Bidergi 2. sayı

Page 1



w w w . g r e e n h e i g h t s p a r k . c o m

Green Heights Park

Botanical Garden

Sevdiklerinizle zaman geçireceğiniz, misafirlerinizi gezdirebileceğiniz eşsiz bir mekan

çok yakında... Süprizlerimize hazır olun!!!

Gün boyu kahvaltı ve yemek servisi Grup Yemekleri Doğum günü partileri Nişan ve Düğün törenleri (Rezervasyon için lütfen arayınız)

0 542 851 75 57 / 0 533 851 75 57

Atatürk Cad. No: 107 Yeşiltepe / ALSANCAK mustafa_eminaga@hotmail.com


EDİTÖRDEN NEDRÖTİDE Canım anneanneme, ZEYNEP’ime... Beynime mıhlanmış acı…., Zaman geçer herşey biter dediler, geçmedi. Yetmedi böyle olması daha iyi oldu dediler, kıyamadım ki… Yandı yüreğimin mis kokulu anıları, sen gittin ben, ben çocukluğumu yitirdim.

Evin önündeki limon ağaçları kurudu, zeytin dallarında cırcırlar bile sustu, orta şekerli kahvelerin tadı kaçtı, sen gittin gideli geceleri tüten gece tütenler kokusuz, o eski evdeki tahtaların gıcırtıları bile sessizliğe büründü. Artık ne gece, senin üstümü gelip örteceğin kadar soğuk; ne de gündüzleri, “yavrum hadi kalkın” diye birinin uyandıracağı bir el uzanıyor sana benzeyen saçlarıma… Gelemedim, son kez “göremedim seni” bile diyemedim: karalar bağlamış, kapkara topraklara koyarlarken seni. Söylemediler bile; acı bir haber olduğunu bile bilemezdim ki açarken telefonu, bir kandil gecesinin göz yaşlarının, senin olmadığın bir güne denk geleceğini hiç hayal bile etmemiş ki beynim. Yokluğunun bu kadar zor olacağını bilseydim, varlığını bu kadar sensiz geçirebilir miydi ki torunun. İncecik boynundan öpmez miydim koklaya koklaya, iri dalgalı saçlarını okşamaz, o bal rengi gözlerine doya doya bakmaz mıydım anneannem. Hadi gene bana limonlu kek yap; mis gibi koksun evin dört bir yanı, usulca yaklaş arkamdan; ben senin odada naftalin ve musk kokusu karışmış çekmecelerini karıştırırken, yine o kısık sesin, şefkat dolu bakışlarınla, aklımdan silinmeyen gülüşünle “genemi karıştırıyorsun” de.

çekmecelerimi

Gene molehiya toplayalım anneannem, zeytin ağacına bile sırf senin bana kızman için çıkardım, düşeceğimden korktuğuna çok da kızamazdın ya; yine de bana bağırman için kaçardım senden. Şimdi zaman dursun senin kollarında sıcacık göğsünün tam ortasında.

Bir tek bu memleket değil ki arkanda kalan, ben de varım. Bir hoşçakal bile diyemeden sana … Sen gideli çok olmuşken, olduğun, konulduğun o soğuk mezarlığa gelip; “anneannem” diye sana seslenmek, hiç bilmediğim bir karanlıkta yüzünü görmeye çalışmaktan daha zormuş. Kocaman bir boşlukmuş; birinin “bana usul yürü, yavaş konuş” dememesinin boşluğu. Keşke yine ben yüksek sesle konuşsam, ayaklarımı yerlere vura vura yürüsem de sen bana yine o sözleri söylesen. Kavurucu Kıbrıs’ın sıcağında, nefesin kurumuşken; bir bardak su içmek gibiymiş seni görmek, gecenin en korkulu rüyalarından uyandığında; oh be rüyaymış demek gibiymiş yumuşacık mis kokulu ellerinden öpmek. Şimdi şekerin bile bayramı kalmadı, alelacele uyanıp uykumdan, bayram sabahının heyecanını yitirdi yüreğim, gittin gideli, yeni farkına vardığım çocukluğumun son anıları da kayboldu. Magosa sensiz kaldı, mahallenin Zeynep ablası gitti. Sen yasemin kokulu bu memleketi arkanda bırakırken; beyazlarını götürdün çiçeklerin, sen giderken çocukluğumun kahve aromalı şekerleride gitti, sen gittin aynaya her baktığımda dalgalı saçlarımın bukleleri öksüz kaldı. Varlığının damarlarımdaki hissi, geçmişimin kanında olması kadar gerçek. Zaman geçtikçe dinmiyor işte yoksunluk, zaman geçtikçe daha da ağlıyor içimdeki çocuk, daha da özlüyorum limonlu keki, seni hatırlamak için daha çok çekiyorum gece tütenin kokusunu.

BİDERGİ’DEKİLER 10 - Oziris’in Şerefine; CHEERS 12- Barbaros Şansal 18 - Yaşam Koçunuz... 22 - Medeniyetin Beşiği 24 - Aşk Doktoru 28 - Okan Aksu 30 - Raşit Bağzıbağlı Röportaj 36 - Alex Akimoğlu 38 - İtalya 40 - Kitap Kurdu 42 - Bakınız / Film Tanıtımı 44 - Şafak Nöbeti 48 - Kim bu Yamak?

O ev hala sen kokuyor. Yatağın hala sen … Mutfağında hala yemek yapıyormuşsun gibi bir his, sabahları o evde olduğumda ve senden kalma bir name dudaklarımda; ne de güzel dökülürdü dilinden, gözlerin nemli …. Yüksek yüksek tepelere kız vermesinler…

Vermesinler anneannem, gideceğin en yüksek yer

Hatırlayamasan da bizi, her seferinde cennetin en huzurlu yerinde, oğlunla; dayımla beraber anımsayacağı düşünerek gözlerinin olsun... içine bakmak, o evde olduğunu ve nefes Mekanın cennet, yattığın yer nur dolsun….. aldığını bilmek bile yetiyormuş bize .…

Ayşegül TUNÇER KANLITUNA Genel Yayın Yönetmeni

Ayşegül T. KANLITUNA AYLIK KÜLTÜR, MAGAZİN VE YAŞAM DERGİSİ YIL 1 SAYI 2 EYLÜL 2010

Girne 0533 832 30 21 - 0533 874 96 19 e-mail : aystun2002@yahoo.com -4-

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

Grafik Tasarım

Rafet KOÇ

Haber Ve Yazı İşleri

Asya DAĞLAR, Esra DAĞLAR

Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü

Melek KAYA 0533 832 30 21 Fotoğraflar

Stüdyo ALEM Dağıtım Nurettin KANLITUNA


w w w . a n a d o l u c o n s t r u c t i o n . c o m

Vinil Dış Cephe Kaplamaları

Girne Ayışığı Evleri

Girne Ayışığı Villaları

YAKINDA Mağusa Alkazar Evleri ve Lapta Ayışığı Evleri ile sizlerleyiz...

Mücahitler Cad. Ayışığı Evleri A Blok No:2 Girne / Tel: 815 88 46 - 47 Fax: 815 94 05




özel

k ı l l ı y 7 3 e ! i d ğ m e i t n i e l ğ e E g ı Z r I a M ş I R ba A L . . T . I R Y I T KA Ş I M A L BAŞ

kavram

DERSHANELER İ İlkokul, Ortaokul ve Liselere; * Kolej Sınavlarına Hazırlık * SBS * LYS * LGS’ ye YÖNELİK ÖZEL EĞİTİMLER

4 - 8 kişilik AKILLI SINIFLARDA Bireysel Gelişimi Destekleyici Sistemle Öğrenmek Daha Kolay! İNTERAKTİF EĞİTİM ile her zaman,her yerde dilediğiniz kadar bilgiye ulaşabileceksiniz.

7 Adımda Kitlesel Başarı 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7.

Rehberlik ve Kişisel Gelişim Merkezi Oryantasyon Eğitimi Öğrenci Performans Ölçme Sistemi Öğretim Kaynakları Geri Bildirimli Eğitim Sistemi Başarı Sınavları Eğitim Koçluğu

Her öğrenciye kendine ait eğitim koçu! Servis imkanı Yemek METE ADANIR CAD. ÇAKARTO BUSINESS

CENTER GİRNE-KIBRIS

0392 816 04 32 kibris@kavram.com.tr


öğrencide beklenen davranış değişikliklerinin meydana gelip gelmeyeceğinde ve dolayısıyla eğitim amaçlarının gerçekleştirilmesinde önemli rol oynar. Bunun için Kavram öğretmeni, öğretim çalışmalarında öğrencileri, amaçlarına ulaştıracak metotları ve teknikleri uygular. Grup Çalışmaları ( Group Work); Derste anlatılan konuların öğrenciler tarafından iyice özümsenmesi için konuların tekrar edildiği derslerdir. Mikro Öğretim (Micro Teaching); Girilen her deneme sınavından sonra aynı konulardan başarısızlık gösteren öğrencilere uygulanan Kavram Analiz Dersleri’dir. Öğrencilerin başarısız oldukları konularla ilgili bilgi eksikliklerini gidermektir. Bireyselleştirilmiş Öğretim (Individualized Instruction); Bireyselleştirilmiş Öğretimde amaç, öğrencilerle bire bir çalışmak ve onları sıkıntılı oldukları konuları aşmada stimüle etmektir. Ders öğretmenleri ve asistan öğretmenler tarafından yapılır. İnteraktif Education);

Bilincini, bilgi birikimini, deneyimlerini, öz kaynaklarını bireyin ve toplumun eğitimine ve gelişmesine yönelik kullanan Kavram Dershaneleri, 1974-1975 eğitim ve öğretim yılında kuruldu. Kavram Dershanesi; öğrencilerin okullarında gördükleri müfredatlarına paralel dersler işleyerek öğrencilerin başarısına destek veren bir özel eğitim merkezidir. İlkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine kolej sınavlarına hazırlık, S.B.S, L.Y.S, L.G.S alanlarında özel eğitim veren Kavram Dershanesi; kişiye özgü çoklu zeka öğretim modelini esas alır. Her öğrencinin kendine özgü bir öğrenme şekli vardır ve Kavram Dershanesi bunları tespit edip bireye özgü ve bireysel gelişimi destekleyici öğrenme stilleri oluşturmaktadır. Kavram Dershanesi’nde branşlarında uzman öğretmenlerimiz tarafından çocuğunuzun tüm dersleriyle ilgilenilir ve sınav haftalarında da başarılarına yönelik programlar oluşturulur. Verilen derslerden alınan verim ve öğrencilerin öğrenme düzeyleri iki haftada bir yapılan başarı ölçer sınavlarıyla noktasal olarak tespit edilir ve zayıf noktalar güçlendirilir. Başarı ölçer sınavlarının sonuçları ailelere rapor edilir, böylece çocuğunuz üzerinde düzenli ders takibi ve kontrolü sağlanmış olur.

7 Adımda Kitlesel Başarı

1- Kavram Rehberlik ve Kişisel Gelişim Merkezi

Kavram’da rehberliğin özü bireysel görüşmelerdir. REHBERLİK ve gerektiğinde de PSİKOLOJİK DANIŞMA desteği vererek gencin ailesi ile uyumlu bir ilişkisi içinde olmasını sağlayarak öğrencinin daha başarılı olmasını sağlamak amacıyla ailelere de danışmanlık yapmaktadır. Rehberlik ve Kişisel Gelişim Merkezi uzmanlarıyla ilk tanışma kayıtla başlar

ve tercih dönemi bitimine kadar devam eder. 2- Kavram Oryantasyon Eğitimi Kavram Dershaneleri’nin 37 yıllık başarısının arkasında Kavram’da her alanda gerçekleştirilen Oryantasyon Eğitimleri yer almaktadır. Oryantasyon eğitimlerinde hedef; öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin, velilerimizin ve çalışanlarımızın, kısaca tüm paydaşlarımızın, başarı kültürümüzü ve başarımızın altında yatan gerçekleri iyi anlamaları açısından son derece çağdaş bir yaklaşım sunmaktır. 3-Kavram Öğrenci Performans Ölçme Sistemi Öğrencilerin Kavram Dershaneleri öğrenci performans sınavları ile tanışması Düzey Belirleme Sınavlarıyla başlar. Kavram’da farklı sınıf oluşturulmasındaki temel amaç, öğrencilerin bilgiyi algılama potansiyellerine uygun yaklaşımlar sunarak, farklı öğrenme şekilleri ile gerçek potansiyellerine ulaşmalarına olanak sağlamaktır. Yıl içinde öğrencilerimize uyguladığımız Genel Başarı Sınavları sonuçlarına göre, sınıf koç öğretmenleri ve rehber öğretmenlerin denetiminde, sınıflar yeniden oluşturulur. 4-Kavram Öğretim Kaynakları Kavram Dershaneleri, öğrencilerin bilgi düzeyi ve ilgi alanlarının birbirinden farklı olduğunu kabul eder. Öğrencilerimizin “Kitlesel Başarı”da yerlerini almaları için farklı öğretim yöntem ve teknikleri uygulanır.

