Academy Garden Dergisi Ekim 2014

Page 1

B Ü L T E N

A Y L I K

P O P Ü L E R

B İ L İ M

V E

K Ü L T Ü R

D E R G İ S İ

E K İM

2 0 14

T A R İ H İ


Merhaba!

SAYF A 2

Aylık Online Popüler Bilim ve Kültür Dergisi Ekim 2014

Genel Yayın Yönetmeni Halil BAĞIŞ Yazarlar Ahmet AK Ahlam FARHAN Ayşegül DANIŞMAZ Bedriye MUTAF Burcu AKBULUT Dilara Ülker Fatmanur SÖNMÜŞ Halil BAĞIŞ Mehmet ÇİFTÇİ Mehmet ŞEYHANLI Merve TURHAN Nurhan GÜVENDİ Şeyma POLAT Tuğçe TANIMAK Zehra ÖZTÜRK Yazı ve Araştırma Haşim AKTAŞ Web Hilmi Işık

E-Posta acdmygarden@gmail.com

Evet Başlıyoruz. İlerleyen sayfalarda derginin ilk yazılarıyla birlikte ,heyecanımıza, tutkumuza, öğrenme ve paylaşma aşkımızı da tanık olacaksınız. Bu dergiyi bir cümleyle özetlersek; Kar amacı gütmeyen Bilimsel uğraş! diyebiliriz. Bir grup genç arkadaşın paylaşma heyecanı, keşfetme tutkusu ve bilim aşkının bir ürünü bu dergi. Bu duygularla her ay okurun karşısına çıkıp ondan alabilecek en iyi geri dönüşü alıp her ay yeni, daha dolu bir Academy Garden’la karşınıza çıkmayı planlıyoruz. Bizim için önemli olan durum şu ki, okurla bir şeyler paylaşmanın yanında okurdan bir şeyler öğrenip birlikte keşfetmek. O nedenle her türlü eleştirileriniz, öneri ve istekleriniz bizim için son derece önemidir. Ve bir sonraki Agarden için bir yol göstericidir. Ekim 2014 Agarden’ı tasarlarken renkli konular ele aldık, İlginizi çekecek kulaktan dolma yazıların perde arkasına baktık, okudukça şaşırıp merak edeceğiniz konulara yer verdik, bilimin gündemini işgal eden meseleleri de unutmadık. Yandaki künyede ismini okuduğunuz arkadaşlar bu derginin ortaya çıkması için tüm bunları araştırdı, inceledi ve kaleme aldı. Sonunda ortaya çıkan bu dergiyi baştan sona okumanızı tavsiye eder, geri bildirimlerinizi bekleriz. Dergimize sosyal ağlar (Facebook,Twitter,Ahsar,İnstagam ) üzerinden ücretsiz erişebilirsiniz. Yeni sayılarda, görüşmek ümidiyle. Bizimle iletişime geçin : acdmygarden@gmail.com


ACADEMY

SAYFA 3

GARDEN

Ekim’de ne var. 4 EKİM 1957 İlk yapay uyduyu(Sputnik-1) Sovyetler fırlattı. 4 EKİM 1959 2 yıl sonra aynı gün Luna-3(Sovyet Uzay Roketi) Ay’ın görünmeyen yüzünü fotoğraflamayı başardı. 5 EKİM 1959 Şu sıralar Cosmos belgeseli ile popüler ABD'li astrofizikçi Neil deGrasse Tyson doğdu. 6 EKİM 1923 Astronomiye çok şeyler katmış Hubble, Andromeda Galaksisi'ni keşfetti. 7 EKİM 1885 Bir başka büyük fizikçi Niels Bohr, dünyaya geldi 11 EKİM 1968 NASA, ilk insanlı uzay uçuşunda Apollo 7'yi uzaya fırlattı; astronotlar Wally Schirra, Donn Fulton Eisele ve R. Walter Cunningham. 11 EKİM 1910 Büyük deha,Türk matematikçi Cahit Arf, Selanik’te doğdu. 21 EKİM 1879 Edison, karbon filamanlı elektrik ampulünü icat etti.


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

SAYFA

DERGİSİ

Sonbaharın Renkli Yaprakları ve Gökbilim Sonbaharda en çok sevdiğim yolculuk Safranbolu-Bartın arasında geçer. Genellikle orman olan bu bölgede hem yol benim sevdiğim türdendir, dar ve gidiş geliş şeklindedir, hem de o ormanlardaki yaprakların rengine bayılırım. O yapraklarda yeşilin dışında aradığınız her renk vardır, sarı, turuncu, altın rengi, pembe, koyu kırmızı, kahverengi, bu renk cümbüşünü seyretmek ne kadar güzeldir ve hiç hüzünlenmem.

Benim ABD'de master yapan bir öğrencim bir ötegezegende eğer bitki varsa ve çevresinde dolandığı yıldızın sıcaklığına bağlı olarak yapraklarının her mevsim sarı olacağı konusunda bir projede çalışıyordu. O nedenle bir blog sayfasında bu konuda bir yazı görünce sizlerle paylaşmak istedim. İlkbahar ve sonbaharda, her yerde bulunan ağaçların ve fundalıkların yaprak renklerinin yıllık değişimi, içinde yaşadığımız doğaya gökbilimin en büyük görünür etkilerinden biridir. Sonbaharda günün karanlık miktarının artması, bu renk değişimine neden olur. Dünya Güneş çevresinde dolanırken gezegenimizin kuzey yarımküresine ilkbahar ve yaz mevsiminde güneş ışınları daha dik gelir ve günler uzun olduğu için daha çok gün ışığı alır. Sonbaharda ise yavaş yavaş güneş ışığı azalır ve kış başlangıcında hem ışınların şiddeti hem de gün ışığının süresi minimum olur. Sonbahar ve kış mevsimlerinde uzun geceler ve güneşten gelen enerjinin azalması, bitkilerin gereksinme duyduğu besin maddesini, yapraklar meydana getiremez. Sonuçta yaprak yeşil rengini koruyamaz ve dalından kopar, yere düşer. İlkbahar aylarında günlerin uzaması ve güneş ışınlarının artması sonucu ağaçlar yeniden uyanır, yeni yeşil yapraklar çıkarak güneş ışığını bitki için gerekli enerjiye çevirir. Benden bu kadar, bundan sonrasını sanırım bir biyoloji öğretmeni yorumlarda yazar. Fotosentez nasıl oluyor, yaprağın damarları ne işe yarıyor, yaşil pigment neden egemen oluyor gibi soruların yanıtlarını kısa kısa verir. Benim burada vermek istediğim, gökbilimi yaşadığımız doğaya nasıl etki ediyor, onu göstermekti. Ethem Derman

Hocamıza Teşekkürler Notlar ve izin için, Sevgilerimizle..

5


ACADEMY

GARDEN

SAYF A

5

Popüler Merakımız ;Karadelikler KARADELİK NEDİR?

Kendi çekim kuvvetlerinin oldukça büyük olması sebebiyle evrenin geri kalanından ayrılan uzayzaman bölgesidir. Çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir. İlk başta karmaşık olarak görünen karadelikler sanıldığından daha basittir. Güçlü çekimleri, akıl almaz yoğunlukları ve fiziksel kuralların altüst olduğu bir cisim olması tüm ilginin üzerine çekilmesine yetecektir. Karadelik kavramı ilk defa John Michell tarafından ortaya atılmıştır. Tüm zamanların en büyük tanınmamış bilim adamlarından birisi olan, İngiliz din adamı ve filozof Michell aynı zamanda astronomi, jeoloji, optik ve yerçekimi dahil olmak üzere geniş bir alanda araştırmalara sahiptir. Karadeliklerin varlığını ortaya atan ve çift yıldızların karşılıklı çekim bir ürünü olduğunu kabul ederek kozmosun istatistiklerini öneren ilk kişi olmuştur.

nüz olmamıştır. Olay ufkunu belirleyecek herhangi bir maddesel yapı olmadığı için olay ufkunda olunduğunun farkında olunamaz. Örnek verecek olursak bir insanın karadeliğe doğru çekildiğini düşünün. Karadeliğin içine girebilir fakat çıkamaz. Ayrıca kendisinin olay ufkunda olduğunu fark edemez. KARADELİK NASIL OLUŞUR? Bir teoriye göre karadelikler yıldızların çökmesiyle oluşabilir. Yeterince büyüklüğe ulaşmış olan bir yıldız, daha sonrasında dış katmanlarını kaybederek küçülmeye ve sıkışmaya başlar. Böylece bir karadelik oluşturur. Başka bir hipoteze göre ise süpernova sonrasında yani enerjisi biten büyük bir yıldızın patlaması sonucu bir karadelik oluşabilir. Karadelikler de diğer gökcisimleri gibi sıcaklığa ve entropiye sahiptir. Schwarzschild yarıçapı her kütle ile ileşkilendirilen bir yarıçaptır. Cisimler schwarzchild yarıçapı kütleleriyle doğru orantılıdır. Karadeliklerde ise Schwarzschild yarıçapı daha küçüktür.

Einstein'ın genel görelilik kuramına göre yeterli kütleye sahip ölü bir yıldız, öylesine yoğun bir yığına çökebilirdi ki, ışığın bile bu yığının çekim etkisinden kurtulamama olasılığı vardı. Bunun üzerine karadeliklerin varlığı kuramsal olarak kanıtlanmış oldu. Formülde G gravitasyon sabitini, M karadeliğin kütStephan Hawking'in de vurguladığı gibi 'genel görelesini ve c ışık hızını belirtir. Bu formül herhangi bir lilik, yapılmış her gözlemle uyumlu olan güzel bir kara delik için Schwarzschild yarıçapını hesaplamakuramdır'. da kullanılır. Örnek verecek olursak Güneş kütlesine Bir karadeliği diğer gökcisimlerinden ayıran en sahip bir kara delik için Schwarzschild yarıçapı 2.96 önemli özelliği ise olay ufkunun olmasıdır. Olay ufku km'dir.. kısaca ışık ve maddenin artık kaçamadığı bölgeyi sınırlayan kuşaktır. Olay ufkunun boyutuna örnek verecek olursak, kütlesi güneşten 10 kat büyük olan bir yıldızın oluşturduğu karadeliğin olay ufkunun yarıçapı yaklaşık 60 km’dir. Bu oldukça düşük bir sayıdır. Genel görelilikte olay ufku, uzay-zamanda küresel bir çekim alanı oluşturur. İçeriye giriş serbesttir fakat girdikten sonra çıkabilen bir varlık he-


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

KARADELİKLERİN SINIFLANDIRILMASI

SAYFA

6

SAYF A

6

leri bilgiler göz önünde bulundurulur. Ayrıca bazı süpernovalardan arda kalanların da karadeliğe döKaradelikler başlıca dönme ve yüklerine göre sınüştüğü düşünülmektedir. Karadeliklerin varlığının nıflandırılır. Bir karadeliğin özelliklerini kütlesi, açıgözlemlenmesinin bir başka yöntemi de radyo dalsal momentumu ve elektriksel yükü belirler. Bir kagaları alanında gözlemlenen akışların varlığıdır. Bu radeliğin kütlesi her zaman sıfırdan büyüktür. Diğer akışların oluşma sebebi yığılım diskinde oluşan büunsurların sıfır ya da sıfırdan büyük olmasına göre, yük ölçekli manyetik alan değişimlerinden kaynaklakara delikler dört sınıfta ayrılabilir. Schwarzschild nır. karadeliği , Reissner-Nordström karadeliği , Kerr karadeliği ve Kerr-Newman karadeliği bu dört sınıftır. KARADELİKLER NASIL YOK OLUR? Açısal momentum ve elektriksel yükü sıfır olan kara delikler schwarzchild karadeliğidir. Elektriksel yükü sıfır olmayıp, açısal momentumu sıfır olduğu zaman Reissner-Nordström karadeliğidir. Bu doğada mevcut olma olasılığı pek bulunmayan teorik bir cisimdir. Karadeliğin bir açısal momentumu olup (kendi ekseni etrafında dönüyorsa) elektriksel yükü olmazsa Kerr kara deliği türündendir. Bu tür, astrofizikçiler için ilgi odağı olmuştur. Çünkü madde, kendisini yutan kara deliğin açısal momentumuyla bir ilişki halindedir. Bu durumda astronominin ilgilenebileceği yalnızca Kerr kara delikleridir. Son tür olan Kerr-Newman karadeliği ise Kerr karadeliğinin elektriksel yüke sahip olduğu türdür. KARADELİKLER NASIL GÖZLEMLENEBİLİR?

