Aktivist Dergi 7. Sayı

Page 1

Hayata değer kat!

Ücretsiz Dijital Dergi 7.Sayı Kasım - Aralık 2014 ANDROID APP ON

www.aktivistdergi.com

Dosya: Karar Vermek & Değişmek

Değişime İmzanı At! CHANGE.ORG Dr.Uygar Özesmi

Mert Turak Soruyor:

Faysal mi? ,, Brecht mi?

“Hakiki İrade Sahte İrade” Emilio Mercuriali

Obezite Cerrahisi Gıda Alışverişinde Kontrol Sende!

Mustafa Emin Palaz ile

Karar Vermenin Anatomisi

Kuantum

Düşünce Teknikleri

Human Design

Mutfağa Dönüş

“Dünya Seni Çağırıyor”

Özcan Yüksek MAGMA’yı anlatıyor.

Seda Bağcan Mantralarla Dünyaya Açılıyor

ve sen değişirken eşlik edecek pek çok şey Aktivist’te



Künye Sayı: 7 YAYINCI Büyük Harfler İçerik ve İletişim Tasarımı

Genel Yayın Yönetmeni & Editör Serda Kranda Kapucuoğlu serda@aktivistanbul.com Reklam Sorumlusu Elif Özahioğlu elif@aktivistdergi.com Görsel Sanat Yönetmeni ve Grafik Tasarım Atakan Palaz Web Tasarım Hakan Sert Web Editörü Ayça Oğultekin Sosyal Medya Büyük Harfler iOS / Android Uygulama MYSYS Software Solutions Barış Manço Cad. No: 37/4 Balgat/ Çankaya/ ANKARA www.mysys.com.tr Yazarlar Alper Ürersoy Barış Soydan Canku Yaşlak Dicle Tigris Elif Bayar Feryal Çeviköz Hakan Ayvaz Hande Akkaya Ceyhun Hakan Kesimal Ebru Cinek Mert Turak Mustafa Emin Palaz Mustafa Oğuz Osman Can Aydoğmuş Tayfun Lübeten Ümit Yontar

Katkıda Bulunanlar Sn. Doç.Dr.Halil Coşkun Sn. Dr. Uygar Özesmi Sn. Pakize Meltem Açıkel Sn. Özcan Yüksek Sn. Banu Bozüyük Sn. Seda Bağcan Sn. Ayşe Erbulak Sn. Nilda Ferhan Efeçınar Sn. Sedat Kuru Sn. Mehmet Serhat Kara Ulusal Down Sendromlular Derneği Brahma Kumaris Kişisel Gelişim Derneği Biletix - İdefix - Kültür A.Ş. Yapı Kredi Yayınları İstanbul Şehir Tiyatroları Yol Yayınları - Ecoiq İnternet Reklamları www.reklamyonet.com Ana Sayfa Müzik Fringe Soundtrack Basın ve Halkla İlişkiler www.buyukharfler.com Reklam Rezervasyon Tel: 0216 549 26 36 Yönetim Yeri Altıntepe Mah. Bağdat Cad. No: 72/10 Kat: 3 Küçükyalı | Maltepe / İstanbul Tel: 0 216 549 26 36 info@aktivistanbul.com www.aktivistanbul.com www.buyukharfler.com

Yayın Türü: Digital, süreli, 2 aylık Aktivist Dergisi, Büyük Harfler İçerik ve İletişim Tasarımı tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz. DEĞERLİ OKURLARIMIZ, HER TÜRLÜ FİKİR, ELEŞTİRİ, ÖNERİ VE KONU PAYLAŞIMINIZA AÇIĞIZ. LÜTFEN BİZE KATILIN: bence@aktivistanbul.com

Ekipten Herkese Merhaba,

beş a d a k i k a d her

değişir

şey!

Aktivist’in her sayısında belirlediğimiz dosya konusunun, bizim hayatımızda o konuda bir değişiklik yarattığına inanıyoruz. Evet, bunu deneyimledik. Yenileniyoruz, gelişiyoruz, büyüyoruz… Değişen ve hiç değişmeyen yönlerimizle gururlanıyoruz… Umarız, sizde de aynı etkiyi yaratabiliriz. Uzun süredir bizim de aktif katılım sağladığımız, toplumumuzdaki sorunları daha net fark etmemizi sağlayan Change.org’u işlemeseydik, Değişim konulu yeni sayımız eksik kalırdı herhalde. Bir başka özel proje Magma da Aktivist’in yedinci sayısında hem de Özcan Yüksek’in anlatımıyla yer alıyor. Değişimi birçok açıdan ele almak istedik, değişmek mümkün mü, yoksa bıraksak da dağınık mı kalsa? Bu ve benzeri soruların izini sürerken düşünceler hayatımızı değiştirebilir mi ya da kendimizi keşfedebilsek bu bir değişim yaratır mı gibi konuları da merak ettik ve uzmanlarına sorduk. Geçtiğimiz sayımızda sizlerle buluşturduğumuz Seda Bağcan uluslararası dağıtım şirketi Domo’yla anlaşınca, bu işte bir keramet var dedik ve bu kez kendisiyle daha geniş bir röportaj gerçekleştirdik. Sedat Kuru, Emilio Mercuriali, Dr.Halil Coşkun gibi özel isimlerle çok önemli konuları masaya yatırdık. Yazarlarımızın türlü türlü konulara değindiği ve bize ilham verdiği yazılarla Aktivist yine dopdolu.

Teşekkür: Her zaman olduğu gibi yapıcı eleştirileriyle bizi iyiye yönelten, konu önerileriyle merak edilenleri kavramamızı sağlayan tüm dostlarımıza ve yeni sayımızda da değerli paylaşımlarıyla bizlerle birlikte olan tüm kişi ve kurumlara teşekkür ederiz. bence@aktivistanbul.com adresiyle bize her konuda yazabilirsiniz. Sevgilerimizle, Aktivist Dergi Ekibi


70

Özcan Yüksek adı artık bilinen dergi; “Magma”yı anlatıyor

42

değiştirmeye çalıştığınız yönleriniz en güçlü dostunuz olabilir mi?

Human Desing kendinize farklı bir gözle bakmanızı sağlıyor

56

RÖPORTAJLAR

RÖPORTAJLAR

At!” ı n a z m İ e “ Deg işim

ses ver, elini kaldır, taraf tut:


anlattı

düşünce bir motorsa duygu yakıttır Nilda Ferhan Efeçınar ile

Kuantum

78

50 Satın Aldığımız Ürünlerin Etiketleri

Bize Ne Söylüyor?

64

seda bağcan’ın mantra albümleri

tüm dünyada

96

Diyabet Cerrahisi ile

İnsülin İğnesi Olmadan

20

RÖPORTAJLAR

RÖPORTAJLAR

Emilio Mercuriali


Brecht mi?

101 48

karar

Mustafa Emin Palaz

Mert Turak

60 Değişim: Yaşamın kaçınılmaz gerçeği

Hakan Ayvaz

54

değerler

12

sessizlik:

bir güç yağmuru

kitabın yolculuğu

106

Özge Esirgen

YAŞAM

YAŞAM

Faysal mı?


YAŞAM

Hande Ceyhun

Yeni Sezonda

Şehir Tiyatroları’nda

Neler Var?

112

etik mi

değil mi Barış Soydan

övgü a ığ l k a l y a an ıl p a y e r bizle ür! d ü g v ö s ir büyük b Elif Bayar

84

Sevgili olmak

Osman C. Aydoğmuş

62

YAŞAM

16

88


Philips MULTIPAIR ile aynı anda 3 akıllı telefona birden bağlanın

en yeniler

MULTIPAIR ile Philips Bluetooth® adaptör, Hi-Fi/PC hoparlör sistemini kablosuz ses sistemine dönüştürüyor. Sadece adaptörü bağlamak ve toplamda üç akıllı telefon, tablet ve Bluetooth özellikli cihazdan kablosuz olarak müzik akışı elde etmek mümkün. Akıllı telefonunuzdan veya tabletinizden Hi-Fi’ya müzik akışı sağlayan uygulamalara sahip MULTIPAIR ile 3 cihazdaki müzikler arasında anında geçiş yapılabiliyor. Yüksek duyarlılığa sahip Bluetooth® (aptX® ve AAC) müzik akışı ile MULTIPAIR, Hi-Fi ve PC hoparlör sistemlerinin neredeyse tümüne bağlanabiliyor.

Yüzlerce Tasarım Shopthedesign.com Yüzlerce tasarımcı binlerce özel tasarıma yer veren Türkiye’nin tasarım platformu www.shopthedesign.com tasarım takılardan el yapımı çantalara, uygun fiyatlı kırtasiye ürünlerinden eşi üretilmeyen dekorasyon tasarımlarına kadar birbirinden farklı binlerce tasarıma ev sahipliği yapmaktadır.

Akıllı Bileklikler mobilcadde.com’da Son zamanların en popüler teknoloji ürünlerinden biri de akıllı bileklikler. Eğer akıllı bir telefonunuz varsa uyku, hareket ve yemek kalitenizi akıllı bileklikler sayesinde arttırabilir, daha verimli bir gün geçirebilirsiniz. Akıllı bilekliklerle yapabilecekleriniz bunlarla da sınırlı kalmıyor. Mobilcadde uzmanları, spor ve teknolojiyi bir arada yaşayanlar için akıllı bilekliklerin vazgeçilmez olduğunu vurguluyor. Akıllı bilekliklerin alarmı sayesinde koşu mesafenizi, süreyi ölçerken, kendinize hatırlatmalar yapabilir, sosyal ağlarda paylaşımda da bulunabilirsiniz.

Karşı konulamaz “Karamel” lezzeti Pinkberry’de sizleri bekliyor En taze ve kaliteli malzemeler kullanılarak hazırlanan ve tüm dünyada tutkuyla tüketilen “dondurulmuş yoğurt” Pinkberry, karamel, çıtır krep parçaları ve karamel sosu ile benzersiz bir tad sunuyor. Kendine özgü aroması ile ahenk katan Karamel, Pinkberry’nin leziz dondurulmuş yoğurdu ile birleşiyor. Tatlı ve mayhoş tadıyla günün her saatinde tercih edilebilecek Pinkberry’nin, yağsız yoğurt ile sunduğu karamel lezzetini çıtır krep, sütlü ya da bitter çikolata, badem gibi lezzetlerin yanı sıra taze muz parçaları ve kuruyemiş ile de süsleyebilir, özelleştirebilirsiniz.

8

Kasım - Aralık / 2014


Şehirlerarası yolculuğun ucuz, eğlenceli ve sosyal yolu BlaBlaCar Türkiye’de! 13 ülkede toplam 10 milyon üyesiyle dünyanın en büyük şehirlerarası yolculuk paylaşım ağı olan ve milyonlarca insanın ulaşım anlayışını değiştiren BlaBlaCar Türkiye’de de hizmete başladı. BlaBlaCar aynı yönde yolculuk yapacak sürücü ve yolcuları bir araya getiriyor, yol masraflarını kişiler arasında paylaştırarak seyahati herkes için daha ucuz hale getiriyor ve yollardaki araba sayısını azaltıyor. Üstelik yeni insanlarla tanışarak eğlenceli bir yolculuk yapma fırsatı da sunuyor. www.blablacar.com.tr

Saat&Saat’te Yeni Sezon Şıklığı Önemli uluslararası markaların Türkiye’deki tek yetkili distribütörü Saat&Saat yeni sezon esintileriyle tasarlanan saat ve aksesuar modellerini saat severlerle buluşturmaya devam ediyor. Salvatore Ferragamo, Versace, Emporio Armani, Guess gibi uluslar arası moda ve saat markalarının zahmetsiz şıklık felsefesinde ilhamla tasarlanan saat modellerine Saat&Saat mağazalarından ve www.saatvesaat.com.tr’den ulaşabilirsiniz.

Akın Restoran Şişhane’de Konuklarını Ağırlıyor Akın Restoran İstanbul’un tam ortasında, menüsünde yer alan organik ürünlerle ve geleneksel Türk mutfağının İstanbul yorumuyla sizi selamlayan bir mekân. Sabah kahvaltısından, öğle yemeğine, akşam arkadaşlarınızla keyifle sohbet edebileceğiniz, lezzetli sofralarda ağırlayan Akın Restoran’ın menüsü oldukça samimi. Datça, Kastamonu, Antep, Rize ve Sakarya gibi Türkiye’nin özel yörelerinden seçilen ürünlerle hazırlanan bu menü damaklarda lezzet şöleni yaratıyor.

Kasım’da Aşk Özsüt ile Bambaşka… Lezzetli anların vazgeçilmez markası Özsüt, Kasım ayında pasta ve kahve aşıklarına özel indirimleri ile dikkat çekiyor. Frambuazlı şurup ile nemlendirilmiş çikolatalı genoise kek, çikolatalı mousse, parça çikolata, beyaz krema ve frambuaz parçaları ile Karaorman, Kasım ayına özel fiyatlarıyla tatlı severler ile buluşuyor. Özsüt, kahve tutkunları için ise Kasım ayında White Chocolate Mocha ile beyaz çikolatanın yumuşak tadını caffe mocha’yla bir arada sunuyor. Karaorman pastanın frambuazlı hafif lezzetine, yoğun caffe mocha esansı ve yumuşak içimi ile White Chocolate Mocha eşlik ediyor.

9


siftah bizden

BU EVİN İÇİNDE SANAT VAR! Altan Erbulak’ın kızları Ayşe Erbulak, Sevinç Erbulak ve torunu Dağhan Külegeç’in oyunculuk, yazarlık ve çizerlik eğitimi vermek üzere kurdukları Erbulak Oyunculuk ve Yazarlık Evi, Ekim ayında Bostancı’da hizmet vermeye başladı. “Sevdiğim bir laf var, ‘Boş kafa şeytanın çalışma alanıdır’ diye; bu ara bir iki yerde ders veriyoruz hepimiz Sevinç de, ben de, Özden de… Dağhan zaten şu anda da bir projede. Bu işin profesyonelleri olarak bir okul açalım dedik, öyle bir heyecanla yer bakmaya başladık ama aklımda kafe de var. Burayı gördükten sonra başka yer de bakmadık. Hemen işe giriştik. Burada büyük bir bahçemiz var, bahçe bakımıydı, dekorasyondu, tadilattı, buranın bir sanat okulu haline getirilmesi için sandığımızdan daha çok uğraştık. Belki iddialı bir laf olacak ama biz burayı yaparak bir işin standardını belirledik bence. Çok özen gösteriyo10

Kasım - Aralık / 2014

ruz, her işi her parçayı özenle yapıyoruz. Güçlerimizi birleştirdik, Voltran’ı oluşturduk.” Diyor Ayşe Erbulak, bu fikrin nasıl doğduğunu anlatırken. Bostancı’da 3 katlı şirin bir müstakil binada eğitimlere başlayan Erbulak Evi’nin güzel bir bahçesi de var.


Eğitimler Oyunculuk, Yazarlık ve Çizerlik Üzerine… Oyuncuk dersleri, 3 farklı grup için açılan sınıflarla gerçekleştiriliyor, çocuklar, gençler ve her zaman genç kalanlar. Ayşe Erbulak, “Biz bu son sınıfa ukde sınıfı diyoruz” sözleriyle anlatıyor üçüncü sınıflarını. “Oyunculuk derken sadece oyunculuk yok, ses/ nefes dersi veriyoruz, diksiyon dersi, kulis dersi, sahne adabı dersi… Her sektörden, her yaşamdan herkes için önemli konular bunlar. Sadece tiyatroya yönelik bilgiler değil.” Yazarlıkta temel yazarlık ve yaratıcı yazarlık dersleri veriliyor. Özen Yula, Hakan Akdoğan gibi hocaların yanı sıra çizerlikte de güzel sanatlar akademisinden hocalar ders veriyor ve sadece Altan Erbulak’tan yola çıkarak karikatüristlik değil, illüstrasyon, resim, desen gibi pek çok alt dalda da eğitimler veriliyor.

Eğitimlerin Süreleri Eğitimin Kalitesini Belirliyor Erbulak Evi’nde oyunculuk eğitimleri birer yıllık programlar şeklinde sürecek. Ayşe Erbulak süreci şu sözlerle anlatıyor, “Sıkıştırılmış oyunculuk eğitimi diye bir şey olamaz. Oyunculuğun nüvesi bizce, iki senedir. İki güzel, dolu dolu, odaklanılmış sene. Biz de Ekim’de başlayıp Mayıs’ta bitiyoruz. Haziran’da da öğrencilerimizin gösterisi sahnelenecek.” Çocuklar ve gençler için dersler hafta sonları, “Onlar bizim kıymetli sınıflarımız” diyor Ayşe Erbulak bu gruplar için.

Gelecekte Altan Erbulak Ödülleri ve Vakıf gibi hedefleri var Her sezon, her ders için tek sınıf olması planlanıyor. Okulda her sınıfın da bir sınıf öğretmeni var. Çocuklar

ve gençlerin sınıf öğretmeni Özden Özgürdal, gençlerin sınıf öğretmeniyse Sevinç Erbulak. Ünlü birinin adıyla açılmış okullarda, o ünlü kişiden eğitim alamamanın, onları görememenin sıkıntısına değinen Ayşe Erbulak, “Bizim okulumuzda öyle değil” diyor ve ekliyor “Aralarında bir tek benim öğretmenliğim az olacak.” Toron Karacaoğlu, Ahmet Saraçoğlu gibi hocalar ayda birer kere bütün sınıflarda ders verecekler. “Böyle bir sistem kurduk. Bu işin standardını belirliyoruz dememizin sebebi buydu. Bu standardı korumak en büyük idealimiz, standardı düşürmektense burayı kapatmayı yeğleriz”. Oyunculuk için ses, nefes, diksiyon, sahne, sahne arkası, kulis, beden & koreografi, uygulamalı kamera önü, yaratıcı drama, yazarlık için temel ve yaratıcı yazarlık dersleri verilen Erbulak Evi’inde okuyanları, çalışanları ve çalışmayanları da göz önüne alarak hafta içi ve hafta sonu, ayrıca gündüz ve gece eğitimleri de program dâhilinde. Füsun Erbulak, Özden Özgürdal, Dilligil, Mark Levitas, Yıldırım Fikret Urağ, Cüneyt İngiz, Ülkü Aşaröz, Burcu Alkan, Özen Yula, Hakan Akdoğan Erbulak Evi’nin eğitim kadrosunda yer alan değerli isimlerden.

www.erbulakevi.com İstasyon Yolu Sok. No: 11 Bostancı 0216 518 25 26 - 0532 152 94 78 11


değerler

“Biz insanlık ailesiyiz. ‘Herkes birbirini yer’ kuralını kabul edemeyiz. Bizleri, varoluşun çıkarcılığının üzerine çıkaran bilinç, ruhsallıktır. Ruhsallık bize eşit fırsat sunar ve yaşanabilir bir hayat kurabilmemiz, farklılıklara saygı gösterebilmemiz ve mutluluğu tadabilmemiz için yeni bir çift göz verir.” Diyor Anthony Strano az sonra buluşacağınız yazısında… Geçtiğimiz yaz hayata gözlerini yuman Strano, son sözlerini söyleyerek veda etmiş ermiş ruhlar gibi, bizlere hayatımıza alabilirsek, pek çok şeyin daha farklı olmasını sağlayacak bilgileri hatırlatarak ayrıldı aramızdan. Dileriz, bu değerli öğretmenin yazıları hepimizin iç dünyasına ışık tutacak ve çok zamanı gelmiş olan hafifliğe ve huzura yol almamıza yardımcı olacak. Anthony Strano’nun yazısında önerdiği çalışmaları reçete edildiği şekilde, ustalıkla gerçekleştiremeyebiliriz ancak eminiz ki, bu bilgileri açık bir kalple içselleştirebilir ve iyileşebiliriz. Çünkü sessizlik, geveze bir tellaldan farksız zihinlerimizi biraz olsun sakinleştirebilmek için en çok ihtiyaç duyduğumuz şey olsa gerek.

sessizlik:

bir güç yağmuru

Dünyadaki dış sistemlerin sarmal bir şekilde parçalanmasıyla karşı karşıya geldiğimizden, iç varoluş sistemimizle bağlantı kurmak artık şart hale gelmiştir. Bir zamanlar güvenlik ve rahatlık alanları sağlayan sistemler, bugün savaş alanına dönmüştür ve her gün, büyük veya küçük çapta ekonomik, sosyal ve siyasi çöküşlerle baş etmek zorunda kalıyoruz. Orta Doğu, Afrika, Avrupa, Asya ve Amerika kıtasının birçok bölgesinde sistemler dağı12

Kasım - Aralık / 2014

lıyor; çünkü insanlar bir zamanlar içten inandıkları değer ilkelerine artık sadece yüzeysel bir biçimde bağlı kalmaktalar. Küresel açıdan bakarsak, bugün eylem yapan insandan çok daha fazla sayıda yalnızca konuşan insan var. Uçurum gittikçe büyüyor ve ancak bir zihniyet değişikliği söylenen ve yapılan, ideal ve gerçek arasındaki köprüyü kurabilir.

mesele hayatta kalmak değil, hayatın nasıl yaşanacağıdır. Bireyin, toplumun ve gezegenin mutluluğu bir “sıçan yarışı” taktik sistemine bağlı değildir. Mutluluğu anlamak ile ilgilidir ve “en güçlüsü hayatta kalır” formülünü benimsemez. Bana genellikle şöyle denir: “Bu bir sıçan yarışıdır.” Ancak “Ben bir sıçan değilim!” diye haykırırım.

Nasıl hayatta kalınır? Aslında,

Biz insanlık ailesiyiz. “Herkes birbi-


rini yer” kuralını kabul edemeyiz. Bizleri, varoluşun çıkarcılığının üzerine çıkaran bilinç ruhsallıktır. Ruhsallık bize eşit fırsat sunar ve yaşanabilir bir hayat kurabilmemiz, farklılıklara saygı gösterebilmemiz ve mutluluğu tadabilmemiz için yeni bir çift göz verir. Güvensizlikler hangi seviyede olursa olsun, doğuştan var olan insanlığımıza aykırı olan ve acımasızlığa yol açan korkuları yaratır. İsim, para, ırk, statü veya güç aracılığıyla, kişinin kendisi ve başkalarının gözünde toplumsal şöhret kazanabilmesi için devamlı kör bir hırsa ait değerleri aşılayan ve öven toplumlar ölüdür. Çıkış yolu sağlamak için bir kriz kaçınılmazdır. Artık var oluşumuzun iç sistemini tekrar çalıştırma zamanı gelmiştir. İç sisteme farklı olarak öz, ruh veya tin denmiştir ancak hangi sözcüğü kullanırsak kullanalım, insanca yaşamamızı sağlayan tasarının içinde yer alan tek ve doğal öz enerjiyi tanımlar. Toplumlarda bazen bu sistem unutulur ve bu zamanlarda, bilinci tekrar uyandırma görevi olan bireyler ortaya çıkar. Tarihte bu kişilere büyük öğretmenler denmiştir ve aydınlanmış oldukları için bizlere kim olduğumuzu ve neden burada olduğumuzu tekrar hatırlatırlar. Bir iç sistemin varlığını hatırlatmak her zaman gerekli olmuştur ve zaman içinde bu kadar çok ruhsal yol bu nedenle ortaya çıkmıştır. Dünyadaki dış sistemler büyük bir hızla parçalanırken; sanki evren herkese bu ruhsal sistemin önemini hatırlamaları için acil bir emir vermektedir. Bizi rahatlatan, dinlendiren ve varoluşun tükenmiş ve zarar görmüş bataryasını tekrar şarj eden bir güç yağmurunun yağmasına ihtiyaç vardır. Bazıları bir güç yağmuru yerine bir sele ihtiyacımız olduğunu düşünür! Evet, büyük

bir miktarda iç güce ihtiyacımız var ancak yumuşak bir biçimde harekete geçmemiz gerekiyor. Henüz yeterince olgunlaşmadan fazla eylem yapmak zarar da verebilir. Her gün küçük çapta güç toplandığında, yavaş yavaş varlığımıza güç katılır. Bunun için gereken ilk adım sessizliktir.

zorladığımızda, işlevlerini yerine getiremez olurlar.

Yeni olan her şey düşünmeyle başlar. Birçok kişi sessizliği, kişinin kendisiyle kalabileceği sakin bir mekânı arar. Meditasyon, gittikçe daha çokları tarafından duygusal, zihinsel ve bedensel saadete erişmek için uygun bir yöntem olarak görülmektedir. Dış dünyadaki ilişkileri sağlıklı bir biçimde yürütebilmek için temel ihtiyaçlar stres, korku ve olumsuz duyguların azaltılması ve kişinin kendisiyle barışık olmasıdır. Her bireyin iç sistemi tekrar hayat bulduğunda, dış sistemler de iyileşmeye ve yaşam bulmaya başlar. Kendi içimize sessizlik yoluyla ulaşırız.

Bu içsel yenilenme alanı, her gün dört adım uygulayarak elde edilebilir.

Sessizlik Hakkında Birkaç Görüş Hayatta kalma seviyesinden yaşama seviyesine geçmek için, sessizliğe her gün biraz zaman ayırmak başarılı bir yöntemdir. Bazıları sessizliğin ne olduğunu sorar. İşte birkaç alternatif görüş: -Gücenmeler, gerginlikler ve baskıların tohumlarını fark ederek iç sistemimizi onlardan temizlemeye karar verdiğimiz bir karantina alanı. - Günlük bir temele dayanan ruhsal bağışıklık hali. -Hem fiziksel, hem de zihinsel olarak içinde dinlenebildiğimiz derin bir dinginlik alanı; buna karşılık, zihin ve bedeni uç noktalarına

-Düşüncelerimize çok daha fazla açıklık getiren ve bize mutluluk ve rahatlık veren bir huzur alanı. -Ani tepkiler yerine, insanlara ve olaylara uygun tepki vermemizi sağlayan bir açıklık.

Kendi İçimize Ulaşmak 1)Her Gün: Uyan ve Takdir Et. Uyandığınızda, yatak odasından çıkın çünkü uyku titreşimleri meditasyon sırasında kişiyi tekrar uykulu hale getirebilir. Sessiz bir köşede otururken, ilk düşüncelerinizi oluşturun: “Sevgiyle ve yavaşça, kendimle olan bağlantıyı kuruyorum. Huzur ve ahenkten oluşan bir varlığım. Hayatımdaki bu yeni günü takdir ediyorum çünkü bana önüme koyup öğrenmem için yeni fırsatlar sunacaktır. Kendimle huzur içindeyim. Ben huzurum.” Bu olumlu düşünce yağmurunun altında durarak, yeni günü karşılayabilmek için güç toplarız. Meditasyonun süresi kişiye bağlıdır ancak en önemli unsur yoğun bir biçimde konsantre olmak ve dikkatin hiçbir şey tarafından dağıtılmasına izin vermemektir. Aksi takdirde güç biriktiremeyiz. Aynı düşünceleri istediğiniz kadar yavaş yavaş tekrar edebilir ve sonra düşünmeye gerek kalmayan bir dinginliğe ulaşabiliriz. Bu dinginlik kişiyi içsel bir mutluluk yağmuruna tutar. 2) Gündüz Vakti: Durun ve altı veya yedi kere ya da yapabildiğiniz kadar bağlantıya geçin. 13


Sadece bir dakika için bile olsa buna zaman yaratın. Bir dakika veya sadece otuz saniye için bile olsa durun ve sessizlik içinde kendinizle bağlantı kurun. Nefes ile gevşeyin ve yavaş yavaş şu düşüncelere odaklanın: “Rahatlıyorum. Huzurluyum... Sakin... Özgür. Huzurluyum. Rahatlıyorum. Huzurum.” Bu düşünceler, bilince aktığında, gerginlik giderilir. Yavaş yavaş ve derinden tekrar edip sakinleşerek, bu düşüncelerin yarattığı huzurlu güç yağmurunu içinizde hissedin. Bu egzersiz sakin ve yoğun bir dikkatle yapıldığında, yorgunluğu yok eder; tazelik verir. Zihin, dinginliğini meditasyondan sonra koruyabilir; meditasyon, uyku gibi zihne yeniden enerji verir. 3) Gündüz Vakti: Kontrol edin, değiştirin ve tadını çıkarın. Endişe, öfke, küçümseme, sınıflandırma ve kendiniz veya başkaları hakkında eleştirel yargılarda bulunma alışkanlıklarınızı kontrol edin. Ayırt edin. Kendinizle sohbet edin: “Başka bir yol çizeyim çünkü zaten biliyorum, böyle düşünce ve tutumlar beni sürekli aynı düşünce kalıpları içinde tutsak ediyor. Bugün kendime büyük bir iyilik yapıp, bunu durduracağım.” Karar verin çünkü belirli kararlar olmadan, hiçbir şey iyiye gitmez. Sürekli bilinçli kalmanız, kendinize zarar veren kalıpları değiştirmenize yardımcı olur ve saygıya yer veren yeni kalıpların oluşmasına izin vererek, hem kişinin kendisini, hem de başkalarını mutlu kılar. 4) Her Akşam: Değerlendirin ve Dinlenin. Derin ve rahatlatan bir uyku için günü değerlendirin ve kendinize şu iki soruyu sorun: Bugün özellikle neyi daha iyi yaptım? Özellikle neyi daha iyi yapabilir14

Kasım - Aralık / 2014

dim? Böylece kendinizde gördüğünüz değişiklikleri takdir edin ve aynı zamanda da neleri düzeltebileceğinize bakın. Olgun ve dengeli şekilde ilerlemek için ikisi de gereklidir. Herhangi birine fazla yüklenmek gerçekçi olmayı engeller; ya kendinize fazla sert davranırsınız ya da “Yeterince değiştim, şimdi de sıra başkalarında!” dersiniz. Bu değerlendirmeden sonra sessiz kalıp, iç sisteminizle, yani içinizdeki asli huzurla bağlantı kurun. Düşüncelerin ve günün ötesine geçip, “Ben Varım”ın bilincinde kalın.“Ben Varım” bilinci kişiyi anda sabitler – geçmiş veya geleceğe kaymadan, zamanın o anında tutar. Anın içinde sabit kalmak tüm gerginlikleri giderir ve kişinin tüm varlığı huzurla dolar. Bu egzersiz yatak odasında değil, sabah meditasyon yaptığınız köşede uygulanmalıdır. Günün sonu bereket yağmurudur. Günün son düşüncesi, önünüzdeki günün ilk düşüncesiyle bağlantılıdır. Temiz bir biçimde uykuya daldığınızda, temiz bir biçimde uyanırsınız.

Huzur içimizde olmasını istediğimiz bir şeydir. Dış dünyayı bırakıp, içeriye döndüğümüzde sessizliği deneyimleriz. İçeriye döndüğümüzde kaybettiğimiz huzuru bulabiliyoruz. Huzuru gerçekten kaybetmedik ancak içeride olduğunu unuttuk. Sadece sessizlik aracılıyla tekrar bulabiliriz. Huzur, durarak, sessizleşerek ve hatırlayarak gerçekleştirdiğimiz günlük bir yolculuktur. Bu Sözler, bana Yunancada “hakikat” anlamına gelen “alithea” sözcüğünü hatırlattı. Bu sözcük bire bir çevrildiğinde “unutmamak” anlamına gelir – her gün kim, nerede ve neden olduğumuzu hatırlamak. Bu bilinç, bizi doğru alanda tutar ve etrafımızda ne oluyorsa olsun, kendimize güvenmemizi sağlar. Sessizlik içinde olduğumuzda, hatırlama durumuna geçeriz. Yenileme, iyileştirme, barıştırma, umut ve ileri görüş için enerji yaratan deneyimi bu hatırlama sağlar.

Olumlu sonuçlar sürekli yapılan pratiğe bağlıdır. Sonuç olarak, olumlu düşünce ile eylemler yaparak, daha iyi bir ben yaratırız ve böylece başkaları için daha iyi bir arkadaş, daha iyi bir meslektaş ve daha iyi bir insan oluruz. Bu yazıyı, 35 yıl önce daha yolculuğumun başındayken, şimdi 98 yaşında olan yogi Dadi Janki’nin söylediği şu sözlerle bitirmek istiyorum: Huzur ve sessizlik arasındaki fark nedir?

Tarafından Derlenmiştir


YALNIZ

DEGiLSiNiZ

İRTİBAT:

0507 018 00 66

Hoş Geldin Bebek Projesinin Amacı: Down sendromlu Bebeğe sahip olan ailelere Down sendromunu anlatıp, durumu kabullenmeleri sürecinde ve sonrasında onların yanında olarak yalnız olmadıklarını göstermek, her türlü konuda kılavuzluk yaparak bilmedikleri bir geleceğe hazırlanmalarını sağlamak.

w w w . u l u s a l d o w n . c o m


etik

etik mi

m

an ail.co oyd ış S n@hotm r a B a soyd baris

değil mi

Trafik Cezasını Şoför mü, Yolcu mu Ödemeli?

Kafedeki Gazetelerin Bulmacasını Çözmek

Geçen bayramda anne babamı ziyaret etmek için İzmir’e giderken havalimanına işyerinden bir arkadaşım bırakmıştı. Bayram trafiği nedeniyle yollar çok sıkışıktı. Uçağı kaçıracağım diye endişe etmiştim ama arkadaşım emniyet şeridine girme pahasına beni havalimanına zamanında götürmeyi başarmıştı. Aradan neredeyse bir ay geçtikten sonra, o günkü emniyet şeridi ihlali nedeniyle evine trafik cezası geldiğini söyledi ve cezayı ödeyip ödemeyeceğimi sordu. Evet doğru, emniyet şeridine girmesi sayesinde uçağa yetiştim ama bu benim fikrim değildi! İşlemediğim bir suçun cezasını ödemek saçma geliyor. Siz ne dersiniz? (S.)

Bulmaca meraklısıyım. Eve aldığım gazetenin bulmacası yetmiyor, zaman zaman gittiğim kafelerdeki gazete ve dergilerin bulmacalarını da çözüyorum. Bugüne kadar kimsenin iznini sormadım. Ama parasını vermediğim dergilerin bulmacalarını çözmenin doğru olup olmadığından emin değilim. Görüşünüzü yazar mısınız? (G.Y.)

Bazen hiçbir şey yapmamak, başkasının yaptığını onaylamak anlamına gelir. Tamam, emniyet şeridini ihlal eden kişi siz değilsiniz ama itiraz etmeyerek, bana kalırsa emniyet şeridi ihlaline onay vermişsiniz. Dolayısıyla cezayı bölüşmeniz gerekir. Yarısını o, yarısını siz ödemelisiniz. Bununla birlikte kafama takılan bir nokta var: Acaba arkadaşınız emniyet şeridine sizi havalimanına yetiştirmek için mi girmişti? Yoksa emniyet şeridi ihlalini alışkanlık haline getirenlerden biri mi? Kim bilir, belki de emniyet şeridini sık sık ihlal ediyordu ve tesadüf, o gün yakalandı. Bunu öğrenmek kolay değil. Yine de açıkça sormakta beis yok. Dürüst biri olduğunu umalım. Eğer sık sık şerit ihlali yapan bir kişiyse cezanın tümünü ödemesi gerekir.

Sorun yok, bulmaca çözmeye devam edin. Bulmacalar okunmak için değil çözülmek için varlar. Siz çözmeseniz muhtemelen başkaları çözecekti. Bana kalırsa ortak kullanıma açık gazete ve dergilerin bulmacalarını başkalarından önce çözmek, erken gelip bilet kuyruğunda en öne girmeye benziyor. Erken davranıp kuyruğun en önünde yer tutmak etiğe aykırı mı? Neden aykırı olsun ki? Bulmaca da bundan farklı değil. İşgüzar Bir Patron ve Özcü Düşünce Patronu olduğum reklam ajansında işlerin zamanında bitirilmesini sağlamak için teslim tarihlerini gerekenden erkene çekiyorum. Fakat çalışanlardan bunu gizliyorum. Örneğin bir işi cuma günü bitirmemiz gerekiyorsa, çalışanlara salı günü bitirmemiz gerektiğini söylüyorum. Fazla mesaiye kalma, hafta sonu çalışma pahasına söylenen tarihte işi bitiriyorlar. İnsanları fazla mesaiye zorlamak hoş değil ama piyasada “dakik çalışan ajans” olarak bilinmemizi buna borçluyuz. Şirket kazanırsa çalışanlar da kazanır, kaybederse onlar da kaybeder çünkü… Etik açıdan nasıl değerlendirirsiniz? (C.Ü.)

Etikle ilgili sorularınızı Barış Soydan’a yazın: barissoydan@hotmail.com 16

Kasım - Aralık / 2014


Trafik cezasını Şoför mü, Yolcu mu

Ödemeli?

İyi ki patronum değilsiniz. Doğruyu söyleyince insanların işi tembelliğe, laçkalığa vuracağına inanıyorsunuz, anladığım kadarıyla. Felsefede buna “özcü” düşünce derler. Bazı insanların “özünde” tembel ve sorumsuz, bazılarının ise çalışkan ve “üstün” olduğunu düşünmek pek matah bir şey değildir. Size bunun yerine daha hümanist davranıp insanlara güvenmeyi öneririm. Denemeden insanların sorumlu mu sorumsuz mu davranacaklarını bilemezsiniz. Bence çalışanlara çocuk gibi davranmaktan vazgeçip onlara ve kendinize bir şans verin. Evet yanlış duymadınız, “kendinize” dedim, çünkü yalan söylemeden yöneticilik yapamayacağınızı düşünüyorsunuz aslında. Hem çalışanlara hem de kendinize haksızlık ediyorsunuz. Yazlıktaki İstenmeyen Misafir Geçen yaz eşimin kız kardeşi ve eşiyle ortak yazlık kiraladık. Başlangıçta her şey iyi gidiyordu ama yazın ortasında bizim fikrimizi sormadan bir arkadaşlarını davet ettiler. Yazlık çok küçük olduğu için fazladan bir kişi tatilimizi zehir etmeye yetti. Rahatsızlığımızı aktarınca bacanağım ve eşi, evin kirasını verdikleri için istedikleri kişiyi davet etmeye hakları olduğunu söylediler. Sizce davranışları etik mi? (İ.S.) Hayır değil. Kiranın tamamını değil yarısını verdiklerine göre diğer yarısını verenlerin de görüşünü sormaları gerekirdi. Ortak hayatın kuralları var. Bunların başında bireysel hareket etmemek gelir. Bununla birlikte kuralları en başta, yaz başlamadan konuşmanız gerekirdi. Anladığım kadarıyla bunu yapmamışsınız. Onlar da boşluktan faydalanmış. Gelecek yaz yine birlikte ev tutacaksanız, kuralları en başta konuşmayı ihmal etmeyin.

Gazetecilere Borsa Yasağı ve Basit Bir Hukuk İlkesi Gazeteci bir arkadaşımın sorusu: Çalıştığım medya grubu gazetecilerin borsada yatırımı yapmasına yasak getirdi. Hisse senedi alım satımı yapanlar işten atılmakla tehdit ediliyor. Yapılan açıklamaya göre borsa yasağı, gazeteciler ilgilendikleri hisselerle ilgili taraflı haber yazmasınlar diye konulmuş. Ben uzun yıllardır küçük birikimlerimle borsada alım satım yapıyorum. Ve yatırım yaptığım hisse senedinin fiyatı yükselsin diye yalan haber yazacak kadar namussuz biri değilim. Hem bu mantıkla altın almamıza, faizden para kazanmamıza da yasak getirmeleri lazım. O nedenle yasağı takmadan borsada alım satım yapmaya devam ediyorum. Aradaki tek fark, bunu artık kimseye söylememem. Ne dersin? (N.) Keşke hukuk, internet siteleri gibi kişiselleştirilebilse ve kişiye özel kurallar, yasaklar konulabilse. İnternette bu mümkün ama hukukta şimdilik imkânsız. Aristokratların ayrı, halkın ayrı yasalara tabi olduğu günler çok eskide kaldı. Kişiye özel yasa olmayacağına göre kişiye özel yasaklar da olmaz. Kurallar geneli ilgilendirir, namuslu insanlara ayrı, namussuzlara ayrı yasaklar konulmaz. Evrensel bir hukuk ilkesi olarak yasalar şahsi değil geneldir. Sizin gibi tecrübeli bir gazeteciye hukuk dersi vermek haddim değil ama geçmişte bazı gazetecilerin gerçekten de hisse senetleriyle ilgili manipülatif haberler yaptığını hepimiz biliyoruz. Sonuçta mağdur olan küçük yatırımcılar olmuştu. Yasaklardan pek hoşlanmam. Ama korkarım bu sefer yasağı koyanlar haklı.

17


yaşam lu uoğ puc com a K da ul.

ran

da K Ser

a serd

b

stan

tivi @ak

Beni B e nden Alırsa n Seni S ana Bırak mam

Bazı şeyler değişmeli ve bazıları da aynı kalmalı. Değişim her zaman iyi olmayabilir ama değişmemek de sistemi çökertebilir. Aman diyim! 18

Kasım - Aralık / 2014


Siz nerede yaşıyorsunuz? Ben İstanbul’da yaşıyorum. İstanbul, dünyanın göbeği gibi olur bazen ve bazı anları olur kendinizi tanrının görüş açısının dışında kalmış gibi hissedersiniz. İstanbul’da yaşamak diğer şehirlerde yaşamaktan çok mu farklıdır bilemiyorum ama şimdi İstanbul’da yaşamakla, İstanbul’da yaşamak arasında çok büyük farklar var. Burada işler iyiden iyiye zorlaşmaya başladı. İnsanların umutsuzluğu, yılgınlığı, bezginliği o kadar tehlike arz eden bir boyuta ulaştı ki; bizim şehre toptan depresyon teşhisi konabilir. Hepimiz sinirli, tahammülsüz, dengesiz insanlar olduk çıktık :) Aynı insanı sabah sevecen akşam manyak bulabiliyorsunuz. Ya da az önce yan arabadaki şoförü parçalama noktasına gelen adamı, beş saniye sonra direksiyonda şarkıya tempo tutarken görebiliyorsunuz. Beni benden alırsan, seni sana bırakmam. Çok manidar. Sadece bu kadar mı, kadınlar bir güzel, bir çirkin, erkekler bir kibar bir kaba. Ama bence sebepleri var. Sıkıştık biz. * Mesela kentsel dönüşüm, lüks toplu konut, akıllı bina, çok katlı bina diye diye bizim manzaramızı fena halde bozdular. Hani “İstanbul silüeti” diye bir şey vardır ya, hah, işte o artık yok. Şehri şantiye alanına çevirdiler. Şanslıysanız uzaktan bir yere bakabiliyorsunuz İstanbul’da; önünüzü bir bina kapatmıyorsa, işte öyle uzaklara ya da gökyüzüne baktığınızda gökle bir olmuş binalar ne kadar çirkin fark etmiyor musunuz? Biz mesela, bir şey yaptıktan sonra şöyle bir geri çekilir uzaktan bakarız olmuş mu diye, siz büyük adamlar hiç uzaktan bakmıyor musunuz nasıl oldu diye? Sanki sıkıştırılmış bir şehirde yoğunlaştırılmış şehirliliği deneyimliyor, hızlandırılmış hayatı yaşıyoruz.

Madem öyle talancının mumu da yatsıya kadar yansın! * İş hayatı zaten bildiğin survivor. İnsanlar sağ ceplerindekini sol ceplerine koyuyor, ahbap çavuş ilişkilerinden geçilmiyor, “bizdencilik” had safhada. Açıklık, şeffaflık, rekabet eşitliği, teşvik sadece kurumsal metinlerde yer buluyor; sanki “zengin dursun” diye serpiştirilmiş gibi. Ezbere yapılan anlaşmalar, cepten yiyen projeler, al takke ver külah el sıkışmalar… Evet böyle havanız bin beş yüz kabul… Sadece biz biraz hassas insanlarız, “filler ve çimen” hikâyesi bize biraz acıklı geliyor. Büyük şirketlerden, holdinglerden, çok uluslu şirketlerden, havalı markalardan olmayana “sen git çimde oyna” demenizi adil bulmuyoruz bu bizi hayata küstürüyor. Tekelleşmeye, kartelleşmeye karşı durmak gerekiyor falan diyoruz ama bildiklerimiz de yer değiştiriyor an be an. Yerli üreticileri, köylüyü, esnafı, girişimciyi, evden iş yapanı… Yüz yıl sonra sistem herkesi kendine mecbur bırakmasın sakın diyoruz ama hepsi kuruntu herhalde. Yer de bulamıyoruz, yol da bulamıyoruz. Sıkışıyoruz. * Özel hayatlarımız öyle özel ki, şahsına münhasır. Kendimizi hem ağa hem maraba gibi hissedebiliyoruz. Saat 12.17’de dünya toz pembeyken, 12.32’de zifiri karanlık olabiliyor. Evimiz dünyanın en güzel yeri de olabiliyor, bir hapishane de. Ahmet Hamdi Tanpınar diyor ya Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır” diye, işte o sadece psikanalizden değil, biraz da İstanbul’dan. Dürüst olunca başına bir hal geliyor. Sevecenlik seni hafif gösteriyor. Gülümsüyorsan gayriciddi

buluyorlar. Trafikte yol verince salak oluyorsun bir de arkandan korna çalıyorlar. Bankaların kredi vermediği kişiye borç verince ahmak diyorlar. Giydiğin, taktığın, aldığın, ettiğin, yediğin, içtiğin, gezdiğin, gördüğün senden daha çok hürmet görüyor. Anlayışın, sabrın, yüce gönüllülüğün seni küçük gösteriyor. * Burada, kendin olunca, kendi gerçeğini ortaya koyunca herkese bir haller oluyor. Ama ben diyeyim maskeli balo, sen de mış gibi oyunu, eğer onlar gibi davranabiliyorsan bir anda önemsenmeye başlıyorsun. Emile Ajar’ın Yalan-Roman’ını okudunuz mu? İşte tam da oradaki gibi… Hal böyle olunca pusulayı kerterizlemek biraz sıkıntı oluyor tabii. Bu yüzden aynı anda Müslüm Gürses’i de, Andre Rieu’yu da sevebilen insanlar topluluğu olarak çeşitleniyoruz. Hep birlikte bir deliriyor, bir normalleşiyoruz. En sevdiğimiz renk mor diyor ama arabamızı beyaz alabiliyoruz. İsrail mallarını boykot ederken, yağımızı lavaboya dökebiliyoruz. Her zaman belgesel seyrediyor ama reyting listelerine hayrımızı dokundurmadan edemiyoruz. Yabancıların yarattığı her şeye tapıyor, bizimkilerle dalga geçiyor ama ülke neden kalkınmıyor, bizden bir Tesla neden çıkmıyor efendim sorunsalı ile karalar bağlayabiliyoruz. İşte bu sıkışmışlıkla İstanbul, böyle leke gösteren halılar, hatları belli eden pantolonlar gibi bize kendimizi hep kusurlu hissettiriyor. Sabah sevecen akşam manyak olmamızın sebebi bu işte. Binalar da, arabalar da, insanlar da… Her şey üstümüze üstüme geliyor. Yavaş ya hu! Bence herkes daha çok şiir okumalı… 19


röportaj

Diyabet Cerrahisi ile

İnsülin İğnesi Olmadan Tüm dünyada 385 milyon kişiden fazla şeker hastası var. Bundan yirmi yıl sonra bu sayının 600 milyon kişiye ulaşacağı düşünülüyor. Türkiye’nin de, şeker hastalığının en sık görüldüğü ülkeler arasında yer aldığı söyleniyor. Şeker Hastalığı, tedavi edilemeyen ancak kontrol edilebilen bir hastalık. Özellikle insülin iğnelerine bağımlı olarak yaşayan Tip 2 Diyabet hastaları için önemli bir gelişme olarak değerlendirilen Diyabet Cerrahisi ile şeker hastalığını tamamen kontrol altına almak hatta insülin bağımlılığından kurtulmak bile mümkün kılınabiliyor. Diyabet Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Halil Coşkun şeker hastalığı ve tedavisi ile ilgili sorularımızı yanıtladı. 20

Kasım - Aralık / 2014


Aktivist: Şeker Hastalığı nasıl oluşur? Doç. Dr. Halil Coşkun: İnsülin, pankreas adını verdiğimiz organımızdan salgılanan bir hormondur ve kandaki glikozun (şekerin) yükselmesine neden olur. insülin olmadan, vücudumuz alınan gıdaları istenilen şekilde kullanamaz. Eğer insülin hormonu tamamen eksikse bu diyabete “Tip 1 diyabet (insüline bağımlı diyabet)” denir. Genellikle çocuk veya genç yaştaki hastalarda görülür. Eğer insülin hormonu var ama miktarı azsa veya dokularda insüline karşı direnç varsa, bu diyabete de «Tip 2 diyabet (insüline bağımlı olmayan diyabet)” denir. Diyabetli hastaların %90’nını Tip 2 Diyabetli hastalar oluşturmaktadır Genellikle 35 yaşından sonra görülür. Tip 1 diyabetli hastalar yaşam boyu insülin kullanmak zorundadırlar. Tip 2 diyabetli hastalar ise diyet, egzersiz ve ağızdan alınan ilaçlarla tedavi edilebilir. Gerekirse hastalığın ilerleyen dönemlerinde insülin kullanabilirler. Aktivist: Son zamanlarda medyada sıkça, Türkiye’de şeker hastalığının arttığını okuyoruz. Türkiye’nin bu konuda dünya sıralamasında nerede yer alıyor? Siz ülkemizin bu konudaki durumunu alışkanlıklarımız ve eğilimlerimiz açısından nasıl yorumluyorsunuz? Doç. Dr. Halil Coşkun: 1985’te, tüm dünyada, tespit edilen 30 milyon diyabetli vardı. 2005 yılında ise 230 milyondan fazla diyabetli mevcuttu. Yaklaşık 20 yılda, hemen hemen yedi kat artma olmuştur. Eğer bu epidemiyi yavaşlatmak için hiçbir şey yapılmaz ise, IDF ‘in tahminlerine göre 2013 yılında 382 milyon olan diyabetli sayısının 2035 yılında 592 milyona çıkacağı düşünülmektedir. Türkiye’deki Tip 2 Diyabet sıklığı TURDEP II çalışmasına göre %13.7 olarak bilinmektedir. Bu veriye göre, tedavi edilen Tip 2 Diyabetli hasta popülasyonu 2010’da 4.335.352 olarak tahmin edilmektedir. Komplikasyonlarıyla birlikte Tip 2 Diyabetin Türk sağlık sistemi için toplam yıllık maliyeti 5.144 milyar Euro olarak tahmin edilmektedir. Tip 2 Diyabet ve komplikasyonlarının tedavisi Türkiye’de sağlık sistemine önemli bir finansal yük oluşturmaktadır. Tip 2 Diyabet ve komplikasyonlarının tedavi maliyeti toplam Türkiye ekonomisinin %1’ine tekabül etmektedir. Aktivist: Şeker Hastalığının ameliyatla tedavisi, ilk duyulduğunda şeker hastaları için gerçek bir müjde gibi algılandı. Diyabetik Cerrahi ameliyatları nasıl yapılıyor? Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet Cerrahisi aslında Obezite Cerrahisi ile elde edilen sonuçların ortaya çıkmasıyla gündeme gelmiş bir kavramdır. Obezite cerrahisi sonrasında elde edilen sadece kilo kaybı değil, metabolik hastalık

dediğimiz birçok önemli rahatsızlığın da (diyabet, hipertansiyon, uyku apne snd vd) tedavi edilmesidir. Bu elde edilen farklı sonuçlardan dolayı Obezite Cerrahisi kavramı Metabolik Cerrahi kavramı ile bütünleşmiştir. Metabolik Cerrahi kavramı içerisinde de en fazla Diyabet tedavisinde başarı sağlanmaya başladığından bu operasyonlar zaman içerisinde bazı merkezlerde “Diyabet Cerrahisi” olarak adlandırılmıştır. Diyabetin tedavi edilmesinde kullanılan birçok obezite cerrahisi yöntemi bulunmaktadır (Tüp Mide, Gastrik Bypass, Duedonal Switch, İleal İntepozisyon). Her yöntemde elde edilen başarı farklılıklar gösterebilmektedir. Burada önemli olan nokta ameliyat sonrası hastaların kilo vermeden bağımsız olarak Diyabetlerinde düzelme sağlanmaya başlamış olmasıdır. Diyabet Cerrahisi sindirim sistemi üzerine yapılan cerrahi girişimlerdir. Bu ameliyatlar sindirim sistemi üzerinde etkili bazı hormonlarda (GLP1, PYY vd) değişiklikler meydana getirerek, kilo vermeden bağımsız olarak ameliyat sonrası erken dönemde %70-90 oranında diyabeti düzeltebilmektedir. Aktivist: Bu ameliyat kimler için uygun, hangi tür hastalar için öneriyorsunuz? Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet Cerrahisi bugün için 18-65 yaş arasında Vücut Kitle İndeksi (VKİ) 35 kg/m2 nin üzerinde ve Tip 2 Diyabeti olan hastalar için önerilmektedir. VKİ değeri 30-35 kg/m2 arasında bulunan Tip 2 Diyabetli hastalar içinde literatür sonuçları olumlu yönde görülmekle birlikte rutine oturmuş bir cerrahi önergesi bulunmamaktadır. Ayrıca hasta seçimi yaparken hastanın diyabet geçmişi, kaç yıldır diyabet hastası olduğu, diyabete bağlı komplikasyonların gelişip gelişmediği, insülin, C peptid ve HbA1C (üç aylık kan şekeri ortalaması) gibi parametrelere de bakılmaktadır. Aktivist: Diyabetik Cerrahi kimlere uygulanamaz? Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet Cerrahisi Tip 1 Diyabet hastaları için uygun bir alternatif değildir, bu hasta grubuna önerilmemektedir. Diğer taraftan Tip 2 Diyabetli hasta grubunda VKİ değeri 30 kg/m2 nin altındaki fazla kilolu ve normal kilolu hastalar içinde henüz cerrahi endikasyon bulunmamaktadır. Bu konudaki bilimsel çalışmalar devam ediyor, ileride ortaya çıkacak sonuçlara göre farklı yaklaşımlar da karşımıza çıkabilir. Aktivist: Bu tür bir operasyondan önce hastaların yapmaları gereken bir hazırlık süreci oluyor mu? 21


Doç. Dr. Halil Coşkun: Tip 2 Diyabetin ilk adım tedavisi diyet ve egzersizdir. Bunlar normal kan şekeri düzeylerinin korunmasında yeterli değilse pankreasın daha fazla insülin üretmesini tetikleyen, insülinin daha çok işe yaramasına yardımcı olan, karbonhidratların bağırsakta emilimini azaltan ya da karaciğerdeki şeker üretimini azaltan ilaçlar (oral antidiyabetikler) almanız gerekebilir. Yaşam tarzı değişiklikleri ve ilaçlara rağmen kan şekeri kontrolünüz yetersiz ise insülin almanız gerekecektir. Çeşitli diyetler deneyerek başarısız olmuşsanız diyabet cerrahisinde uygulanan yöntemler Tip 2 Diyabet tedavisi için kalıcı bir çözüm oluşturabilir. Cerrahi kararı vermeden önce kapsamlı bir tetkikin ardından endokrinolog kontrolünden geçtikten sonra uygun hasta gruplarına bu cerrahi alternatifler sunulabilmektedir. Aktivist: Ameliyattan sonra hastaları nasıl bir süreç bekliyor? Doç. Dr. Halil Coşkun: Ameliyattan sonra hastalarımızın kan şekerleri yönünden yakın takibi gerekmektedir. Birçok hastamız yapılan ameliyat tipine göre eğer insülin kullanıyorsa insülinlerini bırakabiliyorlar. Bazı hastalarımızda ise insülini bırakıp oral antidiyabetik ilaçlarla bir süre daha hastalığın gözlemlenmesi gerekebiliyor. Burada endokrinoloji ile yakın işbirliği içerisinde olarak bu hasta gruplarının takip edilmesi son derece önemlidir. Hastalarımızın diyabetlerindeki gerileme hastalarımızın diyabet geçmişlerine bağlı olarak da değişim gösterebilmektedir. Şöyle ki diyabet süresi ve diyabete bağlı gelişen komplikasyonların ortaya çıkmış olması, cerrahi tedavi yanıtını etkileyen en önemli parametrelerin başında gelmektedir.