5-Kavram Geri Bildirimli Eğitim Sistemi Ders Anlatımı (Traditional Teaching);

Eğitim

(

Interactive

Öğrenciler şubelerimizden aldıkları şifrelerle bilgisayar ve internet bağlantısı olan her yerden diledikleri kadar konu anlatımı dinleme, online sınav ve test çözme fırsatına sahiptirler. 6-Kavram Başarı Sınavları Kitlesel başarının adımlarından biri de Kavram Başarı Sınavlarıdır! Sınavlar, öğrencilerimizin kazanabileceği okulları en isabetli şekilde seçebilmesine olanak sağlayan, performansını değerlendiren en önemli deneyimlerden biridir. Zamanı iyi kullanabilme, sorulara yoğunlaşabilme, eksiklerini tespit etme, beceri kazanma, analiz ve sentez gücü kazandırma amacı ile yapılır. 7-Kavram Eğitim Koçluğu K.K.T.C’de ilk kez Eğitim Koçluğunu Kavram’da uyguluyoruz! Kavram Eğitim Koçluğu, öğrencilerimizin sadece sınav başarısını sağlamakla kalmıyor aynı zamanda onlara hayatta başarılı olma prensiplerini de öğretiyor. Kavram’da Eğitim Koçluğu’nun yanı sıra Kavram Anne Baba Okulu ile hem öğrenci hem de anne baba açısından son derece yoğun geçen sınav döneminin en verimli şekilde değerlendirilmesi sağlanır. Kavram’ın en önemli hizmetlerinden biri de Rehberlik ve Kişisel Gelişim Merkezinin yaptığı çalışmalardır. Bu çalışmalar öğrenci ve veliye yönelik yapılmaktadır. Öğrencilere Yönelik Koçluk Çalışmalarımız; Rehberlik çalışmalarında en üst düzeyde verim alabilmemizin hem grup rehberlik hem de bireysel rehberlik çalışmalarıyla olacağı, bilinciyle hizmet verilir.

Kavram Dersaneleri’nde konular işlenirken, izlenecek yollar, başvurulacak etkinlikler,

EYLÜL 2010 - SAYI 2 - BİDERGİ

-9-


BİRANIN TARİHÇESİ

Oziris’in Şerefine; Cheers

- 10 -

İçkinin tarihi her ne kadar Asurlar ve biraya dayanıyorsa da Mısırlı ‘lardan alınan bir efsaneye göre arpayı çimlendirip malt yapma insanlığa tanrı Oziris’in armağanı. Herhalde tanrı Oziris Malt formülünü, zayıf çocuklara kuvvet versin diye Mısırlı’lara vermiş olmalı!..

Sümerler, Babiller ve Eski Mısır’dır. MÖ 4300 yılına ait biracılığı gösteren Babil tabletleri bulunmuştur. 1516’daki yasadan sonra, bira tarihi için çok önemli bir adım daha atılır ve İngiliz bira üreticisi tarafından biranın patenti alınır. “Bass Pale Ale”

İsa’dan önce 10 ile 7’inci yüzyıllarda şerbetçiotunun devreye girmesiyle günümüzün birası ortaya çıktığında Oziris’in ne düşündüğü meçhul tabii... Bira üretimi, Asur, Mısır, Yunan, Roma derken Anadolu Türklerinde de arpanın çimlendirilip şerbetçiotunun katkısıyla çiftlik ve zanaat işi olarak yapılmış. Anadolu’da kimi kez gizli gizli tüketilen biraya çeşitli şifreli isimler de takılmış. Sümerlere göre: Bira içmek insan olmanın gereğiydi. Ne de olsa, bu sarhoşluk ve keyif verici içecek, dökük saçık ilkel insan Enkidu’yu, döneminde yaşayan uygar insanlardan birine dönüştürmüştü. Yarı vahşi Enkidu bozkırların hayvanlarıyla birlikte yaşıyor, onlar gibi ot yiyor ve su içiyordu. Uruk kentinin kralı Gılgamış, ona çekici bir tapınak kızı olan Şamkat’ı yollamış ve yontulmamış bu adama insan gibi yaşamayı öğretmesini istemişti. Bu gerekliydi, çünkü Enkidu ekmeğin nasıl yendiği ve biranın nasıl içildiğini bilmiyordu. Şamkat ağzını açıp Enkidu’ya şunu söyledi: “Ekmek ye Enkidu, bu yaşamın bir parçası! Ve toprağın geleneği olan birayı iç.” Enkidu ekmek yedi, doyuncaya kadar. Bira içti, yedi testi dolusu. Ruhu sakinleşti ve keyiflendi. Kalbi neşe doldu ve yüzü ışıldadı. Su ile pis bedenini yıkadı. Vücudunu yağ ile ovdu ve “insan” oldu. Değişik bir durum olduğu gözler önünde ama o zamanlar sarhoşlukta bir başka saygı durumuymuş. Gılgamış destanı, M.Ö. 1600’lü yıllarda Mezopotamya’da ortaya çıkan eski bir efsaneyi bu şekilde aktarıyor. Ancak bira zevki ve bira üretimi, kuşkusuz, ilk olarak M.Ö. 4. yüzyılda Güney Mezopotamya’da yaşayan Sümerler arasında görülmemişti. Biracılıkla ilgili bilgiler, tarihin bilinmeyen, karanlık sayfalarına kadar uzanıyor. Bira ve biracılığın kökenine ilişkin farklı görüşler var. Çin kaynaklarında biranın tarihi M.Ö. 2300’lere kadar uzanıyor. Yine Amazonlar’da elde edilen bazı bulgulardan yola çıkılarak, yağmur ormanlarında, günümüzden 10.000 yıl önce bira üretildiği ileri sürülüyor. Yine de, biranın ilk kez Mezopotamya’da bulunduğuna yönelik görüşler, diğerlerine oranla ağır basıyor. Mezopotamya’da farklı lezzetlerde bira üretiliyordu. Kadınlar için oldukça tatlı ve pahalı olan buğday birası üretiliyordu. Koyu malt birası, ucuz olduğu için herhalde, çok miktarda, sevilerek içiliyordu. Aslında özet olarak biranın çıkış noktası

adındaki bu bira, normalden biraz daha acı tadı ve fazla alkol yüzdesi olan bir biradır. Bir dönem o kadar ünlü olmuştur ki Oxford Üniversitesi’nden bir grup bilim adamı, Bass Pale Ale’nın matbaadan daha önemli bir buluş olduğunu fikrini ortaya atmışlardır. Zira 18. yüzyılda daha içme suyu yokken insanlar içindeki alkolden dolayı, sudan daha temiz olması sebebiyle su yerine bira içerlermiş. Yani alkoliklik tarihinin başlangıcını da bira ile beraber alabiliriz. Özellikle içme suyuna hasret denizciler, gemide biradan başka bir şey içmezlermiş ama Britanya gemileri, Hindistan’a giderken Ekvator’u iki defa geçtikleri için içlerinde barındırdıkları biraları sıcaktan ve bakterilerden içilmeyecek hale gelirlermiş. Bu yüzden bira üreticileri buna bir çözüm aramaya başlamışlar ve çözümü bulan Bass Birahanesi olmuş. Germen topraklarına kadar ulaşan bira kültürü burada da izler bıraktı. Anıt mezarlar üzerindeki yazılar, burada yatan kişilerin bira üreticisi ya da bira tüccarı olduğu hakkında bilgiler veriyor. Bardaklar üstüne işlenen metinlerde, susamış sahiplerinin istekleri dile getiriliyor “Imple ospita ola de cervesa da!” -Bardağı al meyhaneci ve birayla doldur!-. Almanya’nın Regensburg kentinde bulunan Roma döneminden kalma (Romalılar bu bölgeye 180-260 yılları arasında egemendiler) bira imalathanesinde, yeşil malt, daha dayanıklı olabilmesi için, aşağıdan ısıtmalı kurutma odasında kurutuluyordu. 1434 yılında Güney Almanya’da, şarabın daha çok üretildiği yerlerde, başpiskopos ve belediye meclisi, bira üretimini “sonsuza kadar” yasaklamıştı. Bu yasak, ancak 1642 yılında başpiskopos Johann Philipp von Schönborn tarafından kaldırılmıştı. Osmanlılar ve ülkemizdeki kökenine gelince aslında biranın tarihini bozanın tarihiyle bir tutabiliriz. Çünkü arpa mayalanıp pişirilirse ekmek, mayalanıp suya yatırılırsa da boza elde ediliyor. Kökeninin Mezopotamya olabileceği söylenen biranın, Osmanlı’da “bira” adıyla üretilmesi 1840’lardan sonrasına rastlıyor. Ancak, boza, Anadolu ve İstanbul’da hep var olan bir içecekti. Boza da, Asya, Mezopotamya, Afrika ve Anadolu’da birayla birlikte üretilmeye başlayan bir içecek olarak biliniyor. Boza ile bira akrabalığını araştıran uzmanlar mikrobiyologlar ve gıda mühendisleri bir yana, tarihin oldukça

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

anlamlı şeyler söylediği belirtiliyor. Bozalar arasında, özellikle ekşi bozanın alkol derecesi yüksekti ve genellikle yasaklanan ekşi bozaydı. Fatih Sultan Mehmet’in içecek listesine kadar giren boza, özellikle şarap yasaklarının getirildiği tüm zamanlarda, yasaklı listesine girmişti. Evliya Çelebi, “Seyahatname”sinde, 17. yüzyılda İstanbul’da 300 dükkânda 1.005 bozacı çalıştığını kaydediyor. Evliya Çelebinin yazdıklarından, bozanın da en az bira kadar sarhoşluk verici içkiler arasında kabul edildiği söylenebilir. Osmanlı’nın batı tipi birahaneler ve birayla tanışması 1840’lı yıllara uzanıyor. Bu dönemlerde Alman göçmenler yoluyla İstanbul, batı tarzı bira kültürüyle tanışıyor. Ancak, Osmanlı mozaiği, buna ayrı bir katkıda bulunuyordu. Bir anlamda bozahanelerin yerini birahaneler alıyordu. Birahaneler biranın tüketildiği en keyifli mekânlardı. 1888’de, 15’i Beyoğlu’nda, 8’i Galata’da, 8’i çeşitli semtlerde olmak üzere İstanbul’da 31 birahane bulunuyordu. Bomonti Bira Fabrikası’nın üretime geçtiği yıllarda (1894), Osmanlı topraklarında sadece 4 kentte birahanelerin varlığı göze çarpıyor: İstanbul, İzmir, Selanik ve Ankara. 1921’de, İstanbul’daki birahane sayısı ise 52’ye yükseliyor. Halen dünya üzerinde en çok tüketilen içki olan bira ile bu kadar bilgi yeter. Son olarak kaliteli bira nasıl olur bilgisini de sizlere sunuyorum ve Kıbrıs’ın sıcağında buz gibi biramı yudumluyorum. Biranın kaliteli olup olmadığını anlamak için ufak bir test uygulamak mümkün. Öncelikle içinde bulunan aromanın serbest kalabilmesi için birayı dairesel bir hareketle hafifçe çalkalamak gerekiyor. Bundan sonra aromayı koklamak, biranın kalitesi hakkında bir ön fikir sağlıyor. Ardından biradan bir yudum alıp, dilin üzerinde gezdirerek biranın gerçek tadına varılıyor. Bira tadılırken dilin üzerindeki tüm tat alma bölgelerini kullanmak gerekiyor. Dilin ucuyla tat aldıktan sonra, bira ağızda gezdirilerek diğer bölgelerle de tat alınıyor. Sonra ağızdaki ilk tat ile, diğer tatlar ayırt edilerek gerçek lezzet ortaya çıkıyor. İlk tat ve orta tat alma aşamaları armonik bir karışım oluşturmalı ve adeta daha fazla içmeye kışkırtmalıdır. İyi bira karmaşıktır, tek bir tadımda birçok lezzet elde edersiniz.


4 değişik Türk Kahvesi 4 farklı lezzet

Kahveyi açık içenlere; Tek Kavrulmuş

KAHVE

Sultanlara Layık Kahve... Kahveyi orta karar içenlere; Orta Kavrulmuş

Kahveyi klasik içenlere; Çifte Kavrulmuş

Brezilya’nın en verimli bölgelerinden özenle seçilmiş ARABICA kahvesini sizlerle buluşturan Sultan Kahve 1975 yılında çıktığı yola 1981 yılında kahve imalatına başlayarak yeni bir boyut getirmiştir. Kıbrıs ve Türkiye’de ilk defa Türk Kahvesini alışılmış ambalajı kese kağıtlarından çıkararak, tam otomatik makinelerde, el değmeden, bir yıl boyunca ilk günki tazeliğini korumasını sağlayan, pet_metalize polyester ambalajında piyasaya sunmuştur

Gerçek koyu kahve içenlere; Extra Kavrulmuş

ALP ENTERPRISES LTD.

32. Sanayi Cad. Organize Sanayi Bölgesi Lefkoşa - Kıbrıs (Mersin 10 TURKEY) Tel: 0 392 225 45 14 - Fax: 0 392 225 41 85 - alpentr@analiz.net


TOP’LU İĞNE 34 .. Bu kez

11000

metredeyiz!