Evrendeki en uzun ömürlü kozmik cisim olan karadelikler de sonsuza kadar yaşamazlar. Hawking Işınımı sayesinde yok olurlar. Ünlü fizikçi Stephen Hawking, karadeliklerin ışıma yaptığına dair bir teori öne sürdü. Normalde bir karadeliğin etrafındaki tüm madde ve enerjiyi yutması olağandır. Bu teoride ise bunun tam olarak geçerli olmadığı ortaya konulmuştur. Teoriyi basitçe anlatmak gerekirse, karadeliklerin olay ufkuna yakın noktalardaki uzay boşluğunda enerji dalgalanmaları oluşur. Bu dalgalanma parçacıkları, parçacık ve zıt parçacık diye ayırır. Karadelik bazen parçacıklardan bir tanesini çeker ve diğer parçacık alandan uzaklaşır. Bu da karadeliğin yaydığı parçacıklarla da gözlemlenebildiğini gösteririr.

Hawking Işınımının günümüz teknolojisiyle gözÖncelikle şunu söylemek gerek; karadelikler doğ- lemlenebilmesi mümkün değildir. rudan değil, dolaylı olarak gözlemlenebilirler. YalnızHawking buluşuna göre, saçtığı pozitif enerjili parca yıldızsal karadelikler ve dev karadelikler için birçacıklar içine negatif enerjili parçacıkları çekerek çok gözlem donanımları düzenlenmektedir. enerji kaybeder. Enerji kaybı da kütle kaybı demekBir karadeliği bulmak için birkaç yöntem vardır. tir. Bu da her karadeliğin bir sonu olacağı anlamına İlk olarak bir çift yıldızın iki bileşeninin kütlesi belir- gelir. Ayrıca teoriye göre karadeliklerin yaydıkları lenerek, kütlesi büyük ve görünmez olan bir nötron enerji kütleleriyle ters orantılıdır. Küçüldükçe daha yıldızı veya bir kara delik olarak yorumlanabilir. Eğer kuvvetli ,büyüdükçe ise daha az kuvvetle Hawking ki yörünge eğikliği açısı da bilinmiyorsa, diğer bileşe- radyasyonu yayarlar. nin kütlesinin nötron yıldızlarının maksimum kütle Fatmanur SÖNMÜŞ sınırını geçip geçmediğine bakılır. Sınırı geçiyorsa bu Hawking, S. (2001). Ceviz kabuğundaki evren. İstanbul:ALFA bir karadeliktir. Hawking S. (2010). Büyük tasarım. İstanbul:DK

İkinci yöntem olarak da bazı yıldızsal karadeliklerin gama ışınları dalgalarının yayını sırasında belirledik-

http://tr.wikipedia.org/wiki/Kara_delik http://www.fizikmakaleleri.com/2012/12/hawking-isimasi.html


ACADEMY

SAYF A

GARDEN

7

Deja Vu Uçsuz bucaksız bilim yolunda ışıkla aydınlanmayan bazı taşlar vardır. Ya ışık tutulmamıştır o taşlara ya da tamamen aydınlanabilmesi için yetersiz kalmıştır tutulan ışık. ”İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” der Hacı Bektaş-i Veli, ben de bundan mütevellit bilimin pek çok kez tartışmalara yol açmış bir konusuna değineceğim. Deja vu.. Çoğumuzun duyduğu fakat ne anlama geldiği- 2004 yılında ni bilmediği konulardan bir tane- yapılan sidir deja vu. Peki araştırmalara nedir bu deja vu? Bir film adı mı? göre her 3 Bir marka mı? Yoksa sosyal medyanın insandan 2 si envai çeşit uygulamalarından biri Deja vu mi? Elbette ki hayır. Deja vu Fransızca kökenlidir ve "daha yaşıyor. önce görülmüş" anlamına gelir. Hepimizin belki de günlük hayatta bir kaç kere yaşadığı fakat isimlendiremediği, açıklayamadığı anlardan biridir.

ğu sonucu elde edilmiştir. Bu sonuç; deja vu’nun aslında olayların insan beynindeki benzer yönlerinin yaşanan yeni bir olaya olan benzer yönüyle örtüştüğü zaman kişinin deja vu yaşadığı ortaya çıkmıştır. Yine 2012 yılında “sanal gerçekliliğin kullanıldığı “deneylerde de bu tezi kanıtlar nitelikte sonuçlar doğmuştur. Bunun yanı sıra deja vu'nun Ayrıca, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasından da kaynaklandığını. Bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf bu olayın daha önce yaşanmış olduğu hissine kapıldığı ve Bu durumun sinir aksonlarındaki küçük bir sapmadan kaynaklandığı da öne sürülmüştür. Sonuç olarak beynimiz mükemmel olarak çalışmaz, bilinç kaybı, anlık silinmeler ve unutkanlık gibi hatalar meydana gelebilir. Fakat daha sonra buna benzer bir olay yaşadığımızda beyin hemen iki olay arasında benzer yönleri saptar ve kişide bu olay daha önce yaşanılmış hissi uyandırır. Diyelim ki dersteyiz ve öğretmen bir arkadaşımızı tahtaya kaldırıp soru soruyor ve çocuk bilemiyor. Kişi de aynı çocuğun aynı sınıfta daha önce tahtaya kalktığı düşüncesi hakim olabiliyor, Ta ki çocuğun soruyu bilmeyişine kadar. Çünkü zannettiğimiz olayda çocuk tahtaya kalktığında sorulan soruyu biliyordu. İşte bu iki olay arasındaki benzerlik kişinin deja vu yaşamasına sebep oluyor, Aslında iki olay birbirine benziyor fakat aynı olayı iki kere yaşamadık, sadece benziyor.

2004 yılında yapılan araştırmalara göre her 3 insandan 2 si deja vu yaşıyor,1941 yılında Dr Borister ve Dr Zangwill'in yapmış olduğu “hipnoz öncesi ve sonrası bilinç kaybı” konulu deneyinde hipnoz öncesi tanıtılan bir materyalin hipnoz sonrasında da kişide az da olsa tanımışlık hissi yarattığı ortaya konulmuştur. Biraz daha yakın tarihe gelirsek 2008 yılında Dr. Cleary tarafından yapılan bir araştırmada Deja vu'nun “benzerliğe dayalı tanımlama” ile ilgili oldu-

Mehmet ŞEYHANLI http://www.evrimagaci.org/ http://tr.wikipedia.org/


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

SAYF A

VİNCENT KH CHENG İLE TANIŞIN! Vincent, çok güzel fotoğraflar çeken bir Hong Kong’lu. Kendisi yaratıcı astrofo toğraflar çekiyor. Rica ettik bizimle fotoğraflarını paylaştı. Sizin için tadımlık şu mini sergiyi oluşturduk. Beğenmeniz ümidiyle.Teşekkürler Mrs. Cheng. vegabort@gmail.com

Bubble Universe ,28, Apr, 2014. Red center, Australia

8


ACADEMY

SAYF A

GARDEN

Resmi veya grafiği açıklayan alt yazı.

Milky way, Cityscape,11 Temmuz 2013 .

9


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

SAYF A 10

Milky way memory 4,May,2014 Center, Australia, /kizler-denizanası Bulutsusu, IC 443 ,9 Eylül 2013


ACADEMY

GARDEN

SAYF A 11

Genişleyen Evren ve Düşündürdükleri Çocukluğunuzu hatırlar mısınız? Kurduğunuz düşleri, bitmek bilmeyen sorularınızı da anımsadınız hemen. Var olan her şeyi çocukluğumuzla bir de çocuk kalmış büyük adamların merakıyla sorguladık. Bu meraklı zihinlere çok şey borçluyuz. İşte o büyük adamlardan biri, E Hubble 1929’da uzak galaksilerden gelen ışığı incelerken beklenmedik bir veri elde etti. Tayf çizgilerinde nispi kırmızıya kayma gözlemlemişti Hubble. Bu kozmik kırmızıya kayma (redshift) galaksilerin birbirlerinden uzaklaştığı manasına geliyordu kabaca. Sonuç olarak sanılanın aksine evren genişliyordu. Bunu öğrendiğimizde Big Bang’e inanmak için çok sağlam gerekçeler edindik. Artık bir patlamayla oluşmuş ve genişleyerek atomlardan galaksilere kadar her şeyi oluşturmuş bir evren daha mantıklı bir hal aldı. Genişleyen bir sistemi geriye sararsak giderek küçülüp ve nihayetinde bir başlangıç noktasına ulaşırız, patlamaya… Bunu durgun bir suda oluşan dairesel su dalgalarına benzetebiliriz. Çocukken suya taş attığımızda oluşan ilk sıçramayı patlama anına sürekli genişleyen su dalgalarını da sonraki sürece benzetebiliriz. Aslında genişleyen bir evreni önceden öngören biri daha vardı. Einsteın’ın Genel Görelik kuramı statik bir sisteme bir baş kaldırı olsa da yeterince cesur olamamıştı. Ne var ki Hubble bize gözlemsel kanıtlar sunmuştu. Üstelik bu veriler evrenin genişlemekle kalmadığını genişleme hızının arttığını da öğretti. Hızlanarak genişleyen bir evren genişleyen bir evrenden daha ilginç ve de beklenmedik bir durum. Bir patlamayı düşünün ya da suya attığınız taşı her ikisinde de etkinin zamanla azalacağını düşünürsünüz doğal olarak. Zaten fizikte sürtünmeden veya evrende ki kütle çekim gibi kuvvetlerden dolayı etkinin zamanla azalacağını söyler. Zamanla hızın düşeceği evrenin durup kendi içine çökmeye başlayacağını düşünmüştük. Bu yeni bilgiler ile beraber Big Crunch( Büyük çökme, evrenin kendi içine çökeceği düşüncesi) kan kaybetmişti. Öte yandan artan hızla büyüyen bir evren bilinen fizik kurallarıyla örtüşmüyordu. Bu karanlık meselemize şimdilik çok da aydınlatılmamış bir çözüm bulduk; Kara enerji. Peki, nedir bu kara enerji? Evreni sürekli genişleten ve galaksileri birbirinden

uzaklaştıran itici bir güç. Alan Guth bundan ilk bahseden kişidir ve ani genişlemeden bu enerjiyi sorumlu tutmuştur. Madde ile hatta ışıkla bile etkileşime girmeyen bu enerji için karanlık kelimesi gayet niteleyici olsa gerek. Karanlık enerjiden söz açılmışken Karanlık maddeden bahsetmeden geçemeyiz. Bugün evrenin %72’si Kara enerji, %23 Karanlık Madde ve yaklaşık %5’i ise bildiğimiz anlamda atomlardan oluştuğu düşünülüyor

