B Ü L T E N
A Y L I K
P O P Ü L E R
B İ L İ M
V E
K Ü L T Ü R
D E R G İ S İ
A R A L I K
T A R İ H İ
2 0 1 4
Stephen Hawking ve Isaac Newton’a adanmıştır
Bilim ve Mutluluk Dolu bir 2015 Dileğiyle…
ACADEMY
GARDEN
Merhaba
SAYF A 2
Aylık Popüler Bilim ve Kültür Dergisi Ocak 2015 Genel Yayın Yönetmeni
Halil BAĞIŞ Yazarlar
Ahmet AK Ayşegül DANIŞMAZ Burcu AKBULUT Busenur BOLAT Dilek DURSUN Fatma Nur FIRAT Halil BAĞIŞ Lale UZUNER Mehmet ÇİFTÇİ
Yeni bir yıldan merhaba. Geçen yıl ekim ayında ilk sayıyla yayınlanan Academy Garden Dergisi Ocak 2015’ e 4. sayısı ile giriyor. Geride kalan yılda pek çok bilimsel gelişme yaşandı. Teknolojide yenilikler, keşifler ve yepyeni düşünceler... Bu gelişmeleri, bilimi ve her düşünceyi sizlere aktarmaya çalıştık geride kalan birkaç aylık süreçte. Yeni bir yılda üstüne artılar koyarak her ay dergimizi sizlere ulaştırma gayesinde olacağız. Dergiyi okumadan önce son olarak size ve sevdiklerinize birlikte özlenecek kadar güzel bir yıl diliyoruz. Mutluluk, sağlık ve elbette bilim dolu bir 365 gün.. Sevgilerimizle.
Mehmet ŞEYHANLI Merve TURHAN
Eleştirileriniz yol gösterici olacaktır. Bizimle iletişime
Selin USTA
geçin :
Sümeyye ATMAN
acdmygarden@gmail.com
Sevgi AKSOY Tuğçe TANIMAK
Yeni sayılarda, görüşmek ümidiyle.
Suna Özlem YENİPINAR
Yazı Araştırma Haşim AKTAŞ Web acdmygarden@gmail.com
ACADEMY
GARDEN
Hilmi IŞIK
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
SAYFA
DERGİSİ
Ne var Ne yok... Bu ay Ne okuyacaksınız?
Beynimizde Neler Oluyor?
4
Oh, Be A Fine Girl, Kiss Me
Heyûla
6
8
27
Türkiye’nin Kuruluşundan Bu Yana Bilim ve Teknolojide Kat Ettiğimiz Yol
11
TÜRK BİLİM İNSANLARININ TIPTA ÇIĞIR AÇACAK BULUŞU
Werner Heisenberg
18
BİLİMİN AÇIKLAYAMADIKLARI
21
16
3
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
Oh, Be A Fine Girl, Kiss Me İngilizce bir sözcük olan “mnemonic”in sözlüklerde karşılığı “hatırlatıcı ipucu. mnemonics hafızayı kuvvetlendirme usulü” olarak türkçeye çevrilmiş. Öğrenciliğimizde sülfirik asiti (H2SO4) ezberlemek için “Hasan iki Salak Osman dört” cümlesini kullanırdık. Gökbilimde yıldızların sınıflaması 1880-1920 arası Harvard Gözlemevinde binlerce yıldız tayfı sınıflandırarak yapıldı ve bu konunun tarihçesi çok ilginçtir, çünkü kadın gökbilimcilerin katkılarını anlatır. Bu monoton işte erkeklere göre yarı ücretle çalıştırdığı kadın gökbilimcilerden yararlanan Harvard Gözlemevi müdürü Edward Charles Pickering’dir. Olay gökbilim tarihinde ingilizce "Pickering’s Harem" olarak bilinir. İşte bu kadın astronomlardan Annie J. Cannon yıldızları sıcaktan soğuğa doru harflerle sınıflandırdı; O B A F G K M. Her harf sınıfını da 0-9 arasında 10 bölüme ayırdı ve o günden bu yana yıldızların iki boyutlu sınıflamasında bu yöntem kullanılıyor. Her sınıftan yıldızın tayflarının nasıl görüneceğini şu bağlantıda bulabilirsiniz: http://www.xanaduobservatory.com/obafgkm.htm
Harvard'da Astronomi Merkezi. Antonia Maury, Williamina Fleming ve Annie Jump Cannon.
4
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
Henry Norris Russel zamanında gökbilimcilerin çoğu erkekti. Bu sınflandırmanın sırasını ezberlemek için bir mnemonic üretti; “Oh, Be A Fine Girl, Kiss Me“. 1995 yılında yarı amatör gökbilim dergisi Mercury, Russel’e yanıt verdi; “Only Boys Accepting Feminism Get Kissed Meaningfully“. İlk mnemonic ABD üniversitelerinde o kadar çok kullanılıyor ki şarkısını bile yapmışlar on beyiti bulan sözlerini ve şarkının mp3 dosyasını şu bağlantıda bulabilirsiniz:http:// www.setileague.org/songbook/ obafgkm.htm Bu şarkının ilk dört beyiti şöyle:
The stars in the sky when you look up at night Appear at first glance to be pinpoints of light. But study them closely. They're not all alike. Oh, be a fine girl, kiss me. The hot stars are blue and the cool ones are red. Yes, color tells temperature; that's what I said. Some stars are still living, and some are long dead. Oh, be a fine girl, kiss me. The hottest blue stars we consider Type O. The cool ones are M Class. Confusing, I know. The system was standardized quite long ago. Oh, be a fine girl, kiss me. Look up in the daytime, and what do you see? Our warm yellow Sun, which we know is Class G. A star like the others, but special to me... Oh, be a fine girl, kiss me. Benim de yıllar önce öğrendiğim Kiss Me’li cümle gökbilime başladiğim yıllarda bana yardımcı olmuştu. Verdiğim bazı derslerde öğrencilerime haydi buna türkçe bir cümle bulalım dedim ama nafile kimseden bir öneri gelmedi. Sanırım türkçede kullanılan sözcük sayısının az
5
olmasından kaynaklanıyor veya bizlerin üretim kapasitesi çok düşük. En önemli nedeni en son söyliyelim tembeliz. ABD’de astronomi 101 dersi veren öğretmenlerin bir listesi var, bu listeye ben de üyeyim. Geçenlerde bir baktım bu konuda yeni cümleler üretmişler. Ben de merak ettim Googling yaptım. Bir de ne göreyim o kadar çok cümle üretmişler ki. İçinde argo ve seksi olanlar çoğunluktaydı. Google’ın ilk üç sayfasında topladıklarım aşağıda. Ama dördüncü sayfasında bir üniversite hocasının her yıl bu konuda yarışma düzenlediğini ve birinci gelene ödül verdiği sayfayı görünce toplamayı bıraktım. Benim kötü ingilizcem ile dahi ağıza alınmayacak cümlelerin olduğunu da gördüm. O nedenle size o sayfanın sadece bağlantısını veriyorum. http://www.physics.usyd.edu.au/ ~bedding/images/obafgkmlt2.html Haydi öğrenciler ve öğretmenlerim biz de türkçe bir mnemonic üretelim. En iyisine ben ödül vereceğim ama temiz bir türkçe olsun. Sevgilerimle...
