Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
1
Yayın Kurulu Fırat Tunabay Gökay Korkmaz Gökhan Baykal Onur Keşaplı Osman Bahar Özgür Keşaplı Didrickson Selin Süar
Tasarım Sorumlusu Selçuk Korkmaz
Ön Kapak: Aklın Uyuması Canavarlar Yaratır (1799) – Francisco Goya Arka Kapak: Bir Terzinin Yapabileceği (1799) – Francisco Goya
azizm.sanat@gmail.com www.azizmsanat.org https://www.facebook.com/azizmsanat https://twitter.com/AzizmSanat
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
2
İÇİNDEKİLER
Liberal/postmodern Tasallutun Yeni Oyuncağı: Vicdanizm ve Neo Peygamberlik – Alp Atamanalp
s.6
Sanatçının Aydınlanmacı Kimliği Nerede Başlamalı? – Onur Keşaplı
s.26
(K)ırgın Melek – Özgür Keşaplı Didrickson
s.32
Üçü Bir Arada – Mustafa Bilgin
s.33
Anneden Sonra Babadan Önce – Ayşıl Susuzlu
s.34
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
3
EDİTÖRDEN Cumhuriyet tarihinin en hain ve kanlı saldırısı neticesinde 10 Eylül 2015 tarihinde Barış Mitinginde yitirdiğimiz canları saygı ve özlemle anarken, onları uğurladığımız sonsuzluğun kalıcı bir aydınlığa kavuşması için “hesabını soracağız/peşini bırakmayacağız/diktatörü alaşağı edeceğiz” sloganlarının süratle somutlaşması gerektiğini hatırlatmak istiyoruz. Önceden hazırladığımız editör yazımız, dergimiz ve kapağımızda, Goya’nın tablosuyla özdeşleşen “aklın uyumasının canavarlar yarattığı” sözünün en kanlı halini yaşarken bir an önce silkinmek ve doğrudan eyleme geçmek için hazırlanmalıyız! *** Bu ay çeşitli aksilikler neticesinde meydana gelen bir gecikmeyle merhaba diyoruz. Bu yüzden okurlarımıza bir açıklama ve özrü borç biliyoruz. Gecikme, Azizm Sanat Örgütü olarak yapılanmaya gidişimizin doğal sonucu aslında. Yapılanmaya gitmemiz ise bir tercih meselesinden daha çok bir zorunluluktu bizim için. İnsani değerlerden yoksun, aydınlanmacı bilince düşman, emeğe ve üretime saldıran kişilerce bu yıl başından beri el konan ve işlevsiz hale getirilen internet sitemizi hem bu kişilerden temizlemek hem de yenilemek gerekiyordu, bunu yaptık. Yeni tüzüğümüz hazırlandı. Bu kapsamda üyelik sistemimiz, kurullarımız, süreli ve süresiz yayınlarımız yenilendi. Ekim ayı içinde tamamlanacak olan az önce çerçevesini çizmeye çalıştığımız yapılanma bizim için bir "atılım" anlamı taşıyor. Tam da bu sebeple bu ay içerisinde tüm üye, dost ve okurlarımızla yapacağımız ''Atılım Toplantıları'' programlandı. Bu açıklamayı gecikmenin gerekçesi olarak görebilirsiniz fakat başka bir yanı daha var. Bu açıklama aynı zamanda bir çağrıdır. Bu çağrı, ülkenin ilerici birikimine olan inancını kaybetmemiş, aydınlanmacı, sanatsever insanlarınadır. Gelin sıvayalım kollarımızı, birlikte atılalım karanlığı bu topraklardan süpürme işine. Azizm Sanat Örgütü olarak kapılarımızı
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
4
tüm okur ve dostlarımıza açıyor ilerleyen haftalarda yer ve tarihlerini duyurmayı planladığımız Atılım Toplantıları'na davet ediyoruz. Sanatla kalın dostlar... Azizm'in Notu: Önümüzdeki ay Sovyetler ve Sanat dosyasının işleneceği Azizm Sanat E-Dergi Kasım 2015 için öncelikle dosyamız hakkında olmak üzere makale, öykü, şiir, deneme, eleştiri, karikatür, video ve fotoğrafı 31 Ekim 2015 tarihine kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza iletebilirsiniz.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
5
Liberal/Postmodern Tasallutun Yeni Oyuncağı: Vicdanizm ve Neo Peygamberlik Alp Atamanalp Aydınları[1] dünyadaki türlü sıkıntıya isyan ettiren; sorgulamaya, değiştirmeye ve dönüştürmeye sevk eden en büyük etken kuşkusuz vicdanlarıdır. Vicdan gerçektir, yakıcıdır, esaslı bir terazidir, insanı hayvanlar âleminde biricik yapandır, başına buyruktur, anidir, şiddetlidir ve korunaksızdır. “Türkiye Sol Liberalizmi[2]” olarak kavramsallaştırabileceğimiz
ve
bizatihi
emperyalizmin
ideolojik/siyasi/ekonomik gözetmenliğinde bu topraklara incelmiş ve kendini kurmuş olan “praksis”in; 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana keşfettiği belki de en önemli Aşil topuğu, aydın vicdanının korunaksız doğasıdır. 12 Eylül ile birlikte sol liberalizm akademi, kültür ve alternatif medya alanlarının köşe başlarını tutmaya başladı. Otuz küsur yıllık bir birikim yarattı, aydın kuşakları yetiştirdi, başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde cemaatleşti. Örneğin bugün namlı “Yetmez ama evetçiler” olarak bilinen toplam bir anda, yoktan peyda olmadı; aksine, yıllara yayılan bir süreçte ilmek ilmek işlendi. Bugün “sol liberalizm” derken; kurumsallaşmış, farklı aşamalar için farklı araçları bünyesinde üretmiş ve yeniden üretmiş, makineleşmiş bir yapıyla karşı karşıya
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
6
olduğumuzu savlayabiliriz. Türkiye Sol Liberalizmi öylesine iyi kotarılmış bir mühendisliğe sahip ki; 2013 Haziran Direnişi’nde
direnişçi kitleler tarafından tam boy AKP destekçisi addedilip düşman saflarında tarif edilmesine rağmen; aradan geçen iki yıllık sürede, yıllardan beri hâkim olduğu mekanizmaları işleterek; bugün yine “sol kamuoyundan” rıza üretebilecek, taraftar toplayabilecek, kendisini en haklı addedebilecek, hatta sık sık üste çıkabilecek hale gelmiştir.[3] O kadar organize bir yapıdır ki bu, bireyin kolunu kapıp yekvücut içine çekmesi; Twitter’da bol RT almış bir fotoğrafa rastlarken, Bianet’te okunan bir yazıda, okul kantininde çay sohbetinde ya da iş yerinde bir sigara molasında yapılan tartışmada görülebilir. Bu denemede; sözü edilen yapının işlettiği en etkili ve sinsi mekanizmalardan “vicdanizm”in kökeni ile siyasileşen bireye önerdiği çizgi tartışılmaya; Ogan Güner’in ‘Pop siyaset dili ve değişim fantazmagoryası’ndan hareketle “…dolaşımdaki güncel örneklere bakarak pop siyaset dilini afişe edebileceğimiz, foyasını ortaya çıkarabileceğimiz bazı ortak özelikleri tartışmaya açma[4]” çabası devam ettirilmeye ve buna ek olarak da liberal/postmodern tasallutun kurmaya çalıştığı “solcu özne” tipolojisinin bu coğrafyadaki ideolojik, siyasi, pratik açmazlarına işaret edilmeye çalışılacaktır. “Ne yapmalı?” sorusunun yanıtı bu yazının konusu olmamakla beraber, bazen söküm
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
7
işinin bizatihi kendisi kimi ipuçlarını doğuracağı için, okurun yazıyı böyle anlamlandıracağı umulmaktadır.
