çağdaş sanata çağdışı bir bakış anachronistic glance at contemporary art
01 2014
s e t a l i p tek yol tes is the pila
y a w y l n o
mizah,
Turgut Yüksel
kerteriz noktası olarak gezi
ironi,
kibir ve
! m m a b z
Memleketin sayılı tarihçilerinden Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Kafadar Arkitera dergisine verdiği mülakatta böyle izah ediyordu Gezi Vakasını. Özellikle “… arkasından tartışmaların ve değerlendirmelerin bitme tükenme emareleri göstermeden sürdüğü, öneminden kimselerin kuşku duymadığı ama anlamlandırmakta güçlük çektiği bir durum.” vurgusu üzerinden gidecek olursak, aradan geçen kısa süre içinde de binlerce makale, 40’a yakın kitap, tv oturumları, dergi sayıları eşlik etti üstteki cümleye. Mühim bir olayla karşılaştık ve haklı olarak da peşinde bir sürü düşünce dokümanı bırakacaktı bu durum… Bırakmaya da devam ediyor. Geri direnişinde birçok mühim sosyolojik vaka ilk defa ortaya çıktı. Onlardan en önemlileri ise mizahtı. Bu konu üzerine de çok yazılıp çizildi, zira böyle kitlesel bir durum içinde geleneksel ciddi, mesaj veren slogan bütünlüğü birden kırıldı, durum kendi dilini ve mizah algısını oluşturdu. Bu beklenmeyen bir şeydi ve bu durumu oluşturan en büyük etken de direnişe katılan genç insanlardı. Bu insanların hayata ve kendi varlıklarına karşı oluşturduğu dalgacı durum ister istemez meydanda, duvar yazılarında kendini gösterdi. Zira ironi yapılmadı, dalga geçilme hedefine ilk olarak kendilerini koyarak büyük bir manevi savunma sistemi oluşturdular. Hatta başbakanın kibirli ve küçümseyici olarak söylediği “Çapulcular” kelimesi hemen benimsendi ve o direnişe katılanların büyük bir memnuniyetle kabul ettiği bir sıfat oldu. Bu benimsemeden yola çıkarak dünyanın dört bir yanındaki düşünürler de direnişe destek vermek adına “I’m çapulling” afişleriyle destek verdiler. En göze çarpanı ise Noam Chomsky’di. Burada iki durum ortaya çıkmıştı; direnişçilerin mizahı ve alçak gönüllüğüyle bunun karşısında duran muktedirlerin ironi ve kibriydi. Bu ikisinin içeriği çoğu defa eşanlamlıymış gibi görülse de aralarında siyahla beyaz gibi büyük bir fark vardır. Bunu André Comte-Sponville’in zihin açıcı çalışması olan “Büyük Erdemler Risalesi” (İletişim yayınları) isimli kitabının 17. bölümünde bir erdem olarak “mizah”ı incelediği kısımdan ele alalım:
Turgut Yüksel Geçmişle hesaplaşmak / Come to terms with the past 2 Pleksi üzerine karışık teknik / Mixed media on plexiglass
“İstanbul’un tarihinde çok uzun zamandır görmediğimiz, Osmanlı tarihçilerinin vaka diyeceği türden bir şey oldu: Vaka-i Geziyye, yani Gezi Vakası. Vaka-i Vakvakiye ya da Patrona Vakası gibi arkasından tartışmaların ve değerlendirmelerin bitme tükenme emareleri göstermeden sürdüğü, öneminden kimselerin kuşku duymadığı ama anlamlandırmakta güçlük çektiği bir durum. Herkesin tam olarak anlamlandıramasa dahi kendi durduğu yeri belirlemek için bir mihenk taşı olarak gördüğü, ardından olumlu veya olumsuz nice artçı olayın sökün edeceği beklentisi veya endişesi taşıyan çeşitli kesimlerin ilgi odağı ve analiz nesnesi olarak sıcak tuttuğu, beklenmedik ittifaklara ve ayrışmalara yol açtığı için yerleşik siyaset ortamını sarsan, yeni terimlerin ve sloganların dilden dile yayılmasına sebep olan, kısacası, herkesin ama herkesin olağandışı bir şeylerin yaşandığında hemfikir olduğu bir vaka.”