Ethem DERMAN
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
6
BEYNİMİZDE NELER OLUYOR? Size benim çok ilgimi çeken bir konuyu anlatmak istiyorum: Beyni. Bilim insanlarının da ilgisini çekmiş olacak ki işleyişini anlamak için üzerinde bir hayli çalışma yapmışlar. Öncelikle şunu belirteyim; erkek dediğimde erkek beyinli insanları, kadın dediğimde kadın beyinli insanları kastediyorum. Kafanız karışmasın, beynimizin bir cinsiyeti var ve beynimizin cinsiyeti biyolojik cinsiyetimizden bağımsız. Genellikle erkekler erkek beyne, kadınlar da kadın beynine sahiptir ama istisnalar da mevcut. Peki beynimizin cinsiyetini nasıl öğreneceğiz. El işaret parmağımızla yüzük parmağımızın başlama çizgileri aynı seviyede olmalı. Eğer yüzük parmağınız uzunsa beyniniz erkek, eğer eşit ya da işaret parmağınız uzunsa beyniniz dişi. Beynin cinsiyeti anne karnında maruz kalınan testesteron hormonuyla ilgili. Beynin cinsiyeti elbette cinsel tercihleri etkilemeyen sadece bilişsel farklılıklarla kendini gösterebilen bir durum. Erkekler; iyi harita yorumlayabilirler, üç boyutlu daha iyi düşünebilirler kadınlara göre. Kadınlar da ;dil öğrenme, özellikle empati kurma ve bütüncül algılamada erkeklere göre daha iyiler. Mesela erkek bir eşyasını arar bulamaz oysa gözünün önündedir. Bulamaz çünkü sonuç odaklı düşünür, kadın gelir ve hemen bulur çünkü resmi bir bütün olarak görebilmektedir. Dişi beynin duygusal yönü fazladır; erkek beyinli insanlarsa sistematik bir yol izler. Şimdi erkek beyinli bir kadın düşünün. Bu kadın, erkeklere göre yine iyi empati kurabilir ama erkeklerin sahip olduğu bazı bilişsel yeteneklere de sahip olabiliyor. Aynı şey erkekler içinde mümkün. Ama bütün bu yetenekler zamanla kişilerin çabasına göre geliştirilebilir veya körelebilir. Kadın ve erkeklerin farkları, günlük hayata sıkça mal-
zeme olan bir konu. Mesela, erkekler kadınların iyi araba kullanamamasından pek muzdariptir. Çünkü harita okuma, hızlı karar verme erkeklerin daha başarılı olduğu bir alan. Trafikte malum hızlı karar verilmesi gerekiyor. Ama bir de çok iyi araba kullanan kadınlar var. Muhtemelen onlar ya erkek beyinlere sahip ya da bu yeteneklerini geliştirebilmişler. Kadınlar da erkeklerin onları dinlemediğini, anlamadığını ileri sürer. Çünkü erkekler dinlediklerini belli edemiyorlar. (İstisnalar hariç) Biraz önce de belirttiğim gibi erkekler sonuç odaklıdır yani sorunu dinlerken mevcut soruna bir çözüm düşünür.(İstisnalar hariç) Ve dinlediğini belli edemez. Empati konusuna gelince kadınlar çok iyi, erkekler pek de iyi değil. Erkekler eve ekmek getirmekle yükümlü. Gerçi modern hayatta bu görev de paylaşılıyor ama eski zamanları düşünün. Anlaşmak için mağara duvarına şekil çizilen dönemleri. Erkek avlanmak zorundaydı ve empati kurmamalıydı. Yoksa o hayvanlar nasıl avlanacaktı. Hazır empatiden bahsederken bu konuyla ilgili bir kaç deneye değinmek istiyorum. İlk deneyde kadın ve erkeklere çeşitli insan yüz ifadeleri gösterilmiş. Gülen, ağlayan vs. insan yüzleri .Sözel olarak hem erkekler hem de kadınlar resimdeki ifadenin ne olduğunu belirtmiş. Ama beyinleri başka bir şey söylemiş.
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
Kadınların beynindeki empatiyle ilgili alan cıvıl cıvıl yanıyorken, erkeklerde bu alan zifiri karanlıkmış. Bir diğer deneyse şöyle: ABD'deki Virginia Üniversitesi Sanat Ve Bilim Fakültesi Psikoloji Profesörü James COAN başkanlığındaki bilim ekibince 22 erişkin üzerinde yapılan çalışma, beynin tehditlere cevap veren alanlarında, kişilerin kendilerinin ve arkadaşlarının maruz kaldığı tehditlere karşı yüksek ölçüde benzer tepkiler verdiklerini ama yabancılara karşı verilen tepkilerin sınırlı olduğunu gösterdi. Peki anladık, erkekler bu empati işinde pek de iyi değiller. Ama kadınlar niye bu kadar iyi? Çünkü kadınların anne olmak gibi çok önemli bir görevleri var. Bütün derdini, sıkıntısını ağlayarak anlatan; başka çaresi olmayan küçük insanlarla ilgilenmek zorundalar. Kadınlar onların yüzünden, sesinden ne anlatmak istediklerini anlamak zorunda. Muhtemelen bu sebepten, kadınların muazzam bir ses ve yüz analiz sistemi var. Dolayısıyla kadınlar yüzleri çok iyi okurlar. Şimdi biraz duygusal beyni anlamaya çalışalım. Duygusal beynimiz bizi yönlendirir ,bize isteklerini dayatır .Bu istekler saçma da olabilir. Bu yüzden beyin kabuğumuz bu isteklere bahane bulur, kılıfına uydurur. Reklamlar genelde duygusal beyne hitâp eder. Marketten aldıklarımız ,telefonumuzun markası, kıyafetlerimizi nereden aldığımız bununla ilgili. Değersiz bir kıyafete çok fazla para vermek duygusal beynin işi,bahane bulmak beyin kabuğunun. Elbette insanların karakterlerine göre istekler de farklılıklar gösterebilirler. Aslında beynimizde duyguların bir kaynağı var. Adı 'Limbik Sistem'.Mesela samimi bir gülümseme buradan gelir, sahte bir gülümseme beyin kabuğundan. O yüzden ikisi çok farklıdır. Gülümsemek çok önemli. Hatta internette bile. Mâlumolduğu üzere internette konuşurken duygu lar belli olmuyordu. Ta ki
7
Harvey BALL gülen surat - :) - ifadesini kullanmaya başlayana kadar. Böyle bir ihtiyaç varmış ki tüm dünyaya yayıldı zaten. Bilinene göre; insan beyni gülen gerçek bir yüze nasıl tepki veriyorsa :) ifadesine de öyle tepkiler veriyor .Peki bu ifade neden bir çılgınlık haline geldi. O kadar ki gülen surat yollamayınca tepki gösterenler bile var. Gülen surat ifadesini her gördüğümüzde, beynimizde 'Dopamin' adlı bir hormon salgılanıyor. Bu hormon bizi ödüllendirilmiş ve mutlu hissettiriyor. Bu hormonla ilgili bir deney şöyle: Bir farenin beynine bir çeşit cihaz yerleştirilmiş. Kafesinin içinde de onunla bağlantılı pedal sistemi var .Fare pedala bastığında, beyni dopamin salgılıyor. Fare pedala basıyor, dopamin salgılanıyor. Bu bir süre devam ediyor. Fare pedala basmayı bırakıyor elbette ama öldüğünde. Aslında bu bizde de olan ödülceza sisteminin bir getirisi. Bu duygusal beynin de rol oynadığı durum: 'BAĞIMLILIK'. Bugün çok görülen internet, sigara, alkol bağımlılığının temelinde bu var .Bunlar kullanıldığında beyin dopamin salgılamaya başlıyor ve bunlar tüketilmeye devam ediliyor. Amaç dopamin salgılatmak. Umarım bağımlılığın önüne geçilebilir zira kişiyi çok yıpratıyor. Hâlâ muammalarla dolu beynimizden ilginç bulduğum bazı konuları paylaşmak istedim. Beyni anlamak ve bunu günlük hayatta kullanabilmek ümidiyle…
Suna Özlem YENİPINAR ÇİFT Pelin-Öteki Gündem-Habertürk TV-İstanbul(4Temmuz 2014) tr.wikipedia.org/wiki/insan_beyni www.e-psikiyatri.com/nasil-empati-kurdugumuz-belli-oldu-44788 http://www.kigem.com/kadin-beyni-empatik-erkek-beyni-sistematikdusunuyor.html
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
8
