Yayın Kurulu Fırat Tunabay Gökay Korkmaz Gökhan Baykal Onur Keşaplı Osman Bahar Özgür Keşaplı Didrickson Selin Süar
Tasarım Sorumlusu Selçuk Korkmaz
Ön Kapak: Demirciler/Yaratıcılar (1817) – Francisco Goya Arka Kapak: Işığı Güneş Yaparak Orrery’de Ders Veren Felsefeci (1766) – Joseph Wright of Derby
azizm.sanat@gmail.com www.azizmsanat.org https://www.facebook.com/azizmsanat https://twitter.com/AzizmSanat
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
1
İÇİNDEKİLER
Aydınlanmacı Bir Sinema Mümkün mü? – Onur Keşaplı
s.6
AllahAllaaah – Mustafa Bilgin
s.14
Osmanlı’dan Günümüze Kültür Sanat Devrimi(!) – Onur Özel
s.15
Kapitalist Sistemde İdealist Bir Bilim Adamı: Tesla – Selçuk Korkmaz
s.24
Aydınlanma İçin Yaşar – Hüseyin Kılınç
s.31
Güzel İzmir – Gökay Korkmaz
s.32
Adam, Köpek ve Zeynep – Serhat Başeğmez
s.33
Harlı Günler – Mehmet Rayman
s.37
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
2
EDİTÖRDEN
Sorgulamanın tutsaklığını kıran büyük düşünür Immanuel Kant’ın en öz tanımlamasıyla Aydınlanma, “kişinin kendi aklını kullanmaya cüret etmesidir”. Fransız Devrimi’ni tetikleyen, Ekim Devrimi ile taçlanan bu sözlerin üzerinden iki yüz yıl geçmişken, kıta Avrupası da dâhil olmak üzere dünyada bu cüreti gösteremeyenlerin hüküm sürüyor oluşu Aydınlanmayı sırtlananlar için tartışmasız bir yenilgi. Ancak asla unutulmamalı ki tarih boyunca gericilerin hiçbir galibiyeti kalıcı olmadığı gibi galibiyetlerinde eski mevzilerine de dönemediler. Akıl ve bilimin gelişmesini Orta Çağda bile tam olarak engellemeyenler,
günümüzde
Aydınlanma
ve
modernizmin
süratlendirdiği ilerlemeyi bulanıklaştırarak yavaşlatma çabasındalar. Bunda başarılı olmaları tarihsel ilerlemeyi elbette durduramaz ancak meydana getirdikleri küresel çürüme ve yıkım, insanlığı belini doğrultamayacak bir hale getiriyor. Aydınlanmanın evrenselleşmesini engellemenin
ötesinde,
parçacıklar
halinde
var
olabilmesini
amaçlıyorlar. Tüm bunları yaparken Aydınlanmanın kazanımlarını kullanarak hareket etmeleri bile nihai zaferin adresini gösteriyor. İnsanlığın aklını kullanma ihtiyacından uzaklaştıranlar öncelikle bilimi tutsaklaştırmanın yolunu aradılar. Kapitalizm ve devamında yeniliberalizmin akıldışı ekonomi politiği, bilimi satın aldı, susturdu, etkisini sınırladı, ehlileştirdi. Eğer bugün, insanlığın ilerleyişini sürekli
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
3
kılmak istiyor ve yeniden herkesin aklını kullanmaya cüret etmesini istiyorsak başta bilim olmak üzere sanatı ve düşünceyi hapseden sistemi alaşağı etmek zorundayız. Aydınlanma yeniden sosyalizmle buluştuğunda, küresel gericilik bir daha geri dönmemek üzere mevzi yitirecektir. Bunun yolu örgütlü savaşımdan geçmektedir. 1 Mayıs’ta tüm zorbalığa rağmen solun örgütlü gücünü başta Taksim olmak üzere yurdun ve dünyanın dört bir yanında somutlaştıran güç, günümüzde Aydınlanmayı taşıyanlardır. Böylesine haklı bir savaşın sanat cephesinde konumlanan Azizm Sanat Örgütü’nün manifestosunun ve kuruluşunun sekizinci yılında, sinemanın Aydınlanmacı bir reflekse sahip olup olamayacağını değerlendirdik. Geri kalmışlığımızın başat sebebi olan Osmanlı zihniyetinin sanatsal ve kültürel mirası(!) üzerine odaklanırken, değerli karikatürist Mustafa Bilgin’in “Allah Allah” dedirten çizgileri, ilk paragrafta yazılanları mizahla özetliyor. Kapitalizmin bilimi tutsaklaştırmasına karşı adeta Don Kişot edasıyla başkaldıran, benzersiz bilimci Nikola Tesla hakkındaki çalışma ise, Elektrik Mühendisleri Odası İzmir şubesinin 14 Mayısta düzenleyeceği Tesla sempozyumu için doğru bir ön izleme olacak. Şiir, öykü ve çizimlerle zenginleşen sekizinci yıl sayımızla ilgili eleştirilerinizi bekliyoruz, Sanat Aydınlanma İçindir!
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
4
Azizm’in Notu: Azizm Sanat E-Dergi’nin Haziran 2015 sayısı için dilediğiniz konuda makale, öykü, şiir, deneme, eleştiri, karikatür, resim, video ve fotoğrafı 1 Hazirana kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza iletebilirsiniz.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
5
Aydınlanmacı Bir Sinema Mümkün mü? Onur Keşaplı Postmodernizmin getirdiği parıltılı gericilik ve akıl tutulmasından doğan tehlikenin farkına varanların sayısı giderek artıyor. Tarihsel ilerlemeyi tersine çeviren, akılcılığı körelten ve insanlık idealini karalayan bu fırtınanın çok uzak olmayan bir gelecekte dineceğini öngörebiliriz ancak geride bıraktığı enkazı nasıl kaldıracağımıza dair yol haritasına ihtiyacımız olduğu kesin. Bu noktada modernizmin öz çocuğu olan sinemaya, diğer tüm sanat dallarından daha çok iş düşüyor. Günümüzde bireysel film seyirliği artış gösteriyor olsa da sinema halen sanat dalları arasında en kitlesel, istenildiğinde toplumsal hatta evrensel olabilen yegâne disiplin. Sovyet sinemacılarla erken modernizmi, kıta Avrupa’sının yaratıcılarıyla geç modernizmi yaşayan sinema, tam da yukarıda saydığımız özelliklerinden ötürü örtülü ya da açık gericiliğin bir numaralı kitle-yanıltıcı silahı olmuştur. Konunun üzücü kısmı ise bu manevraya karşı tutum alması beklenen nice ilerici, solcu, devrimci sanatçının söz konusu yapıya karşı direnç gösteremeyen, uyuşturucu işlevini körükleyen işlere imza atmalarıdır. Özellikle ülkemizde sol adına sinema yapma iddiasındaki sanatçıların büyük bir bölümü, ortaya koydukları yapıtlarıyla melodram soslu yenilgi pompalamaktan başka bir şey yapmıyor.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
6
Haziran Direnişi ile politik yönü sanatsal değerinin önüne geçen Barış Atay’ın, büyük beklenti yaratan ilk yönetmenlik denemesi Eksik’in tümüyle bu yönde bir film oluşu, sorunun öncelik sırasını güncelledi. Bir sanatçı elbette dilediği duygu durumuyla eser üretme özerkliğine sahip olmalıdır ancak o sanatçı toplumcu bir işlev taşıma iddiasındaysa ve konu olarak tümüyle politik bir arka plan seçtiyse özerkliğinin yanında ek görevler de edinmiş
oluyor.
