57 - AKIL AYNASI

Page 1

A K I L AY N A S I

2 0 1 9 - Te m m u z Makale ve Analizleri


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

A K I L AY N A S I BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -57 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Temmuz - 2019 Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK

www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Görevimiz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2019 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam, sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan...


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2019

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2019

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


Makale ve Analizler - 2019

11

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz.


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2019

13

Hayata Renk Veren Adalettir

Tarih: 2019 Yazan. Dr. Nedim BİRİNCİ Konu Belediye başkanı seçiminden sonra başlayan durulma Sosyal işlerde meydana gelen abartılı gelişmeler her zaman aklıma şunu getirir. Tecrübe olmadan, yalnız aklı kıyasla hakikate ulaşma mümkün olamaz. Yalnız vaatlerle ya da umut saçarak çok büyük hatalara yol açmak kaçınılmazdır. Her karışıklıklar yeni olaylara gebedir. Aranan hep adalettir. Ve adalet kavgası her gün yeniden doğar ve kızışır. Bizim kafa kafaya verip yanıt aramaya ve ter dökmemize gerek yok. Deliorman’ın ıhlamur kokan bahçelerinde kiraz vişne atıştırırken Bulgaristan gerçekliğine ayna tutarak üstatlarımızdan şair Habil KURT şöyle demiş: SUÇSUZ SUÇLU

Alevi içimden çıkararak Tanyerini ağartarak Geçtim karanlığın içinden İtiraf ederim çok korktum Duracak diye zaman Bitmeyecek o çirkin oyun Suçsuz halde suçluydum Kimliğimi çalan onlardı Kabahatlı ben oldum.

İşte böyle bir olay dolaşıverince hayatımıza, ayıkla ayıklayabilirsen 30 yıl pirinci taşını. Her büyük olayın öncül ve ardıl darbeleri, tepki ve yankıları olur. Bizimki de ceset gibi ortada kaldı. Gerçek suçlulara kalem kıracak ve mezar kazacak kimse yok. İstanbul’da Büyük Şehir Belediye Başkanı seçimi oldu. Olay çok şişirildi. Bir mega olay gibi gösterildi. Oysa İstanbul bir dünya şehri olarak 566 yıldan beri Türk valiler, kadılar ve Belediye Başkanları tarafından idare edildi. İki kıtayı bağlayan inci şehrin ilk valisi Hızır Çelebi (Hızır Bey) dir.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Amerikan Hukuk Fakülteleri araştırmacıları iki dünya imparatorluğuna (Bizans ve Osmanlı) başkent olan bu şehirde Belediye Başkanlarının aldığı her kararı, mahkemelerde görülen her davaya ilişkin kararları didik didik inceleyip yeni ADALET anlayışını oluşturmaya çalıştılar. Dünya hukukunda ADALET anlayışının temeli olan bir örnek, araştırmacıları fazlasıyla etkilemiştir. Olay şudur: İstanbul’un fethine bizzat kayılmış, Eskişehir doğumlu, Fatih Sultan Mehmet’in sırdaşı ve yoldaşıdır. Tarihe İstanbul’un ilk Belediye Başkanı olarak geçmiştir. Meşhur Nasrettin Hoca’nın torunu olan Hızır Bey, zekâsı ve çalışkanlığıyla kısa zamanda birçok dini ve fenni ilimde âlim olmuştur. O yıllarda Belediye Başkanı aynı zamanda Şehrin Yüksek Kadısıdır. (Yargıcıdır.) Hızır beyin ününü bugünlere taşıyan birçok olayın arasında, birisi adeta efsaneleşmiştir ve sizin için özel seçtik. FATİH’İN ELİNİN KESİLMESİNE KARAR VERİYOR İstanbul`u fetheden Fatih Sultan Mehmet, fethin üzerinden yaklaşık on sene sonra cami inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Sinan Atik isimli Rum mimara (bazı kaynaklarda bu mimarın ismi Khristodoulos olarak geçer) teslim eder ve yeni kurulacak cami kubbesinin Ayasofya Kubbesinden büyük olmasını buyurur. Fatih Sultan Mehmet, yeni yapılan camiyi görünce “Kubbesi Ayasofya’dan daha büyük olsun…” emrine neden uyulmadığını sorar. Mimar; büyük bir depremde caminin yıkılacağından korktuğu için kubbesini Ayasofya’dan daha küçük yapmak zorunda kaldığını ve bu yüzden sütunları kestirdiğini söyler. Fatih, mimarın hem Ayasofya’yı (emrine rağmen) özellikle kayırdığını düşündüğü için hem de kendinden izin alınmadan böyle bir işe kalkıştığı için “Mermer sütunları kesen ellerin bileklerinden kesilmesi” emrini verir… Mimar Atik Sinan, bunu özellikle yapmadığını “Hesaplarına göre Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin, ilk depremde yıkılacağını” düşündüğünü söyler ama emir büyük yerdendir ve geri dönüşü yoktur. Fakat çevresindekilerin de cesaretlendirmesiyle, mimar haklılığına olan güvenini daha da bir pekiştirir ve “İstanbul’u fetheden, fatihler fatihi, Padişah Fatih Sultan Mehmet”i mahkemeye verip hakkını aramak için Kadı Hızır Bey’e şikâyet eder… Bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından atanmış, Osmanlı adaletini simgeleyen Kadı Hızır Bey, mimarı dinleyip dava açılması için haklı sebep olduğuna kanaat getirir ve Fatih Sultan Mehmet’in mahkeme edilmesine karar verir…


Makale ve Analizler - 2019

15

Fatih mahkemeye gelir ve duruşma başlar; Fatih Sultan Mehmet çok büyük bir insan olabilir ama emrindeki birini mahkeme etmeden cezalandırmıştır. Karşı taraf savunmasını yapar, mimar gerekçelerini açıklar ve kadı kararını verir: Fatih Sultan Mehmet suçlu bulunur ve kendisi de mimara uyguladığı cezayla yani elleri kesilerek cezalandırılacaktır… Bunu duyan Mimar Atik Sinan kulaklarına inanamaz ve kadıya yalvararak şikâyetini geri çeker. Kadı, bunu göz önünde bulundurarak cezayı maddi tazminata çevirir ve mimara yüklü bir miktarda para verilmesine karar verir… Evliya Çelebi`nin aktardığına göre, karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek; “Eğer sen Allah`ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla başını paramparça ederdim” der. Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir: “Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim” der. *** Bunları düşünürken ve hele Sayın Habil Beyin “Suçsuz Suçlu” şiiri bilgisayarıma düşünce, İstanbul Büyük Şehir Belediye seçimlerinde yeni Başkan Sayın Ekrem İmamoğlu’nun OTOBÜS ÜSÜNDEN tek sesli konuşmalarında yaşanan bir tektonik depremiydi, volkanik deprem mi oldu, çöküntü depremi mi yaşadık yoksa bir sosyal zunami mi oldu sorusuna yanıt aramaya koyuldum. Sonra birden bire, Yeni Başkan İmamoğlu’nun Hoca, imam ve müftü dualarına ihtiyacı duyduğunu gördüm ve irkildim. Ben bu olayın Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıştaroğlu’nun Haziran 2017 ADALET YÜRÜYÜŞÜ artçı tepkisi olduğunu düşünmüştüm. Çünkü İstanbul gibi bir şehir tesadüf sonucu, şans eseri, dua ve tövbe edilerek yönetilemez. Mega şehrin yönetim sırrı ADALETTİR. Geleceğe renk vermenin adı da ADALET… Bizi izlediğiniz için teşekkür ediyoruz. Paylaşırsanız memnun olurum. Teşekkür ederim.


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’dan Kovulmamızın 30. Yıldönümü Tarih: 30 Haziran 2019 Rafet ULUTÜRK: POLİTİK KONUŞMA

360 BİN TÜRKÜN BULGARİSTAN’DAN KOVULMASININ 30. YILDÖNÜMÜ Sayın Başkan, Sayın Belediye başkanım. Değerli siyasi parti ve STK Başkanları ve temsilcileri, Çok Değerli konuklar, Kıymetli hemşehrilerim, Öncelikle beni buraya davet eden Tekirdağ Bulgaristan Göçmenleri derneği Başkanı Kemal Öztürk’e huzurunuzda teşekkür ederim. Bizler Türklüğün meyvası olan Orta Asya Bozkırlarından yola çıkarak Anadoludan önce Türkleşen Rumeli-Balkan yarımadasına ulaşanlarız, Bu toprakları Türk Dünyasına katan Evlad-ı Fatihaların torunlarıyız. Bizler Tunadan akarak Deliorman, Dobrucayı geçerek Koca Balkanı aşarak Pirin, Rodop dağlarına ulaşanlarız. Birçok türkülere hikâyelere romanlara ve manilere konu olan Rodop insanının ayrılmaz parçası nazlı yâri Arda boyundan kıvrım kıvrım akarak Anadoluya doğru hızla ilerlediği Akıncılar yurdundan kucak dolusu selamlar getirdim. Bulgar devletinin silah gücüyle ata-vatanımızdan atılmamızın, hayatımızın en acı gününün 30. Yıldönümünü birlikte anmaya, acı paylaşmaya, dert yanmaya, ufuk açan Büyük Yeni Türkiye ile hep beraber gurur duymaya, yürek kabartmaya toplanmış bulunuyoruz. Birlik ve beraberlikte, sağ sağlım olmamızı, kutluyorum.


Makale ve Analizler - 2019

17

Tarih açısından kısa, ama bir insan ömrününse yarısı olan bu 30 yılda, Allahımıza şükürler olsun ki, Büyük Türk halkına ve devletimize, hepimizi birlikte bağrına basan ANAVATANIMIZA ki, yaralarımızı pansuman edebildik. Sızılarımız savdı. Fakat öfkemiz asla dinmeyecek, vatan sevgimiz asla sönmeyecek, kaybettiğimiz her karış toprak yeniden ve ebediyen bizim olana kadar mücadelemiz devam edecektir. Gördüğünüz üzere Türkiye Cumhuriyeti büyüdükçe taşıyor. Bir asırda 8 milyondan 82 milyona ulaştık. Asrın sonunda bütün Avrupa nüfusu, Balkanlarda her devletin nüfusu azalırken, Bulgar bütün azınlıklarla beraber 2 milyon 400 bin kalırken, Büyük Yeni Türkiye 129 milyon olacağız. Özlediğimiz, sevdiğimiz, arzu ettiğimiz her şey kendiliğinden doğal olarak bizim olacak…. Kardeşlerim hepinize, İstanbul- Bayrampaşa’dan, 10 bin üyesi olan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK yönetimi ve üyelerinden, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi – BGSAM yönetiminden, sayısı 145’e ulaşan, aylık “Bulgaristan Türklerinin Sesi” BULTÜRK gazetemizin ekibinden. Ayrıca artık sayıları 55 olan BGSAM aydınlatma kitaplarımızın yayınlanmasında emeği geçen tüm arkadaşlarımızdan en içten, en kalpten selamlar, sağlık ve başarı temennileri ile sizleri selamlıyorum. Anavatana gelip yerleşmemizin 30. yıldönümünü böyle sıcak bir ortamda anmak, dertleşmeye olanak yaratmak, örnek ve özendiren bir girişim oluyor, övgüye layıksınız. Büyün umutlarınız gerçek olsun. Burada Başkanımıza bu fırsatı bize verdiği için tekrar teşekkür ediyorum. Üzerinde yılların yorgunluğu olan umut dolu çağrışımlı bakışlarınızda, başka soydaş ortamlarında da gördüğüm derin çizgilerin parlaklığını görüyorum. BULTÜRK olarak biz, 2002’den beri İstanbul’da örgütlü ve bilinçli bir DERNEKÇİLİK BAYRAĞI dalgalandırıyoruz. 1950 muhacirlerinin, 1960-70 göçmenlerinin İstanbul–Çemberlitaş’ta başlattığı ve geliştirdiği edebiyat, sanat, kültür dernekçiliğinin, gazeteci şair Mehmet Çavuş ve İsmet SEVER etrafında toplanan dernek geleneğinin bizler devamıyız. 1989 öncesi Bulgaristan göçmenleri dernekçiliğe ancak, şair yazar etkinliği olarak bakarken, BULTÜRK bu dar çemberi kırdı. En basit soydaş sorunlarından, en karmaşık olanlara, siyasete, kültüre, eğitim, edebiyat, Türk Kimliğine kadar kanat açtı. Tüm olaylara dayatılanlardan nitel olarak faklı içerik getirdik ve çabalarımıza devam ediyoruz.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz göç etmedik. Kovulduk da geldik. Biz turist değişiz soykırıma uğradık. Biz, İslamlaştırılmış Bulgar değiliz kültürel soy kırıma uğrayan, devlet terörü gören, asimile edilen Müslüman Türkleriz. Biz Bulgar halkından bir parça değil, Türk ulusundan, Türk Dünyasından kopmaz ve ayrılmaz bir bütünüz. Maddi varlığıyla birlikte manevi varlığına, diline, dinine, geleneklerine, alfabesinden atasözlerine, fıkralarından edebiyatına saldırılmış, kasetleri, ploçalar toplamış kırılmış, şarkı türkü söyleyenlerimizin ağzına kelepçe vurulmuş çok ezilmiş değil hep yaşam boyu ezilmiş ama yine de teslim olmamış, dayanmış ve dirilmiş mert bir etnik halk topluluğuyuz. Biz özelliklerimizle güzellik, vasıflarımızla güçlüyüz, alicenap ve cesuruz, bileği bükülmez bir milleriz. 1989’da vatanımızdan devlet terörüyle sökülüp sınıra yığılmamızın bir soykırım olduğunu uluslararası 7 toplantı ve konferansa konu ettik. Anadilimizin, okullarımızın, Türkçe derslerimizin, özgün halk sanatımızın, halk kültürümüzün, geleneklerimizin, adetlerimizin, Türk yaşam tarzımızın yasaklanmasının bir “kültürel soy kırım” olduğunu dünyaya duyurabilmek amacıyla 5 uluslararası sempozyum düzenledik. Bulgaristan’dan araştırmacı yazar ve tarihçileri, ilgilileri davet ettik. Geldiler. Tartıştık. Ata-vatandan kovuluşumuzu anlatan kitap sergileri, zulmün resim sergisini, “Belene” ölüm kampı fotoğraf sergisi düzenledik. Kahramanlarımızı öğrencilerle buluşturduk. Başımıza gelenlerin unutulmaması için elimizden geleni bugün de yapıyoruz.


Makale ve Analizler - 2019

19

“Bghaber.org” günlük aktüel Bulgaristan haberleri ve yorum sitemiz var. 600 bin tıklayanımız okurumuz var. Sizlerden de Sayın fizik tedavi uzmanımız Ertaş Çakır, öğretmenlerimiz, okul müdürü ve Aksakallımız şair Galip Sertel, Silistre’de yaşayan kıdemli şair Naim Bakov yayınlarımıza devamlı katılıyorlar. Ak Kadınllı (Dulovo) milli şairlerinden Bayramalı edebiyat sayfamızdan hiç inmedi. Yattığı yer nur olsun. Onlar ruhumuza kanat oluyorlar. Hepinizin önünde kendilerine teşekkür ediyorum. Eli kalem tutan Bulgaristanlıları yaratıcı kardeşlerimize kapımız her zaman açıktır. Her satırınıza, her sözünüze muhtacız. Siz her bakıma yüreklendirici öncülersiniz. Tek şartımız bu sitede sadece Bulgaristan ile ilgili yazıları yazıyoruz. Tabi ki tüm Türk Dünyası ile ilgili de yazıyoruz amma bunları Gazetemizde yayınlayabiliriz. Bizlerden biri olan kardeşimiz hocamız Hüseyin Güntekin’de söz etmeden geçemem: Ne demiş şairimiz Yaralı Gönül kitabının Deliorman şiirinde: Göç rüzgarı bizi kastı kavurdu /İlden ile acımadan savurdu/ Ecdadımın yeri ana kucağı Deliorman/Hasretimiz özlemimiz Deliorman /Deliorman bizim öz toprağımız/ Gönül coşturan sevgi kaynağımız Unutulmayan gönül yaramız/ Büyük sevgimizsin Deliorman Birkaç şiir kitabı yayınlayan ablamız “Ezerçe’dem çıktım yola” eserinde bakın sizleri nasıl anlatıyor:


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“1989 zorunlu göçü sırasında Türkiye’ye sığınmış olanlar eski göçerden kat kat daha farklıdır. Öğrenim görmüş, Türk Kimlikli ve dünyayı tanıyan insanlardı hep. Bulgaristan’da faşizm ile totalitarizmi bilen ve olayları değerlendirebilen insanlardı. Her biri bilinç seviyesi yüksek kardeşlerimizdi.” Her bir Bulgaristanlı soydaşın yüksek vasıflı ve bilinçli, namuslu ve ahlaklı, ezgi görmüş ama boyun eğmemiş bir vatandaş olduğu tespitini, 6 yıl önce Ankara’da çıkan 4 ciltlik “1989 Göçü kitap Serisinde” de görebiliyoruz. İşkence görmüş, 1 asır kaynayan asimilasyon kazanında erimemiş, illegal örgütlenmiş ve isyan etmiş bir etnik Türk topluluğundan söz ediyoruz ve Büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm Diyene” sözlerini ifade etmeden devam edemiyorum. “Ne mutlu Bulgaristanlı bir Türküm diyene!” Yeniden vurguluyorum: Biz Bulgaristan Türkleri anadili, edebiyat dili, dini, sanatı, halk kültürü, folkloru, yaşam biçiminin dokusu olan, halk bilgileri, görenekleri, manevi hayat gelenekleri olan bir halk topluluğuyuz, Bulgaristan Türk azınlığıyız. Bulgaristan’da bizden başka bu sosyal ve kültürel gelişim düzeyine ulaşabilmiş başka bir azınlık yoktur. İlham kaynağımız Türkiye devletidir. Türk halkı ve Uluslararası Türk Kimliği ve birliğidir. Bulgaristan’da bugün Türkler, Pomaklar, Romenler Çingeneler, Ulahlar, Makedonlar, Tatar, Gagavuzlar, Çerkezler, Ermeniler ve Yahudiler toplam 11 azınlık var. Şu an en kalabalık nüfus henüz Bulgar’da. Birleşmiş Milletler tahminlerine göre, 2040’ta Bulgarların sayısı Çingene nüfustan daha az kalacak. AZINLIKLAR MEMLEKETİ BULGARİSTAN’ da toplam 12 azınlık olacağız. Aynı kaynak, Birleşmiş Milletler NÜFUS BÜROSU geçen hafta 2 100 yılına ilişkin anket sonuçlarını açıkladı. Asrın sonunda, Bulgaristan nüfusu 2 milyon 400 bin kalıyor. Bulgarlar, azınlıkların azınlıklardan biri kalacak. “Etme komşuna, gelir başına!” O zaman bütün kavgalar yeniden başlayacak. Bu söylediklerim büyük bir gerçektir. Bulgaristan’da yaşayan nüfusun içinde Biz Türklerden başka, soy kabuğundan çıkmış, ümmetten sıyrılmış, Türk kimliğini bulmuş ve milliyet aşamasından geçip MİLLET zirvesine ulaşmış bir halk topluluğu, anadili, yazı dili, edebiyat dili, dini, zengin halk gelenekleri ve bütünlenmiş kültürü olan, dayanacak geçmişi olan, bir azınlık yoktur.


Makale ve Analizler - 2019

21

Bulgaristan’da, 1989 göçünde hırpalansak da, bugün de MİLLET OLGUNLUĞUNA erişmiş tek azınlık biziz. Şu sözlerimi çok iyi dinleyiniz, bu tespitlerimiz olağanüstü önemlidir. Bulgarlar yalnız bizimle değil, kendilerine en yakın ve aynı dinden olan Makedonlarla bile milli MİLLİ MENSUBİYET konusunda TARİH, DİL VE etnik ve kültürel KİMLİK KONUSUNDA, anlaşamıyorlar. Katolik Ulahları 1920’lerde, Doğu Ortodoks Hıristiyan yaptılar, hepsine kiliseden doğum kâğıdı verdiler. Olayın üstünden tam100 sene geçti, şimdi ULAHLAR imza toplamışlar “idari ve hukuksal” olarak, yaşadıkları Vidin, Vratsa ve Montana illerinin Romanya’ya bağlanmak istiyorlar. Yani Bulgar ulusundan bir parça olduklarını kabul etmiyorlar. Aynı olayı Karasu (Mesta) ırmağına, Pirin Dağına kadar uzanan ve Yukarı Cuma (Blagoevgrad) ve Köstendil illerinde yaşayan Makedonların milli kimlik arayışında da izliyoruz. Otonomi isteyen tutuklanıp içeri atılsa da, Strazburg İnsan Hakları Mahkemesi hepsini saldı. Yeni Üsküp hükümeti, Makedonya’da yaşayan Bulgar kimliğini tanımak için, önce Bulgaristan’da yaşayan Makedon milli kimliğinin tüm haklarının tanınmasında ısrar ediyor. Çelişkinin sivri dikenleri büyüyor, bunalım derinleştikçe derinleşiyor… Gagavuzlarla Tatarlardan kurtulduk diye sevinenler çok. Ermeni ve Yahudiler de sayıca az ve isteklerini yerine getiriyor. Bulgar kurumlarındaki müdürlerin veya müdür yardımcılarının isimleri hep YAN ‘la biter. Bulgaristan’da kalan, yukarıdaki azınlıklardan hiç istisnasız hiç birinin kendi alfabesi, dolayısıyla yazı dili, dolayısıyla yazılı edebiyatı, kendi kültürü ve dini yoktur. Demek oluyor ki, eriyen Bulgar nüfusa Bulgaristan’da iktidar ortaklığı yapabilecek Türklerden başka bir milli azınlık kimliği yoktur. Cahil insanlarla hükümet kurulmaz, ortaklık hiç olmaz. Çingenelere, Pomaklara, Ulahlara ve Makedonlara kendi yazı dillerini geliştirme imkânı tanınmamıştır. Tüm azınlıklar, iktidar böreğinden pay istemesinler diye kör cahil bırakılmıştır. Buna tepki gösteren 3 milyon vatandaş bugün yurt dışındadır. Bulgaristan’ı terk etmişlerdir. Öte yandan, 1944’e kadar Çar diktatörlüğü, 1989’a kadar da totaliter komünist diktatörlüğü yaşayan Bulgaristan’da etnik azınlıklar arasında POLİTİK KİMLİĞE yükselebilmiş Türklerden başka bir etnik azınlık da gösterilemez.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gerçekçi olmamız gerekirse 20. Yüzyılda Bulgar halkı Türklerle ve diğer Müslümanlarla hoşgörülü işbirliği, yardımlaşma ve birlikte devlet olma imkânlarını kaçırdı. – 1929’da Bulgaristan Türklerinin Birinci Milli Kongresi Sofya’da toplandığında böyle bir imkân belirmişti. – 1934 Askeri Darbesi ve Çar III. Boris diktatörlüğü ortak iktidarda birleşme yolunu kesti. – 1956’da Todor Jivkov BKP yönetimini ele geçirmezden önce ikinci defa böyle bir fırsat belirmişti, o da kaçırıldı. – 1958’den sonra Türk azınlığın kültürel haklarını budama politikası iki milleti birbirinden uzaklaştırdı. – 1990’da sonra ortaya çıkan sınırlı ve kontrollü demokrasi koşullarında 140 yıllık tarihimizde ilk kez Halk ve Özgürlük Partisinin politik kimliğinde buluştuk. – 2001’de Simyon Saks-kobur-gotski ve 2005’te Sergey Stanişev hükümetlerine katılabildik. Onun da bedeli anadil, edebiyat dili, zorunlu Türkçe dersleri, okullarda Bulgaristan Türkleri kültür ve tarihi, din dersleri, örf ve adet dersleri isteklerinden, Türk Milletinden kopmaz bir parça oluşumuz gerçeğinden vazgeçip, Bulgar milli kimliğinden bir parça olduğumuzu kabul etmemiz şart koşuldu. Böylece, Hak ve Özgürlük Hareketi yönetiminin ve özellikle hainlerin başı Ahmet Doğan’ın “Bulgar Etnik Modeli” 2015’te tamamen çökene kadar devam etti. Hak ve Özgürlük davamız sizin, bizim, hepimizin ortak davamızdır. Ahmet Doğan gibi liderlerin hainliği geçicidir. Politik bilince yükselen halk, kendi liderini kendisi yaratır. Yaratmalıdır. Yaratacaktır. Hukuksal kimlik kavgamızın içinde Pomak kardeşlerimizin yeri ve rolü olağanüstü büyüktür. Şehitlerimiz yan yana yatıyor, anıtlarımız ortaktır. Dinimiz, davamız, mücadele ve tarih sayfalarımız ortaktır. Ne yazık ki, ağır baskı ve terör rejimi koşullarında, Pomak sözünü ağzına alan Türk öncülerin sürgünde ve zindanda çürütüldüğü yıllarda, biz Pomak kardeşlerimize sarılamadık. Onlarla omuz omuza yürüyemedik. 1972’de Nevrekop’a bağlı “Kornitsa” köyünde Türkiye Cumhuriyeti ilan edip Minarede ve muhtarlıkta ay yıldızlı bayrak dalgalandırdıkları o kutsal günde, sabah namazını birlikte kılamadık, selamlaşamadık, bayramlaşamadık.


Makale ve Analizler - 2019

23

Borino madencilerinin kurşunlandığını da nice yıl sonra öğrendik. Fakat bu demek değildir ki, biz Bulgaristan Türkleri daha 1913’te Pomak köyleri basılırken, minareler yıkılırken, camiler kilise ilan edilirken ve fesleriniz toplanıp yerine kalpak geçirilirken, acıları sizinle birlikte yaşamadık. Sizler 100 yıl geleneklerinizi koruyarak Müslüman kimliğinizi korudunuz. 1913’te Büyük Atatürk öncülüğünde Pomak kardeşlerimizin Türk isimleri ve ibadet hakları geri alındı. 1934’te Paşmaklı (Smolyan’da) isim değiştirme ve ibadet haklarımızı kısıtlama kampanyaları yeniden başladı. Türk isimli Pomaklara ve camiye giden Pomaklara okul ve iş yok, dediler. 1942’de Çar Boris hükümeti Pomak Kimliğini yasaklayan kanun çıkardı. 1945’te haklar yine iade edildi ama 1964’te Todor Jivkov Pomak köylerini tankla kuşattı, bastı, ama birbirine örülen Pomak kardeşlerimizin Müslüman ruhunu kıramadı, geri püskürtüldüler. 1972’de Karasu (Mesta) boyu Barı Rodop köyleri kuşatıldı. Kornitsa, Vırbitsa, Satovça gibi köylerde direniş 3 ay sürdü. Pomak kardeşlerimiz Dağa çıktı. Şehitler verdi. Tutuklananlar içeri atıldı. Yüzlerce aile sürgün edildi. Fakat hak ve özgürlük, insan hakları, adalet, etnik kimlik davası asla sönmedi. 1989’da isim ve din hakları yeniden iade edildi. Burada 100 yıl şanlı ve kanlı Kimlik Davası yürüyen bir halktan söz ediyorum. Yaşananları anlatırken zorlanıyorum… 1962 ve 1982 yıllarında isim ve kimlik değiştirme kampanyası Müslüman Çingene kardeşlerimizi sardı. Çalışanlar işten çıkarıldılar. Süründüler. Dayandılar. Bulgar isimleri ancak resmi evraklarda kaldı, artık 3. Kuşak asla kullanılmıyor. Gettolar Çingene’ce ve Türkçe konuşuyor. Bu sene Bulgaristan 7 Çingene ayaklanması yaşadı. Filibe’nin Voyvodino köyünde,Gabrovo’da Çingene evleri yakıldı. Blogoevgrada bağlı Gırmende Çingene Mahallesi, Varna Mensura’da Çingene mahallesi yıkıldı. Çingenelerin barınma koşullarını iyileştirmek için gelen 7 milyar 800 milyon Euro 10 yılda dağ evi, deniz evi, konuk evi, konak saray oldu ve hukuksuz Bulgaristan’da meydana gelen oligarşi yerleşip yaşıyor. Denizde köşklü, Sofya’da Saraylı Büyük Çingenelerin de yüzkarası Ahmet Doğan’dır. Bu, başlı başına bir konu, bir başka buluşmamızda, açarız, dertleşiriz.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yukarıda anlattıkların totaliter komünist rejimin gece saldırılarıydı. Köyler, evler, mahalleler hep gece basıldı. Karşı çıkanlar gece dövüldüler. Yaralıları hastaneler almadı. Sakatlar ortada kaldı. En kötü olan da, Güney Doğu ve Batı Rodoplar’da, Makedonya’da sınır köylerine yazılı izinsiz giriş çıkışlar yasaklandı. Konu komşunun cenazelere toplanması, mevlit yapması, Cuma namazları yasaklandı. Baskı ve terör azmıştı ki, Türkiye ile mektuplaşmak yasaktı, mektuplar okunuyordu. Askerlerin eve Türkçe mektup yazması, otobüslerde, çarşıda Türkçe konuşmak yasaklandı, Türkçe konuşana 5 leva ceza kesildi. Bugün artık mitinglerde Türkçe konuşanlara 2500 leva ceza kesiyorlar. Davalar Strazburg’a İnsan Hakları Mahkemesine gidiyor. Çocuklarımızın kreşlerde ve okulda Türkçe tek kelime konuşmasına müsamahaları yok. Biz orada rehin gibiyiz. Bu gerçeği anlatırken, aklıma hep Bulgarların kullandığı “500 yıl Osmanlı esareti” saçmalığı ve Bulgar folklorunda bir koro türküsü olan “Mari Mariya” gelir. Mariya bir köylü genç kızdır. Sarkıntılık yapmak isteyen bir Türk askeri kafasına taş vurarak öldürür. Olayı devlete anlatır. Mahkemeye düşer. Davaya avukatsız çıkar. Eğırı oturan ama doğru karar veren KADI, kızı haklı bulur ve serbest bırakır. Olay efsaneleşmiş ve şarkılaşmıştır. “Kole” ve “esir” olduklarını anlatanlar nasıl avukatsız davaya çıkar ve dava kazanır. Bunun dünyada örneği varmıdır çıksın biri bunu söylesin bize. Yok kardeşlerim yok. Bu gün Sofya ilinde –Sofya Mahkemesinin Osmanlı Arşivleri açıldı – Bulgarlar 1700 mal mülk davası açmıştır. Kölenin dava açma hakkı nerede görülmüştür. Amerikan zencilerinin tarihini okumalarını kendilerine tavsiye ederim. Şu da unutulmasın, III. Bulgar devletinde ırk ayrımı, etnik ayrışım da 1879’da Tırnova Anayasasıyla başlamıştır. Bu Anayasa’da, Çingene nüfusa seçme ve seçilme hakkı dahi tanınmamıştır. Biz T.C.’de artık 1 milyonu açtık. Bulgaristan’da 650 binimizin Bulgaristan seçimlerinde oy kullanma hakkı var, ama seçilme hakkı yok. Soruyorum: Bu bir ayrım, haksızlık, milliyetçilik ve ırkçılık değil midir? Geçen yüzyılın ikinci yarısında sinsi terör ve etnik asimilasyon ve maneviyat olarak hepimizi yok etmeyi amaçlayan eritme politikası çığ gibi üzerimize gelirken, birçoklarımız hep, “Biz Türk’üz bize bir şey olmaz”, “gelir geçer” demişti. 24 Aralık 1984 sabahı köylerini saran asker, jandarma, sivil polis ve partili kendini bilmezler ablukasını yarıp geçen HÜRRİYET ARAMAYA YÜRÜYEN Sütkesiği, Kayloba, Mleçino’lu kardeşlerimize otomatik silahlardan ateş açıldığında, 17 aylık Türkan bebek annesinin sırtında öldürüldüğünde Türklüğümüzü savunma mücadelemiz başladı.


Makale ve Analizler - 2019

25

III. Bulgar devleti tarihinde 1984-1989 Bulgaristan’da İç Savaş yaşandı. Saldırgan tanklarla, zırhlı araçlarla, askerle, berelilerle, milis ve sivil polisle ve gönüllü sürüleri, hergele takımı ve komünist sapıklar, her Türk köyüne, her camiye, her tekkeye, her Türk evine, her ahıra ve samanlığa girerek 1877-78 Osmanlı Rus İmparatorluğu savaşını tamamladıklarını, Bulgaristan’da Müslüman-Türk yerinden oynattıklarını ilan ettiler. 1984’te sadece 3 ayda resmi rakamlarla 1 milyon 360 bin Türkün ismi, baba adı ve soyadı değiştirildi. 5 sene süren bu iç savaşta 200’den fazla şehit verdik, 37 şehidimize anıt dikilmiştir. 12 500 kardeşimiz tutuklandı, MVR- zemin katlarında dayaktan geçirildi, sakat kaldılar, tutuklular yargısız, suçsuz hapse atıldılar, 160 kardeşimize ölüm cezası kesildi, 517 aydınımız – hoca, imam, öğretmen, okul müdürü, ekip şefi, ustabaşı, güçlü kuvvetli gençler “Belene” ölüm kampına kapandı. Yıllarca domuzdan başka yemek verilmedi kendilerine, aç kaldılar, ama dayandılar. Birçoklarına ölü kâğıdı çıkarıldı, ama Türk kaldılar. Emsalsiz kahramanlarımızdan biri Mestanlı’dan Hüsniye Mustafova öğretmen bacımızdır. O kadar çok dövmüşler ki onu, belki de çok uzun zaman nefes alamadığından dolayı, “ÖLMÜŞTÜR” belgesi hazırlanmış, Sofya’ya gönderilmiş ve “cesedi ne yapalım?” sorusuna cevap beklerken, Hüsniye ablamız bileklerinden tutup domuz etlerini dondurdukları derin dondurucu kamaraya sürüklemişler. Dikkat İki gün sonra, Sofya’dan otopsi raporu istenmiş. Gitmişler derin dondurucudan “cesedi” çıkarıp ve revir önündeki masaya koymuşlar. Aylarda şimdiki gibi Haziran, Tuna nehri üzerinde hava 30-35 derece sıcak ve derken cesedin buzu çözülmüş ve Hüsniye ablamız dayanılmaz ağırı sızı içinde nefes almaya, elini kolunu kıpırdatmaya başlamış, göz açmış.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Belene” kampı Polis amirleri ne yapsın, bir defa kendi elleriyle doldurup imzaladıkları Bulgar adlı ölüm kâğıdından kurtuluş yok. Hüsniye Mustafova’nın Türk isimli kimliğini cebine koyup, bir gece gizlice kamptan kaçırıp, Rusçuk ilinin bir Bulgar köyünde güvendikleri bir Bulgar haneye bırakmışlar ve “bakın ölmesin, gelip alacağız” demişler. Mosmor olan Hüsniye, ana, hayata büyük güçlüklerle dönebilmiş ve 1989 Haziranında ilk fırsatta bir gece sınırı geçip anavatan toprağını öpmüş. Böyle yüzlerce örnek var. Yaşasın Bulgaristan Türklerinin ölümsüz kahramanları. Yaşasın ayakta kalan kahramanlarımız. Kardeşlerim, biz Bulgaristan Türkleri, İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’da en büyük ve şiddetli zulüm gören, en büyük göçe zorlanan, 1000 yıllık ata topraklarımızdan, sadece 3 ayda 360 binimiz birden zorla sökülüp atılan bir bileği bükülmez zekâsına erişilmez kahraman halk topluluğuyuz. Bulgar’ın dünyayı aldatmak için adına “Büyük Seyahat” dediği bu aşamalı katliamdan önce, biz hiçbir Bulgar’ın, komünist partisi ve totaliter devletin, Türkler arasında 3 bin ajan bulundurduğunu gizlemeyen gizli polis “DS” nin tüm çabalarına rağmen, şiddeti göklere çıkan teröre rağmen, 1989 Mayısın’da Bulgar devleri tarihinin en büyük, en güçlü, mükemmel örgütlenmiş, politik öncüsü olan, sonuç veren 1989 Mayıs Ayaklanmasını başlattık ve gerçekleştirdik. Berlin duvarının yıkılışı bizden sonra bizden güç alarak yıkılmıştır. İzinsiz, bir daldan bir dala kuş uçamayan bir terör ülkesinde, Cebel’den, Mestanlı ve Koşukavak’tan Silistre’nin, Şumnunun köylerinden, Dobruca’nın her köyüne kadar 72 bin kişi birden ayaklandık. Bu ayaklanma 1984’ Aralığında başlayan insan hakları ve özgürlükler, özellikle isimlerimiz ve Türk kimliğimiz için kahramanlıklar dolu mücadelemizin ZİRVESİ, DORUĞU, Zafer noktası oldu. Türkün yok dedikleri Olmadığımızı anlatan dünya bizi ayaklanmış gördü. Bu Ayaklanmanın ardında direniş yıllarında kurduğumuz 52 gizli, yarı legal ve açık direniş, örgütü, birlik ve parti vardı. Bunların arasında en büyük rolü, öncülük ve önderlik rolünü İnsan Hakları Örgütü – DEMOKRATİK BİRLİK – DEMOKRATİK LİG gördü. “Belene” mücahitlerimizden, Mihaylovgrad – Montana köylerine sürgün edilen Öğretmen feylesof Mustafa Ömer, Kazan (Kotel) bölgesi Yablanova köyünden Osman Ormanlı, ve yine aynı bölgeden ve BULTÜRK derneğimizin üyesi olan Sabri İskender ile Silistre’den hukukçu, Ankara’da vefat eden Nasuf Başaran Demokratik Lig mücadele örgütünün kurucuları ve öncüleridir.


Makale ve Analizler - 2019

27

21 Mayıs 1989’da Demokratik Lig Koca Balkan Tepesinde Yablanovo köyünde Birinci Kongresini ilan etmiş ve hazırlıklarını tamamlamıştı. Ayaklanmanın doruk noktası içinden bir politik önder, kolektif organ, lider çıkacaktı. Ne yazık ki, sınır kapılarının açılması ve liderlerin, örgütçülerin, kadroların tutuklanıp memleketimizden gece gece yaka paça kovulmasıyla bu dava o zaman yarım kalmış, taşlandırılamamıştır. Hak ve Özgürlük davamızın çilesinden çıkan filiz böyle kesilmiştir. Çok önemli etkinlikleri olan ikinci illegal direniş örgüt ise, 1989 Viyana Dayanışma Hareketi’dir. Davamızı ve ayaklanmamızı dünyaya tanıtmıştır. Cebelli Öğretmen Avni Veli tarafından kurulmuş ve yönetilmiştir. O, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasını Paris AGİT konferansına da başarıyla taşımış ve orada temsil edip savunmuştur. Böylece, isimlerimizi değiştirmek ve kimliğimizi yok etmek, “olmadığımızı” dünyaya yutturmak için 20 yıl hazırlık yapanların tüm planları, hamleleri suya düşmüştür. Tepeden tırnağa silahlı ve kin, nefret ve öfke kusan bir devletle ölüm kalım savaşımı veren ve muzaffer olan bizdik, biziz. Biz, bir asır savaşından sonra zafer kazandık. Bulgaristan’da 50 yıllık komünist rejim, insan düşmanı diktatör T. Jivkov düştü. Komünizm çöktü. Bu davada hepinizin olağanüstü katkınız oldu. Eşleri sürgünde, Ak Kadın gelinleri ellerinde çapa, küreklerle tankların üstüne çıktılar. 1000 yıl önce Balkanlara Sarı Saltuk’la ilk gelenlerin torunları Türklüğe kilitlenmişti. Halk kahramanı Demir Baba’da uyandı. Herkes kahraman oldu. İkinci Viyana kuşatmasından beri geri çekilen Türkler böyle ayaklanmamıştı, bu bir ilkti. Sizi hepinizi kutluyorum Sizler o günün kahramanlarısınız, sizler Jivkov rejimini alt üst edenlersiniz. 140 yıl bizimle uğraşan Bulgar hala bizi okuyamamıştır. Türk ocağını kadın yakar, kadın söndürür. Bizim bir kadın er-kil toplum olduğumuzu görememiştir. Erkeğin olmadığı yerde kadınların ayaklanacağını düşünememiştir. Bu, bu topraklarda rejim deviren, diktatör yıkan ilk Kadın İsyanı olmuştur. 1918’de savaştan dönen Bulgar askerleri Vladaya’da ayaklandı, Cumhuriyet istedi. Bulgar işçi sınıfı 1923’te ayaklandı, İşçi köylü hükümeti istedi.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çiftçi lideri Stanboliyski eli, kolu, kellesi kesilince Köylüler ayaklandı, ama hiç birisi zafer yaşayamadı. 1989’da bizim kovulmamız doğaldır. Fransız inkılabını yapanlar da 1795’te Paris’ten kovulmuş ve İsviçre’ye yerleşmişlerdir. Tarihin kuralı böyledir diyerek, ezikliğimizi yenelim. Muzaffer olan sizlersiniz! Müsaadenizle şuna da değineyim. 194 yıl önce zafer kazanan Fransız devriminin adalet, kardeşlik ve özgürlük yankısı kulaklarımızdaydı. İnanınız. Her muzaffer ayaklanma gibi bizim İsyanımız da yıllarca yankılanacaktır. O gün, bu gün Bulgar devleti, gerici güçler, katiller, cezasız kalanlar……hala tarihi, ders kitaplarını kendi istedikleri gibi yazma hevesinden vazgeçmediler. İki üç gün önce Perşembe gün Sofya’da tarih kitaplarının yeniden yazılması ve komünizmin, totalitarizmin gerçek çehresinin dünyaya gösterilmesi, 1989 Ayaklanmamızın tarihsel rolünün “Tarih ve Uygarlık” dersi kitaplarına işlenmesi için imza toplama kampanyası başladı. Şimdiki kitaplarda 1944-1948 yılları arasında 25 bin kişinin yargılanmadan idam edildiğinden, 165 toplama kampında yüz binlerce kişiye taş kırdırıldığından, Müslüman azınlıklardan gençlerin 2 yıl inşaat ve demiryolu işlerinde parasız çalıştırıldığından, azınlıkların bilinçli cahil bırakılmasından, isim değiştirerek asimilasyon, Bulgarlaştırma zulmünden, Türk İsyanından iki satır yazı dahi yok. Gerçekler gizleniyor. Bu devir de geçecek. İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’da gerçekleşen en büyük İsyan ve en büyük toplu göçün nedenleri araştırılacak ve her dilde herkese anlatılacaktır. Bu taş yolda durdukça Bulgar arabası 1 adım ileri gidemez. Siz zafer kazanan bir etnik topluluğun en yürekli kahramanlarısınız. Tekrar Sizleri hepinizi kutluyorum. İşte size başka bir örnek vereyim Çorlu’da “1989 GÖÇÜNÜN 30.YIL DÖNÜMÜ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU / 1989 Yılında Türklerin Bulgaristan’dan Zorunlu Göçü 15-16 Haziran 2019” düzenlendi. Bu çalışmaya, Tekirdağ Namın Kemal Üniversitesi Redtörü Prof. Dr. Münin Şahin Sempozyum Onur Kurulu Başkanı olarak ve yine Tekirdağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayşe Kayapınar Bilim Kurumu başkanı sıfatıyla katıldılar. Bu vesileyle komşu Çorlu’ya, Çorlu belediyesine özel bir teşekkür borçluyuz.


Makale ve Analizler - 2019

29

Türkiye ve Bulgaristan’dan 9 Profesör, 5 Doçent, 9 doktor ile 7 bilimsel araştırmacının katılması sempozyuma ağırlık kazandırdı, ilgi çekti. 42 rapor sunuldu ki, bu da 1989 göçünün ne kadar büyük önem taşıdığına kanıttır. Birçok Avrupa ve Amerikan Üniversitesi olayı izledi. Kuşkusuz tüm sunumların Türkçe, İngilizce ve Bulgarca olmak üzere kitaplaştırılıp uluslararası platforma taşınmasını öneriyoruz. Konu, 20. Yüzyılın ikinci yarısında işlenmiş bir soykırımdır. Devamında kültürel soykırım da işlenmiştir. Bu katliamlar, bizim, sizin, hepimizin hakları doğmaktadır. Saldırılar, baskınlar, terör uygulaması, zulüm Devlet Başkanı T. Jivkov emriyle, Hükümet ve bakanlık kararlarıyla işlenmiştir. Bu güne kadar Katillerden hiç biri tutuklanıp sorgulanmamış, aranan katillerin listesi bile hazırlanıp yayınlanmamıştır. Sorgulama genel müdürlüğü, “Belene” gibi toplama kampları, kadın ve erkek hapishanelerinin arşivi, asimilasyon konusuna açılıp incelenmemiştir. Ajan ve katiller bilinmiyor ve hala aramızda dolaşıyorlar. Bu çalışmalar tamamlanmadan hiçbir uluslararası ya da ikili sempozyum geçerli karar alamaz. Almamalıdır. Yanlış olur. Bulgar bilim adamlarının katılması iyi de, amaçları nedir? Demokratik Almanya’da “Ştazi” – gizli polis ajanları açıklandı. Bizde çöplük olanları açıkladılar, diğerleri göreve devam. Almanya’da hiç birine devlet ve kamu işi verilmiyor. Bizde ise hala yönetimlerde yer alabiliyorlar. Bulgaristan’da bu yapılması, yalnız mecliste 80 gizli polis “DS” ajanı var. HÖH-DPS, DOST partilerinin içi ajan dolu. Yöneticileri kıdemli ajanhaindir. Bizde, totalitarizm devrildi, ama komünistlerin defin işlerini yapamadık. Bu hainler Bulgar-Türk hepsi aramızda dolaşıyorlar. İşte biz bunları bulup yok etmeden bize ve yeni neslimizin yaşamları iyi olması mümkün değil bu çok iyi bilinmelidir. Bu kişileri bizim neslimiz bitirmek zorundadır, bu pislikleri torunlarımızı zehirlemelerine izin vermemeliyiz. Bu nedenle memleketimizde “demokrasiye” geçildi dense de, insan hakları, azınlık hakları, kolektif haklar tanınmadı. İş yarım kaldı. Bulgar azınlıkların haklarını tanımaktan korkuyor.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan imzaladığı uluslararası insan hakları anlaşmalarını, Paris İnsan Hakları Çerçeve Anlaşmasını uygulamıyor, kolektif hakları tanımıyor, örneğin Türk Kimliğini tanımıyor ve meşrulaştırmıyor. Buna öncelikle anayasa ve siyasi sistem değişikliği gerekiyor. Daha iyi anlaşılabilmem için şuna da değinmek istiyorum. Son zamanda, Bulgaristan toplumu tarihi yeniden yazma, gerçeklerin yüzünü açma konusunda ikiye ayrıldı. Örneğin Bulgaristan’daki 1200 tarihçiden 20-si gerçeklerin bilinmesi için gece gündüz çalışırken, diğerleri pasif durumda bekliyorlar. 1778 Sanstefano Anlaşması, 3 Mart Bulgaristan Milli bayramı, Milli marş, Ruslar kurtarıcı mı istilacı mı?, Şipka Tepesinde Süleyman Paşa Anıtı neden yok? Yargısız İnfazlar. Özellikle isim değiştirerek Bulgarlaştırma gibi konuların lanetlenmesi isteniyor. Büyük trajedinin üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen, mezalimi kınayan ve lanetleyen bir Bulgar şiiri, Bulgarca bir uzun veya kısa hikâye, Novel veya Roman çıkmadı. Biz kendi derdimizi, acımızı, sızımızı 100’den fazla eserde anlattık. Onlardan hiç birisi de Türkiye edebiyat eleştirmenlerince değerli bulunmadı. Bu sorunların bu yıl çözülmesini, “Drina Köprüsü” gibi bir eserin bütün çıbanbaşlarını koparmasını sağlık veriyoruz. Ben de 2 kitap yazdım. Birinde mücadelemizin 50 yılını, uyanış ve dirilişimizi, ikincisinde de Bulgaristan’da Türk Kimliği kavgamızı inceledim ve anlattım. Sizlere de getirdim, Bulgaristan Türklerinin sesi gazetemizi de tanıma imkânı sunmak istiyorum. Burada demek istediğim, temel eserleri yaratmaktık, kavgamızın insan hakları tabanını betonlamamızdır, hukuksal haklılığımızı kanıtlamamızdır, Bunu yapabilirsel üzerinde 1000 doktor ve 1000 Profesör yetişebilir. Sizin öz katkılarınızı Belediye yönetiminin destekleyeceğine inanıyorum. Artık noktalamak istiyorum da müsaadenizle şuna da değinmek istiyorum.


Makale ve Analizler - 2019

31

1879’a kadar, 483 yıl iktidarsız kalan Bulgarlar, Osmanlı yıllarında değil, daha önce Birinci ve İkinci Bulgar devletlerinde 3 defa kırılmışlardır. Birincisi 864’te Hıristiyanlığı kabul ederken 52 Bulgar sülalenin yediden yetmişe öldürülüp aynı toplu mezara gömüldüklerinde; İkinci kırılma Bizan İmparatoru Vasiliyin 914 yılında 15 bin Bulgar askerinin 2 gözünü de çıkarıp teker teker köylere dağıtması ve halka gözdağı vermesiyle yaşanmıştır. Bizans köleliğine düşmek başka bir felakettir. Diğer kırılmalar da İkinci Balkan Savaşı faciasında, 1944’te mahkemeye çıkarılmadan yukarıda işaret ettiğim gibi, 25 bin kişinin canına kıyılmasında, 165 toplama kampında yaşanan facialarda yaşanmıştır. En belirgin olan da 1878 ve 1944’te Rus ve Sovyet esaretine 2 defa düşüldüğünde yaşanmıştır. Bulgarların tarihlerinde gizledikleri bir şey var: Han Kubrat zamanında Islav Bulgar devleti kuruldu, diyorlar. Kubrat’ın 5 çocuğunun anası Rus idi de onun için Rus-Bulgar devleti – kan bağımız var – diyorlar. Olay ise şöyle. O zaman Rus devleti yok tabi. Ruslar başı serbest köylerinde barınıyorlar. Bulgarlar onları öyle başıboş görünce topluyor, erkeklerin hepsinin başını kesip, kadınlarına 4-e 5-er çocuk doğurtuyor. O dönem Bulgar tohumunun ilk kuruduğu dönemdir. 2. Kuruma Birinci Bulgar devletinin sonundadır. Osmanlıda rahat 1 milyon çoğalmışlardır. Şimdi tuz torbası boyunlarına asılınca 3. Tohum kuruma dönemi yaşıyorlar. Sonu hayırlı olur iş Allah. Gelecek sizindir, bizimdir, hepimizindir en önemlisi de gelecek sevgi verenlerin sevgi dağıtanlarındır kardeşlerim. Biz asırlar önce Bütün zulümlerin hesabı sorulur, sorulacaktır. Büyük Güçlü Türkiye taşıyor. Gelecek bizimdir. Trakya’da başlayan türbülans çekimi Bulgaristan’ı Balkanları Türkiye’ye çekiyor. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim. En iyi günler sizin bizim Bulgaristan Türklerinin olsun. Sağ olun var olun. Allaha emanet olun.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kara Arı Yuvası

Tarih: 01 Temmuz 2019 Yazan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Aklımın ermediği şeylerin örneklerinden seçmeler.

Ben hayatta her şeyin dengeli olduğunu kabul edenlerden biriyim. İngiltere Avrupa Birliği’nden (AB) çıkarsa, dengenin Doğu Avrupa’ya eğrileceğini düşündüğümden, Doğu Avrupa’dan birkaç devlet, AB’den ayrılmadan denge sağlanamayacağı fikrindeyim. Ve AB’den kopup ayrılacak ilk ülkenin Bulgaristan Cumhuriyetini olacağından eminim. Nasıl olur da bu kadar emin olduğunu yazabilirsin? Bu soruyu daha önce de işittim ve tartıştım. Olay şöyle, ben masal anlatmıyorum. Gece hayallerimi de yazmıyorum. 2007’de AB içine sızdık, ama bir türlü AB’ye yapışamadık. Her yıl üyelik paramızı ödüyoruz ama biz hep 28 devletlik AB’de (İngiltere çıktığında 27 devlet kalacak) kuyruktayız. Koyunlar gibi kuyruk kokusuna gidiyorum. Hem gidiyoruz hem de AB kütlesinden uzaklaşıyoruz. Avrupa Birliği ülkelerinde “A” sınıf, “B” sınıf” ve “üçüncü” sınıf ülkeler sıralaması olsa, Bulgaristan kuyruğun en sonunda. İlgi çekicidir ki, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşam, eğitim ve sağlık sorunlarının her birinde ve her atılımda sondayız. Bunun anlamı nedir. Sosyalizmden kapitalizme dönüş sürecinin ekonomi politiğini yazan bir saçı ağırmış çıkmadı. 1992’den sonra tüm tarım kooperatiflerini, devlet tarım işletmelerini, hafif ve ağır sanayi, işleme ve makine üretim endüstrisi tersane ve lokomotif fabrikalarımızın, kimya sanayi ve atom elektrik santrallerimizin 4 reaktörüne varana kadar her şeyin altından girdik üstünden çıktık. Bu işlerde Bulgaristan’da Romen (Çingene) nüfus “Som Balığı” rolü gördü. Faturasız işleri yaptı. Hani bilirsiniz akvaryumların suyu şeffaf olsun, bulanıp kokmasın ve yosunlaşmasın diye içine sesiz çalışan bir pompacıktan oksijen verilmesi yeterli olmaz, bir de su dibinde yüzen som balıkçıkları vardır ki, onların ödevi çok önemlidir. Dikkatinizi çekmişse, su üzerine yem serptiğimizde somlar dipte kalır. “Bu yemeği yemeyiz” gibi surat asmış tavır alırlar. Onların ballı böreği diğer balıkların dışkılarıdır. Onlar akvaryumun temizlikçileridir. Balığa gitmeyenler, olayı çalka kapma balından insana yarar gelmeyen kara arılarla da düşleyebilirler.


Makale ve Analizler - 2019

33

Avrupa Birliği’nin temizlikçileri ise, Bulgaristan gibi ülkeler olduğu görüşündeyim. Avrupa’dan gelen kırıntı paralardan hesap sorulmaması, (AB’den gönderilen milyarlarca Avro ile sanki acil, güncel ihtiyaçlarınızı karşılayın, sıkıntı yaratmayın, uyarısıyla gönderilmişti) hırsız, mafya, rüşvetçi, dalavereci sürüsüne yaradı. Dairelerini ve köy evlerini onardılar, iki katlı, üç katlı “konuk evleri” yaptılar. Aylarca yıllarca maliye bakanlığı, inşaatlar bakanlığı, tarım bakanlığı bu işlerle meşgul oldular. Uzatmayalım. Sonuç ortada, 7.8 milyar Avro çalınmıştır. Hele 2009’dan sonra Bulgaristan hükümetleri karşılıksız para harcarken bir hal oldu. Şöyle bir gelenek de doğdu. Başbakan Borisov’un kurduğu hükümetler (üç kabine) azınlık kabinesi, ya sağ merkezci yamalı ya sağ uç yamalı olsalar da, hep ayakta kaldı. Şu olaya dikkatinizi çekmek isterim. 1989’da Sosyalist hükümet devrilirken, devletin dış borcu 10 milyar Amerikan Doları idi. Bugün, yalnız Ulusal Elektrik Şirketi (NEK) (devlet kurumudur) borçları 60 milyar leva yani 30 milyar Avro. Devlet borcu ise, 40 milyar Avro oldu. 1990 yıllarda Sofya sokak ve meydanlarında toplanan mitinglerde – bu paraları ne yaptınız? diye bağıra bağıra çeneleri düşenler, bugün 40-50 milyar Avro borca “mık” demiyorlar. Bunu anlayabilmenin kitabı yok… Lisede 9-uncu sınıfta kimya öğretmeni öğrencilere “etki tepki” meselelerini anlatırken, laboratuardaki deney masasının üzerine kolunu bacağını sermiş ölü gibi yatan kurbağaya azdan az elektrik verir ve biz kurbağanın ani sıçramasından heyecana kapılırdık. Eve vardığımda bu deneyi anneme anlatmıştım, kurbağadan yüzüne gözüne temra sıçrayacak diye kapı ardındaki süpürgeyi kavradığı gibi, beni kovalamıştı. Bu örnek bende, 50 milyar Avro borcu olan Bulgaristan, (GSMH’sından fazla) bende artık bir “ölü ülke”, “bayılmış ülke” veya “ölmekte olan ülke mi” gibi sorular uyandırdı. Karadeniz sahillerimiz, kumsala yakın komşu yan yana dizilmiş otellerimiz bu yıl bom boş. İnternet taraması yapsan geceliği 50-60 leva (30 Avro) ama bu oltaya tutulup uçak kovalayan yok. Vatandaş da Türkiye ve Yunanistan diyor. Sınır kapıları tıklım tıklım… Nedendir acaba? Sorusunu ben de kendi kendime sordum. Şezlong fiyatına baktım 30 leva, Şemsiye 30 leva, Denize girmek 30 leva, denizden sonra duş 30 leva, tuvalet 10 leva, park yeri 24 saat 100 leva, dondurma 20 leva, su 10 leva, Coca cola 15 leva ve şemsiye allında sigara içip külünü kumsala silkmenin cezası 50 leva. Tabii deniz bakışlı odaların fiyatı ile ötekilerin fiyat farkı 30 leva, gürültüsüz odaların fiyatı 20 leva daha pahalı… Balkon kahvaltısı ekstralı… İnsan bir defa aldanır.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim ülkemizde Avrupa Birliği’nden gelen karşılıksız paralarla oluşan “lüksün” adı ve kendisidir bu. Turist akımı yaratabilmek için yeni reklamı şöyle görüyorum: “Çalga müziği dinlemek serbest. 1 litreye kadar içki bedava!” Ruslar da gelmez olmuş. Şu da var veya bana öyle geliyor ki, Bulgaristan’da ne büyük balık tutmaya holta var ne de takılsa bile pişirecek tava var. Büyük balığın derdi büyük olur, diyenler gerçekten haklı. Ergenliğimde arkadaşlarla kalkan balığı avına giderdik. Bu iş için şişleri içine doğru örülmüş bir sepet ve 1 kilogram beyaz peynir gerekiyordu. Karadeniz’in kalkanları beyaz peynire bayılır. Kökten, yılanlık ve yengeçliklerden uzak temiz sulu derin bir yere sımsıkı bağlardık sepetimizi ve sabah güneş doğarken gidip alırdık kalkanımızı. Bu işin sevmediğim yanı, kalkan dümelerini zedelemeden lokma lokma kesmek ve öğlene kadar tuzlu soğanlı zeytinli salamura içinde bekletmekti. Demek istediğim, lezzetine doyum olmayan yemeklerin fiyatı vardır. Kaliteli beyaz peyniri, zeytinin iyisini, tuzun ehlini ve soğanın acı almamış kanadını bulmak, seçmek bir iştir… 2002 yılından beri Bulgaristan Rusya ilişkilerinde bir karmakarışıklık belirdi. Rusya bizim iyiliğimizi mi, kötülüğümüzü mü istiyor sorusuna cevap gelmedi. Akıl bütün insanların tek birleşme noktası olduğuna inansam da, bu noktada uzlaşma imkânsızdır. Hayat, içteki çelişkilerin dıştaki çelişkilerle uzlaşma sağlamasıdır diyenlere inansam da, bizde bunun geçerli olduğunu düşleyemiyorum bile. Hayat iyilikten kötülüğe doğru bir devinim midir yoksa kötülükten iyiliğe doğru mu? Rusya’nın Bulgaristan’a yaklaşımında hep ikincisi ortaya çıkıyor ve hep tutmayan umut tohumları saçılıyor… Yeni asrın başında, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkanı Georgi Pırvanov, Türklerin de oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmişti. Yine eski Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) kadrosundan Miglene Kuneva Bulgaristan’ı Avrupa Birliği üyeliğine hazırlama komisyonlarına alınmıştı ki, ellerindeki yetkileri kullanarak Tuna nehri kıyısında “Kozloduy” kentindeki 6 reaktörlü Atom Elektrik Satralimiz’in (NES) Birinci ve İkinci reaktörüne bir kalemde, tek imzayla kıydı. Başbakan II. Saks Koburgotski sustu. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) kolektif işlerde, milli sorunlarda söz hakkı olmayan, henüz kendi sofrasına kendi kalkanını yakalama hakkını kullanan ve buna da “şükür” etmeyi yeni yeni öğrenen bir parti olduğundan “mık” demedi. Hem de hükümet ortağıydı. Mehmet Dikmeler falan bakanı. Büyük işler, derin deniz olsa, DPS henüz derin suda yüzmeyi, hele hele tuz torbası taşımayı bilmiyordu, ancak kendi çıkısına tuz dolduruyordu.