Heyûla Nereden geldiğimizi merak ederiz. Evrenin ma sonucu herşeyi oluşturan maddenin "esir niçin oluştuğunu, kimin yarattığını, neyden maddesi" olduğunu söyler. Şöyle ki; yaratıldığını, yaratılan şeyin ne olduğunu, yıl"Dest-i kudretin madde-i Esiriyeden yoğurdızların boşlukta nasıl durduğunu... muş olduğu bir hamur şeklinde imiş. Madde"Hâlâ işaret bekleyenler yıldızlara baksınlar" i Esiriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir madYaratıcı neden yıldızlarda cevabın olduğunu dedir. 'Arşı, su üzerindeydi'( Hut Suresi düşünsün? Daha yolculuğumun başındayız. 7.ayet) Dünyama hoşgeldiniz... ayeti, şu madde-i Esiriyeye işarettir ki, Cenab Stephen Hawking'e göre evren Big Bang The-ı Hakk'ın Arş'ı, su hükmünde olan şu Esir ory ile oluşmuştur. Bu teorinin tarihini incemaddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratılleyelim. Ilk defa 1922 yılında bahsedildi. Ve dıktan sonra, Sani'in ilk icadlarının tecellisine 1989 yılında da ispatlandı. Böylece yoktan merkez olmuştur. Madde-i Esiriyenin, yine varedebilme kanıtlanmış oldu. 1922 yılında Esir olarak kalmak şartiyle, sair maddeler giRus Fizikçi Alexandre Friedmann Einstein'ın bi muhtelif teşekkülatı ve ayrı ayrı nevi'leri genel izafiyet teorisine göre evrenin genişlevardır. Buhar ile su ve buzun teşekkülatları yip durağan olmadığını hesapladı. Daha songibi".. raki yıllarda Belçikalı Astronom George Lemaitre ise kozmosun patlamayla başladığını Esir'in herşeye dönüşebildiğini, bitmediğini, söyledi ve patlama anından arta kalan rad- değişmediğini söylüyor. İşte bu parçacıktan yasyonun tespit edilebileceğini savundu. Kı- herşeyin oluştuğunu açıklar. Fakat bu madsa süre sonrada bu parçacığa "sıfır hacmi" denin oluşabilmesi için iki şey gereklidir: Taatfedildi. 1989'da NASA'nın uydusu arta ka- havvül ( süreklilik) ve Tagayyür ( devamlılık).. lan parçaları doğruladı. Aslında bu süreç is- Yani hareket (dönme) ve zamanla çekimlenelam dini içinde böyleydi. bilme.. "Semayı azametle biz kurduk ve ona durma- Peki Esir bitmediyse ona nerede rastlayabilidan vücut veriyor ve genişletiyoruz. " riz? Anti-madde? Evrende yaratılan herşeyin maddeden türediğini biliyoruz. Madde ne-Zariyat Suresi 47.ayet dir? Kütlesi, hacmi, eylemsizliği vb olan herBenzer âyetlere Bakara 2. ve 255. - Fatır 35. şey... Peki soruyorum; Anti-madde'nin kütlesi var mı? Var, ağırlıkta. Hacmi var mı? Var, ayette rastlayabilirsiniz. yer kaplıyor. Zamanla çekimlenip mi oluştu? Patlama anında patlayan şeyin ne olduğuna Evet. geri dönersek Bediüzzaman Said Nursi patla-
ACADEMY
GARDEN
SAYFA
9
Peki o zaman Anti-madde'nin neresi madde- yorlardı ki? Patlayan çekirdeğe mi? E o zaye aykırı. man çekirdek nereye yansıyordu? Eğer Esir'in başlangıcını evren kabul edersek bu Tıpkı Stephen Hawking'in dediği gibi " Evresoru cevapsızdı. Fakat "Arş Alemi"ni kabul nin dışına çıkmadıkça onu anlayamayız"... etsek şöyle bir soru göze çarpacaktı: "Peki O zaman Esir'in madde olmaması gerekmek- Arş ile Evren'in başladığı yer arasında ne vartedir. Ama evrendeki herşey maddedir. O za- dı?".. İşte sorunun cevabı izafiyet teorisini man aradığımız şeyin evrenin dışında bir yer- kanıtlarken dinin bilimle ters düşmediğini de de olması gerekir. Cosmos'un dışında olsun kanıtlar. Tıpkı Einstein'ın dediği gibi, fotonlaki patlamak için basınca, hacme, kütleye, za- rın yansıması gereken bir alem vardı. Işte bu mana bağlı olmasın.. Ki bu da Esir'in evrenin da "Alem-i Misal"di. Bütün fotonların kaybaşlangıcıyla varolmadığını, daha önce başka bolmadan tutulduğu paralel evren.. bir yerde yaratıldığını kanıtlar. Burası neresi- Newton'un teorisi de kanıtlanmış oldu: dir? Said Nursi'nin dediği gibi " Arş Alemi".. "Enerji, vardan yok edilemez".. Hacme, kütleye, zamana ve atoma ihtiyaç Evrene geri dönersek maddenin varolduğuduymayan bir boyut. nu biliyoruz. Ama deneysel ve matematiksel Esir'e Nerede rastlayabiliriz peki? Neye ben- veriler biribirine uyuşmuyordu. Evrenin onda zeyebilir? Bitmediğini söylemiştik. Evrende dokuz kütlesi kayıptı. Peki nereye gidiyordu? oluşumunu tamamlamamış bir madde hali- Hawking başlangıçta bu kütlenin solucan denin olduğunu biliyoruz. Plazma hali.. Bu hal o likleriyle kaybolduğunu düşünüyordu. Fakat matematiksel verilerde hâlâ veri kaybı yaşakadar yüksek enerji, sıcaklık ve basınca sahiptir ki maddeler çok kısa süreli çekirdekle- nıyordu. En sonunda "Karanlık Madde"yi şir. Elektron kopar, proton kopar; birleşir, ka- keşfetti. Bildiğimiz hacmi, kütlesi, eylemsizlirarlılaşır.. Tahavvül ve Tagayyür'e uygun. Sü- ği olan fakat spsrestkopik cihazlarda yani rekli madde oluşur ve bitmemiştir. Yıldızlarla atomsal boyutta hacmi, kütlesi ve eylemsizliverdiğim örneği şu cümle çok güzel açıklar; ği olmayan bir maddeydi. Peki ya bu neydi? Bediüzzaman Said Nursi Sözler adlı eserinde " Zerre, Şems' e kardeş olur" 31. Söz'ün 569.sayfasında şunları -Bediüzzaman Said Nursi dile getirir; Peki ya her şey varsa, nereye gideceklerdi? " Evet, senin gibi aklı gözüne inmiş ve gözüAlbert Einstein'ın İzafiyet Teorisi'ni hepimiz ne perde çekilmiş adamlara söz anlatmak ve biliriz. Uzay ve zaman bir objedir; eğilip, bübir şey göstermek, elbette müşküldür. Fakat külebilir. Bizim kütle-çekim olarak hissettiğihak o kadar parlaktır ki, körlerde görebildiği miz kuvvet ise uzay-zaman eğriliğinin bir neiçin bizde deriz ki; Feza-yı ulvi, bilittifak ticesidir. Bu da paralel evren gerektirirdi. İza"esir" ile doludur. fiyet Teorisi'nde de ifade edildiği gibi fotonlar geri yansımak zorundaydı. Nereye yansı-
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
Ziya, elektrik, hararet gibi sair seyyalat-ı latife, o fezayı dolduran bir maddenin vücuduna delalet eder. Meyveler, ağacını; çiçekler, çimenlerini; sünbüller, tarlalarını; balıklar, denizini, çimengahının vücudunu, aklın gözüne sokuyorlar. Madem, alem-i ulvide muhtelif teşkilat var. Muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkamlar görünüyor. Öyle ise, o ahkamların menşe'leri olan semavat, muhteliftir. " Başka bir yerde ( İşaretü'l İcaz, Seb'a Semavat 189.sayfa) "Şu geniş boşluğun Esir ile dolu olduğu, fennen ve hikmeten sabittir. Ecram-ı ulviyenin kanunlarını rabteden ve ziya ve haratetin emsalini neşr ve nakleden fezayı doldurmuş bir madde mevcuttur. Elhasıl, cosmos boşluk değildir. Esir, devam eder. Tahavvül ve Tagayyür iktiza eder. Bittiğini, genişlemediğini söylemek ahmaklıktır. Sonsuzluğunu iddia etmekte ahmaklıktır. Çok sıcak ve yoğun bir denge halinden doğan kainat genişledikçe soğumaya başlamıştı. Sıcaklık öyle fazlaydı ki herşey plazmaydı. Ve sıcaklık azaldıkçada dengeler değişir, kosmolojik evreler başlar. Sıcaklık 1010° düştüğünde proton ve nötronlar oluşmaya başlar. Aynı şekilde soğuma devam eder. Sıcaklık azaldıkçada hareket yavaşlar.Hareket kapasitesi yavaşlayan maddeler ölmeye başlar. Ve madde de tahavvül ve tagayyür bitmeye başlar. Madde, tekamüle (kemalat) eriştiği anda ölür. Bu da Said Nursi'nin görüşüdür. Ve Lydwig Boltzmann da görüşü destekler.
10
liyoruz. Maximum düzensizlik her bir atom için geçerliyse, Esir maddesi de atomlaşıp evreni oluşturduğundan o da maximum düzensizlik minumum enerjiye eğilimliydi. Bir maddenin maximum düzensiz ve minumum enerjili olduğu haline "ölüm" diyebiliriz. Böylece kritik noktaya ulaşınca mutlak sıfırda sıfır hacmi kendileşir. Yani artık atom kemale ermiştir. Ve atomun ölümü başlar. Fakat elbetteki Esir'in ölümü sonucunda kalanlar yok olmaz. Çünkü Allah, israfı sevmez. Karakterize olmuş fotonların atomsal boyutunu kaybetmiş bir evrende toplanması gerektiği konusunda daha sonra bahsedeceğiz. Esir maddesinin maximum düzensizlik ve minumum enerji için ölmesi gerektiğini kanıtladık. Öyle ise şunu diyebiliriz ki; "Evren, sonsuz değildir".. Said Nursi'nin dediği gibi; " Hem nasıl ki , kainatın bir nüsha-i musağğarası olan şecere-i ziyahat, tahrip ve intilalden başını kaldıramaz. Öyle de; şecere-i hilkatten teşa'ub etmiş olan silsile-i kainat tamir ve tecdid için; tahribden, dağılmaktan kendini kurtaramaz. Sani-i Hakim'i dahi, ecel -i fıtriden evvel onu bozmazsa, herhalde hatta fenni bir hesap ile bir gün gelecek ki fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecektir"...