Uçağın camından aşağıya baktığımda tüm Avrupa, mahcup bir bulut örtüsünün altına saklanmış. Ancak, elimdeki yağlı kara mürekkepli güzide türk medyası gazeteleri gerçekten bu sabah kıçını açıkta bırakarak epey harikalar yaratmış, Bu sabaha gelelim .

TK Paris uçağında leş gibi kokan business kalas ekmeklerini ve de bayat tavuk kokan beklemiş yağlı böreği geri verince bir başka hoş oluyor insan apronda deve kesen zihniyetin yaptıklarıyla zaruretten. Her neyse ..

Bırakalım kendi hallerine de sadede gelelim.

- 12 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

Dar ül Selaam dan, Dar ül Ziyafe hayali ile Dar ül Acezeye düşecekler bugünkü mevkilerinin yerine !... Büyük, büs büyük olduk vesselam ,

Lüks kiralık arabalar ile alışın verişin merkezlerinde kıdem yarıştıranların pespaye haberinin yanında daha nice pejmürde kılıklı karı dökülmüş ortalığa ancak Bodrum plajlarında orası burası ‘’Very’’ meydanında mutlaka! Tepside servis olsa dilimlenirde sunulur,amma velakin bunlarınki sanırsın amme hizmeti .. Az kaldı.

Birkaç haftaya kıvrak bozması dansöz dönmesi kazsolistler ve de yat müptelası görgüsüz editörler de dökülecek yakında ekranlara nasılsa... Ha bu arada 3-5 lümpen tv zamparası ve kop kop apaçileri de garnitür olarak elbette ...

Ama konum bunlarla ilgili değil 2A koltuğumda.

Barbaros ŞANSAL

Ay lardır görmediğim ne çok köşe yazarı varmış meğer!

Bunlar amipsel bölünüp sporlanarak mı çoğalırmış sorusunu sordurmuyor değiller insana! Hepsi birer adet vesikalık resim ile köşelerini kapmışlar!

Biometrik olsa vize sorunlarıda kalmazdı; ama zaten neden olsun ki? Yazılarına göz atınca nelere göt attıkları anlaşılmıyor değil ki !

Her biri birer distirbitör olmuş sokuşturup duruyorlar cahil sandıkları Türkiye Cumhuriyeti halkına ordan burdan kulak dolgunluğu ile arkaladıkları bilgi kirliliğini! O da ne?

Bir mankenin kukusunda elması motifi de var valla!

kaşıkçı


200 gram ete bak sen nelere kadirmiş!

Erkek donu yapsalarda ona da zümrütlü hançeri işleseler bari ! Ne merakmış bu Osmanlı hayali! Ben anlamam cahilim!

Atatürk izinde doğdum.

Hiç izin yapmadan onun yolundan yürüyüp öyle can vereceğim!

Osmanlının ve daha eskilerinin arşivleri açılmadan hep temkinliyim! Damat Abraham ve Damat Ferit arasında ikilemlemeyelim:))

Nasıl olsa nerede ise sömürgeleştirilmek istenen yurdumda zenginlerin, askerlerin, siyasilerin ve gazetecilerin çocukları şehit olmuyor asla ! Geçen ay Yeni Harman’dan ağzı yanan Yavuz Semerci, o gün GYY yi aramış korkusunu ve kaygısını açıkça dile getirmişti . Sonra dergi bulunamamış tekrar piyasada görüldüğünde kapak değişmiş röportajımda yarı yarıya kesilmişti.. Korktukları şeye bakın !

‘’ Bugün iktidarın tepesinde olan bazı adamlar benim koynumdan geçti ! ‘’ Peki ya ayna onlara tutulursa ne olur?

Hıncını alamamış kulunçların , apartçı iş adamlarına genç oğlan ve çalışan (!) manken pazarladığı, ihale takipçiliğinden ve de avantadan libidolarının faraşa döndüğü , Her konuda ahkam kesen her boku bilirlerin saçma sapan iddialar ile birbirlerini okumaktan halkın ve dünyanın ne olduğunun iç yüzünü örttüğü,

eski tetikçilerin bu gün danışman , eski haber okuyucu sakallıların bu gün burjuva olduğu , kiralık kadınların bir batımda kim bilir kimden kaç tane doğurup hanımefendiliğe soyunduğu, Benny Hill’den alüminyum kağıtlı sahan, Abdül Cambaz’dan bozma ama Turhan Selçuk Türkçesinden bihaber olan bazıları Varoşlara kayan yada biraz daha horoz Nuri olan devşirme komedyen bolluğu .. .. Hele birde güzide sosyete var ki! Artık o beylerin çok azı kendi karısı ile resim verir olmuş! Karılar ölmüş hepsi birer metres bulmuş sonra da karı diye koynuna sokmuş! Ha bu arada E.G.M. nin istihaberat ve bilgi network ihalesi iptal edilerek değişmiş, ilk firmanın teknik ekipmanı kullanımda kalmış yeni ihaleyi alan şirket ise teslimat yapmamış bundan kime ne değil mi ? Kime ne Anna’dan!

Kime ne 64 ton altından!

Kime ne meclis lokantasında iş bulan Lares Parkada kayda alınandan!

Gammazcı desem suç olarak kılıklı Mehmet Yılmaz’ın çakma somon füme tadındaki civalı yazısı yine altındaki ihtiras ve hariseti pek saklayamamış..

Patroniçelerinin ana- kız demodelikte yarışan kılıkları ise tam otel lobilerindeki geçmişi hatırlatıyor 55 yıl sonra! Herhalde o kristal maketler de Ankara Esenboğa terminalindeki işportalardan sipariş :))

Bankamatik memuru kılıklı medya patronları ve yandaş, paydaş ve yoldaş arkadaşları el ele biraz daha sıvıyor ortalığı göz göre gere.. Ve biraz daha sağduyumuz zorlanıyor göğüs gere gere.

Ama Turizme bu kadar meraklı olanlar kendi turizm şirketinin ışıl ışıl olmayan pislik dolu kaldırımlarını ve de şoförlerinin ödenmeyen maaşlarını hiç telaffuz etmez nedense?

Ancak Bir müddet daha hadlerini bilmezlerse kim kimin koynunda kim kimden nemalanmakta belgeleri ile sokacağım bir yerlerine hemde genirte genirte !!!

Sonra leş gibi bakan ama leş gibi de kokan bir sürü rabbi-esiri silinmiş surat resmi başlıyor her sayfada, kimi siyah beyaz kimi renkli! Kimi düşmanıyla gizli görüşmede , kimi akrep kılıklı magazin kraliçesinin dolduruşuyla kocasını öldürme derdinde ..Kimi kertenkele kılıklı uçak şirketini halka açıyor, kimi ise yemek verdim uçaklara ihracatçı belgesi ver diye bağırıyor..

Biraz daha idare ederim. Ancak tutumları amele dönüşürse defekasyonumla beslettiririm!

Yeter artık midem bulanıyor!

Madem artık gizli reklam serbestmiş buyrun seri sonu ve özürü mümkün olmayacak sonunuza derim!

Halbuki Kültür 2010 da adeta fışkırıyor ancak kara delik misali ters yönde ....

Keriz kereviz bir furyadır gidiyor Mesut Yar Şafağa gaz veriyor Morgül Banderas kesiliyor,Seba 12 yaş küçüğüne geveliyor, kimi 3 çocukla geviş getiriyor.. Kimi Clevland kimi Harward, ah nerde bu bolluk yeme de yanında yat!

Kimi zifaf yaşamadan mahkemelik, kimi zaten çantada keklik.. EYLÜL 2010 - SAYI 2 - BİDERGİ - 13 -


MR.POUND ŝNGŝLTERE ARTIK YANI BAŝINIZDA...

MR. POUND ORTAKÖY , MAGOSA VE GŝRNEŝDEN SONRA ŝŝMDŝ DE GÖNYELŝ ÇEMBERŝNDE

Gzt. Hasan Tahsin C. Hacŝ Ali Apt. Blok-A No.1 Ortaköy Lefkoŝa Tel: 2233783 Bedreddin Demirel Cad. Bekiroŝlu Dükkan No.1 Girne Tel: 8150549


2004 yŝlŝnda kurulan ve kŝsa sürede halkŝn en uŝrak alŝŝveriŝ noktasŝ olan MR. Pound hŝzla büyümeye devam ediyor.

Lefkoŝa,Magosa, Girne ŝubelerinden sonra ŝimdi de Gönyeli Çemberiŝndeki yeni yerlerinde muhteŝem bir açŝlŝŝ yaptŝ. Basŝnŝnda büyük ilgi gösterdiŝi açŝlŝŝŝn ikramlarŝ ise Mamülcüoŝlu tarafŝndan hazŝrlandŝ.

Açŝlŝŝŝnŝ Gönyeli Belediyesi Baŝkanŝ Ahmet Benliŝnin yaptŝŝŝ Mr. Poundŝa bizlerde BŝDERGi KIBRIS ailesi olarak hayŝrlŝ olsun diyoruz.

Aradığınız herşeyi bulacağınız tek adres



CRATOS’TA MUHTEŞEM DEFİLE Geçtiğimiz ay Cratos Hotel’de gerçekleşen defilede mankenler, Girne’de bulunan Juju Butik’in en şık abiyelerini ve Just Women 2010 ayakkabı, çanta ve çeşitli aksesuar kreasyonlarını tanıtırken, Zen Pırlanta’nın göz kamaştıran birbirinden şık takılarını da sergilediler. Erkek giyimde kalite olmuş isim Sarar’ın da kıyafetlerinin erkek modeller tarafından tanıtıldığı gecede konuklar defileyi dikkatli gözlerle izlediler.

H&V Ajans mankenlerinden Ceyda, Yana, Mari, Rita, Dasha, Nilüfer, Pembe, Ekatari, Esther’in yanı sıra Best Model 2009 2.si Tuğçe Dural’ın da renk kattığı defilede, erkek mankenler Ali,Mulla, Kadir, Rifat ve Atakan birbirinden güzel kıyafetleri başarılı bir şekilde taşıdılar.Defile sonunda Cratos Otel başta olmak üzere, tüm sponsor firmalara ve Basın Mensuplarına Plaket dağıtıldı.

Firmamız, yılda 150 bin adet Takım elbise 200 bin adet Pantolon, 120 bin adet kravat üretim kapasitesine sahiptir.

ÖZSARAN Özsaran - Ferenk - Ö.S.G - Gılapa - Sekkow - Massimo Berkay

Türkiye’nin önde gelen üretici firmalarından Özsaran Ferenk Giyim 25 yıllık tecrübesini sizlerle paylaşıyor...

w w w . o z s a r a n . c o m

0532 244 61 20 - 0535 391 34 74

Fabrika : Şakirpaşa Mahallesi 6 Sokak No:11 SEYHAN / ADANA Tel : 0( 322 ) 435 49 66 - 433 41 88 Showroom : Kocavezir Mah. 15 Sokak No:24 SEYHAN / ADANA Tel : 0( 322 ) 359 83 50 - 359 83 52

Fax : 0( 322 ) 433 41 89 Fax : 0( 322 ) 359 83 41


YAZAN: SEMAY YÜCEMÖZ / YAŞAM KOÇU

BALIK TUTUP VERMEK mi, BALIK TUTMAYI ÖĞRETMEK mi? Ünlü bir bilgeye (Eflatun), insanoğlunun en şaşırtan davranışını sordular. Şöyle cevapladı:

• İnsanoğlu çocukluktan sıkılır,büyümek için acele eder,sonrada çocukluğunu özler ! • Önce para kazanmak için sağlığını harcar,sonra da yitirdiği sağlığını geri kazanmak için parasını ! • Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar,sonra da hiç yaşamamış gibi ölür ! • Hayata hazırlanmaya o kadar zaman harcar ki,hayatını yaşamaya vakti kalmaz. • Yarınını o denli düşünür ki,bugünün elinden kayıp gittiğini fark etmez bile. Oysa hayat geçmişte ya da gelecekte değil,şimdiki zamanda yaşanır. Hayatın kullanma kılavuzunu yanımıza almadan geliyoruz hayata.Nasıl yaşayacağımızı yaşarken öğreniyoruz. Yaşamak istediğimiz hayat, yaşadığımız hayat ve yaşamamız istenen hayatın iç açılarının toplamından ‘ortaya karışık’ bir hayat çıkarıyoruz kendimize. Peki ana kumanda masasına bir uçağın pilot kabini kadar yabancı olduğumuz bu hayattan istediklerimizi ne kadar alabiliyoruz ? “Herkes ihtiyaç duyduğu kaynaklara sahiptir.”

