GÖKHAN GÖRGÜLÜARSLAN: AYVALIK BÜYÜLEYİCİ ZENGİNLİKTE BİR MİMARİYE SAHİP
Bakan Eroğlu’nun yanı sıra, Türkiye’nin farklı yerlerinde sosyal sorumluluk etkinlikleri gerçekleştiren AHBAP üyeleri de Ayvalık’taydı
HAKKIBEY YARIMADASINDA FİDAN DİKİMİNE BAŞLANDI
G
eçtiğimiz Ağustos ayında Hakkıbey yarımadasında yaşanan ve 20 hektarlık bir alanda çok sayıda ağacın yok olmasına yol açan yangın sonrası fidan dikme çalışmalarına başlandı. Ağaçlandırma seferberliğinin ilk gününde, sanatçı Haluk Levent’in çağrısına karşılık veren Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da Ayvalık’a geldi. Eroğlu’nun yanı sıra, Milletvekili Ali Aydınlıoğlu, Vali Ersin Yazıcı, Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu, Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey ile Haluk Levent’in de katıldığı törende ayrıca Türkiye’nin farklı yerlerinde sosyal sorumluluk etkinlikleri gerçekleştiren Anadolu Halk ve Barış Platformu (AHBAP) üyesi 400 kişi de yer aldı. Törende konuşan Orman Bölge Müdürü Metin Kırcı, çalışmaları sırasında yaşam alanlarının hiçbir metrekaresinin farklı amaçlarla kullanılmasına izin vermediklerini belirtti. Büyükşehir Belediye Başkanı Kafaoğlu ise Balıkesir’in neredeyse yarısının ormanlarla kaplı olduğuna dikkat çekerek kentin bu özelliğiyle Orman Bakanlığı’nın ilgisini fazlasıyla hak ettiğini söyledi. Vali Ersin Yazıcı, Balıkesir’in Türkiye’yi doyuran bir il olduğunu dile getirdi, su konusunda destek talebinde
2
bulundu. Kendisini ‘Balıkesir’in hizmetkârı’ ve ‘fahri milletvekili’ saydığını belirten Bakan Veysel Eroğlu da konuşmasında şöyle dedi: “Gurur duyarak belirtmeliyim ki, biz yanan alanları en geç bir yıl içinde ağaçlandırıyoruz. Bu sayede kasıtlı yakmalar azaldı. 17 Ağustos’ta bu alan yandığında ben de Ankara’dan takip ettim. Ekipler hızla, sadece beş dakika içinde müdahalede bulundu. Hemen gerekli çalışmaların yapılması talimatını verdik. Haluk Levent kardeşim ziyaretime geldi, ‘Beraber dikelim’ dedi. Değerli sanatçıların kamuoyunu bilinçlendirmesi çok faydalı, çok güzel bir şey.” Rant peşinde koşan insanların artık tarihe gömülmesi gerektiğini vurgulayan Haluk Levent ise, “Türkiye’de ormanlar yanabilir ama kasıtlı olarak yakılmaları başka bir şey. Yok edilen ormanları rantçılar, villacılar işgal etmemeli. Ben eğer her ormanla ilgili bir şiir yazılırsa, hepsi için yüzlerce beste yapmaya hazırım” dedi. Konuşmaların ardından Haluk Levent, sözleri Bakan Eroğlu’na ait olan kendi bestesi ‘Ayvalık Bizim’ adlı şarkıyı söyledi.
Törene çok sayıda Altınovalı katıldı
ALTINOVA İSKELE JANDARMA KARAKOLU YENİDEN GÖREVE HAZIR...
AYVALIK ÜLKEMİZİN EN NADİR KÖŞELERİNDEN BİRİ...
F
idan dikimi sırasında bir açıklama yapan Belediye Başkanı Rahmi Gençer şunları söyledi: “Tabiat Parkı’mızın betonlaşmadan ağaçlandırılması çok önemli bir girişim. Çünkü Ayvalık; mimarisi, doğası ve Tabiat Parkı ile ülkemizin eşine az rastlanır güzellikler sunan köşelerinden biri. Şu anda aramızda, ülkemizin dört bir yanından gelen ve toplum yararına birbirinden farklı sosyal sorumluluk etkinlikleri gerçekleştiren gençlerimiz var. Hepsini tek tek kutluyorum. Sorunlara bilinçle sahip çıkmaları ve çözüm üretmeleri takdire değer... Bu oluşumda emeği geçen sanatçı Haluk Levent’e, Orman ve Su İşleri ile Çevre ve Şehircilik bakanlıklarına ve tüm kurumlarımıza teşekkür ediyorum.”
H
akkıbey yarımadasının ağaçlandırılması için düzenlenen törene katılan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Cuma namazını Sarımsaklı Yunus Emre Camisi’nde kıldıktan sonra Altınova İskele Jandarma Karakolu’nun açılışını yaptı. Çok sayıda Altınovalının katıldığı törende konuşan Ayvalık İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Özay Dörttepe, Kumadası mevkiinde bulunan karakolun kısa bir tarihçesini anlattı ve 2013 yılında kapanan karakolun, üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmek için yeniden göreve hazır olduğunu söyledi. Çocukluğunun geçtiği bir bölgede yer alan karakolun açılmasının kendisini çok mutlu ettiğini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer de, bu gelişmenin bölgeye canlılık getireceğini ve teknik anlamda eksiklerini gidermek için karakola gerekli katkıyı vermeye hazır olduklarını söyledi.
3
Kent Konseyi Olağan Genel Kurulu yapıldı
A
RAHMİ GENÇER PROJELERİNİ VE GERÇEKLEŞTİRİLEN HİZMETLERİ ANLATTI
yvalık Kent Konseyi 8. Olağan Genel Kurulu, 20 Aralık’ta Orhan Peker Sanat Galerisi’nde yapıldı. Genel Kurul’da önce Ayvalık Kent Konseyi’nin 17 aylık faaliyet raporları okundu. Daha sonra Belediye Başkanı Rahmi Gençer söz aldı. Vizyon projeleri hakkında ayrıntılı bilgi veren Gençer, kültür-sanat-eğitim
çalışmaları, sosyal hizmet faaliyetleri, temizlikyol-kavşak yapımı, yeni araç filosu, veterinerlik, spora ve sporcuya verilen destekler gibi konularda açıklamalarda bulundu. 2016 yılı Kasım ayında yaşanan şiddetli yağış ve selin hemen sonrasında hızla gerçekleştirilen iyileştirme çalışmalarını da hatırlatan Gençer daha sonra soruları yanıtladı.
HER ŞEY DAHA ÇAĞDAŞ VE DAHA YAŞANABİLİR BİR AYVALIK İÇİN… VİZYON PROJELERİ ■ Kırlangıç Fabrikası ■ Altınova Organize Sanayi Bölgesi ■ UNESCO Dünya Mirası ■ Ayazma Restorasyonu ■ Belediye Hizmet Binası ■ At Arabacılar Meydanı ■ Cunda Sahil ■ Gençlik Merkezi ■ Uzungöl Park ■ Balıkçı Barınağı ■ Altınova Pazaryeri SOSYAL TESİSLER ■ Paşalimanı Kafe-Restoran
4
■ Boğaziçi Otel ■ Akaryakıt İstasyonu ■ Altınova Taş Köşk ■ Duba Plajı ■ Gümrük Binası ■ Cumhuriyet Meydanı/Sahil Bandı ■ Botanik Park ■ Şehit Polis Fethi Sekin Parkı ■ Ergün Tekincan Parkı ■ Suat Burak Elik Parkı ■ Erol Karayaz Parkı ■ Çamlık Parkı ■ Belediye Parkı Bütünsel Düzenleme ■ Köylere Çocuk Parkı
■ Lale Adası Mesire Alanı ■ Ağaçlandırma Çalışmaları (Hedef 5 yılda 10 bin ağaç) SOSYAL HİZMETLER ■ Aşevi ■ Sosyal Hizmet Merkezi ■ Evde Bakım Hizmeti ■ Kadın Danışma Evi ■ Özel Çocuklar Eğitim Evi ■ Hoş Geldin Bebek ■ Boyacılar ve Simitçilere ‘Ekmek Teknesi’ YOL, KAVŞAK, PAZARYERİ YAPIM VE ONARIM ÇALIŞMALARI
■ 13 Nisan Caddesi ■ Kilit Parke ■ Bisiklet Yolu ■ Kavşaklar (Armutçuk, Cennet Tepesi, Adliye, Kipa, Devlet Hastanesi) ■ Asfalt Çalışmaları (Altınova, Küçükköy, Cunda, Küçükköy Çöplük Yolu) ■ Armutçuk Pazaryeri ■ Perşembe Pazaryeri KÜLTÜR- SANAT- EĞİTİM ÇALIŞMALARI ■ Küçükköy Kültür Merkezi ■ Alibey Kültür Merkezi ■ Altınova Kültür Merkezi ■ Amfi-Tiyatro ■ Zeytin Hasat Günleri ■ Kültür Sanat Günleri ■ Çanakkale Kültür Turları ■ Mübadele Günleri ■ Sinema Bir Şenliktir ■ Ahmet Yorulmaz Fotoğraf Yarışması ■ Slow-fod Slow Olive ■ Teferiç Şenliği ■ Tiyatro Festivali ■ Ayvalık Lezzet Noktaları ■ Engelliler Şenliği ■ Özel Çocuklara Tezkere ■ ArtClan Sanat Çalıştayı ■ Ayda Bir Ayvalık Dergisi ■ Keşfe Değer Yeryüzü Cenneti
Ayvalık ■ Zeytin Çekirdekleri ■ Yurt Dışı Fuar Organizasyonları ■ Sosyal Medya Tanıtımları ■ Alo Belediyem ve WhatsApp Hattı ■ ‘Başkan Burada’ Mahalle Toplantıları ■ Ramazan Ayı İftar Sofraları ■ Çakmak Köyü Kütüphanesi ■ Hacıveliler Eğitim Evi ■ Kitaptan Kanatlar ■ Ücretsiz ‘Nutuk’ Dağıtımı ■ Mermer Sokak Tabelaları SPORA VE SPORCUYA TAM DESTEK ■ 3 Halı Saha ■ 1800 Bisiklet ■ Şampiyon Özel Çocuklar VETERİNERLİK HİZMETLERİ ■ Köpek Bakım Çiftliği ■ Kedi Evleri ■ Ogan Cemal Can Hayvan Tedavi Merkezi ■ Yılbaşı Alışveriş Şenliği TEMİZLİK HİZMETLERİ VE ARAÇ FİLOSU ■ Cami Temizliği ■ Plaj Temizliği ■ Yer Altı Çöp Konteyneri Uygulaması ■ Temizlik Timi ■ Araç Filosu ■ Gezici Araştırma Sonuçları
5
Kapsamlı bir şekilde elden geçirilen Gümrük binasında tüm yolcular uluslararası standartlarda hizmet alacak
YENİLENEN DENİZ HUDUT KAPISI’NIN HİZMET KAPASİTESİ VE KALİTESİ DAHA DA ARTACAK
A
yvalık Belediyesi sorumluluğundaki Gümrük Binası, yolcu sayısının günden güne artması nedeniyle, ‘daha iyi hizmet’ ilkesiyle bakım ve onarımdan geçiriliyor. Çalışmalar doğrultusunda Deniz Hudut Kapısı’na yeni ve geçici bir prefabrik hizmet binası yapıldı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, çalışmalara ilişkin şunları söyledi: “Son dönemlerde Ayvalık Belediyesi olarak hemen hemen tüm hizmet binalarımızda ‘yenileme atağı’ başlatmış bulunuyoruz. Bu kez sıra Deniz Hudut Kapımız’a geldi. Son dönemlerde yolcu sayımız çok arttığı için binayı ‘elden geçirme’ ihtiyacı duyduk. Bu doğrultuda hızla bir mimari proje hazırladık. Projeyle pek çok yenilik ve kolaylık getiriyoruz. Örneğin, gelen ve giden yolcularımız bundan böyle ayrı ringlerden geçiş yapacak. Güvenlik önlemleri daha geniş bir ortamda sunulacak. Ortak kullanım alanları büyüyecek. Free shop sayımız artacak. Ofisler, tuvaletler ve çatının yenilenmesiyle birlikte tüm yolcular uluslararası standartlarda hizmet alacak. Çalışmaları Mart ayı sonuna kadar bitireceğiz.”
ACI KAYBIMIZ
Ayvalık’ımız için çalışan, emek veren ve Ayvalık Belediye’mizde Meclis üyeliği yapmış olan değerli büyüğümüz
HATİCE ARGA’nın ani kaybından büyük bir üzüntü duydum. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Ayvalık’ın başı sağ olsun. RAHMİ GENÇER Ayvalık Belediye Başkanı
Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir, Rahmi Gençer’in talebini olumlu karşıladı
İ
UEDAŞ, AYVALIK GİRİŞLERİNİ IŞIKLANDIRDI
zmir-Çanakkale (E87) yolu üzerinde yer alan Ayvalık’ın anayol bağlantı noktalarında gece saatlerinde ışıklandırma yapılmaması ve bu durumun kazalara neden olması üzerine Belediye Başkanı Rahmi Gençer, UEDAŞ ve Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir ile daha önceki Ayvalık ziyaretlerinde belediyede bir araya gelmiş ve kendisinden özel bir önem taşıyan bazı noktalarda aydınlatma sistemi kurulmasını rica etmişti. Nihat Özdemir, Gençer’in bu ricasını ‘kırmadı’ ve Ayvalık-İzmir, AyvalıkSarımsaklı ve AyvalıkEdremit girişleriyle Ayvalık şehir
6
merkezine İzmir girişinde aydınlatma çalışmaları yapıldı. Böylece, yaklaşık 500 metrelik bir mesafede aydınlatma sistemleri hizmete girdi. Belediye Başkan Rahmi Gençer, bu gelişmeden duyduğu mutluluğu dile getirdi ve “Ayvalık’ımıza nazik ziyaretlerinin yanı sıra talebimiz olumlu karşılayarak ana yollarımızdaki aydınlatma sorununu kısa sürede çözen UEDAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Nihat Özdemir’e ve ekibine, Edremit UEDAŞ İşletme Müdürü Sayın Mehmet Faruk Bozan’a ve UEDAŞ Ayvalık Müdürü Sayın Mehmet Yıldırım ile ekiplerine çok teşekkür ediyorum” dedi.
Müteşebbis Heyet inşaatın üçte ikisi tamamlanıncaya kadar görev yapacak
ALTINOVA İHTİSAS ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ (OSB) PROTOKOLU İMZALANDI
A
ltınova Mahallesi’nde kurulma çalışmaları devam eden Gıda ve Gıda İşletmeleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (OSB) için Kaymakamlık’ta bir toplantı yapıldı ve protokol imzalandı. Toplantıda, ‘Müteşebbis Heyeti’ ve Denetim Kurulu üyeleri belirlendi. Kaymakam Gökhan Görgülüarslan’ın başkanlığında ve inşaatın üçte ikisi tamamlanıncaya kadar görev yapacak Müteşebbis Heyet’te şu isimler yer aldı: Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Belediye Meclisi Üyesi İbrahim Mühürdaroğlu, Gömeç Belediye Başkan Yardımcısı Eşref Uslu, Ayvalık Ticaret Odası Başkanı Benhan İbrahim Kantarcı ve Aydın Şensal. Denetim Kurulu üyelikleri için ise Hakan Kayaalp ile Mustafa Büyükçıvgın önerildi. Heyet, kurum kararlarının Bakanlık onayından geçmesiyle kesinlik kazanacak. Toplantı sonrası bir açıklama yapan Rahmi Gençer, üç yıllık hazırlık sürecini tamamladıklarını belirtti ve “Bugüne kadar on iki Bakanlıktan olumlu görüş almış bulunuyoruz. Gençlerimize iş imkânı sağlarken çiftçilerimize de katma değer kazandıracak olan Organize Sanayi Bölgesi’ni hayata geçirme sürecinde önemli bir aşama daha kaydetmiş olduk” dedi.
Altınova Mahallesi Topçular mevkiinde, iki yıl içinde faaliyete geçecek olan Gıda ve Gıda İşletmeleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (OSB), beş yüz bin metrekarelik bir alanı kaplayacak ve tahminen iki bin beş yüz kişiye iş imkânı yaratacak. OSB’de on beş zeytin işleme, üç tarım makineleri, yedi süt ürünleri, beş et mamulleri, altı meyve suyu üretimi, on bakliyat kurutma ve paketleme ile beş bisküvi üretimi kuruluşu yer alacak.
En büyük ekonomik desteği Ayvalık Belediyesi veriyor
AYTUGEB MALİ GENEL KURULU TOPLANDI
A
yvalık’ta turizmin geliştirilmesi amacıyla oluşturulan Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği (AYTUGEB)’in Ayvalık Belediyesi 2017 yılı Mali Genel Kurul tarafından restore toplantısı Ayvalık Ticaret ettirilen Panagia Odası’nda yapıldı. Toplantıya Phaneromeni Kaymakam Gökhan Ayazması Görgülüarslan ve Belediye Başkanı ve AYTUGEB çalışmalar sona Başkanı Rahmi Gençer de erdiğinde kent katıldı. Divan Başkanlığı’na turizmine önemli Alp Sezek, Katip üyeliklere katkı sağlayacak. ise Ferzan Kandemir ve Levent Billurcu getirildi. Faaliyet Raporu’nu sunan AYTUGEB Genel Sekreteri Ümit Özgültekin, Birliğin yerel ve uluslararası faaliyetlerini anlattı. 185 bin lirayla en büyük ekonomik desteği Ayvalık Belediyesi’nin verdiği 2018 yılına ait tahmini bütçe 248 bin 065 lira olarak belirlendi. Toplantıda konuşan Rahmi Gençer, Ayvalık’n ülkemiz turizminden hak ettiği değeri yavaş yavaş kazanmaya başladığını söyledi ve “Bilindiği gibi yakın dönemde turizm sektörü bir kriz yaşadı. Bu krizden Ayvalık’ımız diğer turizm bölgelerine oranla çok daha az etkilendi. Bu yıl da beklentilerimiz yine yüksek. Bunun için çalışmalarımızı turizm sezonu biter bitmez başlattık” dedi. Gençer, konuşmasında Ayvalık Belediyesi tarafından restore ettirilen Panagia Phaneromeni Ayazması’nda çalışmaların son aşamasına gelindiğini belirtti ve Ayazma’nın kent turizmine farklı bir ivme kazandıracağını söyledi.
7
150 Evler, Altınova, Küçükköy mahalleleriyle Alibey adasındaki çalışmalar sürüyor
B
BAZI BÖLGELERDE HEM KİLİT PARKE YOL HEM DE KALDIRIM YAPILIYOR
elediye Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri faaliyetlerini farklı noktalarda sürdürüyor. Çalışmalar, bu kez Ayvalık’ın son zamanlarda gelişme gösteren bölgelerinden 150 Evler Mahallesi’nde ağırlık kazandı. Burada görev yapan ekipler, Özgürlük heykeli ile Yeni Sanayi arasında kilit parke yol yapım çalışmalarına kaldırım yapımını da ekledi.
Ekipleri her fırsatta denetleyen Belediye Başkanı Rahmi Gençer, bazı mahallelerde yol yapım çalışmalarına öncelik vermek zorunda olduklarını söyledi. Araç trafiğinin yoğun olduğu ve bu nedenle yayaların sıkıntı yaşadığı bölgelerde faaliyete devam ettiklerini belirten Gençer, “Altınova ve Küçükköy mahalleleriyle Alibey adasındaki çalışmalarımız da hızla sürüyor” dedi.
Halktan gelen talepler öncelikle ele alınıyor
PERŞEMBE PAZARI’NIN SEBZE-MEYVE BÖLÜMÜNÜN ÇATISI YENİLENDİ
K
örfezin en büyük iş hacmine sahip olmasının yanı sıra ulusal medya tarafından yapılan değerlendirmelerde Türkiye’nin en zengin alışveriş noktalarından biri olarak ilk sıralarda yer alan Perşembe Pazarı’nın sebze-meyve bölümünün zamana ve iklim koşullarına yenik düşerek yıpranan çatısı yenilendi. Daha önce, Fen İşleri Müdürü Umut Akçay ve Sebze-Meyveciler Odası Başkanı Elmas Özmen’le pazaryerinde incelemelerde bulunan Belediye Başkanı Rahmi Gençer çatının bakımonarımının hızla yapılması
8
talimatını vermiş, bunun üzerine Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri Aralık ayının ilk haftası içinde çalışmalara başlamıştı. Konuyla ilgili görüşlerini belirten ve Ayvalık’ın birçok noktasında, belli bir plan-program çerçevesinde bu tarz yenileme çalışmalarını art arda sürdürdüklerini söyleyen Rahmi Gençer, “Bu hizmetleri gerçekleştirirken halkımızdan gelen talepleri öncelikle dikkate alıyor ve gereğini mümkün olan en hızlı şekilde yerine getirmek için hemen harekete geçiyoruz” dedi.
Ayvalık engelliler konusundaki duyarlılığı ile yıllardır dikkatleri üzerinde topluyor
3
ENGELLİLER VE AİLELERİ 3 ARALIK’I AYVALIK BELEDİYESİ’NİN ÖNCÜLÜĞÜNDE YOĞUN BİR PROGRAMLA KUTLADI
Aralık Engelliler Günü, Ayvalık’ta üç gün boyunca özel etkinlerle kutlandı. İlk buluşma Ayvalık Belediyesi Özel Çocuklar Eğitim Evi’nde gerçekleşti. Burada Birlik Ortopedik Engelliler Derneği (BOED) Genel Başkanı Güler Çapraz Özlemiş bir konuşma yaptı.
İkinci tören, Ayvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü öncülüğünde İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde düzenlendi. Bu ‘eğlenceli’ bir etkinlikti ve katılım yoğun oldu. Etkinlikte, Belediye bünyesindeki Zihinsel Engelliler Rehabilitasyon Merkezi’nin yanı sıra BOED Genel Merkezi, Zihinsel Engelliler Derneği, Zeytin Özel Rehabilitasyon Merkezi, Özel Eğitim Merkezi engellileri ve aileleri hazır bulundu. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Belediye Başkanı Rahmi Gençer bir konuşma yaptı ve engellilerin toplumun en önemli parçalarından olduğunu vurguladı. Gençer, Ayvalık’ta da tıpkı Ankara, İstanbul ve İzmir’deki gibi, özellikle Down sendromlu gençlerin meslek edindirilmesini hedefleyecek bir ‘Down Cafe’ açılması gerektiğini ve bunun hayata geçirilmesi için Ayvalık Belediyesi olarak gerçekleştirilecek her çalışmaya tam destek vereceklerini söyledi. Etkinlikte son olarak engelli öğrenciler halk oyunları gösterileri yaptı, şarkılar söyledi, şiirler okudu. Kutlama programı çerçevesinde aynı gün Paşalimanı Kafe-Restoran’da bir öğle yemeği düzenlendi. Kaymakam Gökhan Görgülüarslan’ın da katıldığı yemek sonrasında Belediye Başkanı Rahmi Gençer şu açıklamayı yaptı: “Dünya Engelliler Günü’nü Ayvalık’ta her defasında büyük bir coşkuyla kutluyoruz. Zaten kentimizin engelliler konusundaki duyarlılığı yıllardır bilinen bir gerçek. Ayvalık’ta engelli farkındalığı çok uzun süreden bu yana oluşmuş durumda. Bizler de Ayvalık’ta hemen hemen her organizasyonda özel çocuklarımızla birlikte olmaktan çok mutluyuz. Onların bu özel günlerinde doyasıya
eğlenmelerini istiyoruz. Eğlence dışında, el emekleriyle uğraşan çocuklarımız, halk oyunları oynayan çocuklarımız, galoş üreten çocuklarımız, basketbolda Türkiye Şampiyonu olan özel çocuklarımız var. Ayrıca bugün burada engellilerimiz ve aileleriyle projelerimizi gözden geçirdik. ‘Engelsiz Cafe’ ve spor müsabakaları yapmalarının yararlarını konuştuk. İlçemizin kırsal mahallelerinden
E
şehir merkezine gelen engelli çocuklarımızın nasıl daha fazla eğitim görebilmelerini sağlarız, bu konuda fikir alış-verişinde bulunduk. Ayvalık Belediyesi Sosyal İşler Müdürlüğü çok güzel çalışıyor. Yaşlılarımız ve engellilerimiz için çok kapsamlı hizmet veriyorlar. Onlarla gurur duyuyorum. Ayvalık Özel Zeytin Rehabilitasyon Merkezi ile birlikte yaptığımız çalışmalardan da güzel projeler doğuyor.”
DİŞ HEKİMLERİ ÖZEL ÇOCUKLARA AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI KONULARINDA 2 GÜN BOYUNCA EĞİTİM VERDİ
ngelliler Günü nedeniyle, Ayvalık Belediyesi Sosyal Hizmetler Merkezi’nde bir gün önceden ‘Ege Ağız ve Sağlığı Merkezi’ ile ‘Diş Hekimleri Derneği’nden 14 diş hekimi tarafından ‘Engelli Çocuklarla El Ele Projesi’ kapsamında ağız ve diş sağlığı ile koruyucu ve acil diş hizmetleri
eğitimleri sunuldu. Etkinlik iki gün sürdü. Konuya ilişkin görüşlerini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Özel çocuklarımızın sosyalleşmesini hızlandırmak ve tüm dezavantajlarını ortadan kaldırmak için birçok proje geliştirdik ve geliştirmeye devam edeceğiz” dedi.
9
2018 yılı Ayvalık’a ve Ayvalık’ta yaşayan herkese güzellikler getirsin
RAHMİ GENÇER HASTA VE YAŞLILARI ZİYARET EDEREK SAĞLIKLI VE MUTLU BİR YIL DİLEDİ
B
elediye Başkanı Rahmi Gençer, geleneksel yıl sonu ziyaretlerini bu yıl da sürdürdü ve 2017 yılının son gününde, Evde Bakım Hizmetleri görevlileriyle birlikte Devlet Hastanesi ile Ayvalık Belediyesi Erken Doğmuşlar Konuk Evi’ni ziyaret etti. “Geleceğe umutla bakmak için, özel günlerde sevdiklerimizle bir araya gelmeliyiz” diyen Gençer, hastanede tedavi olan yaklaşık elli hasta ve çok sayıda çalışanın yeni yılını kutladı, hediyeler verdi. Daha sonra Sosyal Hizmet Merkezi Erken Doğmuşlar
Konuk Evi’ne geçen Gençer burada kalmakta olan yaşlılarla beraber yeni yıl pastası kesti. Hepsine birer Ayvalıkgücü Belediyespor atkısı hediye ederek takımı desteklemelerini ve maçlara gelmelerini istedi. Gençer, “2018’de Ayvalık’ımıza ve Ayvalık’ta yaşayan herkese güzellikler diliyorum. Size ve sevdiklerinize mutluluk ve sağlık; ülkemize de barış, huzur, birlik ve beraberlik getirsin. Önümüzdeki yıl da, inşallah yeni yılı yine böyle hep birlikte kutlarız” dedi.
Gençer, özel çocuklara onlarla daha fazla basketbol maçı yapmak ve daha çok galoş üretmek istediğini söyledi
ÖZEL ÇOCUKLAR YENİ YILI ‘ERKENDEN’ KUTLADI
B
elediye Başkanı Rahmi Gençer, 22 Aralık Cuma Günü, Sosyal Hizmet Merkezi bünyesindeki Özel Çocuklar Eğitim Evi’nde engelli öğrenciler ve aileleriyle bir araya geldi. Hazırlanan yılbaşı ağacına yeni yıl dileklerinin bırakıldığı buluşmada bir yandan pasta kesildi, bir yandan da aileler tarafından hazırlanan özel ikramlar paylaşıldı. Özel çocuklarla sohbet eden ve güzel bir yıl temennisinde bulunan Rahmi Gençer, “Az önce yılbaşı ağacındaki dileklerinizi okudum. Yeni yıl size araba, cep telefonu... kısacası ne dilediyseniz onu getirsin. Ama 2018 öncelikle hepinize sağlık, mutluluk ve arkadaşlık getirsin. Şu anda pırıl pırıl gülen yüzleriniz hep gülsün. Benim dileğim ise sizlerle daha
10
fazla basketbol maçı yapmak ve daha çok galoş üretmek’’ dedi. ‘Erken’ yeni yıl kutlamasının sonunda, özel çocukların aileleri
Yasemin ve Rahmi Gençer çiftinin oğulları Ümit Gençer için getirdikleri hediyeleri verdi.
Başarılarıyla kendinden söz ettiren Ayvalıkgücü Belediyespor’un bayan voleybolcuları hediye çekiyle ödüllendirildi
RAHMİ GENÇER SÜRPRİZ BİR ZİYARETLE VOLEYBOLCULARIN YENİ YILINI KUTLADI
B
elediye Başkanı Rahmi Gençer, Ayvalık Spor Salonu’nda antrenman yapan Ayvalıkgücü Belediyespor Bayan Voleybol Takımı oyuncularına sürpriz bir ziyaret yaptı ve sporcuların yeni yıllarını kutladı. Geçtiğimiz yıl İkinci Lig’e çıkarak büyük bir başarı gösteren ve son haftalarda üst üste kazandıkları maçlardan sonra şampiyonluk yarışında iddialı bir konuma gelen takıma hitap eden Gençer, “Yeni yılda Ayvalıklılar sizden çok şey bekliyor. Sporda yenmek de var yenilmek de... Ama, bundan böyle hedefimiz, kalan on maçımızın hepsini kazanmak. Bunu yapabilirsiniz. Size çok güveniyoruz. Sizi yalnız bırakmayan ve üzerinizde emeği olan ailelerinize, hocamız Sedat Oğuz’a ve yöneticimiz Saki Bacan’a da teşekkür ediyorum. 2018 yılında tüm isteklerinizin gerçekleşmesini diliyorum” dedi. Rahmi Gençer, ziyaret sırasında başarılı voleybolculara birer de hediye çeki verdi.