«mizahın hakikati. durum vahim, ama ciddi değil! » üstten ironi, alttan kahkaha
…………… “… kendine dönük her türlü ciddiyet suçludur. Mizah bizi bundan korur ve verdiği hazzın dışında bu nedenle de değerlidir.” “Kendine önemli havası vermek nezaketsizliktir. Kendini ciddiye almak gülünç bir şeydir. Mizah yoksunluğu alçakgönüllülük yoksunluğudur, hafiflikten yoksun olmaktır, kişinin kendisiyle çok dolu olmasıdır, kendini aldatmasıdır, çok sert ya da çok saldırgan olmaktır, dolayısıyla hemen hemen cömertlikten, yumuşaklıktan, merhametten yoksun olmaktır.”
Din adamının mizahtan yoksun olması, işin özünü söylemesini engeller. Biraz mizah, biraz sevgi: Biraz neşe. Akılsız bile olsa, akla karşı bile olsa. Erdem, ümitsizlik ile değersizliğin tam ortası değildir; arasında yaşadığımız, arasında evrim geçirdiğimiz ve mizah sayesinde birbirine kavuşan bu iki ucu aynı bakış ya da aynı gülümseyiş içinde kucaklama kapasitesidir erdem.” “Trajik olmayan her şey gülünçtür. Aydınlık bir bilincin bize öğrettiği budur. Ve mizah gülümsetirken, bunun trajik olmadığını da ekler… Mizahın hakikati. Durum vahim, ama ciddi değil!”
“… (mizah’a) bir anlamda tuhaf erdem de denebilir, çünkü ahlakla alay eder, çünkü tuhaf olmakla yetinir, ama büyük bir niteliktir, değerli bir niteliktir, iyi bir insan kuşkusuz bunlardan yoksun olabilir, ama bu, ona verdiğimiz değerden, hatta ahlaki değerinden bir şey eksiltmez. Mizahtan yoksun bir ermiş, kederli bir ermiştir. Mizahtan yoksun bir bilge hala bir bilge midir? Zekâ her şeyi alaya alan şeydir diyordu Alain ve bu nedenle mizah, çok haklı olarak zekânın bir parçasıdır.”
“Ama gülmekten gülmeye fark vardır. Burada mizahı ironiden ayırt etmek gerekir. İroni bir erdem değildir, bir silahtır – hemen hemen her zaman ötekine karşı yönelmiştir. İroni, kötü, iğneleyici, yıkıcı gülmedir, alay etmenin gülmesidir, yaralayan öldürebilen bir gülmedir. Spinoza’nın reddettiği bir gülmedir, kinin gülmesidir, mücadelenin gülmesidir. Bir işe yarar mı? Vallahi gerektiğinde yarar! Yararlı olmayan silah var mıdır? Ama hiçbir silah barış değildir, hiçbir ironi mizah değildir.”
“Bir başkasıyla ilgili konularda ciddiyeti engellemez, onun karşısındaki görevlerimizi, yükümlülüklerimizi, sorumluluklarımızı engellemez, hatta kendi varlığımızla ilgili konularda da engellemez. Ama bunlara aldanmayı ya da bunlardan fazla hoşnut olmayı engeller. Gururlarımızın boşunalığı:
“İnsan sadece karşı taraf’a gülebiliyorsa bu ne büyük bir kederdir! Ve yalnızca başkalarına gülmeyi biliyorsa bu ne ciddiyettir! İroni şudur: Kendini ciddiye alan bir gülme, alay eden bir gülme, ama asla kendiyle alay etmez, ötekinin kellesini koparan bir gülmedir ve deyip yeterince açıklayıcıdır.”
humor, irony, arroga nce and
kaboom!