Bunu
başarabilecek bir sinema günümüzde mümkün mü? Sinemanın büyüsünü, modernizmin öyküsünü yitirdiği bir dönemde biçim ve/veya içerik olarak yaratıcı, sarsıcı çıkışlar mümkün mü? Sanat akımlarında biçimsel modernizmin öncüsü olan plastik sanatlardaki gözle görülür tıkanmayı düşünürsek biçimsel bir çıkış görece zor ve belki umutsuz bir beklenti olabilir. Ancak film üretiminin ve dağıtımının maddi amaçtan bağımsız olarak kolaylaştığı bir dönemde, içeriksel olarak sarsıcı, ilerici, modern olamamanın bir izahı olamaz. Postmodernizm ve uzatmalı flörtü premodern gericiliğin en çok saldırdığı modern başlık olan Aydınlanma, sinemadaki direnişin de temel güdülenmesi olabilir. Aydınlanmacı, akılcı, evrensel öyküler ve buradan doğmuş/doğacak çatışmalardan çıkan ilerleme, sinemada es geçilmemeli. Bu sayfalarda defalarca değindiğimiz Üçüncü Sinema biçimi, bu yönde bir yöntem olarak öne çıkıyor fakat bu yönteme önerdiğimiz hedef kitle odaklanması Aydınlanmacı bir sinema için de belirleyici olabilir. Farklı yaş aralıklarına, sınıfsal
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
7
kesimlere,
mesleki
gruplara
hatta
postmodernizmin
silahıyla
konuşmak gerekirse farklı etnisitelere, kültürlere yönelik iletiler içeren filmler yapılmalıdır. Bu filmlerin didaktik olmak gibi bir gereksinimleri de yoktur. Nasıl ki gericilik modernizmin öz çocuğu sinema aracılıyla ilericiliğe hücum ettiyse, pekâlâ ilericilik de uyuşturulmuş kitlelere ulaşmada öncelikle onların anlatım biçimini kullanabilir. Yeni bir izleyici yaratmak için öncelikle verili yapıyı çökertmek gerekiyorsa bu saldırıyı dışarıdan yapacağımız ölçüde içeriden de yapmalıyız. Ana akım sinemanı tarihsel filmlerinin ve bilim kurgu türündeki yapıtlarının küresel ölçekte ciddi bir izleyici erişimi olduğu ortada. Tarihsel
filmlerin
çoğunlukla
eskiyi
güzellediği,
moderniteyi
olumsuzladığı ve bu noktada dinsel referanslara başvurduğu biliniyor. Bu filmlerin güçlü görsellerle izleyici avucunun için aldığı ortada. Ancak buna karşı duran filmler de mevcut. Yakın dönemde Wolfgang Peterson’un yönettiği Troya, beklentileri karşılayamayan, özensiz bir film ancak destandaki tanrıları sıfırlaması, tanrısal gücü silmesi ve en önemlisi Troya krallığının tahta at hilesiyle yıkıma uğramasını batıl inançlara bağlamasıyla laiklik dozu olan bir film. Ridley Scott’ın Cennetin Krallığı ve son olarak Exodus filmlerinde doğrudan din ile ilintili konulara getirdiği dünyevi ve eleştirel bakış açısı, yönetmenin üç semavi dinden de ciddi tepki almasının yanı sıra tanrısal edimlerin ve inançların sorgulanmasına ön ayak olmasıyla da dikkat çekiyor.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
8
Yakın dönemde Aydınlanmacı yaklaşımla öne çıkan ana akım tarihsel filmlerden belki de en radikali olan Alejandro Amenebar’ın yönettiği Agora’daysa, gök bilimci Hypatia’nın gerçek hikâyesi aracılığıyla köktendinciliğin yarattığı yıkım ve ilerlemedeki meydana getirdiği durağanlık, klasik anlatının hünerleriyle büyük bir başarıya ve izleyici
nezdinde
öfkeye
dönüşüyor.
Andığımız
filmlerdeki
yönetmenlerin belki de değindiğimiz tartışmalarla ilgili bir dertleri yoktu
ancak
merkeze
aldıkları
konu
ve
hedef
kitleleri
düşünüldüğünde bunu ele alma biçimleri, sol sinema adıyla beliren ancak
bireysel
tatminden
öteye
gidemeyen
sanatçılar
düşünüldüğünde çok daha önemli duruyor.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
9
Bilim kurguda ise teknolojik gelişmelerden doğan muhafazakâr tedirginlikten beslenen teknofobinin öne çıktığı görülüyor. Jules Verne’in bilim kurgusal edebi eserlerinde yeniliklerin ve olası getirilerinin olumlandığı hatırlandığında sinemanın uzunca bir süredir bunun tam tersi bir yaklaşıma eğilmesi şaşırtıcı ancak postmodern dalga düşünüldüğünde olağandır. Yaşamı kolaylaştıran, bilinmeyenleri seyrekleştirerek ufuk açan, hastalıkları alt eden tüm bu gelişmelere en hafif tabirle şüpheci yaklaşılması ve insan doğasına makineler karşısında kutsiyet yüklenmesine karşı içerik üretme zorunluluğu ortada.
