FOTON
Charles Babbage Kimdir?
2 FOTON 2021
Sevgili Foton okurları sizlere kapağımızın da yüzü olan ünlü matematikçi Charles Babbage’dan bahsetmek istiyorum.
maliyetinin çok artması gerekçesiyle devlet tarafından destek kesilince 1842 yılında Fark Makinesinin yapımı durduruldu.
Charles Babbage 26 Aralık 1791 tarihinde İngiltere’de bir bankacının oğlu olarak dünyaya geldi. Yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle çocukluğunu evde eğitim alarak geçirdi. 1810 yılında Matematik okumak için Cambridge Üniversitesi’nde eğitimine başladı. Cambridge’deyken Jhon Herschel ve George Peacock gibi ileride bilim dünyasında tanınacak isimlerin de aralarında bulunduğu Analitik Derneğini kurdu. Babbage mezun olduktan sonra matematik dersi vermek üzere Kraliyet Enstitüsü tarafından işe alındı. İki yıl içerisinde Kraliyet Cemiyeti üyesi oldu ve 1820 yılında Astronomi Topluluğunun kurulmasında büyük rol oynadı.
Charles 1930’ların başında Fark Makinesi çalışmalarını yürütürken bir yandan da Analitik Makine çalışmalarını yürütüyordu. Analitik Makine, Fark Makinesinden ayıran özellik çok daha genel amaçlı ve delikli kartlar kullanarak programlanabiliyor oluşuydu. Charles’ın ölümünden yıllar sonra icat edilen ilk bilgisayar da delikli kartlar ile çalışıyordu. Charles seneler öncesinden ilk bilgisayarların çalışma mantığını öngörmüştü. Charles tasarladığı makineleri üretirken her şeyin mükemmel ve kusursuz olmasını istediğinden işler çok yavaş ilerlemişti. Fark Makinesi yapımından devlet de desteğini çekince makinelerini tamamlamasına yetecek maddi kaynağı bulamadı. Charles hayatının sonuna kadar fikirlerini geliştirmeye devam etti ancak dünyanın çalışan ilk bilgisayarı olacak makineyi tamamlayamadan 1871 yılında hayata veda etti.
Charles’ın üniversite yıllarında dikkatini insanların matematiksel tablolarda yapılan işlem hataları dikkatini çekti. O dönemlerde de hesap makineleri kullanılıyordu ancak bunlar sadece sınırlı işlemler yapabiliyorlardı. Charles insan kaynaklı hataları ortadan kaldıran, polinom ve fonksiyonların hesaplanmasına olanak sağlayacak, Fark Makinesi adını verdiği makinenin yapımına başladı. Fark Makinesi sonlu farklar yönteminden yararlanarak polinomların değerlerini, verilen ilk değerlere göre hesaplayacaktı. Fark Makinası 2,5 metre yüksekliğe, 15 ton ağırlığa sahip olması planlanıyordu. Ancak dönemin teknolojik yetersizliği ve
Charles Babbage’ın doğumunun 200 yıl sonrasında 1991 yılında çalışmalarına özgün çalışmalarına sağdık kalınarak Fark Makinesi-2 diye adlandırılan makine tamamlanmış ve kusursuz bir şekilde çalıştığı görülmüştür ve ortalama bir elektronik hesap makinesinden çok daha öteye giderek 31 basamağa kadar doğru hesap yapabildiği görülmüştür. Fark Makinesi şu anda Londra Bilim Müzesi’nde sergilenmektedir.
KÜNYE İmtiyaz Sahibi Sevcan Çil
Yayın Ekibi Ahmet Üstün
Genel Yayın Yönetmeni Serhat Temel
Kemal Aktaş Necdet Gedik İrem Çağla Arı
Yazarlar Ali Işıklı
Duygu Dülger
Müfit Yılmaz Gökmen
Arifcan Balta
Turan Sert
Bayram Er
Sezer Unar
Cihan Bostancıoğlu
Fırat Keskin
Cihat Talat Akpınar
Kemal Aktaş
Ayşe Nur Özüak
Yusuf Can
Tuana Keskin
Arda Çamdere
Seher Nur Akbaş
Ahmet Üstün
FOTON
Grafik Tasarım Serhat Temel
Arda Çamdere
Lorem Ipsum
Foton, IEEE Balıkesir Üniversitesi Öğrenci Topluluğu’nun ücretsiz ve süreli yayınıdır Sayı: 7 Tarih: Nisan 2021 ieee.balikesir.edu.tr | ieeebaunfoton@gmail.com Balıkesir Üniversitesi Çağış Kampüsü Mühendislik Fakültesi Bigadiç Yolu 17.km Balıkesir, 10145 Foton Dergisinde yayınlanan tüm yazılar IEEE BAUN insiyatifinde olup kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan kullanılamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz 2021 FOTON 3
İÇİNDEKİLER
FOTON
8 Siber Güvenlikte Geleneğin Dışına Çıkmak
4 FOTON 2021
10 NASA Perseverance ile Mars Yolculuğuna Bir Adım Daha Yaklaşacak Mıyız?
14 Blokzincirin Çıkış Felsefesi Ne? 18 Futbolda Teknoloji Devrimi 22 1934: Bir Formula Efsanesinin Doğuşu 26 Plastik Modelciliğe Giriş 28 Reddit ve Amerikan Borsası Savaşı
32 Stagecraft Teknolojisi Nedir?
leyen Kişi; Stanislav Yevgrafovich Petrov
36 Oyun Sektörüne Işık Tutan Bir Kanal: Lorem Ipsum ile Röportaj
39 Öğrenmeyi Öğrenmek 42 IEEE BAUN Projelerine Göz Gezdirelim 46 5. Kadın İş Derse
FOTON
34 III. Dünya Savaşının Başlamasını Engel-
49 4. İnovasyon ve Teknoloji Günü
2021 FOTON 5
Genel Yayın Yönetmeninden;
FOTON
Merhaba Sevgili Foton Okurları,
6 FOTON 2021
Genel yayın yönetmenliği görevini yürüttüğüm Foton Dergisinin 7. sayısını çıkartabilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Öncelikle değerli vakitlerini ayırıp dergimiz için yazılarını kaleme alan tüm yazarlarımıza ve dergimizi okuyan sizlere içtenlikle teşekkür ediyorum. Topluluğumuzun tanıtım görevini üstlenen Foton Dergisi, 7. sayısıyla beraber, edindiği bu misyonun üzerine çıkmayı hedefledik. Son iki sayımızda da olduğu gibi sadece Balıkesir Üniversitesi öğrencilerinin yazılarıyla dergimizi oluşturmak yerine alanında profesyonel kişilerden oluşan yazarların yazılarına da dergimizde yer verdik. Foton Dergisinin 7. sayısında bilim ve teknoloji içeriklerinin sayısı arttırarak dergimize bir yön vermeye çalıştık. Bunu yapmamızdaki bir diğer amacımız ise Foton’u hem daha ilgi çekici hale getirmek hem de içerik açısından daha bilgilendirici olmaktı. Dergimizin yeni sayısını hazırlarken birçok zorlukla karşılaştık. Bu zorlukların başında koronavirüs nedeniyle oluşan pandemi geliyor. Pandemi nedeniyle çalışmalarımızı online olarak yürütmek zorunda kaldık. Bu durum bizi yavaşlatsa da pandeminin etkilerini en aza indirerek yolumuza devam ettik. Pandemiye rağmen bu süreç benim için çok eğitici ve eğlenceli geçti. Öncelikle dergi yapım sürecinin her
anına ortak olmak ve zaman geçtikçe somut bir şeylerin oluştuğunu görmek dergi yapım sürecine olan motivasyonumun taze kalmasını sağladı. Bununla beraber ilgi alanım olan tasarım konusunda da gelişimime katkıda bulundu. Tüm bu durumları göz önüne aldığımızda dergi yapım süreci benim adıma çok güzel bir serüvendi. Umuyorum ki ileride bu yazıyı okuduğumuz zaman pandemi bitmiş ve sağlıklı günlerimize geri dönmüş oluruz Sene başında topluluğumuza verdiğim Foton’un 7. sayısını çıkartma sözümü tutabilmemde bana yardımcı olan Yayın ve Tasarım Komitesi Ekibine, Değerli Yönetim Kurulumuza ve Sayın Başkanımız Sevcan Çil’e teşekkürlerimi sunuyorum. Eminim ki gelecek sayılarımız, 7. sayımızın üzerine koyarak yayın hayatına devam edecek ve bu yolda 7. sayımızın yol gösterici olacağına inanıyorum. Yazımın sonlarına gelirken beni bu süreçte destekleyen herkese teşekkürlerimi iletiyor ve iyi okumalar diliyorum.
Serhat Temel IEEE Balıkesir Üniversitesi Öğrenci Topluluğu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Foton Genel Yayın Yönetmeni
Yönetim Kurulu Başkanından; Sevgili Okurlar, Topluluğumuzun en önemli yayın aracı olan FOTON dergimizin 7. sayısında bu yazıyı yazıyor olmanın tatlı heyecanını, bir yandan da topluluktaki son yılım olmasının hüznünü yaşamaktayım.
Bir teknik ekip üyesi olarak geldiğim bu toplulukta çeşitli etkinliklerde görev aldım, birçok krize şahit oldum ve çok güzel tecrübeler edindim. Tüm bunları yaşadığım için kendimi çok şanslı hissetmekteyim. Şimdi geriye dönüp baktığımda ülkemin hangi şehrine gidersem gideyim açılacak bir kapım olduğunu, ihtiyacım olduğunda yanımda olacak dostlarım olduğunu bilmek bana iyi ki bu ailedeyim dedirtiyor. Pandemi sürecinde etkinliklerin aksayacağını ve tüm işlerimizin duracağını düşünürken bir anda online sürece adapte olduk ve bu güzel ekip ile işlerimizi internet ortamına uyum sağlayacak şekilde düzenledik. O koskoca salon etkinliklerimizi, koşturmalarımızı, sponsorluk arayışlarını, salon süslemelerini internete aktararak Youtube
Bu süreçte teknik projelerimize daha çok ağırlık vermeye çalıştık. Geçtiğimiz yıl İnsansız Hava Aracı Döner Kanat kategorisinden katıldığımız TEKNOFEST yarışmasında finale kalarak 12.lik elde ettik. Aynı zamanda İnsansız Su Altı Aracımız ile de 21.lik elde ettik. Bu büyük başarılar bizi daha çok motive ederek bu sene 5 farklı proje ile TEKNOFEST’e başvurmamıza katkı sağladı. Bu sene Elektrikli Araç, İnsansız Hava Aracı Sabit Kanat ve Döner Kanat, İnsansız Su Altı Sistemleri ve TÜBİTAK 2242 Üniversite Öğrencileri Araştırma Projeleri yarışmalarına katılım sağlayacağız. Projelerimizde büyük bir hevesle çalışan proje koordinatörlerimiz ve proje ekiplerimize tüm emekleri için teşekkür ediyorum. Bugüne kadar topluluğumuzda emeği geçen ve desteklerini esirgemeyen başta danışman hocamız Doç.Dr.Sabri BIÇAKÇI’ya, değerli mentörlerime, canım ailem Yönetim ve İdari Kuruluma, teknik ekip üyelerimize ve tüm IEEE BAUN Ailesine teşekkürlerimi sunarım. Aynı zamanda dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Serhat TEMEL’e bu güzel derginin devamlılığını sağladığı için de teşekkür ederim.
FOTON
Geçtiğimiz günlerde topluluğumuzun 8.yılını kutlarken ne kadar büyük bir aile olduğumuzu ve ne kadar büyük işler yaptığımızı hatırladım. Yıllardır süregelen geleneklerimiz, tecrübe aktarımımız ve samimiyetimiz bizlerin bu noktada olmasına katkı sağlayan en önemli etkenlerdir. Gelenekselleşmiş Kadın “İŞ” Derse, İnovasyon ve Teknoloji Günü, Geleceğinle Bir Gün gibi etkinliklerimizi yıllar geçse bile sürdürebilmemiz ve pandemi sürecinde duraksamadan büyük bir ivme ile etkinliklerimize devam etmemiz ne kadar güçlü bir aile olduğumuzun göstergesidir.
arka planını süsledik, discord üzerinden koşturduk, davetiyelerimizi hocalarımızın kapısına değil de mailine bıraktık. Sene başında zor görünen o işler tüm profesyonelliği ile devam etmekteydi.
Birbirinden güzel yazılar ile buluşacağınız dergimizde siz değerli okuyucularımıza iyi okumalar dilerim.
Sevcan Çil IEEE Balıkesir Üniversitesi Öğrenci Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı 2021 FOTON 7
Siber Güvenlikte Geleneğin Dışına Çıkmak
M
erhaba, Hem sağlık olarak hem de yaşanan siber saldırılar göz önünde bulundurulduğunda çok ilginç bir yılı geride bıraktık. Saldırganlar hem içinde bulunduğumuz durumu fırsata çevirerek Covid-19 paravanını kullanarak saldırılarına devam ettiler. Finali ise bomba bir olay olan Solar Winds saldırısı ile kapattık. Durum gösteriyor ki daha aylar boyunca bu saldırının etkilerini ve derinliğini konuşuyor olacağız. Evet teknoloji gelişiyor. Fakat bu gelişim beraberinde artan felaketleri de getiriyor. İyi amaçlarla kullandığınız bir şey, kötü niyetli kişilerin elinde bir anda size doğrultulmuş bir silaha dönüşebiliyor. Siyahlar ile beyazlar arasında cereyan eden bu savaşta ne yazık ki Siyahlar saha ve seyirci avantajını kullanarak müsabakayı hep 1-0 önde götürüyorlar. 8 FOTON 2021
Sınırsız kaynak, sınırsız zaman ve motivasyon. Beyazlar ise yangın yerine dönme potansiyeli taşıyan kendi sahalarını sürekli savunmakla uğraşıyor. Yani saldırganlar saldırıyor, güvenlik ekipleri bu saldırının farkına vardıktan sonra iyileştirici, düzeltici ve giderici önlemler almak ile uğraşıyor. Bunun temelinde ise dünün teknolojisi ve bakış açısı ile bugünün ve yarının büyük problemlerine çözüm üretmek uğraşısı
yatıyor. Bu değişimde ayakta kalmanın tek yolu öncelikle düşünce yapısnı değiştirmek ve güvenlik alanındaki bilgi birikimi ve tecrübeyi öğrendiğimiz basma kalıpları kullanmak yerine farklı bakış açıları ile çözüm üretmek üzere kullanmalıyız. Einstein’ın dediği gibi “Bir problemi, onu yaratan zihin yapısı ile çözemezsiniz.” Büyük çaplı saldırılardan çıkartılacak ders şu: Geleneksel anlamda güvenlik bakış açısı ve yaklaşımları
ile gelişmiş saldırılara karşı önlemler üretilemez. Geleneksel mimariler değişiyor, bulut sistemleri yaygın bir şekilde kullanılıyor. Benzer şekilde sunucusuz (Serverless) mimariler, servis odaklı mimariler (service oriented architecture), container mimarileri, micro servis yapıları yaygınlaştı ve daha da yaygınlaşacak. Üst üste kutuların konularak oluşturulan dikey mimarilerin yerini, daha esnek genişleme yapısına sahip yatay mimariler
aldı. Bu değişim ile birlikte sistem odaklı güvenlik anlayışlarının yerini, veri odaklı güvenlik mimarilerin alması kaçınılmaz. Aksi takdirde sınırların kalktığı bir yapıda güvenlik kararlarını nasıl vereceksiniz? Bu değişim rüzgarında treni bir defa kaçırmamak için önümüzü hızlı bir şekilde bu yeni teknolojilere, güvenli yazılım ve donanım geliştirme yaşam döngülerinin kullanımına, Zero Trust Security Model gibi güvenlik mimarilerine
çevirmeliyiz. Unutmayınız bir hedefiniz ve nedeniniz olmadan herhangi bir şeye çözüm üretebilmeniz mümkün değildir. Güvenlik dediğimiz olgu aslında büyük bir kısmını bir anlayış ve kafa yapısının oluşturduğu, kalan kısmının ise teknoloji ile doldurulduğu, yaşayan dijital yaşam formudur. Esen kalın.