in point of bearing gezi
“Something has happened, of the kind that we had for a long time not seen in the history of Istanbul, something the Ottoman historians would call “vaka” (event): Vaka-i Geziyye, or rather the Gezi Event. It’s an event similar to “Vaka-i Vakvakiye” or “Patrona Vakasi”, which triggered discussions and evaluations that continue without showing any signs of exhaustion – these are the kinds of events that nobody doubts their importance; but everybody has trouble understanding what they truly mean. It’s an event that; though people can not comprehend it fully, they use it as a touchstone in determining where they stand; various groups –with the expectancy or anxiety that many positive or negative events that could follow it– keep it on their agenda as a focus of attention or an object of analysis; it unsettles the settled political order by triggering unexpected alliances and divergencies; it causes new terms and slogans to spread in public – or in brief, it’s an event in which everybody agrees extraordinary things take place.” That’s how the Harvard University Lecturer Prof. Dr. Cemal Kafadar –one of the few historians of our country– defined the Gezi Event in an interview for the Arkitera magazine. Specifically, the part “... after which discussions and evaluations continue without showing any sign of exhaustion – these are the kinds of events that nobody doubts their importance; but everybody has trouble understanding what they truly mean.” was exemplified by thousands of articles, about 40 books, TV discussions and magazine issues, in the brief time period since the event. We witnessed an important event, and it’s natural that it would leave behind so many documents of thought... And it continues to do so. During the Gezi resistance a lot of significant sociological events arose for the first time. The most important was humor. A lot of things were written about this as well; because in such a largescale event that involves masses, the utilization of serious slogans that intend to deliver messages was suddenly abandoned, and the event created its own language and perception of humor. This was unexpected; and the biggest cause was youth taking part in the resistance. The humorous attitude of these people towards life and their own existence was unavoidably reflected in squares and graffiti.
at the mind-opening book “A Small Treatise on the Great Virtues” by André Comte-Sponville, in the 17th part of which he analyses “humor” as a virtue: .... “...Taking oneself completely seriously is always a fault. Humor prevents us from doing so and, beyond the pleasure it affords us, is valued for that reason.” “It is impolite to assume an air of self-importance. It is ridiculous to take oneself seriously. To lack humor is to lack humility, lucidity, and lightness; the humorless person is too full of himself, too self-deceived, too severe, or too aggressive and thus lacks generosity, gentleness, and mercy.” “(Humor is) a funny virtue, in a way, since it is irreverently indifferent to morality and satisfied simply with being funny. Even so, it is a great and precious quality: a decent man can lack it certainly but not without losing something of our esteem, even our moral esteem. A humorless saint is a sad saint. A humorless sage is something other than wise.” Alain states that spirit makes fun of everything; and thus humor naturally is a part of spirit. “(It) does not mean that we should not take others seriously or can make light of our obligations, commitments, and responsibilities to them. Nor does it mean we should not be serious about the way we lead our lives. What it does rule out is self-deception and self-satisfaction in the conduct of our lives and our relations with others. Vanity of vanities: with a bit of humor, the Ecclesiast might have made this important point better. A bit of humor and a bit of love -a bit of joy- even if for no reason or against reason. Virtue is sometimes not so much a happy medium as the capacity to embrace, in a single smile or smiling gaze, these two extremes of despair and futility between which our lives unfold and which humor brings together.”
The irony top, bottom laughter
«The truth of humor. The situation is hopeless but not serious!» “Whatever is not tragic is laughable, lucidity teaches us. And with a smile, humor adds that things are not so tragic after all. The truth of humor. The situation is hopeless but not serious.” “But there is laughter and there is laughter, and here a distinction must be made between humor and irony. Irony is not a virtue but a weapon, one that is almost invariably turned against others. Irony is bad laughter, sarcastic and destructive, mocking and wounding; it is the laughter of hatred and conflict, a laughter that can kill, the kind of laughter Spinoza disavows. Is it useful? Of course, and sometimes necessary. What weapon is not? But no weapon is peaceful, and no irony humorous.” “How sad it would be if we could only laugh at! And how seriously we would be taking ourselves, if we could only laugh about others! Yet irony is just that: a laughter that takes itself seriously, excludes itself from its mockery of others, and is always at someone else’s expense.”