BEYİN VE ZİHİN

Beynin işleyişini anlamak insanlara kendi sınırlarının ötesinde güçlü ve zengin kaynaklar sunmaya yardımcı olur. Beynin farklı alanları temel fonksiyonlarının ötesinde hem kendileri hemde bütün sistem için yeni bir zeka düzeyi sunar. Beyin sistemimiz çok farklı nörolojik boyutlarda çalışır ve en güçlü olan sistem, altında işleyen herhangi bir sistemin yerini alabilir. Görsel beyin, sistemin en güçlüsüdür. Eşsiz fonksiyonlara sahip üç fiziki beyin ve akıl sistemimiz vardır. •

Sürüngen Beyin (Reptilian)

Duygusal Beyin (Limnbik sistem)

Görsel Beyin (Entellektüel Korteks)

SÜRÜNGEN BEYİN

Sürüngen beyin omurganın üstündeki beyin sapında meydana gelmiş minik genişliktir. Beynin bu bölümü en eski beyin sistemidir, yaşının 100 milyon yıldan fazla olduğu tahmin edilmektedir. En ilkel sürüngenlerden bugün - 18 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

yeryüzündeki canlılara dek tüm hayvanlarla ortak noktamızdır. Fonksiyonlarının bir çoğunu dinazorlarla hatta belki daha eski yaşam forumlarıyla geliştirmiş olmalıdır. Tıp dilinde “repitilan” adı verilen bu beyin acil hareket kabiliyeti açısından çok önemlidir. Gücünü herhangi bir tehdit karşısında aniden hareket edebilmesinden alır. Eğer elinizi yanlışlıkla kaynamakta olan bir suya değdirirseniz, bu beyin sistemi, daha düşünmeye vakit kalmadan elinizi çekmenizi sağlar. Fiziki bedenin bir parçası olarak bu sistem bizi Ya savaşmaya yada kaçmaya ( savaş ya da kaç ) yönlendirir. Bu beynin kararları doğrudan , basit ve harekete yöneliktir. Örneğin susadım, acıktım veya seksiyim gibi. Yemek içmek barınmak ve kendini güvende hissetmekle ilgili konularla ilgilenir. Çok basit bir mantıkla iş görür. Her şey ya siyahtır yada beyazdır, iyi ya da kötüdür. O”en azından” mantığı ile çalışır. Örneğin: en azından bir maaş (tatmin olmasam da), en azından yatacak bir yer (geceleri uyumasam da), en azından bir eş (mutlu olmasam da), en azından yaşamak ( hasta olsan da ). Duyu ağırlıklı (Kinestetik) dir.

DUYGUSAL BEYİN

Beyin sistemimizin sürüngen beyinden bir sonraki önemli gelişme aşamasını oluşturmuştur. Duygusal beyin, sürüngen beyni minik bir eldiven gibi sarmaktadır. Duygusal beyin en az 50 milyon yıl önce dinazor döneminin sonuna doğru gelişmeye başlayan temel memeli beynidir. Memelilerin %98’in de vardır. Duygusal ve sürüngen beyin birbirine bağlıdır. Uyumlu bir şekilde birlikte çalışırlar. İkisi birlikte fiziki ve duygusal farkındalığı birbirine bağlarlar. Duygusal beyine sahip varlıkların ortak özelliği duygusallıktır. Hayvanlarında duyguları vardır. Aynı bizim yaptığımız gibi severler ve yavrularını beslerler. Heyecan duyarlar. Duygusal nedenlerle; korumak, öğretmek ve yönetmek için harekete geçerler. Sürüler halinde yaşamak bu beyni kullanmasın getirdiği bir eylemdir. •

Yüksek ses ve mimikler, anlamlı seslere dayalı olarak gelişen iletişim sistemi ile bağlantılıdır.

Ses tonlamalarına duyarlıdır. Ses tonlarını duygusal beynimizle dinler ve aralarındaki değişikleri anlamak için güçlü bir kapasite geliştiririz.


Takıma dayalıdır. Bir takım beynidir.

Hiyerarşi vardır.

Aynılık temeline dayalı “Aynılık-Tekrar” beynidir. Uzun dönemli, değişmeyen bir model oluşturmak için güçlü bir istek oluşturur. Alışkanlıkları, koşullamaları yaptırır. Buna ihtiyacım var mı? diye sormaz.

* “ Ya budur ya da diğeri “ merkezlidir. Duygusal beyin seçim yapma yeteneği konusunda sürüngen beyinden 20 kat daha fazla gelişmiştir. Ama iş karar vermeye geldiğinde sadece iki seçenek arasında kalır ve yeni seçenekleri algılayamaz. Seçenekleri çoğaltma kapasitesi gelişmemiştir.

Birleşik ve şimdiki zaman vardır. Zamanı birleşik ve tek zaman olarak algılar. Bedenimizin ihtiyaçları söz konusu olduğunda şimdiki zaman geçerlidir.

Bir şeye bakıldığında onun daha önce görüldüğü hissini verebilen birleşik anılar yaratır.

İşitsel, sese duyarlı , duyusaldır.

GÖRSEL BEYİN

Gelişen üçüncü beyin olan ve “Neokorteks” olarak da adlandırılan entelektüel korteks sistemi, beynin kafatası boşluğunun büyük bir alanını kaplar. Beynin ön lobları gelecek görüntüsü oluşturma yeteneğine sahiptir. Görsel beyin bir düşünceyi görsel olarak yapılandırma konusundaki inanılmaz becerisi sayesinde duygusal beyinden 1000 kat daha esnektir. 16 trilyon nöron bağlantısı vardır. Hem görüntü olarak hem de işlevleri açısından tanımlanması zor olan bu sistem, seçenekleri çoğaltmamızı sağlar, bizi görsel yansıtmalara ve görsel mantığa yönlendirir. Bu beyin 2-2.5 milyon yaşındadır ki arkeolojik zaman söz konusu olduğunda çok yeni olduğu söylenebilir. Görsel beyinin 16 trilyon nöron ağlantısı, görüntüleri oluşturma ve yeniden yapılandırma kapasitesini sağlar. Bizim için görsel tahminler de bulunur. Örneğin kendi bedenimizi ya da herhangi bir başka objeyi farklı açılardan gözümüzde canlandırabiliriz. Ayrıca kısa hareketler içeren görüntüler imgeleyebiliriz, filimler oluşturabiliriz. Zihnimizde canlandırdığımız hareketli hayal kareleri bizim dikkat kapasitemizi genişletmemize yardımcı olur. Görsel beyni zihnimizde görüntüler canlandırmak üzere etkili kullanmak önemlidir. Düşüncemizde etkin bir şekilde gözümüzün önüne getirebildiğimiz her şeyi kendimiz için gerçekleştirebiliriz ve ayrıca gerçekleştirirken de detaylandırabiliriz. Zihin, sistemin bütününü algıladığından gerçekleştirme kapasitesini artırır. Bu nedenle tasarlamak ve gözümüzde canlandırmak tahmin edilenden çok daha etkili bir süreçtir. İnsanı insan yapan görsel beyin sisteminin kullanılmasıdır. Her üç beynin bütününü oluşturduğu, tam bir sistem; doğru, dengeli ve tam kullanılan bir sistem oluşturursak ve pozitif duygulara

dayalı etkin görsel haritalar oluşturursak insanoğlunun sahip olduğu gerçek kapasiteyi harekete geçirmiş oluruz. Sistemin görsel bölümünün dikkat çekici özelliği sadece pozitif ile çalışıyor olmasıdır. Orada olmayanı göremiyoruz. Örneğin “ sütü dökme ! “ dendiğinde gözümüzde hangi görüntü oluşuyor? Bizim dünyamız pozitif, fiziki ve var olandır. Negatif ifadeler bu sistemde işlemez. Bu nedenle koçluk çalışmalarında pozitif ifadeler kullanılır. Bu üç farklı beyin sistemini daha derinden anladıkça bu görsel neo-kortikal kapasiteyi güçlü olumlu duyguları tanımlamak ve pekiştirmek için nasıl kullanacağımızı da keşfedebiliriz ve yüksek düzey motivasyon ve karar verme koçluğu yapabiliriz. Bu şaşırtıcı görsel mantıksal beynin gerçek çalışma şeklini öğrenmek koçluk çalışmaları için güçlü olanaklar sunar. Bu olanaklar, kişinin sınırlarını ve seçim yapma kısırlığının arkasında yatan eski inançlarının çok daha ötesindedir. Koçluk kaynak yaratacak seçimlerimizi

güçlendirmekle ilgilidir. Koçluk bu aşamada önemli bir araçtır; beyin sistemini bütün olarak ve dengede kullanma olanağı sağlar. Yani üç beynin hizalanmasını, sağ ve sol beynin dengesini sağlar. “Herhangi bir şey ne göründüğü gibidir, ne de başka bir şekildedir.” - Bir budist tapınağının duvarındaki duvar yazısı. “Varlığımız düşüncelerimizin sonucudur.”

- Buda.

Kaynak : MARILYN ATKINSON, PHD RAE T. CHOICE SEMAY YÜCEMÖZ Erickson Koçu semayyucemoz@hotmail.com



atleks

sizin eviniz, bizim işimiz... your house is our job... Merkez: Bedrettin Demirel Cad. No: 75 LEFKOŞA Şube: Önder AVM Eşref Bitlis Caddesi MAGOSA

228 88 42 444 33 23


İLGİNÇ GERÇEKLER

Medeniyetin Beşiği !!! Doğru mudur, yanlış mıdır bilinmez; ancak 1500’lü yıllar İngiltere’siyle ilgili hayli enteresan bilgiler ve bazı deyimlerin çıkış noktası... Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere’de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün, 1500’lerde İngiltere’de işler şöyle yapılıyordu:

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu.

Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce’deki ‘kedi-köpek yağıyor’ (It’s raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir...

Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini, topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. “Toprak kadar fakir” (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye

İnsanların çoğu Haziran’da evleniyordu. Çünki senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran’da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce’deki “banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın” (Don’t throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir. - 22 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu.

Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı ‘thresh hold’(saman tutan; Türkçesi “eşik”) idi.

ilave ediliyordu.

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler

Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. “Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük” (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine


Philadelphia’da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.

days old) tekerlemesinin menşei budur.

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında ‘tabak ağzı’ (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor, aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu.

bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da ‘ölü zilci’ (dead ringer) olurdu.

Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa’da lazımlıklar kapaklı ve porselenden yapılmış üzeri desenli kablardı. Lağızımlıkları sokaklara boşaltma âdeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14.Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü. 1600’lerde İstanbul’a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya’ya ki bir konağa gönderilmişti 19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim’e taşınmalarına izin verilmişti.

İlginç bir kaç bilgi daha:

Ortaçağ’da Avrupa’daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı. Kirlilik âdeti Amerika’ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ‘’banyo yapmayı yasaklayan’’ ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı.

Buna ‘uyanma’ nöbeti deniyordu.

İngiltere eski ve küçük bir yerdi,

insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir Kemik Evi’ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip EYLÜL 2010 - SAYI 2 - BİDERGİ - 23 -


YAZAN: MEHMET COŞKUNDENİZ

AŞK’a dair ne varsa… Dünyaya geldiğiniz andan beri size öğretilen, yaşamanız istenen hayatların içinde bocalayıp duruyorsunuz. Hiçbiriniz kendiniz değilsiniz...

Taklitçisiniz, oyuncusunuz, iyi rol kesiyorsunuz. Kendinize ait hiçbir şeyiniz yok. Aileniz, dostlarınız, sevgilileriniz hep üstlendiğiniz rollere göre değerlendiriyor sizi. Rolünü iyi oynuyorsan, onların gözünde bir numarasın... Kabullenmişsiniz böyle yaşamayı.

“Mutluyuz” diyorsunuz herkese ama değilsiniz aslında. İçinizde bir ses, gerçeği her dakika yüzünüze vuruyor, “Sen bu değilsin, sen istediğin hayatı yaşamıyorsun” diyor.

Gülüşleriniz sahte, aşklarınız sahte, gözyaşlarınız sahte, sevişmeleriniz bile sahte. Hiçbiriniz memnun değilsiniz yaşadığınız hayatlardan. Ama kolayınıza geliyor. Böyle yaşarsanız, her şeyin çok daha kolay, çok daha basit yürüyeceğini biliyorsunuz. Kimse üzülmeyecek, kimse kırılmayacak, böylece herkes memnun, mesut yaşayıp gidecek. Ya siz? Ya kendiniz? Sizin hayatınız?

Sorgulayın aşklarınızı. Sorgulayın sevişmelerinizi. Kimin bedeniyle giriyorsunuz yatağa? Kimin bedenleri birleşiyor? Size mi ait gerçekten? O zaman neden ruhlarınız doyuma ulaşmıyor? Neden ruhlarınız isyan ediyor?

Zaman öylesine hızlı akıp gidiyor ki...

Başkasının hayatlarını yaşayarak, taklit ederek tüketiyorsunuz yaşamlarınızı.

Gerçek mutluluğu bulmadan, ruhunuz doymadan bitecek hayatınız. Sahte aşklar cennetinin kahramanlarısınız hepiniz. Şikayet etmeye hakkınız var mı acaba? “Neden yalnızım?”, “Neden aşık olamıyorum?”, “Neden beni kimse anlamıyor?”,“Neden aldatılıyorum?”, “Hiç mutlu olamayacak mıyım?” diye sormaya hakkınız var mı? Kendiniz olmayı denediniz mi ki bu soruları sorabilesiniz? Aşk gerçektir. Sizin sandığınızdan çok daha gerçektir hem de. Kendiniz olmadan aşkı yaşayabilmeniz mümkün değil. Başka kimliklerle yaşadığınızın adı aşk olamaz. Bakın aynaya, yansıyan o suretteki kişi kim?

