Digital Dergi 4.Sayı Şubat Mart 2014
www.aktivistdergi.com
Dosya: “Yenilenmek” - Prof.Dr. Ahmet Maranki - Emilio Mercurioli - Osman Can Aydoğmuş - Girişim Savaşçısı
Teknolojide
2013'ün
En'leri
Baybars Altuntaş ile
Girişmcilere Özel
Siftah Köşesi:
Hayat Bilgisi
Timur Tiryaki ile Kendinin En İyisi Olmak
Listelist.com
Ayın Değeri:
Merhamet
Joni Patry anlatıyor:
hakkında merak edilenleri anlatıyor!
BARIŞ SOYDAN
"2014'te Türkiye ve İstanbul'da neler olacak?"
Tuna Kiremitçi
Sanat ve İstanbul üzerine
YAYINCI Büyük Harfler İçerik ve İletişim Tasarımı
GENEL YAYIN YÖNETİMİ VE YAZI İŞLERİ Büyük Harfler İçerik ve İletişim Tasarımı Görsel Sanat Yönetmeni ve Grafik Tasarım Atakan Palaz Web Tasarım Hakan Sert Web Editörü Ayça Oğultekin Sosyal Medya Büyük Harfler Hukuk Danışmanları Av. Emir Budak Av. F. Çağdaş YILMAZ Av. Uygar GÜNERBÜYÜK Yazarlar Katkıda Bulunanlar Alper Ürersoy Ulusal Down SendromBarış Soydan lular Derneği Canku Yaşlak Yeldeğirmeni DayaDicle Tigris nışma Elif Bayar Biletix Hakan Ayvaz İdefix Hande Akkaya Kültür A.Ş. Ceyhun Yapı Kredi Yayınları Hande Tanrıkulu Deneyimle Hilal Çetinder Joni Patry Mustafa Acunbay Oğulcan Dölekçekiç Mustafa Emin Palaz Müge Çetinkaya Timur Tiryaki Osman Can Aydoğmuş Kültür Sanat Kapak İllüstrasyon Katkılarından dolayı Sn. Meltem Sözer’e teşekkür ederiz. Ana Sayfa Müzik Atlas - Tabanca Basın ve Halkla İlişkiler www.buyukharfler.com Reklam Rezervasyon Tel: 0 216 417 25 21 Yönetim Yeri Altıntepe Mah. Bağdat Cad. No: 72/10 Kat: 3 Küçükyalı | Maltepe / İstanbul Tel: 0 216 417 25 21 info@aktivistanbul.com www.aktivistanbul.com Yayın Türü: Digital, süreli, 2 aylık www.buyukharfler.com Aktivist Dergisi, Büyük Harfler İçerik ve İletişim Tasarımı tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz.
DEĞERLİ OKURLARIMIZ, HER TÜRLÜ FİKİR, ELEŞTİRİ, ÖNERİ VE KONU PAYLAŞIMINIZA AÇIĞIZ. LÜTFEN BİZE KATILIN: bence@aktivistanbul.com
Editörden YENİLİĞE DOĞRU… Herkese Merhaba! Yaklaşan yerel seçimler, her gün aldığımız türlü türlü şaşırtıcı hatta kimi zaman kanımızı donduracak haberlerle, mutluluğun, sevincin, umutlu bekleyişlerin hala sırasını savamadığı bugünlerde, evet, bu sayının mottosu çok manidar. 4.sayımızda “yenilenme”ye odaklandık. Bunda bize de ait bir şey vardı. İnsan faktörü dedikleri budur belki :) İnsanlardan bir insana, bir insandan tüm insanlığa… Bu döngüyü sağlamak için, yenilenelim ve bu yenilik herkese ulaşsın diye düşündük. Hepimizin alıp, yaşamında kullanarak tazeleneceği güzel bir dosya hazırladık. Kendimizden sıkıldığımız, bi’değişiklik gereken yollarımızı, yöntemlerimizi, alışkanlıklarımızı değerlendirdik. Prof. Dr. Ahmet Maranki, Feng Shui Danışmanımız Osman Can Aydoğmuş, Girişimcilerin yeni rehberi Girişim Savaşçısı, Lütuf çalışmasıyla danışanlarından büyük ilgi gören Emilio Mercurioli dosyamız dâhilinde bizimle bilgilerini paylaştılar. Ayın değeri olarak “Şefkat ve Merhamet”i seçtik... Bir kez daha hatırlayalım istedik. Ne kadar doğru bir karar verdiğimizi, zaman içinde daha iyi anladık… Sizce de herkese, her şeye karşı biraz daha şefkat, biraz daha merhamet göstermemiz gerekmiyor mu? Siftah Köşemizde, değişik bir okulu ağırladık; Hayat Bilgisi, günümüz şehir insanın kültürel ve sanatsal ihtiyaçlarını doyuracak gibi görünüyor. Kapak röportajımızı gerçekleştirdiğimiz Tuna Kiremitçi ile edebiyat, müzik ve çocuk kitapları üzerine söyleştiğimiz röportajımız, Alper Ürersoy’un editörlüğünde teknoloji sayfalarımız, dünyaca ünlü Vedik Astroloji uzmanı Joni Patry ve tüm yazarlarımızla bir kez daha birlikteyiz. Aktivist’in her sayfası, her zamanki gibi ilham verecek isimleri ağırlıyor. Girişimcilerin dikkatle takip ettiği Baybars Altuntaş, sanat ve modayı bir arada sunan Ceylan İnsel, kısa sürede binlerce insanın beğenisini kazanan Listelist.com dergimizin yeni sayısının konukları arasında. Herkese iyi okumalar dileriz…
Teşekkür: Her zaman olduğu gibi yapıcı eleştirileriyle bizi iyiye yönelten, konu önerileriyle merak edilenleri kavramamızı sağlayan tüm dostlarımıza ve yeni sayımızda da değerli paylaşımlarıyla bizlerle birlikte olan tüm kişi ve kurumlara teşekkür ederiz. info@aktivistanbul.com adresiyle bize her konuda yazabilirsiniz.
Sevgilerimizle, Aktivist Dergi Ekibi
Çocukların büyüklerden farkı, okuduklarını anlayabilmeleri…
26
Listelist.com
32 Prof. Dr. Ahmet Maranki
“nebatatta yaratılan hiçbir bitki boşuna yaratılmamıştır”
46
Röportajlar
Röportajlar
Tuna Kiremitçi
girişimcilik
90 dakikalık bir maç değil! Girişim Savaşçısı
ben,
yeni keşiflere hazır, güzel bilinmeyenim… Emilio Mercuriali
58
Pekmezi Kilis’te olanın sineği Bağdat’tan gelir! Baybars Altuntaş
64
Röportajlar
Röportajlar
54
Hayat Bilgisi
16 SÜPER İNSAN, SÜPER BİLİNÇ
22
BARIŞ SOYDAN
Değerler
Merhamet,
Şefkat ve Affetmek
Mustafa Acunbay
14
20
YAŞAM
YAŞAM
Siftah Köşesi
Evvel Zaman İçinde
Eski Dünyaya Açılan Yenikapı;
Theodosius Limanı Ve Yenikapı Batıkları
Rüzgâr Hakan Ayvaz
DENEYİM? Mustafa E. Palaz
hande ceyhun
40
Ekmek Müge Çetinkaya
36 Kişiye Özel Teknolojik Cihazlar Alper Ürersoy
94
72 YAŞAM
YAŞAM
68
vitrin
Mumyak.com, Barınak Gönüllüleri ve Hayvanlara Yaşam Hakkı Derneği ile
Özel Bir Projeye İmza Atıyor Dünya dekorasyon modasını takip edenlerin öncelikli markası Mumyak.com, BGD (Barınak Gönüllüleri ve Hayvanlara Yaşam Hakkı Derneği) ile barınaklardaki dostlarımız için Sosyal Sorumluluk Projesi’ni başlattı. Mumyak.com on-line alışveriş sitesindeki Kedi ve Köpek Koleksiyonundan yapacağınız alışverişlerin her birinin %25’i BGD’ye bağışlanacak şekilde düzenlenen Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında, Derneğin destek verdiği barınakların tedavi ve kuru mama gibi ihtiyaçlarının giderilmesi hedefleniyor. İyiliğe bir mum yakmak bir tık ötenizde! www.mumyak.com
Dünyayı Saracak Lezzet “Boyoz”
Alsancak Dostlar Fırını tarafından yaratılan “Rodillo” markası ile meşhur İzmir Boyoz’u, dünyayı saracak bir lezzet olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. İzmir’den uzakta yaşayanlarla bu harika lezzeti paylaşabilmek için dondurulmuş boyozu, sağlıklı ortamda muhafaza edebilecek şekilde ambalajlanmış olarak sunmaya başlayan ve “Rodillo” markası ile de yurt içi ve yurt dışı pek çok noktaya ulaştıran Alsancak Dostlar Fırını; meşhur İzmir Boyoz’ unu dünyayı saracak bir lezzet haline getirmeyi hedefliyor.
Lipton Yöresel Keşifler serisiyle Anadolu’ya lezzetli bir yolculuğa çıkın
Çay tutkunlarının vazgeçilmezi Lipton, şimdi de Türkiye’nin çeşitli yörelerinin sevilen lezzetlerini bir araya getirdiği, yepyeni ve çok özel bir bitki ve meyve çayı deneyimi sunuyor. Yeni Lipton Yöresel Keşifler serisinde Akdeniz, Ege ve Güneydoğu’nun yöresel bitkileri, zengin lezzetleri ile farklı bir bitki&meyve çayı deneyimi yaşamak isteyen çay tutkunları için Lipton paketlerine giriyor.
8
Şubat - Mart / 2014
Konjac Sponge İle Kusursuz Cilde Sahip Olun!
%100 Konjac bitki kökünden elde edilen liflerden yapılan Konjac yüz süngeri, natürel alkali oranı sayesinde ciltteki asit ve yağ oranını en iyi şekilde dengeler. Japonlar tarafından 1500 yıldır şifa olarak kullanılan bu özel bitkiden elde edilen Konjac yüz süngerinin benzersiz lifli yapısı, hassas bir şekilde cilde masaj yapar ve kan dolaşımını hızlandırır. Ölü hücreleri temizler ve yeni hücrelerin oluşumuna yardımcı olur. Konjac bitkisinin doğal nemlendirici etkisi ve alkali açısından zenginliği nedeniyle, inanılmaz derecede doğal bir şekilde temizler, nemlendirir ve ferahlatır. www.burmino.com
Kalp Şemsiye buldumbuldum.com’da
İster tek başınayken sizi hatırlaması için isterseniz birlikteyken, aşkınızı evrene haykırmak için bu şemsiye tam size göre. Tabii ki şemsiyenin tek işlevi aşkı temsil etmesi değil. Bu şemsiye sizi hem yağmurdan, hem de güneşten koruyacak… Fiyatı: 79.90 TL
Birbirinden Şık ve Kullanışlı Sehpalar www.altincicadde.com’da
Özel tasarım mobilyalar ve exclusive ürünleri ile e-ticaret sektörünün en önemli oyuncularından Altincicadde.com’un birbirinden şık ürünleri arasında yer alan Wave Sehpa yıllardır kendini tekrar eden klasik sehpa tasarımlarını kaldırıp atarak, modern bir yaklaşımla sehpaya yeni bir anlam kazandırıyor. Standart kullanımında Gazetelik ve Yan Sehpa gibi iki farklı objeyi tek bir üründe bir araya getirerek yer tasarufu sağlarken, düz ayağı üzerine kaldırdığınızda dizüstü bilgisayarınızı kullanmak için ideal bir sehpa tasarımına dönüşüyor. Fiyat: 259,90 TL
9
mekan
Tom’s Kitchen İstanbul’da! Tom’s Kitchen’ın İstanbul şubesinin menüsünde; mekanın klasikleşmiş lezzetlerinden Tavuk ve Kaz Ciğeri Parfe, Biftek Tartar, Baharatlı Yengeç Kek gibi başlangıçlar ile Dana Burger, Fırında Kuzu Kalça, Peynirli Macaroni ve Shepherd’s Pie gibi ana yemek klasikleri yer alıyor. Şarküteri Tahtası ve Balık Tahtası’ndan oluşan ‘paylaşım tabakları’ da Tom’s Kitchen’ın benzersiz lezzetlerini ‘2 kişilik’ yaşamak isteyenleri bekliyor. Klasik İngiliz kahvaltısından, Croissant’a, Ev Yapımı Granola’dan, Patates Rosti’ye, Füme Somonlu Bagel’dan, Çıtır Belgian Waffle’la uzanan Tom’s Kitchen’ın geniş kahvaltı menüsü, bir lezzet çeşitliliği sunuyor. Mevsiminde ve yerel üretici tarafından ‘etik anlayış göz önüne alınarak’ üretilmiş ürünlere yer açan bir mutfak anlayışına sahip olan Tom’s Kitchen, sürdürülebilir tarım ve hayvancılığı destekliyor. İstanbul şubesinde de Londra’da olduğu gibi özenle seçilmiş yerel üreticilerle çalışan Tom’s Kitchen’ın Afyon, Balıkesir ve Trakya bölgesinden temin ettiği, burger ve steak’ler için kullandığı tüm etler, 21 gün dinlendiriliyor. Menüsündeki balıkları da mümkün olduğunca yerel olarak tedarik etmeye özen gösteren Tom’s Kitchen, kılıç ve ton balığı gibi soyu tükenme tehlikesi altında bulunan ürünlere menüde yer vermiyor. Kahvaltı menüsünde yer alan yumurtalar ise Afyon, Balıkesir ve Trakya bölgesinin seçkin çiftliklerinden özenle seçiliyor. www.tomskitchen.com.tr
İoki Restoran, damak zevkine meraklı çiftleri bekliyor İlk restoranını 2011yılında İstinye’de açan, 2012’de ise Kandilli’de İokiAsia olarak ikinci şubesini açan İoki’nin en büyük özelliği, kaliteli yemekleri ulaşılabilir fiyatlarla sunması. Geleneksel Japon mutfağını Türk ve Peru lezzetleriyle harmanlayan İoki’nin mutfağının başında Japon bir master şef var. Bir zamanlar ABD’de Hollywood yıldızlarının popüler aşçılarından olan Keizo Okita, İoki’de klasik Uzakdoğu lezzetlerinin yanı sıra, başta suşiler olmak üzere kendine özgü pek çok yemek de yaratıyor. Şef Okita, her Uzakdoğu mutfağı şefinin kendine özel soya sosu yaratmasının şart olduğunu söylüyor. İoki’de yaptığı soya sosu ise az tuzlu ve Türk damak zevkine de uyumlu. Okita’nın en özel lezzetleri arasında ise “Karides Tempura”, salatalık, acı ton balığı ve İoki sos’tan oluşan “İstanbul Ebi Roll”, etrafı kızarmış patatesle çevrili yengeçli ve ton balıklı çeşitleri bulunan “Tornado”,değişik bir tarzda marine edilen “Somon Nigiri”, uskumru, ahtapot ya da ton balığı ile hazırlanan “Sashimi” ve “Maki Sushi”,beyaz ya da kırmızı etle hazırlanan “Teppanyaki Beef ” gibi yemekler var. Bu yemekler, Keizo Okita’nın spesiyalleri olan ve tarifi sadece usta aşçı tarafından bilenen özel soslarla servis ediliyor. www.ioki.com.tr
10
Şubat - Mart / 2014
Çocuklar, çocuk olmanın tadını Ramiz Çocuk ile çıkarıyor Köfteci Ramiz, İstanbul Trump Towers Mall’da bulunan çocuklara özel şubesi Ramiz Çocuk ile minik lezzet tutkunlarına sağlıklı seçenekler sunuyor. Ramiz Çocuk’un menüsünde, tadına doyum olmaz Ramiz Köfte’den oluşan Mini Ramiz Menü’nün yanı sıra çocukların severek yediği köfteli Ramburger, Tombulger, Güçlü 3’lü Menü ve Köfte Parmak Menü de bulunuyor. Çocuklar Ramiz Çocuk’ta Mini Tavuk Menü ve Tavuk Parmak Menü gibi tavuklu lezzetleri ya da keyifli bir atıştırmalık için Mini Tostlar Menü’yü de tercih edebiliyor. Ramiz Çocuk, salata, çorba ve meyve salatası gibi hem çocukların yeme isteğini artıran hem de zengin besinler içeren öğünler de sunuyor. Ramiz Çocuk’ta çocuklara özel taze sıkma nar, portakal ve elma suyu da bulunuyor. Çocuklar, Ramiz Çocuk’ta fırın sütlaç, keşkül, krem şokola gibi sütlü tatlılar ve ayıcık kek, ayıcık kurabiye ve mouse kek ile yemeklerine tatlı bir son verebiliyor. www.kofteciramiz.com
ATAŞEHİR’E CAFE LOCALE LEZZETİ EKLENDİ Renkli mimarisini eşsiz lezzetlerle harmanlayan Cafe LOCALE İstanbul, İstanbul’un yeni yüzü Ataşehir’de açıldı. Türk ve dünya mutfağından eşsiz lezzetleri bir arada sunmak düşüncesiyle hayata geçen Cafe LOCALE İstanbul, Ataşehir’de kapılarını açtı. Cafe-restoran konseptinde hizmet veren Cafe LOCALE İstanbul; profesyonel mutfak kadrosunun özenle seçerek hazırladığı yemek menüsü ile fark yaratıyor. Güne sağlam bir kahvaltı ile başlamak isteyenler için zengin bir menü alternatifi sunan Cafe LOCALE İstanbul, kalorisi ayarlanmış özel kahvaltı seçenekleri ile özellikle spor sonrası beslenmesine dikkat edenlerin vazgeçilmezi olacak. Yemek yemeyi ihtiyaç olmaktan çıkarıp keyfe dönüştüren Cafe LOCALE İstanbul günün her saati misafirlerini farklı lezzetlerle buluşturuyor. Özellikle mekanın girişinde yer alan tatlı bölümü, yemeğini en güzel şekilde noktalamak isteyenlerin gözünden kaçmayacak. Ataşehir’e yeni soluk getiren Cafe LOCALE İstanbul geniş içecek menüsü ise kışın en soğuk havalarının yaşandığı bu günlerde gerek arkadaş buluşmaları gerekse iş toplantılarına eşlik edecek farklı alternatifleri bir arada sunuyor. www.locale.com.tr
11
haberler Oyun Benim İlacım 140 gönüllü ile 4 merkezde, 500 çocuğa 3 farklı yaş grubu için hazırlanan fen, matematik, sanat ve oyun temelli etkinlik ve eğitim programı ile yatarak tedavi gören çocukların ve ailelerin tedavi sürecine uyum sağmaları amacıyla kurulan KAÇUV, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Servisi’nde çocukları tedavi görmekte olan aileler ve hekimlerin, el ele vererek büyüttükleri önemli bir vakıf olarak “Nerede yaşam varsa, orada umut vardır” felsefesi ile hareket ediyor. Kanserli Çocuklara Umut Vakfı (KAÇUV), İstanbul Kalkınma Ajansı Sosyal İçermeye Yönelik Küçük Ölçekli Altyapı Mali Destek Programı kapsamında Oyun Benim İlacım Projesi’ni gerçekleştiriyor. Proje ile İstanbul’da kanser tedavisi görmekte olan çocukların duygusal ve sosyal gelişimlerine yardımcı olmak; kendilerini ve duygularını ifade etme becerilerini geliştirmek, sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamak ve tedavi sürecine uyum sağlamalarına yardımcı olmak amaçlanıyor. Proje kapsamında Aile Evi bünyesindeki etkinlik ve eğitim merkezi aracılığıyla proje adımlarının, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pediatrik Onkoloji ve Hematoloji Birimlerindeki 140 KAÇUV gönüllüsü desteği ile tedavileri devam eden 500 çocuğa ulaştırılması hedefleniyor. www.kacuv.org | www.oyunbenimilacim.org
Gurme damaklara layık lezzetler OnlineMarket’te! Binlerce ürünü bir tıkla kapınıza kadar getiren OnlineMarket, klasik perakende marketlerden farklı olarak ithal ve gurme ürün gamına da yer veriyor. Tüm organik gıda kategorilerine ve zincir mağazalara giremeyen butik ürünlere de yer veren marka, market alışverişini eziyet olmaktan çıkarırken lezzet dünyanızı da genişletiyor. Zaman kazandırmak ve hayatı kolaylaştırmak mottosuyla yola çıkan OnlineMarket, binlerce ürünü www.onlinemarket.com.tr adresinde tüketicilerle buluşuyor.
12
Şubat - Mart / 2014
Dil Öğrenmenin Algoritması Türkiye’ye Göre Düzenlendi. Günde 30 dakika ayırarak ana dili Türkçe olanların İngilizceyi iyi anlamanın yanında mükemmel bir aksanla konuşmaları için tasarlanan Lingusta Metodu, www.lingusta.com.tr adresinde yer alan ilk 7 ders ile kullanıcıların metodu test etmeleri için ücretsiz olarak sunuluyor. Satın alma kararı verildiğinde gelen set ile cep telefonu, bilgisayar, mp3 player, ev ya da araçlarda yer alan müzik sistemlerinde, istenilen zaman istenilen her yerde dinleyerek öğrenmeye devam edilebiliyor.
Sahte Adobe Flash Güncellemesi Türkiye’deki kullanıcıları Vurdu!
Trend Micro uzmanları, kullanıcıların bu tür saldırılardan korunması için yapması gerekenleri şu şekilde sıralıyor:
Facebook ve Twitter üzerinden yayılan sahte video bağlantısıyla sistemlere sızan zararlı yazılım Türkiye’deki milyonlarca kullanıcıyı hedef aldı.
•Duvarınızda, profilinizde ya da özel mesajla gelen, yabancı bulduğunuz ya da emin olmadığınız bağlantılara tıklamayın.
Facebook mesajlaşma sistemini kullanan saldırganlar, gönderdikleri video bağlantısının yanında Türkçe mesajlarla kullanıcıları kandırmayı hedefliyor. Açılan video bağlantısında kullanıcıların karşısına “Flash Player güncellemesi gerektiriyor” mesajı çıkıyor. Bu mesaja tıklandığı zaman, kullanıcıların, herhangi bir antivirüs sitesine ulaşmasını engelleyen bir tarayıcı eklentisi sisteme yükleniyor. Ayrıca, video bağlantısına tıklayan kullanıcının arkadaşlarına da Facebook mesajları gidiyor ve içinden çıkılmaz bir döngü başlayarak virüsün yayılmasına sebep oluyor.
•Eğer bir yazılımın güncellenmesi isteniyorsa, doğrudan yazılım sağlayıcının sitesine gidin ve diğer bağlantıları kullanmayın. •Sahte siteleri ve zararlı yazılım barındıran indirmeleri otomatik olarak engelleyebilecek, gerçek zamanlı olarak güncel tutulan bir antivirüs çözümü kullanın.
Tarayıcı eklentisi Chrome tarayıcılar için özel üretildiğinden Internet Explorer ya da Mozilla Firefox tarayıcılarda kendisini gösteremiyor. Bununla birlikte eklenti Chrome tarayıcılara bir kez yüklendiğinde kullanıcıların o eklentiyi kaldırmasına ya da durdurmasına izin vermiyor. Saldırıdan zarar görenlerin %93’ü Türkiye’den Trend Micro’nun akıllı ağı Smart Protection Network üzerinde yapılan tespitlere göre, bu saldırı nedeniyle zarar görenlerin %93’ünün Türkiye’den olduğu belirlendi. Facebook mesajlarının yanı sıra Twitter hesaplarında da sahte sayfaya yönlendirmeler yapıldığı tespit edildi.
13
yeni dünya
m k.co bay cun yervego A tafa ay@ Mus fa.acunb a t mus
SÜPER İNSAN, SÜPER BİLİNÇ Bilim insanlarıyla din düşünürlerinin, hatta daha ileri bile gidebiliriz, evrimcilerle yaratılışçıların ortak görüşe sahip oldukları nadir konulardan biri, insanı diğer canlılardan ayıran temel niteliğe atfettikleri tanımdır. Bütün bu gruplar insanı insan yapan temel niteliği ‘kendi varlığının farkında olması’ olarak tanımlarlar. Doğal olarak kurdukları cümleler biraz farklı olsa da özünde aynı şeyi kast ederler. Kendi varlığının farkında olan bir tür için anlamlandırması gereken bir sonraki temel bilinç eşiği “Neden varım?” sorusuyla ilgili olmuştur ki binlerce yıldır bu sorunun yanıtını arayan bir medeniyetiz. Önceleri daha çok filozofların, din âlimlerinin alanına giren bu temel soru şimdilerde, özellikle kuantum fiziğindeki gelişmelere paralel olarak bilim insanlarının daha çok kafasını kurcalayan bir konu haline geldi. Öyle ki şimdilerde bilim insanları var oluşun bütün prensiplerini çözmeye çok yakın olduklarını düşünüyorlar ve buradan yola çıkarak adına “Her şeyin Teorisi” dedikleri şirin bir teorileri de bulunuyor. Neden varım, sorusuna yanıt bulmanın küresel ekonomik sorunlar, gelir adaletsizlikleri, yolsuzluklar, toplumsal çatışmalar, açlık ve benzerlerinin yanında, gezegenin doğal süreçlerindeki bozulmayı çözmeye katkısı olur mu bilemem. Bunu gidip bilim insanlarına sorarsanız da sevinirim. Belki de, söz ettiğimiz küresel veya geniş kitleleri etkileyen sorunlar, genel kabul gibi iyi ve kötünün mücadelesi midir yoksa bir bilinç sorunu mudur, diye sormak gerekir öncelikle. Daha geniş olan bir idrakin, anlayışın algılanamıyor olmasından mıdır, diye düşünmek gerekir... Problemlerin çözülememesinde emin olduğum şeyi söyleyeyim: “Neden varım?” dan önce veya hemen ardından sorulması gereken en önemli sorunun henüz sorulmamış olması... Bütün küresel ve devleşen toplumsal sorunların ardında yatan gerçeğe ışık tutabilecek bir soru bu: “Kendi varlığının farkında olan bir türün sahip olduğu eşik bilinçten daha yüksek bir eşik bilinç düzeyi var mıdır?”
14
Şubat - Mart / 2014
Bu öyle bir bilinç eşiği olmalıdır ki günümüz dünyasının ve yakın geleceğimizde yüzleşmek zorunda kalacağımız kitlesel sorunların çoğuna kökten bir çözüm getirebilsin veya çözebilmek için geniş seçenekler sunsun... Soru ilk anda karmaşık gibi gözükebilir ama o kadar değil. Özünde sorguladığımız şey, insanı hayvandan ayıran bilinç düzeyinin kendi varlığını fark etmek olduğunda uzlaştığımıza göre insanın mevcut bilincinden daha yüksek bir bilinç düzeyi olabilir mi, olamaz mıdır. Mesela adına “Süper İnsan” diyebileceğimiz bir türe ait olan bir bilinç seviyesi? İnsanın yaşam serüveninin geleceğine ait olan bir bilinç seviyesi? Kitabımı okuyan okurlarım bilir; yepyeni birçok kavram ve yaklaşımdan bahsetmiş ve bunların günümüzde erişilmiş olan bilimsel verilerle tutarlılığını göstermeye çalışmıştım kitabımda. Süper insan deyince de bu çeşit yeni bir kavramdan bahsettiğim düşünülebilir. Aslında süper insan ile konu etmeye çalıştığım şey hiç de yeni değil. Tasavvuf ’un Kâmil İnsanı, Kur’an terminolojisindeki Cennet Ehli veya Cennet İnsanı, benim kitabımda söz ettiğim Dördüncü Kat Varlığı veya Sevgi Katı Varlığı aynı şeyleri ifade etmeye çalışmakta: Süper İnsanı ve süper insana geçişi ifade eden bilinç eşiğini... Anlatmaya çalıştığımız şeyin netleşmesi için Ben ve Biz kavramları hakkında konuşmazsak olmaz... Ben kavramına verilen önem ve öncelik kendi varlığının farkına varmış bir türe aittir. Yani bizim türümüze. Bu aslen ego düzeyi bilinçtir ve ben, benim gibi olanlar, benden olanlar, benim olanlar, benim gibi düşünenler, kısaca ‘ben, ben, ben’ üzerinde yoğunlaşmış bir bilinci ifade eder. Ego bilincinin temel sorunu, bilinç ben kavramı üzerinden şekillendiğinde doğal olarak adına Benden Olmayanlar diyebileceğimiz bir karşı taraf bulma zorunluluğudur. Zira karşı taraf yoksa Ben de var olamayacaktır. Kendi varlığını fark etmiş bir tür için Ben kavramı ne kadar önemliyse Benden Olmayanlar veya Karşı Taraf da o derece önemlidir. Ego karşı taraf olmadığında kendisinin de var olamayacağına içten içe yapışmış bir bilinç düzeyidir bu nedenle. Ondandır ki, kendisinden olmayanlarla çatışarak evrilir ego bilincindeki varlıklar. Bu evrilme süreci geçmişten günümüze gezegendeki zeki yaşamın ya da bilincin evrilme sürecinin ta kendisidir diyebiliriz... Küresel sorunların nedenleri üzerinde derinlemesine düşündüğümüzde eninde sonunda bunların bahsettiğim Ben Bilinciyle olan bağına ulaşıyoruz.
Neden varım, sorusuna yanıt bulmanın küresel ekonomik sorunlar, gelir adaletsizlikleri, yolsuzluklar, toplumsal çatışmalar, açlık ve benzerlerinin yanında, gezegenin doğal süreçlerindeki bozulmayı çözmeye katkısı olur mu bilemem. Bunu gidip bilim insanlarına sorarsanız da sevinirim. Bu aynı zamanda şu anlama da geliyor: Ne yazık ki toplumsal bilinçte önemli bir sıçrama yapamadığımız sürece söz ettiğimiz küresel sorunlara çözüm bulunamayacaktır. Zira Ben Bilincinin bir Karşı Taraf yaratmak ve onla çatışmakta çok başarılı olduğu açıktır. Bu bilinç katmanında işler bu şekilde yürür ve daha geniş olan bir anlayış toplumun geniş kesimlerince algılanamadığı sürece de bu şekilde davranmaya devam etmek isteyecektir. Toplumsal bilinçteki önemli sıçrama ile Ben Bilincinden, Biz Bilincine doğru bir yolculuğu kastediyorum. Biz Bilincinin uyanmaya başlaması Süper İnsana doğru olan yükselişin de göstergesi olacaktır. Kendi durumuna odaklanmayı haz edinmiş olan ego bilincine karşılık, Süper Bilince doğru gidildikçe, benim çıkarlarımdan ortak çıkarlara, benim haklarımdan onun da haklarına, benim isteklerimden onun da isteklerine, benim yaşamımdan hepimizin ortak yaşamına doğru bir yolculuk başlayacaktır. Bu yolculuk bireylere paralel olarak aynı zamanda kurumlar, aileler, topluluklar, ülkeler ve en nihayetinde bütün küre içindir ve her birinin kendi perspektiflerinden biz bilincine doğru olan yükselişlerini ifade eder... Böyle bir yolculuk için şimdilik pek de hazır görünmüyoruz belki ama var oluşun kodları kendi hedeflerine ulaşmak için, gerekli olduğunda dikte edici şartlar oluşturabilir ve kitleleri bir bilinç sıçramasından başka seçenek olmadığına ikna edebilir... Nasıl olabilir ve neler olabilir? Bunları da bir sonraki yazımda konuşuruz... 15
Okula benzemeyen bir okul: siftah
Hayat Bilgisi
yeni hayatlarımıza dokunan birçok başlıkta, yoğunlaştırılmış ve içeriden bilgi sunan, yeni bir yaklaşım Hızla ve sürekli yenilenen hayatlarımız için, yeniden kurgulanmış bilgilere ihtiyaç duyulduğu gerçeğinden hareket eden Hayat Bilgisi, Şubat 2014’ten itibaren faaliyetlerine başlıyor. Hayat Bilgisi, gerek uygulayacağı programlar, gerekse eğitmenleriyle, günümüz insanının zihinsel donanım ihtiyaçlarına daha doyurucu ve farklı cevaplar vermek hedefiyle yola çıkıyor. Hayat Bilgisi’nde; Suna ve İnan Kıraç Vakfı Genel Müdürü Özalp Birol’dan Tasarımcı Bülent Erkmen’e, Tarihçi-Akademisyen Hakan Erdem’den televizyoncu Nuri Çolakoğlu’na kadar, kendi alanlarında yetkin ve tanınmış isimlerin eğitmenliğinde, birçok değişik başlıkta dersler verilecek. Ayrıca, roman, diskotek, sinematek, kütüphane gibi çeşitli başlıklar altında “kişiselleştirilmiş danışmanlık” hizmetleri de sunulacak. Tüm bu etkinlikler, Hayat Bilgisi’nin İstanbul Tünel - Asmalımescit’teki merkezinde gerçekleştirilecek. İstanbul’da hayatın en
16
Şubat - Mart / 2014
canlı şekilde aktığı mekanlardan birinin seçilmesi de, Hayat Bilgisi’nin ortaya koyduğu yeni konsept ve hedefi destekler nitelikte. Kişiselleştirilmiş Danışmanlık Hizmetleri Okuma Listesi Danışmanlığı: Hemen okumaya başlamanız gereken kitabın adını öğrenmek ve arkasının geleceğini bilmek istiyorsunuz. Danışmanınız, yıllık okuma programınızı oluşturuyor ve yıl içinde düzenli olarak güncelliyor. Gezi Danışmanlığı: Gideceğiniz yerde ne yenir, ne içilir, nereleri görmeli, hangi operalar kaçırılmamalı, hangi sergi olay yaratıyor… Danışmanınız sizin için araştırıp gezi programınızı düzenliyor. Kütüphane Danışmanlığı: Yeni bir kütüphane kurmak istiyorsunuz. Konunun uzmanları, Türkiye’de ve yurtdışında yayımlanmış kitaplar arasından kütüphanenizi kuruyor. Diskotek Danışmanlığı: Müziği seviyorsunuz, ama ne dinleyeceğinizi,
neyin iyi olduğunu kestiremiyorsunuz. Danışmanınız, yalnızca albüm listeleri çıkarmakla kalmıyor, bizzat diskoteğinizin oluşturulmasını da üstleniyor. Sinematek Danışmanlığı: Filmleri seviyorsunuz ve elinizin altında, sevdiğiniz ve seveceğiniz filmlerden oluşan bir sinematek bulunsun istiyorsunuz. Danışmanınız, dilediğiniz kapsamda bir film koleksiyonu hazırlıyor. Roman Terapisi: Roman yazıyorsunuz, ama yazamıyorsunuz! Yazınsal tarzınıza uygun roman terapisti, sizi dinlemeye, roman yazım süreci boyunca da sadık okurunuz ve eleştirmeniniz olmaya hazır. Cem Akaş, Hayat Bilgisi’nde Esra Özdoğan, Zeynep Ögel, Esra Aliçavuşoğlu ve Azmi Karaveli ile birlikte yola çıktıklarını ifade ediyor. Hayata geçirmeyi hedefledikleri bu yeni oluşum ve konsept ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Hayat
Bilgisi bir tür ‘okul’, ama yapısı ve dersleriyle alışılmadık bir okul. ‘Yeni şeyler bilmek lazım’ diyenler için bir merkez, belki de bir tür ‘yurttaş üniversitesi’ veya ‘hayat üniversitesi’ de diyebiliriz. Katılımcılara, eklektik bir yapıda, sanatlara, yaşam kültürüne, içinde yaşadığımız dünyaya ve yaptığımız işlere yönelik, ‘yoğunlaştırılmış ve içeriden’ bilgi sunmayı hedefliyoruz. Dolayısıyla, eğitimi veya mesleği ne olursa olsun, ‘yeni hayat’larına ilişkin ‘geçerli’ bilgi sahibi olmak isteyen herkesi ilgilendiren bir platform Hayat Bilgisi.”
“yeni şeyler bilmek lazım” diye düşünenler için ‘Okula benzemeyen okul’ sloganıyla ortaya çıkan ‘Hayat Bilgisi’ni anlatır mısınız? Hayat bilgisi dersi, 1927’den beri Milli Eğitim’in bir parçası; herkes çocukluğundan hatırlar herhalde. Bizim zamanımızda artık biraz eski bir hayatın bilgisine odaklanmıştı bu ders, sokakta karşılaştığımız hayat ve dünyayla çok fazla bir ilgisi yoktu. Oysa dersin temeli Rönesans’a kadar gidiyor; sonra Almanlar 19. yüzyılda ilköğretimin bir parçası haline getirmiş “Wirklichkeitsunterricht” adıyla – gerçeklik dersi. Düşününce çok önemli aslında. Biz de böyle bir okul hayal ettik – hayatın kendisi kadar eklektik, ama hakiki bilginin yoğunlaştırılmış olarak verildiği bir merkez. Yeni hayatlarımız için yeni hayat bilgisi. Ciddi bir kültür ve “yaşam kültürü” yanı var elbette, önümüzdeki dönemlerde bu yanını daha da geliştirmeyi hedefliyoruz, ama omurgasını oluşturan derslerin ortak özelliği profesyonel dünyada birebir karşılığı olmaları. “Genel kültür” dediğimiz şey yazar adları, ülke başkentleri, önemli operaların bestecileri gibi listelerden oluşuyor; oysa Hayat Bilgisi’nin kültüre, sanata ve yaşam kültürüne yönelik dersleri, gerçek kavrayışı öne çıkarıyor. Biz beş arkadaş olarak bu işe kalkıştık – Azmi Karaveli eski Cumhu17
riyetçilerden, şimdi Helikon İletişim’in sahibi; Esra Aliçavuşoğlu MÜGSF’de sanat tarihi doçenti; Zeynep Ögel Pera Müzesi’nn koordinatörü; Esra Özdoğan fotoğrafçı. Hepimiz üniversite öğrencisi olduğumuz yıllarda, “gayrıresmi bilgi paylaşım kurumları”ndan yararlandık, Bilar ve Bilsak gibi. Daha sonra profesyonel hayatımızda bu tür etkinliklerin programlamasını, organizasyonunu da gerçekleştirdik. Son dönemdeyse bizzat bu tür dersler vermeye başlamıştık. Hayat Bilgisi fikri de buradan doğdu zaten – bu işi kendi kuracağımız bir bünye içinde sürdürme fikrinden. Nasıl bir program yaparız diye konuşurken bir de baktık ki epey kapsamlı, her yere gitmek ama aynı zamanda da derinleşmek isteyen bir yapıdan söz ediyoruz. Hayat kadar eklektik, bir anlamda. -Sanırım, projenin günümüz insanının zihinsel donanım ihtiyaclarına daha doyurucu cevaplar vermek gibi bir misyonu var. Bu misyondan bahseder misiniz? Günümüz insanı derken kastınız hangi yaş aralığında, ne gibi ihtiyaçları olan insanlar? En başından beri bu yapının adının “Hayat Bilgisi” olması gerektiğinde hemfikirdik – bu ülkede 1890’lardan beri içerik olarak, 1927’den beri de ismen var olan bir ders bu, biliyorsunuz, ama bizim zamanımızda bile artık eski bir hayatın bilgisinden ibaret, biraz nostaljik, naif ve tuhaf bir dersti. Yeni “Hayat Bilgisi”, tam tersine “cari bilgi”ye, şimdi, hemen işe yarayacak bilgiye odaklanıyor. Bunun çok belirli bir yaş aralığı yok, üniversite çağı ve sonrası diyebiliriz. Üniversiteler dışında ama üniversite düzeyinde eğitim almak isteyen, üniversitelerin genelde veremediği güncellikte mesleki bilgiler aktaran, bunları da bir kültür-yaşam kültürü çerçevesiyle birleştirerek yapan bir kurum yok; biz o kurum olmak istiyoruz. 18
Şubat - Mart / 2014
-Derslerin verileceği başlıklar nelerdir? Hangi kriterlere göre belirlediniz? Ağırlıklı olarak kültür endüstrisinin çeşitli dallarını hedefliyoruz ve o dalların etrafını kültür ve yaşam kültürü dersleriyle örmek istiyoruz. Televizyonculuk, reklam yönetmenliği, reklam yazarlığı, yayıncılık, editörlük, çevirmenlik, müzisyen menajerliği, tasarım gibi derslerin yanında fotoğraf, tiyatro, yazarlık, sihirbazlık, sanat tarihinin çeşitli yönleri ve tarih dersleri de var. Genelde sekiz hafta olarak öngördüğümüz dersler bunlar, önümüzdeki dönemde daha derinleştirerek sürdüreceğiz bu çizgiyi. hayatbilgisi.co adresinde yer alan web sitesi üzerinden kayıt olunuyor derslere; birden fazla derse kayıt olmak isteyenlere %20 indirim veriliyor. Yerimiz Asmalımescit Caddesi’yle İstiklal Caddesi’nin köşesinde, Beyoğlu’nun göbeğinde. -Hayat Bilgisi’nin katılımcılara ne gibi faydaları olacak? Bizim temel beklentimiz, bu derslerin konularıyla ilgili işler yapanların, kendilerini geliştirmelerine olanak sağlıyor olmak. Bu alanlarda çalışmak isteyenlere, yoğunlaştırılmış ve “içeriden” bilgi sunarak ilk adımlarını sağlam atmalarını mümkün kılmak. Bunun dışında bir de danışmanlık hizmetlerimiz var, bunların faydasını hemen görülebilir. Örneğin evinizde ya da kurumunuzda kütüphane, sinematek ya da diskotek kurmak istiyorsanız, dilediğiniz kapsamda ve uzmanlık alanında yardımcı olabiliyoruz; kitapları, filmler ve albümleri de sizin için tedarik edebiliyoruz. -Konusunda uzman pek çok insan da derslerde yer alacak ve sizin deyiminizle içeriden bilgi verecek. Bu aynı zamanda hayat bilgisi katılımcılarının farklı bir dünyaya gireceği anlamını mı taşıyor?
