmadığı için, gücünü, etkisini ve geçerliliğini yitirmesi bence mümkün değildir. Böyle bir tartışmanın varlığı bile ne kadar anlamlıdır bilemiyorum. Fotoğraf zaten başlı başına, bütün tarzlarıyla birlikte, hayal gücü ve sıradanlığı içinde barındıran bir büyüdür. Susan Sontag’ ın söylediği gibi; “...fotoğraflar bugünün ve geçmişin hayalimizdeki resimlerinin boşluklarını doldurur.” Mert ÇAKIR’ ın internet sitesi: www.mertcakir.daportfolio.com
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118 117
119
120
121
122
M. UĞUR UMAY
P
O
R T
F
O
L Y O
Editör: Nihan UTKAN ~ nihan@6gendergi.com
1983 Ankara doğumlu olan M. Uğur UMAY Anadolu Üniversitesi Turizm Otelcilik mezunudur. Şuan Antalya’da bulunan bir turistik otelde Krediler Departmanı yöneticisi görevinde olan UMAY ayrıca Antalya Fotoğraf Kulübü Başkan Yardımcılığı yapmaktadır. Bir kişisel, iki karma sergide yer alan fotoğrafçı arkadaşımızı çalışmalarından dolayı tebrik ediyoruz.
123
“Neden genelde siyah-beyaz tercih ediyorsun?” diye sorduklarında hep aynı cevabı verdim. “Ben sadece iki renk kullandım. Size kalan kendi dünyanızın renklerini katmak..” Fotoğraf ile tanışmam 2005 yılında Bodrum’da bir eskici dükkânından aldığım analog makina ile gerçekleşmiştir. El yordamı ile öğrendiğim o makina ile çok fazla 35 mm film tükettiğimi bilirim. Fotoğraf o dönem yaşadığım bir boşluğun dolgusudur aslında. Resim ve karikatürden bir süre uzaklaşıp fotoğrafa kendimi tamamen vermem neticesinde bir süre sonra, Dijital dünyanın ortasında kendimi buldum. Dağınık ve çeşitli olarak çoğalmaya başlayan karelerim bir süre sonra kategorik hale dönüştü. Uzmanlık olarak kendime “Panoramik Fotoğrafları” seçtim. Fotoğrafta görülebilen alanın fazla olması bana haz veren bir olgudur. Panoramik fotoğraflarımdaki perspektif oyunları ile ortaya çıkan geometrik bozulmaların görsel etkiyi arttırdığını düşünmekteyim. Panorama dışında Sahne, Sokak Yaşamı, Kurgu, Manipülasyon, Kızılötesi Fotoğrafçılık tarzında çalışmalarıma tüm hızıyla devam ediyorum. Tüm bunların yanı sıra henüz yeni başladığım “Marjinal Fısıltılar” isimli çalışmalar ile girmiş olduğum bir “Bütünlük Arayışı” var. Farklı zamanlarda ve farklı mekânlarda çektiğim karelerin, farklı saydamlık seviyesinde katmanlanarak bir araya gelmesi ile oluşturduğu bütünlük, bu arayışa açıklama olabilir. Fotoğrafçılık ve Photoshop konusunda hiçbir eğitim almadım. Sadece başından beri düzenli olarak uyduğum kişisel bir eğitim programı yaptım ve her geçen gün geliştirmem gereken konuları güncelliyorum. Aynı zamanda yapılan işe karşı inancın sonuna kadar korunmasının önemli olduğu düşünüyorum. Bir kişisel sergim oldu ve iki tane karma sergide bulundum. Bir fotoğrafım ise İstanbul’da bir koleksiyonerin özel koleksiyonuna gönderildi. Antalya’ da faaliyet gösteren Antalya Fotoğraf Kulübü’nün (ANFOK) Başkan Yardımcılığı görevini yürütmekteyim. Beğeni ile takip ettiğim fotoğrafçılardan bazıları: Murat Germen, Faruk Akbaş, Coşar Kulaksız, Okan Bayülgen, Ali Alışır, Antony Crossfield, Andrey Razoomovsky, Boğaç Dalkıran, Nejat Talas “Fotoğraf aslında Tanrı’nın sanatıdır. Ben ise sadece o sanatın bir anını ölümsüzleştirme şansına sahibim. Hepsi bu..” M. Uğur UMAY’ ın internet sitesi: www.digitalfoxy.com
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
CAN BÜYÜKKALKAN
P
O
R T
F
O
L Y O
Editör: Nihan UTKAN ~ nihan@6gendergi.com
Asıl adı Oğulcan Büyükkalkan olan arkadaşımız 29 Mart 1991 yılında İzmir’in Konak ilçesinde doğdu.. Lise eğitimini Süleyman Taştekin Endüstri Meslek Lisesi’nde bitirdi.
