Azizm Sanat E-Dergi Aralık 2015

Page 1

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

1


Yayın Kurulu Afet Yıldız Cennet Akıncı Deniz Eren Gökay Korkmaz Onur Keşaplı

Tasarım Sorumlusu Selçuk Korkmaz

Ön Kapak: Aziz Nesin, Stratonikeia, Yatağan/Muğla (1986) – Lütfü Dağtaş Arka Kapak: Aziz Nesin Portresi – Semih Poroy

azizm.sanat@gmail.com www.azizmsanat.org https://www.facebook.com/azizmsanat https://twitter.com/AzizmSanat

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

2


Editörden

s.4

Bulantı ve İnsanın Ne’liği Üzerine – Volkan Kavas

s.7

Sinemada Ego Savaşlarının Son Ürünü: Bulantı – Gülcan Beyaz

s.15

12 Eylül’e Deneysel Yaklaşım: Ayhan Hanım – Onur Keşaplı

s.21

Aziz Nesin Portresi – İrfan Ertel

s.26

Eleştiremem, Sansür Var! – Deniz Eren

s.27

Lütfü Dağtaş’ın Kadrajından Aziz Nesin

s.31

Dışımın Acıdığını Hissettim – Fırat Tunabay

s.37

Fukara – Mehmet Rayman

s.38

Tanrılar – Afet Yıldız

s.40

Sessiz Gürültü – İnan Aşık

s.43

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

3


Bu ay üst üste ikinci kez gecikmeli olarak yayındayız. Bu konuda okurlarımıza özür borçluyuz. “Sovyetler ve Sanat” dosyalı 95. sayımızın sarkması neticesinde Aralık sayımız da gecikmiş oldu. Bir sonraki ay bu durumun tekrarlanmayacağını bildirirken, 2016 ile birlikte e-dergimizin yepyeni bir yüze kavuşacağını da şimdiden duyuralım. Örgütümüzün atılım hamleleri yakın gelecekle birlikte somutlaşarak devam edecek. Bu konuda okur ve üyelerimizin katkıları bizler için çok değerli olacak. Geçtiğimiz ay büyük ilgi gören dosyamız aynı zamanda iki verili gerçeği gözler önüne serdi. Birincisi ülkemizde halen konuşmak, üretmekten/yaratmaktan daha geçerli ve tercih edilir durumda. Dosyamız için yaptığımız çağrıların büyük oranda karşılıksız kalışı, Sovyetlerde

sanat

disiplinleri

üzerine

üretmiş

olacağını

düşündüğümüz kurum ve isimlerin hiçbir şey yapmamış olduklarının görülmesi sonucunda dosyamızın neredeyse tamamını Azizm üyeleri yeni kaleme alınan çalışmalarla doldurdu. Bu bizim açımızdan sevindirici ancak ülkemizde sol popülizmin gücü açısından üzüntü verici. Bir diğer durum ise kültür-sanat alanında ülke solundaki değer bilmezlik, cemaatvari tutumla beraber yok saymalar ve de dayanışmadan uzak tavır. Sol oluşumlar ve yayınlarca yıllardır yok sayılan örgütümüz, “Sovyetler ve Sanat” dosyası ile büyük bir başarı ve ilgi yakalamışken bile yalnızca İnsan Bu ve sol Haber Portalı’nda

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

4


kendine yer bulabildi. Dosya konumuz ve Komünist Parti’nin üst düzey kalemlerinden biriyle söyleşi olmasaydı kendimize o yayınlarda da yer bulup bulamayacağımız ise meçhul. Ortalamacı muhalif adlarının sosyal medya paylaşımlarının, komik videoların, uzayda ilk porno filmlerin(!), aleni gerici yöneticilerin laflarına karşı tweeter’da beliren 140 karakterlik cevapların kolaylıkla haberleştirildiği bir ortamda, popülizme yanaşmayan ve olgunluktan taviz vermeyen örgütümüzün haber değeri olmaması pekâlâ anlaşılabilir bir durum. Vasatlığın kuşatmasını yarmak için yayın ve proje çıtamızdan asla taviz vermeden, “Sanat Aydınlanma İçindir” tavrımızla, ilgisizliğe ve değer bilmezliğe rağmen yılmadan üretmeyi sürdüreceğimizin bilinmesini isteriz. Bu ay, yaşamı boyunca baskıya, engellemelere ve her biçimiyle şiddete maruz kalmasına karşın “aydın olabilme” yetisini bir an olsun yitirmeyen, aksine durmaksızın üreterek günümüzde muhaliflik adına şişirilen balonlar düşünüldüğünde değeri daha çok anlaşılan Aziz Nesin’in 100. yaşını kutluyoruz. Bu noktada okurlarımızla 2009 Mayıs’ında Aziz Nesin dosyasını işlediğimiz E-Dergimizin 19. sayısını (http://issuu.com/azizm/docs/edergimayis2009) paylaşmak istiyoruz. Dosyamıza ek olarak bu sayımızdaysa ressam İrfan Ertel’in Aziz Nesin portresini, fotoğrafçı Lütfü Dağtaş’ın kadrajına düşen Aziz Nesin karelerini ve bir denemeyi paylaşıyoruz. Sinema yazılarımızda Zeki Demirkubuz’un yeni filmi Bulantı üzerine iki farklı yaklaşımın yanı

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

5


sıra, Levent Semerci’nin farklı bir yöntem ile internet üzerinden izleyiciyle buluşturduğu filmi Ayhan Hanım hakkında eleştiri yer alıyor. Yeni yılın aydınlığı beraberinde getirmesi dileğiyle, Sanatla kalın dostlar…