Tüm evren algımız, tüm bilgilerimiz %5 demek aslında. Kara Madde ve Kara Enerjiyi anlamak evrenin tamamını anlamak açısından hayati bir önem taşıyor. Kara Maddenin de Kara Enerji gibi benzer bir kimliği benzer bir hikayesi var. Işık ve diğer elektromanyetik dalgalarla etkileşime girmeyen fakat varlığını diğer maddeler üzerindeki kütle çekim etkisiyle tanıyabildiğimiz karanlık madde ilk kez 1932 ve 1933 yıllarında Jan Hendrik Oort ve Fritz Zwicky tarafaından dillendirildi. Fakat Fritz Zwicky’nin dikkate alınması için 40 yıl geçmesi gerekiyordu. Ne var ki 1970 yılında Washington Carnege Enstitüsü’nden ciddi ve güçlü bir kanıt gelmişti. Vera Rubin ve arkadaşları Samanyolu Gök adasında olduğu gibi sarmal bir gök adada kütle galaktik maddenin görünen durumuna göre dağılmışsa dönme eğrisi hızlarının azalması gerektiğini gösterir. Çünkü galaksiyi oluşturan kütlenin büyük bir kısmı merkezdeki diskte toplandığından çekim zayıf kalacaktır.


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

Fakat Samanyolu, Andromeda ve başka sarmal gökadalarda beklenen hız düşmesi gözlenmiyordu. Yani diskteki yıldızların hızları merkezde toplanmış muazzam kütleye rağmen azalmıyor, sabit devam ediyordu. Burada göremediğimiz, ışık yaymayan bir şeyler mi vardı? Eğer disk kısmındaki yıldızların hızı azalmıyorsa göründüğünün aksine merkezle disk arasında bir kütle farkı olmamalı, kütle her yerde homojen dağılmalıydı. Bu durum ise ancak diskte önemli bir miktar kara madde olması ile açıklanabilir.

SAYF A 12

benzetilmiş; Pilleri bitmek üzere olan bir kol saatiniz olsun. Piller tamamen doluyken şimdikine göre zaman daha kısa olacak ,yani dakikalar daha hızlı akacaktır. Piller tamamen doluyken izlediğiniz 60 dakikalık bir filmi tekrar izlediğinizi düşünün. Eğer saatinizin pillerinin bitmek üzere olduğunun farkında değilseniz bu kez film bittiğinde filmin hızlandırıldığını düşüneceksiniz. Çünkü film bittiğinde saatinizde 45 dakika geçmiştir henüz. Filmin hızlandırılmış olduğunu düşüneceksiniz. Değişen film hızı değil dakikalar. Bu yeni fikir hakkında yerli kaynaklarda bilgi çok yetersiz. Prof. Jose Senovilla ile bu konu hakkında mail üzerinden konuşma imkânı buldum. Yoğunluğu nedeniyle oldukça yavaş geçiyor konuşma. Bu görüşün ele alınmaya değer olduğu düşüncesindeyim.

İlerleyen zamanlarda merakımız, hayal gücümüz bu soruyu da çözüme kavuşturacaktır. Çözümler üretir üretmez yeni sorunlar için bu hayal-merakhakikat döngüsü devam edecektir. Öğrendik ki bir buzdağı gibi gördüklerimizin ötesinde daha fazlası var. Şu sayfalarda bile mikro âleme inersek göremediğimiz evrenler fark edeceğiz. Belki bir gün Kara madde –Kara enerji hatta Big Bang bir 20 yy efsanesi olarak anılacaklar. Belki üzerine bir şeyler katarak ilerleyeceğiz. Kesin olan şu ki her zaman Tipik sarmal bir galaksini Hız-Uzaklık Grafiği. Beklenen emin olmadığımız, uykularımızı kaçıran sorularıdurum (A) gözlemlenen (B). Açıkça gözlemlenen bu Hız mız olacak. Yeni soru işaretleri için yeni küçük kalfarkı Kara maddeden kaynaklanıyor mış büyük adamlar ve onların hayal gücü, merakı Diskte tüm galaksi boyunca homojen bir kütle da- bir de çalışmaları gerekecek. Hoşça kalıın. ğılımı oluşacak kadar kara madde bulunmalıydı bir Halil BAĞIŞ başka deyişle. Rubin’de Zwicky ile aynı bilimsel kaderi yaşadı. Uzun süre hiçbir ciddi yayın bu çalışmalara yer vermedi. Evet Einsteın Newton’ın bazı kanunlarını sorguladıktan sonra sabit bir evre- , http://tr.wikipedia.org/wiki/Karanlık Madde ni de sorguladı. Sabit olmayan bir evren fikri bizi http://tr.wikipedia.org/wiki/Karanlık Enerji Kara madde-Kara enerjiye kadar taşıdı. http://tr.wikipedia.org/wiki/Evren'in Genişlemesi

Kara Madde ve Kara Enerji bugün hala bir gizem. Bilim dünyasının önemli bir kısmı tarafından kabul görse de çok farklı düşüncelerde yok değil. İspanya’da Bilbao Üniversitesi’nden Jose Senovilla ve arkadaşları ise Evrenin artan bir hızla genişlemediğini bunun bir algı hatası olduğunu düşünüyor. Bu yeni çalışmaya göre uzay hızla genişlemiyor, zaman yavaşlıyor. Bu yavaşlama günlük seviyede olmadığından gözle algılanacak bir durum değil. Prof. Senovilla genişleyen bir evrene değil, hızlanarak genişleyen bir evrene karşı çıkıyor. Zamanın yavaşlaması ve bu durumun açıklanması şöyle

http://tr.wikipedia.org/wiki/Vera Rubin


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

SAYF A 13

karşısındaki kişiyle konuşabilen bir yazılımdı. Test şu şekildeydi; Birbirini göremeyen kişiler ayrı odalara konup birbirleriyle yazışması isteniyordu. Bu kişilerden bazılarına gerçek kişiler, bazılarına ise ELİZA cevap veriyordu. Deneyde kullanılan kişi karşısındakinin insan mı yoksa makine mi olduğunu ayırt edemediği an yapay zekânın önemli bir gelişme gösterdiği ispatlanmış oldu. Başka bir örnekle Bot EGO’nun Türkiye’de geliştirdiği başarılı bir yazılım olan ‘Merve’yi Tavla’ uzun süre internette insanların sohbet ettiği sanal bir yapay zekâ ürünüdür.

YAPAY ZEKAYLA MAKİNELER NE KADAR AKILLI? Çoğumuz yapay zekâ kavramını duyunca bu kavramı düşünmeye, anlamlandırmaya çalışırız. Fakat yapay zekâ sistemi insanları düşündürmenin aksine bu zahmetten kurtarmak için var. Yani kararları insanların değil de makinelerin vereceği bir gelecek… Yapay zekâ akıllara ilk olarak son dönemlerin bir ürünüymüş gibi gelse de aslında tarihi mitolojiye kadar dayanan bir sistemdir. Ancak bu terim(yapay zekâ) ilk olarak 1956 yılında John McCarthy tarafından kullanılıp ‘akıllı cihazlar yapmak konusundaki bilim ve mühendislik’ olarak tanım kazanmış. Bir diğer tanımla yapay zekâ; insan aklının nasıl çalıştığını gösteren bir kuramdır. Ancak günümüzde bu tanımlar hızla değişmekte hatta insan zekâsından bağımsız gelişebilecek bir yapay zekâ sistemine doğru gidilmektedir. Yapay zekânın asıl amacı; zekânın ne olduğunu anlamak, makineleri daha akıllı ve daha faydalı hale getirmektir. Yapay zekâ kavramının oluşmasında en önemli başrolü oynayan kişilerden biride Alan Mathison Turing’dir. Turing, 1937 yılında kendisinin geliştirdiği Turing Makinesini tanıtmış ve en basit bilgisayarı oluşturmuştu. En basit bilgisayar olması az işlev görmesi anlamına gelmeyip günümüz bilgisayarların yapabildiği hemen her şeyi yapabilen güçlü bir makinedir. Bu makine bir tür test oluşturuyordu, Turing Testi. Birçok araştırmacı tarafından kullanılacak olan Turing Testi, yazılım ve cihazların başlangıcını oluşturduğu için tarihte çok önemli bir yere sahiptir. Bu önemli testlerden biri olan ELİZA,

Günümüz teknolojisinde yapay zekâ sistemleri birçok makinede kullanılmaktadır. Aynı zamanda son dönemlerdeki filmlerin en önemli konularından biri olmuştur. Konuşan ve işlem yapan cihazlar, sorunu algılayıp çözüm üreten bilgisayarlar, güvenlik sistemi oluşturan sistemler, insan gibi hareket eden duygulu robotlar ve dahası… Anlaşılacağı üzere yapay zekâ günümüzde kullanılan, ihtiyaç duyulan ve oldukça önemli gelişme gösteren bir sistemdir. Ancak, henüz tam olarak istenilen yerdedir diyemeyiz. Atılması gereken adımlar, çözülmesi gereken sorunlar vardır. Tecrübelerden kendi kendine öğrenebilme, sebep-sonuç ilişkisi kurabilme, yeni bir olayı veya sorunu algılama ve buna başarılı aynı zamanda da hızlı yanıt verebilme, bilgiyi anlayıp kullanabilme, düşünme ve muhakeme edebilme… Görüldüğü gibi yapay zekâ sisteminin geliştirilmesi gereken birçok sorunu vardır. Özellikle de duygusu bulunmayan bir sistem olması insan işlevlerini algılayıp anlamlı hale getirmesi bu sistemi en çok zorlayan konulardan biridir. Bu sorunlara daha önceki dönemlere nazaran daha hızlı bir şekilde çözüm bulunabilmesi çok da uzun olmayan bir süre sonra yapay zekâ sistemlerinin hayatımıza daha fazla gireceğinin bir göstergesi olabilir. Robotlar, konuşan ve çözüm üretebilen zeki bilgisayarlar kısacası yapay zekâya sahip makineler. Belki de insanlara göre daha doğru kararlar veren cihazlar, yani insanların değil de makinelerin karar vereceği bir gelecek. Mehmet ÇİFTÇİ http://www-formal.stanford.edu/jmc/whatisai/whatisai.html http://www.botego.com/merveyitavla/ http://www.uludagsozluk.com/k/turing-makinesi/ http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/yapay_zeka_nedir


