Kayıp Yüzlerin Fısıltısı - Ön Okuma

Page 1

Birinci Bölüm Goldfork, Colorado Saat 07.35

Hazırdı. Jim Doane tahta evin kapısını kilitlerken derin bir nefes aldı. Tüm araştırmaları ve planları sona ulaşmıştı. Şimdi planı uygulama zamanıydı. Yakında, Kevin. Uzun zaman oldu ama harekete geçmeden önce emin olmam gerekiyordu. Her şey yerli yerinde olmalıydı. Çantasını arabanın bagajına atıp elindeki metal alet çantasını ön koltuğa bıraktı. Sonra şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. “Doane, bekle.” Komşusu Ralph Hodder evlerini ayıran küçük yeşillik alandan ona doğru koşuyordu. “Bana görünmeden kaçabileceğini mi sandın?” Doane’ın arabasının yanına vardığında, güçlükle nefes alıyordu. Çok kiloluydu. Kısacık mesafe bile nefesini kesmeye yetmişti. “Asla olmaz, dostum.” “Efendim?” Doane gerildi. Sonra kendini rahatlamaya zorladı. Hodder bir tehdit değildi. Fazla tepki veriyordu. “Bir şeye mi ihtiyacın var, Ralph?” “Evet, sana teşekkür etmem gerek. Oğlum uzun bir süreliğine gittiğini söyledi. Evine göz kulak olacağımı bilmeni istedim.” Doane’ın omzuna vurdu. “Seni özleyeceğiz. Matt için iyi bir arkadaş ve rol model oldun. Leah ve ben bunun için minnettarız. Genç bir çocuk yetiştirmek çok zordur ama yan evimizde senin yaşaman, onun eski arabanın üzerinde çalışmasına yardım etmen ve seninle konuşmasına izin vermen işimizi çok kolaylaştırdı.” “Önemli değil. Matt iyi bir çocuk. Ona yardım etmek benim için zevkti. Ne de olsa sahip olduğumuz en değerli şey çocuklarımızdır.” “Bu konuda haklısın.” Adamın gülümsemesi soldu. “Matt bir aile meselesi yüzünden gittiğini söyledi. Umarım her şey düzelir.” “Düzelecek ama biraz zaman alabilir. O yüzden evime göz kulak olmana çok sevindim.” Endişeli gibi görünmese iyi olacaktı. Evini neredeyse ateşe vermek üzere olduğunu Hodder’ın bilmesine gerek yoktu. “Arada seni arayıp evin durumunu sorarım.” “Senden haber almak bizi sevindirir. Sen dönene kadar Matt’e çimlerini kestireceğim.” Arabadan uzaklaştı. “Harika bir komşuydun, Doane. Ben de öyle olmaya çalışacağım. Oğluma iyi davrandığın için teşekkürler.” “Oğluna iyi bak,” dedi Doane ve araba yolunda ilerlemeye başladı. “Onları kaybedene dek ne kadar çok sevdiğini anlayamıyorsun. İnan bana.” Ama bu doğru değildi; Doane oğlunu ilk doğduğu andan itibaren ne kadar sevdiğini biliyordu. Sevgisini anlamasına onu kaybetmek neden olmamıştı. Kevin’ı her yönden inanılmaz bir çocuktu. Onun babası olmak hayatındaki en önemli şeydi. O piç kurusu oğlunu alana kadar. 1


İçine yayılan öfkeyi kontrol etti. Oyun başladığına göre, öfkeye kapılamazdı. Her şey plana göre ilerlemeliydi. İşini görecek olan silaha ulaşana kadar, tüm öfkesini ve acısını bir kenara bırakmalıydı. GPS’ini kontrol etti. Atlanta, Georgia’ya ayarlanmıştı bile. Adres defterini çıkardı. Tereddüt ederek dikkatlice etrafına bakındı. Sonra yan koltuktaki büyük alet çantasına uzanıp çantanın kilidini açtı. Yolculuğunun ilk anını oğluyla paylaşması gerekiyordu. İkisi de uzun zaman beklemişlerdi. Çantanın iç kısmına yerleştirdiği ipek kesenin üzerindeki kadife kapağı kaldırdı. “Yoldayız, Kevin. Sözümü tutuyorum.” Yanmış ve kararmış bir kurukafanın boş göz delikleri Doane’a bakıyordu. İçinde bir acı hissetti. Onca yıldan sonra, onun bu dehşete alışmasını bekliyordu insan ama bunun hâlâ canını acıttığı anlar da oluyordu. Eskiyi hatırladı. Kevin’ın ne kadar yakışıklı bir çocuk olduğunu, ne kadar tatlı güldüğünü ve ... Gözleri yaşardı. Uzanıp kafatasına dokundu. “Bağışla beni. Seni hâlâ çok seviyorum. Seni hep seveceğim.” Alet çantasının kapağına yapıştırdığı kadın fotoğrafına baktı. “Seni bana eskisi gibi verecek.” Dudakları gerildi. “Sonra da bunu sana yapan pisliği bize verecek.” Kapağı kapatmadan önce kafatasına son bir kez baktı. “Tüm bunları yapabilir, Kevin. Yapmasını sağlayacağız.” GPS’e uzanıp Eve Duncan’ın adresini girdi.