141
Lise çağlarının başında kameraman olan amcasının önerisi sayesinde fotoğrafçılığa olan ilgisini fark etti. Fotoğrafçılık alanında yaptığı çalışmalarda Can Büyükkalkan olarak tanınmaya başladı. Bu 4-5 senelik süre içerisinde adından söz ettirecek çalışmalara imza attı. Fotoğrafçılık alanındaki çalışmalarının dışında eğitim hayatına Ege Üniversitesi Kontrol ve Otomasyon bölümünde hala devam ediyor.
Selam 6gen ben Can BÜYÜKKALKAN. Fotoğrafla tanışmam şöyle oldu. Bilgisayar başında çok fazla vakit geçiriyordum. Tüm günümü Photoshop’ a ayırıyordum neredeyse. Kameramanlık yapan bir amcam var. O gelip neden evde oturuyorsun alalım bir fotoğraf makinesi en azından kendi çektiğin fotoğrafları düzelersin dedi ve ilk adımı o zaman atıp kendime yarı profesyonel bir makine aldım. 14-15 yaşlarındaydım ve o gün bugündür fotoğraf çekiyorum. Artık bir tutku haline geldi resmen. İnsanlara bakış açım değişti. Zamanla her şeye fotoğraf karesi gözüyle bakmaya başladım. Çektiğim fotoğrafların çoğunu rüyamda gördükten sonra çektim mesela.
142
Fotoğraf çekiyorum çünkü yazarak ve konuşarak kendimi çok iyi ifade edemediğimi düşünüyorum. Konuşurken veya yazarken farklı dillerden insanlara bir şeyleri anlatabilmek için onların dilini bilmek gerekiyor. Fakat bunu fotoğraf olarak tek bir karede tüm dillere aynı duygu ile yaşatabileceğimizi düşünüyorum, Bu yüzden fotoğrafı seçtim. Kendimi en iyi en kusursuz şekilde fotoğraf çekerek anlatabildiğimi fark ettim. Benim fark yaratmaya çalıştığım noktam yaşanılan ve hissedilen tüm yaşantıları duygu ve düşünceleri tek bir karede toplamak. Bu da benim kendimi ifade ediş ve yaşayış tarzım.
143
Fotoğraf çekerken kendimi ben olmayan bir ben gibi hissediyorum. Sanki tüm stresler, sıkıntılar bir anda yok oluyor ve yeni bir dünyaya geçmişim gibi oluyor. Can BÜYÜKKALKAN’ ın internet sitesi: cahnx.deviantart.com
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
ANGELA BACON KIDWELL
P
O
R T
F
O
L Y O
Editör: Cansu BAYRAM ~ cansubayram@6gendergi.com
“DAİMA ‘GERÇEĞİ BULDUM’ DEĞİL, ‘BİR GERÇEĞİ BULDUM’ DEYİN.” Halil Cibran’ ın bu sözlerinden çok etkilenen Angela Bacon Kidwell, dergimizin bu ayki yabancı konuğu.