Sol liberalizm ile Kürt uluslaşmasının tarihsel çakışması 24 Ocak Kararları, ardından gelen 12 Eylül Darbesi, Türkiye’nin neo-liberal düzlenişinin başlangıcı, Sovyetlerin çöküşü, “tarihin ve ideolojilerin sonu”… Bilinen süreçleri uzun uzun tekrar etmeye gerek yok. Fakat “Vicdanizm”i anlamak için Türkiye’nin neo-liberal yeniden yapılandırılması boyunca birbiriyle iç içe geçen iki temel tarihsel süreci irdelemek gerekmektedir. Bunlardan ilki Batı’da sol liberalizmin yükselişi, ikincisi de Doğu’da Kürt uluslaşmasının hızla ilerlemesidir.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
8
Tarihselliği düşünmeden “gelişine yapıştırma”nın iyi bir örneği. Fatih Yaşlı haklı olarak had bildirmiş. ÖDP’nin kuruluş sürecinden itibaren, 1990’lar boyunca ve 2000’lerde başta büyük kentlerdeki siyasileşen genç kuşaklar ve yaşlı “yenilmiş” kuşaklar gözlerini Birikim, Toplum ve Bilim, Bianet, Radikal İki, Express Dergisi, Taraf, Amargi, Afili Filintalar, İletişim Yayınları, Metis Yayınları, Boğaziçi Üniversitesi Konferansları gibi sol liberalizmin o veya bu şekilde belirlediği farklı türden araçlara açtılar.[5] 1990’lar boyunca solda yapılan tartışmalarda, solun direnen bazı kesimleri dışında kalan genişçe kesimince sosyalizmin tarihsel ve bu toprağa özgü değerleri; yani sınıf perspektifi, aydınlanmacılık, İttihatçılık, Jakobenizm, Leninizm, anti-emperyalizm vb. un ufak edilmiş; un ufak edilemeyen unsurlar ise hüsnütalile uğratılarak içeriksizleştirilmişti.[6] Bu süreçte Türkiye solu; moderniteye içkin “içerilip aşılması” gereken meseleleri kavramak, önceki hatalarının ya da yetersizliklerinin devrimci ve bilimsel bir eleştirisini yapmak yerine modernitenin en kaba sağ eleştirisini yaptı, günah çıkardı ve kendini postmodernizmin şehvetli gözlerine bakarken buldu. En temel kavramların dahi tersyüz edilişi solda hegemonik hale gelmeye başlamıştı artık. Akademi, kültür/sanat çevreleri, alternatif medya başta olmak üzere bu ideolojik çerçevenin taşıyıcılığını yapan aktörler seri üretim halinde konferans kürsülerini, gazete köşelerini, okul kantinlerini ve rakı masalarını doldurdu.[7] 12 Eylül travmasını atlatamamış sol ile kurulan ilişki oldukça organikti;
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
9
kafalar nereye çevrilse aynı gözlerle karşılaşılıyor, aynı gözlerle tartışılıyor, aynı gözlere ikna olunuyordu. Toplasak 30-40 kelime edecek; Marksizm, Frankfurt Okulu, Avrokomünizm, anarşizm, postyapısalcılık ve liberalizme içkin kimi kavramları çorba eden bir liberal sol kavram seti sol kamuoyunun yüzünü döndüğü her yerde; her yayında, her röportajda, her konferansta, her doktora tezinde, her duvarda karşısına çıkıyordu.[8] Kavram setinin lanetli kelimelerinden bir seçki: Kemalizm, ulusalcılık, iktidar, tepeden inmecilik, elitizm, otoriterlik, totaliterlik, vesayetçilik, darbecilik, orduculuk, militarizm, komploculuk, stratejik akılcılık,
Jakobenizm,
Stalinizm,
İttihatçılık,
devrim
sonrasına
ertelemecilik, lider tapınmacılığı, kişi kültü, hiyerarşi, üsttencilik, erk, tahakküm, milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, erillik, homofobi, türcülük, ayrımcılık, atanmışlar vb. Kavram setinin pırlantalarından bir seçki: Demokrasi, ezilenler, aşağıdakiler, özgürlükçü sosyalizm, özyönetim, yaşam alancılık, çoğulculuk, empati, anlamaya çalışmak, reform, barış, özgürlük, vicdan, acı, özgürlük, bireysel özgürlük, “hemen şimdi”, seçilmişler vb. Tarihsel
bağlamlarından
soyutlanmış,
kartvizitleştirilmiş
kavramlar… Düşmana dağıtılacaklar belli, dosta dağıtılacaklar belliydi ve kuşlama misali solun var olduğu her mekâna atılıp kaçılıyordu. 2000’lere
gelindiğinde
90’larda
yapılan
yatırımın
meyveleri
toplanmaya başlanmıştı. Bunun doruğa çıktığı, en açık biçimde
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
10
görüldüğü
moment
12
Eylül
2010
Anayasa
Değişikliği
Referandumu’ndaki ünlü “yetmez ama evet” ve boykot tutumunun kimi gerekçelendirmeleri olmuştu.[9]
2010 Referandumu’na giderken, o zamanlarda “adetten olan” ve “dinozor kemalizan ulusolcuları” tiye alan bir duvar yapıştırması. Buradaki kritik nokta; kadın, çevre, LGBT, vb. farklı toplumsal-tarihselekonomik ilişkilerin ürünü olan farklı sorunların gerçek olmaması değil, sol liberal çerçevenin bunlara aslında gerçek hiçbir çözüm üretemeyecek olmasıdır. Örneğin Siyasal İslam’ın örgütlü bir güce, türlü devlet kademesine, tarikat-cemaat ağlarına sahip olduğu, hatta bizatihi devletin kendisi olduğu; her günü başka taciz, tecavüz ve cinayet sarmalıyla sonlanan bir kadın kasaplığı ülkesinde türban tartışması “Türban ve çarşaf kadının hür iradesiyle giyebileceği, kadının
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
11
özgürlük alanı içinde tanımlanan, hatta kimi durumlarda onu özgürleştiren, Kemalist elitizme ve yekten moderniteye bir başkaldırı gibi görülebilecek ve buna dair erkeklerin kesinlikle yorum yapamayacağı şeylerdir” zeminine oturtulabilmiş ve uzun süre bu noktadan tartışılabilmiştir. Meseleyi topluma böyle sistem[10] içi bir şekilde yedirebilen sol liberalizmin, değil toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorununu çözmek, ülkede yaşanan kadın katliamında suç ortağı olmadığını kim iddia edebilir? Örneğin toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri açısından feministler “doğal ve meşru taşıyıcısı” değildir, ya da Greenpeace gibi… Tıpkı adında “sosyalist”, “devrimci” vb. geçip de AKP Rejimi’ne payanda olan kimi aktörlerin sosyalizme dair hiçbir meşruiyetleri olmaması gibi. Sol liberalizmin yarattığı algı bulanıklığının bir sonucu da bu sorgulanamayan “doğal ve meşru temsilcilik” iddiasıdır. Örnekler çeşitlendirilebilir. Türkiye’de herhangi bir 24 saatte hayatın nerede ve nasıl aktığını belirli insan, toplumsal kesim tipolojileri üzerinden düşünmeyen sol liberal hayalcilik; örneğin İstiklal Caddesi’nde başka toplumsal-kentsel nitelikler nedeniyle aynı kamusal mekânı paylaşabilen molla kılıklı ile mini eteklinin Kayseri’de, Batman’da, Bursa’da değil yan yana yürümek, iyi ihtimalle aynı mahallede dahi barınamayacağını kestiremez, fakat kitlelere önerisi budur, parmağını akan insan seline doğrultur ve der: “Bakın, isteyince bir arada yaşayabiliyoruz!”. Sol liberalizm hem en hayalcidir, hem de
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
12
