SAYI 15 KASIM-ARALIK
2010
Bülten Ekibi Cumhur ERŞAHİN Gülşen KÜÇÜKALİ Ender USULOĞLU Zeynep ÖZER
Katkıda Bulunanlar Fatih BÜYÜKTOPÇU Oana CHACHULA Bülent ERDEM Cumhur ERŞAHİN Barış KURT Ender USULOĞLU
Kapak Fotoğrafı: Denizin Kuzu Düdeni, Gaziantep Razvan SABAU Arka Kapak Fotoğrafı: Ender USULOĞLU
Bülten Ekibinden... Kasım ve Aralık ayı ASPEG için gene hızlı geçti. Türkiye’mizin çok değişik yerlerine gittik mağara araştırma için: Gaziantep ve Urfa. Kebap ve baklava tadında çalışmalarımızın hikayeleri sonraki bültenlere sakladık. Bu aylar eğitimlerle de hızlı geçti: İlkyardım, PADİ dalış, döşeme ve harita çizme pratik eğitimleriyle doluyduk. Bu sayımızda Türkiye’deki önemli keşiflerden birinde bulunan Barış arkadaşımız, Türkiye’nin en uzun ikinci tek inişini gerçekleştirirken ve Çem düdenini araştırırken yaşadıklarını ve hissettiklerini bizimle paylaştı. Cumhur’dan belgesel tadında bir tercüme makale: Ekstrem şartlarda yaşayan canlılar. Herkese iyi okumalar ve 2011 yılının bütün mağaracılar için bol mağaralı geçmesini dileriz !
Gezi ve Etkinliklerden Kısa Kısa
2
Speleokültür
4
Çem düdeni ve Şibumi
8
Ekstremofils’ler !
10
Nasıl ASPEG üyesi oldum?
14
Speleosanat
16
Biliyor muydunuz?
17
Yaşadıklarımız
18
Abstracts
19 KASIM-ARALIK 2010
CADIKAZANI
Fotoğraf: Ender USULOĞLU
Bu Sayıda...
1
GEZİ VE ETKİNLİKLERDEN KISA KISA Kasım ve Aralık aylarında İTÜMAK, organizasyon, mağarada güvenlik ve malzeme eğitimleri düzenlemiştir. Kasım 2010 ayında, BUMAD Yıldız Dağlarında ki mağaralar ve faunaları proje sonuç raporunu, çevre bakanlığı’na sunmuştur. Kasım 2010 ayında, ASPEG Küre Milli Parkı proje sonuç raporunu, çevre bakanlığı’na sunmuştur. 1-5 Kasım tarihleri arasında, ASPEG, DAUM-Kag’ın Ayvacık ve civarında yürüttüğü jeolojik bilimsel çalışmalara destek vermek üzere Ayvacık Düdeni’ne ölçüm alma için gezi düzenlemiştir.
8 Kasım 2010 tarihinde, Bartın’da Biyoçeşitlilik Koruma seminerine, ASPEG adına Mehmet Sait Taylan arkadaşımız katılmış ve yapılan çalışmalarda bulunan bulguları, mağara biyoçeşitlilik ve koruma konularını anlatmıştır. 12-15 Kasım 2010 tarihinde, HÜMAK Sofular mağarasına bir eğitim gezisi düzenlemiştir.
2
CADIKAZANI
KASIM-ARALIK 2010
14-18 Kasım tarihleri arasında DEUMAK, Maşat-2 düdeni’ndeki araştırmaları bitirdi.
18-20 Kasım tarihleri arasında DEUMAK, Çokrağan mağarası’na bir eğitim gezisi düzenledi. 20 Kasım 2010 tarihinde ESMAD, Eskişehir’de mağaracılık konulu bir sunum yapmışlardır. 26 Kasım tarihinde EGEMAK İzmir’in mağaraları adlı projelerinin açılış toplantısı ve kokteylini gerçekleştirmiştir. 27-28 Kasım’da İTÜMAK Dupnisa mağarası’na bir gezi düzenlemişlerdir. Aralık ayı içinde ASPEG olarak Topkapı ve Askeri alanda kalan sarnıçlarda ve dehlizlerde çalışmalarımız devam etmiştir. Harita ölçümü yapılmış, fotoğraf ve video çekilmiştir.
28 Aralık 2010 tarihinde 3 üyemiz teorik döşeme eğitimi almıştır. 31 Aralık 2010: “Urfa’da mağara var dedilerde biz mi girmedik” diyen Aspeg’ten Gülşen ve Hakan, Akut Antep ekibinden Celal’in ihbarıyla Şanlıurfa’nın Bozova ilçesinde mağaraya gitti. Yılbaşı akşamı mağaraya girip sabaha karşı çıkan ekibin elinde en doğudan uzun bir mağara haritasının ölçümü oldu. Halep ordaysa Aspeg burada diyen ekip , gezi sonunu Halep’e bağladı.
Bartın Bölgesi Mağara İhbarları Değerlendirildi. Hakan Eğilmez, Gülşen Küçükali, Cem Yürek ve Ayşe Borovali’den oluşan bir ekip Küre Dağları Milli Parkların Bartın Bölgesinde İhbarları değerlendirmek için yola koyuldu. Ormanın içinde daha önce haritalanmamış bir mağarayı haritaladıktan sonra bölgede ihbar toplayan ekip kurban bayramını mağarada ve yerel halkla birlikte geçirmiş oldu.
KASIM-ARALIK 2010
CADIKAZANI
Fotoğraflar: Ender USULOĞLU, Gülşen KÜÇÜKALİ ve Hakan EĞİLMEZ.