NOT: "Bilimsiz bir din sakatlık, dinsiz bir bilim Lydwig Boltzmann'a göre "Evren, düzensizli- körlüktür" -ALBERT EİNSTEİN ğin içindeki düzenden yaratılmıştır. Herşey düzensizliğe eğilimlidir". Maximum düzensizlik, minumum enerji... Evrenin tamamının Şule Nur KARAÇELİK madde, maddemsi, maddeden farklılaşmış,, maddesel gibi etmenlerden varolduğunu bi-
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
11
Türkiye’nin Kuruluşundan Bu Yana Bilim ve Teknolojide Kat Ettiğimiz Yol Bilim ve teknoloji dediğimizde ilk olarak aklımıza fen bilimleri, temel mühendislik bilimleri ve uygulamaları vs. gelse de; bilim ve teknoloji her şeyden önce bir “düşünce” meselesidir. Dolayısıyla onu sosyal bilimler ışığında incelememiz gerekir ve bir toplumun bilimde kat ettiği yolu görmek istiyorsak o toplumun fikri ve beşeri yapısını çözmek, tarihsel bir perspektiften bakmamız gerekmektedir. Osmanlı’nın batılılaşma yolundaki ilerleyişi Cumhuriyet döneminin başlangıcında ve gelişiminde büyük rol oynamıştır. Bu gelişmeleri görebilmek adına Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan dört döneme ayırarak inceleyeceğiz. Bu dört dönemi; Cumhuriyet’in kuruluşundan 1933’e kadar, 1933-1955 arası 1955-1980 arası, 1980 ve sonrası şeklinde sıralayabiliriz. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki bilimin ve teknolojinin gelişimini inceleyebilmek için bize gelişmedeki ivmeyi gösterecek parametreler gerekmektedir. Bu yazıda kullanacağımız parametreler olarak; bilimsel yayın sayısı ve etkileri, akademisyen sayısı ve niteliği, bilimsel etkinlik olarak üniversiteler kolej vs. kurumların nitelikleri ve nicelikleri, dergi, kitap, çeviri gibi bilimsel yayınların niceliksel durumu, varsa başka ( bilimsel toplantılar, kongreler,
paneller, vs.) bilimsel etkinliklerin nicel ve nitel durumları sayılabilir. Parametrelerde belirlendiğine göre artık dönemleri incelemeye başlayabiliriz. Cumhuriyetin Kuruluşundan 1933’e Kadar Olan Dönem Bu dönemde en önemli eğitim kurumu Darülfünun’dur. Osmanlı’dan kalan bu kurum üniversite eğitimi vermesi amacıyla kurulmuştur. Fakat istenilen verim alınamamıştır. Bu kurum dışında Atatürk’ün 1928’de bizzat kurduğu Ankara Hukuk Mektebi, Musiki Muallim Mektebi, Ankara Yüksek Ziraat Mektebi bulunmaktadır. Yayın ve basım anlamında; Darülfünun’un 1924-1933 arası çıkardığı “Darülfünun Fen Fakültesi Mecmuası” dergisinde Matematik, Fizik, Kimya, Botanik üzerine makaleler yayınlanmıştır. “Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası” da Darülfünun’un çıkardığı başka bir dergidir. 1923 Cumhuriyet’in ilanından sonra “İctihad” dergisi batıcılığı savunan bir dergi olarak yayın yapar.
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
Ziya Gökalp’in toplumbilim ağırlıklı “Küçük Mecmua” adlı dergisi dışında, Marksist felsefe ağırlıklı 1921-1925 arası yayınlanan “Aydınlık” dergisi, 1924’te Konya’da çıkartılan ve enerjetizmi savunup Bergsonculuk ve pragmatizmi yeren “Yeni Fikir” dergisi, 1926’da Mehmet Emin Erişgil’in yönetiminde Ankara’da yayınlanan ve Cumhuriyet devrimlerinin yüksek insani düşünceleri temsil ettiğinin savunan “Hayat” dergisi, 1927’de Hilmi Ziya Ülken, Hatemi Senih Sarp, Mustafa Şekip Tunç, Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu gibi tanınmış felsefecilerin yazı ve çevirilerinin bulunduğu “Felsefe ve İçtimaiyet” dergisi yayınlanmıştır. Dönemi akademisyen sayısı ve niteliği olarak incelersek; Darülfünun’daki akademisyenlerin bir kısmı İstanbul Üniversitesi’nin kadrosunda yer alırken büyük bir bölümü dışarıda kalmıştır. Gerekli akademisyen açığının bir kısmı bu dönemde; Darülfünun’un akademisyenleri, yurt dışına eğitim görmek üzere gönderilmiş akademisyenler ve ülkelerindeki rejim(örnek; Hitler rejimi) sonrası ülkelerini terk etmek zorunda kalan akademisyenlerden karşılanmıştır. 1923 sonrasında birçok kişi doktorasını yapmak üzere yurt dışına gönderilse de 1923 öncesinde bu sayı çok çok azdır. Dolayısıyla gelecek nesiller için karşılanması gereken akademisyen ihtiyacında gecikmeler olmuştur. Yurtdışına doktora yapmaya giden akademisyenler arasında Cahit Arf gibi uluslararası ün kazanmış kişilerde bulunmaktadır.
12
1933-1955 Arası Bu dönemi dört ayrıntıda inceleyeceğiz; -1933-55 arası başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere yeni kurulan bilim kurumlarının getirmiş olduğu yenilikler -Yurtdışından kendi ülkelerindeki rejimden kaçarak gelen özellikle Alman akademisyenlerin sağlamış oldukları katkılar -Bu gelişmelere paralel olarak Türk akademisyenlerin durumu -Yayın hayatındaki yeni durum Darülfünun sonrasında sadece İstanbul Üniversitesi (1933) kurulmadı. Atatürk’ün talimatları doğrultusunda başlayan üniversite reformu bundan sonrada devam etmiştir. 1950 yılına kadar İstanbul Teknik Üniversitesi (1944), Ankara Üniversitesi(1946) ve pek çok yüksekokul kurulmuştur. Diğer açılan eğitim kurumlarına da değinmek gerekirse; - 1924’te Zonguldak’ta Ticaret Vekâleti’ne bağlı olarak açılan Yüksek Maden Mühendis Mektebi 1931’de kapanmıştır. - 1926’da Konya’da açılan ve 1927’de Ankara’ya taşınan Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü açılmıştır. - 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulmuştur. - 1934’te Ankara’da Milli Musiki Temsil Akademisi açılmıştır.
Görüldüğü gibi üniversite reformunun gerçekleşeceği 1933 yılına kadar bilimsel an- 1935’te Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Faküllamda çok ciddi gelişmeler kaydedemesekte tesi açılmıştır. reformun sinyalleri verilmeye başlanmıştır.
AYLIK
POPÜLER
- 1936’da
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
Ankara’da Devlet Konservatuarı açılmıştır.
SAYFA
13
de ülkenin geri kalanındaki üniversitelere başarının tohumunu ekmişlerdir.