Karanlık! Boğucu! Nefes yok! Nefes alamıyor. “Hey, uyan.” Joe yatakta Eve’e iyice sarılarak dudaklarını dudaklarına değdirdi. “Kâbus alarmı.” Eve gözlerini açıp Joe’ya baktı. Joe. Gülümseme. Güven. Hemen rahatlayıp derin bir nefes aldı. “Uyandım. Üzgünüm.” “Üzgün olacak bir şey yok. Sanki birisi seni boğmak istiyormuş gibi nefes almaya çalışıyordun.” Joe ayağa kalktı. “Uyanıp gerçek dünyaya dönmen gerektiğini düşündüm.” Boğulma. O hissi belli belirsiz hatırlıyordu, evet. Etrafını karanlık sarmıştı ve bir şey, birisi onu boğucu bir dumandan uzak tutmaya çalışıyordu. “Gerçekten çok teşekkürler.” Yatakta doğruldu. “Hoş bir rüya değildi.” Başını yana eğdi. “Giyinmişsin bile. Bu sabah bölgeye mi gideceksin? Yakalaman gereken bir uçak olduğunu sanıyordum. Şu Miami davasıyla ilgiliydi.” “Bugün geç saatte gideceğim. Bu sabah halletmem gereken kâğıt işleri var.” Eve’i yataktan çekti. “Hadi. Ben çıkmadan kahve içelim.” “Memnuniyetle. Kesinlikle uyumaya devam etmek istemiyorum.” Sabahlığını alıp Joe’nun peşinden yatak odasından çıktı. “Zaten Ryan’ın durumuyla ilgili çalışmam gerek. Dün gece epey yol kat ettim. Bugün bitirebilirim. Çalışma masasının ve küçük çocuğun kafatasının durduğu kürsünün yanından geçti. Kafatası adli heykeltıraşlığın son şeklini almayı bekliyordu. “İyi gidiyor.” “Hepsi iyi gidiyor.” Eve’e bir fincan kahve uzattı. “Başka bir şey yapamazdılar. Sen en iyisisin, değil mi?” “En iyilerinden biriyim.” Kahveyi alıp verandaya çıktı. Sabah güneşi gölün üzerine vuruyordu. Hava açık ve serindi. “Ve hepsi iyi gitmiyor. Bazen işler istediğim gibi gitmiyor. Neden bu kadar çok iltifat ediyorsun?” 2


“Ne diyebilirim ki? Ben bir erkeğim.” Salıncağa oturup güldü. Eve’i kucağına çekti. “Ben yokken iyi şeyler düşünmen için cesaretlendiriyorum seni. Böylece eve dönmeyi dört gözle bekleyebilirim.” “Sadece iki günlüğüne gidiyorsun,” dedi Eve, soğuk bir edayla. “Seni özlemeye bile vaktim olmayacak.” “Bir erkeğin canını yakmayı iyi biliyorsun.” “Seni özleyeceğim,” diye fısıldadı Eve. Daha sıkı sarıldı ona. Böyle anlar paha biçilemezdi. Uzun yıllardır birliktelerdi ama aşk zamanla daha çok içlerine işliyordu. “Hem belki, kim bilir? Belki yine kâbus görürüm.” Joe’yu hızlıca öptü. “Sen benim kahramanımsın.” “O kadar kötü müydü?” Şaka yollu bile o kâbustan bahsettiğine pişman olmuştu. Joe daima onu güvende tutmaya çabalıyordu, ama bir kâbusla kim savaşabilirdi ki? Hâlâ kâbusun etkisindeydi. Kurtulamıyordu. “Bir… bir savaş gibiydi. Boğuluyordum ve biri bunu durdurmaya çalışıyordu. Ama durduramıyordu. Sanırım ben de durduramıyordum.” Salıncaktan kalktı. “Ama sen gelip beni kurtardın ve her şey iyi oldu. O yüzden, unutalım gitsin.” Kahvesini bitirip Joe’yu ayağa kaldırdı. “Şimdi sen işe git ki ben de işe başlayayım. Eğer vaktinde dönersen, belki havaalanına gitmeden önce birlikte öğle yemeği yeriz.” “Vaktinde geleceğim.” Merdivenleri koşarak indi. “Keşke Jane geldiğinde burada olsaydım. O gelirken, ben gidiyorum.” Evlat edindikleri kızları Jane de üzülecekti. Jane son zamanlarda Londra’da yaşayan bir ressamdı. Yaptığı iş Avrupa’da o kadar hızla yayılmıştı ki galerilerin ulaşabileceği bir yerde olmak için Londra’da yaşıyordu. Bir ay önce Eve’i arayıp bu kadarının yeterli olduğunu, evine ve sevdiği insanlara döneceğini söylemişti. Joe çok nadir şehir dışına çıkardı. Jane havaalanında ikisini göremeyince üzülecekti. “Sen döndüğünde o yine burada olacak.” “Ama senin ailemizle vakit geçirmeyi beklediğini biliyorum. Uzun zamandır birlikte olamamıştık.” Joe kaşlarını çattı. “Normal bir aile değil gibiyiz. Seni hayal kırıklığına uğratmaktan nefret ediyorum.” “Beni hayal kırıklığına uğratmıyorsun. Yapman gerekeni yapıyorsun. Bu senin işin. Komedi dizilerindeki aileler dışında hangi aile normal ki?” Gülümseyip başını iki yana salladı. “Hem bu günlerde herkes kendi normal tanımını yapıyor. Biz büyürken bizim ailelerimiz normal miydi? Sen ailesinin yatılı okula tıktığı zengin bir çocuktun. Ben fakir bir mahallede büyüdüm. Annem babamın kim olduğunu bilmiyordu ve çocukluğum boyunca uyuşturucudan uçmuş bir haldeydi. Onlara kıyasla bizim çok daha iyi olduğumuzu söyleyebilirim. Hepimiz birbirimizi seviyoruz, birbirimizi koruyoruz ve birbirimize özgürlük hakkı tanıyoruz. Bu şahane bir şey, Joe.” Joe da ona gülümsedi. “Sanırım öyle. Bana bunu hatırlattığın için teşekkürler.” “Bir şey değil. Senin her şeyi mükemmel yapma tutkuna bir el atmam gerek. Mükemmel, sıkıcı olabilir.” Joe’nun arabanın kapısını açışını izledi. “Belki sen döndüğün gece ızgara yaparız.” Joe tek kaşını kaldırdı. “Benim aklımdaki kutlama bu değildi.” “Aileyle o kadarı olur.” Kıkırdadı. “Onu da yaparız. Neden olmasın... Joe?” Joe dimdik duruyordu. Başını kaldırmış, göle bakıyordu. Gülümsemesi tamamen kaybolmuştu. “Joe, sorun nedir?”