3-6 Aralık tarihleri arasında, Gaziantep’ki mağara ihbarına koş koşa giden Aspeg’i muhteşem büyüklukteki galerileri ve çamur tepeleriyle apayrı güzellikte bir mağara bekliyordu. -88 m derinliğinde ve 300 m uzunluğa ulaşılan mağaranın haritası çizilmiştir. Sanırız, bulduğumuz mağara Gaziantep’in ilk haritalı mağarası olmuştur. Aynı tarihlerde bir grup arkadaşımız ise Kuşadası’ndaki ihbarları bakmaya gitti. 12 Aralık tarihinde, HÜMAK Tuluntaş mağarasına bir gezi düzenlemiştir. 13-16 Aralık tarihleri arasında Hakan Eğilmez arkadaşımız, Aspeg ekibine temel ilkyardım kursu vererek kendi içimizde ilk yardım eğitimlerinin öncüsü oldu. Aspeg tarafından tekrarlanması düşünülen eğitimlerde hedef ilkyardım eğitimi almayan mağaracımızın kalmaması. 20-23 Aralık tarihleri arasında grubumuz üyesi olan padi eğitmeni Hakan Eğilmez’in verdiği eğitim ve Saroz ibrice limanında yapılan dalışla beraber (eğitimi alan) üyelerimiz PADI Open Water kurs sertifikası almaya hak kazandılar. 23 Aralık tarihinde aralarında Marmara Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü kurucu üyeleri ve doğa sporları dersi alan öğrencilerden oluşan 25 kişilik bir topluluğa ASPEG sunum ve video gösterisi yapmıştır. 25-26 Aralık’ta İTÜMAK Cinlikuyu mağarası’na bir gezi düzenlemişlerdir.
3
SPELEOKÜLTÜR
DÜNYA KÜLTÜRLERİNDE YERALTI VE MAĞARA Yazan Ender Usuloğlu
Abstract: Most of the time, when we venture into caves, I often think about the feelings, emotions that caves create in me. Fear, darkness, comfort and all other associate thoughts related to caves. This article briefly describes those attributes of caves which shaped and still shaping the cultures around the world. It is interesting to realise that this effect is often much more than we think. It is in our myths, culture, emotions and even dreams and it is transferred from culture to culture with modern day technology of information.
İnsuyu mağarasında turistik olan bölümden turizme açık olmayan bölüme giden oldukça dar, bol S çizen bir yer var ve ben orada birilerini beklerken, ışığım sönmüş halde sırtım yerde yüzümden bir karış uzaklıktaki tavana karanlıkta bakarken, hiç olmadığım bir şekilde sakin ve huzurluydum. Acaba neden? Kendimi nerede hissediyordum?. Orada öylece yatarken aklıma, Ilgarini’ne yağmurlu bir zamanda vardığımız, anıtsal büyüklükteki
4
CADIKAZANI
KASIM-ARALIK 2010
ağzını gördüğüm ve içinde yavaş yavaş ilerlerken, o derinliklerine hükmeden karanlığın, sırtımdaki tüylerimde ürettiği ürperti geldi. O kadar dar yerde bir şey olmazken, o karanlığın bende yarattığı ürperti nedendi acaba?. Bu bir tek bana ait duygular mıydı? Yoksa ben bunları bu dünya’dan göç etmiş ve yaşayan herkesle paylaşıyor muydum?. Evet paylaşıyordum; yazılı ve sözlü, insanlık tarihi boyunca aktarılan, kültürleri etkileyen, yaşam veren, bugün önümüze Holywood yapımı film olarak gelen mitolojilerde de, mağaralar ve yerin altı her zaman insanlık için gizemli, sır dolu bir yer olmuştur. Bu araştırmam, bir parça olsada, dünya’daki mitolojilerde yer alan yeraltı ve mağaraların nasıl yeraldığını, bizleri nasıl etkilediğini göstermektedir.
YERALTI VE MAĞARA’NIN ANLAMI KARMAŞA (KAOS) Yeraltı ve mağaraların karanlığı, boşluğu ve yalnızlığı, genelde mitolojide karmaşa olarak önümüze çıkar. Karmaşayla beraber kötü ruhlar, üzüntü, yeniden varolma, anıtsal mezarlar gibi kavramlarda kullanılır. Mağaraların, karmaşaya temsil etmesi, Eflatun’un mağarasından, Homer’in Odesa’sına oradan Kuzey Amerika yerlileri’nin mağaraları, kötü ruhların barındığı yer olarak görmesi ve bu ruhların orada tutulması gerektiğine kadar heryerde
karşımıza çıkar. İnsanlık varolduğundan bu yana, mağaralar, efsanelere kaynak olmuş ve açıklanamayan doğaüstü olayları açıklamak üzere mağaralar çözüm olmuştur. Eski Norveçcede mağara kelimesi “hellir” dir. Cehennemin, ingilizcesi “hell” kelimesinin eski bir İskandinav mitolojisinde yer alan siyah tanrıça “Hel”, gölgelerin kraliçesi’nden türemesi bir tesadüf olamaz.
Mağaralar ölüler diyarı ile yaşam arasında bir köprü vazifesi görür. O yüzden bazı kültürlerde, bizde de olduğu gibi, kutsaldır. Budist tapınakları genelde bir mağara içinde gelişen kutsal yerlerdir ve burada budist rahipler, dini törenler düzenlerler. Antalya’dan Fethiye’ye doğru giderken, dağlara yaslanmış eski Ege uygarlıklarına ait mağara şeklinde oyulmuş kayamezarlarını görürüz.