- 1944’te Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitü- 1933 devrim yılı öncesinde planlanan şey sü kurulmuştur. yurt dışında parlak bir eğitim gören ve bir iki yıl içinde tez verecek olan öğretim görevlileri - 1937’de Ankara’da Tıp Fakültesi kurulmuş; adayları ile kadroların tamamlanmasıydı. 1945’te eğitim-öğretime başlayabilmiştir. 1933 öncesinde ki söz konusu planlanan taGerekli öğretim üyesi ihtiyacı az öncede bah- rih 1927-1928 ve 1932-1933 yılları arasıdır settiğimiz gibi; Almanya’daki Hitler rejimi ve ve bu tarihler arasında Avrupa ve Amerika’ya bunun gibi kendi ülkelerindeki rejimlerden 66 dalda eğitim için öğrenci gönderilmiştir. kaçan akademisyenlerle birlikte dışarıda ye- Bu çerçevede; lise ve meslek okulu mezunları arasından seçilen en başarılı öğrenciler, tişip henüz görev almamış genç Türk bilim insanlarının yeni üniversitelere atanması ve çeşitli dallarda meslek kursu, lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimi görmek üzere yurt mevcut kadroların desteği ile sağlanmıştır. Burada yurtdışından gelen bilim insanlarıyla dışına gönderilmiştir. Bu kişilerin ülkeye dönilgili biraz ayrıntıya girmemiz gerekiyor. Tür- mesinin hemen ardından 1933 reformu gerkiye’deki Avrupa ( Alman-Fransız) geleneğin- çekleşmiştir. Yurt dışına giden öğrenci sayısı de başlayan üniversitelileşme 1950-60’larda temel fen bilimlerinde en yüksek sayıdadır. Amerikan modeline dönmüştür. Gerçekten Felsefe alanından gönderilen öğrenci sayısı de 1600-1900 yıllarında batılılaşma ve yeni- da Cumhuriyetin “düşün hayatına” ne kadar leşme hareketlerinde; bilim, sanat, edebiyat önem verdiğini göstermektedir. Pratik ihtiyaçların giderilmesi anlamında da “bağcılık gibi entelektüel alanlarda Fransızların Osmanlı aydınları üzerinde hissedilir bir ağırlığı ve meyvecilik”, “peynircilik”, “ekmekçilik ve olmuştur. Daha sonrada Beşeri bilimlerde de pastacılık”, “betonculuk ve yapıcılık”, “dericilik”, “deniz haritacılığı”, “kâğıtçılık”, vs. Alman ekolü söz sahibi olmuştur. gibi birçok alanda da yurt dışına öğrenci gönİstanbul Üniversitesi’nin reformdaki başarısı derilmiştir. Bahsettiğimiz kişiler arasında mao kadar büyüktür ki dış basında büyük yankı tematik alanında uluslararası ün kazanmış bulmuştur ve Avrupalı bilim insanları İstanolan Cahit Arf’da bulunmaktadır. bul Üniversitesi’ni Avrupa’nın en iyi Alman üniversitesi olarak değerlendirdiler. ( Bu dö- Yayın hayatına girmek gerekirse 1933-1955 nemde Alman üniversitelerinin yaptıkları ya- arası Fizik, Kimya ve Matematik alanlarında araştırma yazılarının sayısında her üç alanda yınlar, yeni buluşlar ve güçlü disiplinleriyle Dünya’nın en gelişmiş üniversiteleri olduğu- da artış göstermektedir. nu varsayarsak İstanbul Üniversitesi için o zamanların en iyi üniversitesi saymak yanlış olmaz. ) İstanbul Üniversitesi’ndeki bu akademik kadro yetiştirdikleri öğretim üyeleriyle
ACADEMY
GARDEN
Kuşkusuz diğer alanlarda da yazılar olmuştur fakat bunu inceleyen bir yazıya rastlanamamıştır. Bununla birlikte MEB’de görev Hasan Ali Yücel’in Doğu ve Batı uygarlıklarının önemli klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi konusunda seferberlik başlatılmıştır. Bu klasiklerin basımı 1941-46 arası aksatılmadan sürdürülmüştür ve sonuç olarak 496 ser Türkçeye kavuşturulmuştur. 1955-1980 Arası Bu dönemde iki önemli gelişmeyle bilim ivme kazanmıştır. Bu iki gelişme; üniversite sayısındaki ciddi artış ve TÜBİTAK’ın kurulmasıdır. Bu dönemde açılan üniversiteleri incelemek gerekirse; Karadeniz Teknik Üniversitesi ( 20 Mayıs 1955 / Trabzon ) Ege Üniversitesi ( 20 Mayıs 1955 / İzmir ) Atatürk Üniversitesi ( 25 Şubat 1953 / Erzurum ) Orta Doğu Teknik Üniversitesi ( 1 Kasım 1956 / Ankara ) Boğaziçi Üniversitesi ( 1971 / İstanbul ) Dicle Üniversitesi ( 21 Kasım 1973 / Diyarbakır ) Çukurova Üniversitesi ( 22 Kasım 1973 / Adana ) Anadolu Üniversitesi ( 1973 / Eskişehir ) Cumhuriyet Üniversitesi ( 1975 / Sivas ) İnönü Üniversitesi ( 1975 / Malatya ) Fırat Üniversitesi ( 1975 / Elazığ )
SAYFA
14
Ondokuz Mayıs Üniversitesi ( 1975 / Samsun ) Selçuk Üniversitesi ( 1975 / Konya ) Uludağ Üniversitesi ( 1975 / Bursa ) Erciyes Üniversitesi ( 1978 / Kayseri ) 1960 ihtilali sonrasında oluşturulan Anayasa gereği Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı doğrultusunda 24 Temmuz 1963 yılındaki 278 sayılı kanuna göre TUBİTAK kurulmuştur. Bu iki önemli şeyin göstergesidir; birincisi artık Türkiye bir bilim politikası izlemektedir, ikincisi ise bu bilim politikasının gelecek nesillere ulaşması için belirli planlar oluşturulmaya başlanmıştır. TÜBİTAK’A bu planlar topluluğu olarak bakabiliriz. TUBİTAK’ın kuruluşunu her ne kadar 1960 müdahalesi olarak görülse de asıl fikir babaları ODTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi’ndeki; Dekan ( Matematik Profesörü ) Cengiz Uluçay, Kimya Bölümü Başkanı Bahattin Baysal, Teorik Fizik Bölüm Başkanı Erdal İnönü’dür. Bu insanlar gerek yurt içinde ve gerek yurt dışında başarılı çalışmalarda bulunmuş kişilerdir ve 1960 askeri müdahalesinin ileriye dönük planlarını görerek Milli Birlik Komitesi üyesi Albay Sami Küçük ile bilim akademisi ya da araştırma konseyi denen bir tür kurum kurma ile ilgili düşüncelerini paylaşmışlardır. Böylece Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plan’ında “ Tabii bilimlerde temel uygulamalı araştırmaları teşkilatlandırmak, bunlar arasından iş birliğini sağlamak ve araştırma yapmayı teşvik etmek üzere bir Bilimsel Teknik ve Araştırmalar Kurulu kurulacaktır.” İbaresiyle yerini almıştır.1963 yılında da benzer bir ibarenin içinde bulunduğu tüzükle açılmıştır.
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
1980 ve Sonrası 1980’den sonrasını incelediğimizde 1980 müdahalesi sonrası YÖK, vakıf üniversitelerinin kuruluşu ve üniversitelerin öğretim üyelerinin atama ve yükseltme kriterlerinde uygulanan “ Uluslararası nitelikte bilimsel yayın yapma” ölçütünün uygulanmasıdır. 2457 sayılı üniversite reformunun niteliğini anlayabilmek için bu üniversite reformunun amaç, hedef ve fiiliyatına kısaca bakmamız gerekmektedir. 16 Temmuz 1981 tarih ve 285 sayılı Yüksek Öğretim Kanun Tasarısı ve İhtisas Komisyonu raporundan özetle; Devlet Kalkınma planları ve hedefleri doğrultusunda ülkemiz için gerekli insan gücünün yetiştirilmesi, Bunun Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı bir çerçevede gerçekleştirilmesi, Mevcut sorunlara güvenilir çözümler getirilmesi, Yüksek Öğretim Kurumlarının üstlendikleri görevlerde denetim ve gözetimin sağlanması vb. maddeler vardır. YÖK reformundan 10 yıl sonra 21 devlet üniversitesi ile İzmir ve Gebze’de iki ileri teknoloji enstitüsü kurulmuştur. Diğer yandan YÖK kanunu ile kurulan devlet üniversiteleri dışında vakıfların ve diğer özel kuruluş veya şahısların kuracağı “özel statüsü verilen üniversiteler” şeklinde özel bir üniversite yapısı da getirilmiştir. Yayın durumu incelendiğinde dünya da basım ve yayının ne derece olduğunu gösteren indeks sitelerinde Türkiye üst sıralamalara yükselmeye başlamıştır ve hala da yükselmektedir. 1995 sonrasında ivme
15
kazanan bu yayın kalitesinin ve sayısının nedeni akademik performans değerlendirmelerinde temel kıstas olarak araştırma ve yayın etkinliklerini benimserken yurtdışında yapılan yayınlara ağırlık verilmesidir. 1993’te TUBİTAK tarafından başlatılan Bilimsel Yayınları Teşvik Programı, araştırma fonu ödenekleri de etkileyici faktörler arasındadır. Sonuç olarakta Türkiye Dünya Yayın Sıralaması’nda 1980’lerde 41. Sırada iken 2009’larda 18. Sıraya ulaşmıştır.
Sümeyye ATMAN
http://turkoloji.cu.edu.tr/pdf/yucel_dursun_turkiye_bilim.pdf
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
16
TÜRK BİLİM İNSANLARININ TIPTA ÇIĞIR AÇACAK BULUŞU Türk bilim insanları tıp tarihine geçecek bir buluşa daha imzalarını attı. Sadece bilim kurgu filmlerinde şahit olduğumuz yapay organ için Türk bilim insanları kolları sıvadı. SABANCI ÜNİVERSİTESİ Mühendislik ve Doğa Bilimleri Öğretim Üyesi Bahattin Koç ve ekibi uzun zamandır bu buluş için çalışıyorlardı. Öğretim Üyesi Bahattin Koç ve ekibinin bu çalışmaları sonuç vermeye başladı. SABANCI ÜNİVERSİTESİ Karaköy Bilim ve Kültür Akademisi'nde düzenlenen basın toplantısında konuşan Koç, SABANCI ÜNİVERSİTESİ Nanoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde (SUNUM) yaptıkları çalışmalarla üç boyutlu biyoyazıcıyla insanın canlı hücrelerini kullanarak, aort damarı örneğini oluşturduklarına değindi. Koç "Şu anda bu çalışmaların başlangıç aşamasındayız ve klinik uygulamaları uzun yıllar alabilir. Sonuçta anatomik yapıya yakın ve fizyolojik gereksinimleri karşılayabilecek yapay aort damar dokusunun elde edilmesini hedefliyoruz. Projede fonksiyonel organ veya doku yapmıyoruz ama birebir doku veya organın bir parçasını, geliştirdiğimiz algoritma ve programlar ile tasarlıyoruz. Daha sonra 3B biyoyazıcıyı kontrol edecek komutlar haline getirip, kat kat canlı hücre ve biyomalzemeler ile basımını gerçekleştiriyoruz. Şu anda tam fonksiyonlu bir yapay doku üretme aşamasında değiliz ama bunun için çalışmalarımız devam ediyor." dedi.