3


Bakışlarını Eve’e çevirdi. “Hiçbir şey. Ben sadece... bilmiyorum.” Arabanın kapısını açtı. “Birkaç saate dönerim.” Eve arabanın yoldan aşağı inip köşeyi dönmesini bekledi. Sonra yavaşça dönerek eve girdi. Son anlar onu huzursuz etmişti. Aklından çıkarması zordu. Ama aklından çıkaracaktı. Kâbusları ve ani huzursuzluk hislerini unutma zamanıydı. Güneş parlıyordu. Hayatına devam etmesi gerekti. Amacı olan güzel bir hayatı ve sevdikleri vardı. Önemli olan buydu. Hızlıca yatak odasına gidip giyindi. Ryan üzerinde çalışmaya başlayacaktı.

Vancouver, Kanada

Lee Zander’ın antrenmandan döndüğünü görünce, “Venable aradı,” dedi Howard Stang. “Benim ceptelefonumdan aradı. Sana ulaşamadığı için hiç mutlu değildi. Şimdiye kadar senin bir-iki haftada bir ceptelefonunu değiştirdiğini öğrenmiş olması gerekiyordu.” “İşler tıkırında gitmediği zaman Venable hep mutsuz olur. Onun CIA mantığı bu. Bunu kişisel bir hakaret olarak algılar.” Zander ateşin yanındaki sandalyeye çöktü. “Ne istediğini söyledi mi?” “Senin onu aramanı istedi.” Yüzünü ekşitti. “Venable bana güvenmiyor. Güvenmesini istediğimden değil de, CIA’ in etki alanından uzak durmayı tercih ederdim.” “Ben de öyle.” “Aynı şey değil. Ben korkuyorum ama sen onlardan kaçınmayı tercih ediyorsun.” Stang, Zander’ı inceldi. Zander telefonuna uzanmıştı. Lee Zander uzun ve kaslı bir adamdı. Beyaz saçları kısa kesilmişti. Keskin kemikli bir yüzü vardı. Kahverengi gözleri, güneş yanığı esmer teninde derinlere oyulmuş gibiydi. Stang arkadaşının kaç yaşında olduğunu hiç bilmiyordu. Ellilerinde miydi, altmışlarında mı? Fark etmiyordu. Yaşı yok gibiydi. Yarı yaşındaki adamları alt ettiğini görmüştü. Vücudunu zinde, zihnini formda tutuyordu. Stang, Zander’ın birinden etkilendiğini ya da hoşlandığını hayal bile edemiyordu. Venable gibi bir güç oyuncusundan bile etkilenmemişti. Stang son üç yıldır onun yardımcısı ve muhasebecisi olarak çalışıyordu. Zander’a olan saygısını ya da korkusunu hiç kaybetmemişti. Neden onunla kaldığını kendisi de bilmiyordu. Zander’ın neye ne tepki vereceği belli olmadığı için hissettiği rahatlığın tehdit altında olduğu zamanlarda, neden onunla kaldığını anlayamazdı. Ama böyle anlar azdı. Panik geçtiği zaman, onunla neden kaldığını gayet iyi bilirdi. Erkek kardeşinin mezarı üzerinde yemin ettiği gün bir seçim yapmıştı. Ölene kadar Zander’ın yanından ayrılmayacaktı. “Venable’ın acelesi var gibiydi.” “Acil olmasa beni aramaz zaten.” Numarayı çevirirken Stang’e baktı. “Onunla konuştuktan sonra muhtemelen seninle de konuşmam gerekecek.” “Neden?” Stang elinde olmadan gerilmişti. “Bir sorun mu var? Ben bir şey...” “Neden hep bir sorun olduğunu düşünüyorsun?” Dudakları kıvrıldı. “Muhteşem birisin. dokunduğun her şey altına dönüşüyor. Bana seçenek sunuyorsun.” “O zaman sen ne...” “Venable?” Zander elini kaldırıp Stang’e dışarı çıkmasını işaret etti. “Sorun nedir?” 4


Stang, Fransız kapıların yanına gelmiş, kapıları açmaya başlamıştı bile. Standart bir iş prosedürüydü. Zander biriyle konuşurken onun yanında olmasına asla izin vermezdi. Kendisi de Zander’ın ölümcül meselelerini bilmek istemiyordu. Bu onu işin içine katıp Zander ya da müşterisi için bir tehlike haline getirebilirdi. İkisi de hoş bir şey değildi. Balkona çıkıp dağlara baktı. Bu muhteşem evin manzarası şahaneydi. Bir şey duyamayacağı kadar uzaklaşıp orada Zander’ın Venable’la işini bitirip yanına gelmesini bekliyordu. Beklerken, işleri berbat etmediğini umuyordu.