soyutlama yeteneği en kadük olandır. Türkiye Sol Liberalizmi doğduğu günden bu yana Türkiye Sağı’na sebatla hizmet etmiştir. Vicdanizmi kavrayabilmek için irdelenecek ikinci başlık Türkiye Sosyalist Hareketi’nin (TSH) Kürt Hareketi ile ilişkilenmesine dairdir. Kabalaştırmak pahasına özetlemeye çalışırsak: PKK; 12 Eylül’ün yarattığı baskı ortamıyla ortaya çıkan Kürt ulusal damarını yakalamış, dibine kadar Jakoben bir tarzla Kürt coğrafyasında örgütlenmiş, özgücünü büyütmüş ve siyaset arenasına çıkmıştır. Aynı demografik yapıya sahip olmayan Batı’daki etki alanını genişletmek için ise liberal/postmodern siyasalara kapılarını ardına kadar açmış[11], hâlihazırda demografik ve sosyokültürel ağırlığının da bulunduğu İstanbul’u ideolojik olarak “fethetmiş” ve başat olarak buradan yayılan gücüyle Batı’da da önemli bir ağırlığa sahip olmuştur. Buradaki kritik nokta Türkiye’nin 24 Şubat + 12 Eylül ile ilk kazması vurulan neo-liberal dönüşümünün 90’larda izlediği yolun; PKK’nin (Öcalan’ın) ideolojik düzlemde Marksizm’den, siyasi izdüşümü olarak da sosyalizmden dümeni kırıp bir ulusal hareket olma yoluna girmesinin çakışmasıdır. 12 Eylül’den şahlanarak çıkan PKK ile her anlamda büyük bir yenilgi ve travmayla çıkan TSH arasındaki güce dayalı uçurumun artması beraberinde bir ideolojik/siyasi tabiiyet ilişkisini getirmiştir. Kürt coğrafyasındaki özgücüne dayanarak Batı’ya çeşitli tonlardan liberal/postmodern siyasalar üzerinden açılım yapan Kürt ulusçuluğunun bu yönelimini kavrayamayan, ya da kavrasa bile
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
13
direnmeyen/direnemeyen solun önemli bir bölümü bu ideolojik hegemonyanın bir parçası haline gelmiştir. Bugün Kürt Hareketi’nin çok aktörlü fakat gerçek bir bölge gücü olarak[12] tamamen “moderniteye içkin”, “basit fizik yasalarıyla” düşünüp/davranıp; önemli bir kısmını hegemonyasına aldığı TSH’nin içinde postmodern bir çizgiyi örgütleyebilmesi acı bir ironidir. Örneğin o zamanın SDP Genel Başkanı, şimdi HDP milletvekili olan Rıdvan Turan’ın Çözüm Süreci’ne dair yaptığı “Evet, bu memlekette kendine sosyalist deyip de ulusalcılığa yönelenler var ama diğer taraftan Kürt halkıyla kader birliği yapmış, haklı mücadelesinin yanında olmuş enternasyonal sosyalistler var, biz de bu kulvardayız. Doğrusu, Meclis’e girmek ya da iktidar olmak temel sorunumuz değildir. Bizim temel sorunumuz, ülkenin demokrasi ve özgürlükler cenneti olmasıdır.” (18 Nisan 2013)[13] açıklaması, anlatılmaya çalışan iki kritik sürecinin kesişiminin TSH’yi getirdiği nokta açısından iyi bir özet teşkil etmektedir. Kısacası; özgücüne dayanarak ittifaklar kuran/dağıtan, bölge siyaseti yapacak bir kuvvete ulaşan Kürt ulusçuluğunun başta TSH’ye ve kendi içindeki sosyalist kadrolara ödettiği ideolojik bedel çok ağır olmuştur. Fakat bu bedel TSH’nin kendi basiretsizliğinin yanında bir hiçtir. Kürt Hareketi’nin müdahaleciliği ve “kapsayıcılığı”; gücün doğası ve pragmatizminin, reelpolitikerliğin doğal sonucudur; bu anlaşılabilir. Fakat TSH bu koşullarda gerçek bir kardeşlik projesinin biricik koşulunun “Batı sosyolojisini örgütlemek” olduğu gerçeğini göz ardı
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
14
etmiş, ettirilmiş, kendi tarihsel referanslarından vazgeçme konusunda oldukça hoyrat bir cömertlik sergilemiştir. Buna da “Kürt halkıyla dayanışma” diyerek kendisini ikna etmiştir. TSH kendi iddialarından vazgeçtiği ölçüde Anadolu ve Trakya topraklarında kardeşleşmeye değil, milliyetçiliklerin bilenmesine hizmet etmiştir. Konumuz olan Vicdanizm de tam olarak bu ideolojik/siyasi çözümsüzlüğün kucağına doğmuştur. Vicdanizm ve siyasileşen özneye önerisi: Neo-peygamberlik SSCB’nin dağılmasının, reel sosyalizmin ilk ve en önemli deneyimlerinden birinin çöküşünün solda yarattığı uluslararası ideolojik depresyon henüz tazeyken, 1998 yılında “Sınıftan Kaçış” gibi bir mücevheri kaleme alan Ellen Wood; başat olarak Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un teorisyenliğini yaptığı ve uluslararası ölçekte fırtına gibi esmeye başlayan radikal demokrasi akımının iddialarını, sınırlarını ve sermaye açısından işlevselliğini büyük bir tarihselci yetkinlikle ortaya koymuş ve uzlaşmaz bir sertlikle eleştirmişti. Sınıf’ı terk etmiş Yeni Sol’un kurguladığı “sosyalizmin alıcıları” kümesi tespiti Vicdanizmi ve seslendiği kitleyi kavramak açısından da işlevseldir: “Öyle görünüyor ki, yeni ‘hakiki’ sosyalistler (“radikal demokratlar” olarak da okunabilir – AA), ‘sağduyulu’ insanlar olarak nitelenebilen ve ortak zemini salt maddi çıkar değil de akıl ve vicdan olan kişilerin sosyalizmin doğal unsurları oldukları yolundaki görüşü paylaşıyorlar. Özellikle de aydınlar, çok önemli bir rol oynamaya yatkındırlar. (Laclau ve
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
15
Mouffe’un çizdiği çerçeveye göre – AA) Kimi insanlar, sosyalizmin evrenselci ve rasyonel söylemine başkalarından daha duyarlıdırlar; dar maddi … çıkarlardan farklı olan evrensel insan değerlerine bağlanmaya başkalarından daha yatkındırlar; işte bu insanlar, sosyalist hareketin doğal tabanını oluştururlar.”[14] Vicdan korunaksızdır demiştik. Tarih bilinci olmayan solcu vicdansa iki defa korunaksızdır. Kürt halkı ve ulusal öncüsünün gerçekleştirdiği uluslaşma sürecinden -az evvel nedenlerinden kısaca söz etmeye çalıştığımız- batılı solcuya daha 1990’lardan itibaren düşen yegâne şey “Kürt halkının acılarına ağlamak” olmuştur. 2000’lerden sonra çok başka ve gelişkin bir şekil alacak Vicdanizmin ilk ve en önemli nüvesi buradadır. Burada savlanan çerçeve kabaca şudur: “Kürtler kendi hakları için savaşıyor, ölüyor. Bizse burada hiçbir şeyi değiştiremiyoruz, ancak konuşuyoruz.” Bu itki, liberal soldan gelen ideolojik/siyasi bombardımanla birleştiğinde “batıda yaşayan, solcu, aydın, Türk” özneyi şu psikoza sokmaktadır: “Hiçbir şey yapmadığım gibi; aynı zamanda mensup olduğum milletin tarihselliği omuzlarıma Dersim Katliamı, Ermeni Soykırımı, asimilasyonlar, provokasyonlar, katliamlar, Mustafa Suphilerin katli vb. günahlar yüklüyor. Ben bütün bu suçlara ortak olmayı reddediyorum. Ben vicdanlı bir insanım!” Buradaki yakarış oldukça insanidir ve haklıdır. Fakat atlanan şey şudur: Sözü edilen vahim olayların bir tarihselliği vardır, toplumların bağrından çıkmışlardır, bugüne yansımaları vardır ve benzerleri bugün
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
16
de yaşanmaktadır, peki bunlara nasıl müdahale edilecektir? Amaç nedir? Geçmişin üzerinde tepinmek mi; yoksa et ve kemikten, havadan ve topraktan gerçekten güzel bir dünya yaratmak mı? Peki, bu dünya nasıl yaratılacaktır? Baştaki yakarış bir katarsis olarak kalacak mıdır, yoksa bir dönüştürme/değiştirme sürecinin itkisi mi olacaktır? Dört kuşak üstten Ermeni bir dedesi olduğunu keşfetmek vicdanı soğutmaya yetecek midir, yoksa meselenin biricik çözümünün bugünün insan malzemesiyle geleceğe uzanmak olduğu bilince çıkarılabilecek midir? Bugün yukarıdaki ilk nüvenin üzerine nicelerini koyarak yoluna devam eden Vicdanizmin bu sorulara verdiği yanıt aşağı yukarı şöyledir: İçimizdeki milliyetçiyi öldürelim, içimizdeki cinsiyetçiyi öldürelim, içimizdeki militaristi öldürelim, içimizdeki homofobiği öldürelim, içimizdeki türcüyü öldürelim, içimizdeki erki öldürelim, içimizdeki diğer günah tohumlarını öldürelim ve yaşam alanlarımızı savunalım. Günahlarından arınmış peygamberlere dönüşelim! Özne bir yerinden yakalanır: kedi sevgisi, kadın cinayeti, çevre bilinci vb. Sonra buradan başlayarak, diyelim cinsiyetçi, içindeki seksist öldürülür. Sonra; artık tesis edilmiş olan sosyal/kültürel bağdan hareketle çeşitli medya araçları bireyin önüne şunu koyar: Çok güzel, içindeki cinsiyetçiyi öldürdün! Peki ya içindeki türcüyü ne yapacağız? Ya içindeki erk aşığı? Ya da içindeki … liste bitmez. Şimdilik belirli başlıklar yetse de, alan hâlâ bakirdir ve Batı Avrupa ve ABD’den yeni günahların ithal edilmesi işten değildir.[15]
