6 GEN
FOTOĞRAFA DAİR
AĞUSTOS - EYLÜL 2011 SAYI: 8 www.6gendergi.com
RÖPORTAJ
Niko GUIDO İlker GÜRER
PORTFOLYO
Zafer BUNA Abdullah Agah ÖNCÜL Segar DISGOS
TEMEL BİLGİLER
Pinhole - A. Agah ÖNCÜL
1
2
3
4
5
Hazırlayan: Bertan TUFAN ~ bertantufan@6gendergi.com
Çılgın Japon: Pentax Q Sıra dışı ürünler ve tasarımlarından tanıdığımız Pentax yine çok şaşırtan bir ürün ile karşımızda: Pentax Q.
H
A
B
E
R
L
E
R
Değişebilir objektifli kompakt gövdeye sahip olan bu üründe magnezyum kasa ve 1/2.3 inçlik sensör bulunmakta. Sensörün beklenenden küçük olduğunu eklemek gerekiyor; zira bu ölçülerde bir sensör, basçek kompakt makinelerde bulunan sensörler kadar küçük sensör. Pentax Q, kırmızı göz kusurlarını engellemek için de yeni bir flaş tasarımına gitmiş; flaş algılayıcıdan uzaklaştırılmış.
6
Aynı zamanda en küçük aynasız makine özelliğine de sahip. Gövde ile beraber gelen kit lensi (Standard prime lens) dahili olarak ND(neutral density) filtreye de sahip.
Lensleri ise 79.95$ ile 299.95$ arasında etiket fiyatına sahip:
Nikon’un da Q mounta sahip ürün üzerinde çalıştığı bir iddia. Ayrıca Pentax’ın da bu gövde ile daha büyük sensörlü yeni bir sürüm çıkaracağı da fısıldanan söylentiler arasında.Bu arada Pentax K bayonetin King’den, Q bayonetin ise Queen’den geldiğini de belirtelim. Kit lensi ile 800$’lık etiket fiyatının, Pentax Q için hayli yüksek bir fiyat olduğunu söylersek yanlış olmaz sanıyoruz. Buna rağmen hangi aynasız kamerayı almayı düşünüyorsunuz sorusuna katılımcıların %20’si Pentax Q şeklinde cevaplamış. 1. Olympus E-P3 (%24,5) 2. Pentax Q (%20.7) 3. Olympus E-PL3 (%9,4) Anket sonuçları için (Japonca): http://dc.watch.impress.co.jp/docs/enquete/20110712_459895.html#answer Teknik özellikleri: 1/2.3 inç cmos algılayıcı ile 12.7 milyon efektif piksel 1080p30fps video Raw+Jpg Mpeg-4 avc/h.264 25 noktalı otomatik netlik sistemi Iso125-6400 30-1/2000sn 3 inç 460000 piksel lcd ekran Usb 2.0 Hdmi d Sd/sdhc/sdxc 98 x 57 x 31 mm 180gr 7
Pentax Q Lensleri pentax yeni makinesi q ile birlikte q objektif yuvası uyumlu 5 objektif birden duyurdu. standart, fish eye ve toy camera olarak adlandırılan bu 5 objektifin fiyatları 79.95-299.95$ arasında değişiyor.
Pentax 01 Standart 35mm formatında 47mm’ye eşdeğer odak aralığı 5 bıçaklı diyafram 49.5° görüş açısı 0.05x büyütme oranı f1.9-f8 5 grupta 8 optik eleman 40.5mm filtre çapı
Pentax 02 Standart 35mm formatında 27.5-83mm’ye eşdeğer odak aralığı 5 bıçaklı diyafram 76.0-29.0° görüş açısı 0.06x büyütme oranı f2.8-f4.5, f8 7 grupta 8 optik eleman 40.5mm filtre çapı
Pentax 03 Fish-Eye 35mm formatında 17.5mm’ye eşdeğer odak aralığı 5 bıçaklı diyafram 160° görüş açısı 0.06x büyütme oranı f5.6 5 grupta 6 optik eleman 40.5mm filtre çapı
8
Pentax 04 Toy 35mm formatında 35mm’ye eşdeğer odak aralığı 5 bıçaklı diyafram 64° görüş açısı 0.15x büyütme oranı f7.1 3 grupta 4 optik eleman 40.5mm filtre çapı
Pentax 05 Toy 35mm formatında 100mm’ye eşdeğer odak aralığı 5 bıçaklı diyafram 24.5° görüş açısı 0.08x büyütme oranı f8 3 grupta 3 optik eleman 40.5mm filtre çapı
Ricoh Pentax’ı Satın Aldı 2006 yılında Hoya ile birleşme sürecini başlatıp 2007’de Hoya’nın bir kuruluşu olan Pentax, 1 Temmuz 2011 itibari ile Ricoh tarafından satın alındı. Ricoh, fotokopi makineleri gibi ofis ürünlerinden tanıdığımız bir marka olmasına karşın optik alanında da büyük çalışmaları var. Hoya ise bir medikal firması, Pentax’ı da görüntüleme sistemleri için satın almıştı. Pentax’ın optik bölümü aynen devam etmesi planlanıyor, dolayısıyla Pentax lens avantajını bu el değiştirme ile kaybetmiş değil; hatta Ricoh’un satın almasından sonra daha ilgi çekici hamleler beklemek yerinde olur. Zira Ricoh’un mali gücü Hoya firmasına göre çok yüksek. Marka kullanımı konusuna gelince, Hoya tıbbi cihazlarda Pentax adı ile devam edecek, Ricoh da kameralarda Pentax adını kullanmaya başlayacak. http://www.ricoh.com/release/2011/0701_1.html http://www.ricoh.com/release/2011/pdf/0701.pdf 9
iPhone’ler artık DSLR olacak iPhone çılgınlığı fotoğrafçılığa da el atmış görünüyor. Adaptör yardımı ile Canon ve Nikon SLR makinelere ait lensleri iPhone’de kullanmak artık mümkün. Ürünün profesyonel fotoğrafçılara hitap ettiğini söylemek zor ancak ilginç bir ürün olduğu da gerçek. iPhone üzerine adaptör takmak yerine DSLR makine almak daha gerçekçi çözüm olur :) Adaptör takıldığında 1-2 f stop kaybettiğinizi de belirtmeden geçmeyelim. Adaptör iPhone 4 için 249$ etiket fiyatı ile satılmakta.
10
http://photojojo.com/store/awesomeness/iphone-slr-mount/
Leica’dan 2012’de en az APS sensörlü kompakt makine tasarımı Leica’nın CEO’su Alfred Schopf ’dan edinilen bilgilere göre Leica’nın ilk hedefi elektronik vizörlü (EVF) ve değişebilir lensli ürüne sahip yeni bir pazar payı / market yaratmak olarak görünüyor. Bu hedefe yönelik olarak da 2012 Photokina fuarında sergilenmek üzere yeni bir tasarım üzerinde çalışıyorlar. Alfred Schopf bu durum için “Sadece bir fikir değil bu, bir fikirden çok daha fazlası.” şeklinde açıklama yapıyor. Photokina 2012’de göreceğimiz modelin en azından APS-C sensörlü olacağını söylüyor. Bu yeni kamera ile Alman şirketi Leica dördüncü sistemi olan R-sistemi tanıtmış olacak. Daha önce tanıttığı sistemler ise şu şekilde: M-sistem, S, sistem ve x1 kompakt&sabitlens kamera. 2 sene önce kullanıcılara sunulan tam çerçeve (full frame) sensöre sahip Leica M9 ise 1500 adetten fazla satıldığını düşünürsek yeni sistem ile de Leica’nın başarı sağlaması büyük bir olasılık.
http://www.bjp-online.com/british-journal-of-photography/news/2080688/leica-launch-compact-2012
11
En hızlı AF: Olympus Pen E-P3 En hızlı AF özelliği ile E-P2’nin yerini aldı: E-P3 Olympus bu konuda gerçekten iddialı, DSLR kadar hızlı ve kararlı AF olduğunu, E-P3’ün dünyanın en hızlı AF’sine sahip olduğunu söylemekten geri kalmıyor. Altında yatan neden ise çift çekirdekli TruePic VI görüntü işlemci motoru.
Teknik Özellikleri Metal ve plastikten oluşan gövde 4/3 inç boyutlu hi-speed live mos algılayıcı ile 12,3 milyon piksel kayıt Toz temizliği için supersonic wave filter Supersonic wave drive ile gövde içi sarsıntı önleme Çift çekirdekli Truepic VI imaj işlemcisi 1920x1080p60i, 17mbps video kayıt AVCHD Raw, Jpeg, Mpo(3d) 2x sayısal zum Micro four thirds objektif yuvası 35 bölgeli çoklu otomatik netlik sistemi 9 seçilebilir netlik noktası 324 bölgeli çok bölgeli ışık ölçüm 60-1/4000sn Iso 100-12800 1/160sn-1/180sn flaş senkron hızı 3fps 3 inç, 614,000 piksel oled ekran Sd/sdhc/sdxc kart desteği Usb 2.0 Mini hdmi 122x69.1x34.2mm 321gr Kit lens ile birlikte fiyatının 800-900$ bandında olması bekleniyor. http://www.olympus.com.tr/consumer/olympus-pen-ep3-camera-SLR-digital.htm 12
SERGİLER
Hazırlayan: Cansu AKDUT ~cansuakdut@6gendergi.com
Lale Tara - Masum Suretler Yer: İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi Tarihler: 01.06.2011~04.09.2011 Telefon: 0212 334 73 00 Adres: Meclis-i Mebusan Cad. No: 4 Karaköy İstanbul İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’nde simge olarak kullandığı sessiz suretlerle zamansız ve mekansız öyküler yaratan Lale Tara’nın yeni sergisi “Masum Suretler” açılıyor. 1 Haziran 2011- 4 Eylül 2011 tarihleri arasında sürecek olan serginin küratörü Engin Özendes. Lale Tara, “Masum Suretler” başlıklı son fotoğraf sergisinde izleyiciyi, “Hayal mekan ve hayal zamanda kurgulanmış, alternatif gerçeklik, umut ve düş kırıklığı üzerine bir öyküyü izlemek üzere farklı bir dünyaya davet ettiğini” belirtiyor.
Bu sergisiyle, Canlı/Live, Hello Earth Goodbye ve Doppelgaenger (RUI) sergilerinin izleğini sürdüren Lale Tara, suretlere dair öykülerine yenisini ekliyor. Özellikle Rönesans resminde çok belirgin olarak işlenen anne ve çocuk temasına bambaşka bir gözle bakmaya çağırıyor bizi. Sanatçı, fotoğrafladığı suretlerine yine masalsı, doğaüstü nitelikler kazandırıyor. Bu olağanüstü yolculukta kadının, anne ve cinsel imge olarak görselleştiği yanlar arasında bağlantılar kuruluyor. Anne ve oğlu, gerçekle düşün iç içe geçtiği görüntülerde, izleyicide yeni hikayelerin yaratılmasına olanak sağlayan bir öykü sunuyor. Fotoğraftaki iki yolcu aniden başka bir boyutta, farklı mekanlarda belirirken, zaman ve mekana ait doğrularımızı çapraşıklaştırıp, kadın ve kutsal tanımlarını suretler üzerinden yeniden düşündürerek, ardında yanıtlanacak başka sorular bırakıyor. Lale Tara, görüntülediği suretlerin, farklı mekan ve zamanlarda, gerçekçi hal ve ifadeleriyle, alternatif bir gerçekliği direttiklerini vurguluyor.