22

Kasım - Aralık / 2014

Aktivist: Şeker hastalarının yaralarının daha zor kapandığı söylenir hep, bu açıdan bakıldığında hastaların iyileşme süreci hakkında neler söyleyebilirsiniz? Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet cerrahisinde uygulanan teknikler laparoskopik ve robotik tekniklerden oluşmaktadır. Bu teknikler kapalı sistem ile yapıldığından cerrahi kesileri son derece küçük (1 cm) olduğundan, yara iyileşmesi ile ilgili negatif bir durum gözlenmemektedir. Aktivist: Diyabetik cerrahinin hastanın hızla kilo vermesine de sebep olduğunu okudum, hiçbir kilo problemi olmayan şeker hastaları için ameliyatın ne gibi etkileri oluyor? Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet cerrahisi yukarıda da bahsettiğim gibi obezite cerrahisinde kullanılan teknikleri içermekte olduğundan bu hastalarda kilo verimi görülmektedir. Zaten bugün için VKİ değeri 35 kg/m2’nin üzerinde bulunan hastalar için kesin endikasyonlarımız mevcuttur. VKİ değeri 30-35 kg/m2 arasında bulunan hastalar için halen bilimsel çalışmalar devam ediyor ve sonuçlar uygulanabilir yönde görülmektedir. Diğer taraftan VKİ değeri 30 kg/ m2 nin altında olan fazla kilolu ve normal kilolu hastalar için bu tarz bir cerrahi girişim henüz dünya genelinde onay almamıştır ve önerilmemektedir. Aktivist: Operasyon yaptırmayı düşünen hastaların göze almaları gereken riskler var mı? Bir başka deyişle, bu ameliyatta sorun oluşma riski nedir? Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet cerrahisi sindirim sistemi üzerine yapılan işlemler olduğundan, her ameliyatta olduğu gibi bu işlemlerde de belli cerrahi risk ve komplikasyon


23


oluşma riski mevcuttur. Bu riskler yapılacak ameliyat tipine göre farklılık gösterebilir, burada yapılması gereken hastanın, ameliyatı yapacak hekim ile görüşerek tüm detaylarıyla öğrenmesi gerekmektedir.

için (Morbid Obez+Tip2 Diyabet) SGK kapsamında Obezite Cerrahisi adı altında uygun hastalar için karşılama bulunmaktadır. Diğer taraftan özel sağlık sigortaları bu tip ameliyatları karşılamamaktadır.

Aktivist: Şeker hastaları için en büyük sorun herhalde insülin iğneleridir. Ameliyat sonrası insülin bağımlılığı bitiyor mu yoksa hastalığın kontrol altında tutulması için devam edilmesi gereken bir tedavi var mı?

Aktivist: Ameliyat nedeniyle olumlu etkilenen diğer hastalıklar neler?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Ameliyat sonrası hastalarımızın %70-90’nında tam tedavi sağlanma imkânı bulunmaktadır. İnsülin iğneleri ameliyattan sonra 3-5 gün içerisinde bırakılabilir. Bu durum hastamızın diyabet durumuna göre bazen farklılık gösterebilir. Bazı hastalarımızda ise insülini bırakıp bir süre daha düşük dozda oral antidiyabetik ilaçlara endokrinolog kontrolünde devam edilmesi gerekmektedir. Aktivist: Bu ameliyatın maliyetleri hakkında bizi bilgilendirebilir misiniz? Ameliyatlar Sosyal Sağlık Kurumu ya da özel sigortalarca karşılanıyor mu? Doç. Dr. Halil Coşkun: Ameliyatların maliyetleri yapılacak ameliyat tipine göre değişim gösterebilir. SGK kapsamında direkt Diyabet Cerrahisi adı altında bir resmi karşılama bulunmamaktadır. Ancak VKİ 40 kg/m2’nin üzerindeki hastalar 24

Kasım - Aralık / 2014

Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet Cerrahisi bir Metabolik Cerrahi ameliyatıdır. Dolayısıyla özellikle kiloya bağlı olan pek çok hastalık (hipertansiyon, hiperkolesterolomi, hipertrigliseridemi, karaciğer yağlanması v.s.) bu ameliyatlardan sonra gerileme göstermekte ve/veya tamamen ortadan kalkmaktadır. Aktivist: Böyle bir operasyon gerçekleştirmek isteyen hastaların hekimlerinde hangi özellikleri aramalarını önerirsiniz? Doç. Dr. Halil Coşkun: Obezite Cerrahisi, Metabolik Cerrahi ve Diyabet Cerrahisi birbiri içine geçmiş kavramlardır. Bu ameliyatlar kendi içinde uzmanlık gerektiren işlemlerdir ve özellikli ameliyat grubundadır. Bu tür ameliyatlara karar vermeden önce detaylı bir araştırma ve özellikle bu alanda uzmanlaşmış cerrahlar ile irtibata geçilmesi son derece önemlidir.


Siz, herkesten farklısınız…

Güçlü Patent Marka Tescil Ve Danışmanlık Hizmetleri

Yeni Hal Yolu No:37 Metal İş Merkezi K:9 D:84 Ataşehir / İstanbul Tel : 0216 337 92 94 Fax: 0216 337 92 74 Gsm: 0532 602 85 86 / 0555 960 85 58 E-Mail info@guclupatent.com

www.guclupatent.com


sivil toplum

gencim

Z com ĞU l. a O @gmai misi f a t s 1 e z u d u M faog Aka atörü ta mus Toplum oordin K l Sivi üllüler n ö G

ve gönüllüyüm,

çünkü… Gençliğin

Du-

kişi için de önemlidir. Ailelerin çocuklarına em-

Araştır-

patik bakış açısı kazandırabilmeleri için ondan

ması’na katılan

bekledikleri sorumlu davranış yapısını uygun dü-

gençler arasında,

zeyde belirlemeleri gerekmektedir. Çocuğun

rumu

Türkiye’de

bir

STK

gerek aile içerisinde, gerekse yakın çevrede

üyesi olanların oranı

iyilik yapması ve sorumluluk alması desteklen-

yalnızca % 4. Bunla-

meli, onun fark ettiği sorunlar mutlaka dikkate

rın yaklaşık % 46’sı ise ya

alınmalıdır. Çocukların toplum hizmetine katıl-

üniversite öğrencisi ya da

ması teşvik edilmelidir. Bunun için ailelerin izni,

mezunu. Yeni çevrelere

yönlendirmesi ve desteği büyük önem arz et-

girmek ve gönüllü çalış-

mektedir. Çocuğun bilinçlenmesi, onun çevre-

malarını tanımak çoğun-

sindeki-diğer ülkelerdeki açlık, hastalıklar, doğal

lukla üniversite ortamında

felaketler, insan hakkı ihlallerini bilmesi, yoksulla-

gerçekleşiyor Pozitif sorumlu davranışın ge-

rın sıkıntılarını anlaması ile de yakından ilgilidir. Böylece toplumsal empatisi de gelişebilecektir.

netik olduğu söyleyen araştırmacıların yanında, öğrenilen

26

Kasım - Aralık / 2014

Herkesin Kazanmasını

davranışlar olduğunu söyleyen-

Sağlamak Çok Mu Zor?

ler de mevcuttur. Bireylerin top-

Toplumsal duyarlılık ile ilgili şu hikâye anlatılır:

lumsal duyarlılıklarının gelişebil-

Seattle Özel Olimpiyatlarında tümü fiziksel ve

mesinde okul, aile ve çevrenin

zihinsel özürlü olan dokuz yarışmacı 100 metre

etkilerini de göz ardı etmeme-

koşusu için başlama çizgisinde toplandılar. Baş-

liyiz. Birey, karşısındakinin duru-

lama işareti verilince hepsi birlikte başladılar bir

munu anladığı için sıkıntıyı gider-

hamlede başlamadılar belki ama yarışı bitirmek

mek yani kendisini rahatlatmak

ve kazanmak için istekliydiler. Yarışa başlar baş-

için o kişiye yardımda bulunabi-

lamaz içlerinden bir genç tökezleyip yere düştü

leceği gibi; sıkıntıdaki kişiyi rahat-

ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi gencin

latmak amacıyla da ona yardım

ağlamasını duydular. Yavaşladılar ve geriye

edebilir.

baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler ve

Empati sadece kendisiyle empa-

geriye döndüler gencin yanına geldiler. İçlerin-

ti kurulana yararı olan bir etkinlik

den Down Sendromlu biri eğilip genci öptü ve :

değildir. Empati, empatiyi kuran

‘‘Bu onun daha iyi olmasını sağlar’’ dedi. Sonra


dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep

diği Uluslararası Gönüllüler Günü, gönüllü hizmetleri yerel,

birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp daki-

ulusal ve global platformlarda tanıtmak ve gönüllülüğü

kalarca onları alkışladı. Orada bulunan insanlar hâlâ bu

daha da yaygınlaştırmak için çok önemli bir fırsat olarak

öyküyü anlatırlar. Neden? Çünkü şu tek gerçeği derinden

kabul edilmektedir.

bilmekteyiz: Bu hayatta önemli olan şey kendimiz için kazanmaktan çok daha ötede olan bir şeydir. Bu hayatta

STK`larda çalışmayı

önemli olan yavaşlamak ve rotanızı değiştirmek anlamına

kimler tercih ediyor?

gelse bile diğerlerinin de kazanması için yardım etmektir.

Kimine göre “kendi dışında bir iyiye yönelik bir çalışma”,

Toplumsal duyarlılık ve bilinç bu şekilde gelişir.

kendisi için anlamlı bir iş yapmak isteyenler bu alanı tercih ediyorlar. Çalışanlar genelde bir gönüllülük deneyimi

Gönüllülük Nedir?

edinip, bununla gerçekten kendini, ya davayla (vakayla)

Gönüllülük toplumsal bütünlüğün ve refahın sağlanmasın-

ya da örgütün kendisiyle özdeşleştirmiş kişilerden oluşuyor.

da bireylerin ve kurumların gerek tüketici-üretici, gerekse vatandaşlar olarak çevreye, içinde yaşadıkları topluma

Gönüllülük çalışmalarında zaman yönetimi

ve parçası oldukları çağdaş dünyaya karşı duyarlı olma-

Gönüllülük; bireylerin sorumluluk anlayışıyla, çıkar gözet-

larıdır.

meksizin bilgi, zaman, beceri, deneyim ve kaynaklarını

Gönüllülük: Artı değer oluşturan değişimler için birey, ku-

-kendi özgür iradeleriyle- bir sivil toplum kuruluşunun amacı

rum ve toplumun sorumluluk almasıdır. Bireyin ve/veya ku-

doğrultusunda kullanmalarıdır. Toplumumuzda sivil toplum

rumun sosyal, ekonomik ve çevre sorunlarına çare üretme

kuruluşlarında çalışanlar gönüllü olarak algılanmaktadır.

çabasıdır. Vatandaşların toplumsal hayır programlarında

Gönüllülük bireyin keşfetmeyi, öğrenmeyi, toplumsal ha-

aktif rol oynamasıdır. Gönüllülük sivil toplum kurumlarının

yata kendisi gibi bakan insanlarla çözüm üretmeyi ve yap-

amaçlarını somut hale dönüştüren bir eylemdir. Gönüllü-

tıklarıyla iz bırakmayı istemesi, bu noktada bilgi, beceri ve

lük özel sektörün insan kaynağı ve toplumla olan sosyal

kaynakları paylaşması demektir.

ilişkisidir. Bir görev değil, bir seçimdir. Ücretli çalışmaya bir

Üniversite öğrencileri, okuldan sonraki zamanlarda gö-

alternatif değil, ücretli çalışanın da uygulayabileceği bir

nüllülük çalışmalarına ne ölçüde katılacaklarını belirle-

konsepttir. Başkalarının hak ve kültürlerine saygıdır. İnsan haklarını ve eşitliği savunmaktır. Katılımcı

melidirler. Bunun için öğrencilerin öncelikle neler yapacaklarını, hangi konularda sorumluluk almak

demokrasinin en temel öğelerinden biridir.

istediklerini, faaliyetlere günlük kaç saat ayıra-

Bireyin menfaat beklemeksizin topluma sun-

caklarını belirlemeleri önemlidir. Zaman yöneti-

duğu hizmet sayesinde kendisini de ge-

mi gencin, okul, ders çalışma, gönüllülük, sosyal

liştirebilmesidir. Gönüllülük paylaşımcılıktır. Gönüllülük bireysel motivasyon, karşılıklı güven, ve takım ruhuyla hayat bulur. İster okul çağında ister iş hayatında bireyin liderlik, özgüven ve sosyal özelliklerinin gelişmesine yardımcı olur; bireye yeni beceriler kazandırır; yaratıcılığını destekler. Bireylerin, özel sektörün ve sivil toplum kurumlarının sürdürdükleri gönüllü çalışmalar sayesinde toplum içi genel gelişim/kalkınma gözlenir ve bu da uzun vadede tüm toplum için olumlu fark oluşturur (Kalkınma için Sanat Girişimi). Birleşmiş Milletler Genel Meclisi 1985 yılında, gönüllü çalışmaları ve faydalarını dünya çapında duyurmak ve gönüllü programlarına katılımı daha da arttırmak amacıyla ‘5 Aralık’ tarihinin her yıl Uluslararası Gönüllüler Günü olarak kutlanmasına karar vermiştir. Tüm sektörlerin toplumsal sorunlara ürettikleri çözümlerin değerlendirildiği, bilgi ve tecrübelerin paylaşıldığı, sektörlerin gönüllü girişimlerinin teşvik ve takdir edil-

etkinlikler, aile, arkadaşlar gibi farklı alanların planlanara-

masını ve bireyin belirlediği zaman lıklarında istediği gruplarla çalışabilmesini kolaylaştırmaktadır. Gönüllülük çalışmalarına katılacak öğrencinin, ilk aşamada; gönüllü işin adı, gönüllü işin amacı ve hedefleri; gönüllünün yapacağı çalışmanın

kime nasıl bir fayda sağlayacağı, yapılan çalışmanın sonucunda sağlanacak olan yarar ve değişim, yürütülecek etkinlikler, çalışmanın süresi, ihtiyaç duyulan beceriler, sorumluluklar, yapılacak işte gönüllülerden beklenen tutum ve davranışlar, gönüllünün hizmet verdiği kitle ile ilişkilerinde dikkat etmesi gereken noktalar, gönüllüye sağlayacağı faydalar konularında STK yetkililerinden gerekli bilgileri öğrenmesi gerekmektedir. Böylece öğrenci kuruluşa nasıl yardımcı olabileceği ile ilgili fikir sahibi olabilir. Son-

27


raki aşamada genç, gönüllülerle ilgili yetkiliyle görüşerek;

sivil toplum kuruluşu üyesi olanların oranı yalnızca %4. Bun-

özelliklerini, çalışabileceği saatleri, yeteneklerini, ilgi alan-

ların yaklaşık %46’sı ise ya üniversite öğrencisi ya da üni-

larını, daha önce çalıştığı STK ve projeleri, eğitim durumu-

versite mezunu. Yeni insanlarla tanışmak ve yeni çevrelere

nu, iletişim bilgilerini ve isteklerini ifade etmelidir. Gönüllü

girmek, çeşitli öğrenci kulüplerini ve gönüllü çalışmalarını

gencin verdiği bilgiler doğrultusunda STK yetkilisi, genci

tanımak çoğunlukla üniversite ortamında gerçekleşiyor.

nerede görevlendireceği hususunda araştırma yapabilir.

Üniversiteler, gençlere sosyal katılımı bizzat uygulayarak ve

Öğrenciler, kendileriyle ilgili bilgi verirken “her türlü görevi

tecrübe ederek öğrenme fırsatı sunuyor. STK’lar, gençlere

yapmaya hazırım” gibi çok geniş tanımlamalardan kaçın-

başkalarına karşı hoşgörüyle yaklaşmak ve farklılıklara say-

malıdırlar. Çünkü bu şekilde STK ile gencin çalışma sistem-

gı duymak konusunda çok şey öğretiyor.

leri ve beklentileri uyuşmamakta, genç hayal kırıklığına

Türkiye’deki STK’ların henüz kapasitelerini geliştirme süreci

uğramakta ya da zaman sıkıntısı yaşamaktadır.

içinde olmaları, katılım oranının düşüklüğünü açıklayabilir.

Gönüllülerin zaman yönetimi, onların insan kaynakla-

Ayrıca, uluslararası boyutun öne çıktığı STK projelerinde,

rı alanında ve sonraki çalışmalarında büyük kolaylık aynı

yeterli düzeyde bilgisayar kullanabilen ve daha önemlisi,

zamanda da avantaj sağlayacaktır. Zaman yönetimi,

yeterli düzeyde İngilizce konuşabilen daha eğitimli genç-

gönüllünün verilen sorumlulukları vakit geçirmeden sonuç-

ler avantajlı durumda oluyor. Bölgesel farklar da unutul-

landırmasını sağlamakta, onun karar almasını sağlamakta

mamalı. Ulusal Ajans projelerinin kentlere göre dağılımına

ve ürkekliğini ortadan kaldırmaktadır. Birey, planlama dav-

baktığımızda, büyük ve küçük kentler ve Doğu ile Batı ara-

ranışıyla birlikte kendi otokontrolünü de sağlayabilecektir. Böylelikle kısa sürede tamamlanması gere-

sında ciddi farklar olduğunu görüyoruz. STK çalışmaları yoluyla toplum yaşamına aktif

ken faaliyetler sonraki günlere sarkmaz ve

olarak katılma fırsatını bulan gençler, ça-

öğrenci strese girmez. Sivil toplum kuru-

balarının sonuçlarını gördükçe daha fazla

luşlarında gönüllü çalışmak öğrencilere iş

motive olduklarını ve ‘daha başka neler

tecrübesi kazanma fırsatı verir.

yapabiliriz?’ diye kendilerine sormaya baş-

Gönüllülük çalışmaları aynı

ladıklarını söylüyorlar. Çalışmalarıyla herkese

zamanda haz ve manevî

fırsatlar oluşturan bu faal gençleri çoğunlu-

zenginleşme, özgüven gelişi-

ğa dönüştürmek için STK’larla birlikte çalışan

mi, ekip çalışması becerilerin-

kamu kuruluşları da var. Uluslararası kaynaklar

de artış, yeni bir çevre ve arkadaşlıklar, yeni ilgi alanları demektir.

Sivil toplum gençliğin katılımı için uygun bir kanal olabilir mi? Gençlerin politikaya karşı güvensizliği oldukça yaygın olmakla birlikte, sivil toplum

bu kamu kuruluşlarına ciddi düzeylerde katkı sağlıyorlar. Gençlerin katılımını

sosyal

yaşama

arttırmak,

Türki-

ye’de son yıllarda daha da yaygınlaştığı görülen dışlanma olgusunun azaltılması ve ortadan kaldırılması için en önemli araçlardan biri. Devlet,

kuruluşları gençlere bazı katılım olanakları

belediyeler, STK’lar ve özel sektör gençlere

sunabilir. Türkiye’de birçok vakıf ve dernek

ücretsiz sosyal faaliyet alanları oluşturmaya de-

de gençlere gönüllülük yoluyla katılımda

vam etmeli ve bu tür sosyal etkinliklere en fazla

bulunabilme, yeni şeyler öğrenme ve oluş-

ihtiyacı olan yoksul gençler için kurslar açmalı.

turma imkânı sağlıyor. Gençler tarafından

Bu faaliyetleri, kursları ve çalışmaları daha iyi ta-

yürütülen faaliyetler ve gönüllü çalışmalar,

nıtmanın yolları bulunmalı. Gençleri sigara, uyuş-

onların kendilerine olan güvenlerini arttı-

turucu ve alkol tüketimi, suç ve şiddetten uzak

rıyor. Araştırmalar gösteriyor ki, gençleri

tutmak için en popüler TV kanallarında ve çok

topluma hizmet eden faaliyetlere dâhil

sayıda gencin bu tür tehlikelere karşı korunmasız

etmek, onların kişisel gelişimi, vatandaşlık

olduğu mahallelerde daha yoğun bilinçlendirme

duygusu, sosyal sorumluluğu, bilgisi, aka-

kampanyaları sürdürülmeli. Katılımı arttırmak için,

demik yetenekleri ve kariyer özlemleri

STK’ların, destek mesajlarını yalnızca gençlere

üzerinde ciddi olumlu etkiler oluşturuyor.

değil, onların ailelerine de ulaştırması gerekir. Bu

Oysa Gençliğin Durumu Araştırması’na

hedefe ulaşmak, gençliğin sivil ve siyasi katılımı-

katılan gençler arasında, Türkiye’de bir

nın önüne ailelerin koyduğu engelleri aşmakla

28

Kasım - Aralık / 2014


yakından ilgili. Gençlere fırsatlar sağlayan STK projelerinin

için kütüphane oluşturmaya kadar uzanan geniş bir yel-

iyice değerlendirilip bunlardan dersler çıkarılması, katılım

paze, sosyal sorumluluk alanının doğrudan muhatabı. Res-

konusunda ilgiyi ve iyi uygulama örneklerini arttırabilir. (İn-

mi tarifleri bir yana bırakarak söyleyecek olursak, bugüne

sani Gelişme Raporu, Türkiye’de Gençlik 2008, UNDP)

kadar çok sık bir şekilde dillendirdiğimiz, dertli olmanın, an-

Son olarak, gençlerin temel düzeyde katılımını sağlamak

lamlı bir derdin peşine düşmenin diğer bir adıdır “sosyal

için STK’ları kullanırken ortaya çıkabilecek bazı potansiyel

sorumluluk”.

sorunların da altını çizmek gerekiyor. Sivil toplum faaliyeti, tanımı gereği, vatandaşların özgür girişimine dayanır;

Sorumlu Ol,

dolayısıyla kültürel ve siyasi eğilimlerin mevcut durumunu

Sorunlarından Kurtul!

yansıtması kaçınılmaz. Türkiye’de STK’lar, diğer örgüt ve kurumlara göre, kuşkusuz daha demokratik bir şekilde yönetiliyor ve kadınlarla gençlere daha çok kucak açıyor. Bununla birlikte, katılımcılık konusunda toplumun genel sosyal sorunlarına benzer sorunlar ve dezagençler açısından kırılması güç olan

vantajlı

hi-

yerarşik yapılanmalar, STK sektöründe de mevcut. Gençlerin STK faaliyetlerine katılımında, başka alanlarda ve mekanizmalarda ihtiyaç duyulan ihtiyata, aşırıya kaçmayan bir yönlendirmeye ve teşvike gerek olmadığını söylemek fazla iyimserlik olur.

Sosyal Sorumluluk:

Hani bazı araştırmalar vardır ya, sonuçları öngördüğünüzün ötesinde çıkar. “Sosyal sorumluluk projeleri gençlere neler katıyor?” sorusundan yola çıkarak yaptığımız araştırmada şüphesiz başta bir takım öngörülerimiz vardı. Ama araştırmanın sonunda umduğumuzun ötesinde bir takım sonuçlarla karşılaştık. Gördük ki sosyal sorumluk projeleri gençlere görünmeyen bir gelişim ve eğitim süreci sunuyor. Dışarıdan bakıldığın-

dan başkaları için bir şeyler yapmış gibi görünüyorsunuz ama işin özünde çok boyutlu bir fayda halkası söz konusu. Siz önce kendinizden bir şeyler veriyorsunuz, sonra bir bakıyorsunuz karşılığında siz daha çok şey kazanmışsınız. Duyarlılığınız ölçüsünde, yardımlarınız ve derdiniz ölçüsünde büyümüş, farkında olmadan hem

Dertli OlmakW

maddi hem manevi çok şey katmışsınız kendi-

İçinizde bir şeylerin der-

nize. Bu anlamda sosyal sorumluluk projeleri-

dine düşeceksiniz ve bu

nin bir tür mektep işlevi gördüğünü rahatlıkla

dert sizi bir sosyal sorumluluk

söyleyebiliriz. Hatta kişisel gelişim adı altında

projesinin kapısına getirecek,

pazarlanan ve NLP seminerleri vesilesiyle

getirmeli. Bunu neden mi söy-

elde edilebileceği söylenen onlarca özelliği

lüyoruz? Çünkü bu alan öyle bir

hiç özel ders almadan, sadece sosyal sorum-

alan ki, içine gireni hem değiştiren

luluk projelerine katılarak zamanla kazanabi-

hem de dönüştüren bir güce sahip…

lirsiniz. Hem de bedavaya… (Süleyman Ragıp

Belki çoğunuz adını duymadınız ama son

Yazıcılar - Ayşe Yazıcılar, gencdergisi.com)

zamanların en popüler kavramlarından biri

Son olarak toplumsal hizmet programlarının

“sosyal sorumluluk”. Bu bağlamda yüzlerce proje

Avrupa ve Amerika ülkelerinde mezuniyet için

üretiliyor, büyük buluşmalar gerçekleştiriliyor, alt-

zorunlu hale geldiğini görüyoruz. Okulda top-

tan alta güzel gelişmeler dal budak salıyor. Kana-

lumsal hizmetler genellikle velilerin okul aile

atimizce, çeşitli dernekler, vakıflar, kurumlar veya

birliği ile ilgili çalışmalarda, okulun gelişimi

bireyler tarafından gerçekleştirilen sosyal sorum-

ve çevre düzenlemesi konularında gönül-

luluk projeleri bu yüzyılın iyilik hareketlerinin başını

lü çalışmalarıyla sağlanıyor. Öğrenciler ile

çekiyor. Birbirinden güzel sosyal sorumluluk projeleri

ebeveynlerin koordineli çalışması destek-

vesilesiyle “yardımlaşma, empati, duyarlılık” gibi o

lenerek, öğrencilerin yaşayarak öğrenme-

hiç tükenmek bilmeyen erdemli faaliyetlere davet

si destekleniyor. Bu sebeple toplumsal so-

ediliyoruz. Sosyal sorumluluk kapsamı o kadar geniş ki, içine neredeyse sığdıramayacağımız bir şey yok gibi. Lokantalarda çöpe giden yemekleri düşünmekten tutun, Türkiye’nin bilmem neresindeki bir okul

rumluluk çalışmalarının küçük yaşlardan itibaren yürütülmesi, bireyin hem kendini hem de içinde yaşadığı dünyayı daha sağlıklı tanıyabilmesini sağlıyor.

29


teknoloji

Değişmeye,

r azla Cih oy l e s Kişi Ürers net er rsoy. p l A re r@u alpe

yası Dün

hayatınızı değiştirmeye

hazır mısınız?

Teknolojiden hala uzak olanlar için teknolojik aygıtların olduğu bir dünya kâbus gibi olabilir. Ancak az sonra görecekleriniz geleceğin aygıtları. Birçoğu size hayatınızı değiştirme şansı veriyor. Bazılarıysa sadece eğlencelik. Peki, siz gerçekten değişmeye, hayatınızı değiştirmeye hazır mısınız?

Hapifork Beslenme alışkanlığınız değiştirmeye çabalayıp başaramıyor musunuz? İşte sizin için aynı zamanda eğlenceli de olan bir buluş. Hızlı yemek yemekten kaynaklanan rahatsızlıkların önüne geçebilmek, kilo kontrolü sağlamak ve sizi mutluluğa götürmek üzere tasarlanmış bu çatal yeme alışkanlığını analiz ederek size uyarılar göndermeye başlıyor. Hızlı yemek yediğinizde ya da yanlış zamanlarda yemek yediğinizde sizi hem uyarıyor hem de bu bilgileri kayıt altına alıyor. Tüm bu verileri yükleyip yeme alışkanlığınızı takip edebileceğiniz bir de internet sitesi var.

Myo Bluetooth Kol Bandı Bu kol bandı kaslarda elektriksel aktiviteyi algılayan sensörler yardımıyla Bluetooth üzerinden elektronik aygıtlarınızı yönetmeye yardımcı oluyor. Şimdilik Windows ve Mac ile çalışan bu aygıt yakında iOS ve Android cihazlarını da yönetebiliyor olacak. Bu platformlardaki başarısına göre aygıtın daha neleri kontrol edebileceği sadece hayal gücüyle sınırlı.

30

Kasım - Aralık / 2014


Argus II Retinal Protez Sistemi Görme engellilerin yeniden görmelerini sağlayacak aygıtları bilim-kurgu filmlerinde gördük bugüne kadar. Ancak artık bu durum değişiyor. Bu cihaz tam ya da kısmi görme engelliler için umudun başlangıcı. Bu gözlük, üzerindeki kameradan aldığı görüntüleri elektrik sinyallerine çevirip beyne göndererek göze yerleştirilen bir implant yardımıyla yine elektrik sinyallerinde oluşan bir çeşit görüntü bilgilendirmesine dönüştürüyor. Henüz tam bir görme sayılmasa da 20/1260’a kadar yükselebilen oranda şekil algılama ve yön bulmaya yaraması bile başlangıç için büyük bir adım olsa gerek.

Sürücüsüz otomobiller Bir başka bilim-kurgu ürünü daha artık gerçek olmaya çok yakın. Google’ın prototip aracı epeydir yol testlerini sürdürüyor. Self-driving olarak adlandırılan bu sistemin Türkçe karşılığını öz-sürüş olarak kullananlar çoğunlukta. Öz-sürüş teknolojisini kullanabilen yeni araçlar da denemelere başladılar. Ford yakınlarda bu alanda kendi alt yapısını tanıttı. BMW ise Ar-Ge projesini başlattığını duyuran firmalardan.

3 Boyutlu Tarayıcı ve Yazıcılar Belki hala çoğumuza şaka gibi geliyor olsa da nesneleri 3 boyutlu tarayabilen tarayıcılar ve bu tarayıcılar tarafından taranan modellerin baskısını yapabilen yazıcılar satılmaya başladı bile. Bu noktada akıllara ister istemez bu işin yasal ve ahlaki sınırlanın nasıl belirlenebileceği sorusu geliyor. Dünyaca ünlü bir heykelin kusursuz bir kopyasını yapabilmek hatta daha da ileri giderek yapay organ üretebilmek bu yazıcılarla yapıldığında neler olabilir? 31


The Ambient umbrella İşte size eğlenceli bir icat. Hava durumunu bildiren bir şemsiye. Kablosuz alıcısıyla AccuWeather.com sitesine bağlanarak hava tahminlerini izleyen bu şemsiye renk değiştirerek size yağmuru önceden haber veriyor.

Slingshot Mini buzdolabı ölçülerindeki Slingshot bir su buharı damıtma sistemi. Herhangi bir su kaynağını içilebilir suya çevirebiliyor. Yılda 250.000 litre. Başka bir deyişle 300 kişiye yetebilecek kadar suyu üretme kapasitesine sahip. Üstelik bunu bir saç kurutma makinesi kadar elektrik harcayarak yapıyor. Filtreme tekniğine dayanmayan bu sistem, içme suyu sıkıntısı çekilen yerler için yeni bir umut olabilir.

Google Glass Henüz tüm dünyaya yayılmamış olsa da artık yeni modelleri bile var. Bana sorarsanız Google Glass 2013 yılının tartışmasız 1 numarasıydı. Google Glass monitöre ihtiyaç duymadan bir bilgisayar kullanabileceğimiz günlere doğru ilk adım. Geleceğe doğru bakıldığında ardından neler gelebileceğini düşünmesi bile heyecan verici.

Oculus Rift Yolculuk gerektirmeyen iş toplantılarını, evinden çıkmadan hasta muayene eden doktorları düşünün. Kendinizi oyunun tam ortasında hissedebileceğiniz bir video oyunu hayal edin. Tam bir sanal gerçeklik sunan ve bir çeşit gözlük diyebileceğimiz Oculus ile bu gerçekleşebilecek. Facebook tarafından 2 milyar Dolar’a satın alınan Oculus’un video oyunculuğunu tümüyle değiştireceğine kesin gözüyle bakılıyor.

32

Kasım - Aralık / 2014


İade-i İtibar

“İnteraktif Dijital Yayınlara Inovatif Çözümler” MySYS Yazılım ve Bilişim Sistemleri San. Tic. Ltd. Şti a: Barış Manço Caddesi No: 37/4 Balgat – ANKARA t: +90 (312) 286 74 94 f: +90 (312) 286 74 96 e: bilgi@mysys.com.tr w: www.mysys.com.tr


The Mimo Baby Shirt Yüksek teknoloji meraklısı helikopter ebeveynler için müthiş bir buluş. 3 aya kadar bebekler için üretilen bu bebek tulumu bebeğinizin solunumunu, vücut ısısını, vücut pozisyonunu, uyku düzenini ve uykudaki aktivitelerini ölçerek gözlemlemenize olanak sağlıyor. Organik pamuktan yapılan bu tulum üzerindeki yıkanabilir tasarıma sahip sensörler sayesinde evinizdeki Wi-Fi ağına bağlanarak mobil cihazınıza tüm verileri hatta bebeğinizin sesini de aktarabiliyor.

Titan Arm - Titanyum Kol Bu fotoğraf Terminatör filminden bir sahne değil. Pensilvanya Mekanik Mühendislik öğrencilerinin icadı olan “Upper-body exoskeleton” 18 kg ağırlığındaki bir nesneyi bir fincan kahveymiş gibi kaldırabilmemize yarayacak bir üst vücut robotik iskeleti. Bu iskelet sadece engelliler için bir umut olmakla da kalmayacağa benziyor. Ağır sanayi başta olmak üzere endüstriyel alanda kullanıldığında hem üretim hızını arttırabileceği hem de iş kazalarını asgariye indirebileceği çoktan planlanmaya başlanmış bile. Tabii öncelikle henüz mükemmel olmayan bu iskeletin kendini ispat etmesi ve uçuk rakamlardaki üretim maliyetinin düşürülmesi gerekli.

Diş Sensörü Diş hekimi ziyaretlerinden hoşlanan pek olmasa gerek. Bu durum çocuk ya da yetişkin her yaş gurubu için geçerli. Princeton ve Tufts Üniversitelerindeki bilim insanları diş hekimi ziyaret sayılarımızı azaltacak, dişlerimizdeki boşlukları, plak birikimini ya da enfeksiyona neden olabilecek herhangi bir bakteriyi algılayabilecek bir diş sensörü üzerinde çalışıyor.

34

Kasım - Aralık / 2014


TÜRK‹YE’N‹N ‹LK GERÇEK MOTOS‹KLETÇ‹N‹N

GÖRSEL YAPIM YAYINCILIK

TEK DERG‹S‹

HER AY’IN 1’‹NDE BAY‹N‹ZDEN ‹STEY‹N‹Z


röportaj

r e t r e a t

Eğlenerek ve sevgiyle iyileşip gelişmek mümkün

Bodrum’un en sevilen köşelerinden olan Gümüşlük’ün mistik kartal yuvası eski köyü Karakaya; 6 yıl aradan sonra yeniden açılan Meditasyon merkezi Karakaya Retreat ile şenlendi. Ağustos sonu faaliyete geçen merkezin ilk konukları, müzisyen dansçı Atmo ile 5 ritim dans etkinliğine katılarak, dans ve müziğin kadim iyileştirici özelliklerinden yararlanma ayrıcalığını yaşadılar. Kampın ikinci grubu, Aile Dizimi Uzmanı ve Psikolog Svagito Liebermeister ve Primal Sanat Terapisti sanatçı-ressam Meera Hashimoto ile sürdü. Katılımın yoğun olduğu grupta, kişilerin sorunlarla başa çıkma konusunu eğlenerek deneyimledikleri çalışmalar büyük ilgi çekti.

Festival… Bu oldukça sessiz sedasız açılışın ardından, Ekim ayı başında Karakaya Retreat, yeni ortamını hem Türkiye’den hem yurt dışından gelen konuklarla birlikte bir Festival ile kutladı. Ücretsiz etkinliklerin büyük ilgi ve katılımla gerçekleştiği beş gün boyunca konuklar değişik prensiplerdeki

36

Kasım - Aralık / 2014

ı d l açı

meditasyon ve kişisel-içsel gelişim tekniklerine ücretsiz olarak katıldılar.

Karakaya Retreat adıyla çalışmalarına yeniden başladılar.

Sabahın erken saatlerinde başlayan grup çalışmaları çay ve kahve molalarıyla sürerken, öğlen ve akşam, özgün vejetaryen yemekleri hazırlayan lezzet ustası Tuba’nın mutfak sürprizleriyle buluştular. Dolunay ve ay tutulmasına denk gelen kapanış akşamında konuklar gündelik hayat içinde kendilerine en uygun olanı seçebilecekleri farklı Osho meditasyon teknikleriyle tanıştılar.

Önceki çadır, ağaç baraka ve kerevet türü konaklama birimlerinden, doğal malzemelerle oluşturulmuş taş mekânlara geçiş yapan yeni yerleşkede de her bir köşe, yine aynı ruhsal ve mistik enerjiyle sarmalanmış görünüyor. Gerçekten de, kampta sürekli kalan Purana Alp’e, Melania’ya, Feride’ye, Çiğdem’e, Disha’ya, Lalitya’ya, Tuba’ya baktığınız zaman böyle bir mekânda yaşamanın insanın ruhuna ve bedenine yaptığı güzelliği görebiliyorsunuz. O dinginlik ve kendi merkezinde varoluş etkileyici bir hal. Niyet, sevgi ve kararlıkla ortaya çıkan yaratı, artık konuklarla buluşmaya ve anın keyfini verip almaya yeniden başladı.

Nereden nereye… Karakaya’daki evini ve çevresindeki bakir doğayı 2000 yılının yazında, Türkiye’deki ilk Osho kampı olarak açan Purana Alp Ekşioğlu, mekânı, Dünya’nın çeşitli yerlerinden gelen dostların buluşma yeri haline getirmişti. Bir süre sonra burası önce Osho KUN Meditasyon Kampı sonra da Owo-Kun olarak faaliyetini sürdürdü ve 2008’e dek Meditasyon merkezi olarak açık kaldı. O dönemde Gümüşlük’te farklı bir tatil anlayışının filizlendiği ve merkezin yeniden açılması için çoğu kişinin merak ve ilgiyle beklemekte olduğu bir gerçek. Alp ve eşi Melania 2008 ve 2013 yıllarında anne baba olunca çalışmalarına bir süre ara vermişlerdi. Bu arada inşaat ve işletme için gerekli başvuruları yaparak; eski kampın karşı vadisinde büyük bir özveriyle tamamladıkları yeni mekânda

Kim Kimdir… Mekânın kurucusu Purana Alp Ekşioğlu, işletmeci ve Alan Stocks ve Bond Company’nin de Eski Yönetim Kurulu Başkanı. Ancak onu herkes genellikle Sufi ve Enerji Çalışma Atölyesi uygulayıcısı, Nefes Terapisti ve ReikiMaster’ı olarak tanıyor. Purana Alp tüm bunların yanısıra Türkiye’yi farklı kişisel gelişim teknikleriyle tanıştıran eğitimli bir Osho terapisti. Pedagog, Alternatif Çocuk Yuvası Eğitim Danışmanı olan Melania Gil de Sagredo da kurucu ve Etkinlik Koordinatörü göreviyle, işletmenin önemli kişilerinden


biri olmanın yanı sıra, aynı zamanda doğal doğum ebeliği, sağlıklı hamilelik, doğal doğum, suda doğum ve emzirme seminerleri veriyor. İki oğlu olan Melania anne sütü ile emzirme konusuna da verdiği önemle biliniyor. Melania, Bitez’deki İmece Çocuk Bahçesi adlı çocuk yuvasının da kurucusu ve çevrimiçi hizmet veren Damara Çocuk ebeveyn topluluğunun fikir annelerinden biri. 6 yaşından başlayarak, annesi Chaitanyo Gil de Sagredo ile birlikte Almanya, İspanya ve Hindistan’daki Osho kamplarında büyüyen Melania renkli ve pozitif kişiliğiyle tanınıyor.

görmezden gelsek de, her insanın derinlerde ve aile kökleriyle taşıdığı görünmez yaraları var. O yaraları tedavi etmeden de özgürleşerek yaşamak pek mümkün değil. İşte bu noktada bedeninizin sesini ve iç sesinizi dinleyerek hareket etmekte yarar var. Kendinizle ilgili ve/veya sizi etkileyen, memnun olmadığınız şeyleri, durumları değiştirmek her zaman mümkün.

Proje Koordinatörü Çiğdem Yenidoğan Sosyolog ve Yoga Eğitmeni. Melania Gil de Sagredo ile birlikte İmece Çocuk Bahçesi Waldorf çocuk yuvası projesini destekleyen ve yöneten Çiğdem aynı zamanda Bodrum Eğitim Sanatı Derneği’nin de kurucusu.

Röportaj:

Etkinlik Organizatörü Disha EyilikisePrimal Terapisti ve İnsan Tasarımı Uygulayıcısı ve merkezde değişik tekniklerle gruplar ve meditasyonlarda yönetiyor. Karakaya Retreat’te aynı zamanda, Feride Gürsoy, Aile Dizimi Uygulayıcısı, Bitki Uzmanı olarak çalışmalar yapıyor. Karakaya Retreat’de Primal – Çocukluk Koşullamalarından Arınma çalışması, Osho Meditasyonları, Aile Dizimi, Osho Beden ve Zihinle Konuşma, Dans ederek özgürleşme, Çakra Sistemleri, İnsan tasarımı, Feng Shui, Bilinçli İlişki Kurmak, doğru ve sağlıklı beslenme, Zen sanatı, değişik yoga ve meditasyon teknikleri, Osho izlenceleri ve dinletileri yer alıyor. Önemli olan karar vermek… Kuşkusuz gündelik hayatın içinde farkına varsak da varmasak da, kulak arkası edip

Önünüzdeki aylar içinde kendinize bir iyilik yapın ve Karakaya Retreat’e gidin. “Biricik”liğinizin keyfine ve farkına varın. İçinizdeki yaratıcı ve coşkuyla buluşun.

Dans, içimizdeki durmayan hareketi takip etmektir Karakaya Retreat’in ilk etkinliği olan 5 günlük dans atölyesinin müzisyen eğitmeni İsveçli (Atmo) LarsLindvall’dı. 18 yıldır bu konu ile ilgili çalışıyor ve 10 yıldır da eğitmen-öğretmen olarak atölye çalışmaları yapıyor, sınıflara katılıyor. Müzik konusunda oldukça geniş bir yelpazeye sahip olan Lindvall ile dans, insan ve müzik ilişkisi, birlikteliği ve bütünlüğü üzerine kısa ve öz konuştuk. Sevgili Atmo, insanlar dans etmeye ne zaman başladılar? Aslında dans hep vardı. Çünkü insanların içindeki bütün moleküller sürekli dans ediyor. İnsanın içinde durmaksızın var olan bir durum dans. Hiçbir zaman danstan vazgeçmedik. Dans her zaman bizim bir parçamız. Ancak hayattan koparsak danstan da kopmamız söz konusu olur. Bu çalışma sırasında yaptığımız gündelik hayatın içindeki hareketlilikle bir bütün aslında ve bir ruhsal-tinsel disiplin deneyimi. 5 ritim dansın amacı, hedefi de zaten beş temel tavır ve bu tavırların

farkındalıklarını, hayatımıza ve gündelik yaşantımıza geri getirmek. Çünkü aslında çoğunlukla ve genellikle, tıkanık ve sınırlı, yüzeysel bir tavır içinde yaşıyoruz. Bunun nedeni de anne ve baba; eril ve dişil enerjilerden ve onların doğal tavırlarından kopartılmış olmamız. Adeta bir tür tablonun içinde; gerçek erkek ve gerçek dişi enerjilerinden kopuk yaşıyoruz. Çünkü modern dünya, uygarlık bizi kendimiz olmaktan ve özdeki dişi ve erkek enerjilerinden koparttı. Yani bir anlamda kendimiz olamıyoruz, kendimiz olamayınca da özgür ve farkında olarak yaşayamıyoruz… En önemli konulardan biri dengede olmak.Birçok hastalığın kökeninde, kendimiz olmamamız ve kendi olabilmenin de farkındalığından uzak olmamız söz konusu olabilir. İnsan oluşumuzun farkına varmak için kendimizle yeniden bağlantı kurmamızı sağlar dans. Anne enerjisi (toprakana) “stacatto” (keskin, kesik kesik, kuvvetli ve kalın sesli) baba enerjisiateş ve ikisi arasında dengeyi kuran su enerjisi Kaos olarak ritimlendirilir; sonra lirik düzeyde hava enerjisiyleyani ruhsal varoluşla bağlantı kurulur ve ardından en üst düzey olan, sakin ve durgun; anın içindeki harekete; havanın ve kozmozun üzerine çıkarak her şeyin farkındalığıyla yaşayabilmek mümkündür. Bu enerjilerle, dans ve müzik ritmiyle bağlantıya geçtiğimizde içimizdeki akışkanlık, dışarıyla dengelenir. Şunu da mutlaka söylemeliyim; Karakaya Retreat gibi merkezlerin açılması çok güzel. İnsanların bir araya gelip sosyal bir ortamda içindeki enerjiyi özgürleştirmesi tam bir iyileştirici özellik taşıyor.