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
17
Sosyalist Feminist Kolektif’in çevirerek Tükçe yazına kazandırdığı, Türkiye’deki kadın meselesine ışık tutan bir çalışma. Vicdanizmin siyasallaşan özneye yaptığı bu önerinin alıcısını bir düşünelim. Çok sınırlı sayıda bir aydın kesimi! En fazla sosyalist solun olağan bir seçimde aldığı oy oranı kadar, hatta o bile değil. Yani aslında Vicdanizm toplumun çok kısıtlı bir kesimine seslenmektedir, tartıştığı kesim birkaç on bin aydından oluşmaktadır ve milyonlardan karşılık bulamadıkça yalnızlaşır, kıyısından köşesinden onunla benzer günahlardan arınmış peygamber tekkelerine dâhil olur, sosyal ve siyasal ihtiyaçlarını tekkelerde karşılayarak ve dünyaya lanet ederek hayatını
sürdürmeye
başlar.
Değiştirme/dönüştürme
isteği
kırıntılarının yerini lanet etmek alıyordur. İçindeki günahlarla cebelleşerek ve çevresindeki insanların günahlarıyla
yüzleşmesini
sağlayarak
hayatına
devam
eden
peygamberleşmiş özne, toplumun maddesine yabancılaşmaya başlar.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
18
Günahlarından arındıkça fark eder ki etrafı milliyetçi, cinsiyetçi, türcü, homofobik manyaklarla çevrilidir! En az 70 milyon tane manyak! Marjinalizme ve anormalliğe övgü de burada başlar ve siyasallaşan özne ile toplumun arası açılır, toplumsal dönüşümler uzaylılara havale edilir. Artık dev bir Fatih Akın filmi setindeyizdir ve hayattaki her şey bir rastlantılar fırtınası şeklinde cereyan ederken biz vicdanlı insanlar kah ağlar, kah carpediem der; olabildiğince, yapabildiğimizce fazla günahkarı tövbe ettirmeye çalışarak bir şekilde yaşayıp gideriz. Toplum artık dönüştürülebilir mecra olmaktan çıkmış, boka batmış, iğrenç, pislik dolu bir yerdir; özneye düşense bu kötülük deryasından mümkün olduğunca fazla insanı çekip çıkarmaktır. Vicdanizm öznenin gözlerini toplumdaki cevherlere, olanaklara kör eder; içindeki ihtilalciyi öldürür ve yerine bir keşiş koyar. Sonra bu keşişler yaşam alanlarına, ya da sosyal medyaya döner ve tıpkı birer havari gibi diğer günahkârlara tövbe etmeleri için vaaz verirler. Neo-peygamberliğin önemli bir ayağını da “politik doğruculuk histerisi” oluşturmaktadır. Artık çubuk “toplumsal ilişkilerin dilde yeniden
üretimi”ne
öylesine
bir
bükülmektedir
ki,
örneğin
patriarkanın[16] Türkiye toplumundaki yeniden üretiminin toplumsal mekanizmalarını kavramaya odaklanmak ve buna uygun mücadele araçları geliştirmeye kafa yormakla; insanların günlük hayatında, sosyal medyada söylediği, yazdığı-çizdiği şeylerin üst-alt metinlerindeki günahlarını ortaya çıkarıp teşhir etmek ikame edilir, mücadelenin
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
19
kendisi aydınlararası bir savaşa dönüştürülür. Ya da; Sakarya Caddesi’nden Tayyip Erdoğan’ın şeceresine sinkaflı küfürler sallayan TEKEL işçisi cinsiyetçidir, seksizmi yeniden üretmektedir ve o çadırın hemen terk edilmesi gerekmektedir.[17] Vicdanizm düşünsel tembelliğe de neden olur. Günahlar çıkarıldıktan,
peygamberlik
mertebesine
erişildikten,
gerekli
sertifikalar alındıktan sonra dünyada olan bitenin; mesela ABD’nin falanca hamlesinin ya da Lübnan Hizbullahı’nın filanca açıklamasının hiçbir önemi yoktur. Çünkü siyasileşmiş özneye gelen bilginin geçeceği filtreler baştan bellidir: Savaş olmasın, bu slogan cinsiyetçi, bu bildiri türcü, şu tutum homofobik… Günahlar tespit edilmiş ve lanetlenmiştir; temenniler söylenmiştir. Huzur gelir. Vicdanizm iç sıkıntıları olan siyasileşen özneyi rahatlatan bir çeşit yogadır. Ülkedeki ve dünyadaki sıkıntıları radikal bir biçimde gerçekten değiştirebileceğine
inancının
olmaması,
Vicdanizm
praksisinin
temelindeki en öz itkidir. “Başka bir dünya mümkün”ü, “Hemen şimdi”yi, bağlam/zaman gözetmeyen en radikal sloganları yine en çok bu fikriyat üretir fakat en inançsız da odur ve bu kesinlikle bir çelişki değildir. Esasen bütün liberal/postmodern siyasa “dünyanın gerçekten değiştirilemeyeceği” kaderciliği üzerine kuruludur. Bu inançsızlığın siyasi çıktısı da “iktidara talip olmamak”tır. Dünyayı değiştirmek büyük iştir, hem biz kim oluyoruzdur da milyonlara dair siyaset mühendislikleri yapıyoruzdur, hem bunu deneyenler de sol postlu,
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
20
Stalin, Mao gibi eli kanlı diktatörlere dönüşmüştür. Sosyalizm deneyimlerinin tarihi de birer günahlar tarihidir, “Evet sosyalizm ama lütfen Stalin’inki gibi olmasın!”. “Tamam Çin’de bebekleri yemiyor olsalar da lider kültü nedir öyle?” O vakit büyük meselelere çok da girmeden değişimi/dönüşümü “yaşam alanlarımızdan” başlatalım! Bir olay mı oldu? O an akla gelen, o an yürekte hissettiği en duygusal, en ezber, en radikal şeyi patlatır ve yine temizin de temizi bir vicdan şampiyon olunur. Vicdanizm, sol liberal ideolojik çerçevenin özelleşmiş bir ürünü olarak belki de tam olarak ve yalnızca Türkiye’nin bağrından çıkabilirdi. Kabaca, Türkiye Cumhuriyeti; tarihsel gelişimi boyunca sosyo-kültürel olarak ne “Avrupa”, ne “Orta Doğu”dur; fakat ikisini de genlerinde barındırır. Avrupa kadar olmasa da kapitalisttir ve sekülerdir, Orta Doğu kadar olmasa da feodaldir ve şiddetle yoğurulmuştur. Tekke kimlikçiliği, çözme iddiasında olduğu toplumsal sorunları çözmek bir yana dursun, onları başka düzlemlerde yeniden üretir. İnsanların yaratıcı, dönüştürücü edimlerini ve enerjilerini; sorunların kalbinin
attığı
yerden
başka
yerlere
odaklamaktadır,
hedef
saptırmaktadır, çözümsüzlük üretmektedir ve bu konuda oldukça maharetlidir. Burada tartışılmaya çalışılan mesele falanca toplumsal sorunun gerçek olmaması değil, Vicdanizmin bunlara ürettiği çözüm kılığındaki çözümsüzlüğüdür. Vicdanizmin kendi iddiası farklı olsa da; pratikte varacağı nokta siyaset kurumunun işlevsizleştirilmesi, ideoloji
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
21
