Gökhan Kodalak, "Güncel Mimarlık Sorunsalları: Ekoloji," Arredamento Mimarlık (2011)

Page 1

DÜŞÜNCE

Güncel Mimarlık Sorunsalları: Ekoloji

87

Son yılların en sansasyonel tartışma başlıklarından biri de ekoloji- mimarlık ilişkisi. Doğanın tehlikede olduğu savını eksen alan ve mimarlığı, dünyayı premodern koşullardaki o çok idealize edilmiş denge durumunu iade etmenin aracı olarak düşleyen bir kavrayış ortama egemen. Gökhan Kodalak bu yaklaşıma kapsamlı bir eleştiri getiriyor, anadamar ekolojizmin düşünsel ve ekonomik altyapısını tartışıyor ve alternatif bir ekoloji kavrayışı ortaya koyuyor. Gökhan Kodalak n Moderniteyle birlikte, bir yandan doğal çevreye hangi şartlar altında müdahele edileceği, diğer yandansa doğal çevrenin hangi kriterler dahilinde müdafaa edileceği üzerine doğan yeni tartışmalar, doğayla kurulacak yeni ilişki biçimlerini tarifleyen ekoloji kavramını ortaya çıkarır. Bu yeni anlayışın tarihiyse, temelde doğal ile yapay ve aşkın ile içkin kavramları arasındaki gerilimler üzerine inşa edilir. Metnin ilk iki altbaşlığında, ekolojiyi hayali bir bütünlüğe sahip olduğu varsayılan nostaljik bir Doğa Ana’ya dönüş olarak tariflemenin ve piyasa aparatlarını kullanarak sömürmenin çıkmazlarından bahsedilecek. Son iki altbaşlığındaysa ekolojinin heterarşik ve eşitlikçi düzlemlerde, küresel ölçekten mahalli ölçeğe dek tüm aktörlerle iletişim kurarak ve hızla değişen kentsel yaşam koşullarıyla çaprazlanarak, nasıl örgütlenebileceğine dair bazı naif önerilerde bulunulacak.

Nostaljik ekoloji 1

1 Doğa Ana: Anselm Feuerbach, Gaia (1875).

“Gaia, herşeyin Anası, en kadimi, kuruluşu, Yeryüzüne dair bir şarkı söyleyeceğim.” Gaia için Homeros İlahisi

Doğa Ana kavramıyla yazılı bir metinde ilk kez, MÖ 13. yüzyılda Miken Uygarlığı’nın Doğrusal B alfabesindeki “ma-ka” (Anne Gaia) terimi üzerinden karşılaşılır. Doğanın besleyici ve yaratıcı tarafının dişi tanrıçalar üzerinden kişileştirilmesinin izi,

ARREDAMENTO

Nostaljik Ekoloji, geleneksel evrenin bütünlüklü olduğu varsayılan dünyasına ve doğanın kutsallıkla bezendiği “Doğa Ana” inancına duyulan özlemle, güncel ekolojik sorunları çözme arayışıdır. Geleneksel dünyada sahip olunduğu düşünülen uyumlu, dengeli ve sağlıklı çevrenin, moderniteyle birlikte kaybedildiğine inanıldığından, amaç daha çok harap haldeki bu yeni çevreyi tedavi etmek ve organizmalar ile çevreleri arasındaki etkileşimin premodern vasıflarına yeniden kavuşmaktır. Nostaljik Ekoloji’ye göre

ekolojik problemlerin temel sebebi ya modern teknolojidir ya da doğayı manipüle ya da domine edebileceğine inanan insanın Kartezyen öznelliğidir1. Dolayısıyla yapılması icap eden doğayı yeniden keşfetmek, doğanın bağrına çıkıp onu hissetmek ve içimize çekmektir. Bu romantik eğilimli pitoresk tutku, kolayca farkedilebileceği üzere, ideolojik mistifikasyonları içerisinde barındırır, hızla premodern paradigmaları öven bir tür neoPaganist pozisyona meyleder ve kaşla göz arasında Yeni Çağ spiritüalizmi sözcülüğüne soyunuverir. Oysa ki daha en başta, modernitenin hastalıktan, geleneksel evreninse uyumlu ve dengeli bir bütünlükten ibaret olduğu iddiası safsatadır. Sorun doğayı kişileştiren, doğayı Doğa Ana yapan ve böylece doğanın kaynaklarının sömürülebildiğini veya doğaya ihanet edilebildiğini savunan düşüncenin ta kendisindedir. Bu yüzden sınırsız bir kutsallığı barındırdığı varsayımıyla, Doğa Ana’ya saygıyla yaklaşmamız talep edilir. Doğa Ana, bilinmezlikleri çözülmekten çok, sonsuza kadar bir gizem olarak kalması gereken, domine etmememiz, fakat kalbimizi açarak güvenmemiz ve heybetini bir adım geriye çekilip izlememiz gereken engin bir güç olarak sunulur. Özetle Doğa Ana inancı, reaksiyoner bir metafizik tevhit arayışıdır, Nostaljik Ekoloji de postmodern evreyle birlikte inanç sistemlerindeki çözülmeleri fırsat bilip, kitlelerin yeni afyonu olmanın hesabını yapar.


88 DÜŞÜNCE

Semavi dinlerin küresel yayılımı sonrası, bu kez Doğa’nın yukarıda cennet ve melekler, aşağıda cehennem ve zebaniler arasındaki bir katta, Tanrı’nın üretimi olarak varedildiğine inanılır. Böylece Doğa artık ilahi olanla maddesel olan arasında sendelemeye başlar2. Doğa bir başka ilahi otoriteyse neden ona Tanrı denmiyordur? Tanrı maddi dünyanın dışındaysa, neden Doğa sadece madde olarak kabul edilmiyordur3? Bu muğlaklık, Romantik akımın önderliğinde Tanrı ve madde arasında konumlanan yeni bir tin arayışını doğurur. Doğanın pitoresk dokusunu çevreleyen adeta “süblime” edilmiş bir aura icat edilir; hem korkutucu görkemiyle gökteki Tanrı’ya referans verir, hem de bir ayağı hala topraktadır, maddeye referans verir. Nostaljik Ekoloji’nin yaptığı da tam olarak budur; modernitenin endüstrileşme süreciyle arkaplana ittiği doğanın bu yarıtanrısal, yarı-maddesel müphemlik mitini, postmodern evrede yeni baştan diriltir.

2 3

ARREDAMENTO

2 Romantik Doğa: Joseph Kock, Gökkuşaklı Kahraman Peyzaj (1805). 3 Tekno-kırsalcı Nostalji: Frank L Wright, Broadacre City (193259).

tarih öncesi dönemin Venüs figürlerinden, İlk Çağ’ın çok tanrılı inançlarına kadar sürülebilirse de, Antik Yunan’da bu kavrayış önemli bir kırılmaya uğrar; preSokratik filozoflar doğayı “icat ederler” ve dünyevi fenomenlerin tümünü physis kavramı etrafında toplayarak “fiziksel” ile “metafiziksel”in üç milenyumluk mücadelesini başlatırlar. Ortaçağ’da

Bu spiritüel arayışın mitolojik kökenlerine inildiğinde; Roma’da Terra Mater, İskandinavya’da Jörd, İnka’da Pachamama, Sümer’de Ninhursag, Türk mitolojisinde Yer Tanrı, Aborjinler’de Eingana ve Antik Yunan’da Gaia olarak çeşitlenen fakat benzer vasıflarla bezeli bir dizi Doğa Ana figürüyle karşılaşılır. Bunlardan geniş göğüsleriyle tasvir edilen Gaia, primordiyal Doğa Ana’dır, doğadaki tüm bereketin hem kaynağıdır, yani bir tür metafiziksel güçtür, hem de yeryüzünün fiziksel karşılığıdır, yani maddenin ta kendisidir. Bu kadim mit, postmodern evrenin ekolojik uyanışında kilit rol üstlenecek bir hipoteze kaynaklık edecektir. 1970’lerde James Lovelock’un kitaplarıyla ünlenen Gaia hipotezi, ekolojik düşün düzlemini yeni baştan şekillendirir4. Hipotez, dünyanın tüm fiziksel bileşenlerinin (atmosfer, hidrosfer, litosfer vs.) etkileşimli ve karmaşık bir sistem olarak bütünleşik halde çalıştığını ve dünyanın yaşam için fiziksel, klimatik ve biyo-jeokimyasal şartları teleolojik bir kurguyla hareket eden bir antite olarak düzenlediğini vazeder. Hipotez, dünyayı holistik bir imgelemle kendi otonomisine sahip, her türlü parçacığının geri beslenimiyle çalışan, hem hayatın kaynağı, hem hayatın düzenleyicisi, hem de hayat koşullarının ta kendisi olarak sunar. Özetle, dünya ekolojisinin zeki bir varlık olarak yaşadığını öne süren Gaia hipotezi, Nostaljik Ekoloji damarının da doruk noktasını oluşturur. Artık primordiyal Doğa Ana’nın iyileştiriciliği, besleyiciliği,