There was no irony; by making themselves the aim of their mocking efforts, they created a powerful moral defense system. Even the word “Capulcular” (looters) used arrogantly by the Prime Minister in an attempt to humiliate them, was instantly adopted and it turned into an adjective that people taking part in the resistance are happy to use. Following the adoption of this new name, many philosophers around the world showed support for the resistance with “I’m capulling” posters. Of them, the most striking was Noam Chomsky. At this moment there were two attitudes: the humor and the humility of the resisters, and the irony and the arrogance of those in power. Though it can usually seem as if these two things are synonymous, they are in fact two very different things. We can elaborate on this further by taking a look Turgut Yüksel, Güzel bir gün / A beautiful day, Pleksi üzerine karışık teknik / Mixed media on plexiglass
önemli saymak veya saymamak, bütün mevzu bu! “… İroni küçümser, suçlar, mahkûm eder… Kendini ciddiye alır ve ancak ötekinin ciddiyetinden şüphe duyar – Kierkegaard’ın gayet iyi öngördüğü gibi, ‘işi kendinden üçüncü şahıs gibi söz etme’ye kadar vardırır.”
şeyle alay ettiğinde bu mizahtır. En çok sevdiğim, en kolay değer verdiğim şeyle bile mi? “Benle bile,” Desproges’un dediği gibi. Bu mizahın büyüklüğü ve az rastlanırlığı konusunda çok şey söylemektedir. Buna nasıl erdem denmez.”
“…İroni öyle bir küçüklüktür ki, onun gözünde her şey küçüktür. Rilke reçeteyi vermişti: ‘Derinlere gidin: İroni oraya inemez.”
……………
“… İroni ötekine güler (ya da kendini alaya alırken bile ‘ben’e bir başkasıymış gibi güler); mizah kendine güler ya da bir başkasına da kendi gibi güler ve inşa ettiği ya da ortaya çıkardığı anlamsızlığın içine kendini, her koşulda, her zaman dâhil eder. Mizahçı hiçbir şeyi ciddiye almayan biri değildir (mizah havailik değildir). Yalnızca kendini, kendi kahkahasını da sıkıntısını da ciddiye almayı reddeder. Kierkegaard’ın dediği gibi, ironi kendini değerli kılmaya çalışır; mizah ise kendini ortadan kaldırmaya çabalar.” “Mizah, kendine sadık kalındığında, insanı daha ziyade alçakgönüllülüğe yöneltir.”
Gezi direnişinde bu erdemle karşılaştık ve bu muktedirlerin kibrini bozdu: Şaşırdılar, öfkelendiler… Bununla ilgili birçok örnek gördük. Sadece bir tanesini zikretmek bile bu durumla ilgili her şeyi ortaya koymaya yetecektir. Gezi parkına asılan bir pankart üstünde şu ibareyi taşıyordu: “OMURGANI DİK TUT! KİMSEYE BOYUN EĞME!” Bu slogan, kendi içinde esnekliğini kaybetmiş, dikte edici geleneksel söyleminin bir tezahürüydü. Bu dilin altına, gezide bulunan bir kişi şöyle yazmıştı sprey boyayla: “TEK YOL PİLATES”
“… ironi, daha ziyade, katildir. İroni yaralar; mizah tedavi eder. İroni öldürebilir, mizah yaşamaya yardım eder. İroni tahakküm kurmak ister; mizah özgür bırakır. İroni acımasızdır; mizah bağışlayıcıdır. İroni aşağılayıcıdır; mizah mütevazı.” “… ‘İroni bir cimrilik tezahürüdür,’ diye yazar Bobin, ‘övücü bir sözcüğü ağzından kaçırmaktansa dişlerini sıkıp duran bir zekâ kasılmasıdır. Mizah ise tersine cömertlik tezahürüdür: Sevilen şeye gülmek, onu iki kat fazla sevmektir.’ ” “Zekâ, Alain’le birlikte tekrar edelim, her şeyle alay eder. Nefret ettiği ya da aşağıladığı şeyle alay ettiğinde, bu ironidir. Sevdiği ya da değer verdiği
