Gökhan Kodalak, "Güncel Mimarlık Sorunsalları: Koruma," Arredamento Mimarlık (2013)

Page 1

DÜŞÜNCE

98

Güncel Mimarlık Sorunsalları: Koruma Gökhan Kodalak Cornell Üniversitesi’nden, ilk ayağını daha önce yayınladığımız eleştirel modernlik okumalarının ikinci metnini sunuyor.

yatay bir düzlemde kendini nasıl yenileyebileceğine dair bazı naif önerilerde bulunulacak.

Nostaljik Koruma “Tarihi yapılara dokunmaya hakkımız yok. Bizim değiller... Onların üzerinde hala ölülerin hakkı var: başarının övgüsü veya dini bir duygunun dışavurumu veya sabitlemek için uğraştıkları her neyse, üzerinde emek verdikleri şeyi aşındırmaya hakkımız yok.” John Ruskin, Mimarlığın Yedi Lambası, 1849

1

1 Müdafi harabe tutkusu, Louvre Grande Galerie’nin hayali harabe görüntüsü, 1796, resim Hubert Robert, Louvre Müzesi. 2 Viollet-le-Duc’ün müdahil restorasyonu öncesi Pierrefonds Şatosu, 1855; Fotoğraf: Archives Photographiques.

ARREDAMENTO

3 Viollet-le-Duc’ün müdahil restorasyonu sonrası Pierrefonds Şatosu, 1874; Fotoğraf: Cornell University Library.

Gökhan Kodalak n Moderniteyle birlikte, bir yandan fiziksel çevreye hangi şartlar altında müdahale edileceği, diğer yandansa fiziksel çevrenin hangi kriterler dahilinde müdafaa edileceği üzerine doğan yeni tartışmalar, fiziksel çevrenin tarihi dokusuyla kurulacak yeni ilişki biçimlerini tarifleyen “koruma” mefhumunu ortaya çıkarır. Metnin ilk iki alt başlığında, korumayı hayali bir bütünlüğe sahip olduğu varsayılan nostaljik bir geçmişe geri dönüş olarak tariflemenin, kozmetik kurgular dahilinde sömürmenin ve ideolojik emellerle tahakküm politikalarına alet etmenin çıkmazlarından bahsedilecek. Son iki alt başlıktaysa korumanın küresel ölçekten mahalli ölçeğe dek tüm aktörlerle iletişim kurarak, her an değişen ve dönüşen kentsel düzlemin hayatiyetine entegre olarak ve mümkün olduğunca eşitlikçi ve

Nostaljik Koruma, geleneksel evrenin bütünlüklü olduğuna inanılan dünyasına ve fiziksel çevrenin kutsal bir uyumla bezendiği varsayılan kurgusuna duyulan özlemle, bugünün fiziksel çevresinin koruma sorunlarını çözme arayışıdır. Bu anlayış temelde, modernitenin beraberinde getirdiği tüm kulvarlardaki anlık değişimlerin, yıkımların ve yeniden yapımların bir karşılığını, fiziksel çevrede de bizzat deneyimlemeye başlayan öznelerin, bu değişiklikleri olağan saymak yerine baştan kötücül addetmesi, akabindeyse reaksiyoner bir tavır takınıp fiziksel çevreyi zamandan kopararak değişime kapalı bir vakuma nakletme sevdası veya idealize edilmiş hayali bir geçmişin mitolojik örüntüsüne aktarma hülyası etrafında gelişir; Hemen her yer kötüler tarafından bozulmakta, fiziksel çevre tahrip edilmekteyse, her değişimin olumsuz sayıldığı bir kötümserlik ortamının sonucu, kaçınılmaz olarak geçmişin özlenmesi, Nostaljidir. Ancak, öncelikle şunu vurgulamak gerekir: Nostalji nesnesi


99 DÜŞÜNCE

olmayan, ama öznesi bulunan bir özleme edimidir… Nostalji söz konusu olduğunda, özlenen bir nesne değil, özleyen biri vardır1. Bu anlamda Nostaljik Koruma, geleneksele özlem duyan modern bir kavrayışı betimler. Modern ulus-devlet tarihleri nasıl kahramanlık hikayeleri etrafında yeniden icat edilip, ulusların “köken”i tarihin başlangıcına dek gevşetiliyorsa2 veya Nostaljik Ekoloji ideolojisi sırtını nasıl arkaik Doğa Ana mitine yaslıyorsa3, Nostaljik Koruma anlayışı da, güncel sıkıntılardan kaçış olarak idealize bir tarihi çevre kurgusu üretir; “modern tarih geçmişin büyüsünü bozar; oysa, nostalji büyüsü bozulmuş geçmişin dünyasına yeniden gizem ve büyü katma uğraşıdır4.”

2 3

Genel geçer kanının aksine, koruma ve modernite bir tür ikili karşıtlık tanımlamaz, aksine koruma disiplininin inşası moderniteyle birlikte başlar. Bu bağlamda Sistine Şapeli fresklerinin 16. yüzyıldan başlayarak geçirdiği sayısız restorasyon düşünüldüğünde5, Rönesans’a dek uzanan bir anlatı inşa etmek mümkün gözükse de, modern tanımıyla korumanın kurallar ve kaideler bütünü olarak yerleşik bir yapılanmaya dönüşmesi, Fransız Devrimi ve Endüstri Devrimi arasındaki bir zaman diliminde, modern inovasyonların olağan bir parçası olarak gerçekleşir. Fransız Devrimi’nin hemen ardından, 1790’da kurulan Anıtlar Komisyonu (Commission des Monuments), Napolyon dönemine sarkacak ölçekte Fransa’nın anıtsal kataloğunu hazırlamaya girişmiş, Endüstri Devrimi’nin meyvelerinin toplanmaya başladığı bir dönemde, 1877’de kurulan Tarihi Binaları Koruma Cemiyeti (Society for the Protection of Ancient Buildings) ise, koruma anlayışıyla birlikte gelişen restorasyon pratiğinin beraberinde getirdiği müdahale merkezli yaklaşıma, müdafaa merkezli çözümler getirmeyi denemiştir. Ekonomik gelişimin yavaş olduğu ve yapı inşa etme baskısının görece az olduğu bir zaman aralığında, yani geleneksel evrede, tarihi yapılar ağırlıklı olarak işlevlerini yerine getirebildikleri sürece varlıklarını sürdürürler.

Koruma ve restorasyon pratiklerinin yakın tarihi, 19. yüzyıldan itibaren iki başat damar üzerinden anlatılabilir. Bir tarafta, John Ruskin (1819-1900) ve William Morris (1834-1896) gibi önde gelen isimlerin düşünceleri ve prensipleriyle modern koruma hareketine ivme kazandıran Müdafi kanat yer alır; diğer taraftaysa, Eugene Viollet-le-Duc (18141879) ve James Wyatt (1746-1813) gibi isimlerin kuramları ve pratik uygulamalarıyla modern restorasyon hareketini öne çıkaran Müdahil kanat konumlanır. Müdafi kanat, geçmişin ve yaşanmışlığın otantikliğini ön plana çıkaran, pitoresk “harabe” estetiğini

vurgulayan ve tamir etmek dışındaki her türlü yeni müdahaleden sakınan geçmişe yönelik bir saflık arayışına sahipken, Müdahil kanat, daha çok şimdinin geçiciliğine yüzünü dönen, eskiyi yeniyle harmanlayan ve yeri geldiğinde hiçbir zaman barındırmadığı nitelikleri tarihi yapıya enjekte etmekten çekinmeyen fevri bir bütünselliğin peşine düşer. Müdafi kanadın tarihi çevreyle ilişkisi, romantik ve nostaljik yaklaşımların hakim olduğu rijid bir muhafazakarlığı tarifler. Bu anlayış çerçevesinde tarihsel yapı, neredeyse bir tür kutsallık barındırırmışçasına muhafaza edilir, en ufak bir müdahaleye fırsat veren restorasyon dalâlettir, aslolan belleğin ve kimliğin sabitliğidir, yapı üzerindeki el işçiliğinin hüneriyse, yapının belirleyici ve otantik unsuru olarak sunulur. Ruskin, 1849’da yayınladığı Mimarlığın Yedi Lambası adlı kitabında, müdafaa ve müdahale arasındaki ayrıma şöyle değinir;

ARREDAMENTO

Moderniteyse bu barışçıl koşulu krize sokar, yeni yapılara, yeri örgütlenmelere, yeni fonksiyonlara, yeni hijyen, konfor ve güvenlik taleplerine karşı duyulan ihtiyaç, çoğu zaman eski yapıların kısmen veya temelli yıkımını ima etmeye başlayınca, bu kez tarihi yapıların varlıklarını sürdürebilmesi adına yeni bir koruma

politikasının inşaatına ihtiyaç duyulur. Böylece, değişimin her şeyi buharlaştırmaya başladığı bir ortamda, fiziksel çevrede nelerin hangi kriterler dahilinde biriktirileceğini seçmek, moderniteyle birlikte elzem hale gelir.