Cesareti hafızalarımızdan, kahramanlığı kalplerimizden hiç silinmeyecek
ŞEHİT FETHİ SEKİN’İN BABASI OĞLUNUN ADINI TAŞIYAN PARKI VE BELEDİYEYİ ZİYARET ETTİ
E
lazığ’ın Baskil ilçesinden çocukluk arkadaşı olan Ayvalık Mesleki Eğitim Merkezi Müdür Yardımcısı Tayfur Özer’i ziyaret etmek için Ayvalık’a gelen, şehit polis Fethi Sekin’in babası Mehmet Zeki Sekin önce, Ali Çetinkaya Mahallesi’nde Ayvalık Belediyesi tarafından yaptırılan ve oğlunun adını taşıyan parkı gezdi. Ardından, Belediye Başkanı Rahmi Gençer kent dışında olduğu için Başkan Yardımcısı Gökay Bacan’la görüştü.
Buluşmada, Ayvalık’ın merkezinde beş yeni park yaptıklarını belirten Gökay Bacan, Mehmet Zeki Sekin’e, “Başkanımız Rahmi Gençer’in öncülüğünde Belediye Meclisi’ndeki tüm arkadaşlarımızın desteğiyle parka şehit polisimiz Fethi Sekin’in adını verdik. Çünkü o çok büyük bir kahramanlık yaptı ve Türkiye’nin gururu oldu. Onun vatanseverliği ve kahramanlığı doğrudan doğruya ailesinin yetiştirme tarzından kaynaklanmıştır. Temelinde siz varsınız” dedi. ‘Şehit Polis Fethi Sekin Parkı’nı arkadaşı Tayfur Özer’le birlikte gezerken duygulanan Mehmet Sekin, Ayvalık Belediyesi’ne teşekkür etti. Oğlunun parklarda, mesire alanlarında, öğretmenevlerinde, okullarda, camilerde yani Türkiye’nin kalbinde yaşadığını belirten Sekin sözlerini şöyle sürdürdü: “Büyük bir katliamı önleyen kahraman oğlumla gurur duyuyorum. Bu aynı zamanda tüm Türkiye’nin gururudur. Oğlumun adını ölümsüzleştirdikleri için Allah devlet büyüklerimizden razı olsun. Benim Fethi’min cesareti hafızalarımızdan, kahramanlığı kalplerimizden hiç silinmeyecek. Ruhu şad olsun, mekânı cennet olsun.”
11
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... BASKİ YÖNETİCİLERİ AYVALIK’TA İNCELEMELERDE BULUNDU
B
ASKİ Genel Müdürlüğü’ne atanan Talat Özen beraberinde Genel Müdür Yardımcısı Hamdi Dereli, Arıtma Tesisleri Daire Başkanı Levent İbiş, Ayvalık Müdürü İskender Çavdar ve Ayvalık Şube Şefi Özcan Kaykı ile Ayvalık’a geldi. Sahilkent Mahallesi’nde bulunan ve çalışmayan arıtma tesisinin yanı sıra kent genelinde halkın sağlığını tehdit eden kanalizasyon patlaklarını inceleyen Özen ve ekibine Rahmi Gençer de eşlik etti. Arıtmanın yakında yeniden hizmet vermeye başlayacağını söyleyen Özen, Ayvalık Belediyesi’yle birlikte en kısa zamanda çalışmalara başlayacaklarını belirtti. Rahmi Gençer de, Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu ile yaptıkları görüşmenin hemen ardından BASKİ Genel Müdürü Özen’in Ayvalık’a gelip sorunları yerinde incelemesinden mutluluk duyduğunu belirtti ve “BASKİ ekiplerinin Ayvalık’ımız için yapacağı tüm çalışmalara tam destek vereceğiz” dedi.
GAZİLER KAYNAŞMA VE DAYANIŞMA KAHVALTISI DÜZENLEDİ
T
ürkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Kültür ve Dayanışma Vakfı Ayvalık Temsilciliği, ‘üyelerinin, ilçedeki STK temsilcilerinin ve yerel yöneticilerin kaynaşması’ amacıyla ‘Dayanışma Kahvaltısı’ düzenledi. 23 Aralık’ta Ayvalık Belediyesi Sarı Zeybek Tesisleri’nde gerçekleşen etkinliğe Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Garnizon Komutanı Albay Fevzi Koyuncu, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, STK temsilcileri ve vatandaşlar katıldı. Gençer yaptığı konuşmada,
12
“Hepimiz memleketimizi daha fazla sevmeliyiz. Her milli günde ve bayramlarda, genç kuşaklara yurt sevgisini aşılamak gibi kutsal bir görev yapan gazilerimiz bu bakımdan her türlü övgüyü hak ediyor. Onlarla gurur duyuyoruz” dedi.
RAHMİ GENÇER TEMİZLİK İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞANLARIYLA YEMEKTE BULUŞTU
ilgili görüşlerini belirten Rahmi Gençer, Ayvalık’ta sporun özel bir önem taşıdığını belirtti ve “Kentimizde hemen hemen her branşta Türkiye çapında sporcular yetişiyor. Çocuklarımızın ve gençlerimizin heyecanını her fırsatta paylaşıyoruz. Bu turnuva Ayvalık’ımıza renk getirecek” dedi.
GENÇ SATRANÇÇILAR RAHMİ GENÇER’İ ZİYARET ETTİ
B
U
MAHALLE LİGİ FUTBOL TURNUVASI BAŞLADI
ÜMİT GENÇER’İN FORMASI AYVALIKGÜCÜ BELEDİYESPOR’DAN...
B
A
elediye Başkanı Rahmi Gençer, geçtiğimiz günlerde Temizlik İşleri Müdürlüğü bünyesine görev yapan personelle öğle yemeğinde bir araya geldi. Başkan Yardımcıları Figen Güren ve Gökay Bacan’ın da katıldığı yemek sırasında, Temizlik İşleri Müdürü Necdet Güngör, Ayvalık Belediyesi’nin en küçük üyesi Ümit Gençer’e Temizlik İşleri ekipleri olarak hoş geldin demek istediklerini belirtti ve sağlıkla büyümesi dileğinde bulundu. Buluşmanın kendisini çok duygulandırdığını söyleyen Gençer ise baba olmanın güzelliğini vurguladı ve “Bu mutluluğu herkesin tatmasını dilerim” dedi.
üyükşehir Belediyesi ve Valiliğin yanı sıra Balıkesir Gençlik ve Spor, Milli Eğitim, Sağlık müdürlükleriyle Ayvalık Emniyet Müdürlüğü ve İlçe belediyelerinin katkılarıyla, ‘İmkân Bizden, Oynamak Sizden’ sloganıyla düzenlenen Futbol Turnuvası başladı. Turnuvanın Ayvalık ayağının başlangıç vuruşunu Kaymakam Gökhan Görgülüarslan ile Belediye Başkanı Rahmi Gençer yaptı. Gençler ve Yıldızlar kategorilerinde oynanacak maçlarda birinci olanlar Ayvalık’ı Balıkesir’de temsil edecek. Turnuva ile
lusal düzeyde katıldıkları tüm yarışmalarda başarılı sonuçlar alan Ayvalıklı genç satranç sporcuları, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Şampiyon sporcuların ailelerinin de yer aldığı ziyarette konuklar, Gençer’i baba olması nedeniyle kutlayarak oğlu Ümit Gençer’e bir Kolej satranç seti hediye etti ve 2018 yılının satranç müsabakaları takvimini verdi. Alumert ve Özsoy ailelerine ziyaretleri için teşekkür eden ve Milli Takım’a seçilen Merve Özsoy’u kutlayan Gençer, Ayvalıklı genç satranç ustalarıyla gurur duyduğunu söyledi.
yvalıkgücü Belediyespor Kulübü Başkanı Güngör Sezer, Genel Kaptan İlker Anaz, Yönetim Kurulu üyeleri, Antrenör Mehmet Yıkılmazdağ, teknik ekip ve futbolcular Ayvalık Belediyesi’ni ziyaret ederek Belediye Başkanı Rahmi Gençer ile eşi Yasemin Gençer’in oğulları Ümit’in doğumunu kutladı. Buluşma sırasında konuklar Ümit Gençer için özel olarak yaptırdıkları formayı babasına teslim etti. Gençer de sürpriz ziyaretleri ve ince davranışları nedeniyle tüm kulüp temsilcilerine tek tek teşekkür etti.
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA...
RAHMİ GENÇER ŞOFÖRLER VE OTOMOBİLCİLER ODASI YÖNETİCİLERİYLE GÖRÜŞTÜ
A
yvalık Şoförler ve Otomobilciler Odası Başkanı Aziz Ciddi ve Oda Yönetim Kurulu üyeleri ulaşım konusunda fikir alışverişinde bulunmak üzere Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Görüşme sırasında Gençer, kısa bir süre önce ulaşımdaki sıkıntıları Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu’na en ayrıntılı şekilde ilettiğini ve çözüm konusunda gereken her türlü desteği vermeye hazır olduklarını söyledi. Aziz Ciddi de, Ayvalık Şoförler ve Otomobilciler Odası’nın büyük bir aile olduğunu hatırlatarak, “Bu büyük aileye yakışanı yapmak için görev başındayız” dedi.
AYAL OKUL AİLE BİRLİĞİ TEMSİLCİLERİ RAHMİ GENÇER’E TEŞEKKÜR ETTİ
A
yvalık Anadolu Lisesi Okul Aile Birliği Başkanı Emel Karadağ ve Yönetim Kurulu üyeleri Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret ederek, oğulları Ümit Gençer’in doğumu nedeniyle kendisini ve eşi Yasemin Gençer’i kutladı. Buluşma sırasında Başkan Karadağ, “Belediye Başkanımıza bugüne kadar tüm taleplerimizi olumlu karşılayarak gereğini yerine getirdiği ve çeşitli konularda gösterdiği duyarlılık için teşekkür ediyoruz” dedi.
UYGULAMA OTELİ VE MESLEK LİSELERİNİN YOLU GENİŞLETİLECEK
P
akmaya Kenan Kaptan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi ile Cunda Mesleki ve Teknik Anadolu LisesiUygulama Oteli’nin bulunduğu Lale adasının 15 Eylül Caddesi’nde, Belediye Plajı’ndan itibaren 1. Sokak olarak adlandırılan yolun dar olduğu ve tehlike yarattığı gerekçesiyle imza toplayan öğrenci ve veliler yolun bir an önce yapılmasını ve toplu taşım araçlarının eğitim saatlerinde okullara yakın bir güzergah saptamasını istedi. Uygulama Oteli ile birlikte iki meslek lisesinin bulunduğu bölgedeki yolu, her gün 875 öğrenci ve 75 öğretmenin kullandığını belirten okul aile birliği yönetimi, yolun
genişletilmesi ve kaldırım yapılmasını istedi. Bu arada toplanan yüzlerce imza, Pakmaya Kenan Kaptan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Okul Aile Birliği yönetimi tarafından Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan’a teslim edildi. Bacan konuyla ilgilendiklerini belirterek kısa sürede yolu genişletme çalışmalarına başlayacaklarının sözünü verdi.
ÖĞRENCİLER PROJE ÖDEVLERİ İÇİN RAHMİ GENÇER’LE RÖPORTAJ YAPTI
B
elediye Başkanı Rahmi Gençer, Kıvanç Sarlıcalı İlkokulu 4/B sınıfı öğrencileri Öztürk, Efe, Hasan ve Hasan’ı ağırladı ve proje ödevleri doğrultusunda bir söyleşi gerçekleştirdi. Eski Kırlangıç Fabrikası hizmet binasındaki görüşmede öğrenciler Gençer’e, sokak hayvanlarına ilişkin projelerini, Köpek Bakım Çiftliği’ndeki yenilikleri, kedilerle köpeklerin tedavi yöntemlerini ve yaralı hayvanların durumunu sordu. Bunun yanında insanların, hayvanlardan neden korktukları hakkındaki görüşlerini aldı. Soruları yanıtlayan Rahmi Gençer, sokak hayvanlarının sağlıkları için düzenli şekilde kısırlaştırma çalışması yürüttüklerini, onları sadece kuru mamayla beslediklerini söyledi ve aşılama/tedavi yöntemlerini anlattı. Gençer, sokakların yalnızca insanların değil tüm canlıların yaşam alanları olduğunu bir kez daha vurguladı.
HAYVANCILAR DERNEĞİ’NDEN BAŞKAN GENÇER’E ZİYARET
A
yvalık’taki büyükbaş/küçükbaş hayvan, tavuk ve güvercin yetiştirenleri aynı çatı altında toplayan Hayvancılar ve Kümes Hayvanları Yaşatma, Islah Derneği Yönetim Kurulu üyeleri Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Hüseyin Dalkıran, Ayhan Tokmak, Hasan Çobanoğlu, Ayvalık Belediyesi eski veterineri Ömer Karayol’un da yer aldığı buluşma sırasında Dernek Başkanı Cemal Erhanoğlu, Ayvalık’ta hayvancılık sektörünün son yıllarda büyüme gösterdiğini ve halkın sokak hayvanları konusunda duyarlı davrandığını belirtti. Erhanoğlu “Hem
veterinere hem de kümes hayvanlarının ilaçlarına ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Tavuk besleyen arkadaşlarımızın sayısı oldukça yüksek. Dernek olarak aşı ve yem çeşitleri konusunda bu eksiği kapatmak için harekete geçmek istiyoruz” dedi. Rahmi Gençer de, “Ayvalık’ta bin bir güzellikle var olan can dostlarımızla birlikte yaşıyoruz. Bizim için hepsi değerli. Bu konuda kentimizde duyarlılığın artması elbette çok sevindirici bir gelişme. Hep söylediğim gibi, Ayvalık sokaklarında bizler yaşama hakkına nasıl sahipsek, onlar da öyle sahip” dedi.
GÖNÜLLÜLER SOKAK HAYVANLARI İÇİN KERMES DÜZENLEDİ
K
öpek Bakım Çiftiği’nde oğulları adına ‘Ogan Cemal Can Tedavi Merkezi’ni yaptırarak Belediyeye bağışlayan Zeynep Gülden Can ve Mehmet Mustafa Can, Cumhuriyet Meydanı’nda sokak hayvanları yararına bir ‘yılbaşı alışveriş şenliği’ düzenlenmesine de öncülük etti. Belediye Veteriner İşleri Müdürlüğü’nün katkılarıyla gerçekleşen kermeste 20 kadar tezgâh yer aldı. Buralarda hediyelik eşya, yiyecek ve içecekler satışa sunuldu. Etkinliği geleneksel hale getirmek istediklerini belirten Zeynep Gülden Can, stantların tamamının gönüllü olarak kurulduğunu söyledi. Can, “Toplanan yardımlar can dostlarımızın tedavilerinde kullanılacak. Herkesin içerisinde yer alabileceği bu organizasyona verdikleri destek için ressam Gülgün Haksal’a ve Başkanımız Rahmi Gençer’e teşekkür ediyorum” dedi.
DEVE GÜREŞİ SEVENLER RAHMİ GENÇER’E TEŞEKKÜR ETTİ
A
yvalık Deve ve Deve Güreşi Sevenler Derneği, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret ederek ‘Rahmi Gençer’ işlemeli deveci şalı, plaket ve Mustafa Kemal Atatürk’ün portresini hediye etti. Ziyarette Dernek Başkanı Mustafa Yatkın’ın yanı sıra bazı dernek üyeleri hazır bulundu. Dernek Başkanı Mustafa Yatkın, “Belediye Başkanımız derneğimize maddi ve manevi, çok fazla destek veriyor. Kendilerine bu destekleri için teşekkür ediyoruz’’ dedi.
13
Gökhan Görgülüarslan, büyük bir ilgi ve sevgiyle karşılandığı Ayvalık’ta geçtiğimiz Eylül ayında Kaymakamlık görevine başladı. Kısa sürede kentin sorunlarına sahip çıkarak bunlara el atan ve Ayvalık halkıyla kaynaşan Görgülüarslan’ı sizlere daha yakından tanıtmak amacıyla ziyaret ettik. Yoğun gündemine rağmen bize zaman ayıran ve sorularımızı içtenlikle yanıtlayan değerli Kaymakamımıza çok teşekkür ediyoruz.
AYVALIK’IN BÜYÜLEYİCİ ZENGİNLİKTEKİ MİMARİSİNİN AYAĞA KALDIRILMASI İÇİN MUTLAKA BİR ŞEYLER YAPILMALI
RÖPORTAJ: GÜLBENİZ ŞENTAY FOTOĞRAFLAR: HYESEUNG LEE
S
ayın Gökhan Görgülüarslan, söyleşimize özgeçmişinizle başlayabilir miyiz?
-1975 yılında, o zamanlar Çankırı sınırları içinde yer alan Eskipazar’da dünyaya geldim (Doğduğum yer şimdi Karabük’e bağlı). Annem ev hanımı, babam Karabük Demir Çelik Fabrikası’nda işçiydi. İlkokulu Karahasanlar köyünde bitirdiğim yıl öğretmenim eğitimime Eskipazar’da devam etmemi istedi. Ailem bu tavsiyeyi dikkate aldı. İki kardeşimle birlikte merkezdeki bir okulda öğrenim görebilmemiz için Eskipazar’a taşındık. Ortaokulu ve lise birinci sınıfı orada okudum. Bu kez lise öğretmenlerim kaydımın daha donanımlı bir okula alınması konusunda anne ve babamı ikna ettiler. Bunun üzerine Karabük’e yerleştik. Karabük Demir Çelik Lisesi’nden mezun oldum. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra 1998’in sonlarında Kaymakamlık sınavını kazandım. O tarih itibarıyla mesleğe adım atarak ülkemizin çeşitli
14
yörelerinde görev aldım. Evli ve bir çocuk babasıyım. Eşim İngilizce öğretmeni. Neden kamu yönetimi okumak istediniz? -Küçüklüğümden beri elimden geldiğince herkese yardım etmeyi severdim. Hani birilerine hizmet ettiğinizde, sorunlarına çözüm bulmaya çalıştığınızda insanların şükran ifadeleri size yönelir ya... İşte ben bundan mutluluk duyardım. Elbette her mesleğin temel amacı insana ve insanlığa hizmet etmektir. Ancak insanlara dokunabilmek, onların taleplerine cevap verebilmek için kamunun çok daha güçlü, etkili bir alan olduğunu düşünürdüm. Her ne kadar kamu yönetimi okuma fikri lise yıllarımda şekillenmişse de çocukluk hayalimdi diyebilirim. İlk atandığınız yer neresiydi ve sonrasında nerelerde görev aldınız?
-Mesleğe Bartın Maiyet Memurluğu’nda başladım. Bizlerin asaleten atanmadan önce illerdeki kamu kurum ve kuruluşlarında ‘staj’ adı altında bir takım eğitim faaliyetlerimiz olur. Sonrasında Bakanlığımızın düzenlediği yur tiçi ve yurt dışı eğitim programlarına katılırız. Ayrıca aldığımız eğitimi pekiştirmek adına vekâleten de görev yaparız. Örneğin ben Konya’nın Kulu, İzmir’in Kiraz, Malatya’nın Kale ilçelerinde Kaymakam Vekilliği görevlerinde bulundum. Bütün bu eğitim süreçlerinin ardından Yozgat’ın Saraykent ilçesine asaleten atandım. Asaleten ilk görev yerlerimiz kur’ayla belirlenmişti. Saraykent’i Erzurum/Uzundere, Urfa/Akçakale ve Bartın/Ulus izledi. Oradan Ağrı Vali Yardımcılığı’na atandım. Ağrı’da üç yıl kaldım. Ertesinde askere gittim. Askerlik dönüşü Antalya/ Finike’ye tayin edildim. Dört yıl hizmet verdiğim Finike’den Kastamonu’nun İnebolu ilçesine, akabinde de Çanakkale’nin Biga ilçesine atandım. Son olarak da Ayvalık’a tayinim çıktı.
oluşturmak amacıyla belirlenen öncelikler üzerinde sıkı bir şekilde çalışması gereken bir kent. İlçedeki ilk günlerimde eşimle birlikte çarşı içinde dolaşırken büyüleyici bir mimari zenginlikle karşılaştım. Bu zenginliğin elden geçirilmesi, restorasyonlarla ayağa kaldırılması konusunda mutlaka bir şeylerin yapılmasının gerekliliği ilk düşündüğüm şey oldu.
-Geçtiğimiz Eylül ayında sanırım cuma gününü cumartesiye bağlayan bir geceydi. Saat bir buçuk-iki sularında aldım haberi. Şaşırdım tabii... Çünkü henüz iki yıldır Çanakkale’ydim ve görev süremin başlarında sayılırdım. ‘1. Sınıf’ ilçelerde yer açılınca erken bir tayin gördük. Ayvalık ülkemizin önemli yerleşimlerinden biri ve Türkiye’nin sayılı destinasyonları arasında. Dahası, kendi içindeki ana başlıklara baktığınızda, tarımdan turizme her alan için pek çok alt başlıkla değerlendirilmesi gereken güzel bir yer. Dolayısıyla özel bir görev olacağı kanısını taşıdığım için Ayvalık’a atandığımı öğrenmek beni sevindirmiş ve mutlu etmişti.
Alt yapıdan eğitime eksiklerimizin giderilmesi nasıl olacak? Bütün bu işlerin üstesinden nasıl geleceksiniz?
Ayvalık’ın önemli konu başlıklarından birine değindiniz. Gerçi göreve başlamanızın üzerinden sadece birkaç ay geçti ama size göre Ayvalık’ın acil çözüm bekleyen diğer sorunları neler?
-Özellikle kentin alt yapısına dokunmak zorunda olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Nitekim geldiğimden beri pek çok arkadaşımız tarafından bu ihtiyaç bana iletildi. Haklılar tabii. Çünkü özellikle yaz aylarında Ayvalık milyonlarca insanı ağırlıyor ve bu yoğunluğun kente getirdiği belli bir yük var. Bu yükün taşınabilmesi ise alt yapının süratle kuvvetlendirilmesine bağlı. Gördüğüm kadarıyla vakit kaybetmeden ele alınması gereken Görev yaptığınız yerlerden hangisi sizi daha çok etkiledi? konular bunlar. Bence turizm açısından önemli bir yer Ayvalık ve Ayvalık turizmi -Her birinin bende ayrı bir yeri ve kendi önceliklerini, kimliğini, değeri var. Bu nedenle, “Şurası karakterini yansıtmak zorunda. benim için daha farklıydı!” “Bu kente gelen insanlar şu diyemem. Böyle bir ayrım yapmayı Ayvalık'ın bir alanlarda, şu nitelikte, şu da istemem açıkçası. Çünkü eksikliğinin de arsa kaliteyle hizmet görürler!” hepsinde çok güzel şeyler yaşadım anlayışının mutlaka oturtulması ve pek çok anı biriktirdim. üretmek olduğunu, bu lâzım. Belki yanılıyorumdur Örneğin eşimle Uzundere’de ama görüşüm bu yönde. tanıştım. Görev aldığım başlıkta da bir sıkıntı İlçedeki eğitimin alt yapısıyla ilçelerde sayısız özel ve güzel yaşandığını biliyorum. ilgili bazı düzenlemeler de insan tanıdım, sıkı dostluklar gerekiyor bence... Okullarımızın kurdum. Yöre insanlarıyla hayata Gerek esnaf gerek fiziksel donanımlarının dokunmak adına bir şeyler iyileştirilmesinden, burada bir paylaşırken müthiş kazanımlarım vatandaşlar gayrı yüksek öğretim kurumunun oldu. Yani öne çıkarmak istediğim menkul kiralarının faaliyete geçmesine kadar… bir yer yok. Bir isim vererek Kentin bir diğer eksikliğinin diğerlerine haksızlık edemem. sırtlarına bindirdiği de arsa üretmek olduğunu, bu AYVALIK ÜLKEMİZİN ÖNEMLİ başlıkta da bir sıkıntı yaşandığını yükten fazlasıyla YERLEŞİMLERİNDEN BİRİ biliyorum. Gerek esnaf gerek VE TÜRKİYE’NİN SAYILI vatandaşlar gayrı menkul şikâyetçiler. Yeni DESTİNASYONLARI ARASINDA kiralarının sırtlarına bindirdiği bir takım alanların yükten fazlasıyla şikâyetçiler. Yeni Sayın Görgülüarslan, Ayvalık’a bir takım alanların yaratılmasına daha önce hiç gelmiş miydiniz? yaratılmasına ihtiyaç ihtiyaç duyulduğu bir gerçek. -Birkaç kez kentten geçişim oldu Ama az önce de söylediğim duyulduğu bir gerçek. fakat “Ayvalık’ı görmüştüm, gibi kentin değerlerine, SİT biliyordum!” diyemem. alanlarına, Tabiat ve Milli parklarına zarar vermeden arsa Ayvalık’a atandığınızı ne zaman, üretmek durumundayız. nasıl öğrendiniz ve neler hissettiniz?
Ayvalık hakkındaki ilk düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız? -Ayvalık’ın iddialı olduğu çok ciddi alanlar var. Bu alanlarda kendini geliştirmesi; kentin imajını
-Bunların hiçbiri benim ya da benim dışımdaki bir kamu görevlisinin tek başına yapabileceği işler değil... Kendi adıma konuşursam, elimde böyle bir enstrüman, bir sihirli değnek yok! Eğer insanlar kentin sorunlarını tek başına çözeceğim gibi bir beklentiye sahipseler, onları hayal kırıklığına uğratacağım için açıkçası şimdiden özür dilerim. Zira ben meseleleri ilçenin dinamikleriyle halletmek durumundayım. Şayet bu kentin insanları sorunlara kayıtsız kalırlarsa, çare aradığımız konular onların öncelikleri, ihtiyaçları değilse, kısacası Ayvalık için destek vermezlerse; benim de onlar için yapabileceğim fazla bir şey olmaz. Bunu baştan söylüyorum. Zira kent halkı mevcut sıkıntıları kendileri açısından da problem olarak algılamalı, çözüm istemeli ki ben de bilgim,
15
görgüm, deneyimlerim çerçevesinde ne gerekiyorsa yapabileyim. İşin temeli bu! Yani el ele vererek sorunları masaya yatıracak, bir yerinden başlayarak onları ortadan kaldıracağız. Aslında önümüzde duran konuların hiçbiri aşılamayacak, üstesinden gelinemeyecek ağırlıkta değil. Kaldı ki Ayvalık’ta hatırı sayılır bir enerji de var. Bakıyorsunuz, bir dernek kendi bünyesinde bir şeyler için çabalıyor. Böyle pek çok dernek görüyoruz. Kuşkusuz hepsi iyi niyetliler ama bir yandan da aralarında belli bir kopukluk yaşanıyor. Hepsi aynı sorun üzerinde çalışıyor fakat dağınıklar ve biri diğerinin nasıl bir yol izlediği bilgisine sahip değil. Oysa birinin artısını diğerleri de kullanabilir. Bence bu tür dinamiklerin ortak hareket etmelerini ve aralarında bir koordinasyon oluşturmalarını sağlamak lazım… Zamanla, farklı platformlarda bir araya geldikçe bu konuda da ilerleme kaydedeceğimizi ve kopuklukların giderileceğini düşünüyorum. İnşallah zaman beni yanıltmaz. TURİZM GELİRİYLE YAŞAYAN BİR İNSAN, KENDİSİNE PARA KAZANDIRAN DEĞERLERİ KORUMAKLA YÜKÜMLÜDÜR Ayvalık’ın bir marka şehir olduğunu her fırsatta dile getiriyorsunuz. Kentin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
kenara bırakılarak herkesin ilçesi için ne yapabileceği arayışına girmesi lâzım. Bu kent hepimizin kenti ve bizler ona sahip çıkıp, özenle yaklaşmak durumundayız. Turizm geliriyle yaşayan bir insan, kendisine para kazandıran değerleri korumakla yükümlüdür. İşini yürütebilmek, kazancını arttırabilmek için bunu yapmak zorundadır zaten. Eğer, “Neme lazım!” diyorsa, gündelik bir takım enstrümanlar, argümanlarla elindeki şansı ziyan ediyorsa; o insan bence varlığını sürdürülebilir kılan bu coğrafyaya hizmet etmiyordur ki, bu durumda muhtemelen ne yarını olur ne de para kazanabilir. Bu sözlerinizden, sahip çıkılmayan bir kentin geleceğinin olamayacağını mı anlamalıyız?
-Elbette! Ve kente sahip çıkmaya en tepede başlamak gerektiğine inanıyorum. Zira Kaymakamı, Belediyesi, sivil toplum örgütleri, kurum ve kuruluşları, ‘cemiyetsel’ bazı oluşumlar ve vatandaşların gayretiyle olacak işler bunlar! Hepimiz tavrımız, Ayvalık’a gelen turisti ilk karşılayan taksi şoföründen yaklaşım biçimimizle dolmuş sürücüsüne, esnafından sokaktaki vatandaşına herkesin Ayvalık'ı etiketliyoruz. üzerine düşen görevler var. Çünkü hepimiz tavrımız, yaklaşım O nedenle kötü bir biçimimizle bu ilçeyi etiketliyoruz. muamele, bir suiistimal O nedenle kötü bir muamele, bir suiistimal Ayvalık markasına Ayvalık markasına zarar zarar verir. Hoş olmayan davranışların önünü alabilmek verir. Hoş olmayan için toplumda farkındalık ve bilinç davranışların önünü yaratmaya yönelik bir çalışma mutlaka uygulamaya konmalı alabilmek için toplumda bence. Etrafımızı biraz değiştirip güzelleştirebilsek… Tarihi farkındalık ve bilinç yapılarımızı ayağa kaldırabilsek… yaratmaya yönelik Hiç değilse sokaklarımızın temizliğiyle ilgili bir şeyler bir çalışma mutlaka yapabilsek… İnanın bu tür küçük dokunuşlar bile büyük farklar uygulamaya konmalı. yaratır.