Bu mizahtı ve mizahın hiç olmadığı kadar toplumsal bir harekete girmiş olmasının işaretiydi. Zira üstteki alıntılarda da görüldüğü gibi mizah ilk önce kendinle alay etmekle başlar. O yazıyı yazan kişi de hem orada bulunup, orası için orada bulunan topluluğa ve dolayısıyla kendine karşı gösterilen aşırı şiddete karşı ilk başta kendisiyle alay etmekle işe başlamıştı. İşte bu gezi direnişinin kendiliğinden ortaya çıkan en güçlü kalkanıydı. Bunun karşısında da muktedirlerin kibrinden çıkan ironi vardı. “Çapulcular”, “Gezi zekâlılar” vb. İroniye başvurmak kendini haddinden fazla önemsemekten kaynaklanır, ama şunu da biliriz ki işini, düşüncesini veya dilini hakkıyla kullanan biri kendini o kadar da önemsemez. Zira kendini fazla önemsemek kifayetsizlik belirtisidir. Bu yetersizlik halinin oluşturduğu açığı kibir doldurur ki karşımıza çıkardığı durum da akıl tutulmasının ilk aşamasıdır. Bu o kadar marazlı bir haldir ki yedi ölümcül günah sıralamasının ilk sırasında yer alır. Ve kibrine yenik düşerek Tanrı olmaya özenen Lucifer’e atfedilmiştir. Bu büyüklenme hali, bir gücü temsil ettiğini düşünen insanlarda tezahür eder. Erk sahibi olanlarda veya onlar gibi olmayı arzulayanlarda. Çünkü birçok yerde öğretilen liderlik vasıfları arasında kendinizi önemseyin denilirken, mütevazı olun denmez. Ciddi olun derken, “kendine dönük her türlü ciddiyet suçludur” demez. Bu silsile olabildiğince uzatılabilecek olan verimli bir mecradır.
Bunun göstergelerinden bir tanesini ele alacak olursak; sergi kataloglarında veya sergi tanıtım yazılarında ifade edilenlere bir göz atmak yeterli olacaktır. Okumaya başladığınız zaman ilk başta tanrıdan vahiy alan ve bunu size tebliğ eden bir edada, sizin bundan sonraki hayatınızı değiştirecek cümlelere vakıf olmuş, muhteşem bir aydınlanma yaşamış ve bunu şanslı olan bizlere fısıldayacak olan bir “şey”le karşılaşırsınız. Galiba bunun “kibir” olduğunu söylemişti bize André Comte-Sponville. Sonrasında kibrin yaratım sürecine ve dile verdiği körleştirici etkiyle karşılaşıyoruz ister istemez. Metni okuyoruz, ama “Hay Allah anlamıyoruz!” çünkü: “…sergide bu tekinsizlik ve kopuk mekânsal empatinin yarattığı gedik imgenin estetiği izleyici ile paylaşılıyor.” veya “… izleyiciyi melankoliye direnen, tekinsiz olduğu kadar ironik de bir fantezi dünyasına davet ediyor.” (cümlenin içinde ironi geçiyor) gibi süslü, dekoratif ama bir anlam ifade etmeyen kakofoniyle karşılaşıyoruz… (Güncel ve çağdaş sanatçıların diliyle ilgili Baki Demirtaş’ın kaleme aldığı “Çağdaş ve güncel sanatın ‘Tekinsiz’ halleri” başlıklı makaleyi Warhola’nın 4. sayısından okuyabilirsiniz.) “Amacı bir meram anlatmak ve bunun içinde kendi estetiğini üreten, (öyle olması gereken) bir topluluğun-bireyin, kendi derdini anlatırken kurduğu dilin kifayetsizliği ve boşluğu, aslında sanat eseri olarak teşhir ettiği o “şey”in kendi kendini imhasının ilk adımıdır. Yaptığı “şey”in sadece dekoratif bir malzeme olduğunun itirafıdır.” (a.g. makale) İnsanı bu hale tek şey sokabilir; orada da karşımıza yine “kibir” çıkıyor. Sonrasında ortaya konan işlere bakıyoruz. En iyisi, mevcut olan ve bilinen bir şeyin türevi, replikası, ucuna anlam uydurulmaya çalışılmışı… Güneş altında ve karanlıkta söylenmeyen, yapılmayan bir şey olmadığının farkına varamayan bir kişinin kendini bu sürecin bir parçası olarak görmeyip, yeni bir cümle kurduğunu, yeni bir eser ortaya koyduğunu büyük bir ısrarla iddia etmesi de ancak dalga geçilebilecek bir şey oluşturuyor sonunda. Netice itibariyle hiç birimiz seçilmiş insanlar değiliz, özel yeteneklerle donatılmış da değiliz. Basit, fani insanlarız, yani normaliz. Normal olduğumuzu unuttuğumuz zaman kasılırız. O zaman da çaremiz “tek yol pilates” olur.