Farklı bir dünya değilse de, bu dünyaya gireceklerini, bu dünyanın dışında kalmayacaklarını söyleyebiliriz. - Okulda kişiselleştirilmiş danışmanlık hizmetleri de veriliyor; “roman terapisi”, “kütüphane danışmanlığı”, “sinematek danışmanlığı” pek de alışık olmadığımız hizmetler. Ne tür gözlemler böyle bir fikrin doğmasına yol açtı? Bunlar doğrudan kişisel deneyimimizin sonucunda ortaya çıktı. İnsanlar, arkadaşlarımız bize bu yıl hangi kitapları okumaları gerektiğini, Kuzey Cazı’nda yeni kimlerin olduğunu, Dogma’dan yeni film çıkıp çıkmadığını sorardı; bunun yaygın bir ihtiyaç olabileceğini düşündük. -Roman yazacağım diyelim, konu da buldum ama neresinden başlayacağımı bilmiyorum. Bana nasıl yardımcı oluyorsunuz? Roman terapisi, bire bir danışmanlık hizmetlerimizden biri. Yazmayı tasarladığınız, ya da biraz yazıp tıkandığınız romana uygun danışmanımızla, düzenli görüşmelerden oluşan ve yazıyı ilerletmeye odaklanan bir terapi süreci sunuyoruz.
Ayrıntılı Bilgi ve Başvuru İçin: www.hayatbilgisi.co; www.hayatbilgisiokulu.com Telefon: 0212 251 48 46 – 0212 244 67 99 Asmalımescit Cad. No.3 Kat 2, Beyoğlu, İstanbul Sanat, Edebiyat, Tarih, Siyaset, İş… Hayat Bilgisi, katılımcılara çok sayıda ilginç ve önemli alternatif sunuyor: Nuri Çolakoğlu - “Demek TV Kanalı Kurmak İstiyorsunuz?” Bülent Erkmen - “Tasarım – Master Class” Kanat Emiroğlu - CEO Ne Düşünmeli” Kurtcebe Turgul - “Reklamda Yaratıcılık Çok mu Lazım?” Uşun Tükel - “Sanat Tarihi ve Çizginin Dışı” Ahmet Levendoğlu – “Tiyatro – Sahne Eylemi” Kubilay Tunçer – “Sihirbazlık: Kuram ve Uygulama” Ozan Açıktan - “Reklam Yönetmenliği” Özalp Birol - “Sanat Yönetimi” Can Sertoğlu - “Müzik Endüstrisi ve Müzik Menajerliği” Hakan Erdem - “Osmanlı’nın Uzun Yüzyılı” Ahmet Kuyaş – “Hızlandırılmış Cumhuriyet Tarihi” Süreyyya Evren - “21. Yüzyılda Siyaset” Yetkin Başarır – “G8: Görsel Algı ve Tasarım” Ali Kabaş ve Yetkin Başarır - “An’ı Yakalamak: Kompozisyon ve Estetik” Ergün Turan - Bellekli Ayna: Analogdan Djitale Fotoğraf Esra Aliçavuşoğlu - “Yaratıcılık ve Kökenleri: Sanatın Tarihi” ve “Tanrıların İmgeleri: Görsel Sanatlar ve Mitoloji” Cem Akaş - “Yayıncılık ve Editörlük”, “Çeviri - İngilizce” ve “Öykü Yönetimi” 19
l
değerler
e va Kişis Lad n ve a o y n s ita … Aru rıyla Med ar : aris n katkıla Yaz m u i ma K eği’n lı Brah m Dern n Ş l a işi Değ şegü y A iri: Çev
Merhamet,
Şefkat ve Affetmek
Merhamet, Şefkat ve Affetmek ruhsallıkla ilgilenenlerin sıklıkla kullandığı kavramlardır. Peki, tam olarak ne anlama gelirler? Merhamet bir suçluya karşı bağışlayıcı hisler besleme, ya da bir otorite pozisyonundaki bir kişinin bir başkasını affetmesi olarak algılanır. Şefkat ise bir başkasının acısını hissedebilmemizdir. Sadece kalbi çok büyük olan tamamen affedebilir. Bu üç eylemin tümü, merhamet, şefkat ve affetmek, kendimizle başlamalıdır. 20
Şubat - Mart / 2014
Ruhsallıktaki tüm prensipler gibi, bunları da öncelikle kendimize uygulamalıyız. Öncelikli olarak, kendimizi sevdiğimizde ve değer verdiğimizde; bağışlayabiliriz de. Kendimizi sevmek, kendimize karşı şefkat hissetmektir. Merhamet ise, daima kendimiz için en iyi olan şekilde davranabilmektir. Bu bencillik değildir; kişinin kendisi için en iyi olanı anlayabilme bilgeliğidir. Merhamet arayışı içinde olmak, hiç de güçlü olmayan bir ruhsal mertebede bulunmaktır. Kaba ve baskıcı
bir kişinin bana merhamet göstermesi için yalvarmayabilirim; fakat bir başkasının ilk adımı atmasını, karar vermesini ya da belli bir şekilde davranmasını bekleyebilirim. Bu durumda hissettiklerimi ve algılarımı gözden geçirmem ve kontrol etmem gerekir: Kendi eylemlerimin sorumluluğunu başkasına mı yüklüyorum? Kendi hayatımı yönetebilme öz saygısına sahip olamadığım için, diğerlerinin benim ha-
yatımı yönetmelerine izin mi veriyorum? Bir kişinin beni aramasını bekleyip, böyle davranmadığında hayal kırıklığı yaşamam bile, merhametsizliğin göstergesidir. Hissettiklerimin sorumluluğunu diğerlerine yüklerim ve beni kırdığı için o kişiyi suçlarım. Benzer şekilde, diğerlerinin bizi bağışlamalarını bekliyorsak, bu çoğunlukla kendimize karşı sevgi veya öz değer eksikliğinin göstergesidir. Nasıl ve neden? Çünkü kendimi yeterince sevip değer verdiğimde, kendi davranış, düşünce, söz ve eylemlerimin sorumluluğunu da üstlenir ve sadece en iyi olanı seçerim. En sonunda, affedilmesi gereken eylemlerde bulunmayıp hiçbir zaman merhamet beklemeyeceğim bir noktaya ulaşabilirim. Evet, küçük hataları hepimiz ara sıra yaparız ve “lütfen beni affet” diyebiliriz; ancak öz saygıya sahip olan bir kişi bunu kendini suçlamadan veya yargılamadan kolaylıkla söyleyebilir.
karmak” anlamına gelir; bu ifade anlayışımı zenginleştirir. Karakter özelliklerim ve tutumlarımda ne kadar doğruya yakın ve temiz bir vicdana sahipsem; diğerlerine karşı da o kadar merhametli olabilirim. Kendisi suçlu olan birisinin merhameti nasıl işe yarayabilir? Kendi sorumluluğumu üstlendikçe, vicdanımı dinledikçe ve kendi kendimin efendisi oldukça eylemlerim temizlenir ve diğerlerine karşı merhamet hissedebilirim. Merhameti acıma duygusu ile karıştırmamalı ve karşımızdakinin kendisini değersiz hissetmesine neden olmamalıyız. Merhamet ilham vermeli ve güçlendirmelidir.
Diğer taraftan, kendimize göstereceğimiz merhamet kendi kendimizi iyileştirebilme sürecindeki en güçlü katalizördür. Bu durum, eski davranış kalıpları ve eğilimlerimin artık işime yaramadığını tam olarak idrak ettiğimde ortaya çıkar; aslında bu kalıplar daha çok acıya ve zorluğa neden olur. İşte o zaman kendi üzerimde “merhameti” uygulamalı ve olumlu yöne doğru rotamı çevirmeliyim. Yunancada merhametin karşılığı efsplahnia, “kalbimdeki en iyiyi ortaya çı-
Hakiki merhamet ve şefkat, kendi hakikatime uygun yaşamak ve hakikati paylaşmaktır. Eğer oluşabilecek tepkiler nedeniyle konuşmaktan çekiniyorsam, diğeri için gerçekten şefkat hissedip hissetmediğimi kendime sormam gerekir. Gerçek arkadaşlıklarda dürüstlük olmalıdır. Affetme konusunda ise, ilk önce kendimi affetmem gerekir. Başkalarına verdiğim gücümü kendime iade etmeliyim. Diğerlerini affedip yolumuza devam etmenin her zaman için en sağlıklı davranış olduğunu hatırlayın. Affedememek, geçmişe tutunmaktır; bu durum ayağıma bağlı bir zincir gibi beni geriye çeker ve ilerlememe engel olur. Şimdi, kendini sevmenin en üst ifadesi olan merhameti içimde yeşertme zamanıdır. Sevgi ve şefkat ile hareket ettiğimizde, ilişkilerimizde daha az mücadele veririz. Hayat çarkınızın yağlanmasına yardımcı olan “küçük merhamet eylemleri” ne dikkat edin. Temiz bir kalbe sahip olun; bu, merhamet ile dolup taşan şefkat dolu bir kalbe giden yoldur.
Merhamet ile şefkati ve diğerlerinden merhamet beklememeyi üzerimizde her an uygulamaya çalışalım. Eğer “diğerlerinden merhamet bekleyen” durumuna tekrar tekrar düşüyorsam, o zaman kendimi gözden geçirmeliyim. Küçük ve değersiz hissetmeme neden olan hangi tür düşünce veya davranış kalıplarını tekrar ediyorum ki bunun sonucunda kendimi özür dileyen veya merhamet bekleyen durumda buluyorum? Aslında sürekli hata yapıp, affedilmeyi beklemek çok sağlıklı değildir. Böyle bir durum, gücümüzün tükenmesine, öz saygımızı kaybetmemize neden olur ve zamanla depresif ve ümitsiz hissetmeye başlayabiliriz.
Diğerlerine karşı gösterdiğimiz “küçük merhamet eylemleri”, küçük hayır dualarıdır. Hayatınızdaki bu küçük ve iyi şeylere önem verin, onlar büyük ve kötü şeylerin oluşumunu engeller.
Diğerlerine karşı merhamet ve şefkat hislerimizde doğru zamanı seçmeli ve aceleci olmamaya dikkat göstermeliyiz. Bazen diğerlerini çok hızlı yargılar ve gelişmeleri için zaman ve ortamın oluşmasına izin vermeden gereksiz bir merhamet gösterisinde bulunuruz. Bu durumu örnekle ele alalım: Tırtılın kozasını daha hızlı açabilmesi için biri (bir adam) yardımcı olmaya çalışır, ancak hemen sonra kelebeğin kanatlarını çırpamadığının farkına varır. Kelebeğin içeriden kozayı delmeye çalışması aslında kelebeğin kanatlarının güçlendirmektedir. Bu süreci yaşamayan kelebeğin kanatları güçlü olamaz. Biz de, çoğunlukla merhamet adı altında diğerlerine yardım etmeye çalışırız; ancak bu süreçte onları gelişmekten yoksun bırakırız.
Merhamet, Şefkat ve Affetme üzerine düşünce noktaları: Kendinize ve diğerlerine karşı merhametli olun. Kalbinizdeki merhamet, zayıf yönlerinize karşı gücünüzü arttırır. Bağımlılıktan özgür bir merhamet duygusuna sahip misiniz? Diğerlerini düzeltmek için çok çaba gösteririz, peki onları affetmeyi biliyor muyuz? Şefkatimiz, başkalarına huzur ve mutluluk verebilme yeteneğimizin seviyesiyle ölçülür. Brahma Kumaris 21
güncel
etik mi
AN com OYDhotmail. S ş ı r @ a B an soyd baris
değil mi
Özgeçmiş etiği
Facebook’taki kötü sürpriz
Bir süre önce işsiz kalan eski arkadaşım arayıp özgeçmişinde beni referans olarak göstermek istediğini söyledi. Mesleğe yıllar önce aynı şirkette başlamıştık. Yetenekliydi. Ama son işyerinden bir kavga nedeniyle çıkarıldığını duyduğum için tereddüt ettim. Yine de telefonda hayır diyemedim. Fakat daha sonra pişman oldum. Gözü kapalı tavsiye edecek kadar iyi tanımıyorum çünkü. Özgeçmişine referans olmak, iş başvurusu yapacağı yerleri kandırmak gibi geliyor bana. Ama bir de madalyonun öbür yüzü var: İşsizlik zor. Ve son zamanlarda bizim sektörde iş bulmak hiç kolay değil. Ne yapmalıyım? (H.A.)
Okul arkadaşlarımızla meyhanede felekten bir gece çaldığımız eğlencenin fotoğraflarını ertesi gün Facebook’ta görünce çok şaşırdım ve kızdım. Masadaki arkadaşlarımdan biri, çektiği fotoğrafları iznimizi almadan sayfasına koyuvermiş. Mesaj atıp silmesini istedim. Bozuldu ama neyse ki dediğimi yaptı. Asıl bozulması gereken ben değil miyim? (S.U.)
“Bir davranışı başkalarının da yapmasını istiyorsan yap.” demişti Kant, etik felsefesinin ünlü ilkesinde. Kimsenin kimseye yardım etmediği bir dünya çekilmez yer olurdu. İşsiz bir arkadaşa yardım etmemek, argo bir deyim kullanmamı lütfen bağışlayın, “yaralı parmağa işememek” anlamına gelir. Bu olayda asıl etik olmayan bence bu. Bana öyle geliyor ki, özgeçmişe referans olmayı banka kredisine kefil olmakla karıştırıyorsunuz. Arkadaşınızın kusursuz bir insan olduğuna değil, o işle ilgili bilgisine “kefil” oluyorsunuz. İş başvurusu yapacağı yerleri “kandırmak” elbette etik değil. Ama kimseyi kandırmıyorsunuz ki! Arkadaşınızın “Yetenekli” biri olduğunu kendiniz söylüyorsunuz. İş başvurusu yaptığı şirketten sizi aradıklarında söylemeniz gereken hepi topu bu. Hem arkadaşınızın son işyerinde yaşananlardan ders çıkarmadığını nereden biliyorsunuz? Unutmayın, insan hatalarından ders çıkarmasını bilen bir canlıdır. “İnsan aynı zamanda dayanışma yeteneği olan bir canlı türüdür.” demişti eski etik felsefecileri. Sizin için şimdi dayanışma vakti.
Aklınıza takılan soruları Barış Soydan'a sorun; Etik mi Değil mi cevaplasın. 22
Şubat - Mart / 2014
Haklısınız, bu olayda bozulmaya değecek bir şey varsa, bozulması gereken sizsiniz. Ama günümüz dünyası da böyle bir yer oldu işte. “Ben TV” çağındayız artık. Facebook, Twitter, Instagram… Herkes kendi dünyasından yirmi dört saat canlı yayında. Hepimiz başkalarının figüranları haline geldik. Evet, dünya değişti. Ama bazı değerler hiç değişmedi. Mahremiyet gibi. Başkasının fotoğraflarını izinsiz Facebook’a koymanın, evinin perdelerini izinsiz açmaktan pek bir farkı yok. Arkadaşınızın davranışı etik değil. Ama sosyal medya yeni bir dünya, etiği de yeni yeni oluşuyor. O nedenle sık sık hata yapılmasını anlayışla karşılamak gerek. Bir fotoğraf için alınganlığa değmez.
Pencereyi açmak ya da açmamak Çift katlı İETT otobüslerinin birçoğunun ısı ayarı yok, kalorifer çalışmadığında donuyoruz, çalışınca da içerisi hamam gibi oluyor. Ama pencere açmaya kalkınca da, bazı yolcular üşüdükleri gerekçesiyle karşı çıkıyor. Sonuçta onlarca yolcu birkaç kişinin keyfi bozulmasın diye bir saatlik yolu sıcaktan patlayarak geçiriyor. Bir akıl verin, ne yapmalı? (K.) En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Koltuğunuzu, penceresi açık yolcunun koltuğuyla değiştirmeye ne dersiniz? “Kendine yapılmasını istemediğini başkalarına da yapma.” der etiğin yüzlerce yıllık ilkelerinden biri. Siz üşüyor olsaydınız, burnunuzun dibindeki camı açanlara ne derdiniz? En sonda söylemem gerekeni en başta söyledim bile…
Barış Soydan’ın ‘Şemsiye Hırsızları’ yorumu kafaları karıştırdı! Şemsiye çalmak ve kalem çalmak aynı şey mi? Sınıftaki öksürük sesleri
Şemsiye tartışması
İlkokul ikinci sınıfa giden kızım geçen hafta ateşlendi. Doktorun tavsiyesiyle bir gün evde dinlendirdik. Ateşi biraz düşünce derslerinden geri kalmasın diye ertesi gün okula gönderdim. Eşim, sınıftaki diğer çocukların sağlığını tehlikeye attığım gerekçesiyle bana çıkıştı. Oysa bütün aileler aynı şeyi yapıyor. Yine de size bir danışalım dedik. Kim haklı? (T.E.)
Bir gazeteci arkadaşımın sorusu: Aktivist’in geçen sayısındaki şemsiye yazın beni şaşırttı. Yağmurlu havada restorana bıraktığı şemsiyesini çıkışta bulamayan kişinin, başkasının şemsiyesini alabileceğini söylemişsin… Önerin kendi içinde tutarlı görünüyor ama bu yaklaşımı başka alanlara uyarladığımızda ortaya saçma sonuçlar çıkmaz mı? Mesela aynı yerde çalışanlar birbirlerinin kalemlerine izinsiz el koyabilir mi? Veya sigara tiryakileri birbirlerinin çakmaklarını ceplerine atabilir mi?
Hasta olduğunu bile bile kızınızı okula gönderdiğinizi mi söylüyorsunuz yani? Alt tarafı birkaç dersi kaçırmasın diye… Hangi ders, bir çocuğun sağlığından daha önemli olabilir Allah aşkına? Kızınıza sağlık diliyorum, umarım tekrar hasta olmaz. Ama eğer olursa tümüyle iyileşene kadar evde dinlenmesine izin verin. Ve evet, eşiniz haklı. Kızınızı tam anlamıyla iyileşmeden okula göndermek, sınıftaki diğer çocukların sağlığını tehlikeye atmak demek. (Okuldakilerle yakın temastan kaçınması gerektiğini söylemiş miydiniz acaba?) Geçmiş olsun.
Etik, “belirli bir durumda neyin yapılması gerektiğini değil, genel olarak –yani belirli bir durumda ve her durumda- neyin istenmesi gerektiğini dile getiren bir yasadır; ne tarzda istememiz gerektiğini” (İoanna Kuçuradi 2009, 9) dile getirir.
Bu soru iyi oldu. Geçen sayıdaki yazımın tartışmaya neden olduğunu biliyorum. Bu vesileyle şemsiye meselesine bir kez daha bakalım… Yağmurda şemsiyesi başkası tarafından alınan kişinin bir başkasının şemsiyesini alabileceğini söylerken, iki ön koşuldan söz etmiştim: 1)Şemsiyeler ucuz olmalıydı. (5 liraya satılan, 5-10 kullanımdan sonra bozulan şemsiyelerdi, sözünü ettiğim.) 2)Ortada ciddi bir sağlık riski bulunmalıydı. (Sözünü ettiğim olayda, yağmurda sırılsıklam ıslanma riski vardı. Şemsiyesi alınan okur sonuna kadar “etik” davranmaya kalkarsa, belki de hasta olacaktı.) Bu iki koşulun geçerli olması durumunda, başkasının şemsiyesini almak etiğe aykırı değil, demiştim. Ortada “hırsızlık” değil, bir değiş tokuş ilişkisi vardı çünkü. Ama bu, 5 liralık şemsiyeler için geçerli, sakın şemsiyelikteki Burberry şemsiyeyi almayın. (Diye de eklemiştim geçen sayıdaki yazımda.) Şemsiyeler için sözünü ettiğim koşullar, ofiste “aşırılan” kalemler ya da tiryakilerin ceplerine atıverdiği çakmaklar için de geçerli mi acaba? Koşullardan ilki, evet mevcut. Eğer ucuz, birkaç liralık tükenmez kalemlerden veya çakmaklardan söz ediyorsak. Peki ama ortada, yağmurda sırılsıklam olmak gibi ciddi bir risk var mı? Tiryakinin çakmaksız kalmasının ya da arkadaşımın İddaa kuponunu dolduramamasının, ciddi bir sağlık riski yaratacağı kanaatinde değilim. Her etik problem, kendi çerçevesi içinde değerlendirilmeli. 23
yaşam
elini taşın altına koyanlardan mısınız?
lu uoğ puc a K a and l.com a Kr vistanbu d r Se kti a@a Bazı şeylerin altını çizmeye gerek yok. Kalın ya da büyük harflerle yazmaya… Mesajı bangır bangır vermeye… ya serd
da parmakla göstermeye… Bazı şeyler, kendiliğinden oluyor. Hem de çok güzel oluyor. Çünkü sistem, yaşam, oluş; adına her ne derseniz deyin aslında iyi ve güzel olana çekiliyor. Sanki güzellikler eskide kalmış gibi hissetmemizin bir nedeni var: Çok bağıran, çok haklı yanılsaması. Oysa bizi en çok, bize yakın olan sevindiriyor. Hayatı beraber yüklendiğimiz ve onun bir ucundan tutarak bizi hafifleten çok şey var. Ben buraya sadece birkaç tanesini yazdım. Ve sonuç, mutluluğun, kucaklaşmanın, neşenin payı; hayatı sevimsiz kılan o şeyleri döver!
Bakalım neler olmuş? İhsan Oktay Anar, büyük bir sürpriz yaparak; Galiz Kahraman’ı vermiş bize. Daha ilk sayfasında içinizi kaplayan neşe, ilerledikçe yaşadığınız heyecan, türlü türlü halleriyle insanlık… İnsan her zamanki gibi, bi’gidip gelmiş gibi oluyor. Aslında kitabın arka kapak yazısını okumak mevzuyu kavramak için yeterli: “Bütün zamanların kahramanı olan bir insanın hikâyesidir bu. O hem herkes hem de hiç kimsedir. Dünyadan alacağını tahsil etmeye gelmiştir. Çünkü, Tanrı dâhil herkesin ona borcu vardır. Vebâline girilen tüyü bitmedik yetim işte odur. Kadîm zamanlardan beri hakkı yendiğine göre, sonlu ama sınırsız bir evrenin engin ve derin merkezi olarak insan olmanın, ‘olmasa da olur’ hâlini icrâ etmesinde hiçbir sakınca yoktur. Romantik bir insafsızlığın bâkir tâcizcisi olmak, sonuna kadar hakkıdır. Sıradanlığın üst insanıdır o. Âsiliğiyle asîlleşememesi umurunda bile değildir. Onun umurunda olan tek şey, sadece ve sadece kendini algılamak, kendi küçük âlemine sığan kâinâtı kabul etmektir. Çünkü bilmektedir ki, gerçek bilgelik de zaten budur” İdris Amil Efendi, gülünç desek gülünç değil, gerçek desek gerçek değil. İsimyle müsemma bir Galiz Kahraman… Aramızda Kalsın… Ne yalan söyleyeyim, bizim tatlı kızımız doğdu doğalı bizi evde televizyon o yattıktan sonra bir yetişkin eğlenceliğine dönüşüyor. Yedi yıldır bu böyle:) Ama Perşembeleri öyle mi? Bir tatlı heyecanla sofrayı toplayıp, çayın demlenmesini bekliyoruz. Saat Sekiz olduğunda, değme24
Şubat - Mart / 2014
yin keyfimize. Sanki memleketin bütün yüce gönüllü, merhametli, şefkatli, yardımsever, misafirperver, saygılı, hürmetkar insanlarını bir araya getirmişler de biz de onları izliyormuşuz gibi. Binnur Kaya’nın kusursuz Antepliliği, karakterlerin her birinin rahatça komşumuz olabilecek kadar bize yakınlığı… Hikâye aklımızı başımızdan almıyor, hop oturup hop kalkmıyoruz ama işte Perşembe geceleri ailecek, iyiliğe, güzelliğe dair ne varsa onu izliyoruz. Neşeyle, zevkle, bitecek diye korkarakJ Sonra İncesaz albüm çıkardı. Çok bekledik ama değdi. İnsanın aklına İstanbul’ı getiren şarkılar var İncesaz’ın müziğinde. Hep naif, hep anlayışlı, hep müşfik… Sanki hangi şarkıyı söyleseler, o şarkı İncesaz’ın şarkısı olacakmış gibi. Tambur, kemençe, gitar, ud, keman ve daha birçok enstrümanla, kendilerine has müzikleriyle; işte onlar da kendiliğinden… Son albümlerinden bir şarkı dinleteyim size. Aslında hepimizin bildiği bir şarkı… “Ah bu akşamlarda ne var, ıhlamur kokuyor odam Radyo sesi, ilk ışıklar, sabah faslında bir hüzzam Yüreğimle bilendikçe hepten incelir incesaz”
darı iftiharımız AKM’sini yıllardır yapıp edip sanatın hizmetine açamayan, bale sanatçılarının gereğince prova bile yapamadığı, operayı neredeyse lüzumsuz bulan bir ülke ol… Ama televizyonların en çok izlenen müzik yarışmasını bir operacı kazansın! Bizim ennnn sevdiğimiz ağır arabeski, buram buram şarkılarına nakşeden biricik Yaseminimizi bile eleyerek hem de!! Olur şey değil. İnsanın Allah’ın sopası yok; diyesi geliyor. Bu çok yetenekli Muhteşem Bay Hasan Doğru’nun ailelerine ait restoranda garsonluk yapıyor olduğu gerçeğini de gözden kaçırmayalım. Işıl ışıl gözleri, çekingenliğinde gizli tevazuu ve yeteneği ile milyonların kalbini fethetti Hasan. Nereden tutsanız elinizde kalacak bu hikâyeyi, yine de trajikomik kontenjanından eğlenceli durumlar listesine eklemek istedim. Kanal 7’de Yüzüklerin Efendisi’ni izlemek… Çok değerli bir deneyimdi. İnsan alışık olmadığı kanalların yayın kalitesine de kolay alışamıyor. Aragorn, Frodo, Galadriel… Hepsi daha bir uhrevi geldi gözümüze doğrusu. Aralarda gösterilen reklamlar… Gerçeküstü bir deneyimdi. Ama Kanal 7’nin bu ilim irfan dolu yayın planını pek takdir ettik. Söylemesi ayıp, moralimin epey bozuk olduğu o günlerde; biricik, kirli, güçlü ve cesur Aragorn’umuzun Kara Kapılar önündeki tiradı, bizi yine bizden aldı. Ezbere bilsek de filmleri, şarkıları; feyiz alacağımız gün başka bir gün olabiliyor demek ki… E tabii kanal da Kanal 7 olunca, aksi düşünülemezdi :) “Gondorlular Rohanlılar kardeşlerim gözlerinizin içinde kalbimde yeşermesine izin vermediğim korkuyu görüyorum. Gün gelir insanlar cesaretlerini yitirebilir. Dostlarına sırt çevirebilir ve tüm kardeşlik bağlarını koparabilir. Ama bugün o gün değil düşmanın zaferi ve harap olmuş siperler bekler insan çağının çöküşünü ama o gün bugün değil. Bugün savaşacağız. Bu dünyadaki tüm sevdikleriniz adına sizlere kalmanızı emrediyorum batının halkı.” O Ses Türkiye’yi Hasan Doğru kazandı. İki gelişmem alt alta, zamanlama açısından biraz manidar oldu evet. Ama sevinmedik desek yalan olur. İlginç insanlarız vesselam, sen tut 814.578 metrekarelik yüzölçümüyle dünyanın 37. Büyük ülkesi olarak, sadece operaya yönelik doğru düzgün neredeyse hiç gerçek opera binası olmayan, Taksim’in göbeğindeki me-
İşte ben, tüm bu insanların; el birliğiyle… Daha yaşanası ve insancıl bir dünya için ellerini taşın altına koyduklarını düşünüyorum… Usul usul, tatlı tatlı dokundukları kalplerimle bizi yumuşacık ama bir o kadar da dayanıklı yapıyorlar. Sizin dünyanızı değiştiren, kalbinizi böyle sıcacık yapan şeyleri de merak etmiyor değilim. İsterseniz bana yazabilirsinizJ İstanbul’un herkesi birbiriyle ahbap hissettiren dostane yakınlığı. Geçen gün arkadaşımla Suadiye’deki Remzi Kitapevi’nden kitap alıyorduk. Tam kasaya gelmiştik ki, bir sesin bize bir şeyler söylediğini duyduk. Aslında bize söylediğini birkaç saniye sonra fark ettik. Tanımadığımız bu beyefendi, bize kasanın yanında duran “Tüfek, Mikrop ve Çelik” adlı Jared Diamond’ın kitabını öneriyordu. Biz, hiç yadırgamadan, kitap hakkında daha doğrusu kitaplar hakkında konuşmaya başladık. “İstediğiniz zaman size başka kitaplar da önerebilirim” dedi. Sevinçle karşıladık ve birbirimizin kartvizitlerini aldık. Geçtiğimiz günlerde aynı beyefendiden ilk e-postamı aldım. Kendisi iç hastalıkları ve hematoloji profesörüymüş meğer. İstanbul’un bir hali var, ki ben en çok o halini seviyorum; bir anda eşitleyiveriyor insanları. Kitapçıda… Minibüste… Markette… Hiç fark etmiyor… Herkes bir abla, bir abi, bir “şekerim” oluyor, bir anda konuşacak bir şey buluveriyorsunuz. Sanki kocaman bir mahalle İstanbul. Bir bakmışsınız, tatlı bir muhabbete dalmışsınız:) 25
röportaj
“zaman”
dediğimiz bir ilahi adalet var. Yazar olup olmadığımıza
o karar verecek
Tuna Kiremitçi edebiyat, müzik, sinema derken şimdi de çocuk kitabıyla karşımızda. Kendi çocuğuyla birlikte daha da dahil olduğu çocuk dünyası, ona Güneş’i Kıskandıran Kız’ı yazdırmış. Hepimize ilginç gelse de Tuna Kiremitçi daha önce verdiği bir röportajda “Hayatımdaki en zevkli yazı yolculuğumu yaptım” diyor.
26
Şubat - Mart / 2014
27
Aktivist: Ekşi Sözlük’te sizinle ilgili çok tatlı bir yorum var. “Pencere Önü Çiçeği”… Ama diğer yandan sanki huzurlu bir parkta, neşeli bir erik ağacı gibisiniz. Müzik, sinema, edebiyat, köşe yazarlığı ve şimdi de çocuk kitabı. Artık pencere önü çiçeği değil misiniz acaba? Tuna Kiremitçi: Belki de mahallenin delisiyimdir, olamaz mı? Şaka bir yana, Tuna denen arkadaş hakkında düşünmekten vazgeçeli çok oldu. Haliyle, onun hakkında kimin ne dediğini de merak etmiyorum. Benimki daha çok üreterek direnmek… Nasıl ki dünyada birileri durmadan korku ve nefret üretiyor, o zaman biz de bir şeyler üreteceğiz. Maksat insan kardeşlerimize yalnız olmadıklarını, aralarında gönül bağları olduğunu hatırlatmak… Bir de tabii, şu kirli dünyada ayakta kalmak. Aktivist: Birçok sanat dalıyla kendinizi ifade ediyorsunuz. Bu açıdan çok “halka açık” bir duruşunuz var. Ve tüm unvanların arasında, kendinizi “Yazar” olarak tanımlıyorsunuz. Peki, diğer tüm yazarlar içinde, Tuna Kiremitçi nerede yer alır? Tuna Kiremitçi: Aslında insan ancak ölünce yazar olur. Fani varlığımız kitapla okur arasından ebediyen çekilince. Yani kendimiz hakkında ne söylesek boş. Sonuçta adına “zaman” dediğimiz bir ilahi adalet var. Yazar olup olmadığımıza o karar verecek. Zamanın testinden geçersek ne âlâ… Geçemezsek de çok önemli değil. Aktivist: Birçok dal ile ilgileniyor olup, birinin başarısızlığının diğerinin başarısını ezmesinden korkmuyor musunuz? Tuna Kiremitçi: Ayşe Şasa hatıralarında, Kemal Tahir’in bir öğüdünden bahseder. “Bu ülkede maskaralık yaptığın sürece herkes alkış tutar. Ciddi bir şey yaparsan kimse yüzüne 28
Şubat - Mart / 2014
bakmaz. Bunu baştan böyle bil.” Bu şartlarda üretmeye devam etmek bile başlı başına bir başarı sayılır. Düsturum basit: İnsanlara yararlı olacak, hakiki bir şeyler yap ve gerisini hayata bırak. Elbet birilerine dokunacaktır.
Çocukların büyüklerden farkı, okuduklarını anlayabilmeleri” Aktivist: Cumhuriyet Gazetesi’nden Kelebek’e geçişiniz çok ilginç, çok sert, keskin bir geçiş. Bu süreç nasıl gelişti? Tuna Kiremitçi: Cumhuriyet çalkantılı bir dönemden geçiyordu. İlhan Selçuk’un vefatının hemen öncesiydi… O ortamda gereksiz yere yıpranacağımı görüp yol yakınken istifa ettim. Hürriyet’in ekinden teklif gelince de bir süre orada yazdım. Sağ olsunlar, üç yıl boyunca her konuda kalem oynatmama izin verdiler. İlginç bir deneyimdi. İnsanın sözü varsa her yerde bir şekilde söyler. Hatta farklı boyalara girip çıkmak iyi, kaleme renk geliyor. Aktivist: Sanat yaşamınızda birçok derin ve belki “büyük” meselelerin, yapıtların, hallerin içinde, çocuk kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Tuna Kiremitçi: Doğru anlaşılmak gibi bir derdim var. Bunu da en iyi çocuklar yapıyor. Çocukların büyüklerden farkı, okuduklarını anlayabilmeleri… Zihinleri henüz berrak olduğundan, ne yazıyorsanız onu anlıyorlar. Bu bizim ancak meditasyon yaparak ulaşabildiğimiz bir düzey. Aktivist: Çocuk kitaplarının hep ebeveynler için yazıldığını düşünmüşümdür. Siz “çocuklara ne anlatmak istediniz ancak ebeveynler ne anlamalı”?
Tuna Kiremitçi: Yetişkinlere bir şey anlatmak zor... Onlar çoktan Matrix’in içinde yitip gitmiş çünkü. Hele bizim toplumda, zaten kavramsal düşünme becerisi yok. Çocukların zihniyse henüz kusursuz… Onlara katabileceğimiz tek özellik empati. Yani başkasının halinden anlamak… İster çocuklar için yazılmış olsun ister büyükler için, aslında her kitap sadece bu amaca hizmet etmeli. Aktivist: Çocuk kitabı da yazmış başka edebiyatçılar var mı? Hatta bizlere öneride bulunabilir misiniz? Tuna Kiremitçi: Ahmet Ümit, Görkem Yeltan, Yekta Kopan gibi günümüz yazarları çok güzel çocuk kitapları yazıyorlar. Bunun dünyada da örnekleri var. Ayrıca çocuklar için yazan ama büyüklerin de keyifle okuyabileceği kalemler var. Ronald Dahl, Rene Goscinny, Yalvaç Ural gibi… Aktivist: Gelelim “Atlas”a... Bildiğimiz kadarıyla çocukluk arkadaşlarınızla kurmuş olduğunuz bir müzik grubu Atlas. Bize bu bir araya gelişin öyküsünü anlatır mısınız? Tuna Kiremitçi: Uzunca bir aradan sonra yurda döndüğümde, liseden arkadaşım Gitarist Burak Aldinç aradı. “Ekibi topluyoruz, besteleri kap gel!” şeklinde. Sonra da kendimizi Ömerli’de bir evin garajında demo kayıtları yaparken bulduk. Yıllar içinde birikmiş besteler vardı, yenileri de eklenince Sony Müzik sayesinde albüme dönüştü. Atlas aslında Kumdan Kaleler’den de önceki grubumuzun devamı. Rock bazlı bir müzik yapıyoruz ama yeniliklere de açığız.
Aktivist: “Tabanca” adlı şarkınız ve klibi ekibimiz tarafından çok beğenildiJ Şarkı içinde “İstanbul bana tabanca, şakağıma dayalı” diyorsunuz. İstanbul’la ilgili hissiyatınızın ne kadarını temsil ediyor bu söz? Tuna Kiremitçi: Eyvallah… Bulgaristan’da sakin bir hayatım vardı. Dağlarda dolaştım, meditasyon yaptım, bazı romanlar ve şarkılar yazdım. Orada anladım ki İstanbul artık benim bildiğim İstanbul değil. Bir Bulgar kasabasında kendimi daha çok evimde hissediyorum. İstanbul ise son on yılda inanılmaz değişmiş, çizgi-romandaki “Karanlık Şehir” gibi bir yer olmuş. Gücün karanlık tarafı yani… “Tabanca” buna tanık olmuş bir adamın şarkısı olsun istedik. Klip de aynı mantıkla çekildi. Aktivist: “Bu İşte Bir Yalnızlık Var”, vizyona girdi. Biz okurlar, romandan sinemaya uyarlanan filmlerde, hep romanın izlerini ararız ve sonuç çoğunlukla hayal kırıklığı olurJ Siz nasıl buldunuz filmi? Tuna Kiremitçi: Böyle durumlarda insanın iki seçeneği var. Ya romanın filme çekilmesine izin vermeyeceksin ya da adamların işine karışmayacaksın. Ben ikincisi seçtim. Sonuçta romanın ruhuna sadık kalınmış. Yönetmen Ketche ile benzer kafada insanlarız. Kendisi iyi bir yönetmen olmasının yanı sıra gerçek bir müzik âşığı… Ben olsam filmi 15 dakika daha kısa tutardım ama yine de keyifle izleniyor.