Ali Işıklı 2021 FOTON 9
10 FOTON 2021
NASA Perseverance ile Mars Yolculuğuna Bir Adım Daha Yaklaşacak Mıyız?
İ
talyan astronom Giovanni Schiaparelli’nin 1877 yılında Mars’ın kanallarına gösteren ilk çizimleri, Dünya’nın hemen yanı başında gelişmiş tarım altyapısı bulunan bir medeniyetin bulunduğuna dair düşüncelerin büyük bir heyecan yaratmasına sağlamıştı. ABD’li astronom Percial Lowel ise 1895 yılında yayınladığı “Mars” adlı kitabında, gezegenin yüzeyindeki “yüzlerce kanalın” su taşımayı amaçlayan yapay kanallar olduğunu düşünmüştü. İnsanlık uzay keşfine beslediği inanılmaz arzuyu Birinci ve İkinci Dünya Savaşı boyunca arka plana atmak zorunda kalsa da, savaşın ardından tekrar gözlerimizi açarak gökyüzüne bakmaya ve nihayet bizleri bekleyen bir yolculuğa hazırlanmaya başladık. Geçtiğimiz yaz çökerek kullanım dışı kalan Arecibo Gözlemevi, 21’inci yüzyılın derin uzay görevlerine uzanan sürece ha-
zırlanmamıza yardım eden tesislerden sadece biriydi. Arecibo gözlemleri sayesinde 1967’de Merkür’de bir yılın 88 gün olduğunu öğrendik, 1974’te M13 küresel yıldız kümesine akıllı medeniyetler ile tanışmak ümidiyle sinyal ilettik, 1981 yılında Venüs’ün radar görüntülerine dayanan ilk haritasını oluşturduk ve 1992 yılında PSR B1257+12 adlı bir pulsarın etrafında yer alan Güneş Sistemi dışındaki ilk ötegezegenleri keşfettik.
ile Kızıl Gezegen’e bakan Schiaparelli ve Lowel gibi astronomların gezegenin yüzeyindeki detayları görebilmesini sağlamıştı. Viking 1 ve Viking 2 görevlerinin başladığı 1976 yılından itibaren Dünya’ya gönderilen görüntüler ise gezegenimizin son derece gizemli komşusu hakkında birçok soru doğurdu. Bu sorulardan en önemlisi şüphesiz “Mars’ta bir zamanlar yaşam olup olmadığı” ve halen hayatın devam edip etmediği.
Sputnik 1 uydusunun 1957’de ateşlenmesi ile birbiri ardına gelmeye başlayan derin uzay projelerinin kalbinde, şüphesiz Mars yolculuğu yatıyor. Venüs’ün sülfirik asit yağmurları üreten kalın bulutlarla kaplanmasına neden olan iklim değişikliğinin aksine, Mars’ın bir zamanlar Dünya’ya benzeyen atmosferini Güneş fırtınaları nedeniyle kaybettiğini biliyoruz. Bu trajik süreç yine de ilk yer teleskopları
Açıkçası, bugüne dek Mars’ta yaşama dair bizleri fazlasıyla heyecanlandıracak bulgular elde edildi. NASA’nın Viking görevlerinde yer alan Gilbert Levin, henüz 1976’da Viking uzay araçlarının Mars toprağı ile gerçekleştirdiği deneylerde mikroorganizma izine rastladığını ancak bu bilgiyi doğrulayacak yeterli teknoloji bulunmadığı için kesin delil olarak kabul edilmediğini belirtmişti. Yine de Mars, 2021 FOTON 11
yüzeyindeki keşif araçları ile yörüngesindeki uydulara sayısız bulgu sunmaya devam etti. Mars yüzeyinde 15 sene görev yapan Opportunity, 2004 yılında “gezegenin bir kısmının yaşama izin verecek kadar uzun bir süre su barındırdığını” tespit etti. 2013 yılında Mars’taki ilk antik nehir yatağını keşfeden Curiosity, yaptığı kimyasal analizler ile “gezegenin geçmişinde mikrobiyolojik yaşama uygun olduğunu” ortaya çıkardı. Eylül 2015’ye, Mars Yörünge Kaşifi (MRO) uydusunun görüntüleri ile Kızıl Gezegen’de sıvı su varlığı tespit edilirken, MRO ve ESA (Avrupa Uzay Ajansı) Mars Express uydusu ile çekilen görüntüler, gezegenin sadece kutuplar ve ekvator bölgesinde değil, dört bir yanında su rezervleri olduğunu gözler önüne serdi. Curiosity ile 2012’de başlayan ve 2020’ye kadar sağanak şeklinde devam eden keşifler arasından belki de en enteresanı, yine Mars Express tarafından 2018’de Kızıl Gezegen’in güney kutup bölgesinde, yerin yaklaşık 1,6 kilometre derinliğinde keşfedilen dev bir “tuz gölüydü.”
Dört bir yanından su rezervleri bulunan, geçmişinde yaşam barındırdığına neredeyse kesin gözüyle bakılan ve barındırdığı “lav tüpü mağaralar” ile astronotlara hazır barınak sunan Mars’a adım atmadan önce yapılması gereken son işlem, 40 yıldan uzun süredir toplanan verileri kesinleştirmek. İşte bu görev, Perseverance’a düşüyor. NASA’nın 2,7 milyar dolar bütçe ayırdığı Mars 2020 görevinin en önemli ayaklarından birini temsil eden Perseverance, 26 ay süren yolculuğunun ardından Şubat 2020 sonunda Kızıl Gezegen’e iniş yaptı. Curiosity’e kıyasla çok daha fazla kamera ve gelişmiş ses kayıt donanımı taşıyan, MOXIE (Mars Oksijen ISRU Deneyi) cihazı ile Mars’ta ilk kez oksijen üretmeyi hedefleyen ve Ingenuity helikopteri ile yine Dünya dışı bir gök cisminde ilk hava gözlemlerini yapmayı amaçlayan Perseverance, uzay keşfinin bugüne dek tanık olduğu en gelişmiş keşif aracını temsil ediyor. Perseverance’ın iniş yaptığı Jezero Krateri, Mars’ın Dünya’nın küçük
Jezero Krateri 12 FOTON 2021
ikizini andırdığı 3,6 milyar yıl öncesine uzanan kalıntılar barındırıyor. Perseverance, kayalardan lazer ile kopardığı numuneleri inceleyecek ve gelecekteki bir başka görevde bu numunelerin Dünya’ya getirilmesi için onları muhafaza edecek. Nihayetinde, Perseverance ile Mars’ın geçmişinde yaşam olup olmadığını, yaşamın nasıl ve nerede oluştuğunu ve de halen var olup olmadığını anlamaya kararlıyız. Bu soruların cevabı, Mars keşfindeki üçüncü adım olarak kabul edebileceğimiz sürecin kapısını aralayacak. Mars, Çin ve Rusya da dahil olmak üzere birçok ülkenin uzay keşfi listesinde tepede yer alıyor. ESA, Rosalind Franklin adını taşıyan keşif aracını göndermeye hazırlanırken, Roscosmos ile ESA arasında gerçekleştirilecek ExoMars görevi, 2022’de Mars yüzeyine gelişmiş bir keşif aracı daha gönderilmesini kapsıyor. Mars’ın yüzeyini didik didik eden yer ve yörünge araçlarının bizlere kazandırdığı bilgiler, Ay ile başlayacak insanlı derin uzay görevlerinin Mars’a uzanmasını sağlayacak. NASA, 2024’te başlaması planlanan Artemis görevi kapsamında Space Launch System (SLS) adlı dev roketinden, Ay yüzeyinde su ve roket yakıtı üretilmesine kadar birçok teknoloji üzerinde çalışıyor. 50.000 kişilik Mars kolonisi projesini henüz 2012’de dile getiren Elon Musk,
bugüne kadar 10 prototipi ateşlenen ve 2021 sonuna kadar yörüngeye de ateşlenmesi beklenen Starship roketi ile 2030’dan önce insanlığı Kızıl Gezegen’e ulaştırmayı hedefliyor. Musk’ın amacı 2050 öncesinde, her biri 80 ile 100 yolcu taşıyan 1,000 roketi Mars’a göndermek. Düşünmesi bile heyecan verici bu sürecin ilk adımı ise Japon milyarder Yusaku Maezawa’nın başını çekeceği insanlı Ay yörünge yolculuğu olacak. 2023 için planlanan bu görev başarılı olursa, insanın Mars’a uzanan altı aylık serüveni için önemli bir eşiği aşmış olacağız. Tüm bunları okuduktan sonra aklınıza birçok soru gelebilir: Koloniler nasıl inşa edilecek? Radyasyondan nasıl korunacağız? Nasıl yemekler yiyeceğiz, suyu nasıl çıkaracağız ve daha da önemlisi, Mars’ı “terraforming” ile nasıl “dünyalaştıracağız?” Her bir soru için birçok cevap sunmak mümkün. Hatta, altı aylık yolculuğu çok daha kısa ve kolay kılması ümit edilen iyon ve plazma motorları üzerinde de çalışılıyor. Şahsen, derin uzay yolculuğunu mümkün kılacak teknolojiler yerine, Mars yolculuğuna yönelik farkındalığın artırılmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Mars, bizleri aslında on yıllardan beri bekliyor. İnsanın Ay’a ayak basmasını sağlayan Saturn V roketinin icadı Alman dahi Wernher Von Braun’un 1952 yılında yayınlanan “Das Marsprojekt” (Mars Projesi) adlı kitabını okursanız, ne demek istediğimi anlayacaksınız...
Müfit Yılmaz Gökmen
2021 FOTON 13
14 FOTON 2021
Blokzincirin Çıkış Felsefesi Ne?
N
ereden ortaya çıktı bu blokzincir? Sık sorulan bir soruyla başlayalım: “Blokzincir nedir?”. Buna hepimizin ayrı bir yorumu var.
Bana sorduklarında tek cümle ile cevabım: “Dijital dünyada, ikili her tür ilişkide aracılık yapanları ortadan kaldırmayı hedefleyen felsefenin yarattığı teknoloji” oluyor. Gelin dilerseniz blokzincirin temelinde yattığını düşündüğüm bu felsefenin çıkış noktasına kısaca göz atalım. İşin özü aslında bir “güç çekişmesi” ve kökü insanlık tarihinin başlangıcına kadar gidiyor. Çekişmenin bir tarafında “birey” diğer tarafında ise “bireyin sahip olduğu her tür varlık, hak ve özgürlükleri sınırlamaya (ya da onlara sahip olmaya) çalışan yapılar” var. Yukarıdaki cümleyi okuyunca bu yapıların hareketlerini hemen “haksız” bir sahiplenme olarak değerlendirmeyin lütfen. Aslında bireyler genelde gönüllü olarak ya da bilerek bu yapılara izin veriyorlar. Sonuçta adı konulmamış bir “sosyal ya da ticari kontrat” var ortada. Örneğin toplum içinde güvenli ve huzurlu yaşamak istiyorsanız gayet tabii varlığınızın bir kısmını vergi olarak vereceksiniz, sonuçta havadan gelecek değil bu hizmetler. Ya da bir işinizi hallederken arada bir aracı varsa, gayet tabii o aracı bu hizmeti bir bedel karşılığı size sunacak.
Dijital çağ öncesi analog çağda, yukarıda bahsettiğimiz “bireyin haklarının kısıtlanması” çok daha gözle görünür ancak daha kısıtlı bir şekilde yapılıyordu; zira fiziki engeller vardı. Ancak dijital çağ, yavaş yavaş evrilen bu süreci bir anda hızlı çekime aldı ve biz bireyler bu hıza alışamadık. Alışamayınca da bu dünyadaki haklarımız eskisine oranla görülmemiş bir süratle elimizden alındı. Hâlâ da tam olarak farkında mıyız bilemiyorum. Belki bu yazıyı okuyan sizler için evet ama toplumun büyük bir kısmı için hayır.
Neden şimdilerde girdi hayatımıza? İşte blokzincir, bireyin elindeki özgürlüklerin hızla elinden kaydığını fark edip bu durumu engellemek isteyen bir grup insan tarafından geliştirilen teknolojik bir devrim. Daha doğrusu bir evrim. Gündemimize oturma nedeni ise yeni milenyumun ilk on yılında yaşadığımız iki gelişme. Bunlardan birincisi hayatımızın içine kendini hissettirmeden girip bize ait bilgilere “el koyan” dijital devlerin ileride büyük bir tehlike yaratacağının, kendilerine Şifrepunk (Cypherpunk) denen bir grup teknoloji delisi tarafından fark edilmesi. El koyma derken kastettiğim, internete ayak bastığımız andan itibaren ne yaptığımızın, kimlerle ilişkiye girdiğimizin an be an gözlenmesi, kayıt edilmesi ve kimi durumlarda kısıtlanması. 2021 FOTON 15
İkinci olay ise ekonomik: ABD Merkez Bankaları topluluğu FED ’in 2008 krizine karşı sınırsız denecek kadar çok miktarda parayı finansal sisteme sokması ve bu paranın bireylere değil krizi derinleştiren finans kurumlarının cebine gitmesi. Krizi yaymamak argümanıyla riskli yatırımların kurtarılmasının risk/getiri dengesini bozması. Bunun sonucu olarak uzun vadede, bu riskli yatırımların yarattığı hasarların bedelini yatırımı yapanların değil krizde bir suçu olmayan bireylerin ödemesi.
Nasıl ortaya çıktı? İşte blokzincir teknolojisini kullanan ilk ürün olan Bitcoin, yukarıdaki iki gelişmeye tepki gösteren felsefenin ürünü. “Acaba dijital dünyada varlıklarıma hiçbir kısıtlama olmadan sahip olabilir miyim ve bu varlıkları istediğim kişiye istediğim şekilde herhangi bir aracıya gerek duymadan transfer edebilir miyim?” sorularından hareketle yapılan çalışmaların ortaya çıkardığı bir araç. Bunu yaparken de tekrar edelim öyle ağaç kovuğundan çıkmadı bu teknoloji. Üç kritik gelişmenin artık olgunlaşmaya başlaması bize Bitcoin denen ürünü verdi. Birincisi, aslında bize dijital hayatın nimetlerini de getiren internet. İnternet önemli, zira “aracıları ortadan kaldırmak” derken aslında merkezi olan aracılara olan ihtiyacı gidermekten bahsediyoruz. Bunun yolu da bu aracılık hizmetini genele dağıtmak, tek bir elden çıkmasına (bir nevi tekel olmasına) engel olarak de16 FOTON 2021
mokratikleştirmek. Dağıtılmış hizmeti verebilmesi için bu parçaların birbirleriyle iletişimde olması gerek, dolayısıyla bir ağın parçası olmalılar. Bunu da internet dediğimiz ağ sağlıyor bize. Yani, Blokzincir teknolojisini 1950 yılında düşünmüş olsanız da gerçekleştirmeniz imkansızdı! İkincisi, dijital dünyada bireyin kendine ait varlıkların sahipliğini kanıtlayabilmesi. Bunun için bireyin dijital varlıklarının tek, kopyalanamaz ve değiştirilemez olması gerek. Aynı zamanda bu varlıklar üzerinde yalnızca kendisinin hak iddia edebilmesi için dijital bir kimliğinin olmalı. İşte bunları sağlayabilmek için de 80’li yılların başından itibaren gelişmeye başlayan şifreleme tek-
nolojilerinin olgunlaşması gerekiyordu. 2000’li yıllara geldiğimizde artık gitgide olgunlaşmaya başlayan internet ve şifreleme teknolojilerinin üzerine Satoshi Nakamoto dediğimiz kişi/grup üçüncü kritik konuyu geliştirdi. Adeta yağ, süt, un ve şekeri bir araya getirip kıvamında bir helva sundu bizlere. Bu dahiyane fikir dağıtılmış bir şekilde birbirinden uzakta duran makinelerin ortak hareket edip karar verebilmesini sağlayan bir uzlaşma mekanizması idi. Bu sayede, binlerce makine herhangi bir merkezi otoriteden direktif almadan, tamamen serbest bir biçimde on yıldır tık demeden çalışan bir sistemi yürütüyorlar. İşte devrim de burada.