Makale ve Analizler - 2019

35

Sözün kısa, tam o zaman, Cumhurbaşkanı Pırvanov Moskova’ya gidip gelmişti. Sofya’ya döndüğünde torbasını açtı ve içinden Bulgarca adına “golemiya şlem” dediği, üç büyük iş (Proje) çıkardı. Birincisine göre, Burgaz limanından Yunanistan’ın Kocaağaç (Aleksandropolis) limanına petrol boru hattı uzatılacaktı. Kar-kazanç büyük olacaktı. İhya edecektik. Yine o zaman bizde çevrecilik ocağı tutuşuyordu. Önce memleket ikiye bölünüyor, yaygarası koptu. Boruların üzerine ve güneyine kuş bile konmaz, bu topraklar solar, kurur, elden kayar diyenlerin yaygarası mı, yoksa AB’ nden telefon ve SMS’ler mi etkili oldu bilemeyeceğim, ama vinçler, dozerler, hafriyat yüklü “Kamaz” kamyonlar durdu, daha sonra ne olduğunu pek bilen yok. Bu işten zararda mıyız? Evet! Torbadan çıkan ikinci tavşan daha da büyüktü. Adına “Güney Akım” dediler. “Kuzey Akım” Baltık denizindeki doğal gaz boru hatlarına daha önce verilen isimdi. Rusya’dan deniz altı boru hattıyla Varna kenarında bir körfeze doğal gaz akacak, biz de Varna’dan Sırbistan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, hatta Adriyatik denizi dibinden boru hatlarıyla İtalya’ya doğal gaz verecektik, Bosna, Hırvatistan ve Slovenya üzerinden Avusturya ocaklarına doğal gaz gidecek dağıtım merkezi ve neredeyse bu işlerin tekeli oluyorduk. Çok konuşuldu. AB komiserleri geldi gitti ve Brüksel’den çıkan kararda “Bulgar dalı bu meyvesi taşıyamaz” deyince, Rusya yeni seçim yaptı ve “Tük Akım” dedi. Borular Varna Burgaz limanlarına gelmişti. Plan proje işleri hazırdı. Hatta “Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankası” (BTK) gibi bankalara yatırım paraları yatmıştı. “SMS” haberlerinde “hadi işe başlayın da ağzınız tatlansın” dense de bekleyenlerin sabrı tükendi ve “bankayı soydular.” İşler durdu. Bu işten zararımız var mı sorusuna en doğru ve kısa cevap şudur: “Kimileri ihya oldu, bazıları çöplük karıştırıyor.” Pırvanov’un oltasına Moskova’da takılan üçüncü balıksa, sihirli balık çıktı. Ama şu masallardaki “iste benden ne istersen” diyen altın balıklarda değil. Bizimdi, önce balıktı sonra kurbağa oldu. Brüksel’in “öncede 5. ve 6. Reaktörleri durdurup soğutarak sökün, ardından da 2007’de AB kapısını aralayıp sizi içeri çekerken, kapıya takılmasınlar diye 3. ve 4. reaktörü de durdurun ve sökmeye hazırlanın dedikleri işitilince, Moskova Bulgarları avutmak için size bir “Belene – 2” NES kuralım deyivermişti. Ardından çıkan yorumlarda Türkiye’ye yeniden elektrik satmaya mı başlamadık, Batı Balkanların elektrik jeneratörü mü olmadık, AB elektrik şebekesine elektrik mi vermedik, Yunaistan üzerinden Türkiye’ye sattığımız elektriği birkaç kat arttırmak için daha kalın iletkenler mi uzatmadık, neler neler. Diyorum ya ah bunların hepsi gündüz görülen düşler olmasaydı.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne var ki, ilk hamlede 3.2 milyon leva harcayınca, bu karpuz bizim teraziye ağır geldi. Halk oylaması yaptık ve inşaatı durdurduk. Durdurunca, Ruslar NES inşaatında durdurulunca imha edilmesi gereken işler vardır deyip 2 liste çıkardı. Birinci listeye göre yapılan yakıp yıkma işlerine 120 milyon Avro harcandı. İkinci listede, atılan temellerin tabanı olan 1 metre kalın beton-çelik bloğun parçalanıp sökülmesi gerekiyordu. “Yüksek uzmanlık gerektiren” bu iş bizim Çingenelere verilseydi çıkaracakları demirleri satıp birkaç sene geçinirlerdi ama olmadı. 86 milyon Avro ödenip beton taban kaldırıldı yerine büyük bir gol açıldı ve Başbakan Borisov adına “kurbağa gölü” dedi. Zaman geçti, Bulgar başsavcılığı bu 2 önemli imha işinin faturasını görmek istedi. Bulgar Maliye Bakanlığı “kayıplara karışmış” deyince, aynı evraklar bir de Moskova’dan istendi, cevap gecikmedi. “ Bizde bir hafta önce bir yangın oldu, sizin evraklarınız yandı” cevabı şok yarattı. Öyle olsa da, Bizim Baş Savcıya karşı kimsenin ihbarda bulunma, dava açma ve hatta uyansanıza göreviniz bitti” demeye bile hakkı yok. O ancak kendi kendini ihbar edebilir, fakat bunu da şimdiye kadar yapmadı. Sözüme başlarken “Breksit”ten sonra sıra bizde, denge saplanması için kuyruktan birkaç kıl kopar, koparsa biz oluruz demiştim. Bundan tam 14 gün önce, Avrupa Birliği’nden Bulgaristan’a şu “Belene-2” NES konusunda yeni bir uyarı mektubu geldi. “Unutun bu işi ve doğrusunu isterseniz NES merakından vazgeçin” demişler. Mektubu okur okumaz, devlet 3. Kişisi olan Kırca Ali milletvekili, meclis Başkanı Bayan Karayançeva hemen Moskova’ya uçtu. Çok önemli ve sorumlu görüşmelerden sonra şu yukarıda 60 milyar leva borçlu olan Ulusal Elektrik Şirketi (NEK) ile Rosatom’un “Belene –2” NES’ni kurma kararını açıkladı. Bulgaristan’daki teknik profesörlerin daha fazlası atom elektriği, atom jeneratörü, atom elektrik santrali atıkları vb gibi konularda uzmandır. Bu defa hep birlikte uyandılar, devletin karşısında izaha geldiler ve “Bu iş bizi Avrupa Birliği”nden koparır,” dediler. Biz bu bilginlere inanalım mı inanmayalım mı? Bunu zaman gösterecek. Fakat aslında çok büyük bir haber vermiş oldular. Ben ise şunu düşündüm. AB’den atılırsak, karşılıksız para akışı durursa “Ne Yaparız?” Çöker miyiz? Dağılır mıyız? Yoksa Yutulur muyuz? Akvaryum içinde dışkılarla geçinenlerin işi de bozulacak. Yazık olacak! Görüldüğü üzere biz bir KARA ARIYIZ. Bal beklemeyin bilden. Okuduğunuz için teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

37

Düşüncemin Gölgesi

Tarih: 02 Temmuz 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ Konu: Her niyetin bir efsanesi vardır. Sıkça Bulgaristan’a gidip geliyorum. Memleket kokusu, özlem dolu! Bu sene veren borçlu kalmamış. Cevizler, bademler, kestaneler yüklü. Çavdara girmiş orak makineleri. Kosacılar çayırlarda. Yoncalar dalgalanırken deniz gibi, bu defa da gönlüm alabildiğine açıldı. Duygulandım. Özgürlük, önümde yeni doğmuş bir çocuğu adım attığı gibi … Ihlamur kokusu boğdu beni. Yol boyları yeşil, sarı, kırmızı, beyaz ve mor çiçeklerle bezenmiş, her yerde memleket kokusu. Döndüğümde, eşimden elbiselerimi 2-3 gün çamaşır makinesine atmamasını rica ettim. Portmantoya astım ve gelip geçtikçe kokluyorum… Bu defa Bulgaristan’dan çok yüklü döndüm. 26 Mayıs’ta yapılan Avrupa Birliği parlamento seçimlerinin etkisi sürüyor. Seçilenlerden kimileri uçağa atlayıp gitmiş, bazılarının mahkemede takıntısı var, notere girip çıkıyorlar, ellerindeki çantalar evrak dolu, eski işlerini devretmede güçlük çekenler var. Bu defa bende, Brüksel parlamentosuna Bulgar mafyasına en fazla hizmet verenler gönderiliyor gibi bir duyumsama uyandı. Son seçimde en fazla para saçarak ikici defa seçilen, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) Başkan Yardımcısı Angel Cambaski 17 kişilik Bulgar milletvekili grubunun toplanmasını beklemeden kürsüye çıkarak,Kuzey Makedonya konusunu yeniden karıştırmış. Artık onun ırkçı iddialarına Bulgaristan’dan birilerinin tepki gösterip “otur oturduğun yerde” demesine gerek yok. Birleşik Amerika’daki Makedonların sabrı taşmış. Avrupa Parlamentosu Başkanlığına gelen mektuplardan birini New York Üniversitesinden Makedon asıllı Prof. Dr. Naum Panovsky göndermiş. An. Cambazki’nın “Makedon milleti, 1944 yılında Stalin tarafından oluşturulan bir politikmillettir” sözlerine sert tepki gösterirken “neo-faşist” (yeni faşist) terimini kullanmış ve Naziliğin uzantısı olan tüm partilerin AP’dan çıkarılmasını istemiştir. Mektubunda, 1941-1944 yılları arasında Büyük Devlet Faşizmi siyaseti izleyen Bulgar Çarlığı’nın Hitler ordularıyla birlikte Makedonya ve Ege Bölgesini işgal ettiği, halka edilen zulüm ve soygun siyaseti bir yana, 11 bin Yahudi ile 6 bin Romen’ın tutuklanarak, yakılmak suretiyle öldürülmek üzere, Polonya’nın “Treplika” imha kampına gönderildiğini hatırlatıyor.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunun bir ırkçı zihniyet olduğuna, Nazilere yardım edildiğine işaret ederken, Angel Cambazki gibi faşistlere AP kürsüsünde Makedonya ve Makedon halkı hakkında konuşma hakkı tanınmamasında, 1941-1944 yılları arasında Bulgar devletinin Makedonya’da işlediği suçların hepsinin Avrupa halklarına duyurulmasında ısrar ediyor. Kuşkusuz ortam “faşistler ve demokratlar” gibi konularda kızışmaya devam ederken, Başbakan Boyko Borisov Brüksel’de Avrupa Birliği Konsey Başkanı seçimi görüşmelerine katıldı. Ülkeyi ise, aynı Avrupa Konseyi’nin 2017’de aldığı özel bir kararla “faşist” olarak nitelendirdiği VMRO partisi Başkanı, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov yönetiyordu. Ben Türkiye’ye döndüğüm saatlerde, Avrupa Konsey Başkanı henüz seçilememişti. Yakından izleyenlerin dikkatini çekmiştir. Bu göreve önce, Alman Hıristiyan Demokrat Birliği’nden Weber aday gösterilirken, sonra onay alamayınca çekilmek zorunda kaldı. Yerine Hollandalı Tsimerman aday çıktı. Onu, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve Macaristan Başbakanları istemediler. Bulgaristan’da soğuk baktı, çünkü dış işleri bakanı sıfatıyla son Sofya ziyaretinde o, “Sizde insan kaçakçılığına açık gizli kanallar var. İktidarın yüksek katlarında dolandırıcılık almış yürümüş” demişti. Aynı günlerde Brüksel’de Bulgaristan’la ilgili başka bir gelişme daha oldu. İktidardaki GERB partisi listesinden, hem de liste başı olarak, kinci defa AP milletvekili seçilen M. Gabriel, Avrupa Birliği elektronik teknolojiler komiseri olduğundan dolayı, milletvekilliğinden vazgeçti, fakat görev süresi dolan AB Dış işleri Bakanı Magarini’nin yerine AB Dış Siyaset Komiseri teklifi aldı. Ne var ki, Brüksel’de bulunan Başbakan Boyko Borisov olaya anında müdahale etti ve “olmaz”, “hemen vazgeçtik” deyiverdi. Hazır bulunan gazetecilerin ısrarlı sorularını yanıtlarken ise, “Bulgar bakanın görev süresinde Batı Balkan devletlerinin Avrupa Birliği’ne üye alınması süreci başlatılamazsa, hepsi Bulgaristan’ı suçlamaz mı?” gerekçesiyle ortaya çıktı. Bu gelişmeler Balkan, Avrupa ve dünya kamuoyunun dikkatini çekti. Çünkü herkes bilir ki, 1945 yılında 7 ülke ile kurulan Avrupa Birliği’nin bugün 27 (“brexit” süreci devam ediyor, 28) üyesi var. Kurucu ülkeler Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg. Avrupa Birliği 1957’de gerçekleşti. O zamandan beri de devamlı genişledi. 2007’de Bulgaristan da üye alındı. Bugün “brexit” esaslı, İngiltere ayrılırken, parçalanma yaşanmasına rağmen ve bu nedenle Konsey Başkanı seçiminde bile ilk kez ciddi bir tökezleme yaşanırken, 2017 yılından beri AB’nin Batı Balkanlarda ciddi bir genişlemesi söz konusudur. İlk dalgada Batı Balkanlardan


Makale ve Analizler - 2019

39

Slovenya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek gibi Yugoslavya’nın dağılmasından oluşan devletler AB’ye kazanılırken, Karadağ ve Arnavutluk da NATO’ya alındı, Kosova’ya Amerikan askeri üslendi. Son 2 yılda Sofya hükümetinin Makedonya siyaseti 180 derece değişti, daha önce çıbanbaşı olan konuların hiç biri masaya yatırılmadan, Bulgaristan Makedonya Cumhuriyeti Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalandı. Bu ilk adımdan sonra, Üsküp sosyal-demokrat hükümeti Başbakanı Lüpço Georgievski, Atina ile ilişkilerini normalleştirmeye yöneldi, ikinci kez devlet ismini değiştirerek, Kuzey Makedonya ismini aldı. Bu fedakârlığın amacında, ülkeyi Avrupa Birliği üyeliğine yönlendirmek vardı. Yazının başında da işaret ettiğim üzere, Sofya milliyetçileri Makedon milletinin milli kimliğini tanımayıp, ülkede yaşayan Türkler için “İslamlaştırılmış Bulgarlar” dedikleri gibi, Makedonlar hakkında da Bulgarcanın bir lehçesini konuşan, Bulgarlar olduklarını iddia ediyorlar. Makedon dil, milli anma günleri, milli kahramanları, edebiyat, sanat, kültür, tarih, bağımsız ve egemen bir millet olarak var oluşlarını kabul etmiyorlar ve eğer “dediklerimiz olmazsa” AB üyeliğinize veto koruz, tehdidi savuruyorlar. Böyle bir olay, 2004 yılında (Saks Koburgotski hükümeti iktidarda iken) yaşanmıştı. Türkiye devleti, Bulgaristan’da yaşayan ve 100 yıl ezilen kardeşlerimizin tüm hak ve özgürlüklerinin, anadil, anadilde okul, din ve din eğitimi özgürlüğü, kültür ve sanat, hiçbir eksiksiz eşitlik, kolektif hakları, azınlık hakları ve devlet yönetimine katılım haklarını garanti altına almadan, Bulgaristan’ın NATO üyeliğine TBMM kararlıyla garantörlük vermişti. Ne değişti, Sovyet SS 22 ve SS-23 füzelerinin yerini Bulgaristan’daki US üslerinde T.C’ne dönük konuşlanmış orta menzilli füzeler ve savaş uçakları aldı. Yap iyiliği bul kötülük siyaseti “müttefiklik” maskesi altında devam ediyor. Dikkatimi çeken bir olay daha oldu. Ben Bulgaristan’dayken (27-29 Temmuz) T.C. Dış İşleri Bakan Yardımcısı ve Avrupa Birliği İşleri Bakanı Sayın Faruk Kaymakçı Sofya ziyareti esnasında Bulgaristan Türk azınlığını temsilen Sofya Büyükelçiliğinde bazı kişilerle görüşmüştür. Yayılan fotoğraflardan bu kişilerden birinin Filibe (Plovdiv) İl Müftülüğüne saldırıda bulunan cahil ve görgüsüz Ayri Murat, başka birinin de 92 yaşındaki dinsizleştirme etkinliklerinden komünist dönem bilim doktoru olan İsmail Cambazov olması memlekette ilgi uyandırmıştır. Son gelişmeler Türkiye Büyükelçiliği ile Bulgaristan Türkleri arasındaki ilişkilerin tamamen kopma durumuna geldiğine bir sürü kanıt sunuyor. Bazı çıkarcı kaynaklardan beslenen yeni durumun kitleyi Türklükten sağarak yozlaşmaya sürüklediği ortadadır.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Özellikle Batı Balkan ülkelerinin AB’ye girme hevesi ve Bulgar devletinin Balkanlar siyaseti, Avrupa Birliği ve Bir Aslanın Aşk Öyküsü’nü hatırlatıyor. Öykü şöyledir: Avrupa Birliği ve Bir Aslanın Aşk Öyküsü Bir gün kahramanımız Aslan güzeller güzelli olarak etrafta ünü dolaşan bir kıza aşık olur. Geleneklerimize uyarak, kızı ailesinden istemeye gider. Aslanı kapıda gören aile tırtır titremeye başlar. “Evet” diyemez Aslana ama “Hayır” da diyemez. Efendim, diye söze başlar kızın babası. Biz size kızımızı vermek isteriz, der ve şöyle devam eder: “Bizim kızımız naziktir, biz onu öyle yetiştirdik.” Ne var ki, “kızımız sizden korkuyor.” Diye sessizce ekler. Aslan sevdiği kız için her şeyi yapmaya hazır, sorar: Ben kızınızı seviyorum ve onunla evlenebilmek için her şeyi yapmaya hazırım, der. “Ne yapmamı istiyorsunuz?” Kızın babası eğilim büklüm ezilerek Tırnaklarınız, der, “onları kesmeniz gerek!” Hiç pençesiz aslan görülmüş mü? Siz ne sanırdınız ki, böyle bir isteğin karşısında Aslan kükreyecek, ama hayır, miyavlamadan bile cevabı Tamam, olur. Geri geldiğinde, pençesiz aslan, kız babasını memnun olmuş görüyorsa da “EVET” yanıtını yine alamaz. Baba hala tedirgin, kızını vermek istediğini belirtse de, yeni bir istek öne sürer. “ Kızım sizden hala korkuyor” der ve önüne bakar. Ama “neden” diye şaşkınlıkla, yalvarırcasına sorar aslan: “Tırnaklarım da yok artık.” “Dişleriniz” der baba, “onlar o kadar keskin ve vahşice duruyor ki… .”Ve daha baba sözlerini bitirmeden “Tamam” der aslan: “Ben gider onları da söktürürüm.” Aslan geri deldiğinde, baba gayet memnun, arkasına yaslanır ve derin bir nefes alır: Aslanımız artık pençesiz ve dişleri sökülmüş durumda, önünde boynu eğik duruyor, kız babasının “EVET” demesini sabırsızlıkla bekler.


Makale ve Analizler - 2019

41

Aslan efendi der baba, kendinden gayet emin, “kızımız için yaptığınız öz verileri takdirle karşılıyorum.” Aslanın yüzü biraz gülmeye başlar, sonuç çektiği sancılara ve yetirdiklerine değecek gibi görünmekte… “Ama”, der baba: Aslanın çenesi bunu işitince donar ve daha büyük bir heyecanla beklemeye başlar…”Bir şeyler daha var.” Allah, Allah der Aslan kendi kendine, daha ne olabilir ki… “Saçlarınız” der baba: “Onlar da gitmeli.” “Ama” ………..demeye başlasa da “İtiraz istemem” der baba, kendinden ciddi ve emin bir şekilde ve hem de Aslanın cüretine biraz kızmış gibi……. Aslanın boynu bükük. “Tamam efendim der” …. “Ben yelerlimi de kestiririm” Olay bu:Bu öyküde Baba Boyko Borisov ve Bulgaristan, Aslan Makedonya, Kosova, Sırbistan, Arnavutluk ve diğer Batı Balkan ülkeleri, Avrupa Birliği ise kızdır. Konumuza devam edeceğiz. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Akıl Aynası

Tarih: 03 Temmuz 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Bu hayatta hiç bir şey gizli kalmaz Gökten yere ne varsa her şeyi aksettiren bir ayna var, adı AKIL AYNASI. Fikir aynaları da var. Onlar dünyayı tanımaz, ancak insan kafasının içindekileri yansıtır. Her şey Akıl Aynası’ndadır. Onlardan hiçbir şey gizlenmez. Öteki adı ZEKA’dır. Halkız buna “Sokma akıl, akıl olmaz” deyip olayı kapatmıştır.” Gerçeği aramanın en güçlü aracı sorgulayan gazeteciliktir. Yöntemi ise eleştiridir. Akıl aynası, zekâ, gazetecilikte kalemden önce gelen araç gereç ve metot olarak eleştiri rendesine işaret etmeden konuma giremedim. Konumun birkaç kahramanı var: Mehmet Tefik (Ahmet Emin), Ahmet Doğan (Sava) ve daha birkaç hayatta olan kişi. Olayların geliştiği zaman kısmı 1992’de başladı ve sürmektedir. Olay yeri, Bulgaristan, İsviçre, Birleşik Amerika ve başka merkezlerdir. Olaya katılan örgüt ve kurumlar, Bulgar ve yabancı bankalar, mason örgütleri, büyükelçilikler, elektrik santralleri, sıvı yakıt taşıyan tankerler ve elektrik santralleridir. *** Bulgaristan’da sorgulayan gazetecilikten askeri akademide doktora tezi savunan tek Bayan Bogdana Lazarova’dır. Mesleğini araştırmacı gazetecilik olarak da tanıtan Bayan Lazarova birkaç kitap yazdı. Bulgarca basılan bu eserlerden birinin adı “Mehmet Tefik”. Bu kitabın Bulgaristan Türk ahalisi üzerindeki etkisi o kadar güçlüydü ki, ülkede ne kadar Mehmet Tefik isminde Türk varsa, birkaç günde yol yordam bulup kimseyle helâlaşmadan Türkiye’ye geçtiler. Yaşlılar ve çocukları ve diğer aile üyeleri de ardından kısa bir sürede öte geçtiler. Mehmet Tefik kimdir? Olay nedir? Mehmet Tefik, Tırgovişte (Eski Cuma) “Kozitsa” köylerinden olup, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) “Boyana Sarayı” adıyla bilinen yürütme


Makale ve Analizler - 2019

43

merkezinde, yıllarca başkan ve “fahri başkan” olan Ahmet Doğan’ın politik sekreterliğini yapan, mali işlerini de yürüten ve 17 Ekim 2008’de beylik tabancasıyla canına kıyan Ahmet Emin’in gizli polis arşivlerindeki ajan adıdır. 3 çocuk babası olan 46 yaşındaki Emin’in eşi Ferah Hüseyin de uzun yıllar DPS’de görev almıştır. 3 defa açılıp kapanan A. Emin intihar dosyasında öyle bir cümle var: “Üslendiği sorumluluğu taşıyamamıştır.” Olay, 1992’de, Ahmet Doğan’ın (Bulgar İstihbaratı Birinci Şube Beşinci Amirlik ajanı Sava) Sofya’da Türkiye Büyükelçiliği’ne dış ülkelerde çalışan 876 Bulgar ajanının dava dosyalarını götürüp teslim etmesiyle başlamıştır. Olabilir ya, bu dosyaların seçilmesinde, sıralanmasından, hazırlanmasında ve paketlenmesinde ve belki de arabaya yüklenmesinde (sekreter olan), eli ve katkısı olan Ahmet Emin (Mehmet Tefik) Bulgaristan Milli Sorgulama Polisi (NCC) Başkan Yardımcısına telefon ederek bu olayı ihbar etmiş ve görüşme istemiştir. Sofya’da yapılan gizli görüşmeye NCC’den Başkan yardımcısı Terziyski ve Devlet Güvenliği (DS) II. Şube, Balkan Devletleri Amirliği Başkan yardımcısı Georgi Paunov gelmiştir. Bu görüşmede, Ahmet Emin’in DPS merkezinde görevli gizli ajan “Mehmet Tefik” kod adıyla olayı ayrıntılı bir şekilde devlet makamına anlatması, gazeteci Bayan Bogdana Lazarova’nın kitabından ayrıntılı yer almıştır. İki dönem DPS Başkan Yardımcılığı ve Örgüt İşleri Sekreteri görevlerinde bulunan Osman Oktay’ın 2016’da çıkan, “Bir Hayalin Sonu –DPS Gerçeği” kitabında, Ahmet Emin’in DS-ajanı Mehmet Tefik olduğuna ve Ahmet Doğan’ı 1992’de T.C. Sofya Büyükelçiliğine verilen dış ülkelerdeki Bulgaristan casusları dosyaları olayında jurnalleyen ajan olduğuna işaret etmemiştir. Belki de Oktay, bu çorap söküğü üstüme sıçrar ve başıma bela açar diye korkmuş olabilir. 26.10.2016 tarihinde “Dnevnik” gazetesinde konuya değinen O.Oktay, bu “cinayetin” DPS partisinin gizli kanallardan finanse edilmesini sağlayan düzenekle bağlantılı olduğuna açıklık kazandırmıştır. İlgililer, gazeteci B. Lazarova’nın kitabının ikinci baskısını engellemiştir. Sosyalizm yıllarında ve Bulgaristan Varşova Paktı üyesi iken Batılı ülkelere çıkarılan ajanların isimleri, adresleri, kodları, çalışma alanları, yakın ve uzak vadeli görevleri bir NATO üyesi olan T.C. Sofya Büyük Elçiliğine verilmesine karşı Bulgaristan devleti tarafından hiçbir önlem alınmaması dikkat çekicidir. Ahmet Doğan tutuklanmamış, sorgulanmamış, gizli depolardan dosya çıkarılmasına izin verenlerden ve kolaylık sağlayanlardan hiç birinin saçından tel düşmemiş, bunlar vb oyunu kısa sürede ortaya koy-


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muştur. Üstüne üstelik ajanlardan hiç birine “ipin pazara çıktı” tasına tarağını topla ve ilk uçakla Sofya’ya dön, emri de verilmemiştir. Bu olay, Türkiye gazeteci ve yazarlarından Soner Yalçın kalemine de takılmış ve 1999’da “Bay Pipo”(Harim Abas) eserinde, masaya yatırılmış desek fazla olur, hiç olmazsa İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü depolarının birinin bir köşesinde çuval üstü çuval istiflenmiş şeklinde kamuoyu bilgilenmiştir. O yılların MİT Müsteşarı Mehmet Eymür yıllar sonra Plovdiv “Princes” Otel müdürlüğüne atandığında olaya değinmemiştir. Kim ne derse desin, arkada kalan 11 yıl içinde yüz binlerce Bulgaristan Türkünün gözü, Bayan gazeteci B. Lazarova örneğinde de görüldüğü üzere hep Ahmet Emin cinayeti üzerindedir. Türklerin akıl aynası sorulara cevap aramaktadır. Bu cinayet olayını yazmayan gazete ve sosyal medya kalmadı ama sonuçlar gün yüzüne çıkarılamadı. Bu yıllar içinde 3 açıklama asla unutulmamıştır: Bir, resmi makamların eline geçen ve hala açıklanmayan “Ahmet Emin’in” “babasına, eşine ve çocuklarına veda mektubu.” İki, Ahmet Doğan’ın ölüm olayından hemen sonra “Bizim aramızda olan ve arkamızda boşanan bir olay var”. demesi. Üç, Daha sonraki yıllarda DPS basın sözcüsü olan, Şumen milletvekili, Plamen Konstantinov’un “Ahmet Emin’in formel (açık) ve formel olmayan (gizli) ilişkileri vardı.” demesi. Bu demeçlerden sonra Ahmet Emin’in Sofya’daki İskoç Mason Örgütü’ne üye olduğu, gizli görüşmelerine devamlı olarak katıldığı, bağlılığını ispat etmek için mason yeminine sağdık kaldığı ortaya çıktı. Örgüte ünlü Bulgar avukatlar, Sorosçu çevrelerden bilinen siyasetçiler katıldığı basına düştü. Resimli haberler yayınlandı. Belki de P.Kostadinof’un işaret ettiği formel olmayan (gizli) ilişkiler bunlardı. Olayın derinliğini Akıl Aynasında görebilmemiz için, bilinmesi gereken başka bir özellikse şudur. Ahmet Emin, politik sekreter sıfatıyla DPS ödemelerinden sorumlu olmasıdır. 2005’te Volen Siderov’a “Ataka” partisini tescil ettirmek için verilen 1 600 000 (bir milyon altı yüz bin) leva ödenmesi emri de A.Emin’in bilgisayarında yazılmış ve A. Emin tarafından imzalanmış ve kaşelenmişti. Bu cümleden olmak üzere, A. Emin’in her yıl muntazam olarak Mart ayında İsviçre ve Lihtenstein Bankalarına gittiği biliniyordu. Bu bankalardaki hesaplar onun üstüne görünse de, bir olay olmuş olsa, (insan başına gelme-


Makale ve Analizler - 2019

45

sin) hesaplardaki dövizin varisi (mirasçısı) olarak şahsen Ahmet Doğan gösterilmişti. Olay şöyle ki, Ahmet Emin’in (Allah hepinize ömürler versin) toprağa verilmesinden sonra bu hesapları bozmadan sürdürme, Ahmet Doğan isimli şansın olduğunu belgelemek ve mutlaka bir yeni varis göstermek amacıyla Ahmet Doğan kızı Demet’le birlikte Mart aylarında Zurich, Bern ve Vadus’ta görünmeye başladı. Gelişme şöyle bir yön aldı ki, bu ziyaretler ve imza karşılığı verilen banka hesap dökümlerinde daha 2008’de 20 000 000 (yirmi milyon) Amerikan Dolar’ın eksik olduğu, Birleşik Amerika’da bir Bankaya havale yapıldığı ve artık 11 yıldan bu yana paranın geri gelmediği, haber de alınamadığı tespit edilmiştir. Akıl Aynası’nda görüldüğü üzere, bu döviz İsviçre’de 3 banka üzerinden ABD’de (adı ve hesapları kodlu olan) tek bankaya 3 defada çıkarılmıştır. İşlem, Sofya’daki mason grubu ile anlaşmalı ve onaylı emirle “20 milyon ABD Doları, çok kısa bir süre ve karşılığında şu kadar para için çıkarılmıştır” anlaşmasına göre, gerçekleştiği artık biliniyor. Bilinse de, İsviçre’deki bankalarda Sofya’da İskoç Mason Grubunda bir iç belge şeklindeki şifayı sözleşme geçerli değil, çünkü kimsenin bu işlerden haberi yok gibi, omuz silkiyorlar. Son 5 yılda Ahmet Doğan’ın iyice içine kapanması, susması, sık sık İsviçre’ye gidişleri hep bu amaçladır. Ahmet Emin’den sonra bulunamayan, Milli Güvenlik Devlet Ajansı (DANS) tarafından el konan bilgisayar ve kasadaki diğer evrakları arasında da olmayan, “kayıp havale evraklarını gerekli imza ve onaylarla yeniden ve bu defa kendi adına elde etme ve ABD’deki bankanın ismini, adresini vb gerekli öteki delil ve evrakları toplama” ve dolayısıyla kayıplara karışan 20 milyon ABD Doları geri alma amacıyla yapılmıştır. Bu iş için çalınan son kapı Birleşik Amerika Sofya Büyükelçiliğidir. Sofya’daki Mayıs 2019 mali gelişmelerinde, DPS’nin banka hesabında ancak 5-6 milyon leva para olduğu açıklandı. Lichtenstein ve Vadüs’teki “Of Shor” banka hesaplarındaki gizli “acountlar” ve “benefishır” (hamil) Herr Ahmet Emin’den, Herr Ahmet Doğan’a değiştiğinden dolayı ve bunlar (personal acount) kişisel hesap olduğu için kaynaklar susuyor. Bilgi yok. Fakat herkesin gözü önünde ve davulun tokmağını hep aynı noktaya vura vura halkın kayasına telkin etmeye çalıştıkları şeyler de var. Örneğin, cebindeki ve Bulgar bankalarındaki parası 5-6 milyonu aşmayan Doğan, bir-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

den bire “kredi milyoneri” oldu. Sofya/Boyana’da “Belovodski pıt” sokağındaki “Sarayı” satın aldı, Varna’da “Isı Elektrik Sanrali” hislerine milyonlar saydı, Burgaz yakınlarındaki “Yazlık Köşkün” borçlarını ödedi vs. Bütün bankalar sanki Doğan’ “BİZDEN KREDİ AL” DİYE YALVARIYOR. Akıl Aynası emrin yüksek yerden geldiğini görmüyor musunuz diyor? Ne var ki, olay bu noktada bitmiyor. 2008’de tam da bu olay Ahmet Emin’i intihara itmiş ve tek kurşunla patlayan beyninden fışkıran kan “lanetli sarayın” dördüncü zemin kat “Türk Hamamı” yolu merdiveni duvarlarına yapışmıştır. İlginçtir, Ahmet Emin aynı gün mason ocağı “kardeşlerinin” hepsini birer birer aramış, hiç birisinden” “çıt” çıkmamış, saat 12’de spor takımla işe gelmiş, yarım saat “vasiyet” yazmış ve 12.30’da hayat yolu kesilmiştir. Savcılık, olayla ilgili 85 kişiyi sorgulamış, 15 deney yapmış, mezarı açmış ve Ahmet Emin’in “kendisine telkinde bulunulabilen” bir kişi olduğu sonucunu resmen açıklamıştır. Bu gelişmelerle ilgili, Akıllı Ayna’da, 2017’den sonra Sofya’daki Amerikan Büyük Elçisi Erik Rubin ile birlikte Ahmet Doğan ve Mustafa Karadayı simalarının belirmesi herkesi şaşırttı. Fotoğraf okuma ustaları bu işler Varna “Isı Elektrik Santrali” ile bağlı, santralın ocağı kömürden sıklaştırılmış doğal gaza değiştirilecek ve Amerika’dan tankerlerle getirilecek likit gazla çalışacak öngörüsü açıkladı. Ardından “Maritsa İstok” kömür santrallerimizin Avrupa Birliği istemlerine göre ekolojik çalışmasına Amerikan likit gazı gerek haberleri çıktı. Sonra, Varna körfesine bir “sıklaştırılmış gaz limanı” açılması planının hazır olduğu duyuruldu. Bir haber daha açıklanması gerek, Varna’dan Dimitrovgrad ve Radnovo merkezlerine kadar iki doğal dağıtım merkezi kurulacak. Beklenen 2 haber daha var, 56 bin kömür madencisi içten atılacak. Son haber de bugün artık basında yayınlandı Bulgaristan’da 2020’den başlayarak sanayiye verilen elektrik enerjisi %203 oranında pahalılaşacak. Akıl Aynasında yazı çıkmıyor. Herkes fotoğrafları kendi okuyor. Bu da zeka meselesi. Okuyan okuyor, okuyamayan başkaları tarafından didiklemesini bekliyor. Anlaşılan Ahmet Emir hakikatten Amerika’nın Doğu Avrupa ülkelerini sömürgeleştirme politikasının gizliliklerini bilmeyen biriymiş ve kafası mason gecelerinde iyice karıştırılmış biriymiş. Kimseyle görüşmeyen, karısını çok kıskanan ve egoizmi yüzüne vuran biri. Bunu Bulgar ilgililer biliyormuş


Makale ve Analizler - 2019

47

Hiç olmazsa, Bulgaristan’da bir kişinin BÜYÜK ADAM olması için ya kızının, ya karısının Amerika’da esir hayatı yaşaması şartı olduğunu ah bir bilseydi. BSP partisi Başkanı Kurnelya Ninona’nın oğlu bile Amerika’da yaşamak zorunda, “Dayanışma” sendikası şefi Dr. Trençev’ın eşinin bile Amerika’da süründüğünü ah bir bilseydi. Ne oldu şimdi, bizden kimse çocuklarını ve karısını Amerika’ya esir veremediğinden dolayı 20 milyon Dolarımızı lüp diye yuttular ve artık 11 seneden beri, şunu yapın” vereceğiz, “bunu yapın” geri verelim pazarlıklarıyla oynatıldık. Bulgar tabak kapatıldı. Elektrik santallerimiz kapatılıyor. Şartı ne “gazı Rus’tan değil, bizden alacaksınız.” Ahmet Doğan etrafındaki sıkışıklığı ve şartlı kurtlu işleri anladınız sanıyorum. Anlamayanlar yazsın, yazsın da millet aydınlansın. Sevgili soydaşlarım, aslında bu paraların hepsi, Bulgar devletinin her oy için ödediği 11 levadan 15 sene toplanmıştı. İsviçre bankasındaki son bilançolarda toplam 36 milyon leva olarak görünmeliydi. Ama tavadaki balıkları Amerikan kedisi yeni! 2008’den beri esir durumdayız. Şimdi de “sözde” paralarımız bize “sıklaştırılmış doğal gaz” şeklinde geri verilecek ve elektrik faturası karşılığı Ahmet Doğan haylazlığının şahsi hesaplarına dolacak. Yaşasın aldatılmaya doymayan halkımın hürriyet mücadelesi. Yeni Bulgaristan’ı öğrenmek isteyenler, bizi izleyiniz. Analiz merkezimiz sizin için çalışıyor. Teşekkür ederim.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Manevi Köprüler

Tarih: 04 Temmuz 2019 Yazan: Oya Canbazoğlu Konu: Anadilini öğretmek, annelik ödevlerinin başında gelir. Biz Bulgaristan Müslüman Türkleri manevi köprülerde yürürken bakınmayı severiz. Çok köprülü ortamda yaşayan bir halk topluluğu olarak, yeni günlere özenle hazırlanmak zorundayız. Son haftalarda, Vatan topraklarımızdan sille tokat kovuluşumuzun 30. Yıldönümünü andık. Bu, kutlanacak bir tarih ve yıldönümü değildir. Soykırımı olduğundan dolayı, aslında bu utanç tarihi, bir lanet günüdür. Dünya “Lanet Anıtı” dikmedi. Lanet Anıtı olsaydı, vatandaşlarına zulüm eden devletler duvarına, Bulgaristan’ın adının yazılmasında ısrar ederdik. 20. Yüzldan21. Yüzyıla geçerken de, bir asır boyunca süregelen tüm olumsuzluklara rağmen, manevi köprüleri korumaya, köprübaşlarını güçlendirmeye büyük çaba gösteren halk topluluklarından biri, yine biziz. Övgüye layık büyük milletlerden biri Türk milleti, Türk dünyası ve bu büyük Türk dünyası okyanusundan olan, biz, Bulgaristan Türkleriyiz. Bu çabalarımızda bizi ileri taşıdığına inandığımız ve en fazla önem verdiğimiz üçayak var. Bir: Dil bir köprüdür. İki: İnanç bir köprüdür. Üç: Tarih bir köprüdür. Bu köprüleri kullanabilenlerin yolu kültüre ve uygarlığa (medeniyete) çıkar. Bu üç köprünün en önemli işlevlerinden (fonksiyonlarından) biri ise, toplamak ve birleştirmektir. Birleşmemizin ilk durağı tarihimizdir. Biz, tarihimizde buluşamazsak, birleşip bütünleşemezsek, kimliğimizi yarınlara taşıyacak değerlere sahip çıkamaz, parçalanıp gideriz. Tarihte kaybolan çok millet var. Tarihimizi bölen nedir? Yalan yanlış iddialar ve olaylardır. Bulgarların, Bulgaristanlı Türk kardeşlerimizle ilgili “İslamlaştırılmış Bulgarlar” demesi ve bu esas üzerinde dilimizi, okullarımızı, anadilimizde konuşmamızı, yazmamızı, haberleşmemizi, adetlerimizi ve hayat tarzımızı sürdürmemizi yasaklamasıdır. Bu yalan üzerine kurulan devlet siyasetine asimilasyon dedik,


Makale ve Analizler - 2019

49

asimile olmak istemeyen ve zorbalığa karşı direnen kardeşlerimizin katledilmesine de soykırım, dedik. Sıralanan, bu yasakların arasında en tehlikeli olansa, annelerin çocuklarına anadillerini öğretmesine, evlatlarımızın Türk anaokuluna ve okuluna gitmesine mani olmasıdır. Bulgaristan’da böyle bir yasak var. Biz anneler, evlatlarımızın temel dil olarak Bulgar dilini ya da başka bir millerin dilini öğrenmesine kesinlikle karşıyız. Halkın üzerinde bu baskı artık 140 yıldan beri devam ediyor, değişik şekillerde tırmandırılarak şöven bir ortamda, ayrımcılık şiddeti yaşayarak sürünmek zorundayız. 1878’de esir düşmüş, tutuklu kalmış ve özgürlüğüne bir türlü kavuşamayan bir etnik azınlık olduk. Bu süreç içinde bizim Türk tarihi, Bulgaristan Türkleri tarihi ve Türk Dünyası tarihi, edebiyat, sanat ve kültürü hakkında bilgi eksikliğimiz olduğu gibi, bir de bu eksik sürekli artıyor. Bu yolda önümüze dizilen bir sürü engeli aşmak için sürekli çalışmak, birlik olmak ve ortak çıkış yolu aramamız gerekiyor Dil acımızla ilgili 2 örnek vermek istiyorum. Bulgaristan’da en fazla seyredilen “bTV” televizyonu, 04 Temmuz 2019’da, Türklerin vatanlarından kovulmalarının 30. Yılında, bundan tam 30 yıl önce 20 yaşını doldurduğu gün, Haskovo’da yaşadığı mahalleye dayanan kara kamyona ev eşyalarını dolduran İsmigül Naim, kardeşi ve anababasıyla birlikte Bulgaristan’dan kovulur. Sofya Sanat Akademisinde Silviya Goranova ismiyle öğrenimi kesilir. Kardeşi Plovdiv (Filibe’de) Tıp Enstitüsü’ne gidip gelirken, ona da “yolun açık, Türkiye’ye selam söyle” dilekleri iletilir. Üç buçuk ay İstanbul’da kalan İsmigül, Konservatuar’ın Şan Bölümüne kayıt yapar, ama devam etmez. Kardeşi de “Tıp” eğitimine devam ederken, sudan sebeplerle keser ve eşyalarını satıp geri dönerler. İsmigül, Bulgaristan’da sanatçı ismi olarak Esil Düran adını alır, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) etkinliklerine katılır ve seçim kampanyalarında konserler verir. Jübile yaş gününe, 1970’li yıllarda ses sanatçısı Lili İvanova tarafından seslendirilen “Vatanım, ben seni düşünüyorum” (Az te mislya Rodino) şarkısını hazırlar. Bu şarkı, TV programında Bulgaristan’da yaşanan sözde “Soya dönüş” milli marşı olarak tanıtıldı. Güfte: Yanko Miladinov. Sözleri şöyle: “Düşünüyorum seni, Vatanım/İşitiyorum, içimde inleyen bir müzik gibisin./Öpüyorum, gece gece ağaçlarını /Esiriyim kuşların, uyandığımda sabahları/Ve ufkunda bir güz şafağı patladığında /O bir kader acısı ve alın yazısı olarak, sesiz şair kaderini seçmek zorunda. /”


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kuşkusuz biz göçe zorlanarak alın yazgıları değiştirilenler, içinde “soykırım”, “zulüm”, “kültürel soy kırım”, “sefalete ve kör cahilliğe zorlayıp yok etme denemesi”, “eritilerek asimile etme”, ”cahillikte boğma”, bir yazgıdan söz bile edilmeyen bir şarkıyı, güftesini ve notalarını kimin yazdığına, kimin söylediğine bakmaksızın asla ve asla “milli marş” kabul edemeyiz. Ahmet Doğan ve Mustafa Karadayı’nın bu konudaki görüşü ise hiçbir önem taşımaz, taşımıyor. Yapılan gerçekleri çarpıtma ve unutturma denemesidir. Sanat da bir köprüdür. Fakat başka bir zamanın ve başka birilerin sanatı bizim gönlümüzü dolduramaz. Biz sizden Bulgaristan Türklerinin 1989 acısını (kendinizin de acısını yaşadığınız gibi) anadilimizde dinlemek isteriz. Sizin İsmigüs’den Esil Düran olmanız, sanatçı notunuzu yükseltmez. Şarkının klipini Rila – Pirin Dağları tepelerinde rüzgârlı havada çekmeniz, bizim gamımızı ne söküp alır, ne de düşmanlık bahçesine saçar. Biz, kovulmuş ve dış ülkelerde sürünürken, o dorukların hiç biri VATAN kokmaz, olamaz… Anadilimizde ve gönlünden geldiğince bir denemede bulunmanızı öğütlüyoruz. Doğum gününüz mutlu olsun. Bu vesileyle Esil Hanım, önce kendi değerlerimiz ve ardından diğerleri derken, Belçikalı dil bilimci, Johan Vandewalle’nın, kendi kalemiyle Türkçemiz hakkında yazdıklarını, esin kaynağı mahiyetinde, dikkatinize sunuyorum: “…Anadili Türkçe olan bir kişinin kısa cümlelerle düşündüğü, konuşma anında ise bu kısa cümleleri çeşitli yollarla birbirine bağlayarak karmaşık yapılar kurduğu görüşündeyim. Bu “cümle bağlama eğilimi” bazı konuşurlarda zayıf, bazılarında ise adeta bir hastalık derecesinde güçlü olabilir. Bu son durumda ortaya çıkan dilsel yapılar, insan zihninin üstün olanaklarını en güzel şekilde yansıtıyor. Farklı dil gruplarına ait birçok dili incelediğim halde şimdiye kadar hiçbir dilde beni Türkçedeki karmaşık cümle yapıları kadar büyüleyen bir yapıya rastlamadığımı söyleyebilirim. Biraz duygusal olmama izin verirseniz, bazen kendime “Keşke Chomsky de gençliğinde Türkçe öğrenmiş olsaydı… “ diyorum. Eminim o zaman çağdaş dilbilim İngilizce’ye göre değil, Türkçe’ye göre şekillenmiş olurdu…” (Johan Vandewalle, çağımız dilbilimcilerinden Belçikalı dilbilimcidir. 35 dil ve lehçe bilmektedir. Gelmiş geçmiş en çok dil bilen Belçikalıdır.) Dünya düşüncesini örnek alalım ve anadilimize dört elle sarılalım. Çocuklarınızın Türkçe derslerine kaydını gecikmeden yaptırınız. Türkçe derslerini ziyarete geleceklerdir.


Makale ve Analizler - 2019

51

“Oku, baban gibi eşek olma!” – bizim en değerli atasözlerimizden biridir. Okumuş insanlarla anlaşmak daha kolaydır. İkinci bölüm: İman köprüsü. Birlikte ilerleyelim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Git – Gel” Meselesi

Tarih: 05 Temmuz 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Giderken Kovulanların Dönmesi Zorlaşıyor Birçok defa otobüsle yolculuk ederken dalıyorum. Aklımı çelen “git-gel” oluyor. Bizim Türkiye’ye gelişimiz, kovulmuş olsak da, hayat kurallarına göre bir “git” oldu. Yüreklenip “gel”i gerçekleştiremedik. 600 yıl beraberlikten sonra, Bulgar edebiyatında biz Türklerin bir “konar-göçer” millet olduğumuza rastladıkça, her defasında tepkim köpürüyor. Perşembe gün Avrupa Parlamentosunda (04 Temmuz 2019) komisyonların başkanları ve üyeleri seçildi. 17 Bulgaristanlı milletvekili arzu edilen komisyonlara girememiş olacaklar ki, “Avrupa TV” Bulgaristan halkı için “kör çobanların sürüsü” tanımı yaptı. Hangi hesap karıştı bilemiyoruz! Ülkede “git” süreci devam ediyor. 2018’de 45 bin kişi Batı Avrupa ülkelerine taşınmış. 2040’ta toplam nüfusumuz 5 milyon kalacak. Bu sene etnik azınlık bölgelerindeki durum da endişe vericidir. Pomakların yaşadığı Smolyan (Paşmaklı) ilinde 97 çocuk doğmuş 407 kişi ölmüş, Ulahların yaşadığı Vidin’de 52 çocuk doğmuş ve 452 kişi hayata göz yummuş. “Breksit” süreci sona yaklaşırken, Bulgar makamlarının İngiltere’de gerçekleştirdiği bir anketten alınan sonuçta, 49 bin kişinin İngiliz vatandaşlığı için müracaat ettiği ve geri dönmek istemediği yani “gel” dalgasına katılmayacağı kesinleşmiştir. “Fakir ve hasta” nüfusun yaşadığı Bulgaristan’da “milli iradede buluşup el ele verip bunalımdan çıkalım” ile ilgili görüşler taş gibi yerinde duruyor ve değişmiyor. Üstelik dış ülkelere çıkan vatandaşlar “Ben ancak Bulgaristan’da doğmuşum, ailemle beraber göç etmişiz, burada dünyaya gelen kız kardeşim, Bulgaristan’ı görmedi” gibi görüşler Bulgarların “milli görüş” anlayışını giderek zayıflattı. Güçlüklerin üstünden gelen büyük milletlerin milli şuurunun en önemli kaynaklarının başında tarih şuuru gelir. Batı Avrupa ülkelerinde, Birleşik Amerika ve Kanada’daki Bulgar gurbetçi göçmenlerin Sofya’dan yayın yapan TV kanallarından başka bir vatan dilinde bilgilenme kaynağı yoktur. Uzak devletler bir yana, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ta bile Bulgar kitapçısı veya kütüphanesi yoktur.


Makale ve Analizler - 2019

53

Dış ülkelerde Bulgar devleti 152 gurbetçi derneği, kültür merkezi ve Balkan kahvesi vs kurdu. Bulgar dili kursları çalışıyor. Hatta geçen sene Başbakan Boyko Borisov ile Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in özel gayretleriyle Ukrayna/Odesa’da bir Bulgar Lisesi açıldı. 2018’de Karadeniz turist tesislerine 3 ay hizmet işine gelen Ukrayna ve Moldova’da yaşayan Bulgar kökenli oğlan ve kızlara kısa süreli Bulgar dili, adet ve kültürel özellikleriyle ilgili bilgilendirme özel kurs da düzenlenmiştir. Bu konuda da ulusal yasalarını Avrupa Birliği vatandaşlık istemlerine uydurmaya çalışan Bulgaristan devleti, 2019 yılında Bulgar vatandaşlığı koşullarına “B2” Bulgar dili sertifikasını da ekledi. “Giden” ve belirli bir zaman sonra “dönen” Bulgar vatandaşlarının dış ülkelerde dünyaya gelen çocuklarından 10 yaşından sonra “B2” Bulgar dili sertifikası istenecektir. Bu istem, yaşına bakılmaksızın T.C.’de yaşayan Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşı, 162 devlette geçerli olan kırmızı Pasaport sahibi soydaşlarımız için de geçerli olacaktır. Bu konuda basına demeç veren, Bulgaristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Bayan İlyana Yotova ’nın sözlerinden anlaşıldığına göre, Bulgarca bilmeyenlere memlekette yer olmayacak izlenimi doğmuştur. Bu demeçleri dinlerken önlemlerin, sınırlamaların, ırkçı istemlerin yalnız Müslüman azınlıklara karşı alındığı ve yoğunlaştırıldığı kanısı uyanıyor. Bu hafta Bulgaristan’da çok ilginç bir olay oldu. Başbakan Boyko Borisov, geçen sene, Kuzey Makedonya başkenti Üsküp’ü ziyaret ederken Tarih Müzesine davet edildi. Fakat kabul etmedi. Müzede, 1941-1944 döneminde, Makedonya ve Ege Kıyısı topraklarının Nazi orduları tarafından işgal edildiğinde ve idari işlerin Bulgar Çarlığı makamlarıa havale edildiğinde birer birer kamplara toplanan ve daha sonra Bulgar Devlet Demir Yolları hayvan vagonlarına doldurulup Nazı ölüm kamplarına gönderildiği biliniyor. 11 bin Yahudi ve 6 bir Çingene’den geri dönen olmadı. Bu hayvan vagonlarını hurdaya ayırıp yok etmeyen Makedon makamlar, korumuşlar ve devlet müzesine sergilemişler ve Bulgarların Yahudi soykırımına katkılarını bizzat katıldıklarını ziyaretçilere ayrıntılı bir şekilde anlatıyorlar. Müzedeki Bulgar vagonlarıyla Yahudi ve Çingenelerin “Treplika” ölüm kamplarına gönderildiğini belgeleyen birçok eşya ve belge korunmaktadır. Bu belgelerden biri 1942’de çıkan bir Bulgar gazetesi kupürüdür.

“YAHUDİLER GİREMEZ. YASAK!”


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“NEWS.bg” haber “GİT – GEL” olayıyla ilgili şöyle bir haber yayınlandı. 1941 yılından sonra Bulgaristan’daki Yahudi vatandaşların hepsi “KAMPLARDA” kalmıştır. Erkekler çok ağır işlerde kullanılmış, çakış kırmış, yol yapmış, kanal vb kazmıştır. 1944 yılında Bulgaristan 165 “kamp” ile uyanmıştır. Bu kampların toplam sayısı bugün de bilinmiyor. Merkez Rodop Dağlarının merkez kesimindeki Smolyan (Paşmaklı) ili Nedelino (Uzun Dere) kasabasında 1941 yılında açılan Yahudi toplama kamplarında çakıl kırılmıştır. Kısa adı BENİ olan Bulgar Yahudi Bilim Enstitüsünden Prof. Evgeniy Saçev 3 Temmuz 2019 tarihinde kurban keserek, bu çakıl kırma kampında bir Yahudi Anıtı açtı. Prof. Saçev basına demecinde, Bulgar Yahudilerinin 1990’da kurduğu “Şalon” adlı derneğin, 19411944 yılları arasında bu “toplama kamplarda” zorla, bedava çalıştırılan Yahudilerin anısına YAHUDİ ANITI dikmek istendiğini açıkladı. Kamplarda hastalanan, ağır işlere dayanamayan, aç kalan büyük sayıda Yahudi dayanamamış, fakat dikilmiş bir mezar taşı yoktur. Özel hazırlanmış anıt levhaları ve mezar taşlarının bir dış ülkeden “GETİRİLMESİ” planlanmıştır. Prof. Saçev’in bildirdiğine göre, sözde Bulgar devletinin uluslar arası şerefine ve otoritesine gölge düşüreceği için, “Yahudi Anıtlarına” gümrükte giriş yasağı konmuştur.

“Şalon” örgütü, “Biz, Yahudilerini Ölümden kurtardık” iddiasıyla övünen Bulgar yöneticilerini yalan söylemekle suçluyor. Çünkü Yahudiler korku içinde yaşarken, 4 yıl boyunca hayvan gibi çalıştırılırken, dört yıl boyunca hiçbir Yahudi çocuğuna okula gitme imkanı tanımayan, Yahudilerin şehirlerdeki ev ve dairelerinin, işletme ve dükkanlarının gasp edilmesini bugün de kınıyor.


Makale ve Analizler - 2019

55

Toplama kamplarına Anıt Dikmek isteyen “Şalom” derneği toplantılarından biri. Bu konuda demeç veren Başbakan Borisov: “Bulgaristan’da ‘toplama kampı yoktu’ dedi. Yahudi kamplarındaki koşulların, 1989’a kadar Müslüman azınlıktan erkeklerin çalıştırıldığı inşaat askerinin çalışma ve yaşam koşullarından daha elverişli yaşam koşulları sunduğunu” belirtti. Demek oluyor ki Bulgaristan’da aynı yıllarda Voluyak demiryolu ve geçimini açan Müslümanlara karşı olan tavır çok daha kötüymüş.

Üsküp: Hayvan vagonlarına yüklenip Polonya’daki “Treplinka” Nazi kampına gönderilmek ve yakılmak için toplanan “Yahudiler.” Savaşın sona ermesini bekleyen Yahudiler 1948 yılında 50 bin kişi gemilere dolarak Bulgaristan’dan kaçtı ve hiç biri geri dönmemiştir. Gerçekleri bilmek zorundayız. Yahudilerin anıtlarını dikmesinden sonra “Belene” toplama kampına TÜRK ANITI ve 1989 TÜRK AYAKLANMASI ANITI dikmek için birleşmeliyiz. Okuduğunuz için teşekkürler. Paylaşınız.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Komünist Rejim Yeni Tarih Ders Kitaplarında Nasıl Tanıtıldı? Georgi MİHAYLOV

Kamuoyunda kapsamlı bir şekilde tartışılmasından sonra 2018 yılında yeni bir 10. sınıf Tarih ve Medeniyet dersi müfredatı kabul edildi ve bu müfredatta ilk kez 1944-1989 döneminin ayrı bir bölümde okutulması öngörülüyordu. Şimdi bu ders kitapları baskıya hazır ve Eğitim ve Bilim Bakanı Krasimir Vılçev tarafından onaylandığı takdirde gerekli tirajda bastırılacak. Fakat komünist rejim bu ders kitaplarda nasıl tanıtılmıştır? Desebg.com sitesi ve sitenin kurucusu olan gazeteci Hristo Hristov, bu ders kitaplarında komünist rejimin yanıltıcı, manipülatif ve kasıtlı bir şekilde tanıtıldığını saptadı. Değerlendirme ve seçmek için okullara dağıtılan bazı yeni ders kitaplarının içeriği hakkında endişelenen ülkenin değişik yerlerinden öğretmenler kendisine başvurdu. Gizli istihbarat servisi DS’nin ayrıntılı olarak anlatılmaması Hristov’un ifadesine göre, tüm yayınevlerine ait ders kitaplarında eksik olan şey, 1944–1989 döneminde totaliter devlette bir baskı aracı olarak eski gizli istihbarat servisi Devlet Güvenliği’nin (DS) rolünün ve faaliyetlerinin açık ve ayrıntılı bir şekilde anlatılmamasıdır. Servisin doğrudan parti yönetimine bağlı olduğu ve 1974 yılından sonra Bulgar Komünist Partisi Genel Sekreteri Todor Jivkov’a da bağlı olduğu belirtilmemiştir. Bunun yerine ders kitaplarının bir kısmında Jivkov yönetimi sırasında toplum üzerindeki baskıların azaldığı yazılmıştır. DS’nin ideolojik, kadro, operasyonel ve teknik açıdan Sovyetler Birliği’nin istihbarat ve gizli servisi KGB’ye itaatine de değinilmemiştir. Hristov, bazı yayınevlerinin yeni müfredata göre kullanılması gereken “baskı aracı” kavramını sözlük şeklinde 2-3 cümle ile yansıtarak, numara yapmaya çalışmıştır. Gizli tutulan ülke iflaslarına yer verilmemesi Desebg.com sitesinin tespit ettiği başka çarpıcı bir eksiklik de Jivkov yönetimindeki BKP döneminde 1960, 1976-1977 ve 1987 yıllarında olmak üzere devletin üç kez iflas etmesinin yansıtılmamasıdır. Ülke iflaslarına sadece 5 yayınevinden birisinin ders kitaplarında değinilmiştir.


Makale ve Analizler - 2019

57

Gazeteci Hristov,”Ülke iflasları göz önünde bulundurulmadan bu dönemde ekonomi ile ilgili diğer her şey tamamen anlamsızlaşıyor” dedi. Bununla birlikte öğrenciler bazı ders kitaplarında, “Todor Jivkov, halkın refahı için çalıştığını okuyabilirler” cümlesini okuyabilirler. Belene Toplama Kampı Ders kitaplarının hiçbirinde Belene Toplama Kampı’nın varlığı tam olarak bildirilmemiştir, ayrıca bunun BKP’nin muhaliflerinin tutulduğu en büyük ve en uzun süreli toplama kampı olduğu belirtilmemiştir. Bazı ders kitaplarında 1949 yılında açılan kampın 1953 yılında, başka ders kitaplarında ise 1956 yılında tekrar açıldığı ve 1962 yılında kapatıldığı yazıyor. Fakat toplama kampının tekrar 1985 yılında açıldığı ve Bulgarlaştırma sürecine karşı çıktıkları için yargılanmadan ve hüküm giymeden 500’den fazla Türkün burada tutulduğu hiçbir yerde belirtilmemiştir. Gazeteci, bu döneme ilişkin ders kitaplarında daha birçok eksik veya yanıltıcı bilgi verildiğini saptadı. Örneğin, BKP’nin biriktirdiği devlet borçlarına değinilmemiş, 9 Eylül 1944 tarihinden sonra komünist rejim kurbanlarının sayısı verilmemiş, komünist rejim döneminde hayat kalitesi abartılmış bir şekilde yansıtılmıştır, Bulgar Ortodoks Kilisesi’ne uygulanan baskılar doğru yansıtılmamıştır. Özellikle sözüm ona “Soya Dönüş” süreci yanıltıcı şekilde tanıtılmıştır. Sivil toplum kuruluşları ve toplumun ileri gelenlerinden tepki Ülke çapında çeşitli sivil toplum kuruluşları ve toplumun ileri gelenleri de komünist rejimin tarih kitaplarında yanıltıcı şekilde tanıtılmasına tepkisiz kalmadı. Hafıza Komünist Rejim Mağdurları Birliği, Eğitim Bakanı’na yönelik bir bildiri yayımladı. Bildiride yeni tarih ders kitaplarının sadece eksikliklerle değil, aynı zamanda ders kitabı yazarlarının gerçekleri göz ardı ettiği tarihi gerçekler hakkında yalan yanlış bilgilerle dolu olduğu belirtilmektedir. Üç yıldır eski toplama kampı ve yapılan ziyaretlerle ilgilenen Belene Adası Vakfı, Bulgaristan Komünist Partisi’nin totaliter yönetiminin dönemi hakkında gerçeklerin yanılcı, çarpıtılmış bir şekilde yansıtılmasına ve gizlenmesine sert bir tepki gösterdi. Bulgaristan’ın Avrupalı Geleceği İçin Vatandaşlar (GERB) partisinin eski Genel Başkan Yardımcısı Tsvetan Tsvetanov bile Facebbok hesabında yaptığı açıklamada Eğitim Bakanı ve GERB Meclis Grubu’nun komünist rejim hakkındaki gerçeği değiştirmeye yönelik skandal girişime izin vermeyeceklerini umduğunu ifade etti.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Desebg.com sitesine röportaj veren Eğitim ve Bilim Bakanı Krasimir Vılçev, “Ders kitaplarında gördüğüm olayların daha fazlasının tanıtılmasını beklerdim. Ders kitabı yayınlama ve yazma süreci özelleştirilmiştiryayınevleri özel kuruluşlardır ve yazar kadro ekibini kendileri belirliyor, ben Bakan olarak kontrolü elimde bulundurmadan sadece sorumluluk taşıyorum” diye yorum yaptı. Bakan buna rağmen yayınevlerinin ders kitaplarında düzeltme yapmalarını isteyeceğine dair söz verdi. Bakanlığa bağlı ders kitapları değerlendirme komisyonunun, ders kitaplarında hiçbir eksiklikler tespit etmediği ve raporunda hiçbir hususa dikkat çekmediği anlaşıldı. Ancak bu komisyonda olası hataları düzeltebilecek profesyonel akademik çevrelerin hiçbir temsilcisi olmadığı kaydedildi. Gazeteci Hristov, Bakan’a gönderdiği mektupta konuyla ilgili tüm düşünceleri ortaya koydu ve aynı olayların ders kitaplarında farklı bir şekilde tanıtılmasına son verilmesini istedi. Hristov’un mektubunun sonunda şu ifadeler yer aldı: “Gençlerin bilgilendirilmesi ve uzun zamandır önceki hükümetler tarafından göz ardı edilen ve ihmal edilen Bulgar toplumunun kilit bir sorunun çözümü açısından tabloyu nihayetinde ortak çabalarla değiştirebileceğimiz zamanı kaçırmayalım. Bulgaristan’daki genç kuşakların vatandaşlık bilinci buna bağlıdır”.