-Ayvalık mimarisi, tabiat alanları, milli parkları, kumsalları, denizi, su altı varlıkları, çam ormanları, zeytin ağaçlarıyla gerçekten çok özel ve güzel bir yer… Türkiye’nin, belki de Avrupa’nın en kaliteli zeytinyağı bu topraklarda üretiliyor. Bütün bu zenginliklere sahip olan Ayvalık’ı parmakla gösterilen bir turizm merkezine dönüştürmek, adını dünyaya duyurmak için bazı adımların atılması şart. “Nedir bunlar?” diye sorarsanız, öncelikle yöre insanının aidiyet duygusunu hissetmesi lâzım. Turizmcisinden çiftçisine, yöneticisinden sade vatandaşına, yerel basınına kadar herkesin kendi sahasında bu bölgeye en iyi şekilde nasıl hizmet edebileceğini, Ayvalık markasının değerini nasıl arttırabileceğini düşünmesi ve bu konuda çaba sarf etmesi lâzım. Kişisel, mesleksel, sektörel öncelikler bir
SORUMLULUKLARINI YERİNE GETİRMEKTEN KAÇINANLARDAN HAZ ETMİYORUM. KATLANAMADIĞIM BİR DİĞER ŞEY DE YALAN… HİÇ SEVMİYORUM! Sayın Görgülüarslan, mülki amir olmanın zorlukları neler? Günde kaç saat çalışıyorsunuz? Eve iş götürüyor musunuz? -Son şıktan başlayayım. Doğrusunu isterseniz eve iş götürmemeye gayret ediyorum çünkü eşim ve kızımla vakit geçirmekten, onlarla bir şeyleri paylaşmaktan keyif alıyorum. Ne var ki, zaman zaman işimi eve taşımak durumunda kalıyorum. Mülki amir olmak nasıl bir şey derseniz, dışarıdan bakıldığı/göründüğü gibi değil açıkçası. Mesleğimin ilk yıllarında bir büyüğüm, “Bana kaymakam nedir diye sorsalar, ‘Yalnız adamdır!’ diye tarif ederim,” demişti. Bu tanımın ne kadar doğru olduğunu zamanla daha iyi anladım. Gerçekten de bizler ilçelerin yalnız figürleriyiz ve çoğu kez başkalarının hayatını yaşarız. En azından benim için durum böyle… İşinizin olmazsa olmaz kuralları vardır ve siz onlarla yaşamak zorundasınızdır. Evet, bazen ‘Yalnız adam’ olmaktan sıkılıyorum ama her şeye rağmen mesleğimi çok seviyorum. Dediğim gibi birilerinin hayatına dokunmuşsam, yaşam kalitesini
16
yükseltmesine yardımcı olmuşsam, kendimi son derece mutlu hissediyorum ve aldığım zevk işimin bütün olumsuz yanlarını silip atıyor. Başka olmazsa olmazlarınız ve kırmızı çizgileriniz var mı? -Var tabii… Ben işini layıkıyla yapmayan insanlardan pek hoşlanmıyorum. Hangi statünün rolünü üstlenirseniz üstlenin o rolün, o konumun hakkını vermek zorundasınız. Tersi bir duruma katlanamıyorum. Fikrimce toplum içerisinde iyi bir birey, iyi bir vatandaş olmaktan başlayıp iyi bir kaymakam olmaya kadar uzanan o yelpazede ne yapılması elzemse o yapılmalı. Kısacası sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınanlardan haz etmiyorum. Katlanamadığım bir diğer şey de yalan… Hiç sevmiyorum! Özellikle resmi bir takım görevleri ifa eden birisi olarak bir kişinin başkası tarafından yanlış bilgilerle yanıltılmasının, çıktı olarak birçok insanın standartını alaşağı edebildiğini biliyorum. Bunun ötesinde yalan, insan ilişkilerinde çok tatsız bir şey. Samimi olup, eğrisini-doğrusunu ortaya koymak varken önünde-sonunda ortaya çıkacak ve yüzleşmek durumunda kalacağınız bir şeyin arkasına saklanmak niye? Bir de kurallara uyulmamasını doğru bulmadığımı vurgulamak isterim. Kural tanımaz bir bireyin, maliyeti diğer insanlara yüklemesini haksızlık olarak değerlendiriyorum. Örneğin, durak harici yolcu indirilip bindirilmesinden rahatsızlık duyuyorum. Vatandaş olarak söylüyorum bunu! Ben kurallara saygı göstererek sabahtan akşama kadar iyi bir yurttaş/vatandaş olmaya çalışıyorum. O da olmalı! Hayatın ilkeler üzerinden yaşanması gerektiğini mi vurguluyorsunuz? -Evet! Bence hepimizin prensipleri olmalı. Toplu halde yaşamanın, kent insanı olmanın bu tür özellikleri içerdiğine inanıyorum. İlkeler üzerinden yaşanmayan bir hayat kargaşadan/karmaşadan öteye geçemez. Bu arada kurallara uymak sadece resmi görevlilerin işiymiş gibi bir algılamayla da karşılaşıyorum. Böyle şey olmaz! Kurallar herkes içindir. Park edilmemesi gereken yere park etmemek, geçilmemesi gereken yerde geçmemek vatandaşın görevidir. Ama ne gariptir ki kuralsızlıktan yakınan, haktan, hukuktan, özgürlükten dem vuran insanlar bile, bir bakıyorsunuz arabasını yolun ortasına bırakıp gitmiş! Mesleğim dolayısıyla epey yurt dışı seyahatim oldu. Bir süre Japonya’da, bir yıl da İngiltere’de kaldım. Gördüğüm ülkelerde insanların başında kurallara uymaları için bekleyen bir kamu görevlisi yoktu. Çünkü bu ülkelerin insanları birlikte yaşama kültürüne sahiptiler ve bunu içselleştirmişlerdi. Peki, biz neden onların yaptıklarını yapamayalım? Yapmalıyız! Başka türlü bir arada yaşayamayız. Aslında bu çağda bu tür konular çoktan gündemimizden çıkmış olmalıydı. İnsan, bir ülkenin en önemli kaynağıdır. Şayet o kaynağı eğitemez, donatıp geliştiremezseniz sorunların ardı-arkası kesilmez. Bizim artık bu sıkıntıyı gidermemiz gerekiyor. TATİLLERDE AİLECE ARABAYA ATLAYIP YENİ VE ÖZELLİKLE TARİHİ YERLER KEŞFETMEYİ SEVİYORUZ Çok yoğun çalıştığınızı biliyoruz. Peki, bu tempo içerisinde kendinize zaman ayırabiliyor musunuz? -Kendime kesinlikle bir şekilde zaman yaratıyorum. Çünkü ben her şeyden önce bir babayım. Bir ailem var. Onlarla birlikte vakit geçirmeyi seviyorum. Örneğin kızımla belli gün ve saatlerde birlikte kitap okuruz ve bunu hiç aksatmadan mutlaka yaparız. Her
KENTİN DOKUSUNA UYGUN BİR FAKÜLTE AYVALIK’A RENK KATAR, ŞIK OLUR. AYRICA AYVALIK’A YAKIŞIR
-K
aymakamlık olarak 2018 yılı için plânlanmış projeleriniz var mı?
-Bu konuda konuşmak için henüz biraz erken ama aklımdaki birkaç şeyi sizinle paylaşmak isterim. Göreve başladığımdan bu yana gerek arkadaşlarımdan aldığım bilgiler gerekse ziyaretime gelen Ayvalıklılardan edindiğin izlenimler şüphesiz önceliklerin ne olması gerektiğine dair bana bazı ipuçları verdi. Örneğin burada kurulacak fakültenin sadece ilçenin değil aynı zamanda Türkiye’nin eğitim hayatına önemli bir katkı sağlayacağını düşünenlerdenim ve bu görüşümü birçok yerde dile getirdim. Kentin dokusuna uygun bir fakülte Ayvalık’a renk katar, şık olur. Ayrıca Ayvalık’a yakışır da. Bunun dışında fiziksel bir takım eksiklikler gözüme çarptı. Örneğin kamu kurumları sağa-sola dağılmış halde. Kurumları tek çatı altında toplamayı amaçlayan ve çalışmaları Bakanlığımızca yürütülen ‘Hükümet Konağı’ projesini sonlandırmayı arzu ediyorum. Yakın bir gelecekte bu çalışma da belli bir noktaya gelecek ve 2018’de insanlar atılan adımları daha somut bir şekilde hissedecekler. Yine bu yıl hem belediyemizin hem BASKİ’nin alt yapıya yönelik girişimleri olacaktır. En iyi şekilde hizmet verebilmeleri için biz de desteğimizi esirgemez, önlerini açmaya gayret ederiz. Bir başka başlık gençlerin spora karşı yoğun ilgileri… Onların bu konudaki enerjileri beni fazlasıyla sevindiriyor. Az önce konuştuğumuz arsa sıkıntısına rağmen bir şekilde bir alan açabilirsek Kaymakamlık olarak spor tesislerini belli bazı noktalarda toplayıp halkın ve gençlerin kullanımına sunmayı hedefliyoruz. Bunlar ilk aklıma gelenler elbette... Ancak eğitim, turizm ve tarım alanlarında bazı uygulamaları şimdiden öngörüyorum. Saydığım konular proje bazında şekillendiğinde sizlerle daha net paylaşırım.
17
akşam yatmadan evvel elimize bir kitap alır, beş-on sayfa da olsa okuruz. Ailece gezeriz, sinemaya gideriz. Şahsıma ait birkaç saatim olursa da arkadaşlarımla tenis ya da futbol oynarım. Hazır yeri gelmişken hangi takımı tuttuğunuzu öğrenebilir miyiz? -Öncelikle Karabüksporlu, ardından Galatasaraylıyım. Ancak görev aldığım bölgelerdeki futbol takımları ve yerel kulüplerle de yakından ilgiliyim. O kulüplerin başkanlıklarını yapan, yönetimlerinde bulunan, gençleri sporla buluşturan insanları gerçekten takdirle izliyorum. Biraz futbol da oynadığım için bu işlerin ne denli zor ve zahmetli olduğunu biliyorum. Maddi güçlüklere rağmen kaynak yaratarak gençlerin spor yapmalarını sağlamak hiç kolay değil. O nedenle büyük takımlardan önce yerel kulüplerin taraftarıyım. Onları izliyorum da. Türkiye Bölgesel Amatör Lig 9. Grup’ta bir Ayvalıkgücü var. Kız voleybol takımının bir başarı öyküsü var. Son derece başarılı atletler yetiştiren bir Atletizm Kulübü var ve öncelikle onları destekliyorum. Kısacası Karabükspor’u özelde takip ediyorum. Ülkenin dört büyük takımı arasındaki favorim ise Galatasaray... Az önce kızınızla birlikte kitap okumayı sevdiğinizi söylediniz. Ne tür kitaplar okumayı tercih ediyorsunuz? -Bu konuda çok seçici değilim. Elime ne geçerse okurum aslında. Ama Türkiye’nin siyasi tarihini konu edinen kitaplardan daha bir zevk alıyor ve mesleğim gereği kütüphanemde onlara epeyce yer ayırıyorum.
‘ALTINOVA GIDA OSB PROJESİ’ AYVALIK’IN BELKİ DE EN ÖNEMLİ PROJESİ. AYVALIK’A ARTI DEĞER KAZANDIRACAĞINDAN KUŞKUM YOK
Z
eytin memleketi Ayvalık’ta tarımla ilgili projeler de gündeminizde mi?
-Zeytin ve zeytincilik ilçenin en önemli faaliyetlerinden biri… Yaklaşık üç aydır bir vesileyle sanayicisinden üreticisine, tüketicisine kadar sektörün bütün katmanlarıyla bir araya geliyoruz. Oturup konuşuyoruz. Birim alandaki maliyetleri düşürebilmek, verimi arttırmak için esaslı işler yapılabilir aslında. Ziraat Odamız, İlçe Tarım Müdürlüğümüz, Belediyemizle beraber bu amaca dönük bazı projelerde yer alacağız. Verimi arttırmak için yeni adımlar atmalıyız. Bu arada Altınova Gıda ve Gıda İşlemeleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi’nin Ayvalık’ın belki de en önemli projesi olduğunu söylemeliyim. Ayvalık’a artı değer kazandıracağından kuşkum yok. Bu nedenle zaten Sayın Valimizin görevlendirmesiyle biz de Kaymakamlık olarak bu işin içerisindeyiz. Sanayi Bölgesi’yle ilgili çalışmalar sonlanmak üzere. Bu yatırıma Belediyemizin, Büyükşehir Belediyemizin, Valiliğimizin çok ciddi destekleri var. Ticaret Odamız ve bu projeye gönül vermiş müteşebbislerden oluşan Organize Sanayi Bölgesi ciddi bir yapı. Şu an iyi de gidiyor. Resmi olarak kuruluşumuzun belgelenmesiyle birlikte çalışmalar hız kazanacaktır. Ben yöre açısından güzel, faydalı ve anlamlı bir girişim olduğu kanaatindeyim.
18
Coğrafya bir başka ilgi alanım. Harita üzerinde ülkelerin yerlerine bakmak, çeşitli dokümanlardan, kaynaklardan onlara ait bilgiler edinmek bana keyif veriyor. İzninizle özel sorulara devam etmek istiyorum. Müzikle aranız nasıl? -Türkülerimizi severek dinliyorum. Kızım daha çok pop müzikten hoşlanıyor. Onunla beraberken beğenisine saygı duyuyor ve ben de onun şarkılarını dinliyorum. Fakat benim vazgeçilmezim türküler. Biraz da hobilerinizden söz eder misiniz? -İlk sırada spor yer alıyor. Özellikle yürümek hoşuma gidiyor. Eşim de uygun olduğunda ailece bu sporu yapıyoruz. Seyahat yine hobilerimizden biri. Tatillerde ailece arabaya atlayıp, yeni ve özellikle tarihi yerler keşfetmeyi seviyoruz. Bu tip geziler insana kendini farklı bir dünyada hissettiriyor. Sayın Görgülüarslan, 2018’in bu ilk günlerinde Ayvalıklılara neler söylemek istersiniz? -Öncelikle tüm Ayvalıklıların yeni yılını kutluyor; huzur, sağlık, mutluluk ve bol kazanç diliyorum. 2018’in ülkemin bütün insanlarının birlik-beraberlik içinde, kardeşçe yaşayacakları bir yıl olmasını arzu ediyorum. Ayvalık özeline dönersek, “Ben şunu problem olarak görüyor ve kaldırılmasını istiyorum!” diyen herkesin ortak hareket edeceği ümidini taşıyorum. Böyle bir başlangıçla, sorunların en azından bir kısmını çözmek adına birlikte çaba harcayacağımıza inanıyorum.
KEMAL URGENÇ ÇİZİYOR
19
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
A
Muz deyip geçmeyin!
ltı yaşındayım. Çocuk huzuru içinde uyuduğum uykudan uyanıyorum. Karşımda, pencerenin yanında anneannem sabah namazını çoktan kılmış, başında kar gibi beyaz tülbenti, elinde ayıklıyor olduğu pirinç tepsisi, dilinde, Kafkasya köklerine duyduğu özlemin mırıltılarıyla ‘Çırpınırdı Karadeniz’ türküsü. “Günaydın anneanneciğim” diyorum. “Günaydın kahvemin köpüğü!” diyor sevgiyle. Ev sıcacık. Belli ki babam yine erkenden kalkıp sobayı yakmış. Sobanın üzerindeki çaydanlığın tatlı fısıltıları, ızgara üzerinde pembeleşmekte olan ekmeklerin kokusuna karışıyor. Simsiyah, uzun tüyleri, boynunun altında ay gibi beyaz bir akıtması olan kedimiz Kont sobaya yakın bir yere kıvrılmış bıyıklarını titrete titrete kimbilir ne kedi rüyası görerek uyukluyor. Evin en küçüğü, aile içindeki söylemiyle ‘tekne kazıntısı’ olduğum için iltimas gösteriliyor bana. Örneğin en geç ben kalkıyorum. Annem çoktan mutfakta kahvaltıyı hazırlamış, babam arka bahçede uğraşıyor, ağabeyim, bir ömür boyu sürecek ciddiyetiyle o saatte oturmuş ders çalışıyor, ablalarım kâh anneme yardım ediyorlar kâh balkonda konuşup gülüşüyorlar. Nedense, içimde anlamını bilmediğim ya da hatırlamadığım bir sevinç var. Midemde sanki kelebekler uçuşuyor. Kahvaltı ederken birden aklıma geliyor. Bugün yılın son günü. Gece yılbaşı! Ve heyecanla çenem düşüyor. “Anne akşama tavuk yapacak mısın? Butunu ben yiyebilir miyim? Anneanne tombala oynayacağız değil mi? On ikiye kadar oturabilir miyim?...” Bana cevap yetiştirmeye çalışıyorlar. “Tabi tavuk var. Baban sabah kesti, ayıkladı, tütsüledi, merak etme... Tombalasız yılbaşı olur mu yoğurdumun kaymağı!.. Uykun gelmezse oturabilirsin, ama sadece bu gecelik...” O dönemlerde hazır tavuk çiftlikleri yoktu. Senede, çok özel günlerde babam arka bahçede beslediği tavuklardan en yaşlı olanını seçer, keserdi. Yılbaşı bizim için şölen demekti. Çünkü o tavuğun suyundan çorba, yanına pilav yapılır bir de patates kızartması olunca her çocuğun rüya yemeğine dönüşürdü. Annem o kadarla da kalmaz, gece yemekten sonrası için mutlaka bir kek yapar, üzerini çikolata sosuyla kaplardı. Eh bir çocuk daha başka ne isteyebilirdi ki değil mi? Yooo, o kadar değil. Nedendir bilinmez, yılbaşında eve mutlaka kuruyemiş alınırdı. Gün içinde annemin bütün önleme çalışmalarına karşın gider-gelir atıştırırdım. Bir de meyve tabağımız olurdu kocaman. Mandalina, portakal, elma veee... meyvelerin kraliçesi. MUZ! Muz deyip geçmeyin; o yıllarda şimdiki gibi öyle yurt dışından ithal edilen, bugün pazarda kilosu 3-5 liraya satılan bir meyve değildi. Senede bir-iki kere ve yine işte böyle çok özel günlerde alınırdı. Gün, hazırlıklarla geçerdi. Yemekler, kek ve poğaçalar yapılır, kuru incirlerin içine ceviz doldurulur, masa özenle hazırlanırdı. Gün boyunca kelimenin tam anlamıyla annemin başına bela olurdum. O nereye, ben oraya. “Ne yapıyorsun anne? Çikolata sosunun dibini ben yiyebilir miyim anne? Akşam ne zaman olacak anne?.. Hadi artık yılbaşı olsun anne...” Büyük bir sabır ve beceriyle beni görmezden, sorularımı duymazdan gelen annem sakin sakin kendi işini yapardı. Ve... akşam 8-8.30 gibi bütün aile masaya otururduk. Allahım
20
nasıl bir şölendi o masa! Sessiz bir anlaşmayla tavuğun butlarından biri bana, biri babama verilirdi. Yani evin en büyüğüne ve en küçüğüne. Ağabeyim hiçbir zaman anlayamadığım bir düşkünlükle beyaz etlerini severdi, yani değil mi ama, mis gibi but dururken? Gerisi de aileye paylaştırılır, neşe içinde yemeğimizi yerdik. Saat 10.00’a doğru masa toplanır, kuruyemişler ve meyveye gelirdi sıra. Tıka basa doymuş da olsam şam fıstığı ve bir muz elimden kurtulamazdı. Bu arada emektar Siemens marka lambalı radyoda Yurttan Sesler korosunun şarkıları çalıyor olurdu. Araya Orhan Boran ve Yuki, Uğurlugiller Ailesi gibi oyun ve skeçler de serpiştirilir; merak ve heyecanla Yuki’nin yaramazlıklarını ya da Arap Bacı’nın şakalarını dinlerdik. Tam onca yemeğin ağırlığına yenilmek üzereyken yılbaşının olmazsa olmazı tombala ortaya çıkardı. Kartelalar ve numaraların üzerine koymak üzere küçük kağıt parçaları dağıtılır, anneannem, sayı torbasını eline alıp çekmeye başlardı. Altı yaşındaydım ama çat-pat okumayı söktüğüm gibi sayıların hepsini de bilirdim. Sırasıyla kazananların 1. Çinko, 2. Çinko ve Tombala çığlıkları duyulur, yitirenlerin ahları-vahları arasında bir oyuna daha başlanırdı. O kadar küçük ve kendimi büyük bir heyecanla oyuna kaptırıyor olmasaydım, anneannemin göz ucuyla benim kartıma bakıp bendeki numaralar çıkmış gibi seslendiğini fark ederdim herhalde. Tombala yapınca (ya da farkında olmadan yaptırılınca) nasıl sevinirdim, nasıl kahkaha atardım. Sanırım büyüklerin ödülü de benim bu mutluluğumu izlemek olurdu. Saat gece yarısına yaklaşırken göz kapaklarım yavaş yavaş düşmeye başlardı ama senede bir gün tanınan bu ayrıcalığı uykuya feda etmemekte direnirdim. Radyodaki geri sayımla birlikte saat tam on ikiyi vurduğunda herkes kucaklaşır, öpüşür birbirine iyi yıllar dilerdi. Ve annem günün son noktasını koymak üzere çikolatalı pasta ve paketlerle gelirdi içeriye. Yılbaşı armağanları! Babama mutlaka istediği ama bir türlü alamadığı bir kitap alınırdı. Kardeşlerin hepsine ise anneciğimin el emeği olan kimseye fark ettirmeden diktiği elbise, gömlek, pantolon gibi giysiler armağan edilirdi. Ama yeni yıla hiçbir zaman yeni bir şeyimiz olmadan girmezdik. Uzuuun ve (sanki ben bir şey yapmışım gibi) yorucu gün nihayet sona ererdi ve günün ilk saatleriyle eski bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla doğru yürürdük. Altı yaşındaydım. Şimdi altmış altı yaşındayım. Bu anlattığım ve hiç bir noktası hikâye kurgusu olmayıp her satırı gerçek olan günün ve gecenin üzerinden tam altmış yıl geçmiş. Nazım’ın ‘Masalların Masalı’ şiirinde söylediği gibi, ‘Önce kedi gitti.’ Sonra canım anneannem Kamer Hanım, sevgili babam Zakir Güven ve annem Terlan Güven uzun uykularına daldılar. Ablalarım Ülkü Gezgin ve Bilgi Küce, ağabeyim Olgun Güven hayatın içine doğru savrulup dağıldılar. Hatta o ev bile artık benim için anıların yokluğuna karıştı. İşte dostlar biz yılbaşını böyle yaşardık ve yaşadık. Ayda Bir Ayvalık’ın bu sayısı elinize geçtiğinde yılbaşının geride kalmış olacağını biliyorum ama yine de hepinize aileleriniz ve sevdiklerinizle sağlıklı, huzurlu bir yıl diliyorum. Ebedi hemşeriniz Ayvalıklı Hüseyin Güven.
Feyza Hepçilingirler bundan tam 70 yıl önce (26 Ocak 1948) Ayvalık’ta doğdu. Edebiyat dünyasına 1966 yılında dergilerde Feyza Baran adıyla yayınladığı şiirleriyle “Merhaba” dedi. Sonra öykü, roman, deneme, dil ve dil sorunları incelemeleri, çocuk roman ve öyküleriyle tanındı. Uzun yıllardan bu yana İzmir’de yaşıyor ama her fırsatta Ayvalık’a uğramayı da ihmal etmiyor. Değerli yazarımız Feyza Hepçilingirler’i 70. doğum yıl dönümünde saygıyla selamlıyor ve bu sayfalarımızı içtenlikli bir kutlama mesajı olarak kabul etmesi dileğiyle “Nice yıllara...” diyoruz.
HİÇ RAHAT VE MUTLU BİR ÇOCUKLUK GEÇİRMEDİĞİM HALDE AYVALIK’IN ADI ANILINCA YÜZÜMDE BİR GÜLÜMSEME BELİRİR
A
sıl adım Feride Feyza Hepçilingirler... Ayvalık’ta, tek katlı, bahçeli bir evde dünyaya geldim. Ailem bütünüyle mübadildi. Babam Girit’in Resmo şehrinde doğmuş, mübadele olunca bir yaşındayken ailesiyle birlikte Ayvalık’a gelmişti. Anne tarafım da mübadildi. Onlar da Midilli’deki, bugünkü adı Skalohori olan Çömlekköy’de bağlarını/bahçelerini bırakarak gelmek zorunda kalmışlardı. (Ayvalık’ta soyu Midilli’ye dayananlar hâlâ birbirlerini oradaki köylerinin adıyla tanır. Sigri’den gelenler Sığrılıdır Ayvalık’ta, Filia’dan gelenler Filalı, Yera’dan gelenler Yereli. Oradaki Komi adlı köy, buradaki bir zeytinyağı markasını açıklar, duyduğunuz Kazdagli soyadı, çağrışım kollarını Kazdağlarına kadar uzatır.)
Midilli’den gelenlerin Türkiye’deki yaşamlarının daha kolay olduğunu sonra sonra anladım. Dil sorunları yoktu. Epeyce farklılaşmış olsa da konuştukları dil Türkçeydi. Aralarında, adadaki Rumlarla doğrudan ilişki içinde olanlar dışında Rumca bilen bile yoktu. Oysa Girit’ten gelenler Türkçe tek sözcük bilmiyordu. Analarından öğrendikleri, anadili olarak benimsedikleri dil, onları anayurtlarına en fazla yabancılaştıran şey oldu. Haklarını arayamadılar, dertlerini anlatamadılar. Babam birinci kuşak mübadildi, ben ikinci kuşakım... Ve soyum giderek tükeniyor. Çünkü Girit’te doğmuş olanlar artık gittiler toprağa. Bizimkiler orada servetlerini bırakıp geldiler ama büyük acılar çektiklerini sakladılar, bastırmaya çalıştılar. Çoğu Türkiye’de de çok zor durumlara düştü. Yana yakıla geçmişi arayan insanlar değillerdi. Anımsamaları acı vereceği için... Yedi yaşımdayken annemle babam ayrıldı. Yaşadığım olayların hayatımı en çok etkileyeni kendimi bildiğim andan itibaren budur. Onların bir arada olduğu zamanı ben hiç hatırlamıyorum. O ilk altı-yedi yıla, annemle babamın bir arada oldukları zamana ilişkin tek bir fotoğraf yok zihnimde. Annemle ilgili en eski görüntü, komşulara elbiseler, etekler, bluzlar diktiği, ayaklı dikiş makinesinin başındaki hali. (Annemle beraber yaşadığım zaman o kadar az ki... İkinci evliliğine kadar olan üç yılı anneannemin
evinde birlikte geçirdik. Annemle geçirdiğim tek zaman dilimi de bu üç yıldır işte. Gazi İlkokulu’na devam ettiğim yıllar… Ondan sonrakiler, yaz tatillerindeki görüşmelerle sınırlı kaldı.) BANA HİÇ KİMSE BALIK YAĞI İÇİRMEDİ
Evet... On yaşıma kadar olan zamanım anneannemle geçti. Bir aile ortamında değil, yaşlı ve huysuz bir kadınla büyüdüm diyebilirim... Anneannem dul bir kadındı. Okuma-yazması yoktu. Siyah krepdamur bir örtüyle yaz-kış başını örterdi. Hiç genç olmamışçasına yaşlıydı, hep yaşlıydı. Mübadildi ama Anadolu kültürünün eksiksiz bir temsilcisiydi. Evinde yer sofrasında yemek yenir, yer yatağında uyunurdu. Gaz lambasından başka aydınlatma aracı, kovalarla taşımaktan başka suya kavuşma çaresi yoktu. Geçim sıkıntısı içindeydi. Daha doğrusu yoksulluk 'diz boyuydu.' (Mesela, bizim çocukluğumuzda balık yağı içirirlerdi çocuklara. Ama bana hiç kimse balık yağı içirmedi.) Çocuklukta bunlar pek koymuyor insana. Çevremizdeki herkes yoksuldu çünkü. Bakıp da özeneceğimiz kimse yoktu. Babam memurdu. Dönem, memurluğun itibarlı olduğu dönemdi. Maddi olarak yardımcı olmaya çalışıyordu bize. Her cumartesi bir file doldurur; bakkalın çırağıyla gönderirdi. Onurlu ve inatçı anneannem, “Git ona de ki…” diye bir dolu söylenerek çocuğu elindeki fileyle gerisin geri yollardı. Onun evde olmadığı zamanlar kollanarak gönderilen fileden çıkan un, yağ, şeker, çay, baklagiller, sebze, meyve, çektiğimiz geçim sıkıntısını elbette hafifletirdi. Ama beni, fileyi ondan habersiz kabul ettiğim için anneannemden azar yemekten, sebze ve meyveleri öfkeyle sağa sola fırlatılmaktan kurtaramazdı. Okumak ve bir meslek sahibi olmak, o yüzden benim için hep kaçınılmaz oldu. Bu anlamda, ilkokul öğretmenimi hep rahmetle anarım. Benim pek de farkında olmadığım durumu ve koşullarımı bildiğinden beni kendi çocuklarından ayırmazdı. Kızlarına aldığı dergileri, kitapları okumam için bana da verirdi. Beni daha ilkokuldayken günlük tutmaya özendiren de oydu. (Yazma konusunda ilk yüreklendirme ondan gelmiş olmalı.) Ortaokuldaki Türkçe öğretmenim de çok sevecen bir kadındı. Bu bakımdan da
21
kendimi şanslı sayarım. Yazdığım hemen her kompozisyonu sınıfta okutur, takdirlerini yüksek sesle sunmaktan kaçınmazdı. Yazar olmaya karar verişim o yıllardadır. (İlk okuduğum kitap ‘Pol ve Virjini’ydi. Kapağı bile hâlâ aklımda. Bir yamaca yaslanmış, golf pantolon türü, diz altında biten bir pantolon giymiş Pol ve fırfırlı eteği, şapkasının altından sarkan lüle lüle saçlarıyla Virjini... Anneannemin evinde sıçanların cirit attığı bir dolabın dibinde bulmuştum. Nemden kabarmış ve kalınlaşmış, uçları kıvrılmış, yer yer de yenmiş bir kitaptı. O eve nasıl geldiğinin, aslında kimin kitabı olduğunun gizini hiçbir zaman çözemedim.) TALATPAŞA CADDESİ’NDEKİ TAHTA TABANLI, SOBAYLA ISITILAN, EV SICAKLIĞINDAKİ KÜTÜPHANEYİ KEŞFEDİNCE HAZİNE BULMUŞ GİBİ SEVİNMİŞTİM
kazandım. Yüksek Öğretmen Okulu’na girdim. Babamın parasıyla okumadım, yine kendi bileğimin gücüyle okudum. AYVALIK’TA GEÇEN SÜRE ÇOCUKLUĞUMSA İZMİR’DE GEÇEN TOPLAM YİRMİ BEŞ YILLIK SÜRE DE GENÇLİĞİMDİR Hayat akıp giderken babam iki kez daha evlendi. Üçüncü evliliğinde çocuklarını yanına almaya kararlıydı. Bense okumak için İzmir’e gitmeyi yeğledim. Bir yıl üvey annemin (babamın üçüncü eşi) ailesinin yanında kalarak Ege Koleji’nde okudum. Yoksulluğu ve yoksunluğu en çok orada hissettim. Kolejli çocuklardan değildim; onlar gibi olmak da istemiyordum. Ertesi yıl, babama yük olduğumu düşünerek kolejden ayrıldım, kendimi İzmir Kız Lisesi’ne attım ve oradan mezun oldum. Daha sonra İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nu ve İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdim.