“Beni araman epey uzun sürdü,” diye homurdandı Venable. “Yoksa Stang sana aradığımı hemen söylemedi mi?” “Spor salonundaydım. Önemli olmadığı sürece beni rahatsız etmemesini söylemiştim.” “Ve o hata yapmaktan çok korkuyordu. Onun neden seninle kaldığını hiç bilemiyorum. Çok zeki biri ve seni hak ettiğinden daha da zengin hale getiriyor. Senden ayrılıp gitse, borsadaki parlak oğlanlardan biri olabilir.” “Karışık bir durum. Bir geçmişimiz var. Stang’in benim içkime arsenik katacağını sanmıyorum. Böyle bir şeye cesareti olur mu diye merak etmiyor değilim. İçeri girdiğim anda senin arayacağını söyleyecek kadar etkilemişsin onu.” Durdu. “Ama bana neler olduğunu hemen söylemeyip homurdandığına göre, çok da acil değilmiş. Sana iki dakika veriyorum. Sonra ben...” “Doane kaçmış.” Zander telefonu daha sıkı tuttu. “Gerçekten mi? Ne zaman?” “Komşusunun söylediğine göre Colorado’daki Goldfork’tan bu sabah yedide ayrılmış.” “Komşusu mu?” Zander’ın sesi buz gibiydi. “Onu gözetim altında tutmayacak mıydın? Anlaşmamız bu değil miydi?” “Beş yıldır onu izliyoruz. Bu süre içinde hiçbir değişiklik olmayınca, doğal olarak biz de biraz rahatladık.” “Saçmalık.” “Tamam, ajanımız işleri berbat etti.” “Aynen öyle. Nereye gittiğine dair bir fikrin var mı?” “Ailesiyle ilgili acil bir durum olduğunu söylemiş.” “Onun ailesi yok. Benim peşimden geliyor.” “Bilemiyoruz. Cinayeti senin işlediğini bilmiyor.” “Doane takıntılı. Cevaplara ulaşmak için beş yılı oldu. Ben olsam cevapları çok daha önce bulmuştum. Bahse girerim ki vaktinin gelmesini bekliyordu.” “Ne yapacaksın?”

5


“Sence? Bir anlaşmamız vardı. Sana benimle ilgili bir tehlike olmadığı sürece Doane’ı rahat bırakacağımı söylemiştim. İşleri berbat ettiniz. Onun gelip kapımı çalmasını beklemeyeceğim. Benim için en rahat ve güvenli olacak şekilde ondan kurtulacağım.” “İzin ver önce biz onu bulmaya çalışalım.” “Hayır. Size bir kez güvendim. Bu bir hataydı. Bir daha yapmayacağım.” Venable küfretti. “Sen tam bir orospu çocuğusun. Ne çeşit bit canavarsın sen?” “Sen bilirsin ne tür olduğumu. Sen de beni kullandın… oyun yeterince zenginken.” Durdu. “Dünyayı canavarlar yönetiyor. Ben sadece işine kılıf uydurmayanlardanım.” “İki gün. Bana iki gün ver. Evine bir ajan sokuyorum. Bakalım ondan bir iz bulacak mı.” “Disk hiç umurumda değil. Bırak artık. Onun yaşaması ya da ölmesi seni neden ilgilendiriyor?” “Bir söz verdim. Bu sadece seninle ilgili değil. Disk benim umurumda. Seninkinden çok daha önemli hayatlar var. Onu bunca yıl gözaltında tutmuşken, Doane’ın her şeyi mahvetmesine izin veremem.” Alayla ekledi. “Birinin sözünü tutmayı önemsemesinin senin için şaşırtıcı olduğunu biliyorum.” “Neden? Ben hep sözümü tutarım,” dedi Zander. “Doane’ın izini kaybederseniz ne olacağını size söylemiştim.” “İki gün.” Zander bunu düşündü. Oradaki işleri bitirmek bir gününü alırdı. Hem mademki uyarıyı almıştı, Venable’a istediği zamanı verebilirdi. “İki gün ama ajanınızın ne bulduğunu öğrenmek istiyorum. Eğer Doane yakalanmazsa, onun tepesine binerim. İkinci bir şans vermem.” Durdu. “Bir de Eve Duncan’ı biliyor mu öğrenin.” “Onu aradığına dair bir iz yok.” “Ama siz onca yıldır Doane’a güveniyordunuz. Kadının peşinden gidip gitmediğini ne bileceksiniz?” Sessizlik. “Bu gerekli mi?” “Beni iyi tanırsın. O piçin hangi yöne gideceğini bilmek istiyorum sadece.” Telefonu kapatıp odanın diğer tarafındaki masaya gitti. Venable’ı Eve Duncan ihtimalini araştırmaya itmesi gerektiği için şaşkındı. CIA ajanı, Duncan’ı tanıyor ve ondan hoşlanıyordu. Belki de ondan hoşlandığı fikrini kabul etmiyordu ve Doane’ı onun üzerine salmanın suçunu üstlenmek istemiyordu. Saçmalık. Eğer hayatta kalmak istiyorsan, hislerini işine karıştırmaman gerek. Masanın çekmecesini açıp hep el altında tuttuğu dosyayı çıkardı ve açtı. Eve Duncan’ın fotoğrafı ve doyası en öndeydi. Dosya kısa ve özdü. Duncan gayrimeşruydu ve Georgia’ daki Atlanta’nın fakir mahallelerinde büyümüştü. Eve’in babasının kim olduğunu bilmeyen ve bunu umursamayan bir anne tarafından büyütülmüştü. Kadın, kızının çocukluğunun büyük bir kısmında uyuşturucu batağındaydı. Ama bu, Eve’ in dünyadaki en iyi ve Amerika’daki tüm adli makamların en çok aradığı adli heykeltıraşlardan biri olmasını engelleyememişti. Kızı Bonnie’nin yedi yaşındayken kaçırılıp öldürülmesi onu bu mesleğe yönlendirmişti. Kısa bir süre önce kızının bedenini ve onu kaçırıp öldüren kişiyi bulmuştu.