100 DÜŞÜNCE

önemseyen bir tür Önder-Mimar’ın öznel tahakkümü güdümünde yıkıcıdır. Bu anlayış çerçevesinde tarihsel yapı, sadece tamir edilmekle kalınmaz, aynı zamanda yeni bir bütünlük arayışı doğrultusunda yeni malzeme, strüktür ve hacim eklentileriyle güncellenir, fakat mimarın kendi öznel pozisyonunu yeni bir kutsallık boyutuna taşımasıyla, aşırı boyutlara varan müdahale cüreti tarihi yapının önemli niteliklerini ortadan kaldırma tehditini beraberinde getirir. Viollet-le-Duc 1856’da Fransız Mimarlığının XI. yüzyıldan XVI. yüzyıla Kadar Açıklamalı Sözlüğü adlı epik eserinin sekizinci cildinde bu konuya şöyle değinir; Bir binayı restore etmek onu onarmak değildir, onu bakıma almak ya da aynen yeniden inşa etmek de değildir, fakat onu daha önce var olmadığı haldeki nihai bir durumda yeniden tesis etmek demektir7.

4 5

Bu bağlamda, Viollet-le-Duc’ün iddiası, Müdahil kanadın tahakküm arayışını dışa vurur; yapının geçmişinde var olmayan elemanları eklemek ve çeşitli katmanlarını yok etmek pahasına dahi olsa, ÖnderMimar’ın eksiksiz olduğunu varsaydığı görüşü doğrultusunda, yapıyı “uyumlu” ve “bütünlüklü” yeni bir kimlik etrafında “nihayete erdirmek”, bu kanadın temel hedefidir.

4 Elektrik trafolarının mağrur bir ifadeyle Türk Evi’ne dönüştürülmesi, 2011; Fotoğraf: Zile Belediyesi. 5 Üsküp 2014 projesi için icat edilen tarihselci cephe giydirmeleri, 2012; Fotoğraf: Gökhan Kodalak.

ARREDAMENTO

6 Alber Speer ve Adolf Hitler tarihselci mimarlık ögelerini tartışırken, 1936; Fotoğraf: Hulton Archive-Stringer, Getty Images.

Birbirinin zıttı gibi gözüken bu damarların, biraz dikkatlice gözlemlendiğinde totaliter uzanımlara sahip bir madalyonun iki yüzü oldukları pekala fark edilebilir. Bir tarafta Müdafi kanat, biraz olsun uçlara çekildiğinde tarihi örüntülerin harabe formatında sabitlenmesini, hiçbir şekilde üzerinde taşıdıkları yağmurun, güneşin, Restorasyon kelimesinin gerçek anlamı, ne insanın tarihsel, tinsel ve kutsal kamu tarafından, ne de kamusal anıtların bakımını üstlenenler tarafından tam olarak kırışıklıklarına dokunulmamasını, bu anlaşılmıştır. Restorasyon, bir yapının mekanların fizikselliklerinin ardına muzdarip olacağı topyekün yıkım anlamına gizlenmiş ruhun, yani uyumlu ve gelir… Bir zamanlar mimarlıkta güzel ya da bütünlüklü bir tarihsel mevcudiyeti muazzam olan herhangi bir şeyi restore simgeleyen “aura”nın zaman içerisinde etmek, ölüleri diriltmek kadar dondurularak sabitlenmesini ve böylece bir imkansızdır… İşçinin sadece eli ve gözüyle tür totaliter katatoniyi savunur hale gelir. verilebilecek olan o tin, hiçbir zaman geri Dolayısıyla buradan Albert Speer’in Nazi çağrılamaz… Eski olanda biraz olsun mimarlığı ideolojisinin temel unsurlarından yaşam vardır, onun ne olmuş olabileceğine biri olarak addettiği “Harabe Değeri”ne ve ne kaybetmiş olabileceğine dair gizemli (Ruinenwert) doğru yol almak imkan öneriler vardır; güneşin ve yağmurun dahiline girer. işlediği nazik çizgilerde biraz olsun hoşluk vardır. Yeni oymacılığın kaba sertliğinde Hatırlanacağı üzere Speer’in 1936 Yaz bunların hiçbirisi olamaz6. Olimpiyatları hazırlıkları sırasında ortaya attığı “Harabe Değeri Teorisi” (Die Ruinenwerttheorie), fiziksel çevreyi yıkılıp Müdahil kanadın tarihi çevreyle ilişkisiyse, harabeye döndüğü zaman ortaya çıkacak yenilikçi, yaratıcı fakat kendi rolünü fazla


6

yani Nostaljik bir kutsallık ve mutlak bir bütünlük arayışının, basitçe terki gelir.

Kozmetik Koruma “Beyoğlu’nun ışığı Tarlabaşı’nda parıldayacak. 500 milyon dolarlık dev proje ile Tarlabaşı’nı Paris’teki Champs Elysees’ye dönüştüreceğiz.” Beyoğlu Belediye Başkanı, Tarlabaşı Yenileniyor Resmi İnternet Sitesi, 2011 Kozmetik Koruma, koruma sorunsalını bir tür Potemkin aparatı olarak metalaştırarak sömürür. Bir taraftan tarihi çevreyi turistik bir kartpostala indirger, öte taraftan düşük gelirli sınıfı kovup yerine yüksek gelirli sınıfı yerleştirmek adına elitist mutenalaştırma politikaları güder. Sahtekorumacı ve politik doğrucu tavrı sayesindeyse koruma kurulları, yerel yönetimler ve mesleki odalar gibi karar verici mekanizmaları çoğu zaman piyasa dinamikleriyle buluşturarak ekonomik anlamda kazançlı bir ortaklık tesis etme açıkgözlülüğüyle kozmetik işlemini kolayca meşrulaştırır. Dolayısıyla temel amaç tarihi çevrenin korunması, biriktirilmesi ve yaşatılması olmaktan çıkar ve tarihin pazarlanabilir imajı üzerinden basitçe kazanç elde etmeye doğru kayar. Kozmetik Koruma’nın ana damarlarından biri olan Turistik Koruma, tarihi çevrenin fiziksel boyutunu korumakta aşırıya kaçar ve tarihselliği dondurulmuş ve steril bir ambalajla turistik ölçekte pazarlar. Turistik Koruma’nın el attığı tarihi çevre öncelikle kentsel aktivitelerden ve gündelik yaşantıdan

ARREDAMENTO

bağımsızlığını kazanabilmiş genç ulusdevletin ideolojik olarak kendi kimliğini Batı Avrupa’ya daha yakın bir şekilde tanımlamak istemesi, diğer taraftansa kent merkezini tarihin estetizasyonuna yönelik bir modelle süsleyerek turistik tüketime açma uyanıklığı olarak gözükür. Bu dramatik modelin aslen, köken ve kimlik saplantılarının en uçlarda yaşandığı Nostaljik Koruma, bu iki damarı üst üste Mussolini dönemi Faşist İtalyası’nda bindirerek, kimlik politikaları geliştirildiğini ortaya koymak, herhalde doğrultusunda ideolojik ve turistik kazanç artık şaşırtıcı olmayacaktır. Bugün el doğrultusunda ekonomik nedenlerle değmemiş ve otantik Ortaçağ kentleri muhayyel ve idealize edilmiş tarihsel olarak pazarlanan ve gün geçtikçe artan konstrüksiyonlar üretir. Bugün yerel yoğunluklarla turistlerin akınına uğrayan ortamda hayali Osmanlı mahallelerini Arezzo, Siena ve San Gimignano gibi canlandırma seferleri ve sokaklardaki trafoları boyayıp “Türk Evi”ne dönüştürme yerleşkeler, geç uluslaşan İtalya’nın toplumsal ve politik “bütünlüğü” için, girişimleri bu anlayışın ürünüdür10. faşist kültürün özcü gelenek inşası Nostaljik Koruma, her daim kimlik sorunsalıyla boğuşanların ve hayali kökleri doğrultusunda titizlikle planlanarak Ortaçağ’laştırılmışlardır12. Nostaljik ile konsantre özlerini arayanların gölgesinde yeşerir. Bugün Üsküp 2014 Koruma anlayışı doğrultusunda tarihe adıyla Makedon hükümetinin giriştiği, kent tapınmak, artık modern çağın önde gelen merkezini “daha anıtsal kılmak adına” seküler inanç aktivitelerinden biri haline hayali bir geçmişe öykünerek restore etme gelir13. projesi, dikilen devcileyin boyutlardaki ulus büyüklerinin yüzlerce heykelinin yanında, Nostaljik Koruma düzleminin temel fiziksel çevrenin kabuğunu soyarak Gotik, açmazı, katatonik Müdafi kanadın, tarihi Barok ve Rönesans stilinde yeni çehrelerle harabenin kutsallık ürettiğine inanmasında, donatmayı öngörür11. Bu bağlamda amirane Müdahil kanadınsa, kendi kişisel Üsküp’ün ve Makedonya’nın, 14. yüzyıldan kutsallığının harabeler üretmeyi meşru kıldığını sanmasında yatar. Oysaki ne 20. yüzyıla kadar Osmanlı hegemonyası harabeler kutsal ve bütünlüklüdür, ne de altında kaldığını ve bu bağlamda öznenin kendisinde menkul olduğunu Rönesans’ı yaşamak bir tarafa, tarihinde varsaydığı kutsallık ve bütünlük tarihi Gotik veya Barok stilinde herhangi bir çevreyi harap etmeyi gerektirir. Koruma yapıya ev sahipliği dahi yapmadığını düzlemine dair anlamlı bir çift söz hatırlatmak gerekir. Dolayısıyla başat söylemenin öncelikli koşullarının başında, amaç, bir taraftan Sovyetler Birliği’nin tarihselliği, tarihi nesneyi, özneyi ve öznel dağılması ve demir perdenin yıkılması karar mekanizmalarını aşkınlaştırmanın, sonrası Yugoslavya’dan daha 1991’de