ACADEMY

GARDEN

SAYF A 14

KALP NAKİLLERİ VE BEYİN ARASINDAKİ İLİŞKİSİ İnsanlar uzun yıllar boyunca süregelen düşünceyle en azından aşkın, kalp ile ilgili olduğunu düşünmüşlerdir. Ancak bilimsel çalışmalar, duyguların kalp ile hiçbir alakası olmadığını göstermekle birlikte, kalbin görevinin yalnızca kan pompalamaktan ibaret olduğunu göstermiştir. Peki bu kadar basit midir kalbin görevi? Yani sadece kan pompalamak mıdır? Tabii kan pompalamanın basit olduğunu kastetmiyorum ama "sanki bu kadarı da biraz az mı oldu?" demeye de engel olamıyorum. İşte bu yüzden, bu konuyu biraz irdelemek istedim. Bildiğimiz üzere dünyada teknoloji artışını grafiğe döktüğümüzde düzensiz artış biçiminde bir doğru izlediğini görmemiz mümkün. Bunun sağlık alanına da yansımasıyla birlikte, artık anne karnındaki fetüs üzerinde bile kolay ve doğru bilgiler elde etmeye başladık. Bununla bağlantılı olarak, son zamanlardaki teknoloji ile anne karnındaki fetüste beyin oluşumundan önce, ilk olarak kalbin atmaya başladığını ve bundan dolayı da kalbin, insanın madde bedendeki ilk başlangıç noktası olduğu bilgisine ulaşmamızı sağlıyor. Bu da duyguların, hislerin, kalp organı aracılığıyla oluştuğu düşüncesini ortaya atmamıza neden oluyor. Bir kaç detaydan daha bahsedecek olursam; kalbin enerji alanı, beynin enerji alanından daha geniş olmasından dolayı kalpten beyne iletilen duyguların beyin fonksiyonları üzerinde çok büyük etkilere sahiptir. Fakat asıl soru, beyin emrettiği için mi bu etkilere sebep olunuyor, yoksa aslında bu etkiler başlı başına kalbin etkinliğinde gelişen olgular mı? Bu sorunun cevabına ulaşmak adına aklıma ilk olarak organ nakilleri geldi. Çünkü eğer her kalp organı duyguların etkinliğindeyse, kalp nakli gerçekleştiğinde kalp ile birlikte duygu aktarımı da gerçekleşmiş olmalı. Organ nakilleri günümüzde bir çok kalp hastasının umudu olmuş durumda.

Bu ameliyatlar sonrası organ naklini yapanlarda görünen değişimler ve edinilen kalbin sahibinin davranışlarına benzeyen bir takım davranışlara sahip olması da kafaları karıştırır nitelikte. Hatta bu olaya literatürde isim bile vermişler "hücre hafızası sendromu" diye. Hücre hafızası sendromuna göre kalp nakliyle birlikte, bazı alışkanlıklar ve duygularında nakil olduğu söyleniyor. Eğer duygularımızı kalben hissettiğimizi düşünüyorsak bu sonuca varmamız gayet normal. Ama aslında önemli olan vardığımız bu sonucun doğruluğuna inanmışsak, bilimsel anlamda da yanıtının bulunması gerektiği. Bilimsel anlamda araştırdığımızda; hafıza beyinle ilgili bir durumdur. Beyinde hafızadan özellikle hipokampus ve amigdala adı verilen kısımlar sorumludur. Bu kısımlarda öğrenim ve deneyim sonucu hafızaya alınacak bilgiler nöronların kontrolünde, birbirleriyle yaptıkları sinaps varyasyonlarıyla saklanır. Beyin özel güvenlik görevlileriyle (B.O.S sıvısı, kafatası kemiği, kafaderisi vb) korunan oldukça izole bir sistemdir.


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

Vücudun dışındaki değişiklikler, özellikle nakil gibi durumlar beynin kendi içindeki kısımlarında değişiklikler yapmaz. Yani elbette akciğerlerdeki bir enfeksiyon beyine yansıyıp menenjit yapabilir, bu da beyin dokusunda ödem gibi değişikliklere yol açabilir, ancak mesela böbrek nakledilen bir hastanın böbrek hücreleri gidip de beyindeki hipokampustaki nöron ve sinaps varyasyonlarını değiştirmezler. Değiştiremezler çünkü bu zaten mümkün değildir. Gelelim spot örneklere; her operasyon büyük travma, özellikle organ nakli çok daha büyük bir travmadır. Düşünün apandisimizi almıyorlar ya da dişimizi çekmiyorlar ,öyle basit bir olay değil yani. Ortalama 9-10 saat süren ve sonunda vücudunuza tamamen mükemmel bir yabancıdan alınan bir organı taktıkları bir operasyon bu. Bazı ilginç bulunan gazete haberlerinde bu konu çok önemli bir yer tutar. "ERKEK HASTAYA BAYANDAN KALP NAKLİ YAPILDIKTAN SONRA PEMBE DİZİ İZLEMEYE BAŞLADI" sanırım en güzel buydu, gazetede okuduğum. Şöyle düşünelim, nakil gerçekleşen kişi hiç merak etmez mi hiç bu akciğerlerin sahibinin dağcılıktaki kondisyonunu veya size takılan kalbin kimin için çarptığını? Bir bayan mıydı naklini gerçekleştiren kişi? Ya da erkek mi? diye. Yani özetle tüm bu davranış değişimleri beyin kontrolünde gerçekleşen olaylar, kendimizi neye yönlendirirsek, düşüncemize nasıl bir yön verirsek beynimiz onu doğru kabul edip teoriden alıp uygulamaya ulaştırır. Sonuç olarak 2000 yıldan daha fazla olan tıp geleneğinin şimdiye kümüle olmuş bilgileri böyle bir önermeyi olası görmüyor. Ama böyle şeyler yaşanıyor ve bu haberler ilgi çekiyor. İster sosyal boyutu, ister psikolojik boyutu diyelim ama ne yazık ki fizyolojik boyutundan bahsedemeyiz. Burcu AKBULUT

SAYF A 15

Kaynaklar; Wikipedia, Anatomi ve Fizyoloji İnsan Biyolojisi ( Abdurrahman AKTÜMSEK) Fotoğraf; http://www.rewireme.com/journeys/your-heartand-stomach-may-be-smarter-than-you-think/ sitesine aittir.

Academy GARDEN DUYURU EKRANI Derginin yayın felsefelerinden biri olan birlikte öğrenme ve keşfetme’nin gereği olarak her zaman yeni ekip arkadaşlarına, okurlara açığız. Eğer sende bilime ,öğrenmeye meraklıysan ve paylaşmaktan keyif alıyorsan bizimle iletişime geçmek için zaman kaybetme. Ayrıntılı bilgi için iletişim adresimiz: acdmygarden@gmail.com


ACADEMY

GARDEN

Einstein’ın Zamanı: Özel Görelilik Işık ,uzay ve zaman. 19 yüzyılın en büyük dâhilerinden olan A. Einstein bunlar üzerinden yola çıkarak kozmolojinin en önemli sorularından çoğuna cevaplar bulmuştur. Einstein 1905 yılında ortaya attığı Özel Görelilik Kuramı ile zaman ve uzunluğu tartışırken,1915-16 yıllarında matematiksel temellerini tamamladığı Genel Görelilik ile de kütle çekim kuvveti ve uzay-zamanı açıklamıştır. Dergimizin bu sayısında Einstein’ın bu olağanüstü teorisi hakkında konuşacağız. Einstein 1905 yılında ‘’Annelen der Physik ‘’ adlı dergiye verdiği 3 makaleden biriydi Özel Görelilik. Aslında makalenin gerçek adı ‘’Zur elektrodynamik bewegter körpe ‘ ’ yani ‘’ Hareket eden cisimlerin, elektrodinamiklerine dair’’dir. Görelilik kuramının dayandığı en temel nokta ışığın bir hızının olmasaydı. Bunun anlamı şuydu; aslında biz oluşan bir olayı anında göremiyorduk çünkü ışığında bir hızı vardı. O halde çok az bir gecikmeyle de olsa olayları anında değil biraz daha geç görüyorduk. Bu nokta Özel Göreliliğin şekillenmesinde önemli bir yere sahipti çünkü Newton zamanında bu durum ihmal ediliyordu, hatta o zamanlar fizik dünyası bizim olayları anında gördüğümüzü düşünüyorlardı yani onlar ışığın hızının sonsuz olduğunu varsayıyorlardı. Hatta daha sonraları Einstein Genel Görelilikle Newton’un kütle çekim hesabının yanlışlığının bir nedeninin de Newton’un denklemlerinde zamanın hesaba alınmamasıydı. Bilindiği üzere Newton kütle çekimin, cisimlerin kütlelerinin çarpımıyla doğru; cisimlerim merkezleri arasındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olduğunu söylüyordu. Şayet bu denklem üzerinde durulursa bir gezegenin veya cismin hızını değiştirirsek bu çekim gücü hemen mi değişecekti yoksa biraz gecikmeyle mi ? İşte Newton’un denklemi hemen olacağını gösteriyordu, hatta Newton zaman kavramını hiç düşünmemişti. Fakat Einstein kuramıyla Newton’un çekim kuvveti eksikliklerini tamamlamış ve Newton’un hesaba katmadığı zaman kavramıyla olayı çok farklı boyutlara taşımıştır.

SAYF A 16


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

İşte Einstein önceki sayfada belirttiğimiz gibi ışığın hızı olduğu gerçeğini hesaba katarak teorisini ve denklemlerini şekillendirmişti çünkü amaç tam anlamıyla gerçeği bilmekti. Einstein kuramını 2 temek kabul üzerinde oturtmuştu. Bunlardan birincisi ışığın boşluktaki hızının evrensel bir sabit olmasıydı yani ışığın hızı ister sabit ister hareket halindeki kişilerce ölçülmesi farklı sonuçlar vermiyordu. Einstein bu hızı evrendeki maksimum veya mutlak hız olarak kabul etti. Hatta Einstein’ın meşhur denklemi olan E=MC2 gereği bir cisim ışık hızında hareket ediyorsa ve biz hala kuvvet uygulayarak enerji aktarıyorsak bu cismin hızında değil kütlesinde bir artış olacağını söyler. Kuramın ikinci kabulüyse ‘’Görelilik Denkliği ‘’ dediğimiz sabit hızlarla hareket eden araçların gözlemcilerinin çevrelerindeki olayları araç duruyormuşçasına değerlendirmeleriydi. Bu durumda bile Einstein tüm doğa kanunlarının geçerli olduğunu söyledi. Görelilik ilkesine göre biz tamamen boş bir uzayda bir uzay gemisinde sabit hızla hareket ediyorsak hareket halinde olup olmadığımızı fark edemeyeceğimizi söyler. Çünkü bu durumda herhangi bir şeyi kendimize referans alamamaktayız ama durum biraz daha garip… Aslında bize doğru bir uzay aracının yaklaştığını bile görsek yine de hareket ettiğimiz konusunda emin olamayız. Zira bu durumda karşımızda 3 ihtimal bulunmaktadır yani ya biz uzay aracına yaklaşıyoruz o sabit durmakta ya biz sabit iken uzay aracı bize yaklaşmakta ya da her ikimiz aynı anda birbirimize yaklaşmaktayız. Bu yüzden böyle bir durumda dahi hareket edip etmediğimizi bilemeyiz. Çünkü hızımız sabittir hatırlanacağı üzere klasik fizikte eylemsizlik ve de eylemsizlik kuvvetinden bahsedilir ve yine hatırlanacağı üzere eylemsizlik kuvveti ancak ivme halindeki cisimler için geçerlidir. İşte Einstein bizim ancak ivmeli hareket ettiğimiz zaman bu hareket dolayısıyla oluşan eylemsiz kuvveti ile hareket halinde olduğumuzu anlayabileceğimizi söyler. Aynı zaman da yukarıda bahsettiğimiz durumda bir de uzay aracından bize gelen ışığın da gecikmeli olarak bize ulaştığını düşünerek durumu bir hayli farklı