Makale ve Analizler - 2019

59

Tarihin Yüzkarası

Tarih: 06 Temmuz 2019 Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu Konu: Avrupa Konseyi Srebrenitsa Katliamını ilk kez anacak. Bosnalı Müslüman Kadınları Srebrenitsa’da Şehit yakınları İçin Dua Ediyorlar. Bosna FENA ajansının bildiği üzere, Türkiye Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 1995’te Busna’nın Srebrenitsa vaadinde 8 000 (sekiz bin) Bosnalı Müslüman erkek ve kadın öldürülerek işlenen soykırım ile ilgili olarak önümüzdeki hafta Avrupa Konseyi’nde bir anma töreni düzenlenecektir. Bakan Çavuşoğulu, “Avrupa Birliği’nin Srebrenitsa katliamı kurbanlarını ilk kez bir anma töreni düzenleyeceğini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bu anma merasimine gerekli katkıyı sunacağını” bildirdi. Bu anma töreni 11 Temmuz 2019’da düzenlenecektir. 1995’in 11 Temmuz tarihinde, General Radko Miladiç emrindeki, Bosnalı Sırp silahlı güçleri, Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından korunan bölge ilan edilen, Srebrenitsa adlı Müslüman vadisinde, 8 000 (sekiz bin) Bosnalı erkek ve kadın öldürdü ve cesetlerini toplu mezarlara attılar. Her yılın 11 Temmuz günü, Srebrenitsa’ya çok yakın olan “Potoçari” Anma töreni yerinde, toplu mezarlardan çıkarılan ve DNK analizi ile kimlik tespiti yapılarak, katliam kurbanı olduğu tespit edilen yeni şehitler dualar eşliğinde ve hazır bulunanların önünde toprağa veriliyor. Bosnalı Sırpların eski askeri komutanı Radko Miladiç, Uluslar arası Mahkemede Srebrenitsa katliamı başta olmak üzere, insanlığa karşı işlediği soykırım suçundan yargılandı. Srebrenitsa trajedisi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa topraklarında yaşanan en büyük vahşet, en acımasız katliâm ve etnik temizliktir. Sivil Boşnakların sistemli bir şekilde, belirlenen plân ve program dâhilinde katledilmesi, bazılarının ise toplama kamplarına ve sorgulama yerlerine götürülmesi gibi insanlık dışı uygulamalar, bu vahşetten Pale’de bulunan Bosna’lı Sırp İdaresi’nin doğrudan sorumlu olduğunun ve Belgrad Hükümeti’nin de bunun arkasında yer aldığının açıkça göstergeleridir. Fakat ne yazık ki bu insanlık suçu karşısında Avrupa devletleri, ABD, BM ve NATO seyirci kalmışlardır. Hatta güvenli bölge olarak ilân edilen Srebrenitsa’da Boşnakları korumakla görevli olan Hollanda Askerî


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birliği, komutanları Albay Karremans’ın emriyle, Potoçari askerî kampına sığınan Boşnakları zorla Sırplara teslim ederek katliâma yardımcı olmuştur. Bu sebeple Srebrenitsa soykırımı, Avrupa ve dünya siyasetinin her zaman uta-nılacak bir kara lekesi olmaya devam edecektir. Srebrenitsa’nın efsane komutanı Naser Oriç, Batı-lıların Bosna-Hersek’in parçalanmasına taraf iken ve Müslümanların yok edilmesine göz yumarlarken, Türkiye gibi büyük bir gücün, savaş boyunca Boşnakları desteklemesinin onur verici olduğunu vurgulamıştır. O, Sırpla-rın, Boşnakları Türk gördüklerini ve bu sebeple yok etmeye çalıştıklarını şöyle dile getirmiştir: “Türk halkının Boşnak halkıyla aynı duyguları paylaşması bizim için çok değerlidir. Biz Boşnak’ız, ama Sırplar savaşta bize hep ‘Türkler’ diye hitap ediyordu. Kendi aralarında konuşurken de Sırplar bize Boşnak değil hep Türk diyorlar.” Srebrenitsa Kahramanı Naser Oriç sözlerine şöyle devam etmiştir: “Biz (Osmanlı döneminde) beş asır birlikte yaşadık. Sırplar bize hiçbir zaman ‘Müslüman’ olarak seslenmediler. Bizi her zaman ‘Türk’ diye çağırdılar. Türkiye’nin bizim üzerimizde sorumluluğu olduğunu ve Balkanlar’daki varlığını daha fazla hissettirmesi gerektiğini düşünüyorum.” Katliama doğru tırmanma: 1992-1995 yılları arasında Bosna Hersek’te işgalciler 1.030.000 kişiyi evlerinden zorla kovmuştur. 1.170.000 kişi ise panik ve korkudan memleketlerinden kaçmıştır. Toplam 2.200.000 kişi evlerini terk etmek mecburiyetinde kalmıştır. 43 ay süren savaşta 200.000 ile 250.000 arasında sivil Boşnak plânlı ve sistemli bir şekilde katledilerek etnik temizlik yapılmıştır. Potaçari’deki Soykırımı Anma Merkezi’nce ilân edilen resmî verilere göre ise, Sırp kuvvetlerinin takip ettikleri işgal ve etnik temizlik politikaları sonucunda, 200.000’den fazla Müslüman Boşnak öldürülmüş, on binlerce kadın ve kıza tecavüz edilmiş ve yüzbinlerce insana zulüm uygulanmıştır. Bosna Devlet Sağlık Koruma Bürosu’nun 26 Mart 1996 tarihinde yaptığı resmî açıklamada ise 278.000 Bosnalının (Boşnak, Sırp ve Hırvat’ın) öldürüldüğü veya kaybolduğu ve 175.000 kişinin yaralandığı belirtilmiştir. Özetle Sırplarla Karadağlılar, zaman zaman Hırvatlar, Müslüman Boşnaklara cehennemi yaşatmışlardır.Bosna’daki Müslümanlara yapılan ve insanlığın utanması gereken zu-lüm, kıyım ve şiddet görüntülerinin medyaya yansıması, Türk kamuoyu-nu derinden üzmüştür. Kamuoyunun tepkisi karşısında Türk Hükümeti de Bosna-Hersek’teki savaşın durdurulması için eskiye oranla daha aktif bir siyaset takip etmeye başlamıştır. Bu bağlamda Türkiye, Bosna’da yaşanan trajedinin önlenmesi için, dönem başkanı olduğu İslâm Konferansı Teş-kilâtı ve Avrupa Konseyi’nde konuyu gündeme ge-


Makale ve Analizler - 2019

61

tirmiştir. Aynı zamanda AGİK zirvesi ve Birleşmiş Milletler nezdinde, saldırganların derhal durdurulması yönünde girişimlerde bulunmuştur. Fakat bunda başarılı olamamıştır. Soykırıma Giden SüreçCoğrafî konumu itibarıyla Srebrenitsa, Bosna-Hersek’in doğusunda, Drina Nehri ile Sırbistan sınırına yakın bir vadide gerçekleşmiştir. Katliam: Ortodoks Sırplar, Müslüman Boşnakları her zaman dışlamış, Türk olarak görmüş ve savaş dönemlerinde, örneğin I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı ve 1992-1995 Bosna-Hersek Savaşı’nda yok edilecek düşman olarak düşünmüşlerdir.XX. yüzyılın son çeyreğinde, Avrupa’nın ortasında ve bütün dünyanın gözü önünde işlenen bu insanlık ayıbı, Batı’nın, haçlı zihniyetiyle ‘Şark Meselesi’ hedefleri doğrultusunda, Balkanlar’daki Türk ve Müslümanlara karşı takip ettiği yok etme politikalarını ve yaklaşım tarzını anlamayı sağlayan örneklerden birini teşkil etmektedir. Sırplar; “Sırbistan’da Türkleri istemiyoruz. Bütün Türkler Türkiye’ye!”, “Türklerden tarihî intikamımızı alıyoruz!” sloganlarıyla Müslüman Boşnaklara sözünü ettiğimiz mezâlimi yapmışlardır. Onlar, Boşnakları, Türk gördüklerinden ve sahip oldukları MüslümanTürk kimliğinden dolayı vahşice öldürmüş, işkenceye tabi tut-muş, tecavüz etmiş, vatanlarından sürmüşlerdir. Tarihî ve paha biçilemez sanat değeri taşıyan binlerce Boşnak-Türk-İslâm kültür eserini, okulları, kütüphaneleri, camileri, türbeleri ve Boşnakların evlerini yağmalayarak tahrip etmişler, hatta Boşnakları Hristiyanlığı kabule zorlamışlardır. Yeni haçlı seferinin uygulayıcıları olarak hareket eden Sırplar, bunlara yardım eden Yunan, Rus, Beyaz Rus, Romen, Bulgar, Kozak ve Ukraynalı fanatik Ortodokslar, bazen fırsatlardan yararlanan Katolik Hırvatlar, asırlarca aynı coğrafyada yaşayan Müslüman komşularını, hem bedenen, hem madden, hem de ruhen yok etmek ve ülkelerini işgal etmek maksadıyla tüm dünya-nın gözü önünde merhametsizce saldırmış ve büyük ölçüde bu emellerine ulaşmışlardır. Bu savaşta Boşnak halkının milli politik bilinci uyanmış ve Srebrenitsa katliamında Boşnak Milli Devletini kurma bir kamuoyu duyarlılığı, halk inancı ve kesin kararlılık olarak Buşnakları tek yumrukta toplayan Milli İrade olmuştur. Boşnak Milli kimliğiniz politik kimliğe taşıyan büyük önder Aliya İzzet Begoviç, Boşnak siyasi yapılanmasını biçimlendiren ve bağımsız ve egemnen Boşnak Devletini kuran milli önderdir. Bu devlet ABD Deytın Sozleşmesinden sonra uluslar arası egemenlik ve saygı kazanmıştır. İzzet Begoviçin vasiyeti:


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bosna halkının saygın lideri Alia İzzet Begoviç, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN ile yaprığı son görüşmede, “Boşnak halkını, hiçbir zaman yalnız bırakmama şartıyla, Türkiye Cumhuriyetine ve Büyük Önder Recep Tayyip ERDOĞAN’a emanet etmiştir.” Paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

63

Srebrenitsa Katliamı

Tarih: 11 Tammuz 2019 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: “Büyük zulme uğradınız zalimleri af edip etmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın, çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.” Aliya İzzet Begoviç Katiller, 11 Temmuz 1995 tarihinde öldürdükleri ve Bosna toprağına gömdükleri 8 372 (sekiz bin üç yüz yetmiş iki) kahramanın TOHUM olduğunu bilmiyorlardı. Bundan 23 yıl önce 1992 ve 1995 yılları arasında Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti’nin çatırdayarak parçalanırken yeni tarihin en kanlı ve en karanlık sayfalarından biri yazıldı. Bu sayfa, amansız ve vahşi bir savaşta toplu katledilenlerin kanıyla yazıldı. Tarihi çarpıtmak isteyenler olaya BOSNA SAVAŞI dediler. Bosna’nın Srebrenitsa ve Jepa yerleşim yerleri Müslümanlardan temizlenmek istendi. Sırp ırkçılar bunu, silahlı güçleri kullanarak ve Müslüman erkekleri toplu halde katledip toplu mezarlara gömerek gerçekleştirdiler. Birleşmiş Milletler mahkemesi katliamı SOYKIRIM olarak niteledi. Sivil Müslümanların üzerine 10 bin silahlı asker, 300 komando, tank ve topla saldıran katil Radko Miladiş, Radoslav Kristiç, Milorad Pelemiş ve daha birçok sırt katili tutuklandı, idam, 30-40 yıl ağır hapıs cezası aldı ya da intihar ettiler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da sivil Müslümanların, 2 000 (iki bini) 15 ile 24 yaşları arasında genç toplu olarak öldürülmesi dünya kamuoyunu ürpertmiştir. Lahey Uluslararası Yüce Divanı, 1993-1995 yılları arasında Bosna sivil halkının abluka altına alınarak, içme suyu şebekeleri havaya uçurularak, hastaneler bombalanarak vs, can çekişmeye zorlarken, BMT Srebrenitsa’yı “güvenli bölge” ilan edip helikopterlerden gıda ve ilaç ederek yaşatmaya çalışmasına rağmen soykırım işlenmesini yargılamıştır. 11 Temmuz 2018’de büyük anma töreninde, dualar okunurken 23 yıl sonra gerçekler yeniden yaşandı. İşlenen bu vahşet insan ruhları donduran dinmeyen bir acıdır. Sırp katiller Müslüman annelerinin kucağından zorla aldıkları çocukların boğazını kesip kafalarını çöpe attı; genç kız ve gelinlere halkın gözü önünde toplu tecavüz edildi; 13 yaşın üstünde kızlar toplandı ve hiç biri geri dönmedi. Yaşlılar delirdi. Birçok kişi dayanamayıp kendini astı. İşlenen katliamın lekeleri Sırpların alnından, ellerinden ve vicdanından asla silinemez! Srebrenitsa’da bugün 39 toplu mezar var. 11 Temmuz


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2018 günü na’şının kalıntıları yeni bulunan ve kimliği tespit edilen 35 kişi daha dualarla toprağa verildi. Bu kanlı olaylar Türkiye başta olmak üzere Müslüman dünyanın tepkileri ve NATO askeri müdahalesi neticesinde durdurulabildi. O zaman Sofya meclisinde ilk kez bir grup oluşturan Bulgaristan Müslümanları, Türkiye F-16 askeri saldırı uçaklarının memleketimiz semalarından geçmesine ve mazlum Bosnalı Müslümanlara yardım etmesine hava sahası verilmesine oy verdi. Bu savaşın ateşlerinden doğan Bosna Müslümanlarının büyük önderi Aliya İzzet Begoviç şöyle dedi: “Bizi bu toprağa gömdüler, fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.” Bu tohumlardan Bosna Hersek Cumhuriyeti doğdu. Ardından Kosova doğdu. Makedon Müslümanları azınlık haklarına kavuştular. Bulgaristan Müslümanları siyasi temsil hakkı elde ettiler. Müslümanlığın Balkanlardan sökülmesi durduruldu. Bu olanüstü büyük bir zaferdir. Bu zaferin ideolojisini yaratan Başkan İzzet Begoviç halkını şöyle kutladı: “İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın!” Bosna katliamı günlerinde Balkanlarda Müslümanlığı, Müslüman kimliğini yok edebileceklerini düşünenler olmuştu. Bu sanki Müslüman Kimliğine açılmış bir savaştı. Bulgaristan milliyetçiliği de hortlamıştı. NATO müdahalesine karşı Sofya’da gösteriler yapıldı. İlk kez, dünyanın en büyük silahlı gücü olan NATO savaş uçaklarıyla düşmanın tepesine çullandı ve bombalar yağdırdı. Bu olaylar Bulgaristan Müslümanları olağanüstü etkilemiştir. Şairlerimiz kaleme sarılıp kin ve nefret ifade ederken, barış ve uzlaşma temennilerine kanat takmıştır. Feci olaya adanmış birkaç şiir seçtik SREBRENİTSA Ben oraları hiç görmedim, göremedim Ne çektikleri çileleri, ne zulümü Ama onlarla paylaştım her hüzünü Ve canavarları durmadan lânetledim Tek suçlarıydı, incile tapmamaları Allaha, Peygamberimize inançları Öldürülmüşlerdi sıraca acımadan O güne dek, dost bildikleri düşmanlardan Böyle acıların yarısını da olsa Ben de yaşadım seksenbeş, seksen dokuz’da Öz ismim, dil, dinim için suçlu olarak Ve öz yurdumdan zorunlukla men olarak Ne olur böyle olaylar artık olmasın


Makale ve Analizler - 2019 Irk, din, dil,örf ve yaşam kavgası son bulsun Herkesler öz benliğinle yaşasıp dursun İnsanlar arasında ayrım yapılmasın Halit Kurt – Bulgaristan

SREBRENİTSA KATLİAMI Avrupa’nın göbeğinde Bosna Hersek. Suç sayılır oldu Müslüman’ım dersek. Avrupa’dan atmak için neler yaptılar? Bunlar yaşanır mı birlikte el ele versek.

Osmanlının buraya attığı sağlam köktü. Barışı,hoşgörüyü… insanlık için döktü. 1992 yılında Yugoslavya devleti çöktü, Sırplara göre Müslüman halk çok kötü. Sırplar dört bir yandan saldırıya geçti. Müslümanları atmak için işkenceyi seçti. Sırplara göre Birleşmiş Milletler bir hiçti. Sırplar, Srebrenitsa için katliama geçti. Birleşmiş Milletlerin yolu doğru yoldu. Bosnada, Srebrenitsa’da Sırplara koldu. Hollandalı BM askerlerini takmaz oldu. Sırplar Bosna üzerine katliam için doldu. Hollandalı BM askerleri kuraldan saptı. Sırplara yolu açtı,bunlar büyük kasaptı. 11 Temmuz 1995’de bu katliamı yaptı. Sırplar, Osmanlı İmparatorluğunu arattı. Zalim Avrupa ve BM gücü el ele verdiler. Masum halkı,tarihi eserleri yere serdiler. Osmanlıdan öç almak için yaptık dediler. Sırplar,bu katliamlar karşısında güldüler. Avrupa’nın göbeğinde katliam görüldü. 5 günkü katliamda 8372 kişi öldürüldü. Müslümanlar toplu mezarlara gömüldü. Sırp caniler, katliamlar karşısında güldü. 20 yıl geçti, tespit için açılıyor mezarlar. Ceseti parçalanmış 64 toplu mezar var. Kimliği dahi tespit edilememiş ki insanlar. Srebrenitsa katliamı için Sırplara kin salar. Hasan Kaya

65


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya… Kalp durur… Akıl unutur… Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur… Mevlana Celaleddin Rumi

Bosna halkının Kralı bilge önder Aliya İzzet Begoviç ölümünden önce Boşnakların kurduğu cumhuriyeti ve halkının mutlu geleceğiniz bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a emanet etmiştir. Yeni Büyük Türkiye ve Balkanlarda yaşayan bütün Müslümanların kaderi ortaktır, büyük zaferlere kilitlenmiştir. Kim ne derse desin her zaman ve her yerde kader birliği yapacağız. Soykırım şehitlerinden yenilmez ZAFER ORMANLARI yetişiyor. Bosna hürriyet kahramanlarının vatan ve devlet savaşçılarının ruhu şad olsun! Srebrenitsa şehitlerinin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Balkanların her bir köşesinde Müslüman Türk kimliğini yaşatmak ortak davamızdır. Yılmadık yılmayacağız. Ne olursa olsun son hesapta Zafer bizim olacaktır. Gelecek biziz! Okuduğunuz için teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

67

BULTÜRK Editör’ün Haziran Yazısı Editör: Haziran 2019 Editörün Köşesi: BGSAM İki Taşın Arasındayız

30 yıldan beri baktık bakındık bir şey olmadı. Tam 30. yılında yapılacak bir şeyler varsa, yapılsın da, halk huzur bulsun, diyenler çoğaldı. Bulgaristan’da 16 Kasım 2016’da yapılan hak oylamasında, 2,5 milyon vatandaş, “hiş olmazsa kiminizden kiminiz bağlı çekilin de, başkaları gelsin” dedi. 3 yıl sonra, iktidar partisi GERB Başkan yardımcısı, meclis grubu başkanı ve 2005’ten beri bu partiyi “baba evi” haline getirmeye çalışan Tsvetan Tsetanov kulağından tutulup iğininden çıkarılınca, aman ötekilerine ilişmeyelim, “parti üzerimize yıkılacak” diyenlerin sesi en fazla işitildi. Ne var ki, ülkemizde bir parti yıkılsa ne olur, tarih hepimizin üstüne devrilse ne olur sorusuna cevap aranmıyor. Aramaya heveslenenlerin önünde 2 büyük taş var ve yerinden tepiştirilemiyor. 21. Yüzyılda Bulgaristan’ı ilgilendiren sorun bu olacak inancındayım. Faşist ve totaliterciler bu taşlarla yaşamaya alışmış, biz Türkler ise iki taş arasında ezilme korkusunu azaltamıyoruz. Bu sene, Bulgaristan’da Bulgaristan’ın 1878’den sonraki tarihi ve Bulgar edebiyatı ders kitapları yeniden ve gerçekçi bir şekilde yazılsın kararı alınmıştı. Eğitim bakanlı bu işi Sofya “Sv.Sv. Kiril ve Metodiy” Üniversitesi Profesörlerine havale etmişlerdi. Mayıs 2019’da kitaplar yazılmış ama kamuoyunda kabul edilmedi. İşin bizimle ilgili tarafı şöyle, milli kimliğimiz tanınmadığı gibi 19841989 zulümle isim değiştirme, Bulgarlaştırma, okullarımızı kapatma, camilerimizi yıkma, anadillimizin yasaklanması, ölüm listeleri açıklanan soykırım, edebiyat, sanat ve kültürümüzü yok eden kültürel soykırım, 360 bin Türk’ün 2 ayda vatanından kovulmasından hiç söz bile edilmemiş. Tabii bu olayın azınlıklarla ilgili tarafı ki, sanki Bulgar toplumu içindeki ANA ÇELİŞKİYİ içine almıyor gibi. Şimdiki çatışmada ana çelişkiyi görebilmemiz için, 1878’de başlayan III. Bulgar Devleti tarihini üçe bölmek zorundayız. Birinci Bölüm; 1878 – 1944 yılları arasını,


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci Bölüm; 1944 -1989 yılları arasını yeniden değerlendirmeye çalışırken, Üçüncü Bölüm; ise, faşist Çar monarşisi olarak nitelenen birincisi ile totaliter komünizm olan ikincisi arasındaki dengeyi sağlamaya çalışıyor. Ne var ki, bunu yaparken, 1972-73 ve 1984-89 yılları arasında Bulgaristan’ın ANA ÇELİŞKİSİ OLAN “Müslüman Türkleri asimile etme siyasetine karşı mücadeleyi” kitaplara almıyor ve daha doğrusu konuya dahi asla değinmiyor. Şimdi Bulgaristan’da hit olan fikir şudur: “9 Eylül 1944’ten sonra Bulgaristan’da entelektüel elit yok edildi ve kör cahillik aldı yürüdü.” Tarihçilerin yaşayan babası olan Prof. Pantev bu tartışmaya şöyle bir taş koydu: “Fakir dünyaya gelen cahil ölür!” Yazanlar, çizenler ve anlatanlar 1944 öncesi dönemde bir de Yabancı gazeteci, yazar ve politikacıların gözüyle “tarafsız” bakalım dediler. İşte bu görüşleri: Fransız romancı Romen Rolan; Nobel Ödülü sahibi Fransız romancı Romen Rolan, denge sağlanamayan ve karışmış durumlar için şöyle dedi: “Aydınların ödevi karışık tasavvurlar içindeki gerçeği bulup gün ışığına çıkarmaktır.” Fransız yazar Anri Barbüs; “Gonkur” edebiyat ödülüne sahip Fransız yazar Anri Barbüs ise Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında Bulgaristan’a gelip gitmiş ve üstüne bir de kitap yazmıştır. O, “yalan olduğu yerde”, gerçek ortaya çıkarılmalı ve halkın onu görmesi sağlanmalıdır.” diyor. Anri Barbüs: O, 1925 güzünde Balkan devletlerinde faşizm ve beyaz terör kurbanlarını koruma komitesi kurdu ve aynı yılın Aralık ayında Komite Başkanı sıfatıyla Bulgaristan’a geldi ve Avrupa’da dolaşan trajik olay haberlerini denetledi. Paris’e döndüğünde “Katiller” adlı kitabını yazdı ve şöyle dedi: “Birinci Dünya Savaşından sonra, Bulgaristan’ın tarih zincirine dizilen feci olaylar, geçmişe ait değildir. Bu trajedi bugünün faciasıdır, çünkü hükumetin etkinlikleri ve muhalefete ve düşmanlarına karşı makamların uyguladığı şiddet yöntemleri, hiçbir surette değişiklik kaydetmemiştir…


Makale ve Analizler - 2019

69

Bulgar halkı, beyaz terör şirketine yem edilmiş ve “sorumluluk taşımayan” cani ajanların eline bırakılmıştır. Yayınlanan delillerin hiç biri abartılmamıştır. “Gerçekler korkunçtur:” “… Denetlediğimiz veriler, inkâr edilmez rakamlar üzerinden konuşalım ve hep beraber şu sözleri haykıralım: Orada, işi insan öldürmek olan, maskeli ama çok büyük bir örgüt katliam işliyor…” Dik başlılar kesilmiştir, şurada burada başını yeniden kaldıran olursa, onun-başı da kesilecektir. Köylerde ve şehirlerde emekçilerin bilinçli güçlerinin hepsi yok edilmek isteniyor. Bulgaristan’da mezarlık sessizliği var. Bu insanlar birbirlerini ve yaşadıkları topluluğu sakatlıyorlar. Ülkede yaşananların yalnız çatısının adı barış… Tsankov hükümetinin (1923) iş başına gelmesinden sonra hükumet güçlerinin 18 000 kişiyi öldürdüğünü bildiriyor. Bu rakamı Bay Wanderweld de doğruladı. Görüştüğüm saygın kişiler katledilenlerin sayısını doğruladı. Bir mucize eseri 1923 devlet darbesinden sonra) hala dışarıda olan, tanınmış bağımsız kişiler Sofya’da darbe arifesinde 15 000, darbeden sonra da daha 5 000 kişinin öldürüldüğünü paylaştılar. Anri Barbüs: “Katiller” (1926) Sofya merkezindeki “SV. Nedelya” kilisesi kubbesinin havaya uçurulmasından önce, 1925 yılının Ocak ayında, Savunma Bakanı İvan Vılkov tarafından hazırlanan gizli emirden bir alıntı: “Her şeyden önce en becerikli, en akıllı ve en cesur olan ENTELEKTÜELLERİN YOK EDİLMESİ önemlidir. En kısa zamanda likide edilecek olanların cetvelleri hazırlanmalı ve anlara öncülük edenler tutuklanarak yok edilmelidir. Kargaşa, protesto ve isyan beliren her yerde hapishanede yatmış olanlar, suikastçılar, yardımcıları, onları gizleyenler öldürülmelidir. Aileleri de yok edilmeli, evleri yakılmalıdır. Tutuklananlardan her biri 24 saat içinde yargılanmalı ve idam edilmelidir. İsyancılar ailelerinin gözü önünde öldürülmelidir. Subay emirlerine uymayanlar yerinde kurşunlanmalıdır…!” 15 Nisan 1923 askeri darbeden bir gün önce, Sıkı Yönetim emri artık imzalanmıştır. Darbede Başbakan olan Tsankov: “Komünistler darbe yapmazsa, biz darbe yapacağız!” demiştir. Barbüs şöyle devam ediyor: “İnsanlar kara terör geliyor yalanıyla, huzur ve güvenlik uydurmasıyla, isyan olacak yalanıyla aldatılarak, köy ve kasabalar basılarak, yasal ve keyfi usullerle öldürülüyordu. Eski bakanlar, milletvekilleri, parti militan ve eylemcileri, subaylar, din adamları, avukatlar, hekimler, devlet memurları tek


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tek ve grup halinde kıyıldılar. Katledilenlerin isimleri, yapılan işkenceler, baskınlar birçok kitaba kaydedilmiştir. Eski milletvekilinden Stoev’in poliste gördüğü işkencelerde kanlanan gömleğini meclis körsüsünden gösteren Milletvekili Petko D. Petkov ağır işkencelere dayanamayarak öldürülmüştür. “ Avrupalı gazeteci Herbst, “ Avrupa ülkelerinde bilinen gazeteci Herbst, Polis Müdürlüğündeki fırına atılarak canlı yakılmıştır. Hükümetin darbeci planlarını eleştiren Herbst, çıkardığı “Vik” (Haykırış) gazetesinde faşizmin tırmanışını kınamıştır. 1925 yılında öldürülen 36 editör, gazeteci ve yayıncının listesi elimdedir. ”Eylül” destanını yazan şair Geo Milev önce tutuklanıp serbest bırakılsa da ardından sakat bırakılmış ve öldürülmüştür. Başbakan Tsankov’un ajanlarının temel ödevi aydınları yok etmekti. Bulgaristan entelektüellerinin hepsi kıyıldı ve toplu mezarlara atıldı. Yüzlerce öğretmen, 40 milletvekili, Çiftçi Partisinden bakanlar, subay, doktor, mühendis ve din adamı katledildi. Binlerce şehidin ismi yayınlanmış, fakat bunların arasında Türk ismi yoktur. Halk Çiftçi Partisi Başkanı Aleksandır Stanboliyski’nin de kolları ve bacaklarının kesilmesi ve kafasının kaydırılıp Sofya’ya Çar III. Boris’in huzuruna götürüldüğü bu darbe, öncelikle Bulgarların kedi arasında bir hesaplaşmadır. Anri Barbüs kitabında tutuklulara yapılan işkencelerle ilgili Burgaz Polis Amirliğinden şöyle bir örnek vermiştir: “Şiddete Karşı Mücadele Kamu Komitesi üyesi Paskal Nenov’un annesi tutuklanmıştır. Yere yatırılmış olan kadının bacakları ve kolları bağlanarak açılmış ve işkenceler oğlunun gözü önünde yapılmıştır. Dövülen yaşlı kadının vücudu şişmiş ve sabaha karşı can vermiştir. Oğlu Nenov bu işkenceleri gördükten sonra deli hastanesine düşmüş ve kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Yazar romanında, bir grup genci, anne ve babalarının gözü önünde kurşuna dizen ve daha sonra eve beyinlere katil elini öptüren Bulgar Albay Kuzmanov’u ve başka örnekler anlatıyor. Anri Barbüs 1923 askeri darbesine “dünya tarafından lanetlenen, bir delilik” dedi. Bulgar şair Anton Straşemirov şu nitelemeyi getirdi: “Bu darbe uzun zamandan beri süregelen kitle kıyımı ve şiddetin, insanların sokaklarda saldırıya uğrarak can verişinin bir sonucudur… Bu zavallı ülke facialarının üçüncüsüdür. Askeri darbeden sonda ülkedeki şiddet daha da yoğunlaşmıştır.”


Makale ve Analizler - 2019

71

1923 yılı terörüyle ilgili Leyberist Partisi temsilcisi Belçika Dış İşleri Bakanı Emil Wangerweld’in yayınladığı veriler şöyledir: “Öldürülenlerin sayısı 20 bindir.” Amerikalı yazar Sharls Moc “Bulgaristan’da Neler Oluyor?” adlı kitabında ”Askeri darbeden 6 gün sonra, 22 Nisan 1923’te, 30 bin kişinin tutuklanıp hapislere tıkıldığını” yazdı. Şimdi olduğu gibi o zaman da Bulgar makamlar tamamen ters ve çelişkili bilgi vermiştir: Savunma Bakanlığı Sofya, Plovdiv (Filibe) ve Varna’da 27 bin kişi tutuklandığını bildirirken, Çar III. Boris “ölü sayısı 1000 kişi” dedi. Dış İşleri Bakan’ı 1923’ün Eylülündeki olaylarda 5 bin kişi öldürüldüğünü, Dış İşleri Bakanlığı Genel Sekreteri ise, “olay yerinde kalanların artı eksi % 5 yani 3 500 kişi olduğunu duyurdu!?. 9 Haziran 1923’te darbenin yapıldığı gün Sofya’da bulunan bilinen yazar Heminguey Bulgaristan’dan gönderdiği söyleşilerde şunlara yer vermiştir: “Başbakan Al. Stanboliyski Almancı ordulu subaylar, dalavereciler, rüşvetçiler ve komplocular tarafından iktidardan indirildi. Stanboliyski’nin, kurtarmaya çalıştığı Bulgaristan’ı tamamen yıkıma sürüklediler.” Bu feci olaylara karşı dünyaca bilinen Barbüs’ten başka Maksim Gorki, Roman Rolan, Şarl Plisnie, Anpi Tores, Marsel Vilar, Charl Moc, Marsel Kaşen, Daniel Reny, Pol Vayan Kütürie, Gabriel Peri, Sesil Maloun, Ulyam MakKindır, Alman İnsan Hakları Birliği ve daha büyük sayıda protesto sesi yükseltiyorlar. Londra parlamentosu şu sonuca varıyor: “Bulgaristan’da faşist-terör örgütleri iktidarı ele geçirmişlerdir. General Vılkov onları destekliyor ve bütün katliam olaylarına bizzat katılıyor.” Anri Barbüs Bulgar darbesini şöyle genelleştiriyor: “Ne yazık ki barbarlık yaşadığımız toprakları kapladı. İnsan adını utanç veren duruma getirdi. Bulgar halkı tarafından değil, idarecilerince yapılan barbarlıkları medeni insanlara anlatırken utanç duyuyorum.” İdamlar konusunda 1923 sonunda mecliste konuşan Nazi heveslisi “entelektüel” Prof. Başbakan Aleksandır Tsankov şöyle demiştir: “Darbe ile ellerimizi çözdüler. Bizi şiddet uygulamakla suçluyorlar!?. Bu, biraz fazladır!… Bizi tutuculukla itham ediyorlar, kayıplara karışanlarla ilgili hesap soruyorlar. Ben yalnız sorulara cevap veriyorum. Biz devleti koruduk…”


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tsankov şöyle devam ediyor: “Biz vicdanımız önünde suçsuzdur. Tarih bizi haklı çıkaracaktır. Biz Bulgaristan adına kahramanlıklar yaptık! Gölgemi gördüklerinde tır tır titriyorlar, çünkü ben kadife eldivenle okşamıyorum. Ben devleti korumak adına görevimi yerine getirdim.” *** 1934 askeri darbesinden sonra da kendilerini haklı göstermek isteyenler aynı sözleri söylediler. 1944 yılına kadar komünistler, çiftçiler ve partizanlardan 5 bin kişi daha öldürürken, iç savaş şeklinde gelişen ANA ÇELİŞKİDE Çar III. Boris’uın jandarma, polis, sivil polis ve diğer ajanları da 7 862 kayıp verdiler. 9 Eylül 1944’ün sabahında Bulgaristan’da komünist terör başladı ve 24 bin kişi yargısız infaz edildi. Bunların arasında da bakanlar, naipler, generaller, Profesörler, doktorlar, mühendisler, öğretmenler ve Nazi hademeleri vardı. 200 bine yakın vatandaş “Belene” ölüm kampı ve diğer 165 toplama kampında kaldı, sürgün edildi, yargılanmadan hapis yattı. Terör görenlere Pomaklar, Türkler, Romenler, Ulahlar, Makedonlar vb azınlıklar da katıldı. Büyük sayıda köy ve kasaba boşaltıldı. Etnik baskı ve terör büyük sayıda kurban aldı. Devlet ve halk bir defa Bulgarlar arasında köylü-işçi ve sömürenler olarak ikiye ayrılırken, ardından tüketici politik sınıf oluştu, Bulgaristan’ın bütün parası 200 aile elinde toplanırken, sağ ve sol politik partilerin hepsi devlet bütçesi yemliğinden beslendi ve beslenmeye devam ediyor. Bugünkü sorun: Okullarda ne okutulacak? Ve şu şeklinde biçimlendi. Tarihi çarpıtılan bir devletin geleceği olmaz olamaz. Devletin katillerle hesaplaşması durdurulamaz. Biz Bulgaristan Türkleri bugün Bulgaristan’da iki taş arasında kaldık. Birinci taş III. Bulgar devletinin 1878-1944 dönemi tarihidir. Bu devirde Bulgar devleti 6 defa savaş girmiş, bazı çarpışmaları kazanmış, fakat tüm savaşlardan yenik çıkmıştır. Yine aynı devirde 4 askeri darbe yapıldı. Bunun birincisini Birinci Bulgar Prensi Aleksandır Batenberg, İkincisini ve Üçüncüsünü 1923’te 1934’te ordulular, sonuncusunu da 1944’te komünistler yaptı. 1918’de Birinci Büyük Savaş’tan dönerken ayaklanan Bulgar askerileri (Vladaya Asker Ayaklanması) Monarşi rejiminin Cumhuriyetle değiştirilmesini istediler. 1923 Eylülünde ayaklanan Ha-


Makale ve Analizler - 2019

73

ziran askeri darbesine ve teröre karşı isyan işçi ve köylüler de Monarşinin gitmesini ve demokratik işçi köylü düzeni kurulmasını istediler. Bu dönemde, 1913’te Batı Rodoplar’da 250 bin Pomak kardeşlerimizin adı değişti, Hıristiyanlaştırıldılar, bu gün %60 başarılı olmuşlardır. O zaman Sofya’da askeri ateşe olan Mustafa Kemal diplomatik ve politik yolları kullanarak, onlara kardım etti. Hak ve özgürlüklerini geri aldılar. 1934’te Bulgarlaştırma kampanyası Smolyan (Paşmaklı) eyaletinde başladı ve Blogoevgrad (Yukarı Cuma) köy ve şehirlerine kadar yayıldı. 1944’e kadar şiddetlenerek devam etti. Türkiye’ye göçler de durmadı. Fakat bu olaylar yeni kitaplarda da (Bulgaristan’ın uluslar arası otoritesine zarar verdiği için anılması istenmiyor.) Birinci bölümde olduğu gibi ikinci bölümde de Bulgaristan tarihi üretim araçları ve üretim ilişkileri arasındaki etkileşimle yenilenme olarak ele alınmıyor. İkinci taş, totaliter komünist dönemin algılanması ve yorumlanmasıdır. Yeni yapılan kitaplarda antikomünist ve anti-totaliter direnişlere yer verilmek istemediği gibi, Bulgaristan’da bir terör rejimi olan Todor Jivkov diktatörlüğü övülüyor. Bu iki taş, şu an Bulgaristan’ın demokrasiye ve adalete doğru toplumsal yolu kesmiş durumdadır. Bu yolun açılabilmesi için Bulgaristan tarihinin, devlet ve azınlıklar arası münasebetlerin, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara eşitlik ve eşit imkânlar tanınması, azınlıkların kültürel haklarının tanınmasını zorunlu kılmaktadır. Demokratik Cumhuriyet ilan etmek, Anayasa değiştirmek, Avrupa Birliği üyesi olmak ve diğer birçok gelişimin temelinde özgürlük, çok kültürlülük, insan hakları ile azınlık haklarını ile kardeşçe birlik kurulamadıkça, hiçbir edinimin saygıya değer olamaz. Bulgaristan tarihini bizim de öz tarihimiz olabilmesi için öncelikle geleceğimizi frenleyen taşları el ele verip mutlaka kaldırmamız gerekiyor. Hiçbir kimseden, geçmişimizi gizlememize gerek yok, zaten tüm dünya olup biteni tüm ayrıntılarıyla biliyor. Bu yazıma ünlü yazar Anri Barbüs’ü bu nedenle konuk ettim. Bulgar’ın zulmünü bilmeyen mi kaldı….? Paylaşmayı unutmayınız…


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yenilerini Yazma Zamanı!

Tarih: 08 Temmuz 2019 Yazan: Seniha Rasim SABRİ Konu: Arabacı Sali Yaşar fikri açık, zeki, ayar, sahlıklı ve güçlü bir Türk’tü. İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ Birleşmiş Milletler Genel Kurulu; Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Madde 3 -Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır. Madde 6- Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır. Madde 7- Herkes yasa önünde eşittir. Madde 8- Herkesin anayasa yada yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır. Madde 9- Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez. Madde 10- Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır. Madde 12- Kimsenin özel yaşamına, ailesine, konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz. Herkesin bu gibi karışma ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır. Madde 13 Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır. Herkes , kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir. Madde 17 Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden ve vatanından yoksun bırakılamaz.


Makale ve Analizler - 2019

75

Madde 26 Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır. *** Birleşmiş Milletlerin İnsan hakları Evrensel Bildirisi 1948’de New York’ta kabul edildi. 10 Temmuz 1949’da Bulgaristan’da tam metin onaylandı. 30 madde halinde yayınlandı. 2019’da Bulgaristan’daki etnik azınlıkları direk olarak ilgilendiren yukarıdaki 17 maddeyi seçip dikkatinize sunduk. BM bu hakların kapsamını devamlı olarak genişletmiştir. BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi BM Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarih ve 2200 A (XXI) sayılı Kararıyla kabul edilip, 23 Mart 1976 yılında yürürlüğe giren BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin Azınlıkların Korunması başlıklı 27. maddesinde; “Etnik, dinsel veya dilsel azınlıkların bulunduğu bir Devlette, kendi kültürel haklarını kullanma, kendi dinlerinin gereği ibadeti etme ve uygulama veya kendi dillerini kullanmahakları engellenemez”. ifadesi yer almaktadır. Helsinki Nihai Senedi 1975 tarihli Senette azınlık haklarına ilişkin olarak; “ülkelerinde milli azınlıklar bulunan katılımcı devletler, bu azınlıklara mensup kişilerin kanun önünde eşit olma haklarına saygı gösterecekler, bu kişilerin, insan haklarını ve temel özgürlüklerini fiilen kullanmaları için tüm olanakları verecekler ve bu şekilde onların bu alandaki meşru çıkarlarını koruyacaklardır” ifadesi yer almaktadır. Avrupa Konseyi Avrupa Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı 1992 tarihli Şartta bölgesel veya azınlık dili; “Geleneksel olarak vatandaşları oldukları bir devletin sınırları içinde yaşayan ve sayısal olarak o ülke nüfusunun geri kalan kısmından daha az olan o devletin resmi dili veya dillerinden farklı olan” biçiminde tanımlanmaktadır. Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi, Şubat 1995 tarihinde imzaya açılmış ve Şubat 1998’de yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin 10. maddesi ise azınlık dilinin kullanımına ilişkindir:


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Taraflar, bir ulusal azınlığa mensup her bir kişinin, azınlık dilini, serbestçe ve müdahale olmaksızın, özel ve kamusal alanlarda yazılı ve sözlü olarak kullanabilme hakkını tanımayı taahhüt ederler. AB ve Azınlık hakları madde, kültürel, dini ve dilsel çeşitlilik konusunu düzenler: “Birlik, kültürel, dini ve dilsel çeşitliliğe saygı gösterecektir.” Bulgaristan Anayasası, “resmi dil” anlayışını (madde 3), “anadilini geliştirme ve anadilde eğitim hakkını” (madde 36) ve “kendi kültürünü geliştirme hakkını” (madde 37) güvence altına almıştır. *** Bu konuyu ele almamızın bir önemli gerekçesi var tabii. Ne yazık ki, yukarıdaki anlaşmalar Bulgaristan tarafından imzalansa da pratikte ülkede uygulanmıyor. Bunu, Helsinki Komitesi Bulgaristan Başkanı Krasimir Kınçev’ın hazırladığı 2018’de Bulgaristan’da İnsan Haklarının Durumu raporunda yer aldı. Rapor, Bulgaristan Baş Savcılığı’na gönderildi. 3 günden sonra, açılıp okunmadan, yazar İvan Vazov’un “Esaret Altında” ve yazar “Yordan Yovkov’un “ Hikâyeler” eserleriyle birlikte, daha büyük bir paketle geri döndü. Yovkov’un kitabında “BOJURA” hikâyesine bazı işaretlemeler yapıldığı dikkati çekti. “Okuyunuz ve aklınız başınıza gelsin” anlamında öğütlere yer verilmiş. Yovkov, bugünkü Sliven (İslimye ilinin Kotel (Kazan) Jerevna (Baş Köy) köyünde 1880’de dünya’ya gelmiştir. 1904 ve 1912 yılları arasında Çiftçik Musa Bey (Dolen İzvor), Sarıca (Rositsa) ve Karaali (Krasen) köylerinde öğretmenlik yapmış ve daha sonra kaleme aldığı roman ve hikâyelerine bol malzeme toplanmıştır. O, “Tekerleklerin Şarkısı” hikâyesinde yarattığı demirci ve arabacı Sali Yaşar simasıyla, Türk-Bulgar ortak hoşgörü değerini, yardımlaşma ve iyiliğin adalet değerlerini oluştururken, yaşadığımız topraklarda Türk ruh köküne işaret etmiştir. Ve bugün Dobruca’da, Silitre’de, Deliorman’da yaşayan kardeşlerimiz Türk kökenlerini başka bir yerde değil, Yordan Yovkov’un “Tekerleklerin Şarkısı” hikâyesinde arayıp bulmalıdır. Çağımız değişmiştir. Türk olmak için köklerimizle buluşmamız gündeme yeniden ısrarla gündeme gelmiştir. Tarihle bugünün birleşmesinden Bilgi çağı Öncüsü Bulgaristan Türkünü yetiştirmek ana ödev olarak öne çıkmıştır. “Arabacı Sali Yaşar’a, fikri açık, zeki, ayar, sahlıklı ve güçlü bir Türk” diyen en büyük Bulgar hikâyecisi yazar Yordan Yovkov’tur. Ancak, biz Türklerin “ben buyum, sen kimsin” kavgamız (didişmemiz) dik başlı ve değişik biçimlerde devam ediyor.


Makale ve Analizler - 2019

77

Biz bu gerçeği, bu yazımızı yazmamıza neden olan, Bulgaristan Baş Savcısı Yardımcısı İvan Geşev’in, Helsinki İnsan Hakları Komitesi Başkanı Kr. Kınçev’e 2018 İnsan Hakları raporuyla birlikte gönderdiği, Yordan Yovkov’un 6. sınıftan 11 sınıfa kadar öğrenciler için hazırlanmış hikâye derlemesindeki “Bojura” hikâyesinde şöyle görüyoruz. Baş Savcı Yardımcısı İv. Geşev, büyük bir küstahlık göndererek, “yeter Çingeneler ve Türklerin haklarını savunduğunuz, Bulgaristan’da yaşayan Çingene ve Türklerin kim olduğunu alınız şu 2 kitabı da öğreniniz” demek istemiştir. Önce “Bojura” hikâyesinde 1783 tarihine dayanan efsaneye birlikte bakalım. Bojura esmer güzeli bir Çingene kızdır. Babası çıkrıkçı- sepetçidir. Köyün zengin Bulgar ailesinden sarışın güzeli Ganaila ile dostluk eder. Babası hacı Vılko, kızına dünür gönderen delikanlı Vasilço’nun içki yudumu büyükçe olduğundan dolayı, dünürleri geri çevirir. Bojura ile Vasilço (Çingene güzeli ile Bulgar levent) birbirine gönül verir, kız hamile kalır, askere alınan Vasilço’nun ardından doğan oğlandır. Askerin kalpak ve atı geri getirilir. Karalara sarılan Ganaila mezarı başında iki gözü iki çeşme, aşk ateşini söndüremeyen Bojura köy kenarındaki göllete atlar ve hayatına son verir. Baş Savcısı Yardımcısı İvan Geşev’in işaret ettiği, arkada kalan kimsesiz çocuğun babasının Bulgar olduğu için onun bir Bulgar olduğu sonucunu çıkarırken, tüm Çingenelerinin (Romenlerinin) Bulgar olduğuna genelleme yaparak, “yeter insan hakları, yeter azınlık hakları ve Çingene raporu gönderdiğiniz” demek istemiştir. Savcı İvan Geşev’in bilmediği bir gerçek var: Bir birey örneğinden genelleme yapılamaz. Onun iddiası doğru olsaydı, Bulgarlar Çingeneleri kendilerinden kabul ederdi. Ne ki, bugün de vefat eden Çingene vatandaşların hepsinden musalla taşında helâlık isteniyor. Bu cenaze törenlerine gelen Çingeneler her bireyin ve topluluğun etnik bilinç hakkından yararlanıyor. 2019 yılında 1962’de kendilerine dayatılan Bulgar isimleriyle ve sorana Hıristiyan’ım diye diye ömür törpüleyen Çingenelerin (Romenlerin) son istek olarak Müslüman kabrine Fatiha ile yatma isteği Bulgaristan toplumundaki çelişkilerin derinliğine ve maskeli bir hayat yaşandığına işarettir. Türklere, “İslamlaştırılmış Bulgar” diyen Bulgar savcı, “Esaret Altında” eserini Helsinki İnsan Hakları Komitesi Başkanı Kr. Kınev’e göndermekle ise, yeni bir hususa da işaret etmek istemiştir. Olayları ve kahramanları hayal ürünü olan “Esaret Altında” romanı 30 yıl önce toplatılsaydı Bulgaristan demokrasi ve adalet yolunda ilk adımı başarılı olabilirdi.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Düşmanlık kışkırtan sanat eserlerinin ders kitaplarından çıkarılmasını, kütüphane, kitapçı ve sergilerden indirilip hurdaya verilmesinde direnen Avrupa Birliği’nde zıtlıkları törpüleme komitesi İv. Vazov’un bu romanını imha edilecek eserler listesine almıştır. Ancak 15 AB ülkesindeki Bulgar Kültür Evi raflarda yer alması kabul edilir bir durum değildir. Tarihçiler, hepsi mal mülk, ev yurt sahibi olan, vergi ödeyen, evlenme, boşanma, kiliseye giden, çocuklarını okula gönderen Bulgarların Osmanlı devrinde esir hayatı yaşamadığını, imparatorluk temasında eşit haklı olduklarını doğrulamıştır. Baş Savcı Yardımcısı İvan Geşev, zamanını çoktan doldurmuş ve aslında Bulgar kamuoyunu parçalamaktan başka bir işe yaramayan bu eserin Helsinki Komitesi Başkanı Kınev’e göndermekle şunu demek istemiştir. Bir defa, savcı hareketiyle, insan hakları, kişisel ve kolektif haklarımız ve azınlık haklarımızla alay etmiştir. Savcı, uluslar arası insan hakları örgüt, komite ve komisyonlarının çalışmalarını, raporunu, önerilerini dikkate almıyor. Hak hukuk diyen azınlıklardan vatandaşlar küçümseniyor. Devletim, kişiye karşı her şeyi yapabilirim, çarpıklığıyla hareket ediyor. Bulgar Baş Savcı Yardımcısı, devletin imzaladığı uluslar arası antlaşmaların hiç birine uymak istemiyor. Bulgar devletini ve Bulgarları devletler hukuku üstünde görüyor. Kınev’e gönderilen romanda, “Birbaşıbozuk dağ başında bir sayada bir Bulgar kızına saldırır” ve ilgili yetkili “biz onlardan az mı çektik, Türklerin insan haklarından, azınlık haklarından, adaletsizliğe uğramasından ve ötekileştirilmesinden, yoksulluk ve kör cahil kalmasından ilgilenmek bizim vazifemiz değildir. Kendileri başlarının çaresine baksınlar, siz de şu azınlık haklarını sayfasını unutunuz” demiştir. Bu Bulgar devletinin tanınmayan milli azınlıklara karşı tutumunu ortaya koymuştur. Bu tavır, devletle azınlık topluklarının arasını açtığı gibi, Bulgar halkını da kendi içine büzmektedir. Bulgaristan’daki Türkleri ve diğer azınlıkları asimile ederek Bulgarlaştırma siyaseti 4 Ekim 1958 tarihinde Sofya’da yapılan Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) Geniş Oturumu’nda “Partinin Türk Ahalisi Arasında Çalışma Tezleri”nin kabul edilmesiyle başlamıştır. Bu konuda toplanan BKP MK 29 Aralık 1989 Geniş Oturumunda 31 yıl süren bu siyasetten “milli şovenizm, milli sosyalizm ve ırkçılık vb. illetler” doğmuştur sonucuna varılmıştır. Bu yıllarda en fazla basılan eser “Esaret Altında” olup, okullarda sesle okunmuş, tiyatro sahnelerinde oynatılmış, filmleştirilmiştir…


Makale ve Analizler - 2019

79

İvan Vazov, bu romanı Odesa’da yazmıştır. Uydurma şiddet sahneleri ve olayları esere monte edilmesinde Osmanlı’ya saldırı hazırlayan (1877) Rus Çarı II. Aleksandır makamları yazara baskıda bulunmuştur. Baskı ve dağıtımı Ruslar’ın yardımıyla olmuştur. Bulgar monarşi diktatörlüğünde ve totaliter dönemde bu eser Nobel Ödülü’ne lanse edilse de, ilgi görmemiştir. Tüm bunlara rağmen, Bulgar Baş Savcı Yardımcısının bu hareketi, ülkedeki yoksul ve kör cahil azınlıkların durumuna, adaletsizlik, ayrışım ve işsizlik gibi konulara ilgisiz kalındığına yeni bir işarettir. 2018’de hiçbir davanın azınlıklardan herhangi birinin lehinde sonuçlanmaması ve ülkenin dört bir yanında Romen evlerinin yıkıldığı, Romen müziğinin yasaklandığı gibi olaylar yıllık raporda işlenmiştir. Başkan Kınev’in “Avrupa TV”de bu konuda verdiği demeçte, Bulgaristan’ın insan hakları konusunda Avrupa ülkeleri kuyruğunda bulunduğunu belirtirken, kurumlar ve sivil toplum örgütleri konusunda bu konularda diyalog olmadığını belirtmesi, özellikle de şu tespitleri dikkat çekmiştir: “Bulgarlar idaresi, kendi düşünce tarzından başka bir düşünce şeklini tanımıyor. Bu, Orta Çağlardan kalma bir kalın kafalılıktır. Dediğim dedik, başkalarının görüşü beni ilgilendirmez yaklaşımıyla günümüzde hiçbir sorun çözülemez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM), 2 000 yılından beri bekleyen Bulgaristan dosyaları var. Bunlar 19 yıldan beri açılmadı ve ne kadar bekleyecekleri bilinmiyor. Bunlardan önemli bir kısmı “Belene” ölüm kampında kalan kardeşlerimizin, diğer bir bölümü de Bulgaristan’daki Türk Dili Yasağının kaldırılması ve devletin azınlıkları eriterek yok etme siyasetine ve Makedon azınlığı STK örgütlenme isteklerini içeren dosyalardır. Bu yılın Eylül ayında Avrupa Konseyi (AK) 27 ülkede İnsan Hakları sorunlarını görüşecek. Bulgar Helsinki Komitesi’nin AK’ne gönderdiğimiz raporda şu sorunlar yer alıyor: “ Yargı Sisteminde bağımsızlık konusunun görüşülmesini önerdik. Bulgar yargıçların hemen hepsi Polis Akademisi mezunudur, değiştirilmelerini istedik. Bu yıl Bulgaristan’da Baş Savcı seçimi yapılacak. Toplum yasanın değişmesini ve Baş Savcıya karşı dava açılabilmesini, yargı üzerinde kamu denetimi yolunun açılmasını, Bulgar devletinin imzaladığı insan hakları ve azınlık hakları yasalarını meclisin onaylamasını, sivil toplum örgütlerinin yargı sisteminde söz sahibi olmasını ve devlet organları ile stk arasında diyalog ve etkileşim yolu açılmasında vb ısrarla istedik.”


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Anayasa değişikliği kapı çalıyor. Hukukun üstünlüğünü sağlayabilmek için, önce buna engel olan zamanını yaşamış görüşlerin, tüm eski kitapların toplanıp yakılarak küllerini savurma zamanı gelmiştir. BMT Evrensel insan hakları bildirisi ve diğer uluslar arası yasa ve karar maddelerinden hangilerinin uygulandığına lütfen kendiniz karar veriniz. Her fırsattan yararlanıp her birimize her konuda “siz Bulgarsınız” demeye devam ediyorlar. Durumun değişmesi için birlik olmalıyız. En kısa bir ifadeyle: Ulanmalıyız! Uyanmalıyız! Uyanmalıyız! Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

81

Onlar Katil, Biz “Suçlu”

Tarih: 10 Temmuz 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: İsim değiştirme vahşeti neden bir gizem gibi kaldı? İstesek de istemesek de hep 30 yıl geriye dönüyoruz. Ve 30 yıl önce tanıdığımız iğrenç yüzlü gerçek, yaşadığı bataklığın içinden dirilip “ben buyum” demedi. Bizim başımıza gelen acı, trajik gerçek 100’den fazla kitapta anlatıldı. Adına “zorla isim ve kimlik” değiştirerek, Bulgaristan’da yaşayan etnikleri 20. Yüzyıl boyunca ezme çabalarına büyük sayıda tanım getirildi. Biz, Türk, Pomak, Tatarlar ve Çingenelerimiz için her şey gözümüzün önünde oldu. Devlet terörü olarak nitelendirdiğimiz ve kabul etmediğimiz, kınadığımız, lanetlediğimiz asimilasyon siyasetine karşı direndik. Amacında yok edilmemiz olan bu siyaset 70 yıl sürdü, kimliğimiz uğruna savunurken direndik, maske taktı, indirdi, kuyruğunu kopardı ama hep üzerimize geldi. Bulgar milli birliğine, ulusal çıkarlarına darbe üstüne darbe vurdu. Azınlık topluluklarıyla devletin arasını açtı. 30 yılda kapanmayan ve en az 60 yıl derinleşmeye devam eden, edecek bir yara açtı. Şehitlerimizin anısı canlı, vatan özlemimiz sıcak, gönlümüz yanıyor, burnumuzda kokan vatan baharıdır. Onlar katil, biz “suçlu” hikâyesi Amerikan sakızı gibi uzatılıyor… Bu yazımda asimilasyon siyasetinde yüz yüze geldiğimiz gerçekleri sizlerle birlikte anımsamak istiyorum: Aydınlık güneşimizin önüne, ilk gölge 1958’de BKP MK’nin “Partinin Türk ahalisi arasında çalışma tezleri” ile Türk okullarımızın kapatılması, çocuklarımızın okul kaydının Bulgar okullarına yapılmasıyla başlamıştı. Okullarımızı yüzde yüz kaydettiğimiz tarihtir 1958-61 yıldan beri bu hakkımızı bir daha geri alamadık bu tümseği aşamadık. Aydınlık lambamızın fitili söndükçe söndü. Çok ilginçtir, 1961’de Bulgaristan Bakanlar Kurulu 82 no’lu kararıyla Türkleri Bulgarca öğrenme kapısını açmış oldu. Açmış oldu da o gün bu gün Bulgarca bilmeyenlere de iş yolunu kapattı, işleri Bulgarca bilenlerle dolduruldu.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1962’de BKP MK Politik Bürosu, elini kolunu sıvadı ve yine Pomak ve Tatar kardeşlerimizle başladı ve Türkler gibi yaşayan Çingeneler mücadele sayfası açtı ve önlemlerini açıkladı. Bu halk, üzerinde devlet politikası ile hep ezildi. 1962’de Romenler, Çingeneler sıkıştırılmıştı ve isimlerini değiştirmeye başladı. Bu işin akıl hocaları (ideologları) konargöçerlerin yolunu kesip pala bıyıklılarını sıkıştırınca ve “cezanız 20 yıldan başlar” dediklerinde iş hep isme getirilmiş palabıyıklıların lakabından başka ismini bilen olmadığından, dünyaya davul çalmadan ceplerine yeni kimlik sokanlar yoluna devam etmişti. O yıllarda Bulgar kimliklerinde dini: Müslüman, daimi adresi: Katun, milleti: – boş bırakılıyordu. İsyan eden olmamıştı. Birkaçının birkaç kaburgası kırılmış, sızlayanlar kıvranırken diğerlerine “kabul etmezseniz, başınıza gelecek olan şudur, ya da 20 yıl” denmişti. Çingeneler (Romenler) isyan etsellerde pek sesini duyuramadılar. Eski kimliklerdeki isimleri okuyamadıkları gibi, yenileri de açıp bakmadılar bile. Yine 1960’lı yıllarda Tatarlara 1856 Kırım Savaşı, İkinci Dünya Savaşında Nazilerin Kırım Yarımadasındaki cinayetlerini, Savaş yıllarında Stalin zulmünü, katliamları, Orta Asya’ya büyük göçü ve halk çektiği işkencelerini anlatan filmler gösteriliyor ve bunların kolektif seyredilmesi sağlanıyordu. Ardından Leonid Brejnev’in Kırım Savaşında Sovyet Ordusu kahramanlığını anlatan “Kurtarılan Topraklar” kitabı dağıtıldı okundu, toplantılar yapıldı ve yine kavgaya, isyana yol vermeden, dine dokunmadan kimliklerdeki bazılarının isimleri değiştirildi. 1956’da Macarlar Ayaklanmış, Kızıl Ordu tanklarıyla bastırılmıştı. 1968’de Çekler isyan etti, Varşava Paktı bastırdı. Bulgaristan da vagonlarla asker gönderdi. Savaştılar. Bulgaristan’da azınlık Halkı korkutulmalıydı. “baş kaldıranlar, kötülüklerden, kötü seçebilirdi.”


Makale ve Analizler - 2019

83

Uyanık vatandaşlar, Todor Jivkov yönetimi yerinde saymaya başlamıştı. “Bulgaristan halkının dikkati derin ekonomik ve mali bunalımdan başka tarafa yöneltilmek istendi” dediler. Zulmün nedenlerini başka yerde arayanlar, “ülkedeki gerginlik milliyetçi Türklerin işidir” dendi. Türkleri suçlamak en kolaydı. “Casusluk” suçlamasıyla içeri atılanlar vardı. Türkiye’deki yakınlarına mektup yazanlar, her satırın okunduğunu bildiğinden, “öküz altında buza arayanlardan” devamlı endişeliydi. Her Türk köyünde mimlenmişler vardı ve onlar kimseden habersiz gece gece sürgüne gönderiliyor, döndüklerinden de kimsenin haberi olmuyordu. Onlar, boylu poslu, elinden iş gelen ama bir kökü oynatılmış kişilerdi. Bir örnek; Razgradın Kubrat ilçesinde bir bulgar Türk bayrağı asar ve tüm çevre köylüler toplanır polise ve hepsi sopadan geçirilir. Ta ki onu gören bir Türk doktor bunu açıklayana kadar. Ondan sonra da herşey bıçak gibi kesilir, dövülen dövüldüğü ile kalır… 1964 güzünde ordunun zırhlı birlikleri, merkez Rodoplar’a konuşlandı. Yağışlı bir gece zıhlılar “Avramovo” köyünü kuşattı, köye giremediler, isim değiştirme bir süre planı suya düştü. Pomaklar Bulgar şiddetini 3. Kez (1913 ve 1944’te bazıları 2 defa isimlerini geri alabilmişlerdi) durdurmayı başarabilmişlardi. Bu o dönemde çok büyük bir başarıydı. 17 Temmuz 1970’te BKP MK Pomaklarla çalışmak için yeni bir (strateji) Program kabul etti. 5 maddeden oluşan bu programda, çalışmalar Pomaklar’ın isimlerinin değiştirip Bulgar isimlerini sorun yaratmadan örnek kişiler ve aileler oluşturmaya yöneldi. Hedefi şöyle belirlenmişti: “Şiddet uygulanmasına ortam yaratmadan, dünyaya yeni gelen çocuklara ana-babanın gönüllü olarak Bulgar ismi seçmesinde ikna etme yöntemine öncelik tanınmalıdır.” Camileriniz serbesttir sadece isimler değişecek denmişti. Jivkov hükümeti, 1964 yenilgisini ve geri püskürtmelerini yutmak istemedi. Smolyan’a (Paşmaklı) bağlı Zabırdo (Çukur Köy) köyünde taktiğini değiştirdi. Köye ve bölgeye folklor araştırmacıları, arkeolojik grupları, etnograflar, dil ve lehçe uzmanları yıllarca aynı yörede sözde araştırma yaparak Pomak soylarının “Bulgar köklerini” sözde buldular. Bu arada madenlerde ve ormanda çalışan erkeklerin maaşlarına belirli aralarla zam yapıldı, gençler yüksek öğrenim için büyük şehirlere gönderildi. İsim değiştirme esnasında olay yaşanmaması büyük bir başarı olarak kaydedildi.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1972-73 döneminde Batı Rodoplar’da, Blogoevgrad (Yukarı Cuma) ili Gotse Delçev (Nevrekop) Belediyesinde Mesta (Kara Su) nehri boyu köylerinde ve özellikle isim değiştirmeye karşı 3 ay süren ayaklanmada 5 şehit veren ve 80 aile sürgün edilen “Kornitsa” köyü olayları bütün Bulgaristan Pomaklarını uyandırdı. İç savaş cephesi oluştu. O zaman rejim Türklerin Pomaklarla etkin dayanışmasını engellemek için “Türklerin isimlerinin değiştirilmeyeceği” propagandasına başladı ve saldırılarını “karışık” ailelere yöneltti. 1984’e kadar arasız süren bir sorgulama ve kovuşturma genişleyerek sürdü. 1975’te BKP Merkez Komitesi’nde ve ona bağlı isim değiştirme konusunu işleyen dış çalışma grupları oluşturuldu. Bu gruplara, ünlü tarihçiler, halk sanatı, folklor, etnograf, kadostrocu vb. uzmanlar katıldı. Bu grupların çalışma alanı Pomakları asimile etmek amacıyla yeni görüş geliştirmekti. Bu gruplar özellikle Smolyan (Paşmaklı), Pazarcık (Tatar Pazarcık), Blogoevgrad (Yukarı Cuma) ve Loveç (Lovça) illerinde çalışmada bulundu. Bu etkinliklerin derinliğinde Bulgar halkının kendi içinde kaynaşması ve bir milliyet olarak olgunlaşmasında ve millet seviyesinde yükselebilmesinde Müslüman ona aşılanması görüşü geliştirilmiştir. 1944’ten sonra Sovyetlerin baskısı altında enternasyonalizm ve milli nihilizmin etkisi altında kalan Bulgar halkında milli kimliği beslemek için Bulgar milliyetçiliğini uyandırıp kışkırtmak da yer alıyordu. Aslında bu tehlikeli bir serüvendi. 1981 sonunda 1982 yılının başında Bulgaristan Devlet Konseyi bilim ve edebiyat dallarından en seçkin temsilcilerden bir grup oluşturdu. Bu grup: “Ülke İçinde Birliğin Daha Öte Güçlendirilmesinde Manevi Değerler bir Etkendir” konulu bir tez geliştirdi. Bu görüşler, Devlet Konseyi tarafından onaylanmadı. 1983 yılının başında Todor Jivkov, yardımcısı Miko Balev, BKP MK İdeolojik Sorunlar Sekreteri Stoyan Mihaylov ve Prof. İlço Dimitrov’a “Bulgaristan Türkleri ile ilgili kendi görüşlerini sunarak”, Bulgaristan Türkleri konusunda yeni görüş geliştirilmesini ödev olarak verdi. O tarihten başlayarak, Todor Jivkov, “Bulgar Etnik Kökü” tezi temelinde kendisi de Bulgaristan Türkleriyle özel olarak ilgilenmeye başladı. BKP MK Politik Bürosu 1984 yılının Mayıs ayında, “Bulgaristan Türklerinin BKP politikasına ve sosyalizm davasına daha öte kazanmak ve özümsemek için” konulu bir karar aldı. Bu kararda, Türklerin isimlerinin değiştirilmesinden henüz söz edilmiyor.