101 DÜŞÜNCE

estetiğe ve bu estetiğin bakıma dahi ihtiyaç duymayan evrensel bir değere sahip olacağı öngörüsüne göre tasarlamayı öğütler8. Bu bağlamda, harabenin kutsal estetiği karşısında felce uğramanın bir sonraki durağı pekala, harabenin kutsal estetiğini inşa ederek toplum üzerinde felç edici bir tahakküm kurmaya işaret edebilir. Öte yandan Müdahil kanatsa, biraz olsun uçlara çekildiğinde meşruiyeti tartışılır yorumlar doğrultusunda tarihi örüntülerin önem arz etmediği varsayılan katmanlarının yok edilmesini, geçmişte dahi sahip olmadığı bütünlüklü mevcudiyetine, Önder-Mimar’ın sözde eksiksiz vizyonu doğrultusundaki müdahalelerle kavuşturulabileceğini ve böylece Önder-Mimar diktatörlüğündeki yıkımı ve totaliter bir yeniden yapımı savunur hale gelir. Buradansa bu kez Fütüristler’in “yıkım ve yeniden yapım şemaları”na doğru yol almak imkan dahiline girer. Hatırlanacak olursa Antonio Sant’Elia ve Filippo Tommaso Marinetti’nin manifestoları, tam da mevcut kentleri yok etmek ve her şeyi kendi “bütünlüklü” çizgileriyle yeni baştan inşa etmek üzerine kuruludur9.


102 DÜŞÜNCE

koparılıp, bir tür tarihi tema parkı olarak yeniden şekillendirilir, yerel kullanıcıları çeşitli nedenlerle burayı terk etmek zorunda bırakılır ve yeni kullanıcıları bu simülasyonu kısa sürede tüketip evlerine geri dönmeleri planlanan turistler olarak kodlanır. Dolayısıyla tarihi çevre kartondan bir iskelet haline döner, kent ölçeğinde dondurulmuş bir tarihi bütünlüğü temsil ettiği savlanır, delice arzulanan bu nostalji de karşılığını ıskalamaz ve piyasa tarafından sömürülür. Turizm üzerinden kapitalist ekonomiye kentsel ölçekte dahil olma beklentisi, geç modern evreden itibaren neredeyse tüm kentsel ve ulusal bürokrasilerin rüyalarını süslediğinden, Turistik Koruma uygulaması dünyanın dört bir yanına yayılır. En belirgin örnek olarak, Venedik ve Dubrovnik’in güncel durumları verilebilir. Tüm tarihi çevre artık fiziksel anlamda dondurulmuştur, hatta tüm kent tarihi herhangi bir aralıkta olduğundan çok daha “tarihsel” bir hale sokulmuştur. Artık bu kentler ağırlıklı olarak yaşanmak için değil dikizlenmek için, üretmek için değil tüketmek için, keşfetmek için değil uslu uslu tur rehberlerini takip etmek için özenle yeniden yapılandırılmıştır. Temsiliyetin tuzakları nostaljiyle, korumanın tuzakları sömürüyle, bütünselliğin tuzakları katatoniyle buluşmuş, ortaya bir tür gösteri kenti çıkmıştır14. Bu bağlamda, yerel mimarlık ortamında İstanbul’un Tarihi Yarımadası’nın da benzer bir Turistik Koruma kurgusuna doğru yönlendiği aşikar değil midir? Bugün Tarihi Yarımada’nın gündüz nüfusu iki buçuk milyon civarında seyrederken, gece nüfusu sadece elli bindir15, turistik dikiz ile alışveriş dışındaki toplumsal işlevler yavaş yavaş Yarımada’yı terk etmiş, kentte yerleşik olarak yaşayan neredeyse hiç kimse kalmamıştır. Belki de Dubrovnik ve Venedik gibi gelişmiş örneklerle arasındaki temel fark, bütüncül bir turistik tema parkı kurgusunun kente profesyonelce oturtulamamasında, yani yerel yönetimin ve piyasanın bu bölgeyi sömürmenin üzerine şimdilik yeterli yoğunlukta eğilmemiş olmasıdır. Bu kartpostallaştırılmış tarihi örüntü kurgusunuysa, salt tepeden inme planlama mekanizmalarıyla açıklamak naiflik olacaktır, bu bağlamda turistler içselleştirdikleri kozmetik tarihselliği, kendi dikizleriyle tarihi çevreye geri yansıtarak, kartpostallaştırılmış tarihi örüntünün icadında ve sürdürülmesinde aktif rol oynarlar. Turistik Koruma özetle, tarihin kozmetik temsillerini dikizlemektir.

7

ARREDAMENTO

8

7 Venedik, tarihseverler için turistik Disneyland I, 2010; Fotoğraf: Jeff Bergman, Flicker.

8 Dubrovnik, tarihseverler için turistik Disneyland II, 2009; Fotoğraf: Gökhan Kodalak.

9 Tarlabaşı, mutenalaştırma öncesi tehcir, 2012; Fotoğraf: Eli Hurwitz, Tumblr.

Elitist Mutenalaştırma olarak adlandırılabilecek diğer damarın asıl amacıysa ne tarihi yapıların hasar görmüş


103

9

için yeterince, kusura bakmayınız ama, “canlı” dahi değilsiniz”. Bu utanç verici yaklaşım, yerel bürokrasilerin, piyasanın, mimarlığın ve kentsel tasarımın, koruma pratiğinin ve toplumsal bilincin ortak ayıbı olarak kabul edilmelidir. Oysaki “Ehil”in kökü, bilindiği üzere Arapça’da “ahl”dan gelir, yani bir yere yerleşmiş, iskan etmiş “Ahali”yle aynı kökten türer16. Bu gibi durumlarda yapılması gereken belki de basitçe, naif ama tehlikeli ajandalarla toplumu “ehil” etmenin peşinde koşmak değil, “ahali” olmuşun taleplerini göz önünde bulundurarak kentsel çevreyi birlikte şekillendirmektir. Elitist Mutenalaştırma’nın küresel ölçekte Beyrut’tan Sidney’e, Londra’dan Cape Town’a dek uzanan sayısız örneği üzerinden konuşmak mümkündür ancak, yerel ve gündemdeki bir örnekten, İstanbul Tarlabaşı’nda süregelen kentsel dönüşüm projesinden bahsetmek daha isabetli olabilir. Türkiye’deki kentsel dönüşüm projelerinin içerisinde en çok ön plana çıkan, en çok para harcanan, en çok eleştiri alan fakat mütemadiyen politik doğrucu meşruiyet örüntüleriyle kendini aklayan Tarlabaşı yenileme projesinde, mutenalaştırma politikalarının tüm tanıdık güzergahlarına tanıklık edilir. Yerel kültürde bu güzergahların başlangıcı, genelde bağlamından koparılmış dünyaca ünlü bir kentsel “varsıllık” örnek gösterilerek gerçekleştirilir. Bu projede de, bizzat Beyoğlu Belediye Başkanı tarafından, hiçbir kategori üzerinden ilişkisi kurulamayacak olsa dahi, Tarlabaşı’nın Paris’teki Champs Elysees’ye dönüştürüleceği ilan edilerek işe başlanır17. Sonrasında, projenin kapalı kapılar ardında