TÜRK KÜLTÜRÜ’NDE MAĞARA RAHİM VE DOĞURGANLIK Mağaralar birçok kültürlerde, toprakana’nın rahmi ile ilişkendirilir. Burada tanrılar ve insanlar, doğar, büyüdüğünde mağaralar bir yaşam alanına dönüşür ve nihayetinde burada ölünür.
Türk kültürü’nü taradığımızda karşımıza mağara ile ilgili iki önemli nokta göze çarpar. Birincisi, Ata Mağarası inancı ve diğeri tabii ki, kurttan türeyiş ve mağaranın yeniden doğuşa yardımcı olması ve korunak vazifesi görmesidir.
KASIM-ARALIK 2010
CADIKAZANI
5
Özetle, Türk mitolojin’de mağara daha çok toprakana’nın rahmi, rahim özelliği ile ilintili olarak türeme, yeniden varolma, korunak, ölülerin barınağı ve dolayısıyla kutsal bir mekan olarak görülmektedir.
KUTSAL ATALAR MAĞARASI Kutsal Atalar mağarasının günümüzde tam olarak yeri bilinmemekle beraber, yazılı kaynaklardan, ki bu genelde Çindir, Asya Hunların, ilkbaharı karşılamak üzere, Haziran ayında Kağanın başkanlığında büyük bir tören düzenlenirmiş. Bu kutsal Ata mağarası, bütün hun türkleri tarafından, özellikle devlet erkanı ve kamlar, saygı gösterirmiş. Hunlarda görülen bu ayin ve kutsal mağara, diğer türk boyları tarafından da sürdürülmüştür. Tabgaç Türkleri, her ne kadar Türk yurdundan uzakta olsalar, bu geleneği, bulundukları yerdeki kayaları oyup, mağaraya benzeyen bu yerlerde, geleneği devam ettirmişlerdir. Tabgaçlarla beraber, Kök-Türkler, Uygur Türkleri’de Ata Mağarası inancını sürdürmüşlerdir. 748 yılında Kök-Türk devletinin yıkılması ile “Atalar Mezarlığı”nda Türk devletinin başına Uygur Türkleri geçmiştir. Terhin ve Sine-Usu yazıtlarında olay şöyle anlatılmaktadır. “It yılında (746) Üç Karluklar kötü düşünüp kaçtılar. Batıya On-oklara sığındılar; orada onlara tabi oldular.. Üç Karluklar, domuz yılında (747), Tokuz Tatarlar, tokuz buyruk, bin komutan ve halk ayağa kalkarak, Köl bilgeye maruzatta
6
CADIKAZANI
KASIM-ARALIK 2010
bulundular: “Atalarımızın ünü vardır. Ötüken ülkesi sizde, yönetin” demişlerdir. Tay Bilge Tutuk orada Yabgu atanmıştır. Ondan sonra sıçan yılında (748), Atalar mezarlığında “Güç, halktır” denmiş. Halk da “atalar mezarı sizde, gücün kaynağı sudur” diyerek ayağa kalkmışlar ve kağan tayin etmişlerdir.” Bu mezarlığa/mağara’ya sahip olmanın aynı zamanda hükümdarlığı perçinleyen bir dinamik olması enteresandır.
TUKYU (Asena) “Tukyu’ larin ataları Çinli’ lerin (si-hayi) dedikleri batı denizi sahillerinde otururdu. Komşu hükümdarlardan biri bunların yurdunu basarak, kadın, erkek, çocuk ve önlerine gelenleri kılıçtan geçirdi. Bunlardan ancak on yaşında bir erkek çocuk kalabildi. Bu da elleri, ayakları kesilmiş olarak bir bataklığa atıldı. Çocuk orada açlıktan, yaralarından akan fazla kandan ölmek üzere iken, bir dişi kurt gelerek, ona bir parça et getirdi. Kurt her gün böyle yaparak çocuğu besledi. Çocuğun yaraları iyileşti. Yaşı ilerleyince kurt bundan gebe kaldı. Atalarını öldüren hükümdar bir süre sonra bu çocuğun sağ kaldığını haber aldı. Çocuğu öldürmek üzere arattı, buldular. Hükümdar çocuğun bulunduğu yere birisini gönderdi. Bu adam bataklığa geldiği zaman çocuğun yanında bir kurt gördü, şaşırdı. Adam ikisini de öldürmek istedi. Fakat bir tanrı onları korudu. Kurt çocuğu sırtlayarak batı denizinin doğu tarafına geçirdi. (Kaocang) yakınlarındakı dağlardan birinde bulunan mağaraya götürdü. Mağaranın arkasında bereketli bir ova vardı. Ovanın her tarafı yalçın kayalarla çevrilmişti. Kurt burada sakat delikanlıdan on cocuk doğurdu. Bunlardan biri aile adı olan (Asena)’ yı aldı. Bu çocuklar büyüdükleri zaman mağaradan cıkarak civardaki oymaklardan birer kız kacırdılar. Bunları mağaralarına götürdüler. Bu kızlarla evlendiler.
Birkaç nesil geçince bunlar çoğaldı. İçlerinden (A-Hien-Se) adlı birisi başlarına geçerek mağarada cıkardı. (Kin-San) dağlarına giderek yerleştiler, (Cu-Cen) tatarlarına bağlandılar. Bu dagların tepelerinden biri takya şeklinde olduğundan kendilerine bu anlamda (TuKyu) adını verdiler. Asıllarına delalet etmek üzere de bayraklarına bir kurt başı yaptılar” .
KAYNAKÇA: 1.