Ötesi ne? Blokzincir, yukarıda bahsettiğim birey-merkezi yapı çekişmesi içinde bireyin eline verilmiş bir araç. Bireyler bu araçları ne kadar kullanacak, bu araçlara ne kadar adapte olacak zamanla göreceğiz. Cambridge Analytica ya da 2019 Aralık ayında ülkemizde yaşadığımız 460 binden fazla kredi kartı bilgisinin çalınması gibi skandallar bu alandaki farkındalığı artırmak anlamında az da olsa etkili oldular. Bireylerin hak alanını genişletmek fikrinden ortaya çıkan blokzincir teknolojisi aslında aracıların olduğu her alanda işe yarayabileceği umuduyla kurumsal tarafa da sıçradı haliyle. Ağırlıklı olarak şirketler tarafından kullanılan özel blokzincirler de gelişme aşamasında. Amaç herhangi bir ticari ilişkide yaratılan katma değerden aracıların aldığı pay üzerinde kullanıcıların daha fazla hak iddia edebilmesi. Özel blokzincirlerin gerekliliği konusunu tartışmaya devam edeceğiz önümüzdeki yıllarda. Zira kurumsal alanda daha büyük potansiyelin merkezi olmayan veri tabanları
kullanımında olduğunu söylemek de mümkün şu aşamada. Elbette bu teknolojinin kullanımı sırasında ülke yönetimleri kendi coğrafi bölgelerinde belli düzenlemeler koymaya çalışacaklar. Umarım merkezi yönetimler bu kuralları koyarken dijital dünyada olduğumuzu ve yapılacak her tür baskının bu teknolojinin gerek üretim gerekse kullanımını anında ülke dışına kaçırabileceği gerçeğini unutmazlar.
Sonuç Gelecekte her ne olursa olsun önemli olan blokzincir ile artık bireylerin eline bir alternatif verilmiş olması. Bu merkezi yapıların da kendilerine çeki düzen vermesini sağlayacak. Unutmayalım, rekabet her zaman iyidir.
Turan Sert Not: BTCHaber’de yayınlandı btchaber.com/blokzincirin-cikis-felsefesi-ne
2021 FOTON 17
18 FOTON 2021
Futbolda Teknoloji Devrimi G eçtiğimiz iki sene futbol analitik için devrimsel nitelikteydi. Birbirinden değerli çalışmalar paylaşıldı. Demode ve futbolu açıklamakta kısır kalan bir sürü verinin yerini ileri düzey metrikler aldı. Kimileri sosyal medyada ismini sıkça duyururken, birtakım kurumlar düzenledikleri konferanslar ve duyurdukları yeniliklerle öne çıktı. Günün sonunda, diğer branşlara kıyasla biraz daha muhafazakâr kalan futbol önemli bir kırılma yaşadı.
du. Eleştirilerin sahipleri bu konuda son derece haklıydılar. Atılan pasların, yapılan ortaların ya da çalımların gole bir etkisi olduğu açıktı. İki sene önce Karun Singh adında bağımsız bir futbol analitik araştırmacısı xT (Expected Threat) isimli çalışmasını bloğunda paylaştı. Futbol sahasını 192 parsele ayırıp markov zinciri yapısını kullanarak her bir parsele değer biçti. Modele göre kim topu daha fazla gol tehlikesi arz eden yere
getirirse, o kadar fazla ödül alıyordu. Böylece bir pozisyon zincirinde kimin daha değerli bir iş yaptığı anlaşılıyor ve pozisyon şutla tamamlanmasa bile bir xT puanı elde ediliyordu. Kendisi Markov Zincirini bu şekilde kullanan ilk kişi değildi; ancak anlaşılır, basit ve net olmasından dolayı çalışması oldukça popülarite kazandı. Fakat bir eksik vardı. Miktar olarak ofansif aksiyonlar kadar olmasa da defansif aksiyonlar da es geçilemezdi. Neticede onlar da
Gol beklentisi (Çekilen bir şutun gol olma ihtimali veren metrik) çıktığından beri çokça eleştirilere maruz kalmıştı. Bunlardan en önemlisi, 90 dakikalık bir maçı sadece şutlarla açıklamanın yetersiz kalacağı idi. Örneğin, sonu şutla bitmemiş önemli bir pozisyonu görmezden gelmek büyük bir kusur2021 FOTON 19
maç sonunda tabelada yazan skoru etkiliyordu. KU Leuven Üniversitesi, VAEP (Valuing Actions by Estimating Probabilities) isminde bir metrik geliştirdi. Bu metrik topla yapılan bir aksiyonun 10 aksiyon sonrasında takımının gol atma ihtimalini ya da gol yeme ihtimalini ne kadar arttırıp azalttığı ölçüyordu. Bunu hesap edebilmek için yapay öğrenmeyi kullandılar. Milyonlarca veri ile makineyi eğittiler. Böylece xT’deki defansif eksikliği de giderdiler. Bu tür metrikler farklı topluluk ve şirketlerin el atmasıyla çoğaldı. OPTA, Possession Value (PV) adıyla; American Soccer Analysis, Goals Added (g+) adıyla; Futbol Akademi Scouting ise Aksiyon Değeri (AD) adıyla tıpkı VAEP gibi çalışan, hedefi aynı ama çıktısı farklı modeller geliştirdiler. Peki geliştirilen bütün modellerin futbola nasıl bir etkisi oldu ya da olacak? Kulüpler, olası bir sakatlık ve transfer olma gibi durumlarda kadro eksiklerini kapatabilmek için ellerindeki oyuncu havuzunu her daim güncel ve geniş tutmak zorundalar. (Ülkemizde hala menajer transferleri yapıldığı için olması gereken bir dünyanın tablosunu çiziyorum.) Geniş ve güncel bir oyuncu havuzu için takımların
20 FOTON 2021
bol bol scout istihdam etmesi gerekmektedir. Bu oldukça maliyetli bir çözüm olabilir. İkinci bir yol, alanı daraltıp belirli bölgelere odaklanabilirler; ancak büyük kulüpler bazı bölgeleri çoktan kendi pazarları haline getirdikleri için onlarla rekabet etmek zorlaştı. Üçüncü bir yol ise ileri düzey metrikler ile veri scoutingi yapmak. Topla yapılan her aksiyonun değerini ölçen modeller veya bu minvalde çeşitli futbol analitik araçları vasıtası ile event datasına (Topla yapılan her aksiyonun kaydedildiği veri seti.) ulaşılabilen her lig kolaylıkla takip ediliyor. Şu kadar ileri pas yapmış, şu kadar kilometre koşmuş, şu kadar top çalmışın ötesine geçen veriler sayesinde, milyonlarca aksiyon ile eğitilerek oluşturulan metriklerin çıktıları kulüpler için çok değerli fırsatlar sunuyor. 90’ar dakikadan onlarca maç izlemeden Makedonya Ligi’nde gole etkisi çok yüksek paslar atan oyun kurucuları bulmak oldukça basit. Topu tutup diğer oyunculara istasyon olacak ve bol bol hava mücadelesi kazanacak pivot forvetleri tespit etmek için saatler harcamaya gerek yok. Zamandan tasarruf ettiren bu yöntem kendi içinde henüz mükemmel değil; Çünkü bir oyuncu topla maksimum üç dakika
oynarken, kalan dakikalarda topsuz oyuna katkı veriyor. Bundan ötürü mevcut şartlar altında veri scoutingi, geniş oyuncu havuzunu daraltıp, geleneksel scoutinge zaman kazandırır. Daha ötesine gidebilmemiz için tracking dataların (Sahadaki her oyuncunun ve topun 90 dakika boyunca sahadaki her hareketini saniyede 25 kare olacak şekilde barındıran veri seti.) yaygınlaşması gerekiyor. Böylece topsuz alandaki olumlu ve olumsuz hareketleri de ölçebiliriz. Keza, Liverpool’un Baş Veri Bilimcisi William Spearman’ın oluşturduğu Pitch Control modeli ile topun belli bir konumda olduğu varsayılarak, herhangi oyuncunun topu kontrol etme olasılığı tahmin edilebiliyor. Kısacası, hangi oyuncunun ve takımın sahaya daha çok hükmettiğini tek bir grafiğe bakarak anlamak mümkün. Bu tür çalışmaların daha çok yaygınlaşmasıyla beraber insan faktörünün biraz daha geri çekilip, yapay zekanın baş aktör olduğu bir döneme girmemek için önümüzde hiçbir sebep kalmaz. Liverpool, Barcelona, PSG, Inter ve Benfica gibi Avrupa’nın önde gelen kulüpleri çoktan bu işlerin içine girip yol almaya başladılar bile. Oluşturdukları ekiplerde fizikçisinden
matematikçisine kadar çok farklı alanlardan gelen isimler bulunuyor. Hatta Sevilla Futbol Direktörü Monchi’nin scoutlardan ziyade istatistik ve algoritma uzmanlarının daha revaçta olduğunu vurguladığı sözünden bahsetmekten her seferinde keyif alırım. İstatistikleri eleştirmeye devam edenler, Futbol analitiğin gelişimini yakından takip etmedikleri gibi eskimeye başlayan birtakım söylemlerde ısrar etmeyi sürdürüyorlar. Ülkemizde ne yazık ki kulüpler ve federasyon düzeyinde global çapta bir adım atılmadığından ötürü bu tür söylemler devam edecektir. Şu bir gerçek ki, geleneksel scouting konusunda Avrupa’nın gerisinde kaldık. Onlara yetişebilmek ve rekabet edebilmek için onların seneler önce attıkları adımların aynısını atmak yeterli olmayacaktır. Yetki sahibi kişilerin, çağ dışı eleştirileri önemsemeyerek henüz ergenlik çağını yaşayan futbol analitiği bir fırsat olarak görmesi, ülke futbolunun geleceği açısından büyük önem arz etmektedir.
Sezer Unar
2021 FOTON 21
1934: Bir Formula Efsanesinin Doğuşu
22 FOTON 2021
Fırat Keskin
1
934 yılı, motor sporları tarihinde bir efsanenin doğduğu yıldır. O efsanenin adı “Silberpfeile” (Gümüş Oklar) idi. Her efsanenin doğuşu gibi Gümüş Oklar’ın doğuşunun da biraz tesadüfi, biraz sıra dışı, biraz da destansı bir yanı vardır. Haydi hep birlikte o doğuma “kısaca” tanıklık edelim. Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkan Avrupa, toparlanmaya başlamıştı. 1920’ler biterken, savaş döneminde askıda olan pek çok uluslararası spor faaliyeti yavaş yavaş yeniden düzenleniyordu ve hatta FIFA Dünya Kupası gibi yenileri de organize edilmeye çalışılıyordu. O dönemin FIA’sı, “The Association Internationale des Automobile Clubs Reconnus (AIACR)”, 1932 yılında bir deklarasyon yayınlamıştı. Bu bildiride, 1934 yılından itibaren yeni bir Formula serisi düzenleneceğinden bahsediliyordu. Bu bildiriye, aynı zamanda bir de kurallar kitabı eşlik ediyordu. Bu bildiride, 1934 sezonunun Monaco’da başlayacağı yazıyordu. O dönemde yarışlar genelde 500 km sürüyordu ama
Monaco o kadar zorluydu ki 318 km (100 tur) uzunluğundaki bir yarışın yeterli olacağı belirtilmişti. Yani yeni Formula serisi, gözlerini hayata 1934 yılında, jet sosyetenin önünde açacaktı. Bu bildiriden sonra, yeni seriye katılmak isteyen firmalar hazırlıklara başladılar. Bunlardan biri de Mercedes’ti. Mercedes ekonomik koşullardan dolayı kararsız kalmış, yeni seriye katılmaya 1933 yılında karar vermişti. Proje başlarken kasa kodu W 25 olarak belirlenmişti. Ne kadar tanıdık değil mi? Mercedes’in bu seneki kasa kodu W 11. Buradaki gelenekçiliğe dikkat. Mercedes, 1926 yılından beri arabalarına “W” ile başlayan seri numaraları verir. “W” harfi, “Wagen” (Araba) kelimesinden gelmektedir. Pek yaratıcı olduğunu söyleyemeyeceğim ama gelenekçi… Konudan koptuk, hemen geri dönelim. W 25 kodu ile anılan araba, kararın geç verilmesi nedeniyle sezonun ilk yarışına yetişemeyecekti. İkinci yarışa yetişmesi hedeflenmişti.
2021 FOTON 23
Araba pek çok inovasyon içeriyordu. Motor bugün için bile moderndi. 3,4 litre, sıralı sekiz silindirli, kompresörlü motor, üstten çift eksantrik miline sahipti. Silindir başına 4 sübaplıydı. Motor öndeydi. Fakat iyi ağırlık dağılımı için şanzıman ve diferansiyel arkada birbirine monte edilmişti. Yani Transaxle-yapı dediğimiz yapıya sahipti. M 25 A motor kodu ile anılan bu motor 280 beygir güç üretiyordu. Bu motor, 1934 sezonunun bitiminde 320 beygir, 1936 sezonunun sonunda ise 494 beygir üretiyordu. Dövme alüminyumdan gövde, hafiflik için idealdi. O dönemin kurallarına kısaca bakarsak, tek sınırlayıcı etken ağırlıktı. O dönemin FIA’sı üreticilere şunu söylemişti: Arabaları 750 kg sınırının altında ürettiğiniz sürece tasarımlara karışmayacağız. O nedenle üreticiler motor hacimlerini büyütüp motorları ağırlaştırdıkça, karoseri hafifletiyorlardı. Hafif alaşımlar denilince, o dönem için bilinen en hafifi olan alüminyum alaşımları kullanmak mecburi bir hal almıştı. En sonunda 1934 senesine gelinmişti. Merce24 FOTON 2021
des’ler ilk yarışa yetişememişti. Zaten yetişmesi de beklenmiyordu. Mercedes’in katılamadığı, Monaco’da düzenlenen sezonun ilk yarışını yine tanıdık bir marka kazandı: Scuderia Ferrari. O dönemde Ferrari, Alfa Romeo’nun yarış takımı olarak faaliyet gösteriyordu. 1939 yılında ise bağımsız bir yarış takımı oldu ve efsaneleşti. Uzun lafın kısası, o sezonun ilk yarışını Scuderia Ferrari pilotu Guy Moll kazanmıştı. Burada Guy Moll adına çok ilginç bir anekdot daha var. Ferrari adına o yarışı kazanan Guy Moll, sadece 23 yaş ve 10 ay ile Monaco’yu kazanan en genç pilot olmuştu. Bu unvanı uzun yıllar, tam 74 yıl boyunca koruyacaktı. Ta ki 2008 yılına kadar. 2008 yılında bu unvanı onun elinden çok tanıdık bir isim aldı. Unvanın yeni sahibi, 2008 yılında kazandığı Monaco GP’si ile Lewis Hamilton… Lewis, 23 yaş ve 4 ay ile, Monaco’yu kazanan gelmiş geçmiş en genç pilot. Tarih ilginç tesadüflerle dolu… Elbette onun rekorunu da birisi kıracak ve bu sefer 74 yıl bekleyeceğimizi de sanmıyorum.