Makale ve Analizler - 2019

85

1984 yılının 4 Temmuz günü, Sofya’da “Boyana” Sarayında, Başbakan Georgi Atanasov, BKP MK Politik bürosunda daha önce görüşülen “Bulgaristan’daki etnik Türklerin bazı sorunlarıyla ilgili Todor Jivkov’un görüşleri” başlıklı belge, bazı “Tezler” ve “Kararlar” üstüne, çok dar bir çevre önünde konuştu. Bu konuşmada, birinci sorun olarak, “etnik farklılıkların aşılması” ve Bulgaristan Halk Cumhuriyetinde milli birliğin sağlanması, çok önemli bir sorun olarak ele alınırken, ikinci konu olarak, diğer etnik azınlıklarla da bütünleşme konusu ortaya konmuştur. Üçüncü sorun olarak, ilk kez olmak üzere, “Bulgaristan tek uluslu bir devlettir” görüşü dile getirilmiştir. Dördüncü olarak savunulan görüşte, “Bulgaristan Türkleri gerçekten, Türk esareti esnasında asimile edilmiş olan, Bulgarlar mıdır yoksa gerçek Türkler midir, bu belirleyici olan, değildir. Önemli olan, Bulgaristan Türkleri etnik grubunun, reel olarak var oluşudur.” Ve asimile edilerek Bulgarlara aşılanmalıdır. “Çünkü… onlar için belirleyici olan Bulgar milli bilinci taşımalarıdır.” Bu dar çerçeve toplantısında dört göz arasında Bulgaristan Türklerine şiddet uygulama kadarı dile gelmiştir. Bu adım aslında Bulgaristan’ın milli menfaatlerine en büyük darbe olacaktı. Bu konu üzerinde fikir yürütenler, Bulgarlarla Türkler arasında yakınlaşma ve kaynaşma hattının kesileceğini ve 50-60 yıl sürecek bir buz devrine girileceğini görebilmişlerdi. Bu kararları, Bulgaristan’da “nüfus sorununu” çözmede başarısızlığın itirafı şeklinde görenler, 2019 yılında nüfusumuzun 5 milyona düşeceğini ve bu rakamın 3 milyonunun da dış ülkelerde barınacağını da öngörememişlerdi. Bulgar suyunun kuruyacağını ve 2100 yılında Bulgaristan nüfusunun ancak 2.400 milyon kişi kalacağını da Birleşmiş Milletler 2019 yılında yayınladığı rapordan önce açıklayabilen de çıkmadı. Bu raporun yedinci maddesinde Bulgaristan Türkleri hakkında şöyle deniyor: “Türk etnik grubu artık çok büyük oldu, milyonu aştı. Türkiye onlara, Bulgaristan’a karşı girişimlerinde yedek olarak bakıyor. Biz bu isim değiştirme işleriyle Anayasamıza aykırı hareketlerde bulunuyoruz, çünkü Bulgaristan Türklerini diğer Bulgar vatandaşlarıyla eşitleştirmedik. Onları, orduya almadığımız, İnşaat Erlerinde askerlik yaptıkları, miliste (Poliste) görev almadıkları doğrudur. Bulgaristan Türklerinden Bulgar devletinin temel kurumlarında görevli olmadığı doğrudur. Yerel makamlarda görev alanlar da az. Onları ve Çingeneleri kazanmaktan başka çaremiz yoktur. “


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sekizinci madde şöyledir: “Biz şimdi kalkıp da Türklerin, Osmanlı döneminde Türkleştirilmiş” Bulgar olduğunu kanıtlamaya kalkarsak, çok büyük bir politik yanlış yapmış oluruz. “Türkleştirilmiş Bulgar olup olmamaları, şu dönem hiç de önemli değil. Önemli olan, Bulgaristan Türklerinin, Bulgar vatandaşı olması, Bulgaristan’da yaşıyor ve çalışıyor olmaları ve Bulgar yurtseveri gibi eğitilmiş olmalarıdır. Onlarla çalışmalarımızda, bizim dayanak noktamız budur ve bu olmalıdır.” Başbakan Atanasov, “Boyana” saray toplantısından, Türkleri Bulgar halkına yamamak için daha kesin önlemler önermelerini istemiştir. BKP MK Politik Bürosu’nda kabul edilen kararda 2 grup ödev belirlemiştir. Uzun vadeli ödevler. Ekonomi, siyaset, sosyal alanı, ideolojiyi, eğitim ve kültürü, yönetim ve eğitim sistemini bütünsel kapsayacak olan çok yakın ve kaçınılmaz ödevler. Burada kullanılan temel fikir şudur: Biz bir ulusuz. En yakın ödev olarak belirlenen ise: “Bulgaristan Türklerinin kazanılması ve Bulgar milliyetiyle karışmasıdır. Yakın ödevler: Bulgaristan Türklerinin sosyal-ekonomik ve yerleşim özelliği olan, Beraber yaşadıkları yerleşim merkezlerinden dağıtılması; kapalı yaşamalarına son verilmeli; Bulgaristan Türker’inin Türk şuuru yeni bir bilinçle, yaşam biçimi ve kültürü de yeni bir yaşam şekli ve kültürel yaşamla değiştirilmelidir. BHC Anayasasına göre Türklere hak eşitliği tanınmalıdır. Çocuklar okul öncesi eğitim için kreşlere toplanmalı ve eğitim ve öğretim yalnız Bulgar dilinde yapılmalıdır. Türkçe öğrenmelerine olanak tanınmamalıdır. Bulgaristan Türklerine Bulgarca öğretilmelidir. Bulgaristan Türkleri yalnız Bulgarca konuşmaya zorlanmalı, evde, işte ve kamu ilişkilerinde bir tek Bulgar dili kullanmalarına özen gösterilmelidir. Bu işte sorumlu ve sert davranılmalıdır. Bulgaristan Türker’inin isimlerinin devlet şiddeti kullanılarak değiştirilmesine 24 Aralık 1984 tarihinde başlanmış ve 70 yıl süren Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilmesi ve Bulgarlaştırma süreci son aşamasına girmiştir. Tank ve topların da kullanıldığı bu kampanyada resmi rakamlarla 820 bin Türkün ve 360 bin Müslüman Çingene’nin ismi, baba adı ve soyadı değiştirilmiştir. Devletin amacı Türklerin isimleriyle birlikte Türk şuurunun da Bulgar bilinciyle değiştirmektir, fakat bu yapılamamış ve Bulgaristan’da Türk kimliği korunmuştur.


Makale ve Analizler - 2019

87

517 Türk aydının “Belene” ölüm kampına atıldığı, 12 500 Türkün sürüldü veya tutuklanıp içeri atıldığı, 360 bin kişinin vatanından kovulduğu, resmen 37, gerçekte ise 200 kişiden fazla Türkün katledildiği bir gerçektir. Resmi belgelerde “isim değiştirme” zorbalığı “sorunsuz” geçmiştir. Bulgar devletinin Türkler başta olmakla azınlıklarla uğraşması ve onları ezmek için elinden geleni yapması 10 Kasım 1989’da diktatör Todor Jivkov rejimini devirmiştir. BKP ve Bulgar devleti Türk selinin partiyi ve devleti yıkacağını sezmişti ki, 10 Şubat 1988 tarihinde BKP MK “İsim Değiştirmeye İlişkin Yeni Tezler” kabul etti. O zaman gizli tutulan bu tezlerde, Türklerin Bulgar bilinci alması gereğine dikkat çekilirken, Türklerden bazı kadroların parti ve devlet görevlerine, ordu ve polise, diploması ve devletin bilim ve kültür kurumlarına atanmasından söz ediliyordu. Bulgar makamların o zaman yayınladıkları MİLLET tanımında, İnsanların ortak değerler, kültür gelenekleri ve ruh hali etrafında birleşmesi gereğinden söz edilirken, bunun yapılabilmesinde devletin, insanların yaşadıkları bölgelerin, ekonomik ve sosyal yaşamın, dilin ve tarihsel yazgının önemi vurgulandı. Şu özellik üzerinde pek yazılıp çizilmedi, toplantı yapılmadı. 10 Kasım 1989’dan önce BKP MK’nin birkaç gizli toplantı yaptığı, 1984-85 yıllarında işlenen yanlışları “düzeltme” adımları atılması önlemleri şöyle tespit edilmişti: Camilerin açılması ve ibadet etmek isteyenlere engel olunmaması Ölüm merasimi, sünnet ve bayramların kullanılmasının serbest bırakılması, Kendi çevresinde Türkçe konuşanlara güçlük çıkarılmaması ve dil cezası kesilmemesi. Ne var ki bu kararlar filen uygulanmadı. 29 Aralık 1989’da BKP MK Politik Bürosu yeni Genel Sekreter Aleksandır Lilov yönetiminde toplanmış ve Bulgaristan Müslümanlarının değiştirilen isimlerini ve din haklarını iade etmiştir. 30 yıl geçmesine rağmen isim değiştirmeye katılan katillerden hiç biri tutuklanmamış ve yargılanmamıştır. Bulgarlarla birlikte hain Ahmet Doğan ve çetesi de desteklemiş ve desteklenmeye devam etmektedir. İlahi adalet elbet bir gün gelecektir. Devam edecek. Konu:İsim değiştirme, Kimlik değiştirme ve “Büyük Göç” neden soykırımdır? Bizi izleyiniz ve paylaşınız.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dijital Ayar Gerek

Tarih: 10 Temmuz 2019 Yazan: Dr Nedim BİRİNCİ Konu: Bulgar hükümetinde teklemeler seri oldu. Bulgaristan’da yerel seçimler 27 Ekim 2019 tarihinde, PAZAR gün yapılacak. Belediye Başkanları, muhtarlar ve belediye meclis üyelerini seçeceğiz. Bizde, Yerel seçimler majoriter (en fazla oy alan kazanır) usulüne göre yapılıyor. Oyumuzu, bildiğiniz sevip saydığınız, güvendiğiniz, iş yapacağına, yeni ödevlerin üstünden geleceğine inandığınız adaylara vermeliyiz. Muhtarlıklar belediyeler bizim kalelerimizdir. Her taşına sahip çıkalım. Lehimizde olmayan kanunlara göre, bu seçimlere de Türkiye’deki soydaşlarımızın katılabilmesi için son 6 ay Bulgaristan’da kalması gerekiyor. BULTÜRK Derneği olarak üyelerimizin, Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşı olup oy kullanma hakkı olan soydaşlarımızın, Batı Avrupa ülkelerinde ve diğer ülkelerde bulunan gurbetçilerimizin hepsinin yerel seçimlere yüzde yüz katılmasını sağlamak için, oy kullanmanın mektupla olmasını daha 3 sene önce önerdik. Bulgaristan Ankara Büyük Elçisi Bayan Mihaylova’ya gittik. Mektup götürdük, görüştük. İsteklerimiz Bulgar kamuoyunda görüşüldü. Mektupla oy kullanma isteği meclise taşındı, fakat henüz kabul edilmedi. İngiltere’de başbakan mektupla oy kullanılarak seçiliyor. Almanya ve Avusturya’da yapılan seçimlerde ülke dışında bulunan, oy kullanma hakkı olanlar oylarını seçim gününden 15 gün önce, Yüksek Seçim Komisyonu’na, zarf içinde gönderebiliyor. Şu an, Bulgaristan vatandaşlarından 3 milyon kişi dış ülkelerde iştedir. Memleketimizdeki ağır ekonomik koşulları ve yoksulluğu yakından izleyen gurbetçilerimiz 2019’un başından beri her ay yakınlarına toplam 400 bin Avro göndererek, geçim dertlerini biraz hafifletmeye çalışıyorlar. 31 Mart Avrupa Parlamentosu seçimleri “makineyle” yapıldı. 1 oy için 69 leva masraf yapılmış. Mektupla olsa bu iş 2 levaya biter ve unutulur. Toplam nüfusu 5 milyonun altına düşen Bulgaristan’da 1 milyondan fazla emekli yaşıyor. 2009’dan beri iktidarda bulunan GERB partisi (Başbakan Boyko Borisov) Temmuz 2019’dan başlayarak emekli maaşlarına % 5,7 oranında zam yapsa da, ekonomik darboğazla başa çıkılamıyor. Av-


Makale ve Analizler - 2019

89

rupa Birliği ülkelerinde hükümetler Gayrı Safi Milli Hâsıla’dan (GSMH) % 12,6’sını emekli maaşları ve sosyal yardımlar için ayırıyor. Bulgaristan’da yaşlılar için bu kaynaktan ayrılan oran ancak % 8,4’tür. En yoksul olduklarından dolayı, okula gitmeyenlerin oranı en yüksek olan memleketimizde GSMH’ dan % 12’6’sı emekli fonuna ayrılsa, yaşlılara ve az gelirlilere % 50 oranında zam yapma olanağı belirmiş olacaktır. Seçim tarihinin ilan edilmesiyle birlikte, yerel seçimlerle yerel yönetime katılacak olan 18 ve 29 yaş arasındaki genç nesilden kişilerle bir anket yapılmıştır. Bu genç kişilerin ilgi alanlarını, yaşam koşullarını saptamak amacıyla hazırlanan soruların cevaplarından çıkan sonuçlar şöyledir: Ankete katılan bu genç nüfustan 480 bin kişi kitap okumuyor; % 62’si hiçbir sanat türünden ilgilenmiyor; % 72’si şimdiye kadar sergi, müze ve galeri ziyaret etmemiş; % 30’u verdikleri cevapta gelirlerinin yeni giysi ve ayakkabı almaya yetmediğini itiraf etmiştir. Bu gençlerin % 66’sı ana-babasıyla birlikte aynı evde kaldığını bildirirken, % 25’i sofradan yarı aç kalktıklarını, % 64’ü de daha yüksek bir uzmanlık seviyesine uzanmak için para bulamadıklarını belirtmişlerdir. Ankete katılanların % 65’i işçi ve memur, % 30’u lise, teknik okul ve üniversite öğrencisi, % 5’ide ise işsizdir. Bulgaristan gençlerinin kitap okuma bakımından Avrupa Birliği ülkeleri kuyruğuna dizmiş olması, endişe uyandırmıştır. 07 Temmuz 2019 tarihinde (Cumartesi), Sofya Kültür Evinde, 2005’te kurulan, Amerikan ve Almanya Vakıflarından aldığı mali destekle örgütlenen, seçimleri art arda kazanan ve 10 yıl önce sımsıkı yapıştığı iktidar koltuğunu paylaşan ama bırakmak istemeyen Boyko Borisov’un yönettiği Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi İçin Vatandaşları (GERB) partisinin, Kongresi yapıldı. Bulgaristan’da parti kongreleri artık eskisi gibi yapılmıyor. 2 ay önce yapılan kongrede olduğu gibi, bu defa da yalnız Başbakan Borisov konuştu. O, iktidar partisi kurultayında konuşsa da, hükümet konularına değinmedi. Şu sözlerle başladı: “Siz beni anlamamışsınız. Ben, 2 ay önce, burada size, kavşaktayız, iki ışık var, mavi ve kırmızı. Kırmızı yakacak demiştim, ama siz beni anlamamışsınız.” GERB’in baş mimarı, Amerikan ve Alman yetkililerle Almanya, Münih kentinde yapılan ön görüşmeleri yürüten, partinin CİA ile ilişkilerini geliştiren, ABD askeri güçleri ve füzelerinin Bulgaristan’a üslenmesi görüşmelerini sonuçlandıran, hele son yıllarda defalarca Amerika’ya gidip


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gelen, GERB partisinin yatay ve dikey yapısını örgütleyen Başkan Yardımcısı, partinin meclis grubu başkanı ve Sofya Meclisinde 1 komisyon başkanı ve 1 komisyon başkan yardımcısı olan Tsvetan Stvetanov, GERP partisindeki tüm görevlerinden alındı. Bir daha siyasette katılmamak şartıyla, bir yerel örgütte sıradan bir üye kaldı. Tsvetanov, diktatör Todor Jivkov’un özel şoförünün oğlu, eski “DS” devlet güvenlik örgütü II. Şube komiseri, İş İşleri Bakanı vb görevlerde bulunmuş saygın biridir. 2019 yılında Tsvetanov, Hak ve Özgürlük Partisi Başkanı M. Karadayı’ı Birleşik Amerika’ya götürdü ve Başkan D. Trump ve CİA yetkililerle tanıştırdı. Bu ziyarette sonra olan oldu. Sofya’dan yayın yapan “Amerika’nın Sesi” Radyosu, Stvetanov’un lüks dairelerini diline takarak, Bulgaristan’da rüşvet ve dolandırıcılık konusunu açtı ve 2016 Cumhurbaşkanı seçiminde GERP Partisi adayı ve Adalet Bakanı Ts. Tsaçeva’dan başlayarak, toplam 15 bakan, bakan yardımcısı, daire başkanı, devlet kurumu başkan ve başkan yardımcılarını özel sektörden ucuz daire alma gerekçesiyle istifaya davet ederken, Tarım Bakanı ve Avrupa Birliği’nin köy bölgelerine “konuk evi inşaatı fonu” yüksek görevlilerinden birçoğunun görevine son verme gibi bir gelişmeyi gerekçelendirdi ve iktidar partisini sarstı. Ülkedeki 4 askeri üs için Pentagon kira ödemezken, Bulgar silahlı güçleri ihtiyaçları için 8 adet F-16/70 tipi saldırı uçağına toplam 1.200.000.000 US Dolar peşin ödeme yaparken ve Bulgaristan siyasetinde son sözün ABD Büyük Elçisinin iradesini yansıttığı herkesçe bilinirken, GERB Kongresinde olayın sadece Başkan Yardımcısı Ts. Tsvetanov’un tavsiye edilmesine indirgenmesi, zaten hiçbir konuda görüş beyan etmeyen parti kadrolarını tamamen şaşırttı. Aslında iç politikada olduğu kadar, dış siyasette de sorunlu geçen 2019 yılında GERB Başkanı Borisov halkı yürütüp yönlendirmeyi bundan böyle tek başına devam ettiremeyeceğinin farkına varmış olacak ki, Mart sonunda yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, ilk kez olmak üzere, közleri sönmüş Demokratik Güçler Birliği (CDC) partisi ile ortaklık yaptı. 26 Mart 2017 genel seçimlerinden beri iktidar ortaklığı kurduğu, faşist ve ırkçılığıyla bilinen sözde “Yurtsever Cephe” üçlüsü – VMRO İç Makedon Devrim Örgütü; NFSB Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe ve “Ataka” artık resmi parçalanma yolunda ilk adım attı. “Ataka” lideri, Moskov’çu Volen Siderov, “F-16/ 70” US uçağı alma kararının mecliste onaylandığı an, üçlü cephe meclis grubu başkanlığından ayrıldı.


Makale ve Analizler - 2019

91

Öte yandan, Türkiye ile tüm sorunlarının “çantada keklik” olduğu havası savuran Borisov ile ilgili yeni gelişmeler oldu. 31 Mart 2019 Türkiye Yerel Seçimlerinden önce, Diş İşleri Bakanı Sayın M. Çavuşoğlu’nun soydaşlarımızla Tekirdağ görüşmesinde anadilimiz üstüne söylediği sıcak sözlerden dolayı Bulgar diplomasisinin haksız olarak özür istemesi, haklı olarak havada kaldı. Ardından T.C. Sofya Büyükelçisi Sayın Dr. H. Ulusoy’un Kırca Ali’de bir Türk şirketinin yeni yatırımının açılış töreninde yaptığı konuşmada, “Türk iş adamlarının Bulgaristan’a daha fazla yatırım yapmak için Türkçe öğrenimine önem verilmesi isteğini” hatırlatmasından sonraki gelişmelerde, esaslı bir gerekçe olmadan, Türk yetkililerden özür talep edilmesi ve bu isteklerin haklı olarak havada kalması, medyada olağanüstü ilgi uyandırdı. Ne ki, Bulgaristan Başbakanı Borisov’un bizzat müdahale ettiği bu olayların, hafta sonunda Güney Doğu Avrupa İşbirliği Süreci’nin Saraybosna zirvesinde Sırbistan Başbakanı Bayan Ana Brnabiç’le görüşmesinde 3. kez tekrar etmesi ve Belgrad’a verilen teminatla noktalanması, farklı düşünceler uyandırdı. Boyko Borisov gururlu bir kişilik sahibi ve yönetimi ferdi yönetime taşımaya elinden geleni ardına bırakmazken, toplumsal gerek görülen Bulgaristan’da Türkçe öğretimi ve Batı Balkanlar gibi önemli bir konuda öncü ve girişimci kibri donanımlı her konuda aracı oluruz edasıyla kürsüye çıkarken frenlenmesi, siyasetçilere onun 2013 ve 2017’de istifa nedenlerini anımsattı. Seri olaylar arabada tekleme belirdiğine ve dijital ayara gerek olduğuna işaret ediyor. Bunun siyasi anlamı: havada seçim kokusu var. Bizi izleyiniz. Paylaşınız. Okuyanlara teşekkürler.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dik Duralım!

Tarih: 11 Temmuz 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Srebrenitsa katliamı asla unutulamaz! Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti etnik devletlere parçalanırken, 1995’in 11 Temmuzunda Müslüman Bosna’nın SREBRENİTSA şehrinde tezgâhlanan soykırım asla unutulamaz. Unutulmamalıdır! Toplu mezarlardan çıkarılıp 24. yıl dönümü anma törenlerinde dua edilerek anıt kabrinde yerini alan 8 372 kahramana, Bosnalı 33 şehit daha dua edilerek toprağa verildi. Srebrenitsa anneleri bu günde 1000 kaybı daha arıyor. Uluslar arası Savaş Suçlarını Yargılayan Mahkeme olaya “katliam” dedi, artık katillerin pek çoğunu yargıladı, yenilerini aramaya devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Balkanlar’da ve Avrupa’da en büyük soykırımı Bosna’nın Srebrenitsa vadisinde Sırplar tarafından yapıldı. Bosna devletinin ve Cumhuriyeti’nin kurucusu, bilge lider Aliya İzzetbegoviç feci olayı dünyaya şöyle anlatmıştı: “Savaşı yaşamayan kişiye onu anlatmak çok zordur. Anlayamazsınız. Dört tarafı taşlarla çevrili bir şehre, her taraftan ateş edildiğini düşünün. Hareket eden her şeyi vurma emri veren bir zihniyet düşünün. Çocuk, kadın, bebek, yaşlı ayırmayan bir yöntem düşünün. Ağır silahlardan 700 bin merminin yağdığı bir şehrin ne hale gelebileceğini hayal etmeye çalışın. Milyonlarca boş kovan… Elimizdeki insanı malzeme tükendi… Şehirde gıda bitti, temiz su şebekeleri imha edildi. Elektriğimiz ve gazımız yoktu. Odun ve kömürümüz de… Şehre giriş ve çıkış da yapılamıyordu… Bir kuşatmaydı bu. Çocuklarımız, bebeklerimiz, yaşlılarımız açlıktan, bakımsızlıktan öldüler. Birleşmiş Milletler, bize yardım gönderiyoruz diye 30 yıl öncesine ait konserveleri, pirinç paketlerini gönderdiler. Bu konserveleri sokağa koyduğumuzda, kapağını henüz açmadan, köpekler bile onların kokusunu alıp henüz kaçıyorlardı. Savaşı yöneten bir lider olarak aldığım en acı haberler kadınlarımıza, kızlarımıza yönelik tecavüzlerdi. Maalesef, Bosna’nın her tarafından, Moster’den, Srabrenitsa’dan bu tür haberler alıyorduk. Bu, Sırp askerlere verilmiş kati bir emirdi”. Sırp entelektüellerin teorisini yazdığı etnik temizliğin bir parçası olarak Sırp yöneticiler tarafından kurgulanmış iğrenç bir plandı. Bir gün Broçka’da üç bin kardeşimizin boğazlanıp nehre atıldığını öğrendik, başka bir gün toplu soykırım Kosaraz’da devam etti, peşinden Priledor’da… ve sonra bütün Bosna’da…


Makale ve Analizler - 2019

93

Biz Sırplara düşman değildik. Onların yöneticilerinin bize ve ortak yaşama idealine karşı çıkmalarına direniyorduk. Yani Sırp devletinin işgal etme politikasına karşı. Ama düşmanımız yani Sırplar, doğrudan bizim milletimize düşmandı. Sırplar şehitlerimizi gömdüğümüz mezarlarımıza bile tahammül edemediler, hepsini tahammür ettiler… Sadece mezarlarımızı değil, tarihi eserlerimizi de… Yüzyılların kıymetli Mostar’daki Köprümüz, Saraybosna’daki NAHIT Kütüphanemiz ki, bu kütüphane Avrupa mimari tarzına göre, inşa edilmişti. Yıktılar. Yaktılar. Yıkılan 1300 camimizi saymaya gerek var mı bilmiyorum…

200 bin insanımızın öldüğünü, binlerce kadınlarımıza ve çocuğumuza tecavüz edildiğini, insanlarımızın açlıktan kırıldığını, yüz binlerce vatandaşımızın vatanlarından kaçmak zorunda kaldığını gördükleri halde Fransa, İngiltere, Rusya gibi büyük devletler ne yaptı dersiniz? Onlardan yalnız Saraybosna’ya uygulanan ambargoyu kaldırmalarını istediğimiz zaman, BMT Güvenlik Konseyi toplandı ve isteğimiz bu modern demokrat devletler tarafından reddedildi. Ben hem onların hem de Sırpların bana karşı işledikleri suçları af edebilirim, askerlerime karşı işledikleri suçları…


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ama söyleyin hangi sabır onların kadınlarımıza ve çocuklarımıza karşı işledikleri suçları af ettirebilir? Asla af etmeyeceğim. Bütün bu anlattıklarımdan sonra, Batı’nın ve Avrupa’nın Bosna’daki Soykırıma müdahale etmediğini söylemiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Onlar bu soykırıma doğrudan ve çok etkili bir şekilde müdahale ettiler: Sırplara yapabilecekleri her türlü yardımı perde arkasında yaptılar. Boşnakları elleri kolları bağlı bıraktılar ve sonunda zeminini hazırladıkları Müslüman kıyımını oturdukları yerden seyrettiler. Saraybosna’yı, Mostar’ı gezerken göreceksiniz ki, bizim şehirlerimizde park yoktur. Bütün parklarımız şehitlerimizin istirahatgahı olmuştur. Boşnakların en mahir olduğu işlerden biri de mezar taşıdır. Bu sözün ne anlama geldiğini şehirlerimizin dört bir köşesinde karşınıza çıkacak şehitliklerimizde göreceksiniz. Dünya Bosna’yı o mücizevi ve onurlu direnişiyle hatırlasın isterim de bizim yüreğimizde sakladığımız ama yine de yüzümüze yansıyan şey “acı” dır. Lütfen bu söz sebebiyle bize acımanız gerektiğini düşünmeyin, hatta sakın bize acımayın. Çünkü bahsettiğim bu acı ancak bir Boşnak’ın anlayabileceği ve hakkıyla yaşayabileceği bir histir. Biz acınacak bir millet değiliz aksine attığımız her adımda gururla yürüyoruz. Size Bosna hakkında anlatmak istediğim son şey çocuğunuz üstünkörü bildiği bazı detaylara vakıf olmadığı Srebrenitsa olayı hakkında… bir inanın hayatında karşılaşabileceği en aşağılayıcı, en zalim, en adi günlerin yaşandığı katliam… İnanın, o gün Srebrenitsa’da bilinen binlerce Boşnak kardeşimize Allah’ın kitapta bize anlattığı cehennemi tarif etseniz, onlar o cehenneme sığınmak için ne yapmaları gerekirse, mutlaka yaparlardı. Ama buna bile fırsatları olmadı… *** 24 yıl önce yaşanmış ve etkileri hala devam eden bir trajedidir bu. Avrupaya, NATO ve Birleşmiş Milletler kararlarına güvenerek silahlarını teslim eden bir halkı tamamen yok etme denenmesi yaşanmıştır. Fakat 1995 Temmuzunda Sırplar, Radko Mladiç komandasın da Srebrenitsayı tanklarla abluka altına aldılar. Dağlardan toplarla Srebrenitsa’yı bombaladılar. Silahsız insanların çoluk çocuk halkın üzerine ateş edildi. Sırp General Miladiç, boş sokaklı, evleri yıkılmış, Srebrenitsa’ya girdiğinde “Nihayet Türkler’den intikamımızı alıyoruz, artık onları Avrupa’dan tamamen kovmanın zamanı geldi” diye konuşuyordu.


Makale ve Analizler - 2019

95

NATO’ya bağlı uçakların İtalya üzerinden havalandığını ama yeni bir emirle geri döndüğünü biliyoruz. Facianın bir sahnesini, yine Aliya İzzetbegoviç’in anlatımından anımsayalım: “ Dokuz yaşında henüz erginliğe girmemiş bir erkek çocuğu düşünün. Yanında annesi var. Sırp askerler çocuğun başına silah dayamış ve o anda çırılçıplak soydukları kadına yani annesine tecavüz etmesini istiyorlar. Çocuklar askerlerin istediğini yapmayınca kafasına sıkılan tek kurşunla can veriyor. Bu sırada Hollandalı Barış gücü askerleri kulaklarına taktıkları kulaklıktan müzik dinliyorlar.” Vahşetin başka bir örneği: “ Bir Boşnak kadın, kucağında 5 yaşında bir kız çocuğu. İki asker, kızı annesinin kucağından indirmeden kadının kollarını ve ellerini iki yana açıp üçüncü bir askerin tecavüzüne yardım ediyor. Bu sırada Birleşmiş Milletler barış gücü komutanı, askerlerin komutanı Miladiç’le aynı masada bira içiyor. Bebe bağırıyor. “Kes sesini!” emreden asker, çocuğun dilini kesip yere atıyor.” *** Bu vahşete dünya “SOYKIRIM” dedi. 1972 -1973 ve 1984-1989 yıllarında biz Bulgaristan Müslüman Türkleri de aynı dehşeti yaşadık. İsimlerimiz, dilimiz, dinimiz değiştirildi. Bulgar komünist katillerin hedefindeki milli, etnik, ırk, dini soykırım vardı. Bizde de 200’den fazla Müslüman öldürüldü. Memleket baştan-başa kahramanların anıtlarıyla dolu! Binlerimiz sürüldü, ölüm kamplarına düştü, tutuklandı, içeri atıldı, yıllarca zindanda kaldı. Öğretmen Büyümüz Hocamız Nuri Adalı gibiler, 24 yıl hapislerden ve sürgünlerden çıkamadı. Soykırım, Fransızcada “genosit” olarak şu tanımla bilinir: Siyasal, ulusal, ırksal ya da dinsel bir nedenle, azınlık durumundaki bir insan topluluğunu soyca yok etmeyi amaçlayan toplu öldürme eylemidir. Halk ve Özgürlük Hareketimizin (DPS) 1990’da Büyük Halk Meclisi milletvekili seçilen Prof. Dimitır SEPETÇİEV “Bulgaristan Müslümanlarına karşı milli, dini ve etnik soykırım işlenmiştir” dedi. 21 Mart 1991 tarihinde bir grup hukukçu, Bulgaristan Yüksek Mahkemesine delilerle kanıtlı ve gerekçeli bir karar sunarak, Ceza Kanunu’nun 162. Maddesine göre, Bulgaristan’da nüfusun bir kısmı olan, bir etnik grubu yok etmeyi amaçlayan sözüm olan “soya dönüş” sürecinin, hedefi ve sonuçları bakımından gerçekleştirilmiş bir soykırım olduğunu kabul etmesini istediler. Onlar, Birleşmiş Milletlerin tavsiyesi üzerine Bulgar Ceza Kanununa dahil edilen 416 ve 419. Maddelere dayandılar. Bu gerekçede örnek olarak 1989 yılına kadar ve daha önce işlenen sözüm ona “soya dönül süreci” suçları gösterildi.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

– madde, milli, etnik, ırk ve dini gruplara giren insanların kısmen veya hepsini yok etmek amacıyla işlenen suçların cezalandırılmasını kapsamına alıyor. Bu amaçla katillerin şu suçları işlediğine işaret edilirken cezanın da 10 yıl ağır hapisten başlayarak idamı da içine aldığına işaret ediliyor. Suçlar: Öldürmek, yaralamak, sakat bırakmak, bu gruplardan olan insanların devamlı olarak kafasını devamlı karıştırmak, küçümsemek, suç telkin etmek. Bu grupları tamamen veya kısmen bedenen yok olmasına neden olan fiziksel koşullarda yaşamaya zorlamak. - madde: Bu suçların işlenmesine göz yuman komutan, önder ve yöneticileri kapsar ve aynı cezalarla cezalandırılmasını öngörür. Bununla birlikte Bulgaristan avukat ve hukukçuları Bulgaristan Müslümanlarına karşı işlenen suçları soykırım olduğunu, Ceza Kanunu’nun milli düşmanlık ve kin ve öfke kışkırtmanın cezalandırılmasını öngören 162. Ve aynı kanunun 282. Maddenin 3. Fıkrasında suç olarak gösterilen güya “soya dönüş” gibi uygulamaların savunmasız vatandaşların malına mülküne el atmak için kullanıldığını soykırıma gerekçe olarak gösterilmişti. İsim değiştirme ve 360 bin Türkün vatanından kovulması esnasında Bulgaristan Müslüman Türklerine soykırım işlendiği gerçeği, DPS Merkez Yönetimi Başkan Yardımcısı, Türk partisinin 36. Büyük Halk Meclisi milletvekili Prof. Dimitır Semerciev tarafından 1991 yılı Temmuzunda Bulgaristan Türklerine karşı işlenen soykırım gerçeğini Almanya’ya taşıdı. Berlin İnsan Hakları Sorunları Konferansında sunduğu raporda sunduğu büyük sayıda örnek arasında, Türklerin ve diğer azınlıkların çocuklarının anadillerinde eğitim almasının hala yasak olduğuna, dini bayramlarımızın yasak olduğuna, geleneklerimize göre yaşamamızın yasaklı olduğuna vurgu yaptı. Ülkemizde anadil yasağı 2019’da da devam ediyor. Prof. Semerciev Bulgaristan’da Müslüman azınlığın ekonomik baskı altında çalışmak ve yaşamak zorunda olduğuna, amansız sömürüldüğüne, azınlıklardan vatandaşların ancak kara işte kol emeğinde çalıştırıldığına, madenlerde, kirlilik düzeyinin çok yüksek olduğu ortamda ve öncelikle tarımda çalışmaya zorlandığına işaret etti. Prof. Semerciev, DPS partisindeki aktif çalışmalarında kaleme aldığı yazılarında, Bulgar toplumunun idare eden ayrıcalıklı sınıf ve milli azınlıklardan oluşan sefil alt sınıfa bölünmüş olduğunu, Türk azınlığın kolektif hakkı olmadığını, Türk milli ruhunun yok edilme saldırılarının devam ettiğine vurgu yaptı. Bir bilim adamı olarak, o 1990 yılında derinleşen Bulgar ekonomik ve mali krizi yükünün Türk azınlık sırtına yüklendiğine, bu azınlığın kısıtlı gelirle, ucu ucuna yaşamaya zorlanmış olduğuna işaret etmişti.


Makale ve Analizler - 2019

97

Azınlıkların yaşadığı il ve ilçelere, eğitim, sağlık ve kültürel ihtiyaçlar için devletin daha az ve yetersiz ödenek ayırdığını yazdı ve anlattı. Türk çocukların eşit haklı vatandaş olarak yetişmesinin her adımda engellendiğini ve etnik azınlığımızın sürekli yok edilme baskısı ve tehlikesi altında yaşamaya sıkıştırıldığını defalarca belirtti. Bulgar makamlar, Bulgaristan Türklerine karşı “soykırım” ve yarıca “kültürel soykırım” işlendiğinin mecliste onaylanması engellemede ve resmi kurumlarca Uluslar arası İnsan Hakları Mahkemesine taşınmasını frenlemede yol kesen durumuna 1992’den sonra Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) ve onun hain başkanı Ahmet Doğan oldu. Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasında yaşadıkları soykırım ve kültürel soykırımın resmen tanınmasını ve açılan davaların hiç birinden karar çıkmamasını engelleyen politik güçler üzerinde ve bu davanın aşamaları üzerinde duracağız. 12 Temmuz 2019 Cuma, Srebrenitsa soykırımının 24. Yıldönümünde Bulgaristan Camilerinde Fatiha okunacağına ve hutbede bunlar anlatılacağına da inanıyorum. Okuduğunuz ve paylaştığınız için teşekkürler. Devam edecek.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Pontusçu Zihniyet Uyanıyor

BGSAM – İstanbul Tarih: 12 Temmuz 2019 Anavatanımızda da artık iyi tanıdığımız bir zihniyet ve tavırla karşılaşıyoruz.

AK Parti Kocaeli / Başiskele ilçe başkan yardımcısı Süleyman Özkaraaslan’ın basına sızan düşmanlık zihniyeti, yeni seçilen İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Yunanistan’a gidip Pontos haritası önünde fotoğraf çektirmesinden sonra yüreğimizde cız eden ikinci iğrenç olay oldu. Hiçbir kimse, hiç birimizin milli duygularımıza, anavatan sevgimize, Türklüğümüze dil uzatamaz. Bu sözler ciğerinin derininde pontos nüktesi olmayan birinin ağzından böyle sözler çıkmaz. Biz Bulgaristan Türkleri 600 yıl Osmanlı devrinde ve 100 yıl da daha sonra o topraklarda iman ettik, Müslüman Türk ruhu yaşattık, Türkçe konuştuk, alın teri döktüğümüz toprakları vatan sevgisiyle bağrına bastık. Biz, 1989’da Bulgaristan’dan kovularak anavatanımıza sığınan Bulgaristan Türkleri, Biz Yemen, Edirne, Çanakkale ve Sakarya Savaşlarında sakat kalan gazilerin koynunda kanatlanmış Türk mücahitleriz. Bizi Bulgaristan’dan kovanlarla Türkiye’den kovma zihniyetiyle yaşayanlar arasında hiçbir fark görmüyoruz. İzninizle bir hatırlatmada bulunayım.


Makale ve Analizler - 2019

99

Saksonya-Coburg-Gotha prensi I. August’un (Augustus) en küçük oğlu ve Fransa kralı Louis-Philippe’in torunu olan I. Ferdinand Saks-KoburgGotski 1887’de Bulgar Prensliğine Prens olarak atanır ve 1908’de kendini Çar ilan eder. 20 Mayıs 1910’da Bulgar Çarı’nın kuzeni olan Büyük Britanya ve İrlanda Kralı ve Hindistan İmparatoru (1901-1910) olan Saks-Koburg-Gota sülalesinin birincisi olan VII. Edward vefat eder. I. Ferdinand Sofya’dan Londra’ya gider ve cenaze merasimine katılır. Ferdinand, Sofya’da sahne takımları hazırlayan bir terziye diktirdiği, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi sonucu 29 Mayıs 1453’te Osmanlı askerleri ile çarpışırken öldürülen XI. Konstantinos’un tören elbiselerini bavulunda saklı tutuyordu. O, Londra’da 1912’de Edirne’ye saldırma planlarını açıkladı ve Bulgaristan Başkentini Sofya’dan Ege adalarından Rodos’a taşıma niyetini ve Bulgaristan Müslümanlarından Hıristiyanlığı kabul etmeyenleri Anadolu’ya kovacağını gizlemedi. Bilmeyenlere anlatmayı bilgilendirmeyi bi borç biliyoruz, biz XX. Yüzyılda Avrupa’dan aşılanan Bulgar Çarları ve komünizm uşaklarıyla bir gün değil, bir saat bile ara vermeden Türk kimliği mücadelesi verdik ve kovulunca anavatanımıza sığınmak zorunda kaldık.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim vatan kavgamız bugün anavatanımız Türkiye’de de yalnız dış düşmana karşı değil, pontos zihniyetiyle başkaldıran ve hem iktidar hem de ana muhalefet partisinin bünyesine sızan, bazı güçlerle amansız mücadele şeklinde devam etmek zorunda olduğunu görüyoruz ve bu yüzkarası iletin kökü kazınmadan bize burada da rahat hayat olmadığına daha kesin inanıyoruz. Türklüğün bir ruh hali olduğunu ve onu yaşatmanın tüm Türklerin başat ödevi olduğunu belirtirken, Türkiye Cumhuriyetinin yöneten ilgililerden gerekli önlemleri acilen almaları gereğine saygıyla dikkat çekiyoruz. BGSAM - İstanbul Resim konusunda çok talep olduğu için resmi de koyuyoruz: ALTTA Fotografın arkasında Pontus Rum Devletine ait haritanın yer aldığı görünüyor.


Makale ve Analizler - 2019

101

Denge Kurma Zamanı

Tarih: 12 Temmuz 2019 Yazan: Av. Seniha Rasim SABRİ Konu: Anayasanın öteki adı Toplum Sözleşmesidir. Her işin bir ayarı ve dengesi vardır. Bulgaristan’ın geçmişindeki dengeli ve dengesiz devirler ilginçtir. Bulgarlar, ömrü 1 300 yıldan uzun devletimiz var derken, 800 seneden beri Bizans, Osmanlı, Almanlar ve Ruslar tarafından yönetildiler. Yönetimlerin de dış dengeleri vardır. İç dengeleri iç çelişkilerin ayarlanmasını sağlarken, dış müdahale bazen iç dengeye oturur ve egemen olur. XX. Yüzyıl’da Bulgaristan’da son olarak işaret edilen durum Rusya, Almanya, sonra yine Rusya ve Almanya ve sonunda Birleşik Amerika çöreklenmesiyle kendini göstermiş oldu. Durumun vaziyeti böyle olunca Anayasa bir demokrasi perdesi (maskesi) rolü görmekten ileri gidemez. Bulgaristan, Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra 4 Anayasa değiştirdi. Bunların her birinin farklı rolleri vardı. *** Önce Anayasaya bir bakalım. Nedir, ne değildir? Anayasa için temel kural ve ilkelerin bütünüdür diyebiliriz. Tüm önemli şeyler gibi anayasa maddelerinin de ilk önce taşlara yontulduğuna inanıyorum. Irak’ta yapılan kazılarda, M.Ö 2300 yılında Sümerler’de Lagaş şehir devleti kralı Urukagina tarafından çıkarılan en eski yazılı kanunların kanıtları bulunmuştur. M.Ö. 621’de Draco adlı bir katip, Atina Şehir Devletinin acımasız sözlü yasalarını yazılı hale getirmiştır. Anayasa, bir ticaret kanunu, vergi yasası, deniz veya havacılık hukuku değil, onların hepsinin üstünde olan ve adaletin ana dayanağıdır. O, yere ve zamana göre, toplumsal ilişkilere değişen kurallar koyma, düzen sağlama gereğinden doğmuştur. Bu bakıma Anayasalar kısıtlayıcı veya özgürlükçüdür. Yenidünyada ilk Anayasa 1781’de Birleşik Amerika’da kabul edilmiştir. Bu esas üzerindeki gelişmeye dayanan ABD Başkanı Abraham Lincoln 1854 yılında “özgürce doğan bütün insanlar eşittir” demiştir. Eski kıt’ada Toplumsal Sözleşmeye götüren aydınlığı yakan Jean-Jacques Rousseau; (1743-1826). Toplumsal sözleşme veya sosyal sözleşme; bireylerin karşılıklı uzlaşma, bazı kurallara uymak üzerinde anlaşma ve birbirlerini şiddet, sahtekarlık veya dikkatsizlikten korumak için birleştirdiğini varsayan bir kavramdır. İnsanlar arasındaki kullanımı, insanların bir devlete ya da otoriteye bağımsızlıklarının bir kısmından hukukun üstünlüğü anlayışı ile vazgeçmeleridir. Yönetilenler tarafından, bir takım bazı kurallar ile yönetilme üzerine anlaşma olarak da düşünülebilir. Bunun başka bir adıysa ANAYSA’dır. Anayasal düzen ise, anayasal monarşi, liberal demokrasi ve cumhuriyetçiliğin temelini hazırlamıştır.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Bugün günlerden 13 Temmuz 2019’dur. Sonuçlarından III. Bulgar Devleti’nin doğacağı 1878 Berlin Konferansı çalışmalarına 141 yıl önce bu gün başlamıştı. O güne kadar Avrupa kıtasında yapılan hiçbir uluslar arası konferansta, konferans kararında, Manifesto ve bildiride BULGARİSTAN adı geçmemişti. Sözde Bulgaristan’ı “kurtarmaya” gelen Rusya Çarı bile hiçbir resmi evrakta BULGARİSTAN dememişti. “93 Harbinden” sonra Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasında imzalanan (3 Mart 1878) San Stefano geçici Protokolü ile barış sağlanmış, fakat Bulgarlar için gerçekleştirilmesi bir hayal olan bir yalan olarak ortada kalmıştı. Berlin Konferansı’ndan önce (Haziran 1878) Rusya’nın Londra Büyük Elçisi ile Britanya Krallığı arasında varılan bir Anlaşma’da Kuzey Bulgaristan eyaletinde Bir Bulgar Prensliği, Güneyde ise “Doğu Rumeli” otonom bölgesi kurulmasına önceden karar verilmişti. Bu karar Berlin Konferansında onaylandı. *** Bulgaristan’la ilgili bu karara yürürlük kazandırmak için Tırnovo Büyük Halk Meclisi Kaymakam Konağında toplandı ve 12 Temmuz 1879 tarihinde Birinci Anayasayı onayladı. Bulgaristan Anayasal Monarşi ilan edildi. 12 Temmuz 2019’da Sofya halk meclisinde ANAYASA TÖRENİ düzenlenecekti. . Tören günü, 240 milletvekilinden 121’i kayıt yaptırmadı, çoğunluk sağlanamadı, 3. ANAYASA GÜNÜ vesilesiyle törensel toplantı ve kutlama yapılamadı. Aslında ANAYA GÜNÜ meclisin kutsalıdır, çünkü bir yasama organı olan meclisin temel ödevi Anayasa’ya uygun yasa ve kararlarla memleketi yönetmektir. Böyle önemli bir günde çoğunluk sağlanamaması, Bulgaristan’daki kaidenin “it ürür, kervan yürür” usulünce tepindiği izlenimini güçlendirdi. Şimdiki Anayasamız, 140 yıllık III. Bulgar devletinin 4. Temel kanunudur. 1990 Haziranında seçilen Büyük Halk Meclisinde hazırlanıp onaylanmıştı. Bu meclise, yıllar yılı ağır mücadeleden sonra, 1990’da Hak ve Özgürlük Hareketi adıyla siyasi sahneye çıkan, Bulgaristan Müslüman Türklerinin 23 milletvekili, onların politik temsilcileri sıfatıyla bir grup olarak katılmıştı. Yeri gelmişken şu özelliğe vurgu yapmak isterim. Bulgar parlamenter tarihinde daha önce de mecliste 23-24 Müslüman milletvekili yer almıştır. Örneğin 1913’te Vasil Radoslavov’un Liberal Partisi 24 Müslüman milletvekili çıkarırken, 1919’da Çifti lideri Aleksandır Stanboliyski de Müslüman vekilleri aday listelerine almıştı. 1973 Anayasasının kabul edilmesine de 23 Türk milletvekili oy vermişti. Ne var ki, 1991’de, Bulgaristan Türkleri Anayasa hazırlama forumuna ilk kez bir parti grubu olarak, daha yüksek bir bilinçle katılmayı sağlamıştık. 1973’te sosyalist demokratik düzen Anayasası olarak hazırlanan, fakat çok kısa bir sürede totaliter rejime dönüşen, yasama, yürütme ve yargı arasındaki farkı kaldırıp, idareyi bütünüyle komünist partisinin eline veren, devlet, hükümet ve parti yönetimini de diktatör Todor Jivkov’un iradesine bırakanlar, aslında zulüm kuyusunu kendileri kazmış ve içine düştüklerini hemen anlayamamışlardı.


Makale ve Analizler - 2019

103

Burada özellikle işaret edilmesi gereken Bulgaristan Müslümanlarının 3.ANAYASA GÜNÜ; sözüm ona “Soya Dönüş” (vızroditelen protses) ve Golyamata ekskurjiya (Büyük Göç) ” gibi zorla isim değiştirme, total yasak uygulayarak kimlik değiştirip Bulgarlaştırma ve komünist partisinin asimilasyon politikasını kabul etmeyenleri ülkeden kovma siyaseti yaşandı ki bu aslında çok yönlü bir soykırımdı. Artık bu olayların üzerinden 40-50 yıl geçti. Önemli yeni gelişmeler oldu. Haziran 2019’da Çorlu Belediyesi ve Tekirdağ “Namık Kemal” Üniversitesi girişimiyle şehirde bir uluslar arası forum düzenlendi. Anayasa ve yasalarda yer almayan komünist rejim ve ideologlarının icat ettiği ve sosyal medya, basın yayın ve hatta bilimsel çevrede yarım asır zorla dayatılan ve telkinle kabul ettirilen “soya dönüş” ve “Büyük Göç” veya “Büyük Seyahat” gibi gerçekleri çarpıtan kavramların kullanılmamasına oybirliği ile karar verildi. Gerçekleri büyült geç altına aldığımızda, Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) 4. Anayasa’ya götüren yolda Bulgaristan Müslüman Türklerinin toplumsal dönüşüm ve değişim iradesini belirleyen, topluma öncülük eden siyasi bakımdan olgun, örgütlü ve bilinçli bir güç olarak rol almasını, bilinçli olarak engellediğini görebiliyoruz. 1990 baharında, ilk özgür seçimlerin yapılmasından önce kurulan YUVARLAK MASAYA Türk temsilcilerin alınmaması bu tespitimize kesin bir örnektir. Ve burada BKP MK’nin 2 adet kararına işaret etmek iyi olur görüşündeyim. Bir) 29 Aralık 1989’da BKP MK’nin değiştirilen Türk isimlerinin ve yasaklanan din haklarının iadesi kararıdır. 1 390 000 Müslüman ismi değiştirilmiş, 1100 cami kapısına anahtar takılmış, 325 imamın maaşı kesilmişti. Bu vatandaşlardan birçoğu o tarihte tutukluydu. Dikkat çekilmesi gereken nokta, bir siyasi partinin kendisini ANAYASA, YASA VE TÜM KURALLARIN, HUKUKUN üstüne koymasıdır. Anayasa o tarihte BKP MK’ne böyle bir hak tanımamıştı. BMP MK suçlu durumdaydı. İki) 16 Ocak 1990 tarihinde Halk Meclisi Milli Sorun Bildirisi ve Halka Çağrı kabul etti. Bu belgelerin anlamı, isimleri iade edilenlere karşı başlayan saldırılarla ilgiliydi. Bulgarların kafasına Türklerin “İslamlaştırılmış Bulgar” oldukları telkin edilmiş, boş kafalar zonkluyor, milliyetçiler kuduruyordu. İsim değiştirme zulmüne katılmış olan “Yuvarlak Masa” ileri gelenleri “kendi kendine gelin damat” olup durumu yatıştırmayı üstlenmişlerdi. Toplum bu ikiyüzlülüğün içinde seçime ve 4. Anayasa’ya gitmeye hazırlanıyordu. Bunlar Çorlu Forumunda da konu oldu. 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un dikta rejiminin yıkılmasına, BKP’nin maske değiştirip Sosyalist Parti (BSP) olmaya soyunmasına iten korku ortadaydı. Dönüşüm ve değişim isteyen yeni devrimci güç, Türkler sahnedeydi. Zaman hesap sorma ve yeni denge kurma zamanıydı. Görüşümüze göre mayalanan dönüşümün kudret kaynağı, Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs ayaklanmasıydı. Ayaklanmaların pek çok şekli olabilir. Bulgaristan’da Türk ayaklanmasının 2. Aşaması toplu göç, yani ülkeyi vatandaşlığını koruyarak geçici bir süre için terk etme şeklini aldı. Bu örgütlü ve bilinçli büyük dalga devleti çökertmiştir. Karne sistemi başlamıştı. Türkler ekmek teknesini sırtlamış Türkiye’ye taşıyordu.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yola hazırlananlar 1989 Temmuz ve Ağustosunda Razgrat’ta 155 milyon levayı, Kırca Ali’de de 250 milyon levayı bankalardan çekti. Sovyetler Birliğinde görevli Türk işçiler Türkiye’ye aktı. Tüm İşler durdu. Moskova da dahil, tüm devletler Bulgar devletine borç para vermedi. Bulgaristan’da sosyalizm ve komünizm hayali balon gibi patladı. Bulgar toplumunun en çalışkan ve dürüst iş gücü sahneden çekişmiş, politik kudretini dış ülkeye taşıyordu. Çorlu Konferansında, Bulgaristan Türklerinin devrimci dönüşüm, adalet ve demokrasiyi hayata çağıran bilinçli ve örgütlü bir güç olduğu gerçeği hak ettiği nitelemeyi, oynadığı rolün gerçek değerini bulamadı. Konuya değinen Sofya Yeni Bulgar Üniversitesinden (Nov Bılgarski Universitet) Doç. Dr. Mihail İvanov’un (etnik sorunlar uzmanı olarak Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in danışmanlığını yapmıştır) savunduğu görüşe göre, Çorlu forumu olayların yorumlanmasında niteliksel ayrım farklarının aşılmasına katkıda bulunmadı. Şöyle konuştu: ”Türk meslektaşlarımla Mayıs 1989 olaylarının yorumlanmasında aramızda farklar var. Benim tezime göre Bulgar totaliter rejimi diğer sosyalist ülkelerdeki ve Sovyetlerdeki rejimle birlikte çökmüştür. Yıkılmaması imkânsızdı. Olaya Doğu ile Batı arasındaki soğuk savaş açısından baktığımızda, Bulgaristan’da sosyalist sistemin sosyo-ekonomik imkânlarının tamamen tükenmesine geçerli nedenler vardı. Burada Bulgaristan Türklerinin gurur duymaları gereken bir şey varsa, o da eksiksiz bir şekilde örgütlenmeyi başarabilmiş olmaları ve isyanı gerçekleştirerek, komünist sistemin yıkılmasına büyük manevi bir katkı sağlamış olmalarıdır Şu gerçekler çok önemlidir: Bulgaristan Türkleri Bulgaristan’daki baskı terör ve zulme karşı tüm tutuklu, mahkûm ve sürgünlerin hemen serbest bırakılması için, isimleri, din haklarını ve 1950’lerde elde ettiklerini kültürel edinimlerin iadesi istekleriyle isyan etmiştir. Bizim Moskova’daki M. Garboçov idaresiyle işimiz olmamıştır. Üstelik Gorbaçov silah zoruyla isim değiştirme zulmünün durdurulması isteklerine kulak asmamış, bizi duymamıştır. Ayaklanma Programındaki hedef maddeleri yukarıdakiler gibiydi. Doç. İvanov, Bulgaristan Türkleri Ayaklanmasının Bulgar dönüşümündeki rolünü küçümseyerek, ülkenin daha öte dönüşüp değişmesindeki rol ve önemlerini önemsizleştirmek için, iç hedef ve sorunları rafa kaldırıp komünist sistemin yıkılmasındaki rolümüzden dem vuruyor. “ Bizim derdimiz Todor Jivkov zorbacısıyla idi. Ayaklanmamızın Bulgaristan tarihindeki önemi ve rolü şöyle de anlaşılır: 1944-1989 yılları arasında Bulgaristan’da yalnız 3 ayaklanma olmuştur. Bunların Birincisi – “Gorunya darbe denemesi” olarak tarihe geçmiş ve Bulgaristan Komünist Partisi içinde Birinci Sekreter Todor Jivkov’u devirmeyi hedef almış, 11 kişinin tutuklanıp yargılanması ve 192 kişinin de görevine son verilmesiyle noktalanmıştır. 1972-1973’te Pomakların Batı Rodoplar’ da isim, din ve kimlik Değiştirmeye karşı başkaldırısında büyük sayıda ölü, yaralı, tutuklu, hapse ve toplama kampına atılan, çok sayıda evinden yerinden sürgün edilen olsa da, zafere ulaşamamış, toplum üzerindeki etkisi 1989 Türk Ayaklanmasına kadar yoğunlaşmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

105

Zor yıllarda kavgadan vazgeçmeyen Müslümanlar, bir yandan tutuk evlerinde gelişen Bulgar mahkûmların insan hakları direniş hareketiyle işbirliği oluştururken, Türk İsyanına 200 bin kişilik yedek güçle arkamızda olmuştur. Demek oluyor ki, Türk isyanı çok geniş bir kitleyi kucakladığından ve öncü rolünden dolayı komünist iktidarı felce uğratmış ve devirebilmiştir. Bu direnişlerin ana güç kaynağı özellikle Bulgaristan Müslümanlarının insan ve vatan hakkı mücadelesi olmasındır. 1984-1989 zulüm dönemi bir baştan sona ayaklanma dönemidir. 52 direniş örgütü kurulmuştur. Sürgünde ve zindanda örgütlü direnişler devam etmiştir. Demokratik Lig adında parti kurulmuş ve 21 Mayıs 1989’da Kongre çağırmıştır. Ayaklanmaya 72 bin kişi katılmıştır. Bütün azınlıkların desteğini almış, 37 şehit vermiş…. Bu kavga zaferle sonuçlanmıştır. Olaya daha derin bakalım: Birinci Bulgar Anayasası 1879’da Tırnovo’da toplanan Birinci Büyük Bulgar Meclisinde hazırlanıp kabul edildi. Bu anayasaya göre, Bulgar Prensliği, çok partili ve azınlık haklarını da tanıyan bir parlamenter monarşi devleti olarak kuruldu. Birinci Anayasa Bulgaristan Müslümanlarına oy kullanma hakkı tanımıştı. Şunu eklesek iyi olur: Berlin Konferansı aslında Bulgarları Rus İmparatorluğu tarafından asimile olmaktan kurtardı. Sizi “kurtardık” diyen Ruslar, Bulgarlara önce otonomi, ardından Tuna Rus eyaleti hakkı tanıyarak, hepsini eritip yutmak istiyorlardı. Birinci Anayasa’da Türk” kimliği geçmese de, bu haklar tüm Müslümanlara tanınmıştır. Önce ülkede Müslüman varlığı tanınmış ve kurucu meclise 9 Türk aydın ve 6 il müftüsü davet edilmiştir. Herkes bilir ki, 1850 yılında Balkanlarda yapılan nüfus sayımında 11 480 000 (on bir milyon dört yüz seksen bin) Müslüman kaydedilmiş ve bunların 2 000 000 (iki milyonu) 29 yıl sonra kurulan Bulgar Prensliği topraklarında yaşamıştır. 1885 yılında Bulgar Prensliği ve Doğu Rumeli’de ikamet eden nüfusun sayımında Müslümanların toplam sayısı 800 000 (sekiz yüz bin) olarak saptanmıştır. Demek oluyor ki, 1877-78 Rus-Osmanlı imparatorlukları arasındaki en büyük meydan savaşlarının birisinin Plevne, Şipka ve Stara Zagora (Eski Zara) gibi Türk nüfusun yoğun yaşadığı yerleşim merkezlerinde yürütülmesi, yerli Türkler arasından da büyük sayıda kurban verildiği ve Anadolu’ya toplu halde göç olduğuna kanıttır. Aynı zamanda Bulgar devletinin yerleştiği topraklardan Anadolu’ya göçlerin kitlesel devam ettiğine başka bir delil de, 1 Ocak 1888’ tarihinde yapılan seçimde ortaya çıkmıştır. Bu tarihte Müslümanların sayısı 607 331 kişi olarak kaydedilmiştir. 1925 yılında Ankara’da imzalanan Göç Anlaşmasına uyularak 1943 yılına kadar (18 yılda) Bulgar Çarlığından Türkiye Cumhuriyeti’ne 228 000 (iki yüz yirmi sekiz bin) Türk göç etmiştir. İkinci Dünya Savaşında Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göçü durmamış, 1950-51 yıllarından 212 150 (iki yüz on iki bin yüz elli) kişi göç vizesi almıştır.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sosyalist devletin Bulgaristan Türklerinin manevi (kültürel) haklarına şiddetli saldırılarının başlamasıyla 1964 yılında Türkiye konsolosluklarından 400 000 (dört yüz bin) Bulgaristan Türkü vize almıştır. Bu nüfustan 150 000 (yüz elli bini) kişi 1976 yılına kadar göç etmiştir. Son kitle göçü de 1989 Temmuz ve Ağustos aylarında 360 bin kişi olarak gerçekleşmiştir. Dördüncü Anayasa görüşmelerinin başladığı tarihte bu rakam 500 bin kişiyi bulmuştu ki, Bulgaristanlı Türkler Demokratik Anayasa’da hak ve özgürlüklerinin temel yasada ve yasalarda güvence altına alınmasında ısrarlıydı. Yalnız Türk isimlerinin ve dini hakların iade edilmesi demokratik ve adil bir sosyal düzen kurulabilmesi ve yaraların sarılması için yeterli olamazdı ve değildi. Bu konferans, olaya Berlin Konferansı (1878) ve 4. Anayasa (1991) ile paralel baksak da Bulgarlar için “Müslümanların gerçek düşman” olduğu görüşünü aşamamıştır. Yine Yeni Bulgar Üniversitesinden olan ve olayları ancak bir Bulgar olayı olarak ele alan Dr. Evgeniya İvanova, asimilasyonun uzun vadeli bir süreç olduğunu söyledi. Hedefinin kimlik değiştirme olduğunu, bu saçmalığın XX. Yüzyılın seksenli yıllarından herhangi bir kişinin kurumun veya partinin aklına ansızın esmediğini bildirdikten sonra şöyle konuştu: “1950 – 1970 yıllarında etnik temizlik hareketi başarısızlığı Pomak, Çingene ve Tatarların isimlerinin değiştirilmesine gerekçe oldu. Türklerin adları da bir defada ve hepsinin birden topluca değiştirilmemiştir, bu çalışma 10 yıl (1975 -1985) sürmüştür. Deyan Küranov konuşmasında, 1991 yılından başlayarak 2010 yılına kadar geleneksel Bulgar antMüslüman milliyetçiliğinin Avrupa lehinde yapılan propaganda ile perdelenip süslendiğini ve gerçeklerin saklanmak istendiğini belirtti. 1989 Ayaklanmasının etkisi bugün de devam ediyor. Şartları yaşanmaz duruma gelen ve 360 bin kişiyle başlayan ülkeyi terk etme hareketi arasız yoğunlaşarak 2019’da artık 3 milyon kişiye yükselmiştir. 12 Temmuz 2019 tarihinde DPS Genel Başkanı Mustafa Karadayı, son durumu şöyle nitelendirdi: “Şimdiki iktidar mutlaka yüzüstü düşecektir. Ülkedeki sosyal ve politik durumu ve Avrupa Parlamentosu seçimlerini analiz ettik. Ülkemizi yöneten halk yardakçısı milliyetçi yönetim başarısızlık batağına demir atmıştır. Çöküşten sorumlu olan GERB partisidir. Öfke kızışıyor, toplum bölünüyor. Vatandaşların hak ve özgürlükleri güvence altında değildir ve sürekli ayakaltına alınıyor. Seçim kuralları her seçimden önce değiştiriliyor. Hükümet şeffaf ve onurlu seçim örgütleyemiyor. Adalet sağlanamıyor. Kanunlar uygulanmıyor.” Bu durumun temelinde olan gerçek, Bulgar halkının ömür boyu hiçbir başarılı ayaklanma, devrim ve reform yapamamış olmasında ve dönüşüm ve değişim gerçekleştirebilecek Türkler gibi milli kimliği olgunlaşmış azınlıkları rol dışı bırakıp devlet ve kamu bünyesinden uzaklaştırmasında gizleniyor. Örneklersek ve Balkan tarihinin yeni döneminin 1875 Bosna Hersek Ayaklanmasıyla başladığını dikkate alırsak, 1875’te Bulgarlar da İç Devrim Örgütü Başkanı Aleksandır Stambolov yönetiminde Stara Zagora’da; ikincisi de Gürgevo Komitesi ve Komitacı Georgi Benkovski tarafından yönetilmiş Nisan 1876 Ayaklanması da başarısız olmuştur.


