Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
1
Yayın Kurulu Fırat Tunabay Gökay Korkmaz Gökhan Baykal Onur Keşaplı Osman Bahar Özgür Keşaplı Didrickson Selin Süar
Tasarım Sorumlusu Selçuk Korkmaz
Ön Kapak: Babil Kulesi (1563) – Pieter Brueghel Arka Kapak: Guernica (1937) – Pablo Picasso
azizm.sanat@gmail.com www.azizmsanat.org https://www.facebook.com/azizmsanat https://twitter.com/AzizmSanat
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
2
İÇİNDEKİLER
Yokedici’yi Yok Etmek: Terminator Genisys – Onur Keşaplı
s.7
Psikolojik Bir Analiz: Forrest Gump – Hande Çelikay
s.17
Yanlış Anlaşılmaların Ustası – Cennet Akıncı
s.23
Başlıksız – Afet Yıldız
s.27
Türkiye – Gökay Korkmaz
s.33
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
3
EDİTÖRDEN Babil Kulesi’ne dair tarihsel, dinsel ve efsanevi birçok veri var. Antik çağların yedi harikasından biri olan Babil’in Asma Bahçeleri’ne Sümerler tarafından inşa edilen doksan metre genişlik ve yükseklikteki yedi katlı yapı, Pers istilası sonucu yıkılana dek insanlığın ilk tanrısal yaratılarından biri olarak Orta Doğu’da yükseldi. Tevrat ve Kuran’da farklı anlatımlarla kendine yer bulan kule ile ilgili anlatılan en yaygın efsane, aynı dili konuşan ve yeryüzü ile gökyüzünü birleştirme gayesiyle kule inşa eden insanlığın, tanrı tarafından dil birlikteliğinin dağıtılarak cezalandırılması ve o gün bugündür yüzlerce farklı dil neticesinde bir birliktelik kuramamaları şeklinde ilerler. Gerçekten de tarih boyunca Orta Doğu coğrafyası her daim savaşların odağında yer alarak belki de yüz milyonlarca cana yitip gidişine ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde ve hatta gelecekte bu durumun olumlu bir dönüşüm geçireceğini söylemek mümkün değil. Geçtiğimiz ay Suruç katliamıyla başlayan ve kanla ilerleyen süreçte artık bir cumhuriyet olmaktan uzak ülkemizin, coğrafyasına uygun olarak bitmek bilmeyen savaşların etkin bir parçası olduğu görülüyor. Durum öylesine tehlikeli ki “savaşa hayır – barış istiyoruz” gibi iyi niyetli söylemlerin zamanı çoktan aşıldı. Emperyalist sermayenin denetimindeki gericilik ve ırkçılık, mevzilerine yeni kişileri katarken, ilkel eğilimlerinden uzak durmayı da güçleştiriyor. Daha önce sıkça dile getirdiğimiz üzere, dünyayı ve her hangi bir olayı etnisite veya din odaklı değerlendirdiğinizde günün
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
4
birinde gerici noktada kalakalmanız kaçınılmazdır. O çok tutulan “insan doğası”nda bile yeri olmayan söz konusu “değer”lerin insanlık idealini parçalamasına daha fazla izin vermemek adına söz konusu yapıya karşı her
cephede
elimizde
neyimiz
varsa
onunla
savaşmalı,
antiemperyalizm, antikapitalizm ve Aydınlanmadan asla taviz vermeyerek karşı saldırıya geçmeliyiz. Gezi Direnişi ile alt ettiğimizi düşündüğümüz liberal akıl tutulması ve etnisite sevdasının, iki yılın ardından gündelik söylemden başlayarak her bir yanımızı sardığını unutmadan, söz konusu savaşa kendi çevremizden başlamalı, Gezi’nin tek
gerçek
taşıyıcısı
olan
Birleşik
Haziran
Hareketi’ne
(http://www.haziran.info) sahip çıkmalıyız. Aksi takdirde ön kapağımızda yer alan Babil Kulesi’nin evrensel insanlık değerleriyle meydana gelen ahengi yerine arka kapağımızdaki Guernica dehşetiyle baş başa kalacağız. Unutmamalıyız ki Guernica şiddetin sonunu değil sadece ön izlemesini resmedebildi. Ağustos sayımızda geçtiğimiz ay beşinci filmi gösterime giren Yokedici / Terminator serisine dair ideolojik ve sinematografik bakış açısında kapsamlı bir eleştiri yer alıyor. Bir diğer film eleştirimizde ise tüm zamanların en çok sevilen ve bilinen filmlerinden olan Forrest Gump’a psikolojik bir değerlendirme ile filmin ana karakterine akılcı bir bakış açısı getiriyoruz. Genç kalemlerden çıkan deneme ve şiir biçiminde modern yazılar da bu ay Azizm’de. İnsanlık ideali için sanatla kalın dostlar…