Encyclopedia Mythica
2.
www.mythglinks.org
3.
www.shortopedia.com
4.
www.answers.com
5.
www.buber.net
6.
www.fas.org
7.
www.showcaves.com
8.
www.cavespirit.net
9. The Magic Of Caves by Walter Wright Arthen, İnternette yayınlanan makale 10. Mystical Caves Used Throughout Mythologhy, İnternette yayınlanan bir makale, www.studyworld.com 11. www.nevruzbaba.com 12. “Eski Türkler”, L.N.Gumilev, Selenge yayınları, Istanbul, 2002.
Fotoğraflar: internet
TÜREYİŞ EFSANESİ
KASIM-ARALIK 2010
CADIKAZANI
7
ÇEM DÜDENİ VE * ŞİBUMİ Kayseri Soğanlı Dağındaki Çem Yaylasında bir hafta kaldıktan sonra, uzun zamandır mağaracılığı otomatik bir şekilde yaptığımı farkettiren bir mağaraya girdim. Son bir kaç yıldır mağara nedir? mağaracı nedir? hiç düşünmeden mağaralara girdim durdum ama Çem Yaylasındaki muazzam mağara bana tekrar bu konuda birazcık felsefe yaptırdı... Temmuz başında Cem düdenine yaptığımız ilk gezide, mağarayı tıpkı diğer mağaralar gibi sanıyorduk. Standart bir şekilde mağarayı araştırmaya koyulduk. Başlangıçta 2 gün içinde hayatımda gördüğüm en saykodelik mekana ulaşacağımı bilmiyordum. Mağara 40 metrelik dar bir inişle başlıyor ve genişçe bir odaya açılıyordu. Buraya kadar ki kısma ulaşmak bizim için çok kolaydı. Bu odadan sonrası ise dar ve diz seviyesini yer yer geçen mendereslerle devam ediyor ve kocaman bir çukura varıyordu. İşte bu çukuru hayatım boyunca unutmayacagim. Çapı 20-30 metre olan bu çukura ilk taşı attığımızda şok olduk. Taş saniyelerce düşüyor ve düştüğünde çukurdan çok korkutucu gümbürtü ve homurtular yükseliyordu. İnanılmaz bir yere geldiğimizi anlamıştık !
8
CADIKAZANI
KASIM-ARALIK 2010
Burada Trevanian’in Şibumi’sinden alıntı yapalım: “Mağaracının karşısına sinir erozyonları ve ilkel korkular çıkmaktadır. İnsanoğlunun içinde uyuyan ilkel hayvanın bazı mantık dışı, akıl dışı korkuları vardır. Karanlıktan korkar. Yeraltında olmaktan korkar çünkü orayı her zaman kötü güçlerin yuvası olarak bellemiştir. Yalnız olmaktan korkar. Tuzağa sıkışmaktan korkar. Sudan bile korkar. Dünyaya oradan geldiği, sudan çıkarak insanlaştığı halde. Kabusu andıran en büyük korkuları ise bir, karanlığın içine düşmek iki, dehlizlerde yolunu bulamadan kaybolup durmaktır. Ve mağaracı dediğin adam, çılgının, kaçığın bir olduğu için bütün bu kabuslarla yüz yüze gelmeyi kendi serbest seçimiyle istemektedir. İşte bu yüzden, o dağcıdan daha delidir. Çünkü kaybedeceği şey, tehlikeye koyduğu şey, aklıdır.”
Trevanian’in söylediklerinin hepsini bu çukuru inerken sırasıyla hissettik. Sudan korktuk: Çukurun en kolay inilebilen yeri su yoluydu ama su tehlikelidir. Mağarada yanında içmek için yanında taşıdığın su hariç, her türlü sudan uzak durmalısın. Karanlıktan korktuk: Çukura inmeye çalışırken, uzunca bir süre bitmeyen karanlığa indik. En kuvvetli ışıklarımız bile bu çukurun dibini uzun müddet bize gösteremedi. Boşluğa, hiçliğe indik.
Fotoğraflar: Mesut ŞEN (Manastır Düdeni)
Yalnızlıktan korktuk: Çukurun derinliklerinde, -200 metre civari Ahmet ve Memo döşemeye girerken beraber en dibe inme kararı aldılar çünkü Ahmet korktuğunu söyledi. Kim korkmaz ki? Takım arkadaşının 200 metre altında ucu sadece dibi gözükmeyen bir karanlığa değen ipe bağlanıp nasıl kendini karanlığa bırakacaksın? Tehlikeye koyduğun şey bal gibi de aklın işte ! Sonunda dibe indiğimizde çukurun derinliğinin 277 metre olduğunu öğrendik (toplamda 320 metre derindeymişiz). Peki mağara bitti mi? Hayır çünkü indiğimiz yerin bir metre ilerisinde tekrar bir çukur başlıyor ama bu çukur daha küçük gibi çünkü taş atınca sadece 3-4 saniye düşüyor. Tahmini 100-150 metre olsa gerek. Sonuçta mağara devam ediyor,
Barış KURT BUMAD
ama bu senelik bu kadar yeter. 2011 ağustos’una kadar bizleri yaşama sımsıkı bağlayacak şey, bu mağaranın devamı konusunda içimizde kıpırdayan merak duygusu olacak. Son bir alıntıyı da “Alpine Caving Techniques” kitabının kapanış bölümünden yapmak istiyorum: “Given today’s flabby, padded, overprotected and over-insured societies, who will be prepared to leap out into the great unknown tomorrow? Let’s hope that cavers are still resistant to the couchpotato tendencies of a civilization that will soon be made up of only consumers and spectators. Our feeling of belonging to a small clan, little known and less understood, makes it easier for us to free ourselves from the conformist tendencies around us. Of course, we only know a part of the underground world; better yet, we don’t even know the location or extent of what remains to be discovered. What luck, and what a magnificent opportunity! The doorway to the last unknown spaces on the planet lies unlocked before each of us... We only need to open this door to share the joy of those who passionately and resolutely carry the flame of exploration ever further. The quest continues, and along with it all our successes and failures, rebounds, struggles, risks, intense emotions, accomplishments, and shared happiness” * Dip not 1: Başlık, bülten ekibi tarafından atılmıştır. Dip not 2: Barış Kurt’a facebook’ta duvarına yazdığı ve bizimde çok hoşumuza giden yazısını yayınlamak için verdiği izine teşekkür ederiz.