yapılmadığı imajını oluşturmak adına, projenin süreci içerisindeki güvenli zaman aralıklarında çeşitli bilgilendirmeler, sunumlar ve sergiler planlanır. Mesleki bilirkişiler dikkatle seçilir, tanınmış üniversitelerden raporlar alınır ve şöhretli mimarlarla anlaşılır. Kolayca farkedilebilecek unsurların başında, Demirören Alışveriş Merkezi’ndeki kozmetik restorasyon uygulamasında da görüldüğü üzere, artık bu işlemlerin birer meşruiyet aracı olarak politik doğrucu önkabuller şeklinde cereyan etmesi gelir. Bu projenin “Tarlabaşı Geleceğini Paylaşıyor” sergisi ya da Demirören projesinin “Beyoğlu Nereye Gidiyor” sergisi bu bağlamda, kozmetik sergiler, kullanılan üniversite bilirkişileri, kozmetik bilirkişiler, kullanılan şöhretli mimarlar, kozmetik şöhretli mimarlardır. Hepsi, Elitist Mutenalaştırma’nın bürokratik ulu kişiler tarafından benimsenmesi sonucu ortaya çıkan tepeden inme bir soylulaştırma politikasının araçları rolünü oynarlar. Proje için hazırlanan ve resmi sitelerinden elde edilebilecek “50 soruda Tarlabaşı Yenileme Projesi” adlı kitapçık biraz dikkatli bir gözlemciye, satır aralarında birçok şeyi ifşa eder; “proje alanında yaşayan mülk sahipleri Anadolu coğrafyasının mozaiğini oluşturmaktadır” ve “proje alanında yaşayan mülk sahipleri, çoğunlukla katı atık toplayıcısı-seyyar satıcı-midyeci gibi düşük gelirli ve kalifiye olmayan işlerde çalışmaktadır”, dolayısıyla “Tarlabaşı’na “toplu ve bütünleşik çözüm” şarttır18.” Tarlabaşı’ndaki bu Elitist Mutenalaştırma örneğinin vahim sonucu şöyle şekillenir;

ARREDAMENTO

Bu bağlamda Elitist Mutenalaştırma operasyonu planlı işler, dönüşüm kendiliğinden gerçekleşmez, fakat bir tür toplum mühendisliği türevi olarak tepeden inme yöntemlerle dayatılır. Düşük gelirli sınıfın sürgün işleminin pratik boyutu yasalarla halledilemezse, piyasa aparatları üzerinden kira ve gayrimenkul bedellerindeki manipülasyonlarla işlem kolaylıkla çözülür. Teorik anlamdaki meşruiyetse, bir taraftan bu kentsel örüntünün “ehliyet”i üzerine çok tehlikeli bir ötekileştirme politikası gütmek, diğer taraftansa tarihselliğin aura’sını salt yüksek gelirli sınıfa yakıştırmak ve pazarlamak yoluyla kurgulanır. Dolayısıyla İstanbul’da yakın zamanda gerçekleştirilen mutenalaştırma projelerinin Tarlabaşı, Sulukule, Fener ve Balat gibi düşük gelirli sınıfın ve etnik, dini, cinsel kimlikleri ötekileştirilmiş toplumsal kesimlerin ikamet ettiği bölgelerde gerçekleşmesi tesadüf değildir. Sadece bu kentsel dönüşüm pratiğinin literatürdeki kavramlaştırılmaları, yani Kentsel Ehlileştirme, Kentsel Canlandırma, Kentsel Soylulaştırma, Kentsel Mutenalaştırma ve Kentsel Nezihleştirme gibi başlıklar yan yana düşünüldüğünde dahi, bu aşağılayıcı terimlerin ne denli tehlikeli güzergahlara açıldığı kolayca kavranabilir. Mesajın şu olduğu aşikardır; “Siz düşük gelirli sınıflar, sosyoekonomik tabanınızdan dolayı piyasa tarafından yeterince sömürülememenizin yanında, siz bu çevrede oturmak için yeterince “ehil” ve kalifiye değilsiniz, yani buraya layık değilsiniz; siz bu çevrede oturmak için yeterince “soylu” ve asil değilsiniz, yani kökü ve kanı yeterince değerli değilsiniz; siz bu çevrede oturmak için yeterince “mutena” ve itinalı, yani yeterince özenli değilsiniz; siz bu çevrede oturmak için yeterince “nezih” ve saygıdeğer, yani yeterince lekesiz ve dürüst değilsiniz; ve hatta siz bu çevrede oturmak

DÜŞÜNCE

fiziki durumlarını, ne buradaki toplumsallığın ve kentselliğin tarihi dokuyla etkileşiminin çeşitliliğini, ne de burada yaşayan, burayı günlük hayatlarında kullanan aktörlerin yaşam standartlarını iyileştirmektir. Elitist Mutenalaştırma’nın temelde dönüştürmeyi amaçladığı şey basitçe, bu mekansal örüntünün ekonomik karşılığıdır, yani dönüştürme işlemi sonucunda elde edeceği kendi karıdır. Dolayısıyla ilk iş, mekanın gerçek kullanıcılarının, yani genellikle düşük gelirli sınıfların toplumsal düzlemde çeşitlilik arz eden heterojen dokusunun uzaklaştırılması ve yüksek gelirli sınıfla yer değiştirilmesidir.


DÜŞÜNCE

104

ARREDAMENTO

10

burada oturan mülk sahibi düşük gelirli sınıfa sunulan, öncekinden çok daha az metrekarelere -genelde aile bireylerinin sayısı nedeniyle burada yaşamayı sürdüremeyecekleri boyuttaki hacimlererazı olmaları, kira sahibi düşük gelirli sınıfa sunulansa evlerini zorla terk etmeleri ve Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başlanlığı’nın (TOKİ) İstanbul’un periferisinde inşa etmeye başladığı, yarım yüzyıldan fazla bir zamandır iflas ettiği bilinen minimum yaşam alanı (existenzminimum) prensibiyle üretilmiş toplu konutlarda ve genelde maddi yeterlilikleri olmadığı bir satın alma önceliğiyle idare etmeleridir. Dolayısıyla yapıların ve tarihi dokunun eskimesiyle oluşan sorunların çözümü, burada yaşayanlar, burada çalışanlar, burayı kullananlar, burada farklı hacimlerde konaklamayı arzulayanlar, burayı terk etmek istemeyenler ve benzeri birçok aktörün taleplerinin es geçilmesiyle ve bürokratik elitlerle, piyasa sermayedarlarının el ele vermesiyle birlikte bu aktörlerin çoğunun buradan kovulmasıyla son bulur. Bu yaklaşımın Türkiye’nin yönetim geleneğine pek ters düştüğü de söylenemez; kendisine önderlik bahşedildiğini varsayan amirler, tepeden inme emirlerle memurları olarak gördükleri halkı yeterince kalifiye bulmadıklarından, ötekileştirerek, uzaktaysa uzak tutarak, yakındaysa kovup uzaklaştırarak, kısa vadede gelir eşitsizliği sorunsalından kaçındığını ve en azından fiziksel çevreyi sınıfsal anlamda mutenalaştırdığını düşünürler. Yapılması gereken aksine, eşitlikçi ve yatay bir düzlem öne sürerek, kentsel mekanın deneyiminin müşterek bir hak olduğunu savunarak, sınıfsal ve

kültürel farklılıklara yönelik gizli ve aleni aşağılayıcı ve buyurgan yaklaşımlara karşı çıkarak, kentsel örüntülerin yenilenmesi ve dönüştürülmesi fiziki sorunlar nedeniyle elzemse, o örüntünün tüm kullanıcılarının o çevrenin dönüşümünde söz sahibi olacağı ve dönüşümü sonrası o çevreyi kullanmayı sürdürebilecekleri bir çözümü talep ve inşa ederek, elitist toplumsal mühendisliğin piyasa güdümlü bu politik doğrucu uzantılarını ortadan kaldırmaktır19.

gerektiğinin, analitik, gerçekçi ve eşitlikçi çözümlerini arar. Bu bağlamda korumayı tecrit halde bir kurtarma operasyonu olarak konumlandırmak yerine, daha geniş bir “tarih endüstrisi”nin parçası olarak müzeler, anıt ve abideler, koleksiyonlar, tarihi kurmacalar ve popüler kültür girişimleri ile iç içe değerlendirmek isabet olacaktır20. Koruma ortamı bu geniş spektrumla yüzleşmenin aksine, çoğu zaman lineer bir güzergaha hapsettiği tarihi kaynağını korumak üzerine aşırı yoğunlaşır ve elzem ihtiyaçların başında gelen tarihi çevre ve nesnelerin eleştirel anlamda yorumlanmasını ihmal eder. Bu doğrultuda yapılması gerekenlerin başında, Realist Koruma girişimini her farklı koşula karşı aynı koruma pratiklerini öneren ebedi bir kaideler bütünü olarak sabitlemek yerine, esnek bir altyapı üzerinde makro ölçekten mikro ölçeğe dek tüm aktörlerin söz hakkına sahip olduğu bir tartışma ve uzlaşı platformu olarak inşa etmek gelir.