Aktivist Anket İstanbul’un Sokak lezzetleri arasındaki favoriniz? Asmalımescit’teki meyhaneler. Buluşmalarınızda hangi semti tercih edersiniz? Beyoğlu. Anadolu Yakası mı Avrupa mı? Avrupa yakası, çünkü İstiklâl Caddesi orada… Biri size İstanbul’u gezdirecek olsa bu kim olsun isterdiniz? Murat Belge. Siz kime İstanbul’u gezdirmek isterdiniz? Natalie Portman. İçinde İstanbul geçen en sevdiğiniz şarkı: Atlas’tan “Tabanca”. Çünkü en dürüstü o. İstanbul’da asla değişmesin dediğiniz yer: Beşiktaş Çarşı, İstiklâl Caddesi ve Moda Burnu. İstanbul’un En Çok Neye İhtiyacı Var? Sıkı bir dayağa…
29
kişisel gelişim
Kendinin
com AKİ İRY ademisi. T r u ak Tim basari @ r u m ti
En İyisi Olma (Best-Self )
Çalışması
Aktivist’in bu yeni yıl sayısı ile birlikte herkesin 2014 planlarını yaptığı bu aylarda işinize yarayacak bir atölye çalışmasını sizinle paylaşmak istedim.
30
Şubat - Mart / 2014
Son 10 yıldır, her yılın sonunda kendi kendime kalemi kâğıdı alır, 1-2 saat ayırır, bu yıl neler yaptığımı, neler ürettiğimi düşünür; kendim için ilgili yılın puan cetvelini ya da bilançosunu ortaya koyarım. Bu değerlendirme parasal ya da maddi değil, insani değerler, kişisel farkındalık ve sosyal değer ile ilgili çalışmadır. Bu çalışmayı “kendinin en iyisi olma” çalışması olarak adlandırıyorum. Bill Gates’in, her yıl adasına çekilerek kendisiyle baş başa geçirdiği 1 haftalık kampın ardından o senenin stratejilerini, hedeflerini, yeni fikirlerini ekibi ile paylaştığı bilinir. Tamam, hepimizin bir adası ve bir tam haftası olmayabilir ama kendinizle randevulaşacağınız 2 saatlik bir çalışmaya hiçbirimiz bahane bulmamalıyız. Kendine Kahve Ismarlama Zamanı! Temel yöntem şu; kalem ve kâğıdınızı alın, kendinizle baş başa geçireceğiniz bir kaç saate hazırlanın. Geçtiğimiz yılı “ay ay” zihninizde oynatmaya çalışın. Önemli tarihlerden yola çıkın, takvimden, hatta ajandandan da kopya çekmek serbest! Hatta twitter ve facebookunuzun duvarına bakmak da çok işe yarıyor -öteki tarafta hesap vermemiz kolaylaşacak ne yaptıysak hayatımızda twitter, facebookda yazıyor zatenJ-. Her ay; iş hayatı ve kişisel hayat için önemli olayların, başarıların ve başarısızlıkların neler olduğunu yazarak müthiş bir kişisel gelişim çalışmasını sizler de yapabilirsiniz. Hatırlama sürecinde tarafsız bir şekilde olayları değerlendirmeye çalışın, bu süreçte olumsuz duyguları tetiklememeye özen gösterin.
İŞ
ÖZEL HAYAT
OCAK ŞUBAT MART
Bu yıl daha iyisini nasıl yapabilirim? • Hatalarım neler oldu? Kendimi nasıl geliştirmeliyim? • Önümüzdeki yıl için hedeflerim neler olmalı? • Neleri öğrenmeye çalışmalıyım? • Kimlere bir şeyler öğretebildim, yetişmelerine yardımcı oldum? • Davranışlarım ile kimlere olumlu ilham/örnek olabildim? • Kimlerden ilham aldım ve düşüncelerimi bir adım yukarı çekmeye çalıştım? • 2014’te benim temel amacım nedir? • 2014 için hayallerim / gerçekleştireceğim hedeflerim neler? • 2014’te tutunmam gereken önemli bazı insani değerler neler olmalı? Bu çalışma özünde bir farkındalık çalışmasıdır. Tüm sorulara mükemmel cevaplar veremeyebilirsiniz, güzel haberim şu zaten doğru bir cevap da yok bu konularda. Puanlandıran yok, puan kıran yok, yargılayan, eleştiren yok, bu sizin kendinize bir hediyeniz! Bu çalışmayı yıllar üzerine yaptığınızda artık kendinize karşı daha dürüst, daha şeffaf, daha hesap verebilir hale gelmeye başlıyorsunuz. Yaşam elbette bir yandan hızla akıp gidiyor ama bir yandan da sizde bıraktığı izler, tecrübeler ve bunlardan sizin ne aldığınız farkındalık seviyenizi etkiliyor geliştiriyor. Hayaller gerçekleştirilmek içindir. Hayallerinizi gerçekleştirdiğiniz başarılı, mutlu, sağlıklı bir yıl getirmesini diliyorum. Her şey gönlünüzce olsun. Not: Şubat ayı itibariyle yarıya yakını değişen ve güncellenen ilk kitabım Buda mı Olsam? CEO mu Olsam? 2014 baskısı ile www.timurtiryaki.com üzerinden çıkıyor. Ayrıca Nisan ayında 4.kitabım “Profesyonel Koçluk” Optimist Yayınları etiketi ile raflara çıkıyor. Hazır olun 2014 harika bir yıl olacak!
Bu çalışmayı bitirdikten sonra bir soru-cevap çalışması yapın. Kendinize soracağınız ve aklınıza gelen ilk cevapları yazmaya başlayacağınız bazı sorular: • Hangi hayallerimi gerçekleştirdim? Hangilerini erteledim? • Bu yıldan çıkartmam gereken yapıcı hayat dersleri neler oldu? Bu yıl bana ne öğretmeye, ne anlatmaya çalıştı? • Bu yılın benim için 2-3 başarısı ne oldu? “Vay be!” dedirtecek bir şeyler yaptım mı? • İşimde bu yıl, benden beklenenden öte neler yaptım? • Gazetede haber çıkartabilecek bir proje olarak ne ürettim?
31
röportaj
Listelist.com’u sevmek için
10 neden!
Peki. Tamam. Evet, daha çok neden bulabiliriz. Hatta onları sevmek için neden aramakta gecikmiş de olabiliriz. Çünkü sevdik onları bir kere. Biz de kimdirler, nerden çıktı fikir soralım da onları daha bir yakından tanıyalım istedik. Sorularımızı sitenin kurucusu Ahmet Kırtok cevapladı.
hizmet veren bir yapı mı? Reklamlar bölümünde işbirliği seçenekleri gördüm. Profesyonel olarak bu alanda hizmet veriyor musunuz?
Aktivist: listelist fikri nasıl oluştu?
Aktivist: Farklı yazarlarla aynı üslubu sürdürebilmek zor olmuyor mu?
Ahmet Kırtok: Listelist, Türkiye’deki ikinci projemiz. Yaklaşık 1,5 yıl kadar önce Türkiye’ye kesin dönüş yaptım ve ilk projemiz olan EticaretMag.com’u hayata geçirdim. ListeList ise aklımda olan ve mutlaka yapmayı düşündüğüm bir projeydi. Ses getiren bu projeyi de ana işi ‘içerik pazarlama’ olan ve yaklaşık 1 yıldır Türkiye’de faaliyet gösteren Pradma adlı dijital ajansımızdaki ekiple birlikte Mayıs 2013’te hayata geçirdik.
Ahmet Kırtok: 2014 iletişim planında Türkiye’de önde gelen birçok marka ile çalışmaya başladık. İçerik kalitemizi ve özgürlüğümüzü kesinlikle etkilemeyecek farklı reklam modelleri ile markaların okuyucularımıza ulaşmasını hedefliyoruz. Native Advertising ve content banner bu yeni reklam modelleri arasında iki örnek olarak verebiliriz.
Ahmet Kırtok: Biz content marketing işini çok uzun yıllardır ABD’de uyguluyoruz. Her projede olduğu gibi ListeList.com’da da planlanmış ve uygulanan bir içerik stratejimiz mevcut. Yazar ekibimiz ve gönüllü olarak bize liste hazırlayan okuyucularımızın çalışmaları, içerik stratejimize uygun bir şekilde editlendikten sonra yayına alınıyor.
Aktivist: Listelist’teki bu şahane listeleri kimler oluşturuyor?
Aktivist: Peki, size kendi listelerini göndermek isteyenlere bir öneriniz var mı? Kriterleriniz neler?
Ahmet Kırtok: Farklı sosyo-kültürel yapılardan gelen; gezmeyi, eğlenmeyi, yeni şeyler keşfetmeyi seven beş kişilik bir içerik ekibine sahibiz. Yeni bir liste oluşturmak için gerektiğinde saatlerce araştırma yapan, ince eleyip sık dokuyarak liste hazırlayan bir ekip bu. Listeleri oluştururken olabildiğince özgün içerikler ortaya koymaya çalışıyoruz. Şu ana kadar bu konuda başarılı olduğumuzu düşünüyoruz.
Ahmet Kırtok: Sitemizdeki yazı gönder sayfasından detaylı bilgiyi alabilirler.
Aktivist: Okur katılımı, yorumlar nasıl gidiyor? Takipçilerle etkileşim halinde misiniz? Ahmet Kırtok: Hem sosyal medyadaki hem de sitedeki okuyucu yorumları ile birlikte etkileşimimiz çok yüksek seviyede. Ayrıca Facebook ve Twitter başta olmak üzere, sosyal medyada aylık 10 milyon civarında bir kitleye ulaşıyoruz. Listelist’in okuyucu kitlesinin önemli bir kısmını 25-34 yaş arası, eğitimli ve kaliteli yaşamayı seven beyaz yakalılardan kişiler oluşturuyor. Aktivist: Listelist, kurumsal alanda başka firmalara
32
Şubat - Mart / 2014
Aktivist: Listelist’te bizi bekleyen yenilikler var mı? Ahmet Kırtok: 2014 yılında bütün çalışmamız okuyucularımızdan gelen talepler doğrultusunda ListeList’i geliştirmek olacak. ListeList markasına yakışan birçok online ve offline projeyle ListeList fanlarının karşılarına çıkacağız. Aktivist:Sizin gelecek projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz? Ahmet Kırtok: Umarız bizim adımızı önümüzdeki dönemde çok daha sık duyacaksınız. Bizi konuk ettiği için Aktivist’e çok teşekkür ediyorum. Bir de özverili çalışmaları ile Listelist’in bugünlere gelmesini sağlayan ekibime ve bizi çok çabuk arasına kabul eden okuyucu kitlemize teşekkür etmek istiyorum.
Duyduğunuz Anda Aklınıza İstanbul’ı Getirecek 26 Güzide Parça “Seni yeneceğim” diyenlerin tamamının bir şekilde yenildiği, “Sen mi büyüksün ben mi?” diye soranların yanında hep küçük kaldığı tek şehir olma özelliğini bin yıllardır elinde tutan İstanbul ile ilgili bir müzik listesiyle karşınızdayız. İçinden İstanbul geçen ya da İstanbul’un içinden geçen şarkıları düşündüğümüzde ilk aklımıza gelen parçalar bunlar oldu, burada yaşayan yaşamayan herkese İstanbul’u hatırlatalım istedik.
1. Beyoğlu | Athena
Listemize fıkır fıkır bir İstanbul türküsüyle başlayalım istedik. Athena bu güzel yorumuyla sağolsun bir neslin kafasına bu şarkıyı sokmuş oldu. Mavi gözlük olmadığı yıllarda mavi boncuk takılıyormuş bilginize.
2. Istanbul pas Constantinople Ayhan Sicimoğlu Şu dünyada en sevdiğimiz adamlardan biri olan Ayhan Sicimoğlu’nun müthiş albümü Friends & Family’den müthiş bir yorumı seçtik size. 1953 yılında The Four Lads adlı Kanadalı topluluk tarafından bestelenen şarkıyı, Ayhan Sicimoğlu’nun albümünde kızı Ayşe söylüyor -ki şarkının ortasında kendini de tanıtıyor zaten sağolsun. 3. İstanbul | Birsen Tezer Birsen Tezer’i sevmeyenler hakkında hiç iyi düşünmediğimiz bir gerçek, siz de kendisini dinledikçe benzer düşüneceksiniz şüphesiz. Sözü de müziği de kendisine ait zarif mi zarif bir İstanbul şarkısı, ilk albümü Cihan’dan geliyor.
33
4. Istanbul Twilight | Brooklyn Funk Essentials Efendim bu adamların yeri kalbimizde bir ayrıdır, Laço Tayfa’yla yaptıkları ortak albüm In the Buzzbag’den biliriz kendilerini. Sırf biz değil Fatih Akın falan da çok seviyor bu grubu.
Biraz daha doksanlar diyelim mi? Bizce de İstanbul’dan kız alınmaz Göktan. 11. İstanbul’dan Gökhan’a | Grup Vitamin
5. Hep Kahır | Cem Karaca Bir Nazım Hikmet şiiri, bir Cem Karaca şarkısı, daha da bir şey demeye gerek yok herhalde. “İnsanlar gülüyordu de, trende vapurda otobüste, yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle…” Şehir dışındayken bu şarkıya denk gelirseniz koşa koşa İstanbul’a gitmek isteyebilirsiniz, dikkatli dinleyin. 6. Kadıköylü | Deniz Kızı Eftelya Listenin belki de en kıdemli İstanbullusu Deniz Kızı Eftelya söylüyor, Kadıköylü’yü. Refik Fersan’ın nihavent makamında kantosunu dinlerken içinizin ısınmama ihtimali yok. Tabii ki bu vesileyle tüm Kadıköylü dostlarımıza da bir selam ediyoruz. 7. İstanbul Kafası | Dolunay Obruk
Boğazımızda yumru olan şarkılardan. Devrinin açık ara en keyifli grubu Grup Vitamin’in, Gökhan’ı kaybettikten sonra yeniden düzenledikleri şarkı, İstanbul’un bile tüm gücüyle çağırsa geri döndüremeyeceği birine yazılan bir şarkı… “Bu sabah yine her sabahki gibi sıkıldım İstanbul’dan, moralim bozuk, cereyan kesik, hele bir de sen yoksun ya çok yazık.”
12. Ada Sahillerinde Bekliyorum Hamiyet Yüceses
Hicaz makamındaki bu İstanbul türküsünün ne sözlerini kimin yazdığı belli ne de kimin bestelediği. Yani gerçek bir İstanbullu, nereden geldiği ne yöne gittiği belirsiz. En bilinen, en sevilen İstanbul şarkılarından birisi. Hamiyet Yüceses konusuna gelince, soyadından başka diyecek hiçbir şeyimiz yok kendisine dair. Yanlış hatırlamıyorsak aynı isimdeki bir televizyon programının giriş müziği olarak kulağımıza takılan bir parça bu. Düzenlemesi, sözleri, kafası kısaca her şeyiyle pek güzel şarkı, program da güzeldi diye hatırlıyoruz sanki. 8. Bekle Bizi İstanbul | Edip Akbayram Sözleri Vedat Türkali’ye, müziği ise Onur Akın’a ait olan Bekle Bizi İstanbul şarkısını başkası söyledi mi çok emin değiliz ancak bizim kulağımıza yerleştiren isim kesinlikle Edip Akbayram, kendine has yorumuyla İstanbul’u hatırlatıyor her dinleyene.
13. Boğaziçi | Kargo Boğaziçi’nin ayırdığı iki kıtayı yorumlayan, iki ayrı dünyayı anlatan bir şarkı, belki de bu yüzden tam bir İstanbul şarkısı. Ne iyi geldi çok zaman sonra bu şarkıyı dinlemek, dinleyin siz de fark edeceksiniz. 14. İstanbul | Levent Yüksel
9. İstanbul | Ezginin Günlüğü Sözü ve müziği Nadir Göktürk’e ait bir başka zarif İstanbul şarkısı daha. “Bir ateş buldum yandım yakıldım, esti geçti rüzgarına kapıldım, bir o yana bir bu yana yıkıldım, hayallerim vardı çaldın İstanbul, ne ümitle geldim ama ne buldum, hani taş toprağın altın İstanbul.” 10. İstanbul’dan Kız mı Alınır? | Göktan Doksanların sonuna denk gelmesine rağmen adeta doksanların başında yapılmışçasına doksanlar kokan bir doksanlar şarkısı.
34
Şubat - Mart / 2014
Böyle bir kadro yok! Sözlerini Sezen Aksu’nun yazdığı, Fahir Atakoğlu’nun bestelediği ve Uzay Heparı’nın düzenlediği üstüne bir de Levent Yüksel’in söylediği, en all-star ekipli İstanbul şarkılarından biri.
15. Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da | MFÖ Bir grup insanın sosyal medya hesapları başında 7/24 bu şarkının bağlantısını yapıştırmış şekilde, yağmur yağsa da paylaşsam diye beklediğini düşündürten efsane MFÖ şarkısı. Aslında bu şarkıda Mazhar, Fuat, Özkan ve perdesiz bas, 4 kişi beraber söylüyorlar.
21. İstanbul’da | Pinhani Bu şarkıyı her dinleyişte Pinhani’nin hayatımıza girdiği o güzel günleri hatırlıyoruz, en tatlı İstanbul şarkılarından biri kendilerinden geliyor. “Ne kaldı ki kalabalıktan” diyerek gönüllerimizi fethediyorlar.
16. İstanbul’da | Mirkelam 22. Üsküdar’a Gideriken Aldı da Bir Yağmur Safiye Ayla Katibim olarak da bilinen bir başka güzeller güzeli İstanbul türküsü. Safiye Ayla gibi bir sesten dinleyince çok daha iyi anlayacaksınız şarkının güzelliğini. Kendine yakışanları giymeyi başaran bir katibin peşinde geçen bir hikaye, tabi ki İstanbul’da geçiyor. 23. İstanbul | Sertab Erener Mirkelam’ın görece pek çok bilinen şarkısına oranla daha hasır altı edilmiş şarkılarından biri. Dinleyince diyeceksiniz ki o hasırın altına ben de gireydim. Mirkelam’ın ne güzel bir adam olduğunu bize tekrar hatırlatan güzide şarkısı. 60’ların 70’lerin saykedelik ya da progressive rock gruplarının albümlerinde hep bir adet bulunan yumuşacık şarkıları anımsatıyor bize.
İstanbul’a dair nice şeyi güzel güzel anlatan bir Sertab Erener ile karşı karşıyayız bu kez. Hiç beklemediğimiz anda bir üstteki şarkıya da bir referans veriliyor şarkıda. “İstanbul birini sevmiyorsan çekilmez” diyerek doğrulara parmak basmayı da ihmal etmiyor şarkımız. 24. İstanbul İstanbul Olalı | Sezen Aksu
17. Yok Başka Yerin Lûtfu Ne Yazdan Ne de Kıştan Münir Nurettin Selçuk Üstadın en müthiş eserlerinden biri, sözleri Behçet Kemâl Çağlar’a ait. Herhalde üstadın Kalamış’ı ve İstanbul’u ne çok sevdiğini tekrar etmemize gerek yok, dinleyince idrak edeceksiniz zaten. Ayrıca bir İstanbul şarkısında geçebilecek en mükemmel söze sahip bu Nihavend eser: “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar?”
Durduk yere insanın ciğerini söküp eline verebilen insanlardan Sezen Aksu bu şarkısını Anadolu’dan Avrupa’ya bakarken yazmış herhalde. Özellikle kendisini yaşı gereği geç tanımış nesillerin en bildiği Sezen Aksu şarkısı olma özelliğiyle daha pek çok insanı telef edecek gibi duruyor bu eser. 25. İstanbul’da Sonbahar | Teoman
18. İstanbul | Nefret Orhan Veli’nin belki de en ünlü dizelerinden biri olan “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı”yı şarkılarına nakarat yapan devrinin en çok satan Türkçe rap albümünün sahibi Nefret’le karşı karşıyayız. Ceza ve Fuchs’ın bir arada söylediği, bu toprakların en sağlam rap parçalarından biri. Sözler mühim, sözlere dikkat. 19. Ver Elini İstanbul | Özer Atik Pek çoğumuzun eski adıyla Komedi Dükkanı’ndaki piyanist olarak tanıdığımız Özer Atik’in hepsi birbirinden güzel şarkılarından en İstanbul’la alakalı olanı sizler için seçtik. Yedi tepeli dostundan bir güzellik rica ediyor sanatçımız burada. 20. İstanbul | Pamela İstanbul’un ortalama bir insanı kolaylıkla mahvedebileceğini bize her dinleyişte hatırlatan bir Pamela şarkısı. “İstanbul seni kaybetmiş, ilaçlayıp berbat etmiş, davul gibi gerilen derini aman Allah, kim bilir kimler inletmiş.”
Teoman’ın iyi bir şarkı yazarı olduğunu bize hatırlatan şarkılardan biri. Şarkımız da İstanbul deyince akla ilk gelenlerden biri ne de olsa. İstanbul’u güzelleştireceğini düşündüğümüz kişilerin hepsini bir gün burada görmek dileğiyle dedirtiyor sözler. İstanbul’da neler oluyor bonusu: Zombiler İstanbul’da | Kola İstanbul’u basan zombileri ve onlardan kurtulma alternatiflerini anlatan bu güzide parçayı dinleyip beğenmemek elde değil. İstanbul menşeli Kola adından canavar bir üçlünün bu güzide eseriyle listemizi sonlandırıyoruz.
35
kişisel gelişim
DENEYİM?
YOK BEN DENEMEYEYİM!
“Dikkat
ederseniz inovasyon ekiplerinde konuların uzmanlarına çok yer vermezler çünkü bilginin körlüğüne girmeleri daha olasıdır, deneyimlerinde kaybolurlar da diyebiliriz. Oysa strateji ne olursa olsun, körlüğe girilmemelidir.”
alaz in P m E m tafa il.co Mus p@gma e t mus
İş dünyasında olması da olmaması da ayrı dert birkaç konu vardır; para, çevre ve deneyim ilk akla gelenler. Paranın varlığı gerekir ama birçok kişi de parasının rahatlığıyla rehavete kapılabiliyor ve performansının çok gerisinde iş yapabiliyor. Çevreyse, eğer belli bir zümrede kaldıysanız, çevreniz hareket alanınızı daraltabiliyor çünkü o çevreyi kolay değiştiremiyorsunuz. Bir diğer konu ise deneyim. Bazı firmalar deneyimsiz personel adayının yüzüne bakmazken, bazı firmalarsa sadece deneyimsiz personel arıyor çünkü yöneticiler bazen personellerini kendileri yetiştirmek istiyor. Kendi işini kurma sürecinde ise deneyimsizlik, karanlık bir çukura atlamak gibi. Ama bunların haricinde deneyim, birçok cesur adımdan da imtina etmenize sebep olabiliyor. Deneyimin yaratıcılığı ve cesaret kırıcı-
lığıyla ilgili ilginç bir çalışma var: Marshmallow Deneyi. Ufak bir özet geçeyim. Deneye katılan her gruba aynı malzemeler veriliyor; 20 adet spagetti çubuğu, ip, bant ve bir adet Marshmallow. Denek gruplar çeşitli sosyodemografik sınıflarda: İşadamı, öğrenci, profesör, öğretmen, danışman, çocuk… İstenilen şey ise herkese eşit verilen bu malzemelerden en uzun yapıyı kurmaktı. Sonuçta profesörler en geride kalanlar oldu, akademik seviye arttıkça sonuçlar azalıyordu. Hatta en güzel sonuçları küçük çocuklar vermişti, onlardan sonra sıra işleri gereği mimarlara geliyordu. Çıkan sonuç, eğitim seviyesi ve özellikle deneyim arttıkça yaratıcılık ve en önemlisi çözümcülük daralıyordu. Ben de bir eğitim sırasında bu çalışmaya katılmıştım. Bizden ve rakip gruptan, en uzun yapıya ulaşmamız istenmişti. Grup üyelerim arasında en cahili bendim; hepsi kendi branşlarında doktora bile yapmış kimselerdi, hatta biri üniversitede ders veriyordu. Süreçte her önerimi “yapamayız”, “başarısız oluruz”, “o plan tutmaz” diye
reddediyorlar ve güvenilir yollar arıyorlardı. Sonuçta kazandık; çünkü diğer grup tamamen deneyimli insanlardan oluşuyordu ve benim gibi sıra dışı yollar deneyen biri yoktu aralarında, geride kaldılar. Daha detaylı incelemenizi öneririm: Marshmallow deneyi. Dikkat ederseniz inovasyon ekiplerinde konuların uzmanlarına çok yer vermezler çünkü bilginin körlüğüne girmeleri daha olasıdır, deneyimlerinde kaybolurlar da diyebiliriz. Oysa strateji ne olursa olsun, körlüğe girilmemelidir. Statejinizi Kurun: Neredesiniz? Ne yapmak istiyorsunuz? Neredesiniz ve ne yapmak istiyorsunuz? Bir strateji için en gerekli iki şey, bu iki sorunun cevabıdır. Adım adım eleyelim… Siz deneyimsizseniz veya deneyimli olmadığınız bir alanda yürüyecekseniz, öncelikle bunu konuşalım.
Başvurduğunuz pozisyon ya da yapmayı düşündüğünüz girişimle ilgili çevrenizde bilgi sahibi kimler var?
36
Şubat - Mart / 2014
Size bu işi yapabileceğinizi düşündüren şeyler neler? Böylesi bir iş için nelere ihtiyaç duyabileceğinizle ilgili ya çok boyutlu düşünmelisiniz ya da bambaşka kişilerden fikir ve bilgi almalısınız. Böylece nelere ihtiyaç duyacağınız ve nelere sahip olduğunuz ortaya çıkacaktır. Bu noktada bir örnek vermek istiyorum.
minizi yeterli hissetmediğiniz durumlar için hemen pes etmek yerine, o konuda deneyimli birilerinin deneyimlerinden yararlanabilirsiniz. Yolunuzdan vazgeçecekseniz bile deneyimle vazgeçmiş olursunuz veya yürüyecekseniz, yine başkasının deneyiminin ışığından yararlanabilirsiniz. Başka bir konuya ne dersiniz?
KOSGEB girişimcilik eğitimleri aldığım sıralarda Milli Eğitim sistemindeki gediklerin çözümü üzerine bir girişimcilik projesi geliştirmiştim. Bakanlık, Milli Eğitim personelleri, öğretmen, müdür, öğrenci ve velilerle görüştüm, çeşitli KOBİ danışmanlarıyla çalıştım. Daha önce öğretmen olmadım, başarılı bir öğrenci olmanın ve okullarda çeşitli projelerde gönüllü olmanın dışında deneyimim de olmadı. Ama ulusal bir proje kurguladım ve iyi bir yol kat ettim. Sonra son haline getiriyordum ki bir vakıf duydum. Projemin bir ayağını yapmışlar ve yürütmeye başlamışlar. Kurucularından birine ulaştım. Buluşmamızda hem projesinin hayata geçiş sürecini anlattı hem de benim projemi dinledi. Sonuçta kendi çalışmamı rafa kaldırdım. Büyük markaların desteği, uluslararası bilgi desteği, yıllara dayanan eğitim endüstrisi deneyimi, bir miktar sermaye ve ücretsiz hizmetler sunmalarına rağmen yaşadıkları zorluklar yutkunmama sebep oldu ve bana büyük geldi, çekildim. Süreç içinde duvarlara toslayacaktım, baştan öngörülemeyecek şeyler yaşayacaktım ve ayağıma birçok mevzuat takılacaktı. Başkasının deneyiminden yararlanarak kendi projemi rafa kaldırmak, deneyimsiz halimle yaptığım en doğru hamle oldu. Siz de deneyi-
Ulaşmak istediğiniz hedef ne? Kariyer olarak nereye ulaşmak istiyorsunuz? Biraz da bu konu üzerinden konuşalım. Diyelim ki çokuluslu bir şirketin operasyon müdürü olmak istiyorsunuz. Bunun için nelere, ne gibi donanımlara ihtiyacınız var? Adım adım yürüyerek ulaşabilirsiniz. Deneyiminizin olmadığı bir alanda girişim kuracaksanız, bu donanımları birer kişilik, karakter olarak düşünün ve üzerine bir de yöneticilik ve liderlik ekleyin. Yöneticilik ve liderlik unsurları başta olmak üzere kendinizi sınayın. Donanım gereklerini de personel edinerek sağlamalısınız. Böylece deneyiminiz olmasa bile “yerine koyarak”, varsayımlarda bulunarak, beyninizi o yönde çalıştırarak hayali deneyimler edinebileceksiniz. Buna kendi hayatımdan verebileceğim en güzel örnek sanırım web siteleri olur. Yıllar önce ihtiyacım vardı ve buna ayıracak bütçem yoktu. Ben de web siteleri için gerekli olan kodlama yapılarını araştırmaya başladım. Bir akış vardı ve MS Office Excel formüllerini andırıyordu. Teknik İngilizce bilgim de fena sayılmazdı. Ama özellikle “ben yazılım 37
olsaydım, şu an bu hatayı neden veriyor olabilirim” veya “yazılımcı olsaydım şöyle bir modül için nasıl bir kod kullanmalıydım” diye düşünerek iyisiyle-kötüsüyle 50 kadar web sitesi yaptım. Başka bir örneğim ise Sorun Galaksisi adını verdiğim bir teknikti: az önce bahsettiğim eğitim projemin proje döngüsünde bir sıkıntım vardı. Projemle ilgili 25 sorun tespit edebilmiştim. Ama bunların bazıları kendi içinde bir ilişki döngüsüne giriyor, adeta sarmal oluyorlar ve diğer unsurlarla da ritimsiz bir ilişki oluşturuyorlardı. Sonuçta sanki uzayda 25 yıldız var ve bunların bazıları sarmal yörüngeler yaparken bazıları tekil yörüngeler yapıyordu. Bir astronom olsaydım bu sarmal döngüyü nasıl tespit ederdim diye düşünerek 3 saat içinde bir formül keşfetmiştim ve 25 ayrı sorunun, 19.827 ilişki kurduğunu görmüştüm. Sonra da projemdeki o tıkalı kilidi aşmıştım. “Bir astronom olsaydım…” Peki ya çok acil harekete geçmeniz gereken bir konu varsa ve deneyiminizi de yetersiz görüyorsanız ne yapacaksınız? İlişkilendirme becerisi, bu noktada ışık tutuyor. Neye ihtiyacınız var, neye sahipsiniz? Sahip olduğunuz şeyleri ihtiyaç duyduğunuz şeylerle nasıl ilişkilendirebilirsiniz? Mesela matematik konusundaki beceri-
38
Şubat - Mart / 2014
ler, iş akışı oluşturmanıza yardımcı olur. İngilizce konusunda beceriniz, insanî ilişkilerinizde de kolaylık sağlar. Ne tip becerilere sahipsiniz, entelektüel sermayenizin unsurları neler, beşeri-toplumsal sermayenizde neler var? Haydi kalem kağıda… Ufak iki örnek vereyim mi neler yapabileceğiniz, nerelere kadar uzanabileceğinizle ilgili? Yıllar önce cep telefonları “kameralandırıldığında” beni bir merak sarmıştı; bu gelişme ne olur, nerelere gider diye. Kısa süre sonra “inovasyon” ifadesini duydum ve bu konuda çalışmak istiyorum dedim. Mühendis değilim, ne yapabilirim? İnovasyon süreçlerini taradım ve mühendislik donanımının haricinde düşünsellik, yaratıcılık ve geleceği okumak da gerekli diye düşündüm ve bu konularda çalışmaya başladım. Bugün global inovatörler üzerine birçok yerde listeleniyorum, birçok üretim bandında ve hizmet sektöründe inovasyon gerektiğinde kapım çalınıyor ve çeşitli zirvelerde konuşmacıyım. Biraz daha büyük oynayalım mı? Yıllar önce koçluk eğitimi alırken eğitmenim demişti; “Aklınıza takılan her şey, yapabileceğiniz bir şeydir”. O an içimden gülmüştüm ve “O halde uzayda akşam yemeği istiyorum” demiştim. Sonra
bunu hiç yapamaz mıyım diye düşünmüştüm ve bunun için en temel konunun, uzaya gidiş-geliş olması ve sivilleşmesi gerektiğini fark ettim. Başka bir ifadeyle, uzay turizmi gerekliydi. Benden birkaç sene sonra Virgin Group Şirketi, bu projeyi hayata geçirmişti. Başında da Richard Branson vardı. Beni kat kat aşan bu projeyi kendi başıma icra edemiyordum belki ama projeye dâhil olabilmek için bir yol buldum. Richard Branson ile bizzat görüşmek ve en azından mevcutta yürüyen projeye dâhil olmak. Bunun için envanterimde de geniş sosyal çevremin etkisini gördüm. Bir mail uzaklıkta kendisi artık. Fark ettiyseniz deneyim çok önemli bir araç ama o kadar. Sahibinin kim olduğu, o kadar da önemli değil. Yeter ki siz ihtiyacınızın farkında olun. İhtiyaç duyduğunuz deneyime sahip olabilirsiniz. O deneyime sahip değilken, başka deneyimlerden ona çıkan bir ilişki kurabilirsiniz. Belki de ihtiyacınız olan deneyime sahip birilerinden yararlanabilirsiniz. Size esas ışık tutan; hedefiniz. Neye ulaşmak istiyorsunuz? Kariyer hedefi, girişimcilik hedefi, hayati hedefler… Hedefler ise hayale ulaştırır. O halde işte soru. Derin bir nefes alın ve kendinize sorun!
“Hayalim ne?”
Eski Dünyaya Açılan Yenikapı;
Theodosius Limanı Ve Yenikapı Batıkları
Yeraltında gizlenen İstanbul Yenikapı’nın sırları, Marmaray’ın evveliyatı, Ve Thedosius’un Suru IV. Murat devri. Padişah tarafından, mey, afyon ve fal bakmak yasaklanmış. İstanbul’da bütün meyhaneler ve kerhaneler “yeraltı” takılmaya başlamış. IV. Murat bir gece, tebdil-i kıyafet İstanbul’a indiğinde, karşıya geçmeye karar verip bir sandal kiralamış. Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyormuş tabii. Bir ara, sandalın yanından sarkan bir ipi çekmiş, ipin ucunda bir testi! Sultan, “Ne var o testinin içinde?” diye sormuş. Sandalcı “Ne olacak, mey işte.” diye gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne kadar yasaklamış olsa da, IV. Murat’ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. İkramı kabul etmiş ama yine de, “Mey yasak. Hünkârımızın kafanı vurdurtmasından korkmuyor musun?” diye sormaktan da geri kalmamış. Sandalcı da haliyle, “Yahu hünkâr nereden görecek bizi denizin ortasında?” demiş. Aradan biraz zaman geçmiş. Sandalcı bu kez de teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. Gönlü zengin sandalcı hemen müşterisine de ikram etmiş. Sultan kabul etmiş ama yasağı tekrar hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde, “Kim görecek ki bizi denizin ortasında?” demiş. Biraz daha vakit geçmiş. Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış. Hünkâra, “Ver beş akçe de falına bakayım.” demiş. Fal IV. Murat’ın en kızdığı şeymiş ama “Hadi biraz daha sabredeyim.” diye düşünüp, “Bak bari.” demiş. Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı, “Efendi, sorunu sor bakalım.” demiş. IV. Murat, “Hünkâr şu anda nerededir?” diye sormuş. Sandalcı taşlara bakıp “Hünkâr şu an denizdedir.” demiş. IV. Murat güya endişelenmiş havalarına girip, “Sakın yakınımızda bir yerde olmasın?” diye sormuş sandalcıya ve tekrar bakmasını söylemiş. Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden IV. Murat’ın ayaklarına kapanıp, “Affet beni hünkârım.” diye yalvarmaya başlamış. Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş. Padişah dayanamayıp, “Sana bir soru soracağım. Eğer bilirsen seni affederim. Bilemezsen boynunu anında vurdururum.” demiş. Sandalcı sevinçle, “Padişahım çok yaşa!” demiş ve merakla soruyu bekle40
Şubat - Mart / 2014
meye başlamış. IV. Murat, sandalcıya, “Dönüşte İstanbul’a hangi kapıdan gireceğim?” diye sormuş. Tabii sandalcı hemen itiraz etmiş, “Hünkârım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. Affınıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bir kâğıda yazsam ve size versem, kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?” demiş. Hünkâr başını “Olur.” anlamında sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kâğıdı vermiş. IV. Murat kâğıdı alır almaz, daha bakmadan, yanındaki fedaisine, “Hemen boynunu vur şu kâfirin.” emrini vermiş. Sonra da, “Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul’a oradan gireceğim.” demiş çevresindekilere. Kapı beş on dakikada açılıp, padişah ve erkânı şehre girmiş. IV. Murat bir ara, sandalcının kâğıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. Kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kâğıda bakmış. Ama okuyunca hayretler içinde kalmış. Sandalcı kâğıda şunları yazmış: “Hünkârım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun.” O gün bugündür de işte o kapı, “Yenikapı” olarak anılıyormuş. ESKİ DÜNYAYA AÇILAN YENİ KAPI Bugünlerde çok popüler MARMARAY. İnen bir daha biniyor. Tadı damağında kalıyorsa demek, arada imdat kolunu çekip, içerisinde geçireceği süreyi uzatıyor. Yani en azından bize söylenen kısmı bu. Oysa mimarlar ve mühendisler, “Daha tüm proje bitmedi, sinyalizasyon sistemi tam randımanlı çalışmıyor, her türlü faciaya sebep olabilir.” diye uyarı üstüne uyarı yapıyor. Gel gör ki pek dinleyen yok. Bu ve benzeri durumlar bizim ülkemiz için maalesef olağan. Biz, bir zamanların Uğur Dündar belgeselinden de hatırlanacağı üzere, AIDS hastası olduğunu söyleyen telekızların yanına, erkek adama bir şey olmaz düsturuyla yaklaşan bir neslin devamıyız ne de olsa. Demirden korkmuyoruz ki trenden sakınalım. O sebeple inip inip tekrar biniyoruz. İki büyük imparatorluğun kalıntıları üzerinde yükselen öyle muhteşem bir coğrafi konuma sahip ki İstanbul, nereye kazma vursan tarih fışkırıyor. Bu kazmalar evvelki sayıdaki yazımda da değindiğim üzere ne yazık ki arkeolojik bulgular için değil, inşaat ya da başka projeler için vuruluyor. Yani maalesef bizim buralarda keşfedilen her şey tesadüfen bulunuyor. Bu defa da öyle oldu. Yenikapı’da Marmaray için başlatılan çalışma asrın keşfini de beraberinde getirdi. Asrın keşfi çünkü hem Bizans’ın erken dönemlerine dek gidiyor, hem de bu erken çağ kalıntılarının altında bir başka tabaka olarak İstanbul’un tarihöncesi çağlarına uzanıyor.
tarih Evv el Z ama hand Hand n İçind e e ecey hun@ Ceyhu n gma il.co m
41
MARMARAY Marmaray projesinin ilk adımları aslında çok önce atılmış. 1987 yılında fizibilite etüdüyle projenin ana hatları belirlenmiş ve proje aşaması 1998 yılında biten Marmaray’ın inşasına 2004 yılında başlanmış. İlgili kurumlar Marmaray projesi sırasında yeraltındaki tarihi eserler en az düzeyde zarara uğrayacak şekilde çalışmaları düzenlemişler. Proje kapsamında Asya yakasında Üsküdar, Ayrılıkçeşme ve Kadıköy; Avrupa yakasında Sirkeci, Yenikapı ve Yedikule’de bulunan tarihi eserler gün yüzüne çıkarılmış. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Planlama Müdürlüğü, çıkarılan tarihi eserlerle Yenikapı’da bir müze yapacak. Gelecekte Yenikapı müze-istasyon şeklinde gemi batıkları ve el yapımı tarihi eserlerle çalışacak. İşin doğrusu kâinat hakkında biraz farkındalığı olan biri için insanlık tarihinin izlerine hayatımızın bu denli yakınlarında rastlayabilmek, onlarla iç içe yaşayabilmek, dokunabilmek gerçekten de çok heyecan verici bir duygu. Her sabah işe gitmek üzere trene bineceğim bir istasyonda 8500 yıl önceki atalarımızdan birine ait bir ayak izini görmek şahsen benim güne bakışımı bile değiştirir.