SAYF A 17

boyutlara getirmiştir. Şimdi Einstein’ın Özel Görelilik Kuramıyla ortaya attığı zaman kısalması ve uzunluk büzülmesinden bahsedelim. Aslında bu iki durumda genellikle daha iyi anlaşılması için örnekler üzerinden açıklanır. Yazımızda bizde aynı şeyi yapacağız. Öncelikle zaman kısalmasına bakalım. Şimdi dümdüz bir zemin düşünelim ve doğu batı yönünde hareket eden bir vagonumuz olduğunu varsayalım. Vagonun hızı v, boyu L ve yüksekliği ise h olsun ve vagonun içinde X adlı ve dışında sabit duran bir Y kişimiz olsun. Vagonumuzun tabanında bir lazerimiz ve lazer ışığını algılayan, her ışık gelişince ‘bip’ sesi çıkaran bir cihazımız olsun (Burada lazer ile ışık algılayıcı cihazında üst üste bulunduğunu ve gerek yatay olarak gerekse dikeyde mesafe farkı olmadığını farz ediyoruz. ) Tavanda ise bir düz aynamız bulunmakta şimdi içerdeki X kişisine göre ışığın(bir foton olarak düşünüyoruz) tabandan yola çıkıp aynaya çarpıp tekrar gelip ışık algılayıcı cihaza çarptığını ve cihazın ‘bip’ sesi çıkardığını düşünelim. Bu durum içerde bulunan bu X şahsına göre ne kadar sürede gerçekleşmiştir? Fiziğin en temel kuralı olan YOL=ZAMAN X HIZ formülünde hızı yani ‘t’ yi yalnız bırakırsak ZAMAN(t)=YOL(x)/HIZ(v) olur. Bu formülü kullanırsak vagon örneğimiz için zamanı şöyle eklemleştirebiliriz: t=2h/c olur. Burada 2h dememizin sebebi ışığın gidiş ve geliş mesafesinin vagonun yüksekliğini 2 katı olmasındandır. Peki ya dışarıda sabit duran Y kişisine göre ışığın bu bu yolu kat etmesi ne kadar sürüyor? Şimdi şunu iyi anlamak lazım dışarıdaki kişi sabit olduğundan ve vagonumuzda batıdan doğuya doğru v hızıyla hareket ediyorsa bağıl hız mantığıyla ışığın dikeydeki hızı c yataydaki hızı v dir. . Ama burada vektörel olarak toplayıp bu hızın ışık hızını aştığını söyleyemeyiz çünkü hatırlanacağı üzere Einstein kuramını oluştururken ışığın bütün gözlemciler için sabit ve değişmez bir hız olduğunu söylüyordu.


ACADEMY

GARDEN

Hatta yukarda belirttiğimiz E = mc2 ile ışığın mutlak bir hız olduğunu söyler. Konumuza dönersek dışarıda sabit duran Y kişisi ışığın dikeyde c hızıyla tavana ulaşana kadar vagondan dolayı yatayda da belli bir yol aldığını fark eder. (Hatırlanacağı gibi vagonun yataydaki hızı v idi bu yüzden dışarıda sabit duran kişiye göre bağıl hareket kuralı dolayısıyla ışıkta yatayda v hızıyla ilerlemektedir.) Şimdi bu durumu matematiksel temellere oturtalım: Öncelikle ışığın tabandan çıkıp aynaya ulaşması ve tekrar yerine dönmesi için gereken sürenin tamamına t’ diyelim. O halde ışık tabandan aynaya ulaştığında geçen sürede t’/2 olur. Çünkü yolun yarısı gidilmiştir ve hızımız sabit durumda. Işığın aldığı yolu hayal edecek olursak aslında ışık Y’ye göre yolun yarısını tam bir dik üçgen gibi yol almıştır şimdi bir dik üçgen düşünün bu üçgenin hipotenüsün uzunluğu aslında ışığın t’/2 sürede aldığı yoldur ve yatay dik bileşeni ise vagonun t’/2 sürede aldığı yol olur. Geriye kalan dikey dik bileşen ise tabi ki vagonun yüksekliği olan h olmaktadır. Bu durumda matematiğin en temel prensiplerinden olan Pisagor bağıntısı kullanalım ama öncelikle bu uzunlukları denklemsel olarak bulalım; hipotenüsün ışığın t’/2 sürede aldığı yol olduğunu söylemiştik o halde bu uzunluk yani hipotenüs c.t’/2 olur. Yatay dik bileşense vagonun t’/2 sürede aldığı yol olduğundan bu uzunluk v.t’/2 olur ve geriye kalan son uzunlukta vagonun yüksekliği olan h idi. Şimdi tüm uzunlukları bildiğimize göre Pisagor bağıntısından bir denklem oluşturalım:

SAYF A 18

Çıkar. İçerde bulunan X kişisine göre ise zaman(t)inin formülü ise ,

İdi. İşte yukarda bulunan t’ denkleminde bunu yazarsak karşımıza zaman kısalmasının denklemi çıkar:

İşte Einstein bu denklemden zamanın göreceli bir kavram olduğunu ve zaman ve uzayın ayrılmaz bir bütün olduğunu ispatlamıştır. Yukarıdaki denkleme bakılacak olursa vagonun hızının c ye yani ışık hızına eşit olması durumda zamanın durduğunu görüyoruz yani denkleme göre ne kadar ışık hızına yaklaşırsak zaman o kadar ağır akmakta idi. Böylece Newton zamanında düşünüldüğü gibi zaman evrensel ve değişmez bir olgu değildi. Einstein bu anlamda fizik dünyasında bir çığır açmıştır. Einstein’ın bu yeni zaman olgusuyla beraber fizik dünyasında ikiz paradoksu denilen soru gündeme getirilmiştir. Bu sorunun aslında bir paradoks oluşturulmadığı ise ancak Genel Görelilik Kuramı’nın yüksek matematiksel denklemleriyle ispatlanacağından burada ele alınmayacaktır. Böylece soruyu ve çözümünü genel hatlarıyla aktarmakla yetineceğiz. . İkiz Paradoksu temel olarak Einstein’ın zaman kavramının ikiz kardeşler üzerinde düşünsel bir deney olarak ele alınmasıydı. Buna göre ikiz karOlur, buradan t’ yi yalnız bıraktığımızda karşıdeş düşünelim. Kardeşlerden birinin bir uzay mıza : aracına bindiğini ve hızla uzaklaştığını ve diğerinin ise dünyadaki sabit durduğunu farz edelim. Bu durumda Özel Göreliliğe göre uzay aracındaki kardeş için zaman daha ağır işlemekteydi.


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

. Ama bilindiği gibi hareket göreceli bir şeydir yani dünyadaki ikiz uzay aracındaki kardeşinin hızla uzaklaştığını söylerken aynı durum uzay aracında bulunan kardeş içinde geçerliydi. Tek fark yöndü, bu da denklemsel olarak hiçbir şeyi değiştirmezdi zaten. Bu durumda her iki kardeşte diğerinin daha genç kaldığını söyleyecektir. Dolayısıyla karşımızda bir paradoks varmış gibi görünmektedir. Bu nedenle kimin haklı olduğunu anlayabilmek için uzay aracındaki kardeşin belli bir süre sonra ivmelenerek yavaşlayıp durması ve tam tersi yönde yani dünyaya doğru belli bir süre ivmelenerek hızlanması gerekir. Daha sonra eski hızına vardığında sabit hızla hareket ederek dünyaya gelmesi ve kardeşiyle karşılaştırılarak anlaşılabilir (Bu arada yukarıda uzay aracının hareketi hakkında çok detaylı bilgi verdik ancak daha sonra da belirteceğimiz gibi bu ivmeli ve sabit hızlı hareketler temel olarak kimin yaşlı kalacağını belirler. Bu yüzden bunu vermek istedik). Ama bu denli uğraşmadan da kimin haklı olduğunu öğrenemez miyiz? Aslında yukarda belirttiğimiz deneyi yapmadan da dünyadaki kardeşin haklı olduğunu ve uzay aracındaki kardeşin daha genç kaldığını söyleyebiliriz. Çünkü dünyadaki kardeş sürekli yerinde durarak hareket konumunu değiştirmemişti. Bu nedenle dünyadaki kardeşin hatalı gözlem yapması söz konusu değildir. Buna karşın aynı şeyi uzay aracındaki kardeş için söyleyemeyiz. Aslında gerçekte olan durum şuydu; Uzay aracındaki kardeş için yolculuğun ilk ve son yarısında uzay aracı sabit hızla hareket ettiğinden uzay aracındaki kardeş hareketin farkında olmayacaktır. Ama daha önce de uzay aracının hareketi anlatırken aracın yolun yarısında ivmelenerek yavaşladığını ve ters yönde beli bir süre ivmelendikten sonra sabit hızla yol aldığını belirtmiştik. Bu yüzden uzay aracındaki kardeş ivmeli hareketi ile olabilecek tüm durumları da hesaba katmak zorundadır. İşte bu hesabı Özel Göreliliğin yalnızca küçük bir parçasını oluşturduğu Genel Görelilik Kuramının denklemleri ile yapabiliriz (ancak burada bu hesaplardan bahsedilmeyecektir.) Genel Göreliliğin denklemlerinden çı-

SAYF A 19

kan sonuca göre uzay aracındaki kardeş ivmeli hareket ettiği zaman dünyadaki ikiz, sabit hızla hareket ettiğinde ise uzay aracındaki ikiz daha hızlı yaşlanmaktadır. Ancak ivmelenme sırasındaki durumun, sabit hızla harekete baskın çıkması nedeniyle uzay aracındaki kardeş daha genç kalmaktadır. Görelilik kuramının uzayla ilgili ortaya koyduğu bir diğer sonuçta hareket eden cisimlerin hızlarının artmasına bağlı olarak boylarında bir değişimin olduğunu söylemesidir. Kuram hızın artışıyla boyun kısalmasının orantılı olduğunu öngörmekteydi. Şimdi bu durumun nasıl gerçekleştiğine göz atalım ; bilindiği üzere klasik fiziğin en temel formüllerinden biride YOL(x)=ZAMAN(t)XHIZ (v) dır. Yukarıda zamanın göreceliğini ispatlarken anlattığımız gibi aynı şekilde ve ebatlarda bir vagonumuzun burada da var olduğunu düşünelim(Burada şunu belirtmek gerekir ki zaman değişmesi ile boyun değişimi aslında birlikte gerçekleşen durumlardır. Çünkü her iki durumda da vagonun hızına bağlı olarak dışarıdaki Y kişisine göre değişim olmaktadır). Söz konusu vagonumuz v hızıyla ilerlerken yine içinde X kişimiz ve dışarıda sabit duran Y kişisi bulunmaktadır. Şimdi X kişisinin vagonun boyunu ölçmek istediğin de iki durum söz konusudur. Bunlardan birincisi zaten vagona göre sabit olan X, ayağının altında bulunan vagonu bir metre yardımıyla ölçebilir. Diğer bir ihtimalse dışarıda sabit bekleyen Y kişinin konumuna bakarak ölçebilir, bu ikinci seçeneği biraz açarsak durum şu: X kişisi Y yi vagonun ön ucunda gördüğünde elindeki kronometreye bassın ve Y vagonun arka ucuna geldiğinde ise kronometreyi durdursun. Bu durumda X in ölçeceği zamanı, zamanın göreceliği gereği ‘t’ olur. ( Daha önce belirttiğimiz üzere X in vagonun boyunu ölçerken geçen süre ile zamanın göreliliğinde ki hesaplanan süreyle aynıdır. Yani uzunluk kısalmasındaki t ile zamanın kısalmasındaki t aynıdır, tabii ki bu daha sonra anlatacağımız t’ içinde geçerlidir.) Peki, X in ölçtüğü zaman t ise ve vagonun hızı v ise buna bağlı olarak vagonun boyunu L=v.t olur.