vahiy geldi ama anlayamıyorum Üstte saydığım kibirliler sınıfına eklenebilecek bir halka daha vardır. -İstisnaları bir kenara sevgiyle ayıracak olursak- Resim, heykel veya çağdaş sanatla iştigal eden kişilerin çoğunluğudur denilebilir. Bunun sebebi de sanatçı tanımı içinde yer alan “Yaratıcı ve olağandışı nitelikleri olan, sanat yapabilecek yetkide olan kişi” ibaresinden kaynaklanır. Bu cümledeki asıl şerh “sanat yapabilecek yetkide olan kişi”dir. Bunu yapabilenler bu yapabilme gücü içinde zaten dalgacıdırlar, kendisini öyle zannedenler de bunu içten içe bildikleri için bu açığı kibirle doldururlar.
Turgut Yüksel, Mutlu son / Happy And, Kağıt üzerine mürekkep / Ink on paper
to see it as significant or not, that’s what it’s all about! “Irony scorns, disparages, censures. It takes itself seriously and questions only other people’s seriousness, even if it has to speak about the self ‘as about a third party,’ as Kierkegaard notes.” “Irony is that pettiness in whose eyes everything is petty. Rilke has a remedy: ‘Seek the depths of things: thither irony never descends.’ ” “Irony laughs at others (or when it is self-mockery, at the self as though it were another); humor laughs at the self, or at another as though it were the self; it always includes the self in the nonsense it brings about or exposes. I do not mean to say that the humorist takes nothing seriously (humor is not frivolousness). Simply, he refuses to take himself, his laughter, or his anguish seriously. Irony is selfassertive, humor self-effacing, Kierkegaard points out.” “When true to itself, humor leads rather to humility.” “...where irony wounds, humor heals; where irony kills, humor makes it easier to live; where irony seeks to dominate, humor frees. Irony is merciless, humor merciful. Irony is humiliating, humor humble.” “ ‘Irony is an expression of greed,’ writes Bobin. ‘The ironic intelligence grits its teeth lest a single word of praise escape its lips. Humor, conversely, is an expression of generosity; to smile at what we love is to love it twice as much.’ ” “The spirit, to come back to Alain’s comment, makes light of everything. When it mocks what it hates or scorns, we have irony. When it laughs at what it loves or respects, we have humor. What do I love and what do I respect above all else? “Myself,” as Desproges says. An apt testimonial to humor’s nobility and uncommon distinction. How could it not be a virtue?” .... We witnessed this virtue during the Gezi resistance, and it threatened the arrogance of those in power: they were surprised, they got angry... We’ve seen many examples of this humor. Just talking about one would be enough to show it all. On a banner hung in Gezi Park, there was the following text written with spray paint: “KEEP YOUR SPINE STRAIGHT! DON’T BOW TO ANYONE!” This slogan was a manifestation of a traditional, dictating phrase, that had long lost its flexibility. Right below this text, somebody else had added the following: “PILATES IS THE ONLY WAY” This was humor, and it signified that this time humor was involved more than ever in a mass movement. As can be seen in the excerpts above, humor begins when one starts to make fun of oneself. In response to the excessive violence exerted upon the person who wrote this line and all the other people in the park –who were there for the park–, this person had begun by making fun of himself. This was the most powerful shield of the resistance, it had emerged spontaneously. On the opposite side, was the irony that resulted from the arrogance of those in power: “Capulcular” (looters), “Gezi zekalilar” (wordplay with “Idiots” and “Gezi”) etc... Resorting to irony results from taking oneself way too seriously, but we also know that those who
Turgut Yüksel İnsani dokunuş / The human touch Fleksi+karışık teknik / Mixed media on plexiglass