Terminatör
serisi
ile
zirve
yapan
ve
örneklerini
çoğaltabileceğimiz bu yaklaşıma karşı son dönemde hiç umulmadık bir yönetmenden, Christopher Nolan’dan bir yapıt izlemiş olmamız ilginç. Oldukça tartışma yaratan ve izleyiciyi beğeni-nefret arasında
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
10
bölen Yıldızlararasında, birçok bilimcinin de onayladığı üzere bilimsel açıdan doğrular üzerinden hareketle kurmacasını inşa eden, sinemanın
halen
büyüsünü
koruyabildiğini
kanıtlayan
nadir
örneklerden biri. Nolan gibi ekonomi politiği açısından tutucu bir yönetmenin Aydınlanma, bilimsel düşünce açısından durduğu nokta değerli. Bu durumun bir benzerini, muhafazakârlığını gizlemeyen Kubrick’in bilim kurgu başyapıtı 2001: Uzay Macerası’nda evrim ve yaratılışı bir arada işlemesinde görmüştük fakat o dönem modernizm halen nüfuzluydu şimdiyse durum farklı ve sinemacıları ve izleyicileri bu yönde bir dönüşüme zorlamak için üretmeli veya tartışma yaratmalıyız.
Bilim kurgudaki direnç odakları düşünüldüğünde fantastik türde durumun çok daha vahim olduğu ortada. Fantastik düzlemlerde teknofobinin sanayi devrimi düşmanlığına vardığı görülüyor ve
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
11
buradaki gerici tutuma karşı tavır almak daha da önem kazanıyor. En bilinen ve sevilen örnek olarak Yüzüklerin Efendisi’nin güçlü tutuculuğu teşhir edilmeli* ve hem bu türde hem de bilim kurguda Ursula K. Leguin ve birçok yaratıcının ters yönde yapıtlarının olduğu göz önüne alınmalıdır. Postmodern dalgaya rağmen Hollywood’un son dönem klasik anlatısında bile laik, akılcı ve Aydınlanmacı nüansların varlığı, geçmişte ve günümüzde klasik anlatı veya ABD dışında üretilen sinemada bu gibi örneklerin çokluğunu ve sahiplenilmesi gerektiğini hatırlatır nitelikte. Bu da Aydınlanmacı bir sinemanın mümkün olduğunu gösteriyor. İlerici bir konumlanışa sahip olduğunu iddia eden ve bu yöne eğilimli kitlelerin desteğiyle meşruiyet kazanan sanatçıların bu doğrultudan sapmamalarını sağlamak hem bu yönde eserler ortaya koymaktan hem de eleştiri mekanizmasını bu şekilde uygulamaktan geçiyor. Ancak bu yolla izleyicideki dönüşümü başarabilir ve bu dönüşümden doğan beklentiyle bir bütün olarak yedinci sanattın modern özüne uygun ürünler ortaya koyulması sağlanabilir.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
12
* Yüzüklerin Efendisi üçlemesine bu doğrultuda bir eleştirel okuma getirdiğimiz Sinemadan Programının 19. ve 20. bölümleri Youtube kanalımızda yayında; https://www.youtube.com/watch?v=ayHeG6-HDbc
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
13
AllahAllaaah - Mustafa Bilgin
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
14
Osmanlı'dan Günümüze Kültür Sanat Devrimi(!) Onur Özel Osmanlı’da Avrupalılaşma anlamında ‘yeni’ye dair her şey doğrudan ‘’Nizam-ı Cedîd” ile başlar. İlk kez Fazıl Mustafa Paşa tarafından devlete verilen iç düzen için kullanılan ve “yeni düzen“ anlamına gelen Nizam-ı Cedîd’in (1789) Osmanlı’da askeri, siyasi ve kültürel alanda Avrupalılaşmayı ve buna bağlı kültürleşmeyi amaçlayan bir süreç olduğunu görmekteyiz. Bu süreçteki asıl amaç; Osmanlı’nın, Avrupa düzen ve kültürünü de alıp onunla aynı seviyeye geldiğini göstermek istemesidir. 15. yüzyıldan itibaren, Avrupa okulları ve kiliseler aracılığıyla başkent İstanbul’a gelen orkestralar yoluyla Avrupa müziğinin Anadolu’da olduğu görülmüştür. Avrupa müziğinin Osmanlı kültürüne sızması, müziksel kültürleşmenin başlaması anlamına gelmektedir. Bununla birlikte Nizam-ı Cedîd ile doğrudan ve resmi olarak başlayan Avrupalı yenliğe dair düzenin müzikteki ilk görünümü, askeri düzenle birlikte yeni askeri bando ve devamında ise bandonun gelişimiyle birlikte Avrupalı sistemdeki müzik eğitimi ve uygulama kurumu olan “Müzikâ-i Hümâyün”la vücut bulmaktadır (1831). Tüm bunların yanında müzik ve sahne sanatı olan opera, müziksel kültürleşmenin gösterişli ve temel bir parçası olarak kendine yer edinmiştir.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
15
Osmanlı’nın opera sanatıyla olan birlikteliğine bakıldığında ilk bilgilerin 17. Yüzyıl’da ortaya çıktığı düşünülebilir, çünkü 1670 yıllarında, şair ve diplomat olan Eremia Kömürcüyan’ın (1636-1695) bir şiirinde opera kelimesinin yer aldığı görülmektedir: “Bazedup evler, divanhaneler Mum donanmalar ve operalar Sohbet ve meclis bulalar Baka gör seyran-azimi, dostum!“ (Yener, ty.:72). 1675’te İstanbul’da IV. Mehmet’in kızı Hatice Sultan’ın düğünü için Venedik’ten getirtilmesi düşünülen operanın, zaman darlığından getirilememesi sonucu (Sevengil, 1959: 7) Fransız Büyükelçisi Marquis de Nointel’in (1635-1685) Paris’e yazdığı raporda “bu insanları da görüyorsunuz, operaya ilgi göstermeye başladı, nasıl olur da Türkiye’de opera oynanır, ben de hayretler içinde kaldım…” sözleriyle, adeta alay edercesine bir kez daha operadan söz ettiğini görmekteyiz (Yener, t.y.: 72). 16. Yüzyıl’da İtalya’da doğan operanın Anadolu’da oldukça eski tarihlerden beri biliniyor olmasının nedeni, Avrupa ile güçlü ilişkilerinin olmasından kaynaklanıyor olabilmektedir ve yineleyecek olursak bu yüzyıldan itibaren Osmanlı’nın kendisini yeniliğe açtığı apaçık anlaşılmaktadır. İmparatorlukta, daha önce hiç karşılaşılmayan teknik ve kültür alanlarındaki yeniliklerin başlamasına öncü olan ve Avrupa’ya dair birçok bilgi veren kaynakların Sefâretnâmeler olduğu anlaşılmıştır (Yalçınkaya, 1996). Bu çerçevede opera kelimesi, Osmanlı’ya ilk önce kavramsal olarak doğrudan
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
16
Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Paris Sefâretnâmesiyle (Elçilik anıları 1720) girmiştir. Mehmet Çelebi kendine anlatılanlar ve gözlemleri neticesinde, izlediği ilk operayı tamamen kendi kültürel alt yapısıyla betimlemiş ve konuyla ilgili düşüncelerinin önemli bir kısmı burada verilmiştir: “Paris şehrine mahsus bir lub (oyun) var imiş. Opâre (opera) derler imiş. Acaip san’atlar gösterirmiş. Ol şehre mahsus imiş *…+. Ol saray mahsus Opâre için yapılmış. Rütbesine göre herkesin mahsus oturacak yerleri var. Bizi kralın oturduğu yere götürdüler *…+. Her taraf kadın ve erkek ile baştanbaşa dolmuş idi. Ve bu yüzden fazla çeşitli saz hazır idi *…+. Önümüzde sâzendelerin olduğu mahalde, işlemeli bir büyük perde asmışlardı. Tamam, yerleşildikten sonra birden bire ol perde kaldırılup, ardından bir büyük saray zuhûr eyledi (göründü).