ACADEMY

GARDEN

Şimdide dışarıda sabit duran Y’nin vagonun boyunu ölçmeye çalıştığını düşünelim. Bu durumda Y, kendisinin vagonun ön ucundayken elinde bulunan kronometreye basıyor ve vagonun arka ucuyla aynı hizaya geldiğinde ise kronometreyi durduruyor. Bu durumda Y’nin ölçeceği süre ise t’ olacaktır. Y buna bağlı olarak vagonun boyunu hesaplarsa, Y’ye göre vagonun boyu : L’=v.t’ olur. Bu durumda görüldüğü gibi her iki gözlemciye göre vagonun boyu değişik ölçülmüştür. Bunun temel nedeni zamandır. Çünkü zamanın değişik olması boyun farklı algılanmasına neden olmaktadır. Zaten bu yüzden boy kısalması durumu meydana gelmiştir. Aslında burada da temel şey zamanın göreceli bir kavram olmasıdır. Şimdi söz konusu boy farklılığını matematiksel bir temel üzerine oturtalım. İçerde bulunan X e göre boy: L=v.t idi. Dışarda sabit duran Y’ye göre ise boy: L’=v.t’ idi. Şimdi bu iki denklemi taraf tarafa oranlarsak karşımıza şu denklemler çıkar:

Buna bağlı olarak da :

SAYF A 20

Ve bu denklemi en son çıkardığımız denkleme yazarsak ve gerekli sadeleşmeleri yaptığımızda boyun kısalması veya büzülmesinin nihai formülü olan şu denklemle karşılaşırız :

Einstein bu formülle boyun referanslara bağlı olarak göreceli bir şey olduğunu yukarıda detaylarını anlattığımız denklemler sonucunda ispatlamıştır. Tabi o zamanlar bu tarz olağanüstü bir düşüncenin deneye tabi tutulması söz konusu değildi. Bu yüzden çoğu kitap bu kuramdan bahsederken Einstein’ın düşünce deneyi olarak adlandırır. Daha sonraları bu kuram üzerinde çok düşünülmüş ve yapılan deneyler Einstein’ın haklılığını ortaya koymuştur.1905 yılında ortaya atılan bu olağanüstü düşünce bugün CERN’deki devasa deneyin temel taşlarını oluşturmaktadır. Fakat büyük sorularımız hala zihinlerimizi meşgul etmekte ve bilim dünyası her zaman olduğu gibi şimdide olağanüstü düşünceler beklemekte.. Beklenen düşünce neden siz olmayasınız…

Ve buradan da :

Ahmet AK ‘’Genel Görelilik’’,Yeni Ufuklara,Bilim ve Teknik Dergisi/ www.Biltek.tubitak.gov.tr Torun,Cem Güney,Bilim Tarihi Işığında Görelilik Teorileri,Kuantum Mekaniği ve Herşeyin Teorisi,Ocak 2013

Elde ederiz. Buna bağlı olarak yukarıda belirttiğimiz gibi t ve t’ zamanın göreceliğindeki zaman ile aynıdır. Daha önce belirttiğimiz üzere zamanın değişimi ile boyun kısalması olayları birbiri ile bağlantılı olup aynı anda gerçekleşir. O halde zamanın göreceliğinde şu denklemi elde ettiğimizi hatırlarsak;


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

SAYF A 21

Temiz Enerji Bir element düşünün, çok uzun zamandır türevlerini farklı alanlarda kullandığımız fakat asıl önemini 1800'lü yıllarda keşfetmeye başladığımız. Kullanım alanı çok geniş olan, çevre dostu ve enerji bakımından çok verimli bir element.

Davy 1807 de; erimiş külden elektrik akımı geçirerek önce potasyum adını verdiği elementi bulmuştur. Sonra da sodadan sodyum elementini ayırmayı başarmıştır.1808 de ise baryum, stronsiyum, kalsiyumu ve boru keşfetmiştir.

Stratejik elementimizin tarihi keşfine bir göz atalım; Fransız kimyacı ve fizikçi Joseph Louis Gay-Lussac Fransa'daki École Polytechnique üniversitesinden yakın dostu Louis Jacques Thénard ile birçok araştırma projesi yürütmüştür. Gay Lussac genellikle gaz yasaları ile ilgili çalışmalar yapmış ve gazlarda basınç-sıcaklık arasında doğru orantı olduğunu bulmuştur. Fransız kimyager Louis Jacques Thénard ise 1799 da kobalt oksit ile alüminyum oksidi eriterek karıştırdıktan sonra Thenard mavisini bulmuştur. Thenard mavisi kobalt mavisi olarak da bilinir; porselen renklendirmede, kozmetikte ve pek çok farklı alanda renklendirici olarak kullanılır. Thenard ve Gay-Lussac, elektroliz ve analitik yöntemler üzerine çalışmalar yapmışlardır. Alkalilerin akkor(ışık saçacak kadar ısıtılmış olan) durumundaki metaller üzerindeki etkisinden, bol ve ucuz alkali metal üretimini sağlayan yöntemler geliştirmişlerdir. Türkiye'yi yakından ilgilendiren en önemli buluşları da erimiş potasyum kullanılarak borik asidi ayrıştırıp bor elementini bulmaları olmuştur. Onlarla aynı dönemde İngiliz kimyager, fizikçi ve mucit Humphry Davy de bor elementini keşfetmiştir.

Bor elementinin keşfinden önce bor türevleri asırlar boyunca kullanılmıştır. Araplar ilk kez bor tuzlarından ilaç yapmışlardır. Mısır ve Mezopotamya da ilaç olarak ve ölülerin mumyalanmasında boraks kullanılmıştır. Eski Yunan ve Roma da arena temizliği için zeminlerde kullanılmıştır. Himalayalar'da Babilonlar kıymetli metallerin eritilmesinde boraksı kullanmıştır. Çinliler de boraksı porselen cilası olarak kullanmıştır.2000 yıllık Arapça ve Farsça yazıtlarda boraktan söz edildiği, Sanskritçe yazıtlarda ise bor cevheri olan tinkale ile eş anlamda “tincana” kelimesinin kullanıldığı görülmüştür. 13. yüzyılda boraksın Tibet’ten Avrupa'ya getirilmesiyle modern bor endüstrisi başlar. 1771 yılında, İtalya'nın Tuscani bölgesindeki sıcak su kaynaklarında sassolit bulunur. 1828 yılında Francesco Larderel bunun katı borik asit olduğunu belirtir ve 1830 yılında İtalya'da borik asit üretimi başlar.1852 de endüstriyel anlamda ilk boraks madenciliği Şili de başlamıştır


ACADEMY

GARDEN

Anadolu da her ne kadar Susurluk (Balıkesir) civarındaki bor yataklarının ilkel olarak işletildiğini kanıtlayan veriler varsa da ilk madenciliğin 1865 yılında bir Fransız kuruluşunun Osmanlı Devleti’nden imtiyaz almasıyla başladığı görülür. 1864'te Kaliforniya’da ilk ticari bor üretimi yapılır. 1872 den sonra California, Nevada, Caliko Moutain ve Kramer yöresindeki yatakların bulunarak işletilmeye alınmasıyla ABD dünya bor gereksinimini karşılayan birinci ülke haline gelmiştir. Elementin adı borun tuzu olan borakstan türetilmiştir. Arapça burak(parlak) kelimesinden gelmektedir. Türkistan da tınkal, Anadolu da tenekar adları ile bilinmektedir. Periyodik tabloda B simgesi ile gösterilir, atom numarası 5 tir. Grubunun ilk ve en hafif üyesidir. Metalle ametal arası yarı iletken özelliğe sahip bir elementtir. Temel hal elektron konfigürasyonu 1s2 2s2 2p1 dir. Tabii halde iki tane izotopu vardır, 10B % 18,8 , 11B %81,2 oranında bulunur. Her ikisinin çekirdeği spine sahip olduğu için nükleer manyetik rezonans araştırmalarında kullanılır.10B izotopu, çok yüksek termal nötron tutma özelliği gösterir. Böylelikle nükleer malzemeler ve nükleer enerji santrallerinde kullanılabilmektedir. Türkiye'de 10B izotop oranı yüksek bor cevher yatakları bulunmaktadır. Kristal bor, önemli ölçüde hafifliğe, sertliğe, çizilmeye karşı dayanıklı, ısıya karşı kararlılığa sahiptir. Bor kırmızı ötesi (infrared) ışığın bazı dalga boylarına karşı saydamdır ve oda

SAYF A 22

sıcaklığında zayıf elektrik iletkenliğine sahiptir. Yüksek sıcaklıkta ise iyi bir iletkendir. Kristal bor kimyasal olarak inerttir. Bor, hidroklorik ve hidroflorik asitlerle kaynatıldığında bozulmaz. Sadece çok ince öğütülmüş bor, konsantre(derişik) nitrat asidi ile yavaşça oksitlenir. Yerkabuğunda yaygın olarak bulunan 51. elementtir. Tabiatta hiçbir zaman serbest halde bulunmaz. Doğada yaklaşık 230 çeşit bor minerali olduğu bilinmektedir.

Kaliforniya Üniversitesi'ndeki 11B araştırmalarda 11B'in proton fizyonlanması sırasında radyoaktivitesiz enerji açığa çıkmıştır. Böylece temiz nükleer enerji elde edilebilmektedir. Ticari maden yatakları sınırlı olup en çok Türkiye ve ABD'de bulunmaktadır. Dünya ihracatında ABD 1. sıradadır ve bor pazarını elde tutmak için Türkiye'den her yıl tonlarca ham bor almaktadır. Türkiye’de bor tuzu yatakları Bursa, Balıkesir, Kütahya ve Eskişehir il sınırları içerisindedir. Bunların en büyükleri Mustafakemalpaşa (Bursa), Susurluk (Balıkesir), Bigadiç (Balıkesir), Emet (Kütahya) ve Kırka (Eskişehir) da yer almaktadır. Türkiye’de rezerv açısından en çok bulunan bor cevherleri tinkal (Na2O.2B2O3.10H2O) ve kolemanit (2CaO.3B2O3.5H2O)’tir.