Arkeolojik Kalıntılar Yürütülen çalışmalar sonucunda ortaya çıkan liman Erken Bizans döneminin en büyük limanı olan Portus Theodosiacus/ Thedosius Limanı’dır. Thedosius Limanı muhtemelen I. Thedosius (379-395) tarafından XII. Bölgede kurulmuş. Liman 1500’lü yıllarda Blanga(Vlanga/Langa semtinin ismi buradan gelmiştir.) denilen bostanların içindeydi. Her yanı duvarlarla çevriliydi ve yedinci tepenin eteklerinde uzanan Marmara kıyı düzlüğünde yer alıyordu. Güney sınırı bir mendirekle korunan bu limanın çevresi ve bahsi geçen mendireğin üstü MS 4. yüzyılın başında İmparator I. Thedosius tarafından surla çevrildi. Bugünkü Namık Kemal Caddesi’ne kadar geldiği tahmin edilen mendireğin güneydoğu ucu ise Bizans İmparatoru I. Justinianus’un ünlü generali Flavius Belisarius’un ismiyle anılan bir kuleyle bitiyordu. Saray entrikaları sonucu MS 6. yüzyılda İmparatoriçe Theodora generalin gözlerine mil çektirmiş ve bu kuleye hapsetmişti. Bir dönem papazların da boğdurulduğu kule, “Papaz Kulesi” olarak da anılıyordu.
Heodosius Suru’nun arkasında dikey bloklar oluşturan kireçtaşı kayalıklar, limanda batıdan doğuya uzanan mendireğin varlığını kanıtlar. Olasılıkla Marmara Denizi’nin oluşumu sırasında bir tepenin sırtını oluşturan bu kayalıklar düz bir platform halinde, küçük taşların horasan harcıyla örülmesiyle uzun bir mendirek haline getirilmişti. Namık Kemal Caddesi’ne kadar uzanan mendirek, gezginlerden kalan kaynaklarda 18. yüzyıla kadar belirtilen bir kule ile son bulmaktaydı. Limanın batısında ise oldukça büyük taşlardan inşa edilen bir rıhtım bulunuyordu. Rıhtım taşları arasında devşirme olarak kullanılan mermer mezar steli, Epigraf Feza Demirkök tarafından MÖ 4. yüzyıla tarihlendi. “Lollia Serenia, 12 yıl yaşadı” yazılı bu stel gibi, MS 2. yüzyıla ait başsız mermer bir heykel de olasılıkla Kocamustafapaşa’daki nekropolden getirilmişti. Liman antik Lykos-Bayrampaşa (Bayrampaşanın böyle fiyakalı bir antik ismi olabileceği kimin aklına gelirdi?) deresi tarafından taşınan sediment dolgusu sonucu yıllar içinde tamamen doldu. 7. yüzyılda Mısır’dan yapılan tahıl sevkiyatı sona erince önemini yitirmiş ancak yerel olarak kullanılmaya devam edilmişti. Osmanlı dönemindeyse bu alanlar bostan olarak kullanıldı. Tüm bu muhteşem keşfin ilk etapta bizdeki tezahürü ise “çanak çömlek yüzünden hizmet aksıyor” düşüncesi oldu. Hatta bu eserler yüzünden Marmaray’ın geciktiği sitemli panoyu istasyonlara koyup ne kadar enteresan bir millet olduğumuzu bir kez daha herkese hatırlattık. Oysa bu proje sonrasında ortaya çıkarılan eserlerden olan otuz dört adet batık gemi sayesinde dünyanın en büyük batık gemi repertuarına sahip olduk. Söz konusu batıklar 7. yüzyıl sonu ile 11. yüzyıl başlarına tarihlendirilmiş. Proje bütününde bulunan tarihi eserler; Yelkenli ve Kürekli gemiler, Liman, Sur, Tünel, Kral mezarı, toplamda 11.000 bulgu ve eser, 8.500 yıl öncesine ait ayak izleridir.(36-42 ayak numaralarına sahip, or-
42
Şubat - Mart / 2014
talaması 38 olacak şekilde.) Ayrıca gündelik hayatta kullanılan makaralar, halatlar, hasır sepetler, ahşap mutfak gereçleri, amforalar bulunmuş. Batıkların bu denli önemli olmalarının iki sebebi var. Erken ve orta Bizans tarihine ait olmaları ve iyi korunarak günümüze ulaşmış olmaları. Formları ve in situ (battığı yerde, olduğu gibi bulunan) duruşları sebebiyle tamamen taşınabilir durumda olan batıklara ait ahşap elemanların orijinal gövde biçimleri izlenebilmektedir. Denilebilir ki Thedosius Limanı bize zamandan donmuş bir kesit sunar. Bulunan gemiler antik ve orta çağ gemi yapım teknolojisi ve gelişimi konusunda bilgi dağarcığımıza eşsiz katkı sağlamıştır.
Bu kadırga, yüküyle birlikte bulunanlardan bir tanesi. Marmara denizinde yaz aylarında aniden ortaya çıktığı için “kaçak” adıyla anılan bir lodos fırtınasında batmış. Buluntuda kaptanın kişisel eşyaları bile mevcut. Bulunan kiraz sepeti bize mevsimin yaz olduğunu kanıtlar nitelikte. Bu buluntular sonucu, dönemin gündelik yaşamına dair de pek çok bilgi ortaya çıktı. Liman içinde yoğun olarak bulunan kemikler, taşımada atların ağır yükler için kötü şartlarda son raddeye dek kullanıldığını gösteriyor.
Tarih İçinde Tarih
Bunlardan başka MÖ 6000 ile 6300 yıl öncesine tarihlenen mezarlar, bu buluntuların en göze çarpanı. Mezarlar, Bizans Dönemi’nde suyla dolan ve liman olarak kullanılan bu alanda, tarihöncesi dönemlerde bir höyük olduğunu gösteriyor. İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’a göre bu mezarlar Neolitik Dönem’de (MÖ 5500 ile 6300) bölgede bulunan evlerin altına yapılmış (taban altı) gömütler olabilir. İkinci ihtimal ise mezarların Neolitik yerleşimin kıyısında oluşturulan bir “ölüler kenti”nin habercisi olması. Mezarların, tarihöncesi yerleşimin altında mı yoksa yanında mı yer aldığı, yakın zamanda aydınlanabilir. Ancak Roma İmparatoru Thedosius tarafından kurulan ve 4 ile 11. yüzyıl arasında kullanıldığı bilinen kent limanının altından bir tarihöncesi yerleşimin çıkması, kazının şu ana kadar en heyecan veren yönü. Buradaki en önemli soru ise, mezarların bulunduğu seviyenin altında daha eski yerleşimlere ait bir başka tabakanın olup olmadığı. Bu soru, arkeologlar kadar proje danışmanı jeologları da ilgilendiriyor. Çünkü tarihöncesi yerleşimin keşfedildiği alanın tümünde henüz kayalık zemine ulaşılamadı. İstanbul Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden aldığım bilgiye göre MÖ 6300’den daha eskiye giden bir yerleşim olup olmadığının anlaşılması için, kazı alanının altındaki kil tabakasının tabanına inilmesi gerekiyor. Şu an için Yenikapı’daki kazı “siyah kil” diye adlandırılan bu tabakanın tabanına ulaşmadan sonlandırıldı. İlk izlenimde doğal yollarla oluşmuş bir bataklık gibi görünen bu siyah kil tabakası, üzerinde yerleşime izin vermeyecek yapıda. Bir aralık bu siyah kil tabakasında sondaj yapan arkeologlar, Neolitik Döneme ait çok sayıda çanak çömlek parçasına ulaştı. Bulunan parçaların bir şekilde bataklığa düşen ve dibe çöken buluntular olup olmadığı kazının bu aşamasında cevaplanamıyor. İster çevredeki bir başka yerleşimin artıkları olsun, ister kil tabakasının daha altındaki bir yerleşimin işaretleri olsun, bu buluntular, Yenikapı’daki tarihöncesi yerleşimin devam ettiği düşüncesini güçlendiriyor. Yenikapı’daki siyah kil tabakasının altından yeni bir yerleşimin izlerinin ortaya çıkması, İstanbul ve dünya tarihini etkileyecek bir gelişme. Bu durumda yepyeni bir strateji ve planla yeni bir kazının başlaması gerekiyor. Ama ben ve eminim ki bu yazıyı okuyan sizler de buna pek ihtimal vermezsiniz. Olur da Marmaray’ın yanına yöresine yeni bir proje yapmak icap ederse, belki o zaman. Çünkü bizde, ne yazık ki rant her türlü keşfin çok daha üzerinde.
Keşfin dünyada ses getirmesinin en önemli nedenlerinden biri olarak, Erken Bizans’a tarihlendirilmiş bir alt katmanında, İstanbul’un bilinen tarihini değiştirecek olan bir keşif daha yapıldı. Limanın I. bölgesi olarak isimlendirdiğimiz bu alanda, deniz seviyesinin yaklaşık altı metre altında, su kabuklularının oluşturduğu otuz santimetrelik bir tabakadan sonra, son Neolitik Dönem’e ait pişmiş toprak kap parçaları ve dal örgü mimari tespit edildi. Bu tip mimaride, arası dallarla örülen ahşap dikmelerin oluşturduğu duvarlar, kerpiç çamuruyla kaplanıyor ve dikmeler çay taşlarıyla çevreleniyordu.
43
44
Ĺžubat - Mart / 2014
yenilenmek 45
46
Ĺžubat - Mart / 2014
“nebatatta yaratılan hiçbir bitki boşuna yaratılmamıştır” Yenilenmek deyince, bedensel yenilenmeden bahsetmesek olmazdı. Kitapları okunan, televizyon programları izlenen ve birçok kişinin yeme içme alışkanlıklarına yeniden bakmasına neden olan Prof. Dr. Ahmet Maranki’ye, merak ettiklerimizi sorduk. Himalaya tuzundan, musluk suyuna, bitkisel desteklerden detoksa, birçok şey anlattı. Ne diyelim, bir yerden başlamak lazım:)
47
röportaj
Aktivist: Değerli Hocam, biz bu sayımızda “Yenilenmek” konusunu işliyoruz. Ve elbette “Sağlık” bu açıdan en çok ihtiyaç duyduğumuz alan… Siz de bu konuda gerçekten bizlere ilham verenlerin başında geliyorsunuz. Her kafadan bir ses çıkıyor, onu yemeyin bunu yiyin diye. Biz de size soralım istedik. Ülkemizde, sıradan bir ailenin sofrasında değişmesi gereken ilk üç alışkanlık nedir? Prof. Dr. Ahmet Maranki: Böyle bir soruyla röportajımıza başladığınız için size çok teşekkür ederim. Sağlıklı yaşam konusunda ilham kaynağı olabildiysem ne mutlu bana. Yıllardır sağlıklı ve bilinçli beslenmeyi Türk insanına özellikle gençlerimize anlatmaya çalıştım. Tamamlayıcı tıp metotlarının her biri, kendi başına önemli öğeler. Fakat bu öğeleri hayatımıza sokmadan önce sağlıklı beslenmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz. Bunu nasıl başaracağız? Tabii ki üç beyazı hayatımızdan çıkararak. Un, tuz ve şeker sofralarımızdan hatta hayatımızdan çıktığı zaman gerçekten sağlıklı yaşama kaliteli bir adım atmış oluruz. Son eserim olan “Beyaz Ölüm” kitabında hayatımızı karartan beyazları ayrıntılarıyla aktarma çalıştım. Bunun haricinde günde sadece iki öğün yemek yemeli ve yemek aralarında su içmemeliyiz. Aslında yapmamamız gereken çok fazla madde var fakat bu üçüne dikkat etmeye çalışırsak hayatımız değişebilir.
Aktivist: Son zamanda plastik damacanalar ve pet şişelerle ilgili birçok olumsuz bilgi geliyor. Diğer yandan da sanki “damacanasız” yaşam imkânsız gibi. Yaşamın kaynağının su olduğunu düşünürsek, en sağlıklı su hangisidir ya da diğer bir deyişle sağlıklı suya nasıl ulaşabiliriz? Prof. Dr. Ahmet Maranki: Su tü48
Şubat - Mart / 2014
ketimi aslında doğrudan gelir düzeyiyle alakalıdır. O yüzden tüm gelişmiş toplumlarda; her insanın kolaylıkla ulaşabileceği şehir şebeke suyunun temiz, güvenilir ve sağlıklı olması gerekir. Tüm dünyada bu böyledir. Türkiye’de de şehir şebeke suyunu insanlara sağlamak belediyenin görevidir. Diğer ekstra şişelenmiş su tüketimleri ise insanların gelir düzeylerine, alışkanlıklarına ve tercihlerine bağlıdır. Aslında İstanbul’un suyu içilebilir temiz bir sudur. Sadece bazı binaların su borularının eskiliğinden ve paslı olmasından kaynaklanan olumsuzluklar olabilir. İyi su pH7’ı 7.2’nin üzerinde olan sudur. Böyle bir suya alkali su üreten su cihazlarıyla ulaşmak mümkün olabilir. Kaynaktan çıkan tüm suların pH derecisi yüksektir. Sadece pet şişeye konulduğu ve ısıya maruz kaldığı zaman yaşam kaynağı olan su, zehre dönüşebilir.
Aktivist: Tuz ile ilgili de aklımız çok karışık. İhtiyacımız olan tuz, doğal yiyeceklerde yeterince var deniyor ama yiyecekler de yeterince doğal değil… Tuzu nasıl kullanmalıyız, sağlıklı tuz diye bir şey var mı? Prof. Dr. Ahmet Maranki: Yukarıda bahsettiğim en zararlı alışkanlıklardan biri de tuzdur. “Tuzu kesinlikle hayatımızdan çıkarmalıyız” derken, hangi tuz olduğunu unutmamız gerekir. Rafine tuz yani işlenmiş tuz en büyük tehlikelerden biridir. Kullanmamız gereken tuz “Kristal tuz” dur. Himalaya kristal tuzu “sağlıklı tuz” diye adlandırabiliriz. İçinde barındırdığı 84 mineralle bedeni sağlıklı kılan kristal tuzdan bir miktar içtiğiniz suya atarsanız, suyun pH’ını yükseltip, sağlıklı bir su haline getirebilirsiniz.
Aktivist: Doğanın eczanesi kavramını çok sevdik… Sonuçta her şeyin doğada şifasının ol-
duğunu biliyoruz. Ama tabii bir yandan da bu konuyla ilgili çok fazla bilgi akıyor. Birçok doktor, profesör, uzman var bitkilerle sağlık hakkında bilgiler veren. Herkes durmaksızın bir şeyler öneriyor. Her önerinin yaşamsal önem taşıdığının altı çiziliyor. Bu konuda ne kadar kendi aklımızla hareket etmeliyiz bilemiyoruz… Otlar, çiçekler, meyveler, sebzeler… Doğa ile şifa bulmak ve sonrasında sağlıklı bir yaşam sürmek için neler yapmalıyız? Prof. Dr. Ahmet Maranki: Evet, “Kainat eczanesi” kavramı güzel bir kavram oldu. İnsanlar sevdi, benimsedi. Bu tabiri kullanmamızı hazmedemeyen bir grup insanlar oldu ve biz şu anda bu terimi kullanamıyoruz. Sebep olarak “eczane” kelimesi yüzünden insanları aldattığımız öne sürüldü. Benim üretip kullandığım bu kelimeyi ben şimdi sitelerimde kullanamıyorum. Türkiye’de maalesef böyle acı yasaklamalar da var. Bütün hastalıkların şifası aslında doğadadır. Kullandığımız tüm ilaçların içeriğinde bitkiler mevcut. Böyle olmasına rağmen ülkemizdeki gereksiz yasaklamalar nedeniyle bitkiler ve tamamlayıcı tıp metotlarının tamamı hak ettikleri yerde değiller. Doğa ile şifa bulmak ve sağlıklı bir yaşam sürmek için bence önce mentalitemizi değiştirmeliyiz. İstediğimiz kadar sağlıklı bir yaşam sürmeye çalışalım, bu ülkede bu anlamsız yasaklamalar olduktan sonra ne yapsak boş!!
Aktivist: Arı Poleni de şu sıralar çok popüler oldu. Arı Polenini günlük yaşamımıza nasıl katmalıyız? Prof. Dr. Ahmet Maranki: Tarihte bilinen en eski gıda takviyelerinden biri polenlerdir. Polen çiçeklerin erkek organ hücresidir. Polende insan vücuduna yararlı tam 22 çeşit aminoasit, 27 çeşit madensel tuz, doğal hormon,
enzim, pigment, karbonhidrat ve ferment bulunmaktadır. Ayrıca polende demir, bakır, kalsiyum, sodyum, magnezyum, silisyum, alüminyum, nikel, titanyum, çinko ve A, B1, B2, B3, B4, B12, C, D, E, H ve P vitaminleri bulunmaktadır. Polenin en büyük faydası bağışıklık sistemimizi güçlü kılmasıdır. Vücut direncini artırmak için de kullanılır.
Aktivist: Aktar sektörü bundan 10-15 sene önce neredeyse yok olmak üzereydi. Ama sonra bir anda yeniden bir canlanma oldu. Bunu sevindirici buluyoruz. Aktarlar da çoğu zaman konularına hâkim kişiler oluyor. Ancak biz tüketiciler, alış veriş yaptığımız aktarı neye göre değerlendirmeliyiz? Prof. Dr. Ahmet Maranki: Aktarlarda satılan çoğu bitkilere ben maalesef güvenmiyorum. Bitkilerin saklama koşulları ve son kullanım tarihleri çok önemli. Bunlardaki küçük bir aksaklık bedenimize ters tepki yaparak, zehirlenmelere neden olabilir. Ağzı açık bitki asla alınmamalı ve paketlerinin üstünde mutlaka ürünün son kullanma tarihleri yazılmalıdır. Şu an aktarların çoğunda bırakın poşetlenmeyi, koca sepetlerin içinde ağızları açık bitkiler satılmakta. Kimi rutubetli ortamlarda, kimi tam güneşe karşı tutularak mağazalara yerleştiriliyor. Hijyen kurallarının hiçbir şekilde uygulanmadığı gözle görülüyor. Bakanlıklardan izni olmayan ürün satan hiçbir aktarı tercih etmemeliyiz.
Prof. Dr. Ahmet Maranki: Bitkilerle şifa bulunmayan hiçbir hastalık yoktur. Nebatatta yaratılan hiçbir bitki boşuna yaratılmamıştır. Tabii ki 1219 sayılı kanuna göre hekimler hastaları muayene eder. Fakat hekim önerilerinin yanı sıra Kâinat eczanesinin de bazı tavsiyeleri vardır şeker hastalarına. Öncelikle beden temizliği & detoks yapılmalı. İlkbahar ve sonbaharda yapılan detokslarla bedeni her türlü ağır metal ve toksinlerden arındırdıktan sonra, önerilen bazı bitkisel ürünlere devam edilmelidir. Şeker hastaları kesinlikle sağlıklı beslenmeyi bir yaşam şekli haline getirmelidir. Bitkisel besin desteklerinin kullanımının yanı sıra stresten uzaklaşıp, un, tuz ve şeker tüketiminden hızla uzaklaşmalıdır. Özellikle unlu gıdalar hipoglisemiyi tetiklediği için şeker hastalarının pasta, börek gibi gıdalardan şiddetle uzak durmaları gerekir.
Aktivist: Hocam, okurlarımıza yemeklerini hazırlarken sağlıklı pişirme/saklama teknikleri ve malzemeler kullanılması açısından birkaç tüyo verebilir misiniz?
Prof. Dr. Ahmet Maranki: Sebze ve meyveleri kesinlikle mevsiminde tüketsinler. Kışın yapılan domatesli, biberli, patlıcanlı bir yemeğin bedene faydasından çok zararı vardır. Plastik mutfak eşyaları kullanmamaya özen göstersinler. Mutfaklarında mutlaka kristal Himalaya tuzu kullansınlar. Konsantre ürün ve hazır gıdalardan uzak bir mutfakları olsun.
Aktivist: Kara listeye alınan bazı yiyeceklerin gerçekten zararlı olabileceğini aklımız almıyor. Ve tabii bugün tukaka edilen bir besin, birkaç sene sonra da baş tacı edilebiliyor. Diğer yandan biz Türkler’in binlerce yıllık bir beslenme geleneği var. Pirinç, patates, un, yağ… Bizim beslenme kültürümüzde vazgeçilmez ürünler. Ama hepsinin zararlı olduğu söyleniyor. Bu bir paradoks değil mi? Ne değişti de bu gıdalar artık bize zarar verir oldu?
Prof. Dr. Ahmet Maranki: Ülkemizde bir gıda terörü olduğunu, çıktığım tüm televizyon ve
Aktivist: Geçenlerde bir televizyon programında şeker hastalığı ile ilgili söyledikleriniz bizim de dikkatimizi çekti. Siz, hastalıkları iyileştirmeyen ilaçların yaşam boyu verilmeye devam edilmesini doğru bulmuyorsunuz. Şeker hastalarına ne önerirsiniz? 49
tiyorsa içer, öncelikle beyninde bu işi bitirmesi lazım. Beyinde bitirdiği vakit, sigara içme arzusu geldiği zaman bazı bitkiler çiğnetilerek bu arzusunun en aza indirilmesi sağlanabilir. Mesela meyankökünü sigarayı bırakmak isteyen kişilere önerebilirim. Tabi ki noktalarla masaj yapılarak sigara bıraktırma yöntemleri uygulanabilir. Bu da tamamlayıcı tıp metotlarından biridir.
radyo programlarında dile getiriyor, konferanslarımda anlatıyorum. Evet, Türkiye’de maalesef gıda terörü var. Bir takım tröstlerin elinde bazı kaynaklar. Eskiden pirinç yerdik ama pirinci kabuğuyla birlikte tüketirdik. Patatesler hormonsuz ve daha lezzetliydi. Unumuz yine esmer undu. Şu anki tam buğday unu gibi. Yağ olarak margarin yağları değil, tereyağı, kuyruk yağı ya da zeytinyağı tüketiyorduk. Öyle bir zaman geldi ki, bu ülkenin insanlarına zeytinyağını tüketmeyi yasakladılar. Eskiyle yeni arasında dağlar kadar farklar var. Bu bize öyle bir yansıtıldı ki, bir gıda ürünü ne kadar beyazsa o kadar temiz ve sağlıklı olarak biliyoruz. Bu çok yanlış. Son kitabımda yazdım hayatımızı karartan beyazları. Bu gıdalar beyazlatılarak, zehir haline dönüşüyor. Değişen durum insanların mantalitesi. Daha fazla para kazanma hırsı ile hem bu dünyamızı hem ahiretimizi harcar duruma geldik. Pirinç, un,yağ yemek istiyorsanız yine yiyin fakat işlenmemiş şekilsiz, kara haliyle olanlarını tercih edin ki sağlık bulasınız.
Aktivist: Sigarayı bıraktıran doğal bir ürün var mı? Prof. Dr. Ahmet Maranki: Böyle doğal bir ürün yok. Çünkü iş insanın beyninde başlayıp, beyninde biter. Kişi sigara içmek is50
Şubat - Mart / 2014
Aktivist: Detoks nedir? Nasıl yapılır? Gerçekten yenilenir mi vücut detoksla? Prof. Dr. Ahmet Maranki: Detoks vücudumuza çeşitli yollardan giren zararlı atık, toksin ve ağır metallerden kurtulma yöntemleridir. Herkesin belirli aralıklarla vücudunu dinlendirmeye ve vücudunu temizlemeye ihtiyacı var. Aslında vücutlarımız her gün, özellikle gece ve sabah erken saatlerde, kendisini temizlemeye programlanmıştır. Ben yılda iki defa ayın çekim kuvvetine göre beden temizliği & detoks yapılmasını öneriyorum. Detoks kamplarımız hızlı kilo vermek amacıyla değil, toksinlerden arınmak ve sağlıklı yaşam formüllerini öğrenip, daha kaliteli yaşayabilmek için yapılan uygulamaların gerçekleştiği kamplardır. Kozmik Beden Temizliği & Detoks kamplarımızda uygulanan programlar karaciğer, safra, kalınbağırsak, akciğer, dalak ve pankreası temizlemeye yönelik programlardır. Yanlış beslenme alışkanlıkları, ilaçlar, stres ve asit oluşumuna sebep olan faktörlerden kaynaklanan aşırı asidik kalıntılarla sürekli kirlenirse karaciğer ve diğer organlarımızda zamanla ciddi tıkanmalar meydana gelir. Detoks kamplarında uygulanan uygulamalar, beslenme şekli, spor ve egzersizler, bilinçlendirme konferansları, masaj, çamur banyoları gibi programlar sonucunda kişiler kendini 10 yaş daha genç hissedebilir ve öyle görünebilir. Her
insanın kamplarımıza katılamasa bile evinde mutlaka yapması gereken bir programdır detoks. Evinde yapmak isteyen kişilerin bilgi almaları için her zaman arayabilecekleri telefonlarımız www.maranki.com sitesinde yer almaktadır. Benim resmi web sitemde Kozmik Beden Temizliği konusunda istediğiniz ayrıntılı bilgilere ulaşabilir, bilgi hattımızı mesai saatleri içinde arayabilirsiniz.
Aktivist: Hocam son olarak… Özellikle kendi jenerasyonumun (30-40 yaş arası kişiler) çok halsiz, kolay yorulan ve özellikle depresyona çok eğilimli olduğunu gözlemliyorum. O kadar sık karşılaşıyorum ki bu sıkıntılardan şikâyet edenlerle… Bizlere, daha dinç, güçlü ve sağlıklı olmamız için neler öneriyorsunuz? Prof. Dr. Ahmet Maranki: Öncelikle yukarıda belirttiğim gibi tüm insanların mutlaka beden temizliği yapmalarını öneriyorum. Beden temizliği @ detoks söylediğiniz gibi daha dinç ve güçlü hissetmemize sebep olur. Çünkü detoks sayesinde bedenimizde bulunan ve bizleri halsiz, bitkin hissettiren tüm toksinleri atabiliriz. Bunun haricinde sağlıklı beslenmeyi kendimize şiar edinmeliyiz. Fast food, asitli çiçekler, şekerlemeler, pastalar, börekler, hazır olan bütün gıda maddelerinden kendimizi uzak tutmalıyız. Temiz hava almalı, spor yapmalıyız. Bu saydıklarım parayla alınabilecek çok pahalı şeyler değil, aslında yapacağımız şey sadece biraz dikkat. Sonrasında omega3- sedir yağı kapsülü, kombuçay, polen gibi besin desteklerinden kullanılabileceğini söyleyebilirim. Bunlar tamamen isteğe bağlıdır, asıl olan sağlıklı yaşamaktır!!!..
röportaj
aşk... hafiflik...
bereket ....
evlerimiz de yenileniyor Dergimizin de yazarlarından Osman Can Aydoğmuş, evlerimizde yenilenmenin hafifliği ve daha ferah bir ortam yaratmak için neler yapabiliriz; Aktivist’e anlattı. Aktivist: Osman Can, yeni bir yıla girdik. Bir sürü hayallerimiz, planlarımız var. Önce bize sihirli bir cümle söyle ki, bu hayallerin gerçek olabileceğine baştan bi’inanalım… Osman Can Aydoğmuş: Tarih boyunca insanlığın imkânsız diye düşündüğü her şey gerçek oldu, günümüzde hayal dahi edemediğimiz şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz. Ruhsal dünya, bilinçaltımız, auramız ve daha birçok şeyle ilgili bilmediğimiz kim bilir ne çok şey var. Hayatımızda yaşadığımız her şeyin bir sistem olduğu ve bu sistemin içinde yaptığımız her hareketle yaratıma devam eden yaratıcılar olduğumuz, günden güne daha da çok ortaya çıkıyor. Aktivist: Biliyorsun, yeni sayımızın konusu “Yenilenmek”… Bedende… Ruhta… Zihinde… Bu düşünceyi evlerimize, iş yerlerimize de yayalım diye düşündük. Önce temizlikten başlayalım. Bize söyler misin, neleri atalım evden, iş yerinden? Osman Can Aydoğmuş: Uzun zamandır kullanmadığınız eşyalar, dokunduğunuzda veya gördüğünüzde size olumsuz his, duygu veren şeyler, eski eş ve sevgililerinizin eşyaları, bütünlüğü temsil etmeyen, yarımlığı temsil eden her şeyi, kolsuz, başsız v.s. eksik olan heykelleri, mutsuzluğu temsil eden resim ve objeleri ev ve işyerlerinizden uzaklaştırın. Aktivist: Tamam. Şimdi atılacakları attık. Düzenleme ve saklama ile ilgili neler öneriyorsun bize? Osman Can Aydoğmuş: Saklama ve düzenleme konusunda bir çalışma yapmalısınız, düzen defteriniz olsun o deftere neyi nereye koyduğunuzu yazın, kolilerin üstüne içlerinde neler olduğunu yazın, dağınık hiçbir dolabın ve çekmecenin olmasına izin vermeyin. Bilgisayarlarınızdaki dosyaları hatta
52
Şubat - Mart / 2014
telefonlarınızı bile arındırın ve düzenleyin. Aktivist: Osman Can, biliyoruz ki Feng Shui’de evin, mekânın yönü ve eşyaların konumu çok önemli. Bize bu yönleri belirlememizde ve eşyaların yerlerini yeniden konumlandırmamızda yardımcı olabilir misin? Neyi nereye koyalım? Osman Can Aydoğmuş: Bu çok geniş bir konu, bunun için bir uzmanla çalışmanızı tavsiye ederim. Kitaplarda yazdığı kadar basit bir çalışmada yapılabilir lakin asıl, genel bir analiz sonucuna göre çalışmak çok daha doğru olur. Aktivist: Biraz da mutfaklardan bahsetmek istiyorum. Bereket denildi mi akla ilk gelen yer. Mutfak nasıl olmalı? Ve tabii bereketten hareketleJ Ev ve iş yerlerimiz için bereketi arttırmak için neler önerirsin? Osman Can Aydoğmuş: Evlerinizde bereketi temsil eden objeler olsun, kuru cansız çiçekleri evden atın, kendinize yeni bir şey almadan önce borçlarınızı ödeyin. Bilinçaltı sizlerin düşündüğünden çok daha farklı bir şekilde çalışır. Mutfaklarınızı kullanın, ocağınızda yemekler yapın. Evinizde davetler verin misafir ağırlayın. Ocağınızla buzdolabınız yan yana olmasın. Mutfağınızın cam kenarında ve balkonda çiçekler olsun. Ve daha yapılabilecek pek çok şey var. Aktivist: Osman Can, bize aşk dolu bir yıl yaşamanın ipuçlarını anlatır mısın? Neler olsun çevremizde aşkı hayatımıza çekmek için? Osman Can Aydoğmuş: Evinizdeki her şey bir çiftin yaşayacağı şekle hazır olsun. Yatağınız çift kişilik olmalı ve yatak her iki yanından da girilir konumda olsun. Yatak odanızda ve evde en dikkat çeken noktalarda evli mutlu çiftlerin heykel ve resimleri olabilir. Asıl en önemlisi kendi yaşamınızın olmasını istediğiniz şeklini bir tablo olarak düşünün ve onun resmini çizdirip tablo şeklinde duvarınıza asın.
Aktivist: Genel olarak sakin, huzurlu, işlerin yolunda gittiği bir ev için ne gibi alışkanlıklar edinmeliyiz? Osman Can Aydoğmuş: Evde düzen olmalı, ağırlık yapan şeyler evden atılmalı, evde bir renk bütünü olmalı pastel renkler yerine daha canlı ya da net renkler kullanılmalı. Evlerinizde gazeteleri, korku romanlarını ya da acı dolu hikâyeleri içeren kitapları tutmayın. Evinizde peygamber kılıcı bitkisi başta olmak üzere birçok bitki olmalı bununla beraber evinize bir akvaryum kurabilirsiniz. Hatta bitki akvaryumu bile oluşturabilirsiniz. Bazı evler için bir kedi ya da bir köpek bir kurtarıcı olabilir. Kakadu, Jako ve Ara Macao papağanlarının da insanlar üstündeki olumlu etkilerini unutmamak lazım. Evlerimizde yönlere ve görüş alanlarına göre çeşitli mandalaları yerleştirmenizi çok tavsiye ederim. Aktivist: Bize biraz da tütsülerden bahseder misin? Nasıl kullanılmalı tütsüler? Osman Can Aydoğmuş: Doğal veya özel karışımlı olan tütsüler var onları tavsiye edebilirim ama günümüzde etrafta satılan tütsüleri beğenmiyorum. Adaçayını herhangi bir tavada tütsüleyerek evde dolaştırmanız bence çok daha iyidir. Bu evlerinizdeki sinmiş enerjilerden temizler ve açılım sağlar ama bunun yanında başka şeylerde yapmak gerekir. Tabii bir de hangi niyetle yaptığınız da çok önemli. Aktivist: Sen kokuları çok önemsiyorsun… Tütsü ile bu tip mekân kokuları arasında ne gibi farklar var? Ve şayet farklılıklar varsa, mekân kokularını nasıl kullanmalıyız? Osman Can Aydoğmuş: Her ikisi de farklı şekillerde kullanılabilir. Tütsünün ateşle bir birleşimi ve ateşin de dumanla farklı bir etki yaratma özelliği var ama söylediğim gibi her tütsü değil. Kokular çok önemlidir. İnsanların duygu, düşüncelerini etkiler. Hangi kokunun nerde kullanılacağı bir uzman eşliğinde seçilebilinir. Aktivist: Mekân detoksu yapılabilir mi? Bak bu kavramı az önce ben bulmuş olabilirimJ Mekânlarda yaşanan olumlu olumsuz birçok hadise var. Enerji var… Nasıl temizleriz bu olumsuz enerjileri? Osman Can Aydoğmuş: Evet Mekân Detoksu önemli bir şey bunun için eşyalardan arındırma, enerjisel temizleme, moleküler bilinçle konuşma programlama, yaratım çalışması yapma gibi çeşitli çalışmalar var. Bu gerçek bir uzmanlık alanı… İhtiyaç duyanlar mutlaka bu işin uzmanlarıyla çalışmalı.
53
kişisel gelişim 54
Şubat - Mart / 2014
girişimcilik
90 dakikalık bir maç değil! İyi bir girişimci bildiği ve çok sevebileceği bir alanda iş kurmalı, işine tutkuyla bağlanmalı, öncelikli olarak paranın değil belirli bir misyonun peşinden gitmeli ve insanlar için değer yaratmaya çabalamalıdır.
Taarruza dayalı bir girişimcilik eğitim programı olan “Girişim Savaşçısı”nın eğitmen ve mentorları, Sualtı Taarruz Komandosu’ndan eski sanayi bakanına, psikologdan CEO’ya ve internet dünyasının önemli yöneticilerine kadar uzanan sıra dışı bir ekipten oluşuyor. Bilgili ve cesur, seri girişimciler yetiştirmek için Berke Sarpaş tarafından kurulan Girişim Savaşçıları’na savaş meydanından galip çıkmanın stratejilerini sorduk.
Aktivist: Eskiden insanlar gelecek hedeflerini bir kurumda çalışmakla sınırlı tutar, içimizden çok az girişimci çıkardı. Son yıllarda bu durum tersine döndü sanki. Siz bu girişimci patlamasını neye bağlıyorsunuz? Girişim Savaşçısı: Bunun sebebi dijital devrim. Eskiden iş kurmak demek, işe personel alacak; ofis tutacak; gazete, dergi, radyo, TV gibi alanlara pazarlama bütçesi ayıracak; elektrik, su, ısınma gibi aylık sabit işyeri maliyetini
karşılayacak sermayeyi mecbur kılıyordu. Ancak dijital devrimle birlikte bu maliyetler dramatik olarak düştü. Bugün bir web sitesi oluşturarak, emrinizde personel yerine sıfır hata ve çok düşük maliyetlerle çalışan robotları işçi olarak kullanabiliyor, kurumsal kimliğinizi hızla hazırlayabiliyor, pazar araştırmanızı dijital ortamlardan ücretsiz olarak yapabiliyor, Google reklamları ile işinizi çok düşük bütçelerle duyurabiliyor ve bedavaya yakın dijital araçlarla müşteri ilişkilerinizi hiç olmadığı kadar profesyonelce yönetebiliyorsunuz. Elbette yine 55
sermayeye ihtiyaç var ama bu tutar eskiden 40-50 bin liraysa artık başlangıç için 3-4 bin lira. Bu tutarı da bugün ciddi düşünen herkes ama herkes bir şekilde ayırabiliyor. Sonuçta doğrudan kendinize yatırım yapıyorsunuz. Bu sebeple çağımızda artık iş kurmak çok kolaylaştı ve bir o kadar da anlamlı hale geldi. Aktivist: “Kendime bir yer açayım diyorum.” Bu sözü o kadar çok duyuyoruz ki. Sizce iyi bir girişim nasıl bir cümleyle başlamalı? Girişim Savaşçısı: İyi bir girişimci bildiği ve çok sevebileceği bir alanda iş kurmalı, işine tutkuyla bağlanmalı, öncelikli olarak paranın değil belirli bir misyonun peşinden gitmeli ve insanlar için değer yaratmaya çabalamalıdır. En önemlisi de başarılı bir girişimci ihtiyacı olan kişisel nitelikleri ve teknik donanımı edinebileceği profesyonel bir eğitim programından geçmelidir. Her işin başı eğitim. Girişimciler işe eğitimle başlamadığı zaman kurulum ve büyüme sürecinde yaptıkları çok basit hatalar yüzünden büyük para ve zaman kayıplarına uğrayabiliyorlar. Söylediğimiz gibi, her işin başı eğitim.
Dünyada karşılaşabileceğimiz her türdeki problemin çözümü birer iş fikridir Aktivist: Gerçek bir iş fikri nedir? İçinde hangi verileri barındırmalıdır? Girişim Savaşçısı: Dünyada karşılaşabileceğimiz her türdeki problemin çözümü birer iş fikridir aslında. Bir iş fikrinin büyüklüğü, yarattığı katma değerle ölçülür. İş fikriniz sayesinde ne kadar büyük bir topluluğun ne denli büyük bir problemini çözebiliyorsanız, iş fikriniz de o denli büyük ve kazançlı 56
Şubat - Mart / 2014
olacaktır. Yalnız iş fikirleri bilindiğinin aksine oturup düşünerek edinilemez. Önce temsili bir iş fikri ile örnek bir çalışmayı hayata geçirir, girişimcilik hikayenize bir noktadan başlarsınız. Sonra güzergâh üzerinde bir sürü farklı ve yeni iş fikriyle zaten karşılaşmaya devam edeceksiniz. İşte o noktada önemli olan, bir seri girişimci olarak bu projeleri de nasıl hayata geçireceğinizi iyi bilmektir. Bir fikrin başarılı olup olmayacağını anlamak için önce piyasa araştırması yapılması da şarttır.
