kopru_2

Page 1

N@: M ,FSLÛLhUF $PˍLVZMB ,VUMBOE ITC 12. Kuruluʫ y ldÕnÛmÛ TÛrkmeneli'de coʫkuyla kutland . ɩehit ɒsmail Salonunda yap lan kutlamlara TÛrkmenlerin ilgisi Éok bÛyÛk oldu. ɒlkokul Õʎrencilerinin gÕsteri yapt ʎ ʫenlikleri Hoyratlar sÛsledi. ITC 12. Kuruluʫ y ldÕnÛmÛ

TÛrkmeneli'de coʫkuyla kutland . ɩehit ɒsmail Salonunda yap lan kutlamlara TÛrkmenlerin ilgisi Éok bÛyÛk oldu. ɒlkokul Õʎrencilerinin gÕsteri yapt ʎ ʫenlikleri Hoyratlar sÛsledi. Irak TÛrkmen Cephesi Lideri Dr. Saadettin ERGRE¬'in

onurland rd ʎ ʫenliklerde TÛrkmeneli Tv'ye yapt ʎ aÉ klamada ITC'nin 12. Y ldÕnÛmÛ mÛnasebetiyle TÛm TÛrkmenlerin can gÕnÛlden tebrik eden ErgeÉ; ITC nin kuruluʫundan bugÛne kadar emeʎi geÉen herkese teʫekkÛr etti.

ɒlk sinyal geldi: Rice ɒran'la gÕrüʫebilir Irak' n baʫkenti Baʎdat'taki toplant da ilk kez ABD ve ɒran y llar sonra ayn toplant da buluʫtu. Ayn buluʫman n bir kez daha yaʫan p yaʫanmayacaʎ n n sinyalini ise Õnceki gÛn ABD Baʫkan George W. Bush verdi... ¸nce ɒran' yine "ʫer ekseni" olarak niteledi ve "ɒranl larla ikili gÕrÛʫme niyetinde deʎilim" dedi. Ancak daha sonra D ʫiʫleri Bakan Condoleezza Rice' n bÕyle bir gÕrÛʫme yapabileceʎini sÕyledi: Rice ve ɒran D ʫiʫleri Bakan , konferansta ikili gÕrÛʫmelerde bulunabilir

Handan Yay n ve Yay m Kurumu taraf ndan É kar lam TÛrkmence gazete

Tedirginlik olsada.. yeni geliʫme vardır KerkÛk konusu aÉ s ndan gelecek aʫamalarda KÛrt – TÛrkmen yaklaʫ m izlenmektedir. Bu yaklaʫ m neticesinde anayasada geÉen 140. nadenin ayn nda ortak yerel ÉÕzÛmlerde doʎa bilir. Anayasadaki ÉÕzÛm kanunsal olsada, bÛyÛk bir k sm da siyasi olmuʫtur. Oysa 140. made KerkÛk’te yaʫanan zulÛm TÛrkmen ve KÛrtlere karʫ uygulanan esimilasyon politikas n n ve KerkÛk’Û Araplaʫtirmek politikas nda kurtulmak madesi olarak kabul edilmiʫtir. Fakat TÛrkmen ve KÛrtlerin aras nda olan tarihÉe dostluk ve kardeʫlik baʎlar bu kanunlardan mutlaka daha bÛyÛk olmuʫtur ve bu dar ÉerÉeveyi aʫm ʫ olmuʫtur. Beraber ve kardeʫÉe yaʫamakta olan tÛrkmen ve KÛrtler kendi geleceklerini ve yol haritalar n É zmakta ÕzgÛr olmal d rlar. Geleceʎi beraber kararlaʫt racaklard r. ¸zellikle KerkÛk’Ûn geleceʎini KerkÛk’te yaʫamakta olan tÛm kesimlerin karar yla al nmas onlar n doʎal haklar ndan olmuʫtur. ¬ÛnkÛ bu kesimler KerkÛk’te beraber yaʫayacaklard r. Kanunlar insanlar n sosyal yaʫam n ve davran ʫ n tahdit etmiʫ olursada insanc l konular insanlar n kendi aralar nda kurmuʫ olduklar dostluk iliʫkileri hiÉ bir kanuna baʎlanmadan kendi aralar nda olacak bir kanun ve anlaʫmaya baʎl kalacakt r. BÕylecede insanlar geleceklerini temin edip muraffah bir hayat yaʫamay saʎlarlar. TÛrkmenler ile KÛrtlerin aras ndaki iliʫkiler bu Éeʫittir siyasi, sosyal ve kÛltÛrel anlaʫmaya gereʎi vard r. Gelecekte iki etnik gurubun aras nda tazminata ihtiyac vard r. Bu gerekÉe KerkÛk’te yaʫamakta olan guruplar aras nda kardeʫlik ve dostluk ÉerÉevesi iÉerisinde olmal d r. Bu arada Irak TÛrkmen Cephesi ile KÛrt Yurtseverler Birliʎi aras ndaki yaklaʫ m bu tÛr iliʫkiler iÉin balang É olarak gÕzÛkÛyor. Bu tÛr yaklaʫ m her kes desteklemeli ve pekiʫtirmelidir ve tÛm TÛrkmen ve KÛrt siyasi kitlelerin bu tÛr eylemlere kalkmas gerekir. Bu tÛr yaklaʫ mlarda hiÉ kimseyi hay nn etmemeliyiz bu Éal ʫma sab r ister. Her ne Éeʫit yaklaʫ m olursada TÛrkmenler TÛrkmen gibi, KÛrtler ise KÛrt gibi dÛʫÛnecekler ve bu iki Éeʫit dÛʫÛncenin aras nda ortak bir dÛʫÛnce doʎmal d r. Bu yaklaʫ m ve ortak dÛʫÛnce KerkÛk iÉin olmas n beklerken TÛrkmen ve KÛrtlerin aras nda yeni doʎan bu yaklaʫ m KerkÛk iÉin ne kadar yararl olmas n bekiliyoruz. Bu tÛr yeni Éal ʫma ne kadar devam edecektir.. nereye kader uzanacakt r .. yoksa bu iʫin ipi k sa olacakt r.. GÕzlerimiz yolda bu yaklaʫ m destekliyerek sonunun olumlu olmas n temenni ediyoruz. Baʫyazar

sayi (2) yil (1) 05/05/2007

&ˍSFG ,B[ ʋBSN ˍ &MJˍFZI UFO TÕ[ FEJZPS Birleʫmiʫ Milletler Irak temsilcisi Eʫref Kaz M s r n ɩarm Elʫeyh bÕlgesinde yap laca Irak hususundaki gong ray degerlendirdi. Aso gazetesine konuʫma yapan Kaz konuʫmas nda birleʫmiʫ milletlerin kat l m na ve gong rada ele al nacak konulara deʎinmiʫtir. Kaz birleʫmiʫ milletlerin kat l m n , Irakl lara anayasay yeni gÕzden geÉirme konusunda yard mc olacaklar n , birleʫmiʫ milletlerin KÛrdÛstana madeye karʫ .140 bak ʫ aÉ s n ve .gÕrÛʫlerinide aÉ klam ʫt r BÛyÛkelÉi Kaz yap lmas beklenen gong ran n Irak ile Birleʫmiʫ

milletler aras nda ortak bir istekle gÕndeme getirildiʎini vurgularken, Dr. Barham Salih’in gÕzetiminde Éal ʫmalar n tamamland ʎ n .aÉ klam ʫt r Irak’ n yeniden yap land r lmas nda tÛm taraflar n ve uluslar aras toplumun yard mc olmas n Õnemini vurgularken, Irak’ n Ûzerinde geÉen dÕnemden kalan aʎ r bir yÛk .olduʎunun alt n É zm ʫt r Eʫref Kaz ɩarm Elʫeyh iÉin kat lmalar na deʎinirken, rolumuz masaya yat r lan konular n ÉÕzÛlmesinde yard mc olmak ve hiÉ bir ʫekilde al nan kararlarda .etkinliklerimiz olmayacakt r dedi

*3",h%"/ ¬&,ɴ-.& :"4"4*/" ɴ-, ,"#6-NNN Irak'a takviye asker gÕndererek Éekilmeyi reddeden ABD Baʫkan George W. Bush ile ters dÛʫen Demokratlar n Éekilme takvimi belirlenmesi yÕnÛnde Éabalar sÛrerken, Irak iÉin 100 milyar dolarl k fon ayr lmas ve ABD askerlerinin 31 Mart 2008'e kadar Éekilmesini ÕngÕren yasa teklifi, az say da farkla Temsilciler Meclisi'nde kabul edildi. Demokratlar n ve CumhuriyetÉilerin Éoʎunlukla kendi partilerinin istediʎi ʫekilde oy kulland klar n n gÕzlendiʎi oylamada yasa teklifi 208 'hay r' oyuna karʫ 218 'evet' oyuyla kabul edildi. Temsilciler Meclisi'nden geÉen teklifin kanunlaʫmas iÉin Senato oylamas n n bugÛn yap lmas bekleniyor. Irak'taki askerleri

iÉin fon ayr lmas n isteyen Baʫkan Bush, Demokratlar n Irak iʫgali iÉin verilecek fonu, en geÉ 1 Ekim'den baʫlayarak 6 ay iÉinde ABD askerlerinin Irak'tan Éekilmesi koʫuluna baʎlamas nedeniyle yasa teklifini veto edeceʎini daha Õnce duyurmuʫtu. Bu arada ABD'lde yap lan bir araʫt rma, halk n bÛyÛk bÕlÛmÛnÛn Irak'tan umudu kestiʎini ortaya koydu. NBC ve Wall Street Journal taraf ndan yap lan araʫt rmaya kat lanlar n yÛzde 56's ABD askerlerinin Irak'tan Éekilmesi iÉin takvim belirlenmesini isteyen demokratlar destekliyor. Araʫt rmaya gÕre, halk n yÛzde 5 5'i Irak'ta art k zaferin mÛmkÛn olmad ʎ n dÛʫÛnÛyor. SɒVɒLLERE HAVA

SALDIRISI ¸te yandan Irak' n baʫkenti Baʎdat' n kuzeyinde ABD'nin El Kaide'yle baʎlant l olduʎu iddia edilen militanlara karʫ dÛzenlediʎi hava sald r s nda Irakl sivillerin ÕldÛʎÛnÛn san ld ʎ bildirildi. ABD ordusundan yap lan aÉ klamada, Baʎdat' n 20 kilometre kuzeyindeki Taci'de bomba yÛklÛ araÉlarla sald r lar dÛzenleyen militanlar yakalamak iÉin binalar arayan Amerikan askerlerine ateʫ aÉ lmas sonucu bÕlgeye hava sald r s dÛzenlendiʎi belirtildi. AÉ klamada, sald r da 4 direniʫÉinin ÕldÛʎÛ, ancak sald r dan sonra bÕlgede 2'si kad n 2'si Éocuk 4 sivilin de cesedinin bulunduʎu kaydedildi.


SAYI (2) 1.YIL

05.05.2007

Ankara Türkmen yürüyüşü Irak Türkmen Cephesi, 28 Nisan Cumartesi günü Ankara'da Tandoğan Meydanı'nda, Kerkük'te yaşanan olaylara tepki göstermek amacıyla miting yapacak. Mitinge katılmak için Irak'tan Türkiye'e gelen ikisi Arap, ikisi Türkmen asıllı 4 Irak vatandaşı, kamuoyu dikkatini mitinge çekmek için Konya'dan Ankara'ya kadar yürüyecek. Konya'da yaşayan Türkmenler de, 'Burası Kerkük, Hepimiz Türkmeniz', 'Kerkük, Türk'tür Türk kalacak' sloganları yazılı dövizlerle yürüyüşçülere destek verdi Hürriyet

Kimyasal Ali'nin Akrabalarına İnfaz

Irak'ta "Kimyasal Ali" lakaplı eski Savunma Bakanı Ali Hasan El Mecid'in kardeşinin eşi ve kızı katledildi. Irak polisinden Yüzbaşı Semir Muhammed, Kimyasal Ali'nin kardeşi Haşim

Hasan El Mecid'in eşinin silahla, kızının ise boğularak öldürüldüğünü, cesetlerin Tikrit'teki evlerinde dün bulunduğunu söyledi. Haşim Hasan, Saddam döneminde hükümette çeşitli görevler almış, ABD işgali ertesinde ise tıpkı ağabeyi Kimyasal Ali gibi tutuklanmıştı. İki kardeşin yargılanması sürüyor. Öte yandan ABD Başkanı George W. Bush, 1 Ekim tarihinden itibaren Irak'taki Amerikan askerlerinin çekilmesini öngören Senato yasasını veto edeceğini duyurdu

Bağdat'taki direnişin hedefi köprüler Irak'ta direnişçiler, Bağdat'taki Şii ve Sünni bölgelerini birleştiren köprüleri tek tek vuruyor. Son bir ayda Bağdat'ın stratejik öneme sahip üç .köprüsü bombalandı El Kaide'nin Irak'taki temel stratejisi, iç savaş çıkarmak. ABD ve Irak ordusunun 14 Şubat'ta başlattığı büyük Bağdat operasyonu ise, iç savaşı engellemenin son şansı .olarak görülüyor Binlerce Iraklı ve

Güvenlik planı yetersiz, şiddet arttı BM, Büyük Bağdat Operasyonu'nun başkentte güvenliği sağlamakta yetersiz kaldığını açıkladı ve Irak hükümetini ölenlerin sayısını gizlemekle suçladı. BM, Büyük Bağdat Operasyonu'nun başkentte güvenliği sağlamakta yetersiz kaldığını açıkladı ve Irak hükümetini ölenlerin sayısını gizlemekle suçladı. Hazırlanan raporda, bombalı intihar saldırılarının arttığı, mezhep çatışmalarının can almaya devam ettiği vurgulandı. Rapor, Kuzey Irak'taki özerk Kürt yönetimini de insan hakları ihlalleriyle eleştirdi. BM'nin Irak Destek Misyonu'nun ocak-mart aylarını kapsayan son raporu, Bağdat Güvenlik Planı'nın yetersizliğini özler önüne serdi. Rapora göre, planın 14 Şubat'ta yürürlüge girmesinden bu yana bombalı intihar saldırıları arttı, mezhep cinayetleri de, ABD'nin iddiasının aksine tüm hızıyla sürüyor. Rapora göre, Bağdat'ta hala günde ortalama 50

kişinin cesedi bulunuyor. Amerikan ordusu ise mezhep cinayetlerinin büyük oranda durduğunu ileri sürmüştü. Ocak ayından bu yana 200 bin kişinin daha şiddet yüzünden mülteci konumuna düştüğünü vurgulayan raporda, akademisyenler, gazeteciler, doktorlar, dini ve etnik grupların liderlerinin tehdit edilip, öldürüldüğü ya da kaçırıldığı ifade edildi. BM ayrıca Bağdat Güvenlik Planı çerçevesinde yaklaşık 3 bin kişinin gözaltına alındığını, ama bu şüphelilerin adil bir yargı sürecinden geçirilmediğini belirtti. Yapılan araştırmalar Irak halkının yüzde 54'lük kesiminin günde 1 doların altında yaşadığını gösteriyor. Ülkedeki işsizlik oranı da yüzde 60. Ölü sayısı bilinmiyor BM, geçen ocak ayında açıkladığı son raporunda, 2006 yılında yaklaşık 35 bin Iraklı sivilin öldüğünü duyurmuştu.