6


Zander onun bu acı dolu araştırmasının sonunda çektiği acıyla ve sabırla yüzünün aldığı şekli görebiliyordu. Eve Duncan güzel bir kadın değildi ama yüz hatları ilginçti. Ela gözleri, fotoğraftan tüm dünyaya meydan okuyormuş gibi doğrudan, cüretle bakıyordu. Ama dünyayla tek başına savaşmak zorunda değildi. Kendi dünyasının kraliçesi olsa da, yanında onu hep koruyan iki şövalyesi vardı. İki dosyayı ve fotoğrafı Eve Duncan’ın iki yanına yerleştirdi. Joe Quinn onun sevgilisiydi. Kare şeklinde bir yüzü ve çay renginde gözleri vardı. Her ikisinden de zekâ ve güç okunuyordu. Diğer kişi ise Eve’in evlat edindiği kızı Jane MacGuire’di. Kız, Eve’den çok daha güzeldi ve onun kadar güçlüydü. Zander her zaman hedefe giden yan yolları da kuşatırdı ki ihtimalleri dikkate alabilsin. Bu durumda, Quinn ve MacGuire, Eve Duncan’ın koruyucuları da olabilirdi, Doane’ın hedefe giden araçları da. Doane, Eve Duncan’ı yeterince iyi araştırabilirse tabii. Yanılma ihtimali de vardı. Belki de Doane bağlantıyı kurmamıştı. Doane doğrudan kendisine de gidiyor olabilirdi. Venable, Doane’ın evine girdiğine göre, belki de yakında bunu öğrenecekti. Eğer Doane harekete geçtiyse, bir planı olmalıydı. Onu kandırmak için bilerek ipuçları da bırakmış olabilirdi. Doane’ın tamamen aklı başında olduğunu kimse söyleyemezdi, ama Zander da değildi. Delilik hepsine özgüydü. Fransız kapıların ardında gördüğü dağlara düşünceli bir şekilde baktı. Bu dağları uzun süre göremeyebilirdi. Belki de bir daha asla göremeyecekti. Doane sorunu onun artık orada yaşamasını tehlikeli hale getirebilirdi. Bir an için içinde üzüntü hissetti ama hemen kendine geldi. Zaten orada yeterince uzun kalmıştı. Gitmesi birkaç hafta ya da aya bakardı. Doane’ın ortaya çıkması bu zamanı hızlandırmıştı, o kadar. İçinde hep güçlü bir kendini savunma hissi vardı. Kim olduğunu, ne olduğunu unutması onun için güvenli değildi. Sadece bir amacı olduğunu aklından çıkarmadığı için bu kadar zaman hayatta kalabilmişti. Bir gün, yorulacaktı ve amacı umurunda olmayacaktı. Ama o gün henüz gelmemişti. Ayağa kalkıp kapıya doğru gitti. “Stang. Tüm kayıtları topla ve bilgisayarları imha et. Paraya alternatif banka hesaplarına kaydır. Gün sonuna kadar bunu yapmanı istiyorum. Kanada’dan ayrılıyorum.” “Ne?” Stang dönüp ona baktı. “Sorun nedir?” “Hiçbir şey. Ortadan kaybolmamın… ve tüm bağları koparmamın zamanı geldi. Yap hadi.” Stang karşı çıkmak için ağzını açtı ama sonra tekrar kapattı. “Tamam, efendim. Nasıl isterseniz.” Kütüphaneden çıktı. Stang kapıyı kapatırken, Zander masaya geri döndü. Dosyadaki yüzlere baktı. İçinde Doane’ın Eve Duncan’ın hassas noktasını bulacak kadar derin bir araştırma yaptığına dair oluşan önsezi gittikçe güçleniyordu. Kanıt yoktu. Ama içgüdüleri yerine kanıtlara güvenecek olsaydı, şimdiye çoktan ölmüş olurdu. Joe Quinn ve Jane MacGuire. Eve Duncan kalesinin muhafızları onlardı. Güçlü ve gözü pek muhafızlar. Joe Quinn özellikle zorluydu. Atlanta Polis Departmanı’nın dedektifiydi. Eski bir FBI ajanı, eski bir deniz kuvvetleri askeriydi. Kendini tamamen Eve’e adamıştı. Jane MacGuire yükselmekte olan bir sanatçıydı ama o da Joe Quinn tarafından yetiştirilmişti. O da kendini tamamen Eve’e adamıştı. Eve onun için bir ebeveynden çok, en iyi arkadaşı gibiydi. On yaşına kadar bir sokak çocuğuydu. Sonra o

7


ve Eve birbirlerini bulmuşlardı. Onunla ilgili raporlar, kızın içine işleyen sertliğin hâlâ devam ettiğini ve okulu bitirdiğinden beri bunun kendisine güç verdiğini söylüyorlardı. Evet, Quinn ve MacGuire, Eve Duncan’ı koruyabilirlerdi. Tabii kalenin kapısındaki bu muhafızlar onun yakınında ve tetikte oldukları sürece.