KASIM-ARALIK 2010
CADIKAZANI
9
Dünya ve Ötesinde Ekstermofil Araştırmaları Penelope Boston, Ph.D. *Ekstermofil1 : Son derece elverişsiz koşullarda hayatını sürdürebilen canlı.
Unutmamalıyız ki, bizler o kadar dayanıklı değiliz. İnsanoğlu olarak kendimizi oldukça dayanıklı, zeki ve Dünya’nın hakimi gibi düşünürüz. Güzel, bizler bir şekilde zekiyiz ve bu zekayı kullanarak kendimizi daha dayanıklı hale getiriyoruz. Belli bir anlamda, gerçekten Dünya’nın hakimi olduk. Her ne kadar teknolojik ilerlemeler olsa da, dayanabileceğimiz koşulların sınırları oldukça kısıtlı. Elbette, evrenin geri kalan kısımını kendi bakış açımızdan inceliyoruz. Bu anlamda, şahsen rahatsız bulduğumuz yerleri “uçdeğer çevre”ler olarak tanımlarız, oysa bu terim biyoloji ve eksobiyoloji2 bilimlerinde herhangi bir gerçek anlama sahip mi? Eksobiyoloji2 : Evrendeki diğer gezegenlerdeki yaşamı konu alan bilim dalı.
10
CADIKAZANI
KASIM-ARALIK 2010
İnanıyorum ki, cevap çok büyük bir “Evet!” Dünya yaşamının limitleri ne kadardır? Suda yüzen karbon bileşiklerinden oluşan bizim yaşam tipimiz, kimyamızın doğasından dolayı kati sınırlamalara sahiptir. Suyun kaynama ve donma noktaları, asit ve alkali uçdeğerler, oksijenin varlığı ve yokluğu, ve diğer faktörler yaşamın yayılabileceği fiziksel çerçeveyi belirlerler. Bu aldatıcı bir şekilde basit gibi görünebilir, fakat gerçek şu ki; hayatın görünüşte katı olan fiziksel sınırları zorlamasına izin veren bir işleyişi olan evrimin, zamana ve belli bir mekanizmaya sahip olmasıdır. Bizim yaşam tipimizin önemli fiziksel limitine en belirgin bir örnek sıvı suya olan ihtiyacımızdır. Halen dünyada anladığımız şekilde hayat, suyun kaynama ve donma noktaları ile sınırlıdır. Su bizim yaşam kimyamızın içinde yer aldığı çözücüdür. Bazı organizmalar bu sıcaklık sınırlamalarını genişleten veya bertaraf eden dahiyane yollar bulmuşlardır. Hücrelerine yüksek derecede derişik şeker, tuz ve amino asitler gibi antifriz bileşikleri eklemek, “Su Ayıları” olarak tanınan küçük kabuklu hayvanlar gibi bazı organizmalar ile çoğu mikroorganizma türlerini suyun donma sıcaklığının altında yaşamalarına olanak tanımıştır. Antartika sularına ait bir canlı olan buz balığının kimyası ve adaptasyonu gereği soğukta yaşamaları zorunludur. 4°C üzerinde, bu hayvanlar sıcak çarpmasından zarar görürler ve ölebilirler.
Sıcaklık yelpazesinin diğer tarafında, bazı organizmalar sıvıların fiziksel kaynamalarını bastıran yüksek basınçlı ortamlarda yaşarlar. Böylece bu kaynamanın neden olacağı mekanik yıkımı engellerler. Ancak her hücrede bulunan proteinler ve DNA için gerçek ısı limitleri bulunmaktadır. Bu limitlerin üstünde, proteinler ve nükleik asitler “ denature ” adı verilen geri dönüşü olmayan bir işleme uğrarlar. Bunun anlamı, moleküllerin fonksiyonlarını yerine getirmesini sağlayan kritik 3 boyutlu yapının tahrip edilmesidir. Esas yüksek sıcaklık noktasını kanıtlamayı bilmediğimiz halde, mikroplar için 110°C ve 115°C gibi sıcaklık noktalarının normal limitler olduğunu gösteren veriler bulunmaktadır. Bazı raporlara göre sıcaklık noktası 131°C olarak görülmüş, fakat onaylanmayı beklemektedir. Okyanus altı super sıcak yarıklarda, bazı bilimadamları 230°C civarında gelişebilen mikroorganizmalar bulmuşlardır, ancak araştırmacılar daha bu deneylerini başarılı bir şekilde tekrarlayamamışlardır. Mikroplardan daha karmaşık organizmalarda, davranışın fiziksel kısıtlamaları değiştirme olasılığı var olmaktadır. Sıcaklık konusunu dikkate alırsak, en son genel strateji basit bir şekilde göç etme veya istenmeyen sıcaklık sınırlarının fiziksel engellenmesidir. Hepimiz biliyoruzki, ağaçlar yapraklarını dökerler, ayılar kış uykusuna yatarlar, ve kuşlar kışın güneye uçarlar, ama çok az insan dünyamızda bu statejinin ne denli yaygın olduğunun farkındadır. Elbette,