Makale ve Analizler - 2019

107

13 Temmuz 1878’de toplanan Berlin Konferansına kadar, Bulgaristan adı II. Aleksandır veya başka bir Rus Çarının bir Manifesto veya kararında, Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arasında 3 Mart 1878’de imzalanan Yeşil Köy protokolünde yer almamıştır. Berlin Konferansının hazırlıklarını Rusya İmparatoru II. Aleksandır adına yürüten Graf. Evgeniy Novikov, anılarında, Çar’ın Özel Kalem Odasından aldığı talimatlarda, “Balkanlarda büyük bir Bulgar devletinin kurulmasına izin verilmemesi emredildiğine” işaret ediyor. Şöyle ki, Tuna kıyısında bir Bulgar Prensliği ve Güney Bulgaristan’da Osmanlıya bağlı Doğu Rumeli otonom eyaleti kurulması kararı, Berlin Konferansından önce (Haziran 1878) Londra’daki gizli görüşmelerde alınmıştır. Hatta büyükçe bir Bulgaristan kurulmasına karşı çıkan Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Graf İgnatiev, başkentleri Tırnovo ve Sofya olan 2 eyalet kurulmasını önermiştir. Yine aynı zamanda Ruslar Bulgar dilinin yok edilmesi ve yerine bir İslav dili geliştirilmesi projesi hazırlamışlardır. Bulgaristan’ı sözde kurtaran Ruslar, ardından özerk bir bölge (anklav), daha sonra da Güney Tuna Eyaleti oluşturarak Bulgaristan’ı asimile etme tasarımını da çizmişti. İşte böyle bir ortamda gerçekleşen gelişmelerden Berlin Konferansına “Bulgaristan’ı kurtaran konferans”, 1989’da hazırlanıp onaylanan Anayasa’ya da tm eksikliklerine rağmen, Bulgar devlet yapısının ana belgesi diyebilir miyiz? Bugün Bulgaristan’daki karmakarışık durumda ne 12 Temmuz Anayasa, ne de 13 Temmuz Berlin konferansı gününü kutlama iradesi olmaması, olağanüstü endişe verici bir durumdur. Okuyanların paylaşmasını rica ediyoruz. Teşekkür ederim.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Üçüncü Darbeyi Yapamadılar Tarih: 15 Temmuz 2019 Yazan: Av. Seniha Rasim SABRİ Avrupa Bulgaristan Türkleri Derneği Başkanı Konu: FETTO salgını ve bugün

Türk halkı ve yurtseverlerimiz, geçen yüzyılın 2. yarısında yaşanan zalim askeri darbeleri ve darbe denemelerini asla unutamaz. Her darbe denemesi bir ibret dersi olmuş, hepimizi yüreklendirip birbirimize kenetlemiştir. Halkımızı korkutup ilk gözdağı verme denemesi, Başbakan Adnan Menderes’in tutuklanıp asılmasıyla başlamıştır. O, halkı seven ve ülkemizde tarım, sanayi ve kültür reformu yapmaya çalışan bir önderdi. Menderes, Amerika’ya son gidişinde, 34. Başkan Dwight D. Eisenhower’le görüşürken, “Türkiye’ye 4 fabrika kuralım” demişti. “Biz sizi bir tarım ülkesi olarak görüyoruz” cevabını aldı. Washington’dan boş elle döndü. Ne var ki, Türkiye’nin atılımlı kalkınmaya hamle zamanı gelmişti. Moskova’da Leonid Brejnev devlet başkanı koltuğuna yeni seçilmişti. Menderes görüşme talep etti ve davetiye aldı. Kendisiyle şu, Amerika’dan koparamadığı, 4-5 fabrika meselesini görüşecekti. Sovyet taraf olaya olumlu baktığını hemen duyurdu. 27 Mayıs 1960 NATO Generalleri darbesi gecikmedi. Moskova yolunu kestiler. Türkiye’nin demokratikleşme ve uygarlaşmasına ilk büyük darbe vuruldu. İkincisi 1980’de geldi. 1971 ve 1997 yıllarında ise hükumetler istifaya zorlandı. Aynı dönemde 6 defa darbe denemesi yapıldı ki, bunların arasında sonuncusu olan 15 Temmuz 2016 darbe girişimi olağanüstü gaddar ve acımasız oldu. Darbecilerin ve muhtıra yazarlarının iplerini çeken Washington “üst aklı” (şeytani akıl), başarısız denemelerine yenilerini eklerken imparatorluklardan gelen Türkiye siyasetinde ve bölgesel siyasal alanda istediği gibi at oynatmanın kolay olmayacağının farkına vardı. Darbe yapamaz hale gelen ordu, ülkede demokratikleşme ve yeni medeniyete yükselme yolu ortasında kocaman bir kaya oldu. Plan ve hesap değiştirenler, Türk ruhunu istedikleri zaman çökertme tuzağı kuranlar, bu defa devletin içinde FETO yılanı büyüttüler. 45 yıl süregelen bu içten içe zehirleme süreciyle devletin kılcal damarları aforoz ve Türk ruhunun yok edildiğini sanıp, 15 Temmuz 2016 gecesi darbe yapmaya kalkışanlar aldandı. Önce Türk halkıyla hesaplaşmaları gerekeceğini düşünememişlerdi. Köprü başlarında, hava-alanlarında, radyo TV stüdyolarında sokaklarda yenildiler. Şanlı Türk bayrağı dalgalandı. Elllerinde Türk bayrakları ile tankları durdurdular. Hiçbir yerde gönderden indirilemedi. Halkımız bugün de Milli Marşımızı gururla söylemeye devam ediyor.


Makale ve Analizler - 2019

109

15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanımız Erdoğan, ölüm tuzağından çıkmış, uçakla İstanbul Atatürk Hava alanına indiğinde, önce halkımızı sokaklara ve meydanlara çıkıp, darbecilerin elini kolunu bağlamaya çağırdı. Bu çağrıya herkes uydu ve darbecilerin ruhu ve omurgası kırıldı. Darbe denemesinin büyük özellikleri vardı. Darbeci hainler Türkiye içinde FETO imam ordusu ve İmamlar iktidara el atabilseler, anavatanımızı parçalamaya ve yeni devlet ilan etmeye dağdan inecek kandilden içeri girecek ve hazıra çökecekti. T.C. Silahlı kuvvetlerde, poliste ve adliyede eli kolu olan bir ahtapot şeklinde örgütlenmiş ve tek merkezden, ABD-Pensilvanya odaklı uluslar arası darbe güçleri tarafından yönetilip yönlendirilen bir saldırı başlamıştı. NATO-ya bağlı Türk Hava Kuvvetlerinin ve komando birliklerinin Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı ve ailesini özel komando saldırısıyla yok etme teşebbüsü, meclis binasının, MİT-Jandarma Genel Merkezinin ve Bordo Bereliler üssünün basılması hain planın amansızlığına ve derinliğine işarettir. Fakat hesaba katmadıkları Türkiye’nin gerçek sahipleri vardı. Bunlar üst seviyede kişileri temizlerken altta da sokaklarda da halk bunları derdest ediyordu, bir anda şaşakaldılar. Dünya bile şaşkınlıkla izliyordu olanı biteni. Türk Milleti yine tarihte olduğu gibi, bu hain darbe gecesinde de Türkiye devletinin gücünü halktan aldığını, deneyimli, bilinçli ve cesur Türkiye halkının tek yumruk olup tüm darbe yelten-işlerini suya düşürüp, darbecilerle hesaplanabileceğini öngörememesi ne kadar zavallı olduklarına kanıt oldu. Çünkü devletin her kademesine kendi insanlarını yerleştirmişlerdi, bunu takip eden gören ve izleyen kişilerin olduğunu akıllarından bile geçmedi. Çünkü onlar için Türkiye Cumhuriyeti Devletini onların yerleştirdikleri kuklaların yönettiğine eminlerdi… Amma halkı hiç mi hiç hesaba katmamışlardı. Türk halkının silahlarını, uçaklarını ve yetkilerini kullanarak, Türkiye devletini yok etme denemesi sonuçsuz kaldı. Halkın elindeki iş makineleri, traktör ve biçer dönerlerle, çöp kamyonlarıyla, kepçelerle uçak pistlerine, ana kavşaklara ve stratejik yollara halkın akması, ay yıldızlı bayraklarla yükselen dalga zafer yeni Türkiye yıldızı doğdu. Halkı sokaklara çağıran Sayın Erdoğan’ın daveti karşılıksız kalmadı ve halk bu çağırıya uydu. O gece, biz Bulgaristanlı soydaşlar, Tüm Batı Trakya ve Balkan göçmenleri omuz omuza kenetlenmiş gece karanlığında zafer yolunda aydınlık olduk. Ruhsal birliği pekiştiren “Başka Türkiye Yok!” sloganıydı. Bu Büyük denizin bizlerde bir damlası olduğumuzu ve Yeni Türkiye’nin artık OKYANUS’A dönüşmesi gerektiğini hep birlikte haykırdık. Türkleri Anadolu’dan kovmak isteyenler daha önce Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Cönk Bayırında yenilmiş, İzmir’de hepsi denize dökülmüşlerdi. Dış saldırıyla yenilmeyen Türkleri kendi içlerinde birbirine kırdırma planı bu defa hareketteydi. Türk halkını alt etmenin molla-imam işi, hain sürüsü davası, terörist tuzağı olamayacağına akıl erdirememişlerdi. Arkalarında Amerika, para babaları, bankalar ve kışkırtıcı medya olunca her şeyi “çantada keklik” sanmışlardı. Bu plan artık kaçıncı defadır, tutmuyordu! Hepsi kahrolmuş, çıldırıyorlardı. Türkiye’yi ele geçirmeden ileri adım atabilmeleri imkânsız olduğunu görünüyordu. Yarım asır süren hazırlık yine boşa mı gidecekti?


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

251 şehidimiz var. Ruhları şad olsun. İsimleri köprülerde, kahramanlıkları anıtlarda yaşıyor, halkımızın gönlü mertlik, cesaret ve inançla dolup taşıyor. Gazilerimize saygımız sonsuz. Halkımız Büyük Yeni Türkiye davasını kucakladı, yöneticilerimiz de artık savunmadan atağı geçti ve ilerledikçe güçleniyor. Artık hainlerin “para ve akıl babası” ortada, bunların üst aklı pardon şeytani akılları artık bizleri çözemiyorlar. Akılları ermiyor, kim bu halka ümit veriyor kim akıl veriyor gece gündüz bunu düşünür olmuşlar. Onların himayecisi orada, kol kanat açanlar biliniyor. Yargıdan korkuyorlar. Birbirlerini suçluyorlar. Yalan bir dünya peşinde olanların maskesi düştü. Türkiyeyi parçalayıp bölme ve talan etme planları ortaya çıktı. Hiç birimizin başka bir yalana inanma, hayale kapılma tahammülü kalmadı. Adalet yerini bulsun ruhu hâkim oldu. Türkiye’nin, boynuna takılan Amerikan tasmasını çekip kopardığını bilmeyen görmeyen kalmadı. 1960’ın sonunda 4 fabrika kurmak için el açan ve onurlu davranan başbakanın dar ağıcında gören Türk halkı, son 50-60 yılda defalarca engellenmesine rağmen, halk iradesinin her şeyin üstünde olduğunu kabul ettirmek için, hele 2002’den sonra çok uzun bir yol yürüdü. Haberler, dünyanın en modern ve yetkin savunma teknolojili S-400 Rus Füze Sisteminin Ankara’ya indiğini duyuruyor. Darbe esnasında merkez yaptıkları yere S-400 ler indi bunu da anlayan anladı… Ak Kuyudan başlayarak 3 Nükleer Elektik Santrali Türkiyeyi ve komşularını baştan başa yeniden aydınlatacak. Türk halkı kendi otomobili, otobüsü ve gemisiyle, kendi ürünü hızlı trenlerle, modern uçaklarla yolculuk ediyor. Dünyanın en büyük hava-alanı, en donanımlı karşılıklı çifte ana yol sistemi, yer altı ve yer üstü geçitleri, en uzun kara ve demir yolu köprüleri Türkiye’dedir. Yakın Doğu ile de beraber, çevresinde 2 bin kilometre besleyen, giydiren ve donatan ülkemizdir. İnsanlı ve insansız uçak ve helikopterlerimiz terör güçleriyle savaş alanlarında, Mehmetçiğin kullandığı kendi yaptığı silah ve mermi kendi ürünümüzdür. 4 milyon savaş kaçağına ve sığınmacıya konut, yeme içme, çocuklarına okul ve her birine sağlık hizmeti ve işveren Türkiye Cumhuriyetidir. Barış, güvenlik, huzur, dostluk ve kardeşlik şiarlarının gerçekleştiği ülkedir ana-vatanımız. FETO – “aydınlatma” hamlelerinin Türk Dünyasına zararı da olağanüstü büyük oldu. 80 yıllık Sovyet egemenliğinden kurtulup milli kültür hamlelerine heveslenen Türkistan içerisinde bulunan Türk Cumhuriyetlerine “İngilizce müfredatlı” okullarla giren ve son hedefinde emperyalist istihbarat servislerine ajan yetiştirmek, genç cumhuriyetleri içinden kuşatmak ve boğazlama planları ortaya çıktı. Birçok ülkeden kovuldular. Bu sinsi planlarında Türkiyeyi kullanmaları kötü oldu. Aynı salgın hala kurban almaya devam ediyor. Şimdi ise ABD kendisine yapılacak darbeden nasıl kurtulacağını kendisi düşünsün. Hain tuzaklar, Bulgaristan’a da kuruldu. 1958’den sonra Türk okullarımız kapanmıştı. Türk Okulu açılacak sandık. FETO Okulu açıldı. Gazete çıktı. Zengin çocuklarına paralı İngilizce eğitim verilirken halk evlatlarına bir Türkçe kursu açılmadı. Hain hocanın kitapları Bulgarca basıldı, Pomak nüfusa dağıtıldı. İmam Hatip Okullarına ve İslam Enstitüsüne geri kapalı hocalar yerleştirildi.


Makale ve Analizler - 2019

111

Ezberci eğitim sistemini benimsemeyen evlatlarımız ezildi, dövüldü, zora sürüldü. İnsanımızı yeni bir Türkçe korkusu sardı. Sanki FETO-cu eğitimcileri Bulgar milliyetçileri kiralamış insanlarımıza acı çektiriyordu. FETO hainleri Bulgaristan’da Türkçeye ve Türklüğün suyunu çekti. Bir de “tolerans” diye bir şey tutturdular. Papazlar Ramazanda, Kurban Bayramında sofra başına çöktüler. Hepsi ödüllendirildi. Papaz İmam öpüşmesini ilk kez FETO âdeti olarak gördük. NATO-FETO-cu militan kadrolar, gazeteci ve muhabir kılığına girip Bulgaristan Müslüman Türklerini devlet ve hükumet katlarında temsil etmeye kalktılar. Bulgaristan Müslümanları Diyanetine ve Baş Müftülüğe, İşleri Müftülüklerine ve camilere çöreklendiler. Türkiye’den gelen eğitimde yardım paralarına el attılar. Düşmanlık ve zehir saçan Bulgaristan “Zaman” gazetesi zorla iş adamlarına satıldı. Bazı bölgelerde paralar emekli maaşlarından kesildi. Darbeci başının hainlik dolu kitapları kan kusan kitaplar camilerimizde okundu. Antlaşması neticesinde Türkiye’ye giden 1 500 gencimiz çoğu geri dönmedi. Başımıza gelenler anlatmakla bitmez… Bulgaristan’daki FETO salgınından bugün de kurtulabilmiş değiliz. Başka bir Türkçe gazetesi çıkarılmasına maddi kaynak bulunamazken, 2016’da FETO-Karargahı ülkemizden Amerika’ya taşınırken, bazı mali kaynaklarını işler bıraktı. “Zaman” gazetesini “Haftaya Bakış” başlığı altında yayınlarına devam ettiler. Gerçeği çarpıtan, Türkiye tarihini ve gerçeklerini, politik, ekonomik ve kültürel düzenini ter yüz anlatan, halkımıza korku aşılamaya devam eden paralı TV programlarına katılmayı sürdürüyorlar. Bu yayınların Bulgaristan Türklerinin uyanmasına hiçbir yararı olmamış ve yoktur. Bu çarpık gidişin amacındaki, okulları henüz kapanmayan FETO ruhunu Bulgaristan’da yaşatmak, öğrencileri gizli hedeflerine kazanmak, isim değiştirme, din yasağı ve katliamlarla dolu geçmişimizde katilleri haklı göstermek, Bulgaristan Türklerinin ruhunu incitici tezlerle düşmanlık ve kin tohumları ekmeye azimle devam etmektir. Bulgar ırkçı milliyetçileri ile FETO kırıntıları el ele vermiş ve birliktir. Burada Almanya’da da 15 Temmuz darbe girişiminin 3. yıl dönümünde tüm camilerde eş zamanlı selalar okunuyor. 15 Temmuz Büyük Yeni Türkiye savaşçılarının zafer günüdür. 15 Temmuz şehitleri anma günü vesilesiyle şanlı Türk halkını ve yenilmez Türk ruhunu kutluyoruz. Ne mutlu Türküm diyene! Ne mutlu 21. Yüzyıl Türküne!


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ŞANLI DİRENİŞ Ve MİLLETİN ZAFERİ:15 TEMMUZ’U ANLAMA ŞUURU Nevzat ÖZTÜRK

Devlet olmak, millet olmak hiç de kolay değil. Hiç ağaçların kısa zamanda büyüyüp birden bir orman olduğunu gördünüz mü? Hiç tarihin bir devrinde birden bir milletin ortaya çıktığını okudunuz mu? Ulu çınarlar gibidir millet olmak, zaman ister. Kök salmak için, yurt tutmak için zaman ister, emek ister, can ister. Anadolu’yu Türklerin teşrifinden bu yana az zaman geçmedi, dile kolay neredeyse 950 yıl, bu yıllar boyunca hep şehitlerin kahramanlıklarıyla anıldı bu topraklar. Alparslan’dan Ertuğrul’a, Osman Gazi’ye Yıldırım Beyazıt’a, Fatih’ten Abdülhamit Han’a oradan Kurtuluş Savaşı’na medeniyetlerin kesişim noktası bu topraklarda hep bir varoluş ve diriliş mücadelesi ola geldi. Beylikler dağıldı, imparatorluklar kuruldu, imparatorluklar dağıldı Cumhuriyet yeşerdi. Karşı tarafta sürekli aktörler değişti ama bu varoluş, diriliş mücadelesi hep canlı kaldı. Ama bu varoluş mücadelelerinden hiçbiri 15 Temmuz gecesindeki kadar can yakıcı olmadı. Bu kadar acımasız, bu kadar garip, bu kadar insafsız, bu kadar kahpe ve sinsi bir oyun görülmedi şimdiye kadar bu topraklarda. Tarih boyunca din, vatan, millet ve manevi değerler uğrunda savaş meydanlarına, cephelere seve seve koşan ve ölümün kucağına atılan aziz milletimiz; 15 Temmuz 2016 tarihindeki hain darbe girişimini bir işgal olarak gördü ve FETÖ/PDY teröristlerinin karşısına bu şuurla dikildi. Tankın, topun, uçağın, helikopterin karşısına sadece imanıyla, inancıyla, yüreğiyle çıkan aziz milletimiz, hain darbe girişimini bozguna uğrattı. O gece Türkiye; tüm renklerini, meşreplerini ve farklılıklarını geride bırakarak tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet olmanın şuuruyla birleşti. Milletimiz, hukukuna sahip çıkarak iradesini hiçe sayma girişimine karşı koydu ve kaderini heveslerine göre çizmeye çalışanlara “dur” dedi. O gece milletimizin destansı zaferi yanında, İslam dünyasının duaları, niyazları ve yakarışları da bize güç verdi. Türkiye’nin en uzun gecesinde 249 vatan evladı şehit oldu, 2196 kardeşimiz ise gazi rütbesine erişti. 15 Temmuz, ülke ve toplum tarihimiz açısından bir milattır. Fert, millet, devlet ve medeniyetimiz açısından tarihin önemli bir eşiğinde olduğumuzu göstermektedir. Bu zor zamanda her vatandaşımız ihanet girişimine tepki vermiş ve halkımız ortak idealler çerçevesinde bir araya gelerek bir destan


Makale ve Analizler - 2019

113

yazmıştır. 15 Temmuz sadece bugün değil, ülke tarihinde de yüce milletimizin şanlı bir zaferi olarak yerini alacaktır. 15 Temmuz hain darbe girişiminin üçüncü yıl dönümünde, cesur yürekleri ile destan yazan şehit ve gazilerimizin aziz hatırasına sahip çıkmak, bu şuuru, bu inancı fert ve millet olarak yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak vatan borcumuzdur. Tarihinin en ağır imtihanlarından birini yaşayan ülkemiz, 15 Temmuz 2016 gecesi hayâsız bir akına maruz kalmış, Allah’ın inayeti, idarecilerimizin dirayeti, aziz milletimizin cesareti ve kahraman silahlı güçlerimizin üstün gayretleriyle bu büyük tehlike bertaraf edilmiştir. Yaşanan hain darbe girişimi, sadece ülkemizi değil, Müslüman dünyayı ve umutlarını barışa, adalete ve itidale bağlamış olan insanlığı da hedef almıştır. Zira bizler biliyoruz ki, aziz milletimiz hem ateşler içinde yanan coğrafyamızın hem de insanlığın umududur. Hakikatsizlik girdabında sürüklenen dünya, İslamofobi ile çalkalanan Batı, mazlum toprakların Müslümanları bizden çok şey beklemektedir. Böyle bir beklentiyi sona erdirmediği, mazlumların hamisi olmuş bu milleti muhafaza buyurduğu için Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd ediyoruz. 15 Temmuz, devletimizin bekasını hedef alan, toplumumuzun değerlerini hiçe sayan, müstevli emeller uğruna memleketini ateşe vermekten çekinmeyen bir zihniyetin ürünüdür. Yıllar yılı tezgâhlanan sinsi bir plan 15 Temmuz gecesi sahneye koyulurken, sanki Allah Teala’nın asırlar önce beyan buyurduğu bir hakikat yeniden tecrübe edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle yer alır: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya kalkışmıştı da, Allah (buna engel olmuş) onların ellerini sizden çekmişti. Allah’a karşı gelmekten sakının. Müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (Maide, 5/11.) Arkasına birçok şer odağının desteğini alarak güçlenen ve sadece darbe değil, aynı zamanda katliam planları yapan FETÖ yapılanmasının karşısında milletimizi muzaffer eyleyen, ilahî kudretten başkası değildir. Bu asi topluluğa karşı göğsünü siper eden halkımızın yegâne istidadı ve imdadı, Allah’a olan imanı ve vatana olan aşkıdır. Hak Teala, bu imanı ve aşkı karşılıksız bırakmamıştır. Bu nedenle O’na olan hamdimizi ve şükrümüzü artırmak öncelikli vazifemiz olmalıdır. Diğer birvazifemiz ise, şehitlerimizin hakkını vermek, gazilerimizin kıymetini bilmektir. Milletinin onurunu ve hukukunu, evlatlarının geleceğini korumak uğruna bu gecede hayatlarını kaybeden şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum. Onlar Malazgirt’ten Çanakkale’ye uzanan bir destanın satırları, şüheda ecdadın şüheda torunlarıdır.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizlere o gece özgürlüğümüzü ve bütünlüğümüzü hediye etmekle kalmayıp, adeta hepimizi uyandırarak bilincimizi harekete geçirdiler. Acıdan ders almanın, zafer coşkusundan bir şuur inşa etmenin yolunu açtılar. Biliyoruz ki onlar için hayat devam etmektedir. Emanetleri ise kurtuluşumuz uğruna can veren bütün şehitlerimizle birlikte bizlerin omzundadır. 15 Temmuz bizlere göstermiştir ki, hiçbir güç Allah aşkı ve vatan sevgisiyle dolu yüreklerden daha üstün olamaz. Devletimizin bütün kurumlarını yerle yeksan etmeyi, irademizi çökertmeyi, milletimizi sindirmeyi ve İslam ümmetinin umudunu toprağa gömmeyi hedefleyenler, rezil ve zelil olmuşlardır. Aklını, idrakini, izanını ve vicdanını ihanet odaklarına kiralayanlar, kendi tuzaklarında boğulmuşlardır. Her kim vatanın, ümmetin, mazlumun, mağdurun ve muhacirin yanındaysa Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve inayeti onun yanında olmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in beyanı açıktır: “Sakın üzülmeyin ve gevşemeyin, eğer inanıyorsanız üstün olan, en yüce olan sizsiniz.” (Âl-i İmran, 3/139.) 15 Temmuz darbe girişimi yüksek maliyetler doğursa da devlet ve toplum nezdinde FETÖ ile yapılan mücadelenin meşruiyetini pekiştirmiştir. Bu dönemden sonra özellikle Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) devlet organları önemli ölçüde FETÖ’den arındırılmıştır. Türkiye’nin uluslararası ölçekte FETÖ mücadelesi de önemli bir ivme kazanmış ve örgüt ile irtibatlı olduğu bilinen eğitim kurumlarının kapatılması talep edilmiştir. Türkiye’nin bu talebi bazı ülkeler tarafından olumlu karşılanmış ve özellikle eğitim alanında FETÖ’nün kurumları devre dışı bırakılmıştır. Bunun yanı sıra Körfez İşbirliği ve İslam İşbirliği Teşkilatları da FETÖ’yü terör örgütü olarak ilan etmişler ve 15 Temmuz darbe girişiminin bu örgüt tarafından tertiplendiğini deklare etmişlerdir. İslam dünyası ve Afrika kıtasında FETÖ ile mücadelede etkin iş birliği söz konusu iken başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinde de aynı etkinlik görülememektedir. Demokrasi ve insan hakları konusundaki ilkesel yaklaşımları ile kendilerini ön plana çıkartan Batılı ülkelerin FETÖ’ye ilişkin pasif tavrı, örgütün diasporada etkinliğini devam ettirmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bundan sonraki süreçte FETÖ ile etkin, kararlı ve her alanda yürütülecek sistematik bir mücadele esasının belirlenmesi hayati önem taşımaktadır. Bu doğrultuda devletin yanı sıra bütün toplumsal unsurların seferber edileceği topyekûn bir mücadele konsepti belirlenmelidir. Hem yurt içi hem de yurt dışında bazı önlemler alınmalı ve bu doğrultuda şu çalışmalar yapılmalıdır:


Makale ve Analizler - 2019

115

Terör örgütlerinden arındırma pratiklerinde dünya örnekleri izlenmeli ve bu konuda kapsayıcı bir model geliştirilmelidir. Türkiye’deki dini yabancılaşma ortamından beslenen ve mensuplarını çarpık bir teolojik formasyonla bilinçlendiren örgütün, her türlü söylem ve eylemleri deşifre edilmelidir. Bu alanda başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere diğer kurumlarla koordineli bir karşı söylem geliştirilmeli ve örgütün bu yönüne dikkat çekilmelidir. Diasporadaki sosyal ve ekonomik sermayeleri göz önünde bulundurulduğunda örgütün sadece ülke içerisinde pasifize edilmesinin sorunu bütünüyle çözmeyeceği açıktır. Mistik metafizik bir dile sahip olan örgütün içerisinde lidere mutlak itaatin sorgulanmadığı hesaba katıldığında lider tasfiyesinin (decapitation) ne denli gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda terör örgütlerinde lider tasfiyesinin örgütün çözülmesinde ana etmen olduğu ve bu doğrultuda adımların atılmasının zaruri olduğu gerçeğinden hareketle somut adımlar atılmalıdır. Diasporada üretilen karşıt söylemlerinin etkisizleştirilmesi adına koordineli bir kamu diplomasisi yürütülmelidir. Batılı uzmanlar ve küresel medyanın Türkiye temsilcilerine FETÖ ile ilgili tanıtıcı bilgiler verilmeli ve periyodik toplantılar yapılmalıdır. Yeni dinî hareketlerle karşılaştırmalı örnekler sunulmalı ve örgütün tehlikelerine dikkat çekilmelidir. Batı kamuoyu nezdinde etki gücü yüksek olan kurumlara FETÖ örgütünün hiyerarşik ve şeffaf olmayan yapısı bütün ayrıntılarıyla gösterilmelidir. Hollanda, Almanya ve ABD gibi ülkelerde FETÖ ile ilgili önceden yapılan kapsamlı araştırma ve soruşturmalar yeniden gündeme getirilmeli ve söz konusu ülkelerin bu konuda aldığı tedbirler ortaya koyulmalıdır. FETÖ’nün devlet içinde bu kadar güçlenmesindeki en önemli neden, hiç şüphesiz bunların eğitimle ilgili çalışmalarıdır. Bu terör örgütü devletin ihmal ettiği birçok sahayı doldurmasını iyi bildiği ve bunu değerlendirdiği açıktır. Eğitim sistemindeki yanlışlar ve açıklar bunları besleyen en önemli damar olmuştur. Devletin en azından bundan sonra daha anaokulundan başlamak üzere eğitim sistemine köklü çözümler sağlaması ve öncelikle öğrenciler için devlet eliyle her trülü barınma imkânları sağlanmalıdır. FETÖ para ve zenginlik, para ve makam dağıtıp, devlete alternatif olan bir sistem inşa etmeye çalışmakla birlikte, üyelerine ölümden sonraki hayatlarında cennete gideceklerine dair vaatler de vermektedir. Burada örgütün psikolojik öğelerin yanı sıra inançları kullanması durumu da söz konusudur.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cenneti vaat etmesi sonucunda gerçekleştirdiği tüm ahlaksızlıkları ve hukuksuzlukları meşrulaştıran FETÖ’nün (ki bu noktada DAEŞ’e benzemektedir) üyelerine her türlü eylemi yaptırabilme etkisi söz konusudur. Dolayısıyla bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığına da önemli bir görev düşmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı teolojik açıdan FETÖ ve DAEŞ gibi yapıların dinî sahaya nüfuzlarına müsaade etmemeli, dinî kural ve değerlerin çarpıtılmasına karşı sistematik mücadele verilmeli ve dinin örgütler tarafından araçsallaştırılmasının, din temelli radikalleşmenin de önüne önüne geçmelidir. Katı laiklik uygulamaları, din temelli toplulukların örgütlenmelerinin kapalı nitelikte olmasına neden olmuştur. Bu toplulukların sivil toplum kuruluşları gibi faaliyet göstermeleri beklenmiş, ancak bu yapılar sivil toplum örgütlenmesi niteliğinde de kalamamıştır. Dolayısıyla ilgili alanlarda devletin denetimi büyük önem arz etmektedir. Bu minvalde gerekirse bu yapılanmaların kontrolü adına Tekke ve Zaviyeler Kanunu yeniden gözden geçirilmelidir. Dinî örgütlenmelerin dinî sahada tutularak bunların bürokraside yapılanmalarının önüne geçilmelidir. Bürokrasi FETÖ’den boşalan yerlere göz diken ve devlet içerisinde örgütlenme gayretinde olan başka gruplara da kesinlikle göz yumulmamalıdır. FETÖ ile mücadelenin dinsel değil siyasi bir mücadele olduğu, FETÖ gibi terör örgütlerinin siyasi alanda yayıldıkları hususu vurgulanarak, kamuoyu aydınlatılmalıdır. FETÖ soruşturmaları sonucunda kamu hizmetinden ihraç edilen kişilerin yakınlarının radikalleşmemeleri için bir kontrol mekanizmasının kurulması gerekmektedir. Kamudan ilgili bir kaç kurumu bu konuda çalışma yapmak üzere görevlendirmek gerekir. İsmi barış, esenlik, saadet, adalet anlamlarına gelen yüce dinimizin bin yıldır bayraktarlığını yapmış; farklı dine, kültüre, inanca mensup insanları adaletle yönetmiş ve bu tarihsel geçmişiyle sadece İslam dünyasının değil, tüm mazlum milletlerin umudu olan yüce milletimiz, varlığını ve gücünü zorbalıktan, sömürüden, baskıdan alanların birinci derecen düşmanı olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Çünkü biliyorlar ki! Türk milletinin ve devletinin güçlü olması, İslam dünyasının ve tüm mazlum milletlerin güçlü olması demektir. Bu sebeple milletimizin ve devletimizin iradesini zayıflatmak, birlikteliğini bozmak için fırsat bekleyen iç ve dış düşmanlar buldukları her fırsatta harekete geçmeyi ihmal etmemişlerdir. 15 Temmuz gecesi yaşananlar bunun örneklerinden birisidir.


Makale ve Analizler - 2019

117

Hepimiz şunu iyi bilmeliyiz. Bu vatan hepimizin. Vatanımızı seviyorsak , milletimizi seviyorsak işimizi iyi yapacağız. Öğrenci isek öğrenciliğimizi, öğretmen isek öğretmenliğimizi, memur isek memurluğumuzu, esnaf isek esnaflığımızı, çiftçi isek çiftçiliğimizi iyi yapacağız. Vatanımıza, devletimize, demokrasimize her şart ve durumda sahip çıkacağız. Şu unutulmamalıdır ki; devletin sahibi millettir. Milletin üzerinde bir güç yoktur. Demokrasi herkes için gerekli vazgeçilmez bir unsurdur. Yöneticileri millet seçer ve ancak milletin kararı geçerlidir. Tarihimize kara bir leke olarak geçen menfur olay sebebiyle hayatını kaybeden şehitlerimize Allah’tan rahmet; milletinin yanında yer alan asker, polis ve sivil tüm yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. Başta Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Recep Tayyip ERDOĞAN olmak üzere, siyasi iradeye, siyasal partilerimize, tüm kamu kurum ve kuruluşlarımıza, demokrasi için meydanlara inen sivil toplum kuruluşlarımıza (özellikle BULTÜRK’e milletimizi bilinçlendirdiği için), kendi içindeki kirli oyunu bozan askerimize, güvenlik güçlerimize ve demokrasiye olan inancıyla 15 Temmuz 2016 Cuma gününden itibaren tüm geceleri sokaklarda geçiren milletimize bu hain girişime karşı gösterdikleri dik duruş nedeniyle minnettarız. Ay yıldızlı bayrağımızın gölgesinde onurlu, yürekli ve huzurlu insanlar olarak geleceğe yürümek istiyorsak; millet olmanın değerini, bizi dipdiri ayakta tutan ezanların, salaların ve inanç değerlerimizin kıymetini, tarih şuuru ve vatan sevgisinin önemini, ruh hafızasına kazınmış sahih bir dindarlığın desteğine ihtiyacımız olduğu bilincini hep diri tutmalıyız. Yüce Rabbimiz bir daha milletimize böyle kötü günler göstermesin. Vatanımıza, bayrağımıza, mukaddesatımıza göz diken iç ve dış düşmanların, ihanet şebekelerinin bütün hile ve tuzaklarını boşa çıkardığı için Yüce Rabbimize sonsuz hamd olsun. Millet olarak birliğimiz, beraberliğimiz, kardeşliğimiz hep daim olsun. Bütün şehitlerimizin ve gazilerimizin manevi dereceleri yüksek olsun. Yarınlarımız hep aydınlık olsun… Allah’a emanet olunuz…


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her Oy Bir Mermidir

Tarih: 2019-07-17 Yazan. Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Seçme ve seçilme özgürlüğü ve seçim usulü Aktif ve pasif seçmen. Ayrımcılığın yasal biçimlerinden biri. Değişik bir dünyada yaşıyoruz. Seçimle işbaşına gelenler, seçimden, herkesin oy vermesinden ve hatta seçim pusulasından korkuyorlar. Evet! Doğrudan doğruya korkuyorlar. Vaktiyle, ilk seçimler Atina’da yapılırken, oy pusulası, oy sandığı, seçim komisyonu, komisyon başkanı, komisyon üyeleri, seçim kaşesi, noter tasdikli imzalar, zarfları sayanlar, çuvallara dolduranlar, çuvalların ağzını bağlayanlar, mühürleyenler, oy taşıyan araçlar, Yüksel Seçim Komisyonu vs vs yokmuş. Hatta seçim kanunu bile yokmuş. Belki de insanların aklına seçimlerin sosyal yaşamda, demokrasi ortamında en önemli denge kuralı ve aracı olacağı da kimsenin aklından, hatta aklının ucundan geçmemiş. O zamanlar yalnız bir kişinin seçilmesi önem arz ediyormuş. Atina Belediye Başkanı seçiliyormuş. Ne ki o devirde herkesten Atina Belediye Başkanı olmuyormuş. Önce asker olması, General rütbesine yükselmesi, savaşlara katılması, zaferler kazanması ve nihayetinde aday olması şartı ana kuralmış. Belediye başkanı oylaması da 1 günde değil, 1 yıl boyu sürüyormuş. 3 sene Atina’da yaşayan ve kaydı tamamlanmış erkek ve kadınlar seçime katılabiliyormuş. Oy kullanmak için seçimden önce 6 ay Akropol etrafında bir yerde yaşamış olma, ya da sabah saat 7 ile akşam 18 (19) arasında oy kullanma işlemi de yokmuş. Seçim nasıl mı oluyormuş? Bir asırlık, koyu gölgeli, sık yapraklarının oluşturduğu şemsiyeden yağmur damlaları dibine düşmeyen, kocaman bir sedir ağacı, altında gövdesine dayanmış kocaman bir beyaz mermer levha ve kenarında bir sepet içinde kömür parçaları tasavvur ediniz. Kömürler beyaz mermer levhaya çentik atmak için durur orada. Ne için çentik atılıyormuş?


Makale ve Analizler - 2019

119

O yıl Atina’yı yöneten Belediye Başkanından herhangi bir konuda memnun olmayan, gider sedir ağıcı gölgesine, eline aldığı kömürle mermere bir çizgi çekermiş. Kimsenin bu çizgiyi bir yılda 2 defa çekme hakkı yokmuş. Oy kullanmaya sebep, şehrin susuz, kışın yakacaksız kalması, salgın hastalığa karşı önlem alınmaması, yabancıların şehre dolması, huzurun bozulması, açlık belirmesi, çöplerin toplanmaması, Pazar yerlerinin temizlenmemesi gibi sebepler olabiliyormuş. Yıl sonunda çentikler sayılır ve eğer şehirde ikamet eden sakinlerin yarısından fazlası sedir ağacının altına gidip hür iradesini ve Belediye Başkanından memnun olmadığını işaret etmişse, başkan görevinden alınır ve uzak adalardan birine sürgün ediliyormuş. Yeniçağdan 435 yıl önce hayata gözlerini yuman büyük antik tarihçisi HERODOT eserlerinde Atina’da seçim kavgasından söz etmemiştir. Hatta kışın yakacaksız klanların gece gece gidip sedir ağacı altındaki sepetten kömür çaldığını ve yakalandığını da anlatmamıştır. Demokrasi böyle dünyaya gelmiş. İlk çığlıkları halkın iradesine saygı, seçim aracı olan ve sandık işlevi gören çentik atılan mermere ve bu işi yapmaya yarayan o yılların tükenmezi kara kömüre saygı sonsuzmuş. Sedir ağacı ise, yazılı kuralları olmayan, genel geçerli ahlaka uyulan antik dünyayı simgeler. O zamandan bu güne ne değişti de, 16 Temmuz 2019’da Sofya halk meclisinde seçme hakkı olan vatandaşın oy pusulasını işaretleyip seçim sandığına eliyle mi atması yoksa makine aracılıyla mı oy vermesi konusu milletvekillerini birbirine düşürdü. Kanımca, bütün sorun yeniçağdan öncesi ile sonrasının farklı kurallarla işlemesinde gizlidir. O zaman, seçmen ben bu Belediye Başkanı’nı istemiyorum diye çentik atıyormuş, şimdi ise “ben bu adamı seçiyorum” – paramı aldım, kafasıyla oy kullanılıyor. Her şeyin kökten değişmesi gerek. Biz aslında eski kurallara dönsek 27 Ekim 2019 yerel seçimlerinde, Belediye Başkanı, muhtar ve belediye meclis üyelerini seçerken, “biz bu adamı muhtar, belediye meclis üyesi ve Belediye Başkanı” olarak istemiyoruz oyu kullanmalıyız. Çünkü görüldüğü üzere memleketimizde çok ciddi yolsuzluklar olduğunu duymayan kalmadı. Hatta Bulgaristan Cumhuriyeti Tarım Bakanlığına bağlı Avrupa Birliği (AB) Fonları Komisyonunda, 7 800 000 000 (yedi milyar sekiz yüz milyon) Avro paranın çalınarak çarçur edildiği ve hırsızlığın bu boyutunu düzeltmek ve toplumun üst katlarındaki dalaverenin yolunu kesmek için Bulgar hükümetinde güç kuvvet yok. 20 gün önce Bakanı ve Komisyon çapulcu ekibini büyük bir vinçle kaldırıp çöpe attılar. TV’ler haber bültenleri bugün aynı haberi tekrar etmekten bir hal oldu.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dün gece Bakanlık ve Fon yönetimine yeni atanan Genel Müdürlerden 9’u, adına adalet kepçesi demek istediğim, o büyük küreğe doldurup nezarete atılmışlar. Ben, bir gün önce çıkmalarına duacıyım, çünkü bu kadar hırsızı beslemek de bir dert, her çorbayı içmiyorlar, yemek seçiyorlarmış… Eski Atina’da su kanalından kimse su çalamıyormuş, çünkü kanalları 10 metre yüksekte olduğundan (İstanbul’daki Unkapanı Su Akıtma Tesisini hayal edebilirsiniz) kimse su çalmıyor, evlerin önünden akan oluk ve kanallardan akan suya pislik atmak, tükürmek, el yıkamak ve benzeri kesin yasakmış. Bu nedenle de Atina mahkemelerinde görülen su davası yok. Aslında şimdi de öyle. Atina suyu nasıl uzaktan geliyorsa, Bulgaristan’a tarımı özendirme milyarları da uzaktan gelmiş, Brüksel bankalarından çıkıp hiç kimsenin haberi olmadan Bulgar Bankalarına dolmuş, sonra da yine hiç kimsenin haberi olmadan işler kağıdına uydurularak kaçırılmış, çalınmış, kayıplara katılmış. Örneğin geçen 26 Mayısta seçip Avrupa Parlamentosuna gönderdiğimiz Pazarcık ili, Devin- Borino Belediyesi doğumlu, Hak ve Özgürlük Hareketi ‘nin sinek kaydı tıraşlı yeni başkanı Mustafa Karadayı’nın köydeşi olan Atice Alieva-Veli Tarım Bakanlığı Fonlarında Müdür görevindeyken köydeşlerine 10 milyon Euro aktarmış. 5 senede 3 misafir karşılamayan Borino’da konuk sarayları kurulmuş, paralar harcanmış, şimdi artık hesap verme zamanı gelince Ayşe hanım Başkan Mustafa Karadayı’nın yerine Brüksel meclisine gönderildi. Parti içindeki çetede sıkı dayanışma var. Demek istediğim şimdi bizde birici seçiliyor, yerine Brüksel’e başkası gönderiliyor. Seçmen şu şu gönderilemez, suçludurlar, sabıkalıdırlar listesine oy verse, sanki adalet yerini bulacak!… Eski zamanlardan bugüne dünya çok dönüştü ve değişti. Bulgaristan Prensliğinde ilk seçimler 7 Ekim 1879’da yapılmış. O zaman Prenslik nüfusu 2 007 919 (iki milyon yedi bin dokuz yüz on dokuz) kişi imiş ve vatandaşlardan 1 027 803’ü (bir milyon yirmi yedi bin sekiz yüz üçü) erkek, 980 116 (dokuz yüz seksen bin yüz on altısı) kadın, % 51’i Müslüman ve % 49’u da Hıristiyan yurttaşmış. Bu ilk seçimde 158 milletvekili seçilmiş. 10 bin kişiyi 1 vekil teslim ediyormuş. Kadınlara da oy hakkı tanınmış. (Romenler) Çingenelere bu hak tanınmamış. Adaylar arasında Hıristiyan, Müslüman ve Yahudiler listeye girmiş. Nasıl olur da nüfusun % 51’i, dolayısıyla seçmenlerin % 51’i Müslüman iken seçilen 158 milletvekilinden yalnızca 17’i Türk milletvekili seçilmiş, bunlardan dördü Bulgar vekillerle değiştirilmiş, meclis arşivinde


Makale ve Analizler - 2019

121

ancak 13 Türk milletvekili kaydı var. Bu durumda Türklerin 80 milletvekili olması gerekmez mi? 1989’da seçilen Türk Milletvekillerin isimleri ve bölgeleri: Rusçuktan (Ruse) 2 Türk milletvekili: Mustafa Efendi Nakşbendi ve Bekir Efendi. Şumen ilinde 6 Türk milletvekili seçilmiş: Dari İsmail, Hacı Şakir, Gençoğlu Memiş, Taci Müezin (Not: bu dört milletvekili Bulgar vekillerle değiştirilmiştir). MTestenci Mustafa ile Tapucu Mehmet meclis oturumlarına katılmıştır. Osmanpazarından 1 milletvekili seçilmiştir: Hüseyin Aga. Varna’dan 1 milletvekili – Latif Efendi. Razgrat’tan 1 milletvekili – Ahmet Efendi. Balçık ilçesinden 5 milletvekili – İdrisoğlu Ahmet, Hasan H. Mahmuduv, Hafız Mahmuduv, Hafız Balat, Ahmet Efendi. Eskicumaya bağlı Yağlı köyden (Kererovo) 1 milletvekili – Osman Efendi seçilmiştir. 1879 seçimlerinden başlayarak Müslüman seçmenin oyunu serbestçe kullanamadığı gün gibi ortadadır. Bu nasıl olmuştur. Bulgar prensliği özel bir kanunla ilk olağan meclis seçimlerine katılacak seçmenleri AKTİF SEÇMEN VE PASİF SEÇMEN OLARAK iki gruba ayırmıştır. Türk seçmene uygulanan aktif seçmen ve pasif seçmen ayrımcılığı: Silistre ilinde seçilen Türk milletvekillerinin yerine meclise yalnız Bulgar milletvekili gönderilmiştir. Gerekçe olarak seçilen Türklerin Bulgarca yazı dilini bilmemeleri gösterilmiştir. Şumen ilinde yerli seçim komisyonu seçilen 4 milletvekilini resmi dili bilmedikleri gerekçesiyle Bulgar adaylarla değiştirmiştir. Bu konuda Varna Eyalet Seçim Komisyonuna bir mektup gönderilmesi yeterli bulunmuştur. Ruse (Rusçuk) ilinde aday listeleri Türkçe ve Bulgarca hazırlandığından dolayı seçim sonuçları geçersiz kılınmıştır. Rusçuk şehrinde Türkçe yazılmış bültenlerle oy kullananların oyları da seçim sonuçları geçersiz sayılmış ve dolayısıyla insan hakları hiç sayılmıştır. Gabrovo ilinde seçilen Türk milletvekilleri yalnız Türkçe konuştukları, yazı dilleri de Türkçe olduğu için millet meclisine gönderilmemişlerdir.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anayasa’da resmi dili konuşup yazma istemlerine uymadıklarından dolayı seçilen Türk milletvekilleri aktif göreve seçilmiş olmalarına rağmen, meclise gitmeleri (resmi dil gerekçesiyle) engellenerek pasif duruma getirilmişlerdir. Görüldüğü üzere birinci olağan halk meclisi seçilirken Müslüman seçmene yalnızca “seçme” hakkı tanınırken, seçilme hakkı elinden alınmıştır. Bu Bulgaristan’da insan haklarının ve özellikle azınlık hakkının daha 140 yıl önce tanınmadığına kesin bir kanıttır. Bu ayrımcılık 2019’da da devam etmektedir. 1989 yılında 360 bin Bulgaristan Türkünün vatandan kovulmasından sonra 1991’de seçilen Büyük Millet Meclisinde hazırlanan, Halk ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ‘nin 23 milletvekili ve Demokratik Güçler Birliği (CDC)’nin 39 milletvekili tarafından kabul edilmeyen, imzalanmayan Anayasa yurt dışında Bulunan Bulgaristan vatandaşlarına pasif seçmen hakkı tanıdı. Dış ülkelerdeki soydaşlarımıza, kardeşlerimize, vatandaşlara seçilme hakkı tanımadı. Şöyle ki bugün dış ülkelerde 3 milyon Bulgaristan vatandaşı seçimlere ancak pasif katılabiliyor. 26 Mart 2017’de yapılan erken olağan meclis seçimlerine Avrupa, Amerika ve Kanada’dan 40 bin ve Türkiye’den 100 bin oy geldi, fakat bu oylarla dış ülkelerdeki seçmen kendinin gösterdiği 7 milletvekilini Sofya meclisine gönderemedi, dolayısıyla hepsi pasif seçmen durumundaydı. Bu nedenle olmak üzere, 1879’da Türk seçmenin mecliste aktif rol oynaması, çok kültürlü bir devlet yasalarını hazırlaması engellendiği gibi, 2019’da da demokratikleşme ve dönüşerek değişme ve adalet yolunda yenilenme yolumuz kesilmiş ve hepimiz (vatandaşların yarısı) seçmen olarak pasif duruma getiriliyor. Şöyle bir ayrıntıya işaret etmek istiyorum. 1879’da halk meclisinin 5. Oturumuna kadar Türkler salona alınmamış, Tırnova hanlarında beklemişler. Oturumda Anayasa ve onaylanacak olan yasalar 13 Türk milletvekillerine Türkçeye tercüme el kitabı olarak dağıtılmış, meclis idaresi Türkçeden tercüman tayin etmiş ve Türk vekillerin yasama organında aktif rolü hayat hakkı tanınmıştır. Tırnova Anayasası Bulgar Prensliğinde yaşayan tüm vatandaşların eşit insan haklarını ve özgürlüklerini savunmak ve geliştirmek için kabul edilmiş olsa da, daha ilk günde haksızlığı toplumsal yaşama yerleştirmiş, ayrımcılığa kök salma hakkı tanımış ve reel yaşamda toplumu, devleti ve geleceği bölmüştür. Bu ayrım bugün % 40 kara cahil, % 62 okuduğunu anlayamayan ve % 80 “debil” güçsüz ve çaresiz bir sosyal topluluk yaratmıştır. Bu rakamlar meclis kürsüsünden alınmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

123

Demek oluyor ki, bu sefilliğin ve çöküşün temelinde seçim sistemi, seçim usulü, seçmenin pasif ve aktif olarak ikiye bölünmüşlüğü ve bu tabanda yeşeren ırkçılık, milliyetçilik ve öfkeli ayrımcılık devam ediyorsa, biz çocuklarımız, bugünümüz ve geleceğimiz adına seçim sistemini değiştirmek zorundayız. Nasıl mı? Bir defa Bulgar vatandaşı olan, bugün Avrupa Birliği vatandaşı olan Bulgaristan vatandaşları, hiçbir surette olmak üzere,“yabancı” sayılamaz, sayılmamalıdır. Bu çifte vatandaşlık almış yurttaşlar için de geçerli olmalıdır. Memleketimizdeki faşizm ve totalitarizm tarafından yurdundan kovulanlar, ekmek parası için İspanya, Almanya, İsveç sokaklarını süpüren veya çöp tenekelerinden geçinenler sefil durumlarından ötürü, politik haklarından mahrum edilemez, edilmemelidir. Bunun için seçim usulü değiştirilmelidir. Ve hemen, daha yarın Bulgaristan’daki seçim sandıkları sökülüp kırılmalı, seçim makineleri kırılmalıdır. Meclisteki milletvekilleri seçim kanunu değiştirerek, BULGARİSTAN CUMHURİYETİNDE BİR TEK POSTADAN GÖNDERİLEN MEKTUPLA OY KULLANILIR kanunu hazırlayıp onaylamalıdır. Başkan yardımcısı olduğum Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK bundan 3 yıl önce, daha 2016 yılında Bulgaristan’da seçim yasasının değiştirilmesini ve POSTA İLE OY KULLANILMASINI önerdi. Dış ülkelerde çalışan, okuyan, sağlık hizmeti alan, gemilerde, ticaret ofislerinde, bankalarda, bilimsel merkezlerde, diplomatik temsilciliklerde görevli, çalışan ya da işi olmayan tüm vatandaşlarımız oyunu mektupla göndererek seçime katılabilir. Postadan mektup gönderenden kaç dil bildiği sorulmuyor. İngilizler, Almanlar, Avusturyalılar artık 100 yıldan beri seçim günü oy kullanmak için sandık başına gitmiyor. Bu ay Boris Jonson İngiliz Başbakanı görevine mektupla gönderilen pusulalarla seçildi. En basit seçim sistemi olarak, yazımın başında, Atinalıların çentikli seçim sistemini örnek olarak anlattım. Köftesiz, birasız, parti listesi, Bulgarca bilip bilmeyenler meselesi, tercihli seçim, her oy için 11 leva gibi birçok şarttan hiç birinin olmadığı bir seçim sistemidir POSTA İLE OY KULLANMA. Bu sene artık yerel seçimde kullanılmalıdır. Bu usul, Bulgaristan’ı Avrupa adaletine taşıyacak bir oy kullanma adaletidir. Siz de düşünün lütfen. Kimi istemezsek ona oy verme zamanı gelmiyor mu?


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fransa’dan, Kanada’dan, İstanbul’dan, İzmir’den, Bursa’da mektupla gönderilen oy pusulasıyla Bulgaristan’da adalet ve demokrasinin üstünlüğünü sağlamak sizin elimizdedir. Yasa değiştirip adaylarımızı gönderme hakkımızı da elde etmeliyiz. Paylaşınız. Bizi izleyin, önerin ve aynı değerlerde buluşalım. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

125

Gerçeklerin Yüzü Açılıyor

Tarih: 18 Temmuz 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Belirli bir süre için tarihle siyaseti ayrı ayrı ele almak gerekebilir. Tarih ve siyaset bazı kişilerde kristalleşiyor. Bulgaristan tarihinde bu şahıslar, Georgi Sava Rakovski, Vasil Levski, Stefan Stanbolov, Aleksandır Stanboliyski, Kimon Georgiev, III. Boris, Aleksandır Tsankov, Georgi Dimitrov, Todor Jivkov, Andrey Lukanov ve bazı başkalarıdır. Bu kişilerin hepsi için bir cümle kurmamız gerekirse, belirleyici olan hepsinin Bulgaristan ırmağında akıntıya karşı yüzmüş olmasıdır. Akıntı dendiğinde ise, Bulgaristan’la ilgili Rusya siyaseti anlaşılmalıdır. Bu yazımda, bugün 182. doğum yıl dönümü olan Vasil Levski ile 124 yıl önce başına satırla vurularak öldürülen Stefan Stanbolov’un hatırasını ananlara katılmak istiyorum. İkisi de Bulgaristan kahramanı ilan edilmiştir. Vasil İvanov Kunçev 1837’de Osmanlı İmparatorluğu’nun Karlıova (Karlovo) şehrinde dünyaya gelmiş, 1862 – 1873 yılları arasında Bulgar halkının iç kuvvetlerine dayanarak Osmanlı devletinden ayrılıp bağımsız ve egemen bir devlet kurması için Bulgar Devrim Merkez Komitesini (BDMK) kuran ve Bulgar nüfusun yaşadığı şehir ve köylerde iç örgütlenmeyi gerçekleştiren komitacıdır. Her yıl milli törenlerle anılan, büyük ve küçük şehirlerde heykeli olan, büyük sayıda okula adı verilen ve hemen hemen bütün ortaokul ve liselerde duvarlara asılı 5-10 resmi olan, aynılarından Bulgaristan Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın çalışma odalarında da ziyaretçilere duvardan bakan, sayılan ve milli kahraman ilan edilen bir simadır. 2019 yılına kadar okutulan ders kitaplarında ve komitacının hayat öyküsünü anlatan yüzlerce kitapta o, Bulgar milli devriminin ideologu ve örgütçüsü olarak tanıtılıyordu. 150 yıllık bir aradan sonra, (özellikle Kırım Savaşından ‘1853-1856’ sonraya ait Rus Çarlığı arşivlerinin açılmasıyla) Bulgar milli devrim hareketine ilişkin görüşler git gide değişti ve tarih tablosu yeniden biçimlendi. Bu yeni tabloda Bulgar Devrimi Merkez Komitesi üyelerinden (toplam 25 komitacı) Vasil Levski dışında hepsinin ücretli Rusya Çarlığı ajanı olduğu ortaya çıktı. İkinci olarak da, Bulgar milli bağımsızlık ve egemenlik hareketi ideologununGeorgi Sava Rakovski, Levski’nin ise yalnızörgütleyen komitacı olduğu kesinleşti.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Levski, Bulgaristan siyasi tarihinde en ahlaklı ve disiplinli lider olarak gösteriliyordu. O, devrim yapmak için topladığı 4,5 kilo altını kimden aldığının gram gram muhasebesini yapmış ve olayı belgelemiştir. Levski, devrim için parayı toplamaya İstanbul’da başlamış ve Koca Balkan Güney ve Kuzeyindeki şehir ve köyleri dolaşmıştır. Rus arşivlerinden çıkan, artık kitaplara giren ve Bulgar diline de tercüme edilen yeni belgelerden Levski’nin nasıl tutuklandığını öğreniyoruz. “14 Ağustos 1872’de Levski ve Vidrare köyünden Vutyo Vetov, Lovça (Loveç) zenginlerinden (çorbacı) Denço Halaça’dan para almaya giderken, marabası olan bir genç tarafından karşılanmışlar. Tutuklandıktan sonra Vasil Levski Bulgar Devrimi Merkez Komitesi üyesi (Rus Çarı’nın Balkan ajanlarından biri olan) Lüben Karavelov’a gönderdiği bir mektupta şu açıklamada bulunmuştur: ‘Halaça gelseydi hiçbir gürültü olmayacaktı, fakat bir genç geldi. Onu arkadaşım karşılandı. (Çocuk) yüksek sesle haykırdı: “İnsanlar gelin….yardım edin!” Ben yetişene kadar birbirine girmiş boğuşuyorlar ve genç haykırmaya devam ediyordu. Yetiştim. Etrafta belirenler sokağa doldurmuştu, sesin geldiği yönü şaşırsınlar diye, elimdeki kamayı gence sapladım. Birden susmadı, ölmedi, daha yüksek sesle haykırmaya başladı, her şey ortadaydı. Saklanamazdık. (Saldırganların) kim olduğunu söyleyemesin ve çekmesin diye, kamayı birkaç defa daha sapladım. Suçsuz gence yazık oldu. Etraf kan oldu… Hedefimize ulaşana kadar pek çok kişi sebepsiz kurban olacak. Çift kanatlı kapıyı açtığımda, insanlar sanki panayıra toplanmıştı! Avludan çıkarken kanlı kamayı kaldırdım, halkın üzerine yürüdüm. Yol açtılar. Zaptiyeler peşimize takıldı. Yüzümüze baktılar ve tutuklandık.’ O zaman Merkez Komitesi üyesi komitacılardan Dimitır Obşti ve çetesi “Araba Konak” soygununu yapmış ve tutuklanmışlardır. Bu soygun da devrim hareketine para toplamak amacıyla yapılmıştır. D. Obşti Merkez Komitesi üyesidir, fakat devrim hareketine soygun yaparak para yoplama taktiğine karşı olan Levski, bu işe karışmamıştır. Ne ki, Sofya mahkemesi bu iki davaya aynı dönemde ve aynı mahkeme heyeti ile bakmıştır. Soyguna katılan sanıklardan biri olan Teteven’i öğretmen İvan Lilov Furnaciev, mahkemede Levski hakkında şunları söylemiştir: “O Karlovolu’dur. Her gün adını değiştirir. Orta boylu açık kestane bıyıklıdır. Yüzü kırmızıya çalar, konuşurken dişinin biri biraz dışarı fırlar, üst dudağı açılır, iri ve parlak gözlüdür.” Mahkeme heyetinde Bulgarlar vardır. O komitacı olarak değil, adli suç işlemiş, bir genci öldürme suçundan idam cezası almıştır.