NÜFUS MEMURUNUN KORKUNÇ İNTİKAMI!
Ayvalık’ta okurken, ders Baba ocağına geri dönmemek “Hepçilingirler soyadı eşimden geliyor. kitaplarımı babam alırdı. için üniversiteyi bitirmeden Kayınvalide nüfus memuruna gitmiş. Ama babamdan ders kitabı önce İzmir’de yüksek Nüfus memuru ‘Çilingir’ soyadını vermiş. dışında kitap almak için makine mühendisi Hüsnü Akşam evdekilere söylediğinde çocuklar para istemeye utanırdım. Hepçilingir’le evlendim. Talatpaşa Caddesi Çocuklarım -biri erkek, diğeri beğenmemiş. Ertesi gün yine gitmiş. Nüfus üzerinde, eski bir binanın kız- orada doğdu, orada memurunun başı kalabalık, sıkışık vaziyette. ikinci katında, tahta büyüdü. (Bu süreç de bütün “Ne istiyorsunuz?” sorusuna cevap verememiş, tabanlı, sobayla ısıtılan, ev gençliğimi kapsıyor. On beş çünkü hazırlıksızmış. Bir soyadı önerememiş. sıcaklığında kütüphaneyi yaşıma kadar Ayvalık’ta geçen keşfedince hazine bulmuş süre çocukluğumsa İzmir’de Bunun üzerine nüfus memurunun intikamı gibi sevinmiştim. Buradan geçen toplam yirmi beş yıllık süre korkunç olmuş. Başına ‘hep’, sonuna alarak okuduğum kitaplar de gençliğim.) ‘ler’ eklemiş. Kızlık soyadım Baran’dı. arasında beni en çok etkileyen Yazmaya İzmir’de başladım hatta Louisa May Alcott’un romanı Yazmaya başladığımda eşim bunu İzmir Kız Lisesi’nde okurken okul ‘Küçük Kadınlar’dı. (Küçük kabul etmedi. Şimdi ben de dergisinde şiirlerime yer veriliyordu. Kadınlar benim özendiğim bir tipi de vazgeçemem.” Daha sonra ilk yazılarım yayımlandığında barındırıyordu. Jo karakteri bende bir yine İzmir’deydim. O yıllarda İzmir’de özenti yaratmıştı. O yazar olmak istiyorsa ‘Dönemeç’ adlı bir dergi vardı, yazılarımı ben de olabilirim gibi... Öyle bir kıvılcımla oraya verdim. (İzmir aynı zamanda yazarlığımın yazar olma isteği doğdu içimde...) başlangıcını oluşturan kenttir. İlk eserlere ait bütün Ortaokulda daha şanslıydım. Kendimi her yıl kitaplık koluna sevinçlerimi İzmir’de yaşadım.) seçtirmeyi başarıyor; okul kütüphanesindeki tüm kitaplara Bana göre, İzmir’in suyunu içip havasını soluyarak yetişmiş ulaşma şansını yakalıyordum. Hatta kendimi kitaplığın bir edebiyatçının kazandığı iki önemli özellik var: Doğallık sahibi gibi hissediyordum. Bu yıllarda okuduklarım arasında ve cesaret... Kendisi olmayı başarabildiği için başkalarına bende en çok iz bırakanlar John Steinbeck’in kitapları oldu. özenmez, erkek yazarlarla aşık atabilecek güce sahip Ortaokulu bitirinceye yani on beş yaşıma kadar Ayvalık’ta olduğunun farkındadır. Bunu da yarışma havası içinde değil, yaşadım. Ayvalık’ta benim yaşıtım olan kızlar o yaşlarda kendi doğallığı içinde yaşar. Cesaretini ise özgüveninden evlendirildiler hep. Babamın bana en büyük desteği bu oldu. alır. Ona bu özgüveni veren, ayıplanma/kınanma korkuları “Sen okuduğun sürece ben seni okutacağım,” dedi. Daha taşımadan, söyleyeceğini özgürce söyleme cesareti sonra da ben ona çok yük olmadım, çünkü devlet bursu kazandıran, belki kendisi de bilmez; ama İzmir’dir aslında.
22
(Bu arada ikinci evliliğini yapan ve sadece yazları görüşebildiğim annemi yirmi yaşımdayken kaybettim. Bu da hayatımı çok etkiledi. Olumlu anlamda bakarsak, kendi ayaklarım üzerinde durmamı; kimseye sırtımı dayamadan, sadece kendime güvenerek yaşamamı sağladı. Ama olumsuz yönden bakarsak da en zor zamanlarımda yanımda destek alabileceğim, anne kadar yakın olabilecek hiç kimse olmadı.) Ve 12 Eylül geldi... Türkiye bambaşka bir döneme yuvarlandı. 12 Eylül sonrasında bir sınava girdim Ankara’da… Ayıptır söylemesi birincilikle kazanarak Buca Yüksel Öğretmen Okulu’nda göreve başladım. Derken o çalkantı sürdü gitti. Hakkımda soruşturmalar açıldı, ifade vermeye çağırıldım. Komünizm propagandası yapmakla suçlandım. Derslerimde Nazım Hikmet’i okutuyormuşum. En ağır suçlamalardan biri bu… Hâlbuki bir öğrencinin sorusuyla ilgili bir açıklama yaptığımı hatırlıyorum. Sonrasında beni Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne gönderdiler. Dekandan, Milli Eğitim’e iade edileceğimi öğrenince, daha fazla direnmenin pek bir anlamı yok deyip istifa ettim, İzmir’e döndüm. ÖYKÜ BİRİNCİLİK ÖDÜLÜNÜ KAZANDINIZ. ÖDÜLÜNÜZÜ ALMAK İÇİN İSTANBUL’A GELİN
girmedim. Ertesi yıl ödüllerin açıklanmasından bir hafta önce, “Öykü birincilik ödülünü kazandınız. Ödülünüzü almak için İstanbul’a bekliyoruz!” diye bir telgraf geldi. Önce çok şaşırdım. Sonra işin aslını öğrendim: Dosyalar bir yıl önce okuyanlardan alınıp okumayanlara verilmiş. Bu benim edebiyat dünyasına adım atmamı sağlayan ödüldür. Gösterdikleri bu duyarlılık -ki ben yapar mıydım, bilemiyorum- çok güzel bir davranıştı. Akademi Kitabevi dosyayı bastırdı da... Kendi adıma ilk yayınlanan kitabımdır. DİLLERİ ZENGİN-YOKSUL DİYE SINIFLANDIRMAMAK GEREKİR. KENDİ DİLİMİZ DE DÂHİL, HİÇBİR DİLİ ‘YOKSUL’ DİYE NİTELEYEMEYİZ “Neden yazıyorum?” Bilmiyorum. Yazmanın çok normal bir şey olmadığını düşünüyorum. Rahatı yerinde olan, efendim dünyayla herhangi bir sorunu olmayan, kendi içinde ve dışında herhangi bir uyuşmazlık yaşamayan kişinin yazma ihtiyacı duyması pek söz konusu değil. Yazan kişi mutlaka bir hesaplaşma içinde… Dünya ile hesaplaşıyor, yaşamla hesaplaşıyor… Ama yazmamın galiba birinci nedeni “Ben de yaşadım!” deyip bir iz bırakmak… Ne kadar kalıcı olur bilmiyorum ama yaşadığımın kaydını tutmak, kaydını hayata geçirmek için yazıyorum. Ben yazmaktan mutluyum.
Yazar olarak adımı duyurmam doğrudan doğruya ödüllerle oldu. Çünkü çok girişken bir insan değilim. Yayınevine gidip, Öykülerim kadın ağırlıklıdır. Tabii şundan da korkuyorum. “Benim dosyam var” diyebilecek bir yapıda değilim. Beni Edebiyatta herhangi bir yazara bir etiket yapıştırıldığı zaman yayınevinin çağırmasının olanaklarını sağlamaya çalıştım. onu üstünden söküp atması çok zordur. Yani “Kadınları Bunun da tek yolu vardı: Yarışmalara katılmak. Katıldığım yazan bir yazardır” dendiği anda ona mahkum oluyorsunuz. yarışmaların tümü rumuzla katılınan yarışmalardı. Adınız, Böyle bir damga yememek için erkekleri de anlattım elbette. yarışma sonuçlandıktan sonra öğreniliyordu. İlk katıldığım, Kültür Bakanlığı’nın hazırladığı bir yarışmaydı. 1979 yılında ‘Çocuk Yapıtları’ Sait Faik ödülü edebiyata kesin yarışması. Bu yarışmada ödül alan yapıtlar daha kaydınızın yapıldığı ödüldür sonra kitaplaştırıldı. Ancak 12 Eylül’de her şey iptal edildiği gibi elbette bunlar da iptal edildi. “Enka Vakfının yarışmasına para için katılmıştım. Üçüncülük kazandım. Bu Unutamadığım ve çok önemsediğim yarışma miktar aylığımdan bile fazlaydı. Bu parayla Akademi Kitabevi’nin yarışmasıdır. Benim için da daha sonra parasını geri alacağım ‘Eski çok anlamlıdır. Oraya dokuz dosya göndermem Bir Balerin’ kitabımı bastırdım. Bu kitap ‘Sait gerekiyordu. Çünkü dokuz kişilik bir seçici Faik Ödülü’nü (1985) kazandığım kitaptır. kurul vardı. Ama daktilo en fazla beş nüsha Sait Faik ödülü edebiyata kesin kaydınızın alıyor. O zaman fotokopi yok. 1980 yılından yapıldığı ödüldür. Uluslararası bir ödülüm bahsediyorum. Adı ‘Sabah Yolcuları’ olacak. de var. Balkan yazarlarının katıldığı ‘Borski Beş nüsha yolladım. O yıl ödülü sanırım Grümen’ (Balkan Yazarlar Karşılaşması) Nursel Duruel kazandı. Derken yayınevinden adlı bir yarışmada... 1997 yılında ise bir mektup aldım. “Dosya sayınız eksik olduğu ‘Savrulmalar’ adlı kitabımla ‘Sedat Simavi için bu yıl sizi yarışmaya katılmış saymıyoruz, Ödülü’nü Fakir Baykurt’la paylaştım. Bu tamamlayıp gönderin!” diyorlardı. Bunu okuyunca ödülü Fakir Baykurt’la paylaşmak bana nasıl bir duyguyla bilmiyorum ama, “Bu da onur verdi.” ‘kazanamadınız’ın İstanbulcası galiba” dedim. O yüzden dosyaları tamamlama külfetine hiç
23
Kadınları bu kadar derinlemesine anlatan erkeği neden anlatmasın ki! Türkçe’yi her zaman önemsedim. Bir yazar için bunun tersi zaten mümkün değil. Dil olmazsa ne düşünebiliriz, ne hissedebiliriz. Hissetmek bile dille olur. Düşünün adını bilmediğiniz bir duyguyu yaşadığınızı bile fark edemezsiniz ki. Yani “Hüzünlüyüm” diyebiliyorsanız, o hüznü yaşıyorsunuz demektir. Hüznün ne olduğunu bilmiyorsanız hüzünlü bile olamazsınız. O yüzden en küçük bir kültür ürününün bile üstüne titremeliyiz. Türk kültürü bunların tabii ki çok dışında. Bizi biz yapan değerlerin tümü...
Çamlık Belediye Plajı, yaz yaşamının odağını oluştururdu o günlerde. Belediye Gazinosu da gece eğlencesinin merkeziydi. Hafta sonları caz vardı. (O zaman her tür müzik yapan topluluğa caz derdik.) Güzel, şık bayanlar, zarif giysiler içinde, eşlerine hafifçe yaslanarak sıcacık bir müzikle dans ederlerdi. Çamların altına oturur, dışardan izlerdik dans edenleri. Kibar bir eğlenceydi. Ben en güzel, en akıllı, en becerikli kızı bile oğluna layık görmeyen oğlan anaları gibiyim Ayvalık konusunda. Şeytan Sofrası’ndaki günbatımı, dünyanın hiçbir yerinde yoktur bana sorarsanız. Ayvalık’ın denizi gibi deniz, adaları gibi ada, çamları gibi çam, zeytini gibi zeytin hiçbir yerde yoktur. O oğlan anaları gibi de kıskanırım Ayvalık’ı. Hiçbir yerle karşılaştırmam, karşılaştıramam. Çocukluğumda, başka sahil kasabalarının güzelliğinden söz edildiğinde, Ayvalık’ın oralardan çok daha güzel olduğunu haykırmak ister; oralara gidip de Ayvalık’a gelmeyenlere sinirlenirdim. Herkes görsün Ayvalık’ın güzelliğini, herkes Ayvalık’ı tanısın isterdim. (Doğrusu şimdi Ayvalık’ı, değerini bilmeyecek, kendine özgü yapılanışına, kültürüne, yaşama biçimine saygı göstermeyecek insanlarla paylaşmaya hiç gönüllü değilim.)
Ne yazık ki, bir özenti rüzgârına kapılıp anlamını tam bilmediğimiz yabancı sözcükler kullanıyoruz. ‘Hafriyat’ yerine ‘harfiyat’ demekten tutun ‘bijuteri’ yerine ‘bujiteri’, ‘panorama’ yerine ‘panaroma’ demeye kadar yanlış söylediğimiz sayısız sözcük var. ‘Yan profil’leri, ‘fulldolu’ları, ‘örneğin mesela’ları söylemiyorum bile. Mantık yanlışları yapıyoruz. Söylemeyi düşünmediğimiz sözler çıkıyor ağzımızdan. Sonrasında da, “Ben yanlış söyledim” deme yürekliliğini bile göster(e)miyor, dile hâkim olmamamızın suçunu “Yanlış anladınız” deyip karşımızdakine atıyoruz. “Evimdeki binlerce kitabın Öte yandan, dillerin zenginDoğduğum ve sevdiğim Ayvalık’a Ayvalıklı çocuklara ve gençlere yoksul diye sınıflandırılmasına her fırsatta uğruyorum. da karşıyım. Kendi dilimiz İzmir’den Ayvalık’a gelirken ışık olmasını arzu ettiğim için hep, de dâhil, hiçbir dili ‘yoksul’ -eğer elimdeyse- her defasında Ayvalık’ta bir kütüphanem olsun diye niteleyemeyiz. Bir dil, eski yolu yeğliyorum. Eski yol istiyordum. Uzun süre bu düş ile yatıp o dili konuşan halkın en hazırlıklı olanlara bir büyü kalktım. Sonunda, üç binin üzerinde kitabın büyük, en önemli icadıdır. sunar sanki... Servi bahçesi Dilini aşağılamak o halkı gibi bir mezarlığın yanından yer aldığı Feyza Hepçilingirler Kütüphanesi, aşağılamaktır. En ağır geçer, çam ağaçlarının Ayvalık Belediyesi Türkan Saylan Eğitim, hakaret yerine geçer. eşliğinde hafif bir yokuştan Kültür ve Sanat Kompleksi içerisinde açıldı. Kendimizi de bu ağır sonra inmeye başlarken, Kütüphane Zeytin Müzesi’yle iç içe ve hakarete layık görmeyelim. yolun belirsiz bir kıvrımında Gençler öncelikle dilin ne zümrüt güzelliğiyle ansızın Ayvalıklılar için çok önemli bir kültür kadar önemli olduğunu açılıverir önünüzde Ayvalık. mekânı olarak değerlendiriliyor. Sonunda anlamalı. Kendi anadillerini Durdurulmaz, zaptedilmez dileğimin gerçekleşmesini sağladığı için korumak ve yaşatmak bir andır bu; az sonra belirdiği Rahmi Gençer başkanıma teşekkür konusunda azimli olmalı. hızla düşleşecektir. Çamlar evlerin arasında bulabildiği her ediyorum.” BELEDİYE GAZİNOSU’NDA ZARİF boşluğu doldurarak denize doğru GİYSİLER İÇİNDEKİ GÜZEL VE koşar. Denizse, uysal, evcil, teninize ŞIK BAYANLAR EŞLERİNE HAFİFÇE değmek, sizi kucaklamak için öylece YASLANARAK SICACIK BİR MÜZİKLE beklemektedir. Minarelerden atik davranıp DANS EDERLERDİ zeytinyağı fabrikalarının bacaları selamlar sizi. Zenginleştirilmeye elverişli bir düş gibi avucunuzdadır İşte böyle... Mademki Ayvalık’la başladık, Ayvalık’la Ayvalık. Ama, virajı alıp Ayvalık’a girdiğinizde Ayvalık, bitirelim... artık Ayvalık’tır. Ona kolay kolay hükmedemezsiniz. Her Çocukluğumun Ayvalık’ını özlüyorum elbette… Ama gelişimde -bir hafta arayla bile olsa- yıllarca özlem çekmişin maalesef geriye dönmek mümkün değil… Dediğim gibi, sılasına kavuşmasındaki heyecanı duyarım ve o umarsız benim çocukluğum mutlu bir çocukluk değildi. O yüzden umudu: Çocukluğumun serinliği, hâlâ buralarda bir yerde çok özlememi gerektiren bir şey yok. İnsanların -en azından beni beklemektedir sanki. benim yaşadığım mahallede- neredeyse tümü yoksuldu. KAYNAKÇA Ama kimse kendine acımıyordu. Kimse bir şeyler isteyip -Feyza Hepçilingirler, ‘Düş Mavisi, Zeytin Yeşili ve Balık... İşte Ayvalık’, Milliyet Aktüalite, 4 Eylül paralanmıyordu. Herkes o yoksulluk içinde eşitti. Yani bir 1988 çeşit ‘yoksullukta eşitlenme’ söz konusuydu. Çok yoksul -V. Hüseyin Kaya, ‘Dilhane Parkı’, Ferfir Yayınları, 2010 -Nagihan Ergun, ‘Feyza Hepçilingirler’in Hikâyelerinde İnsan’, Ahi Evran Üniversitesi Sosyal olduğumuzu da düşünmezdik biz açıkçası. Ayvalık’ta aslında bir sınıf farkı vardı benim çocukluğumda. Zenginleşenler Çamlık’ta otururlardı. Çamlık-Ayvalık farkı vardı. Ve Ayvalık o zaman bu kadar geniş bir alana yayılmış değildi. 150 Evler mahallesi, deprem sonrası yapılmış yüz elli evden dolayı bu adı almıştı. Yani sadece 150 tane ev yapılması projesiydi. Çamlık vardı, Çamlık’ta bitiyordu Ayvalık. Sarımsaklı sadece turfanda meyve sebze yetiştirilen bir alandı.
24
Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2011 -Müfide Pekin, ‘Mübadele Öyküleri-Mübadelenin 85.Yılı Öykü Yarışması Seçkisi’, Lozan Mübadilleri Vakfı Yayını, 2009 -Tülay Çellek, ‘Dilin Sesi Feyza Hepçilingirler ile Söyleşi’, tulaycellek.com, 4 Eylül 2003 -Sibel Oral, ‘İzmir Eşittir Feyza Hepçilingirler’in Gençliği’, Radikal Kitap, 18 Nisan 2014 -Kadir İncesu, ‘Feyza Hepçilingirler-Ayvalık Çocukluğum, İzmir ise Gençliğim’, Ataşehir’de Gündem Gazetesi, 18 Nisan 2014 -Erdem Öztop, ‘Amacım Türkçeye Sahip Çıkılmasını Sağlamak’, Cumhuriyet Kitap, 13 Ekim 2005 -Erkin Usman, ‘Feyza Hanımın da Bir Kütüphanesi Var’, Yeni Asır Gazetesi, 7 Şubat 2015 -Fatih Altınbeyaz, ‘Türk Edebiyatının Duayen İsimlerinden Feyza Hepçilingirler’, Yeni Çağrı Gazetesi, 1 Ağustos 2017 -Benim N’Lerim-Feyza Hepçilingirler, NTV Radyo, 24 Şubat 2013
Feyza Hepçilingirler’in Kidonya dergisinin Eylül/Ekim 2013 tarihli 2. sayısında yayınlanan yazısını, yazarımızın izniyle paylaşıyoruz.
H
AYVALIK, KEDERİM BENİM
er gördüğünde benden para isteyen safça komşumu içeri almadım geçen gün. Öyle kötü bir zamanda gelmişti ki… Ona verilecek üç-beş lirayı esirgediğimden değil. Hiç değil. Sabaha kadar gözünü kırpmamış hastamın tam da uykuya daldığı zamandı ve bağırmadan konuşmayı bilmeyen komşum onu uyandırırdı. “Şimdi git, sonra gelirsin” dedim. Bunu der demez de babaannem oldum. Kadın gitti ama onun yüzüne kapattığım kapıdan çocukluğum girdi içeri. Şimdi benim olan bu ev, kapısından en çok geri çevrildiğim babaannemin eviydi bir zamanlar. O ‘bir zamanlar’, herkesin masmavi özlemlerle anımsadığı, benimse gri bulutlarla kaplı çocukluğumdu. Herkese kolay kolay açmazdı kapısını babaannem. Hele Kemal Bey evdeyse ve ‘istirahat’ halindeyse, gelen kral olsa kapıdan çevrilirdi. Bütün torunlar, oğullar bile dudaklar üzerindeki işaretparmağı uyarısıyla kim bilir kaç kez yüzlerine kapanan kapının arkasında kalmıştı. Kemal Bey ikinci kocasıydı ve babaannem Kemal Bey’e âşıktı. Çünkü hiç sevmemiş ilk kocasını. Bu sırrını yıllar sonra fısıldamıştı bana. İlk kocası dedemdi. Kocaman bıyıklı, kırmızı fesli, Giritli Yusuf Ağa (ki hiç görmedim kendisini. Tanışıklığımız sadece taş duvarıma astığım fotoğrafındandır) erken ölmüş. Kendi ortalama ömrünü tamamlayıp gittiğinde küçük bir kızken evlenip genç yaşında dul bıraktığı babaanneme, özlediği aşkı bulma fırsatı vermiş ve hiç bilememiş bunu. İkinci koca -ki asla dedem olmadıgençlik fotoğraflarında Sait Faik’in dalgalı saçlarına ve denizle yıkanmış duygulu bakışlarına sahipti, yaşlılığında hırçın... Resmolu Yusuf Ağa köylüydü babaannemin gözünde. Kemal Bey ise Hanya doğumlu ve Fransızca biliyor olmakla soylu. Bu evi satın almak nasıl çocukluğumun intikamı ise bahçeye üç-beş yıl önce diktiğim badem ağacı da intikam içindi. Tam şimdiki yerinde, bahçenin dışına taşan dallarıyla bir badem ağacı vardı. Ama benim çağla yemek istediğim zamanlarda Kemal Bey hep istirahatte olurdu. “Şimdi git, sonra gelirsin” diye kovulduğum zamanlar
da o zamanlardı. AŞKIN BAŞKALARINI DIŞLAYAN YANI FAZLA ACITTI ÇOCUKLUĞUMU Yalnız o mu? Annemin ölümüdür Ayvalık. Yakın geçmişe kadar Tapu dairesi olan taş bina hastaneydi o zaman. Önünden her geçişimde beni iliklerime kadar titreten, hâlâ. Annemi ben götürdüm oraya ama ben geri getiremedim. Onu son kez görüşüm, gömülmeden önce yıkanmak için getirildiği yer de Ayvalık. Dayımın eviydi. Zeytin çuvalları kenara çekilerek alelacele hazırlanmış bir kerevetin üzerinde ölümün mermer soğukluğunu tanıdım. Annemin alnında dudaklarımla dokundum ölüme. O ölüm hep Ayvalık olarak kaldı, hâlâ yaşar belleğimde. Anneannemin her bayram öncesi tahta merdivenlerini arapsabunuyla, tel fırçalarla ovup sapsarı parlattığı ev de Ayvalık’tır. O Ayvalık geçen yaz yandı. İsten kararmış tahta pervazlarda çocukluğumun arkadaş gözleyen, oyuncu bakışlarını aradım. Yoktu. O evde yaşanan sekiz çocukluk yılım küllerle birlikte savrulup gitmiş. Eski kilisenin çökmüş çatısına, yıkık duvarlarına takılıp kalmış birkaç beş taş, saklambaç oyunu; bir de, “Takamam bu gözlüğü, gizleyemem de,” deyip geri çevirdiğim, güneş gözlüğü ile ilan
edilmiş bir çocukluk aşkının anısı… Bölük pörçük… Sonra üvey annelerim. İlki benden az büyük, aklı benimkinden daha çok oyunda. Balkonunda ona Mayk Hammer romanları okuduğum, okulun karşısında, babamın evi. Babamın evi deyişimi babamın her seferinde ‘bizim ev’ diye düzeltmeye çalıştığı ama hep babamın evi olarak kalan… Bodrum katındaki kuyuya fileyle karpuz sallandırılan… Çocukluktan genç kızlığa yuvarlandığım… Üçüncü kat penceresinden geçişini ve bana el sallayışını gözlediğim ilk sevgilim. El sallarken babama yakalandığım, tehditlerle korkutmalarla vazgeçirildiğim ilk aşk. Hepsi Ayvalık. İkinci üvey annemin gelin geldiği ev de orası. İkinci üvey annem İzmirli. Buzdan dökülmüş sarışın kadın. Ayvalık’ı, parke taşlarının arasına ayakkabısının topukları sıkıştığı için küçümseyen… Sadece bunun için bir şehir küçümsenir mi, diye soramadığım. Daha nice acı, nice hüzün… Ayvalık… Kederim benim. İnsanın kaderini ve kederini sevmesi gibi sevdiğim. Keder olsa da yalnız benim olan, beni ben yapan olduğu için vazgeçemediğim. Gittiğim her yere kendimle götürdüğüm… Çünkü çocukluğum…
25
Biraz Ondan Biraz Bundan ZEYNEP KAZANCIGİL zkazancigil@gmail.com
A
“Only in Ayvalık”
yvalık’ta geçmişten bugüne burada yaşamış birçok ilginç karakter ve bunların hikâyeleri, bazen de belirli mekânların öyküsü dilden dile anlatılır. Buraya damgasını vuran en önemli şey güzel doğası ve bir mübadil şehri olmasıdır. Girit’ten, Midilli’den Balkanlar’dan mübadele ile gelenlerin Anadolu kültüründen oldukça farklı kültürel yapısı, adalardan getirdikleri mutfak kültürleri ve adetleriyle şekillenen sosyal hayat pek çok ilginç öyküyü de beraberinde getirmiştir. Çocukluğumdan beri ailemden ve buralı insanlardan dinlediğim anılar ve bir kısmı da benim çocukluğuma ait ilginç karakterlerin ve mekânların öyküleri eski Ayvalıklılar bir araya geldiğinde vazgeçilmez sohbet konularından biridir. Geçmiş zamanın anılarının paylaşıldığı bu sohbetlerin sonunda her defasında “Only in Ayvalık” diyesim gelir. Gerçekten de hepsi sadece Ayvalık’a mahsus tuhaflıklardır... Hacı Baba: Aslen ‘Hacı Baba’ nam bir leylektir kendisi. Annemin ilkokulu okuduğu 1930’lu yıllarda Ayvalık çarşısında ‘hal’ denilen sebze-meyve pazarının içinde yaz-kış yaşayan ciddi görünümlü bir leylektir Hacı Baba. Kanatlarından birisi kırıldığı için sonbaharda göç eden ailesine katılamamış, yaralı hâldeyken kendisine bakan çarşı esnafının gözdesi olarak yıllarca halin içinde yaşamış. Halin ortasındaki çeşmeden su içer ve sık sık yıkanırmış. Zaman içinde buranın karakterlerinden birine dönüşen leylek ağırbaşlı görünümünden dolayı Hacı Baba diye anılır olmuş. Çocukluğumda annemin bana anlattığı Hacı Baba’nın hâlâ orada yaşadığına inanırdım. Yazın geldiğimizde sebze-meyve halinden her alışveriş edişimizde, etrafı kolaçan eder Hacı Baba’yı arardım. Her zaman alış veriş ettiğimiz esnafa sorduğumda, anneme göz kırpar, “Hacı Baba’nın bugün tatil günü, birkaç güne gelir!” derdi. Kara Sevda: ‘Kara Sevda’ çocukluğumda en çok ilgimi çeken ve beni korkutan karakterlerden biriydi. ‘Ayvalık’a indiğimizde’ (Çamlık’tan Ayvalık’a gitmeye eskiden ‘Ayvalık’a inmek’ denirdi. Başlı başına bir işti Ayvalık’a inmek. Şimdiki gibi bolca alışveriş imkânı sunan turistik bir çarşı yoktu o zamanlar.) Yapı Kredi Bankası’nın binası önünde yaşayan saçı-sakalı birbirine karışmış ve beline kadar uzamış, kendi kendine konuşup şarkılar söyleyen bu ‘meczup’ ile karşılaşırdık. Adı halk arasında Kara Sevda olarak bilinirdi. Aslında Çömlekköylü, çok malı-mülkü olan bir ailedenmiş. Bir kıza aşık olmuş ama annesi uygun görmeyip ayırmış. O da bu sevdaya dayanamayıp aklını yitirmiş. Adı Nazım’dı ama herkes onu Kara Sevda adı ile bilirdi. Yanından her geçtiğimizde hem korkar hem merak ederdik. Kimi zaman sakin sakin oturur veya uyur, çoğunlukla da büyük bir ciddiyetle etrafı temizler, siler süpürürdü. Kendi kendine konuşur bazen de gelen geçene kızar söylenirdi. Kimsenin de kendisinden şikayetçi olmak aklına gelmezdi. Ayvalık yaşantısının vazgeçilmez bir parçasıydı Kara Sevda. Karanfil: ‘Arap Hüseyin’ olarak da bilinen Karanfil, Çamlık koyunda şimdi Paşalimanı olarak adlandırılan yerde yaşardı. Karanfil’in pancar motorlu, kırmızı boyalı bir balıkçı kayığı vardı. Bazen kayığı ile biz çocukları iç koyda gezdirirdi. Devamlı içki içer ve çoğu zaman ayık halde olmazdı. Sanki bir tür antik Yunan filozofu havası vardı Karanfil’in. Çoğunlukla çeşmenin arkasında incir ağacının dibinde yaşardı. Her yanından geçişimizde, “Deryalar, deryalar...” diye şarkı söylediğini duyardık. Kimseye bir zararı olmazdı. Çocukluğumuzda hem çekindiğimiz hem de kayığı ile bizleri gezdirdiği için sevdiğimiz Karanfil onca içki içmesine rağmen uzun yıllar yaşadı.