Zamanı Belli Olmayan Bir Yolculuk Küratör Engin Özendes, Lale Tara’nın Canlı/Live, Hello Earth Goodbye ve Doppelgaenger (RUI) sergilerinden sonra, “Masum Suretler” adlı son fotoğraf serisinde izleyiciyi, mekanı ve zamanı ortadan kaldıran bir anlatımla baş başa bıraktığını ve suretlerle yeni öyküler yarattığını belirtiyor. Lale Tara’nın terk edilmiş, eski mekanlarda bulduğu büyüleyici atmosferi, kullandığı olağanüstü ışıkla yansıttığına değinen Engin Özendes, “Öykü devam ederken mekan, bir eski fabrikada, terk edilmiş bir tren istasyonunda, eski bir kütüphanede, yıkık bir kilisede kendi bilinmezliğini sürdürüyor” diyor. 13
Özendes, sergi alanındaki video gösteriminde ise, oyuncak atlıkarıncanın kısırdöngü içinde, hızlı ama zamansızlık belirtisi olan devinimiyle bir ağacın gölgesinde huzur arayan genç kadın ve bebeğinin devinimsizliğinin, izleyeni yine zaman kavramında bilinmezliğe düşürdüğünü ifade ediyor. Lale Tara’nın fotoğraflarında, mizansenden kurguya, öyküden Ümit Ünal’ın tasarladığı Rönesans dönemi kostüm ve aksesuar seçimine ve mekana kadar her şeyin çerçevelere titizlikle yerleştiğini vurguluyor.
Arazi Üzerine: Kolombiya’da Çağdaş Sanat Sergisi Yer: santralistanbul Galeri 1 Tarihler: 12.07.2011~11.08.2011 Telefon: 0212 311 78 22 Adres: Eski Silahtarağa Elektrik Santralı Kazım Karabekir Cad. No: 2 Eyüp 34060 İstanbul Kolombiya’nın uluslararası sanat dünyasında yıldızı parlayan 19 genç çağdaş sanatçısının eserlerini biraraya getiren “Arazi Üzerine: Kolombiya’da Çağdaş Sanat Sergisi”, 12 Temmuz – 11 Ağustos 2011 tarihleri arasında santralistanbul Galeri 1’de sanatseverlerin ziyaretine açılacak.
Küratörlüğünü Kolombiya ve Latin Amerika’nın tanınmış sanat eleştirmeni Jaime Ceron’un üstlendiği, fotoğraf, resim, heykel, enstalasyon ve video çalışmalarından oluşan 37 eserin yer aldığı sergide, “Kolombiyalı Olmak” olgusu ve Kolombiya toprağı ile ilgili kavramsal ve politik yönden farklı bakış açıları ortaya konuyor. Sergiyi gezenlerin, `ötekinden` korkmaktan vazgeçip, onu bir zenginlik olarak görmeye başlayacaklarını belirten Küratör Jaime Ceron, sergide bulunan tüm eserlerle sosyal ve sembolik sınırların genişliğini aktarmayı amaçladıklarını ifade ediyor. Kolombiya’nın güncel sanat yapıtlarını Türk sanatseverler ile buluşturacak olan sergi, izleyenlere toprak kavramını bir kez daha sorgulatacak. Kolombiyalı sanatçılar, eserleriyle sanatseverlere yaşadığımız toprakların kişisel deneyim, duygu ve algılarımızı nasıl belirlediğini gösterecek. “Arazi üzerine Kolombiya’da Çağdaş Sanat Sergisi” yeni nesil Kolombiyalı ve Türk sanatçılar arasında bir köprü oluşturmanın yanı sıra iki ülke arasında kültürel ilişkilerin güçlenmesi için de zemin hazırlamayı amaçlıyor. 14
Güneş Kadınları Tarih : 07 Haziran-07 Eylül 2011 Mezopotamya’dan Mezoamerika’ya Toprak Yüzlü Yörük, Çingene, Bedevi, Hindu, Berberi, Embera, Maya, İnka Kadınlar ve ortak şaman (s)imgeler: 7 Kuş 7 Dağ 7 Nehir 7 Coğrafya 7 Düş 7 Kadın 7 Bebek Fotoğraf & Õyküler: Buket Şahin Bebekler: Sibel Radiye Gül Fotoğraf Sanatçısı Buket Şahin 7 coğrafyada karelediği ‘Güneş Kadınları’ portrelerini “Mezopotamya’dan Mezoamerika’ya Toprak Yüzlü Kadınlar” isimli sergisinde objelerle sergiliyor. Ortak mitolojik öykülerin de anlatıldığı sergide, folklorik bez bebek sanatçısı Sibel Radiye Gül tarafından fotoğraflara birebir yapılan bez bebekler de sergileniyor. Buket Şahin, 16 yıl yaşadığı New York’da finansman sektöründe çalıştı. Fotoğraf ve yollara sevdalı araştırmacı bir gezgin olarak 5 kıtada 48 ülke gezdi,yazdı ,kareledi. ‘Sömürü Düzeni’ üzerine yazı dizileri yayınladı, efsane yazar Eduardo Galeano ile Uruguay’da röportaj yaptı. Amerikan Seyahat ve Belgesel kanalları için Türkiye’yi tanıtan belgesel çalışmalarında çalıştı. Sevdiği fotoğrafçılardan Martine Franck’in “iyi fotoğraf meselesine artık pek o kadar aldırmıyorum,tarih için kanıt topluyorum ben”felsefesine yakın hissediyor kendini… Sibel Radiye Gül, bir dantele benzetiyor hayatı..Kıyafetinden aksesuar ve dekorlarına kadar her şeyini hazırladığı 1500’den fazla kostümlü bebek tasarlayan Gül’ün el yapımı bebek yapmaya başladığı günlerden itibaren bir hayali vardı: Müze kurmak. Kapadokya’nın küçük tarihi kasabası Sinanos’ta Kapadokya Sanat Tarih Müzesi’ni 170 yıllık bir konakta açtı. 2006 yılında Türkiye’de ki ilk el bebek yapımı müzesi olarak Kültür Bakanlığı Õzel Müze Statüsünü aldı. Zaman içinde müzenin de, bebeklerinde dostları gelip buldular onu: onlardan biri de Sevgili Buket..şimdi de sizlerle buluşma vakti. ARKEOPERA SANAT GALERİSİ: Yeni Çarşı Cad.No:16/A Galatasaray/İstanbul info@arkeopera.com Tel:0212-2443162
15
Hanedan ve Kamera AYGAZ ,‘HANEDAN VE KAMERA, OSMANLI SARAYI’NDAN PORTRELER’ FOTOĞRAF SERGİSİNE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR HANEDAN VE KAMERA SERGİSİ AYGAZ’DA Aygaz, Osmanlı Hanedanı’nın fotoğraflarını tarih ve sanat meraklılarıyla buluşturuyor. İstanbul’daki Aygaz Genel Müdürlük binasına açılacak “Hanedan ve Kamera” başlıklı sergi, 7 Temmuz-2 Eylül 2011 tarihleri arasında, sanat, tarih ve fotoğraf tutkunları tarafından ziyaret edilebilecek. Küratörlüğünü Bahattin Öztuncay’ın yaptığı ve Ömer M. Koç’un kişisel koleksiyonundan seçilen fotoğraflardan oluşan sergide; Osmanlı sultanları ve hanedan üyelerinin saray fotoğrafçıları tarafından çekilmiş porte fotoğrafları yer alıyor.
Kuruluşunun 50. yılını çeşitli etkinliklerle kutlayan Aygaz, 7 Temmuz – 2 Eylül 2011 tarihleri arasında “Hanedan ve Kamera-Osmanlı Sarayından Portreler” sergisine evsahipliği yapıyor. Bahattin Öztuncay tarafından hazırlanan ve Ömer M. Koç’un kişisel koleksiyonundan seçilen ‘Hanedan ve Kamera’ ismini taşıyan sergi 2 Eylül 2011 tarihine kadar Aygaz Genel Müdürlük binasında sanatseverlerle buluşacak. Hanedan ve Kamera Sergisi, Osmanlı hanedan üyeleri arasında porte fotoğraflarına duyulan özel ilgiyi ve bu ilgi nedeniyle portre fotoğrafçılığının teknik ve sanatsal açıdan erişmiş olduğu yüksek seviyeye dikkat çekiyor. 19. yüzyılda gerek Osmanlı Sultanları ve hanedan üyeleri gerekse devlet ileri gelenlerinin portre fotoğraflarının çekimine büyük önem verdiklerini ortaya koyan sergide; Halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu Şehzade Ömer Faruk, Sultan Abdülaziz’in kızı Nazime Sultan, Sultan V. Murad’ın kızı Fehime Sultan, Sultan Abdülaziz’in oğlu Şehzade Yusuf İzzeddin, Sultan II. Abdülhamid’in oğlu Şehzade Mehmed Selim, Sultan Abdülaziz’in çocukları şehzade Mehmed Seyfeddin (1874–1877) ve Esma Sultan’ın fotoğrafları yer alıyor. Aygaz’ın katkılarıyla ve Sadberk Hanım Müzesi işbirliği ile hazırlanan Hanedan ve Kamera sergisi ve sergiye eşlik eden kitap hanedan üyelerinin portre fotoğraf sanatına duyduğu ilgiyi ve Osmanlı Saray Fotoğrafçılığı’nın erişmiş olduğu seviyeyi gözler önüne seriyor. Tarih : 07 Temmuz-02 Eylül 2011 16
YARIŞMALAR Sizi Ö Z G Ü R L Ü K konulu GfK Türkiye 2011 Fotoğraf Yarışması‘na davet ediyoruz!! Tüm çalışanlara açık olan yarışmamızın koşulları, ödülleri ve jürisiyle ilgili bilgileri www.gfkturkiye.com adresinde bulabilirsiniz. İlgileneceğini düşündüğünüz tüm çalışma arkadaşlarınızla paylaşmanızı rica ediyoruz. Arzu ederseniz yarışmamızın posterlerini Gunnur Taşkan’dan talep edebilirsiniz; gunnur.taskan@gfk. com Fotoğraflarınızı fotografyarismasi@gfkturkiye.com adresine bekliyoruz!! Sonuçları Eylül sonunda yapacağımız partide duyuracağız!! Birincilik Ödülü: SONY SLTA55L Profesyonel Fotoğraf Makinesi İkincilik Ödülü: SONY ERICSSON XPERIA X10 Smartphone Üçüncülük Ödülü: PLAYSTATION 3 160 GB KONSOL Dereceye girenlere ayrıca 1 yıllık Photo World dergi aboneliği hediye edilecek.. Başvururken dikkat edilmesi gereken noktalar; • Yarışmaya bir kişi en fazla 2 fotoğraf ile katılabilir. Son başvuru tarihi 16 Eylül 2011‘dir. • Fotoğrafların teması ÖZGÜRLÜK olmalı ve gönderilen her fotoğrafın bir adı olmalıdır. • Fotoğraflar jpeg formatında minimum 1MB maximum 5 MB boyutunda olmalıdır. • Fotoğrafların e-mail ile gönderilmesi ve gönderenin isim-firma-pozisyon bilgileri ile başvurması rica olunur.