ile siyaset (ya da akademiyle siyaset) arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması, “kitapta yazan çeşitli doğruların” sure ve ayetler halinde “denk geldiği yere yapıştırılması”dır. Kısaca kavramsallaştırmaya çalışırsak Vicdanizm: Günahlarından arınmış, insanlık tarihinde yaşanan türlü kötülükten benliğini sıyırmış bir peygamber olma uğraşıdır, bir kişisel gelişim programının biraz siyasi bir varyantıdır. Soğuk ve katı gerçeğin üzerinden atlayarak dünyada olan biteni çok hakiki insani duygulanım süreçleriyle, kanın hızlı ve coşkun aktığı o insani anlarla açıklamak, buna göre tutum almak, söz söylemek, eyleme geçmektir. Vicdanizmin tutarlı bir tarih okumasına ihtiyacı yoktur. Kısa, orta, uzun vadeli hedeflere ihtiyacı yoktur,
hedefine
onu
ulaştıracak
araçları
tariflemeye,
deneme/yanılmaya ihtiyacı yoktur. “An”ın gereği yapılır ve ikinci bir duygu seli gelene kadar beklenir. Kolayca manipüle edilebilir. İnsana dair olan bir kökü vardır, fakat onu taşıdığı nokta patolojiktir. Sinsiliği ve yayılmacı doğası da buradan gelir: “Ne yani üzülmeyelim mi?” Sınıflar mücadelesi yok, kitle yok, öncü yok, siyasi hedef yok, güç dengeleri yok, program yok, strateji yok, taktik yok, siyaset kurumunun insanlık tarihinden süzülüp gelen abecesine dair hiçbir şey yoktur Vicdanizmde. Muhafazakâr kitlelerle empati kurmak, Kürtler orada ölüyorken burada hiçbir şey yapmıyor olmak vardır; Tayyip Erdoğan otoriterdir, ama Kemalistler de otoriterdir, o zaman bunlar bir ve aynıdır![18]
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
22
Bugün HDP milletvekili olan Garo Paylan’ın Haziran Direnişi’nin ilk günlerinde attığı tivit. Paylan ülkede yaşanabilecek gerçek bir kardeşleşme projesinin Batı’daki en büyük kitlesel damarını Tayyip Erdoğanlarla eşitliyor. Başka bir yazının konusu olmakla beraber; bir solcunun, hayatının herhangi bir anında çeşitli biçimlerde deneyimleyebileceği kalp acısını ivedilikle kamuya teşhir etmemesi bir ahlaki çöküntü göstergesidir artık. Burada perdenin arkasına saklanmış, insanların hisleri pop nesneleri haline getirilmektedir. Feci bir olayın ertesi günü kırmızı gözlerle ortada gezmeyen -hatta yetmez- döktüğü gözyaşı kadar acılı tivit atmayan kalpsizler teşhir edilmelidir! “Bu kötülük deryasının ortasında sen neden acı çekmiyorsun? Hepinizden tiksiniyorum!” Emperyalizmin ve Türkiye kapitalizminin belki de en büyük başarısı: Solu bütün ileri değerlerinden koparıp, böylesi makbul bir
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
23
vicdan
solculuğu
yaratabilmesidir.
Vicdanlı
olmak
ile
kavramsallaştırmaya çalışılan Vicdanizm farklı, hatta taban tabana zıt şeylerdir. Vicdanizm toplumsal meselelerin çözümüne dair sağdan bir öneridir. Sürekli ağlayıp sızlanan, muzaffer coşkuyu, zafer hissini unutmuş, marjinal, tekkesinde devinen[19] siyasi özneyi yaratan mekanizmadır. Önerisinin esasında bir kişisel gelişim programı olması ve sol liberalizmin ulaştığı kurumsallaşma düzeyinin ileriliği, yaygın siyasi/kültürel/medya ağlarına sahip olması nedeniyle, Vicdanizmin özellikle siyasileşen genç nüfusa sirayet edebilme kapasitesi çok yüksektir. * Bu makale ilk olarak Bilim ve Gelecek Dergisi’nin Eylül 2015 tarihli 139. sayısında yayınlanmıştır. Dipnotlar; [1]Yazıda aydın “okuyan/okumuş yurttaş” olarak, kavramın kapsadığı en geniş anlamda kullanılmaktadır. [2] Sol liberalizm nihayetinde liberalizmdir. Burada Türkiye tarihinde özelleşmiş bir yapıyı akla getirmesi için bu şekilde kullanmayı uygun gördüm. [3] 2013 Haziranı’nda sol liberalizmin yalnızca “AKP yandaşı” görüntüsü darbe almıştır, fakat sol liberalizmle kökten bir ideolojik bir hesaplaşmaya gidilememiştir. Nasıl yapılabileceği başka bir tartışmanın konusudur. [4] Ogan Güner, “Pop siyaset dili ve değişim fantazmagoryası” Bilim ve Gelecek, Ağustos 2015. [5]Burada “sağlam durduğunu” tespit edebileceğimiz tek popüler mecra mizah yayıncılığı olabilir. [6] Özgürlükçü laiklik, emek eksenli olmak, “Parti olmayan parti”, Emeğin Avrupası vb. gibi. [7] Bu seri üretim mekanizmasının boyutlarını kavramak için Birgün gazetesinin bünyesinden çıkan ve bugün has “sistem” unsuru olan aydınların baş döndürücü fazlalığına bakmak yeterlidir. [8]Verili bir tarihsel dönemi anlamak için şu kıstasa bakmak faydalıdır: Gözünü solculuğa açan insanlar kimi görüyor? Hangi araçlar vasıtasıyla hangi kavram
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
24
setleriyle buluşuyor? Başka bir yazıda irdelenmeye bırakmak üzere burada şu kritik tespiti yapmak gerekir: Özgüç yaratarak/biriktirerek kurumsallaşmak ideolojik/kültürel hegemonya kurmayı önceler. Güç, sirayet ettiği alandaki ideolojiyi ve kültürü de belirler. Tersini yapmaya çalışmak, yani özgüç yokken ideolojiden taviz vermek siyasi intihardır. [9]Burada düşülen yaygın bir hata, örneğin DSİP’in bir umacıya dönüştürülüp aslında sosyalist sola musallat olmuş birçok yanlış kavrayışı mantıksal sonucuna taşıdığının gözlerden kaçmasıdır. [10]Evet bildiniz, sol liberallerin de kullanmaya bayıldığı bir amentü olan “fuckthesystem”daki sistemin ta kendisi! [11] Burada kapılar PKK’nin içine doğru değil dışına (Batı’ya) doğru açılmıştır. PKK içeride “çelik gibi”dir, öyle olmak zorundadır. [12] Tıpkı dünyada var olan bütün “gerçek güçler”in yaptığı gibi. [13] “Sosyalist partiler Aydar’ın ‘sosyalistler bizi anlamıyor’ çıkışını değerlendirdi” – soL Haber Portalıhttp://haber.sol.org.tr/soldakiler/sosyalistpartiler-aydarin-sosyalistler-bizi-anlamiyor-cikisini-degerlendirdi-haberi. [14] Ellen M. Wood, “Sınıftan Kaçış”, Yordam Kitap, 2006, s.24-25. [15]Lookism, colorism, gerontokrasi vb. sırada! Keşfedilmeyi ve ithal edilmeyi bekliyorlar! [16]Meselesi “dünyayı değiştirmek” olanlar için her kavram gibi patriarka da bir tarihsel/coğrafi inceltmeye tabi tutulmalıdır, evrensel ve ortak özellikler taşısa da örneğin “Fransız patriarkası” ile Türkiye’ninki, ya da İran’ınki bir değildir. Eğer ki siyaset ideolojiden/akademiden farklı bir düzlem ise, bu mecraya dair oluşturulacak mücadele programının böylesi bir inceltmeye ihtiyacı vardır. [17]Yazarın kişisel bir tecrübesidir. [18]Gözden kaçmaması gereken bir diğer önemli nokta ise, bu çerçevenin yalnızca HDP’de değil, fakat artık Yeni CHP’de de somutlanıyor olmasıdır. [19] Tekkesinde devinmek, cemaatleşmek, belirli ve marjinal bir alt-kültüre sıkışmak anlamında kullanılmıştır. Pasifizm anlamına gelmemektedir, bilakis, en “radikal” taşı gerekirse yine Vicdanizm atar.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
25
Sanatçının Aydınlanmacı Kimliği Nerede Başlamalı? Onur Keşaplı
Aylan Kurdi’yi hatırlayan var mı? Yanıt ikili şekilde hem olumlu hem olumsuz olabilir ancak aynı soru “bir yıl sonra Aylan Kurdi’yi hatırlayan olacak mı?” şeklini alsa yanıtların büyük oranda olumsuz olacağını söylemek herhangi bir öngörü gerektirmiyor. Başta Suriyeliler olmak üzere mültecilerin son aylarda daha çok gözler önüne serilen dramının simgesi olan, ölü bedeni kıyıya vuran küçük çocuktan bahsediyoruz. Aylan’ı hatırlayamamak üzerinden ahlaki bir söylem türetmeyeceğiz; ya da sosyal medyanın sınırsız enformasyon bombardımanı gitmeyeceğiz.