157
When The Sleep Gets In Our Eyes
158
Memories Of Two 2008 Uluslararası Fotoğraf Yarışması, Onur Ödülü
Teksas’ ta yaşayan Angela Bacon Kidwell, çalışmalarının bilinen ve açıklanmayan duygulara bir yolculuk, bir teslimiyet olduğunu söylüyor. Fotoğraflarının oluşma serüveni ise şöyle: Günü yaşarken, karşılaştığı insanların ve yerlerin, aslında her şeyin ‘farkında’. Tüm bunların detaylarını, onda uyandırdıkları fiziksel ve duygusal tepkileri hafızasına kaydediyor.
159
Escaping History
Bu kısa birleşimler rüyalarda kendilerini tekrar gösteriyor. İşte bu tesadüfi olaylar birleşip, zengin anlatımı olan, sembolizmle olgunlaşmış düşsel öykülere dönüşüyorlar. Angela B. Kidwell ise bunları somutlaştırmak için, aksesuarlar kullanıp, sahneler kuruyor. Kendisini ve modellerini doğal, içsel davranmaya davet edip deklanşörüne basıyor. Asıl derdi; uyanık bir rüya yaratmak…
160
Traveling Dream 2009 Uluslararası Fotoğraf Yarışması Sanat Fotoğrafı Birincilik Ödülü
161
162
Training Flight
“1994 yılında iş endüstrisinde çalışmaya başladım. Ancak başarıya ulaştıkça hırsın da aynı hızla arttığı bu iş ortamının bana duygusal açıdan pek iyi gelmediğinin farkına vardım. “ diyen Angela B. Kidwell geçmişinin cinlerinin yaşadığı küçük sessiz yerlerin, dikkatli olması için attığı çığlıklara kulak verdi. Saplantılı kariyer hedefleri ve çözülmemiş çocukluk sıkıntılarının ikilemi, onu içsel kargaşayla baş başa bıraktı.
163
Love Without Hope
Bu kargaşalardan bir çıkış yolu aramaya başladı ve bu acılı hatıraları anlatmak için çareyi resim yapma ve fotoğraf çekmekte buldu. Onun için en iyi yol bu olacaktı. Tuvalin önünde ve fotoğraf makinesinin arkasında olmak garip biçimde ona güç veriyordu. Ve sonunda kontrolün kendisinde olduğunu hissetti. Angela bu konuda ‘Yanılmış olamazdım. Arkamı kollayan bir savaşçı, bir şampiyon olduğunu hissettim. Bu kahraman beni tüm tehlikelere karşı koruyacaktı.’ diyor.
164
Traveling Dream Series: Untitled 1
Angela B. Kidwell çalışmalarının temelini oluşturan etkenleri paylaşmaya devam ediyor: “İlk resim ve fotoğraf denemelerim, gerçeküstü rüyaların ve anıların etkisiyle yaratıldı. İlk çalışmalarımda kafamdaki acı kırıntılarına karşı bir savunma buldum, artık kendimi geçmişin travmatik saldırılarına karşı çaresiz hissetmiyordum. Yolum açıktı. Geçmişin saklı korkularını, günün berraklığında filme aktarmalıydım. Çektiğim kareler zihnimdeki gürültüleri ve karanlık mekanları temizleyecekti. Birkaç çalışma sonra fark ettim ki; bu geçmişim, şimdim ve geleceğim için bir şifa yoluydu. İş hayatını bırakmaya ve Midwestern State Üniversitesinde sanat okumaya karar verdim.
165
Beyond Memory
166
Balance
Angela B. Kidwell’ in fotoğraflarının ‘bilinçaltına olan yolculuğumuz’ sürüyor: ”Fotoğraflarım gerçek kimliğime, huzura ve güce ulaşmak için çabamı belgeler. Birbirine zıt kişisel ve çok katmanlı çelişkili semboller kullanılmış bir kare, hem sorguladığım şeyi, hem de cevabını bulduğum şeyi temsil edebilir. Yolculuğum ve mücadele sürecim beni ‘duygusal anlamda oradan oraya sürüklenen biri’ nden ‘kendinden emin, maceracı’ birine dönüştürdü. Fotoğraf sayesinde içimdeki duyguları anlamlı ve etkili biçimde anlatma yeteneği kazandım.”