Çiğdem Yenidoğan 0 538 873 04 11 info@karakayaretreat.com

37


advertorial

Sigorta Şirketi Kadar Önemli: Sigorta Acenteniz Sigorta yaptırmak, ülkemiz için farkındalığın yeni yeni oluştuğu bir alan. Hastalık halinde, işlemlerin hızlıca yapılmasını, güvenle tedavi edilmeyi ve özel hastanelerin konforunu kim istemez? Üstelik hastalık halinde hastane masraflarını düşünmeden tedaviye odaklanabilmek… İstanbul Küçükyalı’daki ofisinden tüm Türkiye’ye hizmet veren Sigorta Bahçesi, özel sağlık sigortalarını anlatıyor. Özel Sağlık Sigortası nedir? Sosyal Sağlık Güvencesinden farkları nelerdir? Sigorta Bahçesi: Sigortalanan kişinin dilediği özel sağlık kurumunda hastalık, ameliyat ya da muayene giderlerinin ayakta ya da yatarak karşılanmasını sağlar. Sosyal sağlık güvencesi ile kişi genellikle dilediği zaman muayene dahi olamıyor. Sıra beklemek du38

Kasım - Aralık / 2014

rumunda kalıyor. Ciddi hastalıklarda bile düzenli yapılması gereken tetkik ve teşhisler için bekleme durumu olabiliyor. Özel sağlık sigortası kişilere rahatlık sunuyor evet ancak daha önemlisi zamanında ve hızla hizmet almasına da olanak sağlıyor. Özel Sağlık sigortası tüm hastalıkları karşılıyor mu? Sigorta Bahçesi: Öncelikle sigortanın hastalığı karşılaması için sigortalanmadan önce o hastalıkla ilgili teşhis konmamış olması gerekiyor. Örneğin bel fıtığınız vardır ve ameliyat öncesi sigorta yaptırmak isterseniz; sigortalılıktan önce teşhisi konduğundan sigorta şirketi bu ameliyatla ilgili hiçbir gideri ödemez ve bu hastalığınız poliçenizde kapsam dışında tutulur. Sağlık sigortasının genel şartlarında kapsam dışı olan bazı durumlar vardır. Örneğin; savaş hali,

uyuşturucu kullanımdan doğan hastalıklar, nükleer riskler gibi durumlar genel şartlar gereği poliçe kapsamında değildir. Özel Sağlık sigortası fiyatları hakkında bilgi alabilir miyiz? Sigorta Bahçesi: Özel sağlık sigortası fiyatları doğum yılı ve cinsiyete göre hesaplanmaktadır. Şirketler arasında aynı teminatlarda dahi önemli prim farkı doğabiliyor. Özel sağlık sigortası yaptıracak kişinin kurumları çok iyi araştırması ve farklı şirketlerden teklif alması gerekiyor. Bizim çalışma sistemimiz şu şekilde; kişi bizden teklif istediğinde 3 ana teminattan (Yatarak Tedaviler, Ayakta Tedaviler ve Doğum) farklı limit ve alternatiflerle birçok şirketten fiyat ve teklif araştırması yapıp sunuyoruz. Kişiye danışmanlık yapıyoruz, önerilerde bulunuyoruz. Bazen yıllık fazladan ödeyeceği 100 TL ile bile çok önemli kapsam avantajı yaratabiliyor. Bu konular-


da sigortalılarımızı doğru şekilde yönlendiriyoruz. Özel Sağlık Sigortası tüm özel hastanelerde geçerli mi? Sigorta Bahçesi: Ek bir indirim için hastane kısıtlaması seçilmediyse, neredeyse tüm özel hastanelerde geçerlidir. Özel Sağlık sigortası poliçe kapsamı her şirkette aynı mıdır? Sigorta Bahçesi: Değildir. Bazı şirketler diyetisyen teminatı, diş teminatı dahi verirken bir başka şirket bunları hiçbir şekilde ödemiyor. Her şirketin özel şartları farklı olduğundan klavuzlar dikkatlice okunmalıdır. Özel Sağlık sigortası doğumu hangi durumlarda karşılar? Sigorta Bahçesi: Her şirketin doğum ile ilgili bekleme süresi vardır ancak genel olarak poliçeye ilk girilen yıl doğum ve doğum ile ilgili rutin kontroller ödenmez. Hem doğumun hem rutin kontrollerinin ödenmesi için poliçede ikinci yıla girilmesi gerekmektedir.

gerek ‘ söz uçar yazı kalır’, poliçe kılavuzlarının dikkatle okunmasını öneririz. Aynı zamanda sigortalardaki anlaşmazlıklar için müşteriyi koruyan heyetler ve kurullar var. Resmi olarak başvurulduğunda hızlıca çözüm sağlanabiliyor. İnsanlar en çok kötü bir hastalıkla karşılaştıklarında sigortalarının devam edip etmeyeceğini merak ediyorlar. Gerçekten büyük bir risk karşısında sigorta şirketlerinin tutumu nedir? Sigorta Bahçesi: Elbette devam eder. Şayet sigortalandıktan sonraki dönemde ortaya çıkan bir hastalıksa yenileme döneminde ek istisna ya da ek prim alabilir ancak yenileme garantisi olan birini şirket tek taraflı poliçeden çıkaramaz. Siz Sigorta Bahçesi olarak ne gibi ayrıcalıklar sunuyorsunuz? Sigorta Bahçesi: Öncelikle hiçbirimiz işimizi sigorta satışı olarak görmüyoruz. Bizler birer sigorta danışmanıyız. Çünkü işimiz satmaktan çok daha fazlası. Her ihtiyaç duyduklarında yanlarında

oluyoruz. Bir bebeğin doğumunu da, yıllardır sigortalımız olan bir ağır bir hastalıkla mücadele ederken de Sigorta Bahçesi ailesi yanlarındadır. Son olarak poliçe yaptırırken nelere dikkat etmeliyiz? Sigorta Bahçesi: Şirketinizi ve sigortacınızı çok dikkatli seçmelisiniz. Sigortacınız sigorta şirketi ile aranızdaki köprü gibidir. Poliçenin hangi giderlerinizi ödediğini, hangi hastanelerde kullanıldığını, ne kadar limitleri olduğunu iyi incelemelisiniz. Ve mutlaka profesyonel bir destek almalısınız. Mutlaka ama mutlaka birebir görüşeceğiniz muhataplarınız olmalı, size özel bir danışmanınız olmalı. Sigorta, sigorta acentesinden yaptırılmalı.

Telefon: 0216 549 26 36 Fax: 0216 549 34 04 info@sigortabahcesi.com www.sigortabahcesi.com Adres: Altıntepe Mah. Bağdat Cad. No: 72/10 Kat: 3 Küçükyalı Maltepe / İSTANBUL

Özel Sağlık Sigortası taksitle ödenir mi? Sigorta Bahçesi: Kredi kartı limit blokesi olmadan yalnızca aylık tutarın çekilmesi ile 7-8-9 taksit imkanı vardır. Sigorta yaptırırken sunulan avantajların bir satış hilesi olduğunu düşünenler var. Bazen ihtiyaç hali olduğunda sigortalı haklarını kullanamıyor olabiliyor. Bu yanlış anlaşılmaları neye bağlıyorsunuz? Sigorta Bahçesi: Gerçekten sigortalı yanlış anlamış olabiliyor ya da gerçekten sigortacı yanlış yönlendirmiş olabiliyor. Bire bir görüşme sağlanıyor, telefonla da görüşülüyor ancak unutmamak 39


40

Kas覺m - Aral覺k / 2014


dosya: değişim dönüşüm

41


” ! t A ı n a z m İ e m i ş i “ Deg

ses ver, elini kaldır, taraf tut: röportaj

Dünya çağlar boyunca yüz milyarlarca insan ağırladı. Ve bu insanlar her zaman ikiye ayrıldılar: Kabul Edenler ve Karşı Çıkanlar! 7 Şubat 2007’de Amerika’da ilk kez faaliyete geçen, ismiyle müsemma Change.org, kısa sürede pek çok ülkeye yayılan dünyanın en büyük küresel imza kampanyası platformu. Şu an tüm dünyada 196 ülkede kullanılan Change. org, 78 milyonun üzerinde kullanıcıya sahip. Özdemir Asaf, “Bir şeyden yana isen sen belki varsındır. Bir şeye karşı isen sen gerçekten varsındır.” der, işte Chance.org kişi ve kurumların, karşı çıktıkları durumların değiştirilmesi, durdurulması ya da işlemden kaldırılması için imza kampanyası başlatmanızı ve bu kampanyanın milyonlarca kişiye ulaşmasıyla, kullanıcılar tarafından atılan on binlerce dijital imza sayesinde değişimin sağlanması amacına hizmet ediyor. Türkiye’den 3 milyon aktif kullanıcısı olan Change.org platformunda atılan dijital imzalarla bugüne dek pek çok tepki çeken olayda, radikal değişimler yaşandı. Coton markasının geçtiğimiz günlerde büyük tepki çeken afişlerinin kaldırılması, Fenerbahçe taraftarının başlattığı yöneticilerin adil yargılama hakkının vurgulandığı #adaletefeneryak kampanyası, 1453 projesinde Ali Ağaoğlu’nun Fatih Ormanları’nı kullanım hakkının feshi gibi pek çok meselede kitlesel işbirliğinin başarısı olarak değişim yaratıldı. Platform hakkında merak edilenleri, Change.org Doğu Avrupa ve Batı Asya Direktörü Dr. Uygar Özesmi’ye sorduk. 42

Kasım - Aralık / 2014

Değişimim mimarlardan olmak, daha demokratik bir dünyada yaşamak ve sivil iradenin de söz söyleyicilerden olmasını sağlamak, değişimde rol almakla mümkün.

Kim bilir, masallardaki sihirli değnek şimdinin imleci/cursorı olabilir. Aktivist: Change.org, sosyal fayda odaklı bir iş modeli üzerine kurulmuş bir sistem. Bize Change.org’un işleyiş sistemini anlatabilir misiniz, Change. org’un gelir kaynakları neler? Uygar Özesmi: Change.org nerede olursa olsun insanların görmek istedikleri değişimi gerçekleştirmesine olanak sağlamak için çalışıyor. Bunu başarmak için de en iyi yolun, bir sivil toplum kurumunun değerleriyle bir teknoloji şirketinin esnekliğini ve yenilikçiliğini birleştirmek olduğunu düşünüyoruz. Biz yeni bir örgüt biçimiyiz ve teknoloji dünyasının gücünü toplumsal fayda için kullanıyoruz. İşleyiş sisteminin ana prensibi sivil toplum kuruluşlarının güçlenmesi. STK’ların, çalışmalarına destek verecek kişilerle buluşmasını sağlıyoruz. Bu buluşma şu şekilde gerçekleşiyor: Change.org’da bir kampanya imzaladıktan sonra bazen “sponsorlu” olduğu ibaresi taşıyan çeşitli imza kampanyaları sunuluyor. Eğer sponsorlu bir imza kampanyasını imzalamayı tercih ederseniz, altta çıkan kutucuğu işaretleyerek sponsor olan kurumdan ileride bilgilendirme almak isteyip istemediğinizi belirtiyorsunuz. Eğer sponsorlu kampanyayı kutucuk işaretli olarak imzalarsanız,


sponsor olan kurum başka konular için size doğrudan e-mail gönderebiliyor. Bu şekilde de Change.org, sivil toplum kuruluşlarından gelen küçük katkılarla masraflarını karşılıyor. Aktivist: Change.org, dünyada başka hangi ülkelerde var ve ülkeler bazında üye sayılarını değerlendirebilir misiniz? Uygar Özesmi: Change.org 196 ülkede faaliyette şu an ve toplam 78 milyonun üzerinde kullanıcısı var. Üye sayısı bazındaki sıralama işe şöyle; Amerika, İspanya, İngiltere, Fransa, Kanada, İtalya, Avusturalya, Rusya, Türkiye, Almanya. Aktivist: Tüm dünyada ve Türkiye’de, change.org ile neler değişti? Uygar Özesmi: Change.org ilk başta bir blog ağı olarak faaliyetine başlıyor ve o dönemde gündemde olan bir kampanya var. Kampanyanın konusu düzeltici tecavüz adıyla tanımlanan, lezbiyen bireylere karşı işlenen korkunç bir suçla ilgili. Afrika’da polis, bu şiddete göz yumuyor. Buna karşı bu suça hedef olmuş bir kadın, change.org üzerinden bir imza kampanyası başlatıyor. 192 ülkeden 171.788 imza toplanıyor ve Güney Afrika hükümeti bununla ilgili özel bir eylem planı oluşturmak zorunda kalıyor. Bir başka kampanya ise, İranlı kadın yüzücü Elham Asghari Haziran 2013’de açık sularda yüzme rekoru kırıyor. Ancak yüzücü kıyafeti şeriat kurallarına uygun olmadığı için rekoru tanınmıyor. Bir

sene boyunca İtalya, Fransa, Türkiye, Almanya, İspanya ve Amerika’da eş zamanlı olarak yürütülen kampanyalar sonucunda 152.372 imza toplandı. 2014 Haziran ayında ise İran Yüzme Federasyonu Asghari’nin 19 km’yi 12 saatte yüzerek kazandığı yeni rekorunu tanıdığını açıkladı ve kendisine sertifikasını teslim etti. Türkiye’de ise change.org/gokova ile Gökova’da yemyeşil alana yapılması planlanan viyadük projesi iptal edildi. Hatay’da change.org/dagceylani yaşam alanına yapılması planlanan çimento fabrikasının yapımı önlendi. İzmir’de metrolara bisikletle binme izni çıktı, Ankara Mogan Gölü’ne deniz uçağı pisti yapılmadı, change. org/Mogan ile dik kuyruklu ördeklerin yaşam alanı korundu. Reyhan Dağ Derleyen’in başlattığı change.org/ MS kampanyası sayesinde Türkiye’de yaşayan 40.000 MS hastasının hayatı kolaylaştı. Plazmaferez tedavisi yeniden SGK kapsamına alındı. Bunlar 2 senedir başarılı olmuş 270 kampanyadan sadece bazıları. Aktivist: Change.org Türkiye nasıl bir organizasyon? Ekibiniz hakkında bilgi verebilir misiniz? Sizlerin farklı meslekleri var mı, yoksa change.org sizin işiniz mi? Uygar Özesmi: Biz şu an dört kişilik bir ekibiz ve profesyonel olarak Change.org çalışanlarıyız. Hepimiz daha önce çeşitli sivil toplum örgütleri, medya ve iletişim alanlarında farklı görevler yürüttük. Şimdi de Türkiye’de 3 milyondan fazla insana hizmet veriyoruz. Aktivist: Change.org üzerinden pek çok konuda kampanya açılabiliyor. Peki, bu kampanyalar muhataba nasıl iletiliyor? Uygar Özesmi: Change.org’da kampanya başlatan bir kişi neyin değişmesini istiyorsa o konuyla ilgili muhatabı belirledikten sonra, o kişi ya da kuruluşa yönelik kampanyasını başlatarak talebini iletiyor. İmzalar belirli sayılara geldiğinde kampanya muhatabına bir kampanya mektubu iletiliyor ve böylece muhatabın dikkati çekilmiş 43


oluyor. İmzalarla birlikte siteye giren herkes kampanyanızı görebiliyor; her imza veren de kendi sosyal medya hesaplarından arkadaşları ve takipçileriyle paylaşıyor. Muhataba ilk imzalayan 50 kişinin imzasını içeren bir e-posta gidiyor. Sonrasında muhataba azalan sıklıkta kampanyanın yorumlu e-postaları ve durumuna dair bilgilendirme mailleri gidiyor. Yani muhataba talebin ve artan destekçi sayısının iletilmesini sağlıyoruz. Ama tabii bunu karşıdakinin e-posta hesabını kilitlemeden yapıyoruz. Ayrıca kampanya sahibi, belirli bir imza sayısından sonra imzaların çıktısını alıp kampanyanın muhatabına imza teslimini de gerçekleştiriyor.

Amaç Bağcıyı Dövmek Değil, Üzüm Yemek Aktivist: Bizim ülkemizde “Karışma, başına dert mi alacaksın” gibi bir gelenek vardır. En basit bir “şahitlik” gereğinde bile, insanların çoğu konuya dâhil olmak istemezler. Herhangi bir kampanyaya katılıp, dijital imza ile destek vermenin; destekçiye olumsuz bir geri dönüşü olabilir mi? Bu konuda güvenli bir platform mu change.org? Uygar Özesmi: Bu bahsettiğiniz yaklaşım eskiden daha yaygın olabilir ancak değişen teknoloji alışkanlıklarıyla artık insanların bir konuda düşüncelerini, rahatsızlıklarını, hassasiyetlerini çok daha kolay ve özgürce dile getirdiğini görüyoruz. Change.org’da imza vermenin her hangi olumsuz bir geri dönüşü yok. Siteye üye olurken her online sitede olduğu gibi bir “Kurallar ve Gizlilik Sözleşmesi” var kullanıcılar onu okuyup kampanyalarını başlatıyor, imzalarını paylaşıyor. İmzaladığınız kampanyaların içeriği yani hangi konularda kampanyalar imzaladığınıza profiliniz içerisinden erişebilirsiniz. Ancak bunu kimlerle paylaştığınız sizin kararınız. Yani etkinlik bilgilerinizi tamamen açık ya da sadece tanıdığınız kişilere açık tutmak sizin tercihiniz. Change.org ise hiçbir bilginizi rızanız olmadan her hangi bir üçüncü partiyle paylaşmaz. Aktivist: Bugün “dijital itibar”, şirketlerin ve kişilerin

en çok önem verdikleri konulardan biri. Bu açıdan change.org her ne kadar aleyhinde kampanya başlatılan şirket için negatif etki yaratmış gibi görünse de, bu kampanyalara kulak verip değişime gitmek de aslında çok önemli de bir fayda sağlıyor bence. Aslında yaratılan değişim, dijital itibarı da cilalıyor diye düşünüyorum. Devlet, şirketler ve kişiler hakkınızda ne düşünüyor? Uygar Özesmi: Çok doğru söylüyorsunuz, Change.org değişim için itici güç sağlayan bir platform. Bu anlamda karar vericiler – devlet kurumları, şirketler, yönetimler- seçmenlerin, tüketicilerin isteklerini Change.org’dan bire bir takip etme imkanına sahip. Şunun altını özellikle çiziyoruz; burada amaç bağcıyı dövmek değil üzüm yemek. Bunun için de iletişim kanallarının çift taraflı ve açık olması gerek. Sitede, kampanya muhataplarının da resmi hesap açmasına imkân veren “Karar Verici Resmi Hesapları” mekanizması var. Bu şekilde hem kendilerine yönelik kampanyaları takip etmeleri hem de imzalayanlara doğrudan cevap verme imkânı sağlanıyor. Yani nasıl bugün kurumsal Facebook, Twitter hesabı olmadan dijital itibar yönetimi mümkün değilse aynı durum Change.org kampanyaları için de geçerli. Şu ana kadar Kadıköy Belediyesi, İstanbul Üniversitesi ve KOTON firması “Karar Merci Resmi Profil” açanlar arasında. KOTON, çocuk giyimi reklam kampanyasındaki çocuk istismarı konusunda kampanya açan kişiye ve destekçilere resmi profil hesabından cevap verdi. Bunun dışında Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Ekmeleddin İhsanoğlu da adayların TV programında buluşması için açılan change.org/adaylaracagri kampanyasını imzaladı ve sosyal medya hesaplarından paylaştı. Aktivist: Dijital aktivizm son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz bir kavram. Bu kavram bize neler anlatıyor? Dijital aktivistler kimler? Uygar Özesmi: Artık dijital aktivizm ve konvansiyonel aktivizm arasında net çizgiler olmadığını görüyoruz. İnternet kullanma alışkanlıklarımız, teknolojik gelişmeler, sosyal medya mecralarının hayatlarımızdaki yeri bu tarz sert çizgileri ortadan kaldırdı. Bu sebeple, herhangi

44

Kasım - Aralık / 2014


bir konuda hassasiyet gösteren, çevresindeki bir şeyi değiştirmek için kendisi gibi düşünen kişileri de harekete geçirmek isteyen herkes Change.org sayesinde önce online platformda sonra da sahada örgütlenebilir.

Change.Org’da Her Hafta 3 Kampanya Başarıya Ulaşıyor

Aktivist: İlginç kampanyalar da olmuştur mutlaka… Bize birkaç örnek verebilir misiniz?

Aktivist: Bir kampanya için gerekli olan imza sayısı neye göre belirleniyor?

Uygar Özesmi: Sara hastası Sibirya kurdu Wolfie, sahibinin Change.org’da yürüttüğü kampanya ve azmi sayesinde evinden olmadı. Wolfie’yi apartmandan atmak isteyen komşular, zor durumdaki bu köpekle dayanışan 7,500 kişi saye-

sinde bu isteklerinden vazgeçti. Wolfie evinde ailesiyle yaşamaya devam ediyor. Bir başka örnek de Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden. Boğaziçi Üniversitesi’nin halka açık, boğaz manzaralı yerine koyulan devasa reklam tabelası öğrencileri harekete geçirdi. İnşaatı devam eden metronun çıkış noktasına denk gelen manzaranın reklamla kapatılmasını istemeyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri tarafından kısa sürede 2.446 imza toplandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi direkt olarak kampanya sahiplerine Twitter üzerinden resmi yanıt verdi ve reklam tabelasını kaldırdı.

Uygar Özesmi: Kampanya sahibi bu imza sayısını belirleyebiliyor ama bunu pek desteklemiyoruz. Çünkü bir kampanyanın kaç imzayla başarıya ulaşacağını önceden bilemezsiniz. Sınırlamak doğru değil. Başta 100 imza hedefi koyun, sonra 200’e ardından 500’e çıksın. Kampanya neticelenene kadar devam etsin.

Aktivist: Kampanya başarısını nasıl ölçümlüyorsunuz? Uygar Özesmi: Kampanyaların başarısı ve hedeflenen sonuca ulaşması tamamen konunuza, kitlenize ve muhatabınıza bağlı olarak değişir. Örneğin apartmandaki yöneticinize talebinizi iletmek üzere bir kampanya yürütüp apartmanda yaşayan insanların %90′ının imzasını alırsanız başarılı olmuşsunuz demektir. Muhatabınız duyarlı ise zaten kampanya daha büyümeden sizinle iletişime geçer ve konuyu çözer. Fakat duyarsızsa ve sorunların farkında olmayı kabul etmiyorsa, sorumlu olduğu kitlelere karşı duyarsızsa imza sayıları gitgide büyür ve büyüdükçe muhatabın hatası veya tepkileri dinlemediği daha çok ortaya çıkar ve itibar kaybeder. Bahsettiğim gibi muhatabınızın e-mail adresini girerseniz, ona belirli aralıklarla 45


re özel türetilmiş deyimler… Bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

uyarı gider ve kampanyayı başlatan ile iletişime geçmesi önerilir. Diyelim ki talebinize ulaşamadınız, yine de size imza verenlere bu konuyu anlattığınız için başarılı oldunuz demektir. Talebine ulaşanlara bakacak olursak platformda her hafta en az 3 kampanya başarılı oluyor. Tam rakam istiyorsanız, şu ana kadar Change.org üzerinde 270 kampanyanın talepleri muhataplar tarafından kabul edilerek başarıya ulaştı, bu kampanyalara imza atan insan sayısı 1 milyon 130 bin kişi, yani platform üzerinde imza atanların neredeyse yarısı en az bir kampanyada arzu ettiği değişimi gerçekleştirmiş. Aktivist: Ekibiniz de imza kampanyalarına katılıyor mu? Siz en çok hangi konulara hassasiyet gösteriyorsunuz? Uygar Özesmi: Biz hiçbir kampanyanın tarafı değiliz. Tabii ki kendi kişisel hassasiyetlerimiz dâhilinde imzaladığımız kampanyalar oluyor; bunlar da toplumun hassasiyetleriyle örtüşen konulardaki kampanyalar. Sitede açılan kampanyaların konu dağılımına baktığımızda ise aşağıdaki gibi bir tabloyla karşılaşıyoruz; İnsan hakları

35%

Eğitim 18% Çevre 17% Hayvan hakları

10%

Ekonomik Adalet

8%

Ceza Adaleti

6%

Sağlık 6% Diğer 1% Aktivist: Son olarak, slacktivizm, clictivizm, pijama aktivistleri, bordo klavyeliler, tatlı su aktivisti… Sahaya inmeyip sadece sosyal medyada fikir söyleyenle-

46

Kasım - Aralık / 2014

Uygar Özesmi: Bu tarz terminolojilerin çıkması güzel bir şey çünkü online kampanyalara ne kadar çok kişinin katıldığını ve artık bu konunun hayatımızın bir parçası olduğunun göstergesi. Tabii yapılan araştırmalara ve Türkiye’deki eğilime de baktığımızda internet ortamındaki ve sahadaki eylemlerin birbirinden ayrılmadığı zaman başarılı olduğunu görüyoruz. Amerika’da Georgetown Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre de internet eylemlerine katılanlar, katılmayanlara oranla gündelik hayatta 2 kat daha fazla gönüllü oluyor ve bağış veriyor. İnternetin, yani online kampanyaların, farkındalık yaratmak ve bir değişim etrafında insanları harekete geçirme konusunda geleneksel yollara göre daha az zahmetli olduğu bir gerçek. Ancak eskiden kâğıt üstünde imza kampanyası başlattığınızda imza atanlarla ilişkiniz sadece o anla sınırlıydı. Fakat Change.org’da bir imza kampanyası açtığınız anda örgütlenmeye başlıyorsunuz çünkü bir örgütün ilk gereği olan birden fazla insan olma konusunda adım atıyorsunuz. Başarılı olan kampanyalara baktığımızda da genelde örgütlenme ve muhatapla diyalog kurabilmenin belirleyici bir faktör olduğunu görüyoruz. Kampanyanızı açtığınızda sizi destekleyenlerle haber paylaşıyor, mesaj gönderiyor, onları kampanyayı büyütmeye, bir toplantıya, gösteriye ya da bir sosyal medya eylemine çağırabiliyorsunuz. 8.000 yıllık Hevsel Bahçeleri’ni baraj suyu altında kalmaktan kurtaran kampanyanın sahibi Mehmet Ali Yalçıner hem 34.654 imza topladı hem de bahçede nöbet tuttu. Cafer Ağa Dayanışması’nın yürüttüğü Moda Afet Toplanma alanının otopark yapılmasına karşı günlerce alanda eylem yürütüldü. Kaş Yunus Parkı’nın kapatılmasına karşı açtığı kampanyada Yazar Buket Uzuner ise atılan imzaları bastırıp kampanyanın muhatabına yönelik bir imza teslim eylemi gerçekleştirerek, Kaş Meydanı’nda hayvan severler ile bir miting düzenledi. Change.org kampanyaları da gösteriyor ki internetteki ve sahadaki eylemleri birbirinden ayırmak artık mümkün değil.


S端rd端r端lebilirlik Deyince...

facebook.com/ekoiq

www.ekoiq.com

t w i t t e r. c o m / e k o i q


iş yaşamı alaz in P m E tafa m Mus özücü etimi.co n Ç o z i y r t K f irsa kriz@

101

karar

İyi bir evlilik adayınız var, nasıl harekete geçeceksiniz? Garson ne alacağınızı soruyor, ne cevap vereceksiniz? Kariyer planları yaptığınız sırada çok çekici ama zorlayıcı şartları da olan bir iş teklifi aldınız, ne yapacaksınız? Kitaplığınıza gittiniz ve “Bir kitap okuyayım” dediniz, ama aklınızda bir şey yok, ne seçeceksiniz? Oy pusulasının karşısındasınız, bir parti geçiyor aklınızdan ama çekinceleriniz de var. Pusuladaki kime karar vereceksiniz?

Bu örneklerin ortak noktası; günlük yaşam içinden karar anlarını temsil etmeleri. Büyük ya da küçük kararlar da olsa, her eylemin arkasında bir karar vardır, hatta bilinçliyse eğer eylemsizliklerin ardında da karar vardır. Karar olgusu, bir sorgulama sürecidir oysa önemli olan bu sorgulara hâkim olabilmektir. Hayatımızın her anında karar vardır ve karar vererek bir şey yapmadığımız anlarda ise kararsızlık gelir ve o boşluğu kendine göre doldurur.

Karar Vermenin Anatomisi Karar bir disiplin meselesidir; ilk maddemiz bu. Yani karar verebilmek, yapa yapa gelişen bir beceridir. Dolayısıyla zor anlarda karar vermeden, karmaşık durumlarda karar vermeden önce basit konularda pratikler yapılabilir. Benim en sık uyguladığım alan garsonlardır. Belki fesleğenli bir ayran siparişi ile reyhanlı limonatayı kıyaslamak, belki de dürümü soğansız istemek ya da istememek. Her seferinde zihnimden “şu an ayran içmeye karar veriyorum” gibisinden cümleler

48

Kasım - Aralık / 2014


geçiriyordum, böylece o basit sipariş anı, zihnimde koca bir karar hissi doğuruyordu. Ne istiyorum? Yemek mi içmek mi: İçmek. İhtiyacım ne, “Ne elde etmek istiyorum?” Serinlemek, susamışlığımı gidermek, keyif, tasarruf… Keyifli bir serinlik istiyorum. Bunun için neler olabilir diye menüye bakarken araya bir soru sıkıştırıyorum: “Son günlerde sağlıklı tüketime yöneldim, yine sağlıklı bir şeyler mi içmeliyim?” Zihnimden çıkan evetse, alkol, gazlı içecekler ve diğer garip şeyler eleniyor. En güzel seçenek meyve suları kalıyor. En sevdiğim meyve ananas ve menüde de ananas suyu var. Garson uyarıyor “Ananas suyumuzu nektardan yapıyoruz ama şeftali, elma ve portakalı taze sıkıyoruz.” Karar vermek iç bir süreçtir ama dış faktörler de bu süreci etkiler ve kararı sınar. Hazır bir şey istemiyorsam ananası değiştiririm ama ananas tadına içim eriyor. Bu sebeple bir beklentimi çiğneyerek ananas suyuna karar verebilirim. Bu, süreçsel karar alma dediğim bir yolun kabaca özeti. Günlük hayatta, iş yerinde bir sırrı paylaşırken, sırrı paylaşmaktan vazgeçilirken, eşine hediye alırken, garsona sipariş verirken ve daha birçok alanda bu süreç var. Beklentilerinize ve parametrelere göre akan bir karar süreci.

AKUT: Anlık Karar Uygulama Tekniği! Şirketin büyüme kararları, yatırım kararları veya bireylerin evlilik kararları, üniversite tercihleri gibi kararlar az önceki süreçler sayesinde ortaya konabilir. Ancak hiç hesapta olmayan krizler ortaya çıktığında veya yine hiç hesapta olmayan fırsatlar göz kırptığında ne yapılacak? Bir gün farklı şirket temsilcilerinin olduğu bir toplantıda, küçük bir gelişmeyi paylaşıyordum. O sırada grubun paydaşlarından biri olan başka bir işadamı ayıp bir şekilde hem sözümü kesti, hem bana karşı çıktı, hem de inceden rest çekti. Hedefi ben değildim aslında, birlikte iş yaptığım kişilerden birisiydi. O an ortama beni hedef alan soğuk rüzgârlar yayıldı. Ego ile sert bir çıkış, ufak bir öfke ve güç gösterisi yapmak üzereydim. Ancak bu işte tek başıma değildim, hem kendi kurumum hem de temsil ettiğim başka bir kurum daha söz konusuydu ve anlık reflekslerle itibar kaybetmek istemedim. Peki ne durumdayım? İçinde bulunduğunuz durumun analizi kilit kaynaktır. Gereksiz bir densizlikle karşılaşmıştım, dünyanın sonu değildi. Bizzat benim-

le ilgili bir sıkıntı değildi ama dolaylı olarak bana dokunuyordu. O halde bir eylemde bulunmam gerekiyor. Peki ne istiyorum? Beklentileriniz kararınız için kilit başka bir kaynaktır. O an istekler listesi yaptım zihnimden ve eylemim ne olacaksa bu isteklere hizmet etmeliydi. O kişiye haddini bildirmek ise hizmet etmiyordu. Ben de onu kibar ve sevimli bir dille rekabete çağırdım. İçinde bulunduğum durum, ulaşmak istediğim/ isteyebileceğim hedef, beni o hedefe ulaştıracak eylemler ve kaçınmam gereken eylemler… AKUT bu unsurlardan oluşuyor. Bir başka örnekle AKUT’u inceleyelim. Bir gün müşterilerimden biri acil olarak beni çağırdı. Global bir müşterisinin ona yolladığı yeni bir sözleşme her şeyini, sahip olduğu-olabileceği maddi-manevi her şeyini riske atıyordu. Merak edenler detaylı paylaşım için buraya tıklayabilir, biz konumuza sadık kalalım. O gün çalıştığım yönetim köşeye sıkışmıştı. Peki ne istiyordu? Güven ortamı. Onları bu müşterisiyle güvenli bir iş ilişkisine nasıl taşırız diye sorduk ve bunun üzerine kararlar doğurduk. Sonuç ne olmuştu? Her şeyin riske edildiği o krizden cirolarını üçe katlayıp çıktılar. Peki hiç adım atamıyorsak veya ne yaparsak yapalım iki seçenek arasından yol alamıyorsak ne yapabiliriz? Jeanne D’Arc’a gökten indirilen kılıç misali, tavla kültürümüzden bir ilham öneriyorum: Zar veya daha da basiti yazı-tura. Önünüzde iki olasılık var. Yazı a seçeneği, tura da b seçeneği. Sonuç için yine iki olasılık var: Ya çıkanı yapacaksınız ya da içinizden geçene kulak verip yazı-turadan bağımsız karar vereceksiniz. Bir şeyi yapmak ya da yapmamak şeklinde bir karara varmak da olabilir, iki seçenekten birini seçmek de olabilir. Bu ay sonunda kısa bir tatil kaçamağı yapmak ya da yapmamak gibi düşünebiliriz. Ya da seneler önce tanıştığım bir gezgin, “Bulgaristan mı?-Yunanistan mı?, Bulgaristan ise yazı değilse tura gelsin” diyerek yazı-tura ata ata geziyordu. Karar vermek günlük yaşamın içinden olağan, doğal bir süreçtir. Size ise nasıl bir noktada olduğunuz ve ne istediğinizi tanımlamanız düşüyor. Durumun önemine göre bu kıstasları daha nitelikli belirlersiniz ve olasılıkları da bu veriler ışığında eleyerek karara varırsınız. Sorularınız, özellikle alınamayan ciddi kararlarınız ile çetrefilli durumlarınız için rahatlıkla benimle iletişime geçebilirsiniz. 49


kişisel gelişim

igris x.com le T Dic gris@gm ti dicle

Doğu felsefesi olan Sufizm’le, Batı’nın Ego-Psikolojisini harmanlayarak Batılı insanın kendisini tanımasına ve yeniden keşfetmesine yardımcı olmasını amaçlayan seminerler veren ve İstanbul’da yaşayan Emilio Mercuriali, hakiki ve sahte irade konusunda bizi aydınlatıyor.

Hakiki benliğimize uyanma yolculuğu başlasın! Hakiki insan doğasının “Hakiki İradesi” ve sahte bir kalıp olan “Ego’nun İradesi” arasında ayrım yapıyorsunuz. Biraz açar mısınız? Emilio Mercuriali: “İnsan, sonradan ego denen kalıbı ‘geliştiren’ ama aslında her zaman, en başından beri bütün bir öze sahip, ruhsal bir varlıktır. Zamanla bu öz unutulmuştur, onunla temas kopmuştur. Bizimle yaşayan, bizi oluşturan salt ego varmış gibi bir tablo çıkmıştır. Özle temasımız gelişemeden, egomuz gelişmiştir. İrade ise, niyetimizi hayata geçirmektir. Hakiki insan doğası, bunu yumuşaklıkla, uyum sağlayarak yapar. Ancak ego şöyle düşünür: Ben bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Ego, denemeye bile kalkışmaz. Özümüzle temas kurmayı yeniden başardığımızda (ki, bu çok zor değil) ondan güç alıp yapmayı bilmediğimiz şeyleri deneyebiliriz. Özümüz doğal olarak dener, yapmanın bir yolunu bulur veya yapılması imkânsız bir şeyse, bunu kabul eder. Yumuşak bir iradedir bu. Bu yumuşak irade, inatçı değildir, zorla yapmaz ve yapacağını takıntı haline getirmez. Takıntılar hep ego’dan gelir. 50

Kasım - Aralık / 2014

Hakiki insan iradesi, su gibi, akacak bir yol bulan iradedir. Suyu örnek alın: Su, inat etmeye karar verdiği için mi akar? Hayır. Su için akarak yolunu bulmak dışında bir olanak yoktur. Hakiki insan iradesi, su gibi, akacak bir yol bulan iradedir. Onun önünde bir baraj bile olsa, su bir yolunu bulur. Herhangi bir zorlukla karşılaşan insan, ‘Ne gerekiyorsa yapacağım’ der, su gibi, akışa doğal bir güven duyar, kaygıdan kendi kendini yiyip bitirmez. Doğal iradede çaba ve itme yoktur. Hakiki irade kendiliğinden akar. Zorlukla karşılaşıldığında, buna cevap verilebilir, yani bir çözüm bulunabilir. Ego’nun iradesi gibi buldozere dönüşüp önüne çıkanı zorluğu yıkmaya çalışmaz. Ego katıdır. Doğal iradeyse uyum sağlar; her durumu göz önünde bulundurabilir. Spiritüel yaşam yolculuğumuzda, dönüşümü de destekleyen bir tavır olarak, bu iradeyle yeniden temas etmek istiyoruz.

Biz, kendimize has, eşsiz nehirleriz


Hakiki irademizle yeniden nasıl temasa geçebiliriz? Emilio Mercuriali: İlk adım, şu andaki hakiki durumunun farkına varmaktır. Şu anda her ne oluyorsa, onu hissetmektir. Biz, kendimize has, eşsiz nehirleriz. İrademizi, Amerikan akımının tarzı olan ne olursa olsun ‘yaparsın’ şeklinde bir tezahüratla pompalamayız. İçinle gerçekten temasa geçtiğinde, kaybetmeyi de, kazanmayı da kabul edersin. Önemli olan kazanmak değildir.

Dicle: Hara merkezi nedir? Emilio Mercuriali: Göbeğimizdir. Yani insan ruhunun gerçeklikle temas ettiği merkezdir, ‘arabayı’ kullandığı yerdir. Düşünerek araba kullanamazsınız. Spontane, doğrudan kullanırsın. Merkezinden yaşamak, doğal ve kendiliğinden yaşamaktır. Karnınızla daima temas ve farkındalık içinde kalınca, çaba göstermeden araba kullanırız. Doğal iradeyle yaşam, spontan hale gelir, özgüven içinde hissederiz. Her ne olup bitiyorsa, ne kadar zor olursa, olsun, onunla kendi içimizde dingin hissederiz. Duygularımızı yadırgamayız.

Emilio Mercuriali: Süperego, sürekli olarak bizi hakiki yaşam deneyiminden alıkoymaya çalışıyor. Yani yorumsuz, saptırmasız, dolaysız olarak tüm duyularımızla, hem içsel, hem dışsal hislerimizle şimdiki anı deneyimlememizi engellemeye çalışıyor.

Neden? Emilio Mercuriali: Çünkü yaşamın tehlikeli olduğuna inanıyor. Sınırlı bir anlayışı olan ve riske girmek istemeyen aşırı koruyucu bir savunma sistemi gibi.

Farkındalığın da biraz zamana ihtiyacı olacak uyanmak ve uyanık kalmak için Emilio Mercuriali: Evet, aynen öyle. Biz henüz küçükken, savunmasızken

Ancak bu bir süreçtir. Aniden olmaz. Bu hal içine adım adım geliriz. Yolculuğumuzun, olumlu, olumsuz tüm deneyimleriyle gerçekten temas içinde kalabilmek ve iniş, çıkışlarda yılmamak için de hakiki irademize ihtiyaç duyarız. Aksi takdirde, spiritüel yolculuğumuz, ara sıra dile getirdiğimiz yüzeysel bir felsefe, inanç sistemi ya da bir kaçış haline gelir. “Bu gruba dahil olsam yeter, artık kurtuldum.” Gibi bir şey olamaz. An be an, yaşam yolculuğumuzla dürüstlük içinde kalma iradesi gerekmektedir. Yoksa, yolculuk bir yalana dönüşür. İnsan kendini farkında olmadan sürekli olarak baltalıyor mu? 51


hayatta kalmamızı sağladı, baş edemeyeceğimiz duygularımızı unutmamızı sağladı süperego. Şimdi yetişkiniz ve farkındalığımızı kullanarak bu zararlı bağları çözebiliriz. Artık bu kadar korunmaya ve hislerden kaçmaya ihtiyacımız yok, çünkü yaşamayı kaçırıyoruz. Süperego, bize kendimizi karın bölgemizde gergin ve rahatsız hissettiriyor. Deneyin ve karın bölgenizi hissedin, hemen şimdi. Nasıl? Gergin olduğunu, gevşek ve geniş hissetmediğini fark edeceksiniz. Göbeğimizin merkezi, aynı zamanda irademizin merkezidir. Orası gerginse, doğal irade de rahat akamaz, açığa çıkamaz.

Bunu fark edince ne yapalım? Emilio Mercuriali: Sadece bunu an be an fark etme egzersizine devam etmek yeterlidir. Bir şeyi değiştirmeden, sadece sessizce tanık olmak bize yepyeni kapılar açacaktır zaten. Ama her gün, mümkün olduğunca sık aralıklarla farkındalık egzersizleri, karın bölgesi ‘durumu tespiti’ yapmak gerekir. Egonun da gelişip yönetimi ele geçirmek için uzun yılları vardı. Dolayısıyla farkındalığın da biraz zamana ihtiyacı olacak uyanmak ve uyanık kalmak için.

Karnımız rahatsa, merkezimiz bize nasıl bir mesaj vermiş olur? Emilio Mercuriali: Merkezimiz “Ben kendim olabilirim ve hayatımı yaşayabilirim. Gerekli kaynaklarım var.” der.

Ne güzel. Kaygıların ve depresyonların sonu gibi geliyor kulağa. Emilio Mercuriali: Evet, depresyon, yetersizlik hissinden kaynaklanabiliyor. Oysa merkezinde rahat ve dingin bir insan kendine “Mükemmel olmak zorunda değilim.” der.

Ego ne der? Emilio Mercuriali: Ego yalnızca başkalarından onay alırsa, kendine güvenebilir. Bu güven hakiki değildir, sahte bir güvendir. Sürekliliği de yoktur. Bunun yerine, kendi içimize çapa atarsak, hakiki güvenimizle temasa geçeriz: O süreklidir. Egonun tamamen farklı bir koşullara bağlı bir güven 52

Kasım - Aralık / 2014

elde etme sistemi vardır: Başkalarından gelen onaya ve başkalarıyla karşılaştırılarak haklı durumunda olmaya veya dış görünüşüne bağımlıdır.

“Ben ondan daha iyiyim, çünkü çok sıkı çalışıyorum.” Dış görünüşle nasıl güven oluyor? Emilio Mercuriali: Özgüvenini dişiliği veya erkeksiliğiyle çekici bir dış görünüşle elde edenler, sürekli olmayan, koşullara bağlı sahte bir güven hissederler. Bunlar hakiki özlerle ilgisi olmayan, fikirlerdir; içleri boştur. Böyle insanlar şöyle der: “Ben ondan daha iyiyim çünkü çok sıkı çalışıyorum.” Ama bu yalnızca bir kanıdır, ‘hakiki benlik’ten veya hakiki iradeden gelmez. Koşulludur. Ayakta tutulmak için çaba gerektirir: Sanal gerçekliktir. Gerçek özgüvenin herhangi bir çabaya, giysiye, süse ihtiyacı yoktur.

Bazı günlerde sürekli kendimi başkalarıyla karşılaştırdığımı, yargıladığımı hissediyorum. Emilio Mercuriali: Bunun ne kadar sık olduğunu samimiyetle fark edersen, bunun aslında sadece egonun kendini sonsuza dek tekrarlayışından başka bir şey olmadığını anlarsın ve kendini ego’yla o kadar da özdeşleştirmemeye başlarsın. Sen ego’dan ibaret değilsin. Merak etme, herkesin egosu tamamen aynı şeyi yapar, kendini suçlama, sadece tanı.

Ama benim ego’m pek “ondan daha iyiyim” demez, daha çok “ondan daha aptalım” der… Emilio Mercuriali: Çünkü ego’nun iki temel tipi vardır: 1. Dövüşçü, zorlayıcı, iten, çaba sarf eden ego tipi. 2. Çekimser, kararsız, geride duran, kaçan, güvenli yolu seçen ego tipi. Ancak Egonun sunduğu gerçeklik algısına kanmak, insanı gerçeklikten koparıyor. Günlük meditasyonla bu kopma halinden uyanabiliriz. Dönelim, ilk adımları atıp yürümemizi sağlayan hakiki irademize. Kendinize şu soruyu sorun: İradenizi kim yönetiyor? Siz mi, egonuz mu?


İradeyi ego yönettiğinde ne oluyor? Emilio Mercuriali: Ego, irademizi ‘rehavet bölgesinde’ tutar, yani alışkanlıklardan, rutinlerden oluşan ve risk alınmayan bir bölgede tutar. Ego, neye ihtiyacı olduğunu bildiğini sanır. Sürpriz istemez. Ego, hakiki irade yerine, istediğini bize yaptırır. İş, her gün meditasyona oturmak gibi, gönlümüzde yatan gerçek tutkulara gelinceyse, ego bize izin vermeyi unutur. Bu nedenle, irade gücümüzü ondan yeniden geri kazanmalıyız. Hakiki irademizle yeniden temas kurabilmek için egomuzu bir şekilde kırmak gerekiyor. Bunun ne kadar zor olduğunu, her gün tekrarladığınız minicik herhangi bir alışkanlığınızı değiştirmeye çalıştığınızda görürsünüz.

Hakiki irade egonun esaretinden kurtulup özgür olana kadar başta çaba gerekiyor. Daha önce ‘hakiki irade’ çaba gerektirmez demiştiniz…

Emilio Mercuriali: Hakiki irade egonun esaretinden kurtulup özgür olana kadar başta çaba gerekiyor. Özgürlüğe kavuştuktan sonra iradenin çabaya ihtiyacı yoktur.

Yeni beceriler edinmeyi, bilgiler öğrenmeyi reddetmeden herhalde değil mi? Emilio Mercuriali: Tabii ki yeni beceri ve bilgiler için çaba ve emek harcayacağız. Ancak karar verirken, egonun yaptığı gibi artıları, eksileri listeleyip kararlar okyanusun ortasında kaybolmuş gibi hissetmez. Kararlar doğal olarak alınmış ve önüne gelmiş gibi hissederiz. Yani nevrotik hissetmeden, dingin bir keyif ve mutluluk içinde akışta hissedeceğiz.

Belki de “Yaşıyoruz” yerine “Akıştayım” diyeceğiz :) Kaynak: Yedigöller, Beyaz Öz İnziva Kampı, Emilio Mercuriali, daha ayrıntılı bilgi için: essenceofself.net 53


finans

Değişim:

Yaşamın kaçınılmaz gerçeği

oğu ikol z s P a om Par n Ayva andex.c a y Hak .ayvaz@ n haka

Bu sayının konuları olan Karar vermek ve Değişim son derece hayatın içinden ve son derece önemli konuları barındırıyor içeriğinde. Özenle oluşturulduğunu ve çok isabetli bir konu seçimi olduğunu düşünüyorum. Kutlarım.