20. yüzyıl, koruma düzleminin bir ağ formasyonuna doğru evrilmesi bağlamında önemli başlangıçlara sahne olur. Postmodern evreyle birlikte koruma kulvarında kurulan geniş yetkili ilk küresel organizasyon ağını, II. Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen Birleşmiş Milletler çatısı altındaki bir dizi kültürel örgüt oluşturur. 1933 yılında Atina Tüzüğü’yle Koruma düzlemi üzerinde anlamlı bir çift temelleri atılan Uluslararası Anıtlar ve Sitler söz söylemenin öncelikli koşullarından bir Konseyi (ICOMOS), Birleşmiş Milletler diğeri de, kentselliği, tarihselliği, tarihi Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün çevreyi ve tarihi nesneyi tek boyuta (UNESCO) 1964’teki Venedik Tüzüğü indirgeyerek metalaştırmanın, iktidar öznelerini ve onların karar mekanizmalarını sonrası Dünya Mirasları listesini oluşturabilmesi adına yardımcı bir mutlak bir hiyerarşik kodlamanın tepesine uluslararası örgüt olarak 1965’te kurulur. oturtmanın, yani toplumu dışlayan salt bürokrasi ve piyasa güdümlü elitist bir idari 1948’de UNESCO’nun daha bilimsel bir tabana kavuşması adına oluşturulan Dünya anlayışın, basitçe terkidir. Koruma Birliği (IUCN) ve 1959’da koruma ve kültürel varlıkların restorasyonu Realist Koruma konuları hakkında kamu bilincini oluşturmak ve arttırmak amacıyla kurulan “Zaman durdurulamıyor, fakat Uluslararası Kültürel Varlıkların korumacılığın cephaneliğinde zamanın Restorasyonu ve Korunması Çalışmaları etkilerinin nasıl idare edileceğine, “korunanın” nasıl hayatta kalabileceğine ve Merkezi (ICCROM) bu ağı yeni aynı zamanda nasıl evrilebileceğine dair bir katmanlarla genişletir. 1988 yılında değerlendirme de bulunmuyor.” Hollanda’da kurulan, “Modern mimarlık OMA, CRONOCAOS Sergisi, Venedik akımının kentsel ölçekli ya da tekil Bienali, 2010 örneklerinin belgelenmesi ve korunması” açılımına sahip Docomomo girişimiyse, Realist Koruma, koruma sorunsalının benzer bir uluslararası ağı bu kez modern temelde bir tür modernite sorunsalı mimarlık coğrafyası üzerinden kurgular. olduğunun farkındalığıyla toplumsal, Avrupa merkezli bir başlangıcı olan girişim, kültürel, ekonomik ve politik arka kısa sürede tüm dünyaya yayılır ve ulusal, planlarını göz ardı etmeden, hangi nesneyi, yerel ve akademik çalışma gruplarıyla yapıyı ya da örüntüyü, hangi koşullarda ve modern mimarlık ürünlerinin belgelenmesi, hangi nedenlere dayandırarak biriktirmek korunması, restorasyonu ve yeniden


105 DÜŞÜNCE

işlevlendirilmesi yolunda etkin bir tartışma ve uzlaşı ağına dönüşme yönünde ilerler. Bu makro yapılanmalar içerisinde ön plana çıkan kavramların başında “Dünya Mirası” gelir. Dünya Mirası, UNESCO tarafından belirlenen ve küresel ölçekte kültürel ile doğal varlıkların gelecek nesillere aktarılması fikriyle oluşturulan bir listedir. UNESCO’nun 1972 yılındaki genel konferansında hazırlanan 38 maddelik Dünya Doğal ve Kültürel Mirası Koruma Antlaşması’nı imzalayan 175’ten fazla ülkenin korumayı garanti ettikleri anıt ve sit alanları arasından Dünya Mirası kriterlerine uygun bulunanlar bu listede yer almaya hak kazanırlar. Dünya Mirası Fonu tarafından desteklenen küresel bir koruma politikası, korunacak “evrensel değer”deki eserlerin seçim kriterlerini ön plana çıkartır. Bu kriterlerin başındaysa “Olağanüstü Evrensel Değer” (Outstanding Universal Value) olarak tanımlanan soyut bir kavram gelir. UNESCO’ya göre; “Olağanüstü Evrensel Değer, öyle istisnai bir kültürel ve/veya doğal ehemmiyet anlamına gelir ki, ulusal sınırları aşar ve tüm insanlığın mevcut ve gelecek nesilleri için ortak bir önem teşkil eder21”.

12

Koruma düzleminde neyin olağan, neyin olağanüstü olduğu her daim ayrıcalık inşaatlarını beraberinde getirir. Ayrıcalık, salt evrensel iddialar veya sosyoekonomik kulvarda piyasa sömürüleri ve sınıf çatışmaları üzerinden işlemez, aynı zamanda yerel tartışmalar ve sosyopolitik kimlik inşaatları doğrultusunda ayrımcı ve ötekileştirici uygulamalar üzerinden de örgütlenir; Tarihi miras aynı zamanda baskıcı, bozguncu ve yozlaştırıcıdır... Yabancı düşmanlığı ve nefretini doğurmakla kalmaz, kavgacı ihtilafın savaş çığlığına dönüşür. Tarihi miras, kendi açgözlü ve şovenist amaçları uğruna “gerçek” tarihi

10 Tarlabaşı, ayrıcalıklılar için mutenalaştırma, 2012; Fotoğraf: Mehmet Akıncı, Wordpress 11 Tarihi Yarımada, kartpostal kent olma yolunda. 12 Makro koruma ağı ve UNESCO Dünya Mirası Haritası, 2012.

ARREDAMENTO

UNESCO, ICOMOS, Docomomo gibi girişimler, kıtasal, ulusal ve kentsel ölçeklerle etkileşim halindeki küresel ölçekli yeni bir koruma ağını tanımlamaları bağlamında oldukça anlamlı gözükürler, ancak üzerlerine inşa edildikleri bazı kavramların da bir o kadar müphem ve sorunlu olduğunu gözden kaçırmamak gerekir22. Bu doğrultuda “Olağanüstülük” kavramı istisnai arayışlar peşine düşerek daha en baştan olağanı dışlamakla işe koyulur, korunacak fiziksel çevrenin “yaratıcı insan dehasının ürünü olması” gibi kıstaslar sırtını geçmiş yüzyılda epey aşındırılmış olan Giorgio Vasari’nin Rönesans’ta inşa ettiği deha mitolojisine yaslar23, kısaca dahilerin inşa ettiği varsayılan olağanüstü ürün söylemi, 1960 sonrası düşün alanında, en hafif ifadeyle, oldukça tartışmalı bir kulvarı tanımlar. Öte yandan “Evrensellik” kavramı koruma pratiği özelinde daha da çelişkili gözükür. Koruma pratiğinde peşine düşülen, fiziksel çevrenin herkes tarafından aynı şekilde kavranabileceği varsayılan metafiziksel evrenselliğinin aksine, fiziksel çevrenin herkes tarafından farklı şekillerde yorumlamaya açık olduğu ve değerini tarihsel farklılık üretimi sayesinde kazanan dünyevi tikelliği değil midir?