167
The Fishes Woe Series Framed Reminder
Nacizane çıkarımım şudur ki; Angela Bacon eserlerinin ruhuna -William Blake’ in şiirlerine yaptığı gibi- ‘ikilemden, zıtlıklardan doğan anlam’ ı üflüyor.. Ve onu huzura, doygunluğa götürecek olan ‘patika’ dan ayrılmayacağını söylüyor. Angela Bacon’ın bu yolda ne gibi maceraları belgelediğini merak ediyorsanız www.angelabaconkidwell.com sitesini ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ederim.
168
T
E M
E L
B
İ
L
G
İ
L
E
R
Editör: Okan METİN ~ okan@6gendergi.com Editör: Büşra UĞUR ~ busra@6gendergi.com
169
Dergimizin yeni sayısında sizlerle tekrar buluşmuş olmanın keyfiyle bu ay da merhaba. Dergimizin her yeni sayısında tatlı bir telaşla hazırlıyoruz temel bilgiler bölümünü. Bölümü hazırlarken fotoğrafçılıkta çekim teknikleri ve temel hususlarla ilgili konuları okurlarımızı yormadan, sıkmadan paylaşmak istiyoruz. Belki bazı püf noktalarıyla içinize sinen kareler çekmenizde payımız olur. Umarız sizinde keyif alacağız yararlı bir bölüm hazırlamışızdır. Geçen sayımızda alan derinliği konusunu paylaşmıştık. Bu sayıda Manzara çekiminin püf noktalarından ve fotoğrafta dokunun ne olduğundan bahsedeceğiz. Aslında bu konular fotoğrafla ilgilenenlerin çok iyi bilmesi gereken konulardır. Nitekim birçok fotoğrafçıda bu konuları çok iyi bilir. Biz bilenlere hatırlatmak, yeni başlayanlara yol göstermek adına paylaşıyoruz. MANZARA FOTOĞRAFI Manzaranın sözlük anlamı “Belli bir yöne bakıldığında gözün görebildiği her yer, her şey”dir. Bu geniş anlamlı kavramı fotoğraflamak tecrübeyle gelişir. Gördüklerimizi istediğimiz şekilde, uyumlu bir kompozisyonla, yansıtmak istediğimiz duyguyu vererek çekmek isteriz. Öncelikle manzara fotoğrafı çekmek sabır ve pratiklik gerektirmektedir. Çekmek istediğimiz manzaranın estetik değeri yüksek ve belli bir duygusal içeriğinin olması için bazen saatlerce beklememiz gerekebilir. Manzara fotoğraflarında doğru zaman, doğru yer, doğru ekipman üçlemesi geçerlidir. Manzara çekerken dikkat edilesi gereken bu temel unsurlardan bir kaç cümleyle bahsedelim. 1-Işık ve Işık Zamanı: Manzara fotoğraflarında ışığın durumu elde edeceğimiz etki açısından önemlidir. Güneşin hemen doğuşundan sonra sarı tonları, akşam gün batımı saatinde yapılan çekimlerde ise kırmızı tonları ağırlıkta olacaktır. 2-Mevsimler: Doğru mevsimlerde doğru yere giderek gerekli renkleri alabilmekteyiz. Örneğin ilkbaharda doğanın yeniden yeşerdiği Karadeniz, kışın kar yağışının bol olduğu Ankara, sonbaharda 7 Göller gibi. Yaz ayları hariç ilkbahar, sonbahar ve kış ayları bizim için ideal mevsimlerdir. 