Her neyse, sezonun ikinci yarışı gelmişti. Gözler pistte W 25 kodlu Mercedes’i arıyordu. Ama arayışlar nafileydi. Zira teknik sorunlar nedeniyle Mercedes yarıştan çekilmişti. Proje ilk darbeyi almıştı, araba sezona zamanında yetiştirilememişti. Galibiyet yine Scuderia Ferrari’ye gitmişti. Ancak üçüncü yarışta hesap tuttu. Yoğun çalışmalardan sonra yakıt sistemindeki arıza düzeltilmiş, Mercedes’ler piste çıkmışlardı. Yer: Nürburgring. Tarih: 2 Haziran 1934, Cumartesi. Nürburgring yarışından 1 gün öncesi. Ertesi gün, yani pazar günü yarış vardı. 3 Haziran’daki yarış öncesinde, diğer tüm araçlar gibi Mercedes arabalar da tartıya çıktı. Arabaların legal olup olmadıkları belirlenecekti. Ondan sonrasını görgü tanıklarının ağzından anlatalım: Geçen yarıştan çekilmek zorunda olan 1934 model Mercedes’ler, en sonunda tartıya çıkmıştı. Birden W 25 projesinden sorumlu Alman mühendislerin yüzü düşmüştü. Mercedes motor sporları direktörü Alfred Neubauer’in ağzından, “Şimdi salak gibi görünüyoruz!” cümlesi dökülmüştü. Büyük umutlarla geliştirdikleri araba, izin verilen 750 kg’dan ağırdı. Araba, tartıda 751 kg gelmişti. Beyaz araba, pahalı bir fiyaskoya dönüşmek üzereydi. Burada renklerle ilgili de kısa bir parantez açalım istiyorum. O zamanlarda arabalar, pilotların va-
tandaşı oldukları ülkenin seçtiği renklerde boyanırdı. Alman pilotlar beyaz renkli arabalar kullanırlardı. Yani Alman pilotların yarışlardaki rengi beyazdı diyebiliriz. Bu bir kural değildi ama bir gelenekti. Zaten yarışların daha kurallı hale gelmeye başladığı 1906’dan o güne kadar renk konusunda pek çok istisnai durum olmuştu. Konumuza dönersek, Mercedes W 25 olması gerekenden ağırdı. Moraller bozulmuştu. Herkes kara kara düşünürken, pilot Manfred von Brauchitsch’in aklına bir fikir geldi. Kendisi zaten iki sene önce boyasız başka bir Mercedes ile yarış kazanmıştı. 1932’deki bir yarış öncesinde arabayı ucu ucuna toplayabilmişlerdi. O nedenle arabayı boyamaya zamanları kalmamıştı. O da boyasız, parlatılmış alüminyum gövdeli bir araba ile yarışmıştı. Hem de sürpriz bir şekilde kazanmıştı. Radyoda o yarışı anlatan Alman spiker büyük coşku içinde “Silberpfeil” (Gümüş Ok) galibiyete gidiyor diye bağırmıştı. Spikerin bulduğu bu takma isim, yarışı kazanan Manfred’in dikkatini çekmiş, onun aklında
yer etmişti. İşte tam o anda Manfred von Brauchitsch, Mercedes’in motor sporları direktörü Alfred Neubauer’e arabanın boyasının soyulması fikrini sunuyor. Normalde bir Akdeniz insanından beklenebilecek anlık çözüm önerisi, şaşılacak şekilde bir Alman’dan geliyor. Başta da dediğim gibi biraz tesadüfi, biraz da sıra dışı bir durum. Motor sporları direktörü Alfred Neubauer de hemen kabul ediyor. Normalde Alfred Neubauer gibi inatçı ve kuralcı bir adamın da bu fikri hemen kabul etmesi ilginç. Mekanikerler uzun bir gece çalışmasından sonra beyaz boyayı söküyorlar ve boyanın altından ortaya çıkan alüminyumu parlatıyorlar. Ertesi gün garaja gelenleri, alüminyumdan gövdenin parıltılı sadeliği karşılıyor. Hem sade hem güzel. O gece mekanikerler sadece boyayı sökmüyorlar, elleriyle bir efsanenin doğumuna vesile oluyorlar. Sonuç olarak araba istenilen ağırlığa inmişti. Ertesi günkü yarışı da kazanan
Manfred von Brauchitsch, hem bir efsanenin doğumuna katkıda bulunmuş hem de yarışı kazanarak o efsaneyi taçlandırmıştı. Gümüş Oklar efsanesinin doğumuna neden olan W 25, 3 sezonda toplam 16 galibiyet ile tarihteki yerini aldı. Mercedes, zaman zaman savaşlar ve ekonomik krizler nedeniyle yarışlardan çekilmek zorunda kalmıştır. Fakat Mercedes, 1894 yılında düzenlenen ve kendilerinin kazandığı dünyanın ilk otomobil yarışından itibaren yarış dünyasının parçasıdır. Otomobil böyle bir şey. Nedendir bilinmez, bir çekiciliği var. Zaman içerisinde tutkuya dönüşen bir yanı var. Tutkuya dönüşen bu çekicilik sayesinde, otomobilin 130 yıllık tarihinde pek çok efsane doğdu. Şahlanan At, Gümüş Oklar, Gümüş Balıklar, Rosa Sau (Pembe Domuz), Longtail (Uzun Kuyruk) ve daha niceleri. Kimi efsaneler zaman içerisinde dinlenmeye çekilirken, kimisi de şekil değiştirerek yollarına devam ediyorlar.
Fırat Keskin
2021 FOTON 25
Plastik Modelciliğe Giriş
M
erhaba sevgili okurlar, Sizlere Plastik Modelciliğe gönül vermiş birisi olarak kalemimin yettiğince güzel bir yazı hazırladım. Hepimiz çocukluk evresinden geçtik, küçükken oynadığımız oyuncaklar olmazsa çocukluğumuzun nasıl geçeceğini şöyle bir düşünün isterim. Ne kadar sıkıcı olurdu değil mi? Aslında yaşım itibariyle oyuncakları görmüş olduğum için şanslıyım diyebiliriz. Şimdi bu yazıyı okuyan X kuşağı büyüklerim alınmasın, ben oyuncaklarla büyüyen bir Z kuşağı çocuğuyum. Şöyle bir girizgâh yaptıktan sonra şunları ifade etmek istiyorum. Bazı çocuklar oyuncak oynarken oynadıkları şeylerle ayrı bir dünyaya dalıp onların büyüsünde kalırlar. Çocukluk evresinden sonra genç-orta yaşlara gelindiğinde hayatın gerçekleriyle yüzleşip bu büyüyü kaybediyoruz. İşte tam bu noktada benim açımdan “Plastik Modelcilik” devreye giriyor diyebilirim. Buraya kadar okuduklarınız sizi yanıltmasın modelcilik ile oyuncakları aynı kefeye koymuyorum tabi ki. O zaman önce “model nedir?” onu tanımlayalım. Model, gerçekte çalışan bir nesnenin küçüğüdür. Gerçek nesne nasıl çalışır ise küçük modeli de öyle çalışır. Büyük nesneler inşa edilmeden önce modelleri yapılır ve çalıştırılır. Bu tanım dinamik modeller için geçerlidir. Aynı görünümde 26 FOTON 2021
olup sadece hareket etmeyen modellere ise statik model denir. Plastik modeller ise statik modelciliğin altında yer alır. Aklınızda “Plastik Model” deyince hiçbir şey canlanmıyor olabilir. Hani o müzelerde gördüğümüz küçük uçak, otomobil, gemi gibi figürleri plastik modellerden sayabiliriz. Plastik haricinde ahşap ve metal kullanılan modeller de vardır. Plastik Modellerin hikayesini şöyle anlatabiliriz. İlk modelcilik eserlerine baktığımızda insanoğlunun gemi modelleri ile uğraştığını görürüz. Çünkü tekerleğin icat olunmadığı, kara üzerinde insanların bir yerden başka bir yere kervanlar ile gittiği dönemlerde taşıma aracı olarak deniz ya da nehirlerde kullandığı tekne ya da benzeri araçları vardı. İnsanoğlu önce bu taşıtların modellerini yapmayı seçti. Daha sonraları tekerleğin icadı ile ortaya çıkan basit araçların modelleri bu akımın gelişmesini ve çeşitlenmesini beraberinde getirdi. Fakat modelciliğin asıl atılımı ya da daha geniş kitlelere ulaşması, sanayi devrimi ve plastiğin icadı ile gerçekleşti. Bu modelcilik türü oldukça yetenekli olmayı gerektiren farklı malzemeleri kullanma ve işleme becerisi isteyen, belki de en önemlisi, inanılmaz sabır gerektiren bir iştir. Fakat günümüzde sanayi devrimi ile modellerin parçalarını plastik kalıplara basarak ve kutulanmış olarak satışa sunulmuştur.
Bu şekilde bu hobinin son kullanıcıya ulaşması kolaylaştı ve ilgi bir miktar artış gösterdi. Model maketleri yapanlara da “modelci” diyebiliriz. Modelci, birtakım özelliklere sahip olması veya bu özelliklere sahip olmaya çalışmak için kendini uygun, istekli ve hazır hissetmesi gerekir. Ayrıca bu özelliklerin sırası da büyük önem taşır çünkü; bir üstteki özellik eğer kişide bulunmuyorsa, altta bulunan diğer özelliklerin varlığı bir şey ifade etmeyecektir. İlk olarak Modelci tam bir sabır ve kararlılık abidesidir. İstediği sonuca ulaşmak için gerekirse günlerce, haftalarca hatta aylarca bekleyebilir. İstediği sonucu alıncaya kadar aynı işlemi arka arkaya defalarca tekrarlayabilir. Uyguladığı bir teknik başarısız olduğu takdirde değişik yöntemler öğrenerek veya yaratarak hedeflediği sonuca ulaşmaya çalışır. İkinci olarak el becerisi ve el-göz-beyin koordinasyonu yüksektir. Ancak hiçbir zaman bunun yeterli olduğunu düşünmeden yeni teknikler ve yaklaşımlar deneyerek bu becerilerini geliştirir. Üçüncü olarak Bilgi sahibi ve araştırmacı olmalıdır. Genellikle araştırmaya model yapmaktan daha fazla zaman ayırır. Çünkü modellenen objenin nasıl tasarlandığı, nasıl çalıştığı, nasıl üretildiği, hangi amaçla hangi şartlarda ve nasıl kullanıldığı hatta tarihsel gelişimi hakkında bilgi sahibi olmadan doğru ve gerçekçi modeller üretmek mümkün değildir. Sadece bu hobi için değil herhangi bir hobiniz için vakit ayırmalısınız. Ayrıca bu modelleri yapmak için basit de olsa birkaç ekipmana ihtiyacınız olacaktır. Örnek vermek gerekirse maket bıçağı, maket yapıştırıcısı, modelleri sabitlemek için lastik ve bant gereklidir. Görsel açıdan en önemlisi ise daha gerçekçi görüntü için modelin üzerine uygulanacak boya ve boya malzemeleridir. Durum ne olursa olsun diğer tüm hobilerde olduğu gibi belirli bir harcama kaçınılmazdır. Sizlere şunu belirterek sözlerime son veriyorum. Modelcilik öğretmendir, hep öğretir. Hangi modeli yaparsanız yapın, hep öğrenirsiniz. Öğrendikçe gelişirsiniz. Pandemi ile savaştığımız bu günlerde sağlıklı günler ve kırımsız keyifli modeller yapmanızı diliyorum.
Kemal Aktaş 2021 FOTON 27
28 FOTON 2021
Reddit ve Amerikan Borsası Savaşı Ç
ocukken ABD’yi her yaz ziyaret eder, birkaç ayımı orada geçirirdim. Amerika Birleşik Devletleri’nde geçirdiğim vakitler içinde en çok keyif aldığım aktivitelerden birisi o senenin yeni çıkan PlayStation, Game Boy veya bilgisayar oyunlarını alıp, bazen saatlerce ekran karşısında vakit geçirmekti. O dönemde bu oyunları bulabileceğiniz yegâne adres ‘GameStop’ adlı dükkanlar zinciriydi. Zaman içinde oyunlara ilgim azaldı, ama GameStop’un hatırası bendeki değerini kaybetmedi. Birçok Amerikalı çocuk da benimle aynı hatıraları paylaşarak büyüdü. Ancak GameStop yıllar içinde piyasadaki yerini koruyamadı. Değişen market şartlarına adapte olamadı. Dolayısıyla piyasadaki değeri de zaman içinde azaldı. Hatta öylesine azaldı ki, GameStop’un hisse değeri 2020 yılı Mart 2,6 dolara kadar düştü. Ancak bu durum 2020 yılının Eylül ayında tersine
döndü. GameStop hisselerinin değeri yavaş yavaş artmaya başladı. İlk birkaç ay bu artış dikkatleri çok fazla üzerine çekmemiş olsa da Eylül ayında değeri 5 dolar olan hisseler beş ay sonra, yani ocak ayının ortalarına gelindiğinde, 35 doları oldu. GameStop hisseleri hem ana akım medyanın hem de yeni yatırımcıların ilgisini üzerine çekmeye başladı. Ocak ayının son haftasında ise Amerikan Borsası tarihinde bir ilk yaşadı. GameStop hisseleri tam 17 kat değerlenerek 438 doları gördü. Bir neslin çocukluk hatıralarının önemli bir parçası olan, yok olmaya yüz tutmuş bu şirket, bir hafta içinde binlerce sıradan vatandaşı zengin ederken, bazı milyarderlerin büyük bir servet sayılabilecek miktarda parayı kaybetmesine sebep oldu.
GameStop adı tüm Dünya’nın diline dolandı. Peki, tüm bunlar nasıl oldu? Melvin Yatırım Fonu isimli yatırım ortaklığı bir süredir GameStop hisseleri üzerinden adına ‘short stock’ denilen, Türkçesi ise ‘açığa satmak’ olan bir yöntemle borsada kazanç sağlıyordu. Ocak ayında yaşananlara geçmeden önce, kısaca bu yöntemi açıklamayı gerekli görüyorum: Yatırım fonları, hisse değerinin düşmesi beklenen bir şirketin (GameStop, Nokia, Blackberry vs) hisselerini, sahiplerinden günlük bir bedel karşılığında kiralayıp borsada satıyor. Hisselerin değeri düşünce, yatırım fonları sattıkları hisseleri daha ucuza geri alıyor ve bu şekilde kazanç sağlıyorlar. Basitçe, yatırım fonu belirli bir ücret karşılığında hisse sahibinden 10 dolar değerinde hisseyi kiralıyor. Sonra o hisseyi 10 dolara borsada satıyor. Hissenin değeri 2 dolara düştüğün2021 FOTON 29
de o hisseyi geri satın alıp, sahibine iade ediyor. Aradaki 8 dolar da yatırım fonunun kazancı oluyor. Ancak, işler yatırım fonunun istediği gibi gitmez ve o hisselerin değeri düşmez, hatta yükselirse, yatırım fonları zarar etmeye başlıyor. Bu sürekli uygulanan ve kimilerince tartışmalı olan bir yöntem. Geçtiğimiz ocak ayının başlarında, GameStop hisseleri 15-16 dolar civarında seyrederken, bir grup Reddit kullanıcısı, Melvin Yatırım Fonunun ‘açığa satmak’ yöntemiyle GameStop hisseleri üzerinden sağladığı kazancı fark ediyor ve bu noktada olaylar gelişmeye başlıyor. Reddit kullanıcıları hızlı bir şekilde platform üzerinde örgütlendiler ve diğer kullanıcılara çağrıda bulundular. Örgütlenen kullanıcılar Melvin Yatırım Fonunun borsaya satıp daha ucuza almayı beklediği GameStop hisselerini satın almaya başladılar. Bir anda GameStop hisselerine olan talep arttı, dolayısıyla GameStop hisselerinin değeri de artmaya başladı. Örgütlenen Reddit kullanıcılarının sayısı arttıkça hisse değeri artışı hızlanmaya başladı. Reddit’teki örgütlenme Twitter’a taşınca, Reddit dışından insanlar da GameStop hissesi satın almaya başladılar. Borsa, birkaç günlük zaman dilimi içerisinde, zenginlerin oluşturduğu yatırım fonları ile örgütlü sıradan vatandaş30 FOTON 2021
ların arasında geçen bir çekişmeye sahne oldu. Hisse değeri bu olaylar yaşanmadan birkaç gün önce 16-17 dolar olan GameStop, bu mücadele zarfında 438 dolara kadar yükseldi. Melvin Yatırım Fonu bu süreçte önce iflas açıkladı, daha sonra zengin yatırımcılar tarafından yeni kaynaklar sağlanarak kurtarıldı. Melvin bu süreçte milyarlarca dolar kaynak kaybetti. Onlarca sıradan insan bu olaylar sırasında ciddi miktarda kazanç sağladı. Borsa zenginlerin ‘oyun -oynadığı’
bir sistemken, örgütlenen sıradan vatandaşlar bu oyunu kendi lehlerine, sınırlı bir süre için de olsa, bozdular. Bu bir ilkti. İnternet, kısa süreliğine de olsa, borsanın geleneksel aktörlerine meydan okudu. Kazanç sağlayan sıradan vatandaşlardan kimisi kazandığı parayı derneklere bağışlarken, kimisi de ailesinin evini tamir ettirdi, kimisi de kazancının keyfini çıkardı. Yatırım fonları bu durumdan rahatsız olup, Reddit kullanıcıları için ana akım medyada karalama kampanyası başlattılar. Yaşananlar içinde en ironik olanı, bugüne kadar ‘serbest piyasayı’ savunan zenginlerin, bir anda devleti bu sözde haksızlığa müdahale etmeye çağırmış olmasıydı. Ancak tüm bu engellemelere rağmen Reddit kullanıcıları mücadelelerini hisse değerleri düşük olan AMC, BlackBerry gibi başka şirketlere de yaymaya başladılar. Küçük yatırımcılara ilk darbe popüler borsa uygulaması Robinhood’un GameStop, AMC ve BlackBerry hisselerinin alımını durdurması oldu. Hatta Robinhood daha da ileriye giderek kullanıcılarından izinsiz kullanıcılarının hisselerini sattı. Robinhood’u diğer borsa uygulamaları takip etti. Çin menşeili Webull uygulaması da bu süreçte tercih edilen başlıca uygulamalardan
birisiydi. ABD’nin en popüler politikacılarından Alexandria Ocasio-Cortez bu haksızlığı gündeme getirdi, uygulamaların CEO’larına soruşturma açılması çağrısı yaptı. Soruşturma çağrısının yanında ayrıca bu uygulamaların kullanıcıları da mahkeme sürecini başlattılar. Günler geçtikçe Reddit’in enerjisi azaldı ve GameStop hisseleri 38 dolara kadar düştü. Robinhood’un CEO’su ABD Temsilciler Meclisi’nde milletvekillerinin sorularını yanıtlamak için Washingon’a çağrıldı. Süreç bugün de devam ediyor. Reddit’in bir anda sansasyon haline gelmesi elbette bir tesadüf değildi. Borsaların yanlış ya da eksik regülasyonu, artık kimsenin üstünü kapatamadığı sistemik ve yaygın ekonomik adaletsizlikler ve 1 yıldır süren pandemi bir araya geldi ve halkın önemli bir kesiminin sınırlarını zorladı ve zorlamaya devam ediyor. Reddit böyle bir bağlamda borsaya ‘meydan okudu’.