”İnsan Hakkı Olarak Mimarlık” Fotoğraf Yarışması Son Katılım Tarihi: 16 Eylül 2011 Ayrıntılar: http://www.mimarist.org/application/uploads/assets/files/2012_Ajanda_Sartname.jpg ve http://www.mimarist.org/application/uploads/assets/files/2012_Katilim_Formu.pdf
17
R Ö P O R T A J
Editör: İrem KARACİN ~ iremkaracin@6gendergi.com
NIKO GUIDO
1966 yılında İstanbul’ da doğan Niko GUIDO, Turizm sektöründe başladığı meslek hayatında daha sonra yöneticilik yapmış, mağaza zinciri kurup işletmiştir. Son olarak işletmelerini devredip hobisi olan nü fotoğrafçılığa 2005 yılında başlamıştır. “Işığın insan vücuduyla dansı muhteşem bir görüntüdür. Bu görüntüyü estetiğin doruğunda dondurup geleceğe hediye etmeye çalışıyorum.” diyen Niko Bey’ le keyifi bir röportaj gerçekleştirdik. Niko GUIDO’nun internet sitesi: http://www.nikoguido.com/ 18
Asıl mesleğiniz mühendislik olmasına rağmen hiçbir zaman mühendislik yapmayarak kendinizi turizme ve ticarete yönlendirdikten sonra fotoğrafçılığa başladığınızda hayatınızdan 40 yılı geride bırakmıştınız. Merak ettiğimiz fotoğrafa olan ilginizi nasıl farkettiniz? Fotoğrafçılığa başladığınız o günleri anlatır mısınız? Lise yıllarından beri amatör olarak fotoğrafa ilgim vardı. Ama seyahatler dışında pek fotoğraf çekme imkanım olmadı. 2005 yılında nü fotoğraf çekmeye başladım. Ve fotoğraf sanatına olan asıl tutkum o an başladı. Ticaretle uğraşıyordum ve çok yoğun bir iş hayatım vardı. Böyle bir yaşam sürdüğünüzde, ara sıra soluk alıp yaşamınızı sorgulamak istiyorsunuz. Bu sorgulamaların birinde, kendim için bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Daha önceki sorgulamalarımda farklı hobilere yönelmiştim ama hiç biri kalıcı olmamıştı. Fotoğraf içimi öyle kapladı ki, sonunda işlerimi devrettim ve fotoğrafçılığı meslek edindim. İzleyici olduğum dönemlerde de sanatsal nü fotoğraflar ilgimi çekiyordu. Bu sebeple nü ile başladım. Işığın insan vücuduyla dansı muhteşem bir görüntüdür . Bu görüntüyü estetiğin doruğunda dondurup geleceğe hediye etmeye çalışıyorum. Önemli olan bu yolda alınan keyif, yaşanan mutluluktur. Başka kategorilerde de fotoğraflar çektim. Ama en büyük ilgiyi hep nü fotoğraflar çekti. Sizce sanatçıların, daha duyarlı olmak ve insanlara gerçek doğruları göstererek hayatı daha iyi kılmak gibi bir görevleri var mı? Siz, duyarlı bir sanatçı, hatta belki de bir eylemci olarak, dünyanın geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bence sanatçıların herhangi bir mecburiyetleri yoktur. Özgür iradeleri sonucunda arzu ederlerse bu tür mesajlar verebilirler veya vermeyebilirler. Bu tamamiyle onların arzu ve isteklerine bağlıdır. Dünyanın geleceği hakkında umutlarımı hiç bir zaman yitirmedim. Doğayı yok eden bu düzen bir gün mutlaka sona erecek.
mı taşıyor? Ekipman hiç önemli değildir diyemem ama hiç bir zaman benim için bir öncelik olmamıştır. Belgesel fotoğrafta 200 mm’in sonuçlarını seviyorum. Nü fotoğrafta ise 50mm vazgeçilmezlerim arasındadır. Canon kullanmamın tek sebebi, bu fiyat aralığında Nikon’un yüksek çözünürlüklü makinasının bulunmamasıydı. Bazı durumlarda yüksek çözünürlülük avantajlar sağlayabiliyor. Fotoğraf bir sanat dalı. Sizce sanatta kurallar olmak zorunda mıdır? Fotoğraf adına kurallardan uzaklaşıp hazza varmak mı önemlidir? Her sanat dalında olduğu gibi fotoğrafta da kurallar vardır. Bunlar teknik ve ahlaki kurallar olarak sınıflandırılabilinir. Fakat bu kurallara mutlaka uyulmalı mıdır? Bir sanatçının kurallara mutlaka uymasını beklemek doğru olmaz. İdeal bir sanatçı özgürlüğünü koruyabilendir. Çünkü yaratmanın anahtarı özgürlüktür. Sorunuza teknik kurallar açısından bakarsak, teknik benim için ikinci plandadır. Tekniği mükemmel ama duygudan yoksun bir fotoğrafın benim için pek değeri yoktur. Fotoğraf, fotoğrafa bakanın duygularını harekete geçirmelidir. Bence bir fotoğrafın teknik kurallar açısından kusursuz olması, sanatsal sayılması için yeterli değildir. Ama tersi olabilir. Yani kusursuz olmayan bir görüntü diğer özelliklerinden dolayı sanatsal nitelikler taşıyabilir. Tabi ki, teknik kuralları görmemezlikten de gelemeyiz. Çünkü hiç teknik olmadan sanatsal fotoğraf çekmek çok zordur. Benim söylemek istediğim, teknik, fotoğrafın önüne geçmemeli, iyi fotoğrafa ulaşmada araç olarak kullanılmalıdır. Tekniği vasat iyi bir fotoğrafı, tekniği iyi vasat bir fotoğrafa tercih ederim.
Benim seçtiğim kategoride ise daha çok etik kurallar gündemdedir. Benim bu konuda keskin kurallarım ve limitlerim yok. Fotoğraflarım nü kategorisinin kurallarına uymalı diye bir kaygım da yok. Nikon D2xs ve Canon 5D M2 kullanıcısısınız, iki Bence bir erotik ve hatta bir pornografik fotoğraf da, farklı markanın tam çerçeve (full frame) gövdesini eğer iyi çekilirse güzel bir fotoğraf olabilir. Bir eser kullanıyorsunuz. Buna neden ihtiyacınız oldu? Nikon cinselliği akıllara getiriyorsa, bunu da sakıncalı görile 50mm’den 17-55’e ve 85 + 105mm’ye de geçişler yap- müyorum. Cinsellik de hayatımızın bir parçası. Aşk mıştınız. Ekipman benim için önemli ve çeşitli olmalı duygusu, nasıl birçok sanat eserinin ortaya çıkmasına mıdır demek yoksa kendimi o an hangisiyle rahat his- sebep oluyorsa, cinsellik de buna yol açabilir. Bunun sediyorsam onunla çekmeyi tercih ediyorum anlamını örneklerini sanat tarihinde görebiliriz. 19
Ben çalışmalarımı gerçekleştirirken bu türlü kaygılar taşımıyorum. Ama fotoğraflarımı paylaşırken maalesef bu kaygılar etkili olabiliyor. Fotoğraflarımı çekerken, bakan ne düşünür kaygısını yaşamadım. O an ne hissettiysem, içimden nasıl geldiyse öyle çektim. Eğer bir fotoğrafı çekerken heyecan duyuyorsam, keyif alıyorsam, mutlu oluyorsam benim için oldu demektir. Nü çalışmalarınızın bir çoğunda sosyal mesaj verme amacı güdülmekte. Fotoğrafın her zaman mesaj verme amacı bulunmalı mıdır? Haiti çekimleriniz de bu sosyal mesaj verme amacının bir parçası mıydı? Fotoğraf zamanı kaydeden bir belgedir. Sosyal mesaj verme gibi bir misyonu olmak zorunda değildir. Sosyal mesaj vermek isteyen fotoğrafçı fotoğrafı araç olarak kullanır. Ben de haiti’de bunu yapmaya çalıştım. Sibel Üresin’in açıklamasını duyduğunuz zaman bir erkek olarak ne hissettiniz? Bir erkek olarak değil, bir insan olarak sinirlendim. Bir kadının yaşamını paylaştığı bir erkeği başka biri ya da birileri ile paylaşabilmesi, üstelik her iki tarafın da buna razı olma fikrini anlayamıyorum. Sibel Üresin’in bu konuda samimi olduğunu düşünmüyorum. Beni asıl şaşırtan medyanın ilgisiydi. Biri çıkıp bir şeyler söylüyor ve bütün medya peşinden olayı bu noktalara getiriyor. Haberi ilk duyduğumda gerçek olmadığını, şaka olduğunu ve hiç kimsenin bu durumu umursamayacağını hatta haber değeri bile taşımayacağını düşünmüştüm. Başta şaka zannettiğimiz birçok şey bize kabul ettirildi. Artık dur demenin zamanı geldi. 21. yüzyılda böyle bir yaşam tarzının Türkiye’de tartışmaya açılmasını şaşkınlıkla karşılıyorum. Seçme ve seçilme hakkını 1934 yılında Fransız ve İtalyan kadınından 11 sene önce elde eden Türk kadını, böyle gerici bir konunun gündeme getirilmesini haketmemektedir. Hemen bir fotoğraf karesi olarak mı hayal ettiniz? Bir kadına dört erkek karesi nasıl ortaya çıktı? Dünya görüşüme ters olan ve beni rahatsız eden konular gündeme gelince kayıtsız kalamıyorum. Bu duruma mutlaka tepki göstemem gerekiyordu ve bunun tek yolu konu ile ilgili protest bir fotoğraf çalışması yapmak oldu... Kafamda senaryoyu oluşturdum 20
ve hemen harekete geçtik. Fotoğrafların bazıları ise çekim sırasında ortaya çıktı. Kadınların Türkiye’de istenilen değeri bulmadığını fark ediyor musunuz? Bunu sanatınızla da vurguluyor musunuz? Dünyanın herhangi bir ülkesinden bir insana, günlük gazetelerimizden birini tercüme etseniz, toplumumuzda kadınlara verilen değerin ne olduğunu hemen anlar. Çalışmayan kadın kocasına muhtaç ve ailede söz sahibi bile değil. Bazen mutlu olmasa bile yaşadığı hayatı kabul etmek zorunda. Hayat boyu çocuklarının hatırına işkence çeken kadınlar var. Çalışan kadının önünde de ciddi bir taciz sorunu var. Özellikle iş hayatına yeni girmeye çalışan genç kızların çoğu, iş istiyorsan beni mutlu etmelisin imalarıyla karşılaşmaktadır. Kadınlar tecavüze uğruyor, dayak yiyor, kadınlar öldürülüyor. Yani kısacası bu ülkede kadın olmak hiç de kolay değil. Bir belediyede aile danışmanı olarak çalışan bir kadının “Dayak bana göre boşanma sebebi değil. Türkiye’deki kadınların yüzde 80’i dilinden dayak yiyor.” dediği bir ülkede başka ne beklenir ki? Bugüne kadar daha çok doğa ile ilgili sıkıntılara dikkat çekmek için fotoğraf projeleri gerçekleştirdim. Bundan sonra insana dair projelere de yer vermeyi düşünüyorum. Sanatçıların kadın hakları konusunda çok mu sessiz kaldığınız düşünüyorsunuz? Yapılan güzel çalışmalar var. Ama bu konuya daha fazla önem vermemiz gerektiğini düşünüyorum.Daha fazla ses getirmeliyiz. Toplumu harekete geçirip hükümetin bu konunun üzerine daha fazla eğilmesini sağlamalıyız. Kanunlar değişmediği, politikacılar insanı, insan olarak değerlendirmediği sürece bu sorunların azalacağına inanmıyorum. Fotoğrafladığınız kadın dört erkeğe hükmederken nasıl hissettiğini belirtti mi? Ya da erkekler bu durumdan rahatsız oldu mu? Öncelikle hepimizin çekimden çok keyif aldığını söylemeliyim. Hepimiz projeyi sahiplendik. Çekim sırasında herkes yeni fikirler üretti. Ortak bir çalışma yaptık. Hepsine ne kadar teşekkür etsem azdır.