“Benim” diyebiliyorsanız, ne mutlu size. Siz olmaya devam edin. Her koşulda ve her zaman... “Bu da kim?” diyorsanız silkinin artık. Kendi hayatlarınıza sahip çıkın, bırakın taklitçiliği. Bir tek günü bile kendiniz olarak yaşadığınızda, bunun ne kadar vazgeçilmez bir şey olduğunu göreceksiniz...

Aşka en yakın olduğun zaman, kalbini birine koşulsuzca açtığın zamandır. Karşılık vermese bile, bir gün onun da sana aşık olabileceğini umarak sabırla beklediğin zamandır. Birlikte olabilme ihtimalin yoktur. Aşka kural işlemez ama bazen elin kolun bağlı kalır, sen çabalarsın o durur. Dursa bile, senin için hiçbir şey yapmasa

bile bıkmadan, usanmadan çabalamaya devam ettiğin zamandır.

Aşk, sen ona yeterince yakınlık gösterirsen seni içine alır, sarmalar. Sen ve aşk, tek vücut olursun, bir olursun, tepeden tırnağa aşk olursun. Bu bazen istenecek bir şey de değildir aslında. Beraberinde acı vardır, hüzün vardır, geçmeyen vakitler, bitmeyen karanlık geceler vardır. Ama olsun, aşk seninleyken, senden daha güçlü kimse yoktur. Bu yüzden bütün o acılar, hüzünler ancak aşkla dayanılır olur.

Sevme eylemi farklıdır aşktan, tanımadığına aşık olursun, tanıdıkça ya seversin, ya sevmezsin. Bir arada kavga etmeden duramayan çiftler görürsün bazen. Aralarında aşk vardır kuşkusuz, ama sevememişlerdir birbirlerini. Şarkıda söyleneni başaramamışlardır. “Hayatta en zor olan bir insanı tanımak, kabul etmek huylarını değişmeden bir olmak” diyememişlerdir. Sürünüp giden bir aşktır o. Sevgiyle beslenmediği için bir süre sonra bitecektir. Herkes ruh eşini arıyor ve bulamamaktan yakınıyor. Senin gibi olan binlercesi var. Sen bulamıyorsun, onlar bulamıyor. Sen, “Bu dünyada beni anlayacak kimse yok” diyorsun, bunu başkaları da söylüyor. Öyleyse sen de kimsenin ruh eşi değilsin. Olsaydın bulurlardı seni değil mi? Tabii öyle hazır beklersen ne sen birini bulabilirsin ne de biri seni. Birlikte olgunlaşmaya ne oldu? Birlikte birbirinizin ruh eşi olmaya çaba göstermeye ne oldu? Tembelleştik değil mi hepimiz?

İlk aşkta yaşadığımız travmalar, daha sonra yaşadığımız aşkların bir yerinde mutlaka gösteriyor kendini. Ya güvensiz oluyoruz ya da canımız acır diye kendimizi aşka rahatça bırakamıyoruz. Ama bu bir süre sonra kısır döngüye dönüşüyor. Biz kimseye güvenmediğimiz için kimse de bize güvenmiyor. Biz kendimizi aşka rahatça bırakmadığımız için kimse de bize kendisini salıvermiyor. Sonra gelsin mutsuzluk, gelsin yalnızlık. * * * * *

Kendimizi yeterince tanıyamadığımız için aşkta başarısız oluyoruz. İlişkilerimiz yarım yamalak. Karşımızdaki insanı sürekli şaşırtıyoruz, kontrpiyede bırakıyoruz. Değişken kişiliklerimiz bizi mutlu etmek isteyen o insanın önüne aşılması mümkün olmayan duvarlar örüyor. Ve o insan, ‘o duvarlara çarpa çarpa nasır tutuyor...” Tam sen olgunlaştığında artık o katılaşıyor ve maalesef içindeki aşkı tüketmiş oluyor. Kendimizi tanımamız mümkün ama bunda da yine tembelliğin etkisi var. “Beni seven böyle sevsin...” Sevsin de sen ‘öyle’ bile değilsin, sürekli değişiyorsun... Mehmet Çoşkundeniz

- 24 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2





YAZAN: OKAN AKSU

DUYGUSAL

TACİZ

C

insel taciz birçok insan için üzücü ve uzak bir kavram olabilir. Ancak tacizinde kendi içerisinde bazı boyutları vardır. Öyle ki, tek bir tacizden bahsetmek çok zaman mümkün değildir. Tacizin birkaç yönü ve birkaç farklı türü vardır. Taciz temel olarak toplumun koyduğu kuralları yıkmak gibi barbarca bir zevkin üzerine kurulur. Taciz eden kişi için önemli olan şey çoğu zaman kurbanına ulaşmak veya ondan faydalanmak değil, tam tersine toplumun koyduğu kural ve tabuları kişisel gücü ile yıkabilmektir. Bu kişiler için önemli olan şey aslında toplun kurallarını yıkmanın verdiği “zevk” ve “kazanma” duygusudur. Ve bu yüzden cinsel hayatının bir bölümünde cinsel taciz veya tecavüz geçmişi olan herkesin bu suçu yeniden işlemesinin daha kolay olabileceği söylenebilir. Ancak bir başka türlü taciz daha vardır ki, o sanırım fiziksel veya cinsel tacizden çok daha fazla tehlikeli ve karmaşıktır: duygusal taciz! Duygusal taciz sinsi soğuk dediğimiz durum gibi çalışmakta ve çoğu zaman etkileri bakımından ancak “donduktan sonra” ne olduğunu anlayabildiğimiz bir durumdur. Duygusal taciz temel olarak ancak gerçekten sevdiğiniz ve aşık olduğunuz insanlar tarafından yapılabilmektedir. Kurbanın kendisine bağlanması gerektiğini düşünen bu kişiler sizi kendisine aşık etmek için ellerinden gelen her şeyi yapabilirler. İlişkinin aşk boyutunda tacizci sizin zayıf noktalarınızı teker teker tespit eder. Hoşlandığınız ve hoşlanmadığınız şeyleri yavaş yavaş anlamaya başlayınca bunları birer silah olarak kullanmaya başlar. Öyle ki bir süre sonra kullanmaya başladığı silahların altında ezilir ve kendinizi ve onu mutlu etmek için sürekli olarak bir şeyler yaparsınız. Ve onu asla - 28 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

Taciz eden kişi için önemli olan şey çoğu zaman kurbanına ulaşmak veya ondan faydalanmak değil, tam tersine toplumun koyduğu kural ve tabuları kişisel gücü ile yıkabilmektir.

memnun edemezsiniz. Ve bir süre sonra kendinizde bir sorun olduğuna inanmaya başlarsınız. Şöyle düşünürüsünüz: ‘Evet, ben yeteri kadar iyi değilim...’Ancak tüm bunlar olup biterken işin en önemli noktası siz sıkı giyindiğinizi ve hiç üşümediğinizi sanırsınız. Aslında soğuk gizli gizli içinize işliyordur ve siz donmaya çoktan başlamışsınızdır bile.

Aşağılama, yok sayma ve can yakma mekanizması olduğunu düşünecek olursak kurban er ya da geç gerçeklerle yüzleştirilmelidir. Yoksa tacizde bulunan kişi asla ve asla amacına ulaşamaz. Bunun için genelde kullanılan yöntemler iki türlüdür: ya terk etmek ya da aldatmak. Siz sonuçla yüz yüze geldiğinizde yani durumun kötü yüzünü gördüğünüzde, kullanıldığınızı anladığınızda durumu değiştirmek için mantıklı nedenler aramaya başlarsınız. Ama kurtarılabilecek bir şey yoktur ve kalmamıştır. Öyle ki sizin aslında kurtarmaya çalıştığınız şey ilişkinin kendisi değildir: kendi onurunuzdur! Bu tür insanlar öncelikle kendilerine pek fazla güveni olamayan ve hayat sahnesini güvensiz bir yer olarak gören ve algılayan kişilerdir. Kendi ezilmişlikleri ve ulaşamadıkları tutkuları yüzünden küçük dünyalarına sıkışmış ve bu sıkışmayı bile bir çeşit kendilerine bahşedilmiş lütuf sayan insanlardır.. Yani ilişki boyunca onların etrafında olup onların sorunlarını çekmek gibi bir göreviniz vardır. Aynı zamanda ikinci bir göreviniz ise sürekli olarak onun yanında bir tuvalet kağıdı gibi onun taciz ve sıkıntılarını çekmektir. Seçtikleri kurbanla olan ilişkileri iki boyutludur: aşık edene kadar baş döndürme ve aşık ettikten sonra kullanma ve taciz etme. İkinci dönemde bahsedilen tacizin nedenlerinden biri ise değersiz oldukları gerçeği ile yüzleşemedikleridir. Aynı zamanda birçok gay erkekte kendilerini “erkek hissetmek” gibi bir takıntı söz konusudur. Bu tür insanlar için peşlerinden birçok “pasif gayin koşması” ve “paylaşılamayan insan” olmak veya “herkesle yatan” biri olmak onların sadece beyinlerinin derinliklerinde ezilmiş olan erkek kimliklerini güçlendirmek için giriştikleri çabalardır. Tüm yaşadıklarınız ile bir süre sonra kendinizde değişmeye başlarsınız. Onun mantıksız hal ve tavırlarını sürekli olarak mantıklandırma çabasında olduğunuz için bir süre sonra siz de kendi dengenizi yitirirsiniz. Onun verdiği anormal mesajlar yüzünden kendinize olan güveniniz azalır ve bir süre sonra kendinizden tiksinirsiniz. Hayatınızın yönetimi sizin elinizden başkasına geçer ve siz sinsi bir

soğuk içerisinde donmaya başlarsınız…

Ve yapılan her şeyin üzerine size karşı tacizde bulunan kişi aslında hiçbir mantıklı açıklama yapamaz. Sorulardan kaçar ve genelde siz soru sorduğunuzda neşeli tavırları ile dikkat çeker. Hayatınız bir süre mahvolmaya başladığında ve siz bir uyuşturucu bağımlısı gibi bu ilişki içerisinde aslında mutluluk arayan biri olarak acı çekmeye başladığınızda bu kişi hayatına daha çok girer. Ve bir gün onun yaptıkları yüzünden çok güçsüz olduğunuz bir anda o her şeyi bitirir ve sizi terk eder. Ancak bu terk etme davranışı çok uzun sürmez. Bir süre sonra size geri dönerek “En azından arkadaş kalmak” istediğini söyler. Ama asıl amacı burada arkadaş kalmak değildir. Kendi eserini sizin ne kadar acı çektiğinizi görmektir. Sadist insanlar için en kötü kurban korkusuz olan ve çektiği acılara rağmen güçlü durabilen kurbandır. Öyle ki, sadist insanlar kurbanlarının yüzündeki o çaresizlik ifadesini görmeden tatmin olmazlar. Bu tür insanların yaptığı şey de aslında biraz buna benzemektedir. Size duygusal anlamda tacizde bulunan kişinin görmeyi isteyebileceği en son şey sizin güçlü ve mutlu olmanızdır. Böyle bir durumda tacizciye karşı alınabilecek en iyi önlem onu aslında sizin bir tuzağa düşürdüğünü göstermek ve ona yenilmeyecek kadar güçlü olduğunuzu hissettirmenizdir. Sinsi soğuk bu şekilde son bulacaktır…


Efe’lendik

Ege güneşiyle olgunlaşan taze yaş üzümlerden üretilen Efe Yaş Üzüm Rakısı farklı damak zevklerine hitap eden tadıyla rakı tutkunları için vazgeçilmez bir lezzet olmaya devam ediyor. Sektörde bir ilki gerçekleştirerek kendi kategorisini yaratmayı başaran ve San Francisco İçki Yarışması’nda “Double Gold Medal” (çift altın madalya ödülü) alan Efe Yaş Üzüm Rakısı farklı tatları denemeyi sevenler için üretildi. Kıbrıs’ta Cipro Ltd. tarafından pazara sunulan Efe Rakı, geçtiğimiz aylarda, Alsancak’ta “Efe Yaş Üzüm Partisi” adı altından muhteşem bir etkinlik düzenledi. Türkiye’nin en güçlü bayan sesleri arasında gösterilen Kıbrıs asıllı Işın Karaca, Efe Yaş Üzüm Partisi’nde muhteşem yorumuyla artık klasikleşmiş olan Arabesk şarkılara yeniden hayat verdi. Selami Şahin, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay gibi alanlarında kendilerini kanıtlamış sanatçıların seslendirdiği veya bestelediği şarkıları yeniden yorumlayan sanatçı, özellikle “Tanrım beni baştan yarat”, “Yalan”, “Mavi Mavi” gibi unutulmaz şarkıları konuklarıyla birlikte seslendirdi.