3-Çekim Yapacağımız Yükseklik: Manzara fotoğraflarında normal şartlardaki gibi değil de biraz daha yüksekten çekim yapmamız bize avantaj kazandıracaktır. Bunun için doğru noktalarda bulunmalıyız. Geniş ve büyük manzaralarda çekim yaparken netliği sonsuza ayarlamak yakındaki konulara netlik yapılması riskini azaltır. Ayrıca bazı makinelerdeki landscape modu da netlikte bize yardımcı olur. Teknik ekipman olarak geniş açılı objektifler kullanmamız ve alan derinliğine göre diyafram ayarını yapmamız gerekmektedir. Odak uzaklığı ne kadar kısa olursa o kadar iyi sonuçlar alırız. Bunun yanında tripodun çok büyük bir önemi vardır. Sarsıntıyı önlememiz, iyi fotoğraf çekebilmemiz için tripod kullanmamız gerekir. Çoğu fotoğrafta olduğu gibi oranlara (Altın oran gibi) dikkat edilmesi yani güçlü ilgi merkezlerinin olması gerekir. Diğer bir önemli ekipmanlar ise yaprak güneşlik, uv ve polarize filtrelerdir. Çektiğimiz manzara üzerinde oluşabilecek parlak bölgeleri ortadan kaldırıp, renk doygunluğunu sağlamak için kullanmamız büyük avantajlar sağlamaktadır. Bir hareket unsuru varsa ve onu hareket netsizliği içinde çekmek istiyorsak uzun pozlama yapmamız gerekmektedir. Bunun için de yine tripoda ihtiyacımız vardır. Örneğin; akan bir nehri tül etkisiyle çekmek.
Fotoğraf: Osman ŞAHİN
170
171
Fotoğraf: Okan METİN
172
173
Fotoğraf: Okan METİN
174
Manzara fotoğrafı çekerken bazı durumlar için dikkat edilmesi gerekenleri ve bazı püf noktalarını başlıklar halinde aşağıda açıklarsak Güneş tepedeyken manzara fotoğrafı Çekmek Çekim için güneşin tepede olduğu öğle vaktini yani güneş ışınlarının dik geldiği bir zamanı değil de
175
daha çok güneş ışınlarının eğik geldiği sabah ve akşam saatlerini tercih etmeliyiz. Bunun 2 ana nedeni vardır. Birincisi; sabah ve akşam saatlerinde yatık gelen ışıkla gölgelerin uzamaya başlaması fotoğrafta bir hacim etkisi oluşturmaktadır.
İkincisi de; bu saatlerde ışık yeryüzüne daha yumuşak indiği için daha kaliteli fotoğraflara ulaşabilmekteyiz. Gece Manzara Fotoğrafı Çekmek Öncelikli olarak tripod olması şarttır; çünkü enstantane değerleri uzayacaktır ve tripod olmadan
çekmeye çalıştığımız da bulanık bir fotoğraf ortaya çıkmaktadır. Gece çekimlerinde ışık durumu önem kazanmaktadır. Mümkün olduğunca gökyüzü tam karanlık olmadan, güneş battıktan en fazla yarım saat içersinde henüz mavi renk varken çekim yaparsak daha kaliteli gece fotoğraflarına ulaşmış oluruz.
Fotoğraf: Osman ŞAHİN
176
Karlı Havada Manzara Fotoğrafı Çekmek Karlı ortamda çekim yapmak zordur. Beyaz tonlarının hakim olması fotoğrafta ışık patlamalarına çok sık karşılaşmamıza neden olmaktadır. Bunu gidermek için de pozometremizi çok iyi ayarlamak ve histogramımıza dikkat etmemiz gerekmektedir. Manzara gibi geniş bir kavramı kısaca ele aldık. Tabi bütün fotoğraflar için en temel unsurun sizin bakış açınız ve deneyimleriniz olduğunu unutmayın. Bol bol çekim yaparak daha iyi manzaralar görüntüleyebilirsiniz.