Yazımıza yine birkaç soruyla başlamak istiyorum. Sorular önemli. Biz düşünen insanların soruyor ve sorguluyor olması son derece önemli. Bir gün artık sormamaya ve sorgulamamaya başlarsanız, artık reflekslerinizle yaşamaya başlamışsınız demektir. Ve bu durum sizi doğada farklı kılmayacaktır. Ki bu şekilde yaşayan azımsanmayacak bir kitle olduğuna inanıyorum. Maalesef. Değişim mi, gelişim mi? Değişimi tetikleyen unsurlar neler? Değişmeye zorunlu muyuz? Sadece insanlar mı değişir? Karar vermek bu işin neresinde? Yaşamın kaçınılmaz bir gerçeğidir değişim. Doğduğunuz andan itibaren düzenli olarak çekilmiş fotoğraflarınıza bir göz atın. Kaçamayacağınız, üzerinde hiçbir iradi etkinizin olmadığı değişimi göreceksiniz. Basit anlamda yoğun bir fiziksel değişim geçirdiğinizin kanıtı bu fotoğraflar. Biraz daha dikkatli bakarsanız karmaşık anlamda yoğun bir değişim geçirdiğinizi de göreceksiniz bu fotoğraflarda. Fiziksel olmayan, mental değişikler de yaşamış olduğunuzu hissedeceksiniz baktıkça. Giyim tarzınızın, duruşunuzun, bakışınızın değiştiğini de göreceksiniz. Tespit ettiğiniz fiziksel farklılıklar gelişimsel değişim. Fiziksel olmayanlar da mental değişimin yansımaları. Demek ki gelişimin kendisi zaten bir değişimmiş. Değişimi tetikleyen unsurların başında geliyor gelişim. Hepimiz doğduğumuz günden itibaren gelişiyoruz. Başlarda daha yoğun ve hızlı, sonradan daha yavaş ama çok daha hayata ve hayatın anlamına dair. Değişimi tetikleyen birkaç unsur daha var. En evrenseli zaman. İlerleyen zaman sizi değişmeye zorluyor. Zaman unsuru, hiçbirimizin müdahale edemeye-

54

Kasım - Aralık / 2014

ceği, evrenin öğrendiği ve tüm canlılara öğrettiği bir unsur. Yaşamın en acımasız ama aslında birçok değişimi de anlamamıza ve algılamamıza yardım eden en kuvvetli yapısal unsuru. Zamanla değişim diyoruz çoğunlukla buna. Zamanı öğrenmemiş olsaydık bu değişimi açıklamamız imkânsız olurdu. Diğer bir unsur refleks. Canlı ve içinde canlıların bulunduğu tüm organizmalar refleks tepkisi ile değişirler. Bildiğiniz gibi, canlı organizması yaşadığı her an kayıttadır ve öğrenir. Her öğrendiğini oluşmuş kendi yapısına göre klase eder ve dosyalar. İşte oluşan bu dosya deseni de her duruma göre refleks hareketleri yaratır. Bu refleks hareketleri de ister istemez değişimi getirir yaşamımızda. Canlılar dedim. Ama bir de canlıların oluşturduğu organizmalar da dedim. Aileler, şirketler, topluluklar, camialar, cemaatler ve hatta devlet gibi örneklenebilecek bu organizmalar da refleks hareketinin tetiklediği bir değişim geçirirler. Kaçınılmazdır. Değişimi tetikleyen bir diğer unsur öğrenmedir. Öğrendiklerimiz tüm çevre etkenlerine göre müthiş farklılık gösterir. Bu sebeple de öğrenmenin tetiklediği değişim de inanılmaz farklılıkları barındırır. Her insanın öğrenme ile tetiklenen değişim süreci bu nedenle birbirinden farklıdır. Birbirimizi anlayamıyor oluşumuz, anlaşamıyor oluşumuz da bundandır. Tüm bunlar insanoğlunun doğadan öğrendiği kabullenmeyi ve uzlaşmayı geliştirmesini açıklar. Kullanmasa da bu bilinç var insanlarda. Fiziksel değişimini bile tetikleyebilir öğrenme. Siz çok sıçrarsanız vücudunuza uzamayı öğretirsiniz ve fiziksel olarak uzayarak değişirsiniz. Neden sıçrıyorum peki diye bir soru sorabilirsiniz. Buna birazdan geleceğiz. Tetikleyen bir başka unsur da dayatma. Bana göre doğallığa yapılan müdahalelerin en akıl almaz olanlarından biri de dayatma. Sonuçları bazen acımasız olabiliyor. Çevremiz, toplum ve hatta otoritenin dayattığı bazı kayıtlar, değişimi kuvvetli bir şekilde tetik-


liyor. Ve farkında olunması en güç olan değişimlere sebep oluyor. Yaşamınızda bu farklılıkları değişim olarak algılayamıyorsunuz. Sinsi ve derinden hareket ediyor. Yaşamınızın son çeyreğinde fark edebiliyorsunuz çoğunlukla. Doğada da örneklerine rastlıyoruz. Siz bir ağacın hemen yakınına duvar örüyorsunuz ve ağaç bu dayatma karşısında ışık ve diğer ihtiyaçlarına ulaşmak için diğer tarafa yatıyor. Dayatıyorsunuz ve ağaç değişiyor. Dayatmalar nedeniyle bu tür bir değişimi az da olsa engelleyebilenlerin, bu duruma karşı oluşturmuş olduğu tepkisel refleks hareketi ile bunu başardığını görüyoruz. Ki bu da epeyce “aykırı” bir yaşam demek. Hangisinin sağlıklı olduğu konusu biraz karmaşık.

Her İstek Bir Projedir ve Değişim Kaçınılmazdır İrdeleyeceğimiz son unsur ise istek. Bence en önemli unsur. Canlı ve canlıların oluşturduğu tüm organizmaların yaşadığı en sağlıklı değişim istekle tetikleniyor. Düşünen, soran ve sorgulayan organizmalar, kendileri ve içinde bulundukları topluluklar için çeşitli istekler geliştiriyor. Ve bu istekler de değişimi, değişim süreçlerini tetikliyor. Bu sebeple yazımın başında soruların önemli olduğunu, yaşam içerisinde sorgulamanın hayati önem taşıdığını dile getirdim. Aksi takdirde reflekslerin ve dayatmaların tetiklediği değişime mahkûm oluruz. Ancak, şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, düşünebilen ve sorgulayabilen hiçbir organizma bu mahkûmiyeti yaşamayacaktır. İstek, yaşam içerisinde bir projedir. Ulaşılmak istenen, hedeflenen her istek birer proje dosyası olarak kayıtlara girer. Ve değişim sürecine dâhil edilir. Bu adımdan sonrası ise…

Karar Vermek İşte tam da burada karar vermek dâhil oluyor işin içine. İstekle tetiklenen değişim ancak ve ancak kararlarla gerçekleşebilir. İşte düşünen, soran ve sorgulayan organizmaları birbirinden ayıran en önemli unsur karar vermektir. Yaşam içerisinde istediğiniz

kadar sorgulayın, istediğiniz kadar bu sorgulamalarınızdan istekler oluşturun ve bunları projelendirin, bu proje dosyasını değişim sürecinde ilerletebilmeniz alabileceğiniz kararlara bağlıdır. Alamazsanız, süreci kararsızlığa yönlendirirseniz proje rafa kalkar. Rafa kalkan her proje de bundan sonraki proje dosyalarınız için daha zorlu bir süreç yaratır. Çünkü organizma çok tehlikeli bir öğrenmeye girmiştir artık; kararsızlığı öğrenmeye başlamıştır. Bu da eğer bir reflekse dönüşürse projeler oluşup oluşup rafa kalkacak demektir. Süreci böyle yaşamamızda fayda var diye düşünüyorum. O takdirde karar almak son derece kritik bir süreç. Kararsızlığı öğrenen bir yapıya dönüşmeden önce bu konuda yapılası gereken şey çok basittir. Doğduğu günden bu yana gelişimsel değişimi yoğun yaşamış ve tetikleyen tüm unsurlar ile değişim de yaşamış bir bireyin veya organizmanın karar alma süreci hiç kolay değildir. Refleks hareketlerinin, dayatmanın son derece yoğun yaşandığı bir yaşam içerisinde istekle oluşan bir projenin kararlarını alabilmek çok zordur. Çünkü bir bireyin isteyerek proje oluşturması yaşamının ilk dönemlerinde pek mümkün değildir. Uzun bir yaşanmışlık sonrasında, belirli bir olgunluğa gelmiş, sayısız değişim geçirmiş bir birey, sorgulamaları ile düşünerek isteklerini oluşturabilir. Ve bu noktada kararlar almak, bileşenleri çok, bilinmeyenleri çok ve riskleri yoğun bir problemi çözmekten farksız olabilir. Ve size bu durumu kolaylıkla aşmanız için çok pratik bir yöntem sunuyorum. Karar almayı öğrenmeniz gerekiyor. Ve bunu öğrenmenin en pratik yolu da çok küçük, belki de yaşam içerisinde çok önemsenmeyecek alanlarda kararlar alabilmeyi başarmaktır. Bu kararları almak belki yaşamınızda çok şey değiştirmeyecektir ama karar almayı öğrenmenizi sağlayacaktır. Dikkat edeceğiniz tek şey, bu kararınızın az da olsa yaşamınızda bir değişim sağlamasıdır. İlerledikçe kararlarınızı küçük küçük büyüterek yaşamınızda büyük değişimlerin kararlarını almaya doğru yaklaşacaksınız. İnanın sağlıklı olan da budur. Keyifle küçük kararlar almaya başladığınızı görür gibi oluyorum. Keyifli ve kararlı günler dilerim. 55


röportaj

değiştirmeye çalıştığınız yönleriniz en güçlü dostunuz olabilir mi?

Human Desing kendinize Kişinin kendini tanıması, didiklemesi, gözünü üzerinden ayırmaması kadar güzel ve bir o kadar da acıtıcı bir şey olabilir mi? Kendi açıklarını, eksiklerini, güçlü ya da savunmasız taraflarını, kusurlarını, sivri, keskin, derin, sığ yanlarını bilen insanın başka insanları da dünyayı da daha kolay kabullendiğini düşüyorum. Diğer yandan dönüp dolaşıp ayağı en çok kendisine takılmıyor mu insanın?

sistem. Bizim de onu sevmemizin sebebi bu oldu sanki. Her insanın kendine has, özel bir tasarım olduğunu savunuyor. Potansiyelimizi, güçlü ve gelişime açık yanlarımızı, doğru alanı bulamadığı için büyüyemeyen gizli kalmış cevherlerimizi açıklıyor.

En çok çarptığımız duvar yine kendimiz değil mi?

Bu ilginç sistemi ve Human Design ile öğrenebileceklerimizi www. humandesign-turkiye.com kurucularından ve danışmanlarından Banu Bozüyük Aktivist’e anlattı.

En çok mücadele ettiğimiz… En çok sevdiğimiz… En çok kızdığımız… En çok güvendiğimiz… En çok eleştirdiğimiz…

Human Design kendimizle ilgili tüm yargılarımızdan bizi azat eden bir 56

Kasım - Aralık / 2014

Belki de değişmek değil, farkında olmak gerektir diyor.

Aktivist: Human Design’i asıl sizden dinleyelim… Banu Bozüyük: Human Design Sistemi aslında çok eski bilge öğretilerin sentezi olmasına rağmen çok yenidir. Keşiften ziyade bahşedilen bir armağandır. Sahibi de 9 Nisan 1948 yılında Kanada’da doğan

Alan Krakower olmuştur. Bu armağanın sunuluşu da bana göre çok etkileyici. Sonradan Ra Uru Hu adı ile anılan Alan Krakower, yaşadığı bir dizi hayal kırıklığının ardından Akdeniz’de küçük bir ada olan İbiza’ya geçer ve bir süre İbiza’da yaşar. 4 Ocak 1987 yılında çok üstün olan bir zekâ ile mistik bir karşılaşma yaşar. Bu zekâdan basitçe ‘Ses’ olarak bahseder. Evrenden engin bilgiler almaya başlar. Bu karşılaşma sekiz gün ve gece sürer. Bu süre boyunca yazıp çizmeye başlar. Ra Uru Hu’ya evrenin mekanik doğasının temeli öğretilir. İnsanlığa övgüler içeren, kendi dili ile mistik ve bilimsel bilgilerle detaylı bir şekilde donatılır. Bu bilgileri yazıya döktüğünde ortaya insan tasarım sistemini anlatan Human Design Sistemi çıkar. Ra, sonra deneyimledikleri ile istatistiksel olarak verilen bilginin bilimsel, nesnel olarak gerçekliğini, Human Design için inanç sistemine ihtiyaç olmadığını, tamamen deneysel ve deneyimsel olup herkesin ken-


disi için doğruluğunu test edebileceği bir sistem olduğunu görür ve zamanla bu sistemi uygulayacak, başkalarına öğretecek master üstadlar yetiştirir. Özü tanıma sistemidir. Dünyaya olmaya gelinen kişiyi tanımaya başladığınızda da birçok noktada insanlara fayda sağlamaya başlamıştır. Öncelik, kendini tanımaktadır. Bugün herkes bunun arayışında. Tüm kişisel gelişim yolları, öğretiler aslında öze dönüşü amaçlıyor. Bu sistem sayesinde çekirdek ailenizden başlayarak çevrenizdekileri anlamaya, sağlıklı iletişim kurmaya başlıyorsunuz. Çünkü anlamaya başlıyorsunuz, önce kendinizi sonra çevrenizdekileri. Anlamlandıramadığınız davranışları anlamaya başlamak birçok noktada hayatı kolaylaştırıyor. Dolayısı ile evde, işte, okulda yani tüm yaşam alanlarında, her zaman kullanabileceğiniz bir sistem. Aktivist: Human Design tam olarak bize ne gösterir?

Aktivist: Peki biz bu verileri hayatımızda nasıl kullanabiliriz? Banu Bozüyük: Öğrendiğiniz bilgiler kullanılmadığında hiçbir anlamı kalmaz. Bilgi kullanılmak içindir. Öğrendiklerinizi farkındalığa dönüştürür ve yaşamınızda uygulamaya koyarsanız bilgi amacına ulaşır. Bunun için de özünüzü iyi anlamalı, farkında olmalısınız. HDS ile kendinize dair ya da sevdiklerinize dair öğrendiğiniz bilgileri dikkate alıp kullanıyor olmak hayatın sizi yönetmesi değil dümende sizin olmanız demektir. Dolayısı ile farkındalıkları yaşama yansıtmak gereklidir. Aktivist: “Yaşamaya Geldiğiniz Kişiyi Keşfedin” diyorsunuz. Gerçekten çok tahrik edici bir ifade. Zira hayatından daha doğrusu kendinden pek de memnun olmayanların sayısı az değil :) Biz kendimizi tanımıyor muyuz sizce? Banu Bozüyük: Koşullanmalar ve şartlanmalardan bahsetmiştik. Memnun olmadığımız nokta işte burası zaten. Bunlar bizi özümüzden uzaklaştırıyor, aslında olmadığımız bir hamura dönüştürüyor. İçimiz yani hamurumuz aslında ne olduğumuzu çok net biliyor ama bir şekilde bunları unutuyor, değiştiriyor, bu da yetmezmiş gibi bir de böyle olduğunu kabul etmeyi öğreniyoruz. Böyle olunca da kendimizden memnun olmuyoruz. Öz, kendine aykırı olanı bir şekilde iter. O zaman iç çatışmalar başlar, içte huzursuzluk başlar. O zaman ken-

dimizi yeniden keşfetme çabalarımız da başlar. Öze dönüş yolculuğudur bu. HDS da bunu sağlayan etkili bir araçtır. Aktivist: Astroloji, I Ching, Çakra Sistemi, Kabala gibi ezoterik sistemlerden bahsediyorsunuz. Ezoterizm konusunu ve bu sistemleri biraz açar mısınız? Banu Bozüyük: Ezoterik öğretiler içe, öze, insanlığın varoluşunu anlamaya yönelik felsefi öğretilerdir. Bir din veya inanç sistemi değildirler. Astroloji; Yunanca yıldız anlamına gelen ‘astro’ ve bilgi anlamına gelen ‘logos’ kelimelerinden türemiştir. HD sistemi içinde astroloji, doğum anında etrafımızdaki güneş sistemini ve yıldız alanlarını esas alarak yer ve zamandaki mutlak yerleşimimizin tespiti için kullanılmaktadır. I ching; Çin hexagramıdır (altılı çizgi). Çince’de I ‘değişim, bilgelik’ gibi an-

lamlara sahiptir. Ching, ‘klasik eser, kitap’ anlamına gelir. Çinlilerin insan doğasını daha 57

I Ching

Banu Bozüyük: Kendimiz açısından bakacak olursak olmaya geldiğimiz ile mevcut halimiz arasındaki farklılıkları görürüz. Çünkü hayat boyu yaşadıklarımızla, aile, eğitim sistemi, iş hayatı içinde karşılaştıklarımız vb. her şey karşısında koşullanmalar ve şartlanmalar başlar, bunun sonucunda farklı davranış biçimleri geliştirir sonra bunları sahipleniriz. Böylelikle özümüzden uzaklaşırız. Gümrük camiasında kullanılan bir tabir vardır, menşeine aykırı, başka bir deyişle kaynağından farklı. Biz de aynen böyle bir durumu yaşarız. O zaman hayatımızda arayış başlar; daha mutlu olmak, daha özgür olmak kısacası “kendimiz olmak”. İşte HDS ile tüm koşullanmalar ve şartlanmalar yaşanmadan olduğumuz halimizi öğreniriz. Bununla birlikte güçlü ve gelişime açık yanlarımızı, karar mekanizmamızın nasıl çalıştığını, bu sayede doğru zamanda doğru olan kararı alabilmeyi, anlamlandıramadığımız davranış kalıplarımızı, öz kaynaklarımızı fark edebilir ve bu bilgileri yaşamımızı kolaylaştırmak ve yönetmek adına kullanabiliriz. Bizim

için böyle iken bu bilgileri sevdiklerimiz, örneğin en değerli varlıklarımız çocuklarımız için öğrendiğimizi düşünün, sizce neler değişir? Aynı şekilde iş hayatında özünüze uygun çalışma imkânı yakaladığınız bir işte çalışmak nasıl olur? Ya da işinizde ekip arkadaşları ararken, tam da aradığınız kişilere ulaşabiliyor olmak yaptığınız işi nasıl etkiler? Vereceğiniz cevaplar sorduğunuz sorunun cevapları olacak bir anlamda.


nötrinoya maruz kalır. Nötrinolar ın kütlesi olduğundan biz dâhil içinden geçtikleri her şeyle bilgi alışverişinde bulunurlar. Nötrinolar doğum anında içimizden geçtiklerinde, o gezegensel bilgiyi içimize işler ve bırakırlar ve yaşamda nasıl etkileşime geçeceğimizi şekillendirirler. Bu öğretilerden gelen tüm bilgiler bir sentez oluşturarak HD sistemini meydana çıkarmıştır. Aktivist: Human Design ne gibi şeyler söylüyor? iyi anlamak adına kullandıkları bir araçtır. 64 hexagramdan oluşur. Her bir bölme benliğimizi hangi niteliklerin oluşturduğunu derinlemesine görmemize olanak veren eşsiz bir anlam taşır. Aynı zamanda insan genetiğinde 64 kod vardır. 64 hexagram bu kodlarla ilintilidir ve HD sistemi içinde 64 kapı olarak kendini gösterir. Çakra Sistemi; Çakra, Eski Hint dilinde “çark, tekerlek” anlamına gelir. Vücudumuzda, her biri bir hormon bezi üzerine yerleşmiş 7 temel çakra vardır. Çakralar fiziksel bir gerçeğe dayanmaz, ama beden ve ruhsal yaşam arasında önemli bir köprü görevindedir. Tüm çakralar çark sistemi gibi birbiri ile bağlantılı olup, bir dişli gibi dönerek evrensel yaşam enerjisini tüm vücudumuza taşırlar. HD Sisteminde çakralar merkez olarak adlandırılır ve 9 merkez vardır. Kabala (Yaşam Ağacı); Kabala, değişmeyen, ebedi ve gizemli ile ölümlü ve sonlu evren (ve onun yaratılışı) arasındaki ilişkiyi açıklamayı amaçlayan ezoterik bir öğretidir. Yaşam Ağacının dalları HD sistemi içinde enerji merkezleri arasındaki kanallar gibidir, merkezleri birbirine bağlar. Burada nötrinolardan da bahsetmek gerek. Hepimiz aslında nötrino sisteminden etkileniriz. Nötrinolar yıldızlar tarafından salgılanan, ışık hızına yakın bir hızda seyahat eden ve her şeyin içinden geçen ufak partiküllerdir. Biz bir hava atmosferinde yaşıyorsak evren de bir nötrino atmosferi içinde yaşamaktadır. Günün her saniyesi bedenlerimiz trilyonlarca

58

Kasım - Aralık / 2014

saat sürüyor. Bu esnada ses kaydı alıyor ve kişiye görüşme sonunda bu kaydı sunuyoruz. Ses kaydı olarak sunmamızdaki amaç kişinin bunu birkaç kez, özümseyene kadar dinleyebilmesidir. Aktivist: Human Design kişisel tasarım raporu için sanırım gerçek bir danışmana da gerek var. Kimler yapıyor bu çalışmayı? Ya da biz, HDS’ye ilgi duyuyorsak, danışmanımızda ne gibi özellikler aramalıyız?

Banu Bozüyük: Daha önce de bahsettiğim gibi bize bizi anlatıyor. Nasıl düşünüyoruz, nasıl hissediyoruz, nasıl etkileniyoruz, ne zaman nasıl doğru karara ulaşabiliriz, güçlü özelliklerimiz, geliştirmeye ihtiyaç duyulan alanlarımız, çevremizi nasıl etkiliyoruz vb. gibi birçok detay. HDS tüm bu bilgileri bize anlatıyor. Bence can alıcı nokta karar mekanizmasında yatıyor. Çünkü hayatımız boyunca sorgular dururuz ben nerde yanlış yaptım diye. Karar mekanizmanızın nasıl çalıştığını öğrendiğinizde (bu bilgiyi nasıl kullanacağınızı da söylüyoruz) ve tabii ki siz de bunu hayatınıza geçirdiğinizde işte o zaman hata katsayınızı ciddi anlamda minimize etme şansını elde ediyorsunuz.

Banu Bozüyük: Ra Uru Hu’nun üstatlarından, bu üstatların yetiştirdiği eğitmenlerden eğitim almak ve belli bir tecrübeye ulaşmak gerekiyor. Bilgi tek ve ortak ama bir o kadar da derin. Her şekilde

Bizim en sevmediğimiz yönümüz ya da hayatımızda birçok şeyi engelleyen özelliğimizin, aslında bir lütuf olabileceğini duymuştum. Raporlar ile ilgili okumaları nasıl yapıyorsunuz?

bilgiye ulaşmak mümkün ama her alanda olduğu gibi iş bu bilgiyi aktaracak kişide. Birçok konuda uzman öğretmen var ama hepsi bilgiyi aynı şekilde aktaramıyor. Bunu en iyi çocuklarımızdan ya da kendi öğrencilik hayatımızdan biliyoruz. Tabii ki öncelikle doğru adresten eğitim almış bir danışman seçilmeli ama ben bir şekilde kişinin arayışında doğru danışman ile karşılaşacağına inanıyorum. Tavsiyem mutlaka öncesinde görüşme yapmak, detaylı bilgi edinmek, hangi seviyede ve kimden eğitimler aldığını öğrenmek. Eğitim 4 modülden oluşmaktadır. Son modül tamamlamadır. Tüm alınan bilgilerin en son sentezlenmesi ve nasıl sunulacağı üzerinedir. İyi bir danışmanın tüm bu süreçlerden geçmiş olması önemlidir. Sonrasın-

Banu Bozüyük: Evet bu çok doğru. Çünkü bu özellik bize verildi ve mutlaka bir işe yarıyor. Biz sadece bulunduğumuz noktada bunu göremiyoruz. HDS size bu noktada yol gösterici oluyor. Kişinin doğum bilgileri ile sahip olduğumuz yazılım üzerinden kişiye özel tasarım tablosunu çıkarıyoruz. Sonra da üzerinde çalışıyor ve çözümlemesini yapıyoruz. Buna okuma deniyor. Karşılıklı olarak veya internet üzerinden görüntülü konuşarak bilgi aktarımı yapıyoruz. Yaklaşık 1,5


da sizin için doğru olan kişiyi zaten bulursunuz. Aktivist: Bu raporu edinmek için çalışmalar nasıl gerçekleşiyor, süreç ve fiyatlandırma hakkında bilgi verebilir misiniz? Banu Bozüyük: Sitemizden ( www. humandesign-turkiye.com) ister telefon ister mail yolu ile bize ulaşarak tüm detaylar hakkında bilgi almak mümkün. Aktivist: Bize raporlarda çıkan sonuçlar ve kişinin farkındalığı ile ilgili yaşanmış örnekler anlatır mısınız? Banu Bozüyük: Ben aynı zamanda Profesyonel Erickson koçuyum. Koçlukta gizlilik çok önemlidir. Görüşmede konuşulan kesinlikle orada kalır ve kimse ile paylaşılmaz. Bu anlayış HD sistemi için de geçerlidir. Bu nedenle burada kendimden ve iznini aldığım danışman arkadaşımdan yola çıkarak örnek vermek sanırım daha uygun olacak. Ben HD okumamı dinleyene kadar tamamen farklı bir kişi olduğumu düşünüyordum. Güçlü yanlarımdan biri son derece mantıklı olmamdı. Yaşamımı mantığımla yönettiğime inanıyordum. Ama yine de mutsuzlukla sonuçlanan deneyimlerim oluyordu. Bunun sebebinin aslında beni yönlendirenin mantık değil duygular olduğunu öğrendim. Duygular iniş çıkış gösterir her zaman. Bende de ciddi pikler yapabiliyor ve bu zamanlarda mantıklı karar verdiğimi düşünürken aslında o anda duygularımın esiri oluyormuşum. Tabii sonuç bahsettiğim gibi hüsran oluyordu. Bu şuna benziyor, duygularınız en üst pozitif seviyede ise pembe gözlükleriniz oluyor ve siz olmayacak şeyi bile olabilir görüyorsunuz. Ya da tam tersi duygularınızın en negatifte olduğu bir anda önünüze hayatınızın fırsatı çıkıyor, mantığınız duygularınızın gölgesinde, gözünüzde kara gözlükler. Sizin için harika bir fırsat, kapkara bir gelecek gibi görünüyor. Olanları siz hayal edin. Şimdi bu bilgiyi farkındalıkla hayatıma geçirmenin

özgürlüğünü yaşıyorum. Eğer duygularım pozitif veya negatif pikler yapıyorsa asla karar almıyorum. Doğru zamanı bekliyorum. Bunun için çok çalışmam gerekti. Çünkü duygularınızın her daim farkında olmanız gerekiyor. Bu da çok kolay değil. Danışman arkadaşım ise hayatı boyunca doğanın, ağaçların kendisi için farklı bir anlamı olduğunu, doğada kendisini tazelenmiş, enerjik hissettiğini deneyimlerken tasarımında bunları duyunca “bu yaşadıklarıma cuk oturuyor “diyerek büyük bir rahatlama yaşadığını ifade ediyor. Ayrıca her ne ahval! olursa olsun sabahları hep neşeli kalkarmış. Yine tasarımında böyle bir enerji taşıdığını duymanın aslında harika bir armağan olduğuna karar vermiş. En önemli keşfini ise karar mekanizmasında deneyimlemiş. Karar vermekte her zaman ciddi bir sorunu olur ve karar veremediği için kendisini suçlarmış. Tasarımından kaynaklanan bir durum olduğunu duyduğunda özgürleştiğini hissettiğini söylüyor. Çünkü karar mekanizması bir aylık döngüde çalışıyor.

Yani önemli konularda en doğru karar için kendisine en az bir aylık bir süre tanıması gerektiğini öğrenmiş. Bu tamamen yaradılışı ile ilgili, başka bir şey değil. İzninizle eklemek istediğim son bir şey daha var. Önemle vurgulamak isterim ki kimsenin tasarımı bir diğerinden iyi ya da kötü değildir. Kaldı ki kötü tasarım diye bir şey de yoktur. Sadece gelişime açık alanlardan bahsedilebilir. Unutmamalıyız ki birimiz bir diğerimizden üstün ya da aşağı değiliz, hiçbirimiz bir diğerinden iyi ya da kötü yaratılmadık. Hepimiz Bir’iz ama her birimiz özel, tam ve mükemmeliz.

59


hepsi hikaye

Faysal mı?

Mer

rak

t Tu

Brecht mi?

“İnsan değişemiyorsa nedir ki? Hiçbir şey…”

Diyen B.Brecht abimizin bu ünlü deyişi ne vakit aklıma düşse hemen arkasından bizim okulun görevlisi, kahverengi dişli, çapkından çok sapkın gülüşlü, Faysal abinin şu sözünü hatırlarım dostlar: “ Yiycek epmeem olmasın ama cebimde Parlakaametim ossun yeter” Faysal abi sözlüğü bkz: epmek tahmininiz üzre “ekmek” ParlakAhmet ise Parlament sigarası (uzun) Şahsına münhasır bir insandır Faysal abi, sabahın köründe uyku gözünüzden akarken, siz soğuktan kat kat giyinmiş, büfecinin uzattığı çift kaşarlı karışık tostu almak için bile, elinizi cebinizden çıkaramazken, Faysal üstünde tiril tiril, beyaz, dikine çizgili, İbrahim Tatlıses tarzı gömleğiyle okulun önünde salınmaktadır. İçten yanmalıdır Faysal abi; libidosunun ateşi Sauron’ un gözü gibidir, uyumaz, yorulmaz, canlı cansız ayırmaz. O zabaaan köründe uyanmış, boğazın rüzgarı kel kafasındaki o iki tutam saçı ahenkle üflerken yanından geçen balerin kızlara gerçek bir baba şefkati ile bakarak gelen günü karşılamaktadır. “Sağaadaa günaydın Tuğçee”… “Günaydın didik şşş! Bağh yaaa!!” çok şakacı bir insandır Faysal abi, kalan ciğeriyle Parlakahmetinden derin bir nefes alıp patlatır espriyi “ Mieeert! Balık yer misin?” “Ne balığı Faysal abi?” “Pantol balığı Pantoooll” “ıhaaHaa ıhaaHAaa!” şeklinde sevimli sevimli güler, evet siz konservatuvarın kapısının arkasında Moliere, Shakes60

Kasım - Aralık / 2014

peare, Brecht çalışa durun sevgili dostlar, gerçek komedi, okulun kapısının hemen önündedir. Bir elinde bıçkın Parlakahmeti diğer eli pantolonun cebinde an be an nerdeyse dirseğine kadar kaybolan Faysal abinin yüreğindedir gerçek sanat. “ŞŞşşh! Bağada bi sosisli söylesene lan! Daha yimeğh yimedim ha Miiert! Hadi la! Şşşh!..” Ne kadar da benziyor değil mi Faysal abi, “Önce ekmek sonra ahlak” diyen çağdaşı Brecht’e. Sonuçta o da ekmeğinin, akarının peşinde. Evet Aktivist okurları bugünkü yazımızda, bu sayımızın konusu olan “değişmek ve karar vermek” konularını bu iki ünlü insan üstünden inceleyeceğiz, bu iki topluma mal olmuş, sabah dememiş akşam dememiş tiyatroya hayatlarını adamış iki emekçi insan… Kim bilir belki de kiminiz: “Kötü olan hata yapmak değil, hatta ondan ders almamak da değil, kötü olan onu gizlemektir ” diyen ve Faysal abime göre daha celebirty olan Brecht’ e yakın hissedecek kendini, kiminiz ise: “Şşşh!.. Karda yürücen izini belli etmeycen Miieert ” diyen ve cinsini, hiç bilmediğim, her erkeğin cebinde yaşadığı söylenen ve kendi kendime “ Ulan karada yaşayan balık olur mu? ” diye sorduğum “ Pantol Balığı ”nı yanından ayırmayan Faysal abiye yakın hissedeceksiniz. Bazı anlarda bir Faysal abi olurum hanımlar beyler… Sebepsiz, kendiliğin-


den… Bir opera izlerken, “Burada ne işim var?” olurum. “Niye? Neden evde Youtube’tan komikli video izlemiyorum şu an?” derken bulurum kendimi bazen… ama çıkıp gitmem! gidemem! Serde 657’ye tabilik vardır dostlar, orkestrada okuldan arkadaşlarım vardır. Ekmeğini emeği ile kazananlar vardır… der, arkama yaslanır, içimdeki Faysal’ ı Brecht’le bastırır yola getiririm. O tek kelimesini anlamadığım şarkıları Sanki İtalya’nın Verona şehrinde 6 yıl Opera tarihi okumuş bir edayla varsa sakalımı okşayarak yoksa işaret ve yüzük parmağımla şakaklarımda ritm tutarak, arada minik tebessümlerle Türk sanatçıların aksanlarını beğenmediğimi belli eder, ayak ayak üstüne atmış- s a m , sertçe ayak değiştirir, kötü bir oyuncu gibi saatime bakar ve derin bir nefesle arkama yaslanırım dostlar. Ama o salondan çıkılmaz ayıptır! Bitene kadar yerimden ayrılmam. Haaa peki o üç perde Kadıköy Süreyya’nın locasında ne mi yaparım? Sevgilim yanımdaysa onu dürter güldürürüm. O da dayanamayıp gülünce, utanmaz bir şekilde hemen kafamı “cık cık cık” yaparak sallayıp etrafıma sevgilimi tanımıyormuş gibi yaparım , gerçek sanatın vuku bulduğu bir anda nobranca gülmesini eski İstanbul’dan kalma bir bakışla kınarım, ayıplarım. Ama bazen de B.Brecht’ in oğlu kesilirim dostlar! Yeminnen, şerefsizim, allah belamı versin ÖZ oğlu Stefan gelse ağzı açık kalır. Sokakta yürürken benimle tatlı tatlı fotoğraf çektirmek isteyen ve instagram hesapları “az ünlü“ insanlarla dolu gençleri azarlarken bulurum kendimi. “Hep dizi hep dizi! Nereye kadar? En son ne zaman tiyatroya gittiniz? Sorarım ne zaman? Kültür ve Turizm Bakanımızın adı ne?”, “Ayakta uyutuyorlar sizi! Ayakta! Oyuna gelmeyin gençler! Siz iyisi mi oyunlara gelin” deyip lafları yapıştırırım o üç teenagerin yüzüne yüzüne. Onlar kısık gözleriyle ehi ehi diyerek, benim domuz gibi sırıttığım fotolara bakarak uzaklaşırken. Ben gayet vakur yürürüm yiten güne karşı. Sonuçta insan insandır arkadaşlar, Bertold bu güne bu gün tiyatronun diyalektiğini çözmüşse, Faysal abim de İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nün tuvaletinin fotoselini takmıştır. O da aydınlatmıştır bizi Bertold kadar. Hatta açık söyleyeyim dostlar! Ben bin Brecht’ i bir Faysal’a değişmem! Değişemem! Sonuçta final zamanı biz sahnede sabahladığımızda benim üstümü Brecht örtmedi

arkadaşım, Faysal abim örttü. Tamam kızların üstünü örtmeye çalışırken kendini kaybetmiş olabilir, tamam sınıf arkadaşım Aslı’nın üstünü örterken kız bir anda çığlık atıp, ağlama krizine girmiş olabilir. Ama Faysal abimin sigaradan ve çaydan sararmış tatlı dili sayesinde o kriz de aşılmıştır bir anda. Faysal abi o kalın dudaklarını ne zaman aralasa Gandalf olur dostlar. Etrafa ağzından başlayıp yayılan yeşil bir hare yayılır. Brecht konuşurken onu dinleyen genç öğrenciler gibi biz de pür dikkat Faysal abi ve “Pantol Balığı”nın maceralarını dinleriz. Buna bayılırız, aramızda nefes almadığı için bayılan arkadaşlarımız da olmuştur. Nefes almayı bile unutur insan onu dinlerken. Söz konusu emek ise, Faysal abim Brecht’ten aşağı kalmaz dostlar. Almanlar ne kadar çalışkansa biz de o kadar çalışkanız. Nasıl ki Bertold Brecht öldüğünün ertesi günü Berliner Ensemble Tiyatrosu’nda insanlar provalarına devam ettilerse, Faysal abim de konservatuvarda bir cenaze varsa en öndedir. O tabutu taşırken hiç bırakmayan ve işten kaytarmak için, cenaze arabasıyla Kadıköy’den taaa Kilyos’ a kadar gidendir. O ışığı alnında ilk hissedendir. Hatta bazı yaşlı hocalarımızın vefatından sonra aynı gün okula dönmeyip, mezarlıktan, ölü evine uzayandır. Orada akşama kadar avantadan yemek yiyip, yaşarken arkasından konuşup “Suratsızın teki yeeeaaa” dediği solfej hocasını oradaki insanlara utanmadan övendir. Yaşarken sabah akşam “Cenaze suratlı Garı” diyerek hocamın ölümünde payı olduğu halde “Beni ayrı severdi rahmetli ” diye diye üçüncü tabak helvayı gömendir. Dünya literatürüne “Alman disiplini” kavramını kazandıran Almanlar kadar bağlıdır kendi atasına, atasözlerine çünkü o “İşi bilecen işe gitmeyjen” lerin çocuğudur… “Nerde beleş oraya yelleş” lerle büyümüştür o… İşin özü Aktivist okurları “Brecht de olmak mümkündür Faysal da… mesele ne kadar değişsek de özünde adam olmakta, çorbana, akarına bakmakta! Siz siz olun bir gün parayı bulsanız bile onu çar çur etmeyin, ettirmeyin. Hayvan sevgisini genç insanlara aşılayın. Sonuçta kıla tüye alerjisi olanlar, Faysal abim gibi cebinde bir “Pantol Balığı” ylan yaşayabilir. Tıpkı “Yeşil Yol” filminde fareylen yaşıyan Tom Hanks gibi, onu cebinizde taşıyabilir yer yer onu sevip okşayabilirsiniz. Esen kalın Aktivist okurları! Sevgiler saygılar! 61


spiritüalite

Sevgili olmak

uş oğm om d y .A rk.c an C aguatu Osm can@b an osm

Hayatta paylaşım en önemli şeylerden biridir ama sevgili olmak bambaşka bir şeydir. Sevgili olmak bir olmak demektir. Birliği yaşamaktır.

İnsanlar genel olarak kendileri gibi birisi ile beraber olmayı isterler. Ama sistem bunu desteklemez. Çünkü kendinizle aynı olan birisi ile bir olmanın bir anlamı yoktur. Sizin gelişiminize bir faydası olmaz. Bu açıdan her zaman farklılıkların olduğu yerlerde gelişme ve büyüme daha çoktur. Aynı düzeyde yaşayan, aynı kültür ve bilinçte olan insanların olduğu yerler daha nötr bir akışta giderler. Gelişememenin acısı her daim bu insanları etkiler. Olduğumuz hayat içinde her şey her an gelişmektedir. Bütün evren, kâinat her an gelişmeye devam eder. Bu yüzden bizim bilinç evrimimizde bizlere faydası olacak insanlarla beraber olabiliriz. Evrensel sistem ve insan doğası bizim içsel olarak reaksiyon gösterdiğimiz ya da karşı koyduğumuz şeyleri karşımıza getirir. Eğer hayatımıza giren her insana bir öğretmen olarak bakarsak her şey çok kolaylaşır. Tanıştığımız her insandan neler öğrenebiliriz? Karşımızdaki insanla ne ölçüde bütünleşebiliriz? Bunların hepsini değerlendirmek gerekir. Bir diğer nokta da hayatımızda bizi dengeleyen insanlarla beraber olmaktır. Bizle beraber olduğunda dengede olduğunu hissedecek aynı zamanda bizim de onlarla olduğumuzda dengede olduğumuzu hissedeceğimiz insanlarla olmalıyız. Sevgili olduğumuz insanlarla aramızda çok yoğun bir bağlantı oluşabilir ve bu bağlantı o kişiden ayrılsak bile tam 7 sene boyunca devam eder. Hayatımıza giren tüm insanlarla aramızda farklı bağlantılar oluşur. Önemli başka bir konu ise bazen bir kişiden ayrılsak bile hala o kişinin kalbimizde olmasıdır. Bu da hayatımıza yeni bir sevgilinin girmesine engel olur. Hayatımızda bir sevgilimizin olması için kalbimizin boş olması ve başka kişilerle aramızda yoğun bağlantıların olmaması gerekir. Bunu da bağları kesme çalışması ve aynı zamanda içsel çalışmalarla çözümleyebiliriz. Sevgili olmak demek kalben, zihnen tamamen bütünleşmektir. Bir kişi ile sevgili olduğunuz zaman tabii ki gerçek anlamı ile bütün enerji merkezleriniz birleşir. Ailelerinizin enerjileri ve manyetik alanları birleşir. Ve bu sizin tüm hayatınızı etkiler. Her ilişkinin kendi içindeki dinamikleri farklıdır ya da diğer bir deyişle siz de her bir ilişkinizde değişirsiniz. Evlendiğiniz zamansa olay bambaşka bir boyuta taşınır. Ve o noktada gerçek bütünleşmeyi tam anlamı ile yaşarsınız. Bu yüzden insanlar evlendikten sonra karşılarındaki insanların değiştiğini düşünürler. İnsanların sol ve sağ enerji kanalları vardır. Her insanın solunda annesinin enerjisi sağ tarafında da babasının enerjisi vardır. Bir kadın evlendiği zaman sağ tarafındaki 62

Kasım - Aralık / 2014

babasının enerjisi kesilir ve oraya evlendiği eşinin enerjisi bağlanır. Bir erkek de evlendiği zaman sol tarafından annesinin enerjisi kesilir ve eşinin enerjisi bağlanır. Bu yüzden anneler çok tepki gösterir. Ve bu değişimden dolayı her güçlü erkeğin arkasında güçlü bir kadın vardır denir.

Aşk ve İlişki Hayatınızı Güçlendirmek İçin Yapmanız Gerekenler

Her ilişkinin bir manyetik alanı vardır. Bu manyetik alanı sizler de düzenleyebilir ve değiştirebilirsiniz. Bu manyetik alan dışarıdaki insanlardan, eşyalardan ve birçok şeyden etkilenir. İlişkinizi olumlu ve olumsuz yönde etkileyen insanları, mekânları, eşyaları analiz etmelisiniz. Mesela geçmiş ilişkilerinizden eşyaları, mektupları resimleri atmalı ve hayatınızı özgürleştirmelisiniz. Karşılıklı olarak birbirinize dürüst olmalısınız. Dürüstlük her zaman daha iyi hissettirir. Geçmiş ilişkilerinizi ya da geçmişinizi ilişki manyetik alanınıza sokmamalısınız. Özetle geçmişteki ilişkilerinizi anlatmamanız ve şu ana odaklı olmanız çok daha iyidir. Eğer geçmiş ilişkilerinizi anlatırsanız geçmişin enerjisini o ilişkiye bir link hattı ile bağlamış olursunuz. Karşınızdaki insanlar geçmiş ilişkilerinizi ve beraber olduğunuz insanları sorduğu zaman: “Geçmiş benim için yoktur. Onu şu ana taşımak taraftarı değilim.” diyebilirsiniz. Geçmiş ilişki ve beraberliklerini şu anki ilişkilerine taşımak çoğu insanın yaptığı en büyük hatalardan birisidir. Başka bir önemli nokta ise geçmişteki sevgililerinizi, beraber olduğunuz insanları tam anlamı ile hayatınızdan çıkarmadığınız sürece gerçek bir ilişkinizin olması zordur. Bunu başaran insanlar az sayıdadır.

Hayatınızda Yapmanız Gereken Değişiklikler

Güzel sağlam çerçeveler içinde ikinizin beraber mutlu resimleriniz olsun. Bu çerçevelerin üst kısmının yukarı doğru bir piramit veya yukarı doğru yükselen şekillerde olmasını öneririz. Çerçevelediğiniz resminizin önüne ufak bir çapayı bağlayarak koymak ve sözlü olarak iki kişi “Beraber biz bu ilişkiye çapa attık demek” çok olumlu etkiler yaratan bir seremonidir. Bu çerçevenin olduğu yeri çiçekler ve mutlu beraber çift heykeli ile süslemek bilinçaltını daha olumlu yönde etkiler. İlişkisi olmayan insanların ise evlerinde hayatlarında birisi varmış gibi her şeyin çift olması, evli kişiler ve sevgili resimleri ve heykellerinin olması, onları bu yöne doğru yönlendirir. Yatak çok önemli bir yerdir yatağın mümkün olduğu kadar büyük olması ve her iki taraftan da yatağa rahatlıkla girilebilmesi başka önemli bir konudur.


Sevgililerinizle ilişkilerinizi sağlamlaştırmak için beraber yapabileceğiniz ortak şeyler bulun. Evlerinizde, bilgisayar ve telefonlarınızda mutsuzluğu, bitişi ve yalnızlığı temsil eden hiç bir şeyi tutmayın. Seyrettiğiniz filmlerin, okuduğunuz kitapların, gittiğiniz etkinliklerin ve dinlediğiniz müziklerin ilişkinizi ve bilinçaltınızı nasıl etkilediğine dikkat edin.

Aşk Hayatınız İçin Bunları Yapın

Sizi rahatsız eden konuların üstünü kapatıp geçmeyin, sevgilinizle paylaşın. Aksi halde ileride bunlar patlamalar yapar. Dürüst Olun. Yıkıcı değil yapıcı olun. Karşınızdaki kişinin olumlu yanlarına odaklanın. İlişkinizi ve beraberliğinizi daha iyi bir noktaya taşımak için sonsuz olasılıkları değerlendirin. Sevgilinizle yaşadığınız sorunları her zaman ilk önce sevgilinizle konuşun. Arkadaşlarınızın ya da ailenizin yapacağı olumsuz yorumlar ilişkinizi ve bilinçaltınızı etkileyebilir. Unutmayın ki ilişkilerin ve konuların üstlerine yapılan yorumlar çok önemli ve etkilidir. İlişkinizle ilgili olarak, her an daha iyisi için soruda kalın. İlişkinizi etkileyen dış etkenleri etkisiz hale getirin. İlişkinizi olumlu yönde etkileyecek; şarkıları, filmleri, dizileri, kitapları, resimleri ve etkinlikleri hayatınıza alın. Annenizi ve babanızı kopyalamayın. İç görünüzü kaybetmeyin. Kendi enerji merkezinizde kalın, kendi hayat alanınızı ve sevgilinizin hayat alanını ayrı iki yer olarak değerlendirin. Yenilikleri takip edin, öğrenin, gelişim içinde olun. Bu sizin ilişkinizi destekleyecektir. İlişkinizin ihtiyacı olan ve ilişkinizi olumsuz yönde etkileyen şeyleri gözlemleyin. Hayatınızı düzen içinde tutarsanız ve kendi hayatınızda ilişkinize ayıracağınız zamanları sağlıklı bir şekilde organize ederseniz bu ilişkinizi olumlu yönde etkileyecektir.

Sevgilimizle İlgili Nelerin Farkında Olmalıyız?

ğildir. İçsel olarak eşinizle ilgili düşündüğünüz ya da içinizden söylediğiniz şeyleri bile karşı taraf hisseder. Önemli olan karşı tarafa yaydığınız frekanstır. Başka önemli bir konu ise bir kişi ile sevgili olduğunuz zaman düşüncelerinizin birleşmesidir ve bu açıdan ona gönderdiğiniz düşüncelerin farkında olun.

Gerçek Aşkın Bilinmeyen Yüzü

Gerçek Aşk göründüğünün ötesinde ruhsal kontratlar ve anlaşmalarla meydana gelir. Bizim düşünce sistemimizin ötesinde bir oluşum vardır. Bazen bizler “kader” deriz buna ama şöyle bir gerçek var ki, o kader dediğimiz şey de bir ölçüde bize bağlı ve eğer bizler hazır değilsek ya da kaderimizin yolunda doğru adımlarla yürümüyorsak o zaman mutluluk bizi başka bir köşede uzun zaman bekler. Her insanın zayıf yönleri veya hassas noktaları vardır. Bazı insanların ailelerinden veya çevrelerinden dolayı evliliğe, kadınlara veya erkeklere reaksiyonları olabilir. Yahut ailelerinden bir kişinin kaderini tekrar etmeye çalışabilirler. Ama şöyle bir gerçek vardır ki; her zaman sizinle mutlu olmayı bekleyen bir kişi sizi beklemektedir. Ta ki siz ona hazır oluncaya kadar. Çoğu insan ben hazırım veya gerçekten istiyorum der ama ufak bir analizin ardından fark ederler ki gerçekte ciddi yargıları vardır veya gerçekte istemiyorlardır. Başka önemli bir nokta da insanlar ben şu kişiyi istiyorum der ve ona saplanırlar. Ama gerçekte onunla evlenmesi ya da beraber olması gereken kişi kapısını çalsa da yanı başlarında olsa da onu göremezler çünkü onlar kendi kafalarında enerjilerini başkasına odaklamışlardır. Ve istedikleri o kişi ile ruhsal bir kontratları yahut bütünlükleri olmadığı için de olmaz. Hayatta şunun farkında olmak önemli bir şeydir: Eğer bir şey kolaylıkla oluyorsa olur, olmuyorsa olmaz. Tabii hayatta olamayacak hiçbir şey yok ve her an her şey olabilir lakin bu siz hazır olduğunuzda veya gerçek anlamda yargısız istediğinizde olur. Bizim kültürümüzde de çok güzel bir karşılığı olduğu gibi: Hayırlısı Olsun. Teslimiyet önemli evrensel kuraldır. Aşk dileğiyle…

Sevgili hayatımızda ve evliliğimizde farkında olmamız gereken en önemli şey gerçekte saklayabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığıdır. Ruhsal boyutta herkes her şeyi bilir. Tabii ruhun algısı ile bilincin algısı farklıdır. Bu açıdan geçmiş ilişkilerinizi anlatmamanızda fayda vardır. Çünkü geçmiş ilişkilerinizin enerjisi ile bu ilişkinizi birbirine bağlamamak gerekir. Farkında olmanız gereken çok önemli bir şey ruh her şeyi bilir. Örneğin siz bir gün dışarıda gezerken karşı cinsten birisini görüp ondan hoşlanır ve kafanızda bununla ilgili şeyler düşünürsünüz. Akşam eve gittiğiniz zaman eşinizle aranızda ortada hiçbir şey yokken bir gerginlik çıkabilir çünkü eşiniz bunu hisseder. Hissedilen ve düşünülen hiçbir şey boşuna de63


Satın Aldığımız Ürünlerin Etiketleri mutfağa dönüş

Bize Ne Söylüyor?

64

Kasım - Aralık / 2014


Evimiz için yaptığımız alış verişlerin çoğunu marketlerde gerçekleştiriyoruz. Semt kasaplarımız, manavlarımız, balıkçılarımız, hatta sütçülerimiz ve yufkacılarımız. Kadın ya da erkek fark etmiyor; marketleri hepimiz çok seviyoruz. Bunun beraberinde gelirimizin %20’sini gıda ihtiyaçlarımız için kullanıyoruz. Peki, en önemli yaşamsal ihtiyacımızın başında gelen beslenme ile ilgili yeterince bilgimiz var mı? Sosyal medyada her gün yeni bir besin maddesinin zararlarını ya da faydalarını okuyoruz. Tavuktan baharata, nohuttan meyve suyuna pek çok bilgi aklımızı karıştırıyor. Alışkanlıklarımızı gözden geçiriyoruz, değiştiriyoruz, daha sağlıklı ve besleyici gıdaları arıyoruz. Market reyonlarında gezinip, ihtiyaçlarımızı alış veriş sepetine koyarken nelere dikkat etmeliyiz, bunun peşine düştük. Çünkü sağlık haberlerinin, hastalıklar üzerinden yapıldığı yeni dünya düzeninde, bizi en iyi yine bizim koruyacağımız aşikâr. Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Gıda Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Sedat Kuru’ya aklımızı karıştıran bütün bu yeni bilgileri sorduk. Güvenli ve sağlıklı gıdaları nasıl anlayabileceğimizi, doğru bilinen yanlışları, denetimleri ve alış veriş yaparken dikkat etmemiz gerekenleri anlattı bize. Bu sohbette bizim çıkardığımız sonuç, ülkemizde ve elbette dünyada gıda üretimleri konusunda iyileşme gerçekleştirilmesi için her birimiz birer ajan gibi davranmalıyız. Etiketleri okumalı, gereğinde üretim ve onay belgelerini sormalı, şüpheli durumları yetkililere bildirmeliyiz. Gelişmekte olan güzel ülkemizde, her alanda olduğu gibi gıda konusunda da meydanı boş bırakmamamız, sormamız ve sorgulamamız gerekiyor. Çünkü o şık, pırıl pırıl ve davetkar ambalajların fettan bir canavar mı yoksa iyi kalpli bir kahraman mı olduğunu anlamak gerçekten zor olabiliyor.