Google, Facebook gibi bugünün devasa kuruluşlarının uzun yıllar hiç para kazanamadığını hatırlatmak gerekir. Değere odaklanın. Geri kalan her şey ikincildir. Aktivist: Hayaller, fizibilite, yakın çevrenin olumsuz deneyimleri, kültürel pesimist baltalar… Oysa girişimcilikte heyecan ve inanç da çok önemli olmalı. Aklımıza “hayallerimizin işletmesi” düştüğünde, hem içimizde hem de etrafımızda gelişen bu durumları nasıl yönetmeliyiz? Gerçekler ve umutlar. Bu denge nasıl kurulur? Girişim Savaşçısı: Bir girişimcinin fikrine ilk inananlar, Amerika’da söylendiği gibi 3F (Friends, Family, Fools) yani arkadaşlar, aile ve aptallardır. Bu ne demek oluyor? Siz fikrinizi yakınınızda birine anlattığınızda, aileniz ve arkadaşınızsa büyük ihtimalle sorgusuz sualsiz fikrinizi destekleyecektir. Sadece onlardan akıl alarak yola çıkarsanız yolda kalabilirsiniz. Ya da bunun tam tersi olarak Türkiye’de
genellikle çevresel faktörler girişimcileri baltalıyor ve onlara olumsuz geri bildirim veriyor, yapamazsın diyor. Tabii ki yakınlarımızın desteği önemli ama iş kurarken ve işi kurduktan sonra asıl önemli olan hedef kitlenizin ne söylediği. Örneğin bir iş fikriniz var ve bu fikre çok inanıyorsunuz. Önce çıkıp etrafınızdakilere danışın, farklı kişilerden farklı fikirler alın. Ama bununla yetinmeyin. Hedef müşteri kitlenizden yirmi-otuz kişi bulun ve onlara sorun. Ben bu işi yapsam benimle çalışır mısınız? Niye çalışırsınız? Niye çalışmazsınız? Rakibimi neden benim yerime tercih edersiniz? İstatistikleri araştırın, verileri karşılaştırın ve öyle karar verin. Eğer yaptığınız işin insanların belirli bir problemini giderdiğini gözlemliyorsanız, ürün ve hizmetlerinizi talep edenlerin sayısı düzenli olarak artıyorsa, müşterilerinizden olumlu dönüşler alıyorsanız, mevcut müşterilerinizin en az %20 ’si size yeni müşteriler getiriyorsa, işinizi severek ve zevkle yapıyorsanız çevrenin ne dediğinin hiçbir önemi yok. Hatta para kazanıyor olmanıza bile gerek yok. Google, Facebook gibi bugünün devasa kuruluşlarının uzun yıllar hiç para kazanamadığını hatırlatmak gerekir. Değere odaklanın. Geri kalan her şey ikincildir. Çevremizden olumlu ya da olumsuz etkilenmek doğru değildir. Aktivist: “Kervan yolda düzülür” sözü sanırım pek çok girişimcinin mottosu olabilir. Ne kadarı öyledir? Girişim Savaşçısı: Bu atasözü girişimcilikle ilişkilidir ama işe başlamadan önce gerekli çalışmaları da yapmalısınız. Tabii ki bazı şeyler iş kurulduktan sonra oturacaktır ama yapmanız gereken temel işleri hayata geçirmeden işe başlayamazsınız. Rakip araştırması, hedef kitle araştırması, çıkış planı, pazarlama ve tanıtım araçları, kurumsal kimlik ve profesyonel bir web sitesi gibi önemli konuların üzerinde çalıştıktan sonra işe başlamanız önemli. Sonrasında bazı şeyler yolda gelişecektir. Misal
bir e-ticaret sitesi kurduysanız, internet siteniz çoğunlukla müşterilerin fikirlerine göre şekillenecektir. Çünkü bu gibi durumlarda işe başlamadan insanların hangi ürün ve hizmetten ne kadar hoşlanacağını ya da hoşlanmayacağını tam olarak bilemezsiniz.
Yatırımcıya iş planı ile değil icraatla gidilir! Aktivist: Girişimciler için en büyük sorun çoğu zaman “finansman” oluyor. Günümüzde gerek yatırımcılar gerekse KOSGEB gibi kurumlar bu konuda girişimcilere destek olabiliyor. Birilerinin kapısını çalmak gerektiğinde, en doğru “kapı” nasıl belirlenir? Girişim Savaşçısı: Artık yatırımcılar genel olarak belli konular üzerine odaklanıyor. Eğer teknoloji odaklı bir girişiminiz varsa daha çok bu konuda yatırım yapan yatırımcılara gitmelisiniz. Ancak her zaman ilk etapta devlet yardımlarından faydalanılmalı. “Melek Yatırımcılar”ın hangi sektöre odaklandığını bilip ona göre kapılarını çalmak gerekir. Bir de, yatırımcıya iş planı ile değil icraatla gidilir. Siz önce işinizi olabilecek en yalın haliyle kurmalı ve küçük de olsa bir gelir kapısı yaratabilmelisiniz. Yatırımcı, işin kurulması için değil büyümesi için size ortak olmalı. Aktivist: Türk insanını “girişimcilik” açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Girişim Savaşçısı: Türk insanında fikir çok ama icraat az. Çoğumuzun aklına her gün bir sürü fikir geliyor. Ama bunları çok az bir kısmımız icraata geçiriyor ve yine çok az bir kısmımız icraata geçen bu işleri devam ettirmek için gerçekten çaba gösteriyor. Girişimcilik bir “acil para kazanma” yöntemi değil. Bir başka özelliğimiz, konu iş kurmaya geldiğinde çok bireysel düşünmemiz ve bir işin her etabını
kendimizin sahiplenmek istemesi. Bu ağır rekabetçi bakış açısı iş ortaklıkları yapmamıza da mani oluyor ve hayatımızı zorlaştırıyor. Kurduğumuz işler küçük kalıyor çünkü bazen gerçekten küçük düşünüyoruz.
Aydın, PeakGames kurucusu Sidar Şahin, Google Türkiye’nin Kurumsal Pazarlama Müdürü Özgür Kirazcı, Turkcell Perakendeler Başkanı Sait Ayaydın programdaki yirmi beş mentor ve eğitmenden sadece birkaçı.
Aktivist: İyi bir girişimcinin özellikleri nelerdir?
Aktivist: Programa katılmak için ne gibi şartlar gerekiyor?
Girişim Savaşçısı: İyi bir girişimci çalışkan, kararlı, hedef odaklı, misyonundan şaşmayan ve düştüğü zaman yerden kalkabilen bir yapıda olmalıdır. Bu niteliklerin bir bölümü kişide olmalı ama bir bölümü de eğitimle geliştirilebiliyor.
Girişim Savaşçısı: On sekiz yaşını doldurmuş, bilgisayarı ve interneti rahat kullanabilen, kalp, yüksek tansiyon, sara gibi heyecana duyarlı bir rahatsızlığı bulunmayan her girişimci adayı programımıza başvurabilir. Tüm başvurular dört etaptan oluşan dikkatli bir ön değerlendirme sürecinden geçirildikten sonra olumlu ya da olumsuz olarak neticelendiriliyor. Başvuranların eğitim durumu da bizim için bir belirleyici değil.
Aktivist: Bir girişimci, işler kötüye gitmeye başladığında ne zaman “Tamam buraya kadar, denedim olmadı” demeli? Girişim Savaşçısı: Hiçbir zaman. Elbette gidişata göre değişmeli, yenilenmeli, farklılaşmalı ve bunları yaparken de hep müşteri geribildirimlerini dinlemeliyiz ama asla vazgeçmemeliyiz. Girişimcilik doksan dakikalık bir maç değil çünkü süresi belirsiz. Bu bir yol ve sonunda mutlaka başarılı olacaksınız ama ne zaman olacağı tam olarak belirli değil. Tek ihtiyacınız olan asla vazgeçmemek ve farklı yöntemlerle denemeye devam etmek. Aktivist: Biraz da eğitimlerinize değinmek istiyorum. Eğitmen olarak kimler var? Girişim Savaşçısı: Programımızda çok sayıda eğitmen ve mentor bulunmakta. Eski Sanayi Bakanı Sayın Baki Ataç, Sualtı Taarruz Komandosu Erkan Balcı, Psikolog Barış Gürkaş ve internet dünyasının en önemli isimlerinden YemekSepeti’nin kurucusu Nevzat
Aktivist: Eğitimlerinize katılanlar hangi süreçlerden geçiyor? Girişim Savaşçısı: Programımızın %40’lık bölümü outdoor eğitimlerden oluşuyor. Girişimci adayları, ikna psikolojisi, özgüven, iç motivasyonu koruma, cesaret edinme, nöromarketing, diplomasi ve ilişki yönetimi, duygu kontrolü ve manipülasyon, dayanıklılık ve stres yönetimi gibi uygulamalı kişiye özel programlardan geçirilerek girişimcilikle ilgili olan kaliteleri kazanmaları sağlanıyor. Ardından teknik eğitim başlıyor. Burada girişimci adayları bir yandan iş fikri geliştirmeden pazar araştırması yapmaya, fark yaratmadan marka kimliği oluşturmaya, web sitesi kurmadan, lojistik-tahsilat ve müşteri ilişkileri yönetimine, dijital pazarlamadan sosyal ağların yönetimine, ticaret mevzuatından iş yönetimine kadar çok sayıdaki konuda eğitim alırken bir yandan da hepsi kendi işlerini hayata geçiriyorlar.
57
ben,
Resimler: Bill Brouard
yeni keşiflere hazır, güzel bilinmeyenim…
58
Şubat - Mart / 2014
“Ben kimim?”
inzivasından getirdiklerim: röportaj
“Günlük yaşamın tüm kalıpları, rolleri, maskeleri burada tamamen gereksizdi, o yüzden bir süre sonra kendiliğinden düştüler, yok oldular.” dicl
Dic ris@ le Tig gmx ris .com
etig
Bu ortamın sihri neydi, hiçbir fikrim yok. Bunun bir Zen “şeyi” olduğunu söylediler, ama benim karşılaştığım, ZAMAN, ALAN VE BENdim, başka bir şey değil ve bu kadarı da yeterliydi ve yeterli olması da o kadar güzeldi ki! Beynimi, sözcüğün tam anlamıyla uçurdu.
şılaşmayı” yaşadım.
Artık sonuncu günde, tüm katı sınırlar çözünüp de her şey BİR olduğunda, zamanın, nesnelerin, aşina olan hiçbir şeyin bir önemi kalmadığında ve ben kendimi parlak, harika bir ateş gibi görür ve hissederken, kendimi şunu tekrarlar dururken buldum:
Hiçlik tamamen bakir topraklar. Ben bu topraklarda bir astronotum.
“Bu benim, ben yeterim, bu nasıl olabilir, ben gerçekten yeterim. Buldum. Kaybettiğimin bile farkında değildim. Bu nasıl kaybedilir. Bu benim?” Hayatımda tattığım en güzel duygu. Alev alev bir ruh, kocaman, engin, sınırsız bir “şey”. Şimdiki “günlük” zihnimle algılayamadığım bir şey. Ben, tatlı ve çok derin bir mutluluk ve KAVUŞMA yaşadım. Üç gün boyunca sahneyi kendine meşgaleler yaratan zihin mekanizmama bıraktım ve algıladığı her şeyi sesli olarak dile getiren bir gözlemci olarak yaşadım. Olabilecek her türlü kararı bir başkası veriyordu. Günlük yaşamın tüm kalıpları, rolleri, maskeleri burada tamamen gereksizdi, o yüzden bir süre sonra kendiliğinden düştüler, yok oldular. Yepyeni bir pencere ve o pencereden de yepyeni bir manzara açıldı. Burada, daha önce öğrenilmiş, deneyimlenmiş hiçbir bilginin, seviyenin önemi yoktu. Bu bambaşka bir şeydi. Zihnimin nasıl yargılayıcı ve değerlendirici bir mekanizma olduğunu ve ne kadar çok kaçmak istediğini apaçık gördüm. Zihnimin, kendimle gerçek deneyimler arasında kocaman, aşılmaz bir duvar olarak yükseldiğini ve benim çaresizce onun önünde oturduğumu gördüm. Bu duvarın varlığı beni şoke etti. Migrenim de bana çelik bir mengene şeklinde eşlik ettiğinden, sürdürebileceğim tek yöntem, bana karşımdakinin her beş dakikada bir sorduğu soruya bedensel hislerimi anlatarak yanıt vermek olmuştu. Bu da bana iyi gelmişti, beni Şimdi’de tutmuştu. Yine de olduğum yerde sıkıştım kaldım, çıkış yoktu. Sonra kendiliğinden, tüm umudumu, öfkemi kaybettim, teslim oldum ve hayal bile edemeyeceğim o “kar-
Bu, “boşluk” olan hiçlikle anımsayabildiğim ilk karşılaşmamdı. Biz, insan varlıkları, “hiçbir şey”i bilmiyoruz. Biz sadece “çok şey”i biliyoruz.
Ben, yeni keşiflere hazır, güzel bilinmeyenim. Kendinize yeni yılda bir “Ben kimim?” hediye edin. Ben Kimim çalışmasında bu müthiş tecrübeyi birlikte yaşayacağınız Emilio Mercuriali’yle ego, kimlik, mutluluk, aile ve daha pek çok şey konuştum. Hepsi aşağıda… Sevgiyle Bu şahane kitabı yeni yılda öneriyorum: “Başka Yaşamlar, Başka Benlikler”
Dicle Tigris: Sevgili Emilio Neden gerçek benliğimizi unutuyoruz? Emilio Mercuriali: Eğitimden ve toplum baskısından dolayı, küçükken algımızın sınırlılığından ve aşırı hassasiyetimiz yüzünden ya da psikolojik nedenlerden ötürü unutabiliyoruz. Çalışmamıza katılan kişi, yani öğrenci, yeniden kazanmaya çalıştığımız niteliği doğrudan deneyimleyebiliyor. Öğretinin bu bölümüne ‘aktarım’ diyoruz. Önce niteliği hissettiğimiz bir deneyim yaşıyoruz, ardından bu nitelikten kopmamıza neden olan durumu, geçmişimizi araştırıyoruz. Ailede ve toplumda neler olduğuna eğiliyoruz. Yani önce niteliği deneyimliyoruz, sonra blokajlar üzerinde çalışıyoruz, üçüncü aşama, niteliği, yeniden günlük yaşamımıza dâhil etmek oluyor. Niteliğin, gizli ve blokajlı olmayan halini kendimizle bütünleştiriyoruz. Dicle Tigris: Gerçek benliğin unutulmuş nitelikleri nelerdir? Emilio Mercuriali: Güç, güven, masumiyet, huzur, kendini sevmek, berekete ve akışa güvenmek, merhamet, anlayış, 59
şefkat, irade, merak, coşku, cesaret, sevgi, mutluluk gibi arketiplerdir. Hepsi ruhumuzda mevcut. Sadece yeniden uyandırılmaları ve şifalandırılmaları gerekiyor. Dicle Tigris: Diamond Logos’un bakış açısına göre, insan olmak ne demektir? Emilio Mercuriali: İnsan olmak, bir bakıma doğal ve spontane olmak demektir. İnsan, sabitlenmiş, katı bir varlık değildir. Ego benliği, sabitlenmiş, belirli bir şeydir. Ego şöyle düşünür: “Ben böyleyim, ben inatçı bir insanım, ben zeki bir insanım” vs. Ego, katıdır. Bizim bakışımıza göreyse, insan dinamiktir. Yani, ben ihtiyaç olduğunda zeki de olabilirim, çok güçlü de olabilirim ve çok mutlu da olabilirim. Tek bir özellikle sınırlı olmak zorunda değilim. Buna göre, insan olmak, evrimin içerisinde çok dinamik bir deneyimdir, asla aynısının tekrarı değildir. Bir kaynaktan akan su gibidir. O su hep yenidir, su aynı olsa bile. Buna göre, spiritüel doğamız bir fenomen olarak doğrudan şu anın içinde deneyimlenebilir. Çocuklarda bunu görebiliriz, coşku ve canlılıktır bu. Bu, gerçek bir şeydir, bunu deneyimleyebilir, hissedebilir ve algılayabiliriz. Büyüdüğümüzde tüm bu niteliklerimizle temasımızı kaybetmiş oluyoruz ve ego imgesinde oldukça güçlü bir şekilde sabitlenmiş bir hale geliyoruz. Ancak, dönüşümümüz, bir ego şeklinden başka bir ego şekline olacak bir dönüşüm değildir: Çocuklukta içinde olduğumuz, şu an kayıp özümüzün, gerçek doğamızın ilhamıyla dönüşeceğiz. Dicle Tigris: Kendini tekrarlayan bir ego kalıbının içinde sıkışmış kalmış ve gerçek benliğiyle teması yitirmiş bir insanla ilgili somut bir örnek verebilir misiniz? Emilio Mercuriali: Tabii. Aslında bu biraz çoğu insanın içinde bulunduğu koşullanmadır. Ego kalıpları belki hemen fark edilmeyebilir ama egonun kendisi kalıplardan ibarettir zaten. Ego kimliğimiz pek çok kalıptan oluşmuş, büyük bir kalıptır. Bu nedenle bazılarımız sürekli olarak hayatta kalmayla, ekonomik durumuyla, parayla ilgili endişelenir durur ve bunun yalnızca bir kalıp olduğunu anlamazlar, onu gerçek sanırlar. Her ego bir çeşit kalıptır. Bazı kalıplar daha aşırı olabilir ve çok acıya, çileye neden olur; bazı kalıplarsa daha dayanılırdır. Ama sonuçta hepimiz belirli kalıpların sıkışmış durumdayız. Diamond Logos öğretisinin fikri, kendimizi kalıplardan özgürleştirmektir ve daha doğal olmaktır. Sürekli para için endişelenen bir insan örneğinde bunun yolu, kendi içinde, hayatta kalmakla ilgili herhangi bir endişesi olmayan bölümü yeniden bulmaktan geçer. İçimizde öyle bir bölüm vardır ki, ne olursa olsun kendini kurtarma kapasitesi olduğunu bilir. Çünkü ruh kendini o kadar hızlı toparlar, o kadar beceriklidir ki, her zaman idare edebilir, uyum sağlayabilir. İşte bu, insan varlığının gerçeğidir. Dicle Tigris: Enegram’ın kişilik tipleri haritasından da faydalanıyorsunuz sanırım. 60
Şubat - Mart / 2014
Emilio Mercuriali: Sistemimize Enegram’ın farklı kişilik tipleri bilgilerini de dâhil ediyoruz. Enegram, dokuz farklı ego/ kişilik tipini belirleyen bir harita, bir sistemdir. Biz bunlara, marazi bağlılık ve saplantı diyoruz. Her kişilik tipinin farklı bir saplantısı var. Bazı ego tipleri için sevgi, bazısı için güç, bazısı için coşku, bazısı için destek bir saplantıdır. Tek tek ele aldığımız Lütuflar, yani nitelikler bu Enegram sistemi içinde de yerini bulur. Her kişilik tipi, çocuklukta ailesinde özellikle açık bir şekilde noksan olan bir nitelik için saplantı geliştirir. Çocuğun içinde yetiştiği zamana egemen olan sorun, onu o kadar derinden etkiler ki, bu sorunu ömürleri boyunca bir saplantıya dönüştürürler. Aile maddi sıkıntı içinde yaşadıysa, bu ortamda yetişen çocuk yaşamını, para kazanmanın etrafında şekillendirir. Ailede kıt olan şey sevgi idiyse, çocuk yaşamı boyunca sevgi yaratmaya çalışacaktır. Anlayış eksiliği çektiyse, aradığı şey her zaman anlayış olacaktır. Özetle, ego tiplerimizi daha hızlı ve daha iyi anlamak ve keşfetmek üzere, Diamond Logos öğretisiyle Sufizm’den gelen Enegram sistemini kombine ediyoruz. Dicle Tigris: Deneyimle’de katıldığım hafta sonlarınızdan birinde, egonun, çocuğun işine yarayan, hayatta kalabilmek için ihtiyaç duyduğu bir savunma mekanizması olduğunu ve egonun da silip atabileceğimiz bir şey olmadığını, onunla daima iş birliği içinde olmamız gerektiğini söylediğinizi anımsıyorum. Yani demek ki, ego inkâr edilecek veya utanılacak bir şey değil, bunu biraz açabilir misiniz? Emilio Mercuriali: Tabii ki. Egomuz, aileye, topluma uyum sağlamak ve bizi hayatta tutmak için doğmuştur. Travma gibi anlaması, deneyimlemesi zor şeyleri de daha sonra ele almak üzere bir yerde depolar. Kaçma alışkanlığı gibi görünen bazı kalıplar da, muhtemelen çocuğun içinde bulunduğu durum için son derece gerekliydi; belki ailede yaşanan şiddetle yüzleşecek halde değildi ve bu konuda hassas olmaktan kaçınması gerekiyordu. Böylece, şiddete karşı farkındalığını yitirir, duygusuz olur. İşte biz tam da bununla çalışıyoruz. Bu tip bozuklukları önce görmeye, sonra iyileştirmeye doğru yol alıyoruz. Ego benliklerimize ihtiyacımız var, çünkü yaşamın içinde kalmak istiyoruz. Yüksek benlik durumu da denilebilecek o meşhur “boşluk”ta, yani aydınlanmada kalıp günlük yaşamımızı sürdüremeyiz. Becerilere sahip olmak zorundayız. Yaşamda belirli hedefleri yerine getirebilmek için onlara ihtiyacımız var. Ego, çöpe atabileceğimiz bir şey değil, ihtiyaç duyduğumuz, işimize yarayan bir şey. Ama bilinçlendikçe, ego zamanla içimizdeki gerçek kapasitenin ve niteliklerin farkına vardığı zaman, yaşam ve serüvenler karşısında heyecan duymaya başlar ve işte o zaman bizi baltalayan bir engel olmaktan çıkar ve yoldaşımız olur. Her şeyi kendisi yapması gerektiği fikri altında ezilmeyi bırakır. Sufi geleneğinde, yoldaşa dönüşen egoya Abdullah adı veri61
lir; yani benliğin, ilahi olanın uşağı. Böyle bir ego, sevgi, para, anlayış gibi noksan olan şeyleri sürekli olarak üretmeye çalışmaktan vazgeçer. Bu davranışların bir saplantıdan başka bir şey olmadığını anlar anlamaz, teslim olur ve “peki, artık sen çık ortaya” der ve hakiki benliğin öne çıkmasına izin verir. Bu andan itibaren ego bir yardımcıya dönüşür ve kişinin, başka insanlarla ve çevreyle hakiki benliğin merkezinden etkileşime girmesine izin verir. Dicle Tigris: Anladım galiba. Yani egonun efendi değil, uşak olması daha iyi. Ama olumsuz kalıplarımızın kesinlikle hiçbir şekilde bilincinde değilsek, egonun kölesi olmanın ötesine geçemeyiz. Emilio Mercuriali: Evet kesinlikle öyle. Bu durumda, ego tamamen bizim efendimiz olur ve hakiki efendinin hiç farkında olmaz. İşte o zaman biz de kaybolmuş oluruz. Örneğin, para konusunda saplantılı egoları olan insanların çok parası olsa da, yine mutsuzluk içinde kalırlar. Asla tatmin olmazlar, çünkü eksikliğini duydukları şey para değil aslında; aradıkları, kendi benlikleridir. Ama çocuklukta içinde bulundukları koşullar ve düşünceler yüzünden, ancak yeterli paraları olunca kendileri olabileceklerine inanırlar. Şunu unutmamak gerekir ki, bir insan ne kadar çok paraya sahip olursa olsun, kendisine sahip değilse, asla tatmin olmaz. Dicle Tigris: Kısaca, mutluluk, dışsal veya fiziksel koşullara bağlı değildir. Bu bağlamda, mutluluk nedir? Emilio Mercuriali: Bana göre, kendimiz olabildiğimizde mutlu oluruz. Gerçekte neysek, o olabilirsek mutluyuz. Aslında, mutlu hissetmek için çok şeye ihtiyacımız yok. Çok basit, ucuz bir şey de bizi mutlu edebilir. Pahalı bir şey olmasına gerek yok. Mutluluk hakikatten gelen bir niteliktir; dışarıdan elde edebileceğimiz bir şey değildir. Dışarıdan elde edilmiş mutluluk, pek uzun sürmez. Yeni güzel bir saat alabilirsin ama üç gün sonra ona alışmış olursun. Dicle Tigris: Ve mutluluğumuz salt kendimizden, içimizden oluştuğunda ve dış koşullara bağımlı olmadığında, bu gerçek güçtür, değil mi? Emilio Mercuriali: Evet, ayrıca bu, dışarıda bir şey yapmayacağın anlamına da gelmez. Ama artık her şey sonuca bağımlı değildir. Belki bir şeyler yapmak için ilham almışsındır ama başarılı olmadığında, başka bir şey denersin, hayal kırıklığına uğramazsın. Çünkü bu durumla da barışıksındır. Daha iyi bir planı denersin. Çocukların heyecanını taşırsın içinde. Bu, bizi dışarıda bir şeyler yapmaya motive edebilen, içsel bir deneyimdir. Bir şeyler yapmanın, kendini ifade etmenin sevinci adına yaparsın. Bu, “Ancak dışa vurumum başarılı olursa sevinç hissederim” gibi bir durum değildir. Yapmak istediğimi yaptığım, yaratıcı olduğum için sevinç ve coşku hissederim. Başarı saplantım olmaz. Bunun yanı sıra, başarı da geldiğinde, daha 62
Şubat - Mart / 2014
fazla sevinç ve coşku olacağını da kabul ederim ama beni motive eden artık başarı değildir. Yaptığımı yapmak eğlencelidir. Dicle Tigris: Sürekli başarı elde etmeye koşullanmış bir insan, evde annenin sakladığı tatlıları bulmaya çalışan bir çocuk gibidir. Yani bu çocukça bir tutumdur. Emilio Mercuriali: Evet, bu durum zaten çocukluktan gelir. Bu bize söyledikleri bir şeydir: “Biz seni yalnızca başarılı olursan severiz; o zaman bizim oğlumuz olursun.” Böylece, başarılı olmak, sevilme ve onay alma şekline dönüşüyor ve gerçekten yapmak istediğimi yapıp yapmamanın hiçbir önemi kalmıyor. Ne yapmak istediğimi tamamen unutuyorum ve yalnızca başarıya odaklanıyorum. Gerçek yeteneklerini hiç keşfetmemiş çok başarılı insanlar görebiliriz. Onlar asla içlerine bakmamıştır, yalnızca onlara söyleneni yapmıştır ve bunu da gerçekten çok iyi bir şekilde yapmışlardır. Bu bağlamda, başarılı olmak bir bakıma insanın kendini unutmasına neden olabilir. Dicle Tigris: Bu, pek çok insanın, yetişkin olarak değil de, içlerindeki çocuk parçaya göre yaşadıklarını getirdi aklıma. Ve sizin hafta sonu çalışmalarına gelenler, yetişkin olarak, yetişkin zihinleriyle, kendi içlerindeki çocuk parçaya yardım etmeyi öğreniyorlar. O çocuk parçanın yaşadığı korku, kayıp veya sorun her neyse, ona yardımcı oluyorlar. Emilio Mercuriali: Evet, ego, çocuğun yarattığı bir sonuçtur, hayatta kalma modunda geliştirdiği bir mekanizmadır. Ego, temelinde yetişkin rolü yapan bir çocuktur. Ona söyle-
neni yapan bir çocuktur. Çalışmamıza gelen insanlar bunu görmeye başlıyor. Egolarının belirli şeylere saplandığını görüyorlar ve bunu, geçmişte kırkılmış bir şeyi onarmak için yaptığını görüyorlar. Ve insanın egosu bunu yapmak için sürekli uğraşıyorsa, tüm yaşam buna harcanır ve o kişi hayatını yaşamaya zaman bulamaz Bu nedenle, egonun saplantılı bir şekilde çabalamasını durdurmaya çalışırız. Ve egoyu, kendime kim olduğumu keşfetmeme izin vermesi yönünde yönlendiririz. Egonun, bize gerçekten bir yetişkin olma olanağı tanımasını sağlarız. Aslında ego da, hakiki benlikle, hakikatle temas kurarak büyür ve yetişkine dönüşür. Dicle Tigris: Bir yetişkinin içindeki çocuğu şifalandırmasının anahtarı nedir, ilk adım nedir? Emilio Mercuriali: İlk adım, görebilmektir, sonraki adım kabullenmektir. Çoğunlukla gerçeği göremeyiz. Onu kendimizden ve başkalarından saklarız. Özetle, öncelikle gerçeğin ne olduğunu bulmak önemlidir, sonra sıra, bunun bizim bir parçamız olduğunu kavramaya gelir. Başımıza gelen her şey bizim geçmişimizdir. Bu geçmişi anlayarak, ona izin vererek ve onu dâhil ederek daha bütün hale geliriz. Dicle Tigris: Peki, geçmişi ele alırken yetişkin olarak tamamen ailemizi suçlamaya başlarsak? Kabul etmek ve sorumluluk almak yerine yalnızca suçlamada bulunursak ne olur? Emilio Mercuriali: Bu, gerçek bir dönüşüm olmaz. Daha önce kendimizi suçlarken, başkalarını suçlamaya başlamak, aynı kalıpta kalmak olur. Bu yapıcı değildir ve objektiflik değildir. Çünkü hayatımızdaki insanlar hata yapmış olabi-
lirler, ama ellerinden gelenin en iyisini yapmış da olabilirler. Eğer suçlamaya takılır kalırsak, koşulların gerçek halini göremeyiz. Ancak, suçlamaya hiç izin vermediğimizi söylemiyorum. Öfke ve suçlama gibi aşamaları deneyimlemeye de zaman ayırıyoruz, ama bunlar birer kalıba dönüşürse, herhangi bir çözüm getirememiş oluruz. Dicle Tigris: Bir hafta sonu çalışmanızda travmayla çok ilginç bir şey söylediniz; çocuğun travma olarak bilinçdışına kaydettiği durumun, ille de çok korkunç bir durum olması gerekmediği… Belki anne yalnızca bir bakış atmıştır ama bu duruma ait kendi çocuk bakış açısından gelen algımız çok farklı olmuş olabilir. Emilio Mercuriali: Evet, kimi zaman çocuğa çok travmatik gelen bir şey, aslında çok küçük bir şey de olmuş olabilir çünkü o anın içinde, çocuk olarak çok ama çok açığızdır ve bir nedenden ötürü, o durum bizim için çok büyük bir olaya dönüşmüştür. Kimi insanın, gerçekte hiç terk edilmedikleri halde, terk edilme korkuları vardır. İşte bu insanlar, çocukken kendilerini görülmemiş hissetmiştir. Belki bu yalnızca ebeveynin bir tavrı yüzünden olmuştur. Ama gerçek şudur ki, söz konusu ebeveyn, derin bir şekilde o çocuğun yanında mevcut olma kapasitesini gösterememiştir. Bu nedenle çocuk kendini terk edilmiş hissetmiştir. Ama o dönemde, o ebeveynin kendisi için de mevcut olma kapasitesinin olmadığını anlamaya başlayabiliriz. Bunlar, öğretimizde keşfettiğimiz noktalarla ilgili ve psişenin alanına nasıl keşifler yaptığımıza örneklerdir. Dicle Tigris: Doğu’dan ilham alıyoruz demiştiniz. İlhamdan nasıl yararlanıyorsunuz? Emilio Mercuriali: Türkiye dışındaki ülkelerde, günlük bilgelikler içeren öyküler anlatmayı tercih ediyorum ancak Türkiye’de bu tip öyküler zaten her yerde karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin şu andaki yapısı, insanların daha fazla özgürlüğe ve bireyselliğe ihtiyaçları olduğunu gösteriyor. Kendini özgürce ifade edebilmek burada çok kolay ve doğal değil. Ülkenin kurucusu Atatürk, özgürlük ve bağımsızlık için çok sıkı çalışmış, inanılmaz iyi bir öncüymüş. Çağdaş Türk vatandaşlarının onun ayak izlerini nasıl izlediğini görebiliyorum. Türkiye’nin günlük yaşamında yeterince ilham var zaten. Bakkala gidersiniz, birisi “kısmet” der, resmi bir kuruluşa gidersiniz, evraklarınızla ilgili “inşallah” derler, “hayırlısı” derler…. Bu nedenle ilhamı pek eklememe gerek kalmaz. Türkiye’de insanların, psikolojik kalıplar hakkında net bir görüş açısına daha çok ihtiyaçları var. Başka ülkelerde, insanlar, kalıpları hakkında çok net bir anlayışa sahip, ama ilhamları eksik. Bu nedenle burada uyguladığımız öğretinin şekli, içeriği, başka yere daha farklı. Türkiye, daha özgür, daha yaratıcı ve dışa vurumcu olmak isteyen, çok güzel bir ülke. Umarım, ekibim ve ben buna biraz da olsa katkıda bulunabilirim. Yakında görüşmek dileğiyle. 63
röportaj
Pekmezi Kilis’te olanın sineği Bağdat’tan gelir! “Şu anda 43 yaşındayım. Bundan tam 26 yıl önce, 1987 yılında, liseyi henüz bitirdim ve 17 yaşında bir genç olarak İstanbul›da bir seyahat acentesinde havayollarının uçak biletlerinden sorumlu satış görevlisi olarak işe başladım. İlk öğrendiğim şey yolcuların pasaport bilgilerini havayollarına bildirmek için kullanılan teleksin nasıl kullanılacağını öğrenmek oldu. Ancak boşuna öğrenmiştim çünkü bir iki ay sonra acentemize fax sistemi geldi. 60 yaşlarındaki patronumuz pasaportların totokopilerini havayollarına fax gönderdikten sonra, havayolunu aramamızı ve bü64
Şubat - Mart / 2014
tün bilgileri telefondan tekrar okumamızı istiyordu. Çünkü, gönderdiğimiz faksın karşı tarafa eksiksiz gideceğine bir türlü inanamıyordu. Bize gelen fakslar için de aynı şey söz konusuydu. Faksı göndereni telefonla arayıp gönderdikleri faksı okumalarını istiyorduk. Aradan çok değil 7 yıl geçti ve 1993 yılında internet ile tanıştık. Bir müddet sonra da Mr Google evimizin, ailemizin en çok danışılan bir büyüğü haline geldi. Halbuki 1991 yılında Türkiye Franchising Derneği’ni kurarken, henüz 21 yaşında bir üniversite öğrencisi
olarak en çok zorlandığım konuyu bugün gibi hatırlıyorum. Medya benden yabancı franchising şirketlerinin listesini istiyordu ve böyle bir liste bende yoktu. İstanbul’da dolaşmadığım kitapevi, dolaşmadığım yayınevi kalmamıştı. En sonunda eski kitaplar satan bir eskiciden Franchising El Kitabı diye bir kitabı çok ucuz bir rakama satın almıştım. Kitaptaki yaklaşık 100 franchising firmasının listesini gazetecilere vermiştim. Aradan 15 gün geçti ve derneğimizin telefonları kızgın okurlar tarafından aranmaya başlandı. Verdiğim listedeki pek çok firma 2. dünya savaşı sıralarında kapanmıştı. Pek çoğunun
şehir telefon kodları 50 yıl önce değişmişti. O an aklıma geldi. Eskiciden aldığım kitabın basım tarihini kontrol etmemiştim. Evet, kitap 1922 yılında basılmıştı ve Türkiye Franchising Derneği olarak Türkiye’ye gelmek isteyen yabancı franchising şirketleri olarak tanıttığımız pek çok firma aslında yıllar önce kapanmıştı. Teleks - Faks - Internet rotasını 8 yıl içinde tamamlamış bir insan olarak şunun farkındayım: Çok değil 20 yıl önce bilgiye ulaşmak bir beceri istiyordu. Hâlbuki şimdi öyle mi? Bilgi her tarafımızda. Hem de her yaştan her kesim için geçerli bu. İlkokul öğrencileri bile cep telefonlarından bilgiye ulaşabiliyorlar. Ancak şimdi başka bir soru var masanın üzerinde: Doğru soruyu sorabilmek ve bilgiyi kullanabilmek! İşte asıl mesele bu.”
Baybars Altuntaş, böyle anlatıyor kendi girişimcilik macerasını. Biz onu Dragon’s Den ile tanıdıktan çok sonra… Başarı hikâyelerini dinlerken, o başarıları elde etmiş kişilerin bir yanıyla bizden üstün oldukları sonucunu çıkarırız. Onlarda olan ve fakat bizde olmayan “o şey”dir, başarılarının sırrı; “o şey” ya hiç bizim olmamıştır ya da bizden çok uzaktadır. Her sayımızda girişimciler için ilham verecek, onları cesaretlendirecek konuları ele almaya çalışıyoruz. 4.sayımızda Baybars Altuntaş’ı dinlerken, “o şey” hakkında şöyle düşüneceğimizi fark ettik: O şey, ya sadece “henüz görüş alanımıza girmemişse?” Siz de bir kendini yoklayın, eminiz siz de göreceksiniz.