Yusuf Can 2021 FOTON 31
Stagecraft Teknolojisi Nedir?
H
epimiz gerçek dışı gözüken ortamlarda çekilen filmleri izlemişizdir. Kimisi uzayda, kimisi gelecekte, kimisi de dinozorların hüküm sürdüğü tarihlerde geçmiştir. Peki hiç düşündünüz mü bu filmlerde bulunan ortamlar, çevreler nasıl bu kadar gerçekçi yapılıyor? İşte size bu yazıda bu ortamların nasıl bu kadar gerçekçi bir şekilde yaratıldığını anlatmak istiyorum. Tüm bu dizilerin, filmlerin belki de en büyük kurtarıcısı olan bu teknolojinin adı “Stagecraft”. Bu teknoloji sayesinde artık filmler devasa setlere ihtiyaç duymadan küçük stüdyolarda bile dev bir evrenin içindeymişçesine çekimler yapabiliyorlar. Yakın zamanda ikinci sezonu çıkmış olan Mandalorian dizisi bu teknolojinin en büyük örneklerinden. Bu teknoloji sayesinde bu dizi ister buzullarla dolu 32 FOTON 2021
ister kumlarla kaplı, isterse de lavların fokurdadığı bir gezegende rahatlıkla çekilebiliyor. İlk sezonunda kutuplara benzer bir gezegende başlayan bu dizi neredeyse her bölümünde çok farklı bir ortamda ve farklı bir gezegende hiç zorluk çekmeden sadece bu teknolojinin getirdiği avantajları kullanarak karşımıza çıkıyor. Kendimizi 20-30 sene öncesinde sette bir çalışan olarak hayal edersek, böyle bir film veya dizi için belki kısa süre içinde dünyanın çok farklı yerlerinde yorucu set günleri geçiriyor olurduk. Hatta yine aynı evrenin ana olayı olan Star Wars filmlerinin ilk çıkan 3 filmi için koskocaman setler kurmak ve dünyanın dört bir yanına gezmek zorunda kalmışlardı. Bu teknoloji hakkında üstün körü bir girişimizi yaptık şimdi de “This is the way” deyip daha da ayrıntıya girmek istiyorum.
Bu teknoloji dediğim gibi eğer bir çöl ortamı çekilecekse gerçekten de o çöle gidip çekilmesini gerektirmiyor. Uzun yıllardır kullanılan green screen kadar da yapay durmuyor. Örneğin Mandalorian dizisinde yaratılan set belki de bu teknoloji olmadan çekilen filmlerin setlerinin yanında fındık boyutunda bile kalıyor olabilir. Bu görüntüleri çekmek için gerekenler; yeteri kadar büyük bir oda, çekimin yapılacağı alan için daire şeklinde bir ufak oda daha, o odanın duvaları ve tavanı için LED ekranlar. Yaratılan ortam bu LED ekranlarda gösterilip sanki gerçekten de o ortamda bulunuluyormuş gibi yapılabiliyor ve kullanılan bu kamera da o an bizim gözümüzün gördüğü gibi değil de VR gözlükle etrafa bakıyormuş gibi 3D objeleri olmaları gerektiği yerlere yerleştiriyor. Aslında bir bakıma canlı canlı oyun ortamı yapılıyormuş
gibi de diyebiliriz. Oyun ortamı dememin de bir sebebi var çünkü bu teknolojiyi sağlayan şey oyunlarda o “abi adamlar yapmış ya sanki gerçek gibi” dedirten Unreal Engine adındaki oyun motoru. Stagecraft yazımıza ufak bir Unreal Engine molası vermek istiyorum. Peki bu bize gerçekmiş gibi hisler yaratan Unreal Engine nedir? Unreal Engine, şu an için Epic Games’in sahip olduğu ve oyunlarında da kullandığı bir oyun motoru. Birçok oyunda da kullanılan bu motor ilk olarak “Unreal” adındaki bir FPS oyununda kullanılmış. Bu motor ilk zamanlarda sadece FPS(Birinci şahıs nişancı) oyunlar için kullanılsa da zamanla daha da çeşitlenerek dövüş, şehir kurma, bulmaca çözme, araba sürme oyunlar gibi farklı farklı oyunlara hizmet vermiş. Şu an için kullanılan en güncel versiyonu Unreal Engine 4 fakat yakın zamanda yapılan Playstation 5 sunumunda Unreal Engine 5 ile beraber kendi görüşümle bir oyun motoruyla üretilen en gerçekçi görselleri görmüş olduk. Şimdi Stagecraft’ımıza geri dönelim. Bu teknolojinin gerçek setlerin zorluklarını kaldırıp sanal bir set oluşturduğunu birçok kez söylemiştim. Film çekimlerini kolaylaştıran bu sistemin hiç mi zorlukları yok? Tabii ki var, ama bu zorluklar zaten yeşil ekran ile çekilen filmlerde de olan zorluklar. Hatta o filmlerden biraz daha kolay diyebilirim. Bahsettiğim zorluk tamamen arkaplanın yapım aşamasından ibaret. Bu ortamların, gezegenlerin, biyomların üretimi tabii ki kendiliğinden olmuyor. Bu ortamları üretmek için insanlar çok fazla emek veriyor. Geleneksel yeşil ekrandan kolay dememin sebebi de yaratılan sanal setin daire şeklinde oda olup etrafında LED ekranlar olmasından dolayı herhangi bir perspektif sorunu ortaya çıkarmaması, “ne demek istiyorsun az özet geç” diyebilirsiniz. Geleneksel yeşil ekran iki boyutlu halde olup üstüne dekor ve çevre ekipmanları eklenerek üç boyutlu hale getiriliyorken, Sta-
gecraft ile oluşturulan görüntülerde odanın da daire olmasından dolayı kamera istediği yere dönse bile o ortam hiç bozulmadan devam ediyor. Tıpkı bizim herhangi bir ortamda etrafımızda dönmemiz gibi. Bir kolaylık da geleneksel yeşil ekran dediğim dev setlerde ışığı ayarlamak için bolca ışık kaynağı kullanıldığını da biliyoruz. Stagecraft teknolojisi sayesinde sanki Photoshop üzerinden fotoğrafın parlaklığını açar gibi eşyaların, çevredeki taşların vb. her şeyin parlaklığı artırılıp azaltılabiliyor. Bunun için ne ampule gerek kalıyor ne de güneşe diyebiliriz. Şu an için bu teknolojinin en büyük örneği Mandalorian dizisi. Yine aynı evrenin filmi olan ve Han Solo’nun gençlik yıllarını anlatan “Han Solo: Bir Star Wars Hikayesi” filminde de kullanılmış fakat Mandalorian dizisi kadar kapsamlı bir kullanım olmamış. Han Solo filminde sadece Millenium Falcon Hiperuzay atlayışı gerçekleştireceği zaman kokpitten çekilen şu “yıldızların kayıp çizgi halinde ilerlediği” anlarda geminin etrafına LED ekranlar konulmuş. Bu sayede kokpitin hangi açısından bakılırsa bakılsın sanki gerçekten de o atlayış yapılıyormuş gibi gözükmesi sağlanmış. Şu an için çok yaygın olmayan bu teknoloji belki de birkaç yıl içinde bize çok farklı evrenleri gözlerimiz önüne getirecek. Bunu hep birlikte zamanla göreceğiz. Umarım güzel bir anlatım olmuştur. Hepimizin evlere kapandığı bu dönemde eğer dizi arıyor olursanız Mandalorian dizisine göz atmanızı kesinlikle öneririm. Star Wars hayranı olmanıza da gerek yok ufak bilgileri hayran arkadaşlarınıza sorsanız yeterli. Önceden uyarayım Bebek Yoda hayranlığı çarpabilir dikkatli olun.
Arda Çamdere 2021 FOTON 33
III. Dünya Savaşının Başlamasını Engelleyen Kişi; Stanislav Yevgrafovich Petrov
D
evletler dünya barışını kimi zaman sözde kimi zaman özde korumak istemiştir. İnsanlık tarihi boyunca bu hep böyle olmuştur. Sınırlar, bayraklar, isimler hep değişmiş; “adalet” kavramı maalesef hep güçlüden yana olmuştur. Günümüzde de bu böyledir. Adaletsiz ve onursuz anlaşmalar elbet başka sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların çözümüyse savaşların çıkması için basit bahaneler ve nedenler olmuştur. Geçtiğimiz yüzyılda iki büyük dünya savaşı gerçekleşmiştir. İki savaşında nedenleri genel olarak geçmişten kalan sorunların tam olarak çözüme ulaşamamasından kaynaklıdır. Öyledir ki yine bu iki dünya savaşının da sonunda birçok uluslararası siyasi ve askeri gerginlik ortamı oluşmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın 34 FOTON 2021
ardından iki süper güç olan ABD önderliğinde Batı Bloğu ile Sovyetler Birliği’nin önderliğinde Doğu Bloğu ülkeleri arasında 1947’den 1991’e kadar devam eden bir gerginlik ortamı oluşmuştur. Batı Bloğu NATO üyesi ve üyesi olmayan diğer ABD ile müttefik olan kapitalist ve antikomünist ülkelerden, Doğu Bloğu ise Varşova Paktı’na üye olan komünist ve bu pakta üye olmayan diğer komünist ülkelerden oluşan ülkeleri içlerinde barındırıyordu. Bu iki karşıt Bloğun yanı sıra hiçbir Bloğu da desteklemeyen Bağlantısızlar Hareketi isimli üçüncü bir blok daha mevcuttu. Böylesine güvensiz ve gergin bir ortamda devletler, ülkelerinin ekonomik imkanları çerçevesinde silahlanıyor ve tabiri caizse ‘güvenliğini’ teminat altına alıyordu. Caydırıcılığını arttırmak için başta ABD ve Sovyetler Birliği olmak üzere pek çok
ülke nükleer teknolojilere yöneliyordu. Bu yazımda sizleri 1983 yılına dünyanın nükleer bir savaşın eşiğine geldiği o politik iklime götüreceğim. Stanislav Yevgrafovich Petrov; 26 Eylül 1983 günü Moskova yakınlarındaki kod adı Oko olan Sovyet erken uyarı sistemi karargahında gizli Serpukhov-15 sığınağında nöbetçi subay olarak görev yapıyordu. Petrov’un ana görevi orduya ait füze erken uyarı sistemini izlemek ve herhangi bir saldırı alarmı verildiğinde en hızlı yoldan üstlerini durumdan haberdar etmekti. Soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliği’nin resmi prosedürü, herhangi bir erken füze saldırısı uyarısı alındığında otomatik bir karşı atağın hayata geçirilmesiydi. Rutin mesaisini yapıyorken gece yarısı 00.15’te karşısında oturduğu bilgisayar ekranlarında Kuzey Amerika’daki Amerikan üssünden 1 adet kıtalararası
balistik füzenin ateşlendiği sinyali ile karşılaştı. O günü Die Welt’e anlatan Yarbay Petkov, “Hepimiz küçük bir şok yaşadık. Böyle bir durumu hiç vakit kaybetmeden üstlerime bildirmek zorundaydım. Ancak ben emrimdeki askerlere farklı bir emir vererek, bilgisayarda hata olup olmadığını bana rapor etmelerini istedim. Soğukkanlı düşündüğümde ABD’nin sadece bir nükleer füzeyle saldırmayacağı sonucuna vardım. Saldırı olursa bütün füzeler ateşlenmeliydi” şeklinde konuştu. Petrov, bu uyarının bir hata olduğunu ve saldırının gerçekten olması halinde ABD bilgisayarlarının erken uyarı sistemini şaşırtmak için sanki aynı anda yüzlerce füze gönderilmiş gibi bir aldatma yöntemi kullanacağını öne sürdü. Sovyet füze erken uyarı sisteminin çalışma doğruluğu daha önceden çeşitli Sovyet makamlarınca da sorgulanmıştı. Petrov, Serpukhov-15 Karargahı Modern Hali herhangi bir insanın düşünmekte ve karar vermekte zorlanacağı bu durumda verebileceği en zor kararlardan birini vererek üstlerine bilgi vermemeyi tercih etti. İlk yanlış alarmın ardından sistem bu sefer ayrıca 4 adet füzenin daha Sovyetler Birliği’ne doğru geldiği uyarısında bulundu. Petrov, hiçbir kaynağı olmamasına rağmen bir kez daha sistemin uyarısından şüphelenerek füzelerin varlığından kesin olarak emin olmak adına yerde bulunan Sovyet radarlarından ufuk çizgisinden alacağı sinyalleri beklemeye başladı. Bu bekleme süreci, Sovyet ordusunun olası bir karşı atağı gerçekleştirmesini mümkün olmayan bir duruma getirmişti çünkü yer radarlarının füzeleri algılamaya başlaması, söz konusu füzelerin yalnızca radarın görebildiği ufuk çizgisi sınırını geçmesi ile mümkün olacaktı ve bu durumda herhangi bir karşı atak yapılamadan ABD füzeleri Sovyetler Birliği’ndeki hedeflerini bulacaklardı. Bu ciddi olasılığa rağmen Stanislav Petrov üstlerini uyarmadı ve önceki askeri tecrübelerine dayanarak beklemeye devam etti. Sonuç olarak ilk uyarıdan dakikalar
geçmesine rağmen füzelere ait herhangi bir kanıt görülemedi ve Petrov haklı çıktı: Ortada herhangi bir füze yoktu ve uydular ile iletişimde olan erken uyarı bilgisayarları hata yapmıştı. Hemen sonrasında yapılan incelemelerde bu hatanın oldukça nadir görülen bir sorun sonucunda meydana geldiği, uyduların Molniya yörüngesi ile yüksek atmosferde bulunan bazı bulutların üzerine düşen günışığı arasındaki bir hizalanma nedeniyle hatanın oluştuğu anlaşıldı. Bu şekilde büyük bir nükleer savaş, belki de III. Dünya Savaşı başlamadan sonlanmış oldu. O gün olanlar, neredeyse 10 yıldan fazla bir süre gizli tutuldu. Hatta Petrov’un 1997’de ölen karısı Raisa bile kocasının olası bir nükleer savaşı önlediğini hiçbir zaman öğrenemedi. Yıllar sonra, 1998’de Petrov’un komutanı General Yury Votintsev Alman Bild dergisiyle yaptığı bir söyleşide olaydan söz etmesiyle bu mühim olay gün yüzüne yansıdı. Söyleşiyi okuyup çok etkilenen Karl Schumacher Moskova’ya ulaşıp Fryazino kasabasında küçük bir dairede yaşayan Petrov’la buluşup onunla konuştu ve onu Almanya’ya davet ederek bu görüşmeyi bütün dünyaya aktardı. Sonuç olarak sözlerimi özetlemem gerekirse; dünya tarihi boyunca süren savaşlar hiçbir zaman insanoğlunu kan akıtmaktan ve vahşetten soğutmamıştır. Neticede bölgemiz başta olmak üzere dünyanın her yanında zulüm devam etmektedir. Bu kadar kötülüğün içerisinde halen doğru ve adaletli birçok insan da varlığını hissettirmese, yaptıklarını gösterip anlatmasalar da insanlık için çalışmakta ve hayatları pahasına insani değerlerine sahip çıkmaktadırlar. 19 Mayıs 2017’de hayatını kaybeden Stanislav Petrov dahil olmak üzere tanınmayan, ismi bilinmeyen; asla hatırlanmayacak olan ve halen ‘dünyalı’ olabilen kahramanlara selam olsun, ışıklar içinde uyusunlar.