Azizm’in Notu: Azizm Sanat E-Dergi’nin Ocak 2016 tarihli 97. sayısı için makale, öykü, şiir, deneme, eleştiri, karikatür, video ve fotoğrafı 31 Aralık 2015 tarihine kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza iletebilirsiniz.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

6


Bulantı ve İnsanın Ne’liği Üzerine

Volkan Kavas

Türkiye sinemasında artık bir fenomen haline gelmiş olan Zeki Demirkubuz’un son filmi Bulantı’nın kötü bir sinema örneği olduğu söylenemez. Gerek senaryo, gerek öyküleme, gerekse sinematografi açısından hakkında kolayca hüküm verilip mahkûm edilmeyi kesinlikle hak etmiyor. Dahası film, bir polemik açıyor ve tersten de olsa insanın ne’liğine ilişkin verimli bir tartışmaya kapı aralıyor.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

7


Kendi içinde bir bütün olarak yalnızca eldeki nesneyi yani filmi ele alalım. Zeki Demirkubuz, açık ki belirli bir insanlık durumunu iyi gözlemlemiş, iyi çözümlemiş ve sinemasal dile belirli bir yetkinlikle tercüme etmiş. Her ne kadar tercih ettiği biçim ve konu Türkiye seyircisi için “yeni” olmasa da, hatta bir parça doygunluk seviyesini zorlasa da, kurduğu anlatının derinlemesine bir tanıklığa dayanması anlamında değerli olduğu teslim edilmeli. Burada yönetmenin kendi yaşamından ne ölçüde yola çıkmış olabileceğine ilişkin tartışmaların açıklayıcı olduğu ise düşünülmemeli. Dolayısıyla, ana karakterin yönetmenin kendisinin bir replikası olduğu yönündeki çağrıştırmaların geçerliliğini tartışmak bir noktadan sonra yersiz olacak.

Peki, bu insanlık durumu nedir? Kanımca, hayattan, toplumdan bir ümidi ya da beklentisi kalmamış; ya da bir nedenle hayata ve topluma uzak kalmış; veya hayatın akışı ve toplumsal dinamiklerle bağlarını neredeyse tümden yitirmiş günümüz aydınının hali. Onun “anlam”ı kaybetmesi, kayıtsızlığı -ki bu Zeki Demirkubuz’un sık sık işlemeye çalıştığı temalardan biri- ve nihilizme sürüklenmesi. Nihayetinde bütün bunların, bunu “boşlukta asılı kalma fazı” ya da “zeminsizlik” diye de adlandırabiliriz, getirdiği göreli ilgisizlik, duygusuzluk ve donukluk. Filmdeki temel gerilim de zaten bu ruh halinden köken alıyor. Görünürdeki kayıtsızlığın aslında insanın özsel

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

8


bir gereksinimi olan birliktelik, anlaşılmak, empati, başkalarına yardım etmek ve başkalarınca destek görmek, başka bir deyişle, “başka insanlarla, kendisi olmayanla bağ kurmak” ile olan çelişkisi film ilerledikçe gittikçe daha belirgin hale geliyor.

Ana karakter, üniversite hocası Ahmet, -kimi zaman farkında dahi olmadan- kendisini içinde bulduğu güvenli bir liman arayışlarının ardından sonunda evin hizmetçisinin kucağında teselli aramak zorunda kalıyor. Bu bir dönüş. Temel gereksinimine, insan oluşu ile ilgili en mahrem dürtüye yöneldiği bu dönüş, ne var ki, bir aydınlanma biçiminde değil, bir dibe vurma biçiminde yaşanıyor. Kaskatı varoluşunun ilk kez bu anda bir noktasından erimeye başladığını, daha önce sebebi bilinmeyen zararsız gündüz düşlerinden dışarı taşan şeyin kişisel statükosunu şiddetle sarstığını görüyoruz. Kendi içinde stabil ve tamamlanmış bir yapı gibi görünen bir bütünü koruyan sert duvarlar çatlarken dışarıdan içeriye yenilenme umudu taşıyan bir ışık değil, içeriden dışarıya bir çürük kokusu sızıyor. Öykü boyunca çeşitli biçimlerde bencilliğine tanık olduğumuz Ahmet, bodrum katındaki kapıcı evinde hizmetçisinin ayaklarına kapanıp ağlarken, yine ve hâlâ aslında kendini düşünüyor. Bir çocuk kadar acımasız ve talepkâr. Filmin son planını oluşturan hizmetçinin -yarı dehşetli yarı erdemliyüz ifadesinde en dikkat çekici şey ise giderek yaşaran gözleri. Bu hüzünlü dehşet o anda yaşanmakta olan şeyin geleceksiz bir kavuşma

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

9


olmasından mı, ayaklarındaki bu yabacının aynı zamanda acı verici ölçüde tanıdık başka yaşantıları çağrıştırmasından mı, bilinmez. Ama durum yeterince absürd. Yine de buradaki kırılma önemli. Karakterimiz bir biçimde yolunu değiştirmeyi göze alıyor. Bu onun öyle ya da böyle, bencil, sinik, çarpık ya da acımış da olsa, bağ kurma gereksinimini dışa iletmesi, açık etmesi anlamını taşıyor.