Göl Evi Atlanta, Georgia

“İki gün sonra dönmüş olacağım.” Joe, Eve’i kendine çekip onu sertçe öptü. “Yarın öğleden sonra Miami’de şahitlik etmem gerek. Sonraki sabah çapraz sorgu var. Sonra buraya döneceğim. Söz veriyorum.” “Olabilir.” Eve yüzünü buruşturdu. “Avukatlar seni kaç kez kandırdı? Belki de başka bir şahit getirecek ve seni alıkoyacaklar.” Eve, Joe’yu tekrar öpüp geri çekildi. Joe kaşlarını çatmıştı. Joe öğle yemeği için eve geldiğinden beri Eve bir gerginlik hissediyordu. “Sorun değil, Joe. Yalnız kalacak değilim. Jane bu gece Londra’dan dönüyor, biliyorsun.” “Evet, biliyorum. İçim o yüzden biraz daha rahat ama ben...” “Yapman gereken neyse onu yapmalısın. Jane ve ben ev cephesindeki işleri hallederiz. Seni çok özleyeceğim ama sisteme karşı savaşmamak gerektiğini biliyorum. Uyuşturucu satıcılarını sevmem. Martinez’in uzun yıllar içeride kalmasını istiyorum.” “Ben de. Bu uyuşturucu işinin onunla alakalı olduğunu kanıtlamak için iki yıldır uğraşıyoruz. Şansımız varsa, hapishanede rakip bir uyuşturucu kralıyla karşılaşır ve adam onu haklar. Böylece hapishane sistemini beladan ve masraftan kurtarmış olur,” dedi Joe. Yüzünü buruşturmuştu. “Jane ne zaman geliyor?” “Sekizde.” Eve kapıyı açıp verandaya çıktı. Senin uçağını ikimiz karşılayacağız.” Joe’yu tekrar öptü. “Hadi acele et de Martinez’in işini bitir.” Joe merdivenlerden inerken aniden dönüp Eve’e baktı. “Bu işi yapmak istemiyorum.” Eve kaşlarını çattı. “Joe, tuhaf davranıyorsun. Sorun nedir?” Joe başını iki yana salladı. “Bilmiyorum. Sadece seni bırakmak istemiyorum.” “Hepsi bu mu?” Joe omuz silkti. “Venable aradı bir saat kadar önce.” “Ve?” “Bir şey yok. Martinez davasını duyduğunu söyledi. Sonunda o pisliği hapse tıktığımız için sevindiğini söyledi.” “Onun davayla alakası var mı?” “O, CIA. Herhangi biri değil. Az da olsa alakası var. Doğrudan değil.” 8


“Peki, neden aramış?” “Ben de bunu kendime soruyorum. Martinez davası hakkında konuşması bitince, seni ve Jane’i sordu. Sanki sadece sohbet etmek için aramış giyidi.” Yüzünü buruşturdu. “Venable asla sohbet etmek için aramaz. Hep bir nedeni vardır.” “Ama bu kez benden çok sen ve Martinez’le ilgili gibi. Neden benim için endişeleniyorsun? Belki de Venable, Miami’deki davaya gelir.” “Sanmam. Sesi… özür diler gibiydi. Onu geri arayabilirim.” “Joe.” “Tamam, gidiyorum. Belli ki benden kurtulmaya çalışıyorsun.” “Bu senin işin.” Eve gülümsedi. “Ve benim de işime engel oluyorsun. Jane’i almadan önce Ryan’ın işini bitirmem gerek. Tanrı bilir, Jane geldiğinde bu iş için vaktim kalmayacaktır. Okuldaki arkadaşlarının yarısıyla görüşme ayarlamış bile. Üstelik ben de bu planlara dahilim.” “Tabii ki dahil olacaksın. Sen onun en yakın arkadaşısın.” “Evet.” Eve ışıldayarak gülümsedi. “Hoş bir şey, değil mi?” “Senin işine engel olmadığı sürece.” “Bununla baş edebilirim. Kendi işi konusunda takıntılı olabiliyor. Açlık çeken bir sanatçı olmak konusunda şakalar yapıyor ama o başka bir şey olamazdı. Genelde iyi bir dengede gidiyor.” Joe’nun merdivenlerden inmesini izledi. “Seni havaalanına götürmemi istemediğine emin misin?” “Hayır, güvenlik şefiyle buluşacağım. Son bir bilgilendirme yapacak. Arabamı havaalanında bırakacağım.” Sırıttı. “Ama yine de en sevdiğim iki kadının uçağımı karşılamaya gelmesini istiyorum. Arabamı birine aldırtırım.” “Orada olacağız.” Joe’nun arabaya binmesini izledi. “Otele yerleştiğinde beni ara.” Joe başıyla onaylayarak arabayı çalıştırdı. “Muhtemelen o zamana kadar Jane’le konuşmuş olurum. Bu...” Durup bir anda ifadesini ciddileştirdi. “Dikkatli ol.” “Joe…” Eve başını iki yana salladı. “Büyük bir uyuşturucu işiyle ilgili yola çıkan sensin. Jane ve ben burada kalıp ayrıyken yaptıklarımızdan bahsedeceğiz.” “Evet, biliyorum.” Araba yolundan çıkarken, “Sadece… dikkatli ol,” dedi. “Tamam.” Eve onun yola çıkışını izledi. Köşeyi dönene kadar arkasından baktı. Onun gitmesini istemiyordu. Eve onun bu endişesiyle ilgili şakalar yapıyordu ama her ikisi de aralarındaki aşkı garanti görmüyorlardı. Belki de Joe ters giden bir şeyler hissetmişti. Aralarındaki bağı tehlikeye atacak bir şeyler. Ters giden şeyler hissettiğin için hayatını endişelenerek geçiremezdim. Bu, mantıklı ya da akıllıca olmazdı. Ama bu hisleri görmezden de gelemezdin. Eve bir anda ürperip eve döndü. Joe’nun tedirginliği bulaşıcı mıydı yoksa o da yolunda olmayan bir şeyler mi hissediyordu? Unut şunu. Çalışması gerekiyordu. Üzerinde çalıştığı kafatasının serili olduğu kürsüye gitti.