21
Gelin rolünü üstlenen Yağmur bu çekimden eksta bir keyif aldı. Çekim aralarında bile yüzünden gülücükler ve kahkahalar eksik olmadı. Sanırım her kadının içinde erkek egemen yaşama karşı bir isyan var aslında. Yağmur bu isyanın yüzü oldu. Erkek modellerim hiç tereddüt etmediler. Bana güvendiler. Türkiye gibi bir ülkede erkek olarak o pozları vermek kolay değil. Sonradan öğrendim ki erkek modellerimin hepsi çok olumlu tepkilerle karşılaşmışlar. Genellikle kurgusal fotoğraflarla mı toplumda sizi rahatsız eden değerlere vurgu yaparsınız? Fotoğrafçı ya bir şey anlatır ya da var olanı Bu tarz fotoğraflarımda kurgusal fotoğrafları tercih ediyorum. Ama olayı direk olarak anlattığım projeler de var. Deprem sonrası Haiti veya Elazığ gibi. Şu anda
22
gerçekleştirdiğim Irak savaşı sonrasında yaralanan sivillerle ilgili projem gibi. Ekonomik krize dair ve Tuz Gölünde çektiğiniz fotoğrafta çok konuşulmuştu. Gazetelerde ya da televizyonda gördüğünüz haberlere dair tepkisiz kalamıyor musunuz? Kalamıyorum, isyan etmek istiyorum. O an içimde oluşan tepkiyi dizginleyemiyorum. Fotoğraf olmasa bu tepki mutlaka başka bir şekilde ortaya çıkardı. Bu sıralar başka kafanızı karıştıran olaylar var mı? Her zaman var. Nükleer santral projesi, HES’ler, basılamayan kitaplar, pankart açtı diye aylardır cezaevinde yatan gençler, üniversite sınavında
aldatıldıklarını düşünen gençler. Hayatımda en nefret ettiğim şey aptal yerine koyulmak. Politikacılar bizi aptal yerine koyuyorlar.
Nü fotoğraf çekerken karşınızdakine “Neden nü model olmak istiyorsun” sorusunu soruyormuşsunuz. Genellikle nasıl cevaplar aldınız?
Sorunları anlatırken çıplaklığı sadece bir detay olarak kullandığınızı belirtiyorsunuz. Bu durum ister istemez çarpıcı bir hal yaratmıyor mu?
Bu soruya çok değişik cevaplar geliyor. Ama çoğunluk güzelliklerini belgelemek istedikleri için poz vermek istiyorlar. Güzellik kalıcı değil ama fotoğraflar kalıcı.
Amaç o zaten. Çarpıcı olması. Çarpıcı olmasa dikkat çekmez, kimse ilgilenmez. Bir işe yaramaz. 1 gelin 4 damat insanların düşünmesine yol açsın istedim. Bu doğru değilse diğeri de doğru değildir dedirtmek istedim. Kadınların ellerine silah vermek istedim.
Çektiğiniz kadınlar genellikle Türk mü, yoksa Türkler nü model olma konusunda çok mu çekingen? Çoğunlukla Türk ve amatör modellerle çalışıyorum. Türkler nü modellik konusunda tahmin edemeyeceğiniz kadar cesurlar. Bugünlerde portre çalışmalarına ağırlık verdiğinizi görüyoruz. Daha önce ağırlıklı olarak nü fotoğrafçığını ve belgesel fotoğrafçılığını tercih etmiştiniz. Portre fotoğrafçılığına yönelmenizin belirli bir sebebi var mı? Her zaman beni heyecanlandıran işler yapmaya çalıştım. Fotoğrafta da yaşadığım değişimlerin tek sebebi budur. Sanatınızı tam olarak nasıl tarif ediyorsunuz? Yaptıklarımı bir kalıp içine sokmak istemiyorum. Ben içimden geldiği gibi fotoğraf çekiyorum. Bu bazen nü, bazen belgesel bazen de kurgusal bir fotoğraf oluyor. Fotoğraflarımın birinci misyonu beni mutlu etmeleri. Eğer ben bir fotoğrafı çekerken keyif aldıysam, kendimi anlatabildiysem, çok kötü bir fotoğraf olsa da bunun önemi yok, benim için hep değerli kalacaktır.
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
R Ö P O R T A J
Editör: İrem KARACİN ~ iremkaracin@6gendergi.com
İLKER GÜRER
1976 yılında Divriği’ de doğan İlker GÜRER, fotoğraf çalışmalarına 2004 yılında başlamıştır. O zamandan beri çeşitli yayınlar için serbest fotoğrafçı olarak çalışmıştır. Bedensel engellileri ve cüzzam hastalarını anlatan kişisel projeler gerçekleştirmiştir. Fotoğraf ’ı hayatının merkezi ve bir terapi aracı gibi gören İlker Bey’ le keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. İlker GÜRER’in internet sitesi: http://www.ilkergurer.com/
44
Yabanci dil öğrenmek için gittiğiniz Amerika’da, daha sonra işletme okumaya başlamissiniz.Yapmak istediğinizin fotoğraf çekmek oldugunu anlayınca okulu yarım bırakmissiniz. Bu süreci anlatir misiniz ? Aslında bu önemli bir süreçti benim için, hayatta ne yapmak istediğime bir türlü karar verememiş olmanın üzerimde getirdiği baskı ile gelişen bir süreç... Hayatımda daha önce hiç fotoğrafa ilgi göstermemiştim ya da fotoğraf makinam dahi olmamıştı. Ama bir gün bir dergi de gördüğüm siyah beyaz bir fotoğraf beni çok etkiledi. Bir fotoğrafçı hayatı boyunca eşinin fotoğraflarını çekmiş, o fotoğrafın kendisinden büyülendim. Ama esas olarak beni büyüleyen; sosyal yaşama olan ilgim ve fotoğrafın sosyal içerikli olaylara daha kolay ve daha derinden sürükleyebileceğine olan inancımdan dolayı fotoğrafa ilgi duydum. Yani belgesel fotoğrafa ve bu yöne yönelme sürecim aslında bilinçliydi. İlk fotoğraf makinamı almam ise heyecan vericiydi. İkinci el dükkanında gördüğüm analog makina ve bir kaç lensi almam biraz zaman aldı bu nedenle o dükkanın önünden geçip dükkan sahibine makinayı kimseye satmaması yolunda ricalar yapmıştım. Fotoğrafladığım herşey tutkumun bir parçası, insanlara dair olan herşey beni etkiliyor, bu bir iş değil... Sokaklar ve insanlar, dolayısıyla yaşam genel olarak çalıştığınız kareler. Yaşamı aktarmalıyım dediğinize göre bir sokak fotoğrafçısı diyebilir miyiz sizin için? Sanırım sokak yaşamı bana herşeyden daha gerçekçi geliyor ve kendimi sokakta çok daha özgür hissediyorum. Uzun süre sokak fotoğrafları çekmeyince zorlanıyorum. Sokak bambaşka gerçekten... Açıkçası stilim genel olarak bir sokak fotoğrafçısı bakışı ile harmanlandı ama sokak fotoğrafçısı tabirini de doğru mu kullanıyorum tam emin değilim... Söyleyebileceğim hayatın içinde olan şeyleri seviyorum... Fotoğrafta belli bir kural olmalı mı, bu konuda ne düşünüyorsunuz? Hayat bir kurallar dizini... Haliyle kurallar var ve bunu inkar etmek komik olur. Ben daha çok pratik yaparak öğreniyorum. Kuralları da zaman içerisinde öğreniyor insan. Öğrendiklerimizi ise aslında yıkabilmeliyiz. Zaten yaratıcılığınızı da geliştiren budur diye düşünüyorum.
Fotoğraf hayatınızı nasıl tamamlıyor? Vakit geçirmek için keyifle yaptığınız bir şey mi yoksa çekmeden yapamayacağınız bir şey mi? Fotoğraf hayatımın merkezi gibi aslında, bir terapi aracı oldu benim için... Keyif aldığımı düşünüyorum kesinlikle. Fotoğraf makinamı fotoğraf çekmesem dahi her zaman yanıma alırım. Bazen hayatın zevklerini kaçırdığımı da düşünmüyor değilim aslında. Özellikle sokak ağırlıklı çalısmalar da şu kare de etkileyici bu da hoş derken tüm zamanımı fotoğraf çekmeye ayırıyorum fark etmeden. Bazen hayattan uzak mı kalıyorum ya da sanki bir yarıştaymışım gibi mi yaşıyorum diye bazı düşüncelerimde olmuyor değil. Çekimlerinizde insanların karşılaştıkları zorlukları ve insanların tepkilerini göstermeyi amaçlıyorsunuz. Sizi bunu yapmaya iten şey nedir? En önemli şey insanların zorluklar karşısında verdikleri mücadele, yüzlerine yansıyan yaşama çabası... Bunları görünce insan olarak etkileniyorum. Benim gördüklerimi de başka gözlere ve duygulara aktarabiliyorsam ne mutlu bana. Güzel olan hayatta kalma başarısı, oradaki insanların en zor şartlarda bile verdikleri çaba önemli kılıyor herşeyi. Bakırköy’deki Cüzzam hastanesine gidip gerekli izinleri aldıktan sonra cüzzamlı hastaları ve hayatlarını fotoğraflamaya başlamışsınız. Nasıl bir deneyimdi? Unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız? Ulusal bir medyada Dünya Cüzzam Günü kutlanıyor diye ufak bir küpür gördüm ve okumaya başladım. İlk şaşkınlığımı Türkiye’de de hala cüzzam hastalığının olduğunu öğrendiğimde yaşadım. Bu beni bu konuda daha çok okumaya sevk etti. O ara Che Guevara’ nın “Motosiklet Günlüğü” kitabını ikinci kez okuyordum, yıl 2005. Kendisinin cüzzam hastaları ile geçirdikleri beni çok etkiledi. Cüzzam ile alakalı okudukça bu projeyi yapmam gerektiğine karar verdim ve gerekli izinleri aldım. Projemin adı “faith and healing” oldu. Bakırköy’ deki doktor ve hemşirelerin yardımlarıyla ve hastaların insancıl yaklaşımlarıyla bu proje yapılabilmiş oldu. Orada geçirdiğim süre içerisinde ilk haftam neden bu projeyi yapmak istediğimi anlatmakla geçti. Sonuçta oraya gelen bir fotoğrafçı vardı. 45
Onların kaybolmuş yüzlerini, ellerini çekecekti ve bu rahatsız ediciydi. Onlarla tanıştıktan sonra beni etkileyen; onların yaşama sevinçleri, birbirleriyle olan ilişkileri ve her şeye rağmen birbirleriyle şakalaşmaları oldu. Orada bir kişi üzerine yoğunlaşıp bir şeyler çekmeye çalıştım. Ancak bu zor oldu benim için. Çünkü hastane de hasta sirkülasyonu hızlı bir şekilde değişiyordu. Sonrasında elimden geldiğince herkesin portresini çektim. Çalışmalarımı hafta içi yapıyordum çünkü haftasonları hastane kapalıydı. Çekimlerimi tamamladıktan sonra çektiğim tüm fotoğrafları tab ettirdim. Haftasonuydu ve o fotoğrafları dağıtmak için hastaneye gitmiştim. Tatilimi onlara ayırmış olmam onları etkiledi. Zaten odalardan odalara fotoğrafların gelmiş olduğu yayıldı. Haftasonu olduğu için kendi hallerinde ortak alanda tv seyredenler, odalarında temizlik yapanlar vardı. Herkes beni odasına davet etmek istedi. Hiç ziyaretcilerinin olmadığını farkettim. Ertesi gün onlara çeşitli fotoğraf kitapları getirdim. Yaşamlarına az olsa bir renk katar düşüncesi ile... Beni etkileyen bir diğer şey ise; yaşlı biz cüzzam hastasının bana elinden geldiğince yardımcı olup “Sen güzel bir şey yapıyorsun, kimsenin bizden ya da bu hastalıktan haberi yok belki bizler bir örnek olabiliriz” demesiydi.