Ahmet, hiç kimseyi umursamayan, başkalarının acısına yabancı ve uzak, bu anlamda fazlasıyla kendine dönük, -deyim yerindeysekendisini sorumluluk almadan yaşayabileceği edebiyat dünyasına mahkûm etmiş, ancak kendi kişisinin somutluğu içinde neredeyse var olmayan, kendi acısıyla bile yüzleşmek istemeyen bir karakter. Bütün bunlar elbette, ancak yaşamını düzenin boşlukları arasında, kimseyle karşıdakinde ya da kendisinde bir değişikliğe neden olacak kadartemas etmeksizin sürdürebilen, belirli sosyal ve ekonomik koşullara sahip az sayıdaki insanın özellikleri olabilir. Ancak, filmi elimizin tersiyle itmeden önce hatırlamamız gereken şey, çağımızın böyle insanları ürettiği gerçeğidir. Temel çatışmayı yaşayan ana karakteri böyle bir kişi olduğu için film, günümüzün aydınını temsil etmesi açısından belirli bir değer taşıyor olabilir. Hatta biraz zorlayarak da olsa, bu noktadan kalkarak eleştirel bir yönü dahi bulup çıkarılabilir.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

10


Öte yandan, kimilerinin midesini kaldıran şey, tam da Bulantı’da temsil edilen bu aydın tipi olabilir. Kabul etmeliyiz ki, sinemada, edebiyatta ya da felsefede, böylesi bir varoluşsal karanlığı anlamanın ya da anlamlandırmaya çalışmanın artık insanlığı ileri götürücü bir tarafı kalmadı. Elbette, burada perdeye taşınan örnek kurtulunması gereken bir araz da olsa insana dair belirli bir potansiyelin ete kemiğe bürünmesini temsil etmektedir. Sonuna yaklaştığımız bu gerici çağ boyunca sayısız benzerini gördüğümüz bu türden temsiller gerçekten de ağzımızda kof bir tat bırakmaya başladı. Hizmetçinin İstanbul aksanıyla Türkçe konuşuyor olması, oyunculukla ve ritimle ilgili kimi problemler gibi tüm kusurlarına rağmen, Zeki Demirkubuz’un bu filmi önceki bazılarına göre çok daha

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

11


yetkin. Özellikle, filmin donuk atmosferi bizi, aslında çok da yabancısı olmadığımız ıssız bir karanlığın içine çekmekte ziyadesiyle başarılı. Anlatının bu özelliği, karakterin kısırlaşmış iç dünyası ile de oldukça uyumlu. Örneğin, Ahmet’in en dipteki hali seyirciyi sıkıntıya boğan elektrik kesintisi sahnesi ile özgün ve duru bir biçimde dile getirilmiş. Amacı düşünüldüğünde sahnenin uzunluğunun ve akışının hiç sırıtmadığı, sünmediği, dengeli ve yerli yerinde olduğu su götürmez. Zifiri karanlıkta tek kılavuzu soğuk, beyaz bir cep telefonu ışığı olan karakterin uzun süre umarsızca bir şeyler araması, bizi onun ruhsal yalnızlığı ile çırılçıplak yüzleştirmiyor mu? Onun bu durumu karşısında benliğimizin iyice arkalara ittiğimiz bir köşesi ürpermiyor mu? Özünde öyle tanıdık bir duygu olmalı ki bu, seyircide sıkılma yerine huzursuzluğa, bunaltıya, alaycılığa, yani o durumdan kaçma isteğine yol açabiliyor. Kapı çalıyor. Ahmet açtığında, onun gibi biz de, itiraf etmeliyiz ki, elindeki mumla hizmetçiyi kapıda gördüğümüzde içimize süzülen sıcacık bir ferahlık hissediyoruz.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

12


Zeki Demirkubuz’un Bulantı’daki amacının seyirciyi kendi oyunculuğu ile can verdiği Ahmet’ten tiksindirmek olduğunu sanmıyorum. Öte yandan, bize rahatsızlık veren ve bizi ister istemez geriye çeken şey, böyle bir insan tipinin yeniden ve yeniden, sanki insan varoluşuna ilişkin bir mutlaklıkmış gibi, sinemada arz-ı endam etmesi. Oysa bizim bugün gereksinim duyduğumuz şey, insan olarak cephaneliğimizin derinliklerinde bir yerlerde unuttuğumuz öteki potansiyellerimizi keşfetmek, onların gizilgücüne ve bir gün nasıl birden bire patlayarak her şeyi yeniden şekillendireceğine yeniden inanmak. Bize böyle bir motivasyonu aşılayacak filmler gerek. Bulantı bir gerçekliği resmediyor, evet, ancak biz başka gerçekliklere inanmaya açız. Demirkubuz’un filmografisi sanki insanın kötücül özüne ilişkin sınırları iyi çizilmiş temel bir sav üzerine, insanın yalnızlığa ve dolayısıyla ancak geçirimsiz içsel yaşantısının kör zindanlarında deneyimlenebilen bir “özgürlüğe” zorunlu olduğu fikri üzerine kurulu. Bulantı’nın da eklemlendiği bu liste sanki bu özün verili, ontik, bu anlamda değiştirilemez olan bir insanlık durumu olarak varoluşumuza içkin olduğunu ima ediyor. Oysa burada bir açmaz var; insan kaçınılmaz olarak böyle değil. Kaçınılmaz olarak bu kadar karanlık, bu kadar yalnız ve birbirine karşı bu kadar duyarsız değil. Tersine o, dünyaya atılmış yitik ruhlardan bir ruh olmak bir yana, her şeyden önce tarihsel koşullarca şekillenen, toplumsal bir varlık. İnsan, olumlu

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

13


ve olumsuz potansiyellerin bir bileşimi ve belirli bir anda bunların hangisinin ağırlıklı olarak gerçeklik kazanacağı büyük oranda onun hangi koşullarda devindiğine bağlı oluyor. Umarız ki bundan böyle sinemamız gerçekliğin küçük bir parçası kadar bütününü de dert edinmeye başlar ve insana ilişkin sözlerini onu bu gerçekliğin içine yerleştirerek, onun ışığında analiz ederek söyler.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

14


Sinemada Ego Savaşlarının Son Ürünü: Bulantı Gülcan Beyaz

Bulantı; Zeki Demirkubuz’un son filmi, aynı zamanda Yeni Türkiye Sineması’nın son alamet-i farikası.