Buradan bir başka postmodern dönem popüler kavramına doğru yol alınırsa, 1970’lerden itibaren artan bir yaygınlık sonunda “Sürdürülebilirlik” bugün sadece mimari ve ekolojik düzlemde değil, başta ekonomi-politik olmak üzere hemen her kulvarda ön plana çıkmış vaziyettedir. Kelimenin etimolojik kökü, Latince subtenere’den gelir, yani “Muhafaza etme”, “Koruma”, “Katlanma” gibi Prithvi lakaplarını kapsayan bir anlam kümesine referans verir5. Dolayısıyla “gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılamalarını önlemeyecek şekilde gelişmek”, “desteklenen ekosistemlerin taşıma kapasitesiyle yaşayarak insan hayatını iyileştirmek” ya da “doğaya, evrensel insan haklarına, ekonomik adalete ve barış kültürüne saygı üzerine temellenmek” gibi uçsuz bucaksız tanımlamalarla öne sürülen bu kapsayıcı kavram, Nostaljik Ekoloji temelinde, antikiteden bu yana el üstünde tutulan sabitlik, değişmezlik, muhafazakarlık, sağlamlık vb. ilahi “sürdürücü” vasıfların restorasyonundan başka bir şey değildir. Bu yüzdendir ki;

Mimarlık düzlemindeki Nostaljik Ekoloji anlayışıysa, tekno-kırsalcı bir güzergaha sahiptir. Ebenezer Howard’ın izole yeşil fanuslar şeklinde hayal ettiği Bahçe Kentleri, Frank L. Wright’ın teknokratik kırsal düşü Broadacre City, başta Le Corbusier’inkiler olmak üzere Modernist ürbanizmin değişim ve kentsellikten korkan, sabit düzenekler peşinde koşan frijit örnekleri, anti-kentsel şehir benzeri Sovyet ürbanizmi, postmodern evrenin güvenlik paranoyası soslu burjuvazisinin kırsal banliyö rüyaları ve kendine yetebileceğini varsayan tüm otarşik kurgular, şu veya bu şekilde Nostaljik Ekoloji’ye göbekten bağlanırlar. 2001 yılında RIBA destekli bir konferans için 18 farklı profesyonelin ekolojik sorunsala mimarlık düzlemi üzerinden çözümler getirmeye çalıştığı “Mimarlığı Anti-Makine Çağında Sürdürülebilir Kılmak” adlı kitabın, daha “Kasaba ve kırsala bütün olarak bakmak”, “Zen ve hayat döngüsü bakım sanatı” ve “Küçük kasaba” gibi makale başlıklarından başlayarak bu nostaljik damara nasıl eklemlendiği, Martin Pawley’nin neo-kırsalcılık yönelimli şu sözleriyle özetlenebilir: “Eğer tüm problemler kentselse, neden cevapların da kentsel olması gerektiğini düşünelim7?” Pawley’ye göre, cep telefonları ve internet virtüel kenti zaten gerçek kılmıştır, kent merkezleri antikalaşmış ulaşım sistemleri ve arızalı mekanlarıyla can çekişiyordur, yapılması gereken kentleri terketmek ve 0.4 hektarlık zonlara kurulacak “özel kırsal yerleşimler”e geçmektir. Burada çevirimiçi bilişim dallarıyla çalışılacak, çevre dostu araçlar kullanılacak ve böylece 21.yüzyılın kentsel problemleri -kırsal üzerinden- pekala çözülebilecektir. Kolayca farkedileceği üzere Pawley’nin yaptığı, Wright’ın Broadacre City’sini pişirip tekrar önümüze koymaktan başka bir şey değildir. Öte yandan, Peter Hall ve Colin Ward “Toplumcu Kentler: Ebenezer Howard’ın Mirası” adlı 1998 tarihli kitaplarında

sürdürülebilir ürbanizmin ideal hali olarak bu kez Bahçe Kentler’e geri dönmeyi önerirler. Kitabın ilk yarısı, Letchworth (1903) ve Welwyn’de (1920) inşa edilen Bahçe Kentler’in dönemin yerel planlama politikalarında ne denli etkili olduğunu savlar8. İkinci yarısıysa, Bahçe Kentler’in diriltilmesi üzerine kurulur. Banliyölerde hızlı ulaşım koridorlarından kurulu lineer sekanslı “sürdürülebilir toplumsal arsaalanları”na yerleşilecek ve alternatif tarım bu kasabaların peyzajını oluşturacaktır. Önerdikleri kentin değişim ve farklılıklarından korkan, pitoresk kırsallığı, naif kantitatif hesaplarla belirlenmiş otarşiyi ve hapsedici izolasyonları savunan, bir başka Nostaljik Ekoloji anlatısıdır. Bu bağlamda Negri’nin öz yönetimli bahçe yaşantılarıyla alay eden ve farklılık ile değişim jeneratörlüğü temelinde metropolü her daim savunan dili akıldan çıkarılmamalıdır; “En yakın yoldaşlarım komünlerden, öz yönetimli bahçelerden (…) ve tüm ortak Bildung girişimlerinden alternatifler olarak bahsettiklerinde, neredeyse kahkaha atacak gibi oluyorum9.”

89

Belki de 21. yüzyılda ekoloji üzerine anlamlı bir çift laf edebilmek için, öncelikle hayali bir geleneksel zaman Doğa Ana’sı peşinde koşmayı bırakmak, onu spiritüel Zen döngüleriyle allayıp pullayıp kırsal köycüklere hapsetmekten vazgeçmek ve bugünün en önemli “yaşamsal çeşitliliği”ni barındıran ekolojiyle, basitçe kentlerin ve metropollerin ekolojisiyle birlikte yeni baştan düşünmek gerekir.

Pazar Ekolojisi “İlk büyük inşaat projem olması adına bunu seçmem kolay oldu, hem çevre dostu mimarlık değerlerimi vurgulayacak, hem de eğlence sektöründeki kariyerimi kucaklayacak.” Brad Pitt, Dubai için tasarladığı “Ekolojik” Otel hakkında 1960–80 aralığında, kapitalizmin tüm kültürel ve sosyopolitik devrimci talepleri sivri uçlarını budayarak içine aldığı ve böylece yıkılmak şöyle dursun, daha da güçlendiği yeni hali, neoliberal tevhidi beraberinde getirir. Böylece modern kapitalizmin felaketlere yol açan aşırı istismarcı ve sömürücü halinin ekolojik amaçlara, yoksullukla mücadeleye vb. sosyal sorumluluk kulvarlarına hizmet verebildiği ölçüde kendisini pazarlayabildiği yeni bir format ortaya

ARREDAMENTO

“Doğa’nın bu yeni dengesizliğinin karşılığı olarak, bir Alman ekoloji bilimadamı 1970’lerde şunu önerir: Doğa durmadan değiştiğinden ve birkaç asır içerisinde dünya üzerindeki koşullar insanlığın yaşamını sürdürmesini imkansız hale getireceğinden dolayı, insanlığın kolektif amacı kendisini doğaya adapte etmek yerine, dünyanın ekolojisine daha büyük bir güçle müdahele etmek ve dünyanın değişimini dondurmak olmalıdır, böylece dünyanın ekolojisi temelde aynı kalacak ve bu da insanlığın hayatta kalmasını sağlayacaktır6.” Aşırı tutuculukla yıkanmış bu öneri, Nostaljik Ekoloji’nin temel gerçeğini su yüzüne çıkarır. Nostaljik Ekoloji’nin Yeşiller’i, yeni bir dinin rahipleridir. Postmodern çoğu inanç füzyonu gibi,

bilimsel düzlem üzerinde şekillenir; küresel ısınma, biyolojik çeşitliliğin yitirilmesi vb. argümanlar, Doğa Ana mistifikasyonuna bulanır ve kaybedildiği varsayılan o kutsal tevhidin ruhu geri çağrılır durur. Asıl amaç değişimin imkansız, mevcudiyetin zamansız olduğu, kadir-i mutlak tek doğrunun bütünleşik yoluna baş koymaktır. Nostaljik Ekoloji’nin yolu bu bağlamda, kaybedilen kutsallığın yoludur.