Saray
avlusunda
oyuncular
kendilerine
mahsus
elbiseleriyle *…+ ve fistanlarıyla meclise tekrar parıltılar salup, sazlar dahi hep birden nağmeye giriştiler. Bir müddet raksolunup (dans edilip) sonra da opâreye başladılar *…+. Sözün kısası, ol şaşılacak şeyler gösterdiler ki, tâbiri (anlatılması) kâbil (kolay) değildir *…+. Masrafı çok bir sanat olmağla gelirini dahi düşünmüşler ve büyük devlet malı bağlamışlar *…+. Ve bu şehrin hususiyetlerinden imiş. Üç saat kadar vakitte opâre tamam olup, yine hânemize gelüp karar eyledik” (Rado, 2008: 52-55). Anlaşıldığı gibi Çelebi, kendisinin de ilgisini oldukça çeken ve ilk defa rastladığı opera sanatını nesnel ekonomik ve diplomatik bir dille,
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
17
kendince kavramsallaştırarak betimlemiştir.
Mehmet Çelebi’nin
verdiği bilgiler, yaklaşık 120 yıl sonra Osmanlı operasında benzer bir şekilde temsil edilmeye çalışılmıştır. Çelebi’nin betimlemesinden 77 yıl sonra, Sultan III. Selim (1761-1808), 1797’de Topkapı Sarayı’nda bir opera temsilini seyretmişse de, III. Selim’in sır kâtibi Ahmed Efendi’nin verdiği bilgiler çerçevesinde, bahsedilen opera eserinin adı, konusu veya içeriği hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Ahmed Efendi’nin Avrupa müziği ve operaya ilişkin olumsuz eleştirileri, bu sahnelenen eserden bir gün sonraki ruznâme (günlük) de şöyle yer almıştır: “Çarşamba günü Topkapı’ya inildi ve dün gece Topkapı’da Ağa yerinde opera adlı ecnebi (yabancı) oyunu gösteren Frenklerin (Avrupalıların) temâşa ettirdikleri (oynadıkları) çalgılı çengili *dansçılı+ oyun ve konuşmaları ve dimağa (beyne) sıkıntılı ve nezle getiren is ve pasları ve taklitleri hazırlanıp söyleşilerek eğlenildi” (Sevengil, 1959:15-17). III. Selim’in belki Batılılaşma ve yenilikçilik amacından dolayı, belki ilgiyle seyrettiği ve sır kâtibinin ise bir yabancılaşma içinde olumsuz olarak değerlendirdiği opera, bir Osmanlı sultanı tarafından seyredilmiş olan ve –her ne kadar adı bilinmese de- Osmanlı’da sahnelenen ilk opera eseridir. Bu çerçevede Mehmet Çelebi’nin sefâretnâmesinde yanlış telaffuz edilse de Osmanlı’ya önce kavram olarak giren opera (1720), 77 yıl sonra Avrupa kültürleşmesinin bir parçası olarak somut olarak girmiş olmaktadır. 1797’de sarayda
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
18
devlet erkânı tarafından seyredilen operadan yaklaşık 35 yıl sonra, saray dışında da seyredilecek şekilde yaygınlaşmaya başlamıştır. Böylece Osmanlı’da padişahların ilgisi ve emirleri doğrultusunda Avrupa sanatlarının uygulanması, Osmanlı’nın kendisini Avrupa ile aynı seviyede göstermesine ilişkin bir siyasi gayret olarak da değerlendirilebilir. Sarayda ilk opera eserini seslendirenler ise, 1828 yılından itibaren Donizetti tarafından Avrupa notası ve çalgıları ile marşlar ve İtalyanca şarkılar öğretilerek, kültürleştirilmeye çalışılan ve aslında bandoyu oluşturan Türk müzisyenlerdir. Osmanlı’nın ilk Avrupa müziği topluluğu gibi ortaya çıkan ve belki bu ilgiyle her şeyi yapması beklenen bando, yine padişahın isteği üzerine marşlar dışında, çeşitli operalardan ezgiler de çalmaya çalışmıştır. Aslında bu durum, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundaki, ‘ulusalcı müzik yaratımı’na ilişkin kültürleşme çabasıyla da örtüşmektedir. Özet olarak, pratikte her şeyin aynı kaldığı, değişen varyasyonların ise söz söyleme
yetkisine
sahip
olan
liderler
olduğu
net
biçimde
görülmektedir. Bandonun sarayda opera sahnelemesine ilişkin çabasının yanı sıra, Osmanlı’da operanın gelişimi ve asıl temsiliyeti, padişahın izni ve maddi desteğiyle açılan özel tiyatrolar çerçevesinde olmuştur. Levantenler arasındaki ilk Avrupa müziği konserlerinin, Galata’da org ve koro müziği ile başladığı, Ermeni ve Rum Katolikler aracılığıyla da diğer zengin Hristiyanların konaklarına doğru yayıldığı ve operanın da bunları destekleyen Levantenler tarafından Beyoğlu’na getirildiği görülür (Kösemihal, 1940: 116). Osmanlı’da
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
19
yenileşmenin bir siyasi amacı olarak ortaya çıkan Avrupalılaşma ve buna bağlı Avrupa kültürleşmesi içinde doğal olarak Avrupa müziği de yer almıştır. Avrupa sanat müziğinin resmî olarak kurumlaşmasından önce (1826-31), ilk defa operanın, yazılı kaynaklarla Osmanlı’ya giren Avrupa sanat müziği formu olduğu görülür. Dolayısıyla opera, 1720’den itibaren kavramsal ve betimsel olarak da olsa, Osmanlı’daki müziksel kültürleşmenin ilk aracı olarak sefâretnâmelerde ortaya çıkmıştır. 