kızgınlıklarını görünce şunu düşündüm; Acaba ben de engelli birisi olsaydım tüm bunları başarabilir miydim? Bana göre engelli olan, onlara göre çok da normal olan bu durumu aşabilecek cesaretim var mıydı? Sorular sordum kendime ve bir süre kafamda toparlamaya çalıştım. Nasıl bir çalışma yapabileceğimi planladım ve sonunda Bahçelievler Çocuk Esirgeme Kurumuna ait olan ve 1. Lig Bedensel Engelli Basketbolcuların da antrenman yaptıgı yere gittim ve takım oyuncuları ve takım koçu ile yapmak istediğim projeyi paylaştım. Onlarla haftanın 3 günü tam 5 ay kadar bir süre birlikte zaman geçirdim. İlk projem olması dolayısı ile teknik olarak da çalıştım. Konuyu en iyi şekilde yapmak için çekimlerimi ve anlatmak istediklerimi hep yazılı olarak kağıda döktüm. Bir kaç defa tekerlekli sandalyeye oturup onlar gibi basketbol oynamaya çalıştım. Gercekten çok zordu. Benim için anlamı büyük, önemli bir projeydi. Çünkü kendini eve kapatmış hatta hayata bir nevi küsmüş engelli insanların oraya gelip bu spora başlamaları ve bundan tat almaları herşeyden çok daha etkileyiciydi.
Toplumdan dışlanmış gibi görünen engelli ve cüzzamlı hastaları fotoğraflarken nasıl bir mesaj vermeyi amaçladınız?
Öncelikle ne yapmak istediklerine karar vermeliler, çok sıkı çalısmalı ve en önemli şeylerden biri ise yaptıkları her işi kendileri için yapmalılar yani başkası için çekerken bile kendilerine çekiyormuş gibi çalışmalılar. Bu fotoğraflarını geliştirecektir. Diğer önemli şeyler de, eleştriyi almayı bilmeliler. Ayrıca kimsenin yıldırmasına izin vermemeliler, zaten kararınını verdilerse yola çıkmışlar demektir. Ögrenmenin sonu yok. Her gün yeni birşeyler öğrenmeliler. Kendilerini teknolojiye uyarlayarakta geliştirmeliler. Ayrıca teknik olarak en üst noktada olmalılar, kullandıkları aracı iyi tanımakta çok önemli.
Mesajım onların deforme olmuş bedenlerini göstermek değildi. Göstermek istediğim şey; bu insanların hala var olduğu ve yaşama karşı duruşlarıydı. Bazı hastalara verilen ilaçların aslında hiç bir etkisi yoktu. Çünkü kronikleşmiş hastalıklarının etkisiyle vücutlarını onarılmaz bir şekilde yitiriyorlardı. Erken alınan önlemlerden dolayı bazı hastalarda durum daha iyiydi. Yaşama tutunmaları, olağan işlerini herkes gibi yapabilmelerini göstermek istedim. Daha önce böyle bir hastaneden haberim yoktu, onlarla bir araya gelerek ve yanlarına misafir olarak cahilligimi yendim. Hayata direnmelerini göstermek ve mesaj vermek istedim. Bedensel engellileri anlatan projenizden bahseder misiniz? Benim ilk belgesel içerikli projem... Bir gün bedensel engelli sporcuları seyrederken, yaptıklarından ne kadar keyif aldıklarını, sevinçlerini ya da 46
Görüldüğü üzere fotoğraf sizin için hayalin gerçekleşmesi anlamina geliyor. Hayallerini gerçekleştirmek isteyen amatörler nereden, nasıl başlayabilirler?
“Fotoğrafçı yalnızca fotoğraf çekmemeli, sosyal yönü de kuvvetli olmalı” görüşünü kabul ediyor musunuz? Başkaları adına birşey söylemem yanlış olur. Ne düşünürler ya da nasıl olmalı öyle bir kural koymuyorum kendi adıma ya da başkaları adına. Ben kendi adıma yaptığım projeler de projenin sosyal yönünü ele alarak yapıyorum yani sosyal içeriği güçlü olan projeler beni ilgilendiriyor.
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
İlk çektiğiniz fotoğrafta ve en son çektiğiniz fotoğrafta deklanşöre basarken neler hissettiniz. İkisi arasındaki farkı nasıl tanımlarsınız? Utangaç birisi olduğumu belirtmeliyim. İlk çektiğim fotoğraflar; hayvanlar ve binalardı. Son çektiklerim ise insanlar oldu ağırlıkla. Benim için oldukça büyük bir değişim. Çektiğim her yeni şey beni heyecanladırıyor, fark sadece utangaçlığımı az da olsa yenmiş oldum. Fotoğraf konusunda yakın dönemdeki hedefleriniz ve projeleriniz nelerdir? Yakın dönemde portre serileri üretmeye odaklandım açıkcası, şu ana kadar çektiğim işlerden farklı olarak. Portre çekmeyi ve kendimi bu konuda uzmanlaştırmayı hedefliyorum. Portre fotoğraf çekmek çok zor bunu yaparak daha iyi anlıyor insan. Takip ettiğiniz,izlemekten keyif aldığınız fotoğraf sanatçıları var mı ? Varsa kimler? Zaman içerisin de sürekli değişiyor aslında, gerçekten yetenekli insanlar var. Fotoğrafa bakış açım değiştiğinden şu ara portre fotoğrafçıları daha çok ilgimi çekiyor demeliyim. Bunlar dışında sanırım ilk aklıma gelenler; George Georgiou ve Alex Majoli olur. Son olarak fotoğraf severlere söylemek istedikleriniz nelerdir? Önünüze koyduğunuz hedefleriniz olsun ve onları gerçekleştirmeye gayret edin, zamana karşı yarışmanın bir anlamı yok. Zaman zaten akıyor. Kendinizi tembel hissedebilir ya da bazı dış etkenlerin ekonomik olarak sizi engellediğini düşünebilirsiniz. Her şeyin yeri ve zamanı olduğunu unutmayın. Sevdiğiniz işi veya tutkuyu en iyi şekilde ama “zevk” alarak yapın. Başarı ve keyif... Gerisi zaten gelecektir. Vazgecmeyin...
63
P O R T F O L Y O
Editör: Osman ŞAHİN ~ osmansahin@6gendergi.com
ZAFER BUNA
1983 yılında Çanakkale’ nin Ezine ilçesi, Geyikli beldesinde doğan Zafer Buna, gittiği her yere fotoğraf tutkusunu da beraberinde götürenlerden. Ülkemizde yeni yeni gelişmekte olan havacılıkla ilgili etkinlikleri büyük bir tutkuyla fotoğraflayan ve bu alanın gelişimine katkıda bulunan Buna, İzmir’ de Türk Hava Gösterisi sırasında fotoğrafladığı nefes kesen kareleri sizlere sunuyor. Zafer BUNA’nın internet sitesi: http://www.tayyarecigaleri.com/ 64
Türkiye Hava Gösterisi 2011 Belki de ömrümün en yorucu ve en heyecanlı dört günüydü… 8 uçağın 30 dakikalık gösterisini fotoğraflamak için saatlerce yol giden birisi için, 20 ülkeden 148 uçağın yer alacağı 4 günlük bir etkinliğe katılımın ne demek olduğunu tahmin etmek zor değil. Normalde tel örgünün yanına dahi yaklaştırılmayan bir noktada rahatça dolaşıp demir kuşları özgürce çekme imkânı tanınıyor. Hem havacılık aşığı hem de fotoğraf tutkunu olan birisi için bundan daha ötesi yok… 3 Haziran sabahı Çiğli 2. Ana Jet Üssü kapısında uzun bir kuyruk bizi bekliyor. Hava fotoğrafçıları programına katılan 1000 civarındaki fotoğrafçı güneşin ilk ışıklarıyla beraber giriş için hazır. Girişte gün içerindeki uçakların geliş ve prova saatlerini belirten listeler dağıtılıyor. İki kilometrelik pist kıyısında en uygun noktaya geçiyoruz. Art arda inişler ve gösteri provaları… Yoğun buharlaşma ve sıcak hava çekim için zorlasa da yine de mutluluğun önüne geçemiyor.
4-5 Haziran’da ilk günün acemiliğini geride bırakarak tekrar üssün yolunu tutuyoruz. İki günde toplamda 250.000 seyirci gösterileri yerinde izlemek için üsse geliyor. Ve gösteri sırası Türk Yıldızları ve Solotürk’te. Bağıranlar, çığlık atanlar, ağlayanlar görülmeye değer. Daha önce bu tarz bir durumla karşılaşmamış birisi olarak etkilenmemek mümkün değil. Hakim olan en büyük duygu gurur… Son gün dönüş hazırlıklarını ve ekiplerin ayrılışlarını fotoğraflamamız için üs kapıları tekrardan fotoğrafçılara açılıyor. Kısa zaman aralıklarıyla birer ikişer dönüş macerası başlıyor... Kalkışların tamamlanmasıyla birlikte fotoğrafçı programı da sona ermiş oluyor.