11


106 DÜŞÜNCE

örneğin Amerika’da da korumacılık; (1) Amerikan kimliğinin kısıtlı nosyonlarını idame ettirmek için, (2) göçmenlerin ve Afrika kökenli Amerikalılar’ın tarihini uzun yıllar boyunca Ulusal Kayıtlar’dan uzak tutmak için ve (3) beyaz ırkın egemenliğini sürdürmek için kullanılmıştır25. Dolayısıyla koruma pratiğindeki ayrıcalık eğilimi, bir anlamda küresel ölçeğe yayılmış sabit ve ari bir kimlik illüzyonu üzerinden üstünlük inşa etme arayışıyla doğrudan ilintilidir; Birbirine karışmış mirasların varisleri olarak, salt “kendi” geçmişimize -ki gerçekten neyin kendi geçmişimiz olduğuna karar verebileceğimizi varsayarsak- aşırı bir bağlılık duymak yerine, birçok geçmişle bağ kurmaktan daha fazla kazanım elde ederiz. Hiçbir geçmiş sadece bize ait olamayacağı gibi, geçmişteki hiçbir topluluk da belirli bir tarihe karşı özcü iddialarda bulunmayı meşru kılacak denli bize benzemez. Ayrıcalıklı kabile sırları yerine, kozmopolit atalarımızın tüm kozmopolit varislerine söyleyecek şeyleri vardır, hiçbir zaman birkaç kendinden menkul seçilmiş kişiyle sınırlandırılamazlar26.

13 14

13 Makro ve mikro koruma ağları arasında köprü kurmaya çalışan Docomomo yapılanması. 14 Mikro koruma ağı ve mutenalaştırma karşıtı dayanışma, 2011; Fotoğraf: Karol Leon, Flicker.

ARREDAMENTO

15 Dünyanın dışına taşan aşırı koruma refleksi, Apollo 11 iniş sahası, 1969; Fotoğraf: NASA.

çarpıtılmış mitlerle baltalar. Eleştirel akıl yerine köklü inançları methederek, toplumsal etkinliği engeller ve önceden buyrulmuş kaderin pasif kabulünü tasdik eder... Tarihi miras, doğası gereği partizan müfritleri heyecanlandırır. Tarihi miras ihtirasları ulusal ve etnik çatışmalarda, ırkçılık ve yeniden dirilmekte olan genetik determinizmde (...) başat bir rol oynar24. Bu bağlamda, yerel mimarlık ortamında Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma anıtlar ve cami tipolojileri çok daha kolay koruma pratiğinden faydalanabiliyorken, Bizans İmparatorluğu’ndan kalma anıtların ve kilise tipolojilerinin koruma pratiğiyle ilişkisinin çok daha sancılı süregeldiğini belirtmek herhalde şaşırtıcı olmayacaktır. Fakat bu eğilimin salt yerel ortamın bir ürünü olduğunu söylemek haksızlık olur,

Ayrıcalık, doğası gereği ayrımcılığı beraberinde getirir. Bir başka kulvarda, formel olanın enformel olana karşı olan yerleşik üstünlüğü, tasarımın niteliksel kodlarını kullanarak kendini meşru kılar. Bu anlayış çerçevesinde 2007 yılında dünyada 1 milyara ulaşan yoksul nüfusun içinde yaşadığı gecekondu örüntülerinden27 ve fiziksel çevrenin önemli bir kısmını oluşturan vernaküler mimarlık örneklerinden hiçbiri tarihsel hafızaya alınmak istenmezken, toplumsal düzlemin oldukça kısıtlı ve varlıklı bir kesiminin faydalanabildiği şöhretli mimarların butik işleri daha inşa halindeyken korunmaya aday gösterilir. Fiziksel çevrenin korunması bu bağlamda, ehillerin dayatmacı ve ayrımcı mekanizmalarının yerine, yatay düzlemlerde ve eşitlikçi ağlar etrafında yeniden örgütlenebildiği ölçüde toplumsal ve fiziksel düzlem arasındaki ilişkiyi daha adil kılmaya yardımcı olabilir. Tam da bu doğrultuda, makro ölçekli bu organizasyonların, ulusal ve mesleki oda teşkilatlarıyla birlikte tipolojik standartlar ve hiyerarşik kurgular içerisinde ketlenme ihtimali göz önünde bulundurularak, mikro ölçekli yapılanmalarla, sivil toplum kuruluşlarıyla, toplumsal kolektiflerle, akademik oluşumlarla ve bireysel duyarlılıklarla çaprazlanması sağlanmalı ve böylece tepeden inme piramidal bir yönetim şeması yerine, daha eşitlikçi bir ağ


107 DÜŞÜNCE

formasyonu etrafında sistem demokratikleştirilmelidir. Realist Koruma kısaca, sosyopolitik ve ekonomik düzlemleri göz ardı etmeden makro ölçekten mikro ölçeğe dek koruma sorunsallarına dair geniş bir yelpazede periyodik çözüm önerileri getirir, analitik karar verme mekanizmalarını, araştırma, tartışma ve uzlaşma platformları üzerinden mümkün olduğunca dinamik ve interaktif kılar ve koruma kulvarının daha devingen ve eşitlikçi bir ağ formasyonuna doğru evrilmesine önayak olur.

Aufgehoben Koruma “Ah benim ruhum, ebedi hayata heveslenme, fakat mümkün olanın sınırlarını zorla.” Pindaros, Pythian iii, M.Ö. 474

15

bereketli bir şekilde tesis etmek mümkün olabilir. Yakın dönemde iyiden iyiye su yüzüne çıkan Aşırı Koruma sorunsalı, tarihi çevrelerin, yapıların ve nesnelerin biriktirilmesine dair oluşan modern bilinç ve duyarlılık eşiğinin hızla aşılarak, bir tür aşırı biriktirme obsesyonuna doğru yol alınmasını tanımlar. Bugün artık dünya yüzeyinin %4’ü salt UNESCO tarafından kültürel ve doğal başlıklar altında Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiş, korkutucu bir oran olan %12’siyse çeşitli ölçeklerdeki rejimler tarafından (küresel, ulusal, kentsel vs.) sabit kılınarak koruma altına alınmıştır28. Böylelikle resmi koruma altındaki “tarihi bölgeler on binlerden milyonlara katlanmış”, ve bu tarihi artefaktların bir kısmını saklamak ve sergilemek adına “dünya üzerindeki mevcut müzelerin %95’i İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra inşa edilmiştir29”. Koruma düzleminin yönetici elitlerin ve kompetanların dar çerçeveleri dışında ne denli tartışıldığı ve üzerinde ne denli uzlaşıldığı tartışmalı olan karar ve kaideleriyle uygulana gelen bu obsesif biriktirme refleksinin, devcileyin bir ölçeğe doğru göz kırpan tarihi serüvenini iki farklı güzergah üzerinden analiz etmek anlamlı olur. Bir tarafta korumaya karar verilen

zamanla, korunan nesne ve örüntünün inşa edildiği zaman arasındaki aralık veri olarak kabul edilerek, zaman merkezli bir anlatı inşa edilebilir; diğer taraftaysa korumaya karar verilen nesne ve örüntülerin değişen tipoloji ve ölçeklerinin evrim güzergahı üzerinden, mekan, işlev ve ölçek bazlı bir başka anlatı geliştirilebilir. Zaman merkezli anlatıda, “bir zamanlar 1750 yılı öncesinde inşa edilmiş yapılar ve yüzlerce yıllık geçmişi olan antikalar gibi uzak bir geçmişle sınırlandırılan tarihi mirasın, artık evvelki günü dahi içinde barındırır30” hale geldiği bir evrim sürecinden bahsetmek mümkün gözükür. Koruma pratiğinin bu evrimini Britanya örneği özelinde incelemek gerekirse, geç 19. yüzyılda Sir John Lubbock tarafından öne sürülen “1882 Antik Anıtları Koruma Yasası”, devlet yönetimi tarafından tarihi anıtların korunmasına yönelik ihtiyacı onaylar ve çoğu iskan edilmemiş dolmenler, taş daireler, höyükler ve dikmeler gibi tarihöncesi strüktürlerden oluşan, 68 anıtı koruma altına alır31. Bu girişimle birlikte, bir yapının korunması için gereken zaman aralığı yaklaşık olarak 2300 yıl olarak belirlenmiştir. 1892’de yasaya bazı kısmi eklemeler yapılır, örneğin anıtın tanımı “mimari ya da tarihi ilgiye vakıf, herhangi bir strüktür, inşaat ya da anıt” olarak