Film, yönetmenin canlandırdığı Ahmet karakterinin karısıyla yaşadığı problemler sonucunda karısının çocuğunu da alarak evden ayrılmasıyla başlar. Aynı gece Ahmet sevgilisiyle birlikteyken eşinin ve çocuğunun kazada öldüğü haberini alır. Dramatik olayını filmin bu kadar başında veren yönetmenin zaman kazanmak istediği düşünülür

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

15


doğal olarak. Ancak yönetmen filmin kalanında zamanı öyle durağan ve filmsel anlatıma hiçbir katkısı olmayan uzun bakışma planlarıyla kuruyor ki; örneğin Ahmet’in sevgilisiyle yemek sahnesi sözsüz, tepkisiz, aralarındaki gerilimden bile kopup gittiğimiz bir şekilde uzatıldıkça uzatılmış, yönetmenin ne için böyle bir zaman kazanmayı tercih ettiği cevabı muallak bir soru olarak kalıyor. Filmin bundan sonrası; eşinin ve çocuğunun ölümüne aşırı tepkisiz kalan Ahmet’in görünürde hiçbir problemi yokken nedensiz bir şekilde hayatının bir türlü iyiye gidemediğini konu alıyor. Ve karakterimizde, bununla yaşamaya alışması tavsiye edilen nedensiz bir hastalık baş gösteriyor. Yani film nedensizlikler silsilesi olarak devam ediyor. Ahmet’in neden bu “bulantı”yı yaşadığı, nesnel hiçbir argüman içermeyip kerameti kendinden menkul bir sorun olarak tanımlanıp çözüme ulaştırılıyor. Film bir eser olarak anlattıklarının ötesinde ve aslında sadece şu bakımdan değerli ki; ülke sinema camiasındaki ikiyüzlülüğü, sanata ve sinemaya dair tezsizliği ve kofluğu gün yüzüne çıkardı.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

16


Film, gösterimlerinin başlamasıyla ve yönetmenin spekülatif söylemleriyle

birlikte

epeyce

yazılıp

çizilmeye

başlandı.

Eleştirmenlerin genel eğilimi; bilmem kaç yıldır küs olduklarını ve konuşmadıklarını söylemekte hiçbir beis görmeyen, aynı sinema anlayışına sahip iki yönetmeni kıyaslayıp, birini el üstünde tutmak, diğerini bu film özelinde yerin dibine sokmak yönünde. Ne bu eleştirmenler ne de izleyiciler bu yönetmenlerin ne için küs olduklarını bilmiyor. Yanlış anlaşılmasın magazinel bir meraktan değil bu sorgulama, söyleyecek sözü olduğunu iddia edip bunu sinemayla ifade etmeye kalkıyorsa bu insanlar, aralarındaki polemiğin de sanatsal bir karşılığı olmalı. Hem biçimin hem de içeriğinle, kavgalı olduğunun karşısına özgün bir şekilde çıkmayı gerektirir bu. Yoksa karşına aldığını taklit ederek ona bir söz söylemiş olmazsın. Oysa bu yönetmenler kullandıkları estetik, yarattıkları (ya da yaratamadıkları) karakterler ve sinemayla olan dertleri açısından birbirlerinden çok mu farklılar? İkisi de Yeni Türkiye Sineması diye adlandırılan ve bugün açık bir şekilde gerici olduğunu dile getirmemiz gereken sinemanın neferleri. Yinelemekte fayda var; sanatçı açısından bu tür bir kavgaya girişmek, söyleyecek bir sözünüzün olmasını gerektirir. Öbür türlüsünün mahalle kavgasından bir farkı olmaz. Zaten küçük bir çapı olan ülke sinemamızda, bugün genç sinemacılar tarafından takip edilen bu iki yönetmenin ego savaşlarına girişip küsmesi, ülke sinemasının geleceğine dair ortak hiçbir

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

17


mücadeleye girişmemesi sadece sorumsuzluk olarak adlandırılabilir. Yönetmenlerin bu hadsizliğini bir kenara yazıp, eleştirmenlerin tavrına geri dönelim. Sinemaya ve insana dair tezi olmayan bu eleştirmenlerin

omurgasızlığının

herhalde

tek

açıklaması,

Demirkubuz’un karşı saflarının yürütmüş olacağı lobi faaliyetleridir. Zira eleştirmen için bir sanat tezine sahip olmak, bir estetik anlayışı bütünlüklü bir şekilde ele alıp karşı çıkmayı veya savunmayı gerektirir. Bugün hem eleştirmenler, hem de yönetmenlerde gördüğümüz ortak tavrın adı; ukalalık. Bu tavrın sinemaya yapıcı hiçbir katkısı yok. Üzücü olan nokta şu ki; bu ukalalıkları, memleketine ve insanına dair söyleyecek sözü olmayan eleştirmen ve yönetmenin sanatına katkı sunamayacağı gerçeğini görmelerini engelliyor. Bir sanat eseri ortaya koymak, alımlayıcıyla diyalog kurabileceğin yeni bir dil yaratmaktır. Hiç kimsenin diğeriyle iletişim kurmaya yanaşmadığı sinema camiası, izleyiciyle

iletişim

kurmaya

çalışıyor;

nafile

çabalar.