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
5
Azizm’in Notu: Azizm Sanat E-Dergi’nin Eylül 2015 sayısı için dilediğiniz konuda makale, öykü, şiir, deneme, eleştiri, karikatür, resim, video ve fotoğrafı 31 Ağustosa kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza iletebilirsiniz.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
6
Yokedici'yi Yok Etmek: Terminator Genisys Onur Keşaplı
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
7
İlk filmin üzerinden otuz yılı aşkın zaman geçmiş olmasına karşın popüler kültürdeki yerini koruyan ve beraberinde on yıllar öncesinden kült mertebesine erişmiş, küresel ölçekli sayılabilecek görüngü Yokedici (Terminator) serisinin beşinci filmi geçtiğimiz ay izleyiciyle buluştu. Eleştirmenler ve hayranlar nezdinde karışık duygulara sebebiyet veren Yokedici Genisys, James Cameron’un yazıp yönettiği 1984 yapımı Yokedici ve 1991 yapımı Yokedici: Kıyamet Günü gibi bilim kurgu – macera türünde sinema tarihinin iki başyapıtından sonra Cameron’dan bağımsız çekilen üçüncü devam filmi. Serinin üçüncü ve dördüncü filmine göre daha nitelikli ve sadık duran, bu noktada Cameron’un da övgüsünü alan filmin salt olumsuz duygular yaratmamasını Yokedici Genisys’in neredeyse eşit orandaki olumlu ve olumsuz hamleleri sağlıyor. Filme yönelmeden önce seriyi ilk iki filmle özel kılan detayları ve devamındaki iki filmle Yokedici’ye dair nelerin yok edilmeye başlandığını hatırlayalım.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
8
Soğuk Savaş’ın son döneminde nükleer yıkım tehdidinin günümüze göre daha sıcak olduğu yıllarda, tekno-fobiden beslenerek yazılan Yokedici, ABD ordusunun füze sistemleri başta olmak üzere komuta kademesini Skynet adlı bir bilgisayar programına teslim etmesinin ardından sistemin kendi bilincine vararak tüm dünyayı nükleer bombalarda yok ettiği bir geleceği tasvir ediyor. Kıyamet Günü sonrası hayatta kalan insanlar ise Skynet’in ürettiği insanımsı robotlar tarafından avlanıyor. Savaşın ilerleyen yıllarında direnişi örgütleyen John Connor, durumu insanlığın lehine çevirerek Skynet’i mağlup etmeyi neredeyse başarıyor. Bu noktada Skynet, savaşın seyrini değiştiren etmenin Connor’un varlığı olduğunu görerek ürettiği zaman makinasıyla 1984 yılına T800 modeli bir yokedici göndererek direnişin liderini daha doğmadan yok etmek amacıyla annesi Sarah Connor’u öldürmeye çalışıyor. Zamanlar arası tehdidin farkına varan John da annesini koruması için savaşçılarından Kyle Reese’i geçmişe yolluyor. Benzer bir senaryonun işlediği ikinci filmde de bu kez John’u çocukken öldürmeye teşebbüs eden Skynet, imha edilmesi pek de mümkün olmayan T1000 modelini geçmişe yollarken Connor da kendi çocukluğunu koruması için yeniden programladığı T800 modeli bir yok ediciyi görevlendiriyor. Dönemi için yaratıcı bir içeriği barındıran serinin en büyük akılcılığı, tek başına yeterince dikkat çekici olacak olan gelecekteki savaşı ele almak yerine onu arka fonda bırakıp savaşı günümüze taşıması. Arnold Schwarzenegger’in doğuştan getirdiği “yokedici” görünümden faydalanan Cameron, usta işi diyaloglar ve
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
9