DÜŞÜNCE

bereketliliği, doğurganlığı, uyumluluğu, düzenleyiciliği, döngüleri ve dengeleri, kısaca tüm nitelikleri, postmodernitenin ekolojik zemini üzerinde yeniden inşa edilmeye başlamıştır. Doğa Ana’nın Hindu inanışındaki Doğa Tanrıçası Prithvi’nin başat sıfatlarında görülebileceği üzere, “sürdürücü” nitelikleri de bulunur. Bu lakaplar şöyle sıralanabilir; Dhara “Muhafaza eden”, Drdha “Sabit olan”, Sthavara “Değişmez olan”, Vishdava “Herşeyi koruyan” ve Vishvamhara “Herşeye katlanan”.


ARREDAMENTO

DÜŞÜNCE

90

etmesinden ve günah çıkartıcı bir zekat olarak kullanmasından başka bir şey değildir. 1944’te, Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın, devletçi geleneğin bir kez daha altını çizdiği o ünlü “Komünizm “Pazarın sosyal sorumluluk karşısındaki gelecekse, onu da biz getiririz.” sözlerini, muhalefeti ortadan kalktı –artık bu ikili, buraya biraz bükerek de olsa uyarlamak ortak fayda için biraraya getiriliyor. mümkün gözükür: Neoliberal kapitalizm Çalışanları işbirliği ve katılıma teşvik etme, şöyle der; “Ekoloji gelecekse, onu da biz müşterilerle diyalog kurma, doğaya karşı getiririz.” Pazar Ekolojisi kısaca budur. saygılı olma, iş anlaşmalarını Pazar Ekolojisi’nin ikiyüzlülüğünün en şeffaflaştırma, bugünün başarı bariz dışavurumu, çölün ortasında Neoliberal kapitalizmin bu yeni trüğünün anahtarlarıdır. (…) [Kapitalistlerin] yeni diktatöryen petrol sermayesiyle inşa edilen mimarlık ortamında en çok, dünyanın en tercih ettikleri mottoları böylece sosyal Körfez Bölgesi ve Dubai örneklerinin fazla kazanan 100 mimarlık ve inşaat sorumluluk ve şükran haline gelir: “sürdürülebilirlik” ve “ekolojik tasarım” şirketi arasında sayılan HOK, SOM, Toplumun onlara karşı, yeteneklerini başlıkları altında pazarlanmasıdır. İngiliz Halcrow, Foster vb. firmalar tarafından ortaya koymak ve büyük mal varlıkları firması Halcrow’un “Sürdürülebilirlik sahibi olmak adına, inanılmaz derecede iyi Pazar Ekolojisi anlayışıyla kullanıldığını söylemek, herhalde şaşırtıcı olmaz. Her biri Kitabı” adlı broşüründeki ana mesajlar; davrandığını itiraf eden ilk onlar olurlar, “Sürdürülebilirlik önemlidir.” ve “Hepimiz mimarlıkta sürdürülebilirlik ve ekolojik dolayısıyla topluma birşeyleri geri vermek bir farklılık yaratabiliriz” gibi basmakalıp duyarlılıklar adına konferans ve ve sıradan insanlara yardım etmek artık sempozyumlar düzenler, kitap ve broşürler sloganlardan öteye geçmez14. Oysaki onların görevi haline gelir. Sadece bu tarz bastırır, yeni standartların oluşmasında şefkatli bir yaklaşım, işlerindeki başarıyı Halcrow’un asıl farklılık yarattığı yer şirket çıkarlarını gözeterek- katkıda dişe dokunur hale getirebilecektir…10” Körfez’in ta kendisidir. 1952’de Kuveyt’e bulunur ve kurumsal imajlarını doğayla ilk çağrılışlarından itibaren firma “21. Böylece tüketim ve anti-tüketim aynı paket barışık, toplumsal sorumluluk sahibi, “etik yüzyılın Körfezi”ni inşa etmek adına kapitalistler” olarak sunar. Bu bağlamda bölgeye adeta demir atmış bulunur15. içine sokulur, doğayı sömürmek ve ABD’nin en kazançlı 10 tasarım Britanya’nın da jeopolitik rolünü arkasına ekolojik duyarlılık birlikte örülür, lüks firmasından biri olarak kabul edilen alan şirket, 1950’lerden itibaren Körfez’in tüketim ve fakirlere yardım birarada HOK’un piyasaya sürdüğü “Sürdürülebilir ve Dubai’nin kentsel üretiminde eşi benzeri sunulur. Şöyle ki, artık Starbucks’tan bir görülmemiş ölçekteki pasta payını -ulaşım bardak kahve satın aldığınızda, “kahveden Tasarım için HOK Rehber Kitabı”, ofisin ağlarını, su ile enerji altyapılarını ve hatta daha fazlasına, bir tür kahve etiğine rağbet kendi promosyonunu yapması dışında, yeni şehirler inşa etme görevlerini- üzerine ediyorsunuz”dur. Kahveye daha fazla para konstrüksiyon ve malzeme seçimleriyle ilgili çeşitli pragmatik öğütlerden fazlasını almasını bilir. Meseleyi daha derinlemesine ödeyerek, aynı zamanda çiftçilere yardım vadetmez13. Ekokapitalizm fantezisiyle edersiniz, kahve yetiştirme pratiklerini anlamak adına, Rem Koolhaas’ın Halcrow’un Dubai’den sorumlu olan geliştirmeye katkıda bulunursunuz, yağmur süslü kitapta, “eğer ki maliyeti ve yöneticisi John Smith’le yaptığı şu röportaj ormanlarının yitirilmesini önlersiniz ve performansı eşitse, yerel malzemeleri hayati gözükür: pofuduk koltuklarla size sunulan kullanmayı tercih edin” gibi politik 11 atmosferin bir parçası haline gelirsiniz . doğrucu etiğin eşsiz örneklerine rastlamak Dolayısıyla fazladan ödediğiniz ücret, mümkündür. Mesaj özetle şuna indirgenir; “RK — Dubai’nin şuandaki durumuyla “etik” vergisidir, sosyal sorumluluğunuz eğer ki maliyet kurtarıyorsa (yani kapitalist ilgili ne düşünüyorsunuz? Yaklaşımınızın tüketimin içine başından itibaren dahil karı azaltmıyorsa), ekolojik duyarlılık iç çerçevesi ve sonuçlarını artık görmeye edilir. rahatlığıyla sergilenebilir. HOK, SOM, başlıyor muyuz? Foster vb. politik doğrucu ekolojistlerin kolayca farkına varılabilecek en temel 2006’da kurulan TOMS ayakkabılarıysa, JS — Açıkçası, Florence Nightingale olmak problemi, zaten soruna en başında neden yeni poliçesiyle bu mantığı uçlara taşır: istemeyi çoktandır bıraktım. olan sömürücü pozitivist mantığın “Satın aldığınız her bir çift ayakkabıyla Deneyimlerimin birçoğu, BM, Dünya içerisinde, sorunu pazarlanabilir sahte birlikte, TOMS yeni bir çift ayakkabıyı Bankası ve ILO gibi yardım ajanslarıyla çözümlerle geçiştirmeleridir. ihtiyacı olan bir çocuğa verecek. “Bire doğrudan çalışmak üzerine gerçekleşti. Bir”. Asıl amacımız bireylerin satın alma Eskiden yoksulluğu azaltmaya yardım gücünü kullanarak, herkesin iyiliğine fayda Pazar Ekolojisi anlayışı güncel mimarlık etmenin, şahsi bir deneyim olduğunu sağlamak. Dünya üzerindeki 6 milyar projelerinde artan bir hızla yeşilin düşünürdüm. Her sabah ayağa kalkmayı insandan, 4 milyarı çoğumuz için tasavvur kozmetik kullanımını radikal boyutlara kafamda ancak böyle rasyonalize edilemez şartlarda yaşıyor. Haydi, hep taşır. Artık her yer yeşildir, bahçedir, sebze edebiliyordum. (…) Fakat bunların birlikte daha iyi bir gelecek için bir adım yetiştirilir, kuşlar uçar, kırmızı balonlu birçoğu, Dubai için uygun değil. Buradaki atalım12.” çocuklar sevinçle çimenlerde yuvarlanır ve (…) zaman ve üretimin kalitesi, yani tavşanlarla birarada mutlu mesut yaşar. uygulamanın kendisi işin esasını Pazar Ekolojisi, postmodern evreyle oluşturuyor. Dubai benzeri görülmemiş bir “Bire Bir” mottosu, neoliberal söylemin birlikte mimarlık ortamını ele geçiren kalkınma hızını deneyimliyor. Bu hınzır oksimoron karşılığıdır; egoist Piyasa’nın, kendi karını etkilemeyeceği ve tüketimle fedakar hayırseverlik üstüste kaçınılmaz olarak, daha önce tahayyül hatta pazarlama stratejileriyle karına kar biner, tüketimin günahı, ihtiyacı olan edilmemiş seviyelerde altyapı gerektiren katacak ölçüde, Doğa’yı kendisine entegre birine yardım edilmek şartıyla silinmiş çok iddialı projeleri gerekli kılıyor. (…) çıkar. Dolayısıyla bu aynı zamanda, holistik bir tür post-materyalist paradigmaya kayışın da habercisidir;