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
ABDULLAH AGAH ÖNCÜL
P
O
R
T
F
O
L Y O
Editör: Osman ŞAHİN ~ osmansahin@6gendergi.com
1984’de ÇORUM ‘da doğdu. 1998 yılının 2 Nisan’ında ortaokulda basit bir fotoğraf makinesi almasıyla bulaştı fotoğraf mikrobu. 2003 yılında üniversite eğitimi için gittiği Eskişehir’de, EFSAD’ la (Eskişehir Fotoğraf Sanatı Derneği) tanıştı, fotoğraf eğitimini alarak ilk çalışmalarına başladı (2003). Çalışmalarını fotoğraf derneklerinde ve üniversitelerde sundu, sergiledi. Fotoğrafla ilgili yorum ve düşüncelerinden bahsettiği ‘An’ı Naftalinlemek‘ adlı kitabını yazdı. Sinema eğitimini aldığı İFSAK (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği) üyesi oldu (2009).
Çektiği fotoğrafları, sadece beğendirmek için değil; farklı insanlarla tanışmak, insanları fotoğraf çalışmaları ile alışılmış sohbetlerin dışında değişik olgularla ve değerlerle tanıştırmak, bir araya getirmek için kareliyor. Her yaştan insanları bulundukları an’la ve ortamla kaydetmeye çalışıyor. Belge nitelikli, insanların ve nesnelerin dünyasına dair fotoğraflar çekiyor. 88
İnsanları Fotoğraflamak Bazen aklımızdakini anlatmak kolaydır, bazen çok zordur. Kolay olan fark ettiğimizdir, zor olan yabancı ya da çok tanıdık olandır. Yakın çevremizdeki insanları fotoğraflarken zorlanmayız. Zira onlar bildiğimizdir, tanıdıktır. Ama gözümüzde aşina olmaları, onları ne zaman, nasıl fotoğraflayacağımızı zor kılar. Yakın çevremizi çok gözlemleyemeyiz, detay arayamama gözlemde yüzeysellik oluşturur. Aile bireylerini fotoğraflamak tanıdıklık açısından kolaydır, ama ilginç bir an ya da farklı bir poz alma, sıradanlığı aşmayı sağlayabilir. Dış çevreden bir insanı karelemek, bedavaya fotoğrafçı olmak daha zordur ama konu ve detay kolaydır. Zaten yabancıyı kareleme ihtiyacımız, o modelin olağan dışı bir şekilde ilgimizi çekmesiyle başlar. Modeli inceleriz ve arayışa geçeriz. Modelin sadece fiziği değil o an ki ellerinin, ayaklarının, omuzlarının ve tüm vücudunun duruşu, gözlerinin bakışı hatta baktığı yön bile fotoğrafta o zor olanı anlatmaya yarayan ufacık bir kıvılcımdır. Bu süreç bazen çok kolay ve kısa olur; bazen tam tersi olur. Kimi insanlarla çok bir şey konuşmadan onu, bulunduğu mekânla kişiliğini özdeşleştirerek hatta tek bir kelime bile konuşmadan kareye sığdırırsınız. Önce fotoğrafı çeker, sonra geçer gidersiniz hiç ses çıkarmadan bir daha o insanla bir ömür karşılaşmadan. Bazen de öyle bir insan karşınıza çıkar ki tanışırsınız, konuşursunuz fotoğraf bile umurunuzda olmaz. İlginç bir muhabbet gider. Ardından fotoğraflamaya başlarsınız. Fotoğrafta o kişinin yaşantısını, kişiliğini ve mekânını en az pürüzle anlatabilmek fotoğrafı belgeci kılar. İnsanları şu şekilde fotoğraflamalısın demek sonsuz bir denklemde kısır döngü yaratmaktan başka hiçbir şey doldurmaz kimsenin bardağına. Fakat dikkat edilmesi gereken, hiçbir insanı çekilmesini istemediği bir anda çekmemek. İnsanlar, bulunduğu ruhi durumlara, kültürel ve dini değerlerine göre farklı anlarda farklı tepkiler verebilirler. Bu doğaldır. Ama bu durumlarda ne tepki vereceğini kestiremediğimiz insanları veya toplulukları fotoğraflarken biraz daha sabırlı ve saygılı davranmak muhakkak iki taraf için de en iyisi olacaktır. Sabır ile beklenen fotoğraf gerçekten daha yerli yerinde kareler oluştururken bir sonraki fotoğrafların da ilk adımı olacaktır. Ama yine de fotoğrafçının özgür ruhu bazen beklemek yerine kaçırmamayı tercih ettiği için bu kaçınılmaz oluyor. İnsanları fotoğraflamak, böylesine anlatılamaz, tahmin edilemez bir şey. Çünkü hangi insanın nasıl tepki vereceğini veya nerde karşılaşacağınızı bilemezsiniz. Konuşmayı denemek, izin almak en azından belki başınıza gelecekleri önleyebilir, ama kaçırılmayacak bir an fotoğrafı ise ve izin almaya vaktiniz yoksa şimdiden başarılar dilerim… Abdullah Agah ÖNCÜL’ün internet sitesi: http://aagahoncul.tr.gg/
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
T
F
O
L Y O
Editör: Osman ŞAHİN ~ osmansahin@6gendergi.com
P
O
R
SEGAR DISGOS
Ona göre.. Bir hikaye yada hadiseyi ve hatta kendisini sözcüklerle anlatamayan için en iyi yoldur fotoğraf... işletmeci bir iç mimar segardisgosdegasti.. Bir fotoğrafçının dıjital fon tasarımlarını yaparken fotoğrafla tanışan segardisgosdegasti 98 yılında fotoğrafla tanıştı… 104
Hem fotoğraf hem iç mimarlıkta yurt içi ve yurt dışında farklı çalışmalarda bulundu… Fotoğrafa olan tutkusu ilerledikçe kendine has bir tarz oluşturdu ve yurt içinde yurt dışında sergilemeler aldı… Fotoğrafa olan bakış açısı özellikle kompozisyonla başlıyor ve fotoğrafta herkesın kendi duygularını, kendinden birşeyler bulmasını istiyor.. Fotoğrafın içinde soft tonlara ağırlık verirken özellikle toprağın tüm mevsimsel tonlarının en sıcak halini istiyor. Fotoğrafta bir hoş sedaya eriştirmek,izleyenleri seyirlerinde aynı anda aynı yerde buluşturmak ve sukunetle fotoğrafın içinde gezinmelerini sağlamak vebir huzurda birleştirmek , fotoğrafı tasarlarken izlediği adımların amaçlarından ... Aynı zamanda ressam olan segardisgosdegasti eski İstanbul’u resmediyor Rapidoyla çizilmiş 24 tablosu bulunuyor sanatçının… Sanattan sanat adına yapılan her yarışın içinde bulunduğunu dile getiren segardisgos insanların ruhunu dinlendirdiğine inanıyor fotoğraflarıyla .. Ve tanıtılan kimliğinin açıklayıcı bilgisi ile ‘segardisgosdegasti: ‘’hayatı dilediğince yaşa ‘’ .. aklın iplerini bazen bir kenara salıp özgürce yaşamın tadını bulmanızı istiyor fotoğraflarında ..
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
R
Editör: Büşra UĞUR ~ busraugur@6gendergi.com
T
E
M
E
L
B
İ
L
G
İ
L
E
PINHOLE Zaman, bizleri yeni yeni şeylere şahit ederek akıp geçiyor. Nasıl da geçtiği anlaşılmayan bir yıl boyunca yeni yeni karşılaşmalarımız oldu bu sayfalardan, her yeni karşılaşma yeni “Merhaba”larla. Ve şimdi bir kez daha “merhaba” Fotoğrafın ışığında derdimizi anlatabilmek, paylaşabilmek, öğrenirken öğretebilmek için hiç bilmediğimiz bir yolda bulduk kendimizi. Hiç heyecanımızı kaybetmeden hatalarımızı sizinle onardık. Bazen sizden gelen eleştiri, bazen de bir teşekkür bizi kendimize getirdi. Üstlendiğimiz bu sorumluluğu yine heyecanla ve daha çok paylaşımla, uzun uzun yıllar devam ettirmek istiyoruz. Bu sayıda fotoğraf için bir başlangıç noktası olan, ilkel ve yıllara meydan okumuş bir tekniği aktarmak istiyoruz. Karanlık bir odaya açılan küçük bir deliğin oluşturduğu görüntünün kaydedilmesi ile başlayıp, avuç içine sığdırdığımız pratik makinelere kadar uzanır fotoğraf macerası. Bütün bu maceranın temelini açıklar “pinhole” tekniği. Pinhole tekniğini kullanmayı, örnek fotoğrafları eşliğinde Abdullah Agah Öncül de bize açıklayacak. Onun fotoğraf macerasını ve pinhole tekniğinin ayrıntılarını öğrenmek için güzel bir sohbet gerçekleştirdik. “1984’de ÇORUM ‘da doğdu. 1998 yılının 2 Nisan’ında ortaokulda basit bir fotoğraf makinesi almasıyla bulaştı fotoğraf mikrobu. 2003 yılında üniversite eğitimi için gittiği Eskişehir’de, EFSAD’ la (Eskişehir Fotoğraf Sanatı Derneği) tanıştı, fotoğraf eğitimini alarak ilk çalışmalarına başladı (2003).
122
Çalışmalarını fotoğraf derneklerinde ve
üniversitelerde sundu, sergiledi. Fotoğrafla ilgili yorum ve düşüncelerinden bahsettiği ‘An’ı Naftalinlemek‘ adlı kitabını yazdı. Sinema eğitimini aldığı İFSAK (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği) üyesi oldu (2009).pek çok sergi çalışmaları ve ödülleri bulunmaktadır. “ Öncelikle merak ettiğim Abdullah Agâh Öncül ile fotoğrafın bir araya gelmesi nasıl oldu? Fotoğraf hayatınızın neresinde yer alıyor? Hiç unutmam 1998 yılının 2 Nisan’ında ortaokulda basit bir fotoğraf makinesi almamla bulaştı fotoğraf mikrobu. Babaannemin eski bir evi vardı, evin fotoğraflarını çekmek için almıştım. Sonra o evden başlayarak yanındaki evleri, bulunduğu sokağı, sonra da komşu sokakları çekerken nasıl olduğunu bile anlayamadım, iş bu duruma kadar geldi. Üniversite eğitimi almak için gittiğim Eskişehir’de Eskişehir Fotoğraf Sanatı Derneği ile tanıştım ve fotoğrafçılığı daha gerçekçi ve bilinçli bir şekilde hayatıma yerleştirdim. Fotoğraf insanın görüntüyü zapt etme dürtüsünden başka bir şey değil bence. Ve bu dürtü, fotoğrafçının konuştuğu, gördüğü, yediği, hasta olduğu yani tüm yaşadığı anı kapsıyor. Bazen bıktırsa da hiçbir zaman ayrılmıyor ve de ayrılamıyorsunuz. Hayatımın her yaşantısında ayrı bir şekliyle tanışıyorum fotoğrafçılığı ve her an, her şekilde hayatımda yer alıyor. Genellikle fotoğrafa yeni başlarken çekimlerden istenen sonuçlar ile ortaya çıkan kareler çok farklılık gösterir ve ilk kareler bu farklılığı yok etmeye yöneliktir. Siz istediğiniz karelere ulaşana kadar böyle bir süreç yaşadınız mı? İlk olarak sizin karelerinizde neler olmasını istiyordunuz?