insanlar da bu stratejiyi uygular. Tucson’da klimalı araba kullanırlar. Aspen’de ısıtılmış kulübelerde yaşarlar. Çoğu çöl organizmaları gün boyunca yakıcı sıcak yüzeylerden uzak durur, yeraltında daha soğuk ve nemli yerlere tüneller kazarlar.Narin ve nemli deriye sahip amfibik bir canlı olan kurbağalar arasında bazıları, kurumuş göl tabanlarında bulunan, hayatlarının büyük bir kısmını geçirdikleri nemli çamur toplarına sarmalanarak bir teknik geliştirmişleridir. Ne zamanki, kıraç yaşam alanlarına yağmur yağarsa, hızlıca yeniden canlanırlar, beslenip çiftleşirler, ve sonra sıradaki uzun kurak dönemde bekleyecekleri çamur toplarına geri dönerler. Antartik nematod solucanları da “kuru ve gevrek” yaşam okulunun efendileridir. Yaşamlarının büyük bir kısmını vadi çöllerinin güçlü ve kuru rüzgarlarında tamamen kurumuş bir şekilde geçirirler. Mikroplar ise uç koşullara katılmama stratejisini kendilerini tamamen kapatıp, hücresel içeriklerini kurutup gelişmek için zaman içinde beklerler. Nitekim; mikroorganizmalar labrotuvarlarda depolamak için rutin bir şekilde dondurulurlar. Çoğu ebeveyn bu deneyi çocukları ile tekrar etmeyi isterler, fakat yüksek yaşam formlarında çalışması imkansız gözükmektedir. Yeryüzü yaşamının uç noktaları: Biz henüz orada mıyız? Yaşam sınırlarını güncel anlayışımızın ötesinde ne kadar uzağa itecek? Şaşırtıcı ki, yeryüzündeki yaşamın limitleri ve uç noktadaki ortamları hakkındaki bilgimiz
KASIM-ARALIK 2010
CADIKAZANI
11
geçtiğimiz 20 yıl içinde oldukça genişledi. Yeryüzündeki sert ve zor ortamlarda yaşamın yoğun bir şekilde araştırılması kainattaki herhangi bir yerdeki yaşam olasılığı hakkında ilgimiz için çok önemli fayda sağlar. Sırası ile, yeryüzü üstündeki yaşamın limitlerini açığa çıkartmayı hızlandırmak, diğer gezegenler üzerinde mümkün olabilen uzaylı yaşamın limitleri ve formları hakkında daha gerçekçi düşünmemize esin kaynağı olur. Biliyoruz ki, uç noktadaki ortamları kavramak için genelde biyoloji ve evrimi anlamak önemlidir. Diğer gezegenlerdeki yaşam için yapılan araştırmalara yardımcı olması açısından da kritiktir. Peki, bir uç nokta ortamı aslında nedir? Yeryüzünde, sualtı volkanik yarıkların aşırı sıcak sularından Antartik kuru vadisinin kuru acı soğuğuna kadar değişik ortamlara sahibiz. Sülfirik asit damlayan mağaraların içinde yaşayan organizmalar ile yoğun alkalin solüsyonlarda gelişen organizmalar bulduk. Doygun tuz solüsyonlarının içinde mutlu bir şekilde yaşayan, yüksek dozda iyonlaşmış radyasyona mahruz kalan, ve mangan, demir, ve sülfür bileşikleri gibi inorganik maddelerden yiyeceklerini ve enerji kaynaklarını elde eden canlılar bulduk. Sezgisel olarak, bütün bu ortamları uç nokta olarak hükmettik. En sonunda, bulunduğumuz durumdan hoşlanmadık, peki daha objektif bir tanımlama geliştirebilir miyiz? Bilimadamları “uç değer” ortamın tanımlanması hakkında uzlaşamıyor. Her bilimadamının muhtemelen kendine ait bir
12
CADIKAZANI
KASIM-ARALIK 2010
tanımlaması vardır. Benimki ise gerçekten göreceli ve operasyonel bir skala. Bana göre uç değer ortamlar,organizmaların yaşamal için en yakın atalarına göre önemli bir ölçüde değişikliğe ihtiyaç duydukları ortamlardır. Örnek olarak, Antartik buz balıkları, kendi türlerine özgü olmayan bir davranış ile kanlarında bulunan hemoglobinlerinin çoğunu kaybederek ortamlarına uymaya çalışmalarıdır. Bunu oldukça uç değer olarak düşünüyorum. Öte yandan, bir gün belki sakinlerinin buz balıklarının yaşadığı koşullarda ortaya çıktığı ve evrim geçirdiği bir gezegen bulabiliriz. Bu örnekte, kendi biyolojilerine göre normal koşullarda yaşamış olacaklar ve bu onlar için uç değer olmayacak! Burada “uç değer” olan, orada “normal” mi? Dünya üzerinde, diğer gezegenlerde bulmayı umduğumuz ortamlara benzeyen yerler var mı? Bu belgede, dünyanın uç değer ortamları ile diğer gezegenlerdeki yaşam arasındaki en güçlü bağlantı yatıyor. Ne zaman kendi gezegenimizdeki en zorlu ortamlara bakıyorsak, aslında diğer gezegenlerdeki normal koşulların ne olacağı hakkındaki ipuçlarına bakıyoruzdur. Diğer gezegenlerde yaşam belirtilerini ararken neleri araştırabileceğimizi gösteren ipucu isteriz. Mars’ın kuru ve soğuk yüzeyinin bazı özelliklerine tamamen benzeyen belli sayıda ortamların olduğunu biliyoruz. Antartikanın kuru vadileri ve daimi olarak buzla kaplı gölleri, Mars gezegeninin
geçmişteki gelişimini açıklayabilir. Dünyanın epey kilometre derinliğinde yaşayan yeraltı mikrobik sakinlerinden yeni yeni haberdarken bizler, Marsın derin yüzündeki muhtemel benzerleri daha kapsamlı bir Mars biyolojisi bırakmış olabilirler. Derin denizlerde bulunan volkanik yarıklarda üreyen garip deniz tarakları ile egzotik kurtları gibi toplulukların şaşırtıcı gelişmelerine bakarsak güneşten gelen enerjiyi almadan beslendikleri gerçeği ile vuruluruz. Belki de, Europa (ve Callisto?) uydusunda bulunan tuzlu ve karanlık okyanuslarda bu tarz topluluklar sıradan sayılabilir. Yeryüzümüze ait biyoloji bilgisi sayesinde fikirlerimiz genişlediği için bu tarz toplulukları teşhis etmek ve üzerlerinde çalışmak için daha iyi hazırlanmalıyız.