üzerinden Zira
buradaki
internet kritik
öncesine eşik,
güzellemeye
Aylan’ı
hatırlayıp
hatırlamamaktan ziyade Aylan’ı ve onun yaşlarında binlerce çocuğun onlarca yıldır yaşadığı benzer sonun gerekçeleri üzerinde akıl yürütebilme yetisi.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
26
Bu noktada devreye öncü bir konumlanışa sahip olarak, entelektüel algı düzeyini ilerici bir tavırla üretime dönüştürmesi beklenen aydın sanatçı giriyor, girmeli. Kıyıya vuran cansız bir çocuk görüldüğünde bu duruma vicdanen üzülmeyecek bir birey yok denecek kadar azdır. Böylesine insani bir tepkiyi, duyarlılığı hemen herkes verir. Aydın bir sanatçı olarak ortaya çıkacak kişi, söylem olarak bu düzeyi aşmadığı sürece ne bir sanatçı ne de bir aydındır ve Aylanların trajedisinin unutulup gitmesinden de sorumludur. Sanatçı söylem veya üretim düzeyince verili durumun üzerine çıkabildiğinde, estetik dokunuş üretebildiği noktada aydın halini alır. Pablo Picasso’nun Guernica’sı*, Hitler-Franko işbirliğinin Guernica’da yarattığı yıkımı evrensel hafızaya estetik bir şiddetle kazımıştır. Aynı Picasso Guernica’yı yaratmak yerine “basın açıklaması” yapıp saldırıyı lanetleseydi Guernica faşistlerin amaçladığı şekilde gerçekten haritadan/hafızadan silinmiş olurdu.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
27
Günümüzde sanat piyasası adı altında türeyen post modern cevherler(!) küresel ölçekte aydınlanmacı tavrı soğurmuş durumda. Ülkemizde de durum ne yazık ki benzer. Tek fark ise Türkiye’de muhalif ve toplumcu izlenim yaratan sanatçıların birçoğunun üretimden kaçınmaları veya geri kalmaları. Aylan trajedisine dönecek olursak, AKP gençlik kolları üyelerinin benzer kıyafetlerle “kıyıya vurma” eylemleri yoğun biçimde alaya alındı. Ancak AKP gençlik kolları söz konusu ölüm fotoğrafının üzerine söz söyleyerek, kendi ideoloji doğrultusunda suçlanması gereken olguların Batı medeniyeti, Aydınlanma ve modernite olduğunu dile getirmelerine vesile olacak bir eyleme imza attılar.
Evet,
eylem
başarılı
değildi
ancak
kendilerinden
beklenilmeyecek bir yaratıcı düşünce ortaya koydukları yadsınamaz.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
28
Toplumcu
kanatta
ise
Mustafa
Bilgin
gibi
sanatçıların
dokunuşunu gördük. Aylan’ın bedeninin, trajedinin bizzat sorumlusu olan, emperyalist-kapitalist gericiliğin sarayında bir öğün olarak betimlendiği karikatürde sanatçı dokunuşu verili söylemin üzerine önerme getiriyor.
Aylan örneğini tüm trajedilere ve gelişmelere uyumlayabiliriz. Günümüzde “doğayı koruyalım” veya “savaşlar olmasın” önermesiyle sanat üretmek ne kadar toplumcu ve aydınlanmacı? Kitlelerin hâlihazırda dile getirdikleri bu söylemler üzerinden birilerinin duyarlı sanatçı payesi kazanması gerçekten mide bulandırıcı. Duyarlı gözükme ve vicdanlı durabilme bir sanatçı için yeterli olamaz. “Barış hemen
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
29
şimdi” diye bağıran, barış bildirilerine imza atan sanatçılar niçin ölümsüzleşebilecek eserler üretme yolunu seçmezler barış için? Bu tıpkı “12 Eylül ne kötüydü” önermesinin ötesine geçemeyen darbe dönemi filmlerimizin başarısızlığı gibi bir kısırdöngüdür. Çoğunluğun seviyesinde hatta gerisinde kalmış bir sanatçı, en hafif tabirle aydın olma yetisini yitirmiştir. Aydınlatmak yerine kitlelerden üstüne yansıyan parlaklığı geri yansıtmaktan öte yapabildiği bir şey yoktur söz konusu kişilerin. TV’de akıl almaz bir sansür varken filmlerini geri çekemeyen,
tiyatro
oyunları
yasaklanırken
tiyatroyu
sokağa
taşıyamayan, heykeller sökülürken korsan heykeller dikemeyen, dizilerdeki
emek
sömürüsü
ayyuka
çıkmışken
dizilerdeki
haftalıklarından feragat edemeyen ama her fırsatta basın açıklaması yapan ünlülere Türkiye’de sanatçı deniyor! Bunun önüne geçmek zorundayız. Bu tembellik ve üretimden uzak durma, o çok tepki gösterilen tüketim toplumunu besliyor bir anlamda. İnsanlar belli bir duyarlılık seviyesi ile bir tepki geliştirirken topluma öncü olması beklenenler bu duyarlılığı tüketerek orgazmdan orgazma koşuyor! Bu kısa mesafe koşucularına artık dur demek gerekiyor. Savaş, toplumsal eşitsizlik gibi küresel sorunlarda emperyalizmi ve kapitalizmi göremeyen, buna karşı “ne yapmalı” sorusuna yanıt aramaktan kaçınan söylemler ve estetik açıdan evrensel bir çağrıyı ateşleyemeyen üretimler bir noktadan sonra dijital filtreler eşliğinde başarılı manzara fotoğraflarına kavuşan sosyal medya hesaplarından
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
30
farksızlaşıyor. Burada elbette aydın bir sanatçı olmanın ön koşulunun politik düzey olduğu düşünülmemeli. Benzer şekilde içsel dünyanın devinimleri noktasında toplumun bilmediklerini yaratabilme ya da bildiklerini bambaşka bir biçimde sunabilme yetisi, yukarıda altını ısrarla çizdiğimiz aydın sanatçı olabilmekte yatan ayrımının ta kendisidir. Sanatçı, ilan ettiği politik görüşleriyle değil, aydın sözcüğünün anlamını somut olarak karşılayabildiği oranda önde, ileride ve de özerk olabilir. Mehmet Aksoy**, Genco Erkal***, Şükran Moral**** ve her şeye rağmen sayıları hatırı sayılır bir rakama ulaşabilen sanatçılarımız durmaksızın üreterek insanlığın ilerici birikimine yaratımlarıyla katkı sağlamaktadırlar. Bu adların öne çıkması ve ardından gelen kuşaklarca takip edilmeleri, kendisine aydınlanmacı diyen tüm oluşumların, Azizm Sanat Örgütü’nün de hedefleri arasında yer almalıdır. * Ocak 2008 tarihli 3. sayımızın 53. sayfasında “Guernica’nın Anlamları” başlıklı yazıda eserin arka planına odaklanmıştık; http://issuu.com/azizm/docs/edergiocak2008 ** http://www.mehmetaksoy.com/ *** http://www.dostlartiyatrosu.com/genco_erkal.html **** http://www.sukranmoral.com/ Şükran Moral ile Mart 2011 tarihli 41. sayımızda gerçekleştirdiğimiz söyleşi sayfa 20’de; http://issuu.com/azizm/docs/edergimart2011
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