Aktivist: Sizce bir iş kurmak gerçekten kolay mı? Baybars Altuntaş: Eskiden başarıyı yakalayamamış insanlar şunu söylerlerdi: Köyümüzde Oxford vardı da biz mi okumadık? Şimdi ise bunu kimse söyleyemiyor. Bugün herkes başarıdan ve başarısızlıktan kendisi bizzat sorumlu. Geçen aylarda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bir üniversitede girişimcilik üzerine bir konferansa davet edildim. Konferansın sonundaki açık forumda öğrencilerden biri şunu sordu, ‘’Baybars Bey, siz bize gi-
rişimcilikten bahsediyorsunuz ve nasıl girişimci olabileceğimizi anlatıyorsunuz. Hâlbuki bizim ülkemizi dünyada Türkiye hariç hiç bir ülke tanımıyor ve ambargolardan dolayı portakal bile ihraç edemiyoruz. Bu şartlar altında bize anlattıklarınız anlamını yitirmiyor mu?’’ Şöyle kısa bir cevap verdim: ‘’ İnternetinizde de mi ambargo var? ‘’ Evet, artık girişimci olamayanların sığınacakları hiç bir geçerli sebep kalmadı. Şahane bir iş fikriniz varsa, internet karşınızda. Para kazanmak için neyi bekliyorsunuz ki? Dünyada en fazla yatırım alan sektör IT ve mobil teknolojileri. Bunun için ihtiyacınız olan ise sadece ve sadece 400 dolarlık bir bilgisayar ve şahane bir iş fikri. Aktivist: Girişimcilik nasıl oldu da sistemli bir kavrama dönüştü? Eskiden sadece dükkân açıyor ya da iş kuruyorduk… Baybars Altuntaş: Obama, 6 yıl önce başkan seçilmeden evvel bir araştırma yaptırıyor. Araştırma şunu gösteriyor. ABD halkının % 70’i dünyanın içine düştüğü bu ekonomik krizin sorumlusu olarak büyük holdingleri görüyor, krizden çıkışın da 1 veya 2 kişilik şirketler de dahil olmak üzere küçük girişimciler sayesinde gerçekleşeceğine inanıyor. Obama’nın 21.yüzyılı girişimcilik yüzyılı ilan etmesinin arka planında bu araştırmanın yattığına inanıyorum. 30 yıl önce üniversitelerin öğrenciler tarafından kurulmuş ekonomi kulüpleri olurdu. Daha sonra her üniversitede işletme kulüpleri kurulmaya başlandı. Şimdilerde ise girişimcilik kulübü olmayan üniversite yok gibi. Ekonomi kulüplerine ekonomi öğrencileri üye olabiliyorlardı, işletme kulüplerine ise işletme ve MBA öğrencileri. Halbuki girişimcilik kulüplerine girişimcilik ruhu taşıyan tüm öğrenciler üye olabiliyor. Ancak bu üyelik profilini incelediğinizde en çok ilginin bilgisayar bölümü öğrencilerinden olduğunu kolaylıkla görebilirsiniz. Aktivist: Son yıllarda dijital girişimcilerin büyük başarılar elde ettiğini görüyoruz. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
“yeni ekonomide kaynak kodu kimdeyse, sultan o’dur!” Baybars Altuntaş: Bilgiyi girişimcilik ruhu ile birleştirebilmek ve bu ikiliye görsel zekâyı da ekleyerek tüm dünyayı - daha doğrusu internetin ulaştığı herkesi - müşteriniz haline getirebilirsiniz. Ancak böylesine kolay gibi gözüken ve bu kadar bol müşteriye neredeyse yok denecek kadar az bir sermaye ile ulaşabilmek, hiçbir yüzyılda bu kadar kolay olmamıştı. Dijital ekonomi çağı, girişimciliğe kapılarını sonuna kadar açan ve sınırları ortadan kaldıran bir vizyon getirdi ülke ekonomilerine. Ancak bu vizyon, bireylere de anlamlı bir sorumluluk yükledi. Fikrin varsa, hemen uygula. Fikrin yoksa, mazeret arama. Digital-Economy Age olarak da adlandırabileceğimiz bu yeni ekonominin ana oyuncuları ise girişimcilik ruhu taşıyan mühendisler. Sanıldığının aksine mühendislik eğitimi almış olanlardan artık iyi girişimciler ortaya çıkıyor ve çıkmaya da devam edecek. Yeni ekonomik düzenin en önemli özelliği ise girişimcinin global bir pasaportunun ortaya çıkmış olması. Bu global pasaportun seri numarası ise Kaynak Kodları. Türkiye’de anlamlı bir söz vardır: Mühür kimdeyse, Sultan O’dur! Yeni ekonomide de Kaynak Kodu Kimdeyse, Sultan O’dur! Aktivist: Peki ya, finansman? Baybars Altuntaş: 1992 yılında cep harçlığımı çıkarmak için verdiğim derslerden kazandığım toplam 400 dolarımla bir reklam verdim ve 1 ay içinde 100 bin dolar nakit satış yaptım. Otobüsle gittiğim okulumun yurdunun bahçesinde çok değil 36 ay sonra sıfır kilometre BMW’m ve şoförüm beni bekliyordu. Kendimi çok becerikli hissediyordum. Halbuki geçen ay şirketimin İzmir franchise’si 100 dolar65
lık bir Facebook reklamıyla 25 bin dolarlık bir satış yaptı. Ben 400 doları peşin ödemek durumundaydım çünkü kredi kartı sistemi yoktu. Oysaki benim İzmir girişimcim gelecek ay ödemesini yapacaktı. Yani, şahane bir iş fikriniz var ise, ortaya hiç para koymadan para kazanıp sonra harcama yapma şeklinde bir iş modelini de kolaylıkla geliştirmeniz söz konusu. Önce Sat! Sonra Harca! Türkiye’de çok güzel bir söz vardır: Pekmezi Kilis’te olanın sineği Bağdat’tan gelir! Pekmeziniz yani iş fikriniz doğru bir iş fikriyse, dünyanın neresinde olursanız olun başarılı bir girişimci olmanız artık an meselesi. Aktivist: Melek Yatırımcılar, gerçekten melekler mi? :) Baybars Altuntaş: Dünyanın içine düştüğü ekonomik kriz girişimcilere de bir fatura çıkardı. Eskisi gibi bankalardan kredi almak kolay değil, hayatta sadece iş fikri olanlar için ise imkânsız. Eskiden Fikir + Yazılım + Görsel Zekâ üçlüsüne kredi verecek bankalar vardı ancak şimdi yok. Bunun farkına varan Beyaz Saray, girişimcilik zirvesine bu yüzden melek yatırımcıları da davet etti ve ortaya 21.yüzyılın girişimcilikte başarı formülünü ortaya koydu: Fikir + Yazılım + Görsel Zekâ + Melek Yatırımcı. ABD’de 2012 yılında 250.000 melek yatırımcı 20 milyar dolar melek yatırım gerçekleştirmiş durumda. Avrupa’da ise EBAN verilerine göre 2012 yılında 75.000 melek yatırımcı 5 milyar Avro yatırım gerçekleştirmiş durumda. Peki, kimdir bu insanlar? Girişimcilere ne gibi katkıları var? Diğer yatırımcılardan ne farkları var? Ülkeler neden bu insanları bu kadar çok önemsiyorlar? Ülkelerin melek yatırımcılık sistemine neden önem verdiklerini anlamak çok kolay. Her yeni start-up başlangıçta 5 kişi istihdam ediyor. Bu da her yıl Avrupa’da melek yatırım alan her yeni startup’ın 400.000 civarında yeni iş imkanı sağlaması demek. Bu rakam ABD’de 1.250.000 yeni iş demek. Melek yatırımcılar sadece girişimciler için melek değil, ülke ekonomilerinin de melekleri:) 66
Şubat - Mart / 2014
Aktivist: Melek Yatırımcıları bankalardan ayıran şey ne? Kredi almaktansa yatırım almanın ne gibi faydaları var? Baybars Altuntaş: Girişkenlikten girişimciliğe geçişte en önemli aşama iş modelinin finansmanı. Bankalar sadece par verir ve işe karışmaz. Aslında taşın altına pek de elini koymaz. Sene sonunda sadece faiz getirisini değerlendirir. Girişimci zarar da etse kar da etse banka açısından fark etmez. Aynı faizi girişimciden tahsil eder. Böyle davranmakta bir anlamda haklıdır çünkü girişimciye aktardığı para bankanın kendi parası değildir. Halktan topladığı parayı girişimciye aktardığı için halka karşı sorumludur ve bu yüzden girişimciden mutlaka garanti ister. Hâlbuki melek yatırımcı girişimciye kendi parasını verir. Parayı belli bir faiz karşılığında vermez, kurulan işe ortak olur. Taşın altına elini koyar. Daha da önemlisi kurulan işin ortağı olarak, girişimcinin ihtiyacı olan know-how ve network’ü de sağlar. Girişimciye paradan çok daha fazlasını verir. En önemlisi de girişimcinin işi belli bir noktaya getirdikten sonra yeni girişimcilere işini satmaya yönelik ‘çıkış’ stratejisini belirler. Şurası bir gerçek ki bir girişimcinin işini kurduktan sonra global yatırımcıların karşısına çıkıp uluslararası yatırım alması tek başına çok zor bir olay. Ancak melek yatırımcısı olan girişimci için bu pek de zor bir şey değil. Aktivist: En çok hangi sektörler yatırımcı alıyor? Nedenleri? Baybars Altuntaş: Hem Avrupa’da hem de ABD’de melek yatırımcılardan yatırım alan ilk sektör IT ve mobil teknolojileri. Bunun sebebi de çok basit: İstiklal Caddesine bile dükkân açsanız günde en fazla 1 milyon kişiye hitap edebilirsiniz. Hâlbuki sanal ortamda açılan bir dükkân doğru bir konumlandırma ve tanıtım ile internetin ulaştığı herkese hitap eder ki bu da dünya genelinde en az 3 milyar müşteri demek. Ayrıca, internet ile uğraşan profil genç bir nüfus ve tüketim eğilimleri daha yüksek. Fikir + Yazılım + Görsel Zekâ üçlüsünün finansla sulandığında vereceği meyvelere bu yüzyılımız pek çok kez şahit oldu.
Facebook, Twitter.com, Amazon.com ve daha niceleri. Ortak yanları ise şuydu: Genç insanlar fikir ürettiler, yazılım geliştirdiler ve görsel anlamda tüm dünya tüketicilerine hitap ettiler. Ve en önemlisi de melek yatırımcılarla buluştular. Aktivist: Siz hangi projelere yatırım yapıyorsunuz? Baybars Altuntaş: Ben kişisel anlamda melek yatırımlarımı IT ve Mobil Teknolojileri üzerine yönlendirmiş durumdayım. Ancak, girişimcilerin tüm sektörlerdeki projeleri de ilgi alanımda. Dragons’ Den’den sonra melek yatırımcı olduğumu itiraf etmeliyim ve şu anda 5 projeyi melek yatırımcı olarak takip ediyorum.
Baybars Altuntaş Yatırım Almanın Püf Noktalarını Anlatıyor Melek Yatırımcı, önce girişimciye yatırım yapar. Melek yatırımcılar, ortaklık yaptıkları girişimciyle beraber hareket etmeyi tercih ettikleri için, girişimciyle olan uyumları çok önemlidir. Girişimcinin topu ne kadar hızlı ve hangi kalitede koşturabildiğini görmek ister. Esas itibariyle, melek yatırımcılar doğru projeden daha çok doğru girişimciye önem verirler. Genellikle A tipi bir girişimci B tipi bir projeyle kolaylıkla melek yatırım alabilirken; B tipi bir girişimci A tipi bir projeyle melek yatırım alamayabilmektedir. Melek yatırımcı, girişimcinin sunumuna çok önem vermektedir. Girişimciler, melek yatırımcılara iş fikirlerini anlatırken çok dikkatli olmalılar. 5 dakika içinde melek yatırımcıya projeyi, finansmanı, yatırımın geri dönüş süresini ve çıkış stratejisini aktarmaları gerekiyor. Elevator Pitching denilen bu sunum tekniğini her girişimcinin kapması gerekiyor. Melek yatırımcı, çıkış stratejisini öğrenmek ister.
İşte size çok önemli bir ipucu: Sunumunuzda bu işten nasıl exit edileceğini belirttiğiniz an, melek yatırımcıdan bonus puanları toplamaya başladınız demektir. Genellikle girişimciler sunumlarında çıkış stratejisini anlatmazlar. Hâlbuki melek yatırımcının, bir başka melek yatırım gerçekleştirebilmesi için yatırım yaptığı işten en geç 7 yıl içinde çıkış yapması gerekir. Melek yatırımcınızı iyi tanımanız gerekiyor. Melek yatırımcınızın daha önce ne tip yatırımlar yaptığını, sizin iş fikrinizle ilgili sektörde ne kadar tanındığını ve bağlantılarının ne kadar güçlü olduğunu, daha önce melek yatırım almış olan girişimcilerin melek yatırımcınızdan ne kadar memnun kaldıklarını, size ne kadar zaman ayıracağını, daha önce yatırım yaptığı girişimlerin başarıya ulaşıp ulaşmadığını, özgeçmişini çok iyi incelemeniz gerekiyor. Melek yatırımcınız için due diligence çok önemlidir. Maç çok iyi gidiyor ancak ceza sahasında yapacağınız bir hata bir anda penaltı atışıyla karşı karşıya kalmanıza sebep olur. Melek yatırımcı sizi sevdi, doğru girişimci olduğunuzu düşünüyor. İş fikrinize de inandı. Şimdi sıra sunum sırasında söylediklerinizi test etmeye geldi. Çok az melek yatırımcı due diligence yapmadan hemen kararını verir ve girişimciyle hemen sözleşme imzalar. Pek çok melek yatırımcı 3 ayı bulan bir due diligence aşamasından sonra kesin kararını verir. Bu yüzden, sunumunuzla gerçekler birbiriyle örtüşmelidir ki hem girişimci için hem de melek yatırımcı için gereksiz zaman kaybı olmasın. Melek yatırımcıya 4 ayrı sunum hazırlayabilirsiniz. Girişimcinin, iş fikriyle ilgili 4 ayrı sunumunun elinin altında hazır olması gerekir. Melek yatırımcıyla yüz yüze sunum fırsatını yakaladığınızda ayrı bir teknik, e-mail yoluyla sunum yaptığınızda ayrı bir teknik kullanmanız gerekiyor. Önce 50 sayfayı geçmeyen iş planınızı hazırlayın. Daha sonra bu iş planınızı 20 slaytlık bir power
point sunuma çevirin. Power point sunum sonrası 4 sayfayı geçmeyen bir özet A4 sunum hazırlayın. Bu A4 sunumu en sonunda 5 dakikalık bir elevator pitching haline getirin. Böylelikle melek yatırımcılara mail yoluyla gönderebileceğiniz özet sunumunuz, yüz yüze geldiğinizde yapacağınız power point sunum ve elevator pitching hazır olmuş olur. Daha detaylı sunum isteyen melek yatırımcıya göndermeniz gereken iş planı da eliniz altında hazır konumdadır. Melek yatırımcıların girişimcilerle sözleşme yapma süreci En sancılı süreçtir. Girişimcilerin melek yatırımcıyla sözleşme yapma pratiği olmadığı için bu aşamada çok korkarlar. Ancak, bu konuda pek çok ülkede eğitimler mevcut ve girişimciler bu eğitimleri alarak aslında korkacakları bir şey olmadığını anlayabilirler. Bu konuda Avrupa’da en yetkin eğitim kurumu ise EBAN Institute. Amerika’da ise ACA Institute. Melek yatırımcınız ile aynı dili konuşmalısınız. Melek yatırımcının kullandığı terminolojiyi de bilmelisiniz. Melek yatırımcılık sisteminin temel kelimeleri şunlardır ve bu kelimeleri googledan araştırarak öğrenmeniz sizlerin faydanıza olacaktır. “Bootstrapping - Fundraising - Seed Funding - Term Sheet - Exit - Deal - ROI - Due Diligence - company valuation - start-up 100K” Melek yatıtrımcılar IT ve Mobil teknolojilerine yatırım yapmayı seviyorlar. Bunun sebebi de sınırların tamamen kalktığı tek sektör olması. Sınır ötesi yaptığınız yatırımı evinizden bile kontrol edebilmeniz mümkün. Girişimcinin ihtiyacı olan mentorluğu verebilmeniz için ise Skype yeterli.Ancak tüm melek yatırımlar sadece IT sektörüne gitmiyor. Hizmetler sektörü, elektrik ve elektronik, baskı ve yayıncılık, otelcilik ve restoran ve Bioteknoloji de melek yatırımcıların ilgi sahasında.
Melek yatırımcıyı kaçırmak istiyorsanız: Melek yatırımcıyı kaçırmak için aşağıda sıralananları eksiksiz yerine getiren girişimciler, iş fikirleri ne kadar iyi olursa olsun melek yatırıcıyı kaçırabilirler. Bu detayları, Dragons’ Den programındaki bir dragon olarak bizzat deneyimlerimi aktarıyorum ve bu hatalar maalesef sadece Dragons’ Den stüdyolarında olmuyor, pratik hayatta da girişimcilerin aynı hatalarıyla kolaylılkla karşılaşabiliyoruz.
a. Kötü bir sunum ve iş planı hazırlayın b. İş modelinden bahsetmeyin. Sadece ürünün özelliklerinden bahsedin. c. Sunumunuz sırasında ‘’Bu sistem anlayamayacağınız kadar karmaşık bir sistem’’ gibi cümleler kurun. d. Melek yatırımcılardan sadece ‘para’ istediğinizi belirtin. Gerisini size bırakıp güvenmelerini önerin. e. Due diligence aşamasında cep telefonunuzu kapatın, size kolay kolay ulaşamasınlar. f. Melek yatırımcının sorduğu soruları dinlemeyin. Onlar sizi dinlesinler ve anlasınlar. Melek yatırımcılardan yatırım alabilme ihtimaline ilişkin bir çalışma şunu gösteriyor. Girişimcinin iş fikri inceleme sürecinde başvuruların % 25’i bir sonraki basamağa geçebiliyor. Yani her 100 iş fikrinden 75’i kâğıt üzerinde eleniyor. Alt basamaktan gelen bu %25’lik kısmın % 30’u detaylı inceleme sürecini geçebiliyor. Bu da her 100 başvurudan yaklaşık 8’inin melek yatırımcıya yüz yüze sunum için davet edildiğini gösteriyor.
www.baybarsaltuntas.com www.eban.org www.angelcapitalassociation.org www.gust.com 67
kişisel gelişim z om yva ex.c an A z@yand k a H .ayva n haka
Rüzgâr
Bazen duyarsınız. Bir girişimci hızla büyümüştür. Kısa zamanda yüksek cirolar yakalamıştır. Pek akıl alır gibi gelmediği için türlü hikâyeler duyarsınız firma hakkında. Ya çok verimli bir müşteri yakaladığı söylenir ya da bir şekilde sağlam bağlantıları olduğu anlatılır. Bu anlatılan hikâyelerin en ilginç olanı ise açıklaması en zor olanıdır. “Bir rüzgar yakaladı, aldı yürüdü”.
Nasıl yani… Ne rüzgârı… Esti de biz niye hissetmedik… Açıklaması çok zor... Koca şirketi alıp yürüttüğüne göre kuvvetli olmalı… Aslına bakarsanız, gerçekten de bir rüzgâr etkisi var iş hayatında. Sadece girişimcilik yakasında değil, profesyonel çalışma hayatında da söz konusu bu rüzgârın etkisi. Sıkıntı ise havanın durgun olması, rüzgârın hiç esmemesi. Ki dönem dönem rastlarız bu duruma da.
Rüzgârın da çeşitleri var. Ne şekilde gösterir kendini, biraz bunu irdeleyelim. Bazen basında duyarsınız “in-out” listelerini. İşte orada gördüğümüz “in” ler bir anlamda rüzgâr alanını işaret eder. O listelerdeki “in” olan unsurlar yükselen değerleri ifade eder. İşte siz ve girişiminiz bu alanın içerisindeyseniz rüzgârın etkisine girdiniz demektir. Peki, bu iş bu kadar kolay mı? Yani “in” olan alanları takip edip o alanlarda iş yaparsınız olur biter değil mi? İşte o kadar kolay değil bu rüzgârı yakalamak. Çünkü in olduktan sonra o rüzgârın etkisine girmek, sağlıklı bir şekilde bu etkiden olumlu anlamda faydalanmak pek mümkün değildir. “in” olma ihtimalini önceden görmeniz, olduğunda da çoktan o rüzgârın içinde olmanız gerekir. Bu rüzgâr çeşidi biraz insanoğlunun tüketim tercihlerine göre şekillenir. Alışkanlıkların yer değiştirmesi sonucu doğar “in” rüzgârı. Unutulmaması gereken ise rüzgâr kesildiğinde çoktan yeni “in” alanlarına geçmiş olmanız gerekiyor. Çünkü o alan artık “out” olmuştur.
Alışkanlıkların yer değiştirmesinin yarattığı rüzgâr dışında daha makro alanlarda hareket eden rüzgâr çeşitlerine gelelim. Siyasi rüzgar da yeri geldiğinde sizi veya şirketinizi alıp bambaşka yerlere taşıyabilir. Özellikle yükselen bir siyasi hareketin erken dönemlerinde birlikte hareket etmeyi tercih edebilmişseniz. Bu yakalanması en zor rüzgâr hareketlerinden biridir. Ve ayrıca en riskli olanı. Çünkü eğer yükselen siyasi hareketi isabet ettirememişseniz sorun büyüktür. Kendinizi veya işletmenizi tehlikeye atmış olabilirsiniz. Ama doğru hareketi tutturmuşsanız, bir rüzgâr etkisinden elde edilebilecek en yüksek faydayı elde edebileceksiniz demektir. Çünkü siyasi rüzgârın içinde iseniz, rüzgârın etkisi ile ilerlemiyor, rüzgârla birlikte hareket ediyorsunuzdur. Yakaladığınız bu durum maksimum
68
Şubat - Mart / 2014
rüzgâr etkisini ifade eder. En makbul olanı. Siyasi rüzgâr çeşidi, Türkiye gibi gelişmekte olan genç ekonomilerde kuvvetle rastlanabilen rüzgâr çeşididir. Piyasa rüzgârı. Bazı dönemler riskin minimize olduğu, hareketliliğin maksimize olduğu piyasa dinamiklerini işaret eder. Bu dönemlerde çakılı kalmamak veya rüzgâra karşı yürümemek yeterlidir. İşte böyle bir dönemin içerisinde iş kurmuşsanız, işinizi büyütme hamleleri yapmışsanız veya yeni yatırımlara girişmişseniz, piyasa rüzgârı mutlaka size yardımcı olacaktır. Önemli olan bu rüzgârı ne kadar erken hissettiğiniz ve rüzgârla ne kadar uzun hareket edebildiğinizdir. Yani rüzgârın sizi ne kadar yükseğe çıkarttığı… Etkisi çok abartılı olmayabilir ama sağlam ve sağlıklıdır. Gelişim/değişim rüzgârı. İş dünyasının alanlarında bazen gelişim/değişim dönemlerine rastlarız. Örneğin teknolojide gelişim dönemi. Gelişen teknoloji ciddi bir rüzgâr etkisi yaratmıştır. Bunu görebilmiş ve kullanabilmişseniz mutlaka rüzgârın etkisi lehinize sonuçlar doğurur. Yeni geliştirilmiş bir teknolojinin öncülerinden biri olduğunuz takdirde maksimum rüzgâr etkisi altındasınız demektir. Keyiflidir. Apple örneği mesela. Ya da iş idaresi/yönetim alanında değişimi tespit etmiş ve bu değişime ayak uydurmuşsanız, rüzgârı yakaladınız demektir. Aynı şekilde özel hayatınızda ve iş hayatınızda da değişim ve dönüşümü sezmiş, adapte olabilmişseniz, rüzgârın etkisi ile yükselmektesiniz demektir. Çok keyiflidir. Yaşamınızda birkaç kez yakalayabileceğinizi unutmayın ve asla boşa harcamayın derim. Sana özel rüzgâr. Her insanın hayatında kendi öz rüzgârı ile hareket edebildiği dönemler vardır. Yaşamınızın hangi dönemine denk geldiği son derece önem taşır. Bir de sizin ne kadar farkında olduğunuzla orantılı çalışır. Mesela, güçlenen rüzgâr üniversiteye gireceğiniz döneme denk gelirse ve siz de bunu fark edip kullanabilirseniz yaşamınızda önemli bir adımı gerçekleştirmiş olursunuz. Veya iş yaşamına adım attığınız döneme denk gelirse yaşamınızın yönü tamamen değişebilir. Fark edebilmek önemlidir. Çünkü her zaman öğrenilmiş şekilde çıkmayabilir karşımıza kuvvetlenen rüzgâr dönemi. Bazen fark edebildiğiniz için hayatınızın en önemli dönüşümünü gerçekleştirebilirsiniz. Algılarımızın açık olması, ne istediğimizi biliyor olmamız önemli. Rüzgâr çeşitlerinin yanında, rüzgâr içerisindeki konumlanmamız
da çok önemli. Üç farklı konumlanma söz konusu. Rüzgârın bir parçası olmak, rüzgârla birlikte hareket etmek ve rüzgar tarafından sürüklenmek. Bu üç durumun en makbul olanı rüzgârla birlikte hareket etme durumudur. Rüzgârın bir parçası olma durumunda oluşan rüzgâr alanından maksimum fayda elde edebilmek söz konusudur. Etkilenme birebirdir. Rüzgâr alanının karakterini de birebir özümsemişsinizdir. Ancak, rüzgâr kesildiği zaman sizin için de rüzgâr alanının sonu gelmiş demektir. Başka bir rüzgâr alanını fark etmeniz, geçiş yapmanız neredeyse imkânsızdır. Küpünü doldurma dönemi. Rüzgâr tarafından sürüklenme konumu tamamen tesadüf ya da genel bir rüzgâr alanı etkisine maruz kalma durumudur. Genellikle piyasa rüzgârı çeşidinde rastlarız. Bu tür farkındalığın düşük olduğu durumların akabinde ters rüzgâra kapılmak kuvvetle muhtemeldir. Ve genellikle ilk rüzgârla toplanan fayda ters rüzgârla kaybedilir. Rüzgârla sürüklenirken fark etmek ve kendinizi konumlandırmanız sonucu değiştirebilir. Bu tür durumlarda profesyonellik prensiplerine başvurmak yerinde olacaktır. Rüzgârla birlikte hareket etmek tam bir bilinçli ve farkında hareket etme halini işaret eder. Genellikle yaşamını ve işletmesini profesyonel olarak idare etmeyi seçmiş olanların konumlarının sonucudur. Ters rüzgâra kapılmaları neredeyse imkânsızdır. Rüzgâr kesilince statükoyu korumaya geçer ve yeni bir rüzgâr ile hareket etme konumunu kollarsınız. “Neden ben?” sorusunu soran ve “neden ben olmayayım” değerlendirmesini yapanlardan olmak, rüzgâr içerisinde, onunla birlikte hareket etmenizi sağlayacaktır. Evet, var mı çevrenizde rüzgârı yakalayıp alıp yürüyenler? Bir bakın bakalım hangi çeşide ve konumlanmaya giriyor. Belki de siz…? Sonuçlarını, tespitlerinizi paylaşmanızı bekliyorum. 69
yaşam
kutsal savas.
Elif
ar Bay
kaynanagelin
Ödipus’u yaşadığına pişman edecek kadar malzeme var ekranlarda. Yıllardır evlilik programlarında kadının, erkeğin ilişkilerdeki rolleri üzerine atılıp tutuluyordu. Şöyle standartlar, böyle tavırlar, çocuk meselesi, gelirler vs. Şimdi bir basamak daha tırmanıp kutsal evlilik kurumuna dâhil olabilmiş o “şanslı” kitlenin “gelin”, “kaynana”, “koca” olarak neyi nerede yapması gerektiği konuşuluyor. Şu sıralar kafamı sürekli kurcalayan bir konu var: Seda Sayan’ın programına katılan insanların ruh hali. Evet, boş zamanım çok, işsizim, ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Aslında program içerik olarak da uzun uzun incelenebilir. Ancak bu yazının konusu, ekrandaki ruh halleri. Kafamı kurcalayan temel sorun anne-oğul-gelin ilişkileri. Programın öncelikli etkisi bu yönde oldu. Programın içeriği şu şekilde: Kaynanalara ve gelinlere sorular soruluyor, erkekler anneleri ve eşleri arasında seçim yapmaya zorlanıyorlar. Gelinler “eş” durumundan önceliğin hep onlarda olması gerektiğini, kaynanalar ise, erkek yetiştirmiş anne olarak “her şey” olmaları gerektiğini savunuyorlar. Bu içerik insanın bu ilişkileri sorgulamasına neden oluyor. Öncelikle bir anne, oğlunun eşi ile neden yarışır? Bir erkek annesi ile eşi arasında neden seçim yapar? Kayınvalideler ya da eşler bir televizyon programında olmalarına ve ödül için yarışmalarına rağmen cevaplardan etkilenip, cevaplara üzülüp neden darmadağın olurlar? Gelinler annelere karşı zafer kazanınca “Annecim kusura bakma ama onun eşi benim” deme ihtiyacı neden hisseder? 70
Şubat - Mart / 2014
Bana göre, temelde yanlış olan şey, bir erkeğin annesi ve eşi arasında seçim yapması aslında. Ödipus’u yaşadığına pişman edecek kadar malzeme var ekranlarda. Yıllardır evlilik programlarında kadının, erkeğin ilişkilerdeki rolleri üzerine atılıp tutuluyordu. Şöyle standartlar, böyle tavırlar, çocuk meselesi, gelirler vs. Şimdi bir basamak daha tırmanıp kutsal evlilik kurumuna dâhil olabilmiş o “şanslı” kitlenin “gelin”, “kaynana”, “koca” olarak neyi nerede yapması gerektiği konuşuluyor. Herkesin de bildiği uyguladığı kurallar var gibi, sanki gizli bir tarikat var, evlenmeden girilmiyor, evlilik süreci ile kurallar size “üstat”lar tarafından öğretilmeye başlanıyor. İçeriğe dönersek, birbirinden ilginç sorular var programda, dediğim gibi sorulan sorular temelde, erkeklerin hayatlarındaki kadınların arasında seçim yapmasına dayanıyor. Örnek bir soru, siz şehir dışındayken deprem olsa önce annenizi mi ararsınız eşinizi mi? şeklinde. Annenin cevabı “Tabii ki ben, ben onun hayatında daha önemliyim”, eşin cevabı “Tabii ki ben, ben onun hayatında daha önemliyim”. Olayın trajikomik hali burada da bitmiyor, dananın kuyruğu “oğul”ların verdiği cevapla kopuyor. Eşimi ararım cevabı alan bir anne, yıkılıyor. O kadar üzülüyor ki bir şey söyleyemiyor, tıkanıyor. Ağladı ağlayacak. “Gelin” öyle bir zafer kazanmış edayla kuruluyor ki koltuğa. Tam tersi de yaşanıyor, bu sefer yıkılan üzülen darmadağın olan “gelin”. Burada esas merak ettiğim gelin ve kaynanaların üzüntüsü bir “bir başka kadın” ya da “en büyük rakibe” arandığı için mi? Eğer öyleyse ödipal kompleksin dibine vurulmuş, en derinlerinde bir yaşam oluşturulmuş demektir. Anneniz mi daha tatlı dilli eşiniz mi? Anneniz mi daha iyi giyinir eşiniz mi? gibi sorularla devam ediyor program. Her seferinde aynı saçmalıkta başka bir soru ile. Bu noktada programı hazırlayan ekibin çok iyi sosyal analizler yaptığını söylemek mümkün. Ekranlarda bu kadar başarılı olan bir insanın bunları rastgele yaptığını düşünmek naif bir tutum olacaktır.
Oidipus kompleksi, Sigmund Freud'un kurucusu olduğu psikanalitik teoriye göre karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamı. Freud’a göre her çocuğun ilk aşkı karşı cinsteki ebeveynidir. Erkek bebeğin sürekli annesine şımarması, babasının annesiyle ilgilenmesinden rahatsız olup ağlaması veya araya girmesi örnek olarak verilir. Sophokles'in Oedipus hikayesine dayanır. Oedipus, daha doğmadan tanrı Apollon tarafından yapılan kehanette, babasını öldüreceği ve annesi ile evleneceği bilinir. Bu kehanet üzerine babası,Thebai Kralı Laios, Oedipus doğduktan sonra onu öldürtmek ister. Ancak annesi, onun cellatlar tarafından öldürülmesi yerine ormanda ölüme terk edilmesine ikna eder kralı. Ancak kehanet Apollon'dan gelmiştir ve gerçekleşecektir. Çocuk çobanlar tarafından bulunur, büyütülür. Kral'ın oğlu olduğunu bilmeyen Oedipus, bir gün kralla karşılaşır ve onu öldürür. Sonra da kraliçe ile annesi olduğunu bilmeden evlenir ve ondan dört çocuğu olur. Yıllar sonra gerçeği öğrenecek olan olan Oedipus, acı içinde gözlerini kör eder. Kraliçe ise kendini öldürecektir.
Anneler ve gelinler arasındaki yarış da oldukça ilginç. Sanki hayatı boyunca başka kadınlarla yarıştığı yetmiyor gibi mini mini gelinlerin esas sınavı eşlerinin annesi ile veriliyor. Anneler bin bir emekle büyüttükleri, yerlere göklere koyamadıkları çocuklarını bir türlü paylaşamıyor; onlara göre gelinler bir türlü oğullarına yakışır giyinmiyor, yemekler yapamıyor, olmuyor olmuyor. Bu sağlıksız ilişkiyi düşündükçe sebeplerini merak ediyorum. Acaba şu an kaynana koltuğunda oturan orta yaşlı hanımlar, zamanında gelin görevlerini yerine getirirken eşlerinden yeterli ilgi görmediler de, oğullarını bu eksiklik içinde, beklentilerle mi büyüttüler. Bu konuyu uzmanlarına bırakmak daha sağlıklı olacaktır. Oğullara gösterilen bu kopmaz bağlılık, onun eşi ile yarışmak normal mi geliyor o yaştaki kadınlara? Yoksa çocuğunun eşi hakkında konuşurken “ben ondan daha güzel giyiniyorum, ben ondan daha iyi yemek yapıyorum, ben daha temizim, ben daha düzenliyim” düşünce şekli sağlıklı kabul ediliyor da ben mi bilmiyorum. Bu noktada insanın aklına sayısız soru geliyor: Bir erkek bunun için mi evlenir? Kaynanalar prenses sendromu mu yaşıyor? Tamam sen daha iyisin gelininden, peki ne istiyorsun? Gelin görevi ile programa katılan kızcağızlar da bu yarışta çömez olmalarına rağmen
zamanla neler yapabileceklerine dair ipuçları veriyorlar. Herkes tırnaklarını çıkartmış durumda. Program boyunca evlilik, gelin-damat, kaynana gibi kavramların tanımı yapılıyor ve herkes yazılı olmayan kuralların çerçeve oluşturduğu bu kimlikleri yaşamaktan memnun gibi. Burada böyle yapması lazım, böyle demesi lazım, kocasına böyle yaklaşması lazım, onu şöyle hoş tutması lazım, ağırbaşlı olması gerekir… “Lazım”, “gerekir”, “olmalı”… Yazanı yıllar önce unutulmuş bir öğreti kitabından alınmış cümleler gibi. Uzuyor gidiyor, herkes halinden memnun. Bu düşünceler içinde kaybolurken iki saat civarında süren program bitiyor. Aklımda annesi ve eşi arasında seçimler yaparken sürekli o bana bunu yaptı öbürü benle böyle ilgilendi diyen, benmerkezci damatlar; oğulları için en ideal kadının kendisi olduğunu her hareketiyle gösteren anneler; programa seyirci olarak katılan kaynanaların, yarışan kaynanaların her zaferinde (zafer: oğullarının onları tercih edişi) alkış kıyamet onlarla sevinmesi; gelinlere de eşleri için yaptıklarına karşılık sevgi bekleme tavrı kalıyor. Bir insan evladı da çıkıp onlara, anneler ve eşler arasında seçim yapmak çok ağır bir manyaklık, aile ilişkilerinde duygusal bir ensest yaşanıyor demiyor. Belki kimsenin aklına bile gelmiyor. 71
yaşam a kay com etin gmail. Ç e a@ Müg etinkay ec g u m
Ekmek
1 Haziran 2013, şimdi evde olup sıcacık çayımı yudumlamak da vardı dedirten soğuklukta bir Londra günü. Arkadaşımı bekliyorum. Her zamanki gibi, evden çıkmadan önce koordinatları kontrol etmeyi unutmuş, geç kaldı. “Ama o gelmezse ceketimi ve çantamı kim tutacak?” diye düşünüyorum. Kısa bir süre sonra, onu beklediğim istasyonun tamamen ters istikametinde bir yerden belirdi. Ben ve benim gibi pembenin elli deli tonuna bürünmüş binlerce kadın, karşıya geçip Regents Park’a yürüdük. Kimimiz koşarak, kimimiz yürüyerek ya da sürünerek, parkın içindeki 5 ya da 10 kilometrelik kulvarlarda, kendimizle yarışmak üzere oradayız. Hepsinden de önemlisi, ucundan, kıyısından ya da çok yakınından, çoğumuzun hayatına dokunmuş kanser hastalığına 72
Şubat - Mart / 2014
dikkat çekmek niyetindeyiz. Bu uğurda yalnız değiliz. Bu yazımın da konusu olan, fakat Türkçe’ de tam karşılığını bulmakta zorlandığım bir charity, yani bir hayır kurumunun, ülke çapında organize ettiği bir etkinlikle oradayız. Cancer Research UK (İngiliz Kanser Araştırma) İşin yarış kısmını ciddiye alanlar için, formda kalmak, iyi beslenmek, pratik yapmak gibi kişisel yükümlülükler dışında, etkinliğe kaydolmak ve bu kurumun çalışmalarına destek olacak bir parayı toplamak koşulu var. Miktar ise, sizi bu uğurda destekleyecek hayırsever arkadaşlarınız ve meslektaşlarınızın kesesine ve cömertliğine kalıyor. Kurum, bu iş için hizmet veren bir web sitesi aracılığı ile bu mekanizmayı da sağlıyor. Arkadaşlarınız da kısacık bir online işlem ile sizi de
yüreklendirecek mesajlar bırakarak, bağışlarını yapabiliyorlar. “Bol şans Müge! Her şey tıkır tıkır işliyor.
Başka bir dünya mümkün! Bundan 8 yıl kadar önce, Felix Baumgartner daha düşünedursun, ben kararımı vermiş ve Lupus UK yararına, paraşütle uçaktan da atlamıştım. O zaman da hayırsever dostlar ile beraber, bu kurumun çalışmalarına katkıda
alabildiğine çeşitli yollarla bağış toplamanın temelleri, 12inci yüzyıla uzanıyor Britanya’da. O zamanın ilk hayır kurumları, özellikle dini gruplar ile zengin ve soyluların, ihtiyacı olan kimselere yardım etmesi amacıyla başlamış. Bu, yoksullar için toplanan bağışların iyi yönetilememesi, verilen hediyelerin gerçekten ihtiyacı olan kimselere ulaştırılamaması gibi sorunları da beraberinde getirmiş. Hasta, yetim, dul ve engellilere; barınak, yiyecek, giyecek ve hasta bakımı sağlayan yardım biçimi ise zamanla, hastane, yetimhane ve barınma evlerine dönüşmüş.
Britanya popülasyonun %50 si düzenli bağış yapıyor ve bu bağışların önemli bir kısmı doğal afetlerden etkilenen ülkeler için toplanıyor
bulunacak güzel bir miktar ve iyi dilekler toplamıştık. “Paraşütü açmayı unutma Müge!” Hayır kurumları ile olan organik bağım, her defasında kaslarımı kullanmamı gerektirmese de hala devam ediyor. Magazin sayfalarındaki bir ünlüden esinlenip koşmaya başlamak, sitenin etrafında bisiklete binmek, bir siyasi figürün tavsiyesi üzerine tas tas kuşburnu çayı içmek ya da Hürrem’ e benzemek için saçları soğan kabuğu rengine boyatmak gibi gelip geçici bir heves de değil bu. Sportif aktiviteler, temalı, kostümlü eğlenceler, film gösterimleri, Kasım Ayı’nda bırakılan pala bıyıklar gibi,
Yüzyıllar boyunca da hem bu kurum ve vakıfların sayısının, hem de kuruluş nedenlerinin arttığını görüyoruz. Bunların pek çoğu hala, yoksul ve hastalara hizmet etmeye odaklansa da, pek çoğu da küresel ısınma (Örneğin, Friends of Earth), Aids (Örneğin, Body & Soul) düşünce özgürlüğü (Örneğin, Speaker’s Corner Trust), gay ve lezbiyen hakları (Örneğin, Stonewall), kültür ve sanat (Örneğin, Round House), insan hakları (Örneğin, Amnesty) ve hayvan hakları (Örneğin, RSPCA) gibi yüzlerce farklı konuda ciddi çalışmalara kendilerini adamış durumdalar. Bugün Britanya’da kayıtlı, 180.000 hayır kurumu ve vakıf var. Bu kurumlarda çalışan binlerce kişi, dünya çapındaki sorunlar üzerinde, sadece ofislerde değil, dışarıda, alanlarda da çalışarak, doğal afetlerde, sağlık ve barınma olanakları sağlıyor, hayvanları kurtarıyor, devlet mevzuatlarını ya da insanların tutumlarını değiştirmek için kampanyalar yapıyor. Umut veren bir başka ayrıntı ise, Britanya popülasyonun %50 sinin düzenli bağış yaptığı ve bu bağışların önemli bir kısmının doğal afetlerden etkilenen ülkeler için toplanıyor olması. “Başka bir dünya mümkün!” Türkçe’de karşılığını bulmakta zorlanma sebebim de işte bu çeşitlilik. Bu sektörün aslında anlatılmaz yaşanır dedirten türden işleyişine bir örnek vererek devam edersem, sanırım konuya biraz daha rahatlık getirebilirim. 17 Şubat 1923’te, yayına başladıktan sadece üç ay sonra BBC Televizyonu, bir anons ile Birinci Dünya Savaşı Gazileri için 73
çalışan bir hayır kurumu olan, “Winter Distress League” adına, £26 toplamayı başarıyor. Bugün BBC, yaklaşık 12 farklı Yardımseverlik Programı/Fonu yürütüyor. Acil yardım, spor, performans sanatları ve aile gibi ana başlıklar altında toplayabileceğimiz bu yardım fonları, buradan sayısız farklı yardım kurumlarına bölüştürülüyor. Bunların içinde en çok tanınan ve halkın kalbine en yakın olan program ise, ihtiyacı olan çocuklar için oluşturulan “Children in Need”. Bu yardım programlarına bağış yıl boyunca devam ediyor. Yılın bir akşamı, özel bir programla yapılagelen çalışmalar ve başarılmış projeler, ünlü konukların da gönüllü katılımıyla ekranlara taşınıyor. Danslar, skeçler, müzik ve coşku. Bir yandan da, bundan sonra yapılması gerekenleri göstererek, “Durmak yol yola devam” demenize neden oluyor. Motivasyon muhteşem. Ülkenin dört bir yanında toplanan paralar, o gece ekranda canlı olarak fona akıyor. Toplam tutar 2011’de £46 Milyon (yaklaşık 169 Milyon Türk Lirası). Para, “Her çocuğun bir çocukluğu olsun” vizyonu ile İngiltere’nin her köşesindeki dezavantajlı çocuklar ve gençler için kullanılıyor. Son derece dikkatli ve planlı bir dağılım ile aile, eğitim, oyun, danışmanlık, spor, gelişim, tatil, kültürel projeler, gençlik servisleri, göçmenlik, yatırım, hastalık, yoksulluk ve engellilik ile ilgili çalışmalar yürütülüyor.