Amerikalı asker, Bağdat sokaklarında devriye geziyor, baskınlar düzenliyor, ama direnişçiler bu plana karşı da yeni bir .strateji geliştirdi

bu saldırılarla Sünni mahallelerindeki üslenmelerini tam olarak garanti altına almak .istediklerini söylüyorlar

Direnişçiler Bağdat'ın köprülerini hedef alıyorlar. Son bir ayda Bağdat'ın stratejik ve sembolik öneme sahip 13 köprüsünden üçü .bombalandı

Tamamen yıkılan Sarafiye köprüsü bir anlamda Şii-Sünni birlikteliğinin sembolüydü, çünkü iki farklı mezhebin mahallelerini birbirine .bağlıyordu

Sarafiye ve Cadiriye köprülerine düzenlenen saldırılar bunların en fazla .ses getirenleri oldu Köprüler neden hedef ?oldu Dicle Nehri üzerindeki köprüler, başkenti doğu ve batı şeklinde bölüyor. Doğuda ağırlıklı olarak Şiiler, batıda Sünniler .yaşıyor Amerikan ordusu ve Irak güvenlik yetkililerine göre, köprülere saldırılar, direnişçilerin son çare olarak başvurduğu, etkisiz bir yöntem. Ama Şii ve Sünni siyasiler farklı .düşünüyor Onlara göre amaç, ŞiiSünni ayrımını coğrafi .olarak da tamamlamak Ayrıca direnişçilerin

Irak Başbakanı Nuri El Maliki, bu köprünün 4 ay içinde tamir edileceğini söyledi, ancak köprünün yıkılması, kentte günlük hayatı trafik sorununun dışında da olumsuz yönde etkiledi Mahallerine geri dönmek isteyen Şiiler, Sünni direnişinin iki kalesi Hayfa Caddesi ve Azamiye'den geçmek zorunda. Bu, onlar .için hayati tehlike demek Aynı durum, Sünniler için de geçerli. Irak hükümeti, ek önlem olarak dubalar üzerine kurulan köprüler .inşaa ediyor Ayrıca bir tondan fazla yük taşıma kapasitesine sahip kamyonların da köprüleri kullanması yasaklan


SAYI (2) 1.YIL

05.05.2007

Kerkük’ün Türkmenliği Tarihî Bir Gerçektir Suphi Saatçi doğaldır ki tarihî kanıtlardan kaçmış olurlar; geçmişten ve uygarlıktan sıkılırlar. Kentlerin kimlikleri de, tıpkı toplulukların kimliği gibi, tarihe emanet edilen belgelerin ve geçmişte bırakılan izlerin zenginliği ile ölçülür. Uydurdukları yalanlar, yaptıkları tahrifat ve tezviratlar da tarihî vesikalar önünde eriyince, yeni yalanların da sonuç vermeyeceğini bildikleri için sıkıntıya düşerler ve ardından hırçınlaşırlar. Kerkük hakkında yaratılan tartışma ve bölgede tansiyonu yükselten çekişmeler, ortada bir yanlışlık olduğunu ve tartışmanın başka bir mecra içinde seyrettiğini gösteriyor. Eğer amaç kentin kimliğini tartışmaksa, bunun ölçütleri vardır. Kentlerin kimliği, hiç kuşkusuz tarihî geçmişi, kültürel ve sosyal yaşantısı, yüzyıllar boyu yaratılan uygarlık anıtları ele alınarak tartışılır. Konuşulan dil, yaratılan edebiyat, müzik, sanat ve kültür ürünleri, kentin aynası olan fiziksel görünüş ve mimarî çevre dünya standartlarında geçerli olan kanıtların başında yer alır. Ancak günümüzde Kerkük’e musallat olan karanlık güçler ve tarihî olmayan kesimler,

Tarihî olmayanların, hâliyle kültür birikimleri de olmaz ve sarılacak belgelerden yoksun kalırlar. Tarihî kanıtlara ve belgelere sarılamayanlar, yapacakları başka bir şey kalmayınca silaha sarılırlar ve fikirlerini bu yolla kabul ettirmeğe çalışırlar. Bu yüzden tartışmaları demokratik platformlardan, antidemokratik dayatmacı yollara kaydırırlar. Günümüzde Kerkük üzerinde yoğunlaşan tartışmaların militarist bir üslupla ele alınması, uzlaşmacı, ön yargısız diyalog ve demokratik yaklaşımdan kaçınılması da, bu kentin Türkmenliğinin tarihî bir gerçek olduğunu kanıtlıyor.

Dilin tarifi Dil insanların arasında anlaşmayı sağlayan tabii vasıta; kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık milleti birleştiren ve onun ortak malı olan sosyal bir müesslerden örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir. Dil bir milletin diğer milletlerden farklı olan terennümü ve konuşmasıdır. Dil bir milletin ses dünyasıdır. Sesler kainatındaki hayat tezahürüdür, kainatı kendisine göre seslendirmesi, kainatı ve hayatı kendisine göre adlandırması, ona kendi damgasını vurmasıdır. Her millet, her milli cemiyet kainatı, duygu ve düşünceleri, meramları ayrı şekilde ifade etmiştir. Dil düşüncenin aynasıdır. Onun için dil milletin düşünce sistemini gösteerir. İnsan dil ile düşünür. Bir dil,onu kullanan milletin fetlerinin zihnini nasıl çalıştığını ortaya koyar, milli düşünce tarzını aksettirir. İkinci olarak dil milli hafizanın, milli hatıraların, duyguların ve dülüncelerin,bütün maddi ve manevi değerlerin, bütün buluş ve yaratışların müşterek hazinesidir. Üçüncü olarak dil fertleri birbirine bağlayan ilk bağdır. Kuşlar ötüşerek, hayvanlar koklaşarak, insanlar konuşarak anlaşırlar. Anlaşma vasıtası olarak dil en yaklaştırıcı sosyal akrabalık bağıdır. Dördüncü olarak dil milli damgasını en belirli olan kültür unsurudur. Hülasa dil millet denilen insan cemiyetinin en mühim sosyal varlığıdır. Kültürün ilk ve temel unsurudur.Kültür unsurlarının topladığı dairenin, meydana getirdiği bütünün en az yarısını dil işgal eder. Millet her şeyden önce ve daha çok dil birliği demektir.

Burada iki önemli belgeye dikkat çekerek, Kerkük’ün kimliğini okuyucularımızın daha net biçimde anlamalarını sağlamağa çalışacağım. Kerkük’ün Türkmen kenti olduğunu ortaya koyan bu iki belgenin birisi Saddam’ın sağ kolu olan ve yıllarca onun yaptıklarını sonuna kadar savunan, bu arada Kerkük’ün Araplaştırma politikası yürüten hükümetin kabinesinde yıllarca dışişleri bakanı olarak görev yapan Tarık Aziz’in Kerkük hakkında söylediğidir. İkinci belge ise, şimdiki Mesut Barzanî’nin babası olan Molla Mustafa Barzanî’nin Kerkük ve Türkmenler hakkında dile getirdiği sözlerdir.

ve bölge için güvence sağlamış olur.

karşı cephede yer almış olmalarıdır.

Birinci nokta: Tarihî açıdan Kerkük Kürt vilayeti değildir. Kerkük’e gittiğiniz zaman, orada Arapları, Kürtleri ve Türkmenleri bulursunuz. Ancak baskın kimlik Türkmen’dir.” (Hamide Na’ne, Tarık Aziz.. Lider ve Dava, Beyrut, 2000, s. 163)

Bu iki noktayı özellikle Türkiye’de her nedense Kerkük’e yabancı oldukları hâlde, Kürt liderlerine karşı şirin görünmek isteyen ve onların tezleri yanında yer alan gazeteci ve yazarların dikkatine sunmak istiyorum. Onun için biri Arapça, diğeri İngilizce olan bu belgelerin görüntüleri yanlarda yer almıştır.

İkinci belge, İngiliz yazar David McDowell tarafından aktarılmaktadır. David McDowall eserinde şöyle demektedir:

“Molla Mustafa (Barzani) Bağdat hükümetini Kerkük, Hanekin ve Sincar gibi anlaşmazlık konusu olan bölgelere Arapları Tarık Aziz, Suriyeli Arap yerleştirmekle suçladı ve gazeteci Hamide Nane’nin Arapları çoğunlukta gösteren yaptığı röportajda şunları nüfus sayımı sonuçlarını söylemektedir: kabul etmeyeceğini hükümete bildirdi. Ayrıca üzerinde Gazeteci yazar Hamide tezvirat yapıldığı için, 1965 Na’ne Tarik Aziz’e soruyor: yılı nüfus sayımının verilerini de kabul etmedi. Hükümet, “- Kerkük’ü Kürt bölgesine Kerkük için 1957 sayım ilhak etmek istiyorlar” sonuçlarının nazar-ı itibara alınmasını önerdi; ancak Tarık Aziz cevap veriyor: Barzani, gerçi il sınırları içinde Kürtler sayıca fazla “- Doğrudur, 1970’li yıllardan olmalarına rağmen, Kerkük beri Bağdat yönetiminin kentinde çoğunluğu hâlâ bu konudaki tavrı belli Türkmenlerin oluşturduğu idi: O da Kerkük’ün özerk gerekçesiyle bu öneriyi de Kürt bölgesinin içinde reddetti.” (David McDowall, olmamasıdır. Çünkü Kerkük A Modern History of The özerk bölgeye alındığı Kurds, London, 1996, s. 329) takdirde, petrol oyunları ve uluslar arası entrikalar Yukarıda ileri sürülen devreye girerek, merkezî iki belgenin ortak özelliği yönetimden ayrılmağa doğru vardır. Bir kere iki belgeyi büyük bir aşama kaydeder ki bize nakleden kişiler bu da, ülkenin ulusal birliğini Türkmen değildir. Hatta söz konusu olan belgelerde zedeler. Bu bakımdan geçen sözlerin kaynağı Kerkük’ün özerk bölge olan kişilerin, Türkmenlere dışında kalması, ayrılıkçı hareket ve oyunlarını önlemiş ve Türkmen davasına

Aslında her hangi bir kentin, etnik ve kültürel rengini tespit ederek, falanca topluma ait olduğunu iddia etmek, esasen ilkel bir davranış ve çağdışı bir yaklaşımdır. Ayrıca böyle bir tartışma açmak da doğru değildir. Kerkük’ü kurulması hayal edilen Kürt devletinin sınırları içine almak için türlü yalan ve uydurma belgelere tevessül eden Kürt yazar ve çizerleri de, ne yazık ki tarafsız ve dürüst bir tutum içinde göremiyoruz. Yalan söyleyerek, aslı astarı olmayan belgelere dayanarak bir yere varmak mümkün değildir. Tarihin hiçbir döneminde her hangi bir Kürt devleti olmadığı gibi, böyle bir devleti kurmak için her hangi bir teşebbüs de olmamıştır. Devlet kurma geleneğine sahip olmayan, devlet adamı sıfatı bulunmayan aşiret reisleri isyanla, zorbalıkla bir yere varamaz. Devlet kurmak için zorbalık ve kabadayılık yeterli olmuyor. Unutulmamalıdır ki yırtıcı kuşun ömrü az olur.


SAYI (2) 1.YIL

05.05.2007

Hamid Aytaç HATTAT HAMİT AYTAÇ ( 1891)- (18.05.1982)

Asıl adı Musa Azmi olan ancak daha çok müstear ismi olan "Hamid" adıyla tanınan Hattat Hamid AYTAÇ 1893 yılında Diyarbakır'da doğmuştur. Aytaç, sanatkar bir aileden gelmektedir. Büyük dedesi de hattat idi. Aytaç daha öğrencilik döneminde onlarca defa Kur'an-ı Kerim'i yazmıştı. Hatta mektepte

vaktini çoğunlukla resim ve güzel yazıya ayırdığından diğer derslerini ihmal ederdi.

1 altın lira, babasından da hat sanatına devam iznini alır. 1906'da İstanbul'a gelen

"HAMİD" müstear ismiyle hat çalışmaları yapar. 1960'dan sonra Paşabahçe Fabrikasında çalışan Hattat Hamid, hayatının son zamanlarını hastanelerde hazin bir şekilde geçirir. Osmanlı'dan kalan son hattat Hamid AYTAÇ 1982 yılı Mayıs ayında Haydarpaşa Numune Hastanesi'ndeki odasında vefat eder. Bir asırlık verimli bir ömrün ortaya koyduğu eserleri burada saymak elbette mümkün değil. Ancak kısaca bahsetmek gerekirse; En büyük eserleri 2 adet Mushaf-ı Şerif ve Şişli

Bu yüzden babası O'na hat ile meşgul olmayı yasaklar. Ancak henüz onüç yaşında olmasına rağmen II. Abdülhamid'in tahta çıkışı sebebiyle hazırladığı tuğra ve bazı yazıları fevkalade beğeniyle karşılanır. Hazırladığı bu yazılardan dolayı padişahtan

hattat Hamid bir yıl hukuk okuduktan sonra Güzel Sanatlar Fakültesine kaydolur. Erkan-ı Harbiye Dairesi Hattatı olduğu dönemlerde boş vakitlerini değerlendirmek maksadıyla Nuruosmaniye yolu üzerinde küçük bir dükkan tutar ve

Camii'ndeki yazılarıdır. Bunlardan başka Ankara Kocatepe Camii, Eyüp Camii kubbe yazıları, Söğütlüçeşme Camii, Yeni Postane arkasındaki mescidin yazıları, Ayasofya Levhaları, sayısız kitap kapak yazıları, hat örnekleri, hilyeler,

mezar taşları ve binlerce levhalar... "Camilerdeki yazılarımın en mükemmeli Şişli Camii'nin yazılarıdır" der Hattat Hamid AYTAÇ. Yazdığı eserlere ilaveten bir çok da Hattat yetiştirmiştir.

EDEBİYAT NEDİR? Edebiyatın ne olduğunu anlayabilmek için onun, dilden, konuşma ve düzyazı dilinden farklı olan yanlarını .ortaya koymak gereklidir Konuşma ve düzyazı dilinde, dil bir araç, sözcükleri kullanmakla girişilmiş, belli bir amaca dönük eylemdir. Doğruyu araştırma, ortaya koyma, başkalarına iletme aracıdır. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler görevini yaptıktan sonra işe yaramaz hale gelir. Önemli olan meydana getireceği sonuçlardır. Sonuç yani amaç, onu okuyan, ya da dinleyendeki değişimdir. Düşüncemizi dile getiren sözcükleri nasıl biçimlendirdiğimizi unuturuz. Onlar aracılığı ile düşüncemizi ilettiğimiz kişi de onların nasıl biçimlendirildiğine dikkat etmez. Unutur. Dil, bizi doğrudan doğruya öteki insanlarla yada eşya ve düşüncelerle karşı karşıya getirir. Konuşma ve yazı

dilinde sözcükler saydamdır. Uçarıdır. Aradan kaybolur .gider Oysa şiir ve edebiyatta bunların tam tersi .oluşmaktadır Şiir ve edebiyatta dil bir araç değil, biraz amaçtır. Şiir ve edebiyatta dil, sözcükler, cümleler ve biçimler nesnel (objektif) hale gelirler, .şeyleşirler İnsanla öteki insanların, eşyanın ve düşüncelerin arasına girip saydamlaşmaz şiir. Uçarı hale gelmez konuşma ve düzyazı da olduğu gibi. Tam tersine, karşımıza çıkar. Resim gibi, heykel, müzik, yapı gibi .(eşya) değeri kazanır Şair cümle kurmaz, bir nesne meydana getirir. Sözcüklerle, güzel, unutulmaz biçimler yaratır. Sözcüklerin bir araya özel biçimler altında getirilişinde derin eğilimler dürtüsü .vardır Şair, dilde olduğu gibi sözcüklerden yararlanmaz.