26
Manici Amca: Henüz Ayvalık’ın dizilerle adını duyurmadığı ve Cunda’nın turistik bir mekân olmadığı yıllarda, özellikle akşam Cunda’daki restoranlara yemeğe gittiğinizde beyaz saçlı tertemiz giyimli, beyaz önlüklü bir manici gelirdi. Manici Amca size koluna taktığı sepetten kağıttan yapılmış bir külah içinde nane şekeri uzatırdı. Bu külahı aldığınızda adınızı sorardı. Söylediğinizde de size hemen içinde adınız geçen bir mani söyleyiverirdi. Masadaki çoğu kişi de birer külah nane şekerini alır ve adına söylenen maniyi duymak isterdi. Ne yazık ki Manici Amca’nın vefatından sonra onun yerini alan kimse olmadı. Şehmuz: Şehmuz, Sarımsaklı plajlarında ‘midyeciden midye yeme’ geleneğini ilk başlatan kişidir. Bugün orta yaşta olan Ayvalıklıların yaz tatili anılarında önemli bir yeri vardır. Birkaç yıl öncesine kadar hâlâ plajlarda kendisine rastlayabilirdiniz. Ne alakası var diye sormayın, ancak Şehmuz Ege Bölgesi’ndeki bütün midyeciler gibi Mardinlidir. 70’li yılların sonunda bir gün plajda kafasının üzerinde bir tepsi, elinde seyyar satıcılara mahsus tahta bir tepsi ayağı, şalvarıyla, başında doğululara özgü puşisiyle, poturuyla, gayet pos bıyıklı esmer bir adam belirir. Tepside sattığı şey midye dolması... O zamanlar bizim plajlarda seyyar satıcı, midyeci gibi bir konsept yok. Ama Şehmuz başlı başına bir karakter. O yaz boyunca ince esprileri, herkesi adı ile tanıması ve ailece hazırladıkları midye dolmalarıyla herkesin gönlünü çeler. Ertesi yaz, aynı Şehmuz, pos bıyığını, poturunu, puşisini bırakıp, şort mayo, parmak arası terlik, çiçekli gömlek, rayban gözlük haline dönüşür. “Hayırdır?” diye soranlara da, “Ortama uyum sağladım ağbey” der. Böylece uzun yıllar Şehmuz, Ayvalık yaşantısının vazgeçilmez karakterlerinden birine dönüşür. Girit Leblebisinin Son Temsilcisi : Girit leblebisi, adından anlaşılacağı gibi, Giritlilere özgü oldukça sert, tuzlanmış nohutların odun ateşinde kızdırılmış deniz kumu içinde 3-5 dakika çevrilmesiyle yapılan çok özel bir lezzettir. Giritli Mustafa 60 yıldır Girit leblebisini dedesinden öğrendiği gibi yapmayı sürdüren son usta. Yapımı oldukça zahmetli olan leblebiyi Mustafa Kidir 14 yaşında dedesiyle birlikte yapmaya başlamış. Eskiden babasıyla gezer satış yaparmış. Son zamanlarda fazla bilinmediği için çok talep olmayan Girit leblesi de Ayvalık’ın lor peyniri, Papalina’sı gibi buraya özgü lezzetlerinden biridir. Ne yazık ki Girit leblebisi geleneğini Mustafa Kidir’den sonra sürdürecek kimse kalmadı. Ayvalık’ın Define Avcıları: Ayvalık’ın ilginç hikâyelerinden birisi de ‘define avcılığı’dır. Ayvalık eski bir Rum şehri ve Osmanlı tarafından özerklik verilmiş zengin bir açık ticaret şehridir. Ayvalık’ın en değerli özelliklerinden birisi olan eski Rum evlerinin hepsi o dönemde yapılmıştır. Kurtuluş Savaşı ve ardından yaşanan mübadelede bu evleri terk eden ailelerin çoğu geri döneriz düşüncesi ile evlerin içinde çeşitli yerlere değerli eşyalar ve altın saklamışlardır. Burada bolca bulunan kilise kalıntılarının içinde de bu tür gömüler olduğu söylenir. Mübadeleden sonra bu evlere iskân ettirilen birçok kişinin geçmişte bu tür gömüler bulduğu rivayet edilir. Geçmiş yıllarda dışarıdan da sırf define arama merakıyla Ayvalık’a gelenler olmuştur. Bu gömülerin çoğunun efsunlu olduğu, bulan ve yerinden oynatanların başına türlü türlü işler geldiği gibi öyküler anlatılır durur. Cunda’nın Salcısı: Cunda adasına Ayvalık’tan bakıldığında solundaki Boğaz’a Dalyan Boğazı, sağındakine de Dolap Boğazı denir. Şimdilerde Ayvalık’tan Cunda’ya giderken yeni yapılan köprüden geçtikten sonra, hemen girişinde ‘Türkiye’nin İlk Boğaz Köprüsü’ yazan daha küçük bir köprüden geçiyoruz. Burası Dolap Boğazı’dır. 1966 yılında bu köprü yapılıncaya kadar Dolap Boğazı'nın iki yakası arasında, geniş bir sal üzerinde geçilirmiş. Lale adasından Cunda tarafına geçmek veya tersini yapmak için her zaman orada bekleyen salcıya seslenilir o da geniş salı ile isteyenleri diğer tarafa geçirirmiş. Velhasıl, ‘Ayvalık Öyküleri’ anlatmakla bitmez...
39. sayımızda duyurduğumuz bir ‘macera’ gerçekleşti ve ilk defa bir Ayvalıklı, üç arkadaşıyla birlikte Atlantik’i geçti. Evet, yola çıkmadan önce bize, “Cundalı olup da denize kayıtsız kalmak imkânsız bir şey!” diyen İsmet Somay’dan söz ediyoruz. Somay gitti, döndü ve kendisiyle yine Cunda’da buluştuk; ‘kıtalararası’ yolculuğunu anlatmasını istedik. Bu arada, sözünde durdu ve bizimle ‘Yolculuk Günlüğü’nü de paylaştı.
AYIN BATARKEN DENİZİN ÜSTÜNE BİR KAYIK GİBİ DÜŞÜŞÜNÜ BEN İLK DEFA ATLANTİK’TE GÖRDÜM
S
GÜLBENİZ ŞENTAY ŞENTAY GÜLBENİZ
ayın İsmet Somay, öncelikle hoş geldiniz. 1 Kasım günü, hayatınızın yolculuğunu yapmak üzere Türkiye’den ayrıldınız. Las Palmas’a vardığınızda nasıl bir atmosferle karşılaştınız?
-Bildiğiniz gibi seferi organize eden ARC’den bağımsız bir yolculuk gerçekleştirmek durumunda kaldık. Ancak onların gruplarıyla sürekli bağlantı halindeydik. Ortalama üç yüz tekneydik. Sokaklarda, kafelerde, restoranlarda sık sık karşılaşıyorduk. Herkes sevinçli bir telaş içerisindeydi ve bütün sohbetler Atlantik’i geçmek üzerineydi. Birkaç tekne sahibiyle hayli yakın arkadaşlık kurduk. Birbirimize yolculukla ilgili uyarılarda bulunduk. “Suyunuz yeterli mi?”, “Yemek stoklarınızı tamamlayabildiniz mi?”, “Güvenlik önlemlerinizi aldınız mı?” gibisinden... Organizasyondan ayrılıncaya kadar ARC de bu konularda bize epey eğitim verdi zaten.
Neden ayrıldınız? -Ayrılışımız cankurtaran salımızın donanım eksikliğinden kaynaklandı. İçinde su, bisküvi, olta, çakı, fener gibi ihtiyaç malzemelerinin olduğu bir sandık görünümünde ama aslında cankurtaran salı. Bir tehlike anında onu denize atıyorsunuz; ipini çektiğinizde kocaman, şişme bir sala dönüşüyor. Bizim salımızın iç donanımı ARC’nin istediği kalitede değildi. Ya yenisini alacak ya da organizasyondan ayrılacaktık. Yenisi iki bin beş yüz euroya satılıyordu. Ancak salımızın ‘Kap-al!’ çantaları diye tanımlayabileceğimiz ‘grab bag’leri bizden istenen malzemelerle dolduydu zaten. Kısacası artı bir masrafa gerek görmedik ve ARC’den ayrıldık. Aslında bu çıkışın bize şöyle de bir faydası dokundu: Onların ip çözme tarihleri bizden üç gün sonraydı. Eğer birlikte hareket etseydik çok ağır bir fırtınaya yakalanacaktık. Erken yol alınca harika bir rüzgâr yakaladık ve ‘denizden dayak yemeden’ hızlı
bir şekilde ilerledik. Beş günde de Cape Verde’ye ulaştık.
Daha önce hiç karşılaşmadığınız, tanımadığınız yol arkadaşlarınızı birkaç cümleyle nasıl anlatırsınız? -Seyir öncesi onlarla sadece telefonla iletişim kuruyordum. Ama size yemin ediyorum, marinanın girişinde beni karşılayan Akın Akbalık’la (kaptan) kırk yıllık dostmuşuz gibi sarılarak merhabalaştık. Pırıl ve Murat da en az Akın kadar içten insanlardı. Her birinin hayatımda önemli bir yeri oldu. Özellikle Akın Akbalık’ı tanımak beni çok mutlu etti. Onun bir eğitmen olduğunu biliyordum, işini iyi yaptığına da bizzat tanık oldum. Seyir sırasında, molalarımızda yani bulduğu her fırsatta bizlerle teorik konularda epeyce konuştu ve çok değerli bilgiler verdi. Muhteşem bir öğretmendi. Maalesef Pırıl annesi rahatsızlandığı için aramızdan erken ayrıldı. Buna çok üzüldüm. Cenk zaten baştan bize katılamamıştı. Biz üç adam kalan on beş günü gerçekten son derece uyum içinde geçirdik. Çünkü birbirini anlayabilen, zevkleri örtüşen insanlardık. Hatta size şöyle söyleyeyim; dinlediğimiz müzik konusunda bile en ufak bir sürtüşme yaşamadık. Kim ne çalarsa çalsın, hepimiz zevkle dinliyorduk. Teknemiz biraz küçüktü. Ama sayımız azalınca hayli konforlu bir yolculuk yapabildik. Herkesin kendine ait bir kamarası vardı. Ortak kullanmak zorunda kalmadık.
UÇAN BALIKLAR ŞİİR GİBİYDİ Atlantik’i kaç günde geçtiniz? Sayıca azaldığınız için yelkenliyi idare etmekte zorlandınız mı? -Las Palmas’tan Cape Verde’ye beş, Cape Verde’den Santa Lucia’ya on beş günde ulaştık. Oysa bu etap için öngörülen süre üç haftaydı. Ancak yeterli mazotumuz vardı. Rüzgâr esmediğinde bile yola devam ettik ve planlanandan yedi gün önce hedefe vardık. Kaptanımız Akın sayesinde hiç zorluk çekmedik. Akın neredeyse son on beş gün hiç uyumadı. Üçer saatlik nöbetlerle tekneyi yürütüyorduk. Özellikle akşam saat dokuzla
27
sabah beş arası son derece yorucuydu. O saatlerde ne zaman başım dara düşe, ne zaman “Akın!” desem, hemen gözünü açıp yanıma geliyor, yapılması gereken düzeltmeleri yapıyordu, Allah razı olsun! Kulağı hep bizdeydi, elektronik donanımlardaydı, radarı filan hep o takip ediyordu. Günlerce tilki uykusu uyudu.
Uzun süre açık denizde yol almak nasıl bir şey? -Asla ürkütücü bir şey değil. Kaldı ki bu yolculuğa kendimi ‘fikren’ hazırlamıştım. Üç hafta boyunca teknedeki arkadaşlarımdan başka etrafımda kimsenin olmayacağını ve açık denizden başka bir şey gör(e)meyeceğimi biliyordum. İnanır mısınız, gece nöbetlerimde başımın üstünden bir uçak dahi geçmedi. Bana denk gelmedi belki. Atlantik’in tam ortasındayken sadece bir kez, bir balıkçı teknesi gördüm. Kırk beş dakika sonra o da gözden kayboldu. Açık denizde gökyüzü daha bir sonsuz… Güneş daha bir uzak, daha bir parlak… Ufuk daha bir yakın… Bambaşka bir dünya! Sanki sonu yok! Deniz nerede bitiyor belli değil! Hatta bazı geceler ufuk çizgisindeki yıldızları gemi ışıkları gibi algıladık. Anlayacağınız gökyüzü, güneş, ay ve balıklardan oluşan bir panoramayı seyredip durdum. Uçan balıklar şiir gibiydi. Onların suyun üstünde dağılışları, teknenin önünden kaçışları veya tekneye atlayışları müthiş bir şölendi. Videoya alsak dahi o güzelliği yansıtamazdık herhalde. Yeni ayın batarken denizin üstüne bir kayık gibi düşüşünü de ben ilk defa Atlantik’te gördüm. Kelimelerle anlatılır bir şey değildi! Güneşin batışıysa sadece iki buçuk dakikada gerçekleşiyordu. Bu anı yakalamak üzere kamaradan fotoğraf makinenizi almaya gitmiş ve şayet biraz oyalanmışsanız döndüğünüzde onu batmış olarak buluyordunuz. Bu da yine ilk defa tanık olduğum bir olaydı.
kanalıyla günde birkaç kez Türkiye’den ‘sinoptik hava raporu’ alıyordu. Kaçıncı milde bizi ne bekliyor, hangi rüzgârla karşılaşacağız, nasıl bir açıyla gelecek; dakika dakika görebiliyorduk. Meteorolog olarak inanılmaz katkıda bulundu, yön verdi. Yolculuğumuzu kolaylaştırdı. Fırtınanın başlangıç ve bitiş saatlerini bile bize haber veriyordu. ARC’yi de o izliyordu. Yola çıktılar mı? Nerede bekliyorlar? Hep ondan öğreniyorduk. Santa Lucia’ya on beş günde ulaştık. On gün kadar orada dinlenme fırsatı buldum. Ben yirmi beşinci günde Türkiye’ye dönmek üzere Martinik adasına geçerken hâlâ varış noktasına gelemeyen tekneler vardı. Rüzgâr esmediği için yol alamamışlardı.
Sizden başka Türk bayrağı taşıyan yelkenliler var mıydı? -İki tekne vardı. Biri katamarandı. Diğeri Erol Toprak’ın teknesiydi. O Atlantik’i ARC’yle geçti. Tüm donanımı organizasyonun istediği gibiydi ve onun tarihleriyle hareket etti. Teknesi çok profesyoneldi. Ne var ki, iyi bir ekip kuramamıştı. Akın hiç değilse bizlerin ne olmadığını biliyordu. Ama bu adamcağız ARC’nin önerdiği denizcilerle Atlantik’i geçmeye kalkmış ve kendisine önerilenler de denizci çıkmamışlardı. Bütün tekneyi tek başına yönetmek durumunda kalmıştı. Bu nedenle onun varışı biraz sıkıntılıydı. Pantona girerken etraftan epey ilgi gördük tabii. Ama gönül isterdi ki limana ARC’yle girelim! Çünkü ARC ile turu bitirenlerin karşılama törenleri daha farklıydı. Bütün tekneler onları kornalarıyla selamlıyorlar… Alkışlıyorlar… Karşılayıp “Hoş geldiniz!” diyorlar vesaire, vesaire… Biz karaya tantanasız, biraz ‘garibanlar gibi’ sessiz-sakin yanaştıysak da sonuçta ben bu yolu yapmak istiyordum. Ve o yolu gerçekten çok iyi kondisyonlarda da yaptım. Nedir? Etiketimiz eksik kaldı. Seferi ARC’yle değil de kendi başımıza gerçekleştirdik.
“Atlantik’i geçmek isteyen üç yüz tekneydik” dediniz. Bu teknelerin hepsi geçiş yaptı mı?
CAPE VERDE VE SANTA LUCIA’DAKİ SEFALET BENİ FAZLASIYLA SARSTI
-Doğal ki, hepsi bu yolculuğu bitirmedi. Sayılarını bilmiyorum ama bir kısmı hiç ip çözmedi. Burada size mutlaka Murat Susa’yla aynı teknede bulunmanın artılarından söz etmem gerekiyor. Biz üç kişi yola devam ediyorduk ama Murat aynı zamanda yelkenlideki dördüncü bir eleman gibiydi. ‘İridium go’ (uydu haberleşme servisi)
Hiç tehlike atlattınız mı? Ya da bu yolculuğa çıktığınıza hiç pişman oldunuz mu?
28
-Bir gece seyir sırasında küçük bir şeye çarptık. Ne olduğunu bilmiyoruz. Belki yüzen bir ağaç parçasıydı, belki bir caretta carettaydı… Ben o sırada uyuyordum.
Seslere uyandım. Baktım, ciddi bir şey yok, uyumaya devam ettim. Ertesi gün tekneyi kontrol ettik. Hasar yoktu. Hafif atlatmıştık. Ne bu olay sırasında ne de seyir boyunca pişmanlık yaşadım. Nasıl bir pembe rüyaysa o! On metrelik dev dalgalar arkanızdan ittire ittire denizin ortasında yol alırken, insanın aklına hiç mi kötü bir şey gelmez? Vallahi gelmedi! Oysa o dalgalardan bir tanesi tam karşıdan vursaydı ne yapardık, Allah bilir! Dediğim gibi kötü bir şey yaşamadık ama bir yelken yırttık… Harika bir rüzgâr yakalamıştık. Kaptan yelkenin o rüzgâra dayanmayacağının farkındaydı. “Boş verin! Zaten ben o yelkeni gözden çıkardım, hızımızı kesmeyelim!” dedi. Yirmi iki- yirmi dört saat böyle yol aldık. Bile bile ladesti yani.
Peki, kara göründüğünde neler hissettiniz? -Ne hissettim? Önce yoğun bir hüzün çöktü üstüme çünkü yolculuk bitmişti. Sonrasında hüznün yerini Atlantik’i geçmenin keyfi aldı. Kısacası gitmek güzeldi ama varmanın da zevki bambaşkaydı.
Yolculuk süresince en çok neleri özlediniz? -İnsan ailesinden başka hiçbir şeyi özlemiyor. Çocuklarım, eşim, kardeşlerim… Onları özledim. Ayvalık’tan ayrıldığım andan itibaren dinlediğim Türkçe bir albüm vardı. Seyir sırasında her dinleyişimde o albüm beni daha bir duygulandırıyor, sevdiklerimi daha bir özlüyordum.
Gördüğünüz, vakit geçirdiğiniz yerlerde sizi en çok ne etkiledi? -Yoksulluk çok üzücüydü. Günlüklerime de yazdım. Özellikle Cape Verde ve Santa Lucia’daki sefalet beni fazlasıyla sarstı. Dünyaca ünlü turizm merkezlerinde bu kadar fakirlik nasıl olabilir aklım almadı. Turistlerin gecesine bin dolar ödedikleri resortların hemen dışında yerli halkın yaşadığı derme-çatma teneke barakaları gördüğümde çok rahatsız oldum. Dramatik bir durumdu. Cape Verde doğadan nasibini almamış, çorak bir yerdi. Oysa, Santa Lucia yemyeşildi. Yeşilin bitmediği, fışkırmadığı yer yoktu! Ne var ki doğanın cömertliğine rağmen tarımları baltalandığı için gıda anlamında tamamen dışa bağımlıydılar. Varlık içinde yokluk çekiyorlardı. İlk günler biz de bazı sıkıntılarla karşılaştık. Sonra Santa Lucialı Vincent’le tanıştık. Vincent her derde deva bir adamdı. On gün boyunca bize destek oldu. Örneğin ben Martinik üzerinden ülkeye dönecektim. Ancak vizem yoktu. Konsolosluk işlemlerimin çözümünden doğru yerlerden alışveriş yapmamıza, uygun yerlerde yemek yememizden düzgün insanlarla merhabalaşmamıza kadar sağ olsun, bize hep o yardım etti. Böyle bir yolculuğu çıkacak herkese onu nerede, nasıl bulacaklarını söyleyebilirim.
Atlantik hatırası olarak yanınızda ne getirdiniz? -Eşime ve kendime midye kabuklu bileklik aldım. Oradaki hediyelikler de bizim Cunda’dakilerin benzeriydi. Çoğu Çin’de falan yapılmış şeylerdi. Aradaki tek fark bunların üzerinde Cunda değil de Santa Lucia yazıyordu. Dikkatimi çeken diğer şey de adalardaki pahalılık oldu. Gerek yurt içi gerek yurt dışı, seyahat eden biriyim. Avrupa’dan Amerika’ya fiyatlar hakkında bilgim var. Yani kötü bir tavuk yemeğine yirmi beş dolar ödemek bana hiç makul gelmedi. Neyse ki Vincent ile tanıştık da buna benzer sorunların üstesinden geldik. Yerli kadınların pişirdiği ev yemekleri sunan lokantalar bulduk ki onlar da çok lezzetli ve sağlıklıydı.
Yolculuk öncesi, bu seferin yeni maceralara devam edip etmeyeceğinizi belirleyeceğini söylemiştiniz. Ne dersiniz, tamam mı devam mı? -Devam tabii. Şimdi Pasifik’i geçmek üzere araştırma yapıyorum. Sırada o var. Yaptığım yolculuk toplamda üç bin mildi ancak Pasifik on iki bin mil. Bu da iki ay sürecek bir yolculuk demek. Ailemden bir aydan fazla uzak
kalmak istemediğim için bu geziyi nasıl ikiye böleceğimi düşünüyorum. Bir şekilde halledeceğim. Herkese de tavsiye ediyorum. Sonsuzluğa yolculuk bu olsa gerek!
Atlantik’i geçmeyi tasarlayanlara neler söylemek istersiniz? -Öncelikle on iki metrelik değil, en az on dört metrelik bir tekneyle çıkmalarını ve daha fazla soğuk hava deposu edinmelerini salık veririm. Çünkü teknede kendinize verebileceğiniz tek ödül iyi bir yemek. Biz yemek konusunda biraz zayıf kaldık. Örneğin bu tekne benim olsaydı içinde barbeküm, fırınım, soslarım ve daha büyük bir soğuk hava depom olurdu. Daha mükellef sofralar kurabilirdim. Çünkü neticede ben bu işi bir yerden bir yere hızla varmak adına değil, keyif için yapıyorum. Sözlerimden Akın’ı eleştirdiğim anlamı çıkarılmasın sakın! O bir yarışçı ve teknemiz de zaten yarış teknesiydi. Akın da aklı-fikri gideceği yere hızla varmak olan bir adamdı. Ancak ben öyle değilim. Bu nedenle benimle aynı görüşü paylaşanlara daha donanımlı olmalarını öneriyorum. Atlantik’i geçmeyi tasarlayan ama neyi nasıl yapacağını bilemeyen herkes bana danışabilir. Çünkü yolculuğa nasıl hazırlanacağınızdan, seyir sırasında başınıza neler gelebileceğine kadar her şeyi öğrendim. Tabii bütün bunlar bir sonraki seyahatim açısından büyük bir deneyim. Bir sonraki sefere kendi teknemle çıkarım diye düşünüyorum. Olmazsa da; ne tür bir tekne arayacağımı, ne tür bir ekibin içinde yer alacağımı artık gayet iyi biliyorum.
Santa Lucia’da Vincent, Martinik’te Levent!
“M
artinik Adası’nda başıma çok ilginç bir şey geldi. Tekneyi bağladık. Gümrüğe girişimizi yaptık. Uçak saatim yaklaşmıştı. Marinadan telefonla bir taksi çağırmak istedim fakat herhalde kodu yanlış girdim, numara düşmedi. Marinanın karşısında bir hediyelik eşya mağazası vardı. Dükkân sahibine İngilizce olarak numaranın başına hangi rakamları koymam gerektiğini sordum. Bana İngilizcesinin iyi olmadığını, yan komşusuna gitmemizi teklif etti. Gittik. Merhabalaşıp ona da sorumu sorduğumda bana, ‘Türk müsün?’ diye sordu. Türkçe konuşuyordu. ‘Evet!’ dedim. Meğer 2005 yılından beri Martinik’te yaşayan, orada bir cafe-restoran işleten Levent Bey’i Atlantik’i geçen herkes tanır ve mutlaka uğrarmış. İşin garibi bizden haberdarmış. Hatta, dünyayı yelkenle dolaşmış olan Türk denizcisi Ekrem İnözü’nden kim olduğumuz hakkında bilgi almış ve bizi bekliyormuş. Önce ‘Hoş geldiniz!’ dedi, sonra da bütün ihtiyaçlarımızı gidermemize yardımcı oldu. Çok ilginç bir anıydı bu benim için. Gerçekten de dünyanın her yerinde Türklerle karşılaşıyorsunuz. Ama hiç aranmadan bulmak? Bu kadar mı olur? Kısacası, Martinik’e gidecek olanlara duyurulur: Santa Lucia’da Vincent, Martinik’te Levent... İkisinin de iletişim bilgileri bende mevcut. İsteyenlere verebilirim.”