Fotoğraf: Hande BÜYÜKKEMAHLI
177
DOKU Fotoğrafta doku bir görüntünün yapısal özelliklerinin ortaya konulmasıdır. Fotoğrafını çekeceğimiz yüzeyi anlatmak istediklerimize göre düzenlemek yüzey dokusunu oluştur. Konunun yüzeyindeki çizgi, nokta ve tonlar yüzeyin doğal yapısını yansıtmakta ve belli bir derinlik duygusu kazandırmaktadır. Işığın konu üzerine uygun bir eğimle ulaşması da dokusal değer kazandırarak vurgulayıcı bir görsel öğe oluşturur. Dokunun yoğunluğu, kaba, ince oluşu fotoğrafı ilginç ve canlı kılarak fotoğrafa bambaşka bir soyut zenginlikte kazandırır. Her doku fotoğrafı konunun sahip olduğu fiziksel özellikten kaynaklanmayabilir. Bazen çeşitli etkiler sonucu bir anlık oluşan değişimler doku etkisi verebilir. Buna en güzel örnek, rüzgarın etkisiyle suyun yüzeyindeki hareketlenmelerdir. Doku etkisini bazen de pek çok benzer parçanın bir araya gelmesiyle oluşturulmuş kadrajlarda hissederiz. Örneğin uzaktan görülen bir güvercin sürüsü ya da sonbaharda yerde birikmiş sararmış yapraklar iyi bir doku fotoğrafı oluşturabilir. Yani doku madde hakkında bilgi veren öğe olmasının dışında estetik bir görsel efekttir. Bu fotoğrafta yaprak yığınları birleşerek farklı estetik vurgu oluşturmuştur.
178
Fotoğraf: Hande BÜYÜKKEMAHLI Yukarıdaki fotoğrafta dalgaların kumsala vurmasıyla su kaparcıklarının görünümü ile irili ufaklı taşların toplu görünümü estetik bir görsellikle doku oluşturmuştur.
179
Yukarıdaki ağaç gövdeleri fotoğraflarında maddenin fiziksel özelliğiyle oluşturulmuş yapısal dokular vardır. Girinti ve çıkıntıların belirginliği derinlik hissi uyandırırken farklı bir görsellik de verir. Tercih edilen ışık, yüzeydeki dokusal yapıyı ortaya çıkarmada rol oynar. Işığın yüzeye yatık gelmesi daha belirleyici doku hissi verir. Girinti ve çıkıntıları olan bir yüzey, dik gelen ışık altında detay vermeyen, boş bir alan olarak görülür. Sabah ve akşam, yandan gelen ışık dokusal çalışmalar için uygundur. Bu ışıkta, çıkıntılar ışık alıp aydınlanırken çukur yerler gölgede kalır. Yüzeyin fiziksel yapısı algılanır ve belirginlik kazanmıştır. Cisimler dokularına göre alan derinliği oluşturabilirler. Sert dokulu cisimleri yakındaymış gibi hissederken, yumuşak dokulu cisimleri ise uzaktaymış gibi hissederiz. Uygun objektifler konuya yakınlaşmamızı sağlarlar. Doku çalışmak için makro lensler tercih edilir bunun dışında başka bir seçenekte close-up denilen yakınlaştırıcı filtrelerdir. Doğadan seçilen ve ışık yardımıyla oluşturulan fotoğrafik dokuların dışında karanlık odada da fotograma ve farklı tekniklere dayalı doku çalışmaları da yapılabilir. Böylece fotoğrafta doku konusunda da söyleyeceklerimiz söylemiş olduk. Artık yaratıcılığınızı da kullanarak farklı nesnelerden konulardan güzel dokular oluşturmak sizin elinizde. Temel bilgiler bölümünde yararlı ve pratik bilgiler paylaşmaya özen gösteriyoruz. ama bu sayfalarda sadece işin teorisini anlatabiliyoruz. Pratik yapmak sizin elinizde… Unutmadan temel bilgiler bölümünde bir daha ki sayımızı planlarken bir farklılık yapmaya karar verdik. Okurlarımızın da aktif katılımlarıyla daha çok paylaşım ve bilgi oluşturabiliriz. Şimdiye kadar bu bölüm içinde yer alan konularla ilgili çektiğiniz fotoğrafları bize yollarsanız biz de o fotoğrafları bu bölümde yayınlar ve yorumlayabiliriz. En kısa zamanda fotoğraflarınızı bekliyoruz. Herkese bol fotoğraflı günler diliyorum. Soru,görüş ve önerileriniz için : busra@6gendergi.com
180
Yazar: Deniz ÖLÇEREL ~ deniz@6gendergi.com
KAHVE ÇEKİRDEĞİ’NDEN BİLDİRİYOR
Benim yine bahanelerim var sepetimde o yüzden kimse üstüme gelmesin sakın, köşemi o bahanelerle dolduruveririm bak pek sevgili arkadaşım Editör : )) Lomo’ yla devam etmek isterdim aslında ama olmadı, içimden gelmedi, uçtu gitti. Ne zamanki tekrar alevlenir Lomo sevdam, o zaman bir sürü fotoğrafla geri dönerim bu sayfalara. O zamana kadar belki başka arkadaşlarım da Lomo’ ya el atar değil mi ey 6Gen : )
6
G
E
N
’
E
İki aylık bir aradan sonra tekrar merhaba!