Onlara yararlı olur. Renk, ses, hacim gibi onları şeyleştirir, kırar, bozar ve yeniden birleştirerek bir şiir .dünyası kurar Sözlerin ve sözcüklerin nesnelleştirilerek özel işaretler, deyişler, tılsımlı biçimler haline getirilmesi, bunların sihir ve büyü alanında kullanılması, unutulmayan, ezberlenen özel biçimlerle tekrar edilmesi, şiirin doğuşunu hazırlayan en eski etkenlerdir. Bu yönden denilebilir ki, yazı şöyle dursun, tam konuşma dilinin bile gerçekleşmediği, insanın ve insanlığını en eski tarihinde şiir ve şiir dili vardır. Demek ki, edebiyat, .dilden önce idi Bununla beraber gerçek şiir ve edebiyat yazının bulunup kullanılmasından sonra .gelişmiştir Sanat dışı konularda (politika, hukuk, mektup vb. alanlarda) bile ilk yazılı metinler, edebiyata yakın,

destanî, güzellik iddiası ile yüklü oldukça nesnel eserler .olmuşlardır EDEBİYATTA AKIM ?DENİLİNCE NE ANLAŞILIR Akım, insan düşüncesinin ve yaşamının, tarih içinde değişik dünya görüşlerinin birbirini izleyerek devam .etmesidir Tarih boyunca insanlar her çağda bilim ve felsefe verilerinden, sosyal, ekonomik, siyasal gerçeklerden esinlenerek, ileriye doğru atılımlar yaparak, eskiyen düşünce ve biçimlerin yerine yenilerini .ve başkalarını koyarlar İyiye, Güzele ve Doğruya”“ sloganı ile ifade edilen bu atılımlar yeni ahlâk, estetik .ve bilim değerleri getirirler Sanat ve edebiyat akımları her çağın kendine özgü gerçekleri ve değerleri açısından ortaya atılan güzellik anlayışları, estetik .görüşleri ve ölçüleridir Edebiyat ve sanat akımları,

milli ve milletlerarası bilimsel, felsefi, sosyal, ekonomik, siyasal, ahlâki, dinsel yaşamın ürünleri olurlar ve tarihsel değerlerin uzantısı içinde eskiye ve kurulu düzene varolan edebiyat ve sanat anlayışına karşı ihtilâlci karakter .taşırlar Ama bu devrimci karakter çoğu kez yöntemlerde ve yöntemlerin uygulanışında göze çarpar. Oysa edebiyat ve sanat akımları tarih içinde klâsik görüşlere zaman zaman dönerek tazelemeler, tekrarlar, yeniden değerlendirilişler .yapmaktadırlar Her toplumun edebiyatında, kendisine özgü milli akımlar, aşamalar vardır. Fakat bunlardan bir kısmı ulusal sınırları aşarak uluslararası değer ve kapsam kazanırlar. Sonra bunlar ulusal sanatları .etkiler Edebiyat ve sanat akımlarına ekol, okul, meslek .ve çığır da denilmektedir


SAYI (2) 1.YIL

( Kerkük, 1834 Kerkük, 1909) Asil adi Muhyiddîn, mahlasi Kabil'dir. Kerkük'ün Piryâdi Mahallesinde dogdu. Babasi Haci Süleyman, dedesi Haci Yunus, babasinin dedesi Tariverdi (Tanriverdi) de Kerkük dogumludurlar. Aslinda Türkiye'nin Tokat vilâyetinden Kerkük'e göç etmislerdir. Yasadiklari mahallede insâ ettirdikleri cami ve hamam da yine Tokatli adi ile taninmistir. Ilk tahsilini mahalle mekteplerinde gördü ve daha sonra özel dersler alarak kendini yetistirdi. Önceleri Kerkük'te idare meclisi azasi oldu. Bazen a'sâr komisyonunda çalisan ihale memurlugu da yapti. Uzun süre mahkeme azâliginda bulundu. Bir süre Ranya'da kaymakam vekilligi yapti. Bu görevde iken Musul valisi olarak teftise gelen Süleyman Nazif ile görüstü ve onun takdirini kazandi. H. 1327 (M. 1909) yilinda Kerkük'te vefat etti. Sair olarak büyük ün yapmis olmasina ragmen Kabil'in siirlerinin birçogunu Ata Terzibasi toplamis ve bunlarin bir kismini yayimlamistir. Dinî konularda da sevilen naat ve medhiyeler söyleyen Kabil, lirik ve duyarli beyitler içeren gazeller de yazmistir. Hikemiyata da egilim gösteren sairin, bazi mimarî anitlar üzerine yazdigi ve tarih düsürdügü manzumelerin bir kismi günümüze kadar gelmistir. Sevilen bir sair olarak da, kendisinden sonra gelen Kerkük sairleri üzerinde büyük tesir birakmis ve siirlerine birçok sair tarafindan nazireler yazilmistir. Farsça siirleri de olan Kabil'in Zeynelabidin ve Mail adli çocuklari da sair olarak taninmislardir. Kaynakça: Ata Terzibasi, Kerkük Sairleri, 1. cilt, Bagdat, 1963 s. 157-195. SIIRLERI Gazeli (Maarif, 6,10 Temmuz 1329, s. 43) Sâkî kerem et câm-i safâyi kederim var Sür'atle yürüt emr-i kazadan hazerim var Pir oldi gönül meyl-i hevâyi vatan eyler Lebrîz kadeh sun bana sâkî seferim var Sâkî, kederliyim, ölümden sakinirim; çabuk ol da sefa sarabini sun. Gönül yaslandi, dünya nimetlerine heves eder. Sefere çikacagim, sâkî agzina kadar

dolu sarap kadehini bana ver.

Kabil

05.05.2007 mestâne yandirdi oynayan sahane güzel, hayret, sarhoslari yakti. Kumanda etdi kâfir gamzesin tabut-i müjgâne Kâfir yan bakisim kirpik taburuna kumanda etti.

Merdüm gibi gel kûse-yi çesmimde makam et

Devlet-i askin emîr-i saltanatpîrâsiyim Izz ü câhim hilm ü temkinim tevazu' sevketim Hey'etim huffâs-tiynetler

neylesün Hayli müsküldür tehî magzâna tefehhüm-i sühen Sûret-i dîvâra tasrîh-i belagat neylesün

Lutf eyle gözüm nuru ki za'f-i basarim var Kâsâne-yi derd ü elem ü mihnet ü gamdir Bak sâye-yi askinda gönülde nelerim var Cem'iyyet-i agyar ile sen bezm-i tarabda Dün gece safa eylediginden haberim var Allâmesiyim ilm-i me'ânî vü beyânin Yogise revacim benim amma degerim var Kabil degilim pîr ü erbâb-i kemâlim Ol feyz-i seref-bahs ile zîbâ eserim var Göz bebegim gibi gel de, gözümün ucunda mekân tut. Gözüm iyi görmüyor, gözümün nuru lutf eyle. Bak, askinin yüzünden gönülde nelerim var: Gönül, dert, elem, eziyet ve gam evidir. Dün gece yabancilarla eglence meclisinde safa eylediginden haberim var. Manalar ve güzel söz söyleme ilminin en iyi bileniyim. Revâ'cim yoksa da degerim var. Kâbîl, yasli degil, olgun biriyim. O seref bagislayan feyz ile güzel eserim var. Gazel 2 (Ata Terzibasi, a.g.e., s.182) Hâk-i pâk-nâkdan terkîb olmus hilkatim Mest eder erbâb-i aski nes'ey-i keyfiyyetim Olmayan vâkif gönülde hikmet-i endîseme Çevri nâ-fehm eyler elbet laubali hey'etim Lûtf-i yârana mukabil hayretimden âcizim Gösterir makhûr âlemde beni mahviyyetim

görünce göz yumar Adetâ mihr-i cihân-efrûzdur mâhiyyetim Dergeh-i rahmet-medâr-i yâre Kabil yüz süre Mâ-sivâ-yi yâre bas egmez uluvv-i himmetim Yaradilisim, temiz topraktandir. Nesem, âsiklari sarhos eder. Gönüldeki hikmetime vakif olmayan, sikintimi anlayamaz ve bunu benim laubali görünüsüm olarak degerlendirir. Sevgilinin lütfûna karsilik, saskinligimdan âciz durumdayim. Alçak gönüllülügüm, dünyada beni kahrolmus gösterir. Ask devletinin saltanat süsleyen emiriyim. Rütbem, makamim olgunluk ve temkinli olmak, ululugum da alçak gönüllülüktür. Hâlimi yarasa görüslüler görünce göz yumar. Aslim, cihani aydinlatan günes gibidir. Kabil sevgilinin rahmet kapisina yüz sürse, yüce hikmetim yârdan baska varliklara bas egmez. Gazel 3 (a.g.e.,s.!83-184) Yaver olmazsa tecelli kabiliyyet neylesün Hükm-i takdir olmasa seyhim keramet neylesün Hâme-yi kudretle kayd olmazsa evrâk-i emel Çekme istishâb içün minnet sehâbet neylesün Yok revaci elde gerçi bir güzel sermâyedir Olsa da âdemde hüsn-i istikâmet neylesün Olma mahkûm müdâra nâ-kes-i nev-câh ile Efi-yi kûhsâra efsûn-i ri'âyet

Talih yardimci olmazsa yetenek ne yapsin? Seyhim, Allah'in hükmü olmasa keramet ne yapsin? Emel evraklari kudret kalemiyle kaydedilmisse, beraber olmak için eziyet çekme; sohbet ne yapsin? Insanin tuttugu yolun dogrulugu iyi bir sermaye olmasina ragmen degeri yok. Dogruluk ne yapsin? Yeni mevki elde etmis, alçak, ikiyüzlü ile mahkum olma. Dagin yilanina, saygi sihiri ne yapsin? Bos beyinle sözün anlasilmasi hayli zordur. Duvar resimlerine lafi açik açik söylemenin ne faydasi var? Mûcîb-i idbâr ü ikbâl olamaz cehle kemâl Talih ve talihsizlik cehaleti yok etmez. Bu, bir irade Bir mesîetdir buna sa'y-i fesahat neylesün meselesidir; iyi konusmaya çalismakla ne yapilabilir? Alem-i takdirde tefrik olunmus firkateyn Takdir âleminde iki takim ayrilmis. Zahide (asiri Zahide zühd ü vera'-i cürm ü cinayet neylesün saf) zühd (dine baglilik), suç ve cinayet günahini islemek ne yapsin? Tâbi' ol kahriyle zuhurata karisma hikmete Görünenlere kahriyla birlikte boyun eg, hikmete Bir muammadir buna fikr ü feraset neylesün1 karisma. Bu bir bilmecedir; buna fikir ve anlayisli ................................ olmak ne yapsin? Gazel 4 (a.g.e.,s.l88-189) Gönül iklimini bir âfet-i seshâne yandirdi Gönül ülkesini eli tüfekli bir güzel yakti. O âtesle Ol âtesbâz-i sâhâne aceb

Kararim ars edince âtes-i sûzâne yandirdi. Kararini verince yakici atesiyle yakti. Düsüb dârü'l-hevâda aska sûzân oldugum bilmez Istek, arzu kapisinda aska düsüp yandigimi bilKimim ben yandiran kimdir yanan kim ya ne yandirdi mez. Ben kimim, yakan kimdir,yanan kim, ya ne yandirdi? Olunca zülfi der-hem sâneden asüfte hâl oldum Saçi taraktan karma karisik olunca, haline meftun Beni yandirmadi zülf-i perisan sâne yandirdi oldum. Perisan saçi beni yakmadi, taragi yakti. Birakdi âtes-i dil Kâ'besine kendi yan durdu Gönül atesini Kâ'besine birakti, kendi yan durdu. 0 zâlim böyle zannetdi ki bir büthâne yandirdi O zâlim bir puthane yaktigim zannetti. Külah sikeste perçem deste gözler hasta leb beste Külah düsmüs, perçem bagli, gözler hasta, dudak Gezer mest-i hirâmân âlemi unvâne yandirdi kapali, salina salina sarhos olarak bütün dünyayi gezer, herkesi sanina yandirir. Meded Allah'dan olmazsa Kabil kalmadi çâre Kabil, Allah yardim etmezse, çâre kalmadi. O âtes 01 âtes-pâresi dünyâyi yandan yâne yandirdi parçasi, bütün dünyayi yakti. Kerkük'te Imam Kasim Türbesi'ndeki tamir kitabesi: Hazret-i Abdülhamîd Han-i merâhim-pîsenin Merhametlilerin önde gelenlerinden Hz. AbFeyz alir kadr-i celîlinden hemîse has ü 'âm dulhamid Han, senin yüceliginde'n daima zengin ve fakir feyz alir. Çok yasasin ya Rab ol hâkân kim-endîsî kim Azacik ta'mîre muhtaç olmus iken bu makam Ey Allah'im çok yasasin o hükümdar ki, bu makam azicik tamire muhtaç iken. Arz edildi hâl-i vâki' dergeh-i âlisine Geldi fermân-i hümâyûn-i seref-bahs-i meram Durum yüce dergâhina arz edilince, yapilmasi için emir veren serefli ferman geldi. Yapdilar bu kubbe-i nev tarh ter bünyâdi kim Oldu el-hakk mûcib-i hosnûdi-i hayrü'1-enâm Bu yeni kubbeyi yaptilar. Onun yeni binasi gerçekten herkesin begendigi bir yapi oldu. Harf-i menkût ile Kabil söyledi târihini Kâsim-i evlâd-i Aliyyü'lMurtazâ'dir bu imâm Kabil noktali harflerle tarihini söyledi. Bu, Imam Murteza sülâlesinden gelen Kâsim'dir. Sene 1312 Yil 1312 (1894) 1. Gazelin mahlasli olan son beyti, herhalde tespit edilememistir.