Başka Dünya Hayırseverlik hemen hemen bütün toplumların ortak olgusu. Osmanlı’da hayırseverlik uygulamalarının kökenlerinin, İslam ve Moğol-Türk geleneklerine dayandığını gösteren araştırmalar var. O zamanın en önemli yardım kurumları ise vakıflar. Özellikle saray kadınlarının bu kurumların kuruluş ve işleyişlerindeki rolü çok önemli. Bu rol, kadınların sosyal hayattaki yerleri üzerinde de olumlu gelişmeler sağlamış. (Osmanlı’da Hayırseverlik – Amy Singer 2002). Osmanlı’da 74
Şubat - Mart / 2014
sosyal devlet, sosyal politika gibi kavramların yerine, sosyal dayanışma kavramları kullanılmış ve sosyal dayanışma, temelleri İslam Dinine dayanan bu, vakıf, aile ve loncalar aracılığı ile yürütülmüş. Bu bağlamda da, hayır, şefkat, sadaka ve zekât kavramları ile yoksullara destek olunmaya çalışılmış. Yazımın konusu “İnsan hakları ihlali olarak yoksulluk” olmadığından, ayrıntılı bir sosyolojik analize girmiyorum. Konu ile ilgili açlık hissim de yazdıkça artıyor ama en kompakt halde sunuma devam etmek istiyorum. Dakika başı değişen Türkiye gündemini yakalamakta zorlanıyoruz. Aralık 2013, sosyal medya sayfalarımız Van görüntüleri ile doldu. Ülkenin en büyük sorunlarından birinin yoksulluk olduğunu hatırladık. Unutmamıştık ama dikkatimiz fena dağılmıştı. Acil yardım çağrıları arka arkaya düştü ekranlarımıza. Kaynağını bilmediğimiz hesap numaraları, ücretsiz taşıma yaptığı belirtilen kargo şirketleri adresleri, ne kadar iyi niyetli olsa da, temel ihtiyaçları hesaba katamamış listeler. Biz Londralılarda, Haziran 2013’ten çok tanıdık olduğumuz bir çaresizlik hissi. Van için aramızda yardım toplamak kolay ama ulaştırmak neden bu kadar zor? Elbette ülkemizde de başarılı çalışmalar yapan yüzlerce
yardım kurumu ve vakıf var. 1868’den beri ulusal ve uluslararası boyutta hizmet veren Kızılay; 1928’de kadınlara yönelik çalışmalarla başlayan, Türkiye Yardım Sevenler Derneği, 1992’de Toprak Dede Hayrettin Karaca ve Yaprak Dede A. Nihat Gökyiğit tarafından Anadolu’da yaşanan erozyon ve çölleşme tehlikesine kamuoyunun ilgisini çekmek için kurulan TEMA Vakfı ilk akla gelenlerden. Fakat Van örneği, acil müdahale gerektiren olağanüstü hallerde kullanılacak bir yardım fonunun olup olmadığı sorusunu akla getiriyor ya da olan fonu anında harekete geçirilebilecek pratiklikte bir mekanizmanın eksikliğini düşündürüyor. Hepsinden önemlisi de bu yardımlar ile yapılan iyileştirmelerin, dönüştürülebilir ve sürdürülebilir bir hayat tarzına ön ayak olabilmesi. Her kış Van’a ayakkabı, ceket ya da para göndererek bir yere varmamız pek mümkün değil. İyileştirme şart.
Zidisha Modeli Anlaşıldığı üzere hayır kurumlarınca toplanan bağışların önemli bir bölümü, yoksulluk ve doğal afet bölgelerinin kendi kendilerine yetebilecek, sürdürülebilir bir yaşam tarzına kavuşmalarına hizmet için kullanılıyor. Önemli bir bölümü ise açlık, barınma, sağlık gibi acil müdahale gerektiren durumlarda harcanıp gidiyor. Bir online mikro-kredi organizasyonu olan Zidisha da işte bu noktada bu modele eleştirel bir yaklaşımla doğuyor. Dezavantajlı kimselere hediye ve para aktarımı şeklindeki yardımların uzun vadede bir yararı olmadığını, bunun bağış yapanlar ve alıcılar arasında bir bağımlılık ilişkisi yarattığını savunuyor. Zidisha’ya göre mikro-krediler ödünç vermek ve küçük yatırımlar yapmak, karşı tarafı teşvik edici ve bağış yapmaktan çok daha iyi, kişileri mental olarak da yüreklendiren ve umutlandıran bir model. Zidisha’ya ücretsiz üye olan küçük yatırımcılar, sitede mikro-kredi talebinde bulunan küçük girişimciler
ile doğrudan iletişime geçebiliyor. Arzu ettiği projeyi destekleyen yatırımcıların paraları doğrudan bu kimselere aktarılıyor. Proje başarıya ulaştığında da girişimciler, borçlarını küçük bir faiz ile birlikte sahiplerine azar azar ödemeye başlıyor. Örneğin, Pherister Ndoge, Zidisha’dan ödünç aldığı para ile okul parasını ödemeyen çocuklar için Kenya’da bir okul açmış.
Show Zamanı Zaman, televizyonlarda yayınlanan kamu spotlarının ışıklarını kendi üzerimize çevirmemiz zamanı. Bu örnek videoda da vurguladığı gibi, bazen sorunlar içinden çıkılmaz olabilir ama başlangıçta lokal de olsa, çözüm üretmeye başlayarak ve hemen sonrasında büyük düşünerek başka bir dünya mümkün. Londra, Ocak 2014
Yazarın bir önceki Aktivist yazısı: Kral Çıplak
daktilo by müge © 75
atın
ri s ünle
ür
ız layın
tık k için
alma
röportaj
Giyilebilir Sanat İle Kişiselleştirilmiş Moda!
Ceylan İnsel, kendi adıyla yarattığı t-shirt markası ve tek tek elle çizimlerden oluşan “Giyilebilir Sanat” koleksiyonuyla; sanatın, günlük hayatımızın içinde yer almasını hedefliyor. Bereket, Semazen, Hz. Fatma Ana’nın Eli, Nar, Fil, Ağaç farklı kültürlerin inanışlarını ve bu kültürlerin kavram değerlerini simgeleyen mitolojik sembollerini tasarımlarında kullanan sanatçının kendi el çizimlerinden oluşan koleksiyonunu ve Atölye 26’yı konuştuk. Aktivist: Giysi dolaplarına farklı bir esinti getiren “giyilebilir sanat anlayışı” nasıl oluştu? Ceylan İnsel: Bence sanat ve tasarım anlayışı biraz değişti, artık her ikisi de daha çok günümüzün içinde yer alıyor. Sokakta yürürken bazen çeşitli projelerle yapılan tasarım objelerine rastlıyoruz (bir zamanlar ineklerin, yıldızların yer alması gibi) veya birden sokaklar da sergi alanına dönüşüyor. Bir de artık insanlar artık kişiselleştirilmiş objeleri veya kıyafetleri tercih etmeye başladılar böyle olunca giyilebilir sanat da günlük hayatımızın içine girdi. Sanat hem daha ulaşılabilir hem de üzerimizde olmaya başladı. Aktivist: “Hayatı yavaşlatmak” ne anlam taşıyor sizde? Ceylan İnsel: Ben hayattan ve yaptığımız her şeyden keyif almanın çok
Aktivist: Sizce moda nedir? Ne olmalıdır? Ceylan İnsel: Bir şey moda diye illa da giymek diye bir şey olmamalı elbet, kendi karakterinize uygun giyiniyorsanız ve biraz da zevk sahibiyseniz zaten her şey üzerinize oturuyordur. Bize uygun modayı bence biraz eğlenceli görüp giydiklerimize yansıtırsak sonuç başarılı oluyor ama bir zorunluluk gibi görürsek iğreti duruyor. Bence moda insanların sabit durmayıp hep gelişmek, yaratmak, değişiklik istemelerinin bir örneği.
önemli olduğuna inanıyorum, yaşım ilerledikçe hayata sadece bir kere geliyoruz lafının doğruluğunu daha da iyi anladım. Günümüzde her şey çok hızlı ilerliyor, hele büyük bir şehirde oturuyorsanız vakit anlamadan bir şekilde geçiyor. O yüzden her anın farkına varmak, tadını çıkartmak ve o günün sonunda kendim veya sevdiklerim için iyi bir şey yapmış olmak istiyorum. Aslında galiba basit ve ufak şeylerden zevk almayı da öğrenmek, hayatı yavaşlatmanın bir parçası. Aktivist: Sizin bakış açınızdan, sizce, insanların en temel gereksinimi olan giyinmek nasıl modaya dönüştü? Ceylan İnsel: Estetik kaygı, farklı olmayı istemek ve yaratıcı olma isteğiyle bence temel bir ihtiyacın içine moda girdi ve de bu da dev bir endüstriye dönüştü.
76
Şubat - Mart / 2014
Aktivist: Sadece tişört mü yapıyorsunuz? Ceylan İnsel: Resimlerimi tuvale ve rapido ile kâğıda da çiziyorum, bir çok sergim oldu. Ama çizimlerimi daha çok günlük hayatımıza da sokmak istediğimden kendi adımla tek tek elle çizdiğim/boyadığım tişört markamı da yarattım. Buna ek olarak Fransa’da elle üretilen Chocolate Hills adlı bir çanta
markasıyla işbirliği yapıyorum ve onların çantalarının üzerlerini boyuyorum. Aktivist: Bize biraz da ürünlerin kumaşından, bedeninden bahsedebilir misiniz? Ceylan İnsel: Tişörtlerim koton veya viscoselar çünkü onları çizimlerimde çok rahat kullanabiliyorum. Çantalar ise yarı kanvas yarı deri. Tişörtlerimde bir çok model var ama tarz olarak dökümlü çünkü kendim öyle giyiniyorum. Yakında farklı modeller gelecek, yaz için bikini üzerine giyilebilecek tunik tişörtler de olacak … Erkek modelleri üzerinde de çalışıyoruz. Aktivist: Atölye 26 nasıl kuruldu? Orada neler bulabiliriz? Ceylan İnsel: İki sene evvel Milano’dan İstanbul’a yerleştim ve Bebek’te şu anki atölyemi gördüğümde hiç düşünmeden burası olmalı dedim çünkü çok pozitif bir enerjisi olan bir yerdi. Burada resim atölyem ve kendi yaptığım tasarımların dışında yurtdışından gelen sanatçıların da dekoratif eserleri oluyor, bir de yarı değerli taşlarla yapılan takılar var tasarımlarıma eşlik etmesi için. Aktivist: Sizin bir de resim üzerine atölye çalışmaları düzenlediğinizi gördüm. Bu derslere kimler katılabilir? Bize şartları anlatabilir misiniz? Ceylan İnsel: Ben daha ziyade atölye çalışmaları olarak nitelendiriyorum, Parsons School of Design’da öğrendiğim şekilde resim ve çizim çalışmaları yapıyoruz. Hem büyükler hem de çocuklar katılabiliyor bunlara ama küçük
gruplar ile veya tek kişilik yapıyorum. Çocuklarla resim çalışmaları yaparken sanat tarihini de öğrenmeleri için ikisini bir araya getiriyorum. Bir de gelenlerin kullanabilmeleri için sanat kitaplarıyla ilgili bir kütüphanem de mevcut.
yaşatan, daha fazla hayal kurmayı ve gerçekleştirmek için çabalamanızı sağlayan bir olgu. Bir de yaratıcı olmak insanı hem değişken kılıyor hem de yeniliklere açık olmanızı, hayatı korkmadan yaşamanızı sağlıyor.
Aktivist: Sanat mı modayı, moda mı sanatı etkiler ya da hangisinin etkileyişi size daha yakın? Ceylan İnsel: Bence artık her şey birbirini etkiliyor, sanat da eski zamanlara göre çok farklı artık o yüzden herhangi bir şeyden ilham alınabiliyor. Benim için daha önde olan sanat çünkü tişörtleri veya çantaları tuval niyetine kullanıyorum. Elbette birilerinin yaptıklarımı alması beni çok mutlu ediyor ama ilk başta kendim için çizimlerimi yapıyorum kumaşların üzerine.
Aktivist: Yaratırken, nelerden esinleniyorsunuz? Sanatın öteki dalları tasarımlarınızı nasıl besliyor? Ceylan İnsel: Bir şeyleri yaratma aşamasında hayattaki birçok şeyi fark etmemi sağlıyor çünkü en ufak bir olay veya gördüğüm bir şey bile ilham kaynağı olabiliyor. Seyahat etmek bence çok büyük bir ilham kaynağı çünkü her gün gördüklerimizin dışına çıkmak, değişik hayatların ve kültürlerin varlığını yüzümüze çarpıyor. Sanatın diğer dalları da beni çok etkiliyor, bu bir film de olabilir bir müzik de, kısacası hayatımdaki her şey benim için önemli, bir gün onlara çizimlerimde bir şekilde yer vereceğimi biliyorum.
Aktivist: Mevlana’ ya olan ilginiz nereden geliyor? Ceylan İnsel: İki sene evvel Konya’ya gittim en yakın arkadaşlarımdan biri ve mesnevi müziği yapan bir grupla. Onlarla orayı gezmek, Şeb’i Arus törenine katılmak çok farklı bir duygu oluşturdu bende ve de zor zamanlarda Mevlana’nın öğretilerinin bana çok güç verdiğine inanıyorum. Bu konuda daha çok okumak ve öğrenmek istiyorum ve çizimlerde de semazenleri kullanmak bana huzur veriyor. Aktivist: Hayat ve Yaratıcı olan her şeye dünyanızda yer verdiğinizi söylüyorsunuz. Sizce yaratıcılık nedir? Ceylan İnsel: Bence yaratıcılık insanın içinde varsa ve bunu bir şekilde ortaya çıkarana kadar huzursuz eden, keşfettikten sonra ise bir tatmin duygusu
Aktivist: Aşk ve yaratıcılık ilişkisi hakkında neler söylersiniz? Ceylan İnsel: Aşk çok yoğun, hayatı dolu dolu yaşamamı sağlayan, her sabah iyi ki var o kişi hayatımda dediğim bir duygu. Ve bu mutluluk beni daha çok yaratıcı yapıyor. Belki birçok sanatçı üzüldüğünde, içindekileri dışarı atabilmek için yaptığı sanatı kullanarak çok yaratıcı işler çıkartabiliyorlar ama beni hayata bağlayan mutluluk kavramı ve o yüzden benim için yaşadığım güzel aşk heyecanlandırıyor, daha yaratıcı kılıyor beni. Aktivist: İleriye dönük düşündüğünüz ve paylaşmak istediğiniz başka projeleriniz var mı? Ceylan İnsel: Tişörtlerime farklı temalar ile devam ediyoruz zaten. Çizimlerimi bir de farklı alanlarda ve ürünlerde kullanmak istiyorum çünkü sanatı gündelik hayatımıza sokmak isteyerek hem eğlenceli hem yaratıcı ucu çok açık bir dünyanın içindeyim. Atölye çalışmaları da devam edecek çünkü paylaşarak ve bir şeyler öğreterek hem ben kendimi geliştiriyorum hem de atölyeme gelen workshoplara katılan kişiler. Bir de atölyemde yapacağım serigrafi çalışmalarım olacak. 77
anne çocuk
Bebek ya da Çocuk:
u om ıkul anr gmail.c T e @ d lu Han .tanriku e d n a h
Son zamanlarda oldukça hassas olduğum bir konuyu yazmak istedim bu sayıda; bebeklere ve çocuklara nasıl davranmak gerekiyor? Bebekler anne- babalarının daha doğrusu atalarının genetik kodlarını bir miras olarak taşısalar da genler bireysel gelişimlerinin belirleyicisi değil. Bebekler ya da genel olarak çocuklar çevreleri en önemlisi de en yakınları olan anne ve babalarının davranışları doğrultusunda gelişimlerini tamamlıyorlar, tıpkı bir oyun hamuru gibi. Anne-baba nasıl şekil veriyorsa çocuk o şekli alıyor. Bir süre sonra da oyun hamurunun sertleşip şekil değiştirememesi gibi, çocuğun da davranışlarını değiştirmek pek kolay olmuyor. Bizler bağıran, sürekli olumsuz eleştiren, utandıran ve davranışlarla dalga geçen ebeveynler olursak, çocuk da yavaş yavaş bu özellikleri taşımaya başlıyor. Küfürlü konuşan, sabırsız tutumlar sergileyen ve topluluk önünde yakınlarını utandıran anne babaların çocukları, bir süre sonra tıpkı anne ve babaları gibi davranmaya başlıyor. Kimi zaman bu durum ebeveynleri daha çok kızdırsa ve hatta bazen şaşırtsa da sorumlunun kendileri olduğunu çoğu zaman fark etmiyorlar ya da fark ettiklerinde artık çocuğun temel bazı davranışları çoktan yerleşmiş oluyor. Tutum ve tavırlarımızı kısaca ele alalım isterim: Sabır: Anne ve babaların öncelikle kendi davranışlarını süzgeçten geçirmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer varsa kullandığımız olumsuz kelimeleri değiştirmeli, çocuklarımıza hatta hayata karşı daha sabırlı olmamız gerektiğini kabul etmeliyiz. Çünkü çocuk yetiştirmenin birinci kuralı sabırlı 78
Şubat - Mart / 2014
aslında hepsinin bir birey olduğunu düşünmüş müydünüz? olmak… Aynı cümleleri defalarca tekrarlamak, aynı soruları sorup aynı cevapları almak ve bunları tekrar tekrar yapmak… Güven: Çocuğumuzu kavga dolu bir ortamda yetiştirirsek, agresif ve saldırgan olacaktır, çekingen yetiştirirsek büyüdüğünde içine kapanık olacaktır. Davranışlarını destekler ve onu cesaretlendirirsek girişken ve kolay uyum sağlayan bir birey olacaktır. Ona güven verirsek, yalan söylemez, kandırmazsak o da başka insanlara güvenir ve güven verir, yalan söylemez, samimi olur. Saygı: Çocuğumuza birey gibi davranmak ona saygı duymak demektir. Birey gibi davranmak kesinlikle yetişkin gibi davranın demek değil. Onlara sorumluluk vermeliyiz. Bunun için büyümesini beklememize gerek yok. Yaşına uygun aktiviteler seçebilir ve ona hayatımızın içinde bir birey olarak yer verebiliriz. Sorumluluğun Gücü: Yemeğini kendi başına yemesi için onu destekleyebilir, oyuncaklarını birlikte toplayabilir, masayı kurarken bize yardım
etmesine izin verebiliriz. Bunları başarmak ona şampiyon bir sporcunun olimpiyat madalyası kazanması hissini yaşatacaktır, emin olun. Değer vermek: Çocuğumuzla iletişim kurarken neşeli ve olumlu olmaya özen göstermeliyiz. Onunla yan yana oturmamız kaliteli zaman geçirdiğimiz ve iletişim kurduğumuz anlamına gelmez. Oyunlarına katılmalı anlattıklarını dinlemeliyiz ve ona her fırsatta söz hakkı tanımalıyız. Onun ne kadar değerli ve özel olduğunu asla unutmamalıyız. Çocuklar bir yaşından itibaren yemeklerini kendileri yiyebilir evdeki bazı işlerde size yardımcı olabilir. Bulaşık makinesini boşaltırken ondan bazı eşyaları yerlerine koymasını isteyebilirsiniz. Evi ya da en önemlisi oyuncaklarını mutlaka birlikte toplayın. Yatmadan önce yatmaya hazırlık için çok uygun bir aktivite bence. Sağlam adımlarla yürümeye başladıktan sonra merdivenleri tek başına inip çıkmasına izin verebilirsiniz. Sizin kontrolünüzde tabii ki. Eve geldiğinizde ayakkabılarını / montunu kendi çıkarıp boyuna uygun bir yere koyabilir. Bunun için siz uygun yerler seçebilir ve buraları onun için hazırlayabilirsiniz. Şirin bir askı onu bunu yapmak için heyecanlandıracaktır. Tüm bunları görev değil alışkanlık haline getirip içselleştirmesi bir süre sonra siz söylemeden kendi kendine yapmasını sağlayacaktır. Sevgi en güçlü bağ ve güven duygusunu da beraberinde güçlendiriyor. Çocuklarımıza duyduğumuz sonsuz sevgiyi onlara hissettirmeli ve onlara sevmeyi öğretmeliyiz. Hayvanları, çiçekleri, arkadaşlarını, oyuncaklarını... Karşılıksız sevginin mükemmelliğini tatmalılar. Unutmamalıyız ki; çocuklarımızla ilişkimizin başlangıç noktası sevgi.
Meltem Sozer 80
Ĺžubat - Mart / 2014
iรงinde sanat var
81
etkinlik
SERGİ: Akillas Millas - Hala Hatırlıyorum Adalar Müzesi’nin 2013 sergi serisinin ikincisi araştırmacı yazar Dr. Akillas Millas’ı ağırlıyor. Küratörlüğünü Akillas Millas ve Müze küratörü Deniz Koç’un, sergi tasarımını ise Sera Dink’in üstlendiği “Hala Hatırlıyorum” sergisi 29 Haziran’da Büyükada Çınar Müze Alanı’nda açılışı yapılacak. Sergi, 1970’den beri Atina’da yaşayan Adalı Akillas Millas’ın nadir koleksiyonlardan Adalar külliyatını içeriyor. Sergide Millas’ın çizimleri, kartpostallar, fotoğraflar, resimler ve yazıların yanı sıra “Hala Hatırlıyorum” isimli bir de belgesel film yer alıyor. 1934 yılında İstanbul’da doğan ve 27 yaz mevsiminin yanı sıra çocukluk ve gençlik yıllarının tamamını Büyükada’da geçiren asıl mesleği doktorluk olan araştırmacı yazar Akillas Millas Türkiye’de özellikle futbolculara ilk menisküs ameliyatlarını yapan cerrah olarak da tanınır. Ücretsiz ziyaret edilebilecek sergi 29 Haziran’dan itibaren Adalar Müzesi Büyükada Çınar Müze Alanı’nda tam 1 yıl açık olacak.
KONSER: David Helfgott Yapı Kredi ana sponsorluğunda dünyanın en önemli piyanistlerinden olan ve hayatı Oscar ödüllü “Shine” filmi ile beyaz perdeye aktarılan David Helfgott, çıkacağı son dünya turnesinde çok özel bir konser vermek üzere Türkiye’ye geliyor. Dünyaca ünlü Avustralyalı piyanist David Helfgott, Yapı Kredi ana sponsorluğunda 15 Nisan’da İstanbul Kongre Merkezi’nde olacak. Helfgott’ın ‘The Last Great Romantic, Rahmaninov’ albümü 4 milyondan fazla sattı ve ‘Billboard’ dergisi tarafından en başarılı klasik müzik albümü seçildi.
82
Şubat - Mart / 2014
izle
satın al
KONSER: “Avea’yla Pazartesi Yıldızları” BKM’de! Beşiktaş Kültür Merkezi’nde “Avea’yla Pazartesi Yıldızları” konserleri devam ediyor. “Avea’yla Pazartesi Yıldızları” ile müzik ve eğlence sanatçıların akustik performansları ile seyirciyle buluşacak. Konserler kış sezonunda BKM’de devam edecek. 24 Mart - Yaşar 24 Şubat - Göksel 7 Nisan - MFÖ 3 Mart - Birsen Tezer 10 Mart - Nilüfer Akustik 14 Nisan - Model 21 Nisan - Fazıl Say Resital 17 Mart - Erol Evgin
SERGİ: Naz Köktentürk - Küstüm Oynamıyorum Tarlabaşı’nda Yok Edilen Hayatların Çaresizliği… Kadir Has Üniversitesi Rezan Has Müzesi fotoğraf sanatçısı Naz Köktentürk’ün “Küstüm Oynamıyorum” isimli sergisine 20 Kasım-28 Şubat 2014 tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor. “Tarlabaşı’nda binadan çok hayatı, insanı, insan hallerini anlatmak istedim. Ağır Roman’dan da öte; iki kere ağırlaştırılmış masalını bir semtin...” Naz Köktentürk, kişisel bir hikâyeden yola çıkarak, yok edilen hayatların çaresizliğini; kısırlaşmış hayatımızda göremediğimiz insanların izlerini takip ederek, yakın geçmişin haykırışını bu sergi ile anlatıyor. Naz Köktentürk’ün 2 bölümden oluşan ‘Küstüm Oynamıyorum’ projesi, Tarlabaşı’nda yıkım sürecine kadar geçirdiği altı yılın hikâyesi olarak karşımıza çıkıyor. Sergi, 28 Şubat tarihine kadar görülebilir.
Performans: Tasavvur Değişik bir tat arzu eden müzik severler için Tasavvur, Bo Sahne’de sergilenmeye devam ediyor.; “Müziğimiz, dansımız ve sözlerimizle Tasavvur ettik Soyut manalar üstüne elbiseler diktik... “ Reji Bizoyuncular tarafından yapılmış, dans Performansı Alper Akçay hazırlamış. Müzikler Burak Malçok, Gülşah Erol, Serkan Alkan’dan. Yorumcular: Levent Özdilek, Sarper Semiz İlahi: Sarper Semiz Danışman: Nilüfer Bıyıklı, Erol Özüdoğru Ve tabii şiirler, Mevlana Celaleddini Rumi. “Su akar ve mutlak yolunu bulur.” 83
tiyatro
VAROLMAYAN AYŞE’NİN MUHTEŞEM MACERALARI | BAB-I TİYATRO Bab-ı Tiyatro, Varolmayan Ayşe nin Muhteşem Maceraları nda çocukluktan yaşlılığa uzanan yolda sıradan bir kadının sıradan hayatını ironik bir dille sahneye taşıyor. Oyun, küçük hayatların açmazlarına odaklanırken, seyirciyi hayallerine sahip çıkmaya çağırıyor. Yazan - Yöneten: Zeynep Kaçar Oyuncular: Kübra Kip, Tuğçe Karaoğlan, Zeynep Kaçar
D BLOK D:7 TİYATRO OYUN HAVASI OYUNHAVASI’nın ilk oyunu “D Blok Daire:7”, orta sınıf bir çekirdek ailenin bireylerinin gündelik yaşam içinde birbirlerine müdahalelerine odaklanarak “başka türlü bir dünyanın ne şekilde mümkün olabileceği” sorusunu mercek altına alıyor. Suda yüzen dilsiz balıklar, koştukça ulaşılmazlaşan Japon anime kahramanları, müşterilerin hangi şampuanı kullandıklarını bilecek kadar tuhaf bir biçimde hayatlarına dahil olan süpermarket kasiyerleri, acımasız yönetmenler, başka bir gezegenden gelmiş gibi duran televizyon sunucuları, dizilerin sarhoş edici dünyası ve “hayat sevince güzel” nidaları eşliğinde, çivileri çocuklukla yetişkinlik arasında bir yerlerde yerinden çıkmış bir üçlü koltuğa sığmayıp taşan bir aile… Yazan-Yöneten: Yelda Baskın Oynayanlar: Elif Ürse, Ayşe Demirel, Cem Sürgit
84
Şubat - Mart / 2014
izle
satın al
ASİ KUŞ | ALİ POYRAZOĞLU TİYATROSU Ali Poyrazoğlu’nun gösterisi Asi Kuş, tiyatro severlerle buluşmaya devam ediyor. Türk tiyatrosunun en önemli yıldızlarından Ali Poyrazoğlu müzikli bir gösteriyle sizleri şaşırtacak. Yaşama, sanata, aşk olgusuna bakışınızı değiştirecek bu oyunu mutlaka izleyin! İstanbul Tiyatro Festivali’nde büyük ilgi yaratan “Asi Kuş” kaçırılmaması gereken bir deneyim. Ali Poyrazoğlu, Asi Kuş’ta Bizet’nin ünlü operası Carmen’in bir ucundan girip öbür ucundan çıkıyor. Opera, tiyatro, bale ve güldürü ustalığı bir arada. Carmen, Bizet, Don Jose, Ali Poyrazoğlu, Toreodor ve Boğa rollerinde Ali Poyrazoğlu…
GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM | ŞEHİR TİYATROLARI 31 Mart Olayı ile başlayan ve 1960 yılının ortalarına kadar devam eden süreçte, ülkemizin siyasal ve toplumsal durumu tüm gerçekliğiyle yansıtılıyor. Beraber büyüyen Vicdani ile Efruz’un ilerleyen hayatları ve ilişkileri üzerinden, içindeki vatan sevgisini ve ülkesinin çıkarlarını kendi hayatından bile üstün tutan Vicdani Yurdakuler’in her zaman yenilmeye mahkûm, düzene ayak uyduramayan ve haksızlıklarla dolu hayatı gözler önüne seriliyor.
SON TANGO | İSTANBUL DEVLET TİYATROLARI Maria, fakir ama idealist Pedro’yu sevmektedir. Bu sevgisine karşılık da bulan Maria’nın trajik hatası, aşk’a özgü bir kızgınlıkla Pedro’ya ders vermek ve Jose’yle evlenmek olur. Tutku ve aşk dansı tango’nun ruhunun vücut bulduğu Maria ve Pedro’nun hayatlarında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Tüm yaşananlardan sonra sağlam kalan tek şey, birbirlerine duydukları sevgi, yalpalamalarına rağmen kulaklarına “yapacakları bir işin daha var olduğunu” fısıldar. İstanbul Devlet Tiyatrolarında keyifli izleyebileceğiniz bu oyun hakkında daha fazla bilgi için; tıklayınız.
85
Okumadan, günü bitirmeyin! kitap
Suçlamalara Karşı Gerçekler | İlker Başbuğ Türkiye Cumhuriyeti 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 13. Ağır Ceza Mahkemesinde savunma yapmayı reddetmiştir. Çünkü Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Genelkurmay Başkanı görevi başında iken terör örgütü yönetmekle suçlanmıştır. Bu tarihi süreçte yargı, aldığı kararlarla sınıfta kaldı. Siyaset, sadece konuşarak ve seyrederek sınıfta kaldı. Medya, gerçeklere dokunmaktan çekinerek sınıfta kaldı. Türk silahlı kuvvetleri, muvazzafı ve emeklisiyle silah arkadaşlığına vefasızlık göstererek sınıfta kaldı. Cezaevlerinde bulunanlar ise aileleri ve sevenleriyle hep dimdik ayakta kaldılar. Ne eğildiler ne de büküldüler. İlker Başbuğ, bu kitapta iki yıldır şahsına ve Türk silahlı kuvvetlerine yöneltilen suçlamalara yanıt vererek savunmasını Türk milletinin takdirine sunuyor.
Tutunamayanlar|Oğuz Atay Tutunamayanlar, Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran, Oğuz Atayın bu ilk romanını “hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak niteler. Morana göre “Oğuz Atayın mizah gücü ve duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanları büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. Küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan Atay, saldırısını tutunanların anlamayacağı, ret edeceği türden bir romanla yapar.”
Beyoğlu’nun En Güzel Abisi | Ahmet Ümit Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşı’nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul’un en gözde yeri olan Beyoğlu’nun hazin hikâyesi. (Tanıtım Bülteninden)
86
Şubat - Mart / 2014
satın al
Geçmişten Geleceğe Türkiye | MUSTAFA BALBAY 4 yıl 9 ay tutuklu kaldıktan sonra özgürlüğüne kavuşan Mustafa Balbay’ın hapiste yazdığı son kitap, kendisiyle yaptığı uzun söyleşiden oluşuyor. Balbay bu kitabında 80 ülkeye yaptığı gezilerin anılarına 33 yıllık gazetecilik birikimini katarak Türkiye’nin tarihine, bugününe, geleceğine ilişkin düşüncelerini paylaşıyor. Kitapta ülke sorunlarını dile getiren gazeteci Balbaydan ülke sorunlarına çözüm arayan politikacı Balbaya geçişin izlerini bulacaksınız.
Dilin En Güzel Tarihi | Pascal Picq, Laurent Sagart, Ghislaine Dehaene, Cécile Lestienne Bebeğin tanıdığı, konuşmalar değil de “prozodi” denen sözün “müziği”dir. Yeni-doğan dünyaya gelir gelmez dilleri –hatta hiç duymadıklarını bile– melodik ve ritmik özelliklerine göre kabaca sınıflandırır: Dört günlük Fransız bebekler sözgelimi İngilizce cümleler ile Japonca cümleler arasındaki farkı anlar. (...) Bu konuşma çözümlemesi, yine de süt bebeklerinin kendilerine, hızla anadillerinin bir canlandırma taslağı oluşturmalarına olanak vermekte yeterlidir; bu da cümlelerin anadillerine ait olduğuna ya da olmadığına göre bebeklerin farklı tepki göstermelerini sağlar. (...) İki aylık Amerikan bebekler kararlı biçimde Fransızca cümleler yayınlayan hoparlörden çok İngilizce cümleler yayınlayan hoparlöre dönerler; aynı yaştaki Fransız bebekler de tersini yaparlar... (Kitaptan)
Galiz Kahraman | İhsan Oktay Anar Bütün zamanların kahramanı olan bir insanın hikâyesidir bu. O hem herkes hem de hiç kimsedir. Dünyadan alacağını tahsil etmeye gelmiştir. Çünkü Tanrı dâhil herkesin ona borcu vardır. Vebaline girilen tüyü bitmedik yetim işte odur. Kadim zamanlardan beri hakkı yendiğine göre, sonlu ama sınırsız bir evrenin engin ve derin merkezi insan olmanın, “olmasa da olur” halini icrâ etmesinde hiçbir sakınca yoktur. Romantik bir insafsızlığın bakir tacizcisi olmak sonuna kadar hakkıdır. Sıradanlığın üst insanıdır o. Asilliğiyle asilleşememesi umurunda bile değildir. Onun umurunda olan tek şey, sadece ve sadece kendini algılamak, kendi küçük âlemine sığan kâinatı kabul etmektir. Çünkü bilmektedir ki, gerçek bilgelik de zaten budur. (Tanıtım Bülteninden)
87
sinema
“bize her gün festival”
er tind m e Ç l o Hila gmail.c @ c l a l i h
2013’ün ‘En’leri Ekim ayında başlayan “teaser”larıyla merak uyandıran “Başka Sinema”, yoluna devam ediyor! Gösterim şansı bulamayan veya tek kopyayla sınırlı süre için gösterimde kalan bağımsız filmlerin, bir anlamda önünü açan Başka Sinema, Kasım ayında Onur Ünlü’den Sen Aydınlatırsın Geceyi, Abdellatif Kechiche’in çok ses getiren filmi Mavi En Sıcak Renktir (La Vie d’Adele), Noah Buambach ve Greta Gerwig imzalı Frances Ha, Aslı Özge’den Hayatboyu ve Neil Jordan’dan Bir Vampir Hikayesi (Byzantum) gibi iddialı yapımlarla buluşturdu sinefilleri. Aralık ayı programında Danis Tanovic’in Bir Hurdacının Hayatı (An Episode In The Life Of An Aron Picker), François Ozon’dan Genç ve Güzel (Young and Beautiful), Güven Kıraç önderliğinde Özür Dilerim, yazar William Saroyan’ın anlatımıyla Saroyan Ülkesi ve bol ödüllü Yozgat Blues gibi ilk gösterimlerini festivallerde yapan filmler yer aldı. Ocak ayı ise yine çok özel filmlere ev sahipliği yapacak. Asghar Farhadi’nin son harikası Geçmiş (The Past), iki kez izlemiş olmama rağmen izlemelere doyamadığım Sen Şarkılarını Söyle (Inside Llewyn Davis), Antalya’dan ödülle dönen Kusursuzlar, Şöhret Tepesi (The Canyons) ve elbette Gloria. Şubat programını da aynı iştahla bekliyoruz. Güzelliği de burada zaten; yeniden heyecan, yeniden merak. Ulusal ve uluslararası festivallerden neredeyse ödülsüz dönmeyen filmlerin yeni adresi Başka Sinema, İstanbul ve Ankara’nın ardından, Bursa ve Eskişehir’i de kattı programına. Sinemaseverlere “her gün festival” havası yaşatan Başka Sinema’nın (daha fazla salon ve ili de kapsayarak) bambaşka yolculuğunun uzun soluklu olmasını diliyoruz. Salon ve program bilgileri için: www.baskasinema.com 88
Şubat - Mart / 2014
Yıl bitip yenisi başlarken, “yıl sonu listeleri” belirmeye başlar. Yılın “En İyi”leri, yapılan değerlendirmeler ve ödül sezonunda ayrı bir önem kazanır. Yurtdışı site ve dergiler Aralık ayından itibaren açıklamaya başladılar listelerini. Hepsini incelemeli elbette. Ama kendi beğeni listenizin yeri ayrıdır her zaman. Ve bana göre 2013 yılında ülkemizde vizyona giren “En İyi 15 Film” listesi: Bir Şarkının Peşinde (Searching for Sugar Man) Düşler Diyarı (Beasts of the Southern Wild) Evde (Dans la Masion) Frances Ha Geceyarısından Önce (Before Midnight) Koşulsuz Sevgi (Broken) Mavi En Sıcak Renktir (La vie d’Adele) Mavi Yasemin (Blue Jasmine) Onur Savaşı (Jagten) Savaşın Gölgesinde (Lore) Sefiller (Les Miserables) Tepelerin Ardında (Dupa Dealuri) Yerçekimi (Gravity) Zafere Hücum (Rush) Zincirsiz (Django Unchained) Bonus: No Adlarını anmadan geçmek istemediklerim: Festivallerde izlediğim ancak vizyona girmediği için sıralamaya dâhil etmediğim
Sen Şarkılarını Söyle (Inside Llewyn Davis), Geçmiş (Le passé) ve Sadece Aşıklar Hayatta Kalır(Only Lovers Left Alive). “Oscar” Ön Gösterimi... 86. Oscar Ödülleri 2 Mart’ta sahiplerini bulacak. Aday listelerinde yer alması olası ve Oscar’a yakın duran filmlerin büyük çoğunluğu, malum, ülkemizde Ocak ve Şubat aylarında gösterime giriyor. Özetle yurtdışında ununu eleyip eleğini asmış 2013’e damgasını vuran filmler, 2014’ün ilk çeyreğinde sinemalarımıza uğrayacak nihayet. İşte, hem Oscar’a göz kırpan, hem de festival incilerinden oluşan Ocak ve Şubat vizyonundan kaçırmamanız gereken filmler: Kapital (Le Capital) - Yönetmen: Costa – Cavras, Oyuncular: Gad Elmaleh, Gabriel Byrne, Natacha Regnier, Celine Sallette Kusursuzlar - Yönetmen: Ramin Matin, Oyuncular: Esra Bezen Bilgin, İpek Türktan Gloria - Yönetmen: Sebastian Lelio, Oyuncular: Paulina Garcia Sen Şarkılarını Söyle (Inside Llewyn Davis) - Yönetmen: Ethan & Joel Coen, Oyuncular: Oscar Isaac, Carey Mulligan, Justin Timberlake, John Goodman
DVD Köşesi American Hustle - Yönetmen: David O. Russell, Oyuncular: Christian Bale, Bradley Cooper, Amy Adams, Jennifer Lawrence Karlar Ülkesi (Frozen) Animasyon - Yönetmen: Chris Buck, Jennifer Lee 12 Yıllık Esaret (12 Years A Slave) - Yönetmen: Steve McQueen, Oyuncular: Chiwetel Ejiofor, Michael K. Williams, Michael Fassbender, Lupita Nyong’o, Paul Giamatti Geçmiş (Le Passé) - Yönetmen: Asghar Farhadi, Oyuncular: Berenice Bejo, Tahar Rahim Saving Mr. Banks - Yönetmen: John Lee Hancock, Oyuncular: Emma Thompson, Tom Hanks, Colin Farrell, Paul Giamatti Sadece Âşıklar Hayatta Kalır (Only Lovers Left Alive) - Yönetmen: Jim Jarmush, Oyuncular: Tom Hiddleston, Tilda Swinton
Aralık ayında rafları iki özel DVD süsledi. Biri çok eskilerden bir şaheser, diğeri farkındalık yaratmayı amaçlayan bir belgesel. Henüz izlemediyseniz, alınız, izleyiniz. Cherbourg Şemsiyeleri (Les Parapluies De Cherbourg) Yönetmen: Jacques Demy Oyuncular: Catherine Deneuve, Nino Castelnuovo, Anne Vernon Yapım: Fransa 1964 yapımı film, annesinin şemsiye dükkânında çalışan henüz 17 yaşındaki Genevieve ile kendisinden sadece birkaç yaş büyük “tamirci çırağı” Guy arasındaki aşk hikâyesini anlatıyor. Tüm diyalogların şarkılara dönüştüğü, müzikal sinemanın önemli eserlerinden biri olan bu zamansız film, meraklısı için cevher niteliğinde.