sayılır. Düğüm noktası tüketmenin kendisinin, simultane olarak, zaten başta kapitalist tüketimin neden olduğu dertlere karşı yürütülen bir mücadeleye katılımın bir parçası olarak sunulmasıdır. Neoliberal kapitalizmin en büyük trüklerinden biri, işte tam olarak budur; “etik” de, “sosyal sorumluluk” da artık meta haline gelmiştir, belirli bir ekstra ücret karşılığında satın alınabilir.


91 DÜŞÜNCE

4

5

Benim bunu rasyonalize etme yolum, yeni işler yarattığımız üzerine. Ben bir tasarımcı değilim, dolayısıyla muhteşem silüeti yarattığımı söyleyemem. Fakat hissediyorum ki, Dubai’nin gerçekliği budur. Ya suya girer ve yüzersiniz, ya da ayaklarınızı suya dahi sokmazsınız16.”

Hollywood’un önde gelen starlarından sayılan ve Angelina Jolie’yle sansasyonel evliliğiyle ününe ün katan Brad Pitt, profesyonel aktörlük kariyerinin yanında, son dönemde amatör bir mimarlık tutkusu geliştirir. Amatör derken, Brad Pitt’in mimarlığın okulunu okumadığı, fakat Frank Gehry, Thom Mayne, Rem Koolhaas gibilerin yanında stajyerlik yaptığı, televizyonlarda “Sürdürülebilirlik” üzerine Design e2 gibi programlar yürüttüğü ve Katrina fırtınası sonrası New Orleans’ta Make It Right Foundation’ı kurarak, yerli halk için yeni barınaklar tasarladığı bir tür “Star Amatörlüğü”nden bahsedildiği unutulmamalıdır. Brad Pitt’in Mart 2009’da ABD başkanı Barack Obama’yla buluşarak, kendi konsepti olan “Yeşil Konutlar”ı ulusal bir model olarak sunması ve birlikte Sürdürülebilir Mimarlığın federal finansman olasılıklarını tartışmaları, Pazar Ekolojisi’ni özetlemek adına biçilmiş kaftandır17. Bu bağlamda Pazar Ekolojisi’nin ete kemiğe bürünmüş kamusal yüzü için Brad Pitt’ten daha uygunu düşünülemez. Bir tarafta Angelina Jolie’yle birlikte Afrika’daki çocuklara

4 Brad Pitt Yeşil Konutlar için Beyaz Saray'da. 5 Doğada erime, Topografik yeşil mimari. 6 Dubai, Sürdürülebilir ikiyüzlülük.

ARREDAMENTO

Halcrow müdürü öncelikle Florence Nightingale’cilik oynayarak, yoksullara yardım etmesini, kapitalist sömürünün karşısında her sabah güne başlayabilmek adına kendisini ayakta tutan tek şey olduğunu itiraf eder. Fakat mesele Dubai’ye taşındığında ve artık bu sahte duyarlılık dahi ortada kalmadığında Halcrow müdürü, bu yeni sömürü modeli karşısında sabah ayağa kalkamaz hale tabii ki gelmeyecektir. Bu kez de en azından “iş yarattıkları” bahanesiyle vicdanını rahatlatır ve durumu kendi kafasında “rasyonalize” eder. Politik düzlemde bu, ABD ve Avrupa Birliği’nin demokratik sayıklamaları yanında, bir tarafta petrolünü sömürdükleri ve karşılığında militer teknoloji sattıkları Suudi Arabistan gibi diktatöryen ülkeleri el üstünde tutmaları, diğer taraftaysa kontrol edemedikleri ve işlerine gelmeyen ülkeleri anti-demokratik “Şer Ekseni”ne dahil etmelerine benzer bir ikiyüzlülüğe işaret eder. “Dubai’nin gerçekliği” diye bahsedilen şey, bu mantığın sürdürülemez olmasına karşın, Halcrow, Foster, SOM, HOK gibi firmaların, kar paylarını arttırmak için ayaklarını Körfez ve Dubai’nin karlı “sularına” sahte-ekolojik pazarlama stratejileriyle sokmalarından başka bir şey değildir. Dolayısıyla Sürdürülebilirlik, ne insan yaşamının, ne tilkilerin, ne de Doğa’nın sürdürülebilirliğidir; onlar reklam broşürlerinde şirin gözüktükleri için kullanılırlar, en başından itibaren sürdürülebilirlik, neoliberal kapitalist sömürünün sürdürülebilirliğidir.

6


92 DÜŞÜNCE

kurulmuş sisteme çomak sokmadan, vicdanınızı kısa yoldan rahat tutmanızdır. Pazar Ekolojisi, aynı Nostaljik Ekoloji gibi, anlamlı bir ekolojik eleştiri ve eylemin baş düşmanıdır. Belki de 21. yüzyılda ekoloji ve sürdürülebilirlik üzerine anlamlı bir çift laf edebilmek için, öncelikle doğaya ve sürdürülemeyen sosyoekonomik örüntülere sadaka ve zekat vermekten vazgeçmek ve daha eşitlikçi bir ekolojik/ekonomik düzlemin inşaatını tartışmaya başlamak gerekir.

Realist Ekoloji “Binalar enerji tüketiminin %40'ı ve CO2 emiliminin %36'sından sorumlular. Binaların enerji performansı İklim ve Enerji hedeflerine ulaşmanın kilit noktasıdır.” AMO & AB, 2050 Yol Haritası

7

ARREDAMENTO

7 Fuller'in mirası: AMO, Küresel Enerji Gridi Önerisi (2010).

insani yardımda bulunurken poz verir, diğer tarafta Dubai’nin yüksek sosyete tüketim cenneti karakterine yüklü yatırımlarda bulunur ve meşhur Dünya Adaları’ndan birini satın alır. Bir tarafta Katrina kasırgası sonrası New Orleans için bağışlardan topladığı parayla yeni barınaklar yapar, diğer tarafta Gehry hocasından öğrendiği trüklerle Dubai’ye yeni bir “eko-gökdelen” tasarlar18. Postmodernitenin ve neoliberal Pazar tevhitinin Efendi-Köle diyalektiği işte böyle işletilir; Kölelerin insani yardım sponsorluğunu yapan, sempatik gözükmeye çalışan “Efendi”nin ta kendisidir. Pazar Ekolojisi’nin tek talebi düşünmeden, sorunun kaynağına inmeden, sorunu politikleştirmeden, sadece bir bardak kahve satın alarak, ayakkabı veya para yollayarak, %15 enerji tasarruflu bir “ekokonut”ta oturarak, yani güzergahları önceden belirlenmiş, evcilleştirilmiş ve hesaplanmış eylemlerde bulunarak,