SAYI (2) 1.YIL

05.05.2007

Dozerle yok edilen Türkmen kimliği...(1-2) bunun ne kadar çetrefil bir konu olduğunu ve birçok şeyin Türkiye'den görüldüğü gibi olmadığını daha iyi anlamaya başladık. Amacımız, konuyla doğrudan ilgili kişileri konuşturup Kerkük'te gördüklerimizi yansıtmaya çalışmaktır. Sonunda tabii ki kendi kanaatimizi de ortaya koyup, Dozerle yok edilen Türkmen bu yıl yapılması gereken ve kimliği... şehrin statüsünü belirleyecek olan referandumun yapılıp Tarih boyunca Kerkük'te yapılamayacağı sorusunu ağırlığını hissettiren Türkmen da yanıtlamaya çalışacağız. nüfusun bugünkü durumunu en iyi anlatan görüntü Kerkük Kalesi'nin içler acısı hali: Yüzlerce evi barındıran Kaleiçi, dozerlerle yerle bir edilmiş halde KERKÜK YENİ SARAYBOSNA MI? Semih İdiz 'Ateşin düşeceği' kenti gezdi 15/2/2007 Bu kent yeni Saraybosna mı olacak? Zengin petrol yatakları nedeniyle her zaman uluslararası ihtirasların odağında olan Kerkük, geçmişte sık olduğu gibi tekrar korku ve şiddetin gölgesinde yaşıyor. Hâlâ şehrin asli unsuru olduklarını belirten Türkmenler ise bu kez Kürt baskıları karşısında yeni bir ölüm kalım mücadelesi verdiklerini söylüyorlar. Saddam'ın Türkmenlerle Kürtleri sürüp şehre yerleştirdiği Araplar da, "etnik temizlik" korkusuyla endişe içinde beklerken, radikal unsurlar bu gergin ortamdan yararlanarak Kerkük'ü bir Saraybosna'ya çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Irak'ın genelinde süren savaştan yansıyanların yanı sıra, "fidyeci" bir "eşkıya unsurun" da işin içine girmiş olması, Kerkük'teki gergin ortamı bugün iyice karmaşık ve tehlikeli bir hale getirmiş bulunuyor. Bu arada, Türkiye, İran ve Suriye'nin gelişmeleri yakından izleyerek Kerkük konusunda siyasi ağırlıklarını hissettirmeye çalışmaları da soruna bir uluslararası boyut katmış bulunuyor. İşte bu karmaşık durumu bir nebze de olsa anlayabilmek amacıyla Kerkük'e gidip hem tarafların temsilcileriyle, hem de sokaktaki insanlarla konuştuk. Burada Kerkük'le ilgili mutlak gerçekleri ortaya koyma iddiasında değiliz. Bunun mevcut ortamda mümkün olduğunu da sanmıyoruz. Bu tür bir yazı dizisiyle hiçbir tarafı memnun etmenin mümkün olmadığının da bilincindeyiz. Son derece hassas olan Kerkük konusuna girdikçe,

Ancak bu görüşler sadece bizi bağlar. Diğer söylenenler ise konuşanları bağlar. Tek temennimiz, bu yazı dizisiyle bu kritik yılda Kerkük'e duyulan ilgiyi artırarak, tarihimizde önemli bir yer tutan ve geçmişte çok kez kana bulanmış olan bu şehrin sorunlarının nesnel bir perspektiften daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunabilmektir. Kerküklü Türkmenlerin bugünkü durumunu en iyi betimleyen şey, tarihi Kerkük Kalesi'nde tanık olduğumuz içler acısı görüntü olsa gerek. Yakın tarihe kadar yüzlerce evi barındıran ve Türkmenlerin yüzyıllar boyunca yoğunluklu olarak yaşadıkları kalenin içi bugün dozerlerle yerle bir edilmiş halde duruyor. Ayakta kalabilen tek tük yapılar arasındaysa, eski

genelde memleketlerine gömerlermiş" dedi. Mezarlar bugünü anlatıyor gibi Türkmen kimliklerini hemen belli eden mezar taşlarının çoğu parçalanmış, bazıları da parçalanmak üzere bekler haldeydi. Bu halleriyle de sanki Kerkük'teki Türkmenlerin bugünkü durumunu anlatmaya çalışıyorlardı. Bu yıkımı kim yaptı diye sorduğumda Mehmet'in yanıtı kesindi. Suçlu, petrolü nedeniyle kendisi için önemli olan Kerkük'teki Türkmen ve Kürt izlerini silip yerine Arap kimliğini oturtmak isteyen Saddam Hüseyin'den başkası değildi. Fakat Türkmenlere karşı bu tür baskılar Saddam zamanında başlamamış. Baskılar İngilizlerin idareyi

ele geçirdikleri 1918 yılında başlamış, kraliyet ve cumhuriyet döneminde de aralıklarla sürerek Saddam zamanında doruğa çıkmış. Türkmenler, geçmişte birçok acıyı paylaşmalarına rağmen, 2003'ten bu yana da Kürtlerin benzeri baskılarına maruz kaldıklarını belirtiyorlar.

Türkiye'nin "beşinci kolu" Peki, Osmanlı döneminin kapanmasından sonra her gelen yönetimin Türkmenleri baskı altında tutmasının nedeni nedir? Kendisi de Kerküklü olan Prof. Dr. Mahir Nakip yeni çıkan "Kerkük'ün Kimliği" adlı kitabı (Bilgi Yayınevi, 2007) bunun nedenlerini ortaya koyuyor. İngilizlerin şehrin Türkmen kimliğini yok etme çabalarını, Türkmenleri Türkiye'nin uzantısı olarak görülmelerine bağlıyor. bir Yahudi tapınağından Krallık ve cumhuriyet yüzyıllar önce "devşirilen" ve dönemlerinde Türkmenlere Türkmenlerce kutsal sayılan karşı yapılan bazı Danyal Peygamber Camii, uygulamalarla, Saddam Hıristiyan kilisesiyken aynı Hüseyin'in Türkmenlere şekilde camiye dönüştürülen karşı güttüğü husumetin Ulu Cami ile 1361 yılında temelinde de hep benzeri yapılan ve tümüyle Türk bir "Turancılık" suçlanması eseri olan Gök Kümbet yatmıştır. Esas itibariyle bulunuyor. Ancak, bunlar da Türkmenlere karşı bakımsızlıktan dökülmeye düzenlenen 14 Temmuz 1959 yüz tutmuş haldeler. katliamının odağında da bu Kalenin girişinde "kardaş" suçlama yatmaktadır. edindiğim "Mehmet" isimli Bu baskılara rağmen Türkmenler gene de genç Türkmen beni Danyal kolay pes etmemişler, Peygamber Camii'nin yanındaki mezarlığa götürdü. dışarıdan destek almadan öz kimliklerini bugüne kadar "Aralarında Kürt mezarları da var mı?" diye sorduğumda, büyük ölçüde yaşatmayı Kürtlerin tarihte şehrin başarabilmişlerdir. Aslında Kürtler de Kerkük asli unsuru olmadığını yansıtırcasına "Hayır, onlar şehrinin nüfusunun tarihte

ağırlıklı olarak Türkmen olduğunu inkâr etmiyorlar. Ancak, Kerkük'e bağlı köylerin ağırlıklı olarak Kürt olduğunu söyleyerek, "idari bütünlük" açısından, bir şehrin çevresindeki köylerden bağımsız düşünülemeyeceğini belirtiyorlar. Bu açıdan bakıldığında Kürtler elbette ki sayıca fazla çıkıyorlar. Nitekim Irak'ta 1957 yılında yapılan son ciddi sayımda şehirdeki Türkmenlerin oranı yüzde 40, Kürtlerin oranı ise yüzde 35 olarak tespit edilmiş. Kerkük'e bağlı köylerin nüfusu bu rakamlara eklenince Kürtler doğal olarak çoğunlukta görünüyorlar. Kürt yetkililer bugün buna işaret ederek, Saddam tarafından köylerinden kovulan ve şimdi geri dönen 350 bine yakın Kürdün Kerkük'e bağlı olduğunu söylüyorlar. Bu yoldan Kerkük'teki en büyük unsur olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar "Bave Kürdan" Kürtlerin özellikle 1800'lü yılların sonunda Kerkük'ün çevresine yoğun olarak yerleşmelerinin nedenini de Prof. Dr. Mahir Nakip'ten öğreniyoruz. Kürtlere büyük ilgi gösteren ve bu yüzden de kendileri tarafından "Bave Kürdan" (Kürtlerin Babası) diye anılan Abdülhamid'in Hamidiye Alayları'nı kurması, Kürtlerin 1800'lü yıllarının başlarından itibaren dağlardan köylere ve köylerden şehirlere yerleşmelerini iyice hızlandırmış. Nakip ayrıca, o tarihlerde Türkmenlerle Kürtler arasında bir sorun olmadığını, kale içinde yaşayan Talabani ve Hanaka gibi önemli Kürt ailelerinin Türkmenlerin gözünde saygın bir yere sahip olduklarını belirtmektedir. Nitekim Kerkük'te konuştuğumuz Türkmenlerden bazıları,

annelerinin Kürt, konuştuğumuz Kürtlerden bazıları da annelerinin Türkmen olduğunu söylediler. Bu bile iki halk arasında ırka veya dine dayanan derin bir husumetin olmadığını gösteriyor. Aksine Arapların her iki "kavime" duyduğu antipati, Türkmenlerle Kürtleri geçmişte sık sık birleştirmiş. İsmet İnönü de zaten

buna güvenerek Lozan görüşmelerinde Kerkük'ün statüsünün belirlenmesi için rahatlıkla bir plebisit isteyebilmiştir. İngilizler ise bunu tabii ki reddetmişlerdir. Bu geçmişe rağmen Kerkük'te bugün gene "ayrışma zamanı" gelmiş ve çatmış bulunuyor. Kerkük Kalesi'nin kısa tarihi Beş bin yıllık bir geçmişi olan Kerkük Kalesi, 900 yıla yakın bir süre için çeşitli zamanlarda oraya yerleşmiş farklı Türk kavimlerine mensup topluluklara ev sahipliği yapmıştır. İlk yerleşim dönemi, Türklerin 650 yılında Emeviler tarafından bölgeye getirilmeleriyle başlar. İkinci yerleşme dönemi ise 1055 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in Bağdat'a girişi ile başlar. Üçüncü dönem ise IV Murat'ın Bağdat fethiyle başlar ve 1918 yılında İngilizlerin Kerkük'ü işgale etmesiyle sona erer. Kale, 1995 yılında Saddam

Hüseyin'in talimatıyla boşaltılır ve 1997'den itibaren 2003'e kadar yüzlerce tarihi ev buldozerlerle yerle bir edilir. Şehirde her şey olağanüstü Namık Durukan ile Erbil'e vardığımızda, bizi havaalanında karşılayan mihmandarımız ve tercümanımız Abdullah Kerim'e Kerkük'e gitmek niyetinde olduğumuzu söylediğimizde, birkaç saniye duraksadı. Ardından, bunun çok tehlikeli olduğunu söyledi, ama bizi götürmeyi yine de kabul etti. Erbil'in nispeten güvenli olan ortamını bırakıp daha sonra Kerkük'e doğru yol aldığımızda, endişeli olmamamız tabii ki mümkün değildi. Bizi Kerkük'e götüren Mustafa'nın yolda anlattıkları da açıkçası fazla güven vermiyordu. Zira yolun üzerinde bulunan Altunköprü kasabasının güvenlik noktasını geçtikten


SAYI (2) 1.YIL sonra, bir araç dolusu yüzü örtülü adam tarafından daha önce takibe alındığı yeri bize göstererek, arabasını 220 km

yaşlı Türkmen, "Durum çok kötü. Bir Saddam gitti, yerine bin Saddam geldi" diyor. Ona göre işlerin bozulmasının nedeni burada çok fazla el olması... KERKÜK YENİ SARAYBOSNA MI? 16/2/2007 Semih İdiz 'Ateşin düşeceği' kenti gezdi FOTOĞRAFLAR: Namık Durukan

hızla sürüp onlardan nasıl kurtulduğunu anlatıyordu. Kerkük'ün girişindeki güvenlik tedbirleri de zaten şehirde olağanüstü bir durumun yaşandığını göstermeye yetiyordu. Abdullah ayrıca, bugünlerde herkesin her şeyden kuşku duyduğunu anlatıp, yoldayken uzaktan görülen Kerkük petrol sahalarının resmini çektiğimiz için birilerinin bizi ihbar etmiş olabileceğinden de söz etti. Kısacası, Kerkük girişindeki kontrol noktasında saatlerce alıkonmamız da mümkündü. Neyse ki, Abdullah'ın elindeki kimlikler ve kıvrak dili sayesinde kontrol noktasını geçmemiz nispeten kolay oldu. Geçtikten hemen sonra kendimizi Rahimawa adlı Kürt yerleşim bölgesinden bulduk. Oradan geçerken gördüklerimiz daha ilk anda Kerkük'te yaşanan gerginliğin temel nedenlerinden birini gözlerimizin önüne seriyordu. Etrafımız Saddam'ın devrilmesinden sonra şehre akın eden kendi ifadeleriyle "evlerine dönen" ve çadırlarını yavaş yavaş terk edip inşaat halindeki çift katlı beton evlerine yerleşmeye başlayan Kürtlerle doluydu. Gördüklerimizden çıkan mesaj da aslında açıktı. Birileri Kerkük'e gelirken, birileri gitmek zorunda kalacaktı. Bu birilerinin ilk etapta Saddam'ın "Araplaştırma" politikası ile Kerkük ve çevresine yerleştirilen Arapların olacağı ise daha sonra yaptığımız konuşmalardan açıkça belli oluyordu. YARIN: Kerküklü Türkmenler: Gitti bir Saddam, geldi bin Saddam 'Artık kim düşman o bile belli değil' Herkesin aklındaki soru "Kerkük'te ne olacak?" Necmettin İzzettin adlı orta

Kerkük'te ne olacak? Şehirde herkesin merak ettiği konu bu. Kürtler hedeflerine doğru emin adımlarla ilerlediklerini düşünürlerken, Araplar "etnik temizlik" beklentisi içinde tedbirlerini alıyorlar. Belli ki bu iki "kavim" arasında eskiye dayanan kinlerle de beslenen kanlı bir hesaplaşma olacak. Türkmenler ise kaygılı. Arada kalmaktan korkuyorlar. Üstelik

kendilerini koruyacak silahları da yok. ITC Başkanlığı önündeyiz. Necmettin İzzettin adlı orta yaşlı Türkmen ile konuşuyoruz. "Neler oluyor burada?" diye sorduğumda "bir dokun bir ah işit misali" içini dökmeye başlıyor. "Durum çok kötüdür. Bir Saddam gitti, yerine bin Saddam geldi" diyor. "Düşman kim belli değil. Amerika mı, Peşmerge mi, Iraklı mı, hırsız mı, İran mı, İsrail mi, El Kaide mi? Hiç belli değil. Burada çok fazla el var. İşleri fena bozuyor." Özellikle Kürtleri soruyorum. "Üzerimize çok fazla geliyorlar. Kendimizi koruyamıyoruz. Peşmerge ve Amerikalı silahımızı aldı. Amerika Kürdü destekliyor. Yoksa bu kadar cesur olamazdı" diyor. Biz sormadan da ekliyor: "Bu arada zengin Türkmenler

de hırsız yüzünden gitmeye başladılar. Bu moralimizi daha da bozuyor." İzzettin "hırsız"dan fidyecileri kastediyor. Bu ciddi sorunun trajik sonuçlarına daha sonra konuştuğumuz Türkmeneli TV Haber Şefi Ali Kasapoğlu da başından

geçen bir olayla değiniyor. Saldırılar Türkmenlere karşı Kendisiyle, halk arasında "uydu" diye bilinen, Türkmeneli TV'nin yüksek beton duvarlar arkasında korunan binasında konuşuyorum. Bir ara duvardaki genç erkeğin resmini soruyorum. "Yakın akrabamdı. Para için kaçırdılar. Direnince de öldürdüler" diyor Kasapoğlu, Kerkük'te yaşamın nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunu kanıtlarcasına. Türkmenler "bütün saldırılar bize karşı oluyor" diyorlar. Öyle de bir görüntü aslında var. Nitekim daha birkaç gün önce ITC Başkanı Saadettin Ergeç, yol kenarına yerleştirilen bir bombanın patlaması sonunda az kalsın yaşamını yitiriyordu. Bir diğer örnek ise Kerkük İl Eğitim Müdürü Türkmen Şen Ömer Mübarek'in durumu. İl yönetiminin tek Türkmen yetkilisi olan Mübarek'e istifa etmesi için sürekli tehdit mektupları geliyor. Bunları da ciddiye almak zorunda zira Türkmen olan selefi de aynı tehditler sonrasında öldürülmüş. ITC yetkilileri Mübarek'i, il yönetimini tümüyle ele geçirmek isteyen Kürtlerin tehdit ettiğini söylüyorlar. Kürtlerde de ölüm korkusu

var Fakat günün ilerleyen saatlerinde gittiğim Kürdistan Yurtseverler Birliği Kerkük bürosunda tanıştığım Tayyir Şukur adlı Kürt, kendilerinin de sürekli ölüm korkusu içinde yaşadıklarını söylüyor. Tayyir, çift tabancayla geziyor. Kıvrak bir çapraz hareketle Glock marka tabancalarını çekip bize gösteriyor. Halinden bol Amerikan filmi izlediği belli. "Hayat buralarda böyle işte. Bunlar da olmasa çocuklarımı nasıl koruyacağım?" diyor. Güleç ve şakacı bir yapıya sahip olan Tayyir bir ara bana bakıp, "Aman ha! Kendini kolla. En az 10 defter edersin" diye takılıyor. "O da ne?" diye

sorduğumda "Biz 10 bin dolara bir defter deriz" diye yanıt veriyor. Kellem için biçtiği fiyatı beğenmediğimi anlayınca, 10 bin doların