1797’de ilki olmak üzere 1840’lardan itibaren, temelde beş padişahın (III. Selim, II. Mahmut, I. Abdülmecid, I. Abdülaziz, ve II. Abdülhamid) ilgisi ve desteği ile saray tiyatrosu ve özel tiyatrolar kapsamında sefâretnâmelerdeki gibi, yaklaşık yüz yirmi altı yıl süregelmiştir. Bununla birlikte, Avrupa kültürleşmesinin bir parçası olan müziksel kültürleşmenin saray dışında kahvehane ve kafe gibi mekânlarda tango ve kanto gibi şarkılarla temsil edildiği görülür. Operanın, yıllar içinde belirli aşamalarla Osmanlı’da müziksel kültürleşmeyi sağladığı ve Osmanlı’nın çok kültürlüğünü genişlettiği görülür. Böylece, yeniliğe ve kültürleşmeye dair süreç, Nizam-ı Cedîd’le başlayıp üst kültürde Şarkı-i Cedîd ve Fasl-ı Cedîd’le, alt kültürde ise kantoyla sona devam etmiştir. Bunların yansıması, Osmanlı’yla sınırlı kalmamış Türkiye Cumhuriyeti’nde de devam etmiştir. Genç Cumhuriyetimizin, toplumsal gelişim sürecinde tiyatro, opera, bale ve çok sesli müziğe olan gayretinin temel alındığı,
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
20
toplumun beğenisini kazandırarak ve kültürel gelişimine katkıda bulunmak şartı ile eğitim görevi yapmak üzere, devletin hem idari hem de mali desteğini alan yeni kurumların oluşturulması için yeni yasalar çıkarılmıştır. Yaklaşık olarak, yüz yılı aşkın olan Saray Orkestra ve Bandosu, “Mızıka-î Hümayun”, 1924 yılında Ankara’ya taşınarak Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na (Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti) çevrilmiştir. Akademik hayatta ise 1924 yılında Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’nin kuruluşu ve Cumhuriyetimizin Türk Beşleri’nin eğitimleri için yurt dışına gönderilmeleri çok sesli müzik alanında olan önemli gelişmelerdendir. Cumhuriyet’in Türk Beşleri olarak bilinen Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Necil Kazım Akses ve Ahmet Adnan Saygun, çok sesli müziğin gelişimine büyük katkılar sağlamışlardır. İlk Türk operaları olan Özsoy Operası (Saygun, 1934), Taş Bebek (Saygun, 1934) ve Bay Önder (Akses, 1934) Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine bestelenip sahneye konulmuştur. Hatta Özsoy Operası’nın konusunu bizzat Atatürk’ün kendisi vermiş, bu üç perdelik opera ile Türk ve İran mitolojilerini birleştirerek, iki millet arasında kardeşlik, dostluk, birlik ve beraberlik köprüsünü kurmak istemiştir. Özsoy Operası, İran Şah’ı Pehlevi’nin Ankara’ya gelişiyle 19 Haziran 1934 yılında Ankara Halkevi’nde Mustafa Kemal ve Şah’ın huzurunda sergilenmiştir. İlerici ve devrimci kişiliği, iyi bir devlet adamlığı ve komutanlığının yanı sıra bir kültür sanat adamı ve iyi bir sanatsever olan Atatürk, yeni sanatçılar yetişmesi için yeni atılımlarda bulunup, Halkevleri açarak
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
21
sanatı tüm yurda yaymayı amaçlamış, sanatı, halk kültürüne harmanlamak için büyük çabalar sarf etmiştir. 1700’lü yıllarda Osmanlı ile başlayan kültür akımı çerçevesinde Cumhuriyetimizin doğumundan itibaren çok sesli müziğimiz ve operamız, devrimler, ilerici çabalar ve büyük emeklerle günümüze dek uzanmaktadır. Bu nedenle var olan sanatımız, sanatçılarımız ve sanat kurumlarımız en büyük değerlerimiz olarak karşımızda durmaktadır. Ancak bugün, Osmanlı mirasımızı ve Cumhuriyet tarihimizi göz önünde bulundurup bu değerlerimize bakıldığında ne denli gerilemiş olduğumuzu görmek acı vericidir. Sanatımızı Türkiye’nin her tarafında yapılandırmak gerekirken, var olanı söndürerek sanatsız bir Türkiye yaratmak düşünülemez. Bugün, Türkiye Sanat Kurumu ile Sanatın Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı taslağı ülkemiz kültür sanat kurumlarının geleceği için tehlike oluşturmaktadır. Her ne kadar Avrupa’daki
sanat
yapılanması
örnek
alınarak
oluşturulduğu
belirtilmiş olsa da yapı, özerk değildir. Tasarıyla devletin mevcut sanat kurumları ortadan kaldırılacak ve sanatçı istihdam edilmeyecektir. Süreklilik
gerektiren
opera
veya
bale
kan
kaybedecek
ve
konservatuvarlara giden öğrencilerin azalması sonucunda bunlar, giderek yok olacaktır. Bununla birlikte devlet kuruluşlarının ulaştığı Anadolu şehirleri sanattan mahrum kalacaktır. Tasarının getirdiği olumsuzluklar bu kadarla da sınırlı kalmamaktadır. Sanatçının korunması, sanat için sağlanacak fonlar ve sanatın desteklenmesi de tehlikeye girecektir.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
22
Kültür, bir toplumda geçerli olan ve devam eden, her türlü duygu, düşünce, dil ve yaşayış unsurlarının tümüdür. Sanat ise bir duygunun, bir düşüncenin, bir güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tümüdür. Bir toplumun geçmişinin, özlemlerinin ve hatta yönelişlerinin
o
toplumun
sanatına
yansıdığı
bilinmektedir.
Sanatçıları, içinde yaşadıkları toplumlar etkiler ve sanatçılar da eserleriyle toplumu etkilerler. Bu nedenledir ki bir toplumun nefes alabilmesi için sanatın ve sanatçının varlığı gereklidir. Sanat kurumlarına ve sanata ‘para kaybetmemek’ adına sırt çeviren bir toplumun yöneticileri, bütün toplumu intihara sürüklemiş olurlar.