utilize their jobs, thoughts or language in the right way, don’t take themselves too seriously. Because considering oneself too important is a sign of inadequacy. This lack of adequacy is compensated by arrogance, and what we’re seeing here is the first step of this inability to react properly. This is such a diseased state that it’s the first of seven sins. And it’s dedicated to Lucifer, who, not being able to resist his arrogance, tries to become a God. This attempt to seem more powerful is seen in people who think they represent power. It’s those who have power, or desire to do so. The reason is that the usual list of the qualities that a leader should possess contains the statement “consider yourself important” but not “be humble”. It says one should be serious, but doesn’t say “taking yourself seriously is a fault.” These comparisons can go on for quite a while. There’s another group to be added to the list of arrogant people. If we’re to leave the exceptions aside; we can say that most people who occupy themselves with painting, sculpture or contemporary art are also arrogant. The reason lies in the description of an artist: “the person who possesses creative and extraordinary skills and the authority to create art.” The important part in this sentence is “to possess the authority to create art”. Those who do really possess this power can make fun of things; but those who think they have the power on the other hand try to compensate with their arrogance. To see an example of this phenomenon, it’s enough to take a look at what’s written in exhibition catalogs and texts. As you start reading, you witness a “thing” that has received its original influence from God, attempting to deliver you this message through sentences that will change your life forever; this “thing” has experienced a magnificent enlightenment and now it’s whispering the answers to the ears of those of you who are lucky enough. I think André Comte-Sponville has already taught us that this thing is “arrogance”. And then we see the blinding effect arrogance has on the creative process and language. We read the text, but “We can’t understand it!”, because:
we see a cacophony that’s well-embellished and decorative but that has no meaning, such as: “...invites the viewers into a fantasy world that resists melancholy, and that is not only ironic but also uncanny.” (the word “irony” is used in the sentence) (You can read the article “The uncanny states of contemporary and today’s art” by Baki Demirtas in the 4th issue of Warhola, which deals with the language used by today’s artists.) “The inadequacy and the hollowness of the language used in delivering a message that is utilized by a society/individual who intends to make a statement and thus comes up with his own aesthetic values, is actually the first step towards the self-destruction of the “thing” that is put on display as a work of art. It’s a confession, that the “thing” is just a decorative object.” (ibid) Only one thing can transform a human this way: again, “arrogance”. Then we see the works on display. The best of them is a derivative, replica of an already existing and well-known work; we see an attempt to attach a meaning to the object. When somebody is unable to realize that everything has already been done and said, he sees himself detached from this process, insisting that he’s saying something new, that he has created something new; this results in a situation that we can only make fun of. Ultimately none of us is the chosen one, we don’t possess special powers. We’re simple, mortal beings, we’re normal. When we forget that we’re normal, we strain ourselves. And then “pilates is the only way”.
“...the exhibition shares with the viewers the aesthetics of this punctured imagery that is caused by this uncanniness and disjointed spatial empathy.” or
revelation came, but I don’t understand
benzer işler Yıllar öncesinde, yanılmıyorsam 1996 yılında, Aydın Doğan karikatür yarışmasında ödül alan bir karikatürün, ondan 20 küsur yıl önce Arjantin’de hemen hemen aynı kompozisyonla çizilmiş olduğu ortaya çıkmıştı. Sonrasında da ödül alan karikatürün intihal olup olmadığı üzerine verimli bir tartışma yapılmıştı ve sonuç olarak da, o karikatürün intihal olmadığına karar verilmişti. Çünkü “zaman ve coğrafya değişse bile aynı şartlar altında yaşayan, aynı şeylere maruz kalan kişiler aynı şekilde düşünüp, aynı durumu resmedebilirler ki bu karikatür gibi biraz da düşünme metodu üç aşağı beş yukarı aynı olan bir şeyse” sonucu ortaya çıkmıştı. Aradan yıllar geçti, aynı yarışmanın otuzuncu yılı