29
YOLCULUK GÜNLÜĞÜ İsmet Somay
31 EKİM 2017. Ve yolculuk başladı. Burhaniye otogarından çıktıktan sonra yazmaya başlıyorum. Nereye? Atlantik ya da diğer adıyla Atlas Okyanusu’na. Neden? Gitmek güzel şey çünkü. Ama daha güzeli varmak. Sevdiklerinle tekrar kucaklaşmak... Aileme, dostlarıma kavuşmak. Aslında benim maceram mazeret. Gitmek için değil gelmek için gidiyorum! 1 KASIM. Sabiha Gökçen havalimanı... Güvenlik kontrolünde çantamdaki, Emre’nin verdiği çakıyı alıkoymak istediler. “Teknede acil durumda ip kesmek için kullanıyoruz” dedim. Memur gülümseyerek, “Bununla her şeyi kesersin!” dedi. Yoluma koyuverdi beni. Çakım çantamda. Birinci durak Barcelona. Ardından Las Palmas... Bir taksi ve marina. Ve ‘Ares’teyim. Akın kaptan ve Pırıl’la ilk defa bir araya geldik. Sanki kırk yıllık dostlar uzun bir aradan sonra tekrar toplanmış gibi. Murat çarşamba gelecek. Yola çıkmadan önce market alışverişini hallettik. 4 KASIM. Yola koyulma günü. Sabah ilk iş, liman polisi çıkış işlemlerini sonuçlandırmak. Sağ olsun, taksici Eduardo her aşamada yardımcı oldu. Hepimizde heyecan tavan. Ve ne olduğunu anlamadan harala-gürele bir de baktık ki Las Palmas ufukta kalmış. Deniz kocaman, dalgalar marina müdürü Umut Tepedelenlioğlu’nun dediği kadar var. Okyanustaki ilk ‘solo’ nöbetim... Murat’ın midesi bulanıyor; yola çıktığımızdan beri rahatsız. Uzun bir mücadeleden sora istifra edebildi. Kamarada dinleniyor. Rüzgâr 25 knot (deniz mili). Arkamızda bir gemi var, uzun zamandır izliyoruz. Azra’nın verdiği Türkçe albümü dinliyorum, çok güzel. Dolunay... İskele koltuğumuzda iki, sancak pruvamızda iki gemi var. Aynı yönde ilerliyoruz. Sancak pruvamızdaki gözle de seçilebiliyor. Sabah 05.00 suları... Eşim İlkay’ın telefonuyla uyandım, tüm denemelerime rağmen uyku tutmadı. Bu arada, yol boyu hava raporlarımızı sağlayan dost Murat Susa’ya teşekkürlerimi arz ederim. 5 KASIM. Gün ve tarih önemini kaybetti bile. Tek zaman kavramı gün doğumu ve batımı. Bir de nöbet çizelgesi. Üçer saatlik nöbetler tutuyoruz. Murat hâlâ fena. Bu yüzden altı saatte bir nöbet sırası geliyor. 6 KASIM. Nöbete saat beşte başlayacaktım uyku tutmadı, daha
UÇAN BALIKLAR, RÜZGÂR, GÜNEŞ, AY, YILDIZLAR, SONSUZ MAVİ VE ÜÇ ADAM! doğrusu erken uyandım, kaptandan nöbeti devraldım. Arada rüzgâr 180 dereceye dönüyor, bir-iki kavança (manevra) attık. Denizi özlemişim, gece seyri muhteşem... Ay ışığı ve yıldızlar büyüleyici. İnsan kendini dinliyor. Denizin azgınlığı da yavaş yavaş duruluyor. Bu arada ilk telefon konuşmamı ‘biraderimle’ yaptım. Çok kesik kesik oldu, sadece sesimi duyurabildim. 7 KASIM. ‘Yelken-melken’ yalan oldu; hava sıfır... Cape Verde’ye kadar motor seyri yapacağız. Gelen meteoroloji haberi öyle söylüyor. Mazot ucu ucuna yetecek. Günler hep aynı geçiyor: Nöbet, sohbet, yemek, müzik, kahve... Bugün teknede ilk çamaşır yıkama faaliyetimi gerçekleştirdim. Önce tatlı suyla ıslat, ardından sabunla, tuzlu suyla sabunu at, tatlı suyla durula ve mandalla! Kaptan nöbette, ben uyuyordum. Birden motor gaz kesti, ne oluyor? Motor tekrar devrini buldu. Ne olduğu bilinmeyen bir şeye çarpmışız. Tekne su almıyor, o zaman uyumaya devam. 9 KASIM. Sıcak etkisini arttırdığı içim teknede gölge yer kovalıyoruz. Oraya buraya havlulardan tente, gölgelik yapmaya çalışıyoruz. Kovayla su dökünmeler başladı. Yunuslar günde birkaç defa ziyaretimize gelip şov yapıp gidiyorlar. Hepsi genç sürüler ya da cinsleri küçük. Bizim sularda hep daha irilerini görmüştüm. Bu arada dün geceki çarpmanın görsel hasar kontrolünü yaptık, sadece iskele tarafındaki su kesimi şeridinde ince bir çizik var o kadar. Akşam üstü kısmetse, Cape Verde’deyiz. Birinci gün serbest. İkinci gün tüm malzemeler baştan yerleştirilip geçiş için tekne hazırlanacak. Bir de cenovanın (ana yelkene oranla daha fazla ilerletici bir güç oluşturan yelken) sarılı olduğu direk cıvataları gevşetilip tekrar sıkılacak. Bu işi ben üstlendim. Direk tepesine vinçle çekilip yapılacak. Bu fırsatı kaçıramazdım. Tepeden selfiyi patlatırım! Yemekler sıradan. Domates salatalık, zeytin, peynir, makarna, sandviç, konserve yaprak sarma... Bugün şölen vardı. Murat baklava getirmiş onu yuttuk. Ardından Ufuk ablanın üzümlü keki ve çay, daha sonra lahana salatası. Deniz durgun olduğu için kitap okuyabiliyorum. ‘Sapiens’, enteresan bir öğreti. Yuval Noah Harrari insanlık tarihinin cevaplanması zor ama sık sık sorulan sorularına ışık tutuyor. Herkes okumalı. Bu arada, artık suyu idareli kullanmayı öğrendik.
bugün ikinci yüz litrelik depo devreye girdi. Geçişte ne kadar daha tasarruflu kullanmamız gerektiği hakkında fikrimiz var. 9 KASIM. Beş gün beş saatlik yolculuk bitti ve Cape Verde’deyiz. Yerel saat 15.30. Marina Mindelo’ya bağlandık. İlk iş mazot alışverişi. Depo ve yedek bidonlar dolduruldu. Yarın da ilave bidonlara mazot takviyesi yapılacak. Cape Verde’de Portekizce konuşuluyor. İngilizce bilen az. Sokaklar dilenci dolu. Tüm dükkânlarda güvenlik var. Turizmle uğraşanlar turistleri koruyor. 11 KASIM. Yoldayız... Annesi rahatsızlandığı için Pırıl ayrıldı. Yola üç kişi devam ediyoruz. Yola o kadar hızlı çıktık ki, ailelere bile son vedalar ‘iki ayak bir pabuç’ oldu. Yola çıkış heyecanı yaşayamadık yani. Halbuki Atlantik geçişi yeni başlıyor. Nöbet saatleri aynı, üçer saat. Fırtınalı günlerde önceki ve sonraki birer buçuk saat nöbete dahil olacak. Umarım gerek kalmaz. Önümüzde 2080 dm yolumuz var. Tahmini iki haftalık bir yolculuk olacak, Allah’ın izniyle. Bunları yazarken ilk sağanağımızı da yedik. Nöbette, fotoğraf albümünden resimlerle ve günlükle vakit geçirmeye çalışıyorum. Bu arada müzik candır, çok oyalıyor ama yine de uykum var. Uyumayacağım! 12 KASIM. Yola çıktığımızdan beri yelken seyri yapıyoruz. Sadece deniz ve rüzgârın sesi var. Bugün akşam domates soslu makarna hazırladım. Tüm yumurtaları da haşladım, kimsenin omlet yapası yok. Depo suyunu çok tedbirli kullanıyoruz. 13 KASIM. Kendime kahve hazırladım ve nöbetteyim. Tam arkamızda bir balıkçı gemisi var, ufuk mesafesinde. Deniz geceye oranla daha bir sakin. Gece dalga çukurları üç metrelerde filandı. Rahatsız edici değil ancak teknede hareketi zorlaştırıyor. Dalga teknenin altından kayarken kıç bir sağa bir sola atıyor. Sonra düzeliyor; aynı hareket dalga sıklığına göre 10-20 saniyede bir devam edip duruyor. 14 KASIM. Günün en ilginç olayı gördüğümüz kocaman şey olsa gerek. Sırt genişliği 70 cm gibiydi. Balina mı yoksa köpekbalığımı? Tüm gün ne olduğuna karar veremedik. Benim tek bir kararım var: Suya girmemek! Çoğunlukla yelkenle yola devam ediyoruz, arada motor-yelken. Dalgalar ve rüzgâr açımızı bozuyor. Her yalpada yelkenler pırpırlıyor. Hedefe 1800 milden biraz az kaldı.
15 KASIM. Kaptan ve Murat, sağ olsunlar, devamlı varış zamanını hesaplıyorlar. Her şey tam planlandığı gibi gidiyor. Hava varsa yelken, yoksa motor-yelken yolumuzu alıyoruz. Adeta hiçliğin ortasındayız, etrafta hiçbir şey yok. Biraz ürkütücü, biraz özgürlükçü. Bugün bu tür bir yolculuğu solo yapabileceğime inandım. Eksiklerimin neler olduğunu görebiliyorum, hepsi giderilebilir. Gerçi henüz seyahat tamamlanmadı ve önümüzde dokuz gün daha var. Psikolojim şimdilik yerinde. Zaten bu yolculuğun amacı uzun seyir yapıp yapamayacağımdı. Şu bir gerçek: Eğer yalnız olsam, bir hafta sonra kendi kendime konuşmaya başlayabilirim! Bugünkü yağmur bulutları bizi sıyırdı. Bir de kulaklığımın bozulması canımı sıktı. Arada denize olta sarkıtıyoruz. Ve bugün, hayatımda oltaya takılan en büyük balığı uzaktan da olsa gördüm. Uzaktan, çünkü oltayı koparttı. Avcı hikâyesi gibi olacak ama iki metreye yakın marlin olsa gerek. Mızrağa benzeyen uzun ve sivri burnu bir yana, nasıl bir çene hareketiyse tek harekette zokayı kaptı gitti. Heyecanımızı anlatamam, zaten o kadar büyük balığı tekneye alacak aparat da yok elimizde. Ayrıca üç kişiyiz. Otuz kişilik balık tutup artanını heba etmek istemiyoruz.
geldi. Bugün yine bir balık kaçırdık, bu defa rapalayı (sahte yem) kırdı. Akın dövündü durdu. 19 KASIM. St. Lucia’ya 1000 dm’den az yolumuz kaldığını yazmış mıydım? Eveeet, dün öğlen itibarıyla bin milin altına düştük. Rüzgâr yok, mazot bitene kadar motor seyri... Ardından Allah Kerim! 20 KASIM. Kamaradayım. Yatakta son uyku mahmurluğunu atarken motor sustu ve kulağıma oltanın hışırtısı geldi. Yatağımda doğruldum. Kaymaz ayakkabılarımı giymeden, eldivenlerimi almadan aceleyle Akın’ın yanına gittim. Kaptan, “Hadi artık!” der gibi oltayı çekti ve sonunda tekneye bir balık geldi. Böylece, şerefimizi kurtarmış olduk. Balık işleme bende. Fletolar hazırlandı, orta ve karın kılçıkları
açtık. Ayrıca değme takımlara taş çıkartan bir şov edasıyla... Dalgalar da 5 metre bu arada! Nöbet bitti, güneş de düşüşe geçti. Şimdi Cunda’da olsaydım ve güneşi dostlarla batırsaydım!.. 23 KASIM. Sabah erkenden uyandım. Kaptan havuzlukta, birer kahveyle güne başladık. Afyon patlatma faslından sonra 60 lt mazot takviyesi yaptık. Yarına son 60 lt ilave edilecek ve tahminen deponun dibiyle St. Lucia’ya girilecek. Mazot işlerinden sonra banyo... Tıraş bile oldum! Teknede orman kaçkını gibi dolaşıyordum, iyi oldu. Sonra yeni kitaba başladım: Sezgin Kaymak ve ‘Farfara.’ Murat uyuyor, kaptanla ben havuzlukta pinekliyoruz. Oltanın cırcırı cırladı, durdu. Tekrar tekrar kısa kısa
16 KASIM. Her gece üç-beş uçan balık güverteye atlıyor. Denizin üstünde süzülürken harika görünüyorlar. Bazen sürü halinde uçtuklarında manzaraya aklım çıkıyor! 17 KASIM. Atlantik’in orta noktasını gün yüzüyle geçtik. Leyla’nın şişesini ve Ali Çetin’in taşını tören eşliğinde okyanusa attık, güzel de bir video çektik. Yakınlarda, ne radarda ne AIS’de gemi ya da bizden başka yüzen vasıta yok. İnsan bazen ürküyor. Gökyüzü cam gibi. Ay yok, sadece yıldızlar. Meteorlar parlayarak atmosfere kayıyor ve sanki şov yapıyorlar bu gece. Gündüz ise yine sonsuz denizi seyrettim, uçan balıklar ve deniz kuşları gösteri düzenliyor ve tüm gün devam ediyor. ‘Ares’ suyun üzerinde akarken, uçan balık sürülerinin kaçışmaları ayrı konu. Allah’ım, sana şükürler olsun; bu isteğimi bana yaşattığın için... Akşam üstü kırmızı fasulyeden yemek yaptık. Zeytinyağında soğanlar biber salçasıyla kavruldu. Ardından fasulyelerin üzerine rende domates. Biraz sıcak su ilavesi ve katık olarak hazır Çin makarnası. Paketten çıkan baharatları, ilave bol karabiberi ve az tuzu da unutmamak gerek. Bir yemek bu kadar mı güzel olur! 18 KASIM. Nöbet saati. Gece yine benim oldu. Yıldızlar her gece olduğu gibi bu gece de gösterilerini yapıyor. Dün geceki yemeğin üstüne Akın domates sos ve hindi salamı ilave etti, yedik. Kestane şekeri de arada ilaç gibi
çıkarıldı, deri sıyırıldı. Bir parçası ince dilimlere ayrıldı; zeytinyağı, limon ve tuzla muamele yapıldı. Bir parçası soya soslu yenmek, üçüncü parça ise rare pişirilmek üzere ‘streçlendi.’ Bunlar olurken tekne de kan gölüne döndü. Temizlik şart! 21 KASIM. Nöbetteyim ve acıktım. Sabah menüsü: Beyaz peynir, Ayvalık çevirmesi, taze zeytinyağı ve son bayat ekmek dilimleri. Ay batarken yavaş yavaş denize doğru süzüldü, bir ilk daha yaşattı bana ve sapsarı bir renkle okyanusun üzerine kayık gibi oturdu. 22 KASIM. Dün gece neler oldu vay vay vay! Hava 8-15 bandından 2025 bandına çıkıverdi, codezeronun kocaman yelken alanı bir anda 25 knot rüzgar almaya başladı. Yağmur sağanağı, yarım saate geçer dedik, geçmedi. Otomatik pilotun uzaktan kumandasıyla tekneyi üç derece sancak beş derece iskele yapa yapa sabahı ettik. Nihayetinde bu sabah dokuz gibi yırtıldı.Tabi bizde o curcunalı denizde cambaz gibi codezeroyu (hafif havalarda rüzgâra daha yakın seyredebilmek için kullanılan yelken) paketleyip cenovayı
hareket etti. Yosun mu filan derken, kaptan sarmaya başladı. Yük ağır belli, bir süre sonra ben devraldım. Yük ağır. Sıra kaptana geldi. Makaranın freni tutmuyor, hatta boşalıp dönerken kaptanın elini birkaç kez, belli ki acıttı. Olacak gibi değil. Hemen eldivenlerimi kapıp misinayı elle çekmeye koyuldum. Evet, yük ağır! Ben çektim, Akın sardı ve ‘kuzu’ teknenin kıçına kadar geldi. Kalkıç yardımıyla tekneye aldık. Murat’ı uyandırma zamanı geldi. Bir-iki fotoğraftan sonra parçalamak üzere paketledik. 24 KASIM. Hayallerimizin hocası, Rahmetli Sadun Boro’nun dediği gibi pupa yelken. Yarın gece okyanusta son gece olacak, kafalar karışık. Az önce güneş battı. Yolculuğun son batışı bu... Gökyüzünü hiç bu kadar uzun süre izleyecek vaktim olmamıştı. (Güneşin alt noktasıyla başlayıp üst noktasının gözden kaybolması sadece iki buçuk dakika.) Bu gece yüz milin altına düşeceğiz. Yarın sabah kara görünecek. Öğleden sonra kısmetse karaya ayak basacağız. Sanki çok çabuk geçti, on beş gündüz ve on beş gece. Uçan balıklar, rüzgâr, güneş, ay, yıldızlar, sonsuz mavi ve üç adam!
31
Birinci Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti, Rumeli’deki bütün hakimiyetini yitirir. Bunun üzerine Yugoslavya’nın Karadağ bölgesinde yaşayan Müslüman halkın büyük bir bölümü Türkiye’ye göç etmeye karar verir. Kendi bayraklarının altında yaşamak için doğdukları toprakları terk eden bu insanlar, Kurtuluş Savaşı sırasında da o bayrak uğruna savaşmayı, hatta ölmeyi bileceklerdir. Karadağ’dan gelen Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Küçükköy Mahallesi; Şakiroğlu Kasım Ağa, Boşnak Hamza, Fako, Elmas Bey, Kır Ağa gibi tarihe mâl olmuş isimlerin yanı sıra adsız kahramanların öyküleriyle dolu. Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğimiz mahallede, kardeşleriyle birlikte farklı cephelerde Fransızlara ve Yunanlılara karşı savaşan, bir kardeşi Bolayır’da şehit düşen Boşnak Hüseyin çavuşun torunu Hüsnü Demirbaş’la konuştuk. Bize atalarının Türk bayrağı altında yaşamak adına verdiği mücadeleyi anlatırken, Küçükköy’ün yakın tarihinden de ilginç kesitler sundu.
GEREKİRSE TUZ-EKMEK YİYİN AMA BAYRAĞINIZIN OLDUĞU YERDE YAŞAYIN
-G
ülizar nenem, 1913 yılında Kovren vadisinden ayrılışlarını ve Sivas’ın Çomaklı köyünde geçen günlerini şöyle anlatırdı: “1912 yılında bütün Balkan devletleri Osmanlı’ya cephe aldı ve Yugoslavya padişahlıktan ayrıldı. Sultan 2. Abdülhamit orada yaşayan biz Müslümanlara haber yolladı: ‘Ben artık Yugoslavya’ya karışmıyorum. Ama her kim bayrağımız altında yaşamak isterse, gemilerle Osmanlı topraklarına getirilecektir!’ Bunu duyan Karadağlı Müslümanlar oturup ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Çiftlik sahibi ağalara, malı-mülkü ve de her şeylerini geride bırakıp ‘çırılçıplak’ Türkiye’ye dönmek zor geliyordu. Kendi aralarında epeyce tartıştılar. Sonra içlerindeki en bilge kişiyi çağırarak ona danıştılar. Bilge kişi, ‘Bana sorarsanız, gerekirse tuz-ekmek yiyin ama bayrağınızın olduğu yerde yaşayın. Çünkü ileride iyice savunmasız kalacak ve eziyet göreceksiniz. Oradaki en kötü şartlar bile bugünkü yağ-baldan iyidir!’ dedi.
GÜLBENİZ ŞENTAY
Ardından padişahın emriyle Ermeni olayları sonrası boşalan Sivas ve köylerine gönderildik. Çomaklı köyüne yerleştik. Erkekleri öldürülen kadınlar, evlerinden dışarı adım atmaya korkuyorlardı. Ekinler, hayvanlar sahipsiz kalmıştı. Askerler hepimize, ‘Ekili arazileri biçin, harman dönün, öğütün, saman yapın. Ekinleri ambara koyun. Burası da aynı sizin Yugoslavya’ya benzer. Kışın kar, dizinizin boyunu aşar, evden dışarı çıkamazsınız. Yazdan ununuzu, yiyeceğinizi hazırlarsanız rahat edersiniz!’ diye nasihat ettiler. Bizler iş insanları olduğumuzdan ovalara dağıldık. Ekinleri biçtik. Başıboş hayvanları topladık, ağıllara koyduk. Memleket işgale uğrayana dek böyle yaşadık.” Savaş başladığında neler yaşadıklarını ise amcam Mehmet Pehlivan’dan dinlemiştim. Onun söylediğine göre 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, Anadolu’da asker toplamaya başlıyor. Yunanlılar Polatlı kapılarına dayandıklarında dedem, dedemin bir kardeşi ve amcam Mehmet Pehlivan askere alınıyor. Dedemle kardeşi Ankara’ya, Polatlı’da Yunanlılarla savaşmaya gidiyor. Mehmet Pehlivan ise bir grup askerle birlikte Sivas’tan trene bindirilip Fransızlar’a karşı savaşmak üzere doğruca Adana’ya gönderiliyor. Dedem Polatlı ovasından düşmanı kovalaya kovalaya Ege’ye kadar geliyor.
Ahalinin çoğu bu uyarıyı haklı buldu ve Karadağ’dan ayrılacakların listesine adını yazdırmaya koştu. Liste İstanbul’a gönderildi. Gemilerin gelmesini beklerken gidecek “Yörükler sığırları keser, derilerini olanlarımız pazarlarda atlarını, pazara getirir, bir liraya satarlardı. koyunlarını, sığırlarını sattı. Ama Aldığımız deri parçaları önce suya taşınmaz malları kimseler almadı. Neden alsınlar ki, zaten bırakıp konur, yumuşatılırdı. Ayak ölçüsüne gideceğiz! Kimse evini, çiftliğini göre biçilen derinin önü ve arkası Savaş, işgalcilerin girdikleri her karış yanında götürecek değil ya! O bağcıklarla bağlanarak kapatılırdı. vatan toprağından püskürtülmesiyle zamanlar altın para kullanılırdı. Al sana ayakkabı! Okula da o neticelenince dedem karındanCebine sarı liraları koyanlar Adriyatik kışından bıktığı Sivas’a dönmekten çarıklarla giderdim.” denizine doğru yola çıktılar. Hatta vazgeçiyor. Ege’yi çok beğeniyor. büyük bir kısmı Bar’a (Karadağ’ın Yumuşak iklimini seviyor. Nenemi ve ana limanı olan sahil kasabası) çocuklarını alıp Gömeç’e yerleşiyor. yürüyerek ulaştı. Gemiler iskeleye Kardeşleri Ömer Ağa ile Koca Süleyman, Küçükköy’ü yanaştı, biz de bindik. Uzun süren bir yolculuğun ardından tercih ediyorlar. Savaşın bünyesini zayıf düşürdüğü dedem Karaburun’da karaya ayak bastık. birkaç yıl sonra vefat ediyor. Nenem yalnız kalınca “Vezir!” diye hitap ettiği kayınbiraderlerine itaat ediyor ve babamla Karaburun’da az bir şey durduk. Sonra bizi daha aşağıdaki Küçükköy’e geliyor. Onu boş bir eve yerleştiriyorlar. Daha Mordoğan’a naklettiler. Bir süre de orada bekledik.
32
sonra devlet tarafından kendisine oturduğu evin tapusu ile yetmiş ağaç zeytin veriliyor. Onunla idare ediyorlar. İşte böyle... Amcam Mehmet Pehlivan’ın aktardıkları bunlardı... Sonrasını da ben anlatayım.
MİLLET ÇARIK GİYERDİ Babam Nazif uzun boylu, güçlü-kuvvetli bir adamdı. 1929 yılında evlendiği annem Şerife Hanım, Burhaniyeli Mehmet Ağa’nın kızıydı. Soylu bir aileden geliyordu. Zeytin üreticisi olan babamın atları vardı. Çift sürerdi. Bahar, yaz aylarında da Altınova’daki tarlalarında ekin eker, harman dönerdi. Ben 1930’da dünyaya geldim. Sekiz kardeştik. Kalabalık bir aileydik. Yine de sıkıntı çekmezdik. Evimiz her zaman buğday ve saman doluydu. Ayrıca birkaç ineğimiz vardı. Sağardık. Sütünden peynir, yoğurt yapılırdı. Yağımızı da zeytinlikten sağlardık. Ancak herkes bizim kadar şanslı değildi sanırım. Köylünün cebi pek para görmezdi. Ama insanlar arasında dayanışma vardı. Birbirleriyle iyi geçinirlerdi. Saygılıydılar. Atatürk zamanında bile para kıttı. Onun vefatından sonra İsmet Paşa geldi. Eli sıkı adamdı. Parayı koyuvermiyordu. Paşanın döneminde, şöyle bir beş-on sene, bayağı parasızlık yaşandı. Ben on-on beş yaşlarındayken Küçükköy çarşı içinde ayakkabılı bir adam göremezdiniz, millet çarık giyerdi. Yörükler sığırları keser, derilerini pazara getirir, bir liraya satarlardı. Aldığımız deri parçaları önce suya konur, yumuşatılırdı. Ayak ölçüsüne göre biçilen derinin önü ve arkası bağcıklarla bağlanarak kapatılırdı. Al sana ayakkabı! Okula da o çarıklarla giderdim. İlkokul bitince okumayı bıraktım. Babama yardım ediyordum. Beraber çalışır, zeytin silkeler, toplardık. O yıllarda Ayvalık’a ya eşekle ya da at arabasıyla gidilirdi. Pazardan alınanlar heybelerin gözüne doldurulur, eşeğin sırtına vurulup getirilirdi. Biz babamla at arabasına binerdik. Kestirme bir yolumuz vardı. Birer çuval buğdayı iki-üç değirmene öğütmeye bırakırdık. Pazar harcımızı gördükten sonra değirmenlerdeki unlarımızı toplar köye dönerdik. Elektrik, su yoktu. Rumlar Sarıkaya’daki beş-altı kuyuyu birbirine bağlayarak künklerle köyün çeşmelerine su getirmişlerdi. Biz de bu çeşmelerin suyunu kullanırdık. Küçükköy’de o vakitler şeker, çay, pirinç, tuz gibi gıda maddesi satan esnaf bulunurdu. Fakat giysi için Ayvalık’a inerdik. Sonraları hazır elbiseler satılmaya başladı. Ancak asıl mesele parayı bulmak ve elde tutmaktı. 1950’de Adnan Menderes seçimleri kazandı. Amerika ile bir anlaşma yaptı. Onlar bize fabrika açmak için para verecek biz de Türkiye olarak karşılığında pamuk gönderecektik. Bizim pamuğumuz meşhurdu. Beylere, “Pamuk ekin size kredi vereyim!” diyen Menderes sayesinde buralara tonla para geldi. Cömert’ler Altınova’nın yarısına pamuk ekiyorlardı. Küçükköy’den, Ayvalık’tan pamuk çapasına, pamuk toplamaya gidiliyordu. Milletin eline para geçmeye başlamıştı.
ÇOĞU KÜÇÜKKÖYLÜ KÖYDEKİ EVİNİ BIRAKIP APARTMANLARA TAŞINDI 1953’te askere gittim. Beni bahriyeye ayırdılar. Bir yıl geç terhis edildiğim için askerliğim üç yıl sürdü. İstanbul’da, Kasımpaşa karakolunda inzibat çavuşuydum. İnzibatlara karavana çıkmazdı. Devletin verdiği parayla gider istediğimiz yerde yemek yerdik. Bahriye caddesinin yanı başında güzel yemekler yapan bir lokanta vardı. Sahibi Rize’nin sonradan ilçe olan Güneysu köyündendi. Dükkânının camına da köyünün adını yazmıştı. Yemeklerde zeytinyağı kullanırdı. Bu nedenle hep ona
giderdim. Dost olmuştuk. Benden on yaş falan büyüktü. “Ahmet dayı” derdim. Yine onun lokantasına gittiğim bir gün tabağı önüme koyarken, “Hüsnü’cüğüm, dün akşam bir oğlumuz oldu!” dedi. Sonra da bana lokum kutusunu uzattı. O gün lokumunu yediğim çocuğun Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Askerliğim bitince Küçükköy’e döndüm. Şakir ağanın kızı Hasniye ile evlendim. Düğün evde oldu. Yemekler pişti, sofralar kuruldu, koçlar kesildi. Bizim de sekiz çocuğumuz dünyaya geldi. Baba mesleğine devam ediyor, çiftçilik yapıyordum. Sarımsaklı cazip bir turizm merkezine dönüştüğünde ustalığım vardı, inşaatlarda çalıştım. Atları filan hep sattım. Bir yıl Sancak Tül Tatil Köyü’nün yapımında, bir yıl aynı adı taşıyan fabrikada, iki yıl da Büyük Berk Otel’de çalıştım. Berk’teyken sigortalandım. Bu arada, artık Sarımsaklı’da otellerin dışında apartmanlar da hızla yükseliyordu. Çoğu Küçükköylü köydeki evlerini bırakıp bu apartmanlara taşındı. Otellerin, evlerin bulunduğu yerler eskiden sebze bahçeleriyle doluydu. Kışın zeytinin parasıyla geçinen köylü yazın da ekmeğini bu tarlalardan çıkarırdı. Tarlası olmayansa Dikili’ye, tütüne giderdi. Küçükköy hâlâ aynı Küçükköy… Evler aynı, sokaklar aynı… Fakat köy tenhalaştı. Bu çarşı eskiden adam doluydu. Şimdi çoğu dışarıda… Kimi Sarımsaklı’da, kimi Armutçuk gibi yeni yerlerde. Benim hanım bile dayalıdöşeli evi bıraktı, çocuklarına yakın olmak için Bilentur’a gitti. Ben her gün köye geliyorum. Kahvede arkadaşlar oturuyoruz. Akşam dönüyorum. Arada köydeki eve bakıyorum. Bahçede incir ağaçlarım var. Bardacık yemişleri toplayıp konu-komşuya dağıtıyorum. Bir sürü kuru incirim bile var. Boş duramıyorum. Elimden geldiği kadar işleniyorum. Zeytincilik iyice zorlaştı. Zamanında bir kilo yağ bir toplayıcının, iki kilo yağ bir sırıkçının yevmiyesiydi. Şimdi öyle mi? Yağ yirmi lira, toplayıcı altmış lira. Sırıkçıyı hiç sorma! Bütün zeytinlerimi sattım. Bıraktım bu işi.
“Onun boyu senden kısa, diz üstü çök ki bacaklarına dalmasın!”
ana dedemin, kardeşlerinin nerelerde, nasıl “B savaştıklarını anlatan amcamı bütün İzmir Boşnakları, ‘Mehmet Pehlivan’ adıyla tanır. Pehlivan lakabını Adana’da
kazanmıştır. On dokuz yaşında bir delikanlıyken gönderildiği Adana’da ordu komutanı olan paşa da Boşnaktır ve amcamı çok sever, evladı gibi bağrına basar. Onu yanına seyis alır. Ailesiyle tanıştırır. Amcam, “Paşanın yanında üç yıl kaldım. Ailece bana o kadar iyi baktılar ki, oldum yüz yirmi okka!” derdi. Mehmet amcamın birliğinde kimselerin sırtını yere getiremediği Deliormanlı bir pehlivan varmış. Her pazar günü meydana güreşler kurulur, askerler de seyredermiş. Deliormanlı yere yıktığı güreşçilerin arkasından, “Başka güreşecek yok mu?” diye bağırırmış. Amcam Boşnak paşaya gidip güreşmek için izin istemiş. Paşa ona, “Senin kilon ondan fazla ama sende oyun yok. Ayağına bir köstek atacak, seni yere indirecek!” demiş fakat dinletememiş. Amcam meydana çıkarken Boşnak paşa onu bir kere daha uyarmış: “Onun boyu senden kısa, diz üstü çök ki bacaklarına dalmasın!” Paşanın sözünü tutan amcam Deliormanlıyı yakalamış. Havaya kaldırıp yere vurmuş. Ayağa kalkamayan pehlivan, pes ettiğini, artık başpehlivanın amcam olduğunu söylemiş. Böylece Mehmet amcamın lakabı ‘Pehlivan’ olmuş ve öyle tanınmış.”