Kaynaklar; Yener, Faruk. (t.y.). Türkler ve Opera Sanatı. İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu. Yalçınkaya, M. Alaaddin. (1996). Osmanlı Zihniyetindeki Değişimin Göstergesi Olarak Sefaretnamelerin Kaynak Defteri. OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), (7), s. 313-338. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/912/11379.pdf, (E.T: 01.04.2015). Rado, Şevket (2008) Paris’te bir Osmanlı Sefiri Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Seyahatnâmesi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Sevengil, R. Ahmet. (1959). Opera San’atı İle İlk Temaslarımız. İstanbul : Maarif Basımevi. Kösemihal, M. Ragıp (1939). Türkiye-Avrupa Musiki Münasebetleri. Cilt I., İstanbul: Nümune Matbaası.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
23
Kapitalist sistemde idealist bir bilim adamı: NIKOLA TESLA... Selçuk Korkmaz Okuduğum esinlenerek yazımda, önemini
bir
kitaptan
yazdığım Nikola dilim
bu
Tesla’nın döndüğünce
vurgulayacağım. Ancak Tesla’nın önemine giriş yapmadan önce Soner
TUNA’nın
Elektriğin Tanrısı”
“TESLA; kitabından
bahsetmek istiyorum. Bence bu kitap Tesla ile ilgili yazılmış en realist Türkçe kaynaktır. “Bence” diyorum çünkü, yıllardır izlediğim Tesla belgesellerinden ve okuduğum Tesla makalelerinden edindiğim tüm fikirleri Soner TUNA yazıya dökmüş sanki. Bilim ve Gelecek Yayınları’ndan yayınlanmış bu kitabı herkese tavsiye ediyorum. İcatların anında metaya dönüştüğü bir dönemde halkın daha rahat yaşaması için uğraştı. Parayı hep ikinci planda bıraktı. Tüm birikimini
bilimsel
çalışmalarına
harcadı.
Tesla’nın 34 yaşındayken, Napoleon Sarony tarafından çekilen fotoğrafı.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
24
Edison’un oyunlarına rağmen her daim ayakta durmayı başardı. Asla kapitalist sisteme ayak uydurmadı. Kimilerine göre “Elektriğin Tanrısı”, kimilerine göre “Yıldırımların Efendisi”, bana göre “İdealist Bir Bilim Adamı” ama her durumda “Zamanının Ötesinde Bir Dahi”. Nikola Tesla! Papaz olan babası oğlunun da kendisi gibi papaz olması için çok uğraştı. Ancak Tesla mühendislik okumak istiyordu. Hastalanıp yatağa düştüğü bir zamanda babasına bu isteğini dile getirdi, babası onu kıramadı. Prag’daki Charles Ferdinand Üniversitesi’ne başladı. Yabancı kaynaklardan daha fazla yararlanabilmek için yabancı dil kurslarına gitti. Anadili olan Sırpça ve ailece bildikleri Almanca dışında İngilizce, Fransızca ve İtalyanca öğrendi. Gün geçtikçe elektrik alanında uzmanlaşıyordu. Ancak babasının ölümü üzerine okulunu bir süreliğine bırakmak zorunda kaldı. Ama asla bilimsel çalışmalardan vazgeçmedi. Ne kapitalizme karşı duruşuna tepki gösteren FBI ne de elektrik tekelleri onu amaçlarından döndüremedi. “Bırakın doğruları gelecek söylesin, herkesi eserlerine ve başarılarına göre değerlendirsin. Bugün onların olsun; ama uğrunda çok uğraştığım gelecek, benimdir.” sözlerinin sahibi Tesla’ya verilen önem her geçen gün artıyor. Yaptığı her çalışmanın toplumsal bir karşılığı
da
olan
Tesla’yı
sadece
bir
bilim
adamı
olarak
değerlendirmiyorum. Tesla, amaçları ve amaçları uğrunda izlediği yoldaki duyarlılığı ile gerçek bir önderdir.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
25
Tesla geç de olsa eğitimini bitirmesinin ardından elektrik mühendisi olarak Avrupa’nın çeşitli yerlerinde çalışmaya başladı. Bir yandan yoğun iş hayatı ile başetmeye çalışırken bir yandan da üniversite yıllarından beri aklında olan alternatif akım motorunu gerçekleştirebilmek
için
çeşitli
çalışmalar
yaptı.
Neticesinde
çalışmalarının içeriğini ve önemini duyurmak için 1884 yılında Charles Batchelor’un referans mektubu ile Amerika’ya gitti. Orada Edison’u bulup desteğini istedi. Edison, onu mühendis olarak işe aldı. Başta ona gerçekten bilim adına destek verirken daha sonradan Tesla’nın alternatif akım (AC) fikrinin kendi şirketinin o dönemki temelini oluşturan doğru akımın (DC) yerini alacağını öngörerek Tesla’ya olan desteğini bıraktı. Hatta Tesla’ya “Bu jeneratörü yaparsan sana 50.000 dolar (bugünün parası ile 1 milyon dolar) vereceğim.” dediği halde ve Tesla o jeneratörü yaptığı halde parasını almaya gittiğinde Tesla’ya şu yanıtı verdi: “Amerikan şakalarından hiç anlamıyorsun.” Bu sözlerin ardından Tesla, Edison’a onun iş yerinden istifa ettiğini bildirdi.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
26