güçlü oyuncu yönetimiyle Arnold gibi oyunculuktan uzak bir ünlüden korkutucu ve de duygusal bir karakter yaratmayı başarıyor. Nükleer savaş karşısında insanlıktan ve varoluştan yana tavır alan seri, her ne kadar tekno-fobi gibi Hollywood muhafazakârlığının sevdiği bir alt metinle ilerlemiş bir de üstüne John Connor’un ilk babasının asla bilinmemesinden doğan İsa Mesih göndermeleri yapmış olsa da “insanların kendi yaptıklarından başka kader yoktur” cümlesini sloganlaştırmasıyla nispeten laik bir tavra sahipti. James Cameron’un kendince noktaladığı seriye*, ikinci filmden 12 yıl sonra Yokedici: Makinaların Yükselişi adlı düpedüz para kokan devam filmiyle 2003 yılında ilk hasarı verildi. İlk iki filmin parodisi olarak da görülebilecek sahne ve diyalogların ötesinde üçüncü filmin seriye vurduğu en büyük darbe “kader kaçınılmazdır” önermesi oluyordu. Büyük oranda yapımcılar ve Arnold’un zorlamasıyla kotarılan ve seriyi üçlemeye çeviren bu filmin ardından 2009 yılında yeni bir üçlemenin ilk halkası olarak sunulan Yokedici: Kurtuluş izleyiciyle buluştu. İlk kez gelecekteki savaş yıllarında geçen film, senaryosundaki muazzam defoların ve genel olarak mantık hatalarının dışında akılda kalıcı bir bilim kurgusal alt yapı inşa edemeyerek üçüncü filmden daha iyi olmasına karşın serinin düşününü engelleyemedi. İlk iki filme göre oldukça düşük kalan devam filmlerinin gelişi düşünüldüğünde ister istemez James Cameron’un ikinci film için çekip son anda kurguda vazgeçtiği kapanış sahnesi akla geliyor. 1991 yapımı Yokedici: Kıyamet Günü boyunca anlatıcı olarak dinlediğimiz Sarah Connor, filmin son anda çıkarılan
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
10
sonunda Skynet’in ve elbette yıkımın yaşanmadığı bir gelecekte, yaşlı haliyle parkta oğlu John’un torunuyla oynamasını izlerken ses kaydını tamamlıyor (https://www.youtube.com/watch?v=JgUsMkbipQQ). Bu sahnenin
mutlaklığının
zedeleyeceğini
düşünen
filmin
kader
yönetmen,
karşıtı
“insanlığa
konumlanışını güven
olmaz”
dürtüsüyle hareket ederek filmin sonunu gece ilerleyen araba ve Sarah Connor’un geleceğe dair belirsizlik içermekle birlikte umut taşıyan sözleriyle noktalıyor.
Sinematografik
açıdan
oldukça
güçlü
ve
serinin
ruhu
düşünüldüğünde daha doğru olan bu tercihin paraya doymak bilmeyenlerce iğdiş edileceği bilinse yine de bu seçim yapılır mıydı bilinmez ancak 2015 yapımı Yokedici: Genesys‘in tıpkı önceki iki film gibi bu boşluk sayesinde var olabilen bir film olduğunu bilmekte fayda var. Gelecekteki savaşta insanlığın galibiyeti sonrası Skynet’in Sarah
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
11
Connor’u öldürmek için 1984’e yokediciyi göndermesiyle başlayan film, Kyle Reese’in aynı yıla dönüşü ile ilk filmin benzer hatta kimi zaman aynı sahneleriyle ilerlerken bir anda keskin bir dönüş yaparak ilk iki filmden bildiğimiz geçmişin artık mevcut olmadığını, geçmişin ve beraberinde geleceğin yeniden yazılmakta olduğunu gösteriyor. 2029’dan 1984’e, oradan 2017 geçen film, Skynet’in önceki filmlerdeki olaylardan ders çıkardığını ve beklenmedik bir hamleyle Kıyamet Günü’nü ve devamında gelecek zaferi kesinleştirmek adına, artık yalnızca dev makinalarla değil daha akılcı bir yazılım olan Genisys programı aracılığıyla yeni bir planı olduğuna seyirciyi ikna ediyor. Bu program doğrultusunda John Connor’un ele geçirilip adeta nano teknolojik bir insanımsı robota dönüştürülmesi ve filmin kötü adamı halini alması ise Yokedici serisindeki en radikal dönüşüm. Ciddi bir risk alarak yola koyulan film bu gibi radikal hamlelerin yanı sıra ilk iki filme saygı duruşunun da ötesine geçmeyi başaran ilk yarım saatiyle bilim kurgu-macera türünde serinin hak ettiği dokunuşu geri getirirken hayranların soluksuz izleyeceği sahneler ortaya koyuyor. Arnold’un bir kez daha canlandırdığı T800 ise filmin mizahi tonunu başarıyla sırtlıyor. Bununla birlikte “kendi yaptığımızdan başka kader yoktur” çağrısına geri dönerek Kıyamet Günü’nü reddeden senaryonun, çağa ayak uydurarak sosyal medya odaklı her an ve her yerde çevrimiçi olmamızı sağlayan bir yazılım ile gerilimi tırmandırması akılcı bir yenilik.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