D
N
PORTRELER Bu sefer sizi işin en başına 6Gen’den de önceki zamana götrüyorum. Korkmayın fotoğraf makinesiyle ilk tanıştığım yılları anlatmayacağım. Ama analog Nikon’ uma sahip olduğumda içimde kıpırdanan “insan çek insan” sevdasından bahsedeceğim. Ben en çok içinde yaşam olan fotoğrafları seviyorum ve bunu genelde portreler çekerek anlatıyorum. Çoğu zaman kurgu olarak başlayıp çektikçe doğallaşan kareler yakalamaya çalışıyorum. Parçabütün ilişkisinin kurulduğu bölgesel portreleri daha çok seviyorum. Fotoğraf çekmeye başladığımdan beri; içimden geçenleri başka bir insanın yüzüyle, bedeniyle aktarabilmek beni çok mutlu ediyor : ) Bunun adı ayna etkisi olsa gerek : )) Ayna olsun, su birikintisi olsun her türlü yansıma fotoğraflarına bayılırım bu arada : ) Atalarımız fotoğrafla uğraşsalardı “Bana model ol herkese kim olduğunu göstereyim” gibi bir sözde ortaya çıkabilirdi bence : ) Bir portre fotoğrafına 5 saniyeden fazla bakın, size kendi hakkında neler neler anlatacak, belki de sadece size anlatacak… Çünkü biz her zaman bir çözümleme isteği içindeyiz, bir kalıba oturttuk mu düşünceleri, duyguları, insanları rahat ederiz. Bilinmeyen bizi korkutur, bu yüzdendir gizemin aşıkları kukla etmesi, bilinene varana kadar peşinden gidip, korkuları yenmek isteriz. Örneğin toplu taşıma araçlarında sıkılıp sıkça hikayeler yazarız tanımadığımız yüzlere, hayatlarına dair ipuçları ararız kıyafetlerinde, yüzlerindeki çizgilerde. Bir fotoğraf sergisinde de durum farklı değildir, eğer bilmiyorsak fotoğrafçının çekme nedenlerini, bilmiyorsak portrelerin ardındaki saklı hayatları, hemen başlarız gözlerinden ellerinden şekillenmiş biyografiye. Ve bunu yapmak bizi mutlu eder, huzur verir, öyle devam ederiz yolumuza. Şimdi ben size şimdiye kadar çektiğim kurgu-doğal bazı portrelerimi göstereceğim, ama hikayelerini anlatmadan. Siz bakın, siz çözün kim bunlar, nerden gelip nereye gidiyorlar.
181
Ya da size ne canım insanların hayatlarından rahat bırakın onları sadece izleyin, işte içimden gelenler bu kadar : )
Modellerim: Begüm Doyuran Deniz Yılmaz Duygu Delibaş Elif Melda Yılmaz Hatipoğlu Emine Özgönül Gizem Özkaya Merve Erçegil Nevcihan Dindar Okan Metin Şebnem Yüksel Tülin Ölçerel Hepsine buradan çok çok teşekkürlerimi iletiyorum : ) Bir de bakmışsın bitmiş, Olsun devamı var : )
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198