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

SAYF A 23

Dünya Bor Üretiminin Bölgelere Göre Dağılımı (2012) ,

Dünya Bor (2012),

Rezervlerinin

Boren (Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü) ve TÜBİTAK ortak çalışması ile borla çalışan yerli araç üretilmiştir. Bor yandıDağılımı ğında, petrole göre 5 kat fazla enerji açığa çıkarır. Araç, bordan elde edilen 20 litre yakıt ile maksimum 90 kilometre hıza çıkıp 100-150 kilometre yol gidebiliyor. Borun yanması sonucu oluşan bor oksit bileşiği daha sonra tekrar bora dönüştürülebilmek için depolanabilir. Ayrıca aracın yakıt deposu büyütülerek gideceği yol artırılabilir. Boren'in internet sitesindeki bor kullanım alanlarından uzay ve havacılık hakkında bilgiler:

Kullanım alanları olarak; cam, cam elyafı ve seramik, temizleme ve beyazlatma, alev geciktiriciler(yanma önleyici), tarım, sağlık, kozmetik, yapı malzemeleri ve çimento, enerji, metalurji; bor fiberleri, uzay ve havacılık, alanlarını sıralayabiliriz.

Uzay ve havacılık endüstrisinde bor kullanımı giderek artan bir seyir izlemektedir. Aerodinamikteki gelişmeler, yüksek hız kanat uygulamaları, yüksek ısıya dayanımlı gövde, düşük ağırlık yüksek kapasite ve benzeri uygulamalar üzerinde yürütülen tasarım ve geliştirme çalışmaları havacılık ve uzay sanayinde kompozit malzeme kullanımını oldukça yaygınlaştırmıştır


ACADEMY

SAYF A 24

GARDEN

Borun yanıcı fakat tutuşma sıcaklığının yüksek olması, yanma sonucunda kolaylıkla aktarılabilecek katı ürün vermesi ve çevreyi kirletecek emisyon açığa çıkarmaması ulaşım araçlarında bir avantaj olarak kabul edilmektedir. Bor kimyasalları füze yakıtı olarak kullanılabilmekte olup hidrojen diboran (B2H6) ve hidrojen pentaboran (B5H9) gibi borhidrürlerin uçaklarda yüksek performanslı potansiyel yakıt olarak kullanımı konusunda çalışmalar mevcuttur." %72,5 i Türkiye de olan bor elementi ve cevherleriyle ilgili Boren 152 proje tamamlamıştır ve 54 projesi devam etmektedir. Türkiye’de temiz ve bol enerjili bir gelecek için bor teknolojimizi geliştirmeye devam etmeliyiz. Günlük hayatta kullanıma uygun teknolojiler üretmeli ve gerekirse yurt dışına ham bor satmak yerine bordan üretilebilecek enerjiyi veya teknolojileri yurt dışı pazarına açıp ülke ekonomisine ithalattan katkı sağlamalıyız. Araştırmaktan, üretmekten ve geliştirmekten asla vazgeçmemeli tüm engellemelere rağmen yeraltı kaynaklarımızı ülkemiz ve milletimiz için, temiz bir gelecek için kullanmaya başlamalı ve geliştirerek devam ettirmeliyiz. Tuğçe TANIMAK Joseph Louis Gay Lussac, Louis Jacques Thénard, Humphry Davy / http://www.wikipedia.org/ Bor Elementi, Bor Tarihçesi, Rezervler ,Kullanım Alanları /Boren (Ulusal Bor Araştırma Entitüsü) http://www.boren.gov.tr Joseph Louis Gay-Lussac /ttp://www.chemheritage.org http://wordinfo.info/ BOR VE KULLANIM ALANLARI,Çiğdem Yenialaca'nın Tezi/http:// w3.gazi.edu.tr/~mkaradag/tezler/cigdemyenialaca.pdf

Her Academy GARDEN, Bir büyük ruha adanır. İlk sayıyı ‘’Sayıların ötesine dokunarak ,formüllerle konuşmuş bir matematik sanatçısı; Ordinaryüs Profesör Dr. Cahit ARF’’ a adıyor, minnetle anıyoruz.


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

SAYF A 25

EVRİM TEORİSİNE GENEL BAKIŞ VE FOSİL KAYITLARINA GELEN ELEŞTİREL YAKLAŞIMLARA VERİLECEK CEVAPLAR Biyoloji bilimi temel olarak iki ana teori üzerine kuruludur. Evrim Teorisi ve Hücre teorisi. Hücre Teorisine eleştirel yaklaşımlar olmamasına karşın Evrim Teorisine sıkça olmaktadır. Bu eleştirel yaklaşımlardan ilki, evrimin bir teori olduğu ve tam olarak ispatlanmamış olduğudur. Eleştiriye cevap vermeden önce '' teori '' nedir onu irdeleyelim. Teori,kelime anlamı olarak, genel tanımıyla ''Bir olgu veya gerçekler grubunun açıklaması veya izahatı olarak kabul edilen, bir fikir veya ifadeler sistemi, taslağı, gözlem veya deneylerle doğrulanmış veya yerleşmiş ve bilinen gerçekleri açıkladığı ileri sürülmüş veya kabul edilmiş bir hipotez, genel yasalar, ilkeler veya bilinen veya gözlemlenen bir şeyin nedeni olarak kabul gören şeylerin ifadesi '' dir. Tanımından da görüleceği gibi, Evrim kesinlikle bir hipotez değil, gözlemler ve deneylerle ispatlanmış, hakkında pek çok ispatlanmış veri bulunan bilimsel yaklaşımlar, kurallar bütünüdür aslında. Oysaki hipotez, gözlemler ve deneylerle desteklenmemiş varsayımlardır ve bilimsel yöntemlerin işleyiş sırasında ilk basamağa oturmaktadır. Yalnız burada bir noktayı daha gözden kaçırmamak lazım. Biyoloji Bilimi, yapısı itibarıyla zaten istisnaların çok olduğu, matematik gibi 2+2 nin her zaman 4 etmeyebileceği bir bilimdir. Dolayısıyla matematik teoremleri gibi kesin çizgilerle ispatlanamaz, ispatlanması zaten bu anlamda tabiatına aykırıdır. Bu yüzdendir ki, Evrim Teorisi hiçbir zaman teori olmaktan çıkmayacak, her zaman teori olarak kalacaktır. Ayrıca, Evrim Teorisine objektif bakmamak bilime de objektif bakmamakla eşdeğerdir aslında. Çünkü Evrim Teorisi de bilimin temel mantığında olduğu gibi, kendi kendini sürekli yeniler ve sağlam verilerle ilerler. Evrim Teorisine sıkça gelen eleştirilerden biri de, fosil kayıtlarında boşluklar bulunduğu iddialarıdır. Fosiller, atalarımızın neye benzediklerini bilebilmemiz için en önemli temel kaynaklardır. Hayvan kemikleri, kabukları ve diğer sert kısımları önce bir iz bı-

rakırlar ve sonra bu izler sertleşmekte olan kayayı biçimlendirerek fosilleştirirler. Ama hayvanların çok küçük bir bölümü fosilleşebilir. Fosil kayıtlarında boşluklar olduğu iddiaları en çok Kambriyen Dönemden daha önceki dönemlere yönelik yapılmaktadır. Çünkü Kambriyen dönemde, ana omurgasız gruplarının çoğu sanki hiç evrimsel tarihleri yokmuş gibi birden bire ortaya çıkmakta ve sanki oraya bırakılmışlar gibi durmaktadırlar. Pek çok evrimci de aslında 600 milyon yıl öncesindeki dönemlerden gelen az sayıda fosiller olduğu konusunda hemfikirdir. Bunun ana sebebinin, bu hayvanların çoğunun vücutlarının sadece yumuşak bölümlerden oluşması yani fosilleşebilecek kabuklara, kemiklere sahip olmayışlarıdır. Fosil kayıtlarındaki en ünlü boşluklardan biri de Romer'in Boşluğudur. 360 milyon yıldan Devonyen Dönemi'nin sonuna kadar yani karboniferin erken dönemleri olan '' kömür katmanlarına '' yaklaşık 340 milyon yıl öncesine uzanır. Kayıp halkanın diğer bir anlamı da, ana gruplar arasında geçiş formlarının sözde yetersiz olmasıyla ilgilidir.Mesela, sürüngenlerle kuşlar ya da balıklarla amfibiler arasında ara formları gösterin şeklindeki iddialardır. Buna verilecek en güzel örnek Archaeopteryx'tir. Archaeopteryx sürüngenler ile kuşlar arasında bir ara formdur. Aslında bu örneği vermek bile mantıksal açıdan yanlıştır. Çünkü fosillerin büyük çoğunluğunu bir formdan diğer forma geçiş olarak gösterebiliriz aslında. Bu anlamda bu sorunun sorulması ve örnekle cevap verilmesi de abestir aslında. Darwin'den sonraki evrimciler tüm fosil kayıtlarını kronolojik sıraya koyduklarında, değişimlerin düzgün olmadıklarını anladılar. Mesela, uzun dönemde bacaklar gittikçe uzuyor, kafatasları yuvarlaklaşıyor fakat fosil kayıtlarında gözlenenler düz bir doğrultuda değil, çoğunlukla sıçramalı ve aniydi.


ACADEMY

SAYF A 26

GARDEN

. Önce fosil kayıtlarının mükemmel olmamasından kaynaklanabileceğini düşündüler. Sonraları, belki de bu boşluklar uzun süreli evrimsel değişimlerin olmamasından sonra yani durgunluk döneminden sonra ani patlamalarla gerçekti dediler. Bu sıçramalı evrim bugün de bazı bilim adamları tarafından kimi zamanlar dile getirilmektedir. Bunlar makromutasyonlarla gerçekleşmektedir. Mesela, meyve sineklerindeki '' antennapaedia '' buna çok güzel bir örnektir. Antannapaedik sinekler antenleri olmayan ve antenleri bacak gibi gelişmiş olan sineklerdir. Yani fazladan bir çift bacağı olan sineklerdir. DNA'nın kopyalanması sırasında oluşan bir hatadan dolayı bir mutasyon olmaktadır. Bu sinekler laboratuvar ortamında beslendiklerinde döl bırakacak kadar yaşayabilirler ama dışarıda uzun süreli yaşayamazlar. Dolayısıyla, bu örnekten de görüleceği gibi makromutasyonlar gerçekten varlar ama evrimde rol oynayıp oynamadıkları, ya da ne kadar rol oynayıp oynamadıkları konusu önem kazanıyor burada. Mutasyon ne kadar makroysa zararlı etkisi de o kadar fazla ve bir türün evriminde katkıda bulunma ihtimali de o kadar az oluyor. Mesela laboratuvarlarda gerçekleştirilen, incelenen mutasyonların hepsi de oldukça makrodur ve hepsi de zararlıdır. Ama yine de evrimde gerçekleşen mutasyonlar gelişigüzel değildirler. Mutasyonlar, mutajen dediğimiz etkenler ile ve ayrıca mutasyoncu genler ile ortaya çıkarlar. Bir türdeki bütün genlerin mutasyon geçirme olasılığı aynı değildir. Kromozomların üzerindeki her bir noktanın kendine özgü mutasyon oranı vardır. Mesela kromozomların üzerindeki sıcak noktalar denilen bazı bölümlerde mutasyon hızları yüksek, sıcak noktalarda ve diğer bölümlerde her noktada belirli yönlerdeki mutasyonların gerçekleşme olasılığı tersi yöndekilerin gerçekleşme olasılığından daha yüksektir. Bu da beraberinde '' mutasyon baskısı '' denilen bir olguya yol açıyor. Eğer bir noktada ileri mutasyon hızı geri mutasyon hızına eşitse mutasyon baskısı sıfırdır demektir. Evrimle ilgili öğrendiğimiz en şaşırtıcı şeylerden biri evrimin hem çok hızlı hem de çok yavaş işleyebileceğidir.