12
Ancak tam da bu yenilik sebebiyle beşinci film ortalama izleyiciyle kalıcı bağ kurabilmekten uzaklaşıyor. İlk iki filmin kıyamet senaryosu olan nükleer tehdit gerçek anlamda insanlığı korkutmaktayken, sosyal ağların yaşamımızı sarıp sarmalaması günümüz insanı için bir tehdit olmaktan öte bir ayrıcalık olarak sunuluyor ve özümseniyor. Filmin tehdit olgusu olarak sunduğu kesintisiz ortak ağ sistemi hali hazırda insanların sabırsızlıkla beklediği bir sonraki yazılım hamlesi olarak önümüzde bekliyor. Farklı bir derdi olmasına karşın benzer bir akıbeti yaşayan Truman Show filminin 1998 yılında “sürekli gözetleniyoruz, simülasyon
bir
hayat
sürüyoruz”
önermesiyle
olumsuzladığı
gelişmelerin takip eden yıllarda çoğunluk tarafından büyük bir coşkuyla kucaklanması gibi Yokedici Genisys’in sunduğu korku öğeleri zaten kabullenilmiş ve sevilir durumda. Filmin risk alan ve yenilikçi kurmacası ile bağdaşmayan senaryo boşlukları ise gözden kaçmayacak kadar heybetli. Sarah Connor’un çocukluğunda onu korumak adına gönderilen T800’ü kim geçmişe gönderdi? Skynet zaman makinasıyla
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
13
son hamlesini yaparken ve John Connor bunu yeni öğrenirken ilk iki filmde olup bitenleri nasıl biliyordu? Dahası Skynet bunları daha olmadan biliyor ise niçin başarısızlığı bildiği halde 1984’e aynı senaryo ile aynı T800’ü gönderdi? Madem senaryo aynı akışında olacaktı öyleyse T1000 niçin bu kez daha eski bir tarihe yollandı ve bu değişiklikten Sarah Connor ve onun yanına nasıl geldiği bilinmeyen T800 nasıl haberdar oldu? Sayısı arttırılabilecek bu soruların cevapları filmde mevcut değil. Filmin başarılı çatışma ve savaş sahnelerinin albenisi aşıldığında ortaya çıkan bir diğer başarısızlık ise oyuncu tercihi ve yönetiminde beliriyor. İlk iki filmde Sarah Connor’u canlandıran Linda Hamilton’a benzerliğinden ve Taht Oyunları dizisinden gelen ününden beslenilen Emilia Clarke’ın bir nebze ayrı tutmak gerekirse John Connor’u oynayan Jason Clarke ile Kyle Reese’i canlandıran Jai Courney kelimenin tam anlamıyla fiyasko. Yok oluşun eşiğinde makinalara karşı direnerek savaşan, yokluk içindeki insanlığı temsil ederek umut olan ikilinin, Arnold’un gençliğini hatırlatan kas yığını vücutları Yokedici evreninde saçma duruyor. Aynı iki karakterin önceki filmlerde Michael Biehn, Edward Furlong, Christian Bale ve hatta Nick Stahl tarafından canlandırıldıklarında hem fiziki hem duygusal olarak bağ kurulabilecek ölçüdeki sıcaklıkları yerini bu filmdeki ikilinin buz gibi sahnelemelerine bırakmış durumda. Bu da elbette yönetmen Alan Taylor’ın oyuncu yönetimindeki ciddi başarısızlığını ortaya koyuyor.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
14
Genel olarak değerlendirmek gerekirse, Yokedici Genisys, kendinden önce gelen iki filmden bir nebze daha başarılı olsa da, serinin ilk iki filmiyle kıyaslandığında büyük bir başarısızlık. Hatta ilk iki filmde yaşananları “sıfırladığı” için hayranların tepkisi çeken bir saygısızlık örneği. Buna rağmen serinin yaratıcısı James Cameron’un üçüncü ve dördüncü filmler yerine Yokedici: Genisys’i kendi yönettiği filmlerden sonra tek gerçek devam filmi olarak kabul ettiği açıklaması ve övmesinin önemli. Gerçekten de film serinin üçüncü ve dördüncü filmleri yokmuşçasına davranarak serinin asıl üçüncüsü gibi davranıyor ancak ilk iki filmin bundan çok daha iyisini hak ettiği bir ortada. Hollywood’un para hırsı uğruna iğdiş edilen Yokedici serisinin, son halka ile birlikte her nasıl oluyorsa yeni bir üçlemeye doğru yol alacağı konuşuluyorken Yokedici’nin daha ne kadar sömürülerek yok edileceği sinemaseverlerde ister istemez korkuya sebebiyet veriyor.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