Makale ve Analizler - 2019

127

Osmanlı kanunlarına göre, o yıllarda komitacılık ve haydutluk suçlarına idam cezası verilmiyor, ancak sürgün ve hapis cezaları kesiliyormuş. Bu bakıma, Rus arşivlerinden çıkan belgelerden, Levski’ye idam cezası kesilmediği ve onun asılmadığı yeniden ortaya çıkmıştır. Yine Rusya Çar polisinin ajanlarından biri olan ve daha sonra “Bulgar Ayaklanmaları Notlarında” komitacıların her birini anlatan ve ayrıca V. Levski hakkında “Havari” )Apostol) eserini kaleme alan Zahari Stoyanov, “İdam kararını işiten Levski’nin Sofya’daki mahkeme zındanına indirildiğinde, kafasını iri duvar taşlarından birine vurarak, hayatına son verdiğini” yazmıştır. Onun Sofya kenarındaki “Sarhoşlar Mezarlığında” kurulan bir dar ağıcına asıldığı efsanesinin aslı yoktur. *** Tarihin saklanan yüzünü gösteren bu yeni belge ve bilgiler, Bulgar Bilimler ve Sanat Akademisi Başkanı Akademisyen, Prof. Dr. Grigor Velev tarafından “Yabancı Hademeliği ve Bulgar Milli Çıkarları” eserinin birinci cildinde değerlendirilmiştir. Bu eserde, Kırım Savaşı’nda yenilen Rus Çarı II. Aleksandır’ın (18551881) Bulgaristan’ın Osmanlıdan bağımsız ve egemen bir devlet olarak ayrılmasına karşı olduğu, ajanlarıyla felce uğrattığı Bulgar Devrim hareketini kontrolü altında tuttuğu ve bu yıkıcı etkinliklerin o yıllarda Rusya’nın İstanbul Büyük Elçisi olan Graf. İgnatiev tarafından yönetilip yönlendirildiği, V. Levski’nin ölümünü de gün ışığına çıkmıştır. Son 140 yılda her Bulgar şehrinde bir merkez sokağa Graf. İgnatiev adı verilmişti. Şimdi Bulgarl aydınları, halka ancak kötülük yapan Graf İgnatiev’in adını taşıyan sokakların adının değiştirilmesi hareketi yeni yeni başlamıştır. *** 1873’te V. Levski hayatına son verdikten sonra, Bulgar Devrim Komitelerinin başına Stefan Stanbolov geçmiştir. O, Tırnova’da bir esnaf ailesinde doğmuş, Odesa’da Papaz eğitimi almış, okuldan kaçmış ve Osmanlı’dan ayrılma davasında komitacı başı Vasil Levski’nin yeri almıştır. Evliya Çelebi XVII. Asırda Eski Zara’yı şöyle anlatır: “3 000 ev, 760 yol, 14 mahalle. 5 camisi var: Alipaşa, Tekke, Nalbey, Noktacı ve Hamzabey. Üstelik 1 medrese, 42 okul ve 5 hamam. Alaca, Paşa, Yeni, Çifte ve Küçük Hamam. 1 bedesten ve 855 dükkân.” Türklerin Tunca boyu ovalarına, bağ ve bahçelerine göz diken Bulgar haydutlar 1871’de Osmanlı’dan ayrılmak ve Türkleri bu zengin topraklardan kovup mallarına el koymak için ilk ayaklanmayı Stefan Stanbolov yönetiminde yapar.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

17 silahlı haydut katılır. Zaptiyeler isyanı bastırır. Bu olay ve daha sonraki gelişmeler Stanbolov’un mal canlı biri olduğuna kanıtlar sunar. Bulgar Prensliği Başbakanı olduğunda o (1887 – 1894) Osmanlı Sultanı ve Osmanlı Bankalarından ödünç para alarak Doğu Rumeli’den göç eden Türklerin topraklarını satın almıştır. Yeni yeni ortaya çıkan Rus kaynaklarında “Rus Çarlık istihbaratının Bulgaristan ajanlarından biri olan Stefan Stanbolov, Rusların Balkanlarda ölüm rüzgârı estiren Makedon kiralık katilleri tarafından öldürülmüştür. “Suçu”, I. Ferdinan’dı Avusturya’dan getirip Bulgar Prensi yapması ve Rusların planlarını karıştırarak ülkeyi Almanya çarkına bağlamasıdır. 18 Temmuz 2019 tarihinde “Factor” bg. Stanbolov’un öldürülmesini şöyle anlatmıştır: “ Kulüpten çıkan Stanbolov beliren birinci faytona, Dimitir Petrov’la (1906-1907 yıllarında Bulgar Prensliği başbakanıdır) birlikte atladı ve arkaya oturdular. Koruması Gunço faytoncunun yanına oturdu. Fayton Stanbolov’un evine yöneldi. “Stefan Karaca” sokağına vardıklarında 2 silahlı yol kesti, atları durduran birincisi ateş açtı. Stanbolov Petkov’a “bittik” dedi ve sokağa atladı. Bu arada faytoncu Atsev korumayı kurbandan uzaklaştırmak için atları kamçıladı. Tek kollu olan D. Petkov fayton hızla çekilince tutunacak yer bulamadı ve arkaya yaslandı. Stanbolov sokakta yalnız kaldı. “Rakovska” sokağına doğru koştu. “Yunion Kulüb”e sığınmak istedi. 2 katil arkasından yetişti. Resen’li Makedon komita Mihail Stavrev (lakabı Halyu) ve Bone Georgiev başbakanın ceketine yapışırken onlara Atanas Tsvetkov (Talyu) da karıştı. Stanbolov beylik tabancasını çekti, tam ateş edecek, Halyu koluna satır vurdu. Kaldırıma devrildi, beyni satır aldı, midesi ve ciğeri bıçaklandı. Aynı gece hastanede nefesi kesildi. Yıllardan 1895’ti. Onun öldürülmesi de Rusya İmparatorunun çağdaş Bulgaristan’ın kalbine sıktığı bir mermiydi. Kardeşlerimiz Bulgaristan’da yaşıyor. Şimdiye kadar bütün yazılan ve okutulan kitaplarda, Osmanlı zamanında öldürülen her Bulgar komitacinın Türkler tarafından katledildiği anlatılıyordu. Bu iddiaların asılsızlığını ispat edemediğimiz için üzülüyor ve eziliyorduk. Şunu da ilave edelim. Gerçekleri kaleme alan komitacı Zahari Stoyanov Vasil Levski’nin asılmadığını yazdığı için Pariste otel odasında zehirlenmiştir. Belki de zehirlenmesinin ana sebeplerinden biri de, “Bu memlekette Türk olmasına her zaman yer olacaktır” demiş olmasıdır. Şu asla unutulmamalıdır. Doğduğu Karlovo şehrinde Vasil Levski müze Evi yapılmasına ilk bağışta bulunan Karlovo şehri cemaatidir. Gerçeklerin yüzü açılıyor.


Makale ve Analizler - 2019

129

Zulmü Yenenler Kadınlarımızdı Tarih: 19 07 2019 Yazan: Neriman Kolyoncuoğlu

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK’ün inisiyatif ve öncülüğünde mart ayında toplanan Birinci Türk Dünyası İstanbul Kurultayı, Türk kavminin dönüşerek değişim ve yenilenme yolunda çok önemli bir aşamadır. Bizler çok büyük bir dünyayı temsil ediyoruz. Dünyamız, coğrafya olarak olduğu gibi, sosyal ekonomik ve kültürel gelişim olarak da çok renklidir. Son hedefimizde yaşadığımız uygarlığı daha yüksek bir aşamaya taşımak ortak çabalarımızla olacaktır. Birbirimizi tanımamızın anahtarı kültürlerimizdir. Tüm renklerinin özünde Türklüğümüz, İslam bilinç ve ahlakımız, geleneklerimiz, ortak yaşam tarzımız var. Neslim, totaliter zulüm devrinin tarihin çöplüğüne itildiği, özgürlük, adalet ve demokrasi devrinin hayat hakkı kazandığı yeni günlerde yetişti. Bu dönüşüm bütün Türk Dünyasını kucakladı. Bulgaristan’da, isimlerimizi değiştiren, dilimizi, dinimizi ve geleneklerimizi yasaklayan Todor Jivkov diktatörlüğü 10 Kasım 1989’da devrildi, ardından “Berlin Duvarı”nın düşmesiyle, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağıldı. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını elde ettiler. Bu gelişmeler olmasaydı bir bugün burada toplanıp Türk Dünyası kadınlarının gür sesini dünyaya duyuramazdık. Samimi konuşmalarınızdan ülkelerimizdeki sorunların çok farklı olduğu izlenimiyle kaldım. Ne var ki, hepimiz halk iradesinin egemenliğine açılan yeni günlerde toplumsal dönüşümlerin ana devinim gücünün Türk kadını olduğu görüşünde birleştik. Türk kadını gücünü birlik ve beraberlikten almıştır. Ana güç kaynağımız aramızdaki dayanışmadır. Bu bakıma Türk Dünyası Kadın Hareketi toplumun ana problemlerinin, yeni olanın eskiyi tarihe itme savaşımının, reformların, anti- emperyalist, milli kimlik ve milli egemen Türk devleti kurma savaşımının içinde oluşmuş ve biçimlenmiştir. Bundan 140 yıl önce Osmanlıdan koparılan, dolayısıyla ana-vatandan, milli Türk kimliği, bağımsız ve egemen Türkiye Cumhuriyeti kurma davasından uzak kalan Bulgaristan Müslüman Türkleri bütün bu sürede Türk halkından ilham alarak Türklük ruhunu yaşatmayı başarmıştır. Umudun söndüğü zaman, Türk gençliğinin en zor ödevleri de başaracağına olan inanç asla sönmedi.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’dan önce Osmanlıdan kopan Rumeli topraklarında Yunan, Sırp ve Hırvat devletleri kurulmuştu. Ege adalarında katledilen 15 bin Türk’ün kanı yerde kalmış, Sırbistan ve Hırvatistan’da ise Osmanlı kale, köprü, meydan, hamam ve çarşılarının adı korunmuş ama Türkler sıkıştıkça Anadolu’ya çekildi. 1870’e kadar “Rum millet” olan Bulgarlar, birden bire kuşak üzerine büyük tokalı kemerin sol yanına kamalı kılıf taktı. Kalpağın boyunu uzattı. Türklerin malına mülküne göz dikti. Özgürlük, anayasa, seçime ve seçilme hakkı, insan hakları ve ulusların maddi ve manevi zenginliği hoşgörümüzün ve iyi komşuluğumuzun yerini alırken olup biteni anlamak zorlaştı. Bulgar soyundan milliyet biçimlenirken yetiştiği ortamı yadsıma ve kendinden olmayan niteliklere sevdalanma yaşandı. Bulgar milleti Orient’te oluşurken, Batı saldırganlığı Türk Bulgar ayrımı yapmadan, Osmanlı’dan olan her şeye kötü demişti. 1878’den sonra Müslüman unsur Hıristiyan unsurdan ayrılırken, özüne kendinden olmayan her şeye karşı düşmanlığın ırkçı üstünlüğü aşılandı. Bu ters yüz gelişmeyi 140 yıl sonra değerlendirdiğimizde Bulgarların yalnız beraberce yaşadıkları Müslümanlardan değil, birlikte yaşadıkları diğer etniklerin hepsinden de uzaklaştığını görebiliyoruz. Aynı zamanda kendilerinden olmayanları ötekileştirerek, tek dilli, tek milletli devlet kurma çabalarında da yalnız kaldıklarını ve başarısız olduklarını görüyoruz. Bulgarlar, Osmanlı’dan koparken Rus Çarı II. Aleksandır’ın esaretine düştüklerini kavrayamadılar. Bey gibi yaşadıkları Osmanlı devrine “esaret” demeye alışırken, bir de Rus çizmesi altında ezilmeye alıştılar. Ulusal egemenlik ve bağımsızlık idesini savunan birer ikişer kayıplara karıştı. Müslüman Türkler ise hem Bulgar hem de Rus olmak üzere, çifte esaret altına düştüklerinin farkında olsalar da, çok yaralı olduklarından yapabilecek bir şey yoktu. Onları düşünen de yoktu. 1879’da kendilerinin Anayasası olmayan Ruslar, Bulgar Prensliği için, Rusça bir Anayasa yazmış ve Bulgar diline tercüme edilmeden Birinci Tırnova Büyük Millet Meclisinde kabul edilmesinde direnirken, Prensliğin resmi dilinin de Rusça olmasını istiyor ve ülke adının da “Rusya İmparatorluğu’nun Tuna Boyu Eyaleti” olmasında ısrar ediyordu. 1877-1878 Rusya-Osmanlı İmparatorlukları Savaşı’na kadar yüzde yüz İslam kurallarına uygun yaşayan Bulgaristan Türkleri, özellikle kadınlar, yeni durumu idrak etmekte çok zorlandı. Kendi köy ve kasabalarında yüzde yüz yabancı bir ortama düştüler. Bulgar Prensliği’nde “İslam Işığında Kadın Meselesi” çözülemeyen bir gizem olarak ortada kaldı. Esaret altında bulunduğumuzdan ailelerimizde Bulgaristan Müslüman Kadını’nda “İslam’daki Kadın” ya da “İslam’a Göre Kadın” aranmadı.


Makale ve Analizler - 2019

131

Ümmetimizde – Türk, Pomak, Çerkez, Çingene, Gagavuz, Tatar – olmak üzere, aynı dinde birbirine kenetlenmiş, 6 etnik unsurdan oluşmuştuk. Parçalanmamız imkânsızdı. Baskılarla merhametsizlik arttıkça, dayanamayanlar karadan denizden göç ettiler. Kalanlar Türk kimliğinde yine dikey bir varlık oluşturdu. Gelenek ve yaşam biçimi, ahlak ve eğitim kuralları aynı kaldı. Osmanlıya karşı gizli örgütlenen, komitacılık, çetecilik ve ayaklanmalar için el altından para alan Bulgarlar, ezgin, bezgin ve sürüngen kaldılar, yatay yapılanma biçimini seçtiler ki, dikey biçimlenen Müslüman Türklerle buluşma ve kesişme olanaklarından uzak kaldılar. Ne var ki, dayanıklı ve uzun ömürlü devlet kurabilmek için dikey örgütlenmek gerekiyordu. Ancak dikey yapılanan halklar öncü ve başı çeken olabilirdi. İşte bu noktada biz Türkler Bulgarlarla ayrıldık ve bir daha da kaynaşamadık. 1989’da “Türklerden 3 016 hafiyemiz vardı” demekten çekinmeyen Bulgar devleti, aslında Türk ağıcından 3 016 kurtlu meyve düştü, biz de onları sepetimize topladık diyordu ki, dalından düşen, o dalda daha sonra ne olup bittiğini asla bilemez. Tarihte devletlerini hep yatay kuran Bulgarların devlet ömrü 150-200 yıldan uzun olmamıştır. İnsanı ve toplumu, hele Türkleri TV komandosuyla yönlendirmek mümkün değildir. Bizde kadınlar camilerde imamlık yapmaz, camilerimiz kadın-erkek karışık değildi. Kandil ve bayramlarda, Mevlitlerde camilerin balkon kesiminde ya da ayrı bir ibadet odasında bulunurlar. Kuran-ı Kerim’in inanan kadınlara ve inanan erkeklere hiçbir ayrım yapmadan hitap ettiği bilinir. Bu bakıma, ümmetten çıkarak millet olma hamlesinde kadınlarımız erkeklerin yanındaydılar. Biz, Türk kimliğini ve milli kimliğimizi İslami ölçüler içinde hayatın yollarında birlikte ilerlerken Hıristiyan toplum içinde eriyip asimile olmadık, hiçbir konuda ödün vermemeye gayret ettik. Bu özgün koşullarda, özellikle de erkeklerin geçen asır askerde, savaşlarda olması, şehirlerdeki fabrikalarda ve madenlerde çalışması sonucu, Bulgaristan Türklerinde kadın erkli aile oluştu. Bu koşullarda çocuk eğitimini üslenen kadın, aile içinde, küçük ve büyük ortamlarda Türk ruh halini oluşturma, yönlendirme ve yaşatma ödevini de üslenmiş oldu. “Yuvayı dişi diş kurar” atasözü bizimdir. Bu bakıma insan haklarının, özgürlüklerinin ve toplumda her inananın eşit olduğuna bağlı kalan Bulgaristan Türk kadını, başka din ve milletten olanlara hiçbir konuda, hiçbir zaman ve hiçbir yerde üstünlük tanımamıştır. Çocuklarımız da bu ruhta eğitilmiştir.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Toplumun tarihi ve hukuki anlamdaki değerleri de kökten değişirken, Bulgaristan Türk kadını dilini, yaşam bilgilerini ve ahlakını hoşgörü ve yardımlaşma ortamında koruyarak etnik Türk topluluğunu oluşturabildi. Şeriat sisteminden çıkıp asli hukuka geçerken etnik azınlık, kolektif haklarımız ile vatandaş haklarımız ve olmazsa olmazımız olan anadilimiz, dinimiz ve kültürel kimliğimiz ciddi tehlike yaşamaya başladı. Kuran’ı Kerimi hatmetmişin üzerinde tahsilli kadınlarımız yoktu. Eritilerek yok edilmemiz manevi kimliğimiz 100 yıldan beri hedefleri oldu. Türk kimliğimizden ötürü soyulmakla kalmadık, göğsümüze silah dayandı, birçokları kadın, şehitler verdik, sürgüne gönderildik, içeri düştük. Üzerimize gelen düşmanlık çığlarını göğüslerken Bulgaristan Türk kadını her zaman ve her yerde eşinin ve ailesinin yanında oldu. Ortak dokumuzu kadınlarımız ördü. Bulgaristan Müslüman Türk kadınının uyanışı çok ağır koşullarda gerçekleşti. Osmanlı ümmetinden çıkarken Türk kimliğini hayata taşıyan Türk kadını okut yazar değildi, dünya kültüründen uzaktı, kapalı kapılar ardında olsa da, halk kültüründen, halk bilgeliğinden ve daha güzel günler ümidinden güç alıyordu. Din dersleri devam ediyordu. Hayatı, kâinatı ve varlık meselelerini çözmek, madde nedir, ruh nedir, nereden geldik, nerede durduk, neden bu durumdayız, ışık nerededir, dönüşüm ve değişimin yönü nedir sorularına cevap sunan müessese dindi. Bu arada milli kültürümüzün en temel en önemli kurumlarından birinin din olduğunu herkes biliyordu. Latin alfabemiz 1878’den 40-50 sene sonra sınıf odasına girdi. Bulgar vatanında dinini bilmeyen bir insana vatandaş denebilir mi sorusu öne çıktığında, kadınlarımız savunduğumuz dini öğretmeyi üstlendi. Bu yolun başında biz Müslüman Türk’üz vardı. Yıllar içinde hayat kavgası koşulları ağırlaştıkça ağırlaştı. İlk kitlesel isim kırım, din kırım, gelenek kırım ve yaşam tarzı kırım Rodoplar’da yaşandı. Yıllardan 1913’tü. Deist ve ateist, cami dışı kalan genç gruplar belirdi. Bu bahiste bizim adımız Müslüman’dı. Dün öyleydi, yarın da öyle kalacaktı. Türk kimliğimiz ortaya çıkarken özelliklerimizi sahneye çıkaramadık. Sanatımız kına gecelerinde, düğünlerde, bayramda seyranda, ozanlarla ocak başında kaldı. Türk kimliğimiz doğarken sabahyıldızımız Mustafa Kemal Atatürk oldu. Onun aldığı her karar Bulgaristan Türkleri için de geçerliydi. Turan ocakları, sportif kulüpler, sanat grupları kuruldu. Etnik azınlık olarak milli müsabakalara katıldık. Birincilerin kazananların önünde parladık.


Makale ve Analizler - 2019

133

Bulgar Prenslik ve Krallığındaki kırılma ve yıkımlar her defasında Müslüman nüfusu da etkilemiştir. İç çelişkileri ve parçalanmışlığı aşıp bir türlü millet olamayan Bulgar kavminin acıları, kanlı kapışması her defasında Türklerin üzerine de sıçramıştır. 1925 ve 1934 askeri darbeleri 212 bin Müslüman’ın toprağından sökülüp göç etmesine neden olurken gidenler hep aydın, yetenekli, becerikli, öncü vasıflı kesim olmuştur. Her göçte Türk dokusu seyrelmiştir. Tüm güçlüklere rağmen, Şumnu’da Nüvvab din okulu ve pedagoji okulunun açılmasıyla 1924’ten başlayarak Bulgaristan Türkleri kendi aydın kadrolarını kendileri yetiştirmeye başlamış, ilk Türk kadın öğretmenlerimiz de ders odalarına girmiştir. Bu eğitim öğretim merkezlerine giren Hocalar, Türklüğü derin geçmişi olan bir ruh hali olarak algılıyordu. Onlara göre Türk, tarihin en büyük oluşumlarından biriydi. Bu mücadelenin yeni aşaması, İkinci Dünya Savaşından sonra kültürel yaşam özgürlüğümüz açısından “Altın çağı” dediğimiz 1950’li yıllarda yaşanmıştır. O zaman Sofya, Razgrat, Çumen, Stara Zagora (Eski Zara), Haskovo ve Kırca Ali’de Türk lise ve pedagoji okulları, Sofya Üniversitesi’nde 4 Türkçe Fakülte açılmış, kızlarımız öğretmen, eğitmen, hemşire ve ebe mesleklerine yönelmişlerdi. Kırca Ali, Şumen ve Razgrat’ta sahne sanatımız, köy ve kentlerde özenci Türk sanatı dal budak saldı, şair ve yazar ordumuz sıra düzdü, Türkçe 5 gazetemiz, “Yeni Hayat” dergisi çıkıyor, radyo yayınlarımız muntazamdı. 1958’den sonra okullarımızın devletleştirilmesi, Türk ve Bulgar okullarının birleştirilmesi yeni yeni yeşeren Türk kimliğimizin budanması devrini başlattı ki, 50 yıl sonra bu kıyım ve kırım devam etmektedir. Şunu önemle belirtmemiz gerekir. Azınlıklara kültürel hakların tanındığı 1950’li yıllarda bile Bulgaristan’da Türk azınlık dışında öteki Müslüman etniklerin kendi ayrı okul ve kültürel etkinlikleri örgütlenemedi. Toplayıcı olan, Türk okulları, sanat ve kültürüydü. Biz bugün elektronik çağda yaşıyoruz. Elektronik araçlarla, örneğin internet üzerinden ortak bilinç oluşturulabildiği ve kolektif ruh halinin kitleleri harekete geçirebildiğini 2014’te Plamen Oreşarski hükümeti döneminde DPS milletvekili D. Peevski’nin DANS (Milli Güvenlik Devlet Ajansı) Başkanı atanmasına karşı örgütlenen gece protesto mitinglerinde gördük. Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği ve yardımlarıyla geleneksel edebiyat ve sanat eserlerimizi derleyip toparladık. Kadın yaratıcılarımızın şiir ve düz yazı derlemeleri, göç yolu çileleri, Bulgaristan öyküleri yayınlandı.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Bulgaristan Türkleri edebiyatı olan bir etnik topluluk oluşturabildik. Bu şahlanışın içinde kalın çizgi kadına ve aileye olan sevgidir. Kadınlarımız, çocuklarımız ve vatan geçmişimizin ve geleceğimizin bugünümüzün düğümüdür. Bulgaristan Türk kadını doğruluk ve namus kıstasıdır. Bu ölçü yalnız aile ve mahalle, köy ve kasaba ortamı için geçerli olmakla kalmayıp, memleket ve devlet açısından da belirleyici olandır. Aile bağlarının koptuğu ve sosyal yaşamın çöktüğü bir devir yaşarken ahlak kuralları da çözülen Bulgar kavmi, Müslümanların düzenli ve ahlaklı yaşamını kendi içlerine akıtıp milletleşme çabalarında yerli Türk topluluğundan yediği tokatla bir daha toparlanamamak üzere sarsıldı. 20. Yüzyılda devlet siyaseti olarak tırmandırılan eriterek asimile etmenin 21. Yüzyılda geri teperek, Bulgar kavmini geri dönmemek üzere yuvasından uçurduğuna tanık oluyoruz. 1985’te Türklere son saldırıdan önce 9 milyon olan Bulgaristan nüfusu 5 milyon kişi kaldı. 1984-85 başlayan Bulgar ruhundaki kırılma bir daha toparlanamadı. 1984’te ayağa kaldırılan Bulgaristan Türklerinin üzerine salınan Bulgar Halk Ordusunda 1985’te 42, 1986’da ise 60 asker intihar etmiştir. Bu gerçeklerden 40 yıl söz edilmedi. Askerlerin intihar etmesi Bulgar halkının derin ruhsal bunalımına kanıttır. Şöyle ki, 1988’de Bulgar devletinin iflas etmesi de Türklere uygulanan baskı ve terörle sıkı bağlıdır. Bu gelişmeler, Bulgaristan Türk ruhunun daha 1989 Mayıs Ayaklanmasından önce Bulgar ruhunu yendiğine kesin kanıtlar sunmuştur. Aktif katılım hakkı: Seçelim ve seçilelim 2019’da çizilen tabloda daha önce topluma açık forumlarda tartışılmayan renkler var. Bunlardan biri şöyle biçimleniyor. Bulgaristan Müslümanları Sofya meclisinde birinci parti olabilir. Olursa ne olacak. Bulgar milliyetçiler “Türklere hükümet kurma hakkı tanımayacağız!” diyorlar. Sofya’da Türk hükümeti kurulmasına izin verilecek mi? 2040 yılında ülke nüfusunda Müslüman azınlık çoğunluk olacak. Müslüman kadınların pasif oy kullanma hakkını büyük bir örgütlülükle kullanması ülkenin kaderini değiştirmeye güç topluyor. Derneğimizin temel ödevlerinden biri 620 bin oyumuz olan soydaşlarımızın yalnız pasif oy potansiyeli olarak değil, seçme hakkıyla birlikte seçilme hakkını da kullanarak, aktif katılım sağlaması, meclise dolması yolunu açmaktır. Bu yol en büyük iş makineleri kullanarak açılmalıdır. Demek istediğim kaskatı katılaşmış Bulgar hukuk fikrini bilgi ve adalet duyumu ile yenmemizden geçiyor.


Makale ve Analizler - 2019

135

Başarılı öğrencilerimizden 20’sini, hemen, daha bu yıl Sofya “Kliment Ohridski” Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne, Sarbona ve Oxfod Üniversiteleri Hukuk Fakültelerine kaydettirmeliyiz, mali destek bulup göndermeliyiz. Biz Bu amaçla dış ülkelerde bulunan, çifte vatandaş seçmenlerin seçimlere aktif seçmen olarak katılması için mücadele veriyoruz. Şu an 3 milyon vatandaş yurt dışındayız ve pasif seçmen durumundayız. Bulgar meclisine 20 bin oyla giriliyor. Potansiyelimiz 150 milletvekilidir. 240 milletvekilli Sofya meclisinin % 62’isine hakim olma ve toplumsal düzeni, politik kuralları değiştirip, çok kültürlülüğü ve çok etnikli siyasi toplum yapısını yerleştirebilir. Değişerek yenilenme, faşizm ve totalitarizm kalıtından kurtulup adalet ve demokrasi düzeni kurmak hedefimizdir. Bu, 21. Yüzyılın barışçı yoludur. İşte bu nedenlerle, İstanbul’da toplanan Türk Dünyası İlk Kadın Konferansının önemi olağanüstü büyüktür. Biz bilgi ve deneyim değiş tokuşunda bulunduk ve ruhen çok zenginleştik. Birbirimize söyleyeceğimiz, paylaşacağımız o kadar çok şeyler varmış ki. Ben Dr. Cemile Kınacı’nın Kazakçadan Türkçeye kazandırdığı eserleri okurken gurur duydum. “Marfuva”, “Süzge Hanım” ve “Bozok Güzeli” ni 21. Yüzyıla çağıran yazar Bayan Şerbanu Beysanova’yı kutluyorum. Yazılan eserlerle halkı bilinçlendirerek, Kazak kadınının toplumsal statüsünü yükseltmeye çalışan aydınları, “Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi” 19201928 eserinden herkesin tanımasını öneriyorum. “Yok olsun okur yazar olmamak!” sloganını kaldıran Kazak kadınları, aslında mal olmaktan kurtuluş mücadelesi vermiştir. Dolayısıyla Kazak kadınının kültürünü, sanatını, edebiyatını geliştirerek, bunlar üzerine milli bilinci ve milli duyguları uyandırmak hedef olmuştur. Bizim, Bulgaristan’da okuma ve konuşma yılımızın yasaklanmış olmasının derin anlamına, okuduğum bu klasikleşmiş eserler sayesinde dolaysız yoldan inebildim. Ankara’da edebiyat çalışmalarına eğilen arkadaşlarımız Yusuf Türkoğlu’ndan “Susmanın Bedeli”, Faik Gökay kaleminden “Kime Niyet, Kime Kısmet”, Hüsniye Berraksu kaleminden “Rodop’tan Ege’ye” , Nurettin Yılmaz kaleminden “Ömür Serüveni” ve Sabri Com kaleminden “Adaletin bu mu, Dünya” gibi eserler yayınladılar. Yine şair arkadaşlarımızdan Hüseyin Güntekin “Yaralı Gönül” karma şiirleriyle ve Bayan Havva Pehlivan Özgür “Ezerçe’den Çıktım Yola” resimli eseriyle vatan özlen imimizi yeniden okşadılar.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Devam eden çalışmalara biz Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK, elektronik yayın ekibi “bghaber.org” ve “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi ve memleketimizin dört bir yanındaki muhabirlerimizle birlikte çok aktif bir katılım sağlıyoruz. Hedefimiz 1989 kitle göçüyle parçalanan Türk bilincini ve ruhunu birleştirip bütünleştirmek ve Türk Dünyasının bütünsel zekâsına katmaktır. Bulgaristan Türkleri araştırma edebiyatı külliyatına biz de, BGSAM yayınları olarak, Bulgaristan Müslüman Türkleri kaderine ışık tutan 56 araştırma eseriyle katkı sağladık. Bu çalışmalarımızla, bu ezgin halkın geçmişine ve bugününe dayatılan bakış açısından değil, ilk kez determinist bir yaklaşımla, kapsamlı bir çalışmayla gerçeklerin ışığından esin alarak yaklaştık ve belirli bir mesafe alabildik. 1878’den ve daha öncesinden, o iğrenç savaşın neden ve köklerine inerek ve yalanları silkeleyerek Prenslik (1879 – 1908); Çarlık (1908 – 1948) ve sosyalizm ve totalitarizm (1944-1989) ve 1990’dan sonra sözde demokratikleşme yıllarına eleştirel bir yaklaşımla yaklaştıktık. Bulgaristan Müslümanlarının çekili alın yazısını, zulüm aşamalarını, çatışmalarımızı, yenilgi ve zaferlerimizi, paralel bir siyasi çizgi olarak açtık ve önce kendi halkımıza duyurduk. Türk kimliği yaratma, insan ve azınlık haklarımızı elde etme, özgür, adıl ve demokratik bir rejim temelinde ve hukukun üstünlüğü esasında bir vatan özlemimizi dile getirdik. Geçmişimizle geleceğimizi bugünün problemleriyle düğümledik. BULTÜR’ün yayınladığı 16 eser ise “Türk Olma” konusunu açarken, Bulgaristan Türklerinin Gök Kubbesi, Bulgaristan Türklerinin formatı, Türk Dünyasına doğru adımları, Devlet ve siyaset ilişkilerini, Bulgaristan Türk Milli Azınlığının oluşum ve biçimlenme serüvenini, Bulgaristan Türk zihniyetini, bilime susamışlığınızı, tarihte, edebiyatta ve sanatta büyüklerimizi vb anlattık. Bu çalışmalarımız hayatın içinden Türk çizgilerine su vererek ve Tük kimliğimizi renklendirerek devam ediyor ve edecektir. BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ün “50 Yıl Mücadele” ve Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” eserleri de gerek T.C.’de soydaşlarımız arasında, gerekse Bulgaristan’daki kardeşlerimiz arasında çok derin yankı uyandırdı. Birinci eserde o, Bulgar devletinin “yok bizde böyle insan” dediği Türkleri Türk Dünyası’nın her başkentinde ve hatta Türklerin yaşadığı her yerde kamuoyuna tanıttı, basında, radyo ve TV programlarımızda sesimizi duyurdu ve “demir perde” yılları yalanlarının ipini pazara çıkarırken, şanlı halkımızın muzaffer kavgasını parlak bir şekilde anlattı.


Makale ve Analizler - 2019

137

İkinci eserinde ise, Bulgaristan Müslüman Türklerinin soyu, kökü, tarih yolu, dili, dini, edebiyatı, sanatı kültürü ve Balkanlara getirdikleri medeniyeti yazdı. Bulgaristan Türkleri öyküsünün yalnız ve öksüz bir hikaye olmayıp, dünyanın en büyük imparatorluğunun hayat yolundan bir halka, mert ve kararlı, yüksek vasıflı, bilge ve zeki bir halk topluluğunun hayat ve vatan için savaşımından bir sayfa olduğunu anlattı. Bu eserde iz bırakan büyüklerimizi bulabilirsiniz. Bulgaristan’da yaşayan tüm diğer etnik Müslüman azınlıkların ve Müslüman olmayan azınlıkların arasında, milli şuura, maddi ve manevi yapıya sahip, yazı ve okuma dili, sözlü ve yazılı sanatı, sözlü ve yazılı edebiyatı, halk bilgeliği toplayan efsane ve atasözleri, şarkı, türkü, şiir ve destan antolojileri olan topluluktur. Bu arada yaşam tarzı, üretim ve tüketim kültürü ve sosyal ahlakı olan, diyaloga açık, hoşgörü sahibi, iyi komşuluk ve yardımlaşma gelenekleri zengin tek azınlık topluluğu olduğunu gün ışığına çıkarmıştır. Bizim medeni bir azınlık olarak, ağır bunalımlar yaşayan ve bataktan çıkma yolunu iş yapacak zekâyı ve sosyal gücü ülkeden kovmakta arayan Bulgaristan’da değerimiz bilinmeyen bir azınlığız. Ne yazık ki, ülkemizin siyasi yönetimi artık 140 yıldan beri ülkemizi yönetecek kökleri derinde, halktan güç alan kadroları arayıp bulmadılar. Almanya ve Avusturya’dan Ferdinand gibi kontları prens ve çar koltuğuna oturtup seri yıkım ve felaketler yaşadık. Köylerimizde Birinci ve İkinci Dünya Savaşından şehit asker anıtları, isim, din, dil, kimlik değiştirme terörüne karşı mücadelemizde şehit düşenlerin anıtları var. Bununla birlikte köy satırla kaydırılan, ya da bir kör kurşuna hedef olan Başbakan ve bakanlara anıt dikilecek yer aranıyor. Toplama kampları ve sürgün mekânlarınca can verenleri anan soran yok. En kötüsü de, toplu kırım işleyenler, kültür kıyımcıları, azınlıkların düşmanları kollarını sallaya sallaya geziyor. Diktatör Todor Jivkov ve Penço Kubandinski gibi eli kanlılara anıt dikiliyor. Hayatın satır alanlarını yazan gerçek eserler henüz yazılmadı. Bir iki kuşak daha azimli ve hedefe yönelik yoğun çalışmadan kötülükler ve katiller gömülüp hayat aklanamayacak. Bütün gerçekler çektiğimiz azılarda gizli. Bulgaristan’da 100 yıl süren etnik zulmü kadınlar yendi. Güzel günlerin ufkunu da onların açacağına inanıyorum. Türk Dünyası İstanbul Kadın Kongresini kutluyor ve BULTÜRK’ü bu konuda tebrik ediyorum. Tşekkür ederim.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yalova – Türk Dünyası Gazeteciler Birliği

13,Türk Dünyası Basın Mensupları Buluşmasında yapılan konuşma; Tarih: Temmuz 2019 Sunum: Rafet ULUTÜRK Değerli katılımcılar, Öncelikle bizleri burada her yıl bir araya getiren YAFEM Başkanı ve bizimle ilgilenen Muhsin Hocamızı ve yöneticilerini huzurunuzda kutluyor ve emeği geçen herkese teşekkür ederim. Bir gelenek haline gelen, Yalova Türk Dünyası Gazeteciler buluşmalarına ev sahipliği eden, YEFEM ve dış ülkelerden gelen kıymetli konuklarımıza da hoş geldiniz derken, hepinizi bir arada görmek beni gururlandırıyor. Her geçen gün değişen dünya şartlarına uyum sağlamak için insanlar kendilerini yetiştirmek ve geliştirmektedirler. Tarihin süzgecinden geçirerek bu gelişmeleri ve insan zekâsının tekâmülünü incelediğimizde karşımıza çıkan en önemli nokta “İnsanoğlunun gönüllü olarak yaptığı her işte, azmi ile her soruna çözüm bulduğu, kalbiyle inandığı her fikri fiili durumu sonuçlandırmakta elinden geleni yaptığı”gerçeğidir. Dünya üzerindeki milletler yarışında, devletlerarası ilişkiler, halkların menfaatleri doğrultusunda oluşturulan politikalar ile düzenlenmektedir. Bu politikalar süregelen dünya düzenini meydana getirirler. İşte bu iki nokta birleştirildiğinde ortaya çıkan; “sivil toplum örgütlerinin devletlerin gelecekleri üzerine kurdukları siyasetin gizli parçaları” olduğudur. Tarih incelendiğinde, görülecektir ki, her büyük hareket ve oluşumun temelinde, o çağın yöneticilerinin, halkın gücü veisteği doğrultusunda kararlar vermeleri ve ileri görüşlü olmaları yatmaktadır. Bu fikirler ışığında Türkiye’ye ve dünya konjuktürüne bakıldığında hem üzücü hem de sevindirici bir politika anlayışı ile karşılaşılmaktadır. Bizim Türk halkı son iki yüz yıldır her şeyi devletten bekleyen ve devleti, yönetici kadroyu her şeye kadir gören bir zihniyete sahiptir. Bunun yanında Türk Halkının en sevindirici özelliklerinden biriside mecbur kaldığı zaman, elinden gelen her şeyi hiç kimseden bir şey ummadan yapmasıdır. Kurtuluş savaşı ve Büyük Türkiye Cumhuriyeti bunun en güzel örneğidir. Vatanımızın düşman işgalinden kurtuluşunda halkımızın yerinin ne olduğuna baktı-


Makale ve Analizler - 2019

139

ğımızda karşımıza halkın yönetici kadrodan ümidini kesmesi ve sonrasında meydana dökülmesidir aynen 15 Temmuz 2016’da olduğu gibi. 15 Temmuz Türkiye Cumhuriyeti; asırlardır hürriyetinden ve onurundan taviz vermektense ölmeyi tercih eden asil bir milletin şahlanışının, küllerinden yeniden doğuşunun nişanesidir. 15 Temmuzda yaşanan hain darbe girişiminde şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyor, gazilerimize şükranlarımı sunuyorum. Bu 15 temmuz arkamızdan gelen tüm kuşaklara anlatılmalı HALKIN GÜCÜNÜ TÜM DÜNYA GÖZLERİ ÖNÜNDE NELERE KADİR OLDUĞUNU GÖRMÜŞLERDİR. Değerli dava arkadaşlarım; Bizler birbirimizi yıllardır tanıyoruz, bir araya geldik paylaştık, yazdık tartıştık, fakat hemen söylemek istiyorum, sanki mayamız pek tutmadı. Bizden beklenenlere henüz gerekli yanıtı veremiyoruz. Burada Bizim hepimizin ayrı ayrı görevlerimiz var. Biz, Bulgaristanlı soydaşlarımızı, orada kalan kardeşlerimizi bilgilendirme ve etkilemeye çalışırken, aynı zamanda Almanya başta olmak üzere, Avrupa Birliği ülkelerinde, Kanada ve Birleşik Amerika’da, hatta Avustralya’da izleyici kitlemiz olduğunu bildirirken, Orta Asya ülkelerinde zayıf kaldığımızı üzülerek itiraf ediyorum. Son bir yılda, Türk Dünyası olaylarını yansıtma çabalarımızda, Türkiye başta olmak üzere, Azerbaycan ikinci yerdedir. Azerbaycan’dan kıvanç veren haberler alıyoruz. Doğal gaz borularını sınırımıza kadar uzattı. Şimdi Bulgaristan gaz dağıtımını üsleniyor. Türkiye’mizin semalarını savunacak S-400 füze sistemini oluşturan başmühendisin bir Azerbaycanlı kardeşimiz olduğunu öğrendiğimizde, hepimize gurur duyguları yaşattı. Bu gün S-400’leri 15 Temmuz’da darbecilerin merkez yaptıkları Akıncılar hava üstüne koymamız da NATO-FETO ya güzel bir cevaptır. Önem bakımından, Astana politik gelişmeleri ve ardından, Yesevi, Füzuli film ve sahne sunumlarını sıralamamız ilgi arz eder. Azerbaycan ile sıcak yakınlığımızın temellerinde, tarihinde kültürel soykırım yaşayan biz Bulgaristan Türkleri gibi, iki soykırımı atlatan ama sonunda dirilip şahlanan ve bugün modern Azerbaycan’ı kuran şerefli bir halktan ilham alma özenimiz vardır. 1950’lerde Azerbaycanlı aydınların Bulgaristan Türk maneviyatında “altın çağ” yaşanmasındaki önemli katkılarının anısı hala canlıdır. Bu gün Sofya’daki Azerbaycan Büyük Elçisi Nargiz GURBANOVA hanımefendi ve Kültür Ataşeliği’nin Bulgaristanlı Türklerine sıcak yaklaşımı dostluk geleneklerimize yeni edinimler kazandırdı.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Kuşkusuz biz, 1960’lardan beri süren Türkçemizin yasaklı döneminde Tüm Türk Dünyasını kapsayan büyük atılımlar yapamadık. Kendi varlığımızı ve kimliğimizi koruyup yaşatmaya ve Türk Dünyası başta olmak üzere, dünyaya duyurmaya ve tanıtmaya çalıştık. Önce biz, Türk kökünden olduğumuzu, Büyük Türk Milletinden, Türk Dünyasından kopmaz ve koparılamaz bir parçayız. Müslüman Türk bilincine sahibiz ve Türk ruhuyla yaşıyoruz. Bizler Büyük Türkiye’nin Büyük okyanusunun bir deresiyiz, burada bulunan hepimiz bir dereden akarak bu okyanusu BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE’yi hep birlikte oluşturuyoruz. Bundan da hepiniz gibi gurur duyuyoruz ve mutluyuz. *** Bulgaristan’da 140 yıldan beri tek milletli bir Bulgar devleti kurmak isteyenler, bizim Türk kimliğimizi tanımıyor. Ülkemizde dokuz etnik azınlık yaşıyor. Bulgar devleti hiçbir etnik azınlığı tanımıyor. Etnik manevi dünyasının ve milli şuurunun oluşmasına olanak tanımıyor. Bu arada ülkemizdeki diğer azınlıklardan hiç biri millet oluşumuna yükselememiştir. Bizden başka hiç birinin alfabesi, yazı dili, edebiyatı, dini, halk kültürü, halk bilgeliği ve öz kültürü oluşamamıştır. Bu bakıma, Bulgaristan Türkleri başı çeken, kimlik oluşturan bir etnik azınlıktır. Bize karşı saldırıların amansızlığını belirleyen de bu gerçektir. Bulgar kültürünün yatay, Türk maneviyatınınsa dikey bir yapılanmaya sahip olması da, farklılıkları derinleştirdiği gibi, Bulgarları her zaman bir sıfır yenik durumda tutuyor. Bu durum tarih boyu değişmemiş, hala bugün de değişmemiştir. *** Biz Türklerle ilgili “yok sayma” siyaseti üç koldan gelişti ve şimdi de şiddet devam ediyor. İstanbul Türkçesinden koparılmak istenen anadilimiz “Bulgar Türkçesi” adıyla damgalandı. Türkçe konuşan Çingene, Tatar, Gagauz, Pomak, Çerkez ve diğerlerinin Türkçe konuşarak Bulgaristan Türk Topluluğunu resmen oluşturması engellendi, engelleniyor. Bu yönde değişik baskı türleri yaşadık. Örneğin sokakta, iş yerlerinde Türkçe temas kesin yasaklandı. Böylece bu etnik azınlıklardan kardeşlerimizin kendilerini Türk Kimlikli ilan etmeleri zorlaştı. Bu nedenle Türk –


Makale ve Analizler - 2019

141

Müslüman hoşgörüsü, iyi komşuluğu ve yardımlaşma gelenekleri gizli vasıflar oldu. İsimlerimizin farklı dönemlerde değiştirilmesi de Müslüman ümmet dokumuzu parçalamayı amaçlandı. Şükür yaratana, son dönemde TİKA öncülüğünde Türkiye Cumhuriyetinin katkıları ile 1000 (bin) köyde cami ve tarihi eserlerimiz yeniden dolup taşıyor. Türkçemizle birlikte örf ve adetlerimizi birlikte kutlamamız, aynı geleneklerle yaşayarak, aynı bayramlarda selamlaşıp kucaklaşarak yaşamamız engellendi. Bu yasaklarla bir de, Türkiye’nin güçlü etkisinin yayılıp yerleşmesine engel olunuyor. Türk kültürü, ancak ve yalnız Bulgar dili üzerinden etkili oluyor. Örneğin Bulgar diline tercüme edilen Türk dizi filmleri ile Türk edebiyat eserleri büyük ilgi görüyor. Folklorumuzun, halk kültür, edebiyat, sanat ve geleneklerimizin Bulgar dili kılıfına sıkıştırıldıkça sönüp yok olacağına inanıyorlar. Okulsuzluk başta olmakla, bu çabalarla, Bulgaristan Türklerini ve diğer Müslüman etnik toplulukları Bulgar milli kültürü içinde eritmeye devam ediliyor. Bu hedefi gerçekleştirmeye, okuldan, TV ve radyo programlarına, özendirici sanattan devlet tarafından özendirilen yaratıcılığın her dalı kilitlenmiş bulunuyor. Üçüncü hedefte, özellikle Hak ve Özgürlük Hareketi tarafından da desteklenen yavaş yavaş eritilerek Bulgar kimliği alma sürecine tepkili olanlara “Kapı Kule” gösteriliyor. 20 binden fazla Bulgaristan Türk aydını Türkiye’ye sığındı. Partinin kurucu kadrosu, kuruluş hedefleri ve Müslüman halkla bağları koparıldı. Kurucu lider hain Ahmet Doğan yıllardan beri Bulgaristan’da bir tek Türk ile görüşmemiştir. İzlenen siyaset “Kimseyi zorla tutmuyoruz” ya da “elindeki pasaportla 168 devlete gidip Türk Kimlikli yaşamayı seçebilirsin” mantığına hizmet ediyor. *** Son 30 yılda, Bulgaristan’da, Bulgarlardan hiç biri kökleri isim, dil, din, kimlik değiştirme mezalimini reddedip yadsıyarak olumsuzlayan ve YÜZYILIN YENİ KARDEŞLİK simasını yaratan bir şiir, bir hikâyecik, bir çocuk masalı, bir uzun öykü veya roman yazılmadı; Zulüm devrine ilişkin tarih felsefesi özgürlük, eşitlik, demokrasi ve adalet gibi yeni kıstaslarla yeniden değerlendirilmedi; Başka bir ifadeyle toplumsal gerçekliğimizin ortasında upuzun yatan monarşi-faşist ve komünist totaliter izinin kokuşmuş cesedi kaldırılıp krematoryumda yakılmadan eski zihniyetin değişme şansı yok.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Toplumun, politik kepçeyi (siyasi sistemi) değiştirmek istememesi aslında, çok acı bir gerçektir. Bilinçleneme, sefaletle baş edememe, kör cahillikten sıyrılamama ifadesidir. Azınlıkların durumu özellikle zordur. Nedenler çok farklı olmalı ki, 30 yıl gömülmeyen bir cesetle aynı ortamda ve yan yana yaşamak zorunda kaldık. Seçimler, hükümet değişiklikleri, kanun maddelerinin hafifçe retüş edilmesi ve hatta bazı Büyük Elçiliklerden gelen notalar, NATO ve Avrupa Birliği üyeliğimiz, aldığımız uyarılar, bu acınası durumu değiştirmedi, değiştiremiyor. Bilirsiniz mezarlıklara yalnız çiçek götürülür, çiçek ağaçları dikilir. Bu bakıma ülkemiz bir kabristanlıktır, 2 000 (iki bin) köyümüz boşaldı, 1989 yazından 360 binimiz 2 ayda Türkiye’ye akınca, sel durmadı, 3 milyon vatandaş ekmek teknesini için dış ülkelere taşındı.Birleşmiş Milletler 2050 yılından sonra kültür üretme niteliklerimizin solacağına dikkat çekiyor. Kültür nedir? Değişik topluluklardan insanların birbirini tanıyarak ortak yaşamda uyum sağlama yolunu bulmasıdır. Kısacası, aramızda ve devletle etkileşim yolumuz tıkanırsa, biz yok olmayı kabul etmek zorundayız. Faşizmin, totalitarizmin, baskı ve terörün, insanları kimsesizleştirme zorbalığının sonu budur. Çağrımız, uyanık olalım, dik duralım! *** Değerli dava arkadaşlarım, Bu sunumu, sizlere Bulgaristan Türkleri açısında, biraz daha açmak istiyorum. Çünkü anlattıklarım, 1944-1990 arası bir iktidar partisi olan BKP Merkez Komitesi Politik Bürosu, Bulgaristan Devlet Konseyi ve hükümeti tarafından tasarlanan ve uygulanan bir siyaset çizgisi olsa da, aynı zamanda 1878’den 1944’e kadar uzanan monarşi-faşist Bulgar Çarlık devrinin azınlıklar siyasetinin de kesintisiz devamıdır. Bunun kesin kanıtı da, 1879’da ilan edilen Bulgar Prensliğinin, 1908’de kurulan Bulgar Çarlığı’nın 1944’te çöküşüne ve 1945’te Bulgar sosyalist devletinin ilanından 1989’da çöküşüne kadar, ülkeden kovulan Müslüman Türk sayısının hemen hemen eşit olmasıdır. Toplam 1 200 000 (bir milyon iki yüz bin Türk) Bulgaristan’ı terk etmeye zorlanmış, kovulmuştur. Tarihimizi anlatırken “soykırım”, ırk ayırımı”, “ötekileştirme”, vatandan kovulma” ve “milli ihanet” demeden; “etnik bunalım”, “etnik çatışma”, “milli ve dini düşmanlık”, “Bulgaristan Türk azınlığı”, “etnik şuuru ve ruh halini zorla değiştirmeden”, “insan haklarının ayakaltına alınması”, “azınlık haklarının kolektif hakların tanınmadığı bir toplum”, “demokrasiye ihanet”, “adalet rafa kaldırılmış” gibi kavramlar kullanmadan yapıldığı için hiçbir şey anlatamıyoruz.


Makale ve Analizler - 2019

143

Konuda bu kadar derinleşince aklıma hep, Zigmund Freud gelir: 1927 yılında verdiği bir demeçte o şöyle demiştir – “Benim dilim Almancadır. Benim kültürüm, benim algım Almancadır. Almanya ve Avusturya’da anti-semitist görüşlerin yükseldiği dikkatimi çekene kadar, ben kendimi bir Alman aydını zannediyordum. Yahudilere yapılanları gördüğüm günden beri ben kendimi Alman hissetmiyorum. Kendime Yahudi demek istiyorum.” Anladınız umarım. 140 yıldan beri Bulgaristan’daki azınlıklara yapılan baskılar, hatta 1942’de 17 bin Yahudi ve Çingene’nin insanların yakıldığı kamaralara gönderilmesi, 165 toplama kampında yapılan zulüm, Bulgarların ruh halini ve şuurunu neden değiştirmiyor? Zigmund Freud sağ olsa gidip “Bulgarlar” taş kafalı bir ırk mı diye sorardım… Bulgaristan’ı zorla arıtma, Müslümanlardan temizleme siyaseti, Batı ve Doğu’da asırlarca süren ORİYANTALİZM siyasetinin çok küçük bir halkasıdır. Bu siyaseti biz 1-2 sayfalık sunumumuzda anlatmaya çalışıyoruz, Türklüğün eski ve yeni düşmanlarını anlatan Prof. Dr. Onur Bilge Kula, konuyu 3 bin sayfalık sunuma sığdırmakta zorlanmıştır. Konu dağ kadar büyük, deniz kadar derindir. Biz ayrılmak, parçalanmak, otonomi, federasyon istemedik. Böyle kıvılcımlar çaktı. Kültürel otonomi bizde de gönül hoşluğu yarattı. Fakat vatan deyip sevdiğimiz bu toprak parçasının ıslahı için döktüğümüz alın teri, o kader acısı var ki, bir göletti değil, bir deniz doldurur ve küçük hesaplarla, biz bu nimeti bölemeyiz. Bu toprakları güzelleştiren yollarını yapan tarlalarını ekip toplayan hep Türklerdi. 1989 da Türkler bıraktı tarlalar boş kaldı. Bu bir alın yazı çilesidir, kader paylaşılır, fakat bölünmez… Dediğim gibi, şimdi Bulgaristan Müslümanları çekilerinden birkaç ilmeğe daha sökmek istiyorum. 1913’ten başlayarak 1989 Aralığına kadar somunları sürekli sıkılan Bulgaristan Müslüman Türk Kimliğini sıkıştıran ve öz suyumuzu çıkarmaya çalışan baskı ve terör politikası şekil değiştirdi, ama uygulamada yöntem, amaç ve muhteva olarak her aşamada aynı kaldı. Bu, Bulgarların, yerli Müslüman Türklerden öç ve hınç almasından fazla, Rusların Bulgaristan nüfusunu etniklere ve dini mezheplere ayırma ve parçalayarak birbirine düşürme planının uygulanmasıdır. Onlar, azınlıklara parçalanmış ve herkesi ötekileştiren bir Bulgar unsurunun millet olamayacağını, güçlü devlet kuramayacağını iyi biliyordu. Bulgaristan’da yaşayan etnik toplulukların iyilikle bütünleşmesi yolu 1989’da


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kapandı. Ancak baskıyla, yani pres makinesinden çıkan Müslüman suyunu Bulgar fıçısına akıtıp karıştıra karıştıra eritip asimile etme, bu 140 yıl önce seçilen yoldu. İlk Anayasa Müslümanlara azınlık ve kolektif hak tanımadı. Asimilasyona yöntemi olarak gönüllülük değil, baskı, terör ve zulüm seçildi. Zulüm arttıkça toplum parçalandı. Bu işin akıl hocaları parçalanmayı artık politik düzeyde yönetiyorlar. Bulgaristan’daki son olay ve gelişmeler, devlet tarafından oy başı 11 leva ile devlet tarafından beslenen partilerin devlet memesinden ayrılması, parti sahibi milli oligarşi oluşturulması, siyasi kaderimizin Avrupa Birliği, Birleşik Amerika ve Rusya’ya bağlanması, Sabah güneşinin geldiği Türkiye’ye bakan pencerelere panjur çekilmesi, hep aynı sürecin aşamalarıdır. Fakirlikle şuursuzluğu kardeş sananlar baskıları arttırıyorlar. Yüzyılda ana uğraşı alanlarından biri Müslüman Türkler olan Bulgar sosyolojisi ve onlar için üst aklı, (bizim için şeytani akıl) 1913’te 250 bin Pomak kardeşimizin isimlerini değiştirip, minarelerini devirip camilerini kilise ilan ederken ve başlarından fesleri toplatıp kasket dağıtırken, 300 bin Müslüman’ı sınır dışı etmekle başlattığı zulmü şiddetlendirdikçe ulaştığı kritik noktada nefes alamadı. O dönemlerde bu işe Sofya’da askeri ateşe olan Mustafa Kemal müdahale etmiş ve isimler ve din hakları kısa sürede geri iade edilmişti. Geçen asır birikiminde varılan sonuçta, Müslümanların “bir az da huzurlu yaşamak” ve özellikle de “çocuklarının da aynı çekileri görmemesi” için, ruhen kırılıp, birçok şeye göz yumarak, yaşadıkları yerleri terk ederek, Süzan, Kristin, Viktor ve benzeri Bulgar olmayan isimlerle ve “deist” ya da “ateist” olmayı kabul ederek, durumu yamamaya çalışma yollar aradıklarını da biliyoruz. Fakat gerçek duyguları, şairlerimizin gece şiirlerinde, kavanoza doldurup mezarlara gömdükleri eserlerde okuduk. Bulgarca yazmayı kabul eden Naci Ferhad, oğluna mektubunda, “her şeyi yapabilirsin, ama soy köklerini kesme, biz Türk’üz!” demişti. Zulüm dönemi klasiğimiz Ömer Osman, sürgünde yazdığı romanda, baş sima olan köy imamı, “oğlunun Bulgar gizli polisine ihbar yazan sağ elini kütük üstüne yatırıp parmaklarını satırla keser.” İhanete karşı sert tavır, örneğin Kırca Ali’de daha 1932’de boy göstermişti. Faşist makamlara yakınlığıyla bilinen şair Ferhad Yusufov, ailesi ve yakınlarından helâlık alamamış ve Müslüman mezarlığına gömülmemiştir.