Sözü Sedat Kuru’ya bırakmadan önce, Fringe’in biricik bilim adamı Dr.Bishop’un kısa macerasını da mevzuya dikkat çekebilmek adına sizinle paylaşmak istedik.

Aktivist: Sedat Bey, bir zaman ambalajsız ürünlerden korktuk, hijyen en önemli kriterimiz oldu. Elbette bu da bizi ambalajlı fabrikasyon ürünlere yöneltti. Ancak şimdi de bu ürünlerin etiketlerinde ne olduğunu anlamadığımız birçok şey yazıyor. Bu bir ikilem. Sizce etiketler bizlere ne ifade ediyor? Onları nasıl algılamalıyız? Sedat Kuru: Ambalajlı üründe ürünün içeriği yazıldığı için her şey göz önünde oluyor ama ambalajsız olan ürününün içinde ne olduğunu bilmiyoruz. Bu yüzden öncelikle ne ile karşı karsıya olduğumuzu bilme adına mutlaka ambalajlı ürün kullanmamız gerekmektedir. Kesinlikle ikileme düşmemek lazım. Ve sonrasında bilinçli gıda tüketicisi olarak dikkat etmemiz gereken noktaları öğrenmek için çaba sarf etmeliyiz. Aktivist: Bazı etiketlerde Gıda Bakanlığı’nın bazılarındaysa Tarım Bakanlığı’nın onayı oluyor. Bu farkın sebepleri nelerdir? Sedat Kuru: 5996 sayılı kanun 2010 yılında çıktı. Bu kanuna göre

bakanlıktan eski izinli firmaların bu yılsonuna kadar yeni işletme kayıt/onay numarası alması lazım. Yani geçiş süreci olduğu için henüz etiketlerini yenilemeyen firmalarda tarım bakanlığı yazılabiliyor. Aktivist: Etiketlerde ya da ambalajlarda yazan bir şey yüzde yüz doğru mudur? Bu konuda denetim ve kontroller sağlıklı yapılıyor mu? Sedat Kuru: Etiketlerde yazılan her şey doğru deme şansımız yok. Mutlaka eksik ve yanlış yazılan ürünler olacaktır. Bunu net bilebilmemiz için denetimlerin yeterli yapılması lazım. Denetimler geniş kapsamlı konuşulması gereken bir konudur. Mevcut şartlarda yaşanılan eksikleri bakanlık kabul etmemektedir. Bakanlık hastalığını kabul etmeyen hasta gibi problemleri kabul etmedikçe tedavi için çözüm üretmek imkânsız hale gelmektedir. Bunlardan birkaç tanesini konuşabiliriz. Birincisi denetçilerde uzmanlık olmaması ve denetçi kalibrasyonudur. Eğer standart bir denetim sağlayamazsak denetimlerimiz sorgulanır hale gelir ve mağduriyetler ortaya çıkar. Ayrıca işletmelerin mevzuat ve uygulamadaki eksiklerini yeteri kadar tespit edemezsiniz. İkincisi ise personel ve araç eksikliğidir. Bu eksiklikler de denetimlerin verimliliğini düşürmektedir. Yapılan denetim sayısından çok etkinliğine bakmak gerekmektedir. Ama şu an denetim sayısı bakanlığın en önemsediği konu gibi görünüyor. Üçüncüsü ise şeffaflıktır. Bakanlığın yapılan çalışmaları ayrıntılı bir şekilde paylaşmaması muhataplarda soru işaretleri ve eleştirilere sebep olmaktadır. Diğer konulara çok fazla girmiyorum. Ama ilgililer denetimler ile alakalı 2013 yılında yaptığımız “Resmi Gıda Denetimleri” çalıştayının sonuç bildirgesine bakabilirler. Denetim konusu ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Sonuç olarak denetimler ile alakalı daha katılımcı ve detaylı çalışma yapılması gerekmektedir. 65


Aktivist: %100… Doğal… Organik… gibi ifadeler hepimiz için satın alma kararımızda etkileyici bir rol oynuyor. Bu kavramların birbirinden farkları nelerdir? Sedat Kuru: %100 veya doğal kelimeleri ürün içerisinde katkı olmadığı anlamına kullanılmaktadır. Ama bu tarz ifadeler tüketiciyi yanıltma maksadıyla da kullanılabilmektedir. Organik gıda ise üretimde organik olmayan girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı gıdaya denir. Organik gıdalar, bitkisel ve hayvansal gıdaları içerir. Ancak piyasada “organik” olarak satılan birçok ürün bu şartları tanımamakta, sertifikasız olarak üretilip, mevzuata aykırı olarak organik ürün adı altında satılmaktadır. Aktivist: Etiketli ürünler üzerinde yine fikir sahibi olabiliyoruz ancak sebze ve meyveler üzerinde kontrol imkanımız neredeyse yok gibi. Satın aldığımız bu tür ürünlerin sağlıklı olup olmadığı konusunu nasıl yorumluyorsunuz? Sedat Kuru: Paketli meyve sebze ürünleri var. Firmalar bu ürünlerde kendileri kısmi kontrol sağlıyor. Bazı market zincirleri ise kısmı ola-

rak kontrol edilen, iyi üretim uygulamalarına uygun olarak üretilen ürünleri satıyorlar. Paketsiz olanlarda ise kalite ürün alabilmek tüketici tecrübesi ön plana çıkıyor. Sağlık açısından ( tarım ilaçları vs.) gözümüzle bir şey anlama şansımız yok. Bu konuda bakanlığın yaptığı denetimlere güvenmek zorunda kalıyoruz. Bu konuyu da biraz önce konuşmuştuk. Aktivist: Son zamanlarda bazı ürünlerin üzerinde “ısıl işlem görmüştür” gibi bir ifade ile karşılaşıyoruz. Isıl işlem nedir? Sedat Kuru: Isıl İşlem ürünün raf ömrünü uzatmak için kullanılan yöntemlerden biridir. Bu pastörizasyon veya sterilizasyon ısıl işleme bir örnektir. Evde yaptığımız sütte kaynatma işlemi de bir ısıl işlemdir. Isıl işlem görmüş ise bunu etiket üzerine yazmaktadırlar. Et ürünleri tebliğinde “l) Isıl işlem görmüş sucuk: Büyükbaş ve/ veya küçükbaş hayvan etlerinin ve yağlarının veya kanatlı hayvan etleri ve yağlarının kıyılarak lezzet vericiler ile karıştırıldıktan sonra doğal veya yapay kılıflara doldurularak belirli koşullarda fermentasyon ve kurutma işlemleri uygulanarak nem oranı %50’nin altına düşürülmüş, kesit yüzeyi mozaik görünümünde olan ısıl işlem uygulanmış et ürününü, o) Isıl işlem uygulanmış et ürünleri: Kürleme, fermentasyon, marinasyon gibi işlemler uygulanarak veya uygulanmaksızın üretilen ve ısıl işlem uygulanan et ürünlerini… gibi tanımlar mevcuttur. Özellikle et ürünlerinde fermente ürünlerin üretimi daha maliyetli ve uzun zaman aldığı için bu yönteme başvurulmaktadır . Tüketicilerin daha kaliteli ve sağlıklı fermente ürünleri tercih etmelerinde fayda olduğunu düşünüyoruz.

66

Kasım - Aralık / 2014

Aktivist: Bir de bakliyat kurutma yöntemi olarak kullanılan iyonlanmış radyasyon ile ne anlamalıyız? Sedat Kuru: Aslında iyonlanmış radyasyon işlemi baharat gibi ürünlerde daha çok uygulanan bir yöntem. Ülkemizde bu yöntem üretim aşamasında mikrobiyolojik bulaşma, özellikle de küf ve maya gibi kontrolü zor olan zaman içerisinde ürünlerde kanserojen risk oluşturan afla toksin gibi zehirli kimyasalların oluşumuna sebep olan risklerin kontrol altına alınması amaçlanmaktadır. Bu yöntemde ürünler ambalajlandıktan sonra bazen de ambalajlanmadan önce özel lisanslı tesislerde radyasyon ile muamele edilerek bu mikroorganizmaların yok edilmesi sağlanmaktadır. Asıl risk açık ürünlerde daha fazla gerçekleşmekte, uygun üretim ve depolama şartlarında işlenmeyen ürünler toplum sağlığını ciddi şekilde risk altına sokmaktadır. Kontrollü miktarlarda ışınlama yapılan üründe mevcut bilimsel çalışmalar ışığında radyasyon bulaşığı olma imkânı yok. Asıl yapılması gereken üretim ve depolama şartlarının kontrol altında tutulmasıdır. Bu konuda asıl problemli nokta mevzuata göre etikette beyan edilmesi gereken bu işlemin birçok firma tarafından beyan edilmemesidir. Aktivist: Peki bütün bu uygulamaların insan ve doğa sağlığı açısından hiçbir zararı olmadığına emin miyiz? Sedat Kuru: Bu ve benzer uygulamalar bilimsel olarak belirlenmiş limitler dâhilinde yapıldığı sürece toplum sağlığını tehdit etmemektedir. Ancak bu aşamada sunu da belirtmek gerekir ki bu tip koruyucu işlemler uygulanmayan ürünler çoğu zaman toplum sağlığı acısından daha büyük risklere sebep olmaktadır. Aflatoksin gibi yüksek kanserojen maddeler veya patojen mikroorganizmalar, sonucu ölümle sonuçlanan veya kanser gibi hastalıklara sebep olan akut


veya kanserojen etkiler gösterebilmektedir. Benzer ifadeler gıda koruyucuları için de geçerli olup esas dikkat edilmesi gereken bu işlemlerin ve hammaddelerin uzman kişiler ve kurumlar tarafından kontrollü olarak gerçekleştirilmesi, kamu otoritesi tarafından da çok sıkı takip edilmesindir. Aktivist: Marketlerde satılan yoğurtlar hakkında da pek çok olumsuz bilgilerle karşılaşıyoruz. Bu yoğurtların bozulmaması ya da hiç ekşimemesi hepimizin dikkatini çekiyor… Sedat Kuru: Yoğurt ve süt ile alakalı çok fazla bilgi kirliliği var. Bu konuda önünde yeterli teknik bilgisi olmayan ve farklı alanlarda uzman kişilerin de kamuoyunu yanlış yönlendirdiğini görüyoruz. Evde yapılan veya fabrikada yapılan yoğurdun üretim aşamalarını ve şartlarını çok iyi bilmek lazım. Fabrikada üretilen yoğurt, sütün toplanmasından yoğurt yapılıp paketleme aşamasına ve sonrasında soğuk zincir takip edilerek tüketime kadar yüksek hijyen ve kalite standartlarında üretilerek mutfaklarımıza gelmektedir… İşte bu hassasiyet ve tedbirler endüstriyel yoğurdun raf ömrünü uzatmaktadır. Oysa evde yoğurt üretimi için, sütün mayalanmasında bir gün önceki yoğurt kullanılır. Yoğurt kültürü iki bakteriden oluşur… Evdeki mayalıklarda, yoğurt bakterilerinden başka mikroorganizmalar (kontaminantlar) çoğunluktadır. Özellikle hedef mikroorganizma grubundan hariç birçok mikroorganizma ortamda bulunabilmektedir. Çünkü istenmeyen bu grup, yoğurt bakterilerine göre aside daha dayanıklıdır ve daha düşük sıcaklıklarda gelişebilir. Ayrıca çiğ süt ve üretim şartları da ayrı ayrı problemler içermektedir. Evlerde yapılan yoğurdun birkaç günde ekşimesine işte bu etkenler neden olmaktadır… Endüstriyel yoğurtlar, gıda güvenliği ve mevzuat şartlarına uygun üretildiği sürece katkı maddesi içermezler

ve sağlık açısından en güvenilir yoğurtlardır. Aktivist: Birçok kişi yeniden açık sütlere döndü ve yoğurdunu kendi yapıyor. Güvenli tedarikçilerden elde ettiğimiz sütü, evde ne şekilde kaynatmalıyız? Sedat Kuru: Tekrar söylüyorum gıdayı teknik ve teknolojik olarak bilmemelerine rağmen, bu konuda ahkâm kesmeyi kendilerine görev bilen bir takım ‘bilim insanının’ yaptığı açıklamalar, insanımızı, sütlerini güvenli olmayan yollardan temin etmeye yöneltmektedir. Böyle açıklamalar, halk sağlığını ciddi şekilde riske sokmaktadır. Çiğ süt son derece hassas ve kolay bozulabilen bir gıdadır ve bu yapısı sebebi ile yüksek risklidir. Sütün sağımı, toplanması ve sevkiyatı aşamaları ise aynı öneme sahip aşamalardır. Sokak sütü olarak tabir edilen ve kontrolsüz şekilde toplanarak satışı yapılan bu sütler, devletin kontrol sisteminin dışında, kontrolsüz ve denetimsiz olarak satışa sunulmaktadır. Süt firmalarına verilmeyen antibiyotikli hayvanlardan sağılan bu sütler, sokak sütü olarak satışa sunulabilmektedir. Bu sütlerin, hijyenik altyapısı kötü olan küçük ölçekli üreticilerden gelme olasılığı yüksektir. Sağım sonrasında ise bu sütler yine teknolojik olarak uygun olmayan araçlarda ve kaplarda, soğuk zincire sokulmadan sevk edilmekte ve gün içinde güneş altında sevkiyatı yapılarak satışa sunulmaktadır. Sütlerin taşındığı kapların yıkandığı suyun sıcaklığından, kullanılan temizlik kimyasallarının bu iş için özel üretilmiş olmasına kadar tüm detaylar büyük önem taşımaktadır.

düşüncesi ile sokak sütü kullanımı bilinçsiz şekilde ve sorumsuzca desteklenmektedir. Aktivist: Tavuklarda aşırı derecede hormon olduğu ve dolayısıyla da yumurtaların da artık sağlıklı olmadığı söyleniyor. Bu konuda birbirinden farklı birçok ifade etiketleri dolduruyor. En sağlıklı tavuk ve yumurta hangisidir; etiketlerde, ambalajlarda neyi aramalıyız? Sedat Kuru: Aslında ülkemizde tavuklarda hormon uygulaması yapılmamaktadır. Bu konuda laboratuvar ortamında çalışmalar yapılmakla birlikte henüz dünyada da ticari uygulaması olmadığını görüyoruz. Bu yöntem yüksek maliyetli olması ve uygulamanın zorluğu sebebi ile kanatlı sektöründe uygulanmamaktadır. Daha çok büyük bas hayvanların yetiştirilmesinde tercih edilen bir yöntem olup bu alamda daha büyük risk bulunmaktadır. Kanatlı sektörü teknolojik olarak çok ilerlemiş olup, bitkisel üretimde yüzyıllardır uygulanan ve fen bilgisi derslerinde de ortaöğretimde de eğitimi verilen ıslah çalışmaları ile

Büyük süt işletmelerinin neredeyse tamamı ve küçük, orta ölçekli işletmelerin büyük kısmı bu süreçleri sıkı bir şekilde kontrol ederek üretim yapmaktadır. Ancak konu sokak sütü olduğunda, söz konusu bu kontrollerin ve işlemlerin neredeyse hiçbiri yapılmamakta, daha besleyici ve güvenli olduğu 67


için ise ilgili mevzuatlarda gerekli limitler belirlenmiş olup tüketiciler Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının sayfasından Türk Gıda Kodeksinde yer alan bu tur bilgilere ulaşabilirler. yüz yılı aşkın süredir daha hızlı büyüyen ve verimli tavuk ırkları geliştirilmekte, yetiştirme sürecinde de tavuklara daha hızlı gelişmeleri için uzun araştırmalarla geliştirilen özel yemler verilmekte ve üretim süreçleri sürekli kontrol altında tutulmaktadır. Toplum sağlığı açısından risk oluşturabilecek unsur ise bu aşamada ekonomik kayıpları kontrol etmek için tavuklara verilen antibiyotikler olup, endüstriyel büyük işletmelerde antibiyotik kullanımı toplum sağlığına olumsuz etkilerini azalmak amacı ile belli dönemlerde kontrollü olarak gerçekleştirilmektedir. Tüketicilere önerimiz ambalajlı ürünler tüketmeleri ve son kullanma tarihlerine dikkat etmeleridir. Aktivist: Elbette tüm etiketlerde pek çok ayrıntılı bilgi mevcut ancak biz bunların ne anlama geldiğini bilemeyebiliyoruz. Enerji, yağ, şeker, sodyum, doymuş ve doymamış yağ oranları… Etiketlerde neredeyse hiç kötü bir şey yazmıyor. Bu bilgileri değerlendirirken, bilmemiz gereken oranlar var mı? Örneğin 100 gr katı gıdada bulunması gereken maksimum tuz miktarı 0,5 gr’dır gibi? Böyle bir çizelge varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

68

Kasım - Aralık / 2014

Sedat Kuru: Herhangi bir istenmeyen durumla karşılaşıldığında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Alo 174 Gıda Hattı ve Tüketiciyi Koruma Dernekleri’ne şikayette bulunabilirisiniz.

- Alt ve üst kapakları normal görüntüsünü kaybetmiş ve böylece bombaj (şişkinlik) oluşturmuş konserveler alınmamalıdır. - Vakum paketlenmiş ürünlerde vakum herhangi bir nedenle bozulmuş ise bu ürünler almamalıdır. - Ambalajında ve dış görünüşünde problem olmayan ürünü almaya karar verdi isek öncelikli gıdanın etiketini kontrol etmeliyiz. Etiket bilgileri aşağıdaki maddeleri içermek zorundadır. •

İçindekiler kısmı

Net miktarı

• Firma adı, adresi ve üretildiği yer • Tavsiye edilen tüketim tarihi veya son tüketim tarihi

Etiketlere Bir De Bu Gözle Bakın

• Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca verilmiş kayıt veya onay numarası.

Sedat Kuru, gıda alış verişinde aklımızda bulunması gerekenleri anlatıyor:

Eğer bu bilgilerden uygun olmayan bir madde varsa o ürün almamalıdır.

Alışverişe başlamadan önce alacağımız ürününe ihtiyacımız olup olmadığını ve son kullanma tarihine kadar harcayıp harcayamayacağımıza karar vermek önemlidir. Öncelikle bunu belirleyerek liste oluşturmalıdır. Sonrasında alışveriş sıralaması yapması gerekir. Önce kuru ve konserve gıdalar, ardından taze sebze ve meyveler, sonra taze et ve balıklar, en sonunda da donmuş gıdalar alınabilir. Alışveriş yaparken aşağıdaki maddelere dikkat edilmelidir;

- Soğukta muhafazası ve satılması gereken bir gıda uygun ortamda satışa sunulmamışsa alınmamalıdır.

- Gıda maddelerinin (yaş meyve ve sebze hariç) ambalajlı ve etiketli bir biçimde satışa sunulması yasal zorunluluktur. Açıkta, sokakta, pazar yerlerinde dökme olarak satılan, üreticisi ve özellikleri belli olmayan ürünler satın alınmamalıdır. Mutlaka ambalajlı, etiketli, üreticisi ve markası belli olan ürünler satın alınmalıdır. - Yırtılmış, açılmış, bozulmuş ve özelliğini kaybetmiş ambalaja sa-

- Satın alındıktan sonra son kullanma tarihi geçmemiş olsa bile gıda maddesinin ambalajı açıldığı anda bozulma, küflenme, renk değişikliği veya kokusunda değişiklik varsa böyle gıdaları tadına bakarak kontrol etme yoluna gitmemeli, ürün tüketmeden iade etmelidir. - Satın aldığınız malzemeyi poşetlere koyarken, soğuk ve donmuş ürünler bir arada paketlenmelidir. Deterjan gibi kimyasal malzemeleri gıda maddeleri ile aynı poşete konulmamalıdır. Sedat Kuru

Sedat Kuru: Etiketlerde bulunan birçok bilgi tüketicilerin, özellikle de hassas gruplar olarak tanımlanan şeker, tansiyon hastaları, böbrek yetmezliği olanlar, gebeler, alerjisi olanlar veya çölyak gibi özel diyet gerektiren hastalıkları olanların korunmasını amaçlamaktadır. Ayrıca tüketilen besinlerin besin değerlerinin bilinmesi bilinçli tüketiciler için obezite gibi sağlık sorunlarının kontrol altında tutulması için önem taşımaktadır. Diğer kullanılan katkı maddeleri

Aktivist: Aslına merak ettiğimiz, konuşulacak o kadar çok konu var ki… Etten ekmeğe, cipsten dondurmaya her şeyde tüketiciyi aldatacak bir yol bulanlar mutlaka oluyor. Şüphe ettiğimiz hallerde, bizim başvurumuzla bu ürünlerin incelemeye alındığı bir sistem bir başvuru merci var mı? Bize nasıl bir yol önerirsiniz?

hip ürünler satın alınmamalıdır.


Adres: Bağdat Cad. No: 57/8 Altıntepe Maltepe İstanbul Telefon: 0216 367 34 39 GSM: 0532 403 56 39 Web: www.sportesisi.org E-mail: info@sportesisi.org

​Yaptığımız Spor Sahaları ve Çevre Düzenlemeleriyle 30 yılı aşkın süredir, şehre değer katıyoruz...

spor

olsun

diye...


Röportaj: Hande Akkaya Ceyhun

röportaj

“İnsanın doğayla kurduğu bu ilişki çok önemli. Bu ilişkiyi çoğaltmamız lazım. Bütün dünyanın ihtiyacı olan şey bu. Şiddetsiz, örgütsüz, ideolojisiz bir dayanışma, gezegeni kurtarmak ve yaşamı sürdürmek için birlik olma. Bunlar bazı kimselerce küçümsenebilir, hiç önemli değil, bütün güç buradan geliyor.”

İYİLİK BİZİ ÇAĞIRIYOR

Bir zamandır hepiniz farkındasınız, dünyaya bir haller oluyor. İklim değişiklikleri, seller, afetler, kutupların erimesi. İnsan ırkının gezegeni hoyratça kullanması yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı. Küresel ısınma ve kuraklık kapıya geldi dayandı. Bunca işarete rağmen hala büyük petrol şirketleri kuzey kutbunda petrol aramak istiyor. Türkiye de eksik kalmıyor tabii, bir yanda HES’ler, öte yanda orman katliamları. Sadece İstanbul’daki üçüncü havalimanı bile biliyorsunuz, tek başına korkunç bir tehdit. Bu olup biteni izlerken içiniz kararıyor biliyorum. Kararmasın diyemiyorum fakat elbette o kadar da çaresiz değiliz. Tüm bu olumsuz senaryo, yüzlerini ve yüreklerini doğaya dönmüş insanların, her geçen gün giderek büyüyen ve bilinçlenen bir katılımla devam eden çabaları ile biraz olsun aydınlanıyor. 1 Ekim’de bu çabalara bir de dergi katıldı. Adı artık bilinen bir dergi; “Magma”. Atlas dergisinden ayrılan çekirdek ekip, bağımsız, patronsuz, sırtını sermayeye dayamadan, kar değil gezegeni kurtarma amacı güden yepyeni bir dergi ile geldiler yayın dünyasına. Magma bir coğrafya, kültür, tarih ve arkeoloji dergisi. Özcan Yüksek Atlas’tan ayrıldıktan hemen sonra, sanal ortamda “ Adı Bilinmeyen Dergi “ ile çalışmalara başlamıştı zaten, daha dergi çıkmadan takipçileri yetmiş bini geçmişti. Okurlarla yaptığı buluşmalar sonunda derginin adı MAGMA olarak belirlendi. Ve bir şaman atasözü ile işe koyuldular; “Bilmek isteyen yola çıkar” Onlar yola çıktılar. Bu yolda hepimizi yanlarına bekliyorlar. İyilik bizi çağırıyor, umuyorum ki bizler torunlarımıza borçlu olduğumuz görevi yerine getirecek ve çağrıya kulak vererek onların yanında olacağız.

“Biz, tepemizde bize buyruk verenlerden hoşlanmayan insanlarız.” 70

Kasım - Aralık / 2014


Sizi Gezi olayları sırasında twitter’da takip ediyordum. Çok muhalif tweetler atıyordunuz ve sonra bir gün aslında veda olmayan ayrılık yazınızı okuduk. Bu ayrılışta gezinin payı oldu mu? Özcan Yüksek: Yani aleni olarak Gezi’nin payı oldu mu bilemiyorum. Bize diyemezler ki Gezi yüzünden oldu. Demek istemezler. O paylaşımları yaparken bir müdahale söz konusu olmadı mı? Özcan Yüksek: Hayır. Hiçbir şekilde bunu bize söyleyemezler. Biz onlara öyle bir cesaret vermiş değiliz. Ama şunu söyleyebilirim, genel olarak Gezi’deki hiyerarşi karşıtı mantıkla aynı taraftayız biz, tepemizde bize buyruk veren insanlardan hoşlanmayan insanlarız… Bize neyi nasıl yapacağımızı dikte eden şeflerden, yöneticilerden… Asıl sorun bununla ilgiliydi. Bu sebeple Gezi’nin çıkardığı isyanla bizim içinde bulunduğumuz durum arasında benzerlikler vardı diyelim. İki sayı Gezi’ye ayırmıştınız. Özcan Yüksek: Aslında Gezi’nin bu kısa süreçte anlattığı öykü, bizim eski derginin çıktığı günden beri anlattığımız bir öykü. Dayanışmaya, eşitliğe bir çağrı, rekabetçi ve doğa karşıtı hayata bir başkaldırı. Biz bunun her zaman yanındaydık zaten. Dolayısıyla bizim Gezi’den yana taraf olmamızdan daha doğal bir şey olamazdı, zaten okuyucularımızın da bizden beklediği şey bu doğrultudaydı. Bu sayılardan sonra olumsuz bir tepki gelmedi okurlarımızdan. Daha önemlisi zaten bizim için şu ya da bu taraf diye bir şey yok, BİZ varız. Karşıtlığa dayalı bir dünya var, insanın doğaya, toplumların birbirlerine karşıtlığı üzerine kurulu. Böyle bir hayat biçiminin gezegeni götüreceği nokta bellidir. Nitekim şu an bu noktadayız. Günümüzde bu hal çok daha keskin bir biçimde ortaya çıktı. Dünyanın geleceği bu karşıtlıklar sebebiyle resmi olarak tehdit altında. Gezi’de ise bunun tam tersi bir durum söz konusuydu. Gezi’de normal zamanda yan yana durmayan pek çok unsur bir araya geldi ve birlik ruhu

oluşturdu. Bu birlik, bir başka güce, bir ifrite karşı durdu, siyasi kavramlardan hoşlanmadığım için ifrit kelimesini kullanıyorum, tıpkı masallardaki gibi. Birlik oldular ve “bu daha başlangıç, mücadeleye devam” dediler. Siz de Atlas’tan ayrılırken bunu söylediniz. Özcan Yüksek: Evet, bu daha başlangıç, şimdi başlıyoruz işte.

“ Bizim okurumuza verilmiş bir sözümüz vardı” Sonuçta şimdi tüm potansiyelinizi özgürce kullanabileceğiniz bir mecra açıldı önünüzde. Bu yolda Magma ile devam edeceksiniz. Özcan Yüksek: Evet. Patronu, rekabeti, hiyerarşisi olmayan, Gezi ruhu gibi birliğe dayalı bir dergi çıkartıyoruz. O yüzden, aslında teşekkür borçluyuz belki de olup bitene. Okurları ile dinamik ve diyalektik bir ilişki içerisinde olacak Magma. Esasında bunun ipuçlarını Atlas’ın ilk sayılarından itibaren hep verdik. Biz okurla sadece kâğıt üzerinde değil her yerde buluştuk, suyun kenarında, dağın başında, yeri geldiğinde İstiklal Caddesi’nde protestolarda. Okur ve dergi kadrosu arasındaki yabancılaşmayı kırmak için her türlü yolu deniyorduk, bunun dünyada bir örneği daha olduğunu zannetmiyorum, en azından bu ölçekte olmamıştır. Bu böyle iken bizim okurlara verilmiş bir sözümüz var diye düşündük ve ayrılışımızın ardından hiç beklemeden hemen hazırlanmaya başladık. Ekşi sözlükte hakkında çok methiyeler yazılmış birisiniz. Sanki dergi değil de arkadaştan gelen bir mektup okur gibiydik demiş birisi mesela. Siz diğer coğrafikeşif dergilerinden farklı bir dergi çıkardığınızdan, aslında olması gerektiği fakat pek uygulanmadığı

gibi doğa dostu bir dergi yaptığınızdan, dergide Anadolu’nun son kalan toprak ve değerlerini savunmanızdan övgüyle bahsediyorlar. Yabancı değil bizden bir dergi olmuştu Atlas sizinle. Şimdi Magma da aynı yolda devam edecek. Özcan Yüksek: Biz Magma’yı kendi kişisel zevkimiz ya da kar arzumuz ile kuruyor değiliz. Derginin devam etmesinin amacı gezegeni kurtarmak, gezegenin doğasını korumak, başka bir amacımız yok. Ticari açıdan baktığımızda, tabii ki, derginin bir çıkma maliyeti olduğu için rakamlar telaffuz ediliyor, bu yönde çalışıyoruz ve bir takım paralar ortada dönüyor ama bunlar tamamıyla derginin zarar etmemesini ve devamlılığını sağlamak için. Öncelikle okurlarımıza ve onların gücüne inanıyoruz, güveniyoruz. Eski dergiyi de biz yarattık zaten. Sloganıyla içeriğiyle var olan bir dergiye gitmedik. Biz ürettik. Kuşaklar yetişti o dergiyle. Bu onların gücü işte. Düşünün dergi çıkmaya başladığında yeni doğmuş olanlar şimdi üniversiteye başladı. Dolayısıyla biz şimdi, aynı ruhla, ama daha güçlü, daha bağımsız bir şekilde devam edeceğiz. Nasıl olacak Magma? Diğer dergilerden farklı ne sunacak okuruna? Nasıl bir içerik bizi bekliyor? Özcan Yüksek: Magma ile idealimiz doğayı ve gezegeni nasıl koruyacağımızın bilgisini kâinatın her köşesinde araştırıp bulmak ve yaymak. Kar amacı gütmediğimiz için bunu Magma ile çok daha iyi yapabileceğiz. Bir fikir dergisinden ziyade bir eylem dergisi olacak. Okurlarıyla yaşayan ve nefes alan bir dergi hayal ediyoruz, bu çok rastlanan bir şey değil Türkiye’de, piyasada benzerleri ile arasındaki uzak ara farkı okuyucular görecek zaten. Elimizden geleni hiçbir çaba ve masraftan kaçınmayarak yaptık. Nitelikli bir derginin maliyetli olabileceğini biliyoruz. Fakat bu maliyetin okurlar tarafından talep edildiğini de ve böyle bir sağlam içeriği hak eden bir okur kitlesi olduğunu da biliyoruz. 71


“ Magma’da biz, insanların belki de ilk var olduğu günden beri beklediği iyilik cümlelerini söyleyeceğiz.”

memesi için de televizyonlara dergilere bir takım paralar sarf eder ve basını da sustururuz” diye düşünür. Bu gerçek. Bu olacak olan. Yapmayı düşündükleri şey bu. Bütün o ormanları yok edip Gülhane Parkı kadar alanlar bırakacaklar geriye. Bunlar değil ihtiyacımız olan düşünceler. Biz bunların karşısında kendi cümlelerimizi kuracağız; hayır diyeceğiz, bu ormanlar, içindeki tüm canlılar ile birlikte böyle kalacak, tavşanların, tilkilerin, alaca geyiklerin bu ekolojik dengenin bedeli hiçbir rant olamaz.

Anlaşılan o ki gerçekten bizi oldukça farklı bir dergi bekliyor. Özcan Yüksek: Bir farkındalık yaratmak lazım, zira gezegenimiz elden gidiyor, başka yaşayacak yer var mı? Biz insani bir sorumluluk duygusu ile ne gerekiyorsa onu yapacağız. Düşünceler önemlidir çünkü eylemleri oluştururlar. Bir insan bir ağaca bakarken bir şey düşünür, bir cümle söyler ve uygular. Başka bir insan başka bir şey düşünür, başka bir cümle söyler ve onu uygular. Hissedilir doğru olan cümle hangisidir. İnsanın, doğanın, gezegenin, yani iyiliğin cümlesinin ne olduğunu hissedersiniz. İnsanoğlunun asıl beklediği ve ihtiyacı olan cümleler onlardır, biz o cümleleri söyleyeceğiz.

Patronu olmayan bir dergi kulağa çok hoş geliyor doğrusu, peki sermayesi nedir bu derginin, hayal, heyecan, bilgi, akıl, birikim, çok çalışma?

Burayı biraz açsak? Özcan Yüksek: Mesela bakın, biri gider Belgrad Ormanı’na, “Burada plaza olsa çok güzel olur, çok da iyi para kazanılır buradan” diye düşünür. “Çünkü biz satılamayan bir şeyi alıyoruz, satılamayan bir şeyi aldığımız zaman katma değeri çok yüksek olur, biz de bu katma değeri aramızda kırışırız, buna itiraz eden olursa da canına okuruz, insanların bunu bil72

Kasım - Aralık / 2014

Özcan Yüksek: Aramızda öyle paralı pullu insanlar yok, bizim de çuval dolusu paramız filan yok, dergiyle uğraşmaktan öyle birikimi tercih etmedik, zaten ikisi bir arada yürümezdi ve pişman da değiliz, dolayısıyla söyledikleriniz bizim asıl sermayemiz, evet. Ama tabii sadece bunlar ile bir dergi çıkmıyor biliyorsunuz. Bunun bir de gerçek dünya ayağı var. Neyse ki az bir insan topluluğu değiliz, herkes üç beş kuruş bir şeyler verdiğinde bu işin maliyetini karşılıyoruz. Okur da bunu paylaştığı zaman bu devam edecek. Birlikte çalıştığımız, Buğday ve Doğa Derneği başta olmak üzere, dernekler var, onlar derginin paydaşı, yani ortağı. Hem çizgiyi, hem içeriği oluştururken birlikte karar verdiğimiz, hem de bizi kitlesel olarak destekleyen oluşumlar bunlar. Üyeleriyle, destekçileriyle, takipçileriyle yanımızdalar. Onlar da bu derginin gücü.

Nasıl bir periyodda devam edecek Magma? Nerelerde satılacak? Özcan Yüksek: Bir yıl içinde 6 sayı çıkaracağız ilk etapta. Yani şu an için iki ayda bir çıkacak. Türkiye çapında tüm bayilerde bulabilirsiniz. Ve ayrıca abonelik sistemimiz de mevcut. Yakın zamanda planlanan bir etkinlik var mı? Özcan Yüksek: 31 Ekim-2 Kasım tarihleri arasında Karabük Yenice Ormanlarında “Sonbaharın Magma’sıyla Buluşma” adıyla bir doğa yürüyüşümüz ve kampımız olacak. Ayrıntıları Facebook sayfamızdan ya da dergiden öğrenebilirsiniz. Türkiye’de artık basın iyice tekel gibi bir şey oluyor, bir kısmı tamamen yandaş bir modele doğru gidiyor zaten. Son olaylardan sonra aklı başında hiç kimse medyanın tarafsız haber yaptığını düşünmüyor. Hem yazılı hem de görsel basına inanmıyoruz artık. Mesela ben haber izlemiyorum ve gazete almıyorum. Bu bir dönemin sonu olabilir mi? İnsanlar doğru ve tarafsız haberi nerden bulacak? Özcan Yüksek: Artık internette ya da elimde bir gazete okumaya başladığımda, bir şeyleri göremiyorum duygusu oluşuyor bende. Düşünüyorum bunun arkasında ne saklıyorlar diye. Acaba bir psikoloğa mı gitsem dediğim seviyede, atamadığım bir hal oldu bu durum. Gazeteyi açıyorum, cümleler var evet, fotoğraflar, haberler var ama bir şeyleri saklar gibiler işte. Ne var bunun arkasında diye gazeteyi kaldırmak geliyor içimden. Çok tuhaf bir metafor. Hani böyle gazete ile bir şeylerin üzerini örteriz ya, mesela bir trafik kazasında


filan. Bu iş o noktaya geldi. Tabii şimdi burada yanlış anlaşılmasın, gazetelerin her türlü görüşü olabilir, buna lafımız yok ama haberi tarafsız bir bakış açısıyla, saklamadan vermeliler. Peki, insanlar doğru ve tarafsız haberi nereden öğrenecek. Özcan Yüksek: Alternatif ve nitelikli bir medyanın oluşması lazım. Habere daha çok ilgi gösterilmesi gerektiğini bir gazeteci olarak söylüyorum. Gazetelerin de buna ihtiyaçları var. Geniş kitlelerin merak ettiği ve bilmesi gereken şeyleri, diğer gazetelerin vermediği haberleri bulmaları araştırmaları ve yayınlamaları gerekiyor. Ve daha önemlisi haberi olmadan önce verebilmek, yani bir kaza olmadan evvel orada olacakları görebilir, araştırabilirler ve bak şurada şu olabilir buraya dikkat edin diyebilirler. Biliniyor çünkü bunlar, tahmin etmesi zor şeyler değil. Bu arada elbette Birgün, Cumhuriyet gibi iyi gazeteler de var, onları ayrı tutuyorum. Ayrıca bağımsız haberciler de var, Gezi olayları sırasında Twitter hesaplarından paylaştılar olup biteni, Ahmet Şık, İsmail Saymaz gibi. Bunlar da güvenilir haber kaynakları olarak çok önemliler.

yaşam. Tıpkı Magma Dergisi’nin hedefi gibi. İnsanlar arasındaki bu hırsı ve rekabeti, bir spor karşılaşması dışında ortadan kaldırmak ve tek bir amaç için birleşmek gerekiyor. Dayanışma ve paylaşma kültürünü, hükmetme değil ortaklaşa bir şeyler yapma kültürünü yaymak lazım. Masalların da anlattığı budur geçmişte. Gezegeni koruyan “biz olma, bütün olma” duygusunu yaymamız gerekiyor. Bunu yaptığımız zaman oluşacak olumlu doku diğer olumsuz dokuyu yenecektir diye düşünüyorum. Bunu başarabiliriz. Senin ülken benim ülkem değil bizim gezegenimiz yani. Özcan Yüksek: Dünyayı bir bütün olarak görüp algılamak lazım. Amazonda yağmur ormanlarını korumak isteyen yerliler ile burada derelerini HES’lerden kurtarmak isteyen köylüler birlik olmalı mesela. Tüm hiyerarşik yönetimler, şeflikler, merkezler hırsı ve rekabeti körükleyen, doğayı, birliği yok eden mekanizmalar ortadan kalkmalı. Yani fark etmemiz gereken şey Gezi’deki gibi bir dayanışmaya ihtiyacımız olduğu. Hep Gezi’yi örnek veriyorsunuz. Özcan Yüksek: Evet, çünkü Gezi bunu

başardı, bir şefi, kahramanı, patronu, yöneteni yoktu. Kırmızılı kadın, siyahlı kadın, şu, bu, hepsi doğaçlama idi. İsimlerini bile bilmiyoruz, simge oldu hepsi. Onlar oraya içlerindeki iyiliği sesini dinleyerek geldiler, ağaçları, özgürlüklerini savunmak için. İnsanın doğayla kurduğu bu ilişki çok önemli. Bu ilişkiyi çoğaltmamız lazım. Bütün dünyanın ihtiyacı olan şey bu. Şiddetsiz, örgütsüz, ideolojisiz bir dayanışma, gezegeni kurtarmak ve yaşamı sürdürmek için birlik olma. Bunlar bazı kimselerce küçümsenebilir, hiç önemli değil, bütün güç buradan geliyor. Üç ağaç için ortalığı yıkıyor dediler. Özcan Yüksek: Üç ağaç için çıktılar ortalığı yıktılar dediler, evet. Şunu anlamadılar; onlar özgürlük ve adalet için oradaydılar. Kimse emir verdiği için sokağa dökülmedi insanlar. Bir kaplan, bir kartal ya da bir kedi tehlike anında nasıl içgüdüsel olarak kendini savunuyorsa oradaki çocuklar da bunu yaptı. Nefsi müdafaa yaptılar yani, o yüzden de çok korkusuzdular. Bence orada ağaçların olması tesadüfi bir şey değil, en güçlü en masum olandır her zaman. O yüzden hemen o bağlantılar

“ Dünyayı insanlar arasında iyiliğe dayalı, çıkara bağlı olmadan kurulan ilişkiler kurtaracak” Son yıllarda giderek artan bir ekolojik bilinç var; tohuma, toprağa ve kültüre sahip çıkmak, küreselleşmenin önüne geçmek için birçok şey yapıyorlar, sizce bu çabalar işe yarayacak mı? Dünyayı bekleyen sonun önüne geçebilecek miyiz? Özcan Yüksek: Güzel bir soru. Benim gözümde bütün bu olayların büyük ve tek bir sebebi var ve o sebebi aşacak yol da belli. Rekabetsiz dayanışmacı bir 73


kuruldu, her şey ve herkes organize oldu, tüm bunlar içgüdüsel ve sezgisel olarak kendiliğinden gerçekleşti, çünkü tekrar ediyorum, doğaldı, olması gerekendi. Ağaçların korunmasıyla insanın özgürlüğü arasında kopmaz bir ilişki vardır. Orada insanlar bunu uyguladılar. Dünyayı da insanlar arasında iyiliğe dayalı, çıkara bağlı olmadan kurulan ilişkiler kurtaracak. Bu ilişkilerin çoğalmasıyla oluşacak olan güç birliği kurtaracak. Çok uluslu şirketler, küreselleşme ve kapitalizm el birliği içinde bizim gibi ülkelerin kökünü kazımaya kararlı görünüyor. Yerli tohum ile tarım bile yapamıyoruz. Yine yakın zamanda yürürlüğe giren yasayla beldeler, köyler büyük şehirlere bağlanıyor. Üretime dayalı bir yaşam biçimi olan köy kültürünün yok olması demek bu. Hâlbuki bize gereken şey sürdürülebilir bir yaşam. Bu hayat tarzının yaygınlaşması için ne yapmalı? Özcan Yüksek: Hayatın var oluşundan bu yana süregelen, doğayı, yaşamı, iyi olan tarafı koruyanların bilgisine ulaşmak ve bunları, dikte ederek değil, deneyimleyerek yaymak gerekiyor. Tıpkı Doğa Derneği’nin, Doğa Okulu’nun yaptığı gibi. Köylü bir kadını, bir çobanı bulup, onlardan atadan çocuğa geçen kadim bilgileri alarak, onların o bilgiyle kurduğu ilişkileri, kendine yeter yaşamın özelliklerini ile birlikte şehirlerde ve 74

Kasım - Aralık / 2014

de köylerde modellemeliyiz. Bunun gerektirdiği örgütlenmeler kurulmalı mahallelerde, semtlerde, köylerde. Gezi sonrası forumlar yapılıyor mesela. Onlar gibi mi? Özcan Yüksek: Evet aynen öyle. Türkiye’de köyler yok edilmeye çalışılıyor, gelenekler yok ediliyor, bu korkunç bir şey. Geleneksel ve muhafazakâr görünen bir yapı, dünyadaki en acımasız işi yapıyor, yok ediyor, ezip geçiyor, çiğniyor, üstüne betonlar döküyor. Bir halkın kültürünü, geleneğini yok ediyorlar. Şu anda bundan elli yıl, yirmi yıl öncesinin kıyafetiyle değil Anadolu, Karadeniz’de peştemalli kimse göremezsiniz, köy de yok köylü de yok, Konya’da da böyle, her yerde de böyle, köylü yoğurdunu oraya gelen bakkaldan alıyor artık, tarım da yapılmıyor. Bunları istemiyorlar. Yasaları değiştiriyorlar, akıl alır gibi değil. Özcan Yüksek: Ve hiçbir aydın da bunu tartışmıyor. Televizyonlar sus pus, hiç konuşulmuyor, Ahmet Hakan bile çıkıp demiyor “Köyler kaldırılıyor efendiler ne diyorsunuz” diye. J Hiç kimsenin bu konuyla ilgili ne bir argümanı ne de bilgisi var çünkü. Ama biz anlatacağız. Derginin bu sayısında Türkiye’de tüm bu olup bitenle ilgili muazzam bir yazı var. Türkiye’deki herkesin okuması öğrenmesi gereken bir yazı. Neden İstanbul’da ormanlar yok ediliyor,

neden Karadeniz’de dereler kurutuluyor, neden Tuz gölünde hayat bitiyor, neden Soma oluyor, neden asansörler düşüyor, bunlar ve pek çok şey aradaki tüm bağlantıları kurularak anlatılıyor. Önce o köylerdeki sonra şehirlerdeki sonra tüm dünyadaki insanlar bunun bedelini neden ve nasıl ödeyecek, hepsinin birbirleriyle olan bağlantısını kurarak anlatıyoruz. Doğa Derneği’nin başkanı, Doğa Okulu’nun kurucusu Güven Eken bu konuyla ilgili uzun bir zamandır yaptığı araştırmaları Magma’da “Türkiye’nin Doğası” dosyasında yazdı. Bu ölçekte bir araştırma ilk kez bizim dergide çıktı. Birlikte yaşadığımız tüm canlılara kendi türümüz de dâhil hayatı zindan ediyoruz, sizce bunu neden yapıyoruz, neyi paylaşamıyoruz? Özcan Yüksek: Bunu masallar anlatıyor zaten, bunun adı gözüdönmüşlük. Nedeni sadece kendini düşünmek, bencillik, yani kapitalizm. Bencillikler yüzünden birlik olamıyoruz. Siz Binbir Gece masallarının izini sürmüştünüz. Masal konusu sizin için çok daha özel bir alan biliyoruz. Bize masalları anlatır mısınız? Masalistan sayfanız var Facebookta. Özcan Yüksek: Güzel mi Masalistan? Harika. Ama biz masalların kıymetini hiç bilmiyoruz, bana masal


anlatma diyoruz mesela… Ortadoğu’nun en güzel masallarını da Hollywood anlatıyor bize. Özcan Yüksek: Belki de zamanımızı en iyi anlatan şeyler böyle cümlelerin tam tersi manaya gelmesi. Bir zamanların değer gören unsurlar şimdi böyle negatif birer metafor haline geliyor. Masallar eskileri anlatır gibi dursa da aslında, tüm zamanları anlatırlar, zamandan azadedir onlar. Ve yine aynı şekilde tek bir ülkeye, topluma mal edilemezler. Tabii ki yerel hikâyeler anlatır ancak evrensel temalar içerir. Hindistan’da anlatılan bir masal Danimarka’ya da gelmiştir mesela ya da Venedik’te anlatılan Çin’e bile gitmiştir. Masallar da tıpkı emtialar gibi dolaşır, hatta daha da fazla. Tüccarlar, din adamları oradan oraya mallarını satar ya da misyonerlik yaparlarken, kervanlarda, limanlarda masallarını da değiş tokuş etmişlerdir. Peşaver’de büyük bir kavşak vardır, belki de yeryüzünün en önemli kavşağı diyebilirim, bir taraf Çin, bir taraf Orta Asya, bir taraf Hindistan, bir taraf da İran. Orada eski bir isim kalmış “ Öykü Anlatıcıları Çarşısı”. Demek ki orada eskiden öykü anlatıyorlardı ve onun karşılığında kumaş alıyor, mecidiye veriyorlardı belki. Masallar bütün insanlığa ait şeyler, en son anlatıldığı yerde kalıyor ve o dile ait oluyor. Binbir Gece masalları diğerlerinden farklıdır, bugün o masallarda adı geçen tüm şehirler kıyamet yeri. Bağdat, Şam, Kahire…

Bugün artık kimse masalları önemsemiyor. Özcan Yüksek: Masallar yeryüzündeki kadim bilgileri, dikte etmeden, öykünün içinde sakladığı sırla aktarmanın tek yoludur. Çok kıymetli masallar, onlardaki bilgelik. Bu yüzden ihtiyacımız var masallara. Masallar ikna etmeye çalışmaz, sadece anlatır. Hikâyenin içindeki sandıkta saklar gerçeği mesela. Masalın yolu bu kadar basit ve etkilidir. İnsanlığın tüm iyilik ve kötülüklerini, erdemlerini ve zayıflıklarını, ahlak ve ahlaksızlıklarını masallar anlatmıştır. Ne yazık ki günümüz toplumunda edebiyatta, sanatta ve sinemada masallar hak ettikleri değeri görmüyor. Bunun sebebi de kapitalizmin dayattığı bireye yönelik hızlı yaşam kültürü. Bazı bazı kullanılıyor tabii sinemalarda filan ama bir masal yüceliğinde değil. Magma ile başladık yine onunla bitirelim, yaşadığımız medeniyetten çok önce çok gelişmiş kadim uygarlıkların yaşadığı yok olduğu söylenegelir. Atlantis, Mu gibi. Böyle dosyalarınız da olacak mı Magma’da? Özcan Yüksek: Eski dergide çalışırken yemek kuyruğunda ya da bir yerlerde başka departmandan elemanlar gelip sorarlardı. Atlantis var mı diye? J Biz bilimsel olmak durumundayız. Bununla ilgili hiçbir kanıt yok biliyorsunuz. Ancak efsane olarak buna benzer haberler yapabiliriz. Hatta birinci sayıda Atlantis değil ama bir başka efsaneyle ilgili çok önemli bir haberimiz

var. Amazonlar… Bütün dünyanın merak ettiği, sadece efsanelerde olan bir şeyin coğrafya üzerinde bir takım temellerinin olduğunu dünyada ilk kez biz açıklıyoruz. Amazonlar! Amazonların, kurtlarla su içen bu kadınların Kafkasya’daki köklerini yazdık. Fransız bir arkeoloğun keşfi, Fransa’da kitabı çıkacak hatta biz istediğimiz için yazdı, onun arkeolojik kazılarına gittik, hiç açılmayan gizli kilitleri açmasına tanık olduk. Devamı için Magma’yı almanız gerekecek. Bu ilk sayı derginin en önemli sayılarından biri, çok sansasyonel işler var. Dergi çıktığı günden beri sanal âlem yıkıldı tabiri caizse zaten. Dergiyi satın alan herkes kendi Magma’sının fotoğrafını çekip İnstagram’da Twitter’da ve Facebook’ta bol bol paylaştı. Gördüğü ilgi hayli yoğun oldu yani. Peki, nasıl buldular dergiyi? Özcan Yüksek: Evet, gerçekten de okuyucumuz bizi yanıltmadı ve bu süreçte yanımızda oldu, heyecanımızı paylaştı. Şu ana dek okuyucularımızdan gelen tüm geri dönüşler çok güzel. Herkes dergiyi çok beğenmiş görünüyor. Doğrusu Aktivist ekibi olarak biz de çok beğendik Magma’yı, muhteşem olmuş, ellerinize emeklerinize sağlık. Ömrü uzun olsun. Özcan Yüksek: Teşekkürler ederiz.