15
*James Cameron’un 1996 yılında Universal Stüdyoları için filmdeki kadroyu da ikna ederek hazırladığı T2 3-D: Battle Across Time bir anlamda yönetmenin gayrı resmi olarak seriye getirdiği nihai son olarak izlenebilir. https://www.youtube.com/watch?v=I24cGSBpNnE
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
16
Psikolojik Bir Analiz: Forrest Gump Hande Çelikay
Sınır zekâ düzeyinde olduğu için (75 IQ puanı) okul sistemine dâhil edilmek istenmeyen Forrest, ayrıştırılarak zihinsel engelli çocukların gittiği bir okula gönderilmek istenir. Bu esnada IQ puanı dışındaki hiçbir özelliği karar aşamasında dikkate alınmaz. Sosyal işlevselliği, günlük yaşam becerilerini gerçekleştirme düzeyi, algılama, muhakeme, ince ve kaba motor becerileri, dil becerileri dikkate alınmaz. Amerikan eğitim sisteminin, ayrıştırma modeline bir eleştiri yapılmıştır. Aynı isimli kitabın yazarı 60’lı yıllardan 80’li yıllara kadar süren dönemi mercek altına almıştır. Şu an hafif ve orta zihinsel engelli çocuklar kaynaştırma eğitimi ve özel alt sınıf uygulamaları ile yaşıtları ile bir arada eğitim görmektedir. Dâhil edilme metodu tüm dünyada
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
17
yayılmaya başlanmıştır. Forrest’in düşük bilişsel işlevselliğe sahip olması dolayısıyla annesi sürekli olarak oğluna basit ifadeler kullanarak eğitim verir. Başlarda fiziksel olarak da dezavantajlı durumdadır. Duruş ve yürüyüşünde bozukluk olduğu için bacaklarına protez takılır.
Bilişsel işlevselliği Forrest’in her ne kadar düşük olsa da duygusal farkındalığı daha yüksektir. Annesinin oğlunu normal çocukların gittiği okula gönderebilmesi için müdürle birlikte olmasına tepkisini konuşarak değil, alaycı bir ses tonuyla ifade eder. Tüm film boyunca Forrest karakteri dezavantajlı bir noktada başlar, azimli yapısından dolayı bu durumu avantaja çevirir. Düzgün yürümekte zorlanan çocuk, Başkan’dan ödül alacak bir Amerikan Futbolcusuna dönüşür.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
18
Fiziksel
yeterliliği
normalin
çok
üzerine
çıkar,
bilişsel
sınırlılıklarından dolayı elindeki gücü bazen doğru şekilde kullanamaz. Gücünün zorlanması mucizelerle tamamlanır. Peşinden koşturan düşmanları sayesinde protezlerinden kurtulur, aşk acısından dolayı maraton koşucusundan daha uzak mesafelere gider, korkmasına rağmen basit ilkeleri uygulayarak 4 kişinin hayatını kurtarır. Rutin hareketleri öğrendiği takdirde verilen işi mükemmel bir şekilde yapar. Silah parçalamayı ve birleştirmeyi, masa tenisi oynamayı, koşmayı, askerde verilen basit yönergelere uymayı en iyi şekilde yapar. Zaman zaman duygusal olarak künt sayılabilecek tepkiler verir. Jenny’e sevgisini davranışları ile belli eder. Onu sevdiğini söylerken bile yüzünde duygusal bir ifade bulunmaz. Bunun yerine sevdiği kıza zarar verilmesine göz yumamaz. Kendini ifade etmesi, iletişim becerileri sınır
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
19
zekâdaki bir bireyin altındadır. Bunun yanında cinsel dürtü kontrolü gelişmiştir. Amaçsız davranışları sık gözlenir. Yeni bir yönerge verilmediği
takdirde
boşluğa
düşer.