9


“Seni hemen bitirmemiz gerek, Ryan. Jane geliyor,” diye mırıldandı. Kafataslarına her zaman bir isim verirdi. Böylece yeniden şekillendirme işinde ona yardımcı olacak bir bağ kurabilirdi. Elleri nazikçe, düzelterek şekil vererek ilerliyordu. Dünyadan ayrılanları dünyaya tekrar getirirken hissettiği sakinliği ve yakınlığı yine hissetti. Sanki bu kişilerin ruhları ona ulaşıp bir şeyler söylüyor, yardım ediyor gibiydiler. “Fazla bir şey yok. İşin çoğunu dün gece ve bu sabah yaptık. Sadece biraz toparlayıp gözleri eklemek…” Bu küçük çocuğun kim olduğunu hiç bilmiyordu. Bloomington Polis Merkezi tarafından gönderilmişti. Eve, onun dokuz yaşında olduğunu hesaplamıştı. Bir inşaat alanında topraktan çıkarılmıştı ve kimse onun kim olduğunu bilmiyordu. Eve’in işi tamamen bittiğinde, kimliğinin ortaya çıkacağını umuyorlardı. Katili de bulunacaktı tabii. Ryan eve gidecekti. Onu mezara sokan kişinin de cehenneme gideceğini umuyordu. “Kahverengi gözler, Ryan…” Eve hep kahverengi gözler kullanırdı çünkü açık renkler o kadar yaygın değildi. Cam gözleri boşluklara dikkatle yerleştirdi. “Sen ne yakışıklı bir çocuksun…”

Birmingham, Alabama

“Yaklaşıyoruz, Kevin,” diye mırıldandı Doane. Otobana çıkınca ışıklarını yakmıştı. “Bir sonraki eyalet. Sınırı geçtiğimizde durup lisanslı bir plaka çalmam gerekecek. Venable benim Colorado’dan ayrıldığımı öğrenmiştir şimdiye kadar. Bizim nereye gittiğimizi bilmesi akıllıca olmaz, değil mi? Sen muhtemelen şimdiye plakayı değiştirmiştin. Göle ulaştığımızda, kesinlikle arabayı da değiştirmemiz gerekecek. Belki bir kamyonet de olabilir… sen bu işlerde benden hep daha iyiydin.” Yandaki koltukta duran bilgisayarını açtı. “Ama deniyorum, Kevin. Hepsini planladım. Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım.” Blick’e hızlıca bir e-posta yazdı. Yerinde misin? Cevap gelmedi. Doane içinde bir paniğin yükseldiğini hissetti. “Her şey yolunda gidecek, Kevin. Zaman alacak biraz. Blick bizi yüzüstü bırakmaz. Aylardır plan yapıyoruz. Ona ne yapması gerektiğini söyledim.” Bir anda bilgisayarından ses geldi. Blick’ti. Yerimdeyim. Doane rahatladı. “Gördün mü? Sana söylemiştim. O yerinde. İşi yapacak,” diyerek otobanda ilerlemeye devam etti. “Sadece onun kadını öldürmesini engellemem gerek…”

Göl Evi 10


Eve saate baktı. Altıyı on geçiyordu. Duş alıp havaalanına gitme vaktiydi. Ellerindeki kili çalışma masasının yanında tuttuğu beze sildi. “Tamamdır, Ryan. Elimden gelenin en iyisi bu. Hayır, elimizden gelenin en iyisi bu. Sen de çok yardımcı oldun.” Önce kahve. Öğleden beri hiçbir şey yiyip içmemişti. Jane’in havaalanından çıkması ne kadar sürecek bilmiyordu. Kahve makinesine Güney kahvesi koydu. Daha güçlü bir şeye ihtiyacı yoktu. Bu kahvenin kokusunu seviyordu. Bu tek kişilik kahve makineleri tam bir mucizeydi ve... Ceptelefonu çaldı. Arayan, Jane’di. “Uçağının erken indiğini söyleme. Evden çıkmadım bile.” “Hayır, ben San Juan’dayım.” Eve şok oldu. “Ne?” “Biliyorum. Daha önce aramak istedim ama acil bir durum oluştu. Londra’dan uçağımı tekrar ayarlamam gerekti. Özel bir uçağa bindim.” “Neden peki?” “Toby. Köpeğim hasta, Eve.” Sesi titriyordu. “Londra’ daki veteriner ne olduğunu bilmiyordu. Toby gittikçe zayıfladı. Veteriner bir şey yapamadı ve yaptıkları hiçbir işe yaramadı. Testlerde de bir şey çıkmadı. Adam onu uyutmayı önerdi. Ben de ona cehenneme gitmesini söyledim.” “Tahmin edebiliyorum.” Toby, Jane’in sevgili köpeğiydi. Aslında yarı köpek, yarı kurttu ve çok hoştu. Jane bakamadığı zamanlarda ona Eve bakmıştı ve onu en az Jane kadar seviyordu. “Başka bir veterinere gidemedin mi?” “Eldridge en iyisi. Sadece çok çabuk vazgeçiyor. Ben vazgeçmeyeceğim. Biz de tüm şu kırmızı şerit işlerini atlatmak için Toby’yi Londra’dan kaçırdık.” “Toby artık genç değil, Jane,” dedi nazikçe. “Sen çocukluğundan beri onunlasın.” “Bu, şansı yok anlamına gelmiyor.” Jane durdu. “Yaz Adası’na gidiyoruz. Onu Sarah Logan’a götürüyorum. Umarım oraya gittiğimizde hayatta olur.” “Onu adaya mı götürüyorsun? Sarah’yı aradın mı?” “Evet, mucize sözü veremeyeceğini söyledi ama bize yardım edebilecek birkaç tane çok iyi veterinerleri ve sıra dışı danışmanları varmış.” Durup ekledi. “Mucizeler. Beni tanıyorsun, Eve. Mucizelere güvenen biri değilim. Sarah’nın ve kocasının o adada kurdukları deneysel araştırma merkezinin vaat ettiği şey olduğuna inanmam da epey zaman almıştı.” “Sarah her zaman doğruyu söyler.” “Ama iyileşen ve ömrünü tahmin edemeyeceğimiz kadar uzatan köpekler inanması çok da kolay şeyler değil.” “Sarah da köpeği Monty’deki etkilerini görene kadar zor zamanlar geçirmişti. Sonra köpeğinin beş yaşında gibi davrandığını söyledi. Üstelik Monty, Toby’nin babası.”