Kemal Aşık Cad. No: 60 Terminal Karşısı

- LEFKOŞA Tel: 0 392 228 60 56





Son Trend

İçinde bir dolu sürpriz; yaratıcılık ve işlevsellik taşıyabilen Zip-it okul serisi, basit bir fermuarı kalem, makas, silgi, hesap makinesi ve diğer ders malzemelerini alan bir keseye dönüştürüyor. Her yaştan öğrenciler, Zip-it cüzdan ve Orijinal Seri çantaların yenilikçiliğini sürdüren Zip-it kalem kutularına bayılıyor. Göz alıcı fosforlu tepsilerde sergilenen ve Zip-it’in Okul Serisinin ürünleri olan bu uzun ve renkli fermuarlar, öğrencileri bir fermuar çekerek kendi benzersiz kalem kutularını yapmaya teşvik ediyor.


MODA DÜNYASI

Satışları Düşen H&M, 180 Yeni Mağaza İle

Atağa Kalkıyor

Alex Akimoğlu

Türkiye’ye gelişi yılan hikâyesine dönen ve sonunda eylül ayında İstanbul’da ilk mağaza açılışının yapılacağı açıklanan dev fast-fashion mağazalar zinciri H&M yılın ikinci çeyreğinde düşüş yaşadı. dünyanın en büyük moda devlerinden biri olma konumunu koruyor.

180 yeni mağaza açacak

Temmuz-Aralık 2010’u içeren altı aylık dilimde 180 yeni mağaza açılışı öngören moda devi, buna karşılık 14 mağazasını kapatacak. Markanın satış grafiğinde başı çeken Almanya dışında İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika, Çin ve nihayet Türkiye’de mağazalar açacak.

Moda dünyasına birkaç yıl Türkiye’ye gelmesi yıllardan beri yılan hikâyesine dönen dev mağazalar zinciri, önce giren ‘fast-fashion’ olgusunun sonunda distribütör olmadan kendi operasyonu liderlerinden İsveç markası H&M ile gelme kararını açıkladı. İstanbul’daki her AVM açılışı öncesinde ‘geliyor’ söylentileri (Hennes&Mauritz) 2010 yılının çıkan H&M’nin ilk mağazasını görmeden ikinci trimester’inde dünyadaki inanmayacağım! Daha önceleri Cevahir, Kanyon, İstinye global satışlarında düşüş kaydetti. Park gibi AVM’lere geleceği dedikoduları Yılbaşından bu yana dünyanın yayılan ve en son İstiklal Caddesi’ndeki Han’da açılacağına kesin gözle bakılan çeşitli ülkelerinde 86 yeni mağaza Anadolu H&M’nin eylül ayında açılacak olan Saphire’de açılışı yapan, aralık, ocak ve şubat yer alacağı söylentileri önem kazanmıştı. aylarında yüzde 9 oranında artış Ünlüler özel koleksiyon kaydederek sevinen moda devinin hazırladı... düşüşe geçmesi endişe yarattı. Güncel trendlerden esinlenen, mağazalarını

H&M’den yapılan açıklamaya göre, AB ülkelerinde 30 Haziran’a çekilen indirim günlerine, öngörülenin üstünde kalan stokla gidiliyor. Ancak H&M sözcüleri, Avrupa’da havaların geç ısınmasının bu düşüşe neden olduğunu ileri sürdüler. Yılın ilk üç aylık diliminde yüzde 32 oranındaki artışla (1.25 milyar euro) H&M - 34 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

devamlı yeni ürünlerle besleyen ve ucuz olma kriterini ön planda tutan H&M, Zara ve Mango gibi mağazalar zincirleri ile birlikte fast-fashion sektörünün önemli aktörlerinden biri olarak tüm dünyada tanınıyor. Birkaç yıldan beri ünlülerle işbirliği yapmasıyla dikkat çeken dev İsveç markası, H&M by Madonna koleksiyonu ile rekor kırmış ve 1 günde tüm ürünler tükenmişti. Kylie Minogue, Karl Lagerfeld, Stella McCartney, Matthew Williamsone, Sonia Rykiel gibi tasarımcı ve sanatçılar dev markaya özel koleksiyonlar tasarlayan isimler arasında yer alıyor. H&M’nin hikâyesi 1940 yılında başlıyor. Erling Persson, ABD’ye yaptığı geziden İsveç’e döndüğünde ‘kaliteli ama fiyatta rekabet tanımayacak ucuzlukta’ bir koleksiyon yaratmaya karar verir. 1947 yılında Vosteras kentinde İsveççe ‘kadınlar için’ anlamına gelen Hennes mağazasını açar. Mauritz Widforss, Erling’in projesine inanır ve 1968 yılında H&M adı altında bu kez erkek ürünlerinin de yer aldığı mağaza açılır. 1990 yılında şirketin başına geçen oğul Stefan Persson markayı bugünlere getirir. Anlatmayı sevdiğim tarzda bir başarı öyküsü.



İTALYA

Ölümsüz şehir Roma, engebeli bir bölgede bulunan 7 tepe üzerine bulunmaktadır. Bal-renkli çeşmelerin şehri, Augustus tarafından yaratılan mermerler şehri, efsanelere göre M.Ö. 753 yılında Romulus (Romolo) tarafından kurulmuş. Tiber (tevere) Irmağı üzerinde Tiren Denizi’ne yaklaşık 25 km uzaklıkta bulunan Roma, hiç şüphesiz, dünyanın hakkında en fazla yazılar yazılan, resimlerle güzellikleri sergilenen ve en fazla övülen şehirlerinden bir tanesidir. Onun hakkında daha fazla şeyler söylemek veya cazibesini özetlemeye çalışmak çok kolay bir iş değildir.

Roma, 1870 yılından beri İtalyan Cumhuriyeti’nin başkenti ve Papalığın ikamet yeridir. Kendisine önemli mimari özellikler sağlayan sayısız anıtları, gözalıcı seması ve mükemmel konumu açısından karşılaştırılamayacak güzellikteki Roma, büyük modern bir metropolitan şehir izlenimi vermektedir. Batı uygarlığının beşiği ve Katolik dininin kalbi olan Roma, bugün İtalya’nın siyasi, idari ve kültürel hayatının da merkezidir. - 36 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2


Tipik özelliklerini gösteren en önemli noktaları; Piazza del Campidoglio, Via dei Fori Imperiali, San Pietro Meydanı, Pincio, Villa Borghese, Gianicolo Tepesi ve antik Appia karayoludur.

Üzerine kurulduğu toprak parçasının doğası, onun yavaş bir şekilde batmasına ve onu çevreleyen suyun da seviyesinin yükselmesine sebep olmaktadır. Birçok ölçümler yapılmakta ve şehrin kurtarılması için gerekli olan projeler ve araştırmalar yapılmaya devam edilmektedir.

rüyasında mükemmel içerisindedirler.

En iyi mevsimler İlkbahar ve Sonbahardır. Lido’daki Film festivalleri, Büyük kanaldaki Tarihi Kraliyet Regattası, vb. ile Venedik’de “mevsim” yazındır. Her iki yılda bir (çiftli yıllar), Haziran - Ekim ayları arasında dünyanın en ünlü sanatçılarının çalışmaları, Giardini Pavilion’daki Sanat Bienalinde ziyaretçileri ile buluşmaktadır.

La Serenissima (huzur dolu) deniz ve gökyüzü arasında topografik bakımdan Ziyaretçiler için çok farklı bir dünyada eşi ve benzeri bulunmayan, yarım ay şeklindeki ‘Laguna’’sında özelliği vardır Venedik’in: Olağanüstü bulunan 118 ada, 180 kanal ve 400 heyecen verici gondol gezintisi başka hiç bir şehirde yoktur. Burası, küçük köprüden oluşan büyüleyici şehir. Şaşılacak kadar olağanüstü sokaklardan ve 180 adet minik kamburgüzellikteki bu şehir bir zamanlar sırtlı köprülerden oluşan bir labirent Adriyatik’in Prensesi olarak olduğundan arzu edenler elbette adlandırılmaktaydı. Doğu mimarisinin yürüyerek de gezinti yapabilir. Burası harikulade mücevheri olan Venedik’in alışveriş ve fotoğraf çekme meraklıları inanılmaz sayıdaki kiliseleri ve tarihi için cennettir (deri eşyalar, cam ve sarayları, mermerin fantaziye benzer kristaller ve sayısız hediyelik eşyalar). bir

uyum

Çok sıkça, geçmişin canlı müzesi olarak tasvir edilen Venedik, onu tanıyanların romantik yanını ortaya çıkarmaktadır. Bugün, sahip olduğu istisnai konumu ile Venedik, kendi varlığına bir tehdit oluşturmaktadır.

EYLÜL 2010 - SAYI 2 - BİDERGİ - 37 -




Filmin Künyesi INCEPTION / BAŞLANGIÇ

Yönetmen-Senaryo: Christopher Nolan Müzik: Hans Zimmer Kurgu: Lee Smith Görüntü: Wally Pfister Oyuncular: Leonardo DiCaprio (Cobb), Marion Cotillard (Mal), Ken Watanabe (Saito), Cillian Murphy (Robert Fischer, Jr), Joseph Gordon-Levitt (Arthur), Ellen Page (Ariadne), Tom Hardy (Eames), Dileep Rao (Yusuf), Tom Berenger (Browning), Pete Postlethwaite (Maurice Fischer), Michael Caine (Miles) Yapım: Warner Bros (2010)

Son dönemlerin yaratıcı yönetmenlerinden İngiliz yönetmen Christopher Nolan, Wachowski kardeşlerin “Matrix” serisinden ilham almış gibi görünen “Başlangıç”ı, aksiyon ve şiddet yüklü bir rüya-film.

Filmin Özeti

1970’te Londra’da doğan son dönemlerin heyecan verici yaratıcı yönetmenlerinden Christopher Nolan, “Inception - Başlangıç” filmi, orijinal adı “Hatıra” olan 2000 yapımı “Memento - Akıl Defteri” gibi anlatım kurgusu heyecan veriyor. Elbette Wachowski kardeşlerin “Matrix” seriyalinden ilhamlar var. “Matrix”, bir bilimkurguydu. “Başlangıç” filmi bir bilimkurgu değil. Elbette “fütüristik” yönleri var. Nolan’ın filmine “Matrix”ten esinlenme diyerek Nolan’ın yaratıcılığını azaltmamalı. Gerçekten Nolan’ın bu filminden daha çok sinemasal tat aldık “Matrix”e göre. Elbette “Matrix”in de hakkını teslim etmek gerek. “Matrix”, sinema tarihine kaldı, öncelikle serinin ilk filmi. Wachowskilerin “Matrix”inde gerçeklik kasvetli bir karanlık dünyaydı. Gerçeklik gerçekdışı yansıyordu. Sanal dünyaysa bildiğimiz dünya gibiydi. Nolan’ın filmindeyse gerçek ve sanal dünya aynı. Bu iki filmin ortak noktası, aynı rüyanın içerisinde ekiplerin aynı anda bulunması. Nolan’ın filminde heyecan verici şeyse, rüyalardan dönüşte Edith Piaf ’ın “Non, Je Ne Regrette Rien” (Hayır, Hiç Pişman Değilim) şarkısı duyuluyordu. Nolan, Dominic “Dom” Cobb’ın eşi Mal’ı oynayan Marion Cotillard’a selâm gönderiyor. Cotillard, 2007 yapımı “La Môme - Kaldırım Serçesi”nde Edith Piaf ’ın hayatını canlandırdı ve “En İyi Kadın Oyuncu” dalında Oscar kazandı. Derin suçluluk duygusu… Film, Japon kıyılarında açılıyor. Sahilde Cobb’u baygın buluyor ve Cobb, yaşlı bir japonun yanına götürülüyor. Hikâye geriye döndüğünde her şey bir kaos içerisinde. Cobb, karısı Mal’ın ölümüyle derin bir suçluluk duygusu yaşıyor. Cobb, fikirlerin bir virüs gibi insanın zihnine girip derin takıntılar yarattığını düşünüyor. Karısı Mal’ın da zihnine fikir sokmuş Cobb. Mal rüyanın içerisinde intihar etmiş ve şimde “Araf ”tadır Mal. Cobb, Mal’ı rüyada öldürürse suçluluk duygusundan kurtulabilir mi? Belki de. Cobb, gerçeklikte hiçbir zaman ulaşamayacağı çocuklarına ulaşmak için de büyük bir savaşım veriyor. Çocuklarını, kendisine hep sırtı dönük görüyor Cobb. Babası Miles’tan yardım bulan Cobb, ekibine genç üniversite öğrencisi Ariadne’i katıyor. Öncesinde Japon Saito, Cobb’a bir öneride bulunuyor. Dünyanın kullandığı enerjiyi ele geçirip tekel olmak isteyen Fischer ailesine karşı rüyada küçük bir savaş yapmayı öneriyor. Karşılığındaysa Cobb’a gerçekliğe döndürecek Saito. Ölüm döşeğindeki Maurice Fischer, ölürken kasanın şifresini oğlu Robert’a vermiştir umuduyla ekip oğul Robert’a rüyanın içerisine alıyor ve macera nefes kesici görüntülerle perdeye yansıyor. Evet. Nolan’ın bu filmi “Matrix”ten ilham almış. Düşünerek sonunda Nolan’ın asıl ve derin ilhamını bulduk. Alejandro Amanebar’ın 1997 yapımı “Abre los Ojos - Aç Gözünü” filmi, Nolan’ın “Başlangıç” filmiyle neredeyse aynı ruhu taşıyor. Nolan, Amanebar filmlerinin tutkunu. Nolan’ın filminde Paris anları da muhteşem bir estetikle yansıyor. Nolan’ın filminin finali, Amanebar’ın filminin finali gibi insanı boşlukta bırakıyor. “Başlangıç”, yıllar geçtikçe değeri çoğalacak filmlere benziyor.