33
Heykel sanatçısı Eyüp Öz, 1953 yılında Erzincan’da doğdu. Altı yaşında İstanbul’a geldi. Çağlayan Lisesi’ni bitirdi. 1983 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü’nden mezun oldu. İki yıl Almanya’da Kassel Kunst Akademisi, Prof. Arnold Atölyesi’nde çalışmalar yaptı. İstanbul’da İstinye ve Kuzguncuk’ta atölyeler açtı. 1992-97 yılları arasında Eskişehir Anadolu Üniversitesi heykel bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Çok sayıda kişisel ve karma serginin yanında uluslararası organizasyonlara da katılan ve işleri sergilenen sanatçı, Bodrum Gümüşlük’te dört yıl yaşadıktan sonra Ayvalık’a yerleşti.
AYVALIK’TA ŞEHRİN ORTASINDA VAKİT GEÇİRİRKEN BEŞ DAKİKA İÇİNDE KENDİNİZİ ZEYTİNLİKLERDE BULABİLİYORSUNUZ
S
ayın Eyüp Öz, yaklaşık üç yıldır Ayvalık’tasınız... Niçin Ayvalık?
-Bunun birden fazla sebebi var. Bir kere, Ayvalık’ı İstanbul’dan sonra ikinci evim olarak gördüm. Çünkü burası çok özel, çok hoş bir bölge. İstanbul’a ve Midilli’ye yakın olması çok büyük avantaj. Ayrıca tarihi dokusuyla da etkileyici özellikler taşıyor. Ayvalık bir bakıma huzur, tarih, deniz demek. Dahası, şehrin ortasında vakit geçirirken beş dakika içinde kendinizi zeytinliklerde bulabiliyorsunuz. Başka yerde kolay kolay bulamayacağınız bir özellik bu. Tercih nedenlerimden biri de arkadaşlarımın Ayvalık’ta yaşıyor olması... Ayvalık’ın kültür-sanat ortamı hakkındaki değerlendirmeniz nasıl? -Pek çok yerdekine oranla Ayvalık’ta gerçekten ‘hareketli’ bir sanat ortamı var. Kentte birçok sanatçı yaşıyor ve çoğu bireysel olarak üretmeyi sürdürüyor. Hepsi de kendi alanlarında çok iyi işler çıkarıyor. Ne var ki, Ayvalık’ta ‘birlikte hareket etme’ anlamında etkin bir oluşum söz konusu değil. Oysa, sanayi kültürünün simgeleri olan ve tarihsel/teknolojik/sosyal/ mimari/bilimsel açılardan büyük değer taşıyan atıl durumdaki zeytinyağı fabrikalarında çok farklı etkinlikler yapılabilir. Ayrıca atölyelerin sayısının çoğalması çok güzel bir gelişme. Bunlar daha da arttırılabilir. İnsanlara iyi şeyler sunulursa buna koşut olarak insanımızın beğeni düzeyi de yükselir. Bir başka deyişle, toplumun önüne iyi şeyler koyarsak görsel zevk de gelişecektir. Biraz kapsamlı olacak ama sanat anlayışınız ve etkilendiğiniz sanatçılar diye sorsam? -Figüratif çalışıyorum. Malzeme olarak mermeri çok seviyorum. Ama bronz ve seramiği de elbette deniyorum. Zira, heykel sanatçısı her türlü malzemeyle çalışabilir. Burada aslolan üretimdir diye düşünüyorum. Bu anlamda, birbirinden değerli ulusal ve uluslararası sanatçıların katılımıyla gerçekleşen sempozyumlar da çok önem taşıyor. Orada daha büyük üretimler söz konusu oluyor... Bu etkinliklerin Ayvalık’ta sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum. Bu konuda da gerekli katkıyı vermek isterim. Etkilendiğim sanatçılara gelince... Çok doğal ki, daha önceki birikimler size bir pencere açar; beğendiğimiz eserler bilinçaltınızda yer eder. Dolayısıyla benim de Rönesans’tan bu yana etkilendiğim birçok sanatçı var. Öğrencilik dönemimde Michelangelo’yu ve sanatını adeta ilahlaştırmıştım. Bir diğer isim de Alberto Giacometti... Bu iki insan benim vazgeçilmezlerim diyebilirim. Türkiye’de ise Mehmet Aksoy’un işlerini çok beğenirim. Büyük bir sanatçıdır. Heykellerinizde daha çok hangi konuları ele alıyorsunuz?
34
SERKAN KİBAR
Eyüp Öz
35
“Sadece Ayvalık için değil tüm Türkiye için önerim, turizm denince salt otel ve doğa hizmeti verilmekle yetinilmemesi... İnsanlar Ayvalık’ı görmeye geliyor ve özgün zenginlikler belirli merkezlerden bir şeyler ‘empoze’ sunan bu kentte görülecek çok şey edilir. Bazı mitler/efsaneler şişirilerek var. Bu zenginliğe on iki ay boyunca pompalanır; olduğundan fazla abartılır. sürecek kültür-sanat ağırlıklı bir Balonu şişirirsin şişirirsin, en sonunda açılım eklendiğinde her şey çok patlar. Bir bakarsınız, elinizde bir şey kalmamıştır! farklı olabilir. Ayrıca, Ayvalık’ın bir sanat müzesini hak ettiğini Eser üretirken neyi ya da neleri amaçlarsınız? de söylemek isterim.”
-Genellikle toplumsal konulara yoğunlaşmayı önemsiyor ve bu yolda çalışıyorum. Heykellerimde duygu olarak sevgiyi ön plana çıkarmak gibi bir amacım var. İnsanın, insan olan yanlarını yansıtmayı önemsiyorum. Bu arada toplumsal eleştiriden de uzak durmuyorum elbette. Bunu yaparken işin içine espri kattığım da oluyor. Örneğin, bir sergimde balon formundan yola çıkarak eleştirel bir bakış açısını yansıtmıştım. Biliyorsunuz, topluma
36
-Şu bir gerçek ki, sanat görünmek ister. Her sanatçıda olduğu gibi ben de ürettiklerimin görülmesini, beğenilmesini isterim. Sanatsal birikim eğer görülmezse atölyelerde küflenecek demektir. Yani, bütün sanat insanları gibi ben de deneyim ve birikimlerimi mümkün olduğunca geniş bir kitleye sunmak istiyorum. Kurumların ve özel sektörün buna ön-ayak olması, imkân yaratması gerekir.
KİŞİSEL SERGİLERDEN SEÇMELER 1995- Palet Galerisi-Eskişehir 1997- Vakko-Ankara 1997- Vakko-İstanbul 1997- Vakko-İzmir 1999- Emlak Sanat Galerisi-Ankara 2017- Halim Bey Yalısı, Türk Sanatçıları SergisiMidilli SEMPOZYUMLAR 2005- Alanya Taş Heykel Sempozyumu-Antalya 2009- Uluslararası Aspat Sempozyumu-Bodrum/Muğla 2014- Uluslararası Heykel Kolonisi SempozyumuDenizli 2016- Doğu Akdeniz Üniversitesi Sanat ÇalıştayıMagosa 2017- Anadolu Üniversitesi Uluslararası Heykel Sempozyumu- Eskişehir BİENALLER 2005- 9. İstanbul Bienali Hafriyat Grubu’imalat Hatasıİstanbul UYGULAMALAR 1987- Kültür Merkezi Rölyef Çalışması-KasselAlmanya 2002- Transvaal Eğlence Merkezi Rölyef ve Heykel Çalışmaları-Moskova 2004, ‘Gelibolu Anıtı’ Rölyef Çalışması-Çanakkale 2007- Avusturya Lisesi Atatürk Büstü-Mermer Çalışma 2008- Flora Park Alışveriş Merkezi ‘Mermer Balonlar’Denizli
37
Akademik Bakış Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
‘Destinasyon Odaklı Turizm Pazarlama Stratejisi’, 3. Turizm Şûrası ve Ayvalık
T
urizm bugün dünyada tüm gelişen ekonomiler için katma değeri yüksek, kalkınma ve istihdama önemli katkıları olan bir sektör haline gelmiş durumda. Buna en iyi örnek, Türk turizmidir. Türkiye’de 1980’li yıllarda başlayan planlı turizm hareketinin başarılı sonuçları bunun en önemli kanıtıdır. 2015 yılında yaklaşık 41.5 milyon turist ve 31.5 milyar dolar döviz girdisi sağlayan Türk turizmi, 2016 yılında 31.5 milyon turist ve 22 milyar dolar döviz girdisinde kalmıştır. 2017 yılının 3. çeyreği sonunda 26 milyon turist ve döviz girdisi de 24.5 milyar dolar civarındadır. Turizmin ülkemiz milli geliri içindeki payı %12’ye ve istihdamdaki payı %8.2’ye yükselmiştir. 2023 yılı hedefi 50 milyon turist ve 50 milyar dolar döviz girdisidir. Bilindiği gibi; 2014 yılında zirve yapan (41.5 milyon turist, 34,5 milyar dolar döviz girdisi) ülke turizminin 2015 ve 2016 yılına ait verileri; yaşanan iç ve dış gündem konuları nedeniyle iyi değildir. Oysa bu sektör; yarattığı yüksek katma değer, sağladığı ciddi istihdam ve getirdiği döviz girdisi ile ekonomimize çok önemli katkılar sağlamaktadır. Dünya turizmi 2014 yılına kadar %4’ler düzeyinde büyürken, bu oran Türkiye’de %10’lara ulaşmıştır. Turizm gelirleri ülkemizin GSYİH’nin %4.3’ünü oluşturmaktadır. Bu oran neredeyse gelirlerimizin yirmide biri’ne eşittir. Aynı şekilde turizm gelirlerimizin mal ihracına oranı %20 ’yi aşmış ve bu sektörde yapılan her 10 milyon liralık sabit yatırım 29 istihdam yaratmıştır. Bu ön bilgilerden sonra, şimdi Türk turizminin gelecek vizyonunun belirlendiği turizm şurası süreçlerine bakalım. Türk turizminde bugüne kadar üç turizm şurası yapılmıştır. 1. Turizm Şûrası, 20-22 Ekim 1998 tarihlerinde Ankara’da, ‘Ulusal ekonominin önemli bir dalı haline gelen Türk turizmi için gerekli önlemleri saptamak ve turizm politikası ile ilgili görüşleri belirlemek’ amacıyla yapılmıştır. Şura’da 8 alt komisyonda gelecek çalışmalara ışık tutacak önemli görüş ve önerilere yer verilmiş ve ileriye yönelik politikalar belirlenmiştir. 2. Turizm Şûrası ise; 12-14 Nisan 2002 tarihlerinde yine Ankara’da turizm sektörüne ivme kazandırmak ve yeni bir atılım dönemi başlatmak amacıyla yapılmıştır. 2. Turizm Şûrası çerçevesinde 450 komisyon üyesi 9 komisyonda 3 gün boyunca çalışmış ve ‘Geleceğimiz Türkiye’ sloganıyla turizmde yeni bir atılım dönemi başlatılmıştır. 2002 yılından günümüze kadar olan süreçte yaşanan küresel, bölgesel ve yerel gelişmeler; ülkemiz turizm sektöründe yeni açılımları, yeni vizyonları, kalıcı ve sürdürülebilir politikaların belirlenmesini ve yeni bir gelecek anlayışını zorunlu hale getirmiştir. Bu amaçla; sürdürülebilir turizm politikalarının tartışılması ve turizm sektöründeki yeni eğilimleri de dikkate alarak yeni politikaların oluşturulması amacıyla 3. Turizm Şûrası kapsamında 13 komisyon belirlenmiştir. Bu komisyonlar; ‘Turizm Politikaları, Turizmde 3. Örgütlenme ve Destinasyon Yönetimi, Turizmde Ürün Çeşitliliği ve Sürdürülebilirlik, Çevre-PlanlamaAltyapı, Yatırım-Teşvik-Finansman, Konaklama Sektörü, Seyahat Acentacılığı ve Ulaşım, Tanıtma ve Pazarlama, Dijital Turizm ve İnovasyon, Turizm Eğitimi, İstihdamı ve Turist Rehberliği, Yerel Yönetimler ve Turizm ve İç Turizm’ başlıklarında kurulmuş ve çalışmalarını şûra öncesi ve şûra günlerinde toplanarak
38
sürdürmüşlerdir 3. Turizm Şûrası 1-3 Kasım 2017 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilmiştir. Öncelikle; akademisyen olarak her üç şuraya katıldığımı ve çeşitli komisyonlarda görev aldığımı belirtmek isterim. Ankara Beştepe’de açılışı Cumhurbaşkanımız tarafından yapılan 3. Turizm Şûrası’nda ‘Konaklama’ komisyonunun çalışmalarına katıldım ve destek verdim. Şûra kapsamında tebliğ çağrısına çıkılmış ve kısa zamanda 167 tebliğ Şûra Bilim Kuruluna iletilmiştir. Uygun bulunan 109 tebliğ kitap haline getirilmiş ve basımı gerçekleştirilmiştir. Şûra sonunda tüm komisyon raporlarından derlenen bir Şûra Sonuç Raporu oluşturulmuş ve bu rapor kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bu rapora göre; 3. Turizm Şûrası’nda öne çıkan konuları 5 başlık altında özetleyebiliriz: 1.Yeni turizm strateji planın hazırlanması: Şûrada konuşulan ve yapılan öneriler doğrultusunda stratejik bir plan hazırlanmasına karar verilmiştir. 2. Bakanlıklar ve kurumlar arası koordinasyon: Turizm sektörü için bakanlıklar arası ve kamu kurumları arası bir koordinasyonun gerekliliğine dikkat çekilmiş ve bu doğrultuda bir birimin oluşturulmasına karar verilmiştir. Kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon, bakanlıklar arasında koordinasyon, turizm, destinasyon yönetimi ve bölgesel yönetim bakımından koordinasyonun önemi vurgulanmıştır. 3.Turizm yasasının hazırlanması: Şûrada başta Bakanlığın teşkilat yasası başta olmak üzere çok sayıda yasal düzenlemenin gözden geçirilme ve yeni bir turizm yasasının hazırlanması gerekliliği ortaya çıkmıştır. 4.Hedefleri belirleme ve odaklanma: Türkiye’nin 2023 ve 2071 hedefleri ortaya konulmuş, 2013 yılı için 50 milyon turist, 50 milyar dolar turizm geliri hedefi tekrar teyit edilmiştir. 5.Teşvikler: Mevcut turizm teşviklerinin sektörün ihtiyaçları doğrultusunda güncellenerek devam ettirilmesi kararlaştırılmıştır. Örneğin; konaklama işletmelerine verilen 49 yıllık arazi tahsisi sıfırlanarak yeniden bir 49 yıllık sürenin önü açılacağı müjdelenmiştir. Yine; geçen yıl verilen uçak desteklerinin arttırılarak 9 bin dolara kadar çıkarılacağının teyidi verilmiştir. 3.Turizm Şûrası’nın kapanış bölümünde raporlarda yer alan çözüm önerilerinin bazıları ise şunlardır; • Konaklama sektörünün meslek birliği yasasının acilen çıkarılması ve sektörde yaşanan deneyimli personel kaçışının önlenmesi noktaları tekrar vurgulanmıştır. • Yeni pazarlardan pay alınması ve pazar çeşitliliğinin sağlanması teyit edilmiştir. • Konaklama işletmelerinde ürün çeşitliliğinin sağlanması, bölgesel destinasyon yönetiminin öne çıkarılması ve yerel turizm birliklerin desteklenmesi kararlaştırılmıştır.
• Özellikle belirli bölgelerde yoğunlaşan yatak arzının kontrol altına alınması vurgulanmıştır. • Turizmin 12 aya yayılması için yerel festival, fuar ve benzeri faaliyetlerin desteklenmesi kararlaştırılmıştır. • Meslek liselerinin, meslek yüksekokullarının ve fakültelerin eğitim-öğretim dönemleri, şehir otellerinin ve sahil otellerinin yoğun olduğu zamanlar dikkate alınarak programlanması kararlaştırılmıştır. • Konaklama işletmelerindeki tüm departmanlar için mesleki yeterlilikler ivedilikle hazırlanmalı ve mesleki yeterlilik belgesine sahip olanların konaklama sektöründe çalışması özendirilmeli sonucuna varılmıştır. • Turistik otellerde aşamalı olarak turizm eğitimi alanların çalıştırılma zorunluluğu getirilmesine karar verilmiştir. Şura kapanış oturumunda son konuşmayı Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş yapmıştır. Bakan konuşmasında stratejik planın hayata geçirilmesi, koordinasyon merkezinin kurulması, destinasyonların STK’lar ve sektörle bölgesel olarak yönetilmesi, meslek yasasının çıkarılması, bakanlık mevzuatının tekrar elden geçirilmesi, turizm yasasının acilen çıkması, kademeli teşvikin yapılması ve yeni pazarlarla pazar çeşitliliğinin sağlanması noktalarında kararlı olduklarını, şûradan çıkan kararları vakit geçirmeden uygulamaya koyacaklarını ifade etmiştir. Şimdi gelelim yazının başında yer alan ‘Destinasyon odaklı turizm pazarlama stratejisine’... Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’ye yönelik güvenlik kaygısını aşmak amacıyla geçtiğimiz yıl strateji değişikliğine gitmiştir. Buna göre; Türkiye’nin geneli yerine destinasyon odaklı tanıtım ve pazarlama stratejisine geçilmiştir. Bu konu; 3.Turizm Şûrası’nın da temel konularındandı. Bakanlık, 2016 yılında; bazı turistik destinasyonların tanıtım, satış ve pazarlama yöntemine öncelik vermiştir. Böylelikle; Antalya, Bodrum, Kapadokya bölgeleri kendi tanıtımlarını yapmışlar ve Bakanlık da bu çalışmalara destek vermiştir. 2017 yılında daha fazla turistin Türkiye’ye gelmesi için yapılan bu çalışmalara Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yurt dışında çalışan bakanlık görevlileri de destek vermiştir. Kamu ve özel sektörle birlikte 2016 yılında başlatılan bu çalışmalar turizm sektörünün bütün paydaşlarının katılımı ile birlikte devam etmektedir. Yani; tur operatörleri, seyahat acentaları, havayolu şirketleri ve bölgesel turizm birlikleri ile birlikte bu çalışmalar (çalıştaylar, fuarlar, resepsiyonlar ve toplantılar şeklinde) yurt dışında değişik platformlarda devam etmektedir. Gün geçtikçe özellikle iç ve dış turizmde önemli bir turistik destinasyon haline gelen Ayvalık’ın (veya Kuzey Ege Bölgesi’nin) böyle bir çalışmaya şiddetle ihtiyacı vardır. Bu noktada, bölgenin turizm ve/veya otel birliklerinin ve derneklerinin bir araya gelmesi ve destinasyon odaklı turizm pazarlama stratejisine finansal ve lojistik destek vermesi gerekmektedir. Bu amaçla; Ayvalık’ta 2009 yılında kurulan Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği’nin (AYTUGEB) bu konsorsiyuma başkanlık etmesi ve bu amaçla yurt dışında yapılacak ‘destinasyon odaklı tanıtım ve pazarlama stratejisine’ öncülük yapması mümkündür. Ancak, bu birliğin üye ve sektör paydaşları tarafından desteklenmesi ve mali açıdan güçlü bir konuma taşınması temel zorunluluktur. 2017’yi bitirdiğimiz şu günlerde bildiğiniz üzere Dünya Turizm Örgütü; 2017 yılını ‘Kalkınma ve sürdürülebilir turizm yılı’ olarak ilan etmiştir. Bugünün güncel konusu, yerel kalkınma ve sürdürülebilir turizm kavramıdır. Bu kavramı önemseyen ve bilfiil uygulayan ülke ve bölgeler turizmde sürdürülebilirliklerini sağlayacaklardır. Ayvalık’ta da gelecek kuşaklara yaşanılır bir çevre bırakmak istiyorsak turizmin sürdürülebilirliğine dikkat etmek zorundayız. Yeni yılınızı en samimi duygularla kutlar, sağlık, mutluluk ve başarı dileklerimle tüm okuyucularıma esenlikler dilerim.
Eylem, Esen, Eray ve Esra... Onlar küçük yaşlardan bu yana birbirine sahip çıkan, destek olan ve birbirinden hiç ayrılmayan dört kız kardeş, dört başarılı iş kadını… Bir güzellik salonları var. Aralarındaki sevgi, saygı ve dayanışmanın yanı sıra iş ahlâkı ve disiplin konusunda da kararlılar... Başarılarında babaları Nihat Ömür’ün, “Çalışın, çalışın, çalışın! Temizlik işçisi bile olsanız en iyisi olun!’ sözleriyle dile getirdiği öğütlerinin büyük payı olduğunu söylüyorlar. Gelin, onları biraz daha yakından tanıyalım...
EYLEM, ESEN, ERAY VE ESRA KARDEŞLERİN HİÇBİRİ PATRON DEĞİL YA DA HEPSİ PATRON!
İ
GÜLBENİZ ŞENTAY
lk anda pozitif enerjileri ve neşeleriyle dikkat çeken dört kız kardeşin en büyükleri Eylem Şarapçı... Ayvalık Kız Meslek Lisesi mezunu… Yaklaşık yirmi yıl eczane teknisyenliği yaptığı için özellikle sağlıkla ilgili konular hep ona danışılıyor. Abla olması sıfatıyla kardeşlerini koruyankollayan, onlara daima hoşgörüyle yaklaşan bir kişiliği var… Kızdığı zamanlarda bile söylemleri sertleşmiyor. İlişkilerde yumuşaklık yanlısı… Kardeşleri tarafından salonun ‘sakin limanı’ diye tanımlanıyor. İşletmenin kurucusu Esen Ömür, Eylem’in bir küçüğü… Biraz baskın ve heyecanlı bir karakter olduğunu gizlemiyor. O nedenle ani kararlar verebildiğini ve hoşlanmadığı bu huyu törpülemeye, kontrol altında tutmaya çalıştığını dile getiriyor. Aşırı gelişmiş empati duygusuysa hem başının belası, hem baş tacı… Bir buçuk yıl önce onlara katılan Eray Ömür ise salonun sadece kadın müşterilere hizmet veren masaj bölümünü yapılandırıp, yönetiyor. Elle yapılan ve kasları rahatlatan İsveç masajı konusunda sıkı bir eğitimden geçmiş. Eylem’in deyimiyle takıntı derecesinde titiz olan Eray, tam bir ‘hijyen müfettişi!’ Elinden ne paspası, ne kovası düşüyor. “Paspası, adeta onun uçan süpürgesidir! İstesek de burada ona rağmen sağlığa aykırı bir şey yapamayız yani!” diyorlar. Son kız kardeş Esra Akdoğan’a gelince… O ailenin en küçüğü ve göz bebeği… Bu durum alabildiğine ‘şımarmasına’ elverişli bir ortam yaratsa da ablaları onun bir ağırbaşlılık/sorumluluk abidesi olduğu konusunda hemfikirler. Manikür-pedikür dalında ustalaşan Esra, Bandırma Meslek Yüksek Okulu İthalat-İhracat Bölümü’nü bitirmiş. Eline günümüzün en geçerli mesleklerinden birini almış. Fakat bu işi yapabilmesi için bir değil hatta birkaç dil bilmek gerektiğinden ve okuldaki dil eğitimi yetersiz kaldığından, bir yandan tezgâhtarlık yapmış bir yandan da ailesine yük olmadan işletme okumuş. Salonun muhasebesi, ne zaman nasıl bir yatırıma gidileceği, bütçe ve risk yönetimi de maliye müfettişi gibi çalışan Esra’ya emanet… “Konuklarımız” diye tanımladıkları müşterilerine hizmet sunmalarına engel olmamak için, hepsi adına, Esen Güzellik Salonu’nun yasal sahibi ve sözcüleri Esen Ömür’le konuştuk.
Eylem Şarapçı
Esen Ömür
-B
abam Küçükköylüydü ancak İzmir’de yaşıyorduk. Eylem, Eray ve ben de İzmir’de dünyaya geldik zaten. Sonrasında Ayvalık’a taşındık. Ben ve ablam öğrenimimize Küçükköy’deki Necmi Komili İlkokulu’nda başladık. Esra ve erkek kardeşimiz Ayvalık’ta doğdular. On bir yıl önce kaybettiğimiz babamız işçiydi. Uzun yıllar belediyede şoförlük yapmış, oradan da emekli olmuştu. Biz beş kardeş gerçekten çok zor şartlarda büyüdük. Her birimiz bir an önce ayaklarının üzerinde durup babamızın yükünü hafifletmeye çabaladık. İlkokulu bitirdiğimde daha fazla okumayıp çalışma hayatına atılmaya karar verdim ve bir kuaförün yanında mesleğe başladım. Çıraklık, kalfalık, ustalık, eğiticilik derken yirmi altı yıldır bu işin içindeyim. Beni yetiştiren pek çok ustam oldu. Yeterli deneyim ve çalışma belgelerine hak kazandığımda kendi uzmanlık alanımda ilerlemek üzere küçük bir manikür-pedikür ve ağda salonu açtım. Epey bir süre işi yalnız başıma yürüttüm. Ertesinde üniversiteyi bitirdikten sonra Ayvalık’ta gönlünce bir iş bulmakta zorlanan Esra’ya benimle çalışmasını önerdim. O da kabul etti. Beş yılı geride bıraktıklarında, sayıları hızla artan müşterileri cilt bakımı gibi diğer hizmetleri de onlardan almak istemiş. -İşimizi büyütüp güzellik salonuna dönüştürmemiz bir anlamda kaçınılmazdı. Ablamız Eylem mesleği gereği sağlık konularının yabancısı değildi. Yani tam da aradığımız insandı. İzmir’de Sağlık Bakanlığı’ndan onaylı bir klinikte üç yıl eğitim gördü. Nihayetinde estetisyen ve güzellik uzmanı olarak bize katıldı. O dönem salonumuzu büyütmek, gerekli teknik aletleri, makineleri sağlamak amacıyla bir miktar banka kredisi kullandık. Yatırımımızı yaptık. Ardından durup geldiğimiz noktaya baktık. Artık tek eksiğimiz Eray’dı. Onu da razı ettik. Böylece ‘kardeş kardeş’ çalışacağımız kadro tamamlandı. Esen Güzellik Salonu’nda manikür-pedikür, kaş
40
Eray Ömür
tasarımı, profesyonel ve kalıcı makyaj, cilt bakımı, anti aging uygulamalar ve lazer epilasyon gibi hizmetler verdiklerini söyleyen Esen Ömür, konuklarına sıcak, rahat, hijyenik bir ortam sunduklarını belirtiyor. -Kendi mekânımızı işletiyor olmak hepimiz için büyük bir avantaj diye düşünüyorum. Evet, alt yapıyı ben hazırladım ama burada kimse patron değil ya da herkes patron. Hepimiz eşit söz hakkına sahibiz. Bütün kararları ortaklaşa alıyoruz. Kardeş olmamıza karşın her birimiz profesyonelce davranıyor ve sorumluluklarımızı eksiksiz yerine getiriyoruz. Bu tavrımız ve iş konusundaki ciddiyetimiz müşterilerimize çok olumlu yansıyor; takdir görüyoruz. Ayrıca sosyalleşmeye inanılmaz zemin hazırlayan bir mesleğimiz var. Çok özel, çok değerli insanlarla tanışmamızı da beraberinde getiriyor. Onların varlığı bizlerin kişisel gelişimini zenginleştiriyor, işimizden tat almamızı sağlıyor. Elbette kardeş olmamıza rağmen kimi zaman karakteristik özelliklerimizden kaynaklanan ufak-tefek sürtüşmeler yaşıyoruz. Fakat cumartesi toplantılarımızda pürüzleri hemen gideriyoruz. İSTER KADIN İSTER ERKEK OLALIM; AYAKLARIMIZ YAŞAM BOYU VÜCUDUMUZUN BÜTÜN YÜKÜNÜ TAŞIYAN, DOLAYISIYLA EN ÇOK YIPRANAN UZUVLARIMIZ Salon, sezon boyunca pazar hariç her gün açık. Kış aylarındaysa dört kardeş tatili bütün bir hafta sonuna yayabiliyorlar. Ancak müşterilerine yetişebilmek için diğer beş gün ‘sabah dokuz-akşam on dokuz’, aralıksız mesai yapıyorlar. “Bu gidişle erkek kardeşi de yanınıza çağıracaksınız galiba?” dediğimizde, “Neden olmasın?” yanıtını alıyoruz. -Gerçi yaklaşık beş aydır Müşerref (Timotekin) arkadaşımız bize yardım ediyor. O da aileden biri gibi canla-başla çalışıyor. Ancak, elbette erkek kardeşimizi de aramızda görmek isteriz. Çünkü günümüzde bu sektör beylere de hizmet sunuyor. Gerek cilt gerek elayak bakımının öneminin onlar da farkındalar. Yanı sıra
Esra Akdoğan
DOĞRU BESLENMİYORSAK, SİGARA VE BENZERİ KÖTÜ ALIŞKANLIKLARIMIZ VARSA BEDENİMİZ GİBİ CİLDİMİZ DE BU TÜR OLUMSUZLUKLARDAN PAYINA DÜŞENİ ALIYOR İşletme bünyesinde uzman bir hekim, bir dermatolog bulunmadığı için estetik müdahale gerektiren cilt problemleri, botoks, dolgu türü işlemleri hizmet kapsamı dışında tuttuklarını belirten Esen Ömür’e göre 'Güzellik’ demek sağlık demek...' -Çünkü sağlıklı bir insanın cildi ışıltılıdır. Parlar. Erken yaşlanmaz. Ne var ki günümüzde başta hava kirliliği, stres olmak üzere pek çok dış etken sağlığımızı fazlasıyla etkiliyor. Bir de doğru beslenmiyorsak, sigara ve benzeri kötü alışkanlıklarımız varsa bedenimiz gibi cildimiz de bu tür olumsuzluklardan payına düşeni alıyor. Yani korunmaya, bakıma ihtiyaç duyuyor. Doğal olarak kendi kendimize çözemediğimiz durumlarda bir uzmana danışıp yardım istiyoruz. Elbette sözlerim elayak sağlımız için de geçerli. Esen Güzellik Salonu’nda cilt bakımı tamamen dermokozmetik yani eczane ürünleriyle gerçekleştiriliyor.
lazer epilasyon dahil ciltle ilgili problemleri için bizden destek alıyorlar. Söyleşinin burasında söz hijyenin önemine geliyor. -Hijyen bizim olmazsa olmazımız. Zira risk oluşturan mesleklerin başında geliyoruz. Bu nedenle işimizi son derece dikkatli yapıyoruz. Özellikle panikür-pedikürde kanama oluşturmadan, süreci zamana yayarak, yavaş yavaş ilerliyoruz. Zira müşterilerimiz arasında şeker hastaları da var. Kanamalar onlar açısından büyük bir risk... Bir diğer hassasiyetimiz de araç-gereçlerimizin mikroplardan arındırılmaları... Üç sterilizasyon fırınımız var. Bütün gün çalışıyorlar. Bir alet grubunu sterilize etmeden diğer bir müşteride asla kullanmıyoruz. Salonun günlük temizliğinden ayrıca bir arkadaşımız sorumlu. Yani her gün, her dakika sağlık kuruluşları tarafından denetleniyormuşuz gibi bir anlayışla hizmet veriyoruz. Böyle de olmak zorundayız.