Ancak

sinemacıların birbirleriyle kuracağı sağlıklı diyaloglar, sinemamızın bugün içinde olduğu karanlıktan, bunalım filmlerinden ve kasvetten kurtulmanın yolunu açar. Ülkenin savaş ve kaos ortamına sürüklendiği bu günlerde sanatçı sıfatını kullanarak egolarını yarıştıran bu insanlar topluma karşı nasıl sorumluluk hissetmezler. Bu sorumluluğun altında eziliyor olmaları gereken şu günlerde hala çıkıp nasıl “Sevişme sahnesinde oynayacak oyuncu bulamadığım için kendim oynadım.” gibi bir açıklama

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

18


yapabiliyorlar. Bu vesileyle açıkça şunu söyleyebiliriz ki; bu sinema anlayışı toplumsal gerçeğe ve insana gözlerini kapamış, salt yönetmen egosunu tatmine indirgenmiş bir sinemadır. Yarattıkları karakterler “insan”ın yalnızca birer kuklasıdır. Yönetmen seyirciye hangi hareketi göstermek istiyorsa sadece o ipi çekmiş; oysa sokaktaki insana yaklaşan karakterler, toplumsal koşulların içinde tüm istençleriyle çok boyutlu olarak var olurlar. Kukla oynatıcısı asla tek bir ipi çekemez, diğer ipleri hareket ettirmeden. Bunu yapmak için epey çaba sarf etmiş olmalı yönetmen. Yani aslında tüm boyutlarıyla var olmak isteyen bir karakteri zorla tek boyuta indirgemek; herkesin yapabileceği bir iş değil. Bu yaptığı, sinemasının neye hizmet ettiğini iyi biliyor olmayı gerektirir. Bu durum da, bu yönetmenlere olan öfkemizi daha da artırıyor. Eğer bu sinemanın gericiliğe hizmet ettiğinin farkında olmasalardı affedilebilirlerdi. Ancak şu şartlarda tek seçenek egolarının gözlerini kör ettiği gerçeğidir. Bu anlamda yönetmenlerimiz kukla dahi oynatamıyorlar. Her iki yönetmen de son filmlerinde, kendi hezeyanlarından yola çıkarak aydın sorununa değiniyor. Aydın sorununu bir karakterin kişisel buhranlarına indirgemek, sorunu bütünlüğünden koparıp çarpıtarak gerçekdışı bir hale getiriyor. Oysa piyasa baskısıyla gericileşen aydın, bu yönetmenlerin kendi bünyelerinde vücut bulmuş halde. Türkiye, sanatın ilerici damarının etkisiz hale getirildiği uzun bir süreci yaşadı ve halen yaşamakta. Önümüze sunulan bu sinema

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

19


anlayışı bu sürecin ürünüdür. Ancak işte tam da böyle bir süreç sanatçının kendisini göstermesini, toplumu ileri taşıma görevini üstlenmesini gerektirir. Sanatçı hiçbir zaman kendi kabuğuna çekilip sanatını oradan icra edemez. O, toplumla her zaman diyalog halinde olmak zorunda. Özellikle ülkenin bugün ki koşullarında Orta Yaşlı Werther’in Egosantrik Acılarını filme almak kişisel tatminden başka hiçbir işe yaramaz. Toplumda ısrarla gerçeklere gözlerini açma eğiliminin olduğu bir dönemde böyle filmlerle karşısına çıkmak ona; kapa gözlerini rahat uykuna demektir.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

20


12 Eylül’e Deneysel Yaklaşım: Ayhan Hanım Onur Keşaplı

2009 yılında AKP’nin “demokratik açılım” olarak adlandırdığı, literatüre ise “Kürt açılımı” olarak yansıyan ve Habur sınır kapısı olayı ile zirve noktasını yaşayan süreç, Türkiye’de infial yaratmış, dört bir yandan milliyetçi söylemlerin yükselişine tanık olunmuştu. Böyle bir anda ilk filmi Nefes’i gösterime sokan Levent Semerci, güney doğuda

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

21


uç bir karargâhtaki askerlerin hikâyesine odaklanmıştı. Büyük bir gişe başarışı yakalan Nefes, şovenizm bekleyenler kadar çözüm umanları da boşa çıkartmış, oldukça yetkin bir sinematografiyle eleştirmen ve izleyicilerin yönetmenin bir sonraki yapıtını merakla beklemesini sağlamıştı. Semerci’nin 12 Eylül darbesine eğilen ikinci uzun metrajı Ayhan Hanım, resmi bir açıklamayla netleştirilmeyen bir süreç sonucunda sinemalarda gösterime girmediği gibi DVD olarak da piyasaya çıkmadı. Büyük beklentilere karşın bu yaşananların ardından yönetmen filmini Youtube üzerinden “Halay çekerken, dans ederken katledildiler. Suruç ve Ankara'da katledilenlerin anısına” notuyla sinemaseverlerle paylaştı. https://www.youtube.com/watch?v=5g2snTADbJc

İçerik olarak Ayhan Hanım’ın her hangi bir yenilik taşıdığını söylemek zor. Çocuğunu 12 Eylül’de işkencelerden koruyamayan, komünist olmayan ancak oğlu ve arkadaşlarının insanlığını gördükçe