Realist Ekoloji, ekolojik sorunsalın temelinin endüstriyelleşme sonrasında hızla artan dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak adına ortaya konan ve ekolojik değerleri görmezden gelen geniş çaplı ekonomi-politik kararlarda -örneğin fosil yakıt bağımlılığında- yattığının farkındadır. Bu gelişmelerin yol açtığı sıkıntılara bağlı olarak oluşan çevre kirliliği, küresel ısınma, iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin azalması vb. sorunlar karşısında, küresel, kıtasal, ulusal, yerel, mesleki ve hatta bireysel ölçeklerde nelerin yapılabileceğine dair, nostaljik Doğa Ana tabloları çizmeden ve bunları ticari sömürü nesnelerine dönüştürmeden, teorik ve pratik düzlemlerde eylemde bulunmanın yollarını arar. Fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına nasıl geçilebileceği, küresel ısınmanın hangi seviyede tutulabileceği, karbon salınım seviyelerinin nasıl düşürülebileceği, küresel ve yerel, siyasi ve ekonomik düzlemlere hangi argümanlarla baskı uygulanabileceği, eşitlikçi bir enerji adaletinin nasıl sağlanabileceği, doğal çevre-yapılı çevre dengesinin hangi politikalarla gözetilebileceği ve en önemlisi, toplumsal farkındalığın ve büyük çaplı kolektif işbirliklerinin ne şekilde kurgulanabileceği gibi meseleler, Realist Ekoloji’nin ilgi ve çalışma alanına girer. Bu doğrultuda 1994’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BM-İDÇS), küresel ısınmaya yönelik imzalanan hükümetlerarası ilk çevre sözleşmesidir. Yaptırım gücü zayıf olsa da sözleşme;


Küresel ölçekten kıtasal ölçeğe geçildiğinde, ekolojik bağlamda Çin ve ABD’den daha realist bir çizgi tutturan Avrupa Birliği’nin, enerji politikalarını ve ekolojik eylem planlarını ortaya koyan “2050 Yol Haritası: Müreffeh, düşük karbonlu Avrupa için pratik bir rehber” adlı çalışması, özellikle Koolhaas’ın ofisinin araştırma kolu olan AMO’nun Avrupa enerji gridinin mekansal örgütlenmesindeki yaratıcı işbirliğiyle görüldüğü üzere, sosyopolitik ve ekonomik düzlemler üzerine yoğunlaşan bu sorunsalın, mimarlık düzleminde de salt yeşilin ticari sömürüsüne hapsolunmadan düşünülebileceğinin sinyallerini verir. AB’nin realist amacı, küresel ölçekte önüne koyulan engellerle gerçekleştiremediği ekolojik hedefleri, kıtasal ölçekte gerçekleştirmektir. Bu bağlamda toplam CO2 salınımında 2050’ye dek ulaşılması planlanan %80 kısıtlamanın, sektörlere göre ayrımında yapısal ölçeğin payı; sektör içerisinde %45, ısı pompalarındaki yakıt değişimiyle ekstradan %50, toplamda %95 azalma olarak öngörülür22. Dolayısıyla AB, yeni fiziksel çevre yapılanmasının ekolojik standartlarını, karbon salınımlarının azaltılmasından başlayarak ortaya koymaya girişir. Farkına varılması gereken mimarlığın, ne tek başına dünya ekolojisini kurtarabilecek bir iktidar pozisyonuna sahip olduğu, ne de salt

piyasa koşullarının gizli düzenleyici eline terkedilebilecek oranda önemsiz bir bileşen olduğudur. Analizlere göre, AB’nin CO2 salınımlarının %36’sından ve enerji tüketiminin %40’ından binalar sorumludur ve yapıların enerji performansları ve enerji verimlilikleri üzerine bir dizi standartın ortaya konulması elzemdir23. AB’nin enerji sorununa makro ölçekte getirdiği çözüm önerisiyse, Amerikalı mimar Buckminster Fuller’in küresel enerji gridi teorisinden beslenir ve AMO’nun yaratıcı desteğiyle bu “Avrupa Enerji Gridi”ne dönüştürülür. Amaç, kıtasal ölçekte enerji üretim tesislerini birbirine bağlayarak, enerji verimliliğini maksimuma çıkarmak ve her bölgenin coğrafi ve iklimsel farklılıklarından faydalanarak, ortak bir enerji havuzu oluşturmaktır24. Bu tüm enerji kaynaklarının -ekvatora yakın bölgelerde güneş enerjisi üzerine, esintili iklimlerde rüzgar enerjisi üzerine yoğunlaşılması gibi- optimum düzeyde faydalanılabildiği küresel bir enerji havuzu üretmenin ve herkesin faydalanabileceği bir konsensüsta paylaşımını sağlamanın da önünü açar. Yenilenebilir enerji işletiminin en çok eleştirildiği ekonomik düzleme bakıldığındaysa, bu dönüşümün maliyetinin, AB için hane başına yıllık 140 Euro, yani toplamda yıllık 220 milyar Euro’ya denk geldiği görülür25. AMO’nun bu bağlamda toplam maliyeti, ABD’nin Irak Savaşı’ndaki 2 yıllık maliyetiyle, hane maliyetiniyse bir jipin tek seferlik benzin deposunun doldurulmasıyla karşılaştırmasıysa -neoliberal Pazar tevhitinin küresel sömürüleri ve mikro lüks tüketim kurgularına ithafen- oldukça manidardır. Ulusal ve mesleki ölçeklere gelindiğinde, Realist Ekoloji şemsiyesi altındaki mimarlık düzleminde bu problemlerle yüzleşmek, bir taraftan basitçe mesleki sorumlulukların ve standartların salt kapitalist düzeneklere teslim edilmeden düzenlenmesi yoluyla, öte taraftansa yeni araştırmaların, analizlerin ve buluşların mümkün olduğunca görünür kılınacak ve katılımı teşvik edilecek şekilde toplumsal düzlemde tartışılması yoluyla elde edilebilir. Bu bağlamda, Avustralya’nın ulusal poliçesi Green Star, Fransa’nın ulusal poliçesi HQE ve ABD’de geliştirilip küresel çapta yaygınlaşmaya başlayan LEED standartları umut vadeden yönelimlerdir. Yeşil yapı sertifikası mantığında çalışan ve enerji tasarrufu, CO2 salınımı azaltılması ve kaynakların

93

ARREDAMENTO

Öte yandan Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) her yıl yaptığı araştırmalarla yenilediği “Dünya Enerji Görünümü” raporu, enerji-ekonomi-ekoloji üçlüsünün (3E) mevcut hallerinin ve gelecek öngörülerinin detaylı analizlerini ortaya koyar ve alternatifli öneriler sunar. Amaç; (1) Küresel sıcaklık artışının 2°C’de tutulması için nelerin yapılması gerektiğini analiz etmek, (2) Yükselen ekonomilerin küresel enerji zeminini nasıl şekillendireceklerini ortaya koymak, (3) Yenilenebilir enerjinin güvenli bir enerji geleceği için nasıl bir rol oynayabileceğini tariflemek, (4) Fosil yakıtların sübvansiyonlarının kaldırılmasının ne anlama geleceğini öngörmek ve (5) Tüm küresel nüfusa modern enerji hizmetlerinin ne şekilde sağlanabileceğine dair öneriler

sunmak olarak özetlenebilir20. Bu enerji yoğunluklu araştırmaya, Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF), 2011’de çıkardığı “Enerji Raporu: 2050’de 100% Yenilenebilir Enerji” adlı raporunun ekolojik eğilimi eklendiğinde, elimizde sorunsalı realist düzlemde analiz etmek için kompakt bir rehber oluşuverir; “1.4 milyar insan şuanda elektriksiz yaşamaktadır. (…) Sonlu ve giderek pahalılaşan fosil yakıtlar artık gelişmekte olan ülkeler için cevap olmaktan çıkmıştır. (…) Herkes ortalama ABD vatandaşı kadar enerji harcasa, dünyanın petrol rezervleri 9 sene içerisinde tükenir. (…) IEA’ya göre, petrol ve doğalgazdan elde edilecek enerji üretimi 2030 yılına kadar %40–60 oranında düşüş yaşayacaktır. (…) İklim değişikliğinin tetiklediği felaketler her yıl 150,000 kişinin ölümüne sebep olmaktadır. (…) 2050’ye yönelik küresel ısınma tahminlerine göre, tehlikede olan türlerin %15–37 aralığındaki bir kesiminin nesli tükenecektir. (…) Tüm bunların üstesinden gelmek için, 2050’ye dek %100 yenilenebilir enerjiye geçmek hala mümkündür21.”