75


kişisel gelişim

l m ima Kes etimi.co n a n k o a y H f irsat kriz@

“Her şeyin değiştiği dönüştüğü her an bizler de değişiyoruz. Yani yaşlanıyoruz. Kendimiz ve geleceğimiz değişip dönüşmek üzere bir adım önümüzde nasıl hareket edeceğimizi bekliyordur. Karar bizlerindir.”

2400 Yıl Öncesinden Bugüne Değişebildik mi? Dönüştük mü? Bundan 2400 yıl kadar önce Epikür; değişim/dönüşüm mevhumunu ‘mutluluk’ üzerinde kurgulamayı ilke edinerek her bir bireyin, hatta yaşayan her canlının refah ve mutluluğu şiar edinerek hareket ettiğinden bahsetmiştir. İnsanlığın maddi ve manevi mutluluk peşinde olduğu aşikâr. Bunu yeni çağ filozoflarının bireyi esas alan söylemlerinde, sayısız kişisel gelişim kitaplarında, reklamlardaki ‘sen’ mesajlarında fazlasıyla görebiliriz. Epikür’a göre insan ruhu maddi bir niteliğe sahip olmadığından tanrı ve ölüm korkusu; kurtulunması gereken zorlu ama bir o kadar da yersiz korkulardır. Elbette böylesi ardı anlaşılmayan sorular acı ve kederi barındırabileceğinden mutluluk kavramının karşısına acı kavramını konumlandırarak, mutlu sona kadar neredeyse ayrılmaz bir birliktelik niteliği kazandırmıştır. Dolayısıyla bu açıklama yazının başında bahsetmiş olduğum din, öğreti ve deyimlerin bolca değindiği ‘ıstıraplı yol sonrası mutluluk’ tanımlamalarına denk düşmektedir. Küçük beklentilerimize baktığımızda maddi ve manevi mutluluk arayışımızın diğer insanlarınkinden neredeyse farklı olmadığı ortaya çıkar. Biraz para, ün, çiftlik evi, 76

Kasım - Aralık / 2014

varoluş sorularımıza kesin cevaplar, mutlu bir birliktelik veya tatlı bir yalnızlık. Sayısız istek ve arzu yazılabilir ancak hemen hepsi de tek bir bireyin isteyebileceği türden beklentiler sınıfına girerler. Metamorphoses’dan Dönüşüm’e İnsanın Değişimle İmtihanı 1900 yıl önce Madauruslu Apuleius, Metamorphoses/Başkalaşımlar (Altın Eşek) adlı eserinde zengin bir gezgin olan Lucius’un öykülerini kaleme alır. Bir iş için annesinin memleketine giden Lucius misafir olarak kalacağı ev sahibinin hizmetçisi Photis’le birlikte bir dönüşüm büyüsü yaparlar. Lucius’un isteği bir kuşa dönüşüp kuşlar gibi hissetmek ve uçmaktır, fakat yanlışlıkla bir eşeğe dönüşür. Yapılan hata eşeğe dönüşen Lucius’un biraz taze gül yemesiyle giderilip tekrar insana dönüşmesini sağlayacaktır ancak o gece eve gelen hırsızların eşeğe dönüşmüş olan Lucius’u kaçırmalarıyla bu olanaktan mahrum kalır. Ve böylece asıl hikâye başlar. Eşeğe dönüşen Lucius aylar boyunca farklı insanların elinde tutsak kalarak ağır işlerde çalıştırılır, devamlı işkence görür, defalarca ölümün kıyısından döner. Değişik şehirlerde fizik-

sel ve ruhsal işkencelerle karşılaşan Lucius halka açık bir gösteride bir kadınla cinsel ilişkiye zorlanır ve bu iğrenç sahne gerçekleşmeden önce bir yolunu bularak oradan kaçar. Saklandığı yer bir deniz kenarıdır. Uyku ile uyanıklık gidip gelirken Tanrıça İsis›in denizden kendisine seslendiğini duyar. İsis Lucius’u kurtaracaktır. Metamorphoses adlı eserde toplam on bir öykü bulunuyor. Meraktan kaynaklanan bir istek sonucunda dönüşüm geçiren Lucius başka pek çok insanın maddi ve manevi arzularına tanıklık etmektedir. Tedirgin edici tuhaflıklarını kullanarak insanları aldatan rahipler, arkadaşını ve arkadaşının karısını kıskançlıktan öldüren soylular, hırsızlar, zorbalar ve daha niceleri. Metamorphoses yazıldığı tarih itibariyle insanın doğaya bugünkünden daha yakın olduğu, sınıfsal farklılıklara ait zevk ve eğlencelerin bugünkü kadar farklılık göstermediği bir döneme aittir. İnsanlığın; doğadan, Tanrı’dan, daha doğrusu Yaratı’nın öznelliğinden kurtuluş beklentisi kendini sürekli hissettirir. Lucius ormanlarda, kırlarda gezinmektedir. Kurtuluşunu ayaklarını topraktan çekmeden aramaktadır. Öykülerden birinde de; en umulmadık anda ortaya çıkan akıllı bir


avukat bir kardeşi idamdan kurtarırken ve diğerini ölmek üzereyken son anda mezarından çıkarttırarak kurtarır. O dönemin tanığı, kâtibi, anlatıcısı Apuleius, aynı zamanda o dönemin bireyidir. Tüm ilkel vahşetlere rağmen insana ve doğaya olan umudunu korumaktadır. Üstelik eğlenceli ve alaycı bir şekilde anlatmayı başararak. Metamorphoses/Başkalaşımlar (Altın Eşek) eserinden 1750 yıl kadar sonra Dönüşüm’ü konu edinen bir başka eser ortaya çıkmıştır. Hepimizin bildiği ve Dünya edebiyatını derinden sarsmış olan Franz Kafka’ya ait Die Verwandlung/Dönüşüm eseri. Böceğe dönüşen Gregor Samsa’nın hikâyesi. Sanayi Devrimi sonrası bireyi olan Franz Kafka’nın hikayesine ait ilk cümle ‘’Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu’’dur. Franz Kafka’nın dönüşümünde göze ilk çarpan detay da budur. Gregor Samsa uzunca bir süre içten içe yaşadığı dönüşümü fark edememiş ve bir sabah geçmişte nasıl biri olduğunu hatırlamıyormuşçasına bir böceğe dönüşerek uyanmıştır. Yazar da sanki çağının getirisini kanıksar bir şekilde eserine bu cümleyle başlar. Sonrası ise malum. Ailesinin Gregor’a olan davranışları günden güne değişmekte ve tüm ailesi ona karşı yabancılaşmaktadır. Bir süre sonra onu bir yük olarak görmeye başlayıp Gregor’un ölümünü bekler hale gelmişlerdir. Bu iki hikâyeye ‘18 asırlık insanlığın dönüşümü’nün hikâyesi olarak baktığımızda bireyin; endişe ve isteklerine çare ararken git gide yalnızlaştığını, doğayla ve diğer insanlarla olan iletişiminin kesildiğini görürüz. 1800 yıl önce; hayatın getirdiği problemleri veya arzuların karşılığını bir eşeğe dönüşerek yüklenmeyi tercih eden insan, 18 asır sonra görece önem düzeyi çok daha düşük, tavan arasına sıkışmış, önüne getirilen bir kap yemek ve suyu bekleyen pis bir böcek olmayı yeğlemiştir. Gregor’un hikâyesi tıkıldığı yatak odasından dışarı çıkıp kanalizasyona veya bir çöp birikintisine doğru yol alarak devam etmiyor. Odasında kalmayı yeğleyip, ailesinin ve arkadaşlarının kendisi hakkında neler düşündüklerini sorgulamaya başlayıp birinci dereceden akrabalarını da kötüleştirerek yabancılaştırıyor. Gregor yalnızdır, derisi sertleşmiş, vızıltı

çıkaran, iğrenilesi bir yaratıktır. Tıpkı modern Dünya’nın ‘sen’ demesine rağmen modern insanı bir kenara atıp yok sayması gibidir. İnsanlar, aradan geçen bunca sürede olaylar karşısında mukavemet gücünü yitirmiş ‘ben’ olma kavramını unutmuşlardır. Felsefe; bu iki ayrı ama insanlığa ait olan tek hikâyeye nokta koymaz, makro ve mikro sınırlar çizmez, felsefeye göre insanlığın zaten ‘yaşaması gereken’ olağan bir süreci olarak değerlendirebilir. Savaş, kapitalizm, ırkçılık gibi kötü kavramları kendi eliyle hazırlayan insan, aklın üretebileceği kötü kavramların zararlı taraflarını anlamak adına yalnızlaşıp, sertleşerek doğaya ve türdeşine yabancılaşmış olabilir. Bir diğerinde gördükleriyle tecrübe kazanması esas olan canlı türleri doğadan ve diğer türlerden uzaklaştıkça yalnızlaşarak ‘ben’ kavramını kaybeder ve aynı zamanda yalnızlaştıkça ‘ben’in doğaya türdeş ve türlere olan ihtiyacını anlama fırsatı bulur. Çoğul Tanrıların yüzyıllar boyunca Tek’e indirilmesi süreci benzer akıl yürütmeler ve toplumsal krizlere sahne olmuştur. İnsanlığa çok şeye mal olan bu arıtımın birey modelli izdüşümü ise benzer psikososyal krizlerde kendini göstermektedir. 21.yy’da Değişimin Fitili: Hassasiyetler ve Hareket Epikür’ün ve birçok din, mit, öğreti söylevlerinin ‘ıstıraplı yol sonrası mutluluk’ tanımına göre bu süreçle evrimsel yahut uhrevi nedenlerle tanışma fırsatı yakalamış olan insan; olası bütün nedenlerin merkezinde, onlarla tanışma gününü bekleyen dirayetli irade ve akıl sahibidir. Bir böcek olmayı göze alıp çatı katında yalnız bir şekilde ölümü bekleyen insan bunu göze alabilmiş ve diğerleriyle paylaşma cesaretini gösterebilmiştir. 21. yüzyılda Gregor’un ardılı olan bizler kölesi olduğumuzu söylediğimiz birçok araca karşı isyan hareketi başlatmış durumdayız. Her gün internet ortamında teknolojik araçlara ne kadar bağımlı olduğumuzdan, ilişkileri internet üzerinden sürdürüp aslında birbirimize ne kadar yabancılaştığımızdan sıkça bahsetmekteyiz. Bu hataları ayıklama ve doğaya dönmenin sancılı söylemleri arasında sokak hayvanları ve insani hassasiyetler gibi konularda pozitif anlamda ilerlemeler sağlanıyor. Bu sorunlar sıkça dile getirilip ortak çözümler aranıyor.

Kölesi olduğumuz araçlar insanın insanla yüz yüze olan iletişimini ayırdığı gibi benlik ve hassasiyetlerinin ne olduğunu diğerleriyle paylaşma fırsatını sunuyor. Ve iyiye odaklı insan ruhu sayesinde de olumlu adımlar atılıyor. Bizi birbirimize yabancılaştıran teknoloji aynı zamanda düşüncelerimizi diğer insanlarla daha kolay paylaşmamıza imkân veriyor. Teknolojiyi yaratmış olan insanlık bir yandan imkânlarından faydalanırken, öte yandan nesnel özelliğinin dışına çıkıp bir güç haline gelen araçlara hükmetmeyi öğreniyor. Bu durumumuz aklımızın, yaratım gücümüzün ve muhteşemliğimizin karmaşık bir ifadesini temsil ediyor. Elbette özgürlüğün yöntemi deneme yanılma üzerine kuruludur. Aksi takdirde bizim seçimlerimiz olmazlar. Olaylar içerisinde iyi ve kötü yan yana gider. Aslına buna yapılan ve yapılacak olanlar dersek daha doğru söylemiş oluruz çünkü neye ne anlam yüklediğimizi ancak gerçekleştirdikten sonra fark etme imkânı buluruz. 21. Yüzyıl insanın kendi aklıyla gerçekleştirdiği bütün olanaklarla tanışma yüzyılıdır. Yaşamsal ihtiyaçlara ulaşımın kolaylaştığı, kendimize, ailemize, dostlarımıza ve yaratılarımıza daha fazla vakit ayırabileceğimiz, en önemlisi istedikten sonra neler yapabileceğimizi kavrama fırsatını bulduğumuz bir yüzyıla girmiş bulunuyoruz. Aklın yüzyılı bizlere istediklerimizi elde edebilmemiz için yapmamız gerekenleri sıralayıp vakit geçirmeden harekete geçmemizi söylüyor. Dönüşüm her an her yerde mevcuttur. İster acı ister tatlı olsun bir sonraki adım muhakkak gelecektir. Ateşin üstünde beklemeyi seçip acı çektiğimiz her an, ateşten kurtulmak için ne kadar fazla istek duyabileceğimizi keşfettiğimiz andır aynı zamanda. Geriye sadece hangi yoldan gideceğimize karar vermek kalıyor. Üstelik bu konuda sonuna kadar özgürüz de. Her şeyin değiştiği dönüştüğü her an bizler de değişiyoruz. Yani yaşlanıyoruz. Kendimiz ve geleceğimiz değişip dönüşmek üzere bir adım önümüzde nasıl hareket edeceğimizi bekliyordur. Karar bizlerindir. Bu yüzden kırda ormanda kırbaçlanan bir eşek ve odasında tıkılı kalmayı tercih eden bir böcek olmaktan onur duyabiliriz. Çünkü zaman için her ikisi de tek bir insanlık hikâyesinin farklı parçalarıdır. Tüm çağdaşlarıma selamlar. 77


r繹portaj 78

Kas覺m - Aral覺k / 2014


Kendimizi yeni bir şeye bağlayabiliriz. Akışa güvenmeye, bolluk ve bereket bilincine… Yeni sinaps örüldüğünde, o yeni davranış zamanla otomatiğe bağlanır. 79


Düşünce Bir Motorsa Duygu Yakıttır Değişmek ya da aynı kalmak… Hayatın bir tekamül yolculuğu olduğuna kim karşı koyabilir? Birbirimizden farklı olduğumuz gerçeğinden daha çetin gerçek varsa, o da bizim de dünkü bizden farklı olduğumuz gerçeğidir.

sadece fiziksel bedenden ibaret değil. Klasik fizikte madde ve enerji birbirinden farklı formlar olarak kabul edilirken, kuantum fiziğinde atom altı parçacıkları incelenerek, aslında madde dediğimiz

Heraklitos “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” diyerek değişimin kaçınılmazlığını ve sürekliliğini nasıl bir çırpıda anlatıverdiyse Kuantum Koçu Nilda Ferhan Efeçınar da, düşünceler değişirse hayat da değişir diyerek, değişim kavramını farklı bir boyuta taşıyor.

her şeyin saf enerjiden ibaret olduğu tespit edildi. Evrendeki bütün sistemin zaten bir enerji, sıkıştırılmış yoğunlaştırılmış form enerji olduğu ortaya çıktı.

Son yılların popüler kavramı “düşünce gücünü”, kuantum temelinde incelemek istedik. Düşüncelerimiz nasıl gerçek oluyor? Hangi düşünceler kendini gerçekleştiriyor? Nilda Ferhan Efeçınar, “kendime yeni bir ben lazım” diyenlere, kuantum düşünce tekniklerini anlattı. Aktivist: Enerji, frekans, ışık… Sadece etten ve kemikten olmadığımızı idrak ediyoruz :) Kuantum Bilgisi ışığında insan nasıl bir varlık? Nilda Ferhan Efeçınar: İnsan

80

Kasım - Aralık / 2014

Aktivist: Bir araya gireyim… Klasik fizikle, kuantum fiziği arasında ne gibi farklar var? Nilda Ferhan Efeçınar: Klasik fizik ve kuantum arasındaki farklardan biri, klasik fizikçiler insan düşüncesinin evreni etkileyemediği yönünde birleşiyorlardı. Kuantum fiziğinde yapılan çalışmalar sonucunda insan düşüncesinin, kişile-

sadece hayal edin, senaryo yazmayın!

rinin bedenlerini, yaşamlarını ve evreni etkileyen en güçlü enerji formu olduğu tespit edildi. Dolayısıyla düşünce de bir enerjidir ve en güçlü enerji formudur. Diğer ayırım klasik fizikte insan doğar, yaşar ve ölür denirdi; tek bir plan vardır düşünce sistemi hâkimdi, kuantum fizikçileri ise bizlerin birden fazla olasılığı olduğunu ortaya çıkardılar. Biz pek çok olasılıktan birini var ediyoruz bu hayatta. Aslında gerçekleşebilecek farklı olasılıklarımız da var Aktivist: Kuantum’a göre insana gelirsek tekrar, kuantuma göre insan nasıl bir varlık? Nilda Ferhan Efeçınar: İnsan bedeni yoğunlaşmış enerji formdur. Atom altı parçacıklar halindedir ve titreşmektedir. Kuranda bile “siz yüce dağlara baktığınız-


da onları duruyor mu zannedersiniz?” der. Çünkü onlar da kuantum zerrelerinden ibarettir ve titreşmektedir. Bizim göz algımız onların titreşimini almaz. Biz sınırlı bir şekilde görüyor sınırlı bir şekilde görüyoruz. Algılarımız sınırlı. Bizim duyduğumuz frekanslar dışında karıncaların, köpeklerin, duyduğu farklı frekanslar var, bizim gördüklerimiz dışında farklı frekanslar var. Biz bu beden içinde aslında bir sınırlılık durumundayız. Amaçlanan da zaten bu sınırlılığı aşmak. İnsan çünkü öylesine güçlü bir varlık ki görünenin arkasında durumları algılayabilir zira sezgisel olarak pek çok şeyi duyabiliyoruz. Sadece frekanslar ve atom altı parçacıklar var. Bu bilgiyle düşündüğümüzde, bir şeye dokunduğumuzda bile aslında dokunmuyoruz. Elim elime değdiğinde hissettiğim sadece dokunma hissidir ancak iki elimin tamamen birbirine değmesi mümkün değildir çünkü elektronları karşılıklı olarak birbirini iter. Bizim beynimiz bir dekoder olarak görüntüleri, sesleri, şekillere formlara çeviriyor; insanoğlunun dünyadaki ortak diline çeviriyor. Böyle bir kuantum sahası içindeyiz. Aktivist: Düşünce gücü diye bir kavram var artık, düşünceler nasıl gerçeğe dönüşüyor? Nilda Ferhan Efeçınar: Bu konuyu aydınlatan bir çalışmada ışık inceleniyor… Klasik fizikte, ışığın doğrusal hareket ettiği söyleniyor. Kuantum fiziğinde ise ışık, parçacık halindedir, bir görünür bir görünmez; kesik kesik ilerler. Quanta dediğimiz bu parçacıklar yüksüz enerji formudur… Yüksüz enerji formu maddeyi de değiştirebilir, madde olmayanı da maddeye dönüştürür. Düşünce de aynı fotonlar gibi quantalar halinde parçacık, dalgacık şeklinde yayılır. Işıkla aynı şekilde yayılan bir yayın var beynimizde. Dışarıya quantasal olarak yayın yapıyor. Her yayında yer alan quantalar bir dönüşüme yol açıyor. Dolayısıyla biz düşüncelerimizle

oluşu etkiler konuma geliyoruz. Çünkü kütleli ve kütlesiz olan her şeyi değiştirebilecek bir güç zihinden çıkıyor. Aktivist: Hangi düşünceler gerçek oluyor? Nilda Ferhan Efeçınar: İçinde duygu barındıran düşünce gerçekleştirir. Duygu kimyasını harekete geçiren düşünce... Bir sürü şey düşünürüz, çoğu bir şey oldurtmaz; gelir geçerler. Arabanın yakıtı olduğunda araba gidiyorsa düşüncenin yakıtı da duygudur. Düşünceyi duygu güçlendirerek etkili hale getirir. Durum böyle olunca, insanların başına en çok korktukları şey geliyor. Coşku ve arzu duygusu taşıdıkları düşünceleri gerçek olduruyor. Şu anda geleceğimizi inşa ediyoruz. Daha evvelki düşüncelerimizle de bugünü inşa etmiştik. Aktivist: Düşüncenin yakıtı olan duygulardan en güçlüleri hangileri? Nilda Ferhan Efeçınar: En güçlüsü ve en olumsuzu korku… İkincisi ise bazıları sevgi diyor ama benim için bu “coşku” frekansı. Bir şeyi büyük bir coşku ile istemek… Kederin karşılığı ümittir. Korku ve coşku aynı frekanstadır. Amaç olumsuz duygu durumundan olumlu duygu durumuna geçmek, olumsuz düşünce sisteminden olumlu düşünce sistemine geçmek. Bunu yaptığımızda kişi önce inanmıyor. Örneğin bir kadın, evlenebileceğine inanmıyor ve inanmadığı için de evlenmiyor. Bizim çalışmamızda amaç ona inandırmak. Bilincin inanması önemli değil, bilinç zaten inanmayı seçiyor ama bilinçaltı inanmıyor. Biz de bunun için kuantum frekansları kullanıyoruz. Neye inanırsak ona yaşıyoruz. Tercihlerimizi buna göre yapıyoruz ve tercihlerimizi inanç sistemimiz belirliyor. Birçok olasılığa rağmen; tezahür eden seçtiğimiz bir şey üzerinde oluyor. Yaşadığımıza bakarsak inancımızı görürüz. O zaman, o inanç değiştiğinde yaşamımız da değişecektir.

sarlık, umutsuzluk… Bu türlü ruh hallerine girdiğimizde bunu değiştirmek mümkün mü? Nilda Ferhan Efeçınar: Bir ara geçişe ihtiyaç vardır. Şükür korkuyu keser. Oluşa giden endişeyi şükür keser. Biz burada sistemli olarak çalışarak, danışanlar için yeni bir inanç sistemi oluşturuyoruz. Şükür olumsuz enerjiyi keser. O endişe hemen inecektir. “Yaşadığım her ana, yaşadığım her nefese, sahip olduklarıma, aklıma, kalbime….. şükrediyorum” demeliyiz. İnsanlardan şükredilecek şeyleri listelemelerini istediğimde 19’u 20’yi ancak buluyorlar. Daha 50’ye kadar sayanı görmedim. Tedbir bile tehlikelidir. Sen güvensizlik enerjisi verdikçe, o olay başına gelecektir. Yaratmamak lazım. Ben söylediğim her kelimeye dikkat ederim. Hiçbir zaman “zor” demem, “kolay değil” derim. Çünkü her kelimenin bir sinaptik düğmesi var beyinde, zor dediğiniz an zora basıyor. Kolay değil deyince, getiriyor kolayın düğmesine basıyor. Hiçbir şekilde olumsuz ifadenin hayatına girmesine izin vermeyin. Borçlarımı ödemek… Hayır, borca enerji veriyorsun, birikim yapmak istiyorum diyeceğiz oysa. Aktivist: Bilinçaltımız adı üstünde, bilinemeyen bir şey… Nasıl besleyeceğiz onu.

Aktivist: Evham, kaygı, karam81


Nilda Ferhan Efeçınar: Nerde bu bilinçaltı diye düşünelim. Kalbim, beynim, böbreğim hepsinin bir yeri var peki bilinçaltım nerede? Genel bir tabir, beynimizin %10’u bilinçli, %90’ı bilinçaltıdır. Şurada diyemediğimiz bir şey için, bunu nasıl bilebiliyoruz? NLP çalışmaları 1968 sonrasında başladı ve grup çalışmaları yapıldı. Yapılan çalışmalardan çıkan bir sonuç var. İnsan gün içinde 10 eylem yapıyorsa bunun en fazla bir tanesini bilinçli olarak yapıyor. Gerisinde otomatik pilot devrede gibidir. Sabah giyindim, kahvaltımı ettim, arabama bindim, her gün geldiğim yolda ilerliyorum. Hepsi bilinç dışı hareketler. Ancak o yolda bir kaza varsa, yolumu değiştirmem gerektiyse artık bilinç devreye girer. Ve bilinçli tüm seçimler insanı rahatsız eder. Çünkü kontrol gerekir. Bir şey alışkanlık haline döndükten sonra o bir inanç sistemi haline gelir. İlk araba kullandığımız halimizle şimdiki halimizi düşünelim. Aynı nöronlar kullanılıyor oysa. Alışmak ve inanç… Bilinçaltı telkinlerle insana yeni alışkanlıklar kazandırılabilir.

kalıyor ve atıllaşıyor. Onun yenine yeni inşa ettiğimiz duygu ve düşünce sistemi işlemeye başlıyor. Sonra 3 aylık bir süreç başlıyor ki biz ona hasat zamanı diyoruz.

Aktivist: Bu nasıl mümkün olabiliyor?

Nilda Ferhan Efeçınar: Ben bunlara görüntülü dua diyorum :) Neyi inşa edeceğini zihne göstermemiz gerekiyor. Ona bir görüntü vermek zorundayız. Nasıl bir ev, nasıl iş, nasıl bir eş? Canlandırma elbette başlangıçta kolay olmayabilir. Çünkü sadece 3 nöronla işe başlanıyor. Bunlar yavaş yavaş arttıkça canlandırma da netleşiyor. Biz zihnimizi, canlandırdığımız şeye fokuslayarak ona yoğun bir enerjinin gitmesini sağlıyoruz. İnsanların hayatında isteklerinin olmamasının en büyük sebebi ona gidecek, o isteğe gidecek yola karışıyor olmaları. Çünkü oluşa giden bir sürü olasılık var. Kişi ev almak istiyor ve hemen senaryo yazıyor; arsayı satarım, kredi alırım, borç alırım… Sizin bulunduğunuz anın gelecek versiyonlarında o evin oluşması için onbeş yirmi olasılık var belki, yolu kestiniz. Plan ve hedef farklı şeylerdir. Bu tür konularda hedef konulmalı ama plan yapılmama-

Nilda Ferhan Efeçınar: Bizim her gün doğan sinir hücrelerimiz var. Nöronlar, sinir hücreleri ve bilgi kaydediciler. Yeni bir bilgi girdiğinde nöronlar bu bilgiyi birbirleriyle paylaşıyorlar. Bilgi tekrar ettikçe, nöronlar arasında kurulan bağ kalınlaşıyor. Geçmişte hep aynı korkuyu, endişeyi, kaygıyı yaşayarak, parasızlıktan korkarak yaşadıysanız, nöronlarınız aynı bilgileri geçire geçire bunlar için bir kayıt hattı oluşturuyor. Ve zamanla daha da büyüyor, öyle ki koca bir otobana dönüşüyor. Bugün yeni bir düşünce, bilgi her gün tekrarlandığında 21 gün sonra yeni hücre bölünmesine sebep oluyor. 2’ye altıya, dokuza bölünüyorlar. Sonra 3 ayda yeni bir bağlantı kurulmaya başlanıyor. Eski inanç sistemi aynı oranda küçülüyor, yer değiştiriyor. 6 ay sonra eski inanç sistemi küçücük 82

Kasım - Aralık / 2014

Her şey değişir. Nörolojik bir sisteme göre inanç sistemi oluşur. Örneğin uzun süredir sehpanın üzerinde duran bir kitabı bugün kütüphaneye koysam, ardından gelen birkaç gün boyunca bu kitabı her almak istediğimde önce sehpaya yönelirim sonra aklıma gelir, kütüphaneye giderim. Ancak 6 ay sonra direkt kütüphaneye gidebilirim. Bu yeni bir eve taşındığınızda hala elektrik düğmelerini yanlış yerde aramak gibidir. Öfke bağımlısı ya da karamsar düşünce yapısı olan bir insan için de sistem aynı şekilde işliyor. Bağımlılıklarımız sinaptik örgü ile ortaya çıkar. Kendimizi yeni bir şeye bağlayabiliriz. Akışa güvenmeye, bolluk ve bereket bilincine… Yeni sinaps ördüğünde, o yeni davranış zamanla otomatiğe bağlanır. Aktivist: Yaratıcı imgeleme, somutlama gibi çalışmalar var, bunlar ne ifade etmeli?

lıdır, başka ihtimallerin yolunu kesebilirsiniz. Hedefim bu de ama buna giden yola karışmamak gerekiyor. Aktivist: Olumlama nedir? Nilda Ferhan Efeçınar: Olumlamalar da yeni bir inanç yaratmaya yarayan bir yöntemdir. Dua da olabilir bu, olumlama da. Şöyle bir problem var. Beta frekansı devredeyken, yani biz bilinç seviyesindeyken, günlük hayatın içindeyken, ego devredeyken; olumlama içeri girip etki etmez. Egonun devrede olmadığı sabah ilk uyandığımız anlarda ve gece uyumak üzereyken, beyin beta frakansında olduğunda olumlamalar işe arar. Gün içinde de uyku ve uyanıklık halinde olduğumuz anlarda bu yine mümkündür. Kıstas şu, zihin uyku ve uyanıklık halindeyken olumlama yapılır. Uyanık zihinle olumlama yaptığınızda ego “hadi canım sen de!” der :) Bu yüzden yapılacak zaman çok önemli. Aktivist: Esmaların bu bilgilerle nasıl harmanlandığını merak ediyorum. Çok da kitap çıktı bu ara Esmalarla ilgili ve bir yandan da çok hassas bir konu sonuçta dini inançlarımız üzerinden işliyor. Nasıl birleştirdiniz? Nilda Ferhan Efeçınar: Allah insanları halife olarak yarattı. Ha-


Her Kelimenin Bir Sinaptik Düğmesi Var

life verilen güç ve yetkiyle onun adına hareket etmek demektir. Allah insanlara kendi ruhunu üfleyerek, bize sıfatlarından verdi. Dünya formatında bizim için gerekli olanları verdi. Bunlar bizim beynimizde. Bir yazılım olarak düşünün her birimizde bir kod halinde duruyor. Doğduğumuz anda beyindeki bu kodlar devreye giriyor. Biz doğduğumuz anda, astrolojik haritamızla, genel şualarla beyindeki kodlar devreye giriyor. Hiç kimsenin yıldız haritası, bu dünya üzerindeki diğer insanlarla birebir aynı değildir. Niye olamaz, aynı salisede aynı yerde doğması gerekir, ikiz desek arada zaman farkı var, aynı anda yan yana doğum yapan bir kadın desek rahim farkı var. Herkes özgün olarak doğar. O anda, var olan enerji bizdeki kodları da harekete geçiriyor. Bu yüzden bu 99 esmadan bazıları o anda harekete geçebiliyor ve bazıları geçmiyor bu da bizim fıtratımızı oluşturuyor. Doğduğumuz anda. Tekrarlanan esma, ait olduğu enerjiyi bize getirir. Ya Fettah diye diye o şuayı kendimi çekebilir, kodu doldurabilirim. Öfkeli biriysem Ya Halim esmasını doğru saatte çekerek yani tekrar ederek daha sakin bir insan olmayı sağlayabilirim. Bütün bu yaptıklarım bir enerji yayıyor. Bu sefer esmalardan aldığım gücü etrafa yayarak yeni bir hayat inşa ediyorum. Sonuçta

bu arzın bir işleyiş yasası var, biz insanların da böyledir. Nilda Ferhan Efeçınar’dan Kuantum Sıçraması için Öneriler § İstemek: İstek yani niyet, oluşumu başlatır. § İsteği Detaylandırmak: Evrene vereceğiniz siparişi detaylandırın. Üniversiteye girmek istiyorum yerine “Tıp Fakültesi’ne girmek istiyorum” deyin. § Karar Vermek: İsteğinizi, karar vermenin gücüyle pekiştirin. Karar verin, kararlılık gösterin. Enerjinin dağılmasına izin vermeyin. § Olabilirliğine İnanmak: Bilinçaltını hep kazanır. Bir şey istiyorsanız ama olabilirliğine tam olarak inanmıyorsanız; şu sihirli sözleri içselleştirin: “Biri bir şeyi yapabiliyorsa, sen de yapabilirsin.” § Hak Ettiğine İnanmak: İnsanların çoğu istedikleri şeyleri hak ettiklerine inanmaz. Bilinçaltınızdaki olumsuz kayıtların size hissettirdiği “hak etmiyorum” inancından vazgeçin. § Eyleme Geçmek: İsteklerinizi gerçekleştirmek konusunda harekete geçin, basamağa adımınızı adın ve hedeften gözünüzü ayırmayın. § Bilgi Sahibi Olmak: Yaşamınıza çekmek isteğiniz konuya dair detaylı bilginiz olsun.

§ İmgeleme Gücünü Kullanmak: Zihnin en önemli yeteneklerinden biri olan imgelemek, kuantum sahasındaki birçok olasılıktan birine can vermektir. § Olmuş gibi konuşmak, Davranmak: Bu egzersiz, imgelemenin fiziksel yansımasıdır. Hayaliniz gerçekleşseydi nasıl olacaktıysanız, öyle davranmaya başlayın. § Olumsuz İnanç Sistemlerini Değiştirmek: Korkular ve olumsuz inançlar, zihin tarlanızın ayrık otlarıdır. Ancak onları temizlerseniz, zihninizden verim alabilirsiniz. § Kendinizi Takdir Edin: Siz kendinizi takdir etmeye başladığınızda dışardan da takdir görmeye başlarsınız. § Önceden Teşekkür Edin: Tüm enerjilerin abrakadabrası teşekkür etmektir. Sahip olduklarınız kadar, sahip olacaklarınız için de önceden teşekkür edin.

KUANTUM KOÇLUK MERKEZİ Kalamış Fener Cad. No:88 K:2 D:7 Çintav Apt. Fenerbahçe-İSTANBUL

kuantum@nildaferhanefecinar.com 0 216 405 19 89-90 | 0 506 467 23 46

83


güncel Elif

ar Bay

ü g v ö a ğ ı l k a l n ay a l ı p a y e r e l biz ! r ü d ü g v ö s r i b k ü büy

Belki duymuş belki okumuş olan vardır, Bertrand Russel diye bir adam bir zamanlar bir kitap yazmış: Aylaklığa Övgü. Kitap daha ilk on sayfasından ne büyük bir fiyasko olduğunu gösteriyor. Russel kitabın henüz başlarında insanların aslında dört saat çalışarak gayet rahat yaşayabileceğini söylüyor. Bu noktadan sonra kitabı okumak anlamsızdır ve kitap acilen elden bırakılmalıdır. 84

Kasım - Aralık / 2014

Az tüketmekle hem dünyanın daha yaşanılabilir olacağını hem çalışmanın aslında erdem olmadığını hem de az çalışarak çok daha mutlu olacağımızı da utanmadan yazmış Russel. Bu nasıl bir aymazlık! O upuzun çalışma saatlerimiz sonrasında bize kalan birkaç ufak saatte, beyin kıvrımlarımızdan elimizde kalan son zerreleri de acılar ya da entrikalar içinde yüzen dizilere vermekten

boş zaman kavramını da yitirdik. Televizyonda “ah öyle bir yalım olsa, öyle zengin olsam, o kadar yakışıklı kocam olsa,


öyle kızlar benimle de ilgilense” demezsek ne yaparız? Mutsuzluktan ölürüz be Bertrand! Sen mutlu olmak demişsin ama bizi hiç anlamamışsın. Hem o kadar boş zamanımız olsa acı, entrika ve ihanet yumağı ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız? Ya daha çok dizi çekilecek ki bu durum oyuncuların daha çok çalışması anlamına geliyor ya da o boşluğu dolduramayan büyük bir insan kitlesi, hayatında ilk defa kendisiyle yüzleşecek ve girdiği depresyon sonunda ülkedeki intihar vakaları kuzey ülkelerinin oranlarını aşıp fezaya ulaşacak. Alternatif olarak yapılacaklar kısıtlı. Belki akıllı telefondan şeker kırmalı oyunlar oynayabiliriz ya da “Allah’ım ne kadar da tatlıyım” temalı fotoğraflarımıza bakarak narsizmin ata sporumuz olma çabalarına katkıda bulunabiliriz. Sosyal medyayı fotoğraflarımız ve tatlı su aktivistliklerimiz ile bir süre meşgul etsek de zihinlerimizin böyle bir boşluğa uzun süre dayanacağımızı sanmıyorum. Sanırım sonuç toplu cinnet olur. Ne de olsa uzun zamandır beynimizi kendimize gerçekten iyi gelecek bir şeyler yapmıyoruz. Tek bildiğimiz ruhsal açlığımızı doyurmak için daha fazla tüketmek. Halk geleneğinden gelen sanatlarımızın hepsi ölmüşken, sanat bizim için internetten indirdiğimiz filmlerden ibaretken, gezmekten tek anladığımız “dur şurada da fotoğraf çektireyim de internete koyarım” olduğundan alternatifler pek de iç açıcı görünmüyor. Zaten dünya kaynaklarının tükenmemesi üretimin fazla olmamasına bağlı lafına yabancıyız. Bir kere bizim kaynaklarımız tükenmiyor. Kaynak meselesine gelecek olursak her yerde HES var, bu kadar baraj su olmadan yapılabilir mi? Havaya mı yapılıyor sanki bu kadar baraj? Su kaynaklarımız “ohooo sürüsüne bereket!” kadar çok. E oksijen üreten toplu konutlar da bütün orman arazilerine yapılıyor ve

temiz havamız garantiye alınıyor. Hem ormanlar gibi bir sürü haşeratın yaşamadığı tertemiz mis gibi konutlar bunlar. E havamız da var. Yiyecek desen gırla: balıklar ağır metal katkılı, tarım arazilerine yapılan binaların dış duvarlarında yiyecek yetişiyor. Zaten hepimize yetecek kadar alışveriş merkezleri ve ultra hiper süper marketler de var. Her yerler yiyecek dolu. Tavuklarımız bile o kadar çok ki fazla büyümesinler de iyice artmasınlar diye 40 günlükken kesiyoruz. Demek ki neymiş Bertrand, bizim kaynak sorunumuz yokmuş. Zaten Evliya Çelebi zamanında Anadolu hep ormanmış. Ülkemiz de üç tarafı denizlerle çevrili bir cennet parçası: İklimi güzel, toprağı temiz, suyu ise ohooo sürüsüne bereket. Böyle ülkede kaynak sıkıntısı mı olur? Ama dünya dersen onu bilemeyiz, dünyanın ne olduğu konusu henüz düşünme sınırlarımızın içine girmiyor. Malum çok çalışıyoruz ya kafamızı böyle şeylerle meşgul edemeyiz. Üretim fazlası olmazsa tüketim fazlası da olmaz fikri ise bana göre vahşettir. 30’lu yaşlarındaki akranlarımın çoğu biyolojik ritmini bile uzun çalışma saatlerine göre ayarlamışken, günün çoğunu işyerinde kalan zamanın bir kısmını evde çalışarak geçirirken kazandığı onca parayı harcamasın da ölsün mü benim akranlarım? Onca para demişken onca para kazanamayan arkadaşlarım da daha çok çalışarak onca parayı kazanacakları günü hayal ederken daha çok çalışmasın mı? Kazananlar hiç ihtiyacı olmayan şeyler almasın mı? Çalışırken kaçırdığı gençliğinin en azından dış kabuğunu, emekli olunca yaşayacağı harika geleceğe saklamak için kişisel bakım ürünleri sektörüne düzenli para vermesin mi? Ya da o kadar tempo arasında evlenmeye karar verdiğinde muazzam görmemişlikleri ile nikâhı düğünü balayı derken dünyanın parasını saçmasın mı? Haya-

tında tek amacı işinden kalan zamanında oraya gittim bunu yaptım demek olan insanlar tüketmezlerse, “eşek” gibi çalıştıktan sonra daha çok çalışmak için borca girmezse ne yapacak? Karşımıza hangi kimlikle çıkacak? Öyle az çalışalım, dört saat çalışırsak herkesin temel ihtiyaçları karşılanır daha fazla üretmezsek tüketmeyiz laflarıyla olmuyor sevgili Bertrand! Bizde işler öyle yürümüyor. Bizde işler alınan uzun vadeli kredilerle, havalı olmak adına çocukların gönderildiği özel okullarla, biz daha çok tüketelim diye giderek daha fakir şartlarda yaşayan ve daha zor şartlarda çalışan işçilerle, bu işçilerin ölümüyle, tertemiz denizlere koylara girmek için kim bilir kimin akrabası olan insanlara para vermekle, millet aman ne havalı desin diye gidilen “trend” mekanlarla, giymediğimiz kıyafetlerle ve ayakkabılarla, benzin alacak paramız olmadan alıp ara ara kullandığımız ve insanların yürüme ihtimali olan her yere park ettiğimiz arabalarla, bir aylık maaş kadar bile olamayan ama her an her şey için kullandığımız akıllı telefonlarla ve daha sayılamayacak pek çok el emeği göz nuru görgüsüzlükle devam ediyor. Siz siz olun elinize bu kitap geçerse almayın. Şöyle bir bakın sonra “aman ne saçmaymış” deyin atın gitsin. Bir diziyi ya da herkesin dışarıdan hanımefendi içeriden tam bir cazgır olduğu programları açın, boş zamanınızı değerlendirin. Beyninizi bütün gün çok önemli işlerinizde yorduğunuz; alacaklarınız, almak istedikleriniz ve alamayacaklarınızı düşündüğünüz ve öncekilerden pek de farkı olmayan bir günü bu şekilde geçirdikten sonra bu kadar gereksiz kelam okumayın, kapatın beyni ertesi güne hazırlanın. Neymiş efendim, Aylaklığa Övgü’ymüş. Yok artık daha neler! 85


azıcık

yaşam

samimiyet

TAR m ON mail.co Y t i g m @ Ü ar yont umit

Gölgesi olan patlıcanı bile yemeyen çok değerli okurlarım, Malum, patlıcan adını verdiğimiz zerzevat ülkemiz için her türlü mevzunun ana konusu olabilecek kadar mühimdir. Hiçbir vitamini olmadığı, nikotin içerdiği mitlerine sahip, enflasyon oranları açıklandığında zam şampiyonu olan bu güzide sebzemizin gölgesi zaten yok. Onun için afiyetle kah közleyip salatalarda, kah kızartıp karnıyarık gibi müthiş lezzetlerle sofranızda tüketebilirsiniz. Ağaçtan kendiliğinden düşmeden bir sebze veya meyveyi yemeyen siz okurlarım, kurban bayramının doğal bir sonucu olan etle patlıcanı aynı tencereye koyabildiniz mi bilmem ama ben koydum. Hoş, bu aralar ülkemizin boğuştuğu sorunlar farklı farklı olduğundan, kurban bayramında yaşanacak kesim işlemlerine karşı “katliam” protestoları da tüm hızlıyla bitmişken, bir protesto da ben başlatayım. 4 gün boyunca süren ve ilk gününde irili ufaklı başlara sahip hayvanların kesildiği bu bayram dışında; hem ülkemizde hem dünyanın dört bir yanında 7/24 çalışan et üretim tesislerinin olduğunu hatırlatmak bana düşmez belki, ne de olsa bilinç seviyeleri Buda seviyesinde olan hayvan severlerimiz bu konuya her daim dikkat çekici vatandaş rolünü kapmış durumda. Sosyal medyada revaçta olan; et üretim tesislerinde şişirilmiş tavukların, ineklerin, domuzların, hindilerin nasıl kesilip biçildiklerini görsel olarak anlatan videoyu fenalaşa fenalaşa çoğumuz izlemiştir. Ama hiç düşündünüz mü acaba, balıkların günahı ne? Onların canı yok mu? Tutulma işleminden sofraya gelişine kadar sürekli acı çeken bir hayvandan bahsediyoruz burada, lütfen dikkatinizi buraya alalım. Oltanın ucuna ağzını kaptıran, minnacık kovada beş parmak suyun içinde oradan oraya çır86

Kasım - Aralık / 2014

pınan bu hayvanların ölüm şekli -canlı canlı yenenleri tenzih edersek-boğulmak olarak vuku buluyor. Baya baya boğuluyor hayvanlar, her gün binlercesi farklı şekilde... Acaba gölgesi olmadığından mı ses çıkarılmıyor? Peki; tropik iklimlerde yaşaması gereken ama “cici kuş” dedirtebilmek için günlerimizi harcayıp kafeslere tıktığımız muhabbet kuşlarının, keyfimizin yettiği zaman günde iki kere sokağa çıkarıp “o benim evladım” dediğimiz –kimse evladının bokunu sokak ortasında bırakmaz- 2 oda bir salon evlerde yaşamak zorunda kalan köpeklerin, şirinlik kontenjanından hayatımıza giren kısırlaştırıp dürtülerini öldürdüğümüz kedilerin canı yok mu? Bir kilo ucuz mama alıp kaldırım taşlarına ve yerlere döküp gitmekle maalesef hayvan sever olunmuyor canım okurum. Hiçbir zaman bir İsviçre olamayacağız belki ama yavru bir köpeği evcil bir hayvan olarak edinebilmek için yavrunun annesiyle 56 gün geçirmesi gerektiğini bilirseniz, hayvanların da sosyal bir canlı olduğunu özümseyip, protestolarınızı hayvanların kendi türleriyle olan etkileşiminin sağlanması eksenine de çekebilirsiniz. Çok didaktik ve eleştiri oklarıyla dolu bir yazımızın sonuna gelirken; ben de şaşkınlıkla bir protesto öyküsünün, tarafımdan protesto edilişini izliyorum ey sevgili okur. Gölgesi olmayan her şeyi yemeye kalkma lütfen, nitekim dünyamızın şekli şemalinden ötürü bazı günler belirli saatlerde –bulutlu günleri de unutma!- kendi gölgen bile olmayabiliyor.


Dergimizin yeni sayısı için mutfağa dönüşü kolaylaştıracak bilgiler için hummalı bir çalışma içine girmiştik ki, elimize Pakize Açıkel’in 17 Bölmeli Mutfak adlı kitabı geçti. Kitap verdiği pratik bilgiler, püf noktaları ve tariflerle tam da aradığımız kaynaktı. Hal böyle olunca dedik ki, işi uzmanına bırakalım. Pakize Açıkel imzalı 17 Bölmeli Mutfak adlı kitaptan sizin için seçtik, şimdiden ellerinize sağlık!

- Piyaz yaparken fasulyenin kabuklarının soyulmasını ve fasulyelerin dağılmasını önlemek için, haşlama suyuna limon sıkabilirsiniz. Ayrıca haşladıktan sonra, fasulyeleri aynı tencere içinde, pişme suyunda soğumaya bırakırsanız, fasulyeleriniz bütün halde kalacaktır. - Soğan ve sarımsak soyarken ellerinize bulaşan kokuyu engellemek için, bu

sebzeleri doğramadan önce ellerinizi sirkeli suyla silebilirsiniz.

Rika Kitap tarafından yayın hayatına giren ve doğal, sağlıklı, ekonomik ve pratik tariflerden oluşan Meltem’in 17 Bölmeli Mutfağı; İkbal Gürpınar, Dr. Ümit Aktaş; Esat Özata, Prof. Dr. İnci Erdem ve Lokman Ayva’nın katkıları ile hazırlandı.

Her Mutfağa Lazım Mutlu Öneriler - Şekerlenen reçeli yeniden eski haline getirebilirsiniz. Bunun için reçeli kavanozuyla birlikte tencerenin içinde kaynattığınız suyun içine koyun. Suyun yüksekliğinin, kavanoz kapağını geçmemesine dikkat edin. - Nohut ve kuru fasulyeyi geceden ıslatmadığınız hallerde, hızla pişirilecek yemekler arasında görmeyebilirsiniz. Ancak nohut ya da kuru fasulyeyi bir saat boyunca kaynar suda bekletebilirseniz, bu beklemenin malzemenizi haşlanacak kıvama getirecektir. - Maydanoz, dereotu ve nane gibi narin yeşilliklerin bozulmaması için, onları yıkadıktan sonra tabanına kâğıt havlu koyduğunuz kavanozlarda buzdolabında saklayabilirsiniz. - Daha yumuşak olması için, etleri zeytinyağı ve sirke ile ovduktan sonra iki saat boyunca buzdolabında bekleterek pişirebilirsiniz.

87

advertorial

17 Bölmeli Mutfak ile mutfağa dönüş hızlı olacak


tarih inde n 襤癟 a m a un m el Z Evv e Ceyh gmail.co d @ n n a u H ceyh e hand

88

Kas覺m - Aral覺k / 2014


Resim: Fausto Zonaro

89


Fetihler, Fatihler Ve İnsanlar Yaşam sürekli bir değişim, bir dönüşüm. Üzerinde yaşadığımız gezegende ilk hayat belirtisi başladığı andan bu yana ve sonrasına, her an her saniye nesiller boyu durmadan, yorulmadan, şaşmadan devam eden ve edecek olan bir büyük devinim. İlk insandan beri gelip geçen her neslin yeni bir şeyler icat ettiği, yaşamını idame ettirebilmek için keşifler yaparak aktığı bir büyük nehir. İnsan ırkı doğanın ve zamanın ve büyük kozmosun yarattığı bu oluşumu anlamak, anlamlandırmak ve ona ayak uydurmak için yapılması gereken ne ise, asır be asır daha da ileriye giderek, içinde yaşadıkları medeniyetleri daha da ileriye götürerek yaptı: Kâinatı paylaştığı tüm diğer canlılar

90

Kasım - Aralık / 2014

gibi yaşadığı coğrafyaya uyum sağladı, fizik yapısına göre gelişim gösterdi ve bu esnada kendi kültürünü, toplumunu, geleneklerini, adetlerini, dinlerini, inanışlarını biçimlendirdi. Bu oluşum 75 bin yılı aşkın bir zaman aldı, fakat insan, istisnaları tabii ki hariç tutarak söylüyorum, tüm bu zaman zarfında olup bitenden ve aslında yapması ya da olması gerekenden hiçbir şey anlamadı. Kızılderililer, bazı ilkel kavimler gibi, medeniyetin girmediği topluluklar gibileri hariç biz anlamadık. Bugün geldiğimiz noktadan durup dünyaya baktığımızda, bazı toplumlar refah içinde yaşarken bazı coğrafyalarda hala din adına dökülen kanlar bunu açıkça resmediyor. Güçlü ve sayıca çok olanın, her seferinde adını değiştirip ama illaki bir bahane bula-

rak ( din, mezhep, ırk, para, toprak vs. ) zayıf ve azınlıkta olanı ezmesi, sömürmesi, yok etmesi, kullanması üzerine dönen bir kocaman yuvarlağın içinde yuvarlanıp gittiğimiz gerçeğini Cern’de yapılan araştırmalar ve sonuçları değiştirmiyor ne yazık ki. İnsan, oturduğu kendine göre büyük, oda, ev, apartman, okul, parlamento, köy, ilçe, şehir, memleket, ülke, anakara neyse ne ama aslında küçük, bu yerler içinde sahip olduğu unvan, mevki, sıfat, vesaire gibi ayrıntıların arasından bir türlü sıyrılamıyor. Kendi küçük hücresindeki rutin görevlerini yaparken, bir türlü o içinde bulunduğu konumdan kendini çıkartıp bütünü, aslı, büyük fotoğrafı, gerçeği göremiyor. Şimdi söz buraya gelmişken, konudan uzaklaştığımı düşünenler olabilir. Ama şu


son zamanlarda bilhassa ülkemizde ve yakın coğrafyalarda olup biten karmaşa bana yüzyıllardır biz ne yapıyoruz, hala ve yine mi aynı yalan hikâyeler, diye düşündürdü. Budur sebebi var oluşumuzun ta en başına dönmemin. Yoksa konumuz tabii ki yine İstanbul tarihçesi. Konstantinopolis namlı bu şahane güzellikteki şehri elimden geldiği, dilimin döndüğü, okuduğum dokümanlar çerçevesinde başlangıcından bugüne anlatıyorum malumunuz. İşte biraz da bu yüzden fetih sonrası İstanbul’un sosyal yaşamını anlatacağım bu yazıda; Yeni bir imparatorluk, mikro model bir medeniyet kurulurken eskisine olanlar bitenler. Fetihten sonra her ne kadar o güne dek pek benzerine rastlanmamış bir uygulama ile Fatih Sultan Mehmet şehirde yaşayan halka bazı toleranslar tanımışsa da tabii ki bu kendi dininden ve ırkından olanlara tanıdıklarından çok farklı olmuş.