Kuzey Irak için çok büyük para olduğunu anlatarak beni teselli etmeye çalışıyor. Normal koşullarda tüyleri diken diken etmesi gereken bu garip sohbetin en hoş yanıysa, Tayyir'in başından sonuna kadar benimle düzgün Türkçe konuşması oluyor. Türkçenin Kuzey Irak'ta geçerli olan ve Kürtler tarafından da benimsenen bir dil olduğunu anlamamız zaten uzun sürmüyor. Kentteki olağanüstü güvenlik tedbirlerine de zaten ilk elden tanık oluyoruz. ITC Başkanlığı'na giderken yolda Irak Güvenlik Güçleri'nin üniformasını giymiş Peşmergeler tarafından durduruluyoruz. Sürekli etrafın fotoğrafını çektiğimiz için birisinin bizi ihbar ettiğini tahmin ediyoruz. Her yabancıya kuşkuyla

bakılıyor Endişelenmemek elde değil. Mihmandarımız Abdullah Kerim, bu durdurmalarda insanların bazen saatlerce, kuşku ciddiyse günlerce alıkonduklarını söylüyor. Her an kanlı bir saldırı beklenen, her yabancıya, her park eden araca kuşkuyla bakılan bir şehirdeyiz ne de olsa. Sonunda Ankara'daki Kürdistan Demokrat Parti temsilciliğinden aldığımız mektup sayesinde ve yapılan birkaç telsiz konuşmasından sonra serbest bırakılıyoruz. Ancak, bu güvenlik tedbirlerinin bile yetersiz olduğunu şehirde yaşananlar gösteriyor. Nitekim Kerkük'ten ayrılmamızdan 24 saatten az bir süre sonra iki araç bombasının patlaması, birkaç

05.05.2007

gün sonra da aynı gün içinde sekiz bombanın patlaması şehirdeki asayiş sorununun ciddiyetini yeterince gösteriyor. ITC Başkanlığı'na vardığımızda, binanın yolun iki tarafına kurulmuş olan barikatlar ve yüksek beton duvarlar arkasında kalaşnikovlu Türkmenler tarafından korunmaya çalışıldığını görüyoruz. Orada güvenlikçi Türkmenlerden başkasını da bulamıyoruz. Bize, herkesin ITC Kerkük İl Başkanlık binasında toplantı halinde olduğunu söyleniyor. Konuşmak için ITC temsilcilerini toplu halde bulacağımız için seviniyoruz. ITC Kerkük İl Başkanlığı'na vardığımızda da cephenin ileri gelenlerini gerçekten de toplu halde buluyoruz. Bu arada, kimliklerini hemen belli eden ve etrafa gülücükler saçan bazı Arap şeyhlerin de toplantıya katılmaları dikkatimizi çekiyor. Kürtlerin, demografik manipülasyonla avantaj sağladıktan sonra Kerkük'ü referandumla ele geçirme niyetleri karşısında özellikle Sünni Araplarla ITC arasında gelişmekte olduğu söylenen ittifaka da böylece tanık oluyoruz. Kerkük'ün çeşitli bölgelerinden gelen Türkmen temsilcileriyle konuşmalarımızdan ise şu görüşler ortaya çıkıyor. • Kürtler, ABD işgaliyle Nisan 2003'te Kerkük'e yöneldiler. Peşmergeler Saddam'ın Araplaştırma politikası ile şehre yerleştirilen Araplara daha ilk günden saldırarak evlerinden kovmaya başladılar. • Peşmergelerin şehre girer girmez tapu dairesini yakmaları ise Türkmenlere karşı planlı bir programın devreye sokulduğunu daha ilk günden gösterdi. Kerkük'teki arsaların yüzde 60'ı Türkmenlere aittir. Ancak o arsalar bugün işgal altındadır ve işgalcileri tahliye edecek bir güç de yoktur. • Kerkük'e üç yıldır aralıksız gelen Kürtlerin sayısı 600 bini buldu (Tarafsız gözlemciler 350 binden söz ediyorlar S.İ.) Bu rakam Saddam tarafından kovulanları kat kat aşıyor. Kürtler şehrin demografisini kendi lehlerine çevirmiş durumdalar. Şimdi de şehrin Türkmen kimliği ile oynuyorlar. • Ankara'da kısa bir süre önce yapılan "Kerkük 2007" konferansı şehirdeki gerginliği ve Türkmenlere karşı baskılarını artırdı. Ankara'dan çıkan sesler her zaman Kerküklü Türkmenlerin işine yaramıyor. Ses olacaksa arkasında mutlaka icraat da olmalı.


SAYI (2) 1.YIL

05.05.2007

(Kifri/Kerkük, 1926 - ) Eskiden Kerkük'e bagli ilçe merkezi olan Kifri'nin Ismailbeg Mahallesi'nde, 1926 yilinda dogdu. Ilkokulu ve ortaokulu bitirdikten sonra ögretmen okuluna girdi. Buradan mezun olduktan sonra iki yil ögretmenlik yapti. Ardindan Bagdat'ta yüksek Ögretmenlik Enstitüsü'nü bitirdi. Lise ögretmeni tayin edildi. Çok iyi derecede Ingilizce ögrendigi için, birçok okulda Ingilizce ögretmeni olarak Kerkük'te görev yapti. Emekli olana kadar bu görevini sürdürdü. Edebî yazilan ve denemeleri ile ilgi çeken R. Yolcu, ilk yazilarini Besir'de yayimladi. 1960 yilindan itibaren de Kardaslik dergisinin yazi kadrosunda yer aldi. Sosyal ve millî konulari ihtiva eden yazilan her zaman zevkle okundu. Ayrica Ingilizce'den birçok edebî çevirileri de takdirle karsilandi. YENI HAVALAR ESIYOR (Besir, 13,26 Aralik 1958, s.3) Kis havasi degil, vicdan havasidir bu esen yeller. Sinelerden boguk yüreklerin nefesi yeni yeni fiskirmaga basliyor hürriyet görünce bugün. Gönüllerde sakli birçok hasret figanlari boguk boguk yükselmek istiyor.

Rifat Yolcu

Yükselsin bakalim. Yükseldikçe yükselsin. Yel kayadan ne alir, ne koparir. Bagirsin su bogazlar, bagirabilecegi kadar. Bulasin dere düzü sellere. Bizlerin de sesi cosan tasan çaglayanlar arasindan söyle çinlayacak, kalacaktir: Kerkük Irak çiragi Fitilsiz yanar yagi Kisa görüslü degi1 Dayim2 gözler iragi Biz bu vatanin öz evladlari, her gün bir yandan esen rüzgârla egilip bükülmeyiz. Bizlere hitab ederken, yukarida halk sairi "Mustafa Gökkaya"nin demis oldugu gibi, bizleri çocuk ve enayi telakki etmesinler. Agir basli, uzak görüslü insanlar olarak tanitmaliyiz. Bizlere gelmez hiç bir zaman gülden agir tek bir söz. bizlerden çikmaz çünkü tek bir yanlislik. Saga sola sapmayiz: Yönümüz düz, alnimiz açik, hiyânet izi görmez mazimiz, hâlimiz ve ne de istikbâlimiz. Severig3 biz vatani Hem ana hem atara Ölürseg terk etmerig4 Bu topragda yatani Evet bu vatan, bu toprak Irakli sehidlerimizin kaniyla doludur. Üzerinden ecdâdlar gelip geçmistir. "Geçdigin yerleri toprak diye basma tani Düsün altinda binlerce kefensiz yatara" Gönüllerde neler dönüyor, yüreklerde neler

yaniyor. O alevler bir sönse, onlara bir su serpilse, yen yeni ufuklar açilmis olacaktir. Sevgiye, birlige dogru yeni bir adim daha atilmis olacaktir. Sevgiye, birlige dogru yeni bir adim daha atilmis olacaktir. Bizlerin ne oldugumuzu, ve kimler oldugumuz bütün dünya bilir ve herkes itiraf eder10. Bizleri varligimizdan, yolumuzdan hiç bir söz ve 1. degil 2. daima, her zaman 3. severiz 4. ölürsek veya ölsek bile terk etmeyiz 5. tanir 6. geçeriz yüzbin yili 7. etmeyiz 8. Türktneniz 9. bilir 10. tanir yalan döndüremez. Bizi inanç ve imanimizdan hiç bir kuvvet alikoyamaz. Biz -Irak Türkleri- bu yurdun askeleri, bu vatanin öz evladi, bu topragin kuluyuz. Yine Mustafa Gökkaya'nin demis oldugu gibi bizleri herkes tanir: Geçerig yüzbin ili1 Terk etmerig2 bu dili Irak Türkü Türkmanig3 Dünyada herkes bili4 Bizlere iftirali laflar yamalayacaklarina, bizleri hakikat yoluna davet etsinler. O zaman görecekler ki, bizden fenalik, kötülük veya ayrilik çikmaz. Biz herkesi iyiye, milletin menfaatine, vatanin hayrina tesvik eden kimseleriz. Içimiz disimiz parlak, vefa ve dogruluk hisleriyle

doludur. Insana dogruluk yakisir görse de ikrah Dogrularin yardimcisidir Hazret-i Allah SIIR SANATI (Besir, 23,24 Subat 1959, s.3) Dünyaca taninmis Ingiliz sairi Shaekspeare söyle demisti: Zaman ayaklarinin kivrak hareketleriyle Gelip geçerken Onun yakici kudreti karsisinda ne kalabilir Ben de bütün varliklar gibi gelmis gidecegim Biricik ümidim söylemis oldugum siirlerim Beni ölmez kilacaktir. Bu açik, gerçek sözleriyle siirin ne kadar asil, ölmez güzel sanatlarin eskisi oldugun demek istemisti, bunu yalniz o degil, asagi yukari, dünyanin bütün sairleri demis ve kabul etmis bulunuyor. Çok iyi taninmis Arap sairlerinden Ebul'alâ Mütenebbi de ayni manâda sözler, birçok münâsebette demis bulunuyor. Siir deyince, sadece insan sanatlarinin en incesi ve en güzeli olarak yâd edilmesiyle is bitmis olmaz. Siir nedir, neden bahseder, onun ele alabilecek konulan veya iç maksadlari nedir, diye sorulabilecek sorular hatira gelir, siiri anlamak isterken.. Bu sorulara verilebilecek cevaplar çesitli ve türlü türlü olabilir. Herkes onlar üzerinde ayri ayri yorumlar ve görüsler yürütebilir. Gerçi siir, sairin kendi tarafindan söylenir, okuyan ve dinleyenlere sunulur. Sair demek

istedigi ve tasvir etmek istedigi ve tasvir etmek istedigi, his ve fikirlere sunulur. Sair demek istedigi ve tasvir etmek istedigi, his ve fikirleri ileri sürer. Ama asil manâlarini,' his ve heyecanlari, onlari isiten ve duyan insanlar anlatabilir. Siir, sairle dinleyen arasinda kaynasilabilen en yakin insanî bir santtir. Sair siirleriyle insanlik ve realite âleminden kaçmak isteyebilir. Ama insanlar onlarin pesini birakmaz. Sairin basta gelen istek ve istiyaki, varlik âlemini asip, hülya âleminde kendine bir yer aramasidir. Zâten tasavvuf bu istiyakin bir ifadesidir. Yunus Emre söyle diyor: Bunca varlik var iken gitmez gönül varligi Yalniz Yunus Emre degil, Fuzûlî bile vaki'anin aci durumlarindan bikmis, tasavvuf ve hülya âleminde, kendine semâlar kadar uzak yerler aramista. Fuzûlî diyor ki: Gelin ey ehl-i hakikat çikalim dünyadan Geyr5 yerler gezelim özge saralar görelim Yahya Kemal'in "Açik deniz" kasidesinde, bu hususta daha açik, daha orijinal ve daha da genis ölçüde hülya âlemine olan bir akin hissini bulabiliriz. Sairler her zaman en fazla içli ve ince duygulu insanlar oldugundan, digerlerinin kabul ede-

bilecegi hayat ve yasama tarzini pek kabul edebilecek degiller. Insanin iç durumlarini, ruh ve fikir coskunluklarini ayri ayri yollarla anlatmak, duyan ve isitenlerin heyecanlariyla kaynasabilmek vazifesi sairler içinde agir olabilir. Zira bir sair, her zaman yalniz kendisi için degil, her türlü ve bütün insanlar için siir söyler. Muvaffak olan sairler onlardir ki, demek ve söylemek isteniler fikir, his ve düsünceler söyleyenle dinleyen arasinda karsilikli kaynasmali ve içli içli paylasmayi becerebilmis olsun. Çünki sairin yasayis âlemi, his ve iç dünyalari, her insanla, her dinleyenle ayni sayilabilir ve hiç de yüksekligini, bütün insanlarin güzellik hissini, aci ve sevinç duygularini, manâ ve madde anlamlarini aynen yasamis ve benimsemis olacak. Bunlarin sirasina ilk adi geçebilen büyük sair Mehmed Akif söylenebilir... Göz yumma günesten ne kadar nuru kararsa Sönmez ebedi her gecenin gündüzü vardir Hak yoludur millet yoludur tuttugumuz yol6 Ey hak yasa ey sevgili millet yasa var ol 1. geçeriz yüzbin yili 2. etmeyiz 3. Türkmeniz 4. bilir 5. baska, ayri 6.Yazar, M. Akif'e isaret ederek bu siiri vermistir. Siir ise Tevfik Fikret'e aittir.