DÜŞÜNCE

insan kaynaklı çevresel kirliliklerin iklim üzerinde tehlikeli etkileri olduğunu kabul ederek atmosferdeki sera gazı oranlarını düşürmeyi, bu gazların olumsuz etkilerini en aza indirerek belli bir seviyede tutmayı amaçlar ve bu doğrultudaki genel ilkeleri, eylem stratejilerini ve ülkelerin yükümlülüklerini düzenler. 1997’de imzalanan, ancak 2005’te yürürlüğe girebilen uluslararası Kyoto Protokolü’ndeyse amaç, atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamaktır. Fakat ABD, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin bu protokolü uygulamaması, küresel ölçekte yeni arayışları beraberinde getirir. Böylece 2009’da Kopenhag Zirvesi toplanır ve “Kopenhag Mutabakatı”nın konferansın son gününde ve yoğun tartışmalar etrafındaki kabulüne yol alınır. Artık temel hedeflerin başında, küresel sıcaklık artışının 2°C’nin altında tutulması gelecektir. Fakat Wikileaks belgelerinden öğrenildiği üzere, en çok karbon gazı salınımına sahip olan ABD ve Çin’in, aralarındaki gizli bir işbirliği vesilesiyle -casusluklar, tehditler ve rüşvetlerle- tüm realist argümanları engellemelerinin hazin sonucu olarak anlaşma, ülkelerin karbon gazı salınımlarını azaltmalarına dair bir karar içermez, ülkelerce yasal bir bağlayıcılığı bulunmaz ve karbon gazı salınımlarını kota uygulamasıyla sınırlandırmayı sağlayacak olan karbon piyasası ile ilgili ayrıntılı açıklamalara yer vermez19. Bu aslında şu anlama gelir; Realist Ekoloji ne denli analitik çözüm önerilerini masaya koyarsa koysun, neoliberal Pazar tevhiti, bu gerçekleri ve çözüm senaryolarını kendi çıkarlarına karşı gelecek şekilde asla kabul etmeyecektir.


DÜŞÜNCE

94

idareli kullanımı gibi olguları teşvik eden bu standartlar, uzun vadede karlı olsa da başlangıçta yüksek maliyet gerektirmesi, uygulamalarının görece uzun sürmesi, iklimlere göre uyarlanamayan bir jenerikliğe hapsolması, sertifikalarının kolayca Pazar Ekolojisi ganimetlerine dönüşebilecek olması vb. tüm olumsuzluklara rağmen, ulusal ve mesleki ölçeklerde anlamlı bir başlangıç girişimi olarak değerlendirilmelidir. Kentsel ölçeğe doğru yol alındığındaysa, 2009 yılında uğradıkları İstanbul’da da bir dizi realist analiz gerçekleştiren Urban Age’in kentsel araştırmalarına kulak vermek anlamlı olabilir:

ARREDAMENTO

“Bugün, şehirlerle iklim değişikliğinin inkar edilemez bir biçimde birbirleriyle alakalı olduğunun farkındayız. (…) Şehirleşmeye aşırı tüketim, (…) sürekli artan mal ve insan akışı eşlik ediyor. 1950 ile 2005 yılları arasında, kent nüfusu oranı dünya ölçeğinde %29’dan %49’a yükselirken, küresel karbon gazı salınımı miktarı 1630 milyon tondan 7985 milyon tona fırladı. Tüm karbon gazı salınımının yaklaşık %75’ine şehirlerin neden olduğu, bugünlerde sıklıkla dile getiriliyor. (...) Yakın dönemde ulaşıma dair yeniliklerin listesi bir hayli aydınlatıcı: Trafik Yoğunluğu Ücreti (Londra, Stockholm, Milan), Şehirde bisiklet kullanımı (Kopenhag, Bogota, Paris), Metrobüs sistemi (Curitiba, Bogota, İstanbul) ve İşlek caddelerin geçici olarak sadece yayalar tarafından kullanımı (Rio de Janeiro, New York, Tokyo) gibi stratejiler dünya çapında uygulamalara yön veriyor. (…) [Salt ulaşıma dair olsa dahi] bu öğretici örnekler, iklim politikası çerçevesinde, kentlerin sosyoekonomik hedefleriyle uyumlu bir siyasetin ne denli büyük bir potansiyeli olduğunu gösteriyor. (...) Eğer bir şehir, kaynak paylaşımı, kamusal hizmetlerin daha geniş ölçekte kullanımı ve son olarak toplumsal fırsatlara eklenmiş bir enerji verimliliğine öncelik verirse, şehir planlaması küresel çevre krizine çözüm sağlamak konusunda yardımcı olabilir26.” Yapılması gereken küresel ölçekten kıtasal ölçeğe, çok-uluslu ağlardan ulusal ölçeğe, kentsel ölçekten mesleki ölçeğe dek birbirleriyle iletişim halinde olan, birbirleriyle çarpışan ancak kritik kararlarda esnek uzlaşılar sağlayan makro Realist Ekoloji stratejileri geliştirmektir. Her an tipolojik standartlarla statükocu eğilimlere kayabilecek, Pazar Ekolojisi’yle

farklı yönlere savrulabilecek ve tepeden inme baskıcı kurgulara dönüşebilecek bu makro arayışlarsa, mesleki örgütler, STK’lar, toplumsal kolektifler ve bireysel duyarlılıklar gibi mikro mekanizmalarla birlikte melezlenerek demokratikleştirilebilir. Ancak bu şekilde Realist Ekoloji analizleri küresel ölçekten bireysel ölçeğe, politik zeminden ekonomik zemine ve ekolojik düzlemden enerji düzlemlerine dek geniş bir yelpazede güncel periyodik öneriler üretebilir. Kademeli dönüşümün önünü tıkamamak, eşitlikçi adaletin karşısında konumlanan ve ayrıksı avantajlar peşinde koşan gizli ellerin manipülasyonlarına kapılmamak, bireysel ölçekten küresel ölçeğe dek araştırma ve tartışma zeminleriyle realist karar verme mekanizmalarını devingen ve doğurgan kılmak, başlangıç için yeterlidir.

Yapay Ekoloji “Doğa insanın inorganik bedenidir.” Karl Marx, 1844 El Yazmaları Yapay Ekoloji öncelikle, Marx’ın “Doğa insanın inorganik bedenidir27.” sözünden hareketle, sahte-spiritüel Nostaljik Ekoloji anlayışının doğayı romantik bir boyuta taşımasını reddeder. Doğa varsayıldığı üzere döngülerin ve üremelerin o dengeli ve uyumlu bedeni değildir, aksine doğa, üzerinde bitimsiz çıkar çatışmasının yaşandığı ve sonuçları belirsiz muazzam deneylerin işlem gördüğü bir lehimdir. Doğa, büyüklü küçüklü felaket kesintileri sonrasında kısa vadeli itiyatlar üzerinde yapılan uzlaşmalardır. Nüfuzlu evrim biyologlarından Stephen Gould’un da defalarca dile getirdiği üzere, progresif evrim diye bir şey dahi yoktur; felaketler, her an yıkılan ve yeniden inşa edilen kaideler ve bitimsiz farklılaşmalar vardır. Dolayısıyla yapılması gereken öncelikle, doğanın doğallığı karşısındaki insan üretiminin yapaylığı olarak özetlenebilecek karşıtlık argümanını bir kenara bırakmak ve doğanın da zaten “yapay” olduğunu kabul etmektir. Nasıl ki, dünyevi hayat düzen üzerine değil, öncelikle farklılık ve çeşitlilikler üzerine kuruluysa ve ikincil olarak periyodik düzen uygulamalarına maruz kalıyorsa, doğanın kendisi de “ikincil doğa”dır, yani doğanın dengesi de, düzeni de ikincildir. Dolayısıyla doğa doğal değildir, ideolojik olarak doğallaştırılmıştır. Mimarlık düzleminde bu doğrultuda ortaya çıkan güncel damarların başında,