Tesla Amerika’da bulunduğu süreç içinde her zaman dikkat çekmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yugoslavya’nın faşist Almanya ile savaşması için silah tasarlama çalışmaları yapan Tesla, Sovyetlere destek vereceği endişesi ile FBI’ın merceği altına alınmıştır. Sonrasında Sovyetler’deki teknolojik ilerlemelerden anlaşılacağı üzere FBI’ın kaygıları yersiz değildir. Tesla’nın yaşadığı 19.yy özellikle fizik dünyasında büyük gelişmelerin yaşandığı, günümüz teknolojilerinin temellerinin atıldığı bir zaman dilimidir. Graham Bell, Marie Curie, Michael Faraday, Frederic Gauss, Thomas Edison vb. gibi pek çok fizikçi, elektrikelektronik ve haberleşme dünyasına bu dönemde kazandırılmıştır. Fakat Tesla pek çok yönden bahsi geçen bilim adamlarından farklıdır. Tesla, patentlerinin başkaları tarafından alınması ile de dikkat çeker. Örnek vermek gerekirse; röntgen cihazının temelini oluşturan X ışınlarının keşfini Tesla yapmıştır. Ancak Tesla, insan sağlığına zararlı olduğu gerekçesiyle X ışınları konusunda önüne gelen tüm projeleri reddetmiştir. Sonradan Wilhelm Röntgen X ışınlarını kullanarak röntgen cihazını keşfetmiştir. Başka bir örnek ise kablosuz haberleşmeyi sağlayan radyo dalgalarını öngören ilk bilim insanı yine Tesla’dır. Ancak bu öngörülerini gerçekleştirmeye fırsat bulamadan Heinrich Hertz bu dalgaların varlığını kanıtlamıştır. Guglielmo Marconi ise bu dalgalardan yararlanarak “radyo”yu icat etmiştir. Marconi ile ilgili bir bilgi daha eklemek istiyorum; Marconi telgrafın
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
27
temeli olan dalgaları keşfettiğini söyleyerek 1900 yılında Birleşik Devletler Patent Ofisi’ne bir başvuruda bulundu. Bu başvuruyu inceleyen patent ofisi Marconi’nin bu çalışmasının Tesla’nın 2 yıl önce aldığı bir patente çok benzediğini keşfetti ve bu gerekçeyle Marconi’nin başvurusunu reddetti. Bunlar gibi Tesla’nın keşfettiği ama patentini başkalarının aldığı daha pek çok örnek bulunmaktadır. Bunların dışında Tesla 7 Ocak 1943 yılında kendisine ait patentini aldığı 700. buluşla en çok patent sahibi insan olarak dünya tarihine geçmiştir. Ve günümüzde de hala Tesla dünyanın en fazla patente sahip insanıdır. Tesla’nın en önemli 10 buluşu: Manyetik Alan (1882) Alternatif Akım Motoru (1883) Tesla Bobini (Kablosuz Elektrik) (1890) Radyo Frekans Alternatörü (1890) Elektrik Jeneratörü (1894) Uzaktan Radyo Kontrolü (1898) Uzaktan Kumanda (1898) Dünya’nın En Güçlü Vericisi (1899) Kozmik Ses Dalgaları (1917) Floresan Lamba (1935)
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
28
Tesla olmasaydı bugün hayatımızı kolaylaştıran pek çok buluştan mahrum olabilirdik. Veya olaya tersten bakarsak; Tesla’ya zamanında verilen önem artmış olsaydı bugün çok farklı bir dünyada, çok daha rahat
bir
şekilde
ve
çok
daha
ucuza
yaşayabilirdik.
Tesla’nın keşiflerinin ve çalışmalarının FBI’dan kurtarılabilmiş bir kısmı
Belgrad’da
bulunan
Tesla
Müzesi’nde(üstteki
resim)
sergilenmektedir. Bu müzede meşhur Tesla Bobini ile kablosuz floresanları elektriğe çarpılmadan yakabilirsiniz. Gelecek gerçeği söyledi Elektriğin Tanrısı: Tesla…
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
29
Kaynaklar; Tesla; Elektriğin Tanrısı Kitabı, Soner TUNA, Bilim ve Gelecek Yayınları, 1. Baskı. http://en.wikipedia.org/wiki/Nikola_Tesla Edison’dan pek elektrik alamadık – Dudu Hazal Ok http://onedio.com/haber/21-madde-ile-nikola-tesla-nin-zamaninin-cokotesinde-bir-insan-oldugunun-kaniti-426731 Yıldırımların Efendisi: Nikola Tesla Belgeseli https://www.youtube.com/watch?v=xoCiy2hTEnw http://www.gercekbilim.com/nikolanin-en-unlu-buluslari-nelerdir/ http://nationalgeographic.com.tr/makale/kesfet/ilklerin-adami-nikolatesla/2386 http://www.elektrikport.com/teknik-kutuphane/nikola-teslaninbilinmeyen-10-icadi/11377#ad-image-2
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
30
Aydınlanma İçin Yaşar - Hüseyin Kılınç
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
31
Güzel İzmir Gökay Korkmaz
Geceleri başka güzeldir, İzmir… Konak’ta Ahmet amca sarınmış sıkıca, uyumakta Pasaport’ta Cemil abi İçiyor gene, bulmuş para Kordon’da Bahar abla Satamamış gülleri, koşuşturmakta Sahil boyu, çocuk derya Kurcalıyorlar çöpleri ağızlarıyla… İzmir, geceleri başkalarına güzeldir.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
32
Adam, Köpek ve Zeynep Serhat Başeğmez
“Hayatın ‘zamanla’ ilgili bir şey olduğunu düşünmek, yalnızlığın en ağır geldiği anların yaşanmaya başladığı dönemlere rast gelir kimileri için. Artık ne olacaksa olsun der; hayatın sana hangi yüzünü göstereceğini iyisiyle, kötüsüyle, bir an önce görmek istersin. Ancak zamanı devreye sokmak ‘tıkanmaya’ bir bahane; kendinden kaçıştır. Yani bir nevi korkaklıktır.” Sokakta Ölen Köpek
Sokak lambasının ışığının altında titreyen sokak köpeği kadar üşümese de, en az onun kadar yalnızdı. Yalnızlığına bir kılıf bulmak istese, oracıkta, karnını betona koyup ön ayaklarının üstüne çenesine dayamış köpeğin çaresizliğini örnek gösterir, sokağı öylece geçip giderdi, ama gidemedi. Tam köşeyi dönecekken, sağa doğru hafif falso almış sol omzunun üzerinden gözüne bir gölge ilişti. Sağ ayağı, ardında bırakacağı sokağı adımlamak yerine gerisin geriye terse döndü. Az önce gördüğü gölgenin sahibini aranan ama kendisine bile çaktırmadığı bakışları, sadece köpeğin üstündeydi. Kafatasının kemiklerini avucunda hissede hissede, bastırarak, tüylerinin suyunu almaya çalışırken gölgeyi bir daha gördü. Başını kurutmak için
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
33