Müsaadenizle anlatalım. İstanbul’un Kaderi; Fethedilmek… İstanbul, Eski Yunan’da Byzantion isimli bir koloni kentinden, İS 330 yılında Roma İmparatorluğuna başkent olmuş. 365’ de bu imparatorluğun ikiye bölünmesiyle de Doğu Roma’nın başkenti ve tarihte Bizans adıyla anılacak uygarlığın da merkezi haline gelmiş. Bizans dönemindeki dünya başkenti olma sıfatını, 1204’teki Latin İstilasıyla yerle bir olunca kaybetmiş. Yani insan ırkının eline geçen her şehir her toprak her yerleşim gibi o da bu dinmilliyet- toprak- bayrak kavgalarından ziyadesiyle payını almış. Fetih kısmını yazmayacağım. Şehir günlerce kuşatılıp en nihayetinde alınıyor işte. O dönemde sosyal medya filan olsaydı fethetmek isteyenlerin başka, bu fetihten çıkarı olanların başka, olmayanların daha başka, fethi izleyenlerinse bambaşka şeyler

yazacakları bir hikâye olacaktı bu. Herkes kendi tarafından bakacaktı ve olan sadece fethedilenlere olacaktı. Ve tabii oldu da her zamanki gibi. İşin hiç kimsenin garibine gitmeyen en garip yanı hiçbir toprak parçasının kimseye değil herkese ait olması gerektiğini o günden bu güne kimsenin hiç anlamamış olması.

Zorunlu Göç Meselesi “Yık, harabeye çevir ve yeniden inşa et” Tarihten çıkarılan bir ders varsa o bu olmuş olabilir. Olmuşsa şayet bu dersi kapitalizmin çıkardığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Şehir 1453’de Fatih tarafından fethedildiğinde, Latin istilasının olumsuz izleri halen devam etmekte, kent yer yer yıkık ve terk edilmiş bir görünümdedir. Tabii fetih sırasında da epey bir zarar görmüştür. Bu durumda Fetih sonrasında Mehmet, kentin büyük ölçüde sarsılmış olan sosyal ve 91


ekonomik yapısını yeniden düzenlemek amacıyla, yoğun girişimler başlatır. Öncelikle boşalmış olan nüfus sorununu ele alan Sultan Mehmet, surların onarımı ve çeşitli meslekten Türklerin İstanbul’a göç ettirilerek iskân edilmeleri konusunda “subaşı” ünvanlı, Karışdıran Süleyman Bey’i sorumlu kılar. İstanbul’da ev ve dükkânların kayıt ve dağıtımını yapmak, şehirde iskânı sağlamak üzere, Bursa Subaşısı Cebe-Ali Bey ve yeğeni Dursun görevlendirilir. Daha sonra, İstanbul’un fethedildiği dönemin Rum tarihçisi İmroz’lu Kritovoulus’un yazdığına göre şehrin en güzel yerinde bir imparatorluk sarayı ve Haliç’te bu sarayı koruyacak bir hisar yapımına başlanır. (Şimdilerde de Ankara’da yapılıyor gibi mesela) Fetih sırasında şehri terk edenlerin geri gelmelerini sağlamak için, kentteki yaşam koşullarına ilişkin bazı kolaylıklar sağlayan Sultan II. Mehmet, toprakları üstünde yaşayan farklı uluslara mensup insanların, İstanbul’a göç ettirilmeleri konusunda ferman çıkarır. Zorunlu göç de çok yeni değilmiş anlaşılan. O yıllarda yaşayan Ankaralı Abraham Fatih’in Anadolu’da yaşana Müslüman ve Hristiyan ailelere göç emri verdiğini yazar. 1460 yılında Amasra şehrindeki bütün halk İstanbul’a

92

Kasım - Aralık / 2014

göç ettirilmiştir. Ve bu göçler ile birlikte ilk ayrımcılıklar da ortaya çıkmaya başlar. Gelenler arasından zanaatkârlar ve meslek sahipleri tercih edilir, bunlar şehre, diğerleri çevre kıyılara yerleştirilir. Genelde denizcilikle uğraşan Rumlar, Haliç çevresinde iskân edildi. Bu esnada Müslümanlar merkezde, Hristiyanlar ve Yahudilerin çevrede yerleşmesi dolayısıyla bu farklı kökendeki toplumlar kendi mahallelerini oluşturdular. Aksaray, Çarşamba, Karaman, Kefe mahalleleri gibi yeni kurulan yerleşim birimleri göç edenlerin geldikleri yerle anıldılar. Azınlık Her Zaman Azınlıktır Osmanlı toplumunda sosyal yaşam İslam hukukuna göre yasalarla düzenleniyordu. Ve işte burada girişte sözünü ettiğim yere geliyoruz, İslam hukukuna göre toplum, Müslüman olanlar ve olmayanlar olarak ayrılır. Ancak İslam hukukuna göre daha ılımlı olan Osmanlı yasaları karşısında azınlık cemaatler yöneticilerin değişen tutumlarına bağlı olarak farklılık gösteren uygulamalarla karşı karşıya kalıyordu. Genellikle Müslüman kesime ayrıcalıklı bir statü kazandırma amacıyla düzenlenmiş bu kurallara uyulup uyulmadığı izleniyor, uymayanlar cezalandırılıyordu.

Yani ayrımcılık toplumun her kesiminde, hayatın her alanında, her sokağında ve her evinde kendini gösteriyordu. Belki de bize okullarda anlatılan hoşgörü ve saygı hikâyeleri sadece katliamların yapılmaması ve insanların hayatına kendi yurtlarında ikinci sınıf gibi yaşamaya devam etmelerinden ibaretti. Her geçen yıl ve asır giderek artan ve halen devam eden bir ikinci sınıf hali. İstanbul’un fethinden sonra Bizans dini yapılarının pek çoğu camii, mescit, tekke, imaret ya da hamam depo gibi, çeşitli amaçlarla kullanılması bile başlı başına çok şey anlatıyor. Buna rağmen Sultan Fatih döneminde şehrin merkezindeki Divan yolu ve saraylar çevresinde bulunan dini yapılar hariç, diğer manastır ve Kiliseler Hristiyanların ibadetine bırakılır. İstanbul’un en büyük kilisesi olan Ayasofya aynı isimle camiye çevrilirken, ikinci büyük kilise olan On iki Havari Kilisesi, Rum Ortadoks Patrikhanesi Rum toplumuna verilmiş. Bizans döneminin en önemli dini yapılarından Hristos Pantepoptes Manastır Kilisesi “Eski İmaret Camii” ne dönüştürülür. Hristos Akataleptos Manastırı’nın kilisesi “ Kalenderhane”” adıyla zaviye olarak kullanılmak üzere dervişlere verilmiştir. Pantokrator Manastırı’nın kiliseleri medrese ve mescit olarak kullanılmaya başlanır. Galata’daki en büyük dini yapı olan Saint


Polulo Domenico kilisesi de Arap Camii ne dönüştürülür. Bu dönemde İstanbul’da on yedisi kiliseden çevrilmiş 207 camii bulunmaktadır. İstanbul’da göçlerle artan nüfus, 1455, 1466, 1472 yıllarında yaşanan veba salgınları sonucunda yeniden azalır. Şehrin 1480 yıllarındaki nüfusu seksen bin dolayındadır. Bu günle kıyaslanınca ne şahane değil mi? Neyse, bu nüfusun % 58’ini Türkler, % 23’ünü Rumlar, % 19’unu da Ermeniler, Yahudiler ve Latinler oluşturur. Müslüman olmayan toplumlar belli bölgelerde yoğunlaşarak şehrin zanaat ve ticaret yaşamında önemli bir yer edinirler. Rum toplumu Halicin kıyı kesiminde, Balat’ a kadar Fener’de ve Samatya’nın güneyinde yerleşirken, Ermeniler Kumkapı’da ve Samatya’daki Sulu Manastır bölgesinde; Yahudiler ise Balat’ta toplanmıştır. Bu durumdan anlaşılan toplumlar kendi dini yapılarına yakın yerlerde iskân olmuştur. Böylece Hristiyanların yeni kilise inşa edememeleri sonucu eski kiliselere yakın. On beşinci yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’daki yerleşimin Topkapı Sarayı arşiv belgesine göre, hane hane toplumlara dağılımı, Müslümanlar 8951 hane

Rumlar 3151 hane Yahudiler 1647 hane Ermeniler 756 hane, Kefeliler 267 hane Çingeneler 31 hane olarak kaydedilmiştir. İstanbul ahalisinin hane hane sayılabildiği günlere geri dönmek isteyenler benim gibi bir zaman makinesi icadı bekleyedursun, fetihten sonra İstanbul’da Müslüman olmayan toplumların sosyal ve ekonomik konumlarını düzenlemeye yönelik bazı çalışmalar yapılır. Fatih Sultan döneminde nispeten geniş olan haklar ve özgürlükler Sultan 1. Süleyman döneminde kısıtlanmaya başlanır, dini yaşam üzerinde baskılar başlar. 16. yy fethedilen ülkelerden İstanbul’a meslek sahipleri ve sanatçılar göç ettirilir. Yeni mahalleler oluşur. 1512-1520 çoğu Tebriz Şam Kahire olmak üzere, çok sayıda sanatçı göç alır ve İstanbul giderek çeşitliliğini yitirerek artık bir İslam metropolüne dönüşür. Bu dönemde II. Mehmet’in tanıdığı hakların kısıtlanmak istendiği; Müslüman olmayan toplumların dini yaşamları üzerine baskı oluşturulduğu; Hristiyanların Müslümanlığa dönüştürülme çabalarının arttığı yolunda görüşler ifade edilir. İstanbul’un

görünümünde kubbeleriyle varlıklarını hissettiren son kiliseler de camiye çevrilir. Fetih ile başlayan bu sosyal, kültürel ve ekonomik değişiklikler imparatorluk ve Cumhuriyet dönemi boyu devam eder. Mahalleler oluşur, gelenekler, adetler sürdürülür hayat bu şekilde akar gider. İstanbul’un o dönemki renkli mahalle hayatını bir sonraki aya bırakıp son bir şey eklemek istiyorum şimdi. Bu anlattığım durumun tam tersi de söz konusu olabilirdi. Ve nitekim bu yıllardan çok daha sonra Balkanlar dağıldığında oradaki camilere ve azınlık Türklere yapılanlar bunu doğrular niteliktedir. Benim bu güzel şehrin tarihi hikâyelerinin arasında gezinirken üzerinde bilhassa durmak istediğim şey insanlığın kendi yarattığı bazı dini milli vs. gibi değerler ile yine insanlığı vurmasıdır. Böyle ötekileştirmeler ve ayrımcılıklar yüzünden de işte insanlığın başından savaşlar ve kavgalar hiç eksik olmayacak ve bu hikâyeler sadece coğrafya değiştirerek sürüp gidecektir.

Yazık ki… 93


94

Kas覺m - Aral覺k / 2014


33. İstanbul Kitap Fuarı 8-16 Kasım 2014 tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi'nde"

içinde sanat var

95


röportaj

seda bağcan’ın mantra albümleri

tüm dünyada

Dünyadaki sorunlar genelde kendisiyle barışık olmayan insanlardan kaynaklanıyor. Kendisiyle iletişimi olmayan insanlar o bağın eksik olmasından dolayı duydukları yoksunluğu dışarıdan tamamlamaya çalışıyor. Para hırsı, güç hırsı, koltuk hırsı, aşırı yemek, aşırı seks derken o tamamlanmamışlık hissi gitgide büyüyor insanlar depresyona düşüyor, hırçın ve agresif oluyorlar.

Geçen sayımızda Seda Bağcan ile mantraları konuşmuştuk ancak bu röportajın hemen ardından kendisi ülkemiz müzik sektörü için de çok önemli bir anlaşmaya imza attı. Seda Bağcan’ın albümleri bundan böyle tüm dünyaya Domo Music Group ile dağıtılacak. Bu derece önemli bir anlaşma herkese nasip olmaz diye düşündük ve bu kez Seda Bağcan’ı sadece müzikal çalışmalarıyla değil, ailesi, spiritüel organizasyonları ve eğitimci şapkasıyla daha da yakından tanıyalım istedik. Siz New Age müziğinin ülkemizdeki temsilcilerindensiniz. Bu müzik türünü nasıl keşfettiniz? Seda Bağcan: Çok küçük yaşlarda piyano ve armoni dersleri almaya başladım. Piyano çal-

96

Kasım - Aralık / 2014

mayı gerçekten çok sevdim, hatta ders aldığım öğretmenim o sıralarda Ankara Konservatuarı öğretmenlerinden rahmetli Prof. Dr. Muzaffer Arkan beni Ankara Konservatuarına gitmem ve özel eğitim statüsünde bir öğrenci olmam için ikna etmeye çalışsa da ben kendisine elektronik mühendisi olmak istediğimi söyleyince daha fazla diretemedi. Çocukluğumdan beri korolarda, operalarda şarkı söyledim ama piyanonun başına oturunca bambaşka âlemlere yolculuk ettiğimi hissediyordum. Çalmayı söylemekten daha çok seviyordum. Müzik dinlerken de tercihlerimi sözsüz müziklerden yana yapıyordum. Kitaro, Ennio Morricone, Vangelis en çok sevdiğim new age müzisyenlerindendi. Okuldan gelip yorgunluğumu atmak için, bir anlamda modumu değiştirmek için bir süre hep Kitaro’nun İpek

Yolu belgeseli için yaptığı müziği dinledim, başka bir zaman diliminde Vangelis’in 1492 adlı bir filme yaptığı müziği, daha sonra Ennio Morricone’nin Mission adlı filme yaptığı müziği; derken kendimi sürekli new age tarzı müzik dinlerken buldum. Bir gün televizyonda Kitaro’yu Fuji Dağı’nın tepesinde, muhteşem bir davulun önünde doğanın ortasında konser verirken seyrettim ve o gün müziğe bakış açım değişti. Doğadan esinlenerek, doğada uyum yaratmak için müzik… Birçok Bağcan tanıyoruz ve hepsi de müzisyen. Selda Bağcan, Sonat Bağcan, Serenad Bağcan… Birbirinizin müziklerine nasıl bakıyorsunuz? Seda Bağcan: Selda Bağcan halam, Sonat ve Serenad da


97


-bu birçoğumuz için o kadar imkânsız gözükse de!- teslimiyet ve güven anlayışı geliştiğinde daha huzurlu toplumlar ve daha barışçıl bir insanlık olacağına inanıyorum. 2014-2015’de programınızda Dünya Barış Turnesi olduğunu biliyoruz. Hangi ülkeler var programda?

ablalarım oluyorlar. Aslında daha başka Bağcanlar da var; Savaş, Sezer, Serter, Sarp, Sanat, Selim, Selin. Hepimiz müzik dışında bir mesleğe sahip olsak da herkes en az bir enstrüman çalar ve güzel de şarkı söyler. Bizim düğün dernek çok müzikli ve keyifli geçer. Müzikle uğraştığınızda aslında müzik türlerini çok da ayırmıyorsunuz birbirinden. Müzik bir iletişim aracı, insanın kendini ifade etme, diğerlerine mesaj verme şekli. Ailede herkes birbirinin müziğini beğenir, dinler ve destekler. Herkesin müzisyen olduğu bir ailede olmak çok pratik, gel şuraya bir vokal yapıver diyorsunuz ya da şuraya bir piyano çalsana. Bir detone ya da hata varsa hemen fark ediliyor ve düzeltiliyor. Albümlerimizde birbirimize vokal yapıyoruz, albümlerine beste, söz veriyoruz, üretim aşamasında düşüncelerimizi paylaşıyoruz. Birbirimiz için, güzel ve kaliteli müzik için elimizden geleni yapıyoruz anlayacağınız. Özellikle Selda Bağcan, protest müzik ve türküleri ile ülkemizin en değerli sanatçılarından biri… İkinizin farklı bir “uyandırma” metodu var, ilginç diyaloglar geçiyor mu aranızda? Seda Bağcan: Geçmez mi! Selda Halam benim metotlarımı her ne kadar eşine dostuna

98

Kasım - Aralık / 2014

ballandıra ballandıra bir anne gururu ile anlatsa da bir türlü kendisini kandırıp da seans yapabilmiş değilim. “Yok yok bana yapma ben korkarım” diyor ama yanındaki herkese de yönlendiriyor beni. Her zaman aramızda esprili bir ilişki vardır, ayrıca benim mantraları bir de Selda Bağcan’ın sesinden dinleseniz, arada bir evde beraber söylüyoruz kendisiyle çok keyifli oluyor. Selda Halam sadece Türkiye’de değil dünyada da kabul görmüş değerli sanatçılarımızdan biri. Dünyanın 80 efsane kadın sesi arsında sayılıyor. Her zaman hümanist bir yapısı var, onun için düzene, haksızlığa, yolsuzluğa, insandan yana olmayan şeylere karşı duruyor müziğiyle, insanları olup bitene, gerçeğe uyandırıyor. Benim misyonum ise hepimizin içinde bekleyen, çıkarmaya cesaret edemediğimiz, en yüksek potansiyelimize yani kendimize uyanmamız. Dünyadaki sorunlar genelde kendisiyle barışık olmayan insanlardan kaynaklanıyor. Kendisiyle iletişimi olmayan insanlar o bağın eksik olmasından dolayı duydukları yoksunluğu dışarıdan tamamlamaya çalışıyor. Para hırsı, güç hırsı, koltuk hırsı, aşırı yemek, aşırı seks derken o tamamlanmamışlık hissi gitgide büyüyor insanlar depresyona düşüyor, hırçın ve agresif oluyorlar. Hem kendimizi ve hem de başkalarını koşulsuz ve yargısız sevmeyi öğrendiğimizde

Seda Bağcan: Dünyada şu an herkesin GERÇEĞİ, ÖZÜ ve BİRliği hatırlamaya ihtiyacı var. Bu hatırlamanın sonucu daha barışçıl, daha huzurlu ve daha keyifli bir dünya… Önce kalplerimizde huzuru ve barışı hissetmeliyiz ki onun yansıması olan dünyamızda barışı ve huzuru oluşturabilelim. Şimdilik Dünya Barış Turnemizde; Güney Afrika, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan, Portekiz, Belçika, Almanya, Avusturya, Hindistan, Japonya, Güney Amerika’da Peru, Arjantin, Brezilya, Uruguay, Şili, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada gözüküyor. Gittiğim her ülkede ‘Ben Benim’ mantrasını kendi dillerinde söyletiyor, kaydediyorum ve kendi dillerinde Barış Duası söyletiyorum. İnsanoğlu negatife odaklanırsa negatifi büyütüyor, pozitife odaklanırsa pozitife öyleyse hep beraber barışa ve huzura odaklanalım. Bir anlık huzuru deneyimleyebilirsek her zaman o anı hatırlamak mümkün. Benim de amacım; o bir anlık huzuru konserlerimde ve albümlerimde yaratabilmek, deneyimletebilmek. Hatırlaması da dinleyicilerimize kalıyor. Duyduğumuza göre çok önemli bir dağıtım şirketiyle anlaşmışsınız. Kitaro’nun albümleri de aynı şirketle dağıtılıyormuş. Bu süreç nasıl gelişti, sanırım ülkemiz için de çok özel bir durum… Seda Bağcan: Bu senenin başlarında sevgili Kitaro İstanbul’a konser vermeye geldiğinde


Eğer mantraları evrende yaratılmış bir programmış gibi düşünürsek Sanskritçe mantraların binlerce yıldır kullanılıyor olmaları onları çok kuvvetli programlar haline getiriyor kendisiyle görüşme ve müziğimi dinletme imkânım oldu. Kitaro 19 kere Grammy Müzik ödüllerine aday gösterilmiş ve defalarca da kazanmış bir müzisyen. Dünya, doğa ve insanlık onun için de çok önemli. Kitaro’nun müziğini dinlediğinizde doğayı dinliyormuşsunuz gibi hissedersiniz kendinizi, içinizdeki tüm duyguların betimlemesini çok usta bir dille anlatır. Sohbetlerimizde Dünya Barış Turnemden, vizyonumdan ve hissettiğim misyonumdan da bahsettiğimde çok etkilendiğini ve misyonlarımızın birbirine çok benzediğini söyledi. Şu anda üstünde çalıştığı projelerinde yer almamı istediğini dile getirdi. Dünya Barış Projemi de elinden geldiğince desteklemeye niyetlendi. Daha sonrasında yeni albümüm olan I am That I am/ Ben Benim için Amerika’da dağıtım şirketleriyle görüşmeye gittiğimde de “Neden bizim şirketten çıkarmıyorsun?” diye sorunca iş Domo Music Group’la anlaşma yapmakla sonuçlandı. 35 senedir Kitaro’nun Prodüksiyon ve dünya dağıtımını bu şirket gerçekleştiriyor, zaten Türkiye’de de sahibiyle tanışmıştım ve müziklerimi çok beğendiklerini söylemişlerdi. Sevgili Kitaro-San’ın da desteğiyle hemen anlaşmaları imzaladık ve ortak çalışmalarımıza başladık.

dünyanın dört bir tarafında beni temsil ediyor. Daha önce de söylediğim gibi benim için new age müziğin yeri hep farklı oldu. Kitaro da new age müziğinin babası, duayeni. Müziğimi, sesimi ve vizyonumu beğenmesi benim için çok önemli ve gurur verici. Çocukluğumda ve gençliğimde hep Kitaro dinlerdim ve çok beğenirdim, şimdi onun beni beğenmesinden daha güzel bir hediye olamaz hayatta. Siz müzisyen kimliğinizin yanı sıra spiritüel eğitimler de veriyorsunuz. Bununla beraber pek çok spiritüel organizasyonda yer alıyor, dünyayı dolaşıyorsunuz. Ne tür çalışmalarınız var ve bu çalışmalara katılmak isteyenler size nasıl ulaşabilirler? Seda Bağcan: Evrensel Kadim Bilgelik adı altında, kısaca İnsan Olma Sanatı olarak nitelendirdiğim “Kimiz, neyiz, neredeyiz, misyonumuz ne, evrensel kurallar neler?” gibi sorularımıza cevap bulmamıza yardımcı olan insanlığın bu güne kadar toplanmış kadim bilgilerini içeren eğitimler veriyorum. Bu eğitimleri şimdiye kadar Türkiye’de kişisel gelişim merkezlerinde veriyordum. Genel istek üzerine önümüzdeki sene hem Türkçe hem İngilizce olmak üzere internet üzerinden tüm dünyaya sunmayı planlıyorum. Ayrıca çeşitli sempozyumlarda müzikle

şifa, müziğin enerji alanımızdaki etkileri üzerine konuşma yapmak üzerine davetler alıyorum. Örneğin 2015 Eylül’ünde Japonya’daki bir sempozyuma davetliyim. Dünyadaki yoga festivallerinde hem konserler veriyorum hem de dersler. Dünya Barış organizasyonlarının düzenlediği konserlerde söylüyorum. Ayrıca “Seda Bağcan World Peace Tour” adı altında da daha önce de söylediğim gibi çok çeşitli ülkelerde konserler ve seminerler veriyorum. Vakit buldukça da birebir çalıştığımız seanslarımız var. Bu etkinlikler hakkında web sitemden bilgi alınabilir: sedabagcan.com Albümlerinizde pek çok mantra var ve bunlar Sanskritçe… Hayatımızı değiştirebilecek bu sözler çok değerli. Benzer etki Türkçe mantralarla da sağlanabilir mi? Seda Bağcan: Sanskritçe ve Türkçe artikülasyon bakımından birbirine çok benzeyen diller. Mantralar kutsal seslerin gücü. Birçok dünya geleneğinde bulunmakla birlikte Hint ve Tibet geleneklerinin vazgeçilmezi. Terapik ve dönüştürücü bir araç olarak sesin en eski kullanımı -kaynağı binlerce yıl öncesine dayanan- kâinattaki her şeyin titreşim formunda olduğu kavramına dayanan mantra söylemektir. Bu titreşimi ortaya çıkaran belli kelimeler veya ibareler vardır. Eğer mantraları evrende

Şu anda Domo Music Group 99


Domo Music Group Sahibi ve Genel Müdürü Eiichi Naito ile Anlaşma imzalarken… Bu fotoğrafı Kitaro-san çekmiş.

yaratılmış bir programmış gibi düşünürsek Sanskritçe mantralar binlerce yıldır kullanıldıkları için çok kuvvetli programlardır. Türkçemiz de aslında çok eski kökleri olan bir dil olsa da zaman içerisinde sosyal ve kültürel çok değişim geçirmiş bir toplum olmamızın sonucunda dilimiz de çok değişime uğramış. Sanskritçede geleneksel olarak kullanılan mantraların etkisine Türkçe’de ya da diğer dillerde ulaşabilmemiz için gerçekten bu mantrayı çok kişinin söylemesi, kullanması ve inanması gerekmekte. Bunun yanı sıra dilbilimciler, tıp uzmanları ve bilim adamları bir araya gelerek hangi seslerle beynimizde, vücudumuzda, enerji alanımızda ne tür değişimler yaratılıyor incelerlerse güzel bir çalışmayla yeni mantralar da üretilebilir. Böyle çalışmalar yapan bilim adamı arkadaşlarım var dünyanın değişik ülkelerinde, ben de zaman zaman destek veriyorum kendilerine.

100

Kasım - Aralık / 2014

Bir yerde okumuştum, mantralar söylenirken dilin damakta oluşturduğu baskı, nefesinin soluk borusundaki yolculuğu esnasında bedende de bir takım değişiklikler oluyormuş; doğru mu? Seda Bağcan: Evet, bu yönde çok çeşitli bilimsel araştırmalar yapılmış. Dilimiz damağa değdiğinde 75-80 değişik siniri aktive etmiş oluyoruz. Ayrıca nefesin soluk borusundaki yolculuğu da eklenirse, tüm vücudumuzda bir çalışma başlıyor. Beynimizin sağ sol lobları dengeleniyor, enzimler, hormonlar dengeleniyor, tüm iç organlarımız uyarılıyor ve organ tembellikleri engelleniyor. “Genç, uzun ve sağlıklı yaşamak için günde en az 7 dakika şarkı söyleyin!” diyorlar. Araştırmalar ancak 7 dakikada enerji alanımızın değişmeye başladığını gösteriyor. Kundalini yogada şu öğreti paylaşılır ben de okuyucularımızla paylaşmak isterim: Bir alışkanlı-

ğınızı bırakmak istiyorsanız ilgili mantrayı 40 gün söylemeniz, yerine yeni bir alışkanlık eklemek istiyorsanız 90 gün, yaşam deneyiminizde bu alışkanlığın sizin karekterinizin bir parçası olmasını istiyorsanız 120 gün ve bu alışkanlıkta üstatlaşmak istiyorsanız da 1000 gün en az 7 dakika ilgili mantrayı söylemeniz tavsiye ediliyor. Ben kendi yaşamımda bu söylenenleri uyguladım ve çok güzel sonuçlar elde ettim. Herkese tavsiye ederim. Müzik ve Şifa, binlerce yıldır bir arada kullanılıyor aslında. Müziğin insan ruhunda hatta bedeninde çok önemli etkileri oluyor. Annelerimizin ninnileriyle başlayan bağ, hayat boyu devam ediyor. Peki, müzik aracılığıyla nelerin üstesinden geliniyor? Seda Bağcan: Bu gerçekten çok uzun cevaplayabileceğim bir soru ve hatta bir insan tüm yaşamını bunu araştırarak da


geçirebilir. Kısaca cevaplamam gerekirse: Her şeyin bir titreşim olduğunu düşünürsek müzik ile her türlü titreşimi değiştirebileceğimizi söyleyebilirim. Depresyonun, hastalıkların, uykusuzluğun, yorgunluğun üstesinden gelebileceğimiz gibi benliğimizi uyandırmada da müziğin gücünü kullanabiliriz. Doğada çok çeşitli uygulamaları var, tarımda, hayvancılıkta verimi artırmak için müzik kullanılabilir. Elementleri birbirine dönüştürmede kullanılabilir… Sizi nerelerde dinleyebiliriz? Konserlerinizin neredeyse meditatif bir ambiyansta geçtiğini gördüm. Seda Bağcan: 7 Ocak’da İstanbul’da Bostancı Gösteri Merkezi’nde Dünya Barış Turnesi kapsamında bir konserimiz olacak.. Ankara’da 20 Aralık’ta Uyanış Fuarı’nın açılış konserini yapacağız. İzmir ve Antalya’da da tarihleri şu aralar belli olacak konserlerimiz olacak. Ayrıca her ay İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’da daha küçük gruplarla mantralarla nasıl meditasyon yapılması gerektiğini de paylaştığım Mantralarla Şifa Çemberi etkinliklerimiz oluyor. Konser ve etkinliklerimizi web sitemdeki etkinlikler böümünden de takip edebilirsiniz.

tım. Ama mantra müziği bende daha ön planda. Dünyada artık her sene benden bir mantra albümü bekliyorlar. Çocuk albümüne daha sonrasında bir türlü vakit ayıramamıştım. Çocukları olanlar bilir, çocuğunuz doğduğunda söyleyebileceğiniz ninni sayısı çok sınırlı, çocuğunuza güzel sözlerle, güzel melodilerle müzik dinletmek istediğinizde çok zorlanıyorsunuz. Sonat’ın çok sevdiği bir arkadaşının bebeği oluyor ve Sonat da hediye olarak ‘Hoş Geldin Güzel Bebek’ diye bir şarkı besteliyor ve söylüyor telefonuna, arkadaşına yolluyor. Arkadaşı çok duygulanıyor ve bebeğini her gün Sonat’ın sesiyle uyutuyor. Sonat’la birlikte geçtiğimiz sene benim Barselona’daki konserime giderken uçakta konuştuk ve hemen böyle bir albümü ona hazırlamaya karar verdik. Kendisi de gitti hemen besteler yaptı çok güzel sözler yazdı, bende de zaten hazır besteler vardı. Böylece çok keyifli bir süreç

başladı. Sevgili Ekin Eti’nin muhteşem aranjeleriyle çok sevimli bir albüm oldu. Aralık ayında dinleyicisiyle bulaşmasını planlıyoruz. Bebeklere ninniler diye başladığımız albüm; büyüklere, küçüklere ninniler haline geldi, herkesin de beğenerek dinleyeceğini düşünüyorum. Ben 4 tane albüm çıkardığım için her türlü prosedürü biliyorum artık, onun için Sonat’ın işi çok kolay oldu, elimden gelen hem kardeşlik hem de müzisyenlik desteğini sundum kendisine. Ayrıca ‘Her Bebeğe Ninni projemiz’ var 3 kardeş. İsteyen Sonat Bağcan Taneri’nin sesinden, isteyen Serenad Bağcan’ın sesinden, isteyen Seda Bağcan’ın sesinden doğacak bebeğine ninni alabilecek. Sonat’ın albümündeki ninnilerden özel isme olabilir ya da tamamen yeni besteleyeceğimiz bir ninni olabilir. Yeni, çok özel bir nesil geliyor hayata, hem kendimizi bu özel nesile uyumlamak hem de onlara daha güzel mesajlar ve-

Sonat Bağcan’ın ninni albümü hazırlanıyor. Çıktığında kendisine de sorarız mutlaka ama siz nasıl bakıyorsunuz bu projeye? Siz de destek verdiniz mi? Seda Bağcan: İlk mantra albümüm olan Sunrise’ı çıkardığımda dinleyicilerden o kadar mail ve telefon aldım ki, müziklerinizle çocuklarımızı uyutuyoruz, gaz sancısı çektiklerinde sizin müziklerinizi açıyoruz hemen sakinleşiyorlar diye ben de çocuklar ve bebekler için bir albüm yapmaya karar vermiş ve hatta 3 sene önce de kayıtlarına başlamış101


rerek büyütmek için bu melodiler. Bütün aile müzisyen olunca kolay oluyordur tabii :) Onlar neler yapıyorlar? Seda Bağcan: Selda Halam kendi dönemine, Türk halkına uygun bir dille kendini anlatıyor hem de muhteşem bir sesle. Babam anlatır halam doğduğu gün dağlardan seller taşacak kadar inanılmaz bir yağmur yağmış ve dedemle babaannem adını onun için Seldağ koymuşmuşlar. Sesiyle de bütün hayatı boyunca dinleyicisinde o ilk doğduğu günün fırtınasını kopardı, duygu seli yarattı. Halamın konserlerine gittiğinizde her zaman orada bir fırtına kopar, bir yürek olunur, duygular şaha kalkar, dörtnala gelir, yüreklerden önce bir isyan haykırışı sonrasında da insanlık için güzel temenniler… Çok inanılmaz bir deneyimdir; isyanın barışa dönüşümünü an be an hissedersiniz. Serenad da sevgili Fazıl Say’ın ilk şarkılarının sesi… Çok değerli Türk şairlerinin şiirlerinin Fazıl Say’ın güzel müzikleriyle buluştuğu ve Serenad’ın inanılmaz

102

Kasım - Aralık / 2014

yorumuyla can bulduğu bir proje… Serenad eczacı olmasına rağmen Kültür Bakanlığı Çoksesli Korosunda uzun zamandır şarkı söylüyor, hem klasik, hem batı hem türkü; çok geniş bir repertuarı vardır. Her türlü müziği, her türlü yorumla söyleyebilir. Bir şarkıyı Balkan gırtlağıyla, Türk müziği gırtlağıyla, Potekiz Fado ya da Güney Amerika gırtlağı ile çok değişik yorumlarla dinleyebilirsiniz. Serenad’la Fazıl’ın konserlerine birden fazla kere gitmiş olanlar fark etmişlerdir bir konser bir konsere benzemez, hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden farklıdır. Ayrıca ablam diye söylemiyorum konserleri albümünden daha da iyi olan nadir sanatçılardan birisi ve adeta sahne için yaratılmış. Sahneye çıktığında devleşen bir enerjisi var. Oyunculuk yeteneği ile de birleşince seyirciyi her zaman merak içinde bekletiyor bugün acaba ne yapacak diye… Sonat 1995’de babam Savaş Bağcan’ın beste ve düzenlemelerinden oluşan ‘Üzümler Sarardı’ adlı bir albüm çıkarmıştı, çok beğenilmiş ve müzik severlerin arşivlerinde bir daha bulamam diye özenle saklanan bir albüm olmuştu. Hatta birkaç kişi de kasetleri bozulduğunda

bir daha bulamadıkları için çok üzüldüklerini bana dile getirmişlerdir. Sonat’ın ‘Üzümler Sarardı’ albümünü arayanlara müjde; i-tunes’da bulabilirsiniz. Şimdi kendisine bir ninni albümü hazırlıyoruz; Sonat’ın babamın deyimiyle su gibi sesi vardır, ninnilere de çok yakıştı bence. Hepinizin ismi S harfi ile başlıyor:) Özel bir sebebi var mı? Seda Bağcan: Çok ilginç bir tesadüf mü desem ne desem bilemiyorum, bizim hem anne tarafı hem de baba tarafımızda tüm isimler S harfi ile başlıyor. Baba dedem Selim, anne dedem Salih, annemin ismi Süheyla, kardeşleri Saliha, Semiha, Süha, rahmetli anneannemin ismi Sümbül’dü, kuzenler, Serhat, Serdar,Selinay diye gidiyor. Bu önceleri çok bilinçli olmasa da sonrasında da sürdürülen bir gelenek oldu. Her iki tarafında müziğe inanılmaz yeteneği var. S harfinin akrofonolojide, ses biliminde ve holistik bilgilerde sonsuzluk enerjisi, şifa enerjisi taşıdığı söylenir, DNA aktivasyonlarında sıkça rastladığımız bir sesdir ve akciğerlere iyi geldiğini duymuştum.



izle

satın al

Fazıl Say Mezopotamya Senfonisi

etkinlik

20 Aralık 2014 Zorlu Center PSM | Ana Tiyatro / Klasik Beste yapmak fikirlerle, müzik parçalarıyla ve hayali şekillerle her zaman bir doğaçlama biçimidir. Besteci ve piyanist Fazıl Say’ın sanatsal rotasına yön veren bu düşünce yirmi beş yılı aşkın bir süredir ünlü piyanistin farklı sesleri mükemmel bir ahenkle dinleyicisine aktarmasını sağlıyor. Oratoryolar, piyano konçertoları, çeşitli formlarda orkestra, oda müziği, şan ve piyano eserleri vererek besteci kimliğiyle de ön plana çıkan Say, bestelerinde modern Avrupa enstrümanlarının yanı sıra kudüm, darbuka ve ney gibi Anadolu enstrümanlarını da sıklıkla ve özenle kullanan bir isim. Beş kıtada sürdürdüğü konserleriyle dünyanın hayranlığını kazanan Fazıl Say, bu defa sürpriz bir projeyle orkestra eşliğinde bir kez daha Zorlu’da müzikseverlerle buluşacak.

Ursula Lopez 22 Kasım 2014 | Türker İnanoğlu Show Center, İstanbul Ateşin dansı flamenkonun kraliçesi olarak bilinen Ursula Lopez, muhteşem dans performansı ile 22 Kasım’da TİM Show Center’da... Tutkunun ve ateşin dansı olarak bilinen flamenkonun duayeni Ursula Lopez, ekibi ile birlikte 21-22 Kasım 2014 tarihlerinde TİM Show Center’da izleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Morrissey 07 Aralık 2014 | Volkswagen Arena, İstanbul Morrissey, “Istanbul”u İstanbul’da seslendirecek... Güçlü sahne performansı ve şiirsel besteleri ile dünya çapında bir efsaneye dönüşen Morrissey, sevenlerine unutulmaz bir gece daha yaşatmak üzere 7 Aralık Pazar akşamı Volkswagen Arena’da sahne alacak. Alternatif rock müziğin en önemli gruplarından The Smiths’in vokalisti, yaşayan efsane Morrissey, Avrupa turnesi kapsamında Türk hayranları için 7 Aralık 2014 Pazar akşamı Volkswagen Arena’da sahne alacak. Volkswagen ana sponsorluğunda, Pozitif Live tarafından düzenlenen konserde, Morrissey son albümünün ikinci single’ı olarak yayınlanan ve İstanbul’un karmaşık ve kaotik sokaklarının duygusunu veren, cigar-box gitar ezgileri ve şehrin sokaklarından ses kayıtları içeren “Istanbul” şarkısını da seslendirecek.

104

Kasım - Aralık / 2014


“Uyumsuz Tiyatro” Çizgi roman yazar-çizerlerinin dünyaya bakış, görüş ve algılayışlarında farklı bir tarz olduğunu düşünmüşümdür her zaman. Ancak bunun da ötesinde büyük bir sabır gerektirdiğinden de kuşku duymuyorum. Bir hikâyenin özünü yakalayıp, çizgilerle karakterler ve mekânlar yaratıp anlatmak, anlatabilmek; büyük bir yaratıcılık gerektiren, esrik bir hal olsa gerek. Sosyal hayatın her alanındaki absürt (saçma) gibi görünen ve anlaşılan çoğu şey aslında büyük bir gerçekliğin farklı bir boyuttan anlatılmasından ibarettir. Suat Gönülay’ın çizgi roman karakterleri de, tarihten, bizim mahalleden, öteki şehirden, köyden, savaştan, olası barışlardan, gerçek ve gerçeküstü aşktan, siyasetten, sanattan, kentsoyludan, köylüden, sınıf farkından, dinden, insani ve insani olmadığı için yadırganan ancak kabul gören her şeyden esinlenmiş ve beden bulmuşlar. Romanı okurken de karşınızda canlanıp ruh buluyorlar. Gerçek dünyada ayaklar altına alınan etik, Gönülay’ın çizgi kahramanları tarafından çifte standart bir ahlak anlayışı çerçevesinde

fery Ferya al@ aktiv l Çevik ö istan bul.c z om

ibretle göz önüne seriliyor. Gönülay’ın fantezi, erotizm, gerçeküstü, kurgubilim ve daha aklınıza gelebilecek birçok türle harmanlanmış olan hayâl dünyasının kahramanlarıyla karşılaşıp tanıştığınız zaman o dünyaya hiç de yabancı olmadığınızı anlıyor ve ruhsal-tinsel bir âlemin varlığından yeniden haberdar oluyorsunuz. Kitabın kapağını açtığınız an tüm canlılığıyla karşınıza çıkan ve bir tür “uyumsuz tiyatro” tadındaki hikâyeler ister istemez size “Samuel Beckett ve Eugene Ionesco çizgi romancı olsalardı Godot’yu Beklerken ve Gergedan nasıl bir çizgi romana dönüşürdü diye düşündürtüyor. Çünkü Gönülay’ın yapıtlarında birbiri içine geçen komedi ve kara mizah karşınızda harmandalı oynuyor ve çok etkileyici. Son derecede iyi bir iz sürücü olduğu anlaşılan Gönülay’ın, tuzaklarla dolu dünyadaki insan türünün zaaflarını romana aktarırken; yarattığı kahramanların, gerçek dünyada çok az kişinin başarabildiği özeleştiriyi yaptıklarını görüyorsunuz. Onlar kendilerini hırpaladıkça bakış açınız bükülüyor ve farkındalığınız sıçrama yapıyor adeta.

kitap

tadında çizgi roman

Suat Gönülay Kimdir Halkım İstesin Hemen ve Ben Yaşarım adlı albümlerin yanı sıra haftalık mizah dergilerinde ‘devamı haftaya’ formatı içinde çizdiği ve en çok beğeni alan sanatçının öykülerinden bazıları Sultanahmet›in Kamburu, Baltalar Elimizde, Hayatım Roman, Örtmenim Canım Benim. 1965, Samsun doğumlu olan Suat Gönülay, Lak-Lak, Gırgır ve Fırt dergilerinde çalışmış, Gırgır’da başladığı çizgi romana Limon’da devam etmişti. Bu süre içinde çizgi grafiği de yükselen Gönülay daha sonra Hıbır, Avni ve Dıgıl dergilerinde çalıştı. Bir süre Dıgıl’ın editörlüğünü yapan sanatçı sinema ve TV çalışmaları için ara verdiği çizgi romana L-Manyak, Penguen, Rodeo Strip gibi dergilerde arada bir geri dönüyor. L-Manyak’taki çalışmalarından biri olan Adolf, 2003 yılında Yunanistan’ın Selanik kentindeki Kültür Olimpiyatları kapsamında, Türk çizgi romanını temsilen sergilenmişti.

105


Ne de çok şeyi varmış hayatın bana söyleyeceği!

köşe yazısı

Ne de çabuk olgunlaştırabiliyormuş hayat, birkaç satırla beni hemen büyüterek! Heyecan ve umutla doluyum; yeni bir nefes alıp daha sıkı sıkı sarılıyorum ellerimdeki hediyeye...

bir kitaptan diğerine, bir yaşamdan öteye...

n irge

e Es Özg

Geçmiş ve geleceğe açılan sır kapılarının anahtarlarını satırlara gizleyen sohbet arkadaşları onlar...

Çağın gerisinden, olası çağlara doğru insanın elinden tutarak onu büyüten, ona öğreten ve adeta ona koşulsuzca veren, dilsiz, ama çok şey söyleyen Kitaplar... 106

Kasım - Aralık / 2014

‘Biliyorum ki her kitap bir hediye...’ diyorum kendi kendime...Sayfaları açarken biliyorum ki, artık kendi kendime değilim... Sessiz bir dinleyicim var artık; söyleyecek çok şeyi olan... Kitap kapağı, arkasında bilgiler saklayan bir kapıdır. Kitap, ne konuda yazılmış olursa olsun, size bilgi sunacak ve mutlaka hayatınızda bir değişim sağlayacaktır. Farklı farklı yazarların elinden, başka amaçlarla çıkmış olan her kitabın söylediklerinin arkasında tek bir belirgin nüve vardır: Okuyucuyu yüceltmek... Sessiz sayfalar üzerindeki, ancak okuyucunun istediğinde aldığı ve içselleştirdiği ifadeler, okuyucuya talep ettiklerini sunarken hiçbir özel muameleyi şart koşmazlar... Okuyucu, kitaba istediği gibi yaklaşma şansına sahip olmasıyla onurlandırılmıştır. Kitap, söyleyecek çok şeyi olan yazar ile okuyucu arasındaki en edepli, en dürüst köprüdür. Şeffaftır ve kendisine dokunan ellerin dışında edindiği hiçbir kimlik yoktur. Oysa ona biçilen çok kimlik vardır. Bu yazıda, kitabı dinlemek istiyorum. Doğup, doğrulup da ellerime, okuyucunun gözleri önüne düşene dek hangi yollardan geçiyor, bilmek istiyorum. İçiyle, dışıyla öğrenmek istiyorum onun yolculuğunu...

Kitap nasıl kitap olur? Yazarın düşüncelerinden itibaren yolunu alarak, sayfalara, sonra da elektronik ortama dökülmüş olan kitabı günümüz ülkesinde uzun bir yolculuk beklemektedir. Öncelikle her kitap, bir yayınevinin çatısının altına girmelidir. Bunun içinse bir seçime tabidir. Yayınevine adım atar atmaz kendisini bir lektörün elinde bulur... Lektör, yayınevi çatısında onu okuyan ilk kişidir. Yayınevinin değer kriterleri bağlamında, değerli bulunursa, lektör kendisini

editöre iletecektir. Kitabın kaderi, konusu ile ilgili editörün yolunu tutmaktır bu sefer. Hangi alanda yazıldıysa, o alana ait editör, görevi icabı kitapta anlatılanların okuyucuya daha iyi ulaştırılması için her türlü çabayı gösterecek, gerekirse önerilerde bulunacak, kesip biçecek ve yazarın inisiyatifi dâhilinde kitabın çatısını bir kez daha gözden geçirecektir. Bu safhada yazarın ağzından çıkanlar, kitap olma sürecinde, iç yapısı konusunda bir hayli yol almıştır. Sıra iskeletine gelir... İmla hataları, yazım yanlışları, anlatım bozuklukları, dilbilgisi kurallarına uygunluğu bakımından incelenecek, Türkçe ’ye daha uygun hale getirilecektir. O zaman redaktörün elleri arasına gelir kitap. Redaktörün de onayını alacak bir hale geldikten sonra, okurla buluşmaya giderek yaklaşmıştır. Sonunda ‘yaratılan’ ve tıraşlanan bu emeğe bir de isim konacaktır onu cümle aleme tanıtacak. İsmi ile damgalanıp, raflar ve eller arasındaki yeni yolculuğuna çıkacaktır. Eş zamanlı olarak dizgisi, mizanpajı, yapılan sayfaların ‘iç kısmı’ tamamlandıktan sonra, en güzel kılıfa konarak okuyucuya sunulma safhası gelir... Okuyucunun ilk temasını sağlayacak önyüz, kitap kapağıdır. Kapak tasarımı alanına girildiğinde, bu sefer kitap, tasarımcı dünyası ile tanışacak ve adeta kendisinin görüntüsünü çizecek bir tasarımcının elleri arasında olacaktır. Onlarca zihnin aşamalı olarak bir araya gelerek ortaya çıkardığı bir emek ürünüdür kitap. Yazarın gösterdiği emeğin üzerine, yurdunun halkı ile ve hatta belki de tüm dünya ile buluşmaya hazırlandığı bir başka emek kuyruğuna girer... Varoluşu tamamlanmak üzeredir. Artık kayıtlara geçmesi, bulunduğu ülkenin yaşayanlarının arasına karışmadan önce, ülkenin kitap prosedürlerinden geçmesi gerekir. Bakanlığın bandrol uygulamasına tabi olacak kendisi için bir numara alınacak, ve resmi olarak “var olma hakkı” kitaba kazandırılacak. Bu sırada kitabın kimliği artık kendisini seçmiş olan yayınevi tarafından, bir ‘künye’ olarak hazırlanır. Burada üzerinde emeği geçen herkesin ismi ve katkıları, aynı zamanda telif hakları belirtilir. Baskıya yollanmaya hazırdır. ‘Benliği’ tanımlanmış ve tamamlanmış olan kitap, kendisinden daha nicelerin


üretilmesine hazırdır. Çoğaltılır...

gezdirdiğimiz sayfalar...

Çoğaltılan kitapların okuyucu kitlelerine ulaştırılması ise ülkemizde çok da geniş imkanlara sahip olmayan bir süreci kapsamaktadır. Yayınevinin kriterleri veya sonrasındaki her aşamayı geçmiş bir kitabın dağıtım şirketleri aşamasında takılması olasıdır. Türkiye’de dağıtım şirketleri ve kitap satış noktaları, yayıncılık sektörü için ‘geliştirilmesi’ gereken bir alan.