ARREDAMENTO

Aufgehoben Koruma, öncelikle koruma etkinliğinin Müdafi ve Müdahil kanatlar olarak bugüne dek beraberinde taşıdığı frijid dikotomiyi ve tarihin “aura”sını sömürmek isteyen nostaljik ve kozmetik kurguları reddederek işe başlar. 20. yüzyılın ilk yarısında mimarlık düzlemi, özellikle Fütürist, Konstrüktivist, Modernist Mimarlık gibi dönemin etkin hareketleri düşünüldüğünde, tarihi çevreyle sorunlu bir ilişki kurmuştur, ikinci yarısında özellikle Postmodern Mimarlık bu ilişkiyi düzeltmek amacıyla hamleler yapmış fakat tarihle ilişkiyi bir tür keyfi stilizasyona indirgemekten öteye geçirememiştir. 21. yüzyıl başlangıcındaysa artık, tarihte eşi benzeri görülmemiş boyutlardaki fiziksel çevre değişimiyle, tarihte eşi benzeri görülmemiş oranlardaki fiziksel çevre korumasını bir arada nasıl yürüteceği problematiği karşısında, mimarlık ortamı ne yapacağını bilmez halde gözükür. Yapılması gerekenlerin başında, mümkün olduğunca fazla aktörü bu kaygan zemin üzerinde toplayıp, Realist Koruma düzeneğinin de yardımıyla farklı ölçekli ağlar etrafında yeni ilişkiler kurmak, ağırlıklı olarak kafasını pratiğe gömmüş koruma aktörlerinin Aşırı koruma, Ayrıcalıklı koruma, Turistik Koruma, Elitist Mutenalaştırma, Müdafaa ve Müdahale, Katatoni ve Hayatiyet, Nostalji ve Bellek gibi başlıklar üzerinde tartışmasını ve yeni spekülasyonlar üretmesini sağlamak gelir. Ancak bu şekilde fiziksel çevrenin geleceğini tanımlayacak olan radikal değişim ve aşırı koruma rejimleri arasındaki ilişkiyi yeni melez üretimler ve periyodik uzlaşılar vasıtasıyla


DÜŞÜNCE

108

16 17

16 Aufheben kavramının ve diyalektik düşüncenin önde gelen isimleri Georg Hegel ve Karl Marx, illüstrasyon Ufuk Suçsuzer.

ARREDAMENTO

17 DNA replikasyonda eski ve yeninin çatışmalı fakat bereketli birlikteliği.

genişletilir ve Ortaçağ anıtlarının listeye dahil edilmesine müsaade edilir32. Böylece korunacak yapının yaş sınırı 400 yıla çekilmiş olur. 1908 yılında Kraliyet Komisyonu’nun kurulmasıyla birlikte, artık yeni eşik 1700 yılı olarak belirlenir, dolayısıyla zaman aralığı 200 yıla çekilir. 1946’da bu kez 18. ve 19. yüzyıl’da inşa edilen yapıların da listeye dahil edilmesiyle birlikte zaman aralığı 50 yılın altına iner33. 21. yüzyılın başında, “Tarihi Çevrenin Planlaması ve Politika Rehberliği”ne 2007 yılında yapılan bir revizyonla birlikteyse, artık herhangi bir zaman aralığı zorundalığı ortadan kalkar, otuz yıldan daha erken yaşa sahip yapılar da, “olağanüstü niteliklere sahipse ve tehdit altındaysa”, koruma listesine dahil edilebilir hale gelirler34. Dolayısıyla geçen yüzyıldan bugüne gelen süreçte, yapıların inşa süreleriyle, koruma kararlarının alındığı süre arasındaki zaman aralığı iki bin üç yüz yıldan, büyük bir hızla sıfıra iniverir; İnanılmaz derecede heyecanlı ve biraz olsun absürd bir zamanda yaşıyoruz, öyle ki koruma bizi sollamaya başladı. Belki de biz, korumanın artık retroaktif bir aktivite olmaktan çıkıp, prospektif bir aktivite haline gelişini ilk deneyimleyenler olacağız… Bu absürd bir hipotez gibi görünüyor, ancak bazı evlerin inşaatları biter bitmez korunmalarına karar verilmesiyle, çoktan gerçekleşti bile35. Mekan, işlev ve ölçek merkezli anlatıdaysa, ilk korunan yapı tipolojisinin 19. yüzyılın başından itibaren antik anıtlar olduğu gözlemlenebilir. 19. yüzyılın ortalarında dini yapılar, konutlar, tarihi kent meydanları ve doğal çevre, 20. yüzyılın başından itibarense fener kuleleri, mezarlıklar, ofis yapıları ve hatta demiryolları koruma listelerine dahil edilir. 1970 sonrası dönemle birlikte, postmodern

evreye girildiğindeyse artık lunaparklardan doğal adalara, kumarhanelerden alışveriş merkezlerine, kayak merkezlerinden muharebe meydanlarına, barajlardan otoyollara kadar sayısız tipoloji koruma pratiğine entegre edilir. New Mexico Devlet Üniversitesi’nde antropolog olarak görev yapan Dr. Beth O’Leary tarafından, Ay’ın yüzeyi üzerinde yer alan Apollo 11 uzay mekiğinin iniş alanının dahi, “Dünya Mirası” listesine alınarak korunmasının teklif edilmesi, Aşırı Koruma kulvarının ne denli radikal boyutlara taşındığının habercisidir36. Böylece Aşırı Koruma takıntısı dünyanın sınırlarını aşmış gözükür. Koruma tipolojilerinin çeşitlenmesiyle birlikte, koruma alanlarının ölçeğinin de gittikçe büyüdüğü gözlenir; 19. yüzyılın başında, bir anıtın yapısal ölçeği üzerinden başlayan koruma kurgusu, 21. yüzyıla gelindiğinde artık sahil şeritlerinden devcileyin adalara, doğal sit alanlarından kilometrelerce uzanan otoyollara kadar genişlemiştir. Bu radikal dönüşüm, en iyi İsviçre’deki Rhaetian Demiryolları’nın 2008 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirasları listesine alınmasıyla örneklenebilir. Bahsi edilen koruma, 384 kilometrelik bir demiryolu üzerinde vuku bulmuş ve korunan demiryolu, tampon bölgesiyle birlikte 109.537 hektarlık bir alan kaplar hale gelmiştir37. Özetle artık korunan tarihi çevreye dair kayda değer sorunsalların başında, korumanın kıtlığı ve yetersizliği değil, tam aksine korumanın taşkınlığı ve aşırılığı gelir. Aufgehoben Koruma’nın isim babası Georg W.F. Hegel’in felsefesinin temelinde ve sonrasında Karl Marx’ın diyalektiğinde, Aufheben kavramı önemli bir rol oynar. Mantık Bilimi adlı kitabında Hegel, Aufheben kavramını şu sözlerle açıklar; Aufheben dilde çifte anlam barındırır: bir taraftan koruma, sürdürme anlamına gelir, öte yandan ortadan kaldırma, sonlandırma anlamını taşır… Bu karşıt anlamlar için tek ve aynı sözcüğü kullanan bir dil bulmak kesinlikle dikkate değerdir… Bir şey ancak karşıtıyla ittifak kurduğu anda, bir üst seviyeye taşınabilir38. Aufheben kavramı Almanca’da bir yandan “ortadan kaldırma, yadsıma, değilleme” anlamına gelir, diğer yandan “koruma” ve “sürdürme” eylemini ifade eder, öte yandansa ilginç bir biçimde “üstesinden gelme” anlamını taşır. Kavram İngilizce’ye (sublate), Fransızca’ya (dépasser) veya


Aufgehoben Koruma, koruma düzleminin içinde bulunduğu katatonik yapılanmayı, değişim ve hayatiyetle karşılar, farklılaşan mekanla, insanla, kültürle ve zamanla bir arada var olabilecek esneklikte ve canlılıkta, kendisini uzlaşılan ölçülerde yapıp bozmaktan çekinmeyen bir koruma düzleminin peşine düşer. Böylelikle koruma düzlemiyle ilişkiye giren her aktör “değişime karşı çıkan tüm korumacıların aksine, değişimin avukatlığı”na evrilir39. Temel amaç geçmiş ve geleceği eşzamanlı bir perspektifle gözlemektir. Mekanın korunmasından bahsetmek özetle, ancak mekanı canlı ve devingen kılmak koşuluyla anlam kazanabilir; Ne yazık ki, çoğu koruma müzakeresi değişimi yeni olasılıklar olarak görmektense, bir şeylerin kaybı olarak tartışıyor—çünkü insanlar (özellikle koruma teşebbüsünün uygulayıcıları ve hamileri), herhangi bir yeni koşula geçmişteki bir “sihirli zaman”dan daha kötü olduğu gerekçesiyle karşı çıkıyor… Anlık değişimi ve sabitliği aynı anda üzerinde taşıması gereken kentsel çevre için topyekûn bir çözümden söz edilemez. Kent ancak, tarihi önem taşıyan “kentsel donanım”ının mühim parçalarının korunmasını şuan için yeni çözümler icat etme eylemiyle üst üste bindirebildiği sürece evrimini kesintisizce sürdürebilir40.