okşadığı köpeğin gözünü bile kaldırmamasını yadırgadı. Yaptığının bir iyilik ve iyiliğininse karşılıksız kaldığını düşünerek öfkelendi. Daha kendisini kapıda görür görmez havalara zıplayan, hoplayan, oynayan köpeği geldi aklına. “Şimdi onun kafasını okşasaydım ayaklarını havaya diker, yanağını yere dayar, yüzüne bir tebessüm düşürüp sağ arka ayağını durmadan sallardı.” Elini bastıra bastıra köpeğin sırtına vardı. Avucunda biriken suları sokağın çamurlaşmış yollarına silkeledi. Nemli elini siyah paltosuna silip son kez başından kuyruğuna, masa temizleyen bir garson hareketiyle ulaştı. Ayağa kalktı, kafasındaki şapkayı çıkartıp köpeğin burnunun ucuna dayadı. “Şangııırtt.” Ayağının dibine pembe, porselen bir tabak düştü. Köpek yerinden zıpladı, adam kafasını yukarıya kaldırdı, gölgeyi arandı; yoktu. Tabağın atıldığı eve çıkmak için apartmandan içeri girdi. Sağ işaret parmağıyla birkaç kere otomata bastı ancak ışık yanmadı. Karanlıktan korkardı. Sol eli hemen cebine gitti. Telefonunun fenerini yakacaktı. Şimdi, eli cebine giderken eski sevgilisini aklından geçirdiği gibi telefonun fenerini yakmayı da daha otomata ilk basışında geçirmişti aklından. Zihni bir bulantı yaşıyordu. ‘Telefonun feneri, eski sevgilisi(Zeynep), karanlık, korku’. Düşüncelerini Zeynep’te sabitlemeye karar verdi. Hemen Zeynep’in boynuna sığındı. Burun deliklerine yavaş yavaş dolan deniz kokusunu daha çok çekti içine. Tırabzanda kayan elleri sanki Zeynep’in vücudunda dolaşıyordu. Yeni ağdalanmış, pürüzsüz kollarını hissetti. Elini bir ters bir düz yaparak
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
34
merdivenlerden yukarı çıkmaya devam etti. Şu an Zeynep’in sırtında ki en büyük benin üzerinden geçtiğini tırabzanın üstünde eline takılan bir çapak hatırlatmıştı kendisine. Bu hatırlatma özgür bir adamın tebessümünü düşürdü yüzüne. Gözlerini kapattı. Tam o esnada ayağı merdivene takıldı ve dizlerinin bağı çözülmüşçesine bir korku anı yaşadı. Ne o Zeynep’e tutunabildi ne de Zeynep onu tuttu. Karanlıkla Zeynepsiz karşı karşıya kalması sanki sonsuz bir korku boşluğuna fırlatmıştı ruhunu ve daha da çok korktu. Birinci kata gelmişti, otomatı arandı sol eliyle. Düğmeyi buldu. Korkudan elleri titriyor bir yanda da soğuk terler boşanıyordu alnından. Tek kurtuluşu yine Zeynep’te buldu. Kambur duruşunu düzeltip kafasını düğmenin üst tarafına dayadı. Kapattı gözlerini, aldı Zeynep’i karşısına, önce bir yutkundu, ne zamandır görmüyordu Zeynep’i. Kızgındı ona. Zeynep’in hiç de kaldıramayacağı bir ton can yakıcı cümleler kurmuştu kafasında. Ağzından tükürükler saça saça ‘korkaklıkla’ suçlayacaktı ama cümleler birer tuğla olmuş yıkılmışlardı. Zaman aşkı öldürüyordu. Sadece gözlerine bakıyordu, daha doğrusu bakmaya çalışıyordu. Zeynep de tıkanmıştı. Zeynep öylece durakaldığı zamanlarda kafasını kaldıramaz, gözüne gözüne bakamazdı. Belki belli belirsiz bir ses çıkarır, onu da bir tek kendi duyardı. Başını bir suçlu gibi hafif aşağıya eğer, ara ara gözlerini yukarı doğru kaldırır, o da çok sürmez hemen geri indirirdi. Köpekten korkmamış, karanlığı atlatmış ama Zeynep’e yine kıyamamıştı. “Kıyamıyorum ben sana” dedi adam.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
35
“Biliyorum” dedi Zeynep. “Özledim” dedi adam. “Biliyorum.” "Beline sarılmak istiyorum.” “Biliyorum.” “Şu saçlarını başımla kenara attırıp boynuna dalmak istiyorum.” “Biliyorum.” “İçime çekmek istiyorum kokunu.” “Biliyorum.” “Yüzünü avuçlarımın içine almak istiyorum.” “Biliyorum.” “Saçlarına dokunmak istiyorum, biliyorum biliyorsun ama sen de istiyorsun.” “Saçlarımla alnımın bitiştiği yerden koklamak istiyorsun beni” dedi adam. “İstiyorum” dedi Zeynep.
Zeynep,
gözlerini kaldırıp indirdi, adam, sustu. Hayalini kurarken bile kıyamadığı Zeynep’in kapısına gelmişti. Sağ eliyle zili çaldı ama ötmedi. Sol eliyle kapının tokmağını tuttu, tam vuracakken ayağının dibine düşen pembe tabağı hatırladı. Vuramadı kapının tokmağına. Zeynep pembe tabağı kendisinin gönderdiği yazıları biriktirdiği kutunun üstüne sanki sarma kapatır gibi kapatırdı. Pembe tabağı attığına göre “Zeynep unutmak, kurtulmak istiyor benden” diye geçirdi içinden. Belki de tam tersiydi. Hiç ışığı yakma ihtiyacı duymadan gerisin geriye döndü. Şapkasını almak için eğildi, köpeği bir kez daha okşadı ama artık nefes almıyordu ve şapkayı öylece bıraktı. Kendisini takip eden gölgeyi unutup sokakta kayboldu. Zeynep pencereye çıkıp sevgilisini köşeyi dönene kadar uğurladı. Aşağıya, köpeğe dikti bakışlarını. Gözleri doldu, kafasını yukarıya kaldırıp bağırdı: “Öl zaman öl! Köpek gibi öl!”
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
36
Harlı Günler Mehmet Rayman
bu kürenin içinde bir mum gibi yanarım kimse bilmez kime yandığımı ışığım gittikçe koyulaşır kendiliğinden olur patlama
sonra kayan tülleri toplarım öyle yumuşak gelir ki elime yosun yeşili saçların ucu çiy damlası düşkün acılarım bir yaprak gibi geliyor elime
neye dokunsam dile gelir konuşur benimle bir süre bir solukta çıkarız önümüze çıkan yokuşu parmakların yakışıyor tenime
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
37
yakamdan düşürmem sırma saçın düğmesini ilikten bakınca deniz görünür ezim ezim ezilen yüreğim elimin içi kocaman bir kor
yıllarım üzüm suyu sessiz sessiz eğilir dallarım yine batmaz gölün içine harlı günlerin eteklerinden geçerken bakıyorum gökyüzüne
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:89 | Azizm Sanat Örgütü 8 Yaşında
38