Yapay Organ Yapay organ işlevini yitirmiş ve yitirmekte olan organların işlevini yerine getirmek için yapay malzemelerden ve doku mühendisliği yoluyla üretilen organdır. Yapay organ ilk olarak 1885 yılında M. VONFREY ve M. GRUBER tarafından kalp ve karaciğer gibi organlar üzerinde kullanıldı. O yıllarda böyle bir buluş modern çağ için çok önemliydi. Hayati organlardan herhangi birinin işlevini tam yerine getirememesi hastanın ölümüne yol açmaktadır. Böyle durumlarda hasta için organ nakli, başka bir insandan alınan organ veya insanlar tarafından üretilen yapay organlar kullanılmaktadır. Hayati önem taşıyan organlar karmaşık bir yapıya sahip olduğundan yapay malzemeler tarafından taklit edilmesi oldukça zordur. Bu organların tasarlanmasında yürütülen tüm çalışmalar büyük bir titizlikle yapılmaktadır. Bununla ilgili birkaç haber şöyledir ki; SABANCI ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2. Sınıf Öğrencisi olan Mehmet AKBALIK'ın yazdığı bir yazıda; Kişiden kişiye organ nakli yapmanın iki temel problemi var; birincisi doku reddinden dolayı ömür boyu immunsupressor kullanmak zorunda kalınabilir ki bu enfeksiyonlara yakalanma riskini hayatı tehdit edecek derecede arttırır, ikincisi ise yeterli organ bağışının yapılmamasından dolayı nakledilecek organ sayısının az olmasıdır. .
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
17
Oysaki yapay organ mekanik malzemelerle kanserli bir hastaya yapıldı. Hastanın soluk iskeleti hazırlanmış bir organın kişiden alınan borusunun üç boyutlu görüntüsünü çeken kök hücrenin bölünmesi suretiyle doldurulup uzman ekip organın birebir kopyasını çıkardı fonksiyonel hale getirilmesidir. Böylece doku ve iskelete dönüştürdü. Oluşturulan iskeletin reddi söz konusu olmamaktadır. üzerinde hastadan alınan kök hücreler yerleştirildi. Uzmanlar tekniğin dönor gerektirYapay organ mühendisliğinde iki tane başlıca mediğini ve hastanın kök hücreleriyle yapılsorun vardır; birincisi yapılacak organın fizdığına dikkat çekiyor. Bu yüzden hastanın vüyolojik olarak doğal organın tam olarak işlecududa bunu reddetmiyor. 12 saat süren vini görememesidir, ikincisi ise çoğaltılacak ameliyat sırasında İtalyan Profesör PAOLO hücrenin in vitro ortamda çoğaltılmasındaki MACCHİARİNİ kanserli solu borusunu çıkarazorluktur. Biyomalzeme teknolojisi çok hızla rak üretilen sentetik soluk borusunu yerleşgelişmekte ve her geçen gün insan organ fiztirdi. 36 yaşında olan ölümcül soluk borusu yolojisini daha cok taklit edebilir düzeye gelkanseri olan hastanın yaklaşık 1 ay içerisinde mektedir. Bu nedenle kısa vadede geliştirileolumlu gelişmeler gösterdiği ve tamamen cek olan yapay organların daha kullanışlı haiyileştiği belirtiliyor. le geleceği açıkça görülmektedir. Türkiye'de ise kalbi olmadan yaşayan ilk Organ nakli hayat kurtarıyor. Ancak gerekli insan olarak bilinen Ömer Bayrak'ı konu alaorgan nereden bulunabilir? Organ naklinde biliriz. Hasta 10 yıldır kalp yetmezliği ile yatemel kaynak, beyin ölümü gerçeleşen inşama tutunmaya çalışıyordu. Hasta Ömer sanlardan bağışlanan organlardır. Ancak tüm Bayrak acil nakil kalp bekliyordu fakat bekleçabalara rağmen organ bağışı istenilen düzenilen kalp bulunamayınca yapay kalp ameliye erişemedi. Bu nedenle tüm dünya, organ yatı için gün sayıldı. . Hastaya nakli Kalp Dabulmak için çeşitli arayışlar içine girdi. Bu mar Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Süha Küçükakarayışlar nelerdir? Öncelikle en kolay ulaşılasu gerçekleştirdi. Ömer Bayrak bu sayede bilinen kaynak, canlı vericilerdir. Ayrıca hayDünyada 21. Türkiye'de ise ilk yapay kalp vanlardan organ temini konusunda yıllardan nakli gerçekleştirilen hasta oldu. Hastanın beri araştırmalar yapılıyor. Bunun dışında kalbinin tüm bölümleri çıkarıldı ve yerine yason yıllarda kök hücre veya doku mühendislipay kalp takıldı, bununla birlikte kalbi düzenği aracılığıyla yapay olarak organ üretimi için leyen bir cihaza bağlandı. çalışmalarda hayret verici gelişmeler yaşanıyor. Yapay organ ile ilgili çalışmalara halen devam edilsede unutulmamalıdır ki ''BİR İNSADünya'nın ilk yapay organ nakli ise UluslaNI YAŞATMAK İNSANLIĞI YAŞATMAKTIR'' ve rarası bir çerrahi ekiple birlikte İsveç'te gerumudunu kaybedenlere umut olmaktır.. çekleşti. KAROLİNSKA ÜNİVERSİTESİ HASTALale UZUNER NESİ’nde İtalyan Profesör PAOLO MACCHİARİNİ başkanlığında gerçekleşitirilen bu nakil
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
Werner Heisenberg Yüzyılımızın ilk çeyreği bilim adına devrimsel nitelikte atılımların birbirini izlediği fırtınalı bir dönemdir. Planck'ın kuvantum, Einstein'in relative kuramları, Rutherford'un atom modeli bu atılımların başlıcalarıdır. Bohr'un ortaya koyduğu kuvantum atom modeli genç fizikçilerin ilgi odağı olmuştu. Fakat bu model sorunsaldı, yeterince belirgin ve tutarlı değildi. Ayrıca, Bohr'un '' kuvantum yörüngeleri '' dediği şey için ortada deneysel bir kanıt da yoktu. Elektronların çekirdek etrafında döndüğü, Güneş Sistemi'ne benzetilmekle kalan bir varsayımdı. Modeli kimi yönleriyle yetersiz kalan genç fizikçilerin başında De Broglie, Pauli, Heisenberg, Schrödinger ve Dirac gelir. Bunların arasında en büyük atılımların Heisenberg'ten geldiği söylenebilir. Heisenber, matris mekanik ve belirsizlik ilkesiyle atom fiziğine yeni bir kimlik kazandırarak 1932'de Nobel Ödülünü almıştır. Heisenberg güçlü bir sezgi gücüyle tanınan genç bir fizikçiydi ve çeşitli modellere kuşkuyla bakıyordu. Bohr Modelini yeterince inandırıcı bulmuyordu. Bohr ile tanışmayı bu anlamda çok istiyordu. Bohr bir sömestir için Göttingen Üniversitesi'ne konuk öğretim üyesi olarak çağrılmıştı. Bohr ile tanışmak isteyen genç Heisenberg, Munich Üniversitesi'ndeki öğrenimini keserek Göttingen Üniversitesi'ne gider. Heisenberg, çok dikkatli bir dinleyiciydi ve yeri geldiğinde dpyurucu bulmadığı noktalarda Bohr'u eleştirmekten geri kalmıyordu. Bohr bu iddialı, heyecanlı
SAYFA
18
( 1901 - 1976 )
ve olağanüstü yetenekli bu genci görünce sömestir sonunda onu Kopenhag Teorik Fizik Enstitüsi'ne katılmaya davet eder. Heisenberg bu arada üniversiteyi bitirir ve seçkin genç fizikçilerin toplandığı bu enstitüye katılır. Heisenberg'in sorguladığı temel nokta, Bohr Modelinde öngörüldüğü gibi elektronların devindiği yörüngeyi nasıl seçmekte ve bir başka yörüngeye sıçramadan önce titreşim frekansını nasıl belirlemektedir? Bohr varsaydığı bu davranışı açıklamasız bırakmıştı. Bohr'un yaptığı sadece Planck'ın kuvantum sabitini uygulamaktır. Bohr'a göre, atomun dengesini koruması Planck Sabitinin enerjiyi sınırlama ve düzenlemesiyle gerçekleşmekteydi. Ama bu doyurucu bir açıklama getirmiyordu. Elektronun çekirdek etrafında devinen, sıradan bir parçacık olduğu savı da dayanaksızdı. Gerçi Bohr'un Planck sabini uygulaması yerinde bir yaklaşımdı. Çünkü kuvantum teorisi klasik fizikten daha yeterli sonuç vermekteydi ama bu teorinin birtakım sorunlar içermediği anlamına gelmez. Heisenberg, varsayımlar ve görsel modeller yerine doğrudan deneysel verilere dayanan matematiksel bir temel arayışı içindeydi. Bohr modeli üzerinde çalışarak bazı olumsuz sonuçlarla karşılaşınca yörüngeler arasında '' sıçrama '' hipotezine gitmişti. Bu hipoteze göre, sıçramada yiten enerji salınan radyasyonun frekansını belirlemekteydi. Tek elektronlu hidrojen atomunda bu beklenti doğrulanmaktaydı.