31
(K)ırgın Melek Özgür Keşaplı Didrickson
Dinlenmeye öyle ihtiyacım var ki, kanatlarımı versem köklerini verir misin? dedi melek Bir fısıltıyla yeşerdiğine şaşkın yaprak ne desin? Bir şey diyemedi, suyu çağırdı, köklere haber saldı; sessiz hazırlandı Kanatlara kaldı karar Meleklerin de yorulabileceğini onlardan iyi kim bilsin? Kökler meleği sardı Orman göğü kararttı Yağmur yağmasa bile olurdu Yağdı
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
32
Üçü Bir Arada - Mustafa Bilgin
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
33
Anneden Önce Babadan Sonra Ayşıl Susuzlu
Kol ağızları pamuklanmış çok eski arkadaşım kaşmir kazakla Karakol Sokak'tan aşağıya doğru iniyorum. Kimi kişinin inanmadığı kahverengi-siyah uyumunu büyük bir ihtişamla üzerimde taşıdığıma dair inancım da sağ göz bebeğimin yakınında duruyor. Bu inanç herhangi bir yabancıya sergileyeceğim mahcup bir gülümsemeyle özgür kalmayı bekliyor. Acelem yok. Birkaç aydır 'yabancı nezaketine' fazlaca inanır olmuş vaziyetteyim. Beni kolayca onaylayıp, mutlu edecek kişi birkaç dakikaya kaldırımın üzerinde belirir nasıl olsa. Benim asıl mücadelem kabuğumun içindeki çekirdek. Son zamanlarda en yakınımdakilerle kurduğum duygusallıkta midemi yakan bir acı var. Kendimi galiba engellenmiş hissediyorum ve biraz da şükranın cömertliğinden men edilmiş. Acaba bu yüzden mi şu istediğim romanı okumaya halim yok? Bu yüzden mi yabancıya takınacağım tutarlı bir tavrım yok? Bilmiyorum, sadece ilk gördüğüm bakkaldan jelatini tozlanmış bir sakızla rahatlamak istiyorum. Ulaşabildiğim ilk raf-ömrüçoktan-dolmuş sakızın hatırımdakinden daha pahalı olmasına elimde olmadan içerliyorum. Ayrıca içinden araba resmi çıkan o eski sakızları da bulamaz oldum. Etrafta gördüğüm bazı fantastisch arabalara vermek istediğim çocuksu tepkinin referansı elimden alınmış gibi
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
34
hissediyorum. Biraz sinirleniyorum sanki. Sinirli olmak o kadar da kötü değil herhalde. Daha kötü olan şımarık bir kız gibi ısrarcı bir teselli arayışında olmam olabilir. Schubert'in Serenade'i tadındaki masalsılık hayatımı terk edeli birkaç yıl oldu. Masalsılıkla ayrılık yıl dönümümüzü hala aklımda tutuyorum. Bir daha da ne zaman bir araya gelebiliriz bilmiyorum. Hâlbuki bu cihanda Schubert'i hiç tanımamış yoldaşlarım var benim. Hatta onlardan birini koklamak üzereyim. O kişi karşı kaldırımdan ani bir kararla benim tarafıma geçmeye koyuluyor. Kararını uygularken de trafiğe hiç göz atmıyor. Ben ve sürücüler o kişi yerine tetikteyiz nasıl olsa. Yanımdan geçen insanları koklamak, alışkanlığa dönüşmek ve dönüşmemek arasında sıkışmış yeni bir oluşum. Beni en derinimde, gördüğüm her kumaşa dokunmaya zorlayan o his kadar sarmıyor. Koklamayı dokunmak üzerinden en doğru biçimde okuduğuma ikna olup, yukarıdaki olumsuzlukların hepsini inkâr edebilirim ama öyle yapmıyorum. Öyle yapmıyorum çünkü ben sandığımdan bile daha cesurum. Tanımlayamadığım cesaretimi bir gün hayatıma girecek olan o adamdan daha çok sevebilirim diye öylesine korkuyorum ki. Bazen yapayalnız yaşlansam ne kadar eksik ölürüm diye düşünüyorum. Akıllı bazı sözcüklerle aşktan korktuğum kadar onu arzuladığımı kendime tekrar hatırlatmış oluyorum. 'Aşk'ın, yazılı tarihin abarttığı kadar yüce olmadığını fark edersem, geriye iştahla isteyeceğim pek de bir şey
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
35
kalmayacak. İşte bu yüzden aşk ölüm gibi geliyor; ilahi yatağında huzur ve dehşet koyun koyuna servis ediliyor. Az önce yanımdan geçen adamın nasıl koktuğunu, bildiğim başka bir kokuyla eşleştirmek için uzunca bir zaman harcıyorum. Koku hafızasının güvenilirliğine oranla ne kadar da kısır bir sözcük dağarcığı var. Adamın anorak montunun uzun süre (1 yıl kadar) bir tamirhanede, özellikle de iri
bir alet kutusunun üzerinde unutulduğunu
düşünüyorum. Bu kutu gün içerisinde sıkça kullanılıyor. Ancak her seferinde anorak mont bir miktar tedirginlikle yere konulup, kullanılan aletler iade edilirken tekrar kutunun üstüne yerleştiriliyor. Böylelikle hem yerin hem de alet kutusunun rahiyasına ulaşıyor, hem de yer yer başka tenlerin aromasına sahip oluyor. Montun genel durumu ayak kokusu kadar hayati değil, yalnızca karakteri yok. İşte tam da o anorak montlu adama gülümsermiş gibi yaparken, gizlice çiğnediğim yaşlı sakızın bir kısmının ön dişlerimin arasına yapışmış olduğunu fark ediyorum. Çekingen gülümsemem uçuk pembeye boyanıyor ve bu paldır küldür moralimi zedeliyor. Yabancı nezaketi hakkında biriktirdiğim tüm olumlu hisler de dağılıyor. Adamın kokusuna lüzumsuz bir tahammül gösterdiğim için üstüne üstlük sinirleniyorum. Neyse ki kaldırımı delip, neredeyse arsızca boy verirken hışırtısını duyabileceğim ayrıksı otu fark ediyorum. Gülümsüyorum. Kendime acımayı en iyi ben bilirim ama bugün günü değil, deyip hayvan pislikleriyle sıvanmış kaldırımda sekerek yürümeye devam ediyorum.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
36
Sekerken içimden aniden koşmak geliyor. Otobüsü kaçırmak üzereymişçesine telaşla koşmaya başlıyorum. Dev göğüslü bir kadın olmamanın, her an arzu nesnesine evrilme ihtimaliyle yaşamamanın basitliğiyle koşuyorum. Suratıma hatırlayamadığım bir esprinin mutluluğu yayılıyor. Camları kırılmış, bahçesi nice yasaklara ev sahipliği yapmış ikiz evlerin yanından geçiyorum. Her seferinde olduğu gibi onlara bakıp kaşlarımı umutsuzlukla bu sefer çatmıyorum. Ancak bir sonraki sefer evlere bakıp tekrar hüzünleneceğimi biliyorum. İlerleyen saatlerde elimdeki poşet uğruna kuracağım cümleleri düşünmemeye çalışarak, günün amacını 'her şeye ve kendime rağmen mutlu olmak' fikriyle baştan yaratıyorum. Yaratım sürecinin yüzeyselliği ve kişisel gelişim tadındaki düsturu karşısında yüzüm buruşuyor. Günün akışının
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
37