Göremediğimiz ve belki de hiç göremeyeceğimiz şeyleri baş ucumuza getiren, hayalgücümüzle harmanlanıp doğmayı bekleyen hayatlardır, hayatlar içinde...

Yayınclığı biraz daha içyüzü ile anlamak için Yol Yayınları’nın yöneticisi Salih Turhanlar ile konuştuk... Kendisi, yayınevlerinin, yazar ve okuyucu bakımından büyük sorumlulukları olduğunu, çizgisini belirleyerek, yazarına ve okuyucusuna karşı sadakatli olması gerektiğini belirtiyor. Ticari kaygıların, kaçınılmaz olarak yayıncılık sektöründe de kendini gösterdiğini anlatan Turhanlar, kitapların ‘geçer akçe’ olarak kullanılmasından da dem vuruyor. Kendilerini bilinir kılmak için kitap yazma peşine düşenlerden ziyade, gerçekten yazmak için yazan ve okuyucuya söyleyeceği şeyleri olan yazarların ön plana çıkarılması gerektiğini, yazar ve kitap filtrelerinin ticari kaygılar veya çeşitli imkânsızlıklar bağlamında değil, yayınevinin veya Türkiye’de hedeflenen okuyucu kitlesinin değerleri bağlamında ele alınmasını gerektiğini savunuyor. Okuyucuya karşı sorumluluğun büyük olduğunu söylerken, okuyucuların algılarını dağıtmamak adına, yayınevlerinin güvenilir ve o alanda en uygun kitapları sağlayan bir kurum olması gerektiğini belirtiyor...

‘Işık, Biraz Daha Işık!...’ Sevgili Goethe, bu dünyadan göçmeye yakın bir halde ölüm döşeğindeyken, böyle diyordu: ‘Işık, biraz daha ışık!...’ Hepimizin derinden yaptığı bu çağrıya verilmiş en uysal cevaptır yazılan kitaplar... Belki de seçemediğimiz hayat şartlarının panzehridir seçebildiğimiz kitap yaşantıları... Duymak isteyip de duyamadığımız satırlardır belki de iki aşığın satırlar arasındaki muhabbeti... Ya da gizliden gizliye edindiğimiz bir kılavuz, bir öğretmendir çantamıza atıp da

Her birini bitirişimizde, başka bir kitabı aramak için yeniden yollara düşmek gelir içimizden... Sanki bulamadığımız kadar çok insanı, bir kitap içinde yeniden, yeniden bulacakmışcasına... Çoğu zaman, bizi ‘layık olmadığımız kadar’ ağırlar bir kitap... Tıpkı Nazım’ın yıllar önce Macaristan topraklarında söylediği gibi, “Layık olmadığım kadar ağırladın beni, hoşça kal.” dedirtmelidir okuduğumuz her kitap. Saygıyla ayrılmalıdır okuyucu kendisini yücelten bu emeğin topraklarından...

33.TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı 8-16 Kasım’da İşte bu yıl, TÜYAP 33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı böyle açıyor kapılarını misafirlerine... ‘Ama bilirim, gün olacak, bilirim, Senden bize, bizden sana misafir gidilip gelinecek, Bir bahçeden bir bahçeye geçer gibi… hoşça kal Macar toprağı, hoşça kal kardeş toprağı, hoşça kal !’ Onur konuğu Macaristan olarak belirlenen Fuar’ın mottosu, Nazım Hikmet’in bu şiirinden alınarak: ‘Bir Bahçeden Bir Bahçeye’ olarak seçildi. Halk şiirleri, çingene orkestrası ve gazeteciliği ile öne çıkan Macar kültürü, Macarların geçmişini ve bugününü anlatan milli kahramanlıkları, halk masalları, kahramanlık destanlarını barındıran edebi eserleri ile konuk olacak. 2002 yılında Imre Kertész’in Nobel Edebiyat Ödü-

lü’nü almasıyla ünü artan Macar edebiyatını Türk okurlara sunmayı amaçlayan Fuar, bu kapsamda iki ülkenin yazar, yayınevi ve çevirmenlerinin tanışma fırsatı bulacağı bir köprü niteliğinde olacak. Fuara katılacak Macar yazarlardan bazıları: László Darvasi, Péter Esterházy, Mihály Hoppál, Tamás Pintér, György Spiró ve Krisztina Tóth. Bu köprü olma hali sadece edebiyat üzerine olmakla kalmıyor, bu yıl İstiklal Caddesi’nde bulunan Macaristan Kültür Merkezi’nde fuara eşzamanlı olarak bir sergi de düzenleniyor. Sergide ayrıca Macaristan’ın ünlü yemek yazarı ve programcısı Zsofia Mautner, lezzetli Macar yemeklerinin de tariflerini verecek. 8-16 Kasım tarihleri arasında yapılacak olan 33.İstanbul Kitap Fuarı’nın ana teması “Türk Sinemasının 100. Yılı”. Türk sinemasına olan hakimiyeti ile saygı duyulan Atilla Dorsay bu kapsamda fuarın onur yazarı olacak. Fuardaki bir diğer değişiklik ise fuar alanına müziğin dahil edilmesi. Ziyaretçiler fuar boyunca bir oda orkestrası eşliğinde unutulmaz Türk filmleri müziklerini dinleme fırsatını bulacak. Bu yıl da, çağlardan beri olduğu gibi, buluşturmaya devam ediyor kitaplar... Yaşamın anlık görüntüleri olmaya ve o yaşanmışlığı ebedileştirmeye devam ediyor. Her yaşam, okunan bir hayattır. Önümüzdeki çağlara bıraktığımız sessiz ciltlerdir... İnsanın varoluşundan beri değişmeyerek saygı duyulan tek şey bilgidir. Bilgiyi de, bilginleri ve bilgeleri de ebedileştiren yegâne emektir kitap... İnsanın, kendisini sessizce yücelten bu sadık dosttan öğreneceği çok şey vardır. Yalnız okuduklarıyla kalmayıp, kitabın kendisini anlamak konusunda atacağı çok adım vardır... Tıpkı bir kitap gibi, bilgi ile dolu olup da, kendisini ifşa etmeden evvel ‘açılmayı, sonra da bilgisinin okunmasını’ bekleyecek kadar olgunlaşması için, atacağı çok adım vardır... Bir gün, ‘bu dünya denilen bahçeden, bir diğerine geçerken’, tüm kitapların kendisine anlatmak istediğini anlamış olarak geçebilmesi için yürüyeceği çok yol vardır insanın... İşte o güne dek, devam edecektir söylemeye: ‘Işık, biraz daha ışık!...’ 107


kitap

Huzursuzluğun Kitabı | Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı, kurmaca bir karakterin kendi hayatını anlattığı bir roman olarak görülebilir; ancak yazarla kahramanı sık sık birbirinin yerine geçtiğinden, Pessoa’nın hayatla ilgili kendine ait olan ve olmayan düşünceleri döktüğü, evirip çevirdiği bir denemeler, anlatılar toplamı olarak da kabul edilebilir. Dünyayı seyretmekle yetinmek isteyen, eylemsizliği en yüce erdem ve gerçek yaşam olarak gören Soares, Pessoa için belki de dünyanın ve yaşamanın ne olduğunu gösteren bir perdedir. Huzursuzluğun Kitabı aynı zamanda, bir edebiyatçının ulaşmak istediği yapıtla kâğıda dökebildiklerinin arasındaki mesafedir de; hayal edilenin soluk, titrek bir sureti, gölgesi olarak kalmaya, kusurlu olmaya mahkûmdur; tıpkı bütün kitaplar ve bütün çeviriler gibi.

Tek Tabanca | Nihat Genç Nihat Genç’in gölgede kalmış en iyi hikayeleri bir arada: Tek Tabanca! Tam bir edebi hazine! Yalnızların, yoksulların, ezilenlerin başrolde olduğu şoke edici hikayeler! Tek Tabanca, edebiyatın baş döndüren özel efektleriyle dolu! Gerilim, kahkaha, en acı gerçekler, rengarenk düşler, aşk, macera, bilgelik ve sürprizler art arda şimşek gibi çakıyor! Bu hikayeler sayfalardan taşarak kana karışıyor! Nihat Genç; bir garson çocuğu, bir küçük kızı, köy doktorunu, teyzeyi, dilenciyi, eşcinseli, üniversiteliyi öyle renkli, öyle hayat dolu kahramanlara dönüştürüyor ki şaşıp kalıyorsunuz. April Yayıncılık olarak; Nihat Genç’in muazzam bir birikimle ve doludizgin bir enerjiyle kaleme aldığı hikayelerini gururla sunuyoruz. Bu sayfaları ezberleme isteği duyacaksınız. Tek Tabanca, mermi gibi hızlı ve tesirli bir edebiyat patlaması! Direkt kalbe ateş ediyor!

Mağara | Jose Saramago Kentlerde giderek yayılan dev alışveriş merkezlerinin ve yaşam sitelerinin hayatımızda yarattığı değişiklikler üzerine, Saramago’nun her zamanki incelikli üslubuyla kotardığı bir roman, Mağara. Günümüz dünyasının yükselen trendleri olan tüketim ve steril yaşam mekânlarının sembolü olan bir ‘Merkez’le, basit, geleneksel ama hakiki duygularla dolu üretken yaşamın sembolü yaşlı bir çömlekçiyi karşı karşıya getiren büyük usta Saramago, basit bir durumu hayranlık uyandıran felsefi bir alegoriye dönüştürüyor: Sıcak masalsı anlatısı ve sempatik karakterleri, devasa reklam kampanyalarıyla birer harikalar diyarı olarak sunulan yaşam projelerinin insan ruhunun Platonik mağarasından öteye geçemeyeceğini gösteriyor.

108

Kasım - Aralık / 2014


satın al

Sineklerin Tanrısı | William Golding “Sineklerin Tanrısı”, günümüzde bir atom savaşı sırasında, ıssız bir adaya düşen bir avuç okul çocuğunun, geldikleri dünyanın bütün uygar törelerinden uzaklaşarak, insan yaradılışının temelindeki korkunç bir gerçeği ortaya koymalarını dile getirir. Golding’in romanındaki çocuklar da başlangıçta tıpkı Kurtz gibi, uygar toplumun baskılarından uzak bir örnek düzen kurmak isterlerken, gitgide hayvanlaşır, korkunç bir kişiliğe bürünürler. Bu yönüyle Sineklerin Tanrısı’nın Mercan Adası ile öbür ıssız ada serüvenlerinden ayrıldığı en önemli nokta, ıssız ada yaşamının çetin güçlüklerini ya da mutluluğunu anlatmaktan daha çok, bir insanlık durumunu, kişiler arasındaki çatışma aracılığıyla ortaya koymaya çalışmasıdır.

Drina Köprüsü | Ivo Andriç Drina Köprüsü, hiç eskimeyecek değerinin ötesinde, kırk-elli yıl sonra 1990’ların Yugoslavyası’nda yeniden güncellik kazandı. Acı bir vesileyle: ülkedeki çok milletli, dinli, çok kültürlü hayatı tahrip eden iç savaşlar silsiseyle... Bu eseri savaşın hemen bütün tarafları bir şekilde sahiplendiler. Kimileri de, Sırpların, Hırvatların, Müslümanların birarada olamazlığının belgesi gibi ‘okuttular’ bu romanı. Ivo Andriç’in bu başyapıtı, Osmanlı’da farklı toplulukların nasıl birarada yaşadığını geniş bir görüşle ve incelikle tasvir ediyor. Anlatılan ne müthiş bir uyum hikayesi, ne de mutlak bir zulüm hikayesi. Kimliklerin, dinlerin, devletlerin ve de her şeyin ötesinde, içinde insanların olduğu, karmamış, zengin bir hayat tablosu. Zaten Drina Köprüsü’nü büyük roman yapan da bu: Osmanlı, Bosna, Sırplar, Müslümanlar vs. meselelerini okura tamamen unutturabilen bir büyük roman.

Boncuk Oyunu | Hermann Hesse Alman dilinin en büyük yazarlarından Hermann Hesse’ye Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran Boncuk Oyunu, Doğu ve Batı felsefelerinin kusursuz bir bileşiminden oluşan yeni ve ütopik bir dünya düzeni sunan bir başyapıt. Hesse, 1943 yılında, tüm dünyanın savaş cehennemini yaşadığı sırada yazdığı Boncuk Oyunu’nda, Doğu ve Batı felsefelerinin kusursuz bir bileşiminden oluşan yeni ve ütopik bir dünya düzeni sunar okura. Sanat ve bilimde disiplinlerarası bir uyum üzerine kurulu, Hesse’nin düş ve düşün gücünün ürünü fütüristik bir oyun olan Boncuk Oyunu, bu yeni düzenin simgesidir. Toplumsal ahlakın bireyin iç ahlakını yok ettiğine inanan Hesse, bu kitabında Batı’nın toplumsal dayatmalarına karşı Doğu’nun bireysel özgürlüğünü yüceltir, söz konusu yeni dünya düzenini bireysellik üzerine temellendirir. Alman dilinin en büyük yazarlarından biri olan Hermann Hesse’nin başyapıtı olan ve 1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Boncuk Oyunu, Kâmuran Şipal’in özenli çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından bir kez daha Türkçeye kazandırıldı.

109


Ağ | Iris Murdoch

kitap

Murdoch’ın ilk romanı olmasına karşın en başarılı yapıtlarından biri olarak değerlendirilen Ağ, hayatını ucuz romanlar çevirerek kazanan bir yazarın, geçmişiyle ve kendisiyle hesaplaşması üzerinde odaklanıyor; Murdoch, bu yazar özelinde insanın, rastlantıları ve öteki insanları dikkate almadan, hayatını kendi tasarılarına göre ne ölçüde yaşayabileceğini sorguluyor. Meslekten felsefeci olmasına karşın edebiyatın, ahlak meselelerinin ve insan ilişkilerinin olağanüstü karmaşıklığını daha iyi ilettiğini düşünen Murdoch, sanat/hayat, zorunluluk/ rastlantısallık, genellik/tikellik, hakikate ulaşmak için benliğin ötesine geçme gibi temaları müthiş sürükleyici bir olay örgüsü içinde ve son derece incelikli bir mizah duygusunu besleyerek işliyor. Çok meraklanacak, çok eğlenecek, çok düşüneceksiniz.

Madde 22 | Joseph Heller Madde 22 bugüne kadar okuduğunuz hiçbir romana benzemiyor. Kendine has bir mantığı, bambaşka karakterleri var. Joseph Heller’ın acı gerçekleri sipsivri bir alayla iğnelediği bu 20. yüzyıl klasiğini okurken savaşı, yaşamın acımasızlığını, iktidarın yeri geldiğinde nasıl bir canavara dönüştüğünü görüp kimi zaman korkacak kimi zaman kahkahalar atacaksınız. 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusunda bombardıman pilotu olarak görev yapan Yossarian’ın öyküsü, çivisi çıkmış bir dünyanın küçücük bir modeli aslında. Okurken bugün dünyada yaşananlarla kitaptaki öykü arasındaki bağlantıyı kurup aslında ne kadar absürd, çılgın, ürkütücü ve kin dolu bir dünyada yaşadığınızı fark edeceksiniz.

Silas Marner | George Eliot Yıllar önce, haksız yere hırsızlıkla suçlanarak Kilise cemaatinden kovulan dokumacı Silas Marner, gönüllü sürgün olarak Raveloe köyüne yerleşir. Köy halkıyla görüşmeyen, özel yaşamını sır gibi saklayan dokumacı için hayat, sabahtan akşama kadar tezgâhı başında çalışmaktan ve kazandığı paraları biriktirmekten ibarettir. Ama günün birinde altınlarının çalınması ve çok kısa bir süre sonra da evinin yakınlarında annesi ölen bir bebeğin emekleyerek kapısına gelmesiyle yaşamı ve dünyaya bakışı tamamen değişir. Bu arada, Silas Marner’ın ve bebeğin yolları, köyün en güçlü, en varlıklı adamının oğluyla çakışacaktır.

110

Kasım - Aralık / 2014



tiyatro

Darülbedayi’nin 100.Yılında

İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Programı Dopdolu

100. yılını kutlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Ekim ayının ilk haftasında 3’ü yeni 8 oyunla perdelerini açtı. Emile Fabre’nin yazdığı, Hüseyin Suat Yalçın’ın uyarlayarak çevirdiği, Sezai Gülşen ve Doğan Yavaş’ın günümüz Türkçesi’ne aktardığı Çürük Temel, William Luce’un yazdığı, Orhan Alkaya’nın yönettiği Lillian, Henri Keroul ile Albert Barre’den Muammer Karaca ve Refik Kordağ’ın uyarladığı, Nedret Denizhan’ın yönettiği Cibali Karakolu. ğı, Hüseyin Suat Yalçın’ın uyarlayarak çevirdiği, Sezai Gülşen ve Doğan Yavaş’ın günümüz Türkçesi’ne aktardığı oyunda; Oya Palay, Yeşim Koçak, Mert Tanık, Mustafa Barış Koçkar, Dolunay Pircioğlu, Samet Hafızoğlu, Nurdan Gür rol alıyor.

Çürük Temel Darûlbedayi’nin sahnelediği ilk oyun olan Çürük Temel, Engin Alkan’ın çağdaş yaklaşımıyla 100. yıl anısına yeniden sahnede… Oyun, iflas etmekte olan bir fabrikanın ekseninde bir diğerinin hakkını hiçe sayıp kendi hakkını diğerlerine dayatan uzlaşmaz aile bireylerinin çatışkılarını modern bir tragedya formunda seyirciye sunuyor. Emile Fabre’nin yazdı112

Kasım - Aralık / 2014

Lıllıan Amerikan Edebiyatı’nın önde gelen ismi Lillian Hellman, usta oyuncu Aliye Uzunatağan yorumuyla sahnede… William Luce’un yaz-

dığı, Orhan Alkaya’nın yönetmenliğini yaptığı Lillian, McCarty döneminin baskıcı fonu önünde yazarın çok renkli kişiliğini bir oyunculuk resitaline dönüştürüyor. Kapının hemen ardında, otuz yılını paylaştığı acımasız eleştirmeninin, hayranı olduğu yazarının, içki arkadaşının, ama en çok da âşık olduğu adamın ölümden dönüp gelmesini bekleyen bir kadın. “Yılın modasına uyacağım diye vicdanımı kısa kestiremeyeceğim” diyerek McCarthy’nin sorguçlarına hınzırca kafa tutan, Amerikan edebiyatının önde gelen ismi Lillian Hellman, polisiye edebiyatın seçkin yazarı Dashiell Hammet’ın komada geçirdiği son saatlerinde, “renkli” dadısıyla birlikte oturmak için bir tramvay dolusu adama meydan okuyan çocukluğunu, sınırları zorlayan bohem hayatını, küsen, hırslanan, ustalaşan yazarlığını hızla hatırlıyor.


kaybetmişler ve kendi yalnızlıkları içinde birbirleriyle de iletişimlerini koparmışlardır. İstasyona gelen “Atlı” onlara hem dış dünyadan haber hem de umut getirir. Hatta yaşama yeniden bakmalarını sağlayan bir ”kurtuluş”… Nazım Hikmet’in yazdığı Yıldırım Fikret Urağ’ın yönettiği oyunda; Bahtiyar Engin, Gün Koper, Mehmet Avdan, Aslıhan Kandemir rol alıyor.

Bu hatırlamalar resmi geçidinde, ölümden daha güçlü olan, belki sadece “aşk.”

Çin Kahvesi

İstanbul Efendisi Osmanlı’da Lale Devri’nin sonrasında dönemin baş kadısı İstanbul Efendisi’nin konağında geçen olayları dolantı komedyası üslubuyla ele alan İstanbul Efendisi, Osmanlı’nın kültürel ve etnik çeşitliliğine vurgu yaparak İstanbul folklorundan örnekleri modern bir anlatımla sergilemektedir. Kızına uygun bir damat adayı bulmak için yıldız fallarına bel bağlayan İstanbul Kadısı Savleti Efendi’nin başına gelenlerin müzikal bir anlatımla seyirciyle buluştuğu Musahipzade Celâl‘in yazdığı Engin Alkan’ın yönettiği oyunda; Tankut Yıldız, Zafer Kırşan, Volkan Ayhan, Hüseyin Tuncel, Emre Şen, Edip Tepeli, Emrah Özertem, Tuğrul Arsever, Cihan Kurtaran, Serkan Bacak, Murat Üzen, Hamit Erentürk, Berna Adıgüzel, Zeynep Ceren Gedikali, Derya Çetinel, Selin Türkmen, Reyhan Karasu, Çiğdem Gürel, Senem Oluz, Özge Midilli, Murat Güreç, Utku Akıncı, Kayahan Erdem, Gözde İpek Köse, Melisa Demirhan rol alıyor.

Çin Kahvesi, New York’ta yaşayan ve orta yaş bunalımıyla boğuşan Harry ve Jake’in hikâyesini anlatıyor. Her iki adamın da yarım kalan hayalleri, kurtulamadıkları geçmişleri vardır. İkisi de hayata karşı öfkeli ve huzursuzdurlar. İçlerinden biri bu döngüyü kıracak ve arkadaşının hayatını çalmak pahasına da olsa özgür benliğine kavuşacaktır. Ira Lewis’in yazdığı, Can Doğan’ın yönettiği oyunda; Aziz Sarvan ve Can Başak rol alıyor.

Hıdrellez

Yolcu Yolcu adlı oyunda olay, 1921 yılında, Kurtuluş Savaşı’nın yoğun biçimde sürdüğü günlerde, Anadolu’nun ücra bir köşesindeki tren istasyonunda geçmektedir. Kar ve buzla kaplı istasyonda çok seyrek duran trenler artık hiç durmadan yollarına devam etmektedir. İstasyon şefi, karısı ve makasçı, devrilen telgraf direğiyle birlikte tamamen dış dünya ile bağlantılarını

Hıdrellez, Meriç nehri kıyısında yaşayan coşkulu “Romanlar”dan hüzünlü bir aşk öyküsü… Firuze Engin’in yazdığı Ali Yaylı’nın yönettiği “Hıdrellez”, ruhu ne kadar özgür olursa olsun, sevdiğinin gönlünde tutuklu kalan genç bir kızın çaresizliğini ve yalnızlığını konu alırken, bir dönemin siyasi acılarına da tanıklık ediyor. Kanı kaynatan aksak ritimleri ve özgün müzikleriyle dikkat çeken oyunda; Melahat Abbasova, Engin Akpınar, Melike Altınbaran, Ceysu Aygen, Şenay Bağ, Radife Baltaoğlu, Esra Ülger, Gürol Güngör, Fahri Kıncır, Elçin Atamgüç, Emrah Can Yaylı, Elyesa Çağlar Evkaya, Ozan Tura, Merve Keleş, Özgür Dağ, Hüsnü Demiralay, Vildan Türkbaş rol alıyor. 113


Ocak Ocak, 1960’lı yıllarda emekçi bir ailenin ekonomik güçlüklere ve geçim sıkıntısının getirdiği zorluklara rağmen bir arada durma çabasını anlatır. Anne, baba, çocuklar ve büyükanneden oluşan aile bireylerinin her biri farklı karakterlere ve hayallere sahiptir. Tüm sıkışmışlıklarına rağmen birbirlerine duydukları sevgi, diğer tüm yoksunluklarını unutturmaktadır. Sahnede bir yandan aileyi izlerken, diğer yandan 1960’ların İstanbul’unu, hayallerini, müziğini ve radyosunu da hatırlarız. Turgut Özakman’ın yazdığı Yıldırım Fikret Urağ’ın yönettiği oyunda; Aslı İçözü, Hakan Güner, Mahperi Mertoğlu, Cengiz Tangör, Erkan Sever, Mana Alkoy, Mehmet Soner Dinç rol alıyor.

“Tüm Zamanların En İyi Yüz Filmi” listesine girdi. Joe Masteroff’un yazdığı Yücel Erten’in yönettiği oyunun unutulmaz müziği John Kander imzasını taşıyor. Oyunda; Mert Turak, Senan Kara Tutumluer, Can Başak, Ergun Üğlü, Selma Kutluğ, Hakan Arlı, Nurdan Kalınağa, Mehmet Soner Dinç, Eraslan Sağlam, Ceren Hacımuratoğlu, Pınar Aygün, Deniz Evrenol, Yeşim Mazıcıoğlu, N. Ceren Aktay, Yonca Eğilmezbaş, Mana Alkoy, Arda Alpkıray, Doğan Şirin ve Berk Samur rol alıyor.

Türkiye Kayası “Bir Göç Hikâyesi”

Kabare Kabare (Cabaret), bir kabare aktristi ile Amerikalı bir yazarın kısa ömürlü aşkını ve onları kuşatan büyük toplumsal kaosu anlatıyor. Kült müzikaller sınıfında yer alan Kabare, 1972’de beyaz perdeye aktarıldığında 8 Oscar kazandı ve 114

Kasım - Aralık / 2014

Türkiye Kayası “Bir Göç Hikâyesi”, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan bir ailenin öyküsünü anlatıyor. Geçmişlerini, anılarını ve hayallerini yaşadıkları yerde bırakıp yeni ümitlerle yola çıkan aileyi, Türkiye sınırında kötü bir sürpriz beklemektedir. Fehime Seven’in yazdığı Şükrü Türen’in yönettiği oyunda; Hikmet Körmükçü, Nevzat Çankara, Sevtap Çapan, Selim Can Yalçın, Hakan Yavaş, Kubilay Penbeklioğlu rol alıyor.

Zengin Mutfağı Zengin Mutfağı’nda 1970’ler Türkiyesi’nde zengin köşkündeki hizmetlilerin, o yıllardaki toplumsal kavga içinde taraf olup olmama konusunda yaşadıkları olaylar trajikomik bir anlatımla sunuluyor. Ayrıca Epik Tiyatro’nun ülkemizdeki önemli örneklerinden olan oyun, alt sınıf insanlarının yaşamsal ve düşünsel seçimlerini sorguluyor. Vasıf Öngören’in yazdığı Aslı Öngören’in yönettiği oyunda; Murat Garibağaoğlu, Ozan Gözel, Ali Mert Yavuzcan, Selçuk Yüksel, Irmak Örnek rol alıyor.


Kılıç, Hüseyin Kefeli, Tuğçe Açıkgöz ve Begüm Yazıcıoğlu’nun rol aldığı Cibali Karakolu şimdiden seyirciden yoğun ilgi görüyor. Cibali Karakolu konusu ise şöyle; Cibali Karakolu pek çok gerçeğe ışık tutarak geçmişten günümüze eleştirel bir ayna olmayı başarıyor. Kadın erkek ilişkileri başta olmak üzere, paranın ilişkilerdeki etkisi, toplumsal ve politik yaşama dair eleştirilerle biçimlenen oyun, güldürmek kadar yeniden cevaplanması gereken pek çok soruya da ışık tutuyor.

100. Yıl Darülbedayi Atölyesi Kerem Yılmazer Sahnesi’nde Kuruluşundan bu yana, gerek usta-çırak ilişkisi gerekse çeşitli dönemlerde bünyesinde barındırdığı kurs ve okullarla yeni sanatçıları, geleceğin tiyatro seyircisini yetiştirmeyi asal görevi kabul eden Şehir Tiyatroları, “100. Yıl Darülbedayi Atölyesi”ni şehre kazandırıyor.

50. Yılını Cibali’de kutluyor Nuits de noces adlı bir Fransız bulvar komedisinden Refik Kordağ ile Muammer Karaca tarafından uyarlanan Cibali Karakolu, Zihni Göktay’ın ustalıklı performansıyla yıllar sonra tekrar sahnede… İlk kez 1951 yılında Muammer Karaca Tiyatrosu’nda sahnelenen Cibali Karakolu, 16 yılda üç binin üzerinde oynanarak Türkiye’nin en uzun süre afişte kalan oyunu oldu. Oyun ilk sahnelenişinden 53 yıl sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından Nedret Denizhan rejisiyle yeniden sahneleniyor.

Muhteşem performansıyla Zihni Göktay usta Cibali’de Cibali Karakolun’da; Zihni Göktay, 50. Sanat yılını kutluyor. 68 ya-

şındaki Göktay, Cibali Karakolu’nda 50 yaşındaki Çapkın Komiseri canlandırıyor. Sanatçı oyunla ilgili heyecanını şöyle dile getiriyor; “Erhan Yazıcıoğlu Genel Sanat Yönetmeni oldu ve hemen beni aradı. Hani bir türlü hayata geçmeyen ‘Cibali Karakolu’ vardır ya hayata geçiyor, gelir misin?” dedi. “Amuda kalkarak gelirim” dedim ben de. Benden önce iki büyük ustanın Muammer Karaca ve Nejat Uygur’un canlandırdığı Komiseri oynamak bana gurur verir. Bu çok önemli bir emanettir.” Berrin Koper, Tarık Şerbetçioğlu, Derya Kurtuluş, Zihni Göktay, Cem Uras, Müge Çiçek, Eylül Soğukçay, Şehnaz Bölen Taftalı, Hülya Arslan, Doğan Altınel, Murat Bavli, Naci Taşdöğen, Cem Karakaya, Tuğçe Açıkgöz, Betül Kızılok Bavli, Müge Çiçek, Deniz Yeşil Mavi, İbrahim Ulutaş, Seza Güneş, Ertan

Tiyatro sanatının farklı biçim ve biçemleri üzerine akademik çalışmalar yürütmüş sanatçılarını buluşturacak olan atölye, hem kendi bünyesinde bulundurduğu sanatçıların gelişimini, hem de yaratıcılık ve farkındalık oluşturma amacıyla çocuk ve gençlere yönelik çalışmalar yapmayı hedefliyor. “100. Yıl Darülbedayi Atölyesi”, Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’nde hizmete girecek. “Çağdaş Gösteri Sanatları Birimi”, “Yetişkinlere Tiyatro”, “Gençlere Tiyatro” ve “Çocuk Eğitim Birimi” başlıklarında dört ayrı kategoride gerçekleşecek eğitim çalışmalarında şekillenen performans ve gösterileri sezon boyunca aynı sahnede çeşitli etkinliklerle seyirciye sunulacak. Ücretsiz verilecek kurs programlarına sınavla öğrenci kabul edilecek. 115


müzik eğitimi

müzik

almak isteyenler

om en bet tmail.c ü L o h n u f @ Tay lubeten n tayfu

buraya

Artık kolay yanı var bu eğitimlerin; Araç çok ,Eğitmen çok ,Öğretmen çok , Bilgi çok , enstrümanlar çeşitli Ama istediğiniz müzik eğitmeni nasıl olmalı? Nerede nasıl alanlarda kimlerle veya kiminle eğitim almak istiyorum . Bence bu doğru bir soru sormak ile başlayan bir yol ... Özellikle kendinize ve size yol arkadaşlığı yapacak diğer bireylere . ü Ben ne yapmak istiyorum ? ü Amacım nedir ? ü Doğru Kişiye nasıl ulaşabilirim? ü Beni gitmek istediğim yere en optimum nasıl ulaştırır ? ü Ve kim ulaştırır ? Sosyal medya’yı araştırdığınızda bir çok siteye kayıtlı

öğretmen ve eğitim videoları , enstrüman satışı alanları ile işe başlanabilir, baktınız kesmedi . Google ‘a yazdığınız cümleyi değiştirin başka soru sorun ? Ücretsiz eğitim veren yerler Cd’li metod kitapları bile mevcut yada bir çok workshop bulabiliyorsunuz , Seminerlere katılabiliyorsunuz , Bu aralar ısrarla tercihim bir çok üstadın eğitim verdiği Ada Müzik Akademisi facebook.com/AdaMuzikAkademi bu linkten ulaşabilirsiniz .üstadlar orada. Müzik ve Sanat dergileri sizlere yol gösteriyor , bazı üniversiteler’de ücretsiz olarak bu eğitimler veriliyor , hatta son 3 senedir Solfej eğitimi alıyorum , Solfej ve Müzik eğitimlerini takip ettiğim Marmara üniversitesinin öğretmeni Özcan Özbek halen öğrenciler yetiştirmekte , Yeni açılan yerlerin seminer tadında ücretsiz gitar ve müzik eğitimleri de oluyor , Geçen sene Kassandra Sanat Evinde (Teşvikiye ) tanıtım derslerini bizzat ben verdim şahidim :)

116

Kasım - Aralık / 2014


nız , Sonuç olarak Araştırmak ile başladığımız yola anlaşabildiğimiz kişileri devreye sokup bu yolculuk kolay şekillenebilir Evet Sevgili arkadaşlar! bilgi akışının , farkındalığının , içimizdeki cevherin ortaya çıkması için sizin de ürettikleriniz düşündükleriniz doğru , Önemli olan karar vermek zaman belirlemek ve kesinlik kazanmasını sağlamak , özverili çalışmalar sizi kesinlikle başarıya götürür . Tıkandığınız çalışmalarda öğretmenlerinize , arkadaşlarınıza sorular sorun cevap hep vardır , İfade etmek istediğim Sanat Evlerini Takip etmek, kişilere sormakta bir yol olabiliyor , İsmek , Halk Eğitim Merkezleri , İlçelerin belediye ve Kültür merkezleri de seçeneklerimiz arasında İşin aslı araştırma yapıldığında bize yol gösteren çok oluyor , Ama nasıl Eğitmen seçmeliyim? sorusuna verdiğim yanıt ! Gönülle verilen anlayış ve emek teşvik fırtınaları yaratıyor .. Bulunduğu ortamda öğrenci kendini iyi hissetmeli hem kendine hem gruptaki arkadaşlarına mutlu yaratıcı gösterisini yapabilmeli.

Enstrumanınızı seçerken bilgili deneyimli insanlar yardımı ile olması sizlere yol açar doğru sese ulaşırsınız , yanlış ses varmıdır ? Hayır ,ses vardır ama orada tınlayan sizi ifade eden bir enstrüman modeli ve sesi vardır gerçeği de bizimle . Bu arada 2. El enstrüman almanız bile büyük avantajdır , şöyle ifade edilir yıllanmış şarap tadıdır aslında , aldığınız enstrümana iyi bir usta bakım yaptığında ise apayrı bir sanat çıkıyor ortaya …(Ağaç enstrümanlarda) yada kendiniz bile enstrüman yaptırabiliyorsunuz özel el yapımı . Artık firmalar her fiyata da enstrüman satmakta .

Müzik ve Sanat alanları bizlerin hiç olmadığı kadar kendimizi güvenle tanıttığımız manalar,yaratıcılıklar ve ifadeler sunmalı ve mutlu olmalıyız .

96 yılından bu yana aldığım eğitimler çeşitlilik ve farklılık gösterdi , netice ; yetiştidiğim 850 ‘ye yakın öğrencim oldu hepsinin ayrı bir hikayesi oldu birlikte yol almak adına yaptım sizlere önerilerimi sevgimle sundum

Daha doğrusu ‘’hisseden ve hissettiren’’ koşusu, ama kesinlikle yarışı değil !!

Önemli olan algınızı geliştirecek ufuk açacak eğitmenler ile Klasikleşmiş eserler diliyorum

Öğrenci bilinçlenmeli farkındalıklar yaşamalı ve heyecan duymalı burası sevgi disiplini çerçevesinde oluşan anlayışa bakıyor ,

Eğitimin olduğu yol ; temiz saf bir rüzgar gibidir sizi sürükler , Müzikle kalın

Özel eğitimlerde şart olan koşul beraber yol alan Öğrenci öğretmen ilişkisi ve çalışmasıdır, Aslında bir şekilde bağlılık taşıyan bir koç olmalı öğretmen gerektiğinde ise dost Yada bir idol duruşu sergilemeli Öğretmen ,’’Hayal kuran öğrenci başarı için kök salar dünyaya’’ Farklı yerlerden uzun soluklu eğitimlerin alınması da öğrenciye katkı sağlar her alan farklı bir mecradır aslında , eğitim aldığınız kurum ne kadar sayıca çok ise (verimli olması şart !) sizin çoklu zihniniz ve anlayışınız gelişir . Gündem de benim de içinde bulunduğum Müzik , Sanat ,Ses koçları ile çalışıyor olmak sizi apayrı yerlere götürür ama alanından çıkmadan daha ileriye , Hızlı bir gelişim için hayal etmek ilk kural çalıştığınız yada daha yumuşak bir ifade ile oyun alanı yarattığı-

117


astroloji inek u C mail.com r b E g cist@ vedi

SATURN (SHANI) YAŞLI BİLGE ADAM GELİYOR YENİ DERSLERE HAZIR OLUN Sevgili Okurlarımız, 2014 yılının son iki ayında hareketli bir gökyüzü etkisi altında kalacağız. Tam da Merkür retrosundan, önemli bir Ay ve Güneş tutulmasından çıkmış iken Kasım ve Aralık aylarında özellikle Akrep ve Yay burçlarındaki düşman gezegen kavuşumları ile ülkemizi ve bizleri ani gelişen olayların bekliyor olması olası gözükmekte. Öncelikle bu transitlerden hayatımızda yeni izler bırakacak olan uzun soluklu Güneş’in oğlu Başöğretmen Satürn transitinden kısaca bahsetmek istiyorum. Bu arada Güneş’in oğlu dediğime bakıp yanılmayın Hint mitolojisinde de baba ve oğlun devamlı kavgalı olduğuna dair birçok hikâye vardır. Satürn (Shani) Hintçe yavaş hareket eden anlamına geldiği için zamanın yöneticisi olarak yaşlılık, bilgelik ve ölümle bağlantılı olduğu kadar, Güneş’in en uzağında

118

Kasım - Aralık / 2014

bulunmasından dolayı soğuk ve kuru doğası nedeniyle malefik(hayırsız) bir gezegen olarak kabul edilmiştir. Satürn Vedik astrolojide en önemli gezegenlerden biridir ve uzun vadeli hedefler oluşturmak, hayatımızda düzenleme yapmak, disiplin getirmek ve zor işleri başarmak için bize karmik dersler verir. Son 2,5 yıldır yücelerek ikamet ettiği Terazi’den 2 Kasım 2014 ayrılacak olan Satürn, zayıf olduğu Akrep burcuna geçiş yaparak 26 Ocak 2017 yılına kadar orada kalacak. Yönetici burcu Mars olan Akrep burcu ani değişikleri, borçları, kredileri, miras, sigorta, mistik, ölüm ve yeniden doğma konularını temsil eder. Satürn ve Mars düşman birer gezegen oldukları için agresif ve negatif enerjileri

yükseltebilir. Ama her şeye rağmen Satürn’ün Akrep burucuna transiti ile karanlıkta kalan her şeyi aydınlığa çıkarabilir ve hayatımızda Akrep’in yaşamı destekleyen enerjisi ile gerçek bir dönüşüm yaşayabiliriz. Satürn prensibinin doğru işlemesi için kabullenmeli ve yüzleşmekten kaçmamalıyız. İnsan ruhu en derinde ne yapması gerektiğini bilir, bunu yapmadığında rahatsızlanır. Namaste Vedik Astrolojisinin Batı Astrolojisinden Temel Farkı Tüm Gezegenler Zodyakta Neredeyse Bir Tam Burç Geride Olmasıdır. Bu Sebeple Burç Yorumlarınız Okurken Kişisel Doğum Haritalarınızda Ay’ın Bulunduğu Burca Göre


veya Yükselen Burcunuza Göre Okumanızı Rica Ediyorum.

sizler için Yoga Karaka gezegeni olduğu için evlilik için de doğru zamanlarda olabilir. Aşk alanında almanız gereken tüm dersleri almanızı, aşkın duygulardan, algılardan ya da mutlu bir zihinden daha fazlası olduğunu anlamanızı temenni ediyorum.

leri gerçekleşmeye çalışmalısınız. Geçmiş yaşam kredinizden dolayı kaderinizi hatırlamanız, ünlü ve lider olma olasılığınızı düşünmeniz için önemli bir zamandır.

AY / YÜKSELEN KOÇ BURCU Bu 2,5 yıllık Satürn transiti zamanında yaşamın geçici olduğunu ve her an sona erebileceğini şiddetle hissedebilirsiniz, her ne kadar hayata dair konularda araştırma yapmaya çekinseniz de mistik ve ruhsal yaşamın gizemleri üzerinde ciddi olarak düşünme zamanıdır. Hatta bu konularda profesyonelce araştırmalar yapabilirsiniz. Bu da sizin önemli ölçüde ruhsal gelişim görmenizi sağlayacak. Partnerlerinizden gelecek para ya da vasiyetlerden miraslardan, bilhassa borç para veren kurumlardan gelecek kazanç açısından sevimsiz zamanlardır. Bu yüzden benim tavsiyem öncelikle tüm geçmiş borçlardan kurtulmaya gayret etmeli, var olan ortaklıklardaki maddi sorumluklarınıza dikkat etmelisiniz. Çünkü sizin artık araştırma ve inceleme konusunda sabrınız, dayanıklılığınız daha fazla! Bu bir sorumluluk, disiplin ve dünyevi konulardaki görevinize hazırlık zamanıdır Sevgili Koçlar.

AY/ YÜKSELEN ASLAN BURCU

AY/ YÜKSELEN İKİZLER BURCU İkizler ’den uzun yıllar Satürn etkisi ile ‘’hiç çalışmadığım kadar çok çalışıyorum’’ sözlerini pek sık duyacağız. Günlük çalışmanın, sağlığının ve dış görüntüsünün sorumluluğunu alırken, amaçlarını gerçekleştirmek için daha iyi yollar bulurken hiç olmadığı kadar organize kişiler olacaksınız. Muhtemelen siz bu kadar çok çalışırken çalışma arkadaşlarınız veya çalışanlarınızın aynı tempoda olmaması size hayal kırıklıkları yaratabilir. Bu arada iş yerinizde monotonluktan sıkılıp istifa etmeye kalkışmanız da bir ihtimal. O zaman değerli dersleri, deneyimleri kaçırabilir ve gelecek yıllarda daha az başarılı olmanıza neden olabilirsiniz. Şifa yöntemleri üzerinde çalışmak için iyi zamanlardır.

Satürn sizlerden uzunca bir zamanınızı gelecekteki başarınız ve kazancınız için bir temel oluşturmanızı, maddi dünyada en yüksek güvenceyi sağlamak için yoğun bir çaba göstermenizi istiyor. Dikkatinizi evinize ve yaşadığınız çevreye çevireceksiniz, sizler için en uygun yer olup olmadığı konusunda düşünmeye yönlendirecek koşullar ortaya çıkacaktır. Toprak, ev ve mülkle ile ilgili sorumluluk almanın en elverişli zamanıdır. Gizli kişisel kaygılarınızdan ötürü gelecekteki huzurunuzu sağlamak için sıkı çalışabilirsiniz. Anneniz ile ilgili konularla meşgul olurken, köklerinizle de ilgili durumları değerlendirerek içinizdeki kişilikle yüzleşeceksiniz.

AY/ YÜKSELEN BAŞAK BURCU AY/ YÜKSELEN BOĞA BURCU Sevgili Boğalar, Satürn transiti sizlere artık aşk hayatınızın sorumluluğunu almayı öğreneceğinizi söylüyor. Sizler için öncelik aşk ilişkiniz olmalı ki kalbinizin en gerekli ve belirgin ihtiyaçlarını belirleyeceksiniz. Bu zamanlarda çok az sayıda aşk fırsatı çıkabilir. Aman derin bir yalnızlık hissine kapılarak yanlış ilişkiler içine girmeyin. Gökyüzü etkileriyle kadersel olduğunu hissettiren ve sizin her açıdan büyümenizde oldukça önemli olan karmik ilişkiler getirecektir. Satürn

AY/ YÜKSELEN YENGEÇ BURCU Satürn Yengeçlere ruhlarının eşsizliğini keşfetme şansı verecek. Bu hayli önemli transit boyunca, kendinizi başkalarından farklı kılan en özel yetenekleri ve becerilerinizi keşfedeceksiniz. Bunun yanı sıra sevilmediğinizi, onaylanmadığınızı, enerjiden coşkudan ve güvenden yoksun olduğunuzu hissedebilirsiniz. Bu gibi durumlarda perde arkasındaki saklı nedenlerle yüzleşmeli ve gerekli değişim-

Başak’lar Satürn’ün desteği ile varoluşunuzu daha iyi bir duruma getirmenin yollarını öğreneceksiniz. Okula ya da herhangi bir kariyer eğitimine derin bir dikkat ve yoğunlaşma zamanıdır. Kardeşlerinizle ve yakın çevrenizle yoğun bir iletişim kurma ihtiyacı duyacaksınız. Dergi ve gazetede yazma olasılığını keşfedebilirsiniz; bu durumlar öyle kendiliğinden değil aciliyet ve önem duygusundan kaynaklanabilir. Birkaç yıldır en önemli kişisel meselelerinizi ele aldıktan sonra şimdi sıra etrafınızı saran dünyayla karşılaşma zamanıdır. Gayretle çalışırken sanki ça119


balarınız sonuçsuz kalıyormuş gibi hissetmeyin çünkü enerjinizi en verimli biçimde nasıl kullanacağınızı öğreniyorsunuz.

sabırlı ve verilen fırsatların büyüklüğünün farkında olmanızı tavsiye ediyorum. Sağlık açısından kendinizi yorgun hissedebilirsiniz bu süreçte bol bol egzersiz yapmalı, temiz hava alarak eğlenceye zaman ayırmalısınız. Kilo sorunları olan Akrepler için fazlalıkları vermek için iyi bir zamandır.

edebilir, onlar için kaynaklar bağışlayabilir, kamusal olaylarda yer alabilirsiniz. Uzun yıllar kendinizi daha idealist ve vizyoner; ileriyi hayal eder bulacaksınız.

AY/ YÜKSELEN TERAZİ BURCU

AY/ YÜKSELEN KOVA BURCU

Teraziler artık yaşamınızda paranın önemiyle açıkça yüzleşmelisiniz. Bazılarınız aniden kendini borç ve faturalarla boğuşurken, bazılarınız da zengin olmaya büyük dikkat göstermeye karar verebilir. Bazılarınız da bu süreçte daha önceden hiç olmadığı kadar çok para da kazanabilir. Her durumda finansal sorumluluk zorunludur. Bunun sonucunda ortaya çıkan maddi baskı, sizlerin kendi duygularınıza ve inançlarınıza derinden bakmanıza neden olacak. Kumar, kolay para kazanma yolları ya da yüksek riskli yatırımlar için uygun zamanlar olmadığı gibi aile yaşamınızdaki sorunlarla da mücadele ederken zorlanabilirsiniz. Kendinizi maddi güvenceye alma arayışınızdaki deneyimlerinizde derin bir anlam yattığının farkında olmanızı temenni ediyorum.

Hayatınızın çağrısı için sorumluluk almaya hazır olun Kovalar. Yaptığınız iyi işler için ödüller, terfiler bekleyebilirsiniz. Yalnız dünyadan geribildirim alırken statünüz ve pozisyonunuz konusunda hassas, meslekteki kesin yerinizi belirtmekte kararlı olacaksınız. Önemli olan geribildirimi iyi analiz edin. Kariyer hedeflerinizi gerçekleştirmek için gayretle çalışmış iseniz büyük bir etki yapmak için iyi bir şansa sahip olacaksınız. Bu güçlü bir bütünleşme zamanıdır. Gayretle, durmadan, çok disiplinli ve düzenli ve amaçlı çalışacağınız için başarı ya da başarısızlık sizi duygusal olarak etkilemeyecektir. Çabalarınız sayesinde hangi ödülleri kazanacağınızı kesin ve tarafsız olarak anlamalısınız.

AY/ YÜKSELEN YAY BURCU Yaylar, ruhsal bir bakış açısıyla hayatı değerlendirirken bilinç gelişiminizi Başöğretmen Satürn sayesinde tamamlayacaksınız. Bu sırada tek dostunuz inancınız olacak. Kendi küçük benliğinizden vazgeçerek, yüksek benliğe ulaşmak isteyeceksiniz. Saklı olan her şeyi, bilinçaltınızı, fobilerinizi temizlemek için uygun zamandır. Uzun bir süre geceleri uykularınız bölünebilir ama aynı zamanda rüyalarınız derin ve saklı bilgileri ortaya çıkarabilir. Dünyadan elinizi ayağınızı çekmek isteme eğilimine karşı, bitmemiş projelerinizi ve girişimlerinizi tamamlamaya çalışmalısınız.

AY/ YÜKSELEN BALIK BURCU AY/ YÜKSELEN AKREP BURCU

AY/ YÜKSELEN OĞLAK BURCU

Sevgili Akrepler özünüzü mükemmelleştirmeye ve karakterinizdeki eksiklikleri yok etmeye yönelik çabanızı Satürn uzun yıllar destekleyecek. Kendinizi dürüst bir şekilde değerlendirmek için mükemmel bir zaman! Hareketleriniz direnç ve muhalefetle karşılaşacağı için sürekli olarak güdülerinizi inceltmeye itileceksiniz. Bu yüzden somut başarılar beklemek yerine en büyük amaçlarınızın ve arzularınızın ne olduğuna odaklanma zamanıdır. Sonuçlar konusunda

Sevgili Oğlaklar uzun süredir hayatın tüm cilvelerini deneyimlediniz. Nihayet mutluluk, tatmin ve tamamlama hakkında sonuçlara varma zamanı gelmiştir. Sizlerin bakış açısı artık hiç olmadığı kadar genişlediği için hayattan ne istediğinizi biliyorsunuz. Şimdi hayatı bir zorunluluktan çok fırsat olarak algılamaya başlayacaksınız. Gruplarda liderlik görevini üstlenebilir ya da kendi kulübünüzü veya organizasyonun firmanızı kurabilirsiniz. İnsanlara yardım

120

Kasım - Aralık / 2014

Sevgili duygusal Balıklar, uzunca bir süre inançlarınızı, değerlerinizi ve ahlak kurallarınızı belirlemek için geçirebilirsiniz. Dinle, felsefeyle ve her türden yüksek bilgilerle ilgili ciddi tartışmalar girişebilir kahramanlarınıza idollerinize yakından baktığınızda değerlerini sizin gözünüzde yitirebilir. Yabancı ülkelerle zorluklar, gecikmeler ya da engellemelerle yüzleşebilirsiniz. İş nedeniyle yabancı ülkelere seyahat edebilirsiniz. Hayatınızda gereksiz ya da anlamsız olan şeylerden vazgeçiyor olacaksınız. Gerçekler siz Balıkları özgür bırakacak.



ANDROID APP ON


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.