ACADEMY
GARDEN
Ama sıçrama düşüncesi yörünge varsayımını içeriyordu fakat yörüngelerin varlığını gösteren hiçbir kanıt yoktu. Heisenberg çözüm için aradığı ipucunu klasik devinim yasalarında bulabileceğini düşünür. Bilindiği gibi, bir gezegenin aldığı yolu belirlemek için, gezegenin belli bir andaki konumunu belirleyen nicelikle momenti ( kütle.hız ) çarpılır. Öyleyse, olasıdır ki, atom düzeyinde de bir frekans çöküntüsüyle başka bir frekans çöküntüsünün çarpımı bize aradığımız sonucu versin. Ancak, Heisenberg'in frekanslara ilişkin ortaya koyduğu simgelerin kullanımı değişik bir çarpım tablosu gerektirmekteydi. Heisenberg farkında olmadan '' matris cebir '' denilen bir sistemin bazı kurallarını yeniden keşfetmiştir. Hocası Max Born'un aradığı teorinin ( kuvantum mekaniğinin ) temelini oluşturacaktı. Heisenberg çalışmaları sırasında ilk başlarda hayal kırıklığına uğrasa da fizikçi arkadaşı Pauli'nin bulduğu '' dışlama ( exclusion ) ilkesi teoriye önemli destek sağlamaktaydı. ''Pauli dışlama ilkesi '' diye bilinen buluş Heisenberg'e teorisini tanımlama yolunu açmıştır. Ama tam bu sırada şaşkınlık yaratan yeni bir gelişme ortaya çıkar. Fizikçi Erwin Schrödinger matris cebirine gerek duymaksızın atomik spektrayı dalga olayına uygulamaya elveren diferansiyel denklemle çözümler. Böylece, klasik fizik yasalarıyla çelişkiye yol açan kuvantum kurallarına gerek kalmadan atomun kesintili enerjisi açıklanabilmekteydi. Kuvantum düşüncesi fiziğin temel ilkelerinden biri olan neden - sonuç ilişkisini dışlamaktaydı. Oysa Schrödinger dalga mekaniğiyle, bu tür sakıncalara yol açmaksızın atomaltı düzeydeki tüm olguları açıklayabileceğini düşünmek-
SAYFA
19
teydi. Madde dalgasal bir olaydı ve '' elementer parçacık '' denilen şey dalgaların birbirini pekiştirdiği küçük uzay bölgelerinden başka bir şey değildi. Sıçrama fikrine gerek yoktu. Ama Bohr ve Heisenberg'e göre, elektron ister yörüngede devinen bir parçacık olsun, ister bir dalga titreşimi olsun, kesintilik gözardı edilemez, sıçrama varsayımından vazgeçilemezdi. Fizik dünyası artık kuvantum mekaniği ve dalga mekaniği arasında bir ikilemle karşı karşıyaydı. Bohr bu iki teoriyi birleştirme girişimine girdi. Yani belki de atomu ve atomaltı parçacıkları ne salt parçacıklar ne de salt dalgasal birimler olarak düşünmek doğruydu. Heisenberg buna sıcak bakmıyordu. Bu sıkıntı bir ölçüde Heisenberg'in ortaya koyduğu '' Belirsizlik ilkesi '' ile açıklanır. Belirsizlik ilkesine göre, bir parçacığın atomaltı düzeyde ilişkilerini nedensel olarak belirlemeye çalıştığımız değişkenler ( konum, moment vb. ) birbiriyle karşılıklı dışlama içindedir. Yani biri belirlendiğinde diğeri belirsizlik içine girmekte yani belirlenememektedir. Bir deneyde konum saptanırken diğer bir deneyde moment saptanmaktadır. Klasik fizikte ölçülen değerler Planck sabitine ( h ) göre çok büyük olduğu için belirsizlik söz konusu olmamaktadır. Ama atomaltı düzeyde böyle değildir ve belirsizlik olmaktadır. Heisenberg bilim adamlığının yanında başarılı bir piyanistti. Bu başarılı Alman ve Yahudi asıllı kuramsal fizikçi 1976 yılında safra kesesi ve böbrek kanserinden öldü.
Merve TURHAN Bilimin Öncüleri Kitabı ( Cemal Yıldırım ) - Tübitak Yayınları Wikipedia
ACADEMY
GARDEN
SAYFA
20
Nereden Okursunuz? Ücretsiz okuyup indirebileceğiniz platformlar
Mobidik.com ‘dan Academy Garden
İssuu.com Academy Garden
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
21
BİLİMİN AÇIKLAYAMADIKLARI Bilim sayesinde geçmişteki sorunların büyük kafataslarının ancak ileri teknolojiyle yapılabir çoğunluğu bugün sorun olmaktan çıkmış bileceği. durumda, hatta bilimle beraber insan hayatı lükslük kazandı ve çoğu ülkede ölüm yaş ortalamaları arttı, geçmişteki birçok hastalık bugün bilimin gücüyle tedavi edilebiliyor. Kısacası bilim, insanoğlunun öğrenmesi ve uygulaması gereken çoğu şeyi açıklıyor. Fakat öyle olaylar ve bulgular var ki bunları bilim bile henüz tam olarak açıklayabilmiş değil. Bu olaylar ve bulgular hakkında ortaya atılan teoriler de bulunuyor ama bu teoriler henüz tam anlamıyla bilimsel olarak açıklanamadı. Teknolojiden uzak dediğimiz bu insanlar naÖncelikle açıklanamayan bazı bulguları incesıl oluyor da günümüz teknolojisinden yapıleyelim. lamayan bu muazzam kafataslarını yapabiliyorlar hala açıklanamıyor. STOHENGE
1 ocak 1924 tarihinde Piramit Tapınağı’nın altında bulunan kristal kafatasları muazzam bir yapıya sahip. Şeffaf quartz kristalinden yapılan bu kafataslarının Mayalar döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. Tuhaf olan şey ise, yapılan araştırmalara göre günümüz teknolojisiyle yapılması imkânsız olan bu kristal
ACADEMY
GARDEN
Dünya üzerinde bazı yerler vardır ki, bu yerlerin kimler tarafından, nasıl ve neden yapıldığı henüz açıklanabilmiş değil. Londra’nın 130 km batısında bulunan ve MÖ 2300 yılına ait olduğu tahmin edilen Stonehenge’nin de ne için ve nasıl yapıldığı hala bilinmiyor. Yılda 1 milyon insanın ziyaret ettiği bu gizemli yerin ilk olarak tapınak olduğu tahmin edilmişti, fakat bir süre sonra Stonehenge’nin yıldönümünü işaret eden bir takvim olduğu düşünülmeye başlandı. Daha sonradan birçok önemli bilim adamlarının Stonehenge’nin çevresinde yapılan son araştırmalarda buldukları anormal sayıda fiziki yara ile hastalıkları olan cesetler, buranın şifa merkezi olarak kullanılmış akıllara getiriyor, ama yinede 30 taştan oluşan bu yerin (bunların 17’si ayakta) gizemi henüz tam olarak çözülemedi.
MOAİ HEYKELLERİ
Gizemi hala çözülememiş yerlerden biri de, diğer adalara göre yerleşim yerlerine en uzak ada olan Paskalya Adası’ndaki Moai Heykelleri. Zamanın ada halkı, çoğu 3 katlı binadan yüksek olan yüzlerce insan figüründe heykeller yapmışlar, nasıl yapıldığı hala bilinmeyen bu heykelleri,
SAYFA
22
yine nasıl yapıldığı bilinmeyen bir şekilde adanın başka bir yerine taşımış ve yine gizemli bir şekilde kırmızı taş blokları üzerlerine yerleştirmişler.