içine rastgele kelimeler dizmesem koca bir 24 saatin nasıl geçebileceğini düşünüyorum. Bu düşünceyi anca bir trajedinin içine yerleştirebiliyorum. Olmayan dayımı öldürüp, tüm gün yasını tutarken konuşamadığım hallerimi hayal ediyorum. Yetmiyor. Dayı özlemi duyduğum tek bir günü bile hatırlamadığım için, hayalimi dönerci büfesinin dibindeki yamuk elektrik direğine sürüyor ve ondan kurtuluyorum. Kurgumu öylece gerimde bırakabilmeyi kocaman bir sessizlikle ödüllendiriyorum. Sokağın sonuna kadar yalnızca yürüyorum ve bir de nefes alıyorum, iyi geliyor. Ana caddeye geldiğimde, trafik ışığının değişmesini beklemeyi konvoy halinde dizilmiş arabalar şahitliğinde yapıyorum. Sessizliğim korno sesleriyle, bir Cro-Magnan'ın yakınıma balgam püskürtmesiyle, annesine vuran minik oğlanın hışmıyla, köşedeki çiçekçi kadının kederiyle delik deşik ediliyor. Elimdeki poşete daha sıkıca sarılıyor ve mağazada yapacağım ürün değişimi konulu konuşmamım provasını yapıyorum. Provayı dudaklarımı oynatarak yaptığımı anladığım an adımlarım yavaşlıyor, adem elmam gırtlağımı yarıyor ve alnım kırışıyor. Herkesin günlerdir yıkanmamış halde beni izlediğine inanıp, irkiliyorum. Etrafımdaki gerçekliğin bakımsızlığına mecbur bırakılmayı reddedebiliyormuşçasına gördüğüm ilk taksiye biniyorum. Taksiciyle aramda muhtemelen 3 yaş olmasına rağmen ona 'abi' diye hitap ediyorum ve bir nebze rahatlıyorum. İnsanlara neredeyse katlanamıyorum ama hala bağlılık hissediyorum.
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
38
Mağazada ürün değişimi performansımdan, umduğumdan daha kolay sonuç alınca, şımarıp eskiden benden hoşlandığını bildiğim birisini arıyorum. Müsait olduğunu ve benimle her zaman kahve içmek isteyeceğini söylüyor. Bu kadar hazır oluşu iyi hissettirmiyor. 1 saat sonra onun önerdiği yerde buluşmak için randevulaşıyoruz. Telefonu kapar kapamaz pişman oluyorum. Eve geri dönmek zor geliyor, bahane bulup planı iptal etmek daha da zor. Tahminimce 300-400 metre ileride olan sanat galerisine doğru yürümekten vazgeçiyorum. Denemediğim bir kafede muhtemelen çirkin olan bir kahve içmek istemiyorum. Hiçbir tanıdık da görmek istemiyorum ve yabancılar da hiç çekici gelmiyor. Mağazanın önündeki ilk basamakta asılı kaldıkça endişelerim artıyor. Endişelerimin
lüzumsuzluğunu
kavradıkça
hayat
tarafından
kandırıldığımı hissediyorum. Artık kandırılmak istemiyorum. Başıboşlar gibi ortalıkta geziniyorum. Vitrinde beğendiklerimi mağazanın içinde teftiş etmek istemediğim bir amaçsızlıkla yürüyorum. Yürümeye olan düşkünlüğüm irsi herhalde, diye düşünüyorum. Yürüyüşe harcadığım mesaiyi dine harcasam sofu olurdum, deyip kendime gülmeyi beceremiyorum. Saatime baktığımda randevuma geç kaldığımı fark ediyorum. Adımlarım gülünç boyutlarda hızlanıyor. Aceleci tavrım sonucu Erdem'e karşı tuhaf gözükeceğimi bile bile insanlarla çarpışarak yoluma devam ediyorum. Görüşmeyeli spor yapmış, sanıyorum parfümünü değiştirmiş ve bıyık bırakmış bir Erdem ile karşılaşınca makyajımı tazelemiş olmamanın siniri sağ çene
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
39
kemiğime yerleşiyor. Ardından tombul bir dil sürçmesi yaşıyorum. Kıyıda köşede kalmış izlenimi veren kafede çalan çellonun masamıza boşalttığı romantizm de mantığımı sağır ediyor. Bu nasıl bir buluşma böyle? Nasıl olur da önceden bulunduğum tahminler bu kadar yanlış çıkabilir? Makyajımı tazelemek için tuvalete gitsem biraz sakinleşir miyim? O zaman da makyajımı yenilediğim çok belli olacak. Yaşasın, sağ ayağıma kramp girdi! Canım acıyor, içim gıdıklanıyor ve ellerimi Erdem'in ellerine değdirmek istiyorum. ''Size de sorayım benim oyuncaklarım şans getiriyor''. Gerçek bir soru sormayan kadın tam zamanında masamızı kuşatıyor. Şu şans getiren Çin malı oyuncaklarından birini almak istiyorum ancak oyuncakları doğru düzgün incelemiyorum bile. Tek başıma olsaydım belki de alırdım. Katıla katıla üzülmek için alırdım. Ürkerek yaşadığım heyecanımın ortasına hayatın absürtlüğü işte tam da böyle konuşlanmış oluyor. Kadının hüzünlü varlığı beni kurtardı diye sevinirken yüreğimi baltaladığının da bilincine eriyorum. Erdem'le aramıza açıklanamayan bir eksiklik sızıyor. Eksikliği gidermek için bana uzun uzun projelerinden bahsediyor. Ben ise susmak istiyorum ve sadece ona bakmak. Ne yazık ki sıkılmaya başlıyorum. İnsanların kendilerini işleri üzerinden açıklamalarından, kazandıkları parayı tahmin etmem konusunda bencilce bana rehberlik etmelerinden nefret ediyorum. Arkadaki piyano sesi bile kalbimi Erdem'e karşı yumuşatmıyor. Verdiğim yanıtlar sadeleşmeye başlıyor. Tasarrufum
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
40
Erdem'i iyice müsrifleştiriyor. Aklına gelen her cümleyi kuruyor ve masanın ortasına fırlatıyor. Sanırım yüzüm asılıyor, kahvem de buz gibi oluyor. Erdem etrafından ödünç aldığı kelimelerden kendini tarife devam ediyor. Onu dinlemeyi bırakıyorum. Ben herhalde başkalarının yaşanmamışlıklarının kiracısıyım, diyorum ansızın. Erdem beni anlamıyor. Ben ise gülümsüyorum ve hesabı istiyorum. Yaklaşık 40 dakikalık kahve seansı sonrası, zorunda kalmadıkça Erdem'le bir daha görüşmeyeceğimizi
bilerek
sarılıyoruz
birbirimize.
Uzunca
yutkunuyoruz karşılıklı ve sol ellerimiz ceplerimize saklanıyor. Poşetimle el ele eve dönerken, insanların birbirlerinin gücünü nasıl böylesine gözlerinde büyütüp, evlenip çocuk sahibi olabildiklerini düşünüyorum. Gerçek nerede bitiyor? Anneden sonra babadan önce gelebilen tanımsızlık aşk mıdır? Kardeş midir? Hayal midir? Hayat çok şekilsiz bir yer gibi geliyor. Sanıyorum olağanüstü şeyleri bizzat yaratmamız gerekiyor yoksa kendiliğinden karşımıza çıkmıyor. Anneden sonra babadan önce seni bir gün yaratacağım ve ansızın bulmuşum gibi yapacağım, bunu ikimiz için gerçekten yapacağım. * http://odamdannotlar.blogspot.com.tr/
Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:94
41