Ahmet Üstün 2021 FOTON 35
Oyun Sektörüne Işık Tutan Bir Kanal: Lorem Ipsum ile Röportaj 1) Öncelikle merhaba, Röportajımıza başlarken Lorem Ipsum ekibi olarak bizlere kendinizi tanıtır mısınız? Lorem Ipsum Sadi Gökay Gadış (Grafik tasarım) ve Ömer Faruk Güngör (Senarist) tarafından oyun ve sinema sektörlerini, gerçekten o sektörlerin içinde olan usta insanlar ile beraber konuşmak, anlatmak ve tartışmak amacıyla kurulmuştur. Kadir Demirden ile hali hazırda onun oyun projelerinde birlikte çalışmaktaydık ve daimî konuk olarak kanala çıkma sözü alarak kanalın ayrılmaz bir parçası olmaya ikna ettik. Her birimiz kendi projelerinde ve birlikte ürettiğimiz projelerde sürekli olarak “yapılamaz36 FOTON 2021
lar” ile karşılaşıp üstüne giden insanlar olarak, bu kanalı izleyen ve bir şeyler üretmek isteyenlere, öncelikle projelerini devam ettirebilmek için motivasyon kaynağı olmak istedik. Bununla beraber bu sektörlerde doğru bilinen yanlışları yıkarak yeni başlayanların vakit kaybetmeden nereye odaklanmaları gerektiğini göstermeye çalışıyoruz. Umarız videolarımızı izleyen insanlar içi boş meseleler ile vakit kaybetmek yerine kendi yeteneklerini geliştirmek ve dünya standartlarında projeler üretmekle ilgilenirler.
2) Kadir Bey’in 2006 yılında yayımlanan Kabus 22’nin ana yapımcılarından biri olduğunu ve kabus 22’nin güzel bir yapım hikayesi olduğunu biliyoruz ve bu hikayeyi oyun yapımıyla ilgilenen okuyucularımıza aktararak onlara ilham kaynağı olmanızı istiyoruz. Bizlere kısaca Kabus 22’yi anlatır mısınız? Kabus 22 bir avuç mühendis gencin (4 kişi) tamamen kendi imkanlarıyla Türkiye’den uluslararası bir proje çıkması tutkusuyla 3 yılda üretilmiş, uluslararası piyasalara sunulmuş ilk Türk korku aksiyon oyunudur. Oyunun yapım aşamasında hiçbir yatırım almadık. Tek sermayemiz gece gündüz
çalışmaktı. 2006 yılında ülkemizde oyunların satışa çıkması için gerekli kanuni düzenlemenin dahi olmadı bir dönemde, türlü imkânsızlık ve zorluğa rağmen döneminin oyunlarıyla kıyaslanabilen bir oyun ortaya çıkardık. Açıkçası böyle bir projeye başlama kararından çok devam ettirebilme ve bitirebilmek önemlidir. Kabus 22’yi yaparken bizim kafamızda yapılamazlar yoktu ve hala yok. Dünya üzerinde birileri böyle oyunlar yapabiliyorsa biz de yapabiliriz. Türkiye’de ki birçok projenin en büyük hatası maalesef milyar dolarlık şirketlerin pipeline’ı ile proje yapmaya çalışmak veya sadece onların yöntemleri ile yapılabileceğini düşünmek. Burada belirleyici olan büyük firmaların yöntemlerini baz almak yerine kendi imkânlarına göre yöntemler geliştirmek. Biz Kabus 22’de 4 kişiye göre bir yöntem oluşturup projemizi gerçekleştirebildik. “250 kişilik bir ekibin yaptığı işi 25 kişiyle nasıl yaparız?” Böyle düşünmeye başladığınızda
kendinize uygun formüller geliştirebilirsiniz. Oyun yapmak problem çözmektir. Çözmeniz gereken ilk problem işte burada. Kabus 22’yi yaptığımız dönemde indie oyun yapmak için imkanlar çok kısıtlıydı. Örneğin yol bulma algoritmasını şimdiki gibi motorun kendisiyle kolayca çözemiyordunuz. Her level için tek tek bizim “amele çözüm” dediğimiz bir yöntemle elle girdik diyebilirim. Dediğim gibi oyun yapmak (Aslında her proje için böyle denilebilir.) problem çözmektir. Biz tüm problemlere göğüs gerebilecek bir tutku ile çalışıyorduk ve bu sayede oyunumuzu tamamladık. Projenin demosu bitene kadar yakın çevremiz hariç kimse bir oyun yaptığımızı bilmiyordu. Demoyu bitirdiğimizde level dergisine gidip projeden bahsettik. O zamanlar Sinan Akkol “Oyunu bitirdiğinizde görüşelim.” diyecekken “Biz bitirdik, demosu burada.” demiştik. Tepkisi çok güzeldi.
2006’da Steam gibi platformlar yaygın kullanımda değildi. Her ülke için hatta bazı ülkelerde her eyalet için farklı dağıtıcılar ile anlaşmamız gerekiyordu. Hepsinin farklı şartları farklı anlaşmaları oluyordu. Birçok farklı dağıtıcı ile anlaşıp oyunumuzu birçok farklı dilde yurtdışında yayınladık. 3) Türkiye’deki oyun sektörünü oyun yapımcılarının gözünden değerlendirir misiniz? 2006’dan bu yana ülkemizde oyun sektörü, (her ne kadar daha iyi olmasını istesek de) giderek ilerleme kaydediyor. Birçok genç ve yetenekli insan kendilerini bu alanda geliştirmeye çalışıyor. Önemli olan yeteneklerini gösterebilecekleri kalitede global ölçekli projeler oluşturulup bu yetenekli insanlar ile buluşturulmasıdır. Oyun sektörünün büyümesi ve istenilen yerlere gelmesi ancak böyle mümkün olabilir.
Kabus 22 oyun içi görüntüsü
2021 FOTON 37
4) Oyun sektörüne giriş yapmak isteyen okurlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir, bu işin okulunu mu okumak gerekir? Kanalda da bazı videolarda bahsediyoruz aslında. Ben (Kadir Demirden) bu işin okulunu okumadım. Gerçekten öğrenmek ve yapmak isteyenler için internet sonsuz bir bilgi kaynağı. Ancak oyun sektörü çok geniş bir alan. Uzmanlaşmak istedikleri alanla ilgili okuyacakları bölümler fayda verebilir. Ama sadece okulla yetinenler için üniversite kısır döngüye sokabilen bir yere dönüşüyor. Bu noktada karar kişiye göre değişiyor. 5) Topluluğumuz içerisinde ufak çaplı oyun projeleri yaparken karşılaştığımız en büyük zorluklardan biri grafik modelleme kısmında olduğunu gördük. Bizlere ve bu konuda sıkıntı
38 FOTON 2021
yaşayan okurlarımıza verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir? Modelleme gibi alanlarda çıkan problemleri çözmek için konuya temelden hakim olmak en derininden bilmek gerekiyor. Grafik teknolojilerin nasıl çalıştığını ve mantığını anlamadıysanız çıkan problemlerin sebebini anlamak bazen çok uzun sürebilir. Eğer tüm aşamalara hakimseniz sorunun yerini anlamanız kolaylaşır. Ama ne kadar bilirseniz bilin sorun çıkmama ihtimali yoktur. Sorun çıktığında moralinizi bozarak vakit kaybetmeyin. Çözmek için denemelere başlayın. 6) Son olarak oyun yapımıyla ilgilenen okurlarımıza oyun yapım sürecinde şu şeylere çok dikkat etmelisiniz bu olmazsa olmaz dediğiniz noktalar var mı varsa neler? Dikkat edilmesi gere-
ken çok konu var ama iki önemli başlıktan bahsedebilirim. Optimizasyon ve projenin odağını doğru belirlemek. Optimizasyon hem kod hem grafik için projenin başında verilen kararlar ile belirlenir. Eğer en başında yola optimizasyonu umursamadan çıkarsanız Cyberpunk 2077’nin başına gelenler başınıza gelebilir. Odağı doğru belirlemek ise projenizi bitirebilmek için hayati önem taşımaktadır. Eğer oyununuzun “core” mekaniklerini yapıp çalışır vaziyete getirmeden menü tasarımı gibi oyunun çalışmasında öncelikli öneme sahip olmayan işlerle uğraşıyorsanız, oyunu istediğiniz gibi bitirme ihtimaliniz çok düşük. Derginizde bize yer verdiğiniz için teşekkür ederiz. Umarız okuyanlara fayda verebilmişizdir. youtube.com /loremipsum
Öğrenmeyi Öğrenmek
H
erkese merhabalar. İnsanın, kendine kattığında hayat boyu kullanabileceği ve faydasını görebileceği birkaç muazzam beceri var. Bunlardan biri de bence “öğrenmeyi bilmek”. İnsanın en önemli özelliği belki de öğrenebilmesi iken ne yazık ki birçoğumuz bu hediyeyi hakkıyla kullanamıyoruz. Hayat boyu yeni beceriler kazanmak ve yeni fikirler edinmek mümkünken, pek üzerinde durmuyor, öğrenme kaslarımızın güçsüzleşmesine müsaade ediyoruz. Oysa bunu yapabilen insanın gelişimi hayat boyu devam ediyor. Zihni taze kalan ve yenilenen insan elbette diğerlerine göre daha dolu bir hayat yaşayıp daha mutlu oluyor. Belki, çok iyi bir öğrenici olduğunuz düşüncesindesiniz fakat tekrar bakın, çünkü; Sınav öncesi ezberlenen formüller, Her gün göz attığınız gündem, Takip ettiğiniz yayınları karıştırmak, Dersi dinlemek, Bir kurs satın almak ve pasif şekilde izlemek,
Kendi tanımımı yapacak olursam herhalde şöyle derim; herhangi bir şekilde kullanmak için, mesela yorumlamak veya direkt olarak kullanmak gibi, zahmetsizce hatırlayabildiğin beynine yerleşmiş bilgiler ve zorlanmadan yapabildiğin uygulamalar, “öğrenmek”tir. Ayrıca birçok yetenek gibi pratikle güçlendiğini ve gerçekten kazanılabildiğini söylemem gerekiyor. Öğrenmeyi öğrenmek için çabaladıkça işler kolaylaşıyor ve sadece bunu öğrendiğinizde, gelişim için birçok potansiyel konu yakalamış oluyorsunuz.
2021 FOTON 39
Eğer bir şeyi nasıl öğreneceğinizi en başta kavrayabilseydiniz, hayat mükemmel olmaz mıydı? Doğrusunu söylemek gerekirse bunun için basit formüller, hızlı çalışacak taktik-ler ya da mucize çözümler yoktur. Bir sabır ve emek işidir. Zaman ve efor harcamanız gerekir. Üstelik standartları yoktur. Herkes kendi kişisel öğrenme stilini bulmak zorundadır. Bu yüzden gideceğiniz yol için sadece bazı noktalar bulur ve o noktaları kendi stilinizde birleştirirsiniz.
Öğrenmeyi Nasıl Öğrenebilirim? Yukarıda bahsettiğim gibi bu bir zaman, sabır ve emek işidir. Hızlı bir sonuç almak mümkün değildir ne yazık ki ve sistematik çalışma gerektirir. Yine de aşağıdaki noktaları deneyerek, belki kendi öğrenme sürecinizi tasarlayabilirsiniz; 1. Kendi süreçlerinizi inceleyin; bugüne kadar birçok şey öğrendiğinizden eminim. Bunları gözünüzün önünden geçirin ve hangisinin kolay, hangisinin zor geldiğini düşünün. Süreçlerdeki farkları, benzerlikleri ve metotları listeleyebilir, böylece en kolay nasıl öğrendiğinizi ortaya çıkarabilirsiniz. Bu aşamada çocukken yaşadığınız deneyimler de çok yardımcı olacaktır. Öğrendiğiniz tüm o şeyleri nasıl başardığınızı düşündüğünüzde, yanlışları ve doğrularınızı daha net görebilir, 40 FOTON 2021
alışkanlığınızı edinirken bu bilgiler ışığında hareket edebilirsiniz. 2. Motivasyonu aklınızdan silin ve disiplini kendinize öncü edinin. Motivasyon, kulağa çok güzel gelse de sanırım dünyanın en büyük ütopyalarındandır. Kalıcı motivasyon sahibi olmak diye bir şey yoktur. Çünkü insanlar olarak ne yazık ki stabil varlıklar değiliz. Asıl olan; kendi çalışma sisteminize uygun bir disiplin ve bir çalışma alışkanlığı kazanmaktır. Motivasyona odaklandığınızda farkında olmadan enerjinizin çoğunu yeni motivasyon kaynakları ararken harcarsınız ve bu sürdürülebilir değildir. 3. Sizin için anlamlı bir konu seçin. Bu konuyu seçerken tamamen keyfi hareket edebilirsiniz elbette fakat en başta disiplini sağlayabilmek için zorunlu ve çok zorlanmamak için nispeten kolay veya aşina olduğunuz bir konuyla başlayabilirsiniz. Bu konunun anlamlı olması önemlidir çünkü genellikle neden öğrenmek istediğinizin farkında olduğunuz konuları sistemli bir şekilde ele alabilirsiniz. Diğer konular ertelemeye ve vazgeçmeye müsaittir. 4. İlk madde ışığında, konuya uygun bir süreç tasarlayın ve bunu gerçekten planlayıp gözünüzde canlandırın. (Yapılan çalışmalar, sonucu değil süreci gözünde canlandıran insanların daha başarılı sonuçlar aldığını gösteriyor.)