doğaya dönüşmeyi arzulayan “Topografik Mimarlık” gelir. Amaç doğanın varsayılan bütünlüğünü bozmak değil, fakat doğanın kutsal tevhitine topyekûn dahil olmak, insan üretimi olmaktan çıkmak ve doğanın içinde eriyerek yok olmaktır. Bir anlamda Yüzüklerin Efendisi serisindeki Shire organik köyünün dünyadan izole haldeki kırsal ütopyasına benzer bir neomuhafazakar fantezisidir. Burada Hobbitler hatırlanacağı üzere, yeşil tepeciklerin içlerindeki oyuklarda, tepeleri çimin devamı olan topografik hanelerde yaşarlar. Öyleyse Doğa Ana’nın kutsal bütünselliğinden bir kez emin olundu mu, yapılacak tek şey bu kutsallığı bozmamak ve tavşan olmak, ağaç olmak, yani doğaya göbekten bağlı organik bir uzuv olmaktır. Terkedilmesi gereken ilk anlayışlardan biri, işte tam olarak budur; “Bu insanlığın kaçacak hiçbir yeri olmadığını söylemek anlamına gelir; hem anlamın nihai garantisi olarak kendinden menkul bir sembolik düzen yoktur; hem de dengesiz insan müdaheleleriyle özdengesi rahatsız edilen ve rotadan saptırılan, dengeli bir düzene sahip ve kendiliğinden üreyen bir ‘Doğa’ mevcut değildir28.” Dolayısıyla ihtiyacımız olan doğal olmayan bir ekoloji, yani Yapay Ekoloji’dir: Doğayla iletişime geçmekteki en büyük engel, spiritüel, romantik ve nostaljik Doğa Ana mefhumunun ta kendisidir. Yapay Ekoloji, aynı zamanda, doğanın Pazar Ekolojisi anlayışıyla metalaşarak edilgenleşmesini, yani sosyopolitik düzlemini yitirmesini reddeder. James Wines’ın “Yeşil Mimarlık” adlı kitabı örneğin, ego-merkezciliğin yerini, ekomerkezciliğin alması gerektiğini savlayarak açılır29. Wines kitap boyunca analitik yaklaşımlarda bulunmazken, Yeşil Mimarlığı modernist tevhit sonrası postmodern mimarlık düzlemini bütünleyecek yeni bir stil olarak sunar. Wines, ekolojik hırpalanmaya insanmerkezciliğin neden olduğunu, çözüm sunacak olanınsa Zen felsefesi olacağını söyleyerek meselenin sahte-spiritüel altlığını da ihmal etmez. Kitap aslında, içerisinde yer alan sayısız üzeri çim kaplı topografik yapı, Wines’ın ekibi SITE’ın ve arkadaşlarının projeleri ile Jean Nouvel, Renzo Piano gibi bazı Starkitektler’in işleriyle, evlerde sehpalara yerleştirilen, bol resimli, görsel anlamda iç açıcı ve misafirperver “sehpa kitabı” yayınlarından biridir. Hiçbir yerde bu binaların enerji verimliliklerinden veya yeşil olmaları


95 DÜŞÜNCE

8

9

dışında çevreyle kurdukları iletişimden söz edilmez. Wines’ın hayalindeki “yeşil” bu bağlamda, bir tür pazarlama rengi olarak Dolar’ın ($) yeşilidir. Dolayısıyla Pazar Ekolojisi’nin yaptığı, yeşilin sempatik estetiğinden faydalanan, geleneksel anlayış için spiritüel kırsallığı, modern anlayış içinse sahte-ekolojik görselliği pazarlayan bir tür “Sehpa Mimarlığı” üretmektir. Terkedilmesi gereken anlayışlardan bir diğeri de, işte tam olarak budur.

10

Yapay Ekoloji, doğanın doğallaştırılmasının yapısökümü sonrasında, artık yapay ekolojilerin peşine düşer. Bu yönelim, insanın da toprak olacağı, dolayısıyla doğanın “doğal” bir parçası olduğu geleneksel altmetni üzerinden kurulmak yerine, insanın da doğa gibi “yapay” olduğu ve doğayla insanın paralelliğinin, ancak “üreten ürün” olmaları dolayısıyla gerçekleşebileceği üzerine kurulur; “Biz insanla doğa arasında bir ayrım yapmıyoruz: (…) Doğa içerisindeki prodüksiyon veya endüstriyel formlar içerisindeki ve de insan hayatının içerisindeki prodüksiyon, birdir. (…) İnsan, (…) hiç durmaksızın bir organ-makinasını bir enerji-makinasına takmasıyla, bir ağacı vücuduna, bir göğsü ağzına (…) takmasıyla değerlendirilir. (…) İnsan ve doğa birbirlerine karşı koyan iki zıt kavram değillerdir, (…) daha çok, aynı temel gerçekliklerdir, yani üreten ürünlerdir30.”

“Çöpmekan, modernizasyon normal seyrini izledikten sonra arda kalan (…) serpintidir. (…) Çöpmekan bir sapkınlık gibi gözükebilir, fakat aslolandır. (…) Çöpmekan bizim cezamızdır. (…) Çöpmekan milyonlarca en iyi dostunuzla aralıksız bir jakuziye mahkûm edilmeye benzer, (…) yüksek ve alçağı, kamusal ve özeli, doğrusal ve çarpığı, tokluktan

8 Kopenhag Zirvesi (2009). 9 “Küresel Isınmaya İnanmıyorum”. 10 Cüruf Mekan, Tarkovski'nin Zon'u.

ARREDAMENTO

Dolayısıyla uzlaşma ancak doğa ve insanın üretim kabiliyetleri üzerinden mümkündür. Bu doğrultuda devreye, bugünün başat üretim habitatı olan metropol devreye girer. Yapılması gereken, kırlarda ve tavşan deliklerinde yaşamaya geri dönmek değil, yapay ekolojilerin sorunlarına

çözümler getirmek adına fikirler üretmek, tartışmak ve uzlaşmaktır. Rem Koolhaas’ın, “Çöpmekan” adlı makalesinde yaptığı değerlendirmeler, bu doğrultuda anlamlı bir başlangıç noktası sayılabilir;


DÜŞÜNCE

96

11

tevhit altında mimarlık düzleminin büyük bir bölümünün acınası ve edilgen Pazar aparatlarına gönüllü olarak dönüştüğü de doğrudur ancak, Negri’nin de kendisine hatırlatacağı üzere, bu metropolitan Çöpmekanlar aynı zamanda yeni kaçış çizgileri de üretir;

12

11 Sınır Mekan, Gecekondu Ekolojileri.

ARREDAMENTO

12 Yapay Ekoloji, Hasanpaşa Gazhanesi.

şişirileni ve açlıktan öleni kaynaştırır. (…) Kamusal MekanTM: Öngörülemez olanın ortadan kaldırılması sonrası kentten geriye kalandır. (…) Şeffaflık, iştirak edemeyeceğiniz herşeyi görünür kılmaya yarar. (…) Çöpmekan tasarım üzerinde gelişir, fakat tasarım Çöpmekan içinde ölür31.”

“Çöpmekanın dışarıdan görünüşü Metropolün belirsiz mekanında çoğalmış bir dengesizlik ve parçalanmadır. Fakat bu aynı zamanda engellerin, sınırların, kırılma çizgilerinin ve duvarların iktidar tarafından artık basitçe yeryüzüne tepeden indirildiği bloklar olarak (…) algılanmasının önüne geçer. (…) Postmodern metropolde, her zaman nabızların ve hakların çatlakları olan, üretici güçlerin hem blokajı, hem de iktidarı olabilecek bir aralık bulunur. (…) Yaşam biçimleri (…) giderek artan seviyelerde kapitalist buyruk altına girmeyi sürdürüyorlar. Bu bakış açısından, metropol dehşet vericidir. (…) Fakat kentler ve metropoller ne denli çok üretimin mekanı haline gelirlerse, aynı zamanda, işte o denli direniş mekanlarına dönüşürler32.”

Koolhaas’ın postmodern evrenin mekansal örüntülerini “diktatörsüz faşizm” olarak anlatmakta haklılık payı vardır, neoliberal

Dolayısıyla Çöpmekan “dehşet vericidir”, fakat Yeats’in İrlanda’nın kurtuluş mücadelesine atfettiği şiirindeki o can alıcı


Yapay Ekoloji, (1) kaybolduğu varsayılan dengeli, uyumlu ve bütünlüklü bir Doğa Ana’yı restore etmenin peşine düşen romantik, spiritüel ve neo-muhafazakar Nostaljik Ekoloji anlayışının terkidir. Yapay Ekoloji, (2) sürdürülebilirlik ve ekoloji gibi kavramların sempatik yüzünü, ticari sömürü yolunda yeni meşruiyet ve tahakküm araçları olarak kullanan Pazar Ekolojisi anlayışının terkidir. Yapay Ekoloji, (3) küresel ölçekten kıtasal ölçeğe, ulusal ölçekten kentsel ölçeğe, mesleki ölçekten ve bireysel ölçeğe dek ekolojik düzlemin analitik ve devingen ağlar halinde tartışılmasını ve periyodik ortak paydalarda uzlaşılmasını kovalayan Realist Ekoloji anlayışının desteklenmesidir. Yapay Ekoloji, (4) Sınır-Mekanların, Yapay-Ekolojik-Nişlerin ve Cüruf Mekanların, yani ayrımcılık yapmadan tüm parçalarıyla metropolitan, kentsel ve endüstriyel habitatın ekolojik düzlem üzerine oturtulmasının ve kendi özgül koşulları ve potansiyelleri üzerinden sterilleştirilmeden, sabitlenmeden ve üretim bağları koparılmadan doğayla melezlenmesinin desteklenmesidir. Yapay Ekoloji kısaca, doğada erimeyen ve doğayı eritmeyen özgürleştirilmiş üretimin sürdürülebilirliğinden başka bir şey değildir. n Yüksek Mimar Gökhan Kodalak, AboutBlank. Notlar: 1 Slavoj Zizek, In Defense of Lost Causes, Verso, Londra ve New York, 2008, s. 439. 2 Timothy Morton, Ecology without Nature: Rethinking Environmental Aesthetics, Harvard University Press, Cambridge, Mass., 2007, s. 14. 3 Hatırlanacağı üzere Spinoza’nın bu dönemde Ethica’sında “töz” kavramıyla peşine düştüğü politik ve felsefik açmaz da tam olarak budur.