Makale ve Analizler - 2019

145

Toplumumuz büyük korku yaşadı ve üzerlerinden hala o korkuyu atmış değiller. 1972’te 800 bin kişi ve son 1984’te 1 390 000 (bir milyon üç yüz doksan bin) Türk’ün isimleri silah zoruyla değiştirildiğinde, korku katmerleşmişti. Ortada ölü ve yaralılar, ölümü istenen mahkûmlar içerdeydi. Bağırmaktan katılan çocuklar memeden kesildi. Kulaklarında uğuldayan tank gürültüsünden gece uykuları kaçanlar uzun süre huzursuz kaldı. Tün insanlarımızın psikolojileri bozuldu fakat onları gören ve duyan yoktu. İsmini geri alana kırmızı pasaport verilmeyecek şaibeleri yol kesti, niyet bozdu. 1990’dan sonra 4 yıl süren çok şiddetli düşmanca propagandadan etkilenen 435 bin Türk isimlerini geri al(a)madı. Elimizde her haneye ve kişiye direk ulaşan propaganda araçlarımızın olmaması, Hak ve Özgürlük Hareketinin “insan özgürlükleri” ve “serbest seçim” gibi saçmalık ve çarpıklıklarla sıradan insanlarımızı yanıltması, suyun durulma süresini uzattı da uzattı. Uydurma, yalan ideolojilerin akıl hocaları yıllar boyu Türklerin “Bulgar kökenli” oldukları masalından vazgeçmediler. Bulgar hanelerin çocuklarını yeniçeri ocaklarına gönüllü verdiği gizlendi. Yeniçeri ocaklarında eğitilen çocukların birçoğu aslında Müslüman hanelerin Hıristiyan aileler üzerinden eğitime gönderdiği erkek çocuklar olduğu da gizlendi. Hatta Bulgaristan Müslüman Diyaneti Baş Müftülüğü 5 kuşak önce Şumen köylerinden bir Bulgar ailesinin oğlu olan, İslam’ı öğrenmek için İstanbul’a giden ve XX. Yüzyılın başında Sofya Baş Müftüsü olan, Bulgar’dan dönme Hocazâde Mehmed Muhyiddin Efendi ödülü icat edip, her yıl tören düzenliyor. “Bulgar kökeni” örneği ilk kez Fransa’da tarih okuyan Dr.Stoyan Dinkov tarafından asılsız bir tez olarak kanıtlanmış ve “Bulgarların Türk kökünden ve suyundan geldiği”, Atilla Han’ın torunları olduğu kesin belgelerle ispat edildi. Tabii bu iki tez arasındaki ateş yeni yeni alevleniyor. Şu da var, 2018 Ağustosundan beri, “Bulgar kökeni” tezi Makedonlara, onların tarihine, diline, dinine ve kimliğine de aktarıldı ve alevlendikçe alevleniyor. Kuşkusuz, bu tezin, Türk kimliğine atılan en sivri uçlu ve zehirli ok olarak bir asır boyunca kullanıldığı ve XXI. Yüzyıla taşınan “etnik problemlerin” körlüğü unutulmamalıdır.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar devletine vergilerimizi muntazam ödememize rağmen, anadilimizde okul, basın yayın, gazete, dergi, radyo ve TV yayınlarımızın merkez düzeyde işlevsizleştirilmiş olması. Böylece Türk ruhunun soldurulması, hatta Türkçe selamlaşanlara, dertleşenlere, toplantı ve mitinglerde Türkçe konuşanlara 2 500 (iki bin beş yüz) – ortalama 3 maaşa eşit ceza kesilmesi ırkçılığın son hadde fışkırması değil de, nedir? Örnek; DOST partisi Genel Başkanı Sn. Lütvi MESTAN’dır. Bu acıyan bir gerçektir… Ayrımcılık ve öteleme olaylarının bir AB ülkesinde yaşanması, anadil ve tarih köklerimizin kesilmesi, 1 kuşak sonra ruhen yok edilmemizi hedefliyor. 20 yıl boyu Türkiye’deki yakınlarımızla mektuplaşmamız, haberleşmemiz, mezar taşlarına isim yazma, ay yıldızla işaretleme kesin yasaktı. Musalla taşından kefenler toplandı. Cenazeler takım elbiseyle gömüldü. Mevlitler yasaklandı. Tabii ki biz o dönem gizli Türklük yaşadık. Mezarlarımızı gece açtık, merhum çıkarılıp, kefene sarılıp, helâlaşıp yeniden gömüldü. Bulgar mezarlıklarına gömülen Müslümanlar gece gece çıkarılıp, mezarlıklarımıza taşındı. Etnik ve dini savaşım, sınıf savaşından çok ağır bir mücadeledir, çünkü bizde adalet her zaman haksız olandan, devletten ve zorbalardan yana olmuştur. Bu bakıma biz Bulgaristan Türkleri henüz kendi klasiklerimizi yaratamadık. Değer örneklerimiz söndü. 100’den fazla kitap yazıldı. Türkiye’de basıldı. Pomak kardeşlerimiz de Bulgarca yazdı. Fakat klasiklerimiz henüz belirmedi. Acılar dinmeden, edebiyat klasikleşemiyor, diyenlere inanıyorum. Biz BGSAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) olarak 56 derleme eser çıkarttık, BULTÜRK Derneği olarak da 15 kitap ve şahsen ben de, birkaç konu işledim. Fakat bu işte biz henüz yolun başındayız ve çalışmalarımıza devam ediyoruz. Kitap işine neden bu kadar çok önem veriyoruz? Sorunuz bu mu? Geçenlerde bir ay önce Vladimir Putin İtalya’da idi. Papa onu 3 saat kabul etti. “Ne konuştunuz?” sorusuna Papa “Rus Klasiklerini” dedi. Özellikle Gogol, Tolstoy ve Dostoevski’yi konuşmuşlar. Neden biliyor musunuz? Bir örnekle düğümü çözelim. Almanlar, Fransızlar, İngilizler, dine bağladıkları aşk, miras ve varis sorununu İncil’den çıkarıp toplum lehinde çözebilmek için 7yıl, 30 yıl ve 100 yıl savaşları verirken, Gogol’un toprak


Makale ve Analizler - 2019

147

köleliği, Tosltoy’un aşk ve miras, Dostoevski’nin de adalet ve din-politika meselelerini kaz tüyünden divitle beyaz kâğıda döktüğünü biliriz.Önemli olan düşmanlık körüklemek değil, toplumu ikna etmektir, bunun yolu da yeni değerleri yaza yaza gençlere, halka telkin etmektir… Başka bir özelliğe de dikkatinizi çekmek istiyorum. 1972-73’te Pomakların ve 1984-85’te Türklerin isimlerinin ve Kimliklerinin değiştirilmesinden sonra, 1988’de yapılan idari reformla, Bulgar devleti devlet işlerinde görevli Türklerin hepsini bir kademe aşarı indirmiş ve hepsinin başına yeteneksiz ve bilgisiz Bulgar atamıştır. Öncesinde de yoktu amma işte o zamandan bugüne Türkler ve Pomaklar devletin merkez ve yerel yönetim makamlarından daha da uzak tutulmakta, orduda ve poliste görevli, okul müdürü veya başhekim sayımız parmakla sayılacak kadar azdır. 2017 seçimlerinde Deliorman ve Dobruca Türklerinden 120 bin oy alan Bulgar partisi GERB ilk defa bir Türk Vali atadı. Politik çıkmazda bulunmasına rağmen Türk partisiyle hükümet ortaklığı kabul etmiyor. 27 Ekim 2019’da Bulgaristan’da yerel seçimler var. Bu seçimler, majoriter sisteme göre yapılıyor. Karma bölgelerde belediye başkanları ile muhtarların Bulgaristan genelinde 40 ilçe ve bir il Kırcaali’yi Türk alması şansı büyüktür. İsimlerimizi değiştirirken, kalbimize silah namlusu dayayan, dilimize yasak koyan, bizi Bulgarlaştırmayı umanlar çok büyük yanlış yaptılar. Bir iki senede Türk olduklarını unuturdular düşüncesi tutmadı. Ezilenlerin, “Belene” ölüm kampına girenlerin, sürgünden dönenlerin Türklük birikimi dolu, ruhları kanatlıydı. Bir bakıma, 500 bin Bulgaristan Türkünün Türkiye’yi görmesi, Türk kültür denizinde yüzmesi, çocukların Türk okulu görmesi, meslek sahibi olmaları, aralarından sanatçılar çıkması yeni yeni umutları uyandırdı. Bu cümleden olmak üzere, Bulgar devleti de önlemlerini alıyor, okuryazar Türklerin sayısını azaltmayı başardı, “Kliment Ohridski Sofya Üniversitesi” Doğu Dilleri Bölümünde kayıtlı Türk Asıllı Öğrenci yok gibi. Türkiye’den gelen iş adamlarıyla çalışacak İngilizce bilen kadrolar öne sürüyor. Türkçeden Bulgarcaya tercüme edilen edebi eserler ve dizi filmleri de hep eski polis hafiyesi ırkçı-Bulgar kadrolara verildi. Yerli Türklerin Türkiye-Bulgaristan kültür köprüsünde rol oynaması böylece kısıtlandı.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halen tek umut, Türkiye’den gidip de Bulgaristan’da yükseköğrenim alan kadrolardadır. Türkiye devletinin yardımlarıyla olmak üzere, en az 50 yerli Türk gencine en kısa zamanda Türk kimlikli ve Türk milletçisi ruhlu eğitimle kimlik kazandırmamız gerekiyor. Bunların hukukçu, uluslararası, siyasetçi, hekim, öğretmen, mühendis ve muhasebeci uzman olarak yetiştirmemizle Türk milli varlığımızın aydın düzeyini pekiştirmemiz zorunlu olmuştur. Geçen Saray Bosna görüşmesinde Bulgar Başbakan B.Borisov, Türkiye Cumhuriyeti Başkanımız Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN’a TürkiyeBulgaristan arasında ikili ticaretin 10 Milyar Euroya çıkarılmasını önerdi. Bunun olması için Türkiye’nin Bulgaristan yatırım oranının %40’tan %80’e çıkması gerekir. Bu pastadan Bulgaristan Türklerine pay olmalıdır. Türkiye’nin yeni işbirliği şartları içinde Türk yatırımlı işletmelerde Türkçe konuşulması, Türk dil eğitimi vb yer almalıdır. Turizm ve Tarımsal üretim ve hayvancılık dalında yerli Türklerin şirketlerine direk olarak Türk pazarına mal sürme hakkı tanınmalı, gümrüksüz bölgelerde depo hakkı ve başka kolaylıklar sağlanmalıdır. Şu an sermaye birikimimiz olmadığından büyük işlere uzanamadığımız biliniyor, fakat Türkiye’den gelecek iş gücüne özel koşullar sağlanması da kültürel kaynaşmamıza yeni bir kapı açacaktır. Bulgaristan artık Türkiye ’siz yapamıyorsa Türk’ün şartlarını kabul etmelidir. Okul-medya-tarihi eserlerimizi geri verilmesi öncelikli olmalıdır. Yine yeni koşullardan faydalanarak, Türk şirketlerine Türk çocuklarının okuduğu okullara, Türkçe ve Bulgaristan Türklerinin gerçek tarihi, geleneklerimiz ve Türk-İslam ahlakımız derslerine, anadilimizde TV ve radyo yayınlarına, gazete ve dergilere, uzman yetiştirme çabalarımıza destek sağlaması kurallara bağlanarak yasallaştırılabilir. Bulgaristan Türk öğrenciler yaz tatilini Türkiye’de eğitim kamplarda geçirmeli, dilimizi, gelenek ve ahlakımızı öğrenmelidirler. Bu kamplar Türk Dünyası çocuklarının kaynaşma alanı, etkileşim dünyası da olabilir. Konuyu biraz değiştirelim Değerli dava arkadaşlarım. Geçen hafta “Rasiya – 1” televizyonunda bir açık oturum izledim. Özbek asıllı, 45-50 yaşlarında, Rusya Federasyon’u Halk Meclisi “Duma” ikinci katında yani Senato’da Eğitim ve Öğretim Komisyonunda görevli, aklımda kaldığı kadarıyla Musa Raşıd isminde bir seçkin konuştu. Tartışma konusu, Sovyetler Birliği’nden ayrılan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini Rusya Federasyonu ve Rus halkına bağlayan yeni bir ruh hali oluşturmaktı.


Makale ve Analizler - 2019

149

Özbek Senatör, son yıllarını bu davaya adadığını anlatırken, meslekten bir matematikçi olarak Orta Asya Cumhuriyetlerinden bakanların, vakıf yetkililerinin, stk başkanlarının, okul ve enstitü müdürlerinin kendisiyle görüşmeye geldiklerini anlatarak konuyu açtı. Latin Alfabeleriyle henüz olgunlaşmamış milli yazı ve konuşma dillerinde, hele elektronik çağda matematik öğretiminin çok zorlaştığını, tıkanıp kaldıklarını ve kendisinden yardım istediklerini paylaştı. İyi bir matematikçi sıfatıyla, birinci sınıftan lise sona kadar Özbekçe ve Rusça açıklamalı MATEMATİK DERS KİTAPLARI, ödevler ve alıştırma kitapları yazmasına büyük ricada bulunmuşlar. O da 2 senedir bütün serbes vaktini bu işe ayırmış ve kitapları yazmış. Kardeşlerim insana yol veren İHTİYAÇ VE ZORDUR. Örnek ortada… TV-tartışmasında, kitapların yazıldığı, basıldığı anlaşıldı. Şimdi aynı istekte bulunan Tacikistan’dan 200; Özbekistan’da da 500 öğretmene özel matematik eğitimi verildiği de ortaya çıktı. Bunun Türkçesi RÜZGÂR DÖNDÜ’ DÜR? Neden döndü acaba? Çünkü biz yerli aydınlar ve Türkiye Cumhuriyeti bir öncü devlet olarak işini görememiştir. Yani kuşaklar değişiyor, bayraklar değişiyor ama millet kızıl elmayı aramaya devam ediyor. Örnek ibret vericidir. Düşündürücüdür. Bazen bu (yardıma muhtaç) ülkelerdeki liderlerin, kamuoyu zekâsının bizden ileri olduğunu düşünüyorum. NATO-FETO okul ve öğretmenlerini ilk kovan Özbekler, Ardından Azerbaycanlılar, etkinliklerini kısıtlayanla Ruslar olmuştu. Biz Bulgaristan Türkleri de 15 Temmuzda FETO yılanından büyük bir yara aldık. Ama mesele yalnız 15 Temmuzla bitmiyor. Yara kanamaya devam ediyor. Ne yazık ki, yeni kuşak Türk aydınımız yok gibi. İmam Hatip lise ve Üniversitesinde okuyanlar, eskiden Bulgar devletinin memuruydular. Bulgar devleti imam ve müftülere maaş veriyor iplerini çekiyordu. Bu sene, Bulgaristan hükumeti, Bulgaristan Diyaneti ve Baş Müftülüğe yeniden bol keseden para vermeyi meclise onaylattı. Hemen ardından Savcılar imamları çağırdı ve “dediğimizi yapacaksınız” demişlerdir diye de düşünmeden edemiyorum. İmamlarımız orta maaşlı devlet memuru oldu. Yaptıkları tek iş, 3-5 kişiye namaz kıldırmak, cenaze kaldırmak ve musalla taşına yatırılanın yakınlarından üç beş kuruş yararlanmak. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti diyanet yetkililerinin oraya işe gönderdiği yetkililerin gözü önündeki devam eden gelişmelerdir. Tabi ki bunların raporlarını üst makamlara yaptıklarını düşünmek istiyorum.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Evet, Türkler cahil kalmış maaşlı din adamlarının pek umurunda değil. Hiçbir imam Ahlak kursu, gelenek kursu, Türkçe kursu açmıyor. Başmüftü Dr. Mustafa Aliş “Din ana dilinden, Türkçeden, öncedir” demekten dahi çekinmiyor ve bunu duyan yetkili olduğuna da pek inanmıyorum. FETO okulu Sofya’da hala açıktır. FETO gazetesi “Zaman” 2016’da isim değiştirdi, “Haftaya Bakış” adıyla çıkmaya devam ediyor. Bu örnekler çoktur daha da önemlisi şudur; Koskocaman Türkiye Cumhuriyeti’mizin bu geçen 30 yılda Bulgaristan’da Türk ahaliye, kamuoyuna öncülük yapacak 40-50 kişilik bir ekip eğitememiş olması çok üzücüdür. Burada demek istediğim biz hep problemsiz yaşamak, angaje olmadan maaş alıp geçinmek, kör testere ile ağaç kesmeye devam ediyoruz. Sayın dostların, ömrümde hazırladığım en zor konuşma buydu. İnsan kendini över. Ben ise eleştirdim. Gerçeğin yapıcı eleştiriden beslendiğine inanıyorum. Bunları Bulgaristan’ı iyi bilesiniz diye anlattım. Özbek senatör örneğiyle, Türk Dünyamızda Türklüğümüz yeniden sökülmüş, ipin ucunu yine Ruslar çekiyor demek istedim. Buna dikkat edelim… Din konusunda örneğinde halkımın uyanmasına en fazla engel olanların buralardan gelebileceğini anlatmaya çalıştım. Sonunda da Tüm olumsuzlukların sivrisinek gibi başımızda dolandığını ve henüz doğru dürüst iş yapmamıza ve yol almamıza engel olduğunu anlatmaya çalıştım. Yapılacak çok işler var ama yolun üstünde de çok eski taşlar var. Anlattıklarım, Memleketimdeki sorunlardan küçük bir parçadır. Tekrar bizi burada buluşturan YAFEM yöneticilerini kutluyor ve toplantımızın başarılı geçmesini diliyorum. Saygılarımla, Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

151

Şuurun İsyanı

Tarih: 21 Temmuz 2019 Yazan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Allah zihin açıklığı versin oğlum. Okula giderken arkamdan bakırla su atıldığını hatırlamıyorum. Avlumuzdaki kütüklerden birine oturmuş, sağ elinde kızılcık bastonu babaannemin “Allah çocuğuma zihin açıklığı versin!” sözleri bazen kulaklarımda çınlıyor. Ondan bende kalan da o zaten… Köyümüzde asfalt nedir bilen yoktu. Elimdeki kitap dolu torbayı sallaya sallaya okula koşarken, ayağım taşa takılırsa düşerim endişesi başka bir şey düşünmeme engeldi. Şu da var tabii. Biz Türk çocuklarının Bulgar okuluna her girip çıkışımız, Allah’tan ve onun Resullü aracılığıyla ailede telkin edilen genel geçerli kurallardan azdan az hep uzaklaşmamız anlamına geliyordu. Bunun farkına çok sonradan varabilmiştim… Evde Müslüman kazanında, okulda Bulgar kazanında kaynıyordum. Bizimkilere Bulgarca tek söz söylemeden, derslerime sessizce çalışmam, aile huzurunu bozmadığıma ve bu iki dünyayı birbirine karıştırmadığıma ispattı. “Allah zihin açıklığı versin” sevdiklerimin bana duasıydı. Kalpten bir temenni… Olaya şöyle başka bir açıdan baktığımda şunları görüyorum. Dün Sofya uçak alanına Japonya’dan gelen bir uçak kondu. 20 – 30 lise öğrencisi ve öğretmenlerini, ana-babalardan önce, gazeteciler, kamaralar, fotoğrafçılar karşıladı. Çocuklar, 29 Asya ülkesinden lise öğrencilerinin katıldığı Tokyo Asya Kıtası Matematik Olimpiyatlarına katılmışlar. Başarıları çok yüksek! 4 Zümrüt, 6 Altın ve 19 Gümüş ve Bronz madalya boyunlarında, hep birinci olmuşlar. Bu başarılı zihinlerin hepsi de Sofya’dan ve yalnız 2 lisede okuyorlar. Birisi, Sofya Matematik Lisesi, ikincisi de Ulusal Doğa Bilim ve Matematik Lisesi. Bu iki lise kendi aralarında rekabet halinde olsalar da, uluslar arası matematik yarışmalarında milli takım çıkarıp Bulgaristan’ı temsil ediyorlar. Demokrasi yıllarında bu iki lisede yalnız bir Bulgaristanlı Türk öğrenci okumuş- Bayan Nedret-Bilge Hikmet Deniz. İl ve İlçe liselerinden bu iki okula gelen başka Türk öğrencinin ismine rastlayamadım. Oysa kalabalık olsalar iyi olurdu kuşkusuz… Uçak alanlarında biz hep pehlivanlarımızı, haltercilerimizi ve boksörlerimizi karşıladık. Koca Yusuf’tan, Kurtdereli Mehmet pehlivan, Hüseyin Pehlivan, Osman Pehlivan, Lütfi Pehlivan ve onların arkasından gelen yüz-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerce, köy, ilçe, il, cumhuriyet, Avrupa, dünya ve olimpiyat şampiyonlarımız, T.C. birincilerimiz var. Şimdi de kızlarımız şampiyonluklarıyla öne çıktı. Satranç, teniz ve diğer spor dallarında gururlarımız çoğalıyor. Bu ayrım günümüzde çok büyük önem kazanmaya başladı. Sanki biz kol bacak, onlarsa kafa emekçisi… Geçen hafta, Bulgar ağzı köpüklü faşistlerden, “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisi kurucu başkanı, şimdi iktidara ortak olan sözüm ona “Yurtsever Cephe” başkanlarından milletvekili Valeri Simyon meclis kürsüsünden şöyle konuştu: “Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Avrupa Meclisi seçimlerinde 3. Parti oldu. Bulgar nüfus azalıyor. Nüfusumuz yaşlandı. Ölüm oranı yüksek, doğum oranı yetersiz! Doğanlar azınlıklardan. Gidenler bizden. Bu durumda, 2030 yılından sonra, biz Bulgarlar, nüfus içindeki Bulgar oranı olarak azınlık durumuna düşebiliriz, düşsek de, Türklerin Bulgaristan’ı idare etmesine, Bulgaristan’ı Avrupa’da en büyük parlamento grubuyla temsil etmesine yol vermeyeceğiz. Gerekli tedbirleri almak zorundayız.” Simyonov gençliğinde ve olgunluk çağında Bulgar Ordusunda Milliyetçilik Kazanında kaynamış bir politik subaydır. Bu yılın Mart ayına kadar, Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı görevinde bulundu. “Nüfus ve Azınlıklar Şubesi Müdürü” idi. Irkçı konuşmalarından dolayı istifaya zorlandı. Fakat 21. yüzyıl Bulgar kamuoyuna ırkçılık mayalayarak ve çalkalayarak komata (somun arasına) sürecek tere yağ ve bal çıkaramadı. Komünist-ırkçı Todor Jivkov’un elinden su içmiş bu faşistin sözüne halk kulak vermedi. 26 Mayıs’ta Avrupa Meclisi’ne temsilci gönderemedi ama bu onun ruh halini ezmedi. Üçüncü Boyko Borisov hükümetine mecliste ve başbakan yardımcısı, bakan ve bakan yardımcılarıyla yardım sunan, yaşlı ve yeteneksizlikleri kaşarlanmış sahte uzmanlar sağlayan “Yurtsever Cepheye” katılan 3 parti için Avrupa Konseyi “faşist”, “aşırı milliyetçi” ve yukarıdaki konuşmadan sonra biz de “ırkçı” diyoruz. Hepsinin “devletin çökmesine neden olan yıkıcı komünist propaganda militanı” sertifikalı ve birkaç totaliter madalyası olan bu hiçbir işe yaramayanlar sürüsü bu defa siyasi iktidarı iyice kuşattı. Onları TV ekranında gördükçe, Afrika maymunlarının dört el üzerinde ve oturarak yaşadıkları devirden örnekler geliyor aklıma. “National Geografikte” izlemiştim. Derin kökleriyle topladıkları ve kalın gövdeleriyle yapraklarına balsam taşıyan meşe ve çam türünden olan bazı ağaçların gövdesine uzun ve ince çırpı sokup çıkardıklarını ve sonra çırpıyı yaladıklarını gördüm. Haşaratın yolunu izlemişler ve ballanıyorlar, dedim. Geçinme yolu işte…


Makale ve Analizler - 2019

153

Şu bizim milliyetçiler de, 21. Yüzyılın ideolojisiz bir çağ olacağını anlayamayan sosyalist ve sosyal demokratlarımızın ve de-pe-se-ciler dediğimiz dünyadan habersizlerin salaklığından faydalanarak, ayılardan da arsız çıkarak, koskocaman devlet ağıcının içine sokuldular ve bal tasının başına oturdular. Bu işte ayıdan arsız olduklarını gördük, vallahi hakikatten yandık mı ne diye düşünüyorum. Onlar hayır dua almış besbelli… 2014’ten beri “Bulgaristan’da faşizm, ırkçılık, aşırı milliyetçilik” tırmanıyor. Bal dolu petek kokusu aldılar, iktidar oldular azınlıklara karşı kabaran tehlike saldırganlaştı. “Allah bu işleri ve bizi hala anlamayanlara zihin açıklığı versin!” Adam meclis kürsüsüne çıkmış “biz Bulgarlar 5 kişi de kalsak, Türkler bu ülkede iktidar kuramaz” diyor. Nedeni? Söyledikleri şu: “Türklerin iktidarı uzun ömürlü oluyor. Balsam yolunu bulduk. Bal kazanına düştük. Ölürüz çıkmayız.” Simyonov’un sözlerinin saçmalık olduğunu anlamayan yok da, tepki yükselmiyor. Son dönemde, Bulgaristan apartmanı sayaçtan çıkan elektrik kabloları kesilmiş gibi. Hiçbir dairede ışık yok. Çıt yok. Bu suskunluk ırkçılığı alkışlamak gibi mi anlaşılmalı? Sinirlenmemem ve stres yapmamam için kendimi aldatmaya çalıştım. Çünkü 2 sene öncesi Birleşik Amerika’nın Afrikalı bir Müslüman olan Barak Obama tarafından yönetildiğini, İngiltere Başbakanlığına hazırlanan Boris Johnson’un büyük dedesinin İstanbul’lu Ali Kemal olduğunu bilmeyen yok. 7 yıl (2007-2012) Fransa’yı yöneten Nicolas Sarkozi’nin soy kökenin bir dalı İspanya’dan kovulan ve Osmanlıya sığınan Sefarad Yahudilerine, ana tarafı da Atilla Kan’dan arda kalan Macar soylarına dayanır. Şu bir gerçektir. Milliyetçiliğinin üstüne olmayan Fransa’da, o Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Bulgar kamuoyu susadursun, Makedon “Nova Makedonya” (Yeni Makedonya) gazetesi patladı. “Bulgaristan Makedonlar tarafından yönetilmiştir” başlığı ile çıktı. Yazıda, Makedonlar Bulgaristan’a 8 bakan ve 20 diplomat verdi. 1926 – 1931 yılları arasında Bulgaristan Başbakanı Makedon asıllı Andrey Lyapçev’ti. Bugünkü ana muhalefet sosyal demokrat parti (BSP) nin atası olan Bulgar Sosyal Demokrat Partisi’ni (BSDP) 2 Ağustos 1894 tarihinde Koca Balkan’ın “Buzluca” tepesinde kuran Dimitır Blagoev de, Kuzey Makedonya’nın Zagoriçene köyünde doğmuştur. Deyiverdi. Aklım öyle bir karıştı ki. Hani bize Bulgarsınız, bizim de onlara suyunuz Türk dediğimiz gibi bir şey oldu.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı gazete, isim sıralamasına 1870’te Osmanlının bağrında İç MakedonEdirne Devrim Örgütü’nün kurumasından başlayarak günümüze kadar uzanan bir listeyi takmış. Sonunda Kuzey Makedonya’da sular birazcık durulsa, yönetim sistemi yapılanıp işler duruma gelse halen Bulgaristan’da yaşayan 200 000 (iki yüz bin) Makedon şuurlu kişinin anavatana (Makedonya’ya) dönüp memleketlerinin ıslahı ve kalkınmasına katkıda bulunacaktır, diye eklemiştir. Üçüncü Bulgar devletinin kuruculuğunda emeği geçen 1 başbakan, 8 bakan ve 20 diplomatın ardından sıralama şöyle devam etmektedir: “70 milletvekili; 10 Yüksek rütbeli din adamı; 15 Üniversite hocası; 100 den fazla bilim adamı, yazar ve gazeteci; 35 ressam ve heykeltıraş, opera sanatçısı ve aktör; 30 yüksek devlet memuru; 150 savcı, yargıç ve avukat; 80 doktor; hemşire ve yüksek mimar; 8’i general, 31’i Albay, 56’sı Yarbay olmak üzere 800 subay, Bulgar okullarında görev alan 1 568 öğretmen ve eğitmen; 200 din adamı ve 5 000 memur vs.” Rusya’nın eski Makedonya Büyükelçisi A. Slivenski kaleme aldığı anı kitabında şöyle diyor: “Makedonlar ateşli, hareketli bir kavimdir. Bulgarlardan daha enerjik ve hayat doludur. Makedonlar her zaman Bulgarlardan daha üstün hareket eden bir kavimdir.” “Yeni Makedonya” gazetesinden bir alıntı daha, İtalyan “İl-Popolo d’İtalya” gazetesi şunları yazıyor: “Balkan Yarımadası’nın en zeki ve kültürel seviyeleri yüksek sakinleri Makedonlardır. Onlar yarımadanın en güçlü ve hareketli kavmi olarak dikkati çekiyor. Onlar, Bulgar devletinde yöneten kesimin özünü ve bünyesini oluşturmuştur.” Biz burada Makedon gazetesinde bir şuur isyanı görüyoruz. Makedonların Bulgaristan’da ayrım görmediğini, örneğim Müslümanlarda Bulgar Ordusundan 1 tek subay yokken, gençlerimiz yalnız ve bir tek inşaat eri veya demir yolu inşaatçısı veya yol yapımcısı olarak “devlet görevi” – boyun borcu adına parasız işletiliyorken – yapabilirken, Makedon azınlığından generaller, albay, yarbay, yüzbaşı ve daha alçak rütbelerde subayların sürü sürü olduğunu görebiliyoruz. Türkler arasından “bilim adamlarının” – yalnızca ve bir kek Bulgaristan Türkleri, Pan-İslam izim, Pan-Türkizim ve Turanizm (Doç. Dr.İbrahim Yalamov); Ateizm (Dr. İsmail Cambazov), “İsim değiştirerek Bulgarlaştırma” – “Prof. Dr. Şüktü Tahirov (Orlin Zagorov)”, “Bulgar Etnik Modeli” gibi Bulgaristan Müslümanlığının kökünü kazıma konularının en iğrençlerinden sahte hain Dr. Ahmet Doğam” ve diğerleri Bulgar devletinin azınlıkları eritip asimile işlerinde gücüne güç katacak, halkın daha iyi yaşamasına engel


Makale ve Analizler - 2019

155

olacak, gençleri körletecek konuları işlemekten başka hiçbir katkı sunmamışlardır. Bu, ırkçılık ve ayrımcılığın en kokuşmuşudur. Bulgaristan Müslümanlarını ötekileştirici, vatandan koparıp kovan siyaseti yukarıdaki örneklerde çok parlak bir şekilde görüyoruz. Tüm yapılanlara rağmen, Makedonlar Bulgaristan’da kendilerini huzur içinde hissetmemekte ve bir gözleri hep Vardar nehri boyunda, Ştip ovasında, Tikveş bağlarında ve Ohri Gölü vadisindedir. Özellikle 2018’in Ağustos ayında Bulgaristan ile Makedonya hükümetleri arasında yeni dostluk ve işbirliği antlaşması imzalanmasından sonra, tarih, dil, din ve kimlik tartışmaları yeniden başlayınca, Makedonya’ya bakanların sayısı birdenbire artmıştır. Birkaç yıla kadar bugünkü Bulgaristan devlet sınırları içinde bulunan fakat tarihsel adı Kuzey Makedonya olan – Kara Su (Mesta ve Struma nehirleri boyunda yaşayan, Pirin Dağı ve Rila Dağı’nın Batı eteklerindeki Makedon etnik nüfusun daha Batıya kayması yaşanabilir. Bu insanların zihninde Makedon oldukları çok derin çizgilerle işlenmiştir. Örneğin, 19-21 Temmuz günleri arasında Orta Rodoplar’ın “Rojen” Dağlık yaylalarında 100 tulumcu şenlikleri yapıldı. Eskiden bu zümrüt yeşil yüksek yerde yayla şenlikleri, el işleri, dokuma, örme, ufak ve iri baş hayvan pazarları düzenlenirdi. Şimdi “Bulgarların soy köküne kaba gayda sesiyle dönme törenleri” düzenleniyor. Bu törenlere Makedonlar da davet edildiler ama gelen yok. En önemlisi de devlet kesenin ağzını açmış. 200 tulumcu birden yetiştiriyor. Bulgarlığı Rodop Dağlarına yerleştirme törenleri ihtiyaçları için tulumcu işlikleri açılmış, kavalı sarı erik dalından, ağızlık ve kamışı kart teke boynuzundan, tulumu da ulak derisinden yapıyorlar. Tulumcular genç, dağlarda yankılanan sese sevdalı… İnsanların kafasındaki boşlukları dolduranları düşünüyorum: Bir insan her hangi bir inanç, ideoloji ve ön yargı ile zihnini doldurmuşsa o kişi zihnini boşaltmadan asla yeni şey öğrenip değişemez, değişebilmesi için zihnini açık tutması gerekir. Şuurumuz uyanmazsa…. bütün geleneklerimiz tulum sesine paketlenerek zihnimize, hafızamıza, duyumsama duyarlılığımıza Bulgar soyu tadından yüzde yüz akıtılacaktır… Bu satırları yazarken kendimi yakılmış köy gibi hissediyorum…. Çocukluğumdaki temenniler her aklımda… İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. Dostlarınızla paylaşınız. Allah hepinize zihin açıklığı versin. Teşekkür ederim.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aydınlık Taşıyanlar

Tarih: 22 Temmuz 2019 Yazan: Oya Canbazoğlu Konu: Yaşadığımız topraklarda iz bırakanlar Bulgaristan’da Türk okullarının devletleştirilmesinden buyana 61 yıl geçti. Bu devlet önleminin hedefinde, Türk azınlığı köreltmek ve toplumsal yapının dışında yalnız kara işlerde kullanmak ve ikinci sınıf insan durumuna getirmek vardı. Artık ikinci kuşak eve beyinlerin çocuklarına anadilimizde okul zili çalmıyor. Okullarımız arı kovanı gibi vızıldamıyor. Öğretmen gururumuzu öldürdüler. Türkçe bilmek suç oldu. Türk şuuruna ceza kesildi Yok edemedikleri bir şey varsa Türk hafızamız ve Türk kimliğimizdir. Şu bizimki kaldırımlarda kaldırım taşları ile ev duvarlarının arasına büyük bir gayretle dizilen beton levhaların birleşme yerleri arasına sıvı beton dökülmüş olmasına rağmen, her sene baharda beton arasından fışkıran yeşillik gibi. Toprağın içindeki kudret o kadar büyük ki, betonu delebiliyor, kaldırabiliyor, üzerine oturup yeşeriyor ve bir de üstüne açıyor. Bu bakıma, Türkçe’mizle İslam dini arasında büyük bir benzerlik var, ikisi de kökten çatlayarak ürüyor, güneş ve nem alınca kuduruyor, mutlaka açıyor ve dünyaya renk veriyor. Doğa dünü yarına böyle taşıyor, hayat hakkı bularak, yeşerip açarak, tohum saçarak. Toplumda bu tohumların saçıldığı yer okuldur. *** Size bu yazımda, Osmanlı’nın, dolayısıyla Türk ruhunun diğer etniklerin manevi gelişmesine her zaman ve her yerde hoşgörülü yaklaştığını ve yardım gösterdiğini ve yol açtığını anlatmak istiyorum. Önceden işaret etmek istediğim bir hususta, alfabe, okuma yazma, basın yayın ve eğitim öğretim işlerinin toplamını da içine alan kültürel kalkınmanın çarpıtılmasının çok zararlı bir iş olduğunu belirtmek istiyorum. Şöyle ki, kültür diğerlerini tanıma anahtarıdır. Dünyayı tanımak için açılan bir penceredir. Aşağıda anlatmak istediğim Bulgaristan’ın Gabrovo şehrinde (Osmanlı devrinde) 1835 yılında ilk Bulgar lisesinin açılması ve faaliyetleridir. Nisan Lisesi (Aprilska Gimnazya) adıyla kurulup açılan bu lisenin Bulgar milli uyanışına katkıları ve oynadığı rol olağanüstü büyüktür. Ne olmuş, ne yapılmış o kadar ki tarihe girmiş diyenlere yanıtım şudur:


Makale ve Analizler - 2019

157

1185-1396 yılları arasında var olma kavgası veren II. Bulgar çarlığı devrinde, Rumeli üzerinden geçen ve Konstantinopol’de (İstanbul) çöreklenen IV. Haçlı Seferi, kültürel ve maneviyat olarak her yeri kasıp kavurmuş ve ardından işe yarayan bir şey bırakmamıştır. Bu bakıma 1396’da Osmanlı boyunduruğuna giren Bulgarların milli uyanış yolunda basacakları bir kaldırım taşı yoktu. Şöyle Bizanslılar ve Bizans’ın değişen hükümdarları Bulgarların hafızasını tamamen silmeyi başarmıştır. Bu yeniden uyanış, Bulgar-lığa yeniden mayalanma Bulgar tarihini daha derin anlattığı “İslavBulgar Tarihi” eserini Payisiy Hilendarski’nin kaleme almasıyla başlamıştır. Bu yapıtın tarihsel anlamı, daha Osmanlıdan önce kimliğini, dilini, yazısını, geleneklerini, folklorunu unutan insanlara “tarihte siz de vardınız” demiş olmasıdır. Bu konu son 140 yılda çok farklı açılardan işlenmiştir. Bulgar okullarında da çok farklı ve birçok dönem atlanarak yazılı anlatılmıştır. Bulgar tarihinde bizim için ilginç olan, Bulgarları karakter ve kimlik olarak tanıyıp nerede nasıl davranacağımızı, nelerin başımıza gelebileceğini önceden kestirebilmemiz için değerli ve gereklidir. İnsanlar beraber yaşadığı toplulukları tanımalıdır. Bulgaristan Türkleri arasından da önemli tarihçiler çıkmıştır. Doktora tezini Fransa’da savunan Ahmet Sadullov “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi” yazdı. Prof. Dr. Cengiz Hakov “Türkiye Cumhuriyeti Tarihini” kaleme aldı. Dr. İsmail Cambazov “Bulgarların İslam’ın Yayılmasına Katkılarını” anlattı. Cuma gün (19 Temmuz 2019) Sofya’daki “Hamam Başı Camii”nden son yolculuğuna uğurlanan Doç. Dr. İbrahim Yalamov da “Bulgaristan Türk Topluluğu Tarihini” “Pan İslamizm” ve “İslam ve Demokrasi” kitaplarını yazdı. İnsan için önemli olan içten gelen aydınlıktır. Bu eserler, Bulgarca yazılmış ve sanki bizi bize değil Bulgarlara anlatmıştır. Bu, bilim adamları ve yazarlar Bulgaristan Türkleri arasından çıkmış, her zaman onları aydınlatmaya çalıştıklarını iddia etmişlerdir. Şöyle o bu eserlerden hiç birinde, XX. Yüzyılda Bulgaristan Müslüman Türkleri’nin başına gelen trajedilerle ilgili dört satır uyarı yoktur. Çünkü dilimizin, dinimizin, kültür ve kimliğimizin yasaklanması ve kendi varlığımızı savunurken birçok kurban vermemiz bir rastlantı sonucu olmuş işler değildir. Bulgarlar kendi tarihlerinde yaşadığı kırılmaların, bir türlü savmayan travmalı faciaların acısını başkalarından çıkarmakta sanki uzmanlaştı. Yukarıda sıralanan eserlerin hepsinde İslav-Bulgar Devletinden söz edilir, fakat hiç birinde Bulgarların, esir aldıkları İslav erkeklerin kellelerini kütük üzerinde satırla uçurarak ve kadınlarına tecavüz ederek yeni doğan kuşakla İslavlaştıkları anlatılmaz.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yine hiç birinde olmak üzere, Bulgar Çarı Birinci Boris’in (Mihail) Hıristiyanlığı kabul etmeyen 52 zengin Bulgar sülalesinin yediden yetmişe bütün üyelerinin başlarını keserek toplu mezara gömdüğü de anlatılmaz. Bulgar tarihinin baştanbaşa soylar ve boylar arasında ölüm kalım savaşı içinde geçtiğine, eski tarihte Bulgar Çarları’nın kaydettikleri zaferlerin kiralık Kuman atlılarına ait olduğuna yer verilmez. 1185 yıllarında II. Bulgar Çarlığı’nın Edirne’de yine Kumanlılar tarafından kurulduğu, hatta Osmanlı’dan kopmak isteyen Bulgar haydut, çeteci ve komitacılarının başı Vasil Levski hariç, hepsinin Rus Çarı II. Aleksandır’ın maaşlı ajanları olduğuna da işaret edilmez. Olay şöyle ki, tarihin yanlış simalarla anlatılanlar ajanların kahramanlaştırılması Bulgar halkının ruhunu yıkıyor. Çarpıtılan tarihin sonu hezimettir. Özellikle, İ. Yalamov’un cenaze töreninde, Sofya’da ve köyünde edilen dualardan sonra, onun yazdığı ve Bulgaristan Türkleri Tarihi eserinde çok eksikler olduğunu önemle belirtmeye ihtiyaç duyuldu. O çalışmalarında, Bulgar Çarı Kubrat’ın Kan Atila soyundan geldiğini, Bulgarları Tuna’ya indiren Hak Asparuh’un Atilla Kan’ın 9. torunu olduğunu yazmış olsaydı, Belki Bulgarlar Macarlar, Finler ve başkaları gibi, Orta Asyalı Türklerden olduklarını kabul eder ve XX. Yy.’da başımıza bu denli acı talihsizlikler gelmezdi, parçalanmazdık. Dünyaya dağılmazdık. Bu bakıma, Yalamov’un toprağı bol olsun, fakat yarınlarımızı olumsuz etkilemeye temel atan açıklarına da parmak basmamız doğru olandır. Sonra 1990’da Şumen’den Bulgar Büyük Millet Meclisi BSP milletvekili seçildi. Anayasada Azınlık Sorunları komisyonuna alındı. “İçinde Bulgaristan Türkleri, kolektif haklarımız, azınlık haklarımız, anadil hakkımız, okullarımız”gibi haklarımızı kapsamına almayan anayasayı ondan başka hiçbir Türk vekil imzalamadı… Bunlar unutulamaz. 1985’te o İsim değiştirme siyasetini onayladığını beyan ettiği için ödül aldı. Bilim doktoru ve doçent oldu. Ölmüş bir kişinin ardından eleştirel konuşulamaz, fakat 30 yıldan beri verilen kısır bir mücadelede o faktördü… Gerçeklerin açıklanmasında siyasi partilerin – HÖH, DOST, HŞHP – mecliste ve meclis dışı, Eğitim ve Kültür Bakanlığındaki yetkilileri hiçbir sorunun lehimizde çözülmesine halen katkıda bulunmadılar. 26 Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu seçim toplantılarında HÖH lideri Mustafa Karadayı 15 Eylül 2019’da Türkçe ders kitaplarının sınıf odalarında olacağını ve öğrencilere bedava dağıtılacağını bildirdi. Bekliyoruz. Bunu yaparsa bu parti 30 yılda halktan yana ilk adımını atmış olacaktır… ***


Makale ve Analizler - 2019

159

Bizim konumuz, tarihi, halk bilgilerini, dilimizi, dinimizi, yaşam tarzımızı ve kültürümüzü geleceğe taşımaktır. Yukarıda da dediğim gibi bu okulla olur, eğitim ve öğretimle olur. Önce ilk Bulgar okulunu ve lisesini kuran Vasil Aprilov ‘un 230 yıl önce Gabrovo şehrinde doğduğuna, 11 yaşında tüccar olan ağabeyi ile birlikte Moskova’ya gittiğine, Romanya/Braşov şehrinde lise okuduğuna ve 2 yıl da Viyana’da tıp öğrenimi aldığına (1807-1809) ve sonunda Odesa’ya döndüğüne değinmiş olalım. Oradaki işleri iyi giden Aprilov kardeşler bir şeker fabrikası kurabilmiş ve 1835’te Gabrovo’ya dönüp Bulgar dilinde ders verilen ilk lise açılmıştır. Bu işte ona birkaç yerli tüccar ve Tırnpva Baş Piskopos’u İlaryon destek olmuştur. O ilk Bulgar okulunu kurarken birkaç da kitap yazmış ve Bulgar ruhunun yaratılmasında öğretmenlere yardımcı olmuştur. 1872’ye kadar çanlarını Rum papazlar çaldığı kiliselere bağlı Bulgar okullarından farklı olarak, Gabrovo Lisesinde bütün dersler Bulgarca okutulmuştur. Bu okul, Bizans devrinde tamamen yok olan, hafızadan silinen Bulgar folklor, atasözü, değim, fıkra vs araştırmalarına da büyük önem vermiş ve birçok eser yayınlanmıştır. Bu okulda öğretmenler arasında Rum hocaların olmaması Bulgar ruhunu pekiştirmiş ve maneviyatı yüksek olan milli kadrolar yetiştirilmiştir. *** Uyanış çağımızın çok önemli bir devri olan Birinci Dünya Savaşı sonraki yıllarda Kırcaali encümenliği da aralarında para toplayarak 1920’de bir Türk Okulu kurmak için arsa alarak hazırlık yapmıştı. 1923-1928 yılları arasında Orta Asya usulü projesi hazırlanan Türk Okulu 20 yılda inşa edildi. Ne ki, hiçbir zaman amacına uygun kullanılmadı. Amacında Kırcaali ve etraf 115 Türk köyü çocuklarına eğitim vermek vardı. Askeriye oldu, depo yapıldı, Müze ilan edildi sonra da Kırcaali Tarih Müzesi oldu. Çocuklar yolda kalmış kime ne… Zaten son 30 yılda 2 000 köy köreldi, okullarının ampulleri toplandı ve devlete teslim edildi. Bizim devlet depodaki ampullerle memleketin aydınlanamayacağını henüz akıl erdiremedi. Aç susuz, cahil ve dayanaksız insanları idare etmek kolay olabilir ama bu memleketin geleceği karanlıktır… Bulgar devleti bizim ümmetten etnik Türk topluluğuna geçerken Bulgaristan Müslümanlarını Bulgar sayasına toplamaya çalıştı. Türk milletin yok olmamak için uyandığını göremedi.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk halkı titrerken kendine döndü ve kendine geldi. Geçmişinden dinini ve Türk kimliği çizgilerini alarak yeni yolunu çizdi. Şu iyi bilinmelidir. Osmanlı İmparatorluğu ayrı bir devirdi ama Türk’ündü. Yaşadığımız topraklarda Bulgar Prensliği, monarşi ve ardından Bulgaristan Cumhuriyeti kuruldu ve unutmayalım o da bizimdi. Onlar ancak yönetimi ele geçirdiler. Kurulan Bulgar devletinde bizim de payımız vardı. Bulgar rejimini bize, azınlıklara karşı kullanmaları en büyük kötülük oldu. 1978’den beri Türklerin elinden alınan, hak etmiş olmalarına rağmen kendilerine verilmeyen haklar, hem Cumhuriyetin, hem de rejimin yapısında alın terimiz, emeğimiz olduğu anlamına gelir. Onun için mücadelemiz adalet ve demokrasi, hak ve özgürlükler yolunda güç topluyor. Onların hedefinde, “ azınlıksız Bulgaristan”, “Türksüz Anayasa” vardı ve var. Bu memlekette üst üste konan her taşta emeğimiz olmasından doğan haklarımızın saklı olduğu anlamına gelir. 1835’te Gabrovo Bulgar Lisesinin kurulmasına izin verilmiş olmasından, hem de kendiliğinden, bizim bugün Türkçe eğitim ve öğretim veren okullarımızın olması hakkımız doğar. Eğer o zaman Aprilov Liseyi kendi parasıyla kurmuşsa, biz de devlet yardımı almadan Türk liseleri kurmaya hazırız. 1879’a kadar yaşadığımız topraklarımızda 2 700 medrese okulumuz vardı. Şimdi 1 000 (bin) köyde yaşıyoruz ve 1 000 okul kurmaya ve çalıştırmaya hazırız. Bizim geçmişimizi geleceğimize taşıyacak olan en büyük kudret öğretmenlerimiz, eğitmenlerimiz, aydınlarımız, okullarımızdır. Biz Türk’üz ve yılmayız. Okul hakkımız kutsaldır. Biz Bulgar milletinin milletleşemediğini, devletin ve rejimin çöktüğünü gözlerimizle görüyoruz. Eğer biz bugün Türk Dili ve Bulgaristan Türkleri Tarihinde ısrar ediyorsak, geliştirip güçlendirmek zorunda olduğumuz, milletleşme ihtiyacımızdandır. Biz bugün edebiyatımızın gelişmesinin yarım kaldığını, yazar, şair ve aydınlarımızın kıyıma uğradığını yazıyorsak ama başarılı olamıyorsak, yıldığımız anlamına gelmez. Okul sorununun bir an evvel çözülmesinde ısrar ediyoruz. En büyük edinimlerimizi, maneviyatımızın olgunlaşmasını, ayaklanmadan geçen Türk ruhumuzu yaralı ve kötürüm halde bırakamayız. Biz bugün kimliksiz, ihbarcılığı meslek edinmiş aydın ve parti mensuplarının bölük pörçük, sosyolojik, antropolojik ve kimliğimize yabancı görüşlere inanarak sosyal yapımızın bozulmasına izin veremeyiz. Bu işte varsanız ve niyetinizde samimi iseniz beliren boşlukları, giderek derinleşen ayrılıkları ve eleştiriye açık noktalar bilimsel yöntem ve tekniklere dayalı bir yaklaşım tarzıyla doldurulmalıdır.


Makale ve Analizler - 2019

161

Bu arada, Bulgaristan Türklerine 24 saat tekrarlı yatın yapacak bir elektronik merkez Türk dili, gramer, kapsamlı dil bilgisi yayınlarına tüm çağdaş olanaklardan yararlanarak hemen başlamalıdır. Bulgaristan Türkleri tarihi yeniden yazılmalıdır. Bulgaristan Türkleri Kültürü de yeniden değerlendirilmelidir. Türk düşünce sisteminin gelişim çizgisi, Bulgar devleti içinde hukuk üstünlüğüne katkı sağlayabilmemiz için gereklidir. Devlet, rejim, insan hakları, azınlık hakları, bireysel ve ortak haklar gibi konulara, özellikle aile yapısı, anadili tehlikede olan bir etnik toplulukta çocuk eğitimi ve milli kimliği koruma gibi sorunlar derinlemesine ve gece gündüz ele alınmalı ve yorumlanmalıdır. Uyanalım! Aprilov’un yaptığı budur. Bu hak bize de tanınmalıdır. Bizi izleyiniz. Dil, tarih, din ve kültür dokusu olan bir millet olamazsak, yok olmayı kabul etmiş oluruz. Her şey dönüşerek değişiyor fırsat fırsattır. Paylaşınız.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sararmış Sayfalar Arasından Göz Kırpanlar

Tarih: 23 Temmuz 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Hakikati gizlemek imkansızdır: Günümüzü aydınlatan aktüel sözler. Tekirdağ’da denize bakan balkonumuza oturup çay sohbetlerimizde, babam ansızın Bulgaristan konusuna girince, tamburasında makam değiştirir ve giriş yapar gibi, hep aynı şeyleri tıngırdar. Dizinin hangi bölümü olduğunu hatırlatmadan “Kapitan Petko Voyvoda” filmine takılır. Seksenli yılların başında izlemiş ve her defasında, “bazı gerçekler vardı bu filmde, koskocaman Kapitan Petko’yu Varna hapishanesinde aç farelerin taşı kemirdiği koğuşa attılar be…, bir de kalkıp karısına tecavüz ettiler…, bu yapılır mı?” Derken sigara paketine uzanıp “ona bu yapıldıysa, bizim ki, solda sıfır” derken içini çeker, çakar çakmağını… Bu sabah abv.bg postamda sevilen şairlerimizden Habil Kurt’un gönderdiği Kapitan Petko Vayvoda fotoğrafı ve şu sözlerden etkilendim: “Adaş, işte görüyorsun, her şey insanın kendi içinde. Artık, ensemizde soluyan Türk yok. Hem kardeşiz hem de birbirimizin gırtlağını sıkan kendimiz değil miyiz? Neden biliyor musun? Söyleyeyim. Aç gözlüyüz de ondan. Bizim ki, kemik kavgası. Herkes ötekinden fazla olmak istiyor. Dünyayı bozan budur.” “Kapitan Petko Voyvoda” dizisinden. Yıl 1981. *** Bulgarların kendi kendilerini linç eden filmlere masraf etmesi babamı etkilemişti. “Ne demek istiyorlar. Adalet için yorganı yakarız mı diyorlar. Boş laf, kim inanır ki? Başımıza gelenler ortada…” Düşünüyorum! Bu filmler bizi peşinen korkutmak için yapılmış olmalı. Sonu sonunda bu filmin söylediği son söz nedir? Dediğimiz olmazsa hapishanelerden zindan ve aç sıçanlardan fare seçin, eşlerinizin yazgısı da bu olur, olamaz mı? Olmadı mı? İki yüzlüklerinin başı sonu yok. Kuyuya bir taş atıyorlar, 40 kişi çıkaramıyor. Aslında ben taşta falan değilim, taş kuyunun dibinde kalsa da ne değişecek ki. En kötüsü, gerçeklerle ilgili kendi bilim adamlarının söylediklerine inanmadıkları gibi, yabancıların yaptıkları araştırmaların sonuçlarına da inanmıyorlar. Ben bir defa Sofya’dan dönerken, “Batak” şehrine gittim ve orada anlatılanları ve duvar raflarına bira şişesi gibi dizilmiş kafataslarını gördüm. Orada bir uğultu vardı. Dikkatle baktım, sanki konuşuyorlardı. Bana, “biz Türk’üz oğlum.” Derken fısıldıyorlardı.


Makale ve Analizler - 2019

163

Bu olaya ne kadar farklı bir açıdan bakarsak o kadar tuhaf şeylerle karşılaşıyorum. BGSAM ekibinden bazı yazarlar konuyu ele aldılar. Plovdiv’de yapılan bir bilimsel toplantıda, “Bulgaristan’ın resmi tarihçilerinin Batak’taki olayları fazlasıyla abartarak, Bulgar halkı arasında Müslümanlara ve özellikle Türklere karşı nefret duyguları oluşturmaya çalıştıklarını” belirten Alman bilgin Brunbauer, “Bu da herkesin bildiği gibi Komünizm döneminde Türklere karşı uygulanmaya çalışan asimilasyon kampanyasına ilham vermiştir” dedi. Alman tarihçi bilim adamları, Bulgar tarihçilerin, “Osmanlı yönetimine karşı 21 Nisan 1876’da başlatılan Batak isyanı sırasında, çoğu kadın ve çocuk 5000 kişinin Batak’taki Sveta Nedelya kilisesinde Osmanlılar tarafından kılıçtan geçirildiği” yolundaki iddialarını çürüttü. Öğretim üyesi Bulgar kökenli Bayan Martina Baleva ile Doğu Avrupa Enstitüsü üyesi Bay Ulf Brunbauer, “Batak katliamı” olarak bilinen olayın aslında bir “düzmece” olduğunu açıkladılar. Olay çok ilginç, bir yandan istediklerini yerden yere vurup, “Makedoncu”, “Komintern ajanı”, “para dolandırıcısı” gibi günün politik kıyım makinesi ayarına göre ezip bitirirken, “Batak düzmecesi” gibi tamamen uydurma olaylarla ilgili parmak kımıldatmıyor, satırların arasından haykıran gerçekleri işitmek dahi istemiyorlar. Bizim dilimizde “Zamanı gelmeden bir şey olmaz” gibi bir arasözümüz vardır. Bu sene birçok şeyin zamanı geldi ve kapı çalıyor. Mesela, şu seri katillerin işlendiği Balakan Savaşı, 2. Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı arşivlerinin 100 yıl sonra açılma zamanı gelmiş. Tabii bu arşivlerde olmamış olan “Batak katliamı” gibi olaylarla ilgili diplomatik haberleşmeyi de bulacağız. Bulgaristan’da bu olaylara en derin bakan ve gerçekleri gözlük takmadan da görebilen Prof. Dr. Stoyan Dinkov yeniden sahneye çıkıyor. Parist’a tarih okuyan bu cesaretli bilim adamı “Bulgarlar Türk’tür demiştir”. Batak’tan girerek, onun kısa hayat yoluna geçmezden önce, şu sözlerini dikkatinize sunmak istiyorum: “Bulgar halkını kurtaran Osmanlı İmparatorluğu’dur. Bulgar uyanışı Rus propagandasının bir ürünüdür. Bizim en yakın dostumuz Türkiye’dir. Avrupa-Asya Birliği Avrupa Birliği’nin yerini alacaktır.” İnterneti tarasanız onun hakkında şunları bulabilirsiniz:


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Stoyan İvanov Dinkov: Şair İvan Dinkov’un oğlu. Bulgar jeopolitik, yazar ve ressam. Cesur bir araştırmacı kalem. Paris Sorbona’da Fransız tarihçi Prof. Dr. Fransoa – Jorj Draysu’un elinden su içmiş. O da gençliğini kadim ve modern tarihin Oxford ve Cembridge kütüphanelerinde geçirmiştir. St. Dinkov 2008’de Bulgaristan’da “Stratejik Analiz Merkezi” kurdu. Çıkan ve İngilizce, Türkçe, Romence, Portekizce ve Makedonca çevrileri çok satan şu kitapların yazarıdır: “Grimler”, “Toprak Kaymaları”, “Sonsuzluk Masalı”, “Osmanlı ve Roma İmparatorlukları: Bulgarlar ve Türkler”, “İskitler ve Hunlardan Türklere ve Bulgarlara uzanan Turan”, “Şeytanın Dünya Görüşü: İsa Peygamber”, “Traklar ve Kimerler” vb. *** Bu satırlarımı yazarken, Prof. Dr. Stoyan Dinkov’un, bundan 141 yıl önce sözde meydana gelen Bulgaristan’da, Rodop Dağların’nın merkez kesiminde bulunan Batak köyü olayları ile ilgili sözlerini hatırladım nedense ve onun birkaç yıl önce çıkan bir yazısını aynen tercüme ettim: Tarih: 25.04.2016 ~ 23.07.2019 Birleşik Amerika ve Avrupa Birliği Osmanlı imparatorluğunun kuruluş tezi üstüne yalan söylüyor. Osmanlı idaresi kendi yapısında ektik ayırım gözetmemiştir. Her ırk eşit haklı durumdaydı. Devletin yönetiminde her etnikten temsilciler yer almıştır. Bu bakıma Osmanlı İmparatorluğu günümüz Amerika Birleşik Devletleri’nin bir ön örneğidir. Prof. Dinkov, Osmanlı Sultanları idaresinin birçok Avrupa hükümdarından çok daha hoşgörülü olduğunu savunuyor. Prof. Dr. Dinkov, 1915 yılı olaylarına ışık tutulabilmesi için Birinci Dünya Savaşına katılan devletlerin arşivlerinin açılması gerektiğine işaret ediyor. “Yalnız Osmanlı arşivleri değil kuşkusuz, Ermeni, Rusya, Fransız, İtalyan ve Britanya arşivleri de, yalnız tarihçiler tarafından değil, sosyolog ve psikologlar tarafından da dikkatle araştırılmalıdır. Bu olaylardan 20-30 yıl önce etnik bilincin nasıl oluştuğu araştırılıp görülebilmelidir. Osmanlı imparatorluğunda etnikler arasından öncelikli olan yoktur. Ayrıcalıklı halk yoktur. Bu, tüm dünyanın geleceğine ilişkin bir sorumluluk olarak anlaşılmalıdır. Bu Osmancılığın evrenselciliği doktrinin özünde yer alandır.” Bulgar tarihçi Prof. Dr. Dinkov, bir Rus General’in arşivinde çalışırken şunları saptadığına işaret ediyor: “O zamanın olayları, bildiğimizden çok farklı bir şekilde kaleme alınarak yansıtılmıştır. General’in, Rusya İmparatoruna ve Çarın Genel Kurmayına gönderilen kişisel notlarında 1915


Makale ve Analizler - 2019

165

yılı olayları olarak dilendirilen olaylara, Türklerin ve Osmanlı idaresi güçleri katılmamıştır.” “Bu olaylara, Kürtler, Ermeniler ve Ruslar iştirak etmiştir. Osmanlı hükümetinin olay yerinde idare amiri yoktu. Bu olaylardan kimin çıkarı olduğu üstüne incelemelerde bulunduğumuzda, öncelikle Kürtlerin ve Ermenilerin menfaati olduğunu görürüz.” Bulgar tarihçi Prof. Dr. Dinkov’un savunduğu teze göre, Bulgar tarihçiler “Batak” olaylarıyla ilgili gerçekleri yazmıyorlar. Onun olaya ilişkin açıklamalarında şu görüş yer alıyor: “Batak” olayı, iki komşu köyde gelişmiştir. O devirde İstanbul’dan Balkanlara mal taşıyan kervanlar soyguncu çetelerin saldırılarına uğruyormuş. Bu olay, kervandan el konan ganimetin paylaşılması esnasında köylüler arasında çıkan kavgadan alevlenmiştir. Prof. Dr. Dinkov, o olayların kaynağının köylülerin yaşam tarzı olduğunu yazıyor. “Osmanlı idaresi Batak’taki olayları bastırmak ve nizam sağlamak için asker göndermiştir. “Evet devlet olaya katılmıştır, fakat Türk ahalinin direk olarak müdahalesi olmamıştır. Bu olayda Pomaklar ve Bulgarlar ön plandadır.” Prof. Dr. Dinkov, Batak dolayındaki köylerde Türklerin yaşadığını, onların ancak bu olayda saldırıya uğrayanlara yardım eli uzattıklarını, ne var ki, resmi Bulgar tarihi, olaylardan Türklerin sorumlu olduğunu yazıyor ki, gerçekleri yansıtmıyor, Türklerin Batak olayında eli yoktur, diye yazıyor Prof. Dr. Dinkov. *** Fakat bu yalanlar bir iki değil. Ancak geçen yüzyılın 80 yıllarında baskı ve terörle, yüzde yüz yalan propaganda yapılarak, eritilerek asimile edilmeye çalışılan Bulgaristan Türklerinin sırtına yüklenmiştir. İsim değiştirme zulüm sürecinde BKP MK Politik Bürosu’nun aldığı kararlar halk tarafından desteklenmediği gibi, birçok yerde kınanmıştır. İsim değiştirme olaylarında silah kullanan Bulgar askerlerden yüzlercesinin kendi canlarına kıyması buna kesin kanıttır. Bu konuyu yeni çıkan kitabında işleyen eski Demokratik Güçler Birliği CDC milletvekili Stoyan Rayçevski, “1944 – 1989 Bulgaristan Komünist Rejim Altında” eserinde “isim değiştirme” kararları Bulgar halkından gizlenmiştir, olayın amaçlarını ve özünü gizlemek için “bu olaylara parti kadrolarından Türkler ve Pomaklar da celp edilmek suretiyle Bulgar nüfus aldatılmak istenmiştir” diye yazıyor.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu eserde, “Belene” kampına 423 Türk vatandaşın kapandığını, aynı zamanda bu kampa 145 rejim düşmanı da atılmıştır diye anlatırken, isim değiştirmeye karşı baş kaldıran 314 Türk öncünün sürgün edildiğine de yer vermiştir. 29 Mayıs 1989’da komünist diktatör Todor Jivkov sınır kapısını açtığında, günde 3 000 Türk’ün sınır dışı edilmesi için ön hazırlıkların tamamlanmış olduğuna vurgu yapıyor. Bulgaristan’da hangi kitabı açsan, satırlar arasındaki gerçekler bunlar. Devlet olayları açmak, halkı aydınlatmak ve komünist rejimi lanetlemek istemese de, toprak altındaki suların da bir gün bakmışsın şırıl şırıl aktığı ve su aynasının güneşte şakıdığı herkesi şaşırtıyor. Paylaşınız. İnsanın okuduğunu anlatması hayırların en iyisidir.


Makale ve Analizler - 2019

167

Her Yolun Sonu Var

Tarih: 27 Temmuz 2019 Yazan: İbrahim Soytürk Konu: Karadayı tamamen teslim oldu. İki eli de havada. Her geceden doğan sabah, en büyük yalandan çıkan hep gerçektir. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) partisi Başkanı Mustafa Karadayı’nın iç boyası yüzüne vurdu. 26 Temmuz akşamı, BNT -1 Bulgar devlet TV “Panorama” programına çıktı bizim köylü, kukla lider, aklından geçenleri kağıda baka baka, birer birer söyledi. İlk önce, Bulgaristan’daki azınlık çocuklarının anaokullarına toplanmasını ve hepsine anadillerinin yerine, yok olmakta olan bir milliyetin dili olan, Bulgar dilinin öğretilmesini istedi. Bulgarca ile bu çocuklar yarınların Avrupa’sında ekmek parası kazanabilir mi, buna değinmedi. Kreş ve çocuk yurtlarından geçmeyen afacanlardan % 90’ının daha ilkokul yıllarında okuldan ayrıldığını itiraf ederken, bu sorunun çözülmesine çare olarak, çocukların Bulgar ücretsiz anaokullarına toplanıp Bulgar dilinin hepsi için anadil olarak öğretilmesinde ısrar etti ve parti olarak bu siyaseti destekleyeceklerini ilan etti. Kime sormuş belli değil. Köyde bile insan yakınlarına danışır. Bulgarlar kendi çocuklarını İngiliz, Alman, Fransız ve İspanyol ücretli anaokullarına kayıt yaptırıyor. 2019-2020 ders yılı için yapılan ilkokul, ortaokul ve lise sınavlarında sınava giren aday öğrencilerin % 70’si Batı dili ve Çince, Japonca ve Arapça dil okullarını seçmişler. Bulgarlar kendileri bundan böyle alacakları Bulgarca eğitimle ekmek parası çıkaramayacaklarını her gün ispat ediyorlar. Aynı zamanda bu açıklamasıyla Karadayı, Bulgar faşizminin ana güç kaynağı durumuna gelen ve ülkenin her geçen günle tek kişilik otoriter bir baskı rejimine doğru ilerleme yolunu açan Makedon komitalarının VKRO adlı iktidar ortağının “Romen Entegrasyonu” programını da desteklemiş oldu. Bu durumu şöyle anlaya bildik. Avrupa Komisyonu’nun “faşist “ dediği VMRO’yu – Sofya’daki Amerikan Büyükelçiliği himayesine almış, sanki “dokunulmazlık” madalyası vermiş. Amerika’ya gidip Başkan D. Trump ile kahvaltıda domuz kulağı omleti yiyen ve kiliseye girip papazın diline verdiği şaraba batırılmış ekmeği yutunca vaftiz etmiş olan M. Karadayı da kendisini yavaş yavaş başka hissetmeye başlatsa da, sanki aldanmış gibi…


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çünkü onun faşistlerle birlik olup desteklediği programda, çocukları okuldan kaçan Romen ailelere sosyal yardımlar kesilecek. Böylece o bir saatli bombaya basmış oldu. Karadayı, çok kültürlü yaşam isteyen tüm azınlıkların çöpe attığı “Bulgar Etnik Modeline” de yeniden destek verdi. 1969’dan beri devam eden, Türkçe gazetelerimizi, Türk tiyatrolarımızı ve Türkçe kitap yayınlamayı yasaklamakla başlayan, 1984’ten beri Türkçe konuşana ceza kesen ırkçı siyasete omuz vermiş oldu. Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlüklerini, dil, din, geleneklerimizle yaşama, kültürel özgürlüklerimizi koruma ve geliştirme azmiyle kurduğumuz Hak ve Özgürlükler Partisinin % 180 yön değiştirdiğine bir daha tanık olduk. Asimilasyon politikasını anaokullarına yerleştirmeyi benimsediğini ve Türk kimliğimizi boğacak Bulgar zehrinin çocuklarımızın beynine küçük yaşta püskürtülmesini kabul ettiğini açıkça görebildik. Bu dalkavuğun HÖH başında işi olamaz. Hemen tutuklansın ve Avrupa Birliği’nin Bulgaristan’a gönderdiği Tarım Fonlarından ceplediği 10 milyon Avroyu faizleriyle birlikte ödemek için çakıl ocaklarından birini seçsin ve başlasın taş kırmaya… Neden mi böyle düşünüyorum. Çünkü HÖH tasarlanırken, katı bir olgu olarak düşünülmemiştir. Her yolun sonu olsa da, sona giderken ne olacağı kesin olarak bilinemez. Bu işi, şöyle düşünün lütfen. Bir yumurtadan çıkacak pilicin ibik ve gagasının tam hangi hücre olduğu, önceden bilinemediği gibi, HÖH ile ne olacağı da kestirilemez. Bu memlekette her zaman Türk olacaktır. Karadayı büyük yanlış yaptı ve kendi kuyusunu kendisi kazmış oldu. HÖH partisini kendi kişisel çıkarları için satanlar, ruhumuzu satmıştır. Mustafa Karadayı’nın “Panorama” TV programında, HÖH partisi Başkanlığına Bulgar oligarşi müsveddesi (karalaması) Delyan Peevski’nin getirileceği doğru mu sorusuna verdiği olumlu yanıt dikkati çekti. 27 Kasımda 2019’da yapılacak belediye ve muhtarlık seçimlerinden sonra, HÖH Kongresi toplanacağını ve bu sorunun orada çözüleceğini itiraf eden M. Karadayı aslında 2 şey söyledi. Bir, “biz Tükler zaten kaç kişi kaldık, aba gitmiş astarına mı yanalım” demek istedi. Yanıldı. Türkler bu topraklarda kalıcıdır. İkinci olarak da, “para kimdeyse, düdüğü o çalar” dedi. Burada da yanıldı, çünkü HÖH halkımızın iradesidir ve paha biçilmez bir değerdir. HÖH Bulgaristan Türklerinin sönmeyen ruh halidir.