Hollandalı kâşif Jacob Roggeveen, adaları bulduğu 1972’de şöyle yazmıştı; ‘‘ İlkin bu taş heykeller hepimizi çok şaşırttı; çünkü bu insanların, tam dokuz metre yüksekliğinde ve aynı oranda kalınlıkta olan bu heykelleri nasıl dikmiş olabileceklerini bir türlü anlamadık.’’ 1940’ların sonunda Norveçli bilim insanı Thor Heyerdahl, Moai Heykelleri konusundaki teorisini formüle etti. Bu teoriye göre Güney Amerika yerlileri Paskalya Adası’na yerleşti ve Moai Heykelleri’ni inşaa etti. Bu teorisini Paskalya Adası halkı ile Peru’da yaşamış olan antik İnkaların efsaneleri arasında bazı benzerlikler bulduktan sonra yakalamış ve ispatlamak için bir sal yapıp Pasifik’e geçmeye çalışmıştır. En eskisi 900-1000 yılları arasında ve boyutları 1m-20m arasında değişen bu heykeller günümüzde de gizemini korumaya devam etmektedir
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
DEV TAŞ KÜRELER
SAYFA
23
mış ve bozulmuş dişlilerden oluşuyor. Bulunduğu yıllarda oldukça aşınmış ve kırılgan olan bu düzeneğin nasıl korunacağı bilinmiyordu, bu nedenle ilerleyen zamanlarda ahşap kasadan kalanlar da oldukça zarar görmüş parçalanmış. Asıl soru ise 2000 yıl önce yapılan bu düzeneğin, teknolojiden uzak dediğimiz insanlar tarafından nasıl yapılmış olabileceği.
Orta Amerika’da kim yada kimler tarından yapıldığı bilinmeyen ve Birleşmiş Milletler’in Dünya Kültür Mirası Statüsü verdiği Kosta Rika Taş Küreleri’nin en büyüğü 2,7m çapında ve 16 ton ağırlığındadır. İlk bilimsel raporun 1930’larda verildiği ve efsanevi Kayıp Atlantis Uygarlığı’ndan kaldığı öne sürülen bu muazzam kürelerin günümüzde hâlâ gizemi çözülememiştir. DÜNYANIN İLK PİLİ
ANTİKİTERA DÜZENEĞİ
2000 yıllık bir nevi bilgisayar olan ve astronomik konum hesaplarında kullanıldığı tahmin edilen bu düzenek, ayakkabı kutusu büyüklüğündeki bir ahşap kutu içine yerleştirilmiş. 1900’lerde bulunan bu düzenek, aşın-
1936 yılında Bağdat’ta yapılan arkeolojik bir kazı sırasında, MÖ 200 yıllarına ait olduğu tahmin edilen çömlek içine yerleştirilmiş doğal bir pil bulundu. Bu durumun, o yıllarda sadece dönemin büyücüleri ve hükümdarları arasında sır olarak kaldığı ve halkı etkileme amaçlı olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Günümüz pillerinden farklı olarak daha az verim verebilen bu piller insanlara zarar vermiyordu. Eğer bu teori doğruysa akıllara gelen ilk şey, çok sonradan bulunduğu bilinen elektrik MÖ 200 yıllarında da var mıydı?
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
BALTIK DENİZİNDEKİ UFO
SAYFA
24
Son 35 yılda yaklaşık 700 tekne, 120 uçak ve sonsuz hayatın kaybolmasına sebep olan bermuda şeytan üçgeni, gizemi çözülemeyen en önemli olaylardan biri olarak kayıtlarda bulunuyor. Atlantik okyanusu üzerinde Miami - Bermuda Adaları – Puerto Rico arasındaki bölgeden geçen uçaklara ve gemilere de insanlara da bir daha ulaşılamadı. Tuhaf olan durumlardan biri de, çarpışma anında sinyal gönderen ELT sisteminin aktive olamamasıdır. Yani kaybolan bu araçlar herhangi bir çarpışmaya maruz kalmamış ve bir daha haber alınamamış.
Baltık denizinde 100 fit derinlikte deniz dibini araştıran bir gurup dalgıçların bulduğu, 60m çapında ve kuyruk kısmı 400m uzunluğunda olan ve açıklanamayan bu cisim, dalgıçlardan biri tarafından Yıldız Savaşları filmindeki uzay gemisine benzediği olarak rapor edildi. Fotoğrafları çekilen bu esrarengiz cismin 200m uzağında yuvarlak ve bilinmeyen bir cisim daha bulundu. Bu iki cisminde ne olduğu hala bilinmiyor. Şimdide açıklanamayan bazı olayları inceleyelim. BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ Bazı kaybolma olaylarından hemen önce pilotların açıkladığı durumlar var. 1928 yılında dünyanın en meşhur pilotlarından biri bölgede uçuş yaparken gizemli bir sisin içinde hapsolduğunu ve kaybolduğunu açıkladı. Daha sonrada bu pilottan ve uçaktan bir daha haber alınamadı. Bir başka kaybolma vakası ise 1945 yılında yaşandı. ABD’nin en iyi 5 pilotu eğitim uçuşu sırasında, bombardıman uçakları ile Bahama Adası’na giderken bir anda kayboldu.
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
25
Nasıl oldu da ABD’nin en iyi 5 pilotu bir an- KIZIL YAĞMURLAR da kayboldu açıklanamadı. Birçok önemli bilim insanının araştırdığı bu Bu bölgeden sık sık bilinmeyen cisimlerin gö- olay, 2001 yılında 25 Temmuz ve 23 Eylül tarüldüğü ihbarları da gelmektedir. Sonuç ola- rihleri arasında Hindistan’da yaşandı. İnsanrak bu bölgenin gizemi henüz bilinmiyor. ların giydiği beyaz elbiseleri kan görünümüne bürüyen ve muazzam bir görünüme sebep olan bu olayın, en başlarda yakınlardaki göllerde bulunan kırmızı yosunların atmosfeYILDIRIM TOPLARI re karıştığı ve daha sonra yağmur damlalaAtmosferde çok nadir oluşan yıldırım toplarırıyla karışarak yeryüzüne döndüğü düşününın hangi koşullar doğrultusunda oluştuğu lüyordu. Fakat daha sonra yapılan araştırmahenüz bilinmiyor, çünkü çok nadir gerçeklelarda olayın bu kadar basit olmadığı anlaşılşen bu doğa olayını incelemek hiç mümkün dı. Hükümetin el koyup Gandi Üniversitesiolmadı. nin incelemeleri doğrultusunda, DNA’ları olmayan ve 315 dereceye kadar sıcaklıkta yaşayabilen, aynı zamanda da bölünebilen canlıların yağmurla yeryüzüne inmesi sonucu bu olayın oluştuğuna saptandı. Dünya üzerinde alışık olunmayan bir salgın hastalık olma olasılığı düşünülen bu olay uzun süre tartışılmıştı. Çok sık olmasa da aynı bölge de sarı, yeşil ve siyah yağmurlarda görülmüştü.
Küre şeklinde meydana gelen ve hiç ses çıkarmayan yıldırım topları konusunda en iyi belgelenmiş olay 1984 yılında yaşandı. Bir rus yolcu uçağı seyir halindeyken uçağa bir yıldırım topu girdi ve uçaktan yolcuların başları üzerinden geçerek çıktı. Herhangi bir zarara sebep olmadan uçaktan çıkan elektrik yüklü topun, hiç ses yapmadığı açıklandı.
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
26
MAMMATUS BULUTLARI Genellikle şiddetli fırtınalar öncesinde oluşan bu bulutlar, her zaman gördüğümüz bulutlardan biraz farklı görünüyor. Üstteki bulutların altında kesecik benzeri desenler oluşuyor ama bu durumun hangi koşulların gerçekleşmesi sonucu meydana geldiği henüz bilinmiyor. Ortalama 10 dakikada oluşup kaybolan ve nadiren birkaç saat kalabilen bu bulutlarla ilgili birçok teori var fakat çok teknik olan teoriler de bu doğa olayını tam olarak açıklayamıyor, ama hemen her teorinin temelinde sert sıcaklık değişimlerine bağlı olarak oluşan atmosferik olaylar var.
Sonuç olarak, bizim daha iyi şartlarda yaşamamıza öncülük yapan bilimin bile bazen açıklayamadığı şeyler oluyor. Belki de bir süre sonra her şey açıklanabilir ve belki de bir süre sonra açıklanamayan başka şeyler olur.
Mehmet ÇİFTÇİ
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
Her sayfası Bilimle dolu bir dergi...
HER ACADEMY GARDEN BİR RUHA,ADIYORUZ. OCAK 2015 SAYISI Stephen HAWKİNG Ve Isaac NEWTON’a ADANMIŞTIR
ACADEMY
GARDEN
SAYFA
‘’Usturlab’’ Fatma Nur Fırat
28
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
Bilimi neden sadece Aylık takip edesiniz ki? Anlık Bilim için sosyal medyada bizi bulun!
Facebook/Academy Garden Twitter/@acdmygarden İnstagram/academygarden Ahsar/Academy Garden Pinterest/Academy Garden
SAYFA
29
Kar ama cı gütm eyen bilimsel uğra ş
ACADEMY GARDEN
Academy Garden Dergisi Aylık Yayınlanır.
Yıl : 1 Sayı :4 Ocak 2015
Popüler Bilim ve Kültür Dergisi Online yayınlanır, Ücretsizdir
E-Dergi
E-posta: acdmygarden@gmail.com
Kültürel ya da Popüler Bilim yazılarınız Gönderin yayınlayalım! acdmygarden@gmail.com’a gönderin Şubat
Kapak http:// www.youtube.com/ watch? v=eeZxSKR3gcI
2015 Sayısında okurlar sizin de yazınız okusun.