TÜRKMENLERİN SİYASİ YAPILANMASI İngiliz İşgal Döneminde. Türkmenler İngiliz işgaline, Irak'ta iki unsur karşı çıkmıştı. Birisi Türkmenler, diğeri ise Şiilerdir. Kral Faysal için yapılan referandumda da Kerkük Vilayeti karşı oy kullanmıştı. Lozan'da çözüme kavuşturulmayan Musul Meselesi Milletler Cemiyetine havale edildi. Milletler Cemiyeti 30 Eylül 1924'te, Musul Meselesini incelemek ve çözümle ilgili tavsiyede bulunmak üzere bir komisyon oluşturulmasına karar verdi. Komisyon Londra, Ankara ve Irak'ta çalışmaları müteakip 27 Ocak 1925'te Musul'a geldi. Komisyonda bulunan Türk delegeler ve özellikle

Komisyonun Türk Başkan Yardımcısı Cevat Paşa'yı üniforma ile gören halk galeyana gelerek Paşanın çevresini sarar ve kalabalıktan bazıları Paşanın elini yüzünü öpmeye başlar. Kalabalık bir anda büyük bir yürüyüşe dönüştü. Halk Yaşasın Türkiye diye bağırıyordu !!. Olay Komisyon raporunda olduğu gibi anlatılmıştır. Bu olay Musul Meselesinde Türkiye'nin haklı olduğunun güçlü kanıtı olmuştur. Komisyon çalışmalarını 16 Temmuz 1925'te tamamladı, Raporunda Musul Vilayetinin kime bırakılması gerektiğini net ve açık ifadelerle belirtemedi. Nihai karar Milletler Cemiyetine bırakıldı. Milletler Cemiyeti 16 Aralık 1925'te Musul Vilayeti'nin Irak'a verilmesine

.karar verdi Türkmenler ve Türkiye yanlısı diğer unsurlar büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Ancak yapacak başka bir şey yoktu. Okullarda Türkçe okutuluyordu, Türkçe yayın organları vardı, Halkın umudu ise Türkiye'nin bir daha geri geleceği idi. Bu umut bugüne kadar muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Ne yazık ki, özellikle 1991'den bu yana doğan fırsatların değerlendirilmemesi ve yapılan hatalar neticesinde bu umut zayıfladı. Bu umudun bir gün tamamen .yok olmasından endişe duyulmaktadır yılında Türkmen okulları 1932 kapatıldı. Buna karşılık Türkmen öğrenciler nümayışlar düzenledi. 14 Temmuz 1958 darbesinden sonra

etnik milliyetçiliğin inkişafı ve siyasi akımların yayılması ile Türkmenler arasında bilinçlenme süreci başladı. 1959 Kerkük Katliamı yeni bir dönemin başlangıcıdır. Türkmenler artık bir arada ve birlikte hareket etme gereğini hissettiler. Bu süreç gelişerek devam etti. Türkiye'ye öğrenim için gelen öğrenciler 9 Ekim 1959'da Irak Türklerinin ilk kültürel ve sosyal kuruluşu olan Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği (ITKYD)'ni kurmuş, dernek asli fonksiyonu yanında siyasi konularda da faaliyet göstermiştir. Siyasi faaliyetler IMTP'nin kuruluşuna kadar devam .etmiştir Türkmen Siyasi Hareketi 1970'ler de

büyük gelişme gösterdi. Bilinçlenme süreci bu dönemde hız kazandı. Türkiye'ye tahsil için gelen öğrenci sayısında dikkat çekici bir artış gözlendi. Bunda elbette ki refah seviyesinin yükselmesinin büyük payı vardır. 1970'lerin başında Türkiye'ye tahsil için gelen 15-Türkmen öğrenci sayısı yılda 10 iken, bu sayı 1975'de 80'in üzerine çıkmıştır. 1976 ve 1977 yıllarında ise sayıları katlanarak yükselmiştir. 1978 yılında Irak Yönetimi, Türkiye'de öğrencilerin tahsil yapmasını yasakladı. Buna mukabil Türkmen öğrenciler, eski sosyalist ülkelere tahsil için gitmeye teşvik .edildi


SAYI (2) 1.YIL

Mizah, çeşitli yollarla öfkenizin yoğunluğunun azalmasına yardımcı olabilir. Herşeyden önce daha dengeli bir bakış açısı sağlar. Birine öfkelenip de belli sıfatlarla etiketler takmaya başladığınızda, bir an durun ve o insanın gerçekten o “şey” ya da “öyle” olduğunu düşünün. Bu sahneyi gözünüzün önüne getirin. Örneğin birine, “muşmula” ya da “odun kafalı” gibi sıfatlarla saldırdığınızda, o kişiyi gerçekten bir

Mizah kullanın muşmulaymış ya da odundan bir kafası varmış gibi hayal edin ve gündelik işlerini o şekilde yaptığını gözünüzün önüne getirin. Eğer karşınızdaki insanı benzettiğiniz şeyin ne olduğunu düşünerek kafanızda gerçekten öyleymiş gibi bir resim çizebilirseniz, öfkenizin azalmaya başladığını göreceksiniz. . Çünkü mizah sırasında yaşanılan duygularla, öfkenin birarada bulunması mümkün değildir.

Öfkesi çok yoğun olan kişinin davranışlarının altındaki temel mesaj,“Her şey benim istediğim gibi olmalı!” dır. Öfkeli insanlar kendilerinin ahlaken haklı ve doğru olduklarına inanırlar. Planlarını değiştirmelerine ya da engellenmelerine yol açan her türlü olay/durum, onlar için dayanılmaz bir aşağılanma gibi algılanır. Kendilerinin bu şekilde sıkıntı yaşamamaları gerektiğini düşünürler. Belki başka insanlar sıkıntı çekebilirler

ama onlar değil! Kendinizde de buna benzer bir duyguyu yakalarsanız, kendinizi tüm caddelerin, dükkanların, resmi dairelerin sahibi olan bir tanrı ya da tanrıça gibi hayal edin. Tüm insanların sizin önünüzde eğildiğini, eteğinizi öptüğünü düşünün. Bu hayali görüntülere ne kadar ayrıntı koyarsanız, ne kadar talepkàr olduğunuzu ve ne kadar mantık dışı davrandığınızı o kadar iyi anlayacaksınız. Ayrıca durum ve olayların gerçekte

05.05.2007

ne kadar önemsiz olduğunu da farkedeceksiniz. Mizah kullanırken iki noktada çok dikkatli olmak gerekir. Öncelikle mizah kullanmanın, sorunlarınızı gülerek geçiştirmek demek olmadığını, tersine onlarla yapıcı bir şekilde yüzleşebilmeniz demek olduğunu bilmelisiniz. İkincisi de mizah kullanayım derken, alaycı ve aşağılayıcı mizaha başvurmaktan kaçınmalısınız. Çünkü bu da sağlıksız öfke ifadesinin bir başka yoludur.

Nasreddin Hoca Hayatı Nasrettin Hoca, [[Anadolu]´da veya yakınlarında yaşayan, nükteleriyle ünlü kişidir. Hayatı ve kişiliği etrafında farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Ona atfedilen fıkralara bakıldığında herkesin paylaşacağı tek ortak fikir nüktedan bir kişi olduğudur. Bunun dışında onun bir halk bilgesi olduğu da söylenebilir. Ancak kimi fıkralar onun veli bir şahsiyet olabileceğini düşündürürken kimi fıkralar ise menfaatine düşkün ve fırsatçı bir portre ile karşı karşıya kalındığı izlenimini vermektedir. Nasreddin Hoca ile ilgili doğruluğu kesin olmamakla birlikte bazı

rivayetlere göre 1208 senesinde Eskişehir´in Sivrihisar ilçesine bağlı Hortu köyünde doğmuş, 1284 yılında Akşehir´de vefat etmiştir. Akşehir´de ona atfedilen bir türbe vardır.Bu türbe çok eski bir türbedir. Tarihçe Nasreddin Hoca heykeli, Buhara Yazıya geçirilmiş ilk Nasrettin Hoca hikayesini Sarı Saltuk'un hayatını anlatan Saltukname içermektedir. Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem'in (sonradan Cem Sultan ismiyle tarihe geçecektir) şehzadeliği esnasında verdiği talimat üzerine Ebülhayr Rumi tarafından Saltukname

yedi senelik bir çalışma sonucunda Türk sözlü geleneğinden toplanarak 1480 yılında tamamlanmış ve kitaplaştırılmıştır. Yine bazı rivayetlere göre Nasreddin Hoca ilk öğrenimine doğduğu köyde imam olan babası Abdullah Efendi´de başlamış ve tahsilinin sonunda babasının yerine köyünde imamlık yapmıştır. Ayrıca kadı yardımcılığı ve medrese hocalığı da yapan Nasreddin Hoca, Muhammed Hayrani´den tasavvuf ilmini tahsil etmiştir. Ahmed Fakih adlı bir alimden ders aldığı da rivayet edilmektedir. 1284 yılında vefat ettiği şeklindeki rivayet göz önüne alınırsa, onun, Selçuklular devrinde yaşadığını ve Timur Han

ile görüşmediğini dikkate almak gerekir. Kişiliği 1884 tarihli "The Turkish Jester by Hoca Nasreddin" kitabının kapağının Türkçe tıpkıbasımı Nasreddin Hoca, ömrünü insanlara doğru yolu göstermeye hasreden, iyilikleri bildiren, doğruya sevkeden ve kötülüklerden sakındıran bir veli idi. Bu işi yaparken tabiatı icabı kendisine has bir yol tutmuştur. Böylece hakkın anlatılması ve cemiyetteki bozuk yönlerin düzeltilmesi için, meseleyi halkın anlayacağı bir dil ve üslub ile, gayet manidar latifeler halinde kısa ve öz olarak dile getirmiştir. Latifeleri hikmet ve ibret dolu birer darb-i mesel gibidir. Bu bakımdan adına uydurulan edep dışı ve nükteden uzak bir takım fıkraların onunla ilgisi yoktur. Manidar latifeleri önce yakın cevresinde şifahi olarak dilden dile dolaşmış, sonraları gitgide yayılmış ve zamanla bir takım değişikliğe uğramıştır. Bu sebeple onun olmayan bir takım bayağı fıkralar da ona mal edilerek anlatılmıştır. Yapılan ilmi çalışmalar, onun ilim ve edeb sahibi bir veli olması, söz

konusu sıradan basit fıkraları söylemediğini açıkca göstermektedir. Ayrıca, Nasreddin Hoca´nın efsanevi bir kişi değil, on üçüncü asırda Anadolu Selçukluları zamanında yaşamış salih bir müslüman olduğunu ortaya çıkarmıştır. Çünkü onun nükteleri, bir insanın başından geçen gülünç hadiselerin ifadesi değil, görünüşte güldürücü aslında ince hikmetleri dile getiren, düşündürücü latifelerdir. Ayrıca Türk milletinin zeka inceliğini, nükte gücünü en iyi şekilde yansıtan bu nüktelerin belirli vasfı; Allahü tealanın emir ve yasaklarını bir latife üslubu ile bildirmesidir. Bu latifelerin toplandığı eserlerden biri, Londra´da British Museum´da. Haza Terceme-i Nasreddin Efendi Rahme başlıklı yazma eserdir. Ancak bu eserdeki latifelerin bir kısmı, onun üslubuna ve nükte tekniğine uymamaktadır. Nitekim eserin sonunda bu durum: "İşte Nasreddin Efendinin kibar-ı evliyadan (Evliyanın Büyüklerinden) olduğuna şek ve şüphe yoktur. Merhumun bu kıssalardan haberi var yok böyle yazmışlar. Her

kim okuyup tamamında bu merhumun ruhu için bir Fatiha bağışlarsa, Hak sübhane ve teala ol kimsenin ahir ve akibetini hayr eyleye" şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca, Nasreddin Hoca adlı eserde başka nüktelerine yer verilmiştir. Nasreddin Hoca, fert ve toplumu her yönüyle çok iyi tanımış, insanların aile, komşuluk, dostluk, ticari münasebetlerine ait cemiyette gördüğü aksak yönleri düzeltmek ve nasihat etmek maksadıyla nüktelerle dile getirmiş, düşünmeye ve doğruya sevk etmiştir. Sosyologlar ve psikologlar, insanı ve cemiyeti tanıyıp, çeşitli yönlerini incelemk için onun latifelerinden çok istifade etmişlerdir. Nasreddin Hoca fıkraları, batı dillerine de çevrilmiş ve bu dillerde Hoca hakkında mühim neşriyat yapılmıştır. Bunlar arasında Pierre Mille´in Nasreddin et son epouse adlı kitabı, Edmonde Savussey´in La Litterature Populaire Turque adlı eserindeki Nasreddin Hoca bölümü, Jean Paul Carnier´in Nasreddin Hoca et ses Histoires Turques adlı eserleri zikretmek yerinde olur


SAYI (2) 1.YIL

05.05.2007

BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ (1-2) Batı Türklüğünün en kalabalık ve güçlü kesimi olan Oğuzlar , II. Göktürk Devleti ve Uygur Kağanlığı zamanında daha batıya göç etmek zorunda kalmıştı. IX. ve X. yüzyıllarda gerçekleşen ikinci göçte, Guz adıyla anılan bir kısım Oğuz kitleleri Doğu Avrupa'ya kadar ilerlemiş, asıl kitle ise Seyhun nehri civarında kalmıştır . Seyhun bölgesine gelen Oğuzlar, X. yüzyılda kışlık merkezleri Yenikent olan bir siyasî teşkilât oluşturmuşlardır. Başkanlarına Yabgu denildiği için bu devlete de Oğuz Yabgu Devleti adı verilmiştir. Devletin sınırları Seyhun'dan Hazar Denizi'ne kadar uzanmaktaydı. Ancak Oğuz Yabgulularında asıl siyasî ve askerî güç yabgudan çok sübaşı, yani ordu komutanının elindeydi. Selçuklu Devleti'ne adını veren Selçuk Bey ve babası Dukak da sübaşı görevinde olup, Oğuz yabgusu ile aralarında gizli bir mücadele söz konusuydu. Nitekim kaynaklarda adı belirtilmeyen Oğuz yabgusu, bir Türk zümresi üzerine sefer yapmak isteyince sübaşı Dukak bu sefere itiraz etmiş ve bu yüzden aralarında kavga olmuş ve gizli mücadele böylece gün yüzüne çıkmıştır. Bu olay Dukak'ı sübaşılıktan etmişse de, onun ve ailesinin Oğuzlar arasındaki itibarını artırmıştı. Nitekim ölümünden sonra oğlu Selçuk da sübaşılık görevine getirilmiş, devletin askerî gücünü eline geçirmişti. Sübaşı Selçuk ile yabgunun arası da açılmış, hem bu yüzden hem de yer ve otlak darlığı yüzünden, Selçuk ve emrindekiler Maverâünnehir'e göç etmek zorunda kalmışlardır. Selçuk Bey'in, Seyhun nehri kenarındaki Cent şehrine göçü (960) Selçuklu Devleti'nin ortaya çıkmasını sağlayacak önemli bir gelişmedir. Cent'te halkın büyük bir kısmı Müslüman idi. Selçuk ve kendine bağlı olanlar, eski inanışlarıyla benzerlik gösteren bu dine sıcak bakıyorlardı. Kısa bir süre sonra İslâmiyet'i kabul ettiler. Böylece siyasî ve sosyal yönden de yeni bir kimliğe ve güce sahip olmuşlardı. Nitekim Selçuk Bey, Oğuz yabgusunun yıllık vergiyi almak için gönderdiği memuru, kafire haraç verilmeyeceğini söyleyerek Cent'ten kovdu. Müslüman olmayan Oğuzlarla mücadele etmekten kaçınmadı. Böylece İslâm ve Türk dünyasında şöhreti gittikçe yayıldı. Müslümanlığı kabul eden Oğuz kitlelerinin kendisine katılmasıyla Selçuk Bey, gücünü her geçen gün daha da artırmaktaydı. Sayılarının gittikçe artması üzerine Selçuk Bey , Samaoğulları hükümdarından kendilerine yeni bir yurt gösterilmesini istedi. Buhara yakınlarındaki Nûr kasabası yurtluk olarak