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

22


fikre ısınan, özverili sevgili dolu anne Ayhan ve orduya yıllarca hizmet ettiği halde oğlunun nasıl solcu olduğunu kavrayamayan ama onu dışlamaktan da kaçınan isimsiz baba filmin başat karakterleri. Film, devrimcilere ve komünizm fikrine romantik bir bakış açısıyla, naif bir tutumla yaklaşıyor. “Her iki taraftan da gençler öldü” klişesine neredeyse hiç bulaşmıyor. Otuz yıldır 12 Eylül’ü anlatma gayesiyle yola çıkan ancak her seferinde kitlelerde yılgınlık, yenilmişlik hissi uyandırıp gözyaşları eşliğinde “12 Eylül kötüdür” gibi uzunca bir zamandır hiçbir radikalliği, yeniliği olmayan bir önermeyle sonlanan filmler izledik. Ayhan Hanım metin olarak aşağı yukarı aynı sularda yüzerken, yönetmen biçimsel açıdan gerçekçilik, tanıklık gibi 12 Eylül filmlerinde

tutmadığı

ve

hedef

kitlede

yenilik

doğurmadığı

kanıtlanmış yöntemlerin aksine filmin türünü kurmacadan deneysele dönüştürebilecek hamlelerde bulunuyor.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

23


Dev ve bomboş bir stüdyo/hangarda iplerle bağlanarak yakalanmış boğanın uzun süren bir boğuşma sürecinde alt edilişinin tek planda uzunluğu, eşine az rastlanır bir huzursuzluk ve gerilim doğuruyor. Simgeselliğin öne çıkabileceği bir film öngörüsü yaratan açılış, filmin tamamına sirayet eden değişmeceli anlatımla karşılığını buluyor. Yönetmenin radikal bir hamleyle filmin bir stüdyoda geçtiğini izleyiciye göstermesi, Vahide Perçin’in çarpıcı oyunculuğu ve ölçülü müzik kullanımıyla tamamlandığında yabancılaştırıcı etkisini belli bir ölçüde yitiriyor ancak filmin deneyselliği zedelenmiyor. Zira Ayhan Hanım sahne sanatlarının baskın olduğu son derece özgün bir yapıt. Dans, tiyatro ve kimi noktalarda opera/baleye çalan uzun süreli geçişler, birer geçiş olmaktan öte filmin omurgasını oluşturuyor adeta. Bu sahnelerde üst tepe açılarının kullanımı, zeminin çinileri çağrıştıran

görseli

ve

üzerinde

yer

alan

geleneksel

halılar

düşünüldüğünde minyatür izlenimi doğuruyor. Derviş Zaim’in Cenneti Beklerken filminde minyatür sanatına biçimsel olarak başvurmasının ardından bu kez Levent Semerci bambaşka bir biçim ile minyatür ve geleneksel zanaatların sinematografisiyle buluşturuyor izleyiciyi. Özellikle 1 Mayıs 1977 katliamının benzer yöntemle sahnelenişi filmin en dramatik aynı zamanda en sanatsal anlarından biri oluyor. İşkence sahneleri ise sanatsal olmanın ötesinde bunca yıl gerçekçilik amacıyla çekilen işkence sahneleri düşünüldüğünde daha gerçekçi ve rahatsız edici gözüküyor. Hastanede ameliyat odası, koridor ve bekleme salonu, evde ise oturma odası, yatak odası ve koridordan oluşan

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

24


stüdyoda gezinen kamera, baş aşağıya çevrilmiş kadraj ile plan sekans, parçalı ölçekler gibi geleneksel olmayan açı tercihleriyle filmin deneyselliğini besliyor. Bir bütün olarak Ayhan Hanım’ın sunduğu görsel zenginlik ve özgünlüğün yalnızca ülke sinemamız için değil dünya sineması için de eşine zor rastlanır olduğunu belirtmek gerek. Ara yazılar ve ses kanalından gelen gerçeklikle filmin darbe ile hesaplaşmasını kuvvetlendiren yönetmen, yer yer gerilim hatta korku ögeleri de kullanarak filmi salt dramdan öteye taşıyor. Filmin belki de tek kusuru 118 dakikalık süresinin deneysel için uzun oluşu olabilir. Vahide Perçin’in yanı sıra komiser rolünde Turhan Kaya’nın çarpıcı bir oyunculukla dikkati çektiği Ayhan Hanım, yönetiminden senaristliğine, görüntü yönetiminden kamera kullanımına, dans koreografisinden yapımına ve kurgusuna kadar her bir noktasında Levent Semerci imzası taşıyan, “auteur sinemacı” kavramını karşılayan önemli bir yapıt. Filmi internetten izlerken sinema salonlarını dolduran, içerik ve biçim açısından döküntü filmler yerine böylesine bir görselliği niçin beyazperdede göremediğimizi sorgulamamak elde değil.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

25


Aziz Nesin Portresi – İrfan Ertel

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

26


Eleştiremem, Sansür Var!

Deniz Eren

Ülkemizin içinde olduğu durumu göz önüne aldığımızda ve buna bağlı olarak sosyal medyada sıkça yapılan bir paylaşım haline gelmiştir, Aziz Nesin'in "Türk halkının %60'şı aptaldır." sözü... Hiç şüphesiz ki yıllardır süre gelen bir tartışma konusu olmuş ve günümüzdeki tartışmalarda da yerini aldığını söylemek mümkündür.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

27


Bilindiği üzere bu söz, 1982 Anayasa Referandumu’na dayanır. Daha sonra hakkında dava açılmış olsa da mahkeme bu sözü kabul etmiştir. Buda ister istemez "Ne oldu da böyle sansürden meydana gelen bir ülke olduk? Bunun için ne gibi bir çözüm yoluna gitmeliyiz?" gibi soruları akılları getiriyo Aziz Nesin'in şuanda yaşadığını düşünürsek, seçim sonrası katıldığı bir programda ve ya geçtiğimiz yıl twitter'ın kapatılması sonucunda "Türk halkının %60'şı aptaldır." sözünü kullanması konuşurken programın reklama girip daha sonrasında yayından kalkmasına neden olabilir ve eleştirel anlamda yazmış olduğu öykülerini de ele aldığımızda ise Nesin hakkında tutuklama kararı çıkartılmasına kadar gidebilirdi.