Gözünüzde canlandırmak bir nevi pratik olacak ve karşınıza çıkabilecek zorlukları önceden bildiğiniz için yılmayacak, vazgeçmeyeceksiniz. 5. Öğrenme alışkanlıklarınızı zaman zaman gözden geçirin, verim alamadığınız aşamaları değiştirin. Örneğin detaylı not almak çok vaktinizi alıyor ve pek işe yaramıyorsa, daha kısa notlar almak üzerine çalışın. 6. Farklı alanlardaki konular için de bu süreci uygulayın. Böylece birçok alanda nasıl öğrendiğinizi daha iyi anlamış, öğrenmeyi gerçekten öğrenmiş ve kendinizi tanımış olacaksınız
Neden Öğrenmeyi Öğrenmeliyim? Öğrenmek, dünyanın en değerli şeylerinden biridir. Hiç bilmediğiniz bir konuyu sıfırdan belli bir düzeye taşımak hem zihniniz hem de iş hayatınız için çok iyi bir pratiktir. Ne yazık ki birçoğumuz iş dünyasına girdiğimizde öğrenme sürecinin bittiği, uygulama zamanı olduğu fikrine kapılıyoruz. Fakat aslında iş hayatında da her gün yeni bir beceri kazanmak için karşınıza fırsatlar çıkıyor. Elbette iş hayatının öğrencilikten bir farkı var; size bir şeyler öğretebilecek birini bulmak her zaman mümkün olmuyor. (Yeri gelmişken; size bir şeyler öğretmek için onca efor sarfeden hocalarınızın değerini bilmenizi ve aynı çabayı sizin de harcama-
nızı önereyim.) Kimi zaman sorularınız karşılıksız kalabiliyor. Bir noktada kendiniz anlamak mecburiyetinde kalabiliyorsunuz. Elbette burada da kolaya kaçıp “Yapamam! ” deme şansınız var fakat düzgün giden bir iş hayatı için bunu pek tavsiye etmiyorum. Yeni mezun olduğunuzda iş bulmanızın çok zor olmasının sebeplerinden biri kimsenin size bir şey öğretmek için gönüllü olmaması. Yetiştirilmek üzere alınan personel için bile bu geçerli. Genellikle seçimler “Hangisine en az vakit harcarım? ” sorusu üzerinden yapılıyor. Elbette bunu kimse dile getirmiyor fakat bu sorunun etrafından dolanan kriterlerle ölçülüyorsunuz. Bu sebeplerden dolayı, bence iş hayatına girmeden önce kendi öğrenme sürecinizi kazanın ve gerçekten iyi bir öğrenici olun. İş dünyasında her zaman bilmediğiniz şeyler karşınıza çıkacaktır ama o şeylerle en iyi şekilde baş etmek için öğrenme korkusunu bir kenara bırakın ve efor harcayın. Tamamen şahsi ve sınırlı gözlemlerime göre öğrencilik sıralarında bu beceriyi geliştirebilen kişiler iş hayatında gerçekten fark yaratıyor. Üstelik fark yaratmak için zaman zaman yeni konular üzerinde çalışmak dışında pek fazla bir şey yapmanıza gerek kalmıyor. Türkiye’deki iş dünyası kimi zaman sizi umutsuzluğa düşürebilir, bu ülkenin sizin değerinizi bilmediği düşüncelerine
kapılabilirsiniz. Yine de tüm bunlarla baş etmenin çok kolay bir yolu var; düzgün çalışın, işinizin hakkını verin ve sürekli kendinizi güncelleyin. Bu şekilde uzun vadede
kazanan siz olacaksınız ve öğrenciyken edindiğiniz bu becerinin nasıl işe yaradığını görünce siz bile şaşıracaksınız.
Son olarak, kendi öğrenme alışkanlığımdan 2 minik taktik vermek istiyorum; 1. 80/20 Kuralı 80/20 Kuralı veya Namıdiğer Pareto Analizi’ni duymayan yoktur sanırım. Bu kuralı anladığınız zaman hemen hemen her yerde kendi faydanıza kullanabileceğinizi göreceksiniz. Pareto kısaca “Sonuçların %80’i, sebeplerin %20’sinden kaynaklanır” der. Bunu birçok yere göre uyarlayabilirsiniz. Benim kullandığım birkaç yer şöyle; Bir bilgisayar programı özelliklerinin %20’si, yaptığım işlerin %80’ini yapmama yeter. Dijital pazarlama konularının %20’si, iş hayatımın %80’ini oluşturur. Yeni bir beceri kazanacaksam en çok kullanacağım %20’lik dilimi öğrenmem yeter. Siz de 80/20 kuralını dilediğiniz her yerde kullanabilirsiniz. Burada en önemli nokta hangi %20’yi seçeceğinizdir. Bunun için de iyi bir araştırma yapmanız şarttır.
2. 20 Saat Yeni bir şey öğrenmeyle ilgili birçok teknikten, saat hesabından, kriterden bahsedilir. Josh Kaufman’a göreyse bir şeyi orta seviye öğrenmek için 20 saatlik pratik yeterlidir. Öğrenme ile araştırmaya başladığınızda “10.000 saat” gibi rakamlar görebilirsiniz, bu gözünüzü korkutmasın çünkü biz sadece uygulanabilir bir beceri edinmekten söz ediyoruz. Konu, yeni bir müzik aleti, bir ders ya da bilgisayar programı olabilir. Gerçekten 20 saatlik uygulama yaparsanız, herhangi bir şeyi muhtemelen orta seviyede yapmaya başlarsınız. (Ustalık bambaşka bir konu elbette.) Bu iki taktiği birleştirerek birçok yeni şey öğrendim. Elbette bu ikisinin benim için faydalı olduğunu keşfetmek, anlamak ve doğru uygulamak önemli bir pratik gerektirdi ama zaman içinde nasıl öğrendiğimi çözdüm ve hayatımda en çok işime yarayan becerimi kazanmış oldum. Sizin de bunu hemen çözebilmenizi ve uygulamaya başlamanızı dilerim.
Duygu Dülger 2021 FOTON 41
IEEE BAUN PROJELERİNE GÖZ GEZDİRELİM Döner Kanatlı İHA Projesi
I
EEE BAUN Döner Kanatlı İHA projesi yapımına 2019 yılında başlanmış bir insansız hava aracı projesidir. Bu insansız hava aracını sıradan bir drone’dan farklı kılan özelliği ise üzerinde bulunan kamera ve yardımcı mikrobilgisayar kartı aracılığıyla farklı görüntü işleme uygulamaları sayesinde kontrol edilebilmesi ve özel görev mekanizması ile sıvı alımı ve boşaltımı yapabilmesidir. Kullanılan elektronik uçuş kartı üzerinde bulunan sensörler ve GPS-Pusula modülü, İHA’ya insan müdahalesi olmadan yani otonom uçuş kabiliyetine imkân sağlar. Gövde, iniş takımı eklem noktaları ve motor tutucu gibi mekanik elemanlar ekibimiz tarafından
42 FOTON 2021
özgün bir şekilde tasarlanmış ve PLA filament kullanılarak üretilmiştir. Bu elemanların bağlantıları ise karbon fiber borular ile sağlanmıştır. Ekibimiz İHA’nın ilk modelinin üretimini Ağustos 2020’de tamamlamış ve bu İHA ile 5. TÜBİTAK Uluslararası İnsansız Hava Aracı Yarışması’na katılım sağlamıştır. Yarışmaya başvuru sürecinden itibaren çalışmalarını sıkı bir şekilde yürüten ekibimiz finale kalmış ve 12. olarak yarışmayı tamamlamıştır. Ekibimiz elde ettiği tecrübeler doğrultusunda tasarımda köklü değişikliklere gitmiş ve 2021 yılı Teknofest Uluslararası İnsansız Hava Aracı yarışmasında güzel başarılara imza atmak üzere çalışmalarına devam etmektedir.
Sabit Kanatlı İHA Projesi
I
EEE BAUN Sabit Kanatlı İHA projesi çalışmalarına 2020 yılında başlanmış ve devam eden bir insansız hava aracı projesidir. Önden itişli (tractor) tek motorlu bir tasarım tercih edilen İHA’nın mekanik çalışmaları NACA4412 kanat profili kullanılarak devam ettirilmektedir. Elektronik ve yazılım çalışmalarına da hızla devam edilen İHA’nın son durumunda, otonom kalkış ile uçuş görevi gerçekleştirebileceği, görüntü işleme aracılığı ile alanı belirtilen ancak koordinatları belli olmayan bir yük bırakma alanını tespit edebileceği ve iki bağımsız faydalı yükü ilgili alana yüksek isabet ile bırakabileceği öngörülmektedir. Bu çalışmaların sonunda 2021 Teknofest Uluslararası İnsansız Hava Aracı Yarışması’na katılım sağlanması planlanmaktadır.
İNSANSIZ SUALTI ARACI; ARDOV Sualtı aracı ekibimiz 2019 yılında IEEE BAUN içerisinde kurulmuştur. Ekip kurulduğu sırada, 6 kişiden oluştuğu için takım adımızı IEEE BAUN Su6 Canavarları olarak belirledik. Ardından ekibimizle beraber şu an hala geliştirmekte olduğumuz Ardov isimli aracımızın yapımına başladık. Ardov, ismini Türk Mitolojisinde yer alan Ardov isimli su cininden almaktadır. Takımımız geçtiğimiz yıl Ardov ile Teknofest yarışmasını katılmış ve üçüncü aşamaya kadar gelmiştir. Su6 Canavarları takımı olarak bu sene Teknofest 2021’e katılarak daha iyi işler başarmayı hedefliyoruz. Sizlere, kısaca “Sualtı araçları nedir, ne işe yarar?” bunlardan bahsetmek istiyorum. Günümüzde doğal, çevresel kaynakların korunması ve incelenmesi, muhtelif inşaat faaliyetleri, kıyı ve ülke güvenliğinin sağlanması, sualtı arama-kurtarma, sualtı yaşamının gözlenmesi, sualtı çekimleri ve haritalandırılması gibi farklı ve çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır. Bununla birlikte sivil ve askeri uygulamalarda kullanılmakta olup, son yıllarda yapılan akademik ve endüstriyel araştırmaların büyük bir kısmına yardım eden insansız sualtı araçları, gözlem ve keşif özelliğine sahiptir. Ayrıca uzaktan da kontrol edilebilirler. Uzaktan kumandalı veya otonom olarak çalışan sualtı araçları belirli bir açıya yönelme, belirli bir derinliğe inme, yanaşma ve seyir gibi temel dinamik hareketleri yapabilmektedir. Bu hareketlerin, sualtı akıntıları gibi bozucu etkiler karşısında da başarılı olması beklenmektedir. Sualtı araçlarına kısa bir parantez açtıktan sonra sizlere biraz Ardov’dan bahsetmek istiyorum. Sizlerin de bildiği gibi dünyamız koronavirüs salgınıyla mücadele etmekte.
Salgın bizim de çalışmalarımızı olumsuz etkiledi. Mart ayından temmuz ayına kadar teorik çalışmalar ve planlamalar yaptık. Temmuz ayında Balıkesir’de toplanıp, hız kesmeden çalışmalarımıza başladık. Hazır olan mekanik tasarımın üzerine sızdırmazlığı sağladık. Motorları drone motorundan devşirme ile su yalıtımı yaptık ve elektronik kart tasarımına başlandık. Sensörlerin, işlemcinin olduğu bir kart ve motorlara bağlanan esc’lerin beslendiği ayrı bir kart olmak üzere iki kart tasarladık. Yazılım ekibimiz Raspberry Pi’den joystick ile motorun kontrol edilmesini sağladılar. Ön tasarım raporundan “90.33”, Kritik tasarım raporundan “87.50” puan aldık. Üçüncü aşama olan sızdırmazlık ve hareket kabiliyeti için gereken videoyu gönderdikten sonra, final etabına kalarak Teknofest 2020 Gaziantep’te yarışmaya hak kazandık ve yarışmayı 21. olarak tamamladık. Ardov arama kurtarma görevlerinde zor şartlarda kullanılmak üzere tasarlandı. Doğayı inceleyerek hem dayanıklı hem uzun ömürlü harika bir canlı olan deri sırtlı deniz kaplumbağasından ilham alınarak tasarım gerçekleştirildi. Bu tasarım sayesinde Ardov’un suyun akış yönündeki direncinin azalmasını ve eğimli yapısı sayesinde üstüne gelen basıncı dağıtarak, gövdenin derin sularda işlevselliğini korumasını planlanmıştır. Kaplumbağa tasarımının sağladığı estetik görüntüsünün yanı sıra büyük iç hacmi ile elektronik kısmında kullanacağımız kart, sensör ve kamera gibi birçok malzemeyi içerisine homojen ve düzenli bir şekilde yerleştirebileceğimiz bir alan sunmuştur.
2021 FOTON 43
Elektrikli Araç Projesi
E
lektrikli araçlar, yenilenebilir bir yaşamın yoldaki temsilcidir. İçten yanmalı motorlar sebebiyle atmosferde kirletici emisyonların ve karbondioksit gazı miktarının hızla artmasıyla, iklim değişikliği sorunları alternatif yakıtların kullanılmasını gündeme getirmektedir. Bunun yanında birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Elektrik motoruna sağlanan güç ve enerji, depolama sistemlerinden elde edilen, elektrik enerjisinden sağlanmaktadır. Bu nedenle elektrikli araçlarda yakıt tüketilmediği için emisyon açığa çıkmaz. Taşıtta bulunan bataryaların şarj edilmesi için gerekli elektriğin üretilmesinde, az miktarda emisyon açığa çıksa dahi konvansiyonel taşıtlara göre, daha az seviyede ozon tabakasına zarar verici emisyonların açığa çıktığı görülmektedir. Elektrikli araçların kullanım amaçlarından bazıları da performansı arttırmak, maliyeti düşürmek, seri ve sessiz kullanım sağlamakla birlikte atık gaz salınımını da geçmişte bırakmaktır. Bu aracın çalışma prensibi tahrik sisteminin sadece elektrik motorundan beslenmesidir. Bataryadan alınan elektrik enerjisi bir elektrik motoru ile mekanik enerjiye çevrilir. Bu mekanik enerji, araç üzerindeki tahrik organları yardımıyla tekerleklere aktarılarak hareket sağlanır. Bu araç fosil yakıtlara göre daha basittir. Daha az hareketli parça vardır. Temel olarak pil, elektrik
44 FOTON 2021
motoru, motor sürücüsü, devresi ve akım voltaj dönüştürücülerden oluşur. Bunların yanında pil ve şarj elektroniği içerir. Bunun karşılığında, içten yanmalı motor, şanzıman, benzin deposu ve egzoz gibi birçok parçayı da barındırmaz. Halihazırda egzozu bulunmayan bataryalı elektrikli aracımız bu açıdan çevre dostudur. IEEE BAUN PES olarak üzerinde çalışmış olduğumuz elektrikli aracın motor gücü ile batarya büyüklüğüne karar vermek için mekanik ve yazılımda gerekli programlar kullanılarak hesaplamalar yapıldı. Tasarımında aerodinamiğe ve malzeme yapısına dikkat edilerek araştırmalar yapıldı. Aerodinamik olarak sürtünmeyi en aza indirecek olan araç şekli tespit edildi. Malzeme yapısına ise en hafif ve dayanıklı malzemeler araştırmalarla belirlendi. Mekanik olarak yürüyen aksamın dayanıklılığı ve uyumu göz önünde bulunduruldu. Aracımızı akıllı otomobil seviyesine ulaştıracak yazılımlar geliştirildi. Üniversitemizde topluluğumuz adına Teknofest Efficiency Challange Elektrikli Araç yarışmasına ilk katılışımız olmasından dolayı araştırma aşamasında titizlikle çalışılmıştır. Bilgilerin toplanmasıyla bir rapor hazırlanmıştır. Projemizle alakalı araştırmalarımızı sürdürmekteyiz. Ekip olarak kendimizi daha da geliştirerek ileri ki süreçte aracımızın imalatına başlayacağız.
CoilGun Projesi
C
oilGun, yazılımsal sistemler ile donatılmış yüksek teknolojiye sahip elektromanyetik bir silahtır. Elektromanyetik silahların çalışmasının temel ilkesi, elektromanyetik teoriye dayanır. Elektromanyetik silahların atışı için gereken özellik, değişen ya da hareket eden güçlü bir elektromanyetik alan oluşturarak, hareket ettirilecek ya da fırlatılacak nesnenin bu elektromanyetik alanı izlemesini sağlamaktır. Elektromanyetik silahlarda, mermiyi hareket ettiren güç manyetik akımdır. Bobin teli üzerinden akan akım, manyetik yalıtkan olarak seçilmiş namlunun üzerine sarılı bobin, çevresinde bir manyetik alan ve akı oluşturmaktadır. Bu oluşan manyetik alanın oluşturduğu F kuvveti, namlunun ucuna yerleştirilmiş olan, manyetik geçirgenliği yüksek olarak seçilmiş nesneyi fırlat-
maktadır. Elektromanyetik silahlar çalışma prensibi ve altyapısından dolayı geliştirilmeye açıktır. Ayrıca içerisinde hiçbir patlayıcı madde bulunmadığı için sistem güvenliği açısından avantajlıdır. Askeri ve sivil alandaki farklı kabiliyetlere sahip elektromanyetik silahlar, sahip oldukları altyapıları sebebiyle birçok yeni teknolojinin kullanılmasına da izin vermektedir. Bu sebeple ilerleyen zamanlarda elektromanyetik silah teknolojisinin gelişmesiyle birlikte, tüm dünyada Savunma Sanayii’nde barutlu silahların yerine kullanılacağı öngörülmektedir. IEEE BAUN EMBS olarak geliştirmekte olduğumuz Elektromanyetik Silah diğerlerinden farklı olarak tamamen yazılımla donatılarak yüksek teknolojiye sahip olması hedeflenmektedir. Kullanacağımız geliştirme kiti ile yapay zekaya sahip ve kamerası ile de görüntü işleyebilen
bir sistem oluşturulmaktadır. Üzerinde bulunan çip sayesinde yalnızca sahibinde çalışabilecek, geliştirme kartı ve kamera ile düşman tespiti yaparak fırlatılacak merminin isabetli olup olmayacağını kullanıcıya vereceği sinyal ile belirtebilmektedir. Bu sayede kullanıcının ıskalama olasılığını minimum düzeye indirebilmektedir. Mekanik sisteminde, yapısında hem raylı hem de sargılı fırlatıcı sistemini bulundurmaktadır. Bu sayede diğer Elektronik Silahlardan farklı olarak daha az akımla çalışarak, sargılı ve raylı tip fırlatıcıların özelliklerini karşılayabilmektedir. Aynı zamanda diğerlerine göre maliyet açısından da çok avantajlıdır.