Kendi
kendini
yönetip
yönlendiremez. Soyut düşünme, kurgulama becerileri gelişmemiştir.
Masa tenisi turnuvası için gittiği Çin’in nasıl bir yer olduğunu tanımlarken yaş düzeyinin çok altında bir cevap verir. Uyum becerilerindeki yetersizliği filmde komedi unsuru olarak kullanılır. Neden-sonuç bağlantılarını kuramaz. Amaçsızca günlerce koşar, yorulduğu gerekçesiyle evine dönmeye karar verir. Çevresi tarafından sevilse de ilk görüşte farklı yapısı fark edilir ve dışlanır. Servise bindiğinde kimse yer vermek istemez. Sıkı bir bağ kuracağı Jenny haricinde.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
20
Genel olarak birinin yönlendirmesine bağımlılık geliştirir. İlk zamanlar annesine, sonra Jenny’ye, sonra da Teğmen Dan’a bağımlılık geliştirir. Bu üç karakteri film boyunca yüceltir.
Forrest’ta tekrarlayıcı stereotipik hareketler dikkat çeken bir diğer özelliktir. Masa tenisi maçlarındaki başarısı buna yordanabilir. Engellenme eşiği de düşüktür. Bilmediği yeni bir etkinliğe katıldığında gerginleşir. Bildiği bir etkinlikte en kritik durumlarda bile oldukça rahattır. Obsessif-kompulsif bozukluk düzeyinde olmasa da düzene
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
21
olan düşkünlük dikkat çekicidir. Çantasının içi ve giyim kuşamı her zaman çok düzgündür. Sosyal işlevsellik düzeyi ile örtüşmeyecek düzeyde bir düzenlilik gözlenmiştir. Filmin sonunda iletişim becerileri ve sosyalleşmesi, dil gelişimi öyle bir noktaya gelir ki başından geçenleri kronolojik bir sırada bankta yanında oturan farklı kişilere anlatmaya başlar.
Anlatımı ayrıntılı, mizahi, soyut düşünce örnekleri ile doludur. Rahat tavrı, girişkenliği, duygusal ifadeleri belirgindir. Film genel olarak sınır zihinsel işlevselliğe ve asperger sendromuna sahip bir çocuğun aşk, arkadaşlık ve annesi ile ilişkisini konu alır. Kontrolcü ve duygusal anlamda destekleyici, mükemmeliyetçi bir anne, çocuk yaşta yaşadığı cinsel istismarın etkisi ile dönemin ideolojik yapısı içerisinde savrulan bir sevgili, uğruna büyük bedeller ödenen arkadaşlık ilişkileri yer yer anlatılmıştır.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
22
Yanlış Anlaşılmaların Ustası Cennet Akıncı Hani
diyecek
lafım
da
yok
artık,
kısıtlı
özgürlüğün
bahanesindeyiz… Issız bir adaya düşsek yanımıza almayacağımız üç şeyin de üçüyüz… Yüzler, bakışlar, anlamlar, heyecanlar, kararlar, arkadaşlıklar, konuşmalar, fısıltılar, hileler, gülümsemeler, insanlar ve etkileri, sonra ne oluyorsa oluyor ve ustasından yanlışlar masaya domino taşı gibi dökülüyor.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
23
Konuşmak; açık seçik, doğru yanlış, saçma sapan, bağıra bağıra, kusursuz ve tastamam. Yanlış anlaşılmalara vesile olmadan, bir açıp bir kapar gibi, hem var hem yok, yoluna girmeyen, rayına oturmayan, asla taranmayan, ritmi uymayan ve masada bir taş olmadan… Ya olmasaydı dediklerimiz; sırlarımız, kendini kandırmanın yolları, elindekinin ne olduğunu bilme hissi yanında ama ben bilmiyorum klişesi… Bende öyle sanıyordum ama eskiden, babasını anlattı nasıl hayattan alındığını, sonra ümranlarını anlattı nasıl hayatlara haberci olduğundan bahsetti. Hani bir çocuk vardı mahallenizde ufacık masum gülüşlü. Kuşların peşinden koşardı sürekli dizleri kanardı durmadan, ağlamazdı… ’Erkek adam ağlamaz’ aldığı en büyük nasihat kaldı ona, sonra taşındı mahalleden kuşlarda uğramaz oldu sokaklara. Şimdi gel dizlerimizi kanatalım boşluğu var bi taraflarda…
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
24