İlk kareler yol başlangıcıdır fotoğrafçının. Bu fotoğraflar, bu işte gelişmenin tek kanıtıdır. İlk gün çektiğiniz fotoğrafla hala aynı fotoğrafı çekiyorsanız, teknik ve de içerik olarak ya gelişmiyorsunuz ya da öğrenmiyorsunuz demektir. İlk fotoğraflarımda ışığı kontrol etmeyi öğrendim ve bu süreçte yaklaşık 2000 adet yok sayacağım fotoğraf çekmişimdir. Biraz niteliksel çekimler yapmaya başladığımda eski karelerimden bazılarını neden çektiğimi bile hatırlayamıyorum bazen. İlk fotoğraflarım evler sokaklardı, daha sonra doğa, çevre, şehir olarak değişti en son kendimi ifade etmeye başladıktan sonra insanları karelemeye başladım. Bu süreç sonrasında istediğim kareleri elde etmeye başladım. Bu güne gelene kadar “çok çektim” desem yeridir. Fotoğraf eğitimi açısından nasıl bir süreç izlediniz? Fotoğrafa ilgi duyanlara kendilerini geliştirmek için neler yapmalarını önerirsiniz? Akademik olarak fotoğraf eğitimi almak ya da almamak konusunda ne düşünüyorsunuz? Fotoğrafın öncelikle görsel bir eğitim istediğine, daha sonra teorik ve pratiğe dönüşmesi gerektiğine inanıyorum. Bireysel olarak fotoğrafın matematiği anlaşılır belki deneme yanılma yöntemiyle, ama ilk önce gelen çok fotoğraf görmek ve görsel estetik unsurlarını fark edebilmek daha önemlidir. Bu düşüncelerim başlangıcımın tersidir aslında çünkü ben makinemi aldım başladım çekmeye. Deneme yanılma yöntemiyle öğrenmeye çalıştım ama bir zaman sonra daha çok bilgiye ihtiyacım olduğunu çok fazla bir şekilde hissettim. Lise yıllarımda parama kıyarsam, fotoğrafla ilgili bir dergi vardı onu alırdım, adını söylemeyim reklam olur şimdi hala yayımı devam eden bir dergi ve o zaman tekti. O günlerde fotoğrafçılık bu kadar popüler de değildi. İnternet yaygın değildi ve bilgi edinmek için kütüphaneler daha etkiliydi. Bir gün daha çok bilgi edinmek için memleketimde Çorum Hasanpaşa Kütüphanesi ne gittim ve orda sadece tek bir kitap vardı. Fransız fotoğrafçı Edouard Boubat’ın 1996’da yayımlanan Fotoğraf Sanatı adlı kitabını bulup okumuştum ve bence o kitap halen çok değerli bir kitap. Yeni başlayanların mutlaka incelemesi gerektiğini düşünüyorum. Fotoğrafçılık bölümünü, akademide okumak isterdim. Böyle bir bölümün hobi olmaktan çıkıp piyasada ihtiyaç duyulan büyük bir sektör olması birçok üniversitede güzel sanatlar bölümünde fotoğrafçılık bölümünün açılmasına sebep oldu. Bu da fotoğrafçılığın akademide
artık ne kadar önemli olduğunu gösteriyor zaten. Akademik olanak olmasa da benim gibi fotoğraf sanatı ile ilgili derneklerde de fotoğrafa ilgi duyanlar kendilerini geliştirebilirler. Son zamanlarda fotoğraf dernekleri çatısı altında sergiler, yarışmalar, eğitimler, geziler gerçekleştiriliyor. Derneklerin, fotoğraf sanatının gelişimine katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Önceki konuşmalarımızda bahsettiğim gibi ben kendimdeki fotoğrafçıyı bir dernekte buldum aslında. Ve inanıyorum ki bu tür fotoğraf sanatı ile ilgili dernekler bu yolda gidenlere ışık tutuyor. Çünkü ben memleketim Çorum’da fotoğraf sevdasına ilk kapıldığım günlerde kitaplardan başka kimseyle bir etkileşimim olamamıştı. Çok sonradan dernek çatısı altında çoğu bilgiyi ve tecrübeyi fark etme imkânı buldum. Bu tür derneklerde oluşan usta-amatör, amatör-amatör, usta-usta etkileşiminden ortaya çıkan büyük bir enerji ve tecrübe alışverişi olduğuna inanıyorum. Ayrıca gönüllü olarak yapılan çalışmalar başka insanların da bu sihirli yerleri bulmalarına ve katılmalarına sebep oluyor. Dernek yönetimlerinin de ciddi bir şekilde çalışmasını gerektiren; sergiler, eğitimler, geziler gibi yapılan gönüllü çalışmalar, verimli projeler ve eserlerin de ortaya çıkmasına olanak sağlıyor. 2004 yılında ilk kişisel fotoğraf sunumu yapma şansımı bir dernekte buldum. Ve sonrasında kendime daha çok güven duyarak çalıştım. Bu bağlamda usta-amatör-izleyici üçgeninde dernekler verimli ve ilerleme kaydedilen bir yer olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu konuda bir araya gelen aynı duygulara sahip insanların toplandığı sadece sanatsal üretimin yapıldığı bu mekânlar sanal dünyamızda da topluluklar olarak yerlerini aldılar. İnsanların inandığı yolda hep güdülenmeye ihtiyacı vardır. Topluluklar insanları hep güdüler. Evine bir spor aleti alan ama onu hiç kullanmayan çok insan tanıdım. Bu insanlar daha sonra spor merkezlerine kayıt olduklarında ciddi bir şekilde spor yaptıklarını gördüm. Çünkü insanlar toplu halde aynı amaçta toplanırlarsa daha çok güdülenebiliyorlar. Bu sporda, dinde, akademide, askeriyede olduğu gibi fotoğraf sanatında da böyle.
123
Fotoğraf makinesine sahip olan ve çalışmalar yapmak isteyenlerin bence mutlaka bir fotoğraf sanatı derneğine katılması hatta şehrinde böyle bir yer yoksa sanal âlemde bir araya gelip sonra dernekçiliğe başlamalarını tavsiye ederim. Son birkaç yıldır İFSAK’ta (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği) üyeyim burada çeşitli ulusal projelerde de yer aldım hatta uzun zamandır ilgi duyduğum temel sinema eğitimi ne de katılma şansı buldum. Dernekler ve topluluklar gönüllü ustaların etkileriyle fotoğraf sanatının hem yayılmasına hem de daha eğitimli fotoğrafçıların yetişmelerine imkân sağlamaktadır. Günümüzde fotoğrafçılık alanında teknolojini gelişimiyle büyük ilerlemeler kaydediliyor. Çok daha hızlı, çok daha pratik görüntüler elde ediliyor. Bu gelişmelerin fotoğrafın duygusunu yok ettiği, özüne zarar verdiği ve çabuk tüketilen fotoğraf yığınlarına yol açtığı görüşleri de çok yaygınlaştı. Sizce bu çabuk tüketilen fotoğraf yığınları niceliksel artışla niteliksel yetersizliğe yol açıyor mu?
mazdım. Hatta binlerce dia film çekmiş bir fotoğrafçı olarak, istediğimi vizörde göremezsem bazen hiç fotoğraf çekmezdim. Şimdi daha kolay bastığımı hissediyorum ama çok fazla da bu konuda cömert de olamadım. Halen tek kare olsun ama mükemmel olsun yanlısıyım. 5 yıldır kullandığım DSLR makinemle reklam çekimlerim de dâhil yaklaşık 9.700 kare fotoğraf çektim. Bu da yaklaşık yılda 53 makara 36lık film demektir. Çok da aşırı değil bence. Fotoğrafçılığa yeni başlayanlar adına konuşursak, DSLR makineler sonucu o anda görebilmek açısından kullanışlı olduğuna inanırken, nitelikli fotoğrafların filmli makinelerde daha çok hayat bulduğuna inanıyorum. Peki, fotoğrafta photoshop uygulamalarına bakış açınız nedir?
En ilkel tekniklerden, bugün kendi CCD sensörünü saniyede onlarca kez titreşim göndererek temizleyebilen makinelerin, görüntüde sarsıntıyı azaltabilen objektiflerin bulunduğu teknolojiye ulaşıldı. Fotoğraf çekebilmek için zor şartlarda yaptıkları Fotoğrafçılıkta 1839 yılından bu güne hiç durma- el yapımı kutulardan, çekim sonrası pozları yıkamayan ve çok hızlı oluşan teknik gelişmeler yaşanmakta ya alıp filmleri banyo sürecinde işlemek ve bu işte ve bugün halen devam etmektedir. Bu gelişim sanayi en az kayıpla başarılı olmaya çalışmak; günümüzle devrimi sonrasında sadece fotoğrafçılıkta değil tüm karşılaştırılamayacak bir sanattır. Fotoğraf makimakine ve mekanik alanlarda da olmuştur. Son 30 nelerinin orta büyüklükte bir oda kadar olduğu bu yıldır ise elektronik bir yükselişin içerisindeyiz. Bu dönemler göz önüne alınırsa, şimdi tek bir çantaya devir fotoğrafçılığın da yön değiştirmesinde büfotoğraf makinesi ve bir baskı makinesi sığdırmak yük bir rol oynadı. Analog makineler, yerini dijital mümkün. Hatta bir de dizüstü bilgisayar eklersek bu makinelere devretti. Bu değişimin en büyük getirisi çantaya, her türlü fotoğraf işlemi yapılabilir. Ama bu çok hızlı ve doğru sonuç alınmasıdır. Filmli makine- taşıma kolaylığı photoshop u sanat olmaktan çıkarlerde fotoğraf çekmeye başladığımız ilk günlerimiztamaz, çünkü photoshop u da bu devrin bir sanatı de fotoğrafı çektikten sonra film numarası yanında olarak saymak gerekir. Fotoğrafçılar, eski tekniklerle çektiğimiz karenin enstantane hızı ve diyafram mutlaka bir dönem uğraşması gerektiği gibi tabii ki açıklığını not alırdık. Film banyo edilip fotoğrafa teknolojik araçları da, bilgisayar programlarını da baktığımızda bu veriler, çekmek istediğimiz kare ile iyi kullanıp, günceli takip etmelilerdir. “Photoshop sonucumuz arasındaki farkı karşılaştırma yapmamızı çıktı mertlik bozuldu.” diyenler, gerçekten bu alanda sağlıyordu. Daha çok tecrübe için daha çok fotoğraf kendilerini yavaşlatıp, üretimden alıkoymaktan başka çekmemiz gerekiyordu. Hatta bir daha geri getireme- hiçbir çıkış yoluna gidemezler. Çünkü geçtiğimiz yeceğimiz, belki an fotoğraflarında hata yaptığımızda yüzyılda “ fotoğraf mı, resim mi? “ , “ fotoğraf sanat film banyosundan sonra aldığımız sonuç büyük bir mı, değil mi? “ diye tartışanlar bu konularda hiçbir hayal kırıklığına sebep olabiliyordu. Ve masraflar noktaya erişememişlerledir. Üretim her alanda bir daha çok artıyordu. Dijital fotoğraf makinelerinde sanattır. Yöntem önemli değil, sonuç önemlidir. ise hız-sonuç-tasarruf diyebileceğimiz bir siber alan ortaya çıktı. Hatayı o anda görebiliyoruz, sonucu değiştirebiliyoruz ve tasarruf ediyoruz. Fakat bu gelişim insanı daha kolay ve fazla tüketime itebiliyor. Fotoğraf masraflarından dolayı ben 36 karelik filmim hiç bitmesin isterdim ve çok kolay deklanşöre bas 124
Önemli olan ortaya konulan işle insanları bir yere çekebilmek ve bir şeyleri aktarabilmektir. Yapılmış olan sanat eseri insan hayatında estetiksel veya eğitimsel açıdan bir gelişim sağlamalıdır. Sanatın sanat için yapılmasından çok sanatın insan için yapılması da ayrı bir önemli noktadır. Tabiî ki kimse de bu koşula sürüklenemez, zira bu durum ilerlemeye ket vurur. Sonuçta eğer bizim işimiz ilkel yöntemle daha iyi anlatılacaksa, klasik teknikler, dijital yöntemlerle daha iyi anlatılacaksa, son teknolojiler sonuna kadar kullanılmalıdır. Aksi halde çalışmalarda ortaya konacak işin tekniğinde önyargılı olunursa, bu durum; tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış hikâyesine döner. Anı fotoğraflarla kayıt altına alırken bir kitap yazarak fotoğrafı yazıyla kayıt altına almak fikri nasıl oluştu? Yazmayı planladığınız başka kitaplarınız var mı? İlk günden bugüne taşınan görüntüleme disiplinleri, hiçbir zaman bir alt basamağa geri dönmemiştir. Teknolojisiyle, ortaya attığı felsefe ve sanat akımlarıyla büsbütün insanlığı sarmıştır. İnsan “an” denileni zapt etmeye giderken, her zaman yeni dünyalar ile tanışmıştır. Objektif merceğine görüntüsü yansıyan insanlar, mekânlar, bir daha geri getirilemeyecek o an’lar, vizörden bakanlara hiç bilmediği duyguları tattırmıştır. Vizörden bakanlar kadar, basılı materyallere bakanlar da bir o kadar dünya tanımıştır. Bu farklı dünyaları tanımak ve tanıtmak, kendi dünyamızı da daha derinlemesine tanımak ve tanıtmak için büyülü bir yol olmuştur. Oluşturduğum kitapta anlatmaya çalıştıklarım, benim de görüntüyü zapt etme güdüsüyle ulaştığım noktanın şu anki varış noktasından, bir genel bakıştır. Zapt ettiğim görüntüleri ve onlarla kazandığım tecrübelerin bir araya gelmesidir. Geçtiğimiz yüzyılın ve tüm yüzyılların (bence) en büyük icadı olan fotoğraf makinesinin sadece benim dünyamdaki yerinin tarifidir. Ve bu tanıştığım dünya benim varlığımda, fotoğraf ve video derken onu öğrenme yolunda yazdığım küçücük notlarla kalemden kâğıda kadar uzandı bu kitapta. İlerleyen zamanda fotoğrafın tüm fiziksel ve kimyasal gelişimini konu alan fotoğrafın tarihi üzerine bir kitap yazmayı da planlıyorum hatta çalışmalarıma çoktan başladım bile.