dolayısıyla özel yapılan bir kitap için yarışmada uzun yıllar jüride görev almış Tan Oral, Piyale Madra, Ercan Akyol ve Latif Demirci ile röportaj yaparken, dördü de zaman içinde profesyonel yarışma karikatüristleri oluştuğundan bahsettiler. Yani bu kişiler, bir karikatüristi/sanatçıyı dertlendiren hiç bir şeyle ilgilenmiyorlar, sadece yarışmada ödül almış karikatüre bakıyorlar ve bir sonraki yarışmaya o karikatürün türevlerini yaparak katılıyorlar. Yani tema ve anlatım hırsızlığı yapıyorlar. Zaman içinde de profesyonel galeri sanatçılığı da oldu ki bu kaçınılmaz bir sonuçtu. Bu durum da benzer işleri ortaya çıkardı. Bu durumları yaklaşık bir seneden beri facebook sayfasında teşhir eden “benzer işler” sayfasına bağlanarak oradan aktaralım: “bu platformda, işlerin benzerliğinden öte bir iddiayı bloğun kendi adına taşımaması amaçlanıyor. bu, ne kadar olası ise. bloğun amacı, altbaşlığındaki üç durum arasında salınan işlerin değerlendirilebilmesi için bir diyalog/tartışma platformu olabilmektir. esinlenmenin ötesine ilişkin olarak ise, sanatçıların otokontrol mekanizmalarını harekete geçirmesine katkıda bulunmaktır. (5 Kasım 2012)”
Ekkehard Alteburger, “Mirror House”, 1996 Mehmet Ali Uysal, “Ayna”, 2012
Joana Vasconcelos, ”Chic”, 2006 (1) - “Manolito”, 2008 (2) Ozan Oganer, “Guardian”, 2012 (1) - “Fil”, 2012 (2)
Robin Eley, “INCREDULOUS oil on Belgian linen”, 2010/11 Onur Mansız, “Wrapped”, 2012
similar works Many years ago, in 1996 if I’m not mistaken, it was revealed that the caricature which had received an award in the Aydin Dogan Caricature Contest, was quite similar in composition to another that was drawn 20 years ago in Argentina. This finding was followed by a fruitful discussion about whether the awarded caricature was a plagiarization, and the final decision was that there was no plagiarism involved. Because “even though the time and place is different, people living under similar conditions, experiencing similar things can think in a similar way and draw the same thing; especially when it comes to caricature, the thinking methods of which almost always follows specific patterns.” It’s been a long time since this event, and in an interview made for a book for the 30th year of the same contest, Tan Oral, Piyale Madra, Ercan Akyol and Latif Demirci (who had been in the jury for many years) all mentioned that over time “professional contest caricaturists” had emerged. These people aren’t interested in things that a caricaturist/ artist should be interested in, they just look at the previously awarded works and then join the next contest by making a derivative of that caricature. In other words, they are plagiarizing both the theme and the narrative of the previous works.
Sarolta Bán, “Untitled”, 2009 Extramücadele, “Kabus”, 2010
Over time the same thing has happened with professional artists working for galleries, as it was bound to happen. This resulted in similar works being made. Here’s an excerpt from “benzer isler” (similar works), that exposes such situations on its facebook page: “This platform intends nothing more than to show the similarity in works, as much as possible. The main goal of the blog is to create a platform for dialog/discussion about the works shown in the three subgroups. As for the issue of artists going beyond inspiration, the blog intends to encourage the utilization of self-control mechanisms by artists. (November 5th, 2012)”
Paul Kinsky, “Elephent, Dolphin”, 2011 Taşkın Esin, “PERSONA”, 2012
Han Bing, “Youth Offered Up to Capital 1”, 2007 Halil Altındere, “Mirage”, 2008
Tom Lovell – Moroni Appears To Joseph Smith In His Room, 2003 Nazım Ünal Yılmaz - Captive, 2009
Turgut Yüksel, Resident Evil, Pleksi Üzerine Karışık Teknik / Mixed Media on Plexiglass
Bertrand Russel Sorgulayan Denemeler/ Kuşkuculuğun önemi üzerine The Will To Doubt / On the Value of Scepticism
Kapak Görsel / Cover Image: Turgut Yüksel “Ne Derseniz Deyin Yapacağız”, “Whatever you say, We will do it” Kağıt Üzerine Mürekkep, Ink on Paper
WARHOLA UNPLUGGED No: 01-2014 Yayınlayan / Published by: ALAN İstanbul Hazırlayanlar /Prepared by: Turgut Yüksel, Benzer İşler Grafik Tasarım / Graphic Design: Bürkan Özkan Çeviri / Translation: Emre Meydan