Fotoğraf Örnektir
2021 FOTON 45
5. KADIN İŞ DERSE
M
erhaba Sevgili IEEE Foton okurları, Sizlere bu yazımızda IEEE BAUN WIE olarak 5.’sini gerçekleştirdiğimiz Kadın”İŞ”Derse etkinliğimizden bahsetmek istiyoruz. Bu süreçte neler yaşadığımıza dair keyifli bir yazı hazırlamak istedik sizler için. Hazırsanız başlıyoruz! Kadın”İŞ” Derse IEEE BAUN olarak geleneksel hale getirdiğimiz, bizler için bir göz bebeği ve üniversitemizde adını duyurmuş topluluğumuzun ilk salon etkinliğiydi. Bu süreç bizler için başkan ve başkan yardımcısı olarak seçilmemizle başlamıştı. Bu yıl beşincisini düzenleyeceğimiz Kadın”İŞ” Derse’miz için düşünmeye ve çalışmalara başladık. Neleri farklı yapabiliriz, neler ekleyebiliriz, etkinliğimizi uzaktan eğitim sürecine nasıl adapte edebiliriz? Gibi konularda dinamik olarak fikir alışverişleri içindeydik. Öncelikli hedefimiz “Biz bu sene uzaktan eğitim sürecinde etkinliğimizin üstüne ne ekleyebiliriz ?”oldu . Bunun için yönetim kurulumuz ve idari kurulumuz bizlere çok destek oldu. Bu konu hakkında birkaç görüşme yaptık. Fikir alışverişlerimizin sonucunda etkinliğimizi iki günde gerçekleştirmeye karar verdik. Amacımız aslında geçen sene pandemi sebebi ile gerçekleştiremediğimiz etkinliğimizi de 46 FOTON 2021
gerçekleştirebilmekti. Bu bizler için çalışmalarımızı iki katına çıkartmak demekti. Etkinliğimizi bir yapboz gibi düşünürsek, günden güne her bir parçasını tamamlamaya artık hazırdık. En heyecanlı sürece giriş yapmıştık: Konuşmacı bulmak. Her gün hep birlikte bir fikir, bir konuşmacı, bizlere ilham olacak küçük bir olay araştırmaya başladık. Bunun için bir liste oluşturduk. Konuşmacılar, firmalar, mail adresleri yazan bir liste üzerinden sürecimizi şekillendirmeye başladık. Bunun yanında etkinliğimizi anlatan ve konuşmacılarımıza gönderebileceğimiz bir dosya oluşturduk. İlk maillerimizi atmaya başladık. Olumlu dönüşler, olumsuz dönüşler, hazırladığımız onlarca mail bu süreçte hayatımızın bir parçası olmaya başladı. Aldığımız güzel bir dönüşte onlarca kişinin size destek olması ve sizinle birlikte sevinmesi, bizler için “iyi ki!” dedirtmeye yeten bir şeydi. O an için olan ancak süreç ilerledikçe olumsuz bir dönüş aldığımız durumlar da olmuştu tabii ki. Bunun için de stokta hazır maillerimiz vardı. Kriz anlarımızı bu şekilde yönetmeye karar verdik. Sürecin online olarak ilerlemesi bizler için hem kolaylık hem de zorluktu çünkü böyle bir şeyi ilk kez yürütüyorduk, kriz anlarımızda olanlardan çok daha farklı fikirler bulmamız ve uygulamamız gerekiyordu. Ancak birkaç yerde belirttiğimiz,
yazımızın ilerleyen kısımlarında da belirteceğimiz gibi bu süreçte bizler için en büyük destekçilerimiz Yönetim Kurulumuz, Mentörlerimiz, İdari Kurulumuz, Danışman Hocamız ve yaptığımız işe değer veren arkadaşlarımız oldu. Bir işi yaparken takım işi yürütüyorsunuz ve aslında görünenin ardında birçok insan bu işi sahiplenip emek gösteriyor.ş Etkinliğimiz için hazırlıklarımız gayet güzel gidiyordu, konuşmacı listemizi doldurmaya ve artık sponsorluk için uğraşmaya başlamıştık. Bizler için en zor kısım sponsorluk arama kısmı oldu. Gün içinde yüzlerce mesaj, mail atıyorduk ancak birçok zaman dönüş gelmiyordu. Hevesimizi ve motivasyonumuzu kaybetmeden sponsorluk aramaya devam ediyorduk. Bir süreden sonra sponsorluk maillerimize olumlu dönüşler almaya başlamıştık. Belirttiğim gibi, bir yapbozun tüm parçalarını yavaş yavaş, adım adım tamamlıyorduk. Her parçada bir
emek, uğraş ve fedakârlık yatıyor. Etkinliğimize az bir zaman kalmıştı ancak sponsorluk için yine mailler atmaya devam ediyorduk. Tasarımlarımız için de görüşmelere başladık. Tasarımlarımız için birçok denemeler yaptık. Karar verdik, sonra “Şurayı değiştirsek nasıl olur sizce buraya şunu da mı eklesek, acaba bunu değiştirsek mi?” diyerek bir süreç sonucunda ekibimizle birlikte harika ve içimize çokça sinen bir iş çıkardık! Tasarımlarımızın yanında online bir süreçte de olduğumuz için, “ekstra dikkat çekecek ne yapabiliriz?” diye de düşünüyorduk. Ekibimizle birlikte bir among us videosu ve etkinliğimizin tanıtımı için çeşitli videolar hazırladık. Etkinliğimiz için her şey yolunda gidiyordu, ufak tefek aksaklıklara nazar boncuğu olarak baktığımız bir noktadaydık. Çok az bir zaman kalmıştı ve heyecanımız günden güne artıyordu. Konuşmalarımız,
fikir alışverişlerimiz ve özverimiz günden güne artmaya başlıyordu. Tempolu ve bol heyecanlı bir süreçti bizler için. Koordinasyon ekibimiz için teknik ekiplerimize de bir görev formu açtık. Ekibimiz Yönetim Kurulu, İdari Kurul ve Teknik Ekip Üyelerimizden oluşuyordu. Görevlendirmelerimizi, afişlerimizi, tanıtımlarımızı ve etkinliğimizi oluşturacak birçok şeyi tamamladık. Sadece etkinliğimizi sizlere sunmak kalmıştı. Etkinlik günümüze kadar geçen süre o kadar hızlıydı ki uzun zamandır “Acaba olacak mı, başarabilecek miyiz?” diye düşündüğümüz gün gelmişti. Etkinliğimizden 2 saat önce discord kanalımızda toplandık. Hepimizin heyecanı yüzümüzden okunuyordu. Hepimiz çok özenliydik. “Sektörün En Eşit Hali” sloganı ile gerçekleştirdiğimiz etkinliğimizde bizler ile tecrübelerini paylaşan çok değerli konuşmacı-
Ana afişimiz öncesi tasarım denemelerimiz
2021 FOTON 47
larımızdan bahsetmek istiyorum. Mikropor Takım Lideri Sn. Ebru Kaplan’a, HasTavuk Kalite Müdürü Sn. Benian Derebay’a, HasTavuk Kurumsal İletişim Müdürü Sn. Bircan Özkan’a , FiberLAST Genel Müdür Yardımcısı Sn. Koray Eken’e, GüvenSan Tesis Hizmetleri Ceo’su Sn. Münteha Adalı’ya, Kolektif Academy/Pera Games Ceo’su Sn. Atıl Samancıoğlu’na, Vispera Teknoloji Hizmetleri Partner/Ceo Sn. Aytül Erçil’e, Note Cosmetics Genel Müdürü Sn. Beril Koparal Ergün’e bizlere kattıkları ve davetimizi kırmayıp kabul ettikleri için saygılarımızı ve teşekkürlerimizi sunuyoruz. Etkinlik günü bizim için tarif edilemez bir heyecandaydı. Güvendiğiniz insanlarla yürüdüğünüz bir yolda “Acaba bir aksilik çıkacak mı?” diye hiç kuşkulanmıyorsunuz aslında. Biz de bu şekildeydik. Ekibimize sonsuz güven 48 FOTON 2021
duyuyor ve her aksiliğin altından kalkabileceğimizi biliyorduk. Ve böyle de oldu. Kamera arkasında birlikte çok güzel eğlendik, çok güzel vakit geçirdik. Hepimizin birbirine kattığı şeyler oldu bu süreçte . Kaygılandığımız her anda moralimizi yükselten, kaygılandıkları her anda yanlarında olduğumuz, bir aksilik olduğunda taşın altına elini koymaktan hiç çekinmeyen insanlarla birlikteydik. Aslında hepimiz için en büyük kazanım da buydu. Yazımıza son vermeden önce tekrardan, bu süreçte bizlerin yanında olan, moralimizi yüksek tutan, eksikliklerimizi tamamlayan Danışman Hocamıza ,Üniversite Yönetimimize, Yönetim ve İdari Kurulumuza, Koordinasyon Ekibimize, Teknik Ekiplerimize, vakit ayırıp etkinliğimize katılım gösteren üniversiteli arkadaşlarımıza, hep desteklerini hissettiğimiz bizlere değer veren in-
sanlara, mentörlerimize, sponsorlarımıza ,kapanışımız için bizlere sürpriz hazırlayan arkadaşımıza ve saymayı unuttuğumuz herkese bir teşekkürü borç biliriz. Bu süreçte umuyoruz ki kırdığımız ve ihmal ettiğimiz hiç kimse olmamıştır. Biz iki eş koordinatör olarak, sizlere 5. Kadın”İŞ”Derse yolculuğumuzu , sevinçlerimizi ve üzüntülerimizi aktarmak istedik. Umarız ki sizler için güzel bir etkinlik hazırlayıp güzel bir anı bırakabilmişizdir. Hepinize tekrardan saygılarımızı ve sevgilerimizi iletiyor, her şey için teşekkür ediyoruz. Saygılarımızla.
Ayşe Nur Özüak
Tuana Keskin
4. İnovasyon ve Teknoloji Günü
M
erhaba Sevgili Foton Okurları, sizlere bu yazıda bu sene dördüncüsünü gerçekleştirdiğimiz INTEK’20 etkinliğimizin ne tür süreçlerden geçerek tamamlandığını; dününden, bugününden ve yarınından bahsedeceğiz. Gelenekselleşen salon etkinliğimiz İNTEK, ilk olarak eş-koordinatörlüğünü Zeynep Berke Durmuş ve Ahmet Şafak’ın üstün emekleriyle yürüterek planladığı 2017 yılında gerçekleşti. Topluluğumuzun artık tabiri caizse enginlerine sığamadığı bir dönemdi. Akademik yılın ilk yarısının ikinci yarısına göre daha stabil geçiyor olması İNTEK’in ortaya çıkmasına neden olan en büyük sebeplerden biriydi. Bu süreçte görüşülen, tartışılan pek çok konunun yanında etkinliğin isminin de belirlenmesi gerekiyordu. Topluluğumuz, ailemizin her işinde ve her emeğinde olduğu gibi her fikre saygı yatıyordu. Önceki yönetimlere, mevcut Yönetim Kurulu ve İdari Kurula danışılarak isim önerileri alındı; yapılan oylamalar sonucunda ise topluluğumuzun eski başkanlarından olan Abdülkadir Bekdemir’in önerisi olan “İnovasyon ve Teknoloji Günü (İNTEK)” ismi önerisi kabul edildi. Etkinliğimizin tabiri caizse doğuşu da bu şekilde oldu.
2020 yılında hayatımızı büyük bir ölçüde değiştiren Koronavirüs bize yeni alışkanlıklar kazandırdı. Yeni normallerimizden bir tanesi olan dijital ortama geçiş süreci normal zamanda yıllarca sürecekken pandemi ile çok kısa sürede normalimiz oldu. Aldığımız eğitimi uzaktan almanın bize getirdiği dezavantajları, avantajlara çevirmeyi hedefleyen IEEE BAUN Ailesi olarak İNTEK’20 Etkinliğini uzaktan olmasının getirdiği avantajları kullanarak yurt dışına kadar uzanan konuşmacılar ile gerçekleştirdik. Ülkemizin dört bir yerinden katılan katılımcıların memnuniyeti bizim yorgunluğumuzun unutmasını sağlayan en büyük etkenlerden biri oldu. Koordinatör olarak atandığımız ilk günün verdiği heyecan ile en iyiyi hedefleyerek başladığımız bu yolda, çalışmalarımızın ilk adımını geçmişten aldığımız güç ve tecrübeyle attık. Bu yolda aldığımız destek bizlerin uzaktan bir etkinliğin olmasında yaşadığımız önyargıları silip götürerek keyifli ve bir o kadar da eğlenceli geçmesini sağladı. Bu sürede yaptığımız uzun toplantıların yanında ne içtiğimiz kahvenin tadı unutulur ne de etkinlik için yaptığımız beyin fırtınalarının bizlerde oluşturduğu olumlu etkileri... Etkinliğin arka planındaki ekip ile online bir etkinlik için hazırlanırken yaptığımız simü2021 FOTON 49
lasyonlar ile oluşabilecek hatayı en aza indirgeyerek bir ilke imza attık. İntek’20 etkinliğimizde girişimcilik, siber güvenlik, pazarlama, Blockchain, inovasyon ve akıllı tarım gibi farklı konularda bizleri aydınlatan alanında uzman 5 konuşmacımız ile geçirdiğimiz keyifli dakikaları ve sonrasında çeşitli çekişlerle beraber yaşadığımız heyecanın tadı gün geçtikçe unutulmuyor. Üç buçuk aylık çalışmaların sonucunu en güzel şekilde aldığımız 19 Aralık 2020 tarihinde tatlı bir yorgunlukla bitirdik. Normal şartlar altında düzenlenen salon etkinliklerimizin her anı ve her aşaması tabii ki online’a göre çok farklıydı. İşin ön planından çok arka planı da bir o kadar farklı olmuştu. Belki de bu şartlar altında bir etkinlik çıkartabilmek bizim için en mükemmel deneyim oldu. Ne kadar tecrübe aktarımı olsa da ne kadar bizlere tavsiye ve önerilerde bulunan değerli mentörlerimiz olsa da pandemi şartlarında maalesef bu öğretiler bir yere kadardı. Kendilerinin engin tecrübeleri önümüzdeki meşakkatli yolda en büyük yol göstericimizdi. Etkinliğimizin normal şartlar altında düzenlendiği yerde yüksek emek sarf edip 50 FOTON 2021
kendini gösteren koordinasyon ekibinin online şartlar altında da her zamankinden daha dinç daha diri ve daha keyifli emekleriyle etkinliğimizi noktaladık. Bu süreçte büyük çaba gösteren başta danışman hocamız Sn. Doç. Dr. Sabri BIÇAKÇI olmak üzere Sn. Mentörlerimiz, Yönetim Kurulu Başkanımız Sn. Sevcan ÇİL ve birbirinden kıymetli koordinasyon ekibimizle beraber bu güzel etkinliği gerçekleştirebilme şerefine layık olduğumuz için sonsuz şükranlarımızı sunarız. Her şarta ve her vakte dinamik yapısıyla uyum sağlayan topluluğumuzun ilerleyen senelerde de yeni yüzlerle yepyeni maceralara açılıp başarıdan başarıya koşacağına inancımız tam. “Güçlüyüz; Çünkü Sen Varsın!” mottomuzla sizleri tekrardan en içten duygularımızla selamlıyoruz!
Seher Nur Akbaş
Ahmet Üstün
2021 FOTON 51