tekniği ile çalışmalar yapıyor. Sizce pin hole neden bu kadar ilgi çekici? Sizinde iğne deliği yöntemi ile görüntülediğiniz kareler var, Bu tekniğe ilginiz nasıl ve neden oluştu? Ayrıca pinhole konusunda çalışmalarını takip ettiğiniz fotoğrafçılar var mı? Varsa kimler? Pinhole tekniği fotoğrafçılığın en ilkel günlerinden bize kalmış bir ışık oyunudur. Ve sanatın babası m.ö 470-391 yılları arasında yaşamış ünlü Çinli filozof Mo Ti nin ilk olarak ortaya attığı ve sonrasında islam alimi İbnü’l Heysem in 10.yüzyılda muhteşem tecrübeleriyle ışık olayını son aşamaya taşıdığı pinhole tekniği, belki de bugünün fotoğrafçılarının da içindeki keşfetme güdüsüyle tekrar tekrar kullanılan bir teknik oldu. Kutu içine hapsedilen ve görüntü oluşturulan bu mucize gibi görünen fizik olayı insanları fotoğraf makinesinde oluşturdukları görüntülerden daha çok etkilediği gerçeği, pinhole tekniğini bugün bu kadar popüler kıldı. Ben de bu ışık olayını çözme ve daha iyi anlama aşamasında kendime bir camera obscura yapmıştım. İlk zamanlar fotoğraf çekmek için değil sadece görüntünün nasıl oluştuğunu fark edebilmek için kullanmıştım. Fakat sonrasında biraz daha geliştirip düzeneği SLR makineme hatta DSLR makineme de kurarak çekimler yaptım. Işık-alternatif baskı-pinhole konusunda Türkiye’de de eğitimler düzenleyen Loris Medici bu konu üzerindeki çalışmalarıyla bence takip edilmesi gereken bir fotoğrafçıdır. Pinhole tekniğini oluşturmak için gerekli malzemeler ve koşullar nelerdir? Bu tekniğin kullanımı ve detaylarını bizimle paylaşabilir misiniz? İğne deliği, günümüzde hâlen uygulanmakta olan kutu içerisinde görüntü oluşturmanın fotoğraf alanındaki en eski ve ilkel yöntemidir. Karanlık bir küpün (Camera Obscura) herhangi bir yüzeyinde ölçülerek tam ortaya iğne ucu ile açılmış küçücük bir delikten; görüntü, delik açılmış yüzeyin tam karşısındaki kenarın iç yüzeyine ters olarak düşer.
Görüntü kalitesi açısından çok etkili olmamasına rağmen günümüzde çok sayıda kişi pin hole 125
Tabii ki bu oluşan görüntü karanlık kutunun içinde oluştuğu için, bu görüntüyü, görüntünün düştüğü kenarı yarı saydam yağlı kâğıtla yaptığımız takdirde görebiliriz. Bu küçük aracı bir teneke kola kutusuyla yapabiliriz. Yağlı kâğıdın olduğu kenarın tam karşısındaki iğne delikli kısım, ne kadar parlak nesne veya ortamlara tutulursa o kadar iyi görüntü oluşturulur. Yaptığım iğne deliği çalışmalarında karton kutuyu da, teneke kola kutusunu da denedim. Fotoğraf filmine aktardığım çalışmaları ise SLR bir fotoğraf makinesinin objektifini çıkartarak yerine, objektif yuvasının tam çapından 0,5 cm lik daha geniş bir yuvarlak siyah fon kartonu kesip yapıştırdım. Etrafını ışık girmemesi için siyah elektrik bandı ile yapıştırarak sabitledim(Örnek: İlerdeki Fotoğraf). Daire etrafından referans alarak tam ortasını bulduğumuz yuvarlak bu siyah kartona en küçük deliği açmamız gerekiyor. Yurt dışındaki çalışmalarda bu delik sert, ince ve çelik bir tel yardımı ile yapılmakta. En küçük ve temiz deliğin bu şekilde elde edilmeye çalışıldığı, pinhole tekniğini anlatan internet sitelerinden erişilebilinir. Fakat benim oluşturduğum düzenekte ince çelik tel ya da buna benzer bir materyal bulamadığım için eczanelerde satılan ensülin iğnesi kullandım. (toplu iğneden ve diğer enjeksiyon iğnelerinden daha incedir)
126
Bu iğneyi kullanarak bir ya da arada mesafe (Örnek: 5mm) bırakılarak daha fazla delik açılabilir. Kaç delik açarsanız aynı modelden aynı kare üzerinde o kadar imge (image) oluşur. Ve delikler, kapalı tutulup pozlama anında açık bırakılmalıdır. Elektronik SLR makinelerde “BULB” “TV” “M” programları bu işlem için bir kumanda yardımıyla kullanılabilir. Doğru sonucu bulabilmek için 3, 5 veya 10 saniye aralıklarla poz taraması yapılmalıdır. Eğer uygulamada dijital bir SLR (DSLR) kullanılıyor ise bu işlem eşzamanlı görüntü alınabileceği için daha kolay olmaktadır. Düzenek tamamlandıktan sonra yapmamız gereken ne çekeceğimizi araştırmak, çekim yapacağımız konumun ve konunun uygunluğunu sorgulamak. Çünkü pinhole düzeneğinde bir makinenin tripoda sabitlenmesi gerektiğini bilmeliyiz ve de güneşli bir havada bile en az 20–30 saniyede (ISO/ASA ya bağlı değişken olarak) filmin pozlandığını hesaba katmalıyız. Eğer çalışmada insanlar yer alacaksa, modellere kırmızı, parlak yeşil veya beyaz giydirmekte yarar vardır. Ayrıca modele veya mekâna ışığın yüksek ölçüde gelmesi, pozlama süresini azaltırken, keskinliği artırır. Sonuçta eğer fotoğraf için çalışmalar yapılacaksa, bu ilkel uygulamanın tadını almak fotoğrafçıya büyük tecrübe katacaktır. 127
128
129
130
131
132
133
134
135
Öncelikle fotoğrafın temel prensibine dayanan pinhole ile ilgili bilgilendirmenizin ve örnek karelerinizin birçok kişiye rehber olacağını düşünüyorum. Son olarak söylemek istedikleriniz ve bundan sonra fotoğrafın ışığında yapmak istedikleriniz nelerdir? Fotoğrafın tüm hayatımı çevrelemesinden bu güne kadar uzun, sabırlı ve başarılı bir yol aldığıma inanıyorum. Bu aşama daha çok teknik bir aşama gibi görünse de birçok sosyal içerikli projeyi de tamamlayabildim. Bundan sonra fotojournalism denilen daha çok sosyal hikâyelerden olaylardan yana çekimler yapmak istiyorum. Fotoğraf ’ın en yakın arkadaşı olan sinema üzerine de kendimi geliştirmek ve ortaya yeni projeler çıkartmak istiyorum. Daha çok insan tanımak ve fotoğraf üzerine daha çok konuşmak da gerçekleştirmek istediğim duygularım arasında. Sizin de bu dergiyle aldığınız yol benim aldığım yolla paralel. Umuyorum ilerde bu güzel röportajınızın bir yenisini daha yaparız ve bahsedebileceğim daha ilginç projeler gerçekleştirmiş olurum. Ayrıca önemli bir emek vererek hem fotoğrafçılar için hem de fotoğrafı izlemeyi sevenler için ortaya çıkarttığınız bu değerli derginizde bana da yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Ve herkese bromür kokulu, flaş ışıklı, keskin fotoğraflı günler dilerim. Hayatındaki fotoğraflı kesitleri, görüşlerini ve pinhole tekniğinin kullanımını bizimle paylaşan, bize bu sayıda yol arkadaşlığını esirgemeyen Abdullah Agah Öncül’e çok teşekkür ediyoruz. Fotoğrafın çıkış noktası ve aşamalarını kavrayıp öğrenebilmek ve neredeyse el yapımı denebilecek fotoğrafları elde etmek istiyorsanız siz de pinhole tekniğini denemelisiniz. İğne deliğinden fotoğraf elde etme heyecanı ve keyfi de bambaşka olacaktır. 136
137
gelecek sayı görüşmek üzere teşekkürler 138
www.6gendergi.com