“İ
-Kaliteli ürünler bize bir hayli maliyet yüklüyorsa da işimizi hakkıyla yapmak bunu gerektiriyor. El-ayak bakımıyla bazı epilasyon işlemlerinde kullandığımız ve ‘sıcak malzeme’ dediğimiz kremlerimizi, aletlerimizi, takımlarımızı da İzmir’deki bir firmadan alıyoruz. Kozmetik dalında yelpaze fazlasıyla geniş olduğu için seçimlerimizi ciddi biçimde irdeleyerek yapıyor ve en iyi/ en kaliteli malzemeleri getiriyoruz. Bu arada özellikle kendi cilt bakımını kendisi yapan genç kızlarımıza, kadınlarımıza eczane ürünleri dışında bir şey kullanmamalarını; merdiven altı, ucuz ve sağlığı tehdit eden ürünlerden uzak durmalarını öneririm. Randevu sistemiyle çalışan merkezin müşterileri arasında on beş yaşında olan da var, yetmiş yaşında olan da. Ama ağırlık yirmi beş-kırk beş yaş grubunda. -Kimi güzellik, kimi sağlık adına düzenli aralıklarla salonumuza gelen konuklarımız var. Örneğin orta yaş üstü insanlar kendi başlarına tırnaklarını kesemiyor. Bize sırf bunun için her ay aksatmadan gelenler var. Dediğimiz gibi babamızın, “Çalışın, çalışın, çalışın! Temizlik işçisi bile olsanız en iyisi olun!” sözünü hep aklımızda tutarak işimizi layıkıyla yapmaya çabalıyoruz. Tek ölçütümüz müşteri memnuniyeti. İnsanların buradan mutlu, hoşnut, keyifli ve rahatlamış olarak ayrılmaları, bizler için en büyük ödül.
Masaj hariç, diğer uzmanlık alanlarında erkeklere de hizmet veriyoruz
ster kadın ister erkek olalım; ayaklarımız yaşam boyu vücudumuzun bütün yükünü taşıyan, dolayısıyla en çok yıpranan uzuvlarımız. Bu nedenle özen göstermemiz gerekirken maalesef en ihmal ettiğimiz, üstüne üstlük çoğu kez yanlış ayakkabı tercihleriyle cendereye sokup, ezipbüzdüğümüz organlarımız onlar. Tırnak batmaları, kalınlaşmış veya boşalmış tırnak, tırnak mantarları en sık karşılaştığımız vakalar.
İnsanların yaşam kalitesini düşüren bu tür sorunları makinelerin ve bazı ürünlerin desteğiyle tedavi edebiliyoruz. Üzerindeki baskıyı azaltıp, şeklini düzeltiyor, görünümü eski haline kavuşturarak hastanın rahatlamasını sağlıyoruz. Ciltteki çatlaklar, egzamalar yine kremler, oranı iyi ayarlanmış törpülerle gideriliyor. Masaj hariç, diğer uzmanlık alanlarında erkeklere de hizmet veriyoruz.”
41
HATIRA DEFTERİ
Ş
AHMED’İN UYGUNSUZLUĞUNDAN MEHMED’İN SORUMLU TUTULMAMASI İCAP EDER
ehir Kulübü’nün, Ayvalık’ın sosyal hayatında her zaman önemli bir yeri oldu. Hatta, Ayvalık’ın önemli simgelerinden biri olarak nitelendirildi. Kesin tarihi tam olarak bilinmese de, kulübün 1920’lerin sonuyla 1930’ların başında faaliyete geçtiği sanılıyor. Şehir Kulübü, daha ilk günlerinden başlayarak lokantası, maroken koltukları, kanepeli oturma yerleri, okuma-oyun bölümleri ve beyaz ceketli garsonlarıyla,
düzenli ve disiplinli bir yerdi. O günleri yaşayanların anlattığına göre, üyeler koridordaki lostracıya ayakkabılarını boyatmadan salona gir(e)mezdi. Geniş ve rahat koltuklara ‘gömülen’ üyeler birbirlerine saygıyla davranır, çevreyi rahatsız etmemek için alçak sesle konuşurdu. Yerler halı kaplıydı ve sütunları özgün çerçeveleriyle dikkat çeken aynalarla süslenmişti. Yakın geçmişe kadar her cumartesi akşamı orkestra eşliğinde yemek yenen ve dans edilen mekân, bir köşede duran piyanosuyla da ünlüydü. Şehir Kulübü’nün en ilgiye değer özelliklerinden biri Cumhuriyet bayramlarında düzenlenen ‘Cumhuriyet Baloları’ydı. Şehir bandosunun dans müzikleri çaldığı bu buluşmalar herkes tarafından fazlasıyla önemsenirdi. Örneğin, üyelerin eşleri Cumhuriyet Bayramı’ndan çok önce balo gecesi giyecekleri kıyafetleri hazırlamayı alışkanlık haline getirmişti. Erkeklerse baloya smokinle katılırdı. Şehir Kulübü’nde Cumhuriyet balolarının yanı sıra çeşitli önemli günlerde yine aynı tür etkinlikler düzenleniyor; yoksul çocuklar yararına okul aile birlikleri tarafından gerçekleştirilen balolar geniş ilgi görüyordu. Çok sayıda Ayvalıklının yer aldığı diğer etkinlikler 1 Temmuz Kabotaj Bayramı ve yılbaşı balolarıydı. Örneğin, 1949 yılbaşı balosunun diğer yıllara göre daha güzel kutlanması için Şehir Kulübü yönetimi bir hafta öncesinden hazırlıklara başlamıştı. BÖYLE AYRICALIKLI MUAMELE YAPILARAK MUHİTTE UYUM VE BİRLİĞİN YIKILMASI MI ARZU EDİLİYOR? Takvimlerin 1941 yılı Temmuz ayı ortalarını gösterdiği günlerde, Ayvalık dışında eğitim gören ‘yüksek tahsil’ öğrencileri, her yıl olduğu gibi fakültelerinin tatil döneminde memleketleri olan Ayvalık’a geldi. Bu gençler, günlerinin önemli bir bölümünü Şehir Kulübü’nde geçiriyorlardı. Ancak o yıl beklenmedik bir olay yaşandı. İçlerinden bazılarına, ‘nizamname gereği’ kulüp üyesi olmadıkça kulübe gelemeyecekleri, daha doğrusu ‘giremeyecekleri’ bildirildi.
1959 veya 1960... Şehir Kulübü’nde düzenlenen Cumhuriyet Balosu’nda, o dönemde Ayvalık Karayolları Şefi olan Rasim Sarıhan’ın kızı Akgül Kamalıoğlu, İzmir’den gelen orkestra eşliğinde şarkı söylüyor
42
Gençler ilk kez karşılaştıkları bu kısıtlamaya itiraz ettiler ve bunu Ayvalık gazetesinin 31 Temmuz 1941 tarihli sayısında kamuoyuna bir mektup
yayınlayarak eleştirdiler. Mektupta şu dört madde yer aldı: 1. Tüzük uygulanırken ayrımcılık yapmaktan kaçınılmalı ve maddeler herkese eşit olarak uygulanmalıdır. 2. Bir bölüm arkadaşların bu kayıttan uzak tutulması, hiç kuşkusuz diğerleri üzerinde olumsuz etki yaratacaktır. 3. Bu ayrımcı davranış karşısında kendilerine bildirim yapılan arkadaşlar arasında kulüp düzenine aykırı hareket eden ve müdavimlerin zevk ve huzurunu kaçıran kimseler varsa bunlar hakkında kişisel muamele yapılması, Ahmed’in uygunsuzluğundan Mehmed’in sorumlu tutulmaması icap eder. 4. Sosyal terbiye ve kurallara saygı duyan yüksek öğrenim gençliğinin hoşnutsuzluk doğuracak harekette bulunmadıklarına inancımız tamdır. Bu itibarla Ayvalık Şehir Kulübü İdare Hey’etine soruyoruz: Böyle ayrıcalıklı davranılarak çevrede var olan uyum ve birliğin yıkılması mı arzu ediliyor? Yoksa sınıf farkı mı gözetiliyor? Bunu öğrenmek istiyoruz. SÜRE GİDEN TARTIŞMADA AYVALIK GAZETESİ GENÇLERDEN YANA TUTUM ALDI Sadeleştirerek paylaştığımız bu ‘sert’ sayılabilecek mektubu Şehir Kulübü adına, aynı zamanda diş abibi olan Kenan Alatur yanıtladı. Bu yanıt da yine Ayvalık gazetesinde yayınlandı. Alatur özetle şöyle diyordu: Öncelikle kulübün müdavimlerinin ana tüzüğü
bilmeleri gerekir. Gençlerden duyarlıktan daha çok, mantık bekliyoruz. Elbette gençleri de aramızda görmek isteriz. Ama yurttaşların fizik ve manevi kabiliyetlerinin ulusal ve devrimci amaçlara göre gelişmesini sağlayan, toplumsal hayatı yükseltmeyi görev edinen kurumlarla gençliğin, birbirlerine yarar ve verim sağlaması gerekir. Son olarak, Gençlik Birliği, Halkevi ve Şehir Kulübü’nün gençlere ve her Türk vatandaşına daima açık olduğunu belirtmek isteriz! Şehir Kulübü ile yüksek öğrenim gören Ayvalıklı gençlerin arasında yaşanan bu ‘sürtüşme’ Ayvalık gazetesinin devreye girmesiyle daha da alevlendi. Çünkü gazetede yayınlanan bir yazıda, şehir kulüplerinin bir statü ile kurulduğu, kulübe üye olacak kişilerin mevcut tüzüğe uyması gerektiğini belirtilerek Ayvalık Şehir Kulübü’nün tasdikli bir tüzüğünün bulunmadığı belirtiliyordu. Bu iddianın doğru olması halinde, kulüp yasalara aykırı bir konuma düşecek ve dolayısıyla kanuna aykırı olduğu ortaya çıkacaktı. Kısacası, daha sonra Demokrat Parti’den Ayvalık belediye başkanlığına seçilecek olan Avni Baskın yönetimindeki Ayvalık gazetesi gençlerden yana bir tutum takınmıştı. Şehir Kulübü, Ayvalık gazetesinin iddiasına da hızla karşılık verdi. Kulüp adına cevap yollayan kişi bu kez, Birinci Dünya Savaşında İsmet İnönü’nün emir subaylığını yapan ama sonraları Demokrat Parti’ye geçerek Balıkesir milletvekili olan avukat Vacit Asena’ydı. Onun söylediğine göre, Ayvalık Şehir Kulübü Cemiyetler Kanunu’na göre kurulmuştu ve 1940 yılından beri faaliyetini sürdürüyordu. Bunu, her hususu inceleyen resmi makamlar da onaylamıştı.
1950’li yılların sonlarında Şehir Kulübü çalışanları bir arada…
(Her iki fotoğraf da, ‘Cihat Teker’le Ayvalık Tarihi’ adlı facebook grubundan alınmıştır.)
43
Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN
Ayvalık adaları
A
yda Bir Ayvalık'ın geçen sayısında “Por(d)oselene neresi?” sorusunu sormuş ve elimizdeki bilgilerle görüşümüzü açıklamıştık. Ayvalık antik dönemi hakkında verilen bilgilerde bir diğer belirsiz söylem ise Ayvalık adalarının antik adı üzerinedir. Bu yazımızda adaların antik dönemdeki isminin anlamını kaynaklar üzerinden açıklamaya çalışacağım. Günümüzde yalın ve net olarak sadece Ayvalık adaları olarak andığımız adalar topluluğunun adı tarih boyunca değişik yazımlarla ve anlamlarla adeta efsaneleşmiştir. Bu isimleri sıralarsak: Ekatonnesos, Ekatonnesoi, Hekatonnesos, Hekatonesos, Hekatonnesoi, Hekatonisa, Hekatenesos, Yund adaları v.b.
Troia Bölgesindeki Çanakkale Gürpınar’da bulunan Apollon Smintheion Tapınağı ve Yeni Şakran’da bulunan Gryneion’daki(2) Apollon Tapınağı günümüze dek varlığını sürdürmüştür. Oysa Ayvalık adaları üzerinde böyle bir tapınağın varlığını belirten ne başka bir antik kaynak bilgisi, ne bir kalıntı, ne de bir yazıt günümüze kadar gelmiştir. Ama Hekaton yani Apollon adaları söylemi devam etmektedir.
Osmanlı sancak
(H)ekaton-nesos yani ‘Yüz Adalar’ mıydı? Günümüze yapıtları ulaşmayan Timoshenes’e göre adaların sayısı kırk taneydi. Strabon’a göre yirmi ada vardı. Biz ise Ayvalık’ta isimlendirilmiş olan küçük kayalıklar dahil otuz iki ada saydık.(1) Birçok kaynakta anılan “Yüz Adalar” tanımı adın Ekato-nesos olarak düşünülmesinden kaynaklanmaktadır. Burada ‘Ekato=Yüz’, ‘Nesos=Adalar’ anlamında açıklanmaktadır. Bir de eski Yunan yazımında 100 rakamının (H)ekaton olarak yazıldığını düşünürsek bu okunuştaki benzerlikten dolayı böyle anılmasını gayet doğal buluyoruz. Hekaton-nesos veya Apollon adaları mıydı? Başlangıçta büyük bir boşluk (kaos) vardı. Bu boşluktan doğan Gaia (Toprak Ana) karşıt gücü olan Uranos’u yaratır ve onların birleşiminden tüm tanrı ve tanrıçalar doğarak dünyaya hâkim olurlar. Zeus ve Leto’nun Artemis ve Apollon adında ikiz çocukları olur. Apollo (Latince) güneşin, ışığın, müziğin, güzel sanatların, ateşin ve şiirin Tanrısıdır. Aynı zamanda bilici Tanrı olduğundan ve bu yeteneğini insanoğluna da transfer edebildiğinden dolayı Batı Anadolu’da adını taşıyan önemli bilicilik tapınakları inşa edilmiştir. Strabon, Hekaton’un Hekatos’dan geldiğini ve Apollon’dan başkasının olamayacağını belirtmektedir. Bu söylem neredeyse tüm kaynaklara işleyerek günümüze kadar gelmiştir. Peki Por(d)selene veya Nesos antik kenti üzerinde Strabon’un adını anmış olduğu bir Apollon Tapınağı var mıydı? Yine aynı satırlarda Strabon’un andığı, günümüzde
44
(MÖ450-200).
Dikkatli okurlarımız geçen sayıdaki yazımızda bahsetmiş olduğumuz Nesos sikkelerinde Apollon başı olduğunu söyleyeceklerdir. Açıkçası bu adaların mitolojisinde Apollon adının hiç olmadığını iddia edemeyiz. Helenistik Dönem (MÖ 323-MÖ 30) olarak adlandırdığımız dönem başlamadan önce, genel olarak MÖ 450’den sonra Apollon Kültü, Batı Anadolu kentlerinde baskın kült olmuştur. Apollon başının darp edilmesinin sebebiyse Pers hâkimiyetine karşı bir tepkidir. Por(d)oselene’nin çevresindeki tüm kentler aynı zaman diliminde Apollon başı bulunan sikkeler basmışlardır. Örnekler çok fazladır kısaca sıralayalım: Pordoselene (sonra Nesos) (MÖ 450-300), Pergamon (Bergama) (MÖ 450-400), Teuthrania ve Halisarna (Aynı parayı kullanıyorlardı. Bergama -Kalarga Tepe- Süleymanlı Köyü ve Eğrigöl Köyü) (MÖ 400), Perperene (Bergama-KozakAşağıbey Köyü) (MÖ 400-300), Atarneos (Dikili –Ağıltepe) (MÖ 350-300), Gryneion (Aliağa-Yeni Şakran) (MÖ 350-250), Myrina (Aliağa) (MÖ 300-165) Gargara (Küçükkuyu) (MÖ 400-350), Antandros (Altınoluk) (MÖ 350-250), Adramytteion (Edremit-Ören) (MÖ200-100) ve Mytilene (Midilli-Merkez)
Anadolu, kavimler köprüsüdür. Bölgemizde vermiş olduğumuz örnek kentler Körfez olarak adlandırdığımız coğrafyanın içindedir. Kültürlerin bir anda nasıl çıkıp birbirlerini genel olarak etkilediğini nümizmatik verilerle gözlemleyebiliyoruz. Yukarıda sıraladığımız şehirlerin hemen hemen tamamında, Apollon Kültü 150 yıllık bir zaman aralığında doğup Helenistik dönemde de İskender’le bir tutularak varlığını sürdürmüştür. Sikkeler birer siyasi propaganda aracı olduğundan, tek başına güvenilir bilgi vermez. Körfezde Apollon Kültünün kullanılması açısından ve bu dönemin Pers istilası sırasında başlamış olması bakımından bize bir fikir vermektedir sadece… Hekate-nesos yani Ay Işığı adaları mıydı?
Apollon’un ikiz kardeşi Artemis (Latince Diana) ise vahşi doğanın, avcılığın, okçuluğun ve konumuzla bağlantısı olan Ay Tanrıçası’dır. Mitolojide ve diğer inanışlarda Ay Tanrıçaları ise Astarte, Selene, Hekate, İsis ve Hator’dur. Ayvalık adalarıyla ilgisi olan Selene ayın hilal biçimiyle, Hekate ise yarım ay biçimiyle sembolize edilmektedir. Ve biz bu ay sembolünü Gömeç parkına getirilen ve benzeri Cunda’da bir evin bahçesinde olan Altar(3) üzerinde görmekteyiz.
(4) www.atillaker.blogspot.com.tr (Atilla Aker bloğunda Fotis Kondoğlu’nun ‘Vatanım Ayvalık’ kitabının mütevazı bir çevirisini yapmıştı. Rahmetle anıyorum.) (5) www.dergipark.gov.tr Dr. Şehrazat Karagöz, ‘Küçükasya’ya Özgü Bir Tanrıça: Hekate’ (6) Piri Reis, ‘Kitab-ı Bahriyye Denizcilik Kitabı’ Cilt.I, Tercüman Yayınları, 1973 (7) Prof. Dr. Faruk Sümer, ‘Oğuzlar (Türkmenler)’, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1972
Ayvalık doğumlu yazar ve ikona çizer Fotis Kondoğlu’nun Ayvalık adalarının adı için şöyle demesi çok ilgi çekicidir: Belki, belki de Hekate’nin adaları veya Ay adaları da denmiştir…(4) Ay ile ilgili bu kadar Tanrıça isminin anıldığı bu topraklarda, Ay Işığı Geçidi, Ay Işığı Manastırı’nın bulunduğu adaların doğru adı neden Hekate-nesos olarak düşünülmesin ki? Ne Homeros, ne tarihin babası Herodotos, Hekate’den bahseder. Ama ilginç bir biçimde Aiolis’in başkenti olan Kyme doğumlu Hesiodos anmaktadır Hekate’yi… Tabiatın ve yabanıl doğadaki bitkilerin sırrını bilen Hekate, elinde tutmuş olduğu meşalelerle karanlığı aydınlatmaktadır. Hem gökyüzü hem toprak hem de denizlere egemendir Hekate. Ne güzel söylemiş Hesiodos: “Payı vardır onun karalarda, derinsiz denizlerde.. / Yıldızlı göklerde bile payı vardır.” Hekate ile ilgili düşüncemizi tamamlayan şu satırlarla bu kısmı sonlandıralım(5): Hekate’nin en çok saygı ve tapkı gördüğü Karia ve Phrygia dışındaki, Lydia, Lykia, İonia, Mysia ve Pamphylia bölgelerinde Anadolu uygarlıklarına özgü yerel kültü bulunduğunu arkeolojik buluntular açıklamaktadır. Homeros’da Hekate’ye dair bahis bulunmadığı halde, Hekatos veya Hekatabolos kelimelerine rastlanmaktadır ki, bunlar Tanrı Apollon’un hedefi vuran anlamındaki lakaplarıdır ve bu Hekate’nin, Apollon ile birlikte asimile olmuş bir durumudur. Sonrası Yund Adaları… Piri Reis’in 1521 tarihli Kitab-ı Bahriyye’sinde(6) Ayvalık adaları, Yund adaları idi. Yund, Yunda ve sonunda Cunda’ya dönüşmüştür. Yund eski Türkçede ‘At’ anlamındadır. Aynı zamanda boş alan (fundalık) anlamındadır. Koca Reis o bölgeye geldiğinde adalar üzerinde herhangi bir yerleşim göremeyince buraların boş olmasından dolayı Yund demiş olmalı. Yund Adaları’nda Pirgoslu limanı (Gümüş Koyu) yüz gemiyi alacak kadar tabi bir limandır. Ancak içecek suyu yoktur. İçme suyu olmayan bir yerde değil medeniyet, bir ev bile kuramazsınız…
Kybele ve Hekate Pergamum Museum
Madra dağlarının Manisa’ya doğru devamı Yund dağları olarak anılmaktaydı. 16. yüzyılda Anadolu içinde Oğuz boylarından olan Ala-Yundlu’lar 29 yere ismini vermişti.(7) Bu yerleşimlerden bazıları da Saruhan (Manisa) sancağındaydı. Bu yüzden Yund adının Ayvalık adalarıyla hem Madra’dan dolayı hem de etimolojik olarak doğrudan ilişkisinin olduğunu düşünüyoruz. Notlar: (1) http://arkeodenemeler.blogspot.com.tr/2012/05/hekatonnesoi-adalar-iibalikesir-aiolis.html (2) Gryneion’da Apollon Tapınağının yeri Temaşalık Burnu’ndaydı. Fakat bu görkemli tapınağın taşları Osmanlı döneminde İstanbul’a taşındığı için birkaç sütun parçası dışında gözle görülür bir kalıntı görünmez. (3) Genel olarak Sunak’tır. Adak adanan, kurban kesilen dini yapılara verilen isimdir. Yukarıda Sunak Taşı anlamında kullanılmıştır. Bölgede yüzey araştırmaları yapan Prof. Dr. Engin Beksaç tarafından tespit edilen altar korunması amacıyla Gömeç Parkı’na konulmuştur. Benzerinin Cunda’da da olması sebebiyle ya Cunda’dan Gömeç’e gelmiştir veya tam tersi olarak Gömeç’ten Cunda’ya gittiği düşünülmektedir.
Hekate-Antalya Müzesi
45
YOLU AYVALIK’TAN GEÇENLER
‘AMERİKALI MADAM’ JACQUELINE BORRÉ AYVALIK EVLERİNİN VE TEKNELERİN RESSAMIYDI
F
uad Mensi, Fikret Mualla, Orhan Peker, Olcay Aybar, Burhan Uygur, Muzaffer Akyol… Ayvalık’tan gelip-geçen ve önemli izler bırakan ressamlar... Kentimize katkılarını unutmuyor ve bu değerli sanatçıları her fırsatta anıyoruz. Onlar kadar tanınmasa da ağırlıklı olarak 1990’lı yıllarda Ayvalık’tan bir de ‘kadın ressam’ gelipgeçti. Adı Jacqueline Borré’ydi. Altmışlı yaşlarındaydı. ABD’de öğretim üyeliği yapmış ve emekli olmuştu. Ayvalık’ta, Cunda adasında 1997 yılında, Harvard Üniversitesi’ne bağlı kurulan ve dünyanın farklı ülkelerinden gelen eğitmen ve öğrencileri buluşturan ‘Osmanlı Türkçesi Yaz Okulu’nda (Intensive Ottoman and Turkish Summer School) ders vermişti. Amerikalı olmasına rağmen Ayvalıklılar Jacqueline Borré’ye, Belçika asıllı olduğu için ‘Madam’ diye sesleniyordu. Esmer ve ufak tefek bir kadındı. Başında her zaman arkadan bağladığı bir eşarp, ayak bileğinde halhal vardı. Elinden sigarası hiç düşmezdi. Yıllarca Yunanistan’da yaşamış, daha sonra soluğu Türkiye’de almıştı. Borré uzun yıllar Foça, Kuşadası, Marmaris, Antalya ve Ayvalık arasında gidipgeldi. Ayvalık’ta tanıştığı ve kendisinden on beş yaş kadar genç olan İngiliz arkadaşı marangoz/denizci Dick ile birlikte daha çok Cunda’da yaşadı. Her ikisi de Ayvalık’ın kendine özgü dokusuna hayrandı. 6-7 dil konuşan ve iyi derecede Türkçe bilen Jacqueline Borré, yakın dostluk kurduğu
46
Jacqueline Borré’nin, 1991 yılı Mayıs ayında ‘Derin duygularla…’ notuyla Ahmet Yorulmaz’a imzaladığı ve günümüz Öğretmenevi’nin, o dönemde henüz tamamlanmamış Marina’dan görünümünü yansıtan resmi.
Ulusal Değer ZEYTİNYAĞI
Küresel Hedef BÜTÜN DÜNYA
ÖZEL
13. ULUSLARARASI GÖKHAN GÖRGÜLÜARSLAN: AYVALIK SAYI ZEYTİN HASAT GÜNLERİ AYVALIK BÜYÜLEYİCİ ZENGİNLİKTE BİR MİMARİYE SAHİP
OCAK 2018 YIL: 4 SAYI: 41 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ ZEYNEP KAZANCIGİL HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Kapak Fotoğrafı HYESEUNG LEE
Ahmet Yorulmaz’ın deyişiyle, “Ayvalık evlerinin ve teknelerin ressamıydı.” Ayvalık sokaklarında dolaşırken, elinde çoğu kez bir naylon torba ya da koltuğunun altında bir resim dosyası bulunurdu. Bloknotu ve karakalemiyle hiç durmadan eskizler çizer, ardından tuvalinin başına geçip bunların sulu boyalarını yapardı. 2000’li yılların başlarında bir gün, Borré ve arkadaşı Dick, “Ege adalarında gezmeye çıkıyoruz!” diyerek ve Sadan Gemicilik’te yaptırdıkları ahşap yatın bitmesini beklemeden Ayvalık’tan ani bir şekilde ayrıldı. (Yapımında tik ve dut ağacı kullanılan 12 metre
uzunluğundaki yat İngiliz Kraliyet donanmasındaki bir geminin ölçekli olarak küçültülmüşüydü.) Ayvalık’tan ayrılmalarının üzerinden uzunca bir süre geçtikten sonra Borré ve Dick’in ekonomik sıkıntı nedeniyle yarıda bırakmak zorunda kaldıkları yatın bitirilebilmesi için eş-dost ve akrabaları arasından ‘sponsor’ bulmak amacıyla Yunan adaları üzerinden İngiltere’ye gittikleri haberi geldi. İlerleyen aylarda Ayvalık’a uğrayan Jacqueline Borré, dostlarına arkadaşı Dick’in yakalandığı cilt kanseri sonucu hayatını kaybettiğini bildirdi. Çok geçmeden bir kez daha Ayvalık’tan ayrıldı ve kendisinden bir daha haber alınamadı.
(Bu bölümü Ahmet Yorulmaz’ın ‘Ayvalık’ı Gezerken’, ‘Kimler Geldi, Kimler Geçti Ayvalık’tan’ ve ‘Ayvalık’tan Cunda’dan’ adlı kitaplarıyla; Eşref Jale ve Abidin Sadan ile yaptığımız görüşmelerden edindiğimiz bilgilerle hazırladık.)
Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sitesi 5. Cad. No. 69 Bağcılar/İstanbul Tel: 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com Sertifika No: 29195 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
47
A
SAATLİ CAMİ AYVALIK’IN SEMBOL YAPILARINDANDIR
yvalık’ın anıtsal ve yalın mimarisiyle dikkat çeken sembol yapılarından biri de Saatli Cami’dir. Büyükçe bir bahçenin ortasında yer alan yapı zarif çan kulesiyle farklılaşır.
bunun dışında yapıda hiçbir değişiklik yapılmayarak sadeliği korundu. Ancak, işlemeli külahıyla özgün bir estetik sunan çan kulesinin üst kısmı 1944 depreminde hasar gördü.
İbadethane, ilk olarak 1850 yılından sonra (bu tarihi 1870 olarak belirtenler de var), Ortodoks Hırıstiyanlara hizmet vermek amacıyla Agia İanni (Aya Yanni) kilisesi adıyla kapılarını açtı. Cumhuriyetin ilanının ardından mübadele kapsamında yöreye yerleşen Müslüman halkın ihtiyaçları göz önüne alınarak, 1928 yılında camiye dönüştürüldü. Bu değişim sırasında sadece içindeki ikonaların üzeri boyandı;
Çınarlı Cami’nin bir hayli yakınında olan, özellikle uzaktan ve biraz da yukarıdan bakıldığında hemen yanı başındaymış gibi görünen Saatli Cami, Müslüman cemaate hizmet vermeye ve kul ile Tanrı arasında tanıklık etmeye devam ediyor. (Serdar Yazgan arşivi)