Bu şu anlama gelebilir; yaşamın başlangıcı ve bunu takip eden evrim için gerekli olan zaman dilimlerini oldukça fazla tahmin etmişiz. Yeryüzündeki bazı uç değer ortamların milyonlarca yıl devam ettiğini biliyoruz. Şu an fazlaca uç değer diyebileceğimiz sıcak, sülfirik, ve oksijensiz ortamda, gezegenimizdeki yaşamın başladığı hakkında bir çok önermeler bulunmaktadır. Evrenin ekstermofilleri, Birleşin! Bizler ekstermofiller olarak, yeryüzünün en yabancı bölgelerinde garip ekstermofil nüfusları inceliyoruz ve aslında biz, evrende herhangi bir yerde , sakinlerinin normal yaşam sürdüğü, bizlerin ise uç değer yaşam formları olarak yeteneklerimizi kullanabileceğimiz gün için hazırlık yapıyoruz.
Zaman Etkeni Mars veya diğer gezegenler üzerinde uzun dönemlerde sürebilecek ortamlara benzeyen dünyaya ait uç değer ortamlar, bize fikir verecek kadar yeterince uzun zamanda devam edebilecekler mi? Bu hileli bir soru. Bir zamanlar, çok kısa bir sure önce, bilim camiasının fikir birliği olumsuz idi. Fakat, ne zaman farklı bir fosil bulduğumuzda, bu keşif gezegenimizdeki en erken yaşam belirtilerini geri bir zamana götürdü. Bu durum, bize yaşamın başlangıcını şaşırtıcı bir şekilde kısa bir zaman dilimi olarak ele aldığımızı fark ettirdi. Yaşam tarihinde “Sıçramalı Denge Teorisi” olarak bilinen hayret verici, ani evrimsel sıçramalar da gördük.
Çeviri: Cumhur ERŞAHİN
KASIM-ARALIK 2010
CADIKAZANI
13
Nasıl ASPEG üyesi oldum? Aslında uzun bir hikaye ama kısa tutmaya çalışacağım. Yıl 2008’di ve neredeyse 2 yıl olacak Istanbul’a tekrar bir geziye geldiğimde evimdeymiş gibi hissediyorum artık. Yunanistan’ın Drama bölgesinde ikinci Balkan mağaracılık kampında başladı herşey. Hionotripa mağarasına bir gezi düzenleniyordu ve bende katılmaya karar verdim. Ali Yamaç sordu “araban var mı diye?” bende “yok” dedim. E ozaman seni almayız diye bir cevap verdi. Bu arada farkettimki, kamptaki Türk ekibinden kimse şu an da ASPEG üyesi değil artık. Neyse.. Romanya’dan arkadaşım Aggitis mağarasına niye gelmediğimi sorduğunda, ıslak elbisemin olmadığını ve bu yüzden de mağaranın sadece turizme açılmış bölümünü de görmek istemediğimi söyledim. Yabancı mağaracılarla beraber mağaraya girmek benim için problem değildi her ne kadar bu ilk uluslararası kampım olsa da. Hatta tam tersine bu kampa gelmemin en büyük sebeplerinden biri yabancı mağaracılarla tanışmak idi. Gittiğimiz mağara, Hionotripa, içinde buz olan bir düdendi ve 107 m derinliğe sahipti. Falakro dağlarına doğru giderken konuşkan biri olduğum için Ali, Pelin, Canan ve Çağan’la konuşuyordum. Biyolog olduğumu söylediğimde Küre Milli parkı biyospeleoloji projesine davet almam kolay oldu. Uzun zamandır uluslararası bir mağaracılık etkinliğine katılmak istiyordum. Kısacası doğru
14
CADIKAZANI
KASIM-ARALIK 2010
Oana CHACHULA ASPEG, FOCUL VIU
yerde, zamanda ve doğru insanlarla konuşuyordum.