gösterildi. Seyhun'u geçen Oğuzlar, Nûr kasabasına yerleşti. Buna karşılık Karahanlılarla çarpışan Samanoğullarına yardım edildi. Ancak Samanoğulları Devleti kısa bir süre sonra yıkıldı (999). Ülke Karahanlı ve Gazneliler tarafından paylaşıldı. Yüz yaşını geçmiş olan Selçuk Bey 1009 tarihin de Cent'te vefat etti. Selçuk Bey'in 4 oğlu vardı: Mikâil, Arslan (İsrail), Yusuf ve Musa. En büyük oğlu Mikail babası hayatta iken bir savaşta ölmüştü (998). Bu sebeple Tuğrul ve Çağrı adındaki iki oğlunu Selçuk Bey yetiştirmiştir. Yabgu unvanını taşıyan Arslan, babasının ölümü üzerine başa geçti. Diğer kardeşi Musa ise onun yardımcısı durumundaydı. Arslan Yabgu, Maverâünnehir'i ele geçiren Karahanlılarla mücadele etti. Karahanlılara karşı isyan eden Ali Tegin ile ittifak kurdu. Buhara'yı ele geçirdiler. Bu güç birliğine karşı Gazneli Sultan Mahmut ve Karahanlı Yusuf Kadır Han anlaşmaya vardılar. Gazneli Mahmut, görüşmek isteği ile yanına çağırdığı Arslan Yabgu'yu tutukladı ve Hindistan'ın kuzeyindeki Kalincar Kalesi'ne hapsetti (1025). Arslan Yabgu 7 sene kaldığı bu kalede öldü(1032).Tuğrul ve Çağrı Beyler, amcaları Arslan Yabgu'nun tutuklanması üzerine fiilen Oğuzların liderleri durumuna geldiler (1025) . Ancak geleneğe uygun olarak diğer amcaları Musa'yı yabgu ilân ettiler. Arslan Yabgu'nun ölümünden sonra Selçuklularda kısa süren bir dağınıklık yaşandı . Arslan Yabgu'ya bağlı Türkmenlerin bir kısmı, Gazneli Mahmut'un izniyle Horasan' a geçti. Bunlar ileride Selçukluların Irak ve Horasan kolunu oluşturacaklardır. Arslan Yabgu ile ittifak kurmuş olan Buhara hâkimi Ali Tegin, Tuğrul ve Çağrı Beylerin kendine bağlı kalmasını istiyordu. Buna karşı çıkan Tuğrul ve Çağrı Beyler ile Ali Tegin arasında şiddetli muharebeler cereyan etti. Selçuklular Harezm bölgesine çekilmek zorunda kaldı. Gazneli Valisi Harezmşah Altuntaş'ın gösterdiği bölgeye oturdular (1030 ). Ancak daha sonra, artan Gazneli tehlikesine karşı Selçuklular, Ali Tegin ve Harezm valisi ile ittifak kurdular. Harezm'de Cent Hâkimi Şah Melik tarafından 7-8 bin Türkmen'in öldürüldüğü korkunç baskın(1034), ve müttefikleri Harzemşah Harun ve Ali Tegin'in ölümleri (1035) üzerine, Selçuklular Horasan'a geçmek zorunda kaldılar. Tuğrul ve Çağrı Beylerin beraberlerinde Musa Yabgu ve İbrahim Yınal kuvvetleri olduğu hâlde, Gazneli hâkimiyetindeki Horasan'a girişleri, Gazneli sultanı Mesut'u oldukça telâşlandırdı. Çünkü daha önce bu bölgeye gelen Türkmenler, Gaznelileri çok uğraştırmıştı. Bu sebeple Gazneli Mesut büyük bir ordu hazırladı. Ancak Nesa yakınlarında yapılan savaşta Selçuklular bu orduyu ağır bir yenilgiye uğrattı (Haziran 1035). Gazneli Mesut, Selçuklulara

bazı bölgeleri bırakmayı kabul etti. Fakat Selçukluların kazandığı zaferi duyan Oğuz kitleleri bölgeye akmaya başlamıştı. Bu durum karşısında Gaznelilerden yeni bölgeler istendi. Bu isteği geri çeviren Gazneli Mesut, Selçukluların üstüne yeniden bir ordu gönderdi. Serahs yakınlarında yapılan savaşta Selçuklular yine büyük bir zafer kazandı (Mayıs 1038). Horasan'ın tamamı Selçuklu hâkimiyetine geçti. Selçuklular bağımsızlıklarını ilân ederek ilk idarî düzenlemeleri yaptılar. Tuğrul Bey ele geçirilen Nişapur'u devlet merkezi ilân etti. Dandanakan Savaşı ve Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu Horasan'ı kaybeden Gazneli Sultanı Mesut, Selçuklulara kesin bir darbe indirmek için ordusunun başına geçti. Sefer esnasında katılanlarla birlikte Gazneli ordunun mevcudu 100 bine ulaşmıştı. Selçuklu kuvvetleri ise ancak 20 bini bulan hafif süvarilerden oluşmaktaydı. Bu dengesizlik sebebiyle Selçuklu ordusu yıpratma savaşı vermeyi uygun bulmuştu. Bu sebeple ordu çöllere doğru çekildi. Nişapur'a giren Gazneli Mesut, Selçuklu ordusunu takibe koyuldu. Selçuklu birliklerinin vur-kaç taktiği ile iyice yıpranan Gazne ordusuna karşı meydan savaşı yapma zamanının geldiğine karar veren Çağrı Bey nihayet Merv yakınındaki Dandanakan Hisarı önünde Gaznelileri karşıladı. Üç gün süren savaş sonucunda Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğratıldı (22-24 Mayıs 1040). Gazneli Mesut beraberindeki 100 kadar atlı ile ancak kaçabildi ise de Hindistan'a giderken kendi adamları tarafından öldürüldü. Dandanakan Savaşı, Selçuklular için bir dönüm noktası olmuştur. Aslında Serahs Savaşı'yla fiilen kurulmuş olan devlet, bu savaş neticesinde hukuken bağımsızlığını kazanmış, bölge ülkeleri ve halife Selçuklu devletini tanımıştır. Böylece bölgedeki en büyük güç hâline gelen Selçuklular, Türkleri bir bayrak altında toplamaya başlayacak ve İslâmiyet'in öncülüğünü üstleneceklerdir. Dandanakan Savaşı'nın hemen ertesinde Tuğrul Bey Selçuklu Sultanı ilân edildi. Merv'de yapılan kurultayda devlet teşkilâtı düzenlendi. Selçuklu ülkesi ve ele geçirilmesi plânlanan memleketler Selçuklu hanedanına mensup üç lider arasında taksim edildi. Buna göre merkezi Merv olmak üzere Ceyhun ve Gazne arasındaki bölge Çağrı Bey'e; Herat merkez olmak üzere Bust -Sistan arazisi Musa Yabgu'ya verildi. Tuğrul Bey Sultan unvanı ile başkent Nişapur'da kaldı, Irak kendisine bağlandı. Çeşitli bölgelere gönderilen diğer hanedan üyeleri de Sultan Tuğrul'un emrine verildi. Bunlar daha sonra Büyük Selçuklulara bağlı kalmakla beraber kendi devletlerini kurdular. Hanedan üyeleri kendilerine ayrılan toprakları birer birer zapt ediyordu. Doğuda yapılan seferlerde Çağrı Bey Gaznelileri

tamamen Horasan'dan çıkardı, Belh şehrini ele geçirdi. Karahanlıları barış yapmak zorunda bıraktı. Çağrı Bey'in oğlu Yakutî Hint denizi kıyılarındaki Mekran'ı aldı. Diğer oğlu Kara Arslan Kavurd ise Buveyhîler'in hâkimiyetindeki Kirman'ı , Hürmüz Emirliği'ni ve Umman'ı Selçuklu idaresine bağladı. Tuğrul ve Çağrı Beylerin birlikte çıktığı seferde Harezm bölgesi tamamen Selçuklulara geçti. (1043) Tuğrul Bey İran'daki birçok bölgeyi bizzat çıktığı seferle ele geçirdi. Tuğrul Bey'in üvey kardeşi İbrahim Yınal, İran'ın en önemli merkezlerinden Rey şehrini zapt etti ve Tuğrul Bey'i buraya davet etti. Tuğrul Bey, fetih bölgelerine daha yakın olması sebebiyle Nişapur' u bırakarak, Rey'i devletin yeni başkenti yaptı .(1042) Tuğrul Bey zamanında Bizans ve Gürcülere karşı da büyük başarılar sağlanmıştı. Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış ve İbrahim Yınal, BizansGürcü kuvvetlerini Pasinler Savaşı ile büyük bir hezimete uğrattılar (1048). Bu savaşta Gürcü Kralı Liparit esir edilmiş; İstanbul'daki yıkık bir caminin onarımı ve Tuğrul Bey adına burada hutbe okunması şartıyla serbest bırakılmıştır. 1054 yılında Tuğrul Bey Azerbaycan'daki mahallî hükümdarları itaat altına aldıktan sonra Anadolu'ya yönelmiş ve Malazgirt'i kuşatmıştır. Ancak kışın yaklaşması üzerine geri dönmüş, Yakutî'yi Anadolu akınlarını devam etmekle görevlendirmiştir. Tuğrul Bey, Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrullah'ın isteği üzerine, Şiî Büveyhoğullarının tehdidi altındaki Bağdat'a 1055 ve 1058'de iki kez girmiş ve böylece "doğunun ve batının hükümdarı" unvanını bizzat halifeden alarak, Selçukluların İslâm dünyasının koruyucu liderliğini üstlendiğini kabul ettirmiştir.Devletin kuruluşunda önemli rol oynayan Çağrı Bey 1060'ta ve Sultan Tuğrul Bey ise 1063'de öldü. Çağrı Bey cesareti ve kumandanlığı, Tuğrul Bey ise adaleti ve siyasî zekâsıyla, II. Göktürk Devleti'ndeki Bilge ve Kül-Tigin kardeşleri hatırlatan büyük şahsiyetlerdir. Tuğrul Bey' in çocuğu yoktu. Bu sebeple Selçuklu tahtına Çağrı Bey'in büyük oğlu Süleyman'ı vasiyet etmişti. Ancak Çağrı Bey'in diğer oğlu Alp Arslan bunu kabul etmedi. Henüz çocuk yaştayken babasını temsil eden Alp Arslan, Karahanlı ve Gaznelilere karşı başarılar elde etmiş, onları itaate zorlamıştı. Bu sebeple Selçuklu tahtının hakkı olduğunu düşünüyordu. Aynı zamanda Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış da kendini sultan ilân etmişti. Askerlerin desteklediğini alan Alp Arslan, Kutalmış'ın isyanını bastırdı ve Rey'de tahta çıktı. Nizamülmülk'ü vezirliğe getirdi (1064). Alp Arslan, devlet nizamını sağlar sağlamaz Azerbaycan ve Anadolu üzerine sefere çıktı. Tuğrul ve Çağrı Beyler, henüz devlet kurulmadan

bu bölgelere akınlar düzenlemişler, kalabalık Türkmen kitleleri batıya yönelmişlerdi. Bu sebeple Alp Arslan, yeni fetih alanı olarak Anadolu'yu seçmiştir. Alp Arslan Azerbaycan ve Kafkasya'da birçok kaleyi ele geçirdikten sonra Doğu Anadolu'ya girdi. Hıristiyanlığın doğudaki en güçlü kalesi olan Ani'yi şiddetli bir kuşatmadan sonra ele geçirdi. Ardından Kars'a girdi (1064).1065 yılında, atalarının ilk yerleştiği şehir olan Cend'e gitti ve Kıpçakları hâkimiyeti altına aldı. Kirman Meliki Kavurd'un isyanını da bastıran Alp Arslan, böylece devletin doğu sınırlarının emniyetini sağlayarak, bütün gayretini Anadolu'ya sarf etmeye başladı. Sultan Alp Arslan Azerbaycan üzerinden Malazgirt'e gelerek burayı kısa sürede ele geçirdi . Ardından Ahlat, Meyafarikin (Silvan), Amid (Diyarbakır) ve havalisini fethetti . Sultan, Abbasi halifeliğini tehdit eden Mısır Fatimî Devleti'ne karşı sefere hazırlandığı sırada Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in Doğu Anadolu'ya ilerlediğini öğrendi. Şam'a yürümekten vazgeçen sultan, hızla geri döndü ve Malazgirt'te Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaş sonuçları itibarıyla Dandanakan'dan sonra cereyan eden en önemli meydan savaşıdır. Bu savaştan sonra Türkler için Anadolu'da yeni bir dönem başlar. Sultan Alp Arslan, Malazgirt'ten sonra çıkan karışıklıkları bastırmak amacıyla Maverâünnehir üzerine sefere çıkar. Ancak burada esir alınan bir kale komutanı tarafından hançerlenir ve 25 Kasım 1072'de vefat eder . Alp Arslan, kendinden sonra tahta geçmesi için oğlu Melikşah'ı veliaht olarak hazırlamıştı. Nitekim Alp Arslan'ın ölümü üzerine Melikşah henüz 18 yaşında iken sultanlığa getirildi (1072). Melikşah öncelikle sınırlara tecavüz eden Karahanlı ve Gazneliler'i yenerek, barışa zorladı. Ardından amcası Kavurd'un isyanını bastırdı (1073). Devlet merkezi Rey'den daha güneydeki İsfahan'a taşındı. Bizans'ın Malazgirt'ten sonra anlaşmaya uymamaları üzerine Anadolu akınları hızlandırıldı. Kutalmış'ın oğulları ve bazı Türkmen reisleri Batı Anadolu'ya kadar akınlar düzenlediler. Bu arada Türkmen liderlerinden Atsız Suriye'yi ele geçirdi. Kudüs şehri Fatımîlerden alındı. Melikşah, kardeşi Tutuş'a Suriye'nin idaresini verdi (1078). Anadolu fatihlerinden Artuk Bey, Melikşah'ın emriyle Arabistan Yarımadası'ndaki Hicaz, Yemen ve Aden'i Selçuklu topraklarına kattı. Melikşah 1087'de çıktığı sefer sonucunda Karahanlıların doğu kolunu da hâkimiyeti altına aldı. Sultan Melikşah henüz 38 yaşında iken zehirlenerek öldü ( 1092). Melikşah zamanında Büyük Selçuklu Devleti en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Bu sınırlar, batıda Anadolu ve Mısır'dan, doğuda Balkaş ve Isık gölüne; kuzeyde Kafkaslardan güneyde Arabistan Yarımadası'na kadar uzanmaktaydı.


SAYI (2) 1.YIL

05.05.2007

Mimar Sinan (1489 - 1588)

Türk, mimar. Dünyanın en büyük yapı sanatçılarından biridir. Kayseri'nin Ağırnas köyünde doğdu, 17 Temmuz 1588'de İstanbul'da öldü. Doğum tarihi kesin değildir. Ailesine ve yaşamına ilişkin kimi zaman yetersiz ve çelişkili bilgiler, çağdaşı Sâi Mustafa Çelebi'nin onun ağzından yazdıklarına, mimarbaşı olduğu dönemden kalan yazışmalara, kendi vakfiyesine ve yazarı bilinmeyen belge ve kitaplara dayanmaktadır. Kaynaklara göre Sinan, I. Selim (Yavuz) padişah olduktan sonra başlatılan ve Rumeli'de olduğu gibi Anadolu'dan da asker devşirmeyi öngören yeni bir uygulama uyarınca 1512'de devşirilerek İstanbul'a getirildi. Orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı'na verildi, 1514'te Çaldıran Savaşı'nda 1516-1520 arasında da Mısır seferlerinde bulundu. İstanbul'a dönünce Yeniçeri Ocağı'na alındı. I. Süleyman (Kanuni) döneminde 1521'de Belgrad, 1522'de Rodos seferlerine katıldı, subaylığa yükseldi. 1526'da katıldığı Mohaç seferinden sonra zemberekçibaşı (baş teknisyen) oldu. 1529'da Viyana, 1529-1532 arasında Alman, 1532-1535 arasında da Irak, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı. Bu son sefer sırasında Van Gölü'nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması üzerine kendisine haseki unvanı verildi. 1536'da Pulya (Puglia) seferlerine katıldı. 1538'de yer aldığı Karabuğdan (Moldovya) seferi sırasında Prut Irmağı üstünde yaptığı bir köprüyle dikkatleri üstüne çekti. Bir yıl sonra mimar Acem Ali'nin ölümü üzerine onun yerine sermimaran-ı hassa (saray baş mimarı) oldu. Günümüzdeki bayındırlık bakanlığına eş düşen bu görevi ölümüne değin sürdürdü. Mimar Sinan, Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu çağda yaşamıştır. I. Süleyman (Kanuni), II. Selim ve III. Murat olmak üzere üç padişah döneminde mimarbaşılık etmiş, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanıp uygulanmasında birinci derecede rol oynamıştır. Etkisi ölümünden sonra da sürmüş, her dönemde saygınlığını korumuştur. Atatürk ona ilişkin bilimsel araştırmaların başlatılmasını, onun bir heykelinin yapılmasını istemiştir. 1982'de İstanbul'daki Devlet Güzel Sanatlar Akademisi çekirdek olmak üzere

oluşturulan yeni üniversiteye onun adı verilmiştir. Sinan'ın yetişmesine ilişkin doyurucu bilgi yoksa da, dülgerliği Acemi Oğlanlar Ocağı'nda öğrendiği sanılmaktadır. Acemi Oğlanlar, başka işlerin yanı sıra yapı işlerinde de görevlendirilirlerdi. Sinan daha sonra ordunun yapı gereksinimini karşılayan birimlerinde görev almış, buradaki çalışmalarıyla öne çıkmıştır. Gerek ordunun bu birimleri tarafından usta-çırak ilişkisi içinde gerçekleştirilen yapım ve onarım çalışmaları, gerek orduyla birlikte gittiği yerlerde görme olanağı bulduğu yapılar, Mimar Sinan'ın eğitiminin parçası olmuştur. Çeşitli kaynaklara göre Sinan 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve darülkurra, 22 türbe, 17 imaret 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam olmak üzere sayılamayanlarla birlikte üç yüz elliyi aşkın yapı gerçekleştirmiştir. Elli yıla yakın bir süre!Osmanlı İmparatorluğu'nun mimarbaşılığını yapmış olmasına karşın, bunların hepsini onun tasarlayıp uygulamış olduğunu söylemek güçtür. Çoğunluğu İstanbul'da olmak üzere imparatorluğun her yanına dağılmış bulunan bu yapıların bir bölümünü öğrencileri ya da ona bağlı mimarlar örgütü yapmış olmalıdır. Bunların arasında onarımlar da vardır. Bu tür sayılar Sinan'a gösterilen saygıyı ortaya koyar. Onun asıl önemi, yapılarında gerçekleştirdiği deneyler ve getirdiği yeniliklerle Osmanlı-Türk mimarlığını "klasik" olarak adlandırılan doruğuna ulaştırmasındadır.