“Ne oldu?” sorusunun cevabını bulmaya çalıştığımızda ise aslında böyle birini ve ondan doğan baskıcı atmosferi biz yarattık ve başımıza gelmesine biz izin verdik, diyebilirim. Muhalefetin yeterince çalışmamış olması da "sansür" kelimesinin iliklerimize kadar işlenmesinin nedenlerinden biri

olmuştur.

Eleştiri

hakkımızın

elimizden alındığının en somut örneği olarak geçtiğimiz günlerde Can Dündar'ın tutuklanmış olduğu örneğini verebilir ve aslında ülkemizde tek özgür basının magazin basını haline dönüştüğü çıkarımında da bulunabiliriz. Gerekse aydın kesim olarak tanımlamış olduğumuz sanatçılarımızın halka gerektiği gibi yol göstermemiş olması böylesine

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

28


diktatör bir kişinin başımıza gelmesinin başlıca nedenlerinden biri olmuştur. İşte tam da bu noktada karşıt görüşlü kişilerin sosyal medyada paylaştıkları Aziz Nesin'in sözü, günümüz tartışmasındakini yerini almıştır. Söz ne kadar doğru ya da yanlıştır bilemem ama ortada gerçek olan bir şey var ki o da yazarın düşünce tarzını ele alarak bunu değerlendirmek olmalıdır. Yaşadığı zorlukların kendisini mizaha ittiğini söyleyen Nesin'in eserlerine baktığımızda açık sözlü, toplumcu gerçekçi sanata katkı yaptığını görüyoruz. Yazdıklarından ötürü birçok kez hapis cezasına çarptırılmış olsa bile yapmış olduğu mizahtan vazgeçmemiştir. 1972 yılında kurmuş olduğu Nesin Vakfı ise bunun en büyük kanıtıdır. İşte tam da bu noktada yüzümüze tokat gibi çarpmalı "Ne gibi bir çözüm yoluna gitmeliyiz?" sorusu ve sorunun cevabını düşündüğümüzde ise yanıtını bulmak o kadarda zor değil.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

29


Aziz Nesin'in "Dur Bakalım Ne Olacak" öyküsünde anlattığı Necmiye karakterinin meşhur repliği gibi, biz de ülkedeki gelişmeleri dizi izler gibi izleyip en sonunda "Dur Bakalım Ne olacak" diyoruz. Bizi karanlığa doğru götüren bu dizinin başından kalkmak için henüz geç kalmış sayılmayız, yeter ki halk olarak etrafımızda olup bitenlere yeniden eleştirel bir gözle bakmayı öğrenebilelim.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

30


Lütfü Dağtaş’ın Kadrajından Aziz Nesin

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

31


Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

32


Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

33


Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

34


Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

35


Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

36


Dışımın Acıdığını Hissettim Fırat Tunabay Yardım arayan gözleriyle baktığında en çok içimin değil dışımın acıdığını hissettim. Bacağımdaki ağrıdan kaynaklı olsa gerek ağır ağır yaklaştım sana. Söyleyeceklerim söylemek istemediklerimle karıştı ve karşında saçmaladım. Bir yudum daha almasaydın belki de sonucu bu olmayacaktı gebelik testinde pozitif düşüncelere. Bir daha düşün istersen düşündüğüne inandığın sürece. Sürecin bu kadar uzaması ile ben de bir anlamda kısaldım kendi küskünlüğümde. Şehrin dışkısı bulaşmışken üzerine köy yumurtası ile kahvaltı keyfinde hormonlu duygulara kapıldım. Bir bir yüzüne vuracağım birçok anormalliğine karşı ben ikilemeyi tercih ettim. Sıradanlığına inandığımda sen kendini boyutlar arasına sıkıştırıp dünya dışı varlıklarla sevişiyordun. Her bir soluk alışın verişinden ücret beklerken kapitalizmin kucağında yaptığın dans sosyalist bir ayaklanmayı ateşliyordu. Ben vardım sen de vardın peki biz niye olamadık. Hazırlıksızlık üzerine bahanelere gömülmüşken ölü toprağından kaleler yapmaya çalışıyorduk. Nasıl bir araya geldiğimizi hatırlamıyorsan bir nedeni vardır. Nedensizlik üzerinde durduğumuzda pek bir hafifliyor dünya. Kaç adım daha uzak durabilirsin benden ben kendimden bunca uzaklaşırken? İçimin acıdığını hissettiğimde sen boş gözlerle bakıyordun bana…

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

37


Fukara Mehmet Rayman güvercin kanadı dileklerimle beklerim seni elde kalan kırık dökük anları kır pazarına çıkartsam kimse dönüp bakmaz bile

ay karası gece bir yıldız düşür önüme şehir yokuşları dizlerimden ince süyüm çekilir canım dikiş izine hasret gider balık sırtı kumaşın havları

denizlerin atlası üç kilim deseni daha dökmemiş yaprağını yazını kışına sürükleyen dere gök gürültülü geçer bütün gece

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

38


yol arkadaşlığımız olsun düşün duvarına yazılan sözler bizi çok yordu şu dünyanın çıkmazları öbür tarafın adamı çok ama hepsi birbirinden fukara