4 James Lovelock, Gaia: A New Look at Life on Earth, Oxford University Press, New York, 2000, s. 1-12. 5 Online Etymology Dictionary, “Sustain”, http://www.etymonline.com/index.php?term=sustain, 1 Haziran 2011. 6 Slavoj Zizek, “Unbehagen in der Natur”, Bedeutung, 2008, 1 (1), s. 42-57. 7 Martin Pawley, “The Sand-Heap Urbanism of the Twentyfirst Century”, Sustaining Architecture in the Anti-Machine Age, ed. Ian Abley ve James Heartfield, John Wiley & Sons, Chichester, 2001, s. 152. 8 Colin Ward ve Peter Hall, Sociable Cities: The Legacy of Ebenezer Howard, John Wiley & Sons, Chichester, 1998, s. 53. 9 Antonio Negri, “On Rem Koolhaas”, Radical Philosophy, 2009, 154, s. 48-50. 10 Slavoj Zizek, First as Tragedy Then as Farce, Verso, Londra ve New York, 2009, s. 34. 11 Starbucks, Starbucks Responsibility, http://www.starbucks.com/responsibility, 1 Haziran 2011. 12 Toms Shoes, “One for One”, http://www.toms.com/, 1 Haziran 2011. 13 Sandra Mendler ve William Odell, The HOK Guidebook to Sustainable Design, John Wiley & Sons, New York, 2006, s. 1-35. 14 Halcrow, The Sustainability Book, http://www.halcrow.com/Documents/strategy_2018/, 1 Haziran 2011. 15 AMO ve Archis, Volume 12: Al Manakh, Amsterdam, 2007, s. 172. 16 A.g.e, s. 177-178. 17 “Barack Obama Welcomes Brad Pitt”, The Telegraph, 6 Mart 2009. 18 “Is Brad Pitt's Dubai Dream in Ruins?”, The Guardian, 27 Kasım 2009. 19 “WikiLeaks cables reveal how US manipulated climate accord”, The Guardian, 3 Aralık 2010. 20 “World Energy Outlook, World Energy Outlook 2011”, http://www.worldenergyoutlook.org/, 06 Haziran 2011. 21 AMO ve Ecofys, The Energy Report: 100% Renewable Energy by 2050, WWF, Gland, 2011, s. 12-23. 22 AMO ve ECF, Roadmap 2050: A PracticalGguide to a Prosperous Low-carbon Europe, ECF, The Hague, 2010, s. 40-41. 23 A.g.e., s.96-97. 24 A.g.e., s.68-69. 25 A.g.e., s.110-112. 26 Philipp Rode, “İklim Politikası Olarak Şehir Planlaması”, İstanbul Kesişimler Şehri, Urban Age, İstanbul, 2009, s. 10-11. 27 Karl Marx, Economic and Philosophic Manuscripts of 1844 and the Communist Manifesto, Prometheus Books, New York, 1988, s. 76. 28 Slavoj Zizek, In Defense of Lost Causes, Verso, London; New York, 2008, s.442. 29 James Wines, Green Architecture, Taschen, Köln, 2000, s. 14. 30 Gilles Deleuze ve Felix Guattari, Anti-Oedipus: Capitalism and Schizophrenia, University of Minnesota Press, Minneapolis, 2000, s. 5. 31 Rem Koolhaas, “Junkspace”, October, 2002, 100, s. 175-190. 32 Antonio Negri, “On Rem Koolhaas”, Radical Philosophy, 2009, 154, s. 49-50. 33 Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü, “Cüruf”, http://www.nisanyansozluk.com, 1 Haziran 2011.

97

ARREDAMENTO

Belki de yapılması gereken vakit kaybetmeden, endüstri ve ekolojinin tam da üreten-ürün olmaları dolayısıyla, metropol üzerinden bir arada ve yeni baştan düşünülmesidir. Yapay Ekoloji, öyleyse, doğanın yapay manipülasyonlarından korkmaz, aksine Sınır-Mekanları, Çöp-Mekanları ve YapayEkolojileri ekolojik düzlemin üzerine yerleştirirek üretici kapasitelerinden faydalanmanın yollarını arar. Dolayısıyla bu anlayış, “atık” kavramını da yeni baştan düşünmenin yolunu açar. “Cüruf” kelimesinin etimolojik kökeni Arapça’da curf ve carafa’yla ilişkilenir, “akıntıyla sürüklenen şey” ve “maden posası” anlamlarına gelir33. Tamamiyle saf olmayan metallerin eritildiği zaman, yoğunluk farkı nedeniyle yüzeyde biriken posasına verilen bu isim, “Cüruf Mekan”ın kavramlaştırılmasında kullanılabilir. Sınırmekanların ve gecekonduların bugünkü genel algılanış biçimleri, tam da

metropolitan üretim sırasında birikmiş, saf olmayan, akışkan yapısıyla tariflenemeyen ve tabii ki istenmeyen Yan-Etkiler oldukları yönünde değil midir? Öyleyse Cüruf Mekan, Yapay Ekoloji’nin “doğal” habitatıdır. Cüruf Mekan’ın potansiyeli, saflık arayışını terketmiş melez toplumların, sabitlik arayışından sıyrılmış akışkan mekanların, doğalı yapayla ve endüstriyel üretimle barıştırmış ekolojik anlayışların ve hiyerarşik düzenlerin BaşEtkilerinden kopmuş, sadece Yan-Etkiler etrafında heterarşik bir düzlemde şekillenmiş yeni bir kentsel kurgunun potansiyelidir.

DÜŞÜNCE

mısrayı anımsatan şekilde, aynı zamanda bu Çöpmekanlar’la birlikte; “dehşet verici bir güzellik doğuyor”dur. Yapay Ekoloji’nin yapması gereken son şey de, dolayısıyla, “dehşet verici bir güzellik” doğurmaktır; metropolde Yapay-Nişler bulmak ve doğayla melezlemektir, YapayEkolojiler kurgulamak ve üretimin kendisini denetime sokulmuş düzlemlerden kaçırarak özgür kılmaktır. Bu bağlamda, İstanbul’un ciddi Yapay-Niş potansiyellerinden biri olarak, yıllardır sermaye ve belediye arasında yalpalayan Gümüşsuyu’ndaki Park Otel’in alternatif kullanımları düşünülemez mi? Desantralize edilmesi planlanan endüstriyel sahaların salt üst-orta sınıf müşteri yelpazesine sunulmak uğruna steril müzelere dönüştürülmesi yerine, buralarda kamusal Yapay-Ekolojiler kurgulanamaz mı? Haliç Tersanesi ve Hasanpaşa Gazhanesi, terkedilmiş mevcut halleriyle, zengin olasılıklara gebe endüstriyel peyzaj alanlarını ve Tarkovsky’vari üretken Yapay Ekolojileri betimleyemez mi? Bu bağlamda metropollerin Sınır-Mekanları olan gecekondular da, Yapay-Nişler olarak üzerinde düşünülmeye ihtiyaç duyulan postmodernitenin elzem sorunsallarının başında gelmez mi? Gecekondu mekanlarını; temizlemek, ehlileştirmek, mutenalaştırmak, kısaca yok etmek üzerine harcanan vakit ve emek, aksine onların bu Yapay Ekolojileri ile metropolitan yaşamın nasıl birarada “sürdürülebilir” kılınabileceği üzerine harcansa, daha anlamlı sonuçlar elde edilemez mi?


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.