Kanunî Süleyman ile Hürrem Sultan'ın türbeleriyle büyük bir alana yayılmış kentsel bir düzenlemedir ve Türkler'in dinsel yapılara toplumsal hizmet yapısı içeriği katmalarının en önemli örneğidir. Kubbe ve yarım kubbeler, yüklerini, uyumlu geçişlerle bir sonrakine iletirler. Yapı bu düzenden gelen bir dinginlikle, İstanbul'un Haliç'e bakan tepelerinden birinde yer alır. Dönemin önde gelen tüm sanatçılarının katkıda bulunduğu Süleymaniye, her ayrıntısıyla bir bütün olarak ele alınmıştır. Yedi yıl gibi kısa bir sürede bitirilmiş olması Sinan'ın mimarlıkta olduğu kadar örgütleme alanındaki dehasını da ortaya koyar. Yapının yapıldığı döneme ışık tutan muhasebe defterleri de günümüze kalmıştır. Sinan yapı ile çatı örtüsü için en yetkin taşıyıcı sistemi, en yetkin biçimi bulmak yolunda deneyler yapmış, hatta zaman zaman geçmişte kullanıp sonra terkedilen yöntemleri yineleyerek bunların nasıl ileri götürülebileceğini araştırmıştır. Kimi zaman bu tür deneyleri birbirine koşut olarak sürdüğü de görülür. İstanbul'daki Sinan Paşa Camii gibi kimi yapıları, kubbeyi altıgen bir plana oturtmayı denemesiyle Edirne'deki Üç Şerefeli Cami'yi anımsatır. Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan Camii'nde olduğu gibi ana mekânı tek bir kubbeyle örten camileri, erken Osmanlı dönemi camilerini düşündürür. Denemelerinin en ilginçlerinden biri gene İstanbul'daki Piyale Paşa Camii'dir. Burada kökenleri erken Osmanlı döneminden de önceye giden ve yapıyı çok sayıda küçük kubbe ile örten çok ayaklı cami şemasını ele almıştır. Bütün bu deneyler onu başyapıtlarından birine, Edirne'deki Selimiye Camii'ne götürdükleri için önemlidir.

Sinan mimarbaşılığından önce de askeri amaçlı olmayan yapılar tasarlamış ve uygulamış olmalıdır. Ama ilk önemli yapıtı İstanbul'da ki Şehzade (Mehmed) Camii'dir. Kendisinin çıraklık dönemi yapıtı olarak nitelendirdiği bu cami, dört ayağın taşıdığı ve dört yarım kubbenin desteklediği bir kubbe ile örtülüdür. Dış görünüşlerin kitlesel etkisi azaltılmış, içerde ise daha aydınlık bir mekân oluşturma yoluna gidilmiştir. Onu izleyen Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camii'nde ise yarım kubbelerin sayısı üçe indirilerek daha rahat bir iç mekân araştırılmıştır. OsmanlıTürk mimarlığının en önemli yapılarından biri Süleymaniye Camii ve Külliyesi'dir. Sinan kalfalık dönemi yapıtı olarak adlandırdığı bu yapıda İstanbul'daki Bayezid Camii'nde kullanılan taşıyıcı sistemi yinelenmiş, dört ayak üstüne oturan kubbeyi giriş-mihrap yönündeki yarım kubbelerle desteklenmiştir.

Sinan ustalık dönemi yapıtı olarak nitelendirdiği bu camide daha önce İstanbul'daki Rüstem Paşa Camii'nde çözmeye çalıştığı bir sorunu, yani kubbeyi sekizgen bir plan üstüne oturtma düşüncesini uygulamıştır. Böylece, taşıyıcı ayaklar incelmekte, yükleri ileten öğelerin küçülmesiyle de kubbe, yapıdaki en önemli mekân belirleyici öğe durumuna gelmektedir. Sinan burada 31 m'yi geçen çapıyla en büyük kubbesini gerçekleştirmiştir. Külliye'nin öteki yapıları camiye göre arka planda tutulmuştur. Selimiye, strüktüründen mekân oluşumuna, oranlarından süslemelerine kadar Klasik dönem Osmanlı-Türk mimarlık bireşiminin dilini ortaya koyan, kurallarını belirleyen çok önemli bir başyapıttır.

Bu, Ayasofya ile ortaya atılan strüktür sorunun, onun tarafından bir kez daha ele alınışıdır. Süleymaniye, darülkurrası, darüşşifası, hamamı, imareti, altı medresesi, dükkânları ve

Sinan, öteki yapıtlarında da araştırıcılığını sürdürmüştür. Türbeleri buna örnektir. Şehzade Mehmet Türbesi'nde dilimli kubbe kullanmış, alışılmadık ölçüde süslü bir yüz düzenlemesine gitmiştir.

Kanuni Süleyman Türbesi'nde de iç mekân ile dış görünüş arasında bir denge kurmak amacıyla örtü olarak, Osmanlı-Türk mimarlık geleneğinde çok sık kullanılmayan çift yüzlü kubbeyi seçmiş, iç kubbeyi yapının içindeki ayaklara, dış kubbeyi de dış duvarlara taşıtmıştır. II. Selim Türbesi'nde ise geleneksel altı ya da sekizgen plan yerine, yapı öğeleri arasında karşıtlık yaratan, köşelerin kesik kare planını seçmiştir. Sinan'ın, denemeci tutumunu öteki işlevlerde de sürdürdüğü gözlenir. Her zaman işleve, taşıyıcı sisteme, yapının bulunduğu yere göre en uygun olacak biçimi araştırmıştır. Yola çıkış noktası geleneksel biçim ve plan şemaları olmasına karşın, bunlara katı bir biçimde bağlı kalmamış, koşulların gerektirdiği yerlerde yeni biçimlere yönelmiş, böylece eski ile yeni arasında bir bağ oluşturabilmiştir. Sinan'ın yapıları mimarlık bakımından olduğu kadar mühendislik bakımından da önem taşır. Bu nedenle "ser mimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran dünyadaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı" diye anılmıştır. Yapılarının çoğunun 400 yıl sonra bile ayakta duruyor, hatta kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar temellerine de özen gösterilmiş olmasındandır. Sinan'ın mühendis yanı su yollarıyla köprülerinde ortaya çıkar. Bunlarda zamanının sahip olduğu tüm mühendislik bilgilerini uygulamış, hatta kimi zaman onları aşan, ileri götüren tasarımlar gerçekleştirmiştir. İstanbul'un su sorununu çözmekle görevlendirilmiş, bentleriyle, tünelleriyle, su yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla uzunluğu 50 km'yi aşan ve Kırkçeşme adıyla bilinen su yapılarını gerçekleştirmiştir. Süleymaniye Külliye'sine 53 milyon akçe harcanırken Kıkçeşme yapılarına 43 milyon akçe harcanmış olması da zamanında bunlara verilen önemin bir başka göstergesi olmaktadır. Sinan, köprülerini de en az öteki yapıtları kadar önemsemiş, toplam uzunluğu 635,5 m'yi bulan Büyükçekmece Köprüsü ile sağlam olduğu kadar güzel de olan bir yapıt diye övünmüştür. En geniş açıklığı örtecek kubbeyi, en ince ve uzun minareyi araştırmak,

böyle bir minaredeki şerefelere birbirleriyle kesişmeyen üç merdivenle çıkmayı denemek, bu mühendislik dehasının yaratıcılığını ortaya koyan örneklerdir. Mimarlık, kimi zaman, içinden çıktığı toplumun genel yapısıyla uyum içinde olan bir bütünlüğe erişir. Bu, kendi gününün gereksinmelerini kendi olanaklarıyla karşılayan, ama geçmişin deneyim ve anılarını da içeren bir bireşimdir. Yapı gereçleri, yapım yöntemleri, elde edilen biçimlerle ve onlar da yerel-iklimsel koşullarla uyum içindedirler. Bunları birbirlerinden ve içinde bulundukları toplumsal koşullardan soyutlamak olanaksızdır. Ortaya çıkan biçimler toplumun büyük bir çoğunluğunca benimsenen simgelere dönüşür. Toplumu neredeyse yapılarıyla özdeşleştirmek olasıdır. Bu yalnız belli bir yere ve çağa özgü, başka bir benzeri olmayan bir mimarlık demektir. İşte Mimar Sinan böyle bir süreç içinde yer almaktadır. Tek tek yapıtlarından çok, mimarlığı uyumlu ve kendi içinde tutarlı bir bireşime götürme yolundaki çalışmalarıyla önem taşır. Osmanlı-Türk mimarlığı onunla birlikte bireşim sürecini tamamlamış, arayış aşamasından klasik dönemine geçmiştir. Bu geçiş, biçim olarak kubbeyi, düzenleme ilkesi olarak da merkezi planlı yapıyı anıtsal bir mimarlığın en önemli öğesi olan kubbeyi ve ona bağlı taşıyıcılar sistemini en yalın ve açık biçimde kullanıp onu anıtsal mimarlık düzenlemelerinin çekirdeği durumuna getirmek Osmanlı-Türk mimarlığının dünya mimarlığına bir katkısıdır. Böylece hem Doğu, hem Batı ile ilişki içinde olan, Anadolu ve Akdeniz kültürlerine sahip çıkan bir Osmanlı-Türk İslam mimarlık bileşimi ortaya çıkmıştır. Bu, yapıya katkıda bulunan öteki sanatları da etkilemiş, imparatorluğun her yerinde ki yapı eylemleri için yol gösterici olmuştur.


Handan Yay n ve Yay m Kurumu taraf ndan É kar lam TÛrkmence gazete BaǨyazar :Irfan Kaleli sayi (2) 1.yil 05/05/2007

Sözünü tuttu canlı yayında striptiz yaptı!

BİLGİSAYARIN GÖZE FAZLA ZARARI YOK

¸ner ¸NG¾N/ MAGAZƻN Bak Kim Dans Ediyor' yar Ǩmas n n geÉen hafta yay nlanan bÕlÛmÛnde; yar Ǩmac lardan Donja Bekleriz'in yapt nj striptizi benjenmeyen ve "Ben daha cÛretkar n yapar m" diyen Asuman Krause dedinjini yapt ! JÛri hayretler iÉinde kald James Bond k zlar ndan esinlenilerek haz rlanan Õzel bir kostÛm giyen Krause striptiz Ǩovunda sadece dans etmedi, jÛri masas n n Ûzerine de É karak ilginÉ figÛrler sergiledi. Ƨovu dikkatle izleyen jÛri Ûyeleri Asuman Krause'ye tam puan verdi. Ama yar Ǩman n birincisi, dans yla bÛyÛk ilgi gÕren BengÛ oldu. Ƨark c Demet ise bu hafta yar Ǩmaya veda etti.

¸ner ¸NG¾N/MAGAZƻN Bak Kim Dans Ediyor' yar Ǩmas n n geÉen hafta yay nlanan bÕlÛmÛnde; yar Ǩmac lardan Donja Bekleriz'in yapt nj striptizi benjenmeyen ve "Ben daha cÛretkar n yapar m" diyen Asuman Krause dedinjini yapt ! JÛri hayretler iÉinde kald

James Bond k zlar ndan esinlenilerek haz rlanan Õzel bir kostÛm giyen Krause striptiz Ǩovunda sadece dans etmedi, jÛri masas n n Ûzerine de É karak ilginÉ figÛrler sergiledi. Ƨovu dikkatle izleyen jÛri Ûyeleri Asuman Krause'ye tam puan verdi. Ama yar Ǩman n birincisi, dans yla bÛyÛk ilgi gÕren BengÛ oldu. Ƨark c Demet ise bu hafta yar Ǩmaya veda etti.

MİDE DOSTU YİYECEKLER Midesinden rahats zl nj olanlara mÛjde Mide yanmas ndan ǨikayetÉiyseniz iǨte yiyecenjiniz g dalar Mide yanmas ndan

ǨikayetÉiyseniz yiyeceklerinize dikkat etmeli, sindirimi kolaylaǨt ran, yanma hissini azaltan yiyecekleri unutmamal s n z.

Mide yanmas zaman zaman hepimizin Ǩikayet ettinji bir sorundur. Ancak baz noktalara dikkat ederek bu problemi azaltmak mÛmkÛn.

KERK¾K SEYƻT KIZI FUTBOL SAHASINDA T¾RKMEN SEYƻRCƻLER ( sene 1966 )

¸ncelikle yemekleri az az, s k s k olacak Ǩekilde tÛketin, yavaǨ yiyin, iyi Éinjneyin. Yiyecek ve iÉeceklerinizin Éok s cak veya Éok sonjuk olmamas na dikkat edin. Kar nda bas nc artt ran s k kemer kullanmay n. Yemeklerden hemen sonra uzan p yatmay n. Alkol ve sigaradan da mÛmkÛn oldunjunca kaÉ n n.

Elma sirkesi: Salatalarda ya da mezelerde elma sirkesi kullan n. Maden suyu: Mide asidinin bÛyÛk bir bÕlÛmÛnÛ etkisiz hale getiriyor. Ispanak: Ispananj buharda piǨirin ya da haǨlayarak tÛketin. Taze yapraklar n salata olarak yiyin. Zeytinyanj : ¬inj olarak kullan ld nj nda NELER besinlerin midede YƻYEBƻLƻRSƻNƻZ? kalma sÛresini Karnabahar: HaǨlanm Ǩ azalt yor ve yanjlar n karnabahar, mideyi asit sindirimi iÉin safra sald r lar ndan korur. salg s n art r yor. Lahana: Lahanay Éinj Muz: Mideyi seven olarak yemeyi tercih meyvelerin baǨ nda edin. ƻnce Ǩeritler geliyor. Ara ÕnjÛnlerde birer muz yemek, halinde donjray p salata midedeki yanma hissini yap n. . ortadan kald rabilir. Patates: ¬inj patates Muz, mide enzimleri ve suyu mide yanmas n n hÛcrelerinin Ûretimini donjal ilac d r. Patatesi de art r yor. soyup kat meyve presinde suyunu s k n. K zarm Ǩ ekmek: Su, havuÉ suyu ya Midenin salg lad nj da kereviz suyu ile aǨ r asidi kurutarak kar Ǩt r p iÉin. yanma hissini


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.