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

39


Tanrılar Afet Yıldız

"Bu şarkıyı küçükken ilk dinlediğimde, biri çığlık atıyor sanmıştım." Bu cümle kafamda yankılandı. trompet beni büyülemeye başlıyor. Ve işte adım atıyorum. Dev ayaklarım kafamın emrinde, rastgele yerlere taşıyor beni. Trompet susmuyor, ayaklarım durmuyor. Keman ve piyanoya aşık oldum bir bir ama trompetin beni böyle harekete geçireceğini tahmin etmiyordum. Hareket ayaklarımdan yukarı çıkıyor. Belim, kollarım ahenkle kıvrılmaya başlıyor, kapılıyorum. Şimdi odaya biri girse, diye düşünüyorum. Bunu iş yerinde yapmamalı, diyor kafamda bir ses. Üzerimde takım elbisem ve tabularım var. Ama kafam çırılçıplak, diye karşı çıkıyorum kendime. Parça bitince duruyorum. Ofisteki boy aynamın karşısına geçiyorum. "Boy aynam varmış, vay." Kravatımı sıktıkça sıkıyorum. İşte, diyorum; gayet sığ görünüyorum. Az önceki şehvet halinden çıkıp sandalyeme oturuyorum, bacaklarımı masaya

uzatıyorum.

Beni

trompete

aşık

eden

yüzünü

hatırlayamadığım kadını düşünüyorum. Aslında ağzını, burnunu, dudaklarını, kaşlarını hatırlıyorum ama bunca güzelliği bir araya getirirken zorlanıyorum. Trompetle çığlığı ayırt etmek gibi...

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

40


Anılarımı zorluyorum. Saçlarını, kulaklarını ve boynunu hatırlıyorum. Sonra sanırım birleştiriyorum. Bedenini ve kıvrımlarını da ekliyorum. Ve işte hayal görmeye başlıyorum. İş yerinde olduğumdan sanırım, klasik giyimiyle bana doğru geldiğini görüyorum. O her ortama uyum sağlar... Teni gözlerimi alıyor. Aşık olmadan uyanabilir miyim? Bu kadın beni mahvedebilir. Parfüm kokusu duyuyorum. Hayalimin bu kadar gerçekçi olmasına şaşırarak gözlerimi kırpıyorum, gitmiyor. Lanet okuyorum, ifadesizce karşımda duruyor. Sonunda kafayı sıyırdım. Az sonra mahcup bir ifadeyle sekreterim giriyor içeri. Özürler zırvalıyor, def ediyorum. Sessizce def oluyor. Öyle sessiz ki, çıktığından emin değilim. Gözüm kadında. Sanırım şaşkınlığım kadın ve ben kalıyoruz odada. Kadının parfümü havada asılı, kıkırdayarak bizi izliyor. O ifadesizce duruyor. Bense birden gerçeğe dönüşüveren hayalim karşısında açılan ağzımı kapatıyorum. Bir bardak su almak için kalkıyorum. Yere bakıyorum, ne kadar parlak. Burayı kim sildi böyle? Bir an için kadını unutuyorum. Plağı pikaba tekrar yerleştirip iğneyi nazikçe oturtuyorum. Trompetin çığlığıyla tekrar sarhoş olurken tekrar tekrar kadını unutuyorum. Şaşkınlığım da terk etmiş odayı o sıra. Dönüp yerime oturuyorum. Gözlerimi yumdum. "Ne istiyorsun?" "Plağı." Vermeyeceğimi söylüyorum. Biliyorum, diyor. Gülümsüyor. Vay canına, ilk defa gülümsüyor. Sanki hayatında ilk defa gülümsüyor,

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

41


öyle ki bildiğinden bile şüpheliyim. Ama gülümsemek ona nasıl da yakışıyor. Ne kadar güzel, diyorum içimden. Ne kadar da güzel! Belki de sesli, bilmiyorum. Dişleri ortaya çıkıyor. Kan kırmızı dişleriyle hâlâ çok güzel. Kahkahalar! Gözlerinin kenarları kırışıyor. Kendimi ne kadar güzel demekten alamıyorum. Kahkahalar histerikleşiyor, farkediyorum. Kadın çirkinleşiyor. Sebebini anlayıp kalkıyorum. Benimle birlikte kalkıyor. Pikabın başına giderken beni durdurmak için ellerimi tutuyor, tenim karıncalanıyor. Gözbebeklerimiz birlikte büyüyor. Beni durduramıyor, kahkahaları onu zayıf düşürüyor. İğneyi plaktan kaldırıyorum. Bir hışırtıyla trompetin çığlığı kesiliyor. çılgın, histerik kahkahalar da. dizleri çözülüyor. kalbim çözülüyor. "Ne oluyor?" Aşık oluyoruz. "Tanrılar." Gülümsüyor, gülümsüyorum. Tanrılar, diyoruz, gülümsüyoruz.

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

42


Sessiz Gürültü İnan Aşık Asfalt kenarında bir apartman dairesi içinde bir oda burası Gece derinleşmiş kör bir karanlık Lastik sesleri biraz önce yuvarlanarak gitti Kulaklarımı sağır edercesine Tüm sessizlik bana kaldı … Çiğ tanesi hafifliğinde küfürler Lağım çukuru değil Belki çiçekte değil Küfürlerle dolu koskoca bir oda Beni sığdıramıyor Sen olsan sığardık … Aslına bakarsan çarşı içinde bir binada bir oda burası Karşımda oturuyorsun şuan Yalnızda değiliz Birazdan kalkıp gideceksin Neyse boş ver Şairin dediği gibi “Sen en iyisi bana sürpriz yapıp çık GEL”…

Azizm Sanat Örgütü | E-Dergi, Sayı:96

43



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.