( Fosil kayıtlarından öğreniyoruz. ) En yavaş olanları ise '' yaşayan fosiller '' dediğimiz canlılardır. Yaşayan fosiller atalarından beri çok az değişmişler yani çok az evrimleşmişlerdir. Mesela Lingula yaşayan fosillere verilebilecek çok güzel bir örnektir. Bilinen en hızlı evrimleşmelerden biri de insanın beyninin 500 santimetreküplük bir hacme sahip olan Australopithecus benzeri bir atadan, beyin hacmi 1400 santimetreküplük Homo Sapiens'e evrimleşmesidir. Bu süreci yaklaşık olarak 300 milyon olarak alıyoruz. Bunun dışında hızlı evrimleşmeye örnek olarak, Pod Marcaru kertenkelelerini ve bakterilerin evrimlerini verebiliriz. Pod Marcaru kertenkelelerinin nesil süreleri yaklaşık 2 yıl olup gözlenen evrimsel değişim süresi 18-19 nesildir. Hele bakteriler için evrim süreci saatler hatta dakikalar sürecinde olmaktadır. Bakterilerin evrimini 30-40 yıl boyunca takip etsek evrim adına bayağı kayda değer sonuçlar elde ederiz. Sonuç olarak, fosilleri en yaşlıdan en gence doğru sıraladığımızda,beklenen bir düzen, uyum yerli yerine oturmaktadır. Zaten bu uyum olmasaydı Evrim Teorisinin çoktan çökmüş olması gerekirdi. Ama bunun istisnaları da bulunmaktadır. Mesela, volkanik patlamalarla kayaçlar çökebiliyor ve fosillerin bulunuş sırası tersine dönebiliyor. Ama bu durum çok nadir olmakla birlikte, evrim teorisinin gerçekliliğini kesinlikle etkilemez. Merve TURHAN

Dawkins, Richard,Yeryüzündeki en büyük gösteri Dawins, Richard Kör Saatçi www.evrimagaci.org


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

SAYF A 27

Bonzainin Gerçek Adı: Sentetik Kannabinoid Son zamanlarda sosyal medyada ve haberlerde bahsedilen, gittikçe yaygınlaşan bir uyuşturucu çeşidi olan bonzai hakkında hepimizin az çok bilgisi vardır. Vücut üzerindeki aşırı etkileri ve ölüm vakalarıyla ün salmış, ucuz ve üretimi kolay olması endişe verici olan bu uyuşturucu hakkında biraz daha detaylı bilgilere değineceğim. Aslında “Bonzai” Japonca olan bon (tepsi) ve sai (bitki) kelimelerinin birleşimiyle adlandırılan ağaç minyatürleştirme sanatının adıdır. Bir bitki adı verilerek doğalmış gibi lanse edilen sentetik uyuşturucu kullanımı sanıldığı gibi masum değildir. Bonzai, hint keneviri (cannabis sativa) bitkisine benzer etkileri gösterdiği için yasal olmayan yollarla üretilerek kullanılmaya başlanmıştır. Kuru ot veya yapraklara işlenerek satılan bu kimyasal madde aslında çok uzak bir tarih olmayan 1995’te Profesör John Wiliam Huffman (d. 1932) ve araştırma ekibinin çalışmaları sonucu ortaya çıkmıştır. 1984’te Huffman ve ekibi AIDS ve kemoterapi tedavilerinde yardımcı olması amacıyla kullanabilecekleri kannabinoid bileşikleri elde etmek için çalışmalara başlamışlardır. Yıllarca süren çalışmalar sonucunda Huffman ve ekibi 450 çeşit kannabinoid elde etmişlerdir[1]. 1992 yılında beyindeki kannabinoid reseptörlerinin keşfedilmesinden sonra bu sisteme endojen kannabinoid sistemi, bu reseptörlere de CB1 ve CB2 adları verilmiştir. Sentetik uyuşturucular, psikotrop veya psikoaktif maddelerdir. Asıl olarak merkezi sinir sisteminde etkisini gösterir ve beynin işlevlerini etkileyerek algıda, ruh halinde, bilinçlilikte ve davranışta geçici farklılıklara neden olurlar.

200, JWH-250, JWH-398, JWH-081, JWH-122, JWH-015, JWH-203, JWH-210 ve JWH-019 olarak adlandırılmaktadır. “JWH” kodu çalışmaları sonunda sentetik kannabinoidleri bulan John William Huffman’ın kısaltmasıdır. Ülkemizde “bonzai” adı altında satılan bu sentetik uyuşturucu diğer ülkelerde “Spice” veya “K2” adıyla satılmaktadır ve çoğu ülkede satışı ve kullanımı yasaktır. Bu sentetik kannabinoidler arasında uyuşturucu amacıyla üretilip, yakalananların çoğunda JWH-018 adlı bileşik tespit edilmiştir. Molekül yapısı ve insan üzerindeki etkilerinin r9 -tetrahidrokannabiol (THC) yani esrara benzer olması bu derece yaygınlaşmasına neden olmuştur.

JWH-018’in de aralarında olduğu yapay kannabinoidlerin bulunmasında katkısı olan Profesör Huffman, kaçınılmaz olmasına rağmen insanların bunu kullanabilecek kadar aptal olmasından endişe duyduğunu dile getirmiştir [1].

Bu sentetik maddeler vücutta iştah, ağrı hissi, ruh hali ve bellek olmak üzere fizyolojik süreçleri kontrol eden kannabinoid reseptörlerine etki eder [2]. Her ne kadar uyuşturucunun bütün türleri zararlı olsa da benzer etki göstermesine rağmen bonzainin içeriğinde ki sentetik kannabinoidler, r9tetrahidrokannabiol (THC) yani esrarın etken maddesinden daha fazla etkilidir. Özellikle bilinçsiz üretim sonucunda homojen olmayan karışımlar Ayşegül DANIŞMAZ maddenin etkisini fazlasıyla gösterip kullanıcıyı [ ölüme sürükleyebilir. Yaygınlaşarak üretilen sentetik kannabinoidler arasında en yaygın olanları kan- 1] http://en.wikipedia.org/wiki/John_W._Huffman nabisiklohekzanol, JWH-018, JWH-073 ve HU-210 [2] http://en.wikipedia.org/wiki/Cannabinoid_receptor olmak üzere bazı sentetik kannabinoidler JWH-


ACADEMY

GARDEN

SAYF A

28

Size sadece Bilim Yetmez! Sanata, Edebiyata dair açlığınız giderecek çok iyi bir adres biliyoruz. Aylık online yayınlanan ‘Kültür Çıkmazı’ ile tanışın. Üstelik her sayısına rahatlıkla ve ücretsiz ulaşabilirsiniz. İyi Eğlenceler..

Hemen Okuyun : http://www.kulturcikmazi.com/ https://www.facebook.com/Kültür Çıkmazı Dergisi


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

Vizyonda Ne var

LUCY BEYNİMİZİN YÜZDE YÜZÜNÜ KULLANIRSAK NE OLUR? Başrolde Scarlett Johansson'ın canlandırdığı Lucy ad lı karakter, eğlenmeyi seven genç bir kadındır. Bulunduğu şehir olan Taipei'de işbirlikçi polisler, çeteler ve mafyalar tarafından uyuşturucu ağı kurulmuştur. Lucy de kendisini uyuşturucu şebekelerinin birinin içine düşmüş şekilde bulur. Birkaç gece takıldığı Richard bu işbirlikçilerden birisidir. Vücudunun içine yerleştirilen sentetik uyuşturucu genç kadın üzerinde beklenmedik tepkiler vermeye başlar. Normal insanların beyninin % 10'unu kullandığı tahmin edilmektedir. Lucy ise beyninin %28'ini kullanmaya başlar ve bu sürekli artar. Lucy'nin insanüstü yetenekleri ortaya çıkar. Telekinezi, akıl okuma ve acıyı hissetmeme gibi birçok güce sahip olan Lucy beyninin tüm algı kapılarını sonuna kadar açacaktır. Oyuncu kadrosunda Morgan Freeman, Min-sik Choi, Analeigh Tipton ve Mason Lee'nin bulunduğu film vizyona girmesiyle birlikte büyük bir başarı elde etmiştir. Morgan Freeman'ın filmde yer alması kesinlikle başarıyı arttırmıştır. Bilimkurgu alanında tamamen sınırları zorlayan Lucy, aynı zamanda aksiyon ve gerilim alanında da büyük bir etki yaratmıştır.

Hazırlayan: Fatmanur SÖNMÜŞ


ACADEMY

SAYF A 30

GARDEN

Birlikte yaşayabilecek kadar büyük bir Gezegene sahibiz.

Küçük bi’ şeyler yap!


ACADEMY

GARDEN

SAYF A 31


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

SAYF A 32

Beğendiyseniz, sevdiklerinize tavsiye etmeyi unutmayın...


ACADEMY

GARDEN

Teşekkür ve Notlar *Syn. Ethem Derman’a notları ve katkısı için Kültür Çıkmazı Ailesi’ne, İlker Ardıç ve Özge Özgüner’e her anlamda katkılarından dolayı teşekkür etme ihtiyacı hissettik. **Dergide kullanılan bazı fotoğrafların URL Adresi; http://esoterismos.com/sonar-con-peleas/ http://shdwallpapers.com/light-speed-space-hd-wallpaper/#.VBKqXfl_ssw http://blog.turkcell.com.tr/yapay-zeka-icin-sosyal-medya-1 http://www.fansshare.com/gallery/photos/11408606/albert-einstein-wallpaper-wallpaper/? displaying http://openfoyerstudio.blogspot.com.tr/2011/09/wallpaper-dna.html http://www.curriculize.com/2013/10/labster-virtual-laboratory.html http://hdw.eweb4.com/wallpapers/4652/

SAYF A

33


AYLIK

POPÜLER

BİLİM

Ka r a ma cı gü t m ey en b ilims el u ğra ş!

ACADEMY GARDEN

VE

KÜLTÜR

DERGİSİ

SAYF A 34

Bitirirken… Sizler Agarden Ekim 2014’ü okurken biz bir sonraki ay için çalışıyor olacağız. Daha, yeni, daha dolu bir dergi ile görüşmek umuduyla.

Aylık online Popüler Bilim ve Kültür Dergisi

Ekim 2014 Yıl :1 Sayı :1 Aylık yayınlanır. Kar amacı gütmeyen bilimsel uğraş!

Bizimle Mail aracılığıyla, veya diğer sosyal ağlardan iletişime geçip reklam verebilir, bu bilimsel uğraşa katkıda bulunabilirsiniz.

E-posta

acdmygarden@gmail.com

Copyright 2014


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.