11


“Ben öyle ani bir canlanma istemiyorum. Sadece Toby’ nin hayatta kalmasını ve benimle biraz daha vakit geçirmesini istiyorum. Eğer Sarah o adada bir klinik kurduysa, iyi bir şey olmalı.” “Peki, sana mantıksız gelen şeylere göz yummaya ve Toby’ye şans vermeye razı mısın?” “Onu seviyorum. Toby de sevgi dolu. Onun gibi köpekler sonsuza dek yaşamalı.” Boğazını temizledi. “Sarah’nın adadaki köpeklere yaz köpekleri dediğini biliyor muydun? Köpeklerin hep hayatlarının yazında gibi yaşamaları gerektiğini söylüyor. Toby hayatının kışına girmek üzere ama belki de henüz vakti vardır. Belki ben bunu engelleyebilirim.” “Belki de. Bana ihtiyacın var mı? Hemen bir uçağa atlayıp yarın orada olabilirim.” “Hayır, sadece yakıt almak ve uçuş planını kontrol etmek için durduk. Toby’yi mümkün olan en kısa zamanda adaya götürmek istiyorum. Karayip’in ortasında küçücük bir yer. Senin de özel uçakla gelmen gerekir.” “Yani?” “Kendim halledebilirim. Şansımız varsa, Toby ile en kısa zamanda göl evinde olacağız.” “Umarım.” Eve’in aklına bir anda bir şey geldi. “Biz kaçırdık dedin. Toby’yi ülkeden çıkarmana kim yardım etti?” Sessizlik oldu. “Seth Caleb.” Eve telefonu sıkıca tuttu. “Ve?” “Hiçbir şey. Önemli bir şey yok. Veterinerden kötü haberleri aldığımda birden ortaya çıktı ve yardım önerdi.” “Bir anda yani. Toby’yi hemen nasıl duydu merak ediyorum. Seth Caleb’i tanıdığım için durumdan rahatsız oldum.” “Sen Caleb’in etrafında hep rahatsız hissediyorsun. Onunla tanıştığın günden beri böyleydin.” “Onun… diğer insanlar gibi olmadığını fark ettiğimden beri. Tanrı aşkına, Jane. Bir adamın kalbine giden kanı kontrol ederek onu öldürmesini izledim.” “Tıbbi müfettiş bunun olduğunu söylemedi. Ve Caleb, Joe’yu kurtardı, değil mi?” “Evet, ama o… onun senin yanında olmasından hoşlanmıyorum.” “Sanki bir vampirden bahsediyor gibisin. O öyle biri değil. O sadece… yetenekli.” “Ve sen onu çekici buluyorsun.” “Sen de öyle.” “Evet.” Bunu inkâr edemezdi. “Ama bu, bir yılanın kıvrılmasını izlemek gibi bir şey.” Jane kıkırdadı. “Seth’te yılana benzeyen bir şey yok. O daha çok panter gibi. Evet, eğer onu çizecek olsam, siyah bir panter çizerdim.” “Ama sen bu panterin seni ve Toby’yi güvenli bir yere götüreceğine güveniyorsun.” Jane’le tartışmasının bir manası yoktu. Eve, Seth Caleb’in Jane üzerindeki etkisini görmüştü. Hem karmaşık hem de umursamaz bir duyguydu. Çoğu zaman, Jane onun kendisi için ne kadar tehlikeli olduğunu fark ediyor ve uzakta duruyordu. Sonunda, Jane’in onunla, kendi yöntemleriyle başa çıkması gerekiyordu. 12


“Adaya varıp Sarah’yla buluştuğun anda beni ara. Seninle Toby’den haber almadığım sürece rahat edemeyeceğim.” “Sorun çıkmayacak.” Jane’in sesinde bir ümitsizlik vardı. “İyi olmak zorunda. Başka türlü olmasına izin vermeyeceğim. Toby’yi sana getireceğim. Hoşça kal, Eve. Seni seviyorum.” Telefonu kapadı. Eve telefonu yavaşça yerine bıraktı. Tanrım, o da Jane’le olmak istiyordu. Toby onun için çok önemliydi ve bu, eski dostunun trajik sonu olabilirdi. Jane sokaklarda, yetimhanelerde büyümüş ve Eve ile Joe dışında kimseye güvenmemişti. Onlar dışında yalnızca bu ahmak yarı kurda yakın olmuştu. Toby onların kalplerine ve yaşamlarına girip orada kalmıştı. Şimdiye kadar. Belki de sorun çıkmayacaktı. Jane’in aksine, Eve mucizelere inanırdı. Mucizeler her zaman yakınlarında olmazdı ama dehşet ile mutluluk arasında bir denge vardı. Felaketler gibi, mucizeler de olabilirdi. Bazen Ryan’ın durumunu görünce

13


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.