Oldu bu iş derken bir taraftan da Türk kızlarının mağaracılık yapmasını hayal bile edemiyordum (Niyesini sormayın!) Eve döndüğümde etkinliği düşünmeden edemiyordum. Yaz programımda yok kesinlikle ve 2 hafta içinde Romanya’dan tekrar ayrılmam lazımdı ama bunu kaçırmak istemiyordum. Küre Dağları biyospeleoloji etkinliği öyle sıradan bir etkinlik değildi. Çalışmak durumundaydım. Sadece mağaraya girip çıkmak ve tatil yapmak değildi. Tabii ki, bana egzotik gözüken herşey beni mutlu ediyordu. Dağlar Romanya’dakinden çok farklı değildi ama birçok ufak detay farklılıklar vardı; çay bardakları, bitkilerin yaprakları, Ejder gibi bir mağara bana farklı geliyordu..Ve bütün kızların başları pratik sebeplerden dolayı eşarpla bağlı ve hepsi çok güzeldi. Kanımca gezinin en iyi yanı kampın atmosferiydi. Bir sonraki daveti eylül’de aldım ve izlenimlerim çok iyi olduğu için daveti kabul ettim. Maalesef, çok fazla şansım yoktu ! Trenim 24 saatte İstanbul’a geldi, kampa gideceğimiz araba gelemedi ve 2 gün daha İstanbul’da kaldım ve nihayetinde Küre dağlarına vardığımızda o kadar çok yağmur
yağdı ki, ne çadır ne uyku tulumu kaldı, herşey sırılsıklam oldu, kahrı bela...Neyse, mağara gezim, İstanbul turuna döndü. ASPEG’liler eylül ayında mağaracılık açısından hiçbir şey olmamasına rağmen geldiğim için çabalarımı takdir ettiler ve beni üye yaptılar. Bir sonraki yaz, yakın arkadaşlarımla Düdenyayla gezisine katıldım. Arkadaşlarıma, Türkiye’nin mağaracılık açısından ilginç bir yer olduğunu anlatarak ikna ettim. İşin ilginç yanı dizimi incittiğim için (iyileşmesi 9 ay sürdü) bu gezide mağaraya giremedim. Kimsenin başına gelmesini istemem gerçekten zor bir süreç. Yine de kamp hayatı ve Toros dağlarını hissetmek güzeldi ! 2010 yılının sonunda tekrar geldim. Sizlerle olan arkadaşlığımın bana hissetdirdiklerini anlatamam. Kusura bakmayın Türkçeyi iyi öğrenemedim. Aksu arkasından Düdencik, yeni geziler, yeni bölgeler, insanlar ve yeni keşifler benim için. Rahatlıkla söyleyebilirim ki, ASPEG’in başından beridir sizinleyim! Mağaraların her yerde aynı olduğunu bilmekle buraya gelmeme sebep; Sizler, ortamınız ve kültürünüz. Teşekkürler !
Çeviri ve Fotoğraflar: Ender USULOĞLU KASIM-ARALIK 2010
CADIKAZANI
15
SPELEOSANAT
Mağara içimdeki mağarada kurumuş ölüler yatar zehirle gülen zümrüt ve yakut yatak içinde bir zaman beni uğurlamaya gelen haramîler
içimdeki mağarada bir yığın kitap var bakınca yakından tasvirlerin gözleri oynar ve konuşur hepsinin yüzleri benim yüzüm gibi ve gözleri benim gözüm gibi
Fotoğraf: Oana CHACHULA
Çağdaş Şair: Asaf Halet Çelebi
16 16
CADIKAZANI CADIKAZANI
KASIM-ARALIK 2010 MAYIS-HAZİRAN 2010
BİLİYOR MUYDUNUZ?
MARTEL’IN 1892 YILINDA ÇİZDİĞİ 2 HARİTA
“Bu sayımızda, hepimize ilham olsun diye 1892 yılında yani bundan tam 119 yıl önce çizilmiş haritalardaki detayların, gösterilen özenin karşısında sanırım şapka çıkarmalıyız.”
Katkıda Bulunan: Bülent Erdem (özel arşivinden) KASIM-ARALIK
CADIKAZANI
17
YAŞADIKLARIMIZ
Döşenm iş mağar a diye bun a der
Fos ept iğe gire n çile keş mağara cı...
ler. ..
Am an kafayı üşütmey in.
Ark anı sağlam a al ey akıl lı beşe r...
ş Ye n i d oğmu
Bir ulaşım ar acı ola ra k am
ça sın a .. .
bu lan s.. .
Ta be lay a dik kat! AS PEG çık abili r...
İy i ge ce le ee er...
Ke ba p M ağar acılık
18
CADIKAZANI
Te kn ik le ri
KASIM-ARALIK 2010
rc e bu lu n up, Ba rtın’d a köy lüle gi yd ir ile n k ar nı do y ur ul up Asp eg’l ile r.. .
..
ABSTRACTS Speleoculture page 4 In this section the author writes about the importance of caves and underground in different cultures. Underground and caves mean different things to different cultures. In Turkish culture and legends, caves are the womb of a mother and a sacred place to pay respect to elders. Çem Sinkhole and Sibumi
Chachula is Romanian caver, have a doctorate study in bats and member of Focul Viu Caving association in Romania. She was and still is heavily involve with caving in Turkey and with us. Speleoart page 16 This is a poem called “cave” written by contemporary Turkish poet Asaf Halet Çelebi
page 8 The caver explains their recent discovery which became the second biggest single drop, -277 m, in Turkey and tries to explain the challenges referring to Sibumi and to our basic instincts. Extremeofils, Earth and beyond
Did you know this? page 17 In this section we have given two cave maps drawn by Martel in 1892 to be a good example after a century later for us and inspire us to draw good, artistic and explanatory cave maps. We thank Bülent Erdem to share with us.
page 10 This is a paper written by Ph.D. Penelope Boston translated to Turkish explaining the extremofils that can be found in extreme conditions like caves and reflects to studies at NASA for search of life beyond earth
Our caving life page 18 These are the some pictures from november and december expeditions and camps…Have fun.
How did I become ASPEG member? Fotoğraf: Ender USULOĞLU
page 14 Our dear friend and member, Oana Chachula, shares her memories with us when she met Turkish cavers and eventually became one of us. Oana
KASIM-ARALIK 2010
CADIKAZANI
19