- 40 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2



YAZAN: Ayşegül TUNÇER KANLITUNA

GEÇ KALAN ŞAFAK NÖBETİ

Güzel Kıbrıs’ımın güzel halkı, 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın 36’ncı yıl dönümünü Yavuz Çıkarma Plajı’nda “Şafak Nöbeti” ile karşıladı. Yıllar sonra yapılan etkinlik belki geç kalındığından birçok kişinin ve Rum basınınında tepkisini üzerinde topladı. Yinede söylemeden geçmeyelim geceye katılanlar, etkinliğe karşı olan halk ve Rum basınındakilerden sayıca kat be kat fazlaydı. Ne siyaset vardı gecede nede maddi bir çıkar, sadece bir bayramın kutlanması gibi bir kutlamaydı bizimkisi. 19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan gece saat 24:00’te Yavuz Çıkarma Plajı’nda başlayan sessiz çoşkumuz adaya barış, Kıbrıs Türkü’ne ise özgürlük getiren Mehmetçik’in adaya ayak bastığı noktada sabahın ilk ışıklarına dek nöbetle son buldu. İlk kez düzenlenen “Şafak Nöbeti” , Dış Basın Birliği öncülüğünde yaklaşık 140 sivil toplum örgütünün katılımıyla gerçekleşti. Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Maliye Bakanı Ersin Tatar, Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Zorlu Töre, Demokrat Parti Genel Başkanı Serdar Denktaş ve Dış Basın Birliği Başkanı Fevzi Tanpınar etkinliğe katılarak bu güzel güne daha da anlam kattılar. (1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na, adaya ilk çıkan Amfibi Alayın bir mensubu olarak katılan ve Kıdemli Binbaşı rütbesiyle emekli olduktan sonra gazeteciliğe başlayan sevgili hocam değerli insan)Dış Basın Birliği As Başkanı Mesut Günsev’in sahneye “1974’te Barış Harekatı’na katılan şerefli askerlerimizin, gazi ve şehitlerimizin manevi olarak en büyük desteği” diyerek çağırdığı Yasemin Esmer’in - 42 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

seslendirdiği “Girne’den Yol Bağladık Anadolu’ya” isimli şarkısıyla o yıllara ait anısı olanlara ve konuklara duygulu anlar yaşadı. Gecede, Kıbrıs’ın ilk ve tek Neyzen Sanatçısı Volkan El ile Gitarist Seza Başaran da birlikte konser verdi. Sanat yaşamının 40. yılını Kıbrıs halkının bu güzel günüyle birleştiren Bülent Ortaçgil’in şarkıları kah ağlattı kah hüzünlendirdi. Daha sonra ellerinde meşalelerle konser alanından plaja yürüyen halk sahildeki kamp ateşleri eşliğinde bekleyişe geçti. Bu bekleyiş; Türk askerini uzun bir süre adaya gelerek kendini kurtarmasını isteyen Kıbrıs Türkü’nün sessiz bekleyişini sembolize etti. Yaklaşık 1 saatlik aradan sonra YDÜ, GAÜ ve Yatçılar Federasyonu’na ait yatlar kıyıya yanaşarak fenerlerini yaktı, siren çaldı, ardından da havaya geceyi adeta gündüze çeviren havai fişekler atıldı. Daha sonra 1974 savaşında mücadele vermiş ve adamızda yaşayan gazi Mehmetcikler, gemilerle gelerek sahilde bekleyen Mücahit gazileriyle kucaklaştı ve beyaz güvercinler uçuruldu. Etkinlik, Din İşleri Başkanı Yusuf Suiçmez’in saat 04:30’da sabah ezanı ve şehitlerin ruhları için dua okumasıyla sona erdi. Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ; “27 yaşında devletimiz vardır, buna el uzatanlar, bu yoktur diye barış yapacak olanlar varsa Allah kahretsin. Devletten vazgeçmeden barış

istiyoruz. Barışın kalıcı olmasını istiyoruz” diye konuştu. 20 Temmuz’un Kıbrıs Türkü’nün “doğum günü” olduğunu belirterek, Mutlu Barış Harekatı’nın olmaması durumunda Kıbrıs Türkü’nün kaderinin; Muratağa ve Sandallar’da olduğu gibi toplu mezarlara gömülmek ya da ülkeden göç etmek olacağını vurgulayan Denktaş, Ecevit Hükümeti’nin kararı, Türk Milleti’nin duası ve şehitlerin kanıyla, Kıbrıs Türk halkının, Rumlar tarafından alnına yazılan bu kaderden kurtulduğunu ifade etti. “Bugün varız var olacağız ancak bilelim ki bugün gösterdiğiniz bu heyecan, bu birlik ve beraberlik bu inanç devam etmezse Rum pusudadır. Rum’u 47 yıldır destekleyenler, utanmadan destekleyenler hala desteğe devam etmektedir. Bunları bozmazsanız, devletinizden vazgeçmem diyerek direneceğinizi tüm dünya ve Anavatan’a duyurmazsanız, devletimizden vazgeçebilirsiniz diyenlerle beraber para ve pul için sahte bir barış için eğer yine önümüze konacak bir kağıt parçasına koşarak “evet” derseniz biliniz ki kaderimiz bellidir.” dedi. Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Zorlu Töre ise, 1878-1974 yılları arasında Kıbrıs Türkü’nün gözünün hep kuzeyde, Türkiye’de olduğuna işaret ederek, 20 Temmuz Mutlu Barış Harekatı ile Mehmetçik ve Mücahitler’in adaya can ve kan verdiğini, barış ve huzur getirdiklerini vurguladı. “Allah bizi bir kez daha Anavatan’la ayırmasın, yetim, devletsiz bırakmasın. Bu toprakları yeniden vatan yapmak zorunda bırakmasın” diyen Töre’nin sözlerine kalabalık “Amin” diyerek karşılık verdi.


Kıbrıs Barış Harekatı gazilerinden Emekli Albay Orhan Ceylan da yaptığı konuşmada, harekatla ilgili anılarını anlatarak, Kıbrıs Türkü’nün 1963 - 1974 yılları arasında yaşadıklarını bilen bir kişi olarak, bugün ülkenin içinde bulunduğu refah ve huzur ortamını görmekten büyük mutluluk duyduğunu dile getirdi. Dış Basın Birliği Başkanı Fevzi Tanpınar ise açılış konuşmasında, Kıbrıs Türk halkının 1963-1974 yılları arasında hep bir bekleyiş içinde olduğunu kaydederek, bu yıl ilk kez düzenlenen ve geleneksel hale getirmeyi planladıkları “Şafak Nöbeti” etkinliğinin tüm dünyaya Kıbrıs Türk halkının özgür ve onurlu duruşunu bir kez daha gösterdiğini belirtti. Tanpınar; “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bu nöbetin tutulmasıyla bir tarih yazıldığını” da ifade ederek, “Evet, hem tarih yazdık hem de tarihe tanıklık ettik” dedi. Taner Gönül; İlk yola çıkışımızda kimisi “tiyatro” dedi, kimisi “bu iş tutmaz” dedi, kimisi “kendi kendinize nöbet tutarsınız “ dedi. Ama son sözü halk söyledi.. BİNLERCE KİŞİ ŞAFAK’TA NÖBET BEKLEDİ... Bu kutlu nöbette sabaha kadar omuz omuza şafağı bekleyen tüm “şafak nöbetçilerine “ teşekkürler... Eray Gündoğmuş; Kıbrıs’ta yapılan en anlamlı hareketti ...O geceki atmosferi yaşamayanlar yine ne demek istediğinizi anlamayacaklar... emeği geçenlere teşekkürler… Ayşegül Kanlıtuna; Büyük puntolarla yazılamayacak kadar küçüktü adımlarımız, ama içimizdeki “türk” yüzyıllardır adını heybetli ve altın harflerle yazdırmıştı tarihe. Çıkartma plajı 36 yıl sonra Mehmetçiğin uğruna can verdiği halka ev sahipliği yaptı. Escape bu sefer eğlenmeye gelen yerli, yabancı

turist ve halkın kahkaha sesleriyle değil şehitlerimize okunan dualara “amin” sesleriyle çınladı. Ellerimiz tutuşturulan meşaleler geçmişi hatırlatacak kadar harlı geleceğe ışık tutacak kadar aydınlıktı. Binlerce insan her yıl kutlanan şenliklerde olduğu gibi olağan tanıdık bir mekanda toplanırcasına akın akın oradaydı. Sanki akılları ve ruhları oradaymış gibi, sanki her sene bugünde toplanırmış gibi alışıldıktı yaşananlar. Kıbrıs’ın bembeyaz yasemin çiçekleri kadar güzel Yasemin Esmer’in sesi ile çoştu içimizdeki türk. Bülent Ortaçgil’in haylaz şarkıları ile güldük, düşündük. Bir oyunun içerisinde su olduk ateş olduk yine de oynadık durduk. Çıkartma Plajı’nda sessizliğe gömüldük. Havayi fişeklerin sesleri bozdu bekleyişimizi. Renkgarenk ışıkların altında eğlenmedik eğlenemedik, gecenin manevi yanı bir çoğumuz için havayi fişeklerin patlama seslerini; ard arda ve arada büyük patlamalarla kulaklarımızda o gecenin; 36 yıl önceki 20 Temmuz’un sesleri gibi duyduk, durulduk. Mehmetçik kanını akıtmıştı bir kere oluk oluk yavru vatana, toprakta kızıldı, kanda, güneşte kızıldı, ateşte. Bu gece ilk defa hayata merhaba diyen Şafak Nöbetçileri gözlerinde bir damla umutla uykunun sıcaklığını aramadan tıpkı Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’ndaki Anzak Koyu’nda düzenlenen Şafak Ayini’nde olduğu gibi bizim için kanını feda etmiş Mehmetçiklerimiz için uyumadık, sabahladık, bekledik, üşümedik, ayaklarımızdaki ağrıyı hissetmedik. Ne garip bir tezattır ki tüm dünyada resmi bir anma töreni olan ve 8 bine yakın Avustralya ve Yeni Zelanda’lı turistin Türkiye’ye gelmesini sağlayan etkinliği bir benzeri ülkemizde gereksiz bir etkinlik olarak görüldü. Yinede cevabı sessizliğimizle verdiğimizin inancındayım. EYLÜL 2010 - SAYI 2 - BİDERGİ - 43 -


TABUR GARAJ 15 Yıllık Tecrübemİz İle İddİa Ediyoruz; Memnun Edemeyeceğimiz Müşterİ Yoktur.

Orjinal Mercedes Aksesuarları Fırın Boya Comport Polish

TABUR GARAJ

0 542 852 88 04 - 0 533 869 88 04

Dr. Fazıl Küçük Bulvarı no: 11 Taşkınköy (Ektam Yanı) LEFKOŞA Tel: 0 392 22 74 115


)

1001

Çeşit Mağazaları

365 gün değil her gün İNDİRİM!!!

BAYKAL,MAĞUSA. Tel :366 96 01 - 7 / ATATÜRK SOK., GİRNE. Tel: 815 53 71 - 173 / HÜRRİYET CAD., GİRNE. Tel: 816 08 63-72-76 ARASTA,LEFKOŞA Tel:227 25 64 / 15. ATATÜRK CAD. LEFKOŞA Tel 22 75 765 - ERCAN HAVAALANI Tel: 23 24 270


DERLEYEN : AYŞEGÜL TUNCER KANLITUNA

Kim Bu Terzi Yamağı ?

Yıllardır ünlü, ünsüz, siyasi yada halktan birçok insanın hayatında Terzi Yamağı ama özde Barbaros Şansal olarak radikalliği, hayata bakış açısı ile farkını ortaya koymuş bir adam. - 46 -

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

Kıbrıs’a geleceğini öğrendiğimde elim ayağıma dolandı desem yeriydi. Düşünün bir; Yıldırım Mayruk ve Barbaros Şansal. Bırakın Kıbrıs’ı Türkiye’yi, dünyada isimlerini duyurmuş ve büyük başarılara imza atmış insanların değil yakınına, bulunduğu ortama bile yaklaştırılmazsınız. Girne Merit Crystal Cove & Casino’nun kapısından içeri girdiğimde hala ben bile inanmıyordum. Ama Lobide bekliyordu. Kıbrıs’ın magazinine hayat veren Samet Uzun ve Ertuğrul Kanık’ta Yamak’la sohbet ediyorlardı. Tanışma faslımız biraz uzun sürse de bizden, içten, sanki yıllardır ailemizden gibi sıcak ve samimi olduğu gözlerinden belliydi. Tüm tedirginlikler bir yana kalmıştı. Kelimeleri bu kadar ustaca ve lafı gediğine koyarak konuşan ve korkmayan Yamak ona olan hayranlığımı bir kere daha arttırdı. 2009 yılının ocak ayının 16’sında bana doğum günüm için gönderdiği 3. Sınıf Hamur Kağıda Matbaa Mürekkebi Hayatlar kitabıyla başlayan dostluğumuz bugünlere gelmemizi sağladı.