Notlar: 1 Uğur Tanyeli, Mimarlığın Aktörleri: Türkiye 1900-2000, (İstanbul: Garanti Galeri, 2007), s.450. 2 Geleneğin, tarihselliğin ve kimliğin ideolojik emellerle icat ve inşaatı için; Eric Hobsbawm ve Terence Ranger, ed., The Invention of Tradition, (Cambridge: Cambridge University Press, 1983); Benedict Anderson, Imagined communities: Reflections on the origin and spread of nationalism, (London: Verso, 1991). 3 Gökhan Kodalak, “Güncel Mimarlık Sorunsalları: Ekoloji”, Arredamento Mimarlık, no: 249, Ekim 2011, s.87-97. 4 Uğur Tanyeli, “Yaşanmamış Geçmişin Resmi”, Rüya, İnşa, İtiraz: Mimari Eleştiri Metinleri, (İstanbul: Boyut, 2011), s.79-82. 5 Sistine Şapeli’nin geçirdiği restorasyonlarla ilgili daha detaylı bilgi için; Massimo Giacometti, ed., Michelangelo’s Colours Rediscovered in The Sistine Chapel, (New York: Harmony Books, 1986). 6 John Ruskin, The seven lamps of architecture, (New York: Dover Publications, 1989), s.194-195. 7 Eugene Viollet-le-Duc, The foundations of architecture, (New York: George Braziller, 1990), s.195. 8 Frederic Spotts, Hitler and the Power of Aesthetics, (New York: The Overlook Press), 2003. 9 Antonio Sant’Elia ve Filippo Tommaso Marinetti, “Futurist Architecture”, Programs and manifestoes on 20th-century architecture, ed. Ulrich Conrads, (Cambridge: The MIT Press, 1975), s.34-38. 10 Yakın zamanda popüleritesi artan Yeni Osmanlıcılığın kavramsal olarak incelemesi için; “Yeni Osmanlıcılık: İdeoloji, Politika, Ruh Hali ve Estetik Olarak”, Arredamento Mimarlık 261, Ekim 2012, s.112-123 11 Marusic, Siniša, “Skopje 2014: The new face of Macedonia, updated”, Skopje: BalkanInsight, www.balkaninsight.com/en/gallery/skopje-2014, 27 Temmuz 2012. 12 San Gimignano örneğinin detaylı analizi için; Medina Lasansky, “Urban Editing, Historic Preservation, and Political Rhetoric: The Fascist Redesign of San Gimignano”, Journal of the Society of Architectural Historians, vol: 63, no: 3, Sept. 2004, s.320-353. 13 James Lees-Milne, People and Places: Country House Donors and the National Trust, (London; Murray, 1992), s.5. 14 Gösteri (Spectacle) kavramı, yerli yersiz kullanımıyla içi boşaltılmış olsa da, Aşırı Turistik Koruma anlayışı çerçevesinde anlamlı gözükür; Guy Debord, Gösteri Toplumu, (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2006). 15 Cengiz Giritoglu ve Gülden Oruç, “The Evaluation of Vitality and Viability of Historical Peninsula”, Aesop Congress, Vienna, 2005, s.3. 16 Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü, Ehil ve Ahali, www.nisanyansozluk.com/, 25 Ekim 2012. 17 Tarlabaşı Yenileniyor, Beyoğlu’nun Işığı Tarlabaşı’nda Parıldayacak, http://www.tarlabasiyenileniyor.com/, 01 Haziran 2011. 18 Tarlabaşı Yenileniyor, 50 Soruda Tarlabaşı Yenileme Projesi, www.tarlabasiyenileniyor.com/50soruda_tarlabasi_yenileme_ projesi.pdf, 01 Haziran 2011. 19 “Kent Hakkı” ve “Mekan Adaleti” gibi kavramların kuramsal kaynaklarından bazıları için; Henri Lefebvre, The Production of Space, (Oxford: Basil Blackwell, 1991); David Harvey, “The Right to the City”, New Left Review, no:53, Sept./Oct. 2008, s.23-40. 20 Max Page ve Randall Mason, ed., Giving Preservation a History: Histories of Historic Preservation in the United States (London: Routledge, 2004), s.3-16. 21 UNESCO, Operational Guidelines for the Implementation of the World Heritage Convention, (Paris: World Heritage Centre, 2005). 22 Docomomo, Modern Mimarlık mirası ve koruma ile modernitenin gerilimli ilişkisiyle ilgili zihin açıcı bir söyleşi

metni için; Bülent Tanju, “20. Yüzyıl Mimarlık Mirası”, Ege Mimarlık, no:48, Nisan 2003, s.38-44. 23 Giorgio Vasari, “The Lives of the Artists,” in Eric Fernie, Art History and its Methods: A Critical Anthology, (London: Phaidon, 1999), s.22-42. 24 David Lowenthal, “The Heritage Crusade and Its Contradictions”, Giving Preservation a History: Histories of Historic Preservation in the United States, Max Page ve Randall Mason, ed., (London: Routledge, 2004), s.19-43. 25 Page ve Mason, ed., Giving Preservation a History, s.15. 26 Lowenthal, “The Heritage Crusade and Its Contradictions”, s.37. 27 United Nations HABITAT, “Slum Dwellers to double by 2030”, www.unhabitat.org/downloads/docs/4631_46759_GC 21 Slum dwellers to double.pdf, 01 Haziran 2011. 28 United Nations Environment Programme, “Our Planet Magazine”, www.unep.org/ourplanet/imgversn/142/images/Our_Planet_1 4.2_english.pdf, 01 Haziran 2011. 29 Lowenthal, “The Heritage Crusade and Its Contradictions”, s.21. 30 A.g.y., s.29. 31 Listelenen anıtların 26’sı İngiltere, 22’si İskoçya, 18’i İrlanda ve 3’ü Galler’de konumlanır; Charles Mynors, Listed Buildings, Conservation Areas and Monuments, (London: Thomson, 2006), s.8-18. 32 A.g.y. 33 A.g.y. 34 Planning Policy Guidance Note 15, “Planning and the Historic Environment”, (Norwich: The Stationary Office, 2007), s.4. 35 Rem Koolhaas, “Preservation is Overtaking Us”, Future Anterior, 1 (2), 2004, s.1-4. 36 Beth O’Leary, “Evolution of Space Archaeology and Heritage”, Handbook of Space Engineering, Archaeology, and Heritage, Ann Darrin ve Beth O’Leary, eds., (Boca Raton: CRC Press, 2009), s.29-47. 37 UNESCO, World Heritage: Rhaetian Railway, whc.unesco.org/en/list/1276, 01 Haziran 2011. 38 Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Science of Logic, (London: George Allen & Unwin, 1969), s.107. 39 Rahul Mehrotra, “Conservation and Change: Questions for Conservation Education in Urban India”, Thinking Conservation: Contemporary Prespectives from India, Amita Baig ve Rahul Mehrotra, eds., (Mumbai: Jasubhai Media, 2009), s.87-103. 40 A.g.y.

109

ARREDAMENTO

Aufgehoben Koruma koruma düzlemini katatonik sabitlikten hayati devingenliğe, hayali nostaljik avuntudan dünyevi bellek birikimine, özcü kimlik arayışlarından melez çoğulculuğa, ayrıcalıklı ve sömürücü mutenalaştırma mekanizmalarından

eşitlikçi bir arada yaşama mekanizmalarına doğru kaydırma mukavemetinden başka bir şey değildir. n Y. Mimar Gökhan Kodalak, Cornell Üniversitesi: Mimarlık ve Kentsel Gelişim Tarihi doktora öğrencisi / ABOUTBLANK Kurucu Ortağı

DÜŞÜNCE

Türkçe’ye (ortadan kaldırma) çevrildiğinde, Almanca’da taşıdığı çok anlamlılığı yitirir. Aufgehoben Koruma, tam da bu çok anlamlılık düzleminde işlev görür; öncelikle tarihi çevrenin tarihin ta kendisini ifade ediyormuşçasına zaman içerisinde dondurulma eylemi “yadsınır, değillenir ve ortadan kaldırılır”, ardından tarihi çevre değişimin ta kendisini merkez alan yeni bir anlayış etrafında korunarak “sürdürülür” ve son olaraksa tüm farklılık ve başkalaşımlarıyla sosyal ve kentsel hayatiyet, tarihi çevreye eklemlenerek koruma pratiğinin ana kördüğümünün “üstesinden gelmek” amaçlanır. Dolayısıyla maharet, Hegel diyalektiğinin genelde sonlandırıldığı sahte sentezde, yani yeni bir bütünlük ve ruhani uyum illüzyonunda değil, aksine bu verimli mücadeleyi örgütleyebilme dünyeviliğindedir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.