Her - Yönetmen: Spike Jonze, Oyuncular: Scarlett Johansson, Joaquin Phoenix, Amy Adams Dallas Buyers Club - Yönetmen: Jean-Marc Vallee, Oyuncular: Matthew McConaughey, Jennifer Garner, Jared Leto
Dallas Buyers Club
Benim Çocuğum Yönetmen: Can Candan Oyuncular: Listag katılımcıları (LGBT Aileleri İstanbul Grubu) Yönetmenliğini belgesel sinemacı ve aynı zamanda akademisyen Can Candan’ın yaptığı Benim Çocuğum, çocukları lezbiyen, gey, biseksüel, trans (LGBT) bireyler olan bir grup anne babanın hikâyelerini konu alıyor. Aktivist ebeveynlerin deneyimlerinin aktarıldığı belgesel film, Boston Türk Festivali Belgesel ve Kısa Film Yarışması En İyi Belgesel Seyirci Ödülü, Selanik Uluslararası LGBTQ Film Festivali En İyi Film Ödülü ve 3. Filmamed Belgesel Film Festivali Jüri Özel Ödülü’nün sahibi oldu. Son olarak AB İnsan Hakları Film Günleri’nde açılış filmi olarak da gösterildi. İçinde yaşadığımız toplumda en az LGBT bir birey kadar, ailesini de ilgilendiren ve bu nedenle ayrı bir önem kazanan belgeseli izlemenizi öneririm.
89
futbol
yeşil sahaların
m k aşla ail.co ku Y k@hotm n a C yasla u cank
perdedeki yansıması
Aslında her şey 1981 yapımı Escape to Victory (Zafere Kaçış) filmiyle başladı. John Huston’ın yönetmenliğini yaptığı bu müthiş filmde o zamana kadar benim Rocky ya da Rambo olarak bildiğim Sylvester Stallone karşıma acemi bir kaleci olarak çıkmış ve kendimi ister istemez filmin büyüsüne kaptırmıştım. 2. Dünya Savaşı sırasında esir düşmüş bir grup müttefik askerin ellerindeki tek silah olan “futbol” ile işgal kuvvetlerinin ellerinden kurtulmasını hikâye eden filmi ilk izlediğim ergenlik dönemimde, akan gözyaşlarımı ablam benimle dalga geçmesin diye hemencecik elimin tersiyle sildiğimi hatırlıyorum. 80’li yıllara damgasını vuran filmde kaleci Sylvester Stallone, kaptan Michael Caine ve futbolun efsane ismi Pele, Alman Milli Takımı’na karşı bir propaganda maçına çıkıyor. Aslında amaç maçın devre arasında “özgürlüğe” kaçmak ama onlar kaçabilme şansları olmasına rağmen futbolun sihrine kapılıp maçın ikinci yarısına çıkıyor ve “zafere” kaçmayı tercih ediyorlar. Spor, özellikle de futbol hayatın içindeki detayları içerisinde gizler. Biraz dikkatli baktığınızda bu detayları fark edebilirsiniz, yüzünüzdeki minik tebessümle... Spor, birçok hikâye barındırır yeşil sahalar, pistler, parkeler içerisinde. Çoğu başarı ve azmin hikâyeleridir. Bireysel olarak bu hikâyelere ulaşabilmek tabii ki mümkün değil ama en can alıcı olanlar çoğu zaman filmlere ve kitaplara konu olmuştur. Bu ay köşemde hem bir sporsever hem de sinemasever olarak sizlerle mücadele ruhu ile dolu bazı spor temalı filmleri paylaşmak istedim. Umarım beğenirsiniz.
DAR ALANDA KISA PASLAŞMALAR Yıl: 2000 Yönetmen: Serdar Akar Oyuncular : Müjde Ar, Savaş Dinçel, Rafet El Roman, Erkan Can, Sezai Aydın, Şahnaz Çakıralp ve Uğur Polat 22. SİYAD Türk Filmleri Festivali’nde en iyi film, en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi umut veren oyuncu olmak üzere 5 dalda ödüle sahip olan film Bursa’nın İvazpaşa semtinde kurulmuş Esnafspor’un hikâyesini anlatmakta. Brezilya Milli Takımı’ndan etkilendikleri için sarı yeşil forma 90
Şubat - Mart / 2014
“Hayat, futbola fena halde benzer. Futbol şahsi beceri gerektirir, değişmez o da ayrı konu! Ama aynı zamanda da topla oynanan yani insanların bir takım halinde oynadığı bir oyundur. Hayatta böyle değil mi? İstediğin kadar yetenekli ol, iyi bir takımın yoksa hava gazı, mantarlarsın..!”
giyen bu amatör lig takımının hikâyesi gerçekten izlenmeye değer. Tüm bir kasabanın bir araya gelmesini, insanların birbirlerine daha çok kenetlenmesini sağlayacak Esnafspor’un hikâyesi eminim izleyen herkesin beğenisini toplayacaktır. Filmin son sahnesinde anlatılanlar ise hayat ve futbolun özetini geçiyor.
YENİLMEZ (INVICTUS) Yıl: 2009 Yönetmen : Clint Eastwood Oyuncular : Morgan Freeman, Matt Damon, 1995 yılında geçen bu filmde Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela (Morgan Freeman) hapisten çıkışının ardından seçimleri kazanmış ve başbakanlık koltuğuna oturmuştur. Güney Afrika’da ise siyahi vatandaşlar Nelson Mandela’nın
başa geçmesi ile birlikte beyazlara karşı bilenmeye ve intikam sloganları atmaya başlamışlardır. Her zaman barıştan yana olan başkan Mandela ise yandaşlarının sert tepkileri ve itirazlarına rağmen iki halkı kaynaştırmak için gerçekleşmesi oldukça zor ancak mükemmel bir fikir bulur. Güney Afrika’da siyahiler futbol, beyazlar ise rugby oynamaktadır. Başkan Mandela bir siyahi başkan olarak rugbye destek vermeyi seçer ve danışmanlarına net bir emir verir. “Dünya Kupası’nı kazanın” 1995 yılında kendilerinden beklenmeyecek bir performansla Dünya Kupası Şampiyonluğuna uzanan Güney Afrika Milli Rugby Takımı ve Nelson Mandela’nın halkına barışı getirişinin hikâyesini izlemenizi tavsiye ederim.
HAYATA ÇALIM AT (LOOKING FOR ERIC) Yıl: 2009 Yönetmen : Ken Loach Oyuncular : Steve Evets, Eric Cantona, Stephanie Bishop Eric, Manchester United fanatiği bir postacıdır. Postanedeki arkadaşları ile birlikte Manchester United’ın hiçbir maçını kaçırmaz. Öte yandan Eric’in özel hayatı oldukça kötü gitmektedir. Çok sevdiği karısından ayrılmış ve iki çocuğu ile sürekli iletişim problemi yaşamakta ve depresyona sürüklenmektedir. Yine benzer bir günde hayranı olduğu adaşı Manchester United’ın efsanevi futbolcusu Eric Cantona’nın hayali yanı başında belirir ve iki adaş sohbet etmeye başlar. Film boyunca Cantona’dan futbol hayatı boyunca yaşadığı enstantaneleri dinleyip kendi hayatına uygulayan Eric, yavaş yavaş işleri yoluna koymaya başlar. Film’in en çarpıcı sahnesinde ise Eric, Cantona’ya şöyle sorar
annesi uyuşturucu müptelası olan Afro-Amerikan bir çocuğun futbol kariyerini anlatıyor. Normalden iri olan ve 13 kardeşinin arasında hiç ilgi görmeyen Michael Oher bir gün Bay ve Bayan Toughy tarafından evlatlık alınır ve hayatı değişmeye başlar. Okuma yazması olmayan Michael’ın yeteneğini fark eden Bayan Toughy onu Amerikan futboluna yönlendirir. Sancılı bir dönemin ardından Michael Oher Ulusal Futbol Liginin en çok aranan oyuncularından biri olur.
42 Yıl: 2013 Yönetmen : Brian Helgeland Oyuncular : Chadwick Boseman, T.R. Knight, Harrison Ford Amerikan Baseball Tarihi’nin en ünlü oyuncularından biri olan Jackie Robinson’nun gerçek hayat hikâyesini anlatan bu filmde azmin zaferine şahit oluyorsunuz. Sporculuğunun yanı sıra geçen yüzyılın ortalarındaki insan hakları mücadelesine de aktif destek veren Jackie Robinson’un giydiği 42 numaralı forma, 1955 yılında Brooklyn Dodgers’i şampiyonluğa ulaştırmasının ardından tüm beyzbol takımları tarafından emekliye ayrılmıştır. Her yıl, ilk kez forma giydiği tarih olan 15 Nisan’da ligin en iyi oyuncularından oluşan karma takımlar sırtlarındaki 42 numaralı formalarla sahaya çıkar ve Jackie Robinson anısına bir gösteri maçı düzenlenir.
- Futbol yaşamındaki en önemli an hangisiydi? Dur ben söyleyeyim FA kupası finali Liverpool’a karşı son dakikada attığın gol. - Hayır. - Wimbledon maçı? Harika bir gol atmıştın. - Hayır. Attığım bir pastı. - Pas mı? Evet hatırladım Tottenham maçı Erwing’e yaptığın asist. Peki neden pas? Ya o golü kaçırsaydı. - Kaçırabilirdi ama bunun önemi yok. Önemli olan takım arkadaşlarına güvenmek zorunda olduğundur yoksa zaten kaybetmiş sayılırsın…
KÖR NOKTA (BLIND SIDE) Yıl: 2009 Yönetmen : John Lee Hancock Oyuncular : Quinton Aaron, Sandra Bullock, Tim McGraw Sandra Bullock’a Oscar ödülü getiren bu muhteşem film gerçek bir hayat hikâyesi… Kör Nokta, babasını hiç tanımamış ve 91
2014 yılı
Türkiye için
zor geçecek! 2014 yılı ile ilgili astronomlar ve astrolojistler tarafından gözlenen birçok işaret bulunuyor Örneğin elektrik hatlarında ve bilgisayarlarda bozulmalara sebep olan yoğun güneş patlamaları bekleniyor ki 2014 yılı, birçok meselenin büyüyerek yüzeye çıkacağı yoğun bir yıl olacak. Dünya çapında çok büyük değişimler olacağa benziyor ve Türkiye bu değişimlerin tam ortasında… Uranüs, Plüton dörtgeni Jüpiter ve Mars’ın etkisiyle tetiklenmek üzere. Gökyüzünde büyük bir haç oluşturan bu olay şiddetli ve büyük olaylara delalet etmekte. Bu olaylar, temeli kökten dinciliğe dayanan sosyal ayaklanmalara sebep olacak. Dünyanın, hala farklı dinleri ve inanç biçimlerini kabullenmeye hazır olmaması, sosyal huzursuzluğun en büyük temelini oluşturmakta. Eski rejimler, eski inanışların değişmesine izin vermeyecek ve değişimler onlar için çok korkutucu olacak. Bütün dünya, Amerika üzerinden gelmekte olan ekonomik krizden etkilenecek. Amerikan ekonomisindeki radikal düşüş nedeni ile birçok batılı ülkede harcamalar azalacak. Eskilerin yeni jenerasyon üzerindeki baskıları Türkiye’nin devrimsel bir süreçten geçmesine neden olacak. Menfaat çatışmaları olacak ve bu sorun barışçıl yollarla çözülemeyecek. Hükümet ve liderler, modern değişimler isteyen yeni jenerasyona, eski ideo-
92
Şubat - Mart / 2014
lojileri dayatacak. Genç nesil, özgürlüklerinin ellerinden alındığını düşünecek ve özgürlükleri için savaşacaklar. Ayrıca komşu ülkelerdeki inançlar da Türkiye’yi birçok yoldan etkileyecek. Türkiye’de daha büyük huzursuzluklara sebep olacak sosyal ayaklanmalar olacak. Radikal Ortadoğu ülkeleri, kendi inançları doğrultusunda hareket etmezse Türkiye’ye saldıracak. İstanbul, düşman bir çevrenin tam ortasında kalacak. Bu yıl bitecek olan şiddetli patlamalar, nihayetinde Türkiye’deki havayı özgürlükler anlamında temizleyecek ancak ufukta Ortadoğu için tehlikeli bir savaş gözükmekte ve bu savaşta taraf olmak da sosyal ayaklanmalara sebep olacak. Mesele sadece hükümete karşı olan insanlar değil Türkiye’ye karşı olan Ortadoğu olacak. Ocak ayında Amerikan ekonomisinde düşüş yaşanacak ve bu düşüş dalga dalga tüm dünyayı etkileyecek. Zararlar karşılanamayacak ve ekonomik kriz korkusu tüm dünyaya yayılacak. Bu, İstanbul borsasını da etkileyecek. Özellikle Amerikan kaynaklı firma hisselerinde belirgin düşüş görülecek. 1-4 Şubat arasında, Başbakan Erdoğan’ın, Ortadoğu’da başlayacak savaş için taraf olup olmama kararı vermesi gerekecek. Başbakanın seçimleri, geçtiğimiz sene karşı karşıya geldiği genç nesil tarafından benimsenmeyecek ve bu kez tabanının oylarını kaybedecek. 9-13 Şubat tarihlerinde, eski ve çağ dışı hükümeti devirmek iste-
yen genç nesilde şiddetli bir ayaklanma olacak. Bu kez ayaklanma barışçıl olmayacak ve şiddet daha çok kızgınlığa sebep olacak, olaylar üniversitelere ve okullara yayılabilecek. Şiddetli saldırılar ve yer küreyi etkileyecek muhtemel depremler gerçekleşecek. Bu olaylar Mars’ın etkisiyle Şubat-Mart arasında gerçekleşecek. 1 Mart’ta Mars’ın çok güçlü etkisi dünya çapında bir savaşın patlak vermesine neden olacak. Ortadoğu’da çıkacak savaşa müdahil olabilmek için Amerika Türkiye’yi bahane olarak kullanabilecek. 25-26 Aralıkta Uranüs Mars’a ters düşecek fakat 19 Ocak’tan itibaren çok güçlü bir konuma gelecek. Bu durum depremlere veya şiddetli olaylara neden olabilecek. Bu etki Ocak-Mayıs arasında devam edecek. 19 Mayıs çok yoğun olacak, savaş ve öfke sınırları aşarak Türkiye’deki milyonlarca insanı etkileyecek. Kimyasal ve nükleer savaş Türkiye’de ve hatta İstanbul’da gerçekleşecek. Eğer kontrol altına alınmazsa birçok hastalık meydana gelebilecek ve bu gelecek nesillere de zarar verebilecek. Temmuz sonlarında Jüpiter’in Yengeç burcuna girmesi, savaşlarda ve ayaklanmalarda geri adım atılması anlamında bir dönüm noktası olacak. Bu durum ekonomiye rahatlama getirecek ve aile ve çocukların önemini hatırlatacak. Genç nesil liderlerin ortaya çıkacağı yeni bir seçim için umut doğacak. Mevcut hükümet bir değişimden geçecek. Şu anki liderler önümüzdeki senelerde gücünü kaybetmiş olacak. Barışın sağlanmasının ardından 2014-2015 yıllarında emlak piyasası tekrar
canlanacak. Kasım ayında yeni hükümet, işçi sınıfının güçlenmesi için destek verecek. Hükümet değişimi gerçekleşecek ve Türkiye’deki yasalar eskisinden tamamen farklı olacak. Yeni hükümet daha özgürlükçü olacak. Türkiye yeniden doğacak ve gelecek nesiller yeni ve modern bir toplumu benimseyecek. Anlaşmaların sağlanmasıyla 2015’te barış hüküm sürecek ve Türk hükümeti ve kültürünün sınırlamalarından dolayı oluşan birçok sosyal problem değişime uğrayacak.
2014 İstanbul
Genel olarak borsa çok istikrarsız bir seyir izleyecek ve genel eğilim aşağı yönlü olacak. Altın fiyatları düşecek. Bazı hisselerin yükselme zamanları: Uzun dönemde gümüş altına göre daha sağlam bir yatırım aracı olacak fakat yukarı ve aşağı hareketlenmeler gösterecek, 20-23 Aralıkta yüksek, Ocağın ilk haftalarında iyi fakat sonrasında aşağı yönlü bir seyir izleyecek. 25 Ocak - 2 Şubat arasında altın ufak bir sıçrama yapacak. Tekstil sektörü: 7-24 Mart arası, 24 Martta en yüksek, 8-17 Mayıs arasında tekrar düşük. Sosyal huzursuzluk nedeni ile taşımacılık ve nakliye sektörü ağır bir yara alacak. Bankalar ve devlet acenteleri sorunlarla karşı karşıya gelecek. Emlak piyasası, nakit para olduğu durumda alım için uygun. Nakit parası olmayıp bankadan kredi çekmek zorunda olanlar için önümüzdeki 6 ay emlak almak iyi bir fikir değil. Temmuz ayında işler değişmeye başlayacak. Bankalar daha cazip krediler verecek. Ev almak için en kötü zaman 20 Mayıs olacak, Temmuz ayına kadar beklemek akıllıca olacak. 27 Haziran - 1 Temmuz arası Türkiye için zor bir dönem olacak, ekonomi ile ilgili korkulu bir hava olacak ve insanlar para harcamaya korkacak. Emlak piyasası gergin olacak. 15 Temmuz 2014’te piyasaya sakinlik gelecek ve emlak piyasası daha kazançlı olmaya başlayacak, insanlar tekrar emlak almaya başlayacak. Gayrimenkul değerleri önümüzdeki 4 yıl boyunca, 2017’ye kadar istikrarlı bir artış sergileyecek. 26 Haziran - 1Temmuz günleri, insanların hükümet tarafından saldırıya uğradıklarını hissedecekleri günler olacağından özellikle dikkat edilmelidir.
93
Teknoloji
2013’TE İZ BIRAKANLAR
ası üny
rD azla Cih SOY l e s Kişi ÜRER et er rsoy.n p l A re r@u alpe
Geneline bakıldığında oldukça keyifsiz bir yılı geride bıraktık. En azından ben böyle hissediyorum. 2013 yılından hatırlayacağı mutlu anıları olanlarımız gerçekten çok şanslılar. Umarım yeni yıl eskisini aratmaz. Geride kalan yılı beğensek de beğenmesek de dünya hızla dönmeye devam ediyor. Baş döndürücü bir hızla gelişen teknolojik aletler 2013 yılında da gelişimlerini sürdürdü. Yıl boyunca bu köşenin ilgi alanı olan ses ve görüntüleme sistemleri, bilgisayarlar, mobil cihazlar, fotoğraf makineleri ve bunlarla kullanılabilen pek çok yeni cihaz da kullanıma sunuldu. Genel olarak pek azı devrim sayılabilecek nitelikteydi. Yine de
birbirinden yetenekli ve göz ardı edilmesi güç cihazlarla tanıştık tüm yıl boyunca. Bu yüzden bir “Top 10 - En iyi 10” listesi yapma düşüncemi son anda değiştirdim. Bunun yerine 2013’te büyük harflerle not aldıklarım arasından seçtiğim daha geniş bir listeyi sizlerle paylaşmaya karar verdim. Yine de seçim yapmak hiç kolay olmadı. Beni çok heyecanlandıran gelişmelerin olmadığı bilgisayar ve ses sistemleri dünyasını katmadığım listeye ilginizi çekebilecek bazı sürprizleri eklemeyi de ihmal etmedim. Özellikle önem sırasına koymadığım bu cihazlar arasından Google Glass ve Cubify Cube 3 boyutlu yazıcı en çok etkilendiklerimden ikisi.
Google Chromecast Google Chromecast, PC ve Mac’te kullandığımız Google Chrome uygulamasındaki görüntüleri ve mobil cihazlardaki “Destekleyen” uygulamaların görüntülerini kablosuz olarak televizyona aktarmaya yarıyor. Chromecast aynı anda PC, Mac, iOS ve Android ile çalışabilmesi ve 35$ fiyatıyla Apple TV’ye iyi bir rakip olacağa benziyor. Sınırlı sayıda uygulamayı destekleyebilmesi ve Apple TV’nin aksine kendinde uygulama barındırmıyor olması ise zayıf yönleri. Google Chromecast içeriği şimdilik sadece ABD ile sınırlı ancak sadece You Tube ve Chrome’un ekran görüntüsü aktarmak için bile kullanmaya değer.
Samsung NX300 Aynasız fotoğraf makineleri sınıfına NX300 modeliyle katılan Samsung, 20.3 megapiksel çözünürlüğe sahip kamerasına 3 boyutlu çekim yeteneği de eklemiş. 94
Şubat - Mart / 2014
FitBit Flex Kişisel spor takibi cihazlarından biri olan FitBit Flex iOS, Android ya da web üzerinden yönetilip takip edilebiliyor. Siz spor yaparken adımlarınızı, çalışma sürenizi, çıktığınız basamakları, koştuğunuz mesafeyi, yaktığınız kaloriyi hesaplayabilen bu bileklik size gün içerisindeki aktivtelerinizden oluşan istatistik de sunuyor. Saat dahil 7 farklı veriyi ekranında gösterebilen FitBit Flex rakipleri gibi çok şık.
Selbz Eadon Camera Jewelry Tek taşın sadece parmakta taşındığı günler sanırım çok gerilerde kaldı. Hiç öyle kalkıp da bu da ne canım kim alır bunu demeyin. Dünyanın dört köşesinde altın rengi iPhone’ların nasıl yüksek oranda satıldığını hep birlikte gördük. Selbz Eadon kamera, içindeki takı merakına gem vuramayanlar için mükemmel bir ürün. Genellikle flaş ekleme kısmına takılabilen birbirinden değişik mücevheri son teknoloji kameralara takabilir ve kim bilir evlenme teklifinde bile bulunabilirsiniz. Bu son söylediğim kesinlikle bir öneri değildir...
Pebble Smartwatch Mobil cihazları yönetebilen akıllı saatlerin ilklerinden biri olan Pebble Smartwatch çok başarılı bir kickstarter projesi. Mobil cihaz ayrımı yapmayan Pebble Smartwatch su geçirmez ve gün ışığında kolay kullanılabilen bir tasarıma sahip. Pebble yeni modellerinin sunumunu yakında yapacak. Daha klasik görünümlü modellerin yolda olduğu dedikoduları yayılmaya başladı bile.
Oyun konsollarında yeni dönem: Microsoft Xbox One ve Sony PlayStation 4 Her ne kadar meraklısı için PC oyunları hala güncelliğini koruyor olsa da artık bir gerçek var ki oyun, oyun konsolunda oynanır. Yeni nesil AMD işlemcileri, yüksek çözünürlüklü doyumsuz ekran keyfi, yenilenen kumandaları, birbirinden güzel çıkış oyunları ile bu iki konsolu kıyaslamak oldukça güç. İki konsol hakkında ortak ve haklı bir eleştiri var. İkisi de tanıtımlarında bahsettikleri özelliklerin tamamını sunmaya hazır olmadıkları halde satışa sunuldular. Hatta satın aldığınız yepyeni cihazlar daha açılışta güncelleme yapmaya başlıyorlar. Elbette hızlı bir şekilde bu eksik yazılımlar ve tamamlanmamış alt yapı destekleri giderilecektir. Neredeyse aynı sayılacak bir zamanlamayla satışa sunulan bu iki oyun konsolu, rekabetin geldiği noktanın en önemli örneği oldu. Detaylarda birbirlerine göre eksik ve fazlaları var elbette. Sonuç olarak her ikisi de sahip olunduğunda keyfinize keyif katacağa benziyor.
Apple’ın yeni iOS cihazları: iPhone 5s, iPad Air ve Retina ekranlı iPad mini 64 bit A7 çip teknolojisi ile onlar artık bir masaüstü bilgisayar kadar hızlı. Faydalarını yakın bir gelecekte görmeye başlayacağımız M7 hareket yardımcısı işlemcisiyse sürprizlerle dolu. Yeni nesil iOS cihazları ile Apple’ın geleceğe rakiplerinden biraz daha farklı baktığı kesin. Türlü şakalara, çeşitli tuhaf deneylere ve tartışmalara konu olsa da parmak izi okuyan home butonu ile Apple bir yeniliği daha teknoloji dünyasına kazandırdı. Tüm bu yeniliklere hayranlık duyanlara hemen bir dedikodu ileteyim. iPhone 5 ve 5s için “DENEME” telefonları olduğu, asıl yeniliklerin olacağı iPhone 6 için hazırlık yapıldığı en çok konuşulan dedikoduların başında geliyor. Yeni telefonun 6 mm kalınlığında olacağı ve adının iPhone Air olacağına kadar detay veren kaynaklara rastlamak bile mümkün. 95
Leap Motion Controller Bir başka başarılı kickstarter projesi daha. Neredeyse sadece ön siparişlerden elde edilen maddi kaynak kullanılarak geliştirilen Leap Motion Controller ile bilgisayarlar artık el hareketleri ile yönetilebiliyor. Leap Motion Controller ile fare ya da başka bir alet kullanmadan sadece el hareketlerinizle oyun oynayabilir, grafik tasarımları ve mimari tasarım çalışmalarında daha önce hiç yaşamadığınız benzersiz bir deneyim yaşayabilirsiniz. Leap Motion Controller hem PC hem de Mac ile uyumlu. Amazon Kindle Fire HDX Amazon, tablet dünyasında yer edinebilmek için ciddi bir çaba içinde. Bir aralar ABD’de doğrudan Apple’ı hedef alan ve çoğunlukla Apple ürünlerinin pahalı olduğunu vurgulayan reklamlar yapan Amazon’un yeni nesil Fire HDX serisinin fiyatları hala iPad Air’den ucuz olsa da ekran boyutları dikkate alındığında asıl kıyaslanması gereken iPad mini ile neredeyse aynı. Uygun fiyatlı olan HD serisinin hala satılmakta olduğunu da hatırlatayım. Kindle Fire HDX serisinin 7 ve 8,9 inçlik tabletleri bir önceki HD serisine göre oldukça pahalı ama HD serisiyle kıyaslanmayacak kadar iyi bir donanıma sahip. Kindle Fire HDX’in özellikle 8,9 inçlik modeli 2560 x 1600 piksel ekran çözünürlüğü ile göz kamaştırıyor. Amazon’un gelecekte rekabetteki en büyük kozu ise özellikle amazon.com gibi dev bir içerik sağlayıcı gücüne sahip olması olacak.
Google Glass Son olarak ABD’de bir polis memuru tarafından kesilen trafik cezasıyla gündeme gelmişti. Bu cezanın sebebi sürücünün hareket halindeyken Google Glass takıyor olmasıydı. Aslına bakarsanız taşıt kullanırken cep telefonu kullanmanın serbest olduğu bir ülkede tuhaf bir ceza. Bana sorarsanız Google Glass 2013 yılının tartışmasız 1 numarasıydı. Google Glass bir monitöre ihtiyaç duymadan bilgisayar kullanabileceğimiz günlere doğru ilk adım ve belki de 2013’ün en önemli cihazı. Geleceğe doğru bakıldığında ardından neler gelebileceğini düşünmesi bile heyecan verici.
Nokia Lumia 1020 Ortak kullanılan parçaların sayısı arttıkça teknolojinin son noktasında olmak artık pek de zor ulaşılabilen bir şey değil. Örneğin çoğu zaman telefonlarını seçerken hangi işlemciye sahip olduğunda tüketicilerin haberi bile olmuyor. Bu yüzden farklı olmak, onlarca benzer üründen biri olmak yerine bir uzmanlık alanının olması bence oldukça iyi bir fikir. Rakiplerine kafa tutacak teknik özelliklerine ilaveten 41 Megaiksel kameraya sahip olması Nokia Lumia 1020’yi rakiplerinden farklı kılmaya yetiyor. İddialı renkleri de cabası. 96
Şubat - Mart / 2014
Samsung Galaxy Gear Samsung her ürününde rakiplerinden daha büyük ekranlar üretme geleneğini Galaxy Gear’da da sürdürmüş görünüyor. Pebble’ın 1,26 inçlik ekrana sahip saatinden sonra Samsung 1,63 inçlik akıllı saatiyle sevenlerini yine yanıltmadı. Galaxy Gear 1,9 megapiksel Full HD kayıt yapabilen kamerasıyla Samsung hayranlarının beklentilerini karşılayacak donanım ve güçte.
Motorola Moto X Bir Google-Motorola iş birliği ürünü olan Moto X modeli ABD pazarına “Uygun fiyatlı akıllı telefonlar” kategorisinde sunulduğunda heyecanlanmıştık. Ancak başlangıçta sadece ABD pazarında yer alacak olan Moto X’in ABD dışında ne zaman yer alacağı belirsiz.
Sense 3 boyutlu tarayıcı ve Cubify Cube 3 boyutlu yazıcı Evinize Topkapı Sarayı’nın bir maketini koymayı ya da çok değer verdiğiniz bir eşyanızı tarayarak ölümsüzleştirmeyi ister miydiniz? Belki hala çoğumuza şaka gibi geliyor olsa da nesneleri 3 boyutlu tarayabilen tarayıcılar ve bu tarayıcılar tarafından taranan modellerin baskısını yapabilen yazıcılar satılmaya başladı bile. Hatta arama motorlarında 3 boyutlu modeller bulabilmek dahi mümkün. Üstelik pek çoğu da ücretsiz. Tam da bu noktada akıllara ister istemez bu işin yasal ve ahlaki sınırlanın nasıl belirlenebileceği sorusu geliyor. Dünyaca ünlü bir heykelin kusursuz bir kopyasını yapabilmek hatta daha da ileri giderek yapay organ üretebilmek bu yazıcılarla yapılabilirse neler olabilir? Sizce hayal mi görüyorum. İsterseniz bir defa daha düşünün.
LG G Flex Oval telefonun Apple tarafından üretileceği söylentileri sürerken LG G Flex modeliyle piyasaya farklı bir ürün koymanın keyfini sürmeye başladı ile. Android yazılımını rakiplerine göre daha başarılı ve sorunsuz kullanmasıyla ünlü LG’nin G Flex modelinin tek özelliği kavisli olması da değil elbette. Sırtında oluşabilecek çizikleri kendi kendine onarabilen bir teknolojiye de sahip.
97
Samsung Galaxy S4 Samsung amiral gemisi olarak anılan S4’te kullandığı 5 inçlik Full HD Super AMOLED ekranı, 13 Megapilsellik arka kamerası, 4 çekirdekli işlemcisiyle yine teknolojiyi sonuna kadar kullanma geleneğini sürdürüyor.
Sony KD-84X9005 4K ULTRA HD TV HD televizyonların ilk defa tanıtıldığı günleri bir hatırlayın. Muhtemelen o günlerde bu yeniliği kabullenememiş, yakın sayılacak bir zamanda satın aldığınız efsane Sony Trinitron (CRT ya da bilinen adıyla TÜPLÜ) televizyonunuza bakıp ne gerek var canım demiştiniz. Ya da hiç değilse bir yakınız bunu mutlaka demişti. Durum şimdi de oldukça benzer. Hemen hepimizin cam gibi görüntü sunan birer HD televizyonu var. Belki pek çoğumuz 3D teknolojisine geçti bile. Artık pes edin ve bu kez “Bu da nereden çıktı şimdi?” demeyin lütfen. Zaten 4K Ultra televizyonlar çoktan raflarda yerini aldı bile. Üstelik muhteşemler. Normal bir HD televizyondan 4 kat yüksek çözünürlük sunan Sony’nin 213 cm’lik bu teknoloji harikasında gösterilebilecek içerik henüz çok az. YouTube gibi platformların 4K yayın hazırlığına başlamış olması ise umut verici. Sony bu modeliyle kullanıcılarına 1,6 metre mesafeden görüntü kayıpsız TV izleme keyfi sunmayı vadediyor. Evimizdeki HD televizyonu 1.6 metreden izlemeyi deneyerek bile aradaki farkı anlamak mümkün.
Fujifilm X100S Pro Bu seriyi önemli kılan 16.3 megapiksel çözünürlüğe sahip olması, 2,8 inç LCD ekranı olması ya da Full HD kayıt yapabilme özelliği değil. Bir saniyenin altında kalabilen hızlı AF özelliği. Retro tasarımlı bu model geçmişe özlem duyanları da cezbedeceğe benziyor.
Sony A7 System Camera Sony, “Tam boyutlu sensor” hayali kuranların arzusunu sonunda gerçekleştirdi. Sony A7 ve A7R kameralar aynasız, lensi değiştirilebilen ve tam boyut sensorlu, en küçük kameralar olma özelliğini taşıyor. Sadece bu yönüyle bile yeni bir devrim sayılabilir. A7 modeli 24, A7R ise 36 megapiksel.
98
Şubat - Mart / 2014
Samsung S9 Ultra HD 85-Inch TV 84 inçlik Sony’nin Ultra HD modeline Samsung’un 85 inçlik ekrana sahip S9 Ultra HD ile rakip olduğunu söylemek sanırım kimseyi şaşırtmaz. Yere göğe sığmayacakmış gibi görünen heybetli ama şık tasarıma sahip S9 tıpkı bir ressam tuvalini andırıyor. 3840 x 2160 piksel Ultra TV ekran çözünürlüğü keyfini yaşamak isteyenlere.
HTC One HTC firmasının önceki yıllarda ürettiği telefon modelleri arasından sıyrılıp liderliği alan One modeli en üst düzeyde rekabet için tasarlanmış. Full HD ekrana ve güçlü bir donanıma sahip One’ı farklı kılan birkaç özelliği arasında BoomSound hoparlörü öne çıkıyor.
Microsoft Surface 2 Surface RT modelinde elde edilen deneyimlerin meyvesi olarak görülen Surface 2 ve Surface Pro 2 Windows RT 8.1 ile geliyor. 10,6 inçlik ekranın çözünürlüğü 1920 x 1080 piksel. Tegra 4 ve 4. nesil Intel i5 işlemci seçeneklerine sahip modellerde 2, 4 ve 8 GB RAM seçenekleri bulunuyor. Sadece bu özellikleri ile bile tam bir güç abidesi.
Samsung Galaxy Note III Samsung Galaxy Note III benzersiz S Pen özelliğini geliştirerek yenilendi. Air Command ile S Pen yeteneklerini geliştirmeye devam eden Samsung böyle giderse rakiplerinin de telefonlarına birer kalem eklemesine neden olacak. 5,7 inç ekran, 2,3 GHz dört çekirdekli işlemci, 3 GB RAM ve 13 MP’lik kamerasına Ultra HD video kayıt özelliği de ekleyen Samsung Galaxy Note III teknoloji düşkünlerinin alış veriş listelerinin başlarına hemen yerleşiveriyor.
Olloclip 4-in one Lens iPhone 4 ve üzeri telefonlarda kullanılabilen bu Lens 10x optik zoom, 180 derece balık gözü bakış açısı ya da geniş açı lensi olarak kullanılabiliyor. Cebinizde taşınabilecek kadar küçük olan bu lens ve bir iPhone ile fotoğrafçıları kıskandıracak fotoğraflar çekmek mümkün.
99
Google Nexux 7 (2. nesil) Android sevdalılarının, tıpkı LG’de olduğu gibi Android’de yapılan tüm güncelleme ve yeni sürümleri kolaylıkla elde edebildikleri için tercih ettikleri Nexus, yeni nesil tableti Nexus 7’yi piyasaya sürdü. 1900 x 1200 piksel çözünürlüğüne, 323 ppi piksel yoğunluğuna ve %80 daha hızlı işlemciye çıkan 2. nesil Nexus 7, Gorilla Glass ekranıyla hem önceki nesline fark atıyor hem de rakiplerine gözdağı veriyor.
The Autographer Smart Cam Kendinizin paparazzisi olmak ister misiniz? Kendi kendine çalışabilen Autographer akıllı kamera ile bu mümkün. Gün içinde dâhili belleğine 27.000 fotoğraf sığdırabilen Autographer akıllı kamera, her çektiği fotoğrafın yer bilgilerini de kayıt ediyor. 139 derece geniş açıya sahip lensi sayesinde tüm bir gününüzü kayıt altına alabilir hatta başrolünde sizin olduğunuz ancak hiç görünmediğiniz bir gerçek hayat fotoromanı bile yapabilirsiniz.
Şikayetim Var Ar-ge tamam ama ya deneme süreleri? Sony Xperia Z1 Sony zarafetinin telefondaki yansıması Xperia Z1. Sony özellikle fotoğraf makinelerinden elde ettiği deneyimi bu modeline oldukça başarıyla aktarmışa benziyor. TimeShift uygulamasıyla tek basışta 2 saniyeye 61 görüntü sığdırabilen Xperia Z1 ile kötü bir fotoğraf çekmek neredeyse imkânsız. Her geçen gün dipsiz bir kuyuya dönüşen Android uygulamaları arasından kendisiyle uyumlu olanları önerme yeteneğine sahip olan bu telefonla suyun içinde müzik dinleyebilecek olmanız da cabası. 2014’e Xperia Z1 Compact modelini tanıtarak giren Sony, bu modelini geliştirmeye devam edecek gibi görünüyor. 100
Şubat - Mart / 2014
Her geçen gün hızı artan ağır rekabet koşullarından olsa gerek firmalar yeterli denemeleri yapmadan ürünlerini ardı ardına piyasaya sürmeye başladı. Bu duruma 2013 boyunca çok sık rastladık. Neredeyse her yeni çıkan ürünün haftalar hatta aylar süren güncellemeleri ve düzeltmeleri oldu. Bazı cihazlar ya da yazılımlar söz verilen özelliklerini tamamlayamadan piyasaya sürüldü. Bazen de söz verilen özellikler vardı ama söz verildiği gibi çalışmıyorlardı. Yine bazı firmalar tarafından ürünlerini satın alanlara “Falanca özelliğimiz 2014 yılı içinde devreye girecek” bile dendi. Bu eksik ürünleri satın alanlara bir indirim yapıldığını da hiçbir yerde duymadım. Firmaların tüketiciyi denek olarak kullanması korkarım ki artık iyice yerleşmeye başladı.
Akıllı Email Gönderimleri
+ 0 0 60 BAL
GLŞOTERİ MÜ
R E L K İ L L E Z ! Ö Z Ü Ş İ Y M A Ş R İ L A E Y G A L N E EN KO ve www.DirectIQ.com