Bir ‘terzi yamağı’ düşünün… Bir gece öncesinde Paris’in en lüks otelinde şaşalı defilesi ayakta alkışlanıyor, ertesi gün uçağa atlayıp Süleyman Demirel Üniversitesi Tekstil Mühendisliği Bölümü öğrencilerine konuşmak için Isparta’ya uçuyor. Hatta o geceyi çocuklarla birlikte yatakhanede geçiriyor. Gündeme bomba gibi düşüyor, olay oluyor. Bir ‘terzi yamağı’ düşünün… Bir taraftan, Orta Afrika ülkelerinin devlet başkanlarına resmi terzilik yapıyor diğer taraftan Anadolu coğrafyasındaki öğrencilerin, transeksüellerin, travestilerin, madde bağımlılarının, tacize uğramışların, özürlülerin, engellilerin, fakirlerin ve sokak hayvanlarının derdini dert ediniyor. Yaşadıklarını anlatırken insanların beyinlerinde pencereler açıyor herkesin hayatını bir yerlerde “pause”luyor. Bir ‘terzi yamağı’ düşünün… Bir taraftan kapitalizmi ‘Kapitalizm’ yapan, tabiri caizse ‘kapitalizmin göbek deliği’ olan güzellik, estetik, hedonizm, kendine tapma, bireyselcilik, gelip-geçicilik ve tüketim kavramlarını pompalayan ‘moda sektörü’nün


zirvesinde, diğer taraftan bu kavramlarla uzaktan yakından alakası olmayan, can derdinde, ekmek derdinde, geçim derdinde olan (yada olacak) gençlerle kol kola girip türküler söylüyor. Bir ‘terzi yamağı’ düşünün… Burjuva ailesini, görgüsünü, bilgisini, donanımını, hitabet sanatını ve dikiş yeteneğini nakdine nakit katmak için kullanmak yerine, o uçak senin bu otobüs benim, o tren sizin öbür araba bizim Anadolu’daki üniversitelere ulaşıp “Düşündüğün Dilde Seviş, Düşmanının Dilinde Savaş” başlıklı konferanslar veriyor Bir ‘terzi yamağı’ düşünün… Bir gece öncesinde Özal’ları, Yılmaz’ları, Çiller’leri giydiriyor, ertesi gün Selçuk Üniversitesi’ne gidip “ülkücüler seni dövecek” laflarına aldırmadan konuşmasını yapıyor ve Konya’yı ülkücülerin omuzlarında terk ediyor. Anadolu’yu karış karış gezip hayatınızın özünü üniversitelilere sızdırmaya nasıl başladınız? Bir sabah uyanıp sine-i millete dönmeye mi karar verdiniz? Ve bu iş nasıl kurumsallaştı? 2006 yılında Habertürk’te “Toplu İğne” adlı bir program yaparken Erol Mütercimler keşfetti beni. Yalnız keşfedene bakar mısınız? Zaten ‘Yumuşak G Tipi’ açılırsa beni de alacaklar! (acı acı gülüşmeler). ‘Sen neden üniversitelerde seminerler vermiyorsun?’ dedi. İlk konuşmam İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde olacaktı. Üniversite öğrencilerine konuşacağım için oldukça heyecanlıydım. Epeyce uğraşıp, ‘Renk Bilim’ üzerine gayet didaktik, teknik, bilimsel bir sunum hazırladım. Ama bir de baktım ki çocuklar hiçbir şey anlamıyor. Karşımdakiler üniversite değil, adeta ilkokul öğrencileriydi. Ardından Yıldırım Bey’le beraber Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Tekstil Sanatları Bölümü’nde konuşma vermeye davet edildik. Çocukların 40 cm’lik paçavralarla klip elbiseleri diktiklerini görünce içim burkuldu. Son olarak da Beykent Üniversitesi, Ayazağa Kampüsü’nün girişinde ‘Tam solaryum 60 TL, yarım solaryum 30 TL’ yazan ilanı görünce

ben de film koptu. İlk büyük şovum İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndeydi. Sonrasında bu iş “Yaratıcılık Asla Demokratik Değildir” ve “Düşündüğün Dilde Seviş, Düşmanının Dilinde Savaş” üst başlıkları altında bir dizi konferansa dönüştü. Kendi içindeki organik gelişme çok düzgün olduğu için ben de biraz akışına, oluruna bıraktım açıkçası. Konferanslarınızdan birinde öğrenci evinde yaptığınız sabah kahvaltısı bazı kesimler tarafından garip bir davranışmış gibi algılandı, bu konuda ne diyeceksiniz? Anadolu’da konferans verdiğim üniversitelerin öğrencileriyle mutlaka konferans

dışında da vakit geçiririm. Mümkünse konuşmamdan bir gece önce giderim, geceyi çocuklarla yatakhanelerinde geçiririm. Bana şehrin görülesi yerlerini gezdirirler; kaleye çıkarız, manastıra gideriz, Roma hamamını gezeriz… Şehrin meşhur lezzetlerini tadarız. Lahmacuncuya da, gireriz, balıkçıya da. Bu paylaşımlar sırasında çocukların yaftalarını, önyargılarını, korkularını kaldırırım, onların gözünde ‘hoca’ ya da ‘konuşmacı’ olmaktan çıkarım. Yurttaki kahvaltılarımızdan birinde öğrencilerle birlikte çektirdiğimiz bir fotoğraf gazetelere yansıyınca birkaç kişiden “Moda dünyasını rezil ediyorsun!!!” ya da “Barbaros niçin bıyıklı, sakallı çocukların evinde kalıyor? Başka şeylerin peşinde olabilir mi acaba?” ayarında laflar duyduğumu hatırlıyorum. Bunlar benim Taksim’de oturduğumu unutuyorlar galiba. Bıyıklı sakallı adam arasaydım, evimin önünden yarım saat içerisinde en az 10 tane toplarım. Taaa oralara kadar gitmeme ne gerek var? Peki bütün bunları neden yapıyorsunuz? Neden İstanbul’da sırça köşkünüzde oturmak yerine Anadolu’daki gençlere bir şeyler vermeye çalışıyorsunuz? Özümü bulmam lazım. Bana öğretilenler doğru değilmiş. Ailemin, sosyal statümün, 5 yıldızlı otellerin bana anlattıkları doğru değilmiş. Peri masalı düğünlerin sabahlarını gördünüz mü siz hiç? O koskoca salonlar bomboştur ve leş gibi içki kokar.... Rüya atmosferi yaratan dekorlar paramparça sökülmeye başlanmıştır.... Gelinlik kirlenmiş, lekelenmiş, büyü bozulmuştur artık....Diğer taraftan zafiyetleri öğreniyorum. Eğitim ve güvenlik zafiyetlerini. Ve tabii ki gittiğim her yerde, her şeyi kayıt altına alıyorum. Bakarsınız bir gün bu kayıtlardan bir kitap falan çıkar. Onlara hayatın gerçeklerini anlatıyorum. Korkularını yenmeği. Hayata daha azimle bakmayı başarabileceklerini göstermeye çalışıyorum. Sadece modadan, kumaştan bahsetmiyoruz. Cinsellikten de bahsediyoruz, siyasetende. Bir gün konuşmam sırasında bir öğrenci bana siz hiç korkmaz mısınız? Diye bir soru yöneltmişti. EYLÜL 2010 - SAYI 2 - BİDERGİ - 47 -


7 yaşında abim koynuma girdi o günden beri korkmuyorum diye bir cevap vermiştim. Ben sadece insanlara bir şeyler anlatmıyorum, onları kendileriyle yüzleştiriyorum. Herkesin hayatının bir bölümünden ensest bir yaklaşımı olmuştur. Anneye duyulan aşkla başlar hayat, belki yengenize bakmışsınızdır, yada amcanızın kızından tahrik olmuşsunuzdur. İnsanların beyinlerinde pencereler açıyorum ben, eğer konuştuğum kişiler içinde o dönemi atlatanlar varsa dinleyip gülümsüyorlar ama eğer hala orada kalanlar var ise “error” sinyalleri başlıyor bana da” restart” atmak düşüyor. Halkın bütün bu ilgisine, sevgisine rağmen yönetimler hiç sizi sansürlemeye çalışıyor mu? Tabii. Mesela Niğde Üniversite’sinde konferansa gitmiştim. Bir gece öncesinde rektör beyle -ki Türkiye’de okul-içi demokrasi ile seçilmiş tek rektördür- yemekteydik. Rektör yardımcısı bir ara bana dönüp “Aman Barbaros Bey, ne olur dikkatli olalım, modadan falan bahsedin” diye ricada bulundu. Başka birilerini konferans başlığım olan “Düşündüğün Dilde Seviş, Düşmanının Dilinde Savaş” sloganındaki “Seviş” ve “Savaş” kelimeleri rahatsız etmiş olacak ki, son hecelerini çıkartarak bunları “Sev” ve “Sav”a çevirmemi rica ettiler. Çıkartılmasını istedikleri heceler ne kadar manidar değil mi? “İş” ve “Aş” !!!! Peki siz ne yaptınız? Ben mi? Sadece kabul edermiş gibi göründüm ama konuşmam sırasında üniversite yönetimlerin siz öğrencilerin İş ve Aş hakkını ellerinizden almak istiyor diye göndermemi de yaptım tabi ki. Birazda kısa soru cevaplarla gidelim… Yatak odanızda, başucunuzda ne durur? Yatak odam hiç olmadı her yerde yatar oldum içine layık olacak biri çıkmadığı için karşıma. O yüzden bazen sehpa bazen portmanto bazen de otel banyosu oluyor başucum. En son yaptığınız ev işi nedir? Gümüş parlatmak idi.

Evde gizli gizli şarkılarını dinlediğiniz müzisyen? Ankaralı Turgut desem inanır mısınız ? Birisiyle bir gece geçireceksiniz ama sabah kalktığınızda her şey sıfırlanacak, hiç yaşanmamış olacak. Yani rahat olabilirsiniz. O biri kim olurdu? Her zaman rahatım ben, hiç bir şey de eskisi kadar olmaz ama birine bir geceyi sevmeyeceği şekilde hatırlatmak istesem dünyayı yönetmeye kalkan ahmak liderlerden birini seçerdim sanırım. Eski bir röportajınızda, aynaya sadece insan bakar demiştiniz. Felsefe ile ilgilendiğinizi biliyorum. İnsanın kendini tanıma sürecinde bulduğunuz herhangi bir metodunuz var mı? Ben buldum kendimi diyebileceğiniz? Tabi tabi ben buldum kendimi. Banyoya boy aynası astığım gün ben kendimi buldum. Bir gece uyandınız, başucunuzda ak sakallı, nur yüzlü bir dede elinde asa size bakıyor. ilk tepkiniz ve sözleriniz ne olur? Ben huri değil nuriyim, çık cehennemden! Bir gazetenin ana sayfasına haber olacaksınız. başlıkta ne yazsın istersiniz? Ha ha ha ulusal basında yayın yasaklı birine hoş bir soru bu! Yamak dikti yazsın :) Eğer kim olduğunuza dair hiçbir fikrimiz olmasaydı kendinizi hangi üç kelimeyle tanımlardınız? Veli deli yok ki henüz keli. Eğer bir süper kahraman olsaydınız, süper gücünüz ne olurdu? Ahlak

Kapıcımızın oğluylaydı yaşı yediydi, heyecan ve de kaygı ile başladı ama sonra günlerce zevke dönüştü.

İçerim, gezerim, yaşarım hayatı.

Hiç bilmediğim bir konu video oyunu, ancak kendim olmak için 54 yıl mücadele edince başkası olmayı hiç düşünmezdim zaten. Asla tanışmak istemediğiniz bir ünlü? Elbette ki Tayyip Erdoğan

BİDERGİ - EYLÜL 2010 - SAYI 2

Yalan söyleyecek kadar akıllı olmadığımdan hiçbir şeyi saklamam ben :) Ama Fassbinder Quarelle’i izlediğimi herkese söyler dalgamı geçerim zaten.

İlk öpücüğünüzü hatırlıyor musunuz? İlk öpüşmeniz kiminleydi? Ne hissettiniz?

Eğer bir video oyunu karakteri olsaydınız kim ya da nasıl bir karakter olmak istediniz?

- 48 -

Sizinle dalga geçilmesini istemediğiniz için izlediğiniz halde kimseye söylemediğiniz bir film?

Akşam saat 23:00’den sonra ne yaparsınız? Bir karşı cinsinizle romantik bir randevuya çıkmak zorundasınız. Kimi seçersiniz? Karşı cinsle romantizmim olmaz ancak şevhet yaşarım .

Sohbet güzel Yamak hepsinden güzel. Ama gitme vakti bana zaman ayıran ve hayranlığımı bir kez daha arttıran Barbaros Şanal’a sonsuz sevgimi sunarken Girne Merit Crystal Cove & Casino’ya leziz yiyeceklerinden ve ikramlarından dolayı teşekkür ediyorum.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.