Bulunduğum şehir cennetten bir sanat beklememeliydi, her şehir kendi sanatını kendi yaratmalıydı, ama rüzgârla, ama yağmurla dedirtmeliydi içten içe; -Aferin Tanrı’ya. Bulunduğum hayat cennetten gelen bir sevgiyi paylaşmamı beklememeliydi. Her hayat kendi sevgisini kendi yaratmalıydı, ama hıçkırıkla ama fısıltıyla ama sevecenlikle, dedirtmeliydi içten içe; -Kendimce haklıyım.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
25
Taşıdığım
ruh
cennetten
bedenine
uyum
sağlamasını
isteyemezdi. Zaten ruhu yok denecek kadar derinlerde, bedeni ise okyanus ötesindeydi. Dedirtmeliydi içten içe; - Birleşmek üzere ileride. Baktığım pencere cennetten ötesini getirmeliydi, martıları, maviyi, sevinci ve eğlenceyi. Dedirtmeliydi içten içe; -Yaşamak, gülümsemek kadar güzel şey. Şimdi düşünüyorsun, merak ediyorsun ama soramıyorsun. Gülümsüyorsun içten içeriye…
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
26
Başlıksız Afet Yıldız İçeri girince sağımı solumu yokladım hâlâ cebimdeydi. "Buradayım." Bir an rahatladım. Masayla oturduğu koltuk arasında uzanmış, duruma göre hayli rahat görünüyordu. Elinde -büyük ihtimal Fransızca- sözlük vardı. Sarıya çalan saçları, düzgün burnu ve yumuşak bakışlarıyla yakışıklı bir delikanlı bizim Hamza. Deforme olmuş cildi, gözlerine birkaç saniye bakabilmiş bir insan için bir şey ifade etmez diye düşünüyorum. Cebimden paketi çıkarıp verdim. "Al bakalım, Hamza." "Sağ ol abi, çıkalım mı?" "Olur." "Kahveye mi inelim abi?" "Hele bir çorba içip içimizi ısıtalım, sonrasına bakarız. İliğimi dondurdu bu soğuk." "Olur abi. Kusura bakma, seni de yordum bu havada." "Yok canım. E hadi, çıkalım."
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
27
Hamza elindeki sözlüğü az önce ayaklarını uzattığı masanın üzerine bıraktı. Ailesi okusun diye ne didinmişti. O da gittiği okuldan bir kızla evlenip çoğu insanın başaramadığını başarmış, öğrenimine devam etmişti. Son zamanlarda da Fransızca öğrenmeye çalışıyordu, duyuyordum. Kıllı Sami'nin her tarafı patates kızartması resmi kaplı birahanesini geçip 49 numaralı çorbacıya doğru ilerliyorduk. Dükkânın numarasını biliyordum, eniştem işletmişti çocukluğumda burayı. İşkembesinin o kadar iyi olmadığını hatırlıyorum. Hava soğuktu. Hamza durmadan sağ koluna taktığı, işporta malı mı yoksa orijinal mi emin olamadığım -umurumda olmayan- saatine bakıyordu. Gülümsedim. "Hamza işin varsa git sen. Başka zaman içeriz çorbayı birlikte." "Yok, abi, yok." "Saatine bakıyorsun da durmadan, ondan dedim. Hem neden sağına takıyorsun ki? Zor olmuyor mu yazarken?" Hamza gülümsedi bu sefer de: "solağım abi ben." "Hadi ya. Ee, Fransızca çalışmaları nasıl gidiyor?" "İyi abi, iyi. Bizim biladerin bir tanıdığı varmış. Fransa’da çalışmış 15 sene. Aksana çalışmak gerek daha dedi."
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
28
"E hadi bakalım, hayırlısı. Maşallah sana Hamza, çoğu adamın yapamadığını yapıyorsun." Hamza mahcup gülümsedi şimdi de, "Estağfurullah abi." 49 numaralı çorbacıdan içeri; işkembe, mercimek ve sirke kokulu dükkâna girdik. Şirin Abi'nin yeni işe aldığı komi karşıladı bizi. "Buyurun abi. Lan Ali! Sil şu masayı, gel. Hadi! Hah. Buyurun abi oturun. Ne ikram edeyim size?" "Valla sen bana şöyle bol sirkeli bir işkembe getir de, delikanlıyı bilmem. Yalnız çorba süzülecek. Et istemiyorum içinde." Kağıda bir şeyler yazıyordu. Bu kadar zor muydu akılda tutmak yoksa adisyon mu bırakacaktı masaya? "Tamam abi. Sarımsak?" "Yok, işlerim var. Kokarım şimdi." "Mis gibi karanfil var abi bak girişte. Nah şurada. Ayıp ettin." "Hım... Bilemedim ki şimdi. Yok, yok. Kalsın." "Sen bilirsin güzel abim." Pek bir çaçarondu bu herif. Hamza'ya yöneldi. "Sen kardeşim?" "Ben mercimek alayım. Limonu bol olsun benimkinin de."
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
29
"Tamamdır. Geliyorum şimdi." Beklerken dışarı bakıyorduk. Bir şey konuşmadık. Hamza'yla pek ortak noktamız yoktu. Hem zaten annem sağ olsun, hayatını biliyordum çocuğun. Derken Neslihan 49 numaralı çorbacının önünde belirdi. Çıpır Neslihan... 2 sene öncesine kadar varlığından bile haberdar olmadığım, yazın çilleri koyulaşan Neslihan. 21 yaşındaydı. İşletme 1. sınıftaydı. Ara sıra bize sarma, helva, tatlı, bilumum güzel yemekler getirirdi. Kendi yaptığı yemekler. Öyle ki o yemeklerden Neslihan'ın elinin tadını alabilirdiniz. Böyle zamanlarda hep ben Neslihan'ı, annem beni süzerdi. Sonra akşam yemeklerinde tabaklarımıza taze fasulye koyarken, şu Neslihan ne hamarat kız, derdi. "Pek de güzel. Maşallah." Babam anlamazdan gelirdi. Ben de gözümü tabağıma diker, fasulye bir an önce tabağıma dolsun diye beklerdim. Benden hayli küçüktü, bilirdik. Ben 37 yaşında, başından talihsiz bir evlilik geçmiş, ne mutlu ki bu evlilikten bir evladı olmamış bir adamdım. Bazen Neslihan'ın bana cilve yaptığını düşünürdüm ama o kadardı. Garson çocuk, masamızdaki ekmek sepetini doldurmak için Hamza'yla aramıza girdiğinde, Hamza'nın daha iyi görmek için kafasını kaldırdığını, hatta Neslihan'ı göremediği için garson çocuğa büsbütün sinirlendiğini gördüm.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
30
"Demek bir ortak noktamız varmış." "Anlamadım abi, nedir?" gülümsedim. Çorbalarımız geldi. Hamza cebinden küçük bir poşet çıkardı. "Abi bizim hanımın annesi yapmış bu yağı. 2 gün önce gönderdi. Katıver çorbana, o kadarını bari yapayım senin için." garipsedim. Cebinde tereyağı ne geziyordu bu çocuğun? "Çorba içeriz diye tahmin ettiğimden getirdim abi. Hanım sizin eve de götürmüştü hem." Hamza'nın cebinde hayli erimişti tereyağı. Kaşığın ucuyla alıp çorbama koydum. Biraz sonra kâsenin üstü sapsarı bir tabakayla kaplıydı. İlk kaşığımı aldığımda annemin cuma yaptığı pilavdaki tadı aldım. Figen hakikaten getirmişti bize demek. "sağ ol, Hamza." "Afiyet olsun abi." Hamza'nın çorbayı sağ eliyle içtiğini fark ettim, sordum. "Annem küçükken az vurmazdı elime kaşıkla abi, sağ elinle ye derdi yemeğini hep. Sanki sol el benim değil gibi." acı acı gülümsedi, sebebini anlamadım.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
31
Az sonra çorbalarımız bitmişti. Biz de Hamza'yla hanımını, Fransızca
öğrenmesini,
köydeki
kayınvalidesini
ve
tereyağını
konuşmaya devam ettik. Çıpır Neslihan'dan hiç söz etmedik. Yeni komi masaya adisyon bırakmıştı. Hamza uzanacak gibi oldu, bırak, dedim. Üstelemedi. isot kâsesinin altına adisyonla beraber yirmiliği sıkıştırıp Hamza'yla beraber 49 numaralı çorbacıdan çıktık. Girişteki tabağa baktım, karanfil falan yoktu.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
32
Türkiye Gökay KORKMAZ
Üç tarafı denizlerle çevrili, bu muazzam ülkenin, dört tarafı katliamlarla dolu.
- 25 Ocak 2012 –
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:92
33