Makale ve Analizler - 2019

169

Soru: HÖH partisinin paraları nerde? Her oya karşı aldığınız 11 levalar 100 milyon leva eder, hepsinin altından girip üstünden çıktınız ve paraları Ahmet Doğan ile Delyan Peevski’ye çaldırdınız mı yoksa?! Kongrede son 30 yılın hesabı verilmeli ve suçlular anında partiden atılmalıdır. Aslında Delyan Peevski’nin suratsız, sarkmış göbekli, sürekli sırıtan, iş yapmayı ve hesap vermeyi sevmeyen, ayrıca kendi simasından korkmamak için aynaya bakmayan, çaldırırım veya düşürürüm korkusuyla cebinde para taşımayan, hiç kimsenin yüzünü görmek istemediği, kendinden iyilik ve hayır beklemeyen bir tip. Son 50 yılda DS ve KGB’nin Bulgaristan Müslümanları için biçimlendirdiği en uygun sima artık oluştu ve kıvama gelmiş gibi… Bulgarlaristanlı Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin başına sarmak için bu tipi özel yaratmaya çalışsalar yaratamazlar demek istesem de, doğruyu söylemediğimi biliyorum. Çünkü o özel yaratıldı. Aldığımız son haberlere göre, meclis sandalyelerine sıkıştığı için 1 sene işe gelmedi. Eski Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi 3 köşe binasının avlusuna, tuvaletleri XXXX model, koltukları da XXXXX ebatlı, bünyesi klasik ebat dışı, okumayı, müzik dinlemeyi ve danışma görüşmeleri yapmayı sevmeyen yalnız dalavere konuşulacak yuvarlak lüks koltuklu, 24 saat açık kahve, tatlıcı ve lokanta kısmı olacak YENİ MECLİS BİNASI Peevski tasarımıdır. İnsan önce kendini düşünür, o da bir insan, özel isteklerine saygı duymak gerekir… Aslında milletvekili Peevski yenilikçi, buluşçu ve inisiyatifli orta yaşlı bir genç. Seçim öncesi getto-mahallelerin elektriğini, suyunu ve yol süpürme, çöp tenekelerinden poşet toplama borçlarını bir telefonla sildirme yöntemini geliştiren o. Bu incelikleri Blagoevgrad kentindeki Amerikan Kolejinde okurken öğrenmiş. Elektrik ve suyu kaçak hanesine çektirip borçları sildirtiyor, çöp paralarını da Romenlere gönderilen sosyal yardımlardan peşin kestiriyormuş. Başarılı uygulanan bir patent. Onun 8 gazetesinde elinden yazı çıkanlar, sosyal medyadaki sayfalarında söz sahibi olmaya çalışan, ısırmayan ama çokça havlayan takma dişli kadrolar hep Moskova’da okumuş, Amerikan üniversitelerinde seminer görmüş, Batı Avrupa koklamış kişiler. Peevski’nin yazılı ve elektronik yayınları havada dolaşan ama bir türlü boşanamayan sözde yağmur bulutları gibi. O umut yaşatan bir tip. Umutsa şekli olmayan bir duygu! Peevski’nin şekli ise güvensizlik uyandırıyor. O nereden geldi, nasıl yetişti ve aramıza nasıl girdi?


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eskiden Bulgaristan’da kadro yetiştirmek için BKP-nin Sosyal Bilimler ve Yönetim Akademisi vardı. Bu akademide, yüksek öğrenim verilmiyor. Yüksek Okul, Enstitü, Akademi ve Üniversite bitirmiş olanlar bekletilerek kıvama geliyordu. Örneğin Ahmet Doğan’da Türklerle çalışmak için kıvama gelme süresi 5 sene sürmüştü. O, Şumen’den Sofya Üniversitesi Felsefe Fakültesine aktarıldığında, zekâsını kullanıp, ben bu üniversiteyi okumadan da bitiririm, sonucuna varmıştı. Sosyal Bilimler ve Yönetim Akademisi’nin lokanta tipi öğrenci kantini yemek listesinden beş sene aksatmadan öğlen-akşam “piliç çorbası” ve “patatesli 3 köfte” yedi. Kendini sıra dışı biri sayan Doğan’ın parti çadırı altında yaşamaya, ayağına ancak verilen terlikleri takmaya, verilen kitapları okumaya, ancak marka içkileri kullanmaya alışması uzun sürdü. Karadayı’dan önce HÖH Genel Başkanı görevinde bulunan L. Mestan “kıvama getirilme” sürecinden geçmediği için, yanlış ardına yanlış yaptı. Bir defa her gün tanesi 100 levalık puro içmesi büyük bir saçmalıktı. Onun hareketlerinde bilgisizlik ve görgüsüzlükten gelen bir tuhaflık vardı. Şöyle, Stalin de puro içiyordu. Sebebi, puro ve lüle dumanın yüzünün resim edilmesini engellemekti. İnsanlar Stalin’i hep sahte resimde gördü. Lütfi Mestan ise, her gün sinekkaydı tıraş, sakalı özel biçimli, gözlüklü yüzüne puro dumanı perdesi çekmesi anlaşılır gibi değildi. Bu işte bir çelişki vardı. O, erkek ayağına verilen terliği takar atasözünün anlamını sanki bilmiyordu. Bu güne gelinmesi nedenlerinin içinde onun kişisel karakter çizgileri büyük rol oynadı. Peevski – lider kadrosunun yetiştirilmesi sürecine dönelim. Stratejik planların kısa süresi 50 yıldır. Yani bir önemli kadro (azınlık lideri de olabilir) halkın kabul edeceği kıvama ancak 50 yılda getirilebilir. Bu onun geldiği koşullardan ayrılıp yepyeni şartlarda çalışarak başkalarının menfaatlerini sunmaya hazır olmasını gerektirir. Bu hazırlık ve eğitimin özünde olan kendisi ile çalışılan kişinin dünya görüşünün ve ruhunun parçalanması, kıyılması ve üflenerek yeniden biçimlendirilmesi vardır. Burada en önemli olan ruh halidir. Ruh dönüştürülerek değiştirilebilir. Gözle görülmeyen elle tutulmayan insan ruhu canlıdır ve yoğrulurken değiştirilir. Ruhu işleme ise, ancak korku ortamında olabilir. Yukarı çıkanda düşme korkusu büyür ve tırmanan durumunu koruyabilmek için, her koşulu kabul eder. Biz şimdi A. Doğan-L. Mestan ve M. Karadayı sayfasının kapandığını ve D. Peevski sayfasının açıldığını görüyoruz. Bu haberi Karadayı kendisi verdi. Bulgar devletinin Türkleri asimile siyasetinde geçici DPS devri kapanıyor. Peebski devri açılıyor. Peevski kıvama gelmiş bir “lider” midir?


Makale ve Analizler - 2019

171

Peevski’nin hayat yolu. O, politika kulesine tırmanmaya 4-5. kattan başlamıştır. 50 yıllık bir aradan sonra Moskova’nın Bulgaristan’a Başbakan atadığı II. Simeon Saks Koburgotski, devleti soymak için kurulan Doğal Afetler Bakanlığında Bakan Yardımcısı yaptı onu. Tutunamadı. Varna Liman Başkanı atandı, orada da tutunamadı, DANS – Devlet Güvenlik Ajansı başkanı atandı, oradan ise sabrı taşan halk indirdi. Sonunda DPS partisinden milletvekili oldu. Rusların tekelindeki Sigara Fabrikaları ve BULGARTABAC HOLDİNG’e el atarak Bulgar tütüncülüğünün kanını emdi. Halen para aklama ve dalavere gibi suçlamalarla New York Mahkemesinde şirketleri hakkında 200 milyon US Dolar taleple dava açılmıştır. Onun, Bulgar mahkemelerinde ve savcılığında, banka yönetimlerinde bir oligarşi otoritesi olduğu biliniyor. Peevski’yi anlayabilmek için, Todor Jivkov’un biz “Moskova’nın onayını almadan hiçbir şey yapmadık,” sözlerini anımsatıyorum: 1 Nisan 1972’de Sofya’da Bulgaristan İç İşleri Bakanlığı ile SSCB Bakanlar Kurulu’na bağlı KGB (Devlet Güvenlik Komitesi) arasında gizli bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır. 19 Kasım 1989’da Bulgaristan’da komünizmin çöküşüne kadar, kadro yetiştirmeyle ilgili olan sözleşmelerde bu arada, imzalanan bütün antlaşmaların temelinde olan yukarıdaki anlaşmadır. Ahmet Doğan ve 10 Haziran 1990’da Büyük Halk Meclisi’ne seçilen 6. Şube ajanı 6 Türk milletvekili bu anlaşmaya göre eğitilmiş ve aday gösterilmiştir. KGB adına anlaşmayı, yıllar sonra SBKP MK Genel Sekreteri olan Juriy Andropov imzalamıştır. KGB ile anlaşmanın Bulgaristan’da uygulanmasına ilişkin BKP MK Politik Bürosu, “Devlet Güvenliği (DS) Emrinin Ana Maddeleri” yıl 1974, Protokol n.o.4, “B”. 1990’da “DS” dağılana kadar bu emir değişmedi. Bu ana maddeler KGB tarafından hazırlanmıştı. Bu belge ile olarak, BKP MK “Askeri “ Şubesi Şefi Velko Palin şöyle demişti: “Bu protokolün hazırlanmasında SSCB Bakanlar Kurulu’na bağlı Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) deneyimi geniş olarak kullanılmıştır.” Aynı konuda İç İşleri Bakanı Dimitır Stoyanov, protokolün KGB ile danışıldığını ve önerileri olmadığını” bildirmiştir. Bu belgeyle bir şiddet örgütü olan “DS” kayıtsız şartsız Todor Jivkov’un emrine şöyle verilmiştir: “Devlet Güvenlik örgütü (DS) tüm etkinliklerinde BKP MK, dolayısıyla Politik Büto ve şahsen BKP MK Birinci Sekreterinin emrine tabiidir. İç İşleri Bakanı DS operasyonlarını direk yönetir ve BKP MK, Polirik Bürosuna ve BKP MK Birinci Sekreterine hesap verir.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu Protokol, DS’yi Bulgaristan’da sonsuz iktidar sahibi etmiştir. İşbu emir “DS” kurumuna, savcılık emri ve mahkeme kararı olmadan, “devlet işleriyle ilgili alınan ihbarları gizli, herkesten habersiz, teknik araç kullanarak ve başka yöntemlerle, değişik usuller uygulayarak vatandaşların dairelerine, mekânlarına, işletmelere, kurumlara, örgüt ofislerine gözlem, delil toplamak, arama yapmak ve istedi eşyaları almak için girebilme vb haklar tanımıştır.” Bulgaristan Türkler cephesinde çalışan kadrolar bu yetkileri kullanan tarafından okutulmuş, eğitilmiş, atanmış, kıvama gelsinler diye bekletilmiş, görevden alınmış, çöpe atılmış, yurt dışına kovulmuş ve yerlerine yenileri atanmıştır. Bulgaristan’da bu seçilmiş kadrolara “nomaklatür” denir ve onlardan hesap sorulmaz, onlar mahkemeye verilmez, verilseler de her davayı kazanınlar. Bu besleme kadroların dini, dili, adı, tahsili, kültürü, ahlak ve namusu üstüne değişen bir şey olmamıştır. Ahmet, Lütfi, Mustafa ya da Delyan olmaları tamamen önemsizdir. Önemli olan Bulgar istihbaratının yani gizli devletin planları, niyetleri ve kararlarıdır. Bize kalan umuttur: Her şeyin bir sonu var. Okuyanlar paylaşsınlar. Hepinize teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

173

Çocuk Kalan Halk

Tarih: 28 Temmuz 2019 Yazan: Şakir Arslantaş Konu: Olmuş olandan haberdar olmadan suçlu olmak. Üç-dört günden beri siz okuyucularıma bir şeyler söylemek istiyorum. Bilgisayarıma yaklaştığımda hep telefonum çaldı. Birisi sağ öteki sola bakan 2 boynuz anten gibi kafam. Klavyeler kendisi yazmıyor. Formnews .bg telefonumu aralıklarla yüklüyor. Saygımı gençliğimde kazanmış bir Rus asıllı Sofyalı aydın var. Bulgarca yazıyor. Babası partizanmış. Ömrünün yarısını yağ bal teknesinde, yarısını da hayal dünyasında geçirmiş. Bu defa onun bilge kaleminden beyaz kağıda şunlar düşmüş: “Halk çocuk kalmış. Her gün her saat idareciler ensesinde. Duruma tepkili, yerinden fırlayan o eski aydınlar yok. Ruhsuz kalmış kaputlar susuyor. Biz köleyiz ama bilenimiz az. DNA testi dile gelmiş: Bükük boynu kılıç kesmez.” Rumen Leontiev. Habere girdim, yaşlı yazar adeta isyan etmiş: “ Hepimiz sahte demokrasimizin sahte kahramanlarıyız. Nüfusumuzun aklı başında olan kısmı bizi artık ekranda görmek, sesimizi radyoda işitmek, fikirlerimizi kitap sayfalarlından öğrenmek istemiyor. Çünkü biz sahte kişileriz. Bir insan hem o hem de şu olamaz. Her şeyi değiştirdik diyebilmek için, bizim ölmemizi bekliyorlar. Günümüzde boş boş konuşanlar, lekeler, susanlar, burun kıvırmayanlar modada, çünkü eski yılların sözü geçen büyük aydınları, yazarlarımız, şairlerimiz yıllardır toprağın altında ya da bize gökyüzünden bakarken, bizim özgürlüksüz şu çarpıklığa alışmamıza ve şerefli atalarımızın onurlu anısının nasıl ayaklar altına alındığına üzülüyorlar. Baş Savcı Yardımcısı Geşev’in Baş Savcı atanmasına yol verirsek bu işin anlamı şudur: Bulgar ırkının milli tohumu toptan ve kesin olarak küflenmiştir. O onların adamıdır. O daha yarın Borisov’un Peevski’nin ve Tsatsarov’un izini koklamaya ve hiçbir şey olmamış gibi pisboğazlığa, başkasının çanağından yemeye başlayacaktır. Bundan 30 yıl önce Avrupa bizi kalın enselilerin (mafyanın) eline bıraktı, şimdi aynı oyunu yeniden oynamaya hazırlanıyor. Bundan dolayı biz


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

protesto gösterilerimizi ofisleri boş ya da et kafalılarla dolu bakanlıklar ve başbakanlık önünde değil, Avrupa Birliği üyesi olan Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika ve diğer üye ülkelerin Sofya Büyük Elçilikleri önünde yapmalıyız. Gerçek budur. Ey ruhsuzlar, bir defa söz dinleyin ve birlikte eyleme geçelim.” Çok sert bir eleştiri ve ağır bir çağrı! Anlayabildiğim kadarıyla Bulgar halkında artık halkın direniş ateşini yakacak kıvılcım kalmamış. Leontiev bu defa, BGSAM yayınları olarak anlatmaya çalıştığımız bir gerçeği kabul etmiş görünüyor. Bulgar halkı için “Halk çocuk kalmış” demesi çok anlamlı. Tarihçi Prof. Nikolay Gençev ve Sofya Üniversitesinde Kürsü Şefi psikolog Prof. Lüdmil Georgiev’ten ve BGSAM’ dan sonra “Bulgarların gelişmelerinde millet olgunluğuna erişememiş olduğunu itiraf eden 4. Kişi o oldu. Onun bunu yazıp duyurması büyük bir itiraf. Çünkü o gözü pek ve kalemi keskin bir yaratıcı ve Bulgar devletinin 140 yıldan beri bina ettiği bütün siyaset binasın yıkılsın ve her şey yenden başlasın anlamına geliyor, bu sözler. Çocuk kalan bir halk tozlaşamaz, üreyemez, başka etniklerle karışamaz, kaynaşamaz, üreyemez. Bu nedenle, yanlış zorlama yüzünden Bulgar halkı da yok olma trendine girmiş bulunuyor. Her geçen gün bu trendin sürati yükseliyor. Ardından her gün 200 kişinin dönmemek üzere ülkeden ayrılması var. Bu saptama zehirsiz, beyinsiz, kansız ve susuz kalındığına kesin işarettir. Leontiev’ın çığlığı yaklaşan yok oluşu haber veren çan sesidir. Büyük gerçeğin kısa kanıtıdır…. Ne yazık ki biz bugün, eski ile yeninin, artı ile eksinin, akla karanın, akla gelen ve gelmeyenin, temiz su ile kirli suyun buluştuğu, birbirine karıştığı, arınamadığı, birbiriyle boğuşarak dibe çöküşünün bir kısır döngü-deyiz. Yine telefonumdan öğreniyorum. Dün yine toplamışlar. 10 bin sosyalist “Buzluca” tepesine çıkarılmış, hepsine birer komünist kırmızısı tişört verilmiş, ellerinde “BSP” marka bira ve bol patatesli ekmek arasını, ağız dolusu yerken paslı kulaklarla dinliyorlar. Büyük olay! Eğitim Bakanlığının siparişi üzerine yazılan ders kitaplarına, Müslüman Türklerin isim değiştirme zulmünü, milyonlarca insanın vatanımızdan kovulmasını ya da gurbetçiliği zorlanmasını… kamplarda kalanları, “Belene” faciasını, ırk ayrımı salgınını, azınlık ve kolektif hakların, eşit vatandaş olma hakkının tanınmamış olduğunu, Avrupa kıtasından en yoksul ve en cahil halkı durumuna düşürülmüş olmamızı yazmayan, konuşmayan, anlatmayan Prof. İskra Bayeva ödüllendirildi. Bu Bayan profesör bir defacık olsun “biz, sosyalistler, iktidar olduksa bir Türk partisi olan DPS sayesinde olduk. G. Pırvanov ve R. Radev gibi


Makale ve Analizler - 2019

175

Cumhurbaşkanları çıkardıksa, ikisini de DPS desteğiyle çıkarttık. Eğer biz bir gün iktidara uzanırsak, DPS bizi desteklemezse asla ama asla olamayız, demedi. Dese sanki dili kuruyacak. Gerçekleri söylemeyen bir kişiden Profesör olur mu, bu da başka bir sorun. Prof. Baeva, 1 500 metre yüksek yayla yeşili çimene serilmiş kırmızı gömleklilere şöyle konuştu: “30 yıl önce Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) adını değiştirdi ve Bulgaristan Sosyalist partisi (BSP) oldu. Değişikliği meşrulaştırmak için parti içi halk oylaması yaptık. 30 yıldan beri bize “eski komünistler” diyorlar, biz buna alıştık. Biz eskiden ne idiysek, bugün de oyuz..” Şu çok enteresandır ki, 10 bin kırmızı gömlekliye konuşan ve konuşması alkış tufanıyla kesilen tarihçi Prof. Baeva, “Biz Müslümanlarımıza çok zulüm ettik. 1989 Mayısında Ayaklandılar, komünist-totaliter diktatör T. Jivkov’u devirdiler, ama biz sosyaliste boyanmış komünistler aynı kafada kaldık, itirafından bulunmadan, şunları söylüyor: “21. Yüzyıla girerken en büyük sorunumuz, Sovyet tipi devlet mülkiyetini serbest Pazar ekonomisine (kapitalizme) dönüştürmek ve Doğu Avrupa Blok’undan Avrupa Birliği’ne dönüşmek en büyük problem oldu. Eski komünistler ve yeni sollar, Avrupa Birliği’ne üye alınırken yeni koşullara kolay alıştılar. O zaman bu koşullar, Washington’da belirlenmişti. Bugün onlara yeni-liberalizm koşulları diyoruz. Doğu Avrupa’nın ve Soğuk Savaş’ın çökmesiyle gelen bu oldu. Öyle ki Doğu Avrupa ülkelerine yeni-liberalizmi taşıyan ve uygulayan eski komünistlerdi ve onlar bu sisin içine saklandılar. Fakat bu durum onların komünist geçmişi ve sosyalist bugünü ile uzlaşmaz çelişki halindedir.” Baeva, kürsü analizine devam ederken “2000-2010 yılları arasında Doğu Avrupa ülkeleri sosyalistlerinin ödevi ülkelerinde kapitalist ilişkileri dayatmaktı, bunu yaptılar, şimdi toplum sağ kayıyor ve AB yönetimi sosyalistleri istemiyor” dedi. Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin bugün bataklığa batmaya devam ettiğine işaret eden Prof. Baeva, 2005 yılından beri ülkedeki gelişmelerin halkın “boyanmış komünistleri tanımakta zorlandığını belirtirken şöyle dedi: “Şu boyanmış komünistlerin en parlak simgesi Boyko Borisov’tur. İç İşleri Bakanlığı’nın Sofya kenarıdaki “Simyonovo” isimli Yüksek Polis Akademisinde okumuş, Bulgaristan Komünist Partisinin eski üyelerinden biri, koruma ve bekçi görevlerinde bulunmuş, (kendisinin), Todor Jivkov ile Saks Kobyrgotski’nin de onayladığı üzere, parti üyelik kartını geri verip, BKP’den çıkacağına, İç İşleri Bakanlığı görevlisi polis kartını iade etmişti. Politik kariyerinin ilk yıllarında o, “Jodor Jivkov’un inşa ettiğini, biz boyamaya yetişemiyoruz.” Demişti.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu satırları yazarken sevilen şairlerimizden H. Kurt’un “Tuna” şiirini hatırladım. Şair bizim konumuza dört dörde uygun duygularını şöyle dile getirmiş: TUNA Tunam hızlı hızlı akar Hiç eskitmeden suyunu Mavi ile beyazı karıştırarak Bazen bozmadan susukunluğunu Bazen ise delice çırpınarak Ak durmadan tarihi Tuna Çoktan gönül bağladım sana Mümkün değil seni bırakmama Bazen ağlarım sahilinde ama korkma Gözyaşlarımı akıtmam barınağına! Habil Kurt Bizim misafirperverliğimiz de “gelmişken birkaç gün daha kalsana, konuşurduk” deyimi vardır. Biz şu komunizimden, sosyalizmden, zulümcülerden ve bize ettikçe edenlerden nedense bir türlü ayrılamadık. Onun için iki boynuzluyuz diyorum. Boynuzun birini, domuzların burunla kendilerine mezar kazdıkları gibi toprağa saplarken, diğerini de gösterip, “ben ölmedim, buradayım” havasında miting yapıyoruz. Ne olursa olsun, bu boynuzlu bir ölümdür. Baştan sona yalan yanlış şeylerin konuşulduğu, bu memleketinin nüfusunun yarısından tek söz edilmeyen, hatta halkın canını yakan olaylara değinilmeyen bu mitinglerin yasaklanması gerek. İnsanlara birer kırmızı gömlek, yarım ekmek arası patates ve 1 küçük şişe su, McDonalds cetering kahvaltı servisi üzerinden de gönderilebilir. Prof. Bayeva ise, düşmanca kaleme aldığı yeni tarih kitabını bastırmasın, doğrudan İnternet üzerinden öğrencilere gönderilsin ve olay bitsin. Partilerin şair ve yazarlara, masal anlatan tarihçilere “BÜYÜK MADALYALAR” dağıtması da hemen yasaklansın. Çünkü bu da bizim boynuzlu devletin öldüğüne yeni bir kanıt, çünkü vatandaşını ödüllendirmek devlet başkanı görevidir.


Makale ve Analizler - 2019

177

Kuşkusuz BSP Başkanı Kormelya Ninova ve Prof. İskra Baeva’nin işi zor. Çünkü BKP-nin iyi kötü ama bir ideolojisi vardı. Sosyalist Parti (BSP) kendini bir eski tokmaklı saat gibi görüyor. Tokmak bir sağa bir sola sallanırken enerji toplamaz, ancak enerji tüketir. Bu parti, sağ ile solu birbirine karıştırıyor. Bu eğilim son 30 yılda İngiltere’den bize volanı sağda arabalar getirilmeye başlayınca işler karıştı. Sol sosyal politikalı BSP bir yudum ekmeğe ve başını sokacak bir mekana muhtaç savaş kaçaklarına kapı kapadı. İstanbul Anlaşmasına olmaz dedi. Romenler, Türkler, Makedonlar konuları da eklenince, BSP bir siyasi parti olarak sosyal-demokrat, sosyalist veya liberal arıktan su gibi akması gereken, akmadı, birden bire milliyetçilik kanalına doldu. BSP yandaşı, müttefiki olmayan bir partidir. İdeolojiyi popülizmle değiştirmesi ise içinde bulunduğumuz bataklıkta kuyu açtı. Bu kuyuyu tek boynuzla kazmaya devam ediyor. Acı bir gerçek. Bu fikirler benim olsa üzülürdüm. Ne ki, Prof. İskra Baeva Sofya Üniversitesi’nde Dünya Tarifi hocası, R. Leontien tercüme edilen ve okunan bir yazar, L. Dimitrov Sofya Üniversitesinde Kürsü Şefi vs, onlar böyle düşünürse, bize “ölümün boynuzlusu da varmış demek” demekten başka ne kalmış!?… Bu işlerin hiç birinden biz sorumlu ve suçlu değiliz. Onların beklentilerinde de birazdan biraz gerçek payı var aslında. Nesillerin değişmesi de bir reform olarak kayda geçebilir. Ama değişen bir şey olur mu bilmem. Bizde olmadığını başkalarının gözüyle anlatmaya çalıştım. Okuyanlar paylaşsın. Başkalarının kendileri için düşündükleri önemlidir. Teşekkür ederim.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gün Sayıyorlar

Tarih: 28 Temmuz 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: İpler GERB partisinin elinden kaçtı. İstihbaratçı eğitiminde yüz göz okuma dersi vardır. Somun suratlılar kendini kolay ele verir. Bulgaristan’ı Başbakan Boyko Borisov’un suratından okuyanların işi kolay. Her şey gazete manşeti, bostan tarlası gibi… Soru, sararmış kavunlardan hangisi ham, kadar kolay. Bu arada, onun bir özelliği daha var. Bilirsiniz, tilki pilici çalar ama yarısını gömer. O da başı sıkışınca kayıplara karışıyor. TV ekranına çıkmıyor. Son dönem ayakkabısı çok sıkmış ki, etrafta yok. Sorunlarsa şunlar: 2019 Bütçesinden “F-16 block 70” uçak sistemi için 2 200 000 000 (iki milyar iki yüz milyon) leva para çıkarıp 8 uçağı birden ödemek. Bu parayı Ağustos 2019’un ilk haftasında bulamazsa istifa etmek! NAP – kısa adıyla bilinen Devlet Gelir Ajansından, ölülerle birlikte 5 milyon Bulgaristan vatandaşının, şirketin ve kurumun tüm verilerinin çalınmasının hesabını vermek. Veremiyorlar. Balık baştan kokmuş. Sorumlu başbakan. Şimdilik 300 bin domuzun öldürülmesiyle başlayan hayvancılık ulusal felaketin sorumlularından hesap sormak. Soramıyorlar. Bulgarlardan evlerinde kendi ihtiyaçları için baktıkları domuzların hepsini öldürüp gömmeleri isteniyor. Bunu TV ekranına çıkıp gerekçelendirecek surat kimsede yok. Manevi Babası ve akıl hocası olan diktatör Todor Jivkov Türkleri sınıra iterken, memlekette 1 690 000 (bir milyon altı yüz doksan bin) iri baş hayvan (inek, manda) vardı. Şimdi onda biri yok. Domuz Bulgar’ın temel gıdasıdır, köreltirse bir daha canlandırılamaz (geliştirilemez) Bulgar bir işten bir defa el çekti mi bir daha tutunmaz. Olay çok büyük ve iktidar lamba fitilini geri çekti ancak üfürüp söndürmesi kaldı. Gelelim olayın kesin ve değişmez gerekçelerine: Bulgaristan’ın Doğu Avrupa – Rus sisteminden çıkıp, Batı – Amerikan sistemine katılma (montaj) hevesi 30 yaşında. Ne yazık ki, pek bir şey olmadı. Bu işlerin zor olduğunu bilenler, Rus yapımı “SS-23” ve “SS 22” orta menzilli füzelerin ve namluları Sakar Dağı’na bakan tanklardan bir kısmının hurdaya çıkarılıp kesilmesiyle işin bittiğini sanmıştı. İşler bitmedi. Rus silahlarıyla silahlanmış ve bu silahları değiştirmeden 2004’ten


Makale ve Analizler - 2019

179

beri NATO üyesi olan Bulgaristan, 2019’da boyundan büyük işler için heveslendi. Kimsede olmayan, hatta üretimi bile başlamamış, parası peşin ödendiğinde 7 yıl sonra teslim edilecek, Amerikan yapımı “F-16 block 70” uçaklarına merak sardı, önce 8, ardından daha o kadar ve bir filo oluşturana kadar alırız, dendi. Bu işin en meraklısı, Savunma Bakanı, VMROkomitasıcı Krasimir Karakaçanov. Olay şöyle. Bulgaristan’da neyin nasıl olacağı artık, Bulgarların (hükümetin) elinde ve emrinde değil. Kimin tutuklanıp mahkemeye verileceğini de Amerika’nın Sofya Büyükelçiliği belirliyor. Karakaçanov ve partisi 2018’in sonunda Bulgar vatandaşı olmayan yabancılara vize, doğum kâğıdı, Bulgar menşei, kimlik, pasaport ve başka ticaretinden 50-60 milyon leva ceplemişler ve hemen iktidardan inmeleri ve yargıya düşmeleri gerekirken, palazlı, hortlak ve kinli bir tavırla kesip biçmeye devam ediyorlar. Güç aldıkları merkez, Sofya Amerikan Büyükelçiliği… Trump’ın Bulgaristan Sofya Büyükeçiliği’ne de Kür kadın diplomat Hêro Qadir Mihemed Emîn Mistefa’yı ataması durumu değiştirmedi. “F-16/70” uçaklarının peşin ödemeli alımı, “VMROsorgu dosyasını kapattı.” Olay bu. Bu arada, dünya medyalarında ciddi konu olan “S 400” – “F-35” alım satım tartışmalarından anlaşıldığı üzere, eski Varşova Paktı silahları artık tamamen işe yaramaz olmuş. Bu nedenle Bulgaristan Meclisi, Bulgar Savunma Bakanlığı bir yandan “MİG-29” uçaklarını Moskova’ya onarıma gönderirken, bir de “ 8 adet “F-16 bloc 70” tipi Amerikan uçağı satın alma kararı almak zorunda kaldı. Bundan sonra “silahlarımızı sizden yenileriz” anlamına gelen bu karar, Sofya iç politikasında bazı olumsuzlukları sanki ört bas etti. Fakat olumlu haberler, Haziran-Temmuz 2019’a ait. Karşında Amerika olunca ve işin ucu paraya dayanınca, olayların gelişim hızı saat ve dakika le ölçülüyor. Aslında Amerika – Bulgaristan ilişkilerinin askeri-ticari alana hızla kayması Bulgaristan iç siyasetine deprem yaşattı. Bu olayın ilk belirtisi, önce Başbakan Borisov’a bindiği dalı kestirdi. En güvendiği, en yakını olan GERB Başkan yardımcısı Ts. Tsvetanov’u tüm görevlerinden ve partiden attı. Bu sır kutusu henüz açılmadı. Ne olduğu bilinmiyor. Fakat Amerika’nın Borisov’a sen Ahmet Doğan gibi “fahri” başkan ol ve “kenara çekil” dediğine inananlar arttı. Ama GERB başkan koltuğuna oturacak kadro eğitmedi, çünkü bulgur biçimi mafyotik bir örgütlenmeye dayanıyor.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu olay sır kalsa da “F-16 block 70” uçakları hükumet ortaklarını şöyle parçaladı. 2019 bütçesinin yeniden gözden geçirilmesi, mecliste onaylanması ve en geç 03 Ağustos 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı R. Radev tarafından da kabul edilmesi gerekiyor ki, Amerika’ya uçak peşini zamanında havale edilebilsin. Mecliste onaylama henüz geçmedi. 121 oy gerekiyor. Son haftaki gelişmeler bu açıdan olumsuz geçti. Faşistlerin teki olan “Yurtsever Cephe” adı altında 2016’da ittifak oluşturan, Moskofçu “Ataka” partisi, Avrupa Birliği Konseyi’nin “aşırı milliyetçi-ırkçılar” diye nitelendirdiği, İç Makedon Devrim Hareketi VMRO partisi ve güya “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) üçlüsü parçalandı. “Ataka” ortaklıktan atıldı. “F-16 bloc 70” konusunda aralarından kara kedi geçti, “Ataka” ortaklığın meclis grubundan çıkarıldı. “Ataka” partisi “F-16 block 70” uçaklarının alınmasına daha öncede oy vermemişti. Fiyatı yüksek buldu. Bu parayla Türkiye gibi “S-400” savunma sistemi alalım ve sorun çözülsün, dedi. Bu parti, 2019 bütçesinde bu amaçla değişikler yapılmasına oy vermek istemiyor. “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) başkanı Valeri Simyonov da “F-16 block 70” fiyatını yüksek bulduğundan dolayı ödemeleri onaylamıyor. Ayrıca muhalefetteki 9 milletvekilli “Volya” (İrade) partisi (Moskofçu Mareşki partisi) savunma ve güvenlik konularında NATO ve ABD’den askeri uçak alınmasına olumsuz bakıyor. Sosyalist BSP partisi ise Amerika’dan silah almaya kesinlikle karşı çıkıyor. Bütçe değişikliği, dolayısıyla 2,2 milyar leva ödenmesi GERB, aşırı milliyetçilerin VMRO partisi ve Müslüman azınlığın (HÖH-DPS) milletvekilleri tarafından onaylansa bile, Cumhurbaşkanı R. Radev bütçe değişikliğini bir daha veto ederse “F-16/70” alımı suya düşecek. Yani hükümet istifa etmek zorunda kalacak. Amerika’dan uçak alım görüşmelerini yürüten 10 askeri uzman, “2,2 milyar leva, uçakların reel fiyatı değil, % 20 KDV ile nakliyat masrafları da eklenmeli,” (500 milyon leva), dediler. En önemli olansa, Amerika’dan izin almadan bu savaş uçaklarının askeri operasyonlara katılamayacağı ve Plovdiv (Filibe) yakınlarındaki “Rakovski” askeri hava üssü hangarlarında bekletileceği yönünde tepkiler arttı. Günümüzde Bulgaristan güvenliği Amerika tarafından sağlansa da, bu alış verişten Bulgar kamuoyu sanki huzura kavuşmadı. Güvenlik fiyatını pahalı buldu.


Makale ve Analizler - 2019

181

Yeni durumda DPS partisinin rolü yine belirleyici oldu. 2017’de Mustafa Karadayı’nın DPS partisine sanki “geçici” başkan seçilmesinden sonra, Türklerin partisi duvar satı sarkacına (topuzuna) dönüştü. Yine geçen hafta DPS ile ilgili yine önemli olaylar oldu. “Ciğeri 20 sene önce donmuş Varna Elektik Santrali’nin buzunu çözmek için B. Borisov hükümeti Ahmet Doğan’a 26,5 milyon leva verdi. Tabii bu milyonların hatırı sayılmalı, DPS milletvekilleri 2019 bütçesinden 2 milyar 200 milyonu Washington’da bir banka hesabına, 7 yıl sonra gelece “F-16 – 70” avcı uçakları için göndermeyi mutlaka onaylayacaktır. Bulgaristan Müslüman çocuklarının eğitimi için bir şeyler isteyeceklerine hep kendi cepleri için istediler ve istemeye devam ediyorlar. Sözün kısası, Sosyalistler (BSP) bu Amerikan uçaklarına artık 3 defa oy vermediler. DPS-Karadayı çetesi bir an için yoksulluğumuzu düşünse, ilaç alamayan yaşlıları, maması olmayan bebeleri düşünse ve yalnız perçem taşımaya yarayan kofalarda “bütçeden 2,2 milyar leva daha yolarsak, ülkede ölüm oranı 2 kat artar” fikri şakısa, ama nerede, bizimkilerin derdi başka. Karadayı başta olmak üzere “babalarının yediği sopayı” unuttular, “milli çıkarların” koruyucusu kesildiler. Hele de gidip Amerika’da Kilise avlusunda kahvaltı yapalı, iyice kendinden geçti, zavallı ruhunu satmış sözlerini kullananlar var. Anlattıklarımdan görüldüğü üzere, Eski komünistlerin püsküllüsü olan Başbakan B. Borisov bir tek “ne zaman istifa vereyim acaba” sıkıntısından kurtulamıyor. En yakın dostu olan Ts. Tsvetanov’u partiden, meclisten ve politikadan iskarto ettiği günden beri, yalnız kaldı. O, eşeğini çamurda bırakmaz! Diyenler etrafında dolaşıyor. GERB partisi içinde patlama olabilir tahmininde bulunanlar da var. Tüm bu tahminlerin içinde kesin olan birkaç nokta var. Birisi, Cumhurbaşkanlığı ile yürütme arasındaki çukurun artık hiçbir araçla geçilemeyeceği bir derinliğe eriştiği artık konuşulmuyor, çünkü olaylar herkesin gözü önünde gelişiyor. Radev, “F-16 block 70” uçaklarının alınması yolunu kesecek. Dolayısıyla hükümet düşecek. Tahmin, 27 Ekimde yerel ve genel seçimler birlikte yapılacak, o zamana kadar Cumhurbaşkanı Geçici Hükümet atayacak. İkincisi, Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in seçilmesi için 16 Kasım 2016’da oy veren Bulgaristan Türklerinin partisi DPS, şimdi neden Radev’e karşı ve gözlerinde Türk düşmanlığı okunan Başbakan Boyko Borisov ile faşist Krasimir Karakaçanla gizli birlik kurdu ve onlara destek oyu sağlıyor. Bu yeni üçlüyü birbirine bağlayan ve kenetleyen nedir?


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Baskı eden kimdir? Sanki Borison, Karakaçanov ve Karadayı’yı korsanlar yakalamış, elleri kelepçeli, üçünün de elini kolunu bağlayan sicim onlara dolandıkça dolanıyor. Üçünün de konuşmaktan başka yapabilecekleri bir şey kalmadı. Üçü de yalan makinesine dönüştü. Konuştukça konuşuyorlar. Bu sabah ajanslar, Bulgaristan’da “Afrika vebasının, Vidin ve Dobruca’ya da sıçradığını haber verirken, öldürülen domuzların 300 000 –ni bulacağını bildirirken, felaketin öldürücü olmadığına işaret etmek için, Çin’de öldürülen domuzların 1 milyon olduğunu bildirildi. Et fiyatlarının % 50 zam gördüğünü söylemiyorlar. Çin’i sivrisinek ısırmış. Güler misin ağlar mısın? Geçen sene keçi ve oğlakları öldürmüştük. 1 000 öldürülüyor ardından sayaya giren yenileri yok. İnsanlar da öyle, geçen ay Bulgaristan’ın en modern hastanesi olan Panagürüşte – ”Üni Hospitalinde” 92 doğum olmuş, ama aynı bölgede ölenlerin sayısı 462. Herkes gün değil saat sayıyor. Gelişmeleri ilgiyle bekliyoruz. Onlar saat sayıyor. Biz ise sanki cereyanı kesilmiş sinema salonu karanlığındayız. Çekirdek soyup elektrik gelmesini bekliyoruz. Başımız kuruda, umutluyuz… Arkadaşlarımla görüşüyorum, koçun sarkıntıları da sallanıyor ama kopmuyor, “korkma bir şey olmaz”, deyip sırıtıyorlar. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşmayı unutmayınız. Politika sahne oyunu gibi oldu, seyirciler sahneye çıkmadan, değişiklik olmaz. Beklemek zorundayız. Son günlerde hukuk kitapları karıştırıyorum. Hiç birinde iflas ede devletlerin kaderini belirleyen bölüm ve maddeler bulamadım. Yeni anlaşma yazılması gerekecek… Yüzlerinden okunan budur. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

183

Baştan Sona Yalan Anlatıyorlar

Tarih: 31 Temmuz 2019 Tercüme. Raziye ÇAKIR Kaynak: “Dnevnik” gazetesi Konu: Türklere zulüm ve Bulgar tarihindeki yeri – ders kitapları 2019/20 ders yılı Tarih ve Uygarlık Ders kitaplarında “Yeniden Doğuş/ SoyaDönüş” adlı asimilasyon projesinde Todor Jivkov ve gizli polis (DS) nasıl değerlendirildi, bir görseniz! SKANDAL Diktatör Todor Jivkov döneminde Bulgaristan Müslüman Topluluğu ve komünist partisinin ve devletin bu topluluğa karşı izlediği kıyım siyasetini yakından tanıyan Bulgar bilim adamlarından biri olan Prof. Dr. Bayan Evgeniya İVANOVA Eğitim ve Öğretim Bakanına bir mektup göndererek, ders kitaplarındaki saçmalıkları protesto etti. Ders kitaplarına işlenmiş olan ayrıntılar şunlardır: Komünist rejimin Bulgaristan Türklerini topraklarından ve vatanlarından silah zoruyla amansız baskılarla kovduğu 29 Mayıs 1989 tarihli diktatör Todor Jivkov’un mesajı. Devlet Güvenlik Örgütü (DS) tarafından toplanan ihbarlar ve “İç İşleri Bakanlığı” (MVR) ve Sınır Askerleri Güçleri’ne” sözde Türklerin saldırılarına ilişkin gizli polis “DS” subayı Bonço Asenov’un yazdığı uydurma bir kitaptan alıntılar. Türklere yapılan zulümle ilgili öğrencilerin değerlendirmede bulunacakları, “Domino” yayın evi tarafından basılan, 10. Sınıf Tarih ve Uygarlık Kitabı’nda yer alan kaynaklar şunlardır. Bu vesileyle ilgili Öğretim ve Bilim Bakanı Krasimir Vılçev’e Prof. Dr. Bayan Evgeniya İvanova’nın gönderdi mektupta “Etnik ve inanç asimilasyonu ile ilgili değerlendirmenin, tartışma götürmez bir biçimde, yalnız olumsuz olacağını düşünmüştüm” deniyor. Prof. İvanova’nın gönderdiği mektubun metni: Sayın Bay Vılçev, Tarih kitaplarında da tekrarlamaya devam ettiğimiz, sözüm ona “soya dönüş süreci” dediğimiz – Müslümanların asimile edilmesi zorbalığı – 10. Sınıf Tarih Ve Uygarlık Kitaplarında yer alan 19441989 döneminin yorumlanmasını kapsayan problemlerden biri ile ilgili görüşümü bildirmek istiyorum. Bu benim konumdur, üzerinde ve ayrıca onun bıraktığı yaralı hafıza üzerinde birçok araştırma yaptığımdan bilirkişi olduğum bir alandır.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İlgili dönemde, Bulgaristan Müslümanlarının asimilasyonu – rejimin en büyük suçlarından biridir – kitaplarda farklı ve birçok yerde de yetersiz yansıtılmıştır. Pomak ve Romenlerin, Müslüman Tatarların isimlerinin (çok küçük istisnalarla) periyodik olarak değiştirilmesinden söz bile edilmeden, ancak Türklerinin isimlerinin değiştirildiği 1984-1985 yılları ele alınmıştır. “Soya Dönüş Süreci” adıyla anlatılan, yalnızca üç sayfada (267-269) yine (Türkleri ele alan) “Domino” yayınevi tarafından basılan kitap üzerinde özellikle durmak istiyorum. “Çağdaş Bulgar tarihinde üzerinde en fazla tartışılan” bir konu olan “olaylarla ilgili değerlendirmeyi” kitapta sunulan belgelere dayanarak öğrencilerin bir alıştırma destinde kendilerinin yapması isteniyor. Ben şimdiye kadar evrakların değerlendirilmesinden isim ve din değiştirmeye zorlama konusunda ancak olumsuz bir değerlendirme sonucu çıkarılabileceğine inanıyordum. Ve bunun bir tartışılmaz gerçek olduğuna inanmıştım. Ders kitabının yazarları, 1984-1987 yılları arasında Bulgaristan’da Türkler tarafından 4 suikastın yapıldığını ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra, aynı dönemde sözde olmuş olan ve kamuoyu tarafından o zamanlar olduğu gibi, şimdi de bilinmeyen, “42 illegal Türk grup” tarafından işlenmiş olan bir sıra “saldırı, kundaklama, ölüm ve yanıltma“ olayından söz ediyorlar. Bu bilgilerin kaynağı olarak sivil polis (DS) ihbar kaynakları ve asimilasyon siyasetini gerçekleştirenlerin anıları gösteriliyor. Burada izlenen hedefte, aynı dönemi huzur ve güvenlik cenneti olarak bilen öğrencilere, ana babalarının maruz kaldıkları, ürpertici bir terör ortamı hayal ettirmek olmalı. Eklenen belgeler: Bulgaristan’ın Türk asıllı vatandaşlarını kovduğu 29 Mayıs 1989 tarihli T. Jivkov’un mesajı. Öğrenciler bu belgeden, Müslümanların Osmanlı İmparatorlunun onları içine attığı “adaletsizlik ve yoksulluk karanlığından” ancak “sosyalist devrimin zaferinden sonra” kurtulduğunu anlamalıdır. (Birkaç sayfa sonda – s. 273. – yazanlar bu görüşü kendileri de kabul ediyor. Öğrenciler “her yerde terör ve diversiyon” ve “aktif düşmanca yalanlayıcı etkinlikler” olduğu yolundaki bilgilerini gizli polis DS’nin topladığı ihbarlardan öğrenerek pekiştirecektir. Saldırı olayları hazırlayanlara Türkiye ve ABD yardım ederken, Gorbaçov ise, onlara engel olacağına, tarafsız kalmayı seçmiştir. Gizli polis DS subayı Bonço Asenov’un kitabından bir alıntı seçilmiştir. İsim, din, dil ve kimlik değiştirme, yaşam şekli yasaklayıcısı bu gizli polisin kitabından alınan alıntıdan öğrenciler, protesto eden, silahsı Türkler


Makale ve Analizler - 2019

185

İç İşleri Bakanlığı MVR güçlerine ve Sınır askeri birliklerine çılgınca saldırdıklarını, şehitlere yalnız sakan kurşunlar isabet ettiğini, Türkan Bebenin ise, “anası elinden düşürünce” kalabalık tarafından ezildiğini anlamalıdır. Başka belge yoktur. Bu kitapta öğrencilerden istenenler arasında şu da vardır. O günün rejimi isim ve din değiştirme olayına neden “soya dönüş süreci” adını vermişken, Türkiye ve diğer Batı devletleri aynı olaya bir “cinayet” demişlerdir? Bu kitabı yazanlar, editörler ve basanlar, büyük bir gecikmeyle de olsa, Bulgar Devletinde işlenen suçlara ve isim ve din değiştirme zulmüne “cinayet” dediğini bilmeleri gerekir. Yazılmasına değil, düşünülmesine bile imkân tanınmaması gereken bu saçmalıkların sonunda (s. 274) 29 Aralık 1989 tarihinde İsimlerin ve din haklarının iade edilmesine ilişkin kararın bir kompromis (taviz) – (hak edilmemiş bir hakkı tanıma) olduğu kaydedilmiştir. “Domino” yayın evince hazırlanan bu kitapta birçok başka esas yanlış var. Bana gülünç gelenlerin kimisine yer vermek istiyorum. Osmanlılardan ötürü Bulgarlar “kapalı ve tecrit” durumda yaşıyordu. Bu nedenle “Bulgar halkının konuştuğu lehçeler, kullandığı giysiler ve geçimleri” arasında büyük farklar belirmiştir. (S.106). Osmanlı devri yaşamamış olan diğer halklar sanki lehçe, giysi ve geçim farkları yaşamamıştır. Sayın Bakanım, Ben bu fikirlerin ve iddiaların Bulgar öğrencilere erişmeyeceğine samimiyetle inanmak istiyorum. 29 Temmuz 2019 Saygılarımla: Evgeniya İvanova Hak ve Özgürlükler Hareketi, Şeref Halk ve Hürriyet Partisi ve Demokrasi İçin Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük Partisi, dernekler, federasyonlar, İl Müftülükleri ve Başmüftülük, Bulgaristan Diyaneti Müslümanları İslam Konseyi Başkanı ve diğer politik eylemcilerimiz, belediye başkanları ve valilerimiz, aydınlarımız ne günlere duruyor??? Bizi izleyiniz. Paylaşanlara teşekkürler.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birlik Ve Beraberlik

Tarih: 31 Temmuz 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Yenilmek bize yakışmaz. Kırca Ali Bulgaristan Türklüğünün Kalesidir. Naim’in yumruğundan yükselen esinle Yerel seçime gidiyoruz. 27 Ekime ne kaldı şurada… Bundan sonra yelkenlerde seçim var. Oyumuzu bekleyen Muhtarlar, Belediye Başkanları, belediye meclis üyeleri, yarım kalmış işler. Yeni projeler. Ardından devlet valilerini atayacak. Toplumun ve yürütmenin temeli bu kadrolardır. Seçeceklerimiz toplumun alt dokusudur. Onlar olmadan devlet devlet olamaz, yürütme organları çalışamaz. Adına demokrasi denen hayat durur, olmadıkları an demokratik düzenin maddi ve manevi sistemi felce uğrar… Bize ne demeyin…Demokrası ekmek ve su gibidir! Bulgaristan Türkleri zülüm görmüş, kendine uzun süre zülüm edilmiş, menfaatlerinin bilincinde olan, gövdeli dallı budaklı bir halk topluluğudur. Geçmiş dönemlerde sesiz ve uysal, boynu bükük olmamıza çok çalışıldı. Başaramadılar… Şanlı yürüyüşümüzde çok kurban verdik. Hep kör cahil, kıt kanat geçinen insanlar olarak kalmamıza gayret edildi. Somunda bu duruma geldi. Seffilerin sırasında baştayız. Elimizde ancak çırpınan ve yenilmez ruhumuz kaldı… Bugün Bulgaristan’da birçok şey bize bağlıdır. Devlet bile yaprak kıpırdasa, saatini Türklerin tavrına göre ayarlıyor. Şu iyi bilinmelidir: Bulgaristan’da yaşayan etnik azınlıklar Türkler burada diye buradadır. Biz olmasak her biri kimseye selam vermeden tasını tarağını toplar, çeker gider. Bu bakıma yine Bulgar milli tarihini süzüp Bulgar ruhunu en iyi anlatan komitacı Zahari Stoyanov’un dediğine dönüyorum: “Bu memlekette Türklerin var oluşu her zaman mukaddes olacaktır.” Demiştir. Bu cümlede mukaddes sözü özel anlam taşır. Takdis edilmiş yani kutsanmış anlamındadır. Mübarek ve kutsal temiz ve hilesiz anlamındadır. Hak edilmiş vatan hakkıdır, anlamı taşır. “Mukaddes” sözü Kuran, Tevrat, Zebur ve İncil’de vardır ve yasalar üstü geçerlidir. Kutsanmış insanlara Tanrı dokunulmazlık bahşetmiştir ki, her konuda tavrımızı belirleyen de bu olmuştur.


Makale ve Analizler - 2019

187

İşte bu, mukaddes vatan hakkı bizim hepimizin ortak edinimi, nimeti ve kutsalıdır. 1989’da bizi birleştiren ve şahlandıran bu hakkın kutsallığı olmuştur. Bu hakkın özündeki ise, var olma özgürlüğüdür. Var olma özgürlüğü, gidenler döner anlamını taşır. O zamanla sınırlı olmayan, sonsuz bir özgürlüktür. 20. asırda, dün, bugün Bulgar devletinin bize ettiği zulüm o bakımdan haksızlıktır, suçtur, lanettir, devleti yok edicidir ve ortak geleceğimizi karartan odur. Bu bakıma, bugünkü Bulgar kamuoyunda büyük bir kısım, “Bu memlekette Türklerin var oluşu her zaman mukaddes olacaktır!” öngörüsünü vasiyet eden Zahari Stoyanov’tan çok geri, sönüktür. Bu açıdan bakıldığında, Bulgaristan’da yaşayan çok etnikli nüfus arasında öncü yerimiz, orta direk konumumuz da hak edilmiş bir haktır. Şu dediklerim, öncü olmak ve orta direk olmak pazardan alınan nimetler değildir. Asırların emeğiyle hak edilmiştir ve şuurlaşmış bir birikimdir. Bizi millet yapandır. Her etnik grup toplumda başı çekmemiz, üretim biçimi geliştiremez, devlet kuramaz, egemen kültürü yaşatamaz, ayrım yapmadan herkesi örgütleyip ardından götüremez. Türklerde olan bu özellikler, sabır, iyi niyet ve soyluluk beraber yaşadığımız diğer etnik azınlıklarda olmadığından dolayı, hepsinin bize ihtiyacı vardır. Bizi 27 Ekim 2019 yerel seçimlerine birlikte götüren ruhumuzdur. 1990’da ilk kez olmak üzere siyasi parti kurduk. Siyasi partiyi size birçok kişi çok lafla anlatmaya çalışmış olabilir veya çalışabilir. Gerçek şudur. Siyasi, parti elle tutulur gözle görülür, salatalı sofra kurup rakı mezesi olan bir şey değildir, soğuk su, çay veya köpüklü kahve de değildir, çünkü hepsinden daha büyük, daha yüce, daha dev bir şeydir. Ruhumuz bizde olan ve bizi biz yapandır. Belki de küresel sporcuların paşası Naim Süleymanoğlu’nun Mestanlı (Momçilgrad) Spor Salonu önünde geçen hafta açılan anıttaki sıktığı yumruktur. Bizim ruhumuz hep vardı ama Bulgaristan Türklerinin mücadele ruhu şimdiye kadar kurduğumuz şehir anıtlarımızda sıkılmış yumruk şeklinde belirmemişti. Anlamı biz yenilmedik. Zulümden kaçtım ama dişimi ve yumruğunu sıktım ve mücadele sembolü olarak geri döndüm anlamındadır. Nayim Süleymanoğlu geri dönen ruhtur. Anlamı büyüktür. Bu, yeter dağıldığınız, yeter parçalandığınız, yeter başka birilerine yaranmaya çalıştığınız ve halkımı yaraladığınız anlamını taşır. Açılış töreni kalabalıktı. Havada birlik olalım çağrısı vardı. Ve bizi 1984-1989’daki birbirimize kenetleyecek yumruk sımsıkı sıkılmış ve herkesi yüreklendiriyordu. Bu aynı zamanda bütün ezilenlere


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

birleşme çağrısıydı. “Bu memlekette Türklerin var oluşu her zaman mukaddes olacaktır!” Yükselen Süleymanoğlu yumruğunun bükülmez gücündeki çağrısında, tüm azınlıklar için bir umut belirdi. Adalet, hak ve özgürlük! Bu birlik ve beraberlikten geçen yoldu. Ne ekmek ne su isteyen ama yerel idareleri, 40 karma bölge belediyesinin hepsinde ve yüzlerce belediyede siyaseti ve sosyal politikayı sefillerden, yoksullardan, açlardan yana çevirecek güçtü. Yeryüzünün spor dünyasına ayak öptüren Naim Süleymanoğlu haklarımız, özgürlüklerimiz ve adalet için sıktığı yumruğu yükselterek bizi etrafına topladı. O küsleri birleştirecek, gençlere yol isteyen, yaşlılara huzur dileyen bir güçle ve ruhla çıktı karşımıza… Devden büyük bir olay yaşandı. O yumruk birleşin çağrısıydı. Kırca Ali Belediyesini almak için saf düzen Meclis Başkanı Karayançeva’ya sıkılmış bir yumruktu. Kırca Ali Kalemiz alınamaz. Kutsalımızdır. Birlik ve beraberliğimizi kimse yenemez çağrısıydı. Yeni büyük bir atılımın başlangıcı yaşandı. Mehmet Hocalara, Güner Tahirlere, Osman Oktaylara, Kasim Dal ve Lütfi Mestanlara politik mücadele sahnesinden çekilin yönetimi ve bayrağı gençlere devredin çağrısını herkes işitti. Bu çağrıda Dobruca ve Deliormana, Koca Balkan ve Gerlovoya, Orta ve Batı Rodoplara selm vardı, birlik ve beraberlik selamı. Bulgaristan Türkleri ölmedi, hakları ve özgürlükleri üstüne pazarlık yapılamaz çağrısı bütün memlekette duyuldu. Yerel seçimlere giderken yeni bir Hak, Özgürlük ve Adalet Hareketi başlatıyoruz. Temellerinde birlik ve beraberlik ruhu var. Naim Süleymanov’un Hüseyin Pehlivan’ın, Koca Yusufun, Lütfi Ahmed’ın yenilmez ruhunu yaşatmak, bölünmeden, parçalanmadan, birliğimizi pekiştirerek ilerlemek bizim özümüzde olandır. Devam edecek. Paylaşanlara teşekkürler. Sağlıcakla kalınız.


Makale ve Analizler - 2019

Gözü Açık Koma Durumu

189

Tarih: 31 Temmuz 2019 Tercume Raziye ÇAKIR Kaynak: Faktor. bg, söyleşi, Sofya Konu: “Rusya’ya bağımlılıklarımızdan dolayı 150 yıldan beri gözü açık kendinden geçmiş durumdayız. Biz bu gün Bulgar milletini “uyandırmaya” çalışıyoruz.” Psikolog R. Yordanov Bulgar tarihini her zaman başkaları yazmıştır. Hekimlikte “gözü açık koma” teriminin anlamı şudur: kimi ağır hastalıklar sırasında görülen, anlama, duyma ve devinmenin tümüyle ya da oldukça yitimiyle beliren dalgınlık durumu. duyma, anlama ve devinme yetilerini yitirerek yarı ölü bir duruma gelmek, kendinden geçmek. Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in siması, Leonid Raşetnikov’un yönettiği Rusya Federasyonu Stratejik Araştırmalar Enstitüsü tarafından oluşturulmuştur. Bulgaristan’ın tarihsel problemi demografik çöküş değil, kolektif ruhun olmamasıdır. Soru: “Tarih bana iyi davranacak, çünkü ben onu yazmak istiyorum.” Demişti Cherchell. Bulgaristan’da tarihimizi doğru dürüst yazacak devlet adamları ve iç güç bulunabilecek mi? Tarihi yazan kimdir? Yanıt: Bu soru ciddi olduğu kadar, herkesçe bilinir, bizim tarihimiz açısındansa çok acıklıdır. Yanıtında tarihsel psikolojiklik var. Ben son zamanlarda tarihle, tarihsel belgesellerle fazlaca ilgileniyorum, bu soru üzerinde düşündüğüm oldu. Sebepleri değişik olsa da, öncelikle dramatik nedenlerle, bizim tarihimizi hep başkaları yazdı. Çok uzun dönem Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve başkaları tarafından ele geçirilmiş olmamız ve özellikle de son yaklaşık 150 yıldan beri koma durumunda olmamız da, bunun nedenlerinden biri olabilir. Kelimenin politik anlamında başka bir devletin fiili egemenliği altında bulunmasak da, bu mental (akılcık) veya psikolojik anlamda hiç de öyle değildir. Bu sebeptendir ki, tarihimizi yazmak bizim için ciddi bir sorundur.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tarih kitapları etrafında ciddi tartışmalar yürütülmesinin sebebi de burada gizlidir. Tarihimizle ilgi sertleşen kavga aslında kitapların daha ılımlı bir dille mi yoksa sert bir dille mi yazılması çatışması olmayıp insanların kafaları için verilen bir mücadeledir. Tarih, tarih delilleri etrafında dönen kavga çok daha derindir, bilimsel bir tartışmanın çok ötesindedir. Soru: Tarihi yazan devlet adamları değil kanısındayım, onlar akıntıma yüzüyorlar… Yanıt: Sorunun özü şudur. Biz kime devlet adamı diyebiliriz. Bizdeki kavga “foblar” ve “filler” arasında kızıştı, insanlar buna Batıcılar ile gözleri Avrupa-Asya eksenine bakanlar arasında didişme diyor. “Devlet adamlarımız olması için, bağımsız olmamız gerekir.” Bizim psikolojik bağımsızlığımız yok, biz 150 yıldan beri gözleri açık kendinden geçmiş (koma) durumundayız, Bulgaristan’da artık birkaç nesil, gözleriyle gördüklerine inanacaklarına, onlara ne görmeleri gerektiği söylenerek yetişti. Sorun budur. Soru: Birçok vatandaş bugünde sosyalizm yıllarında ne kadar büyük bir devlet olduğumuzu, gıdalara masaların dar geldiğini, bolluk masalı anlatmaya devam ediyorlar… Yanıt: Değişen bir şey yok. Daha önce onlara neyi görecekleri anlatılırdı. Şimdi de neyi gördüklerini hatırlamaları söyleniyor. Burada gerçek durumla ilgili kavga, tarihle sınırlanandan çok daha ciddidir. Olaya farklı bakalım… Önce Uyanış çağı aydınlarından başlayalım. Rakovski, Botev, Levski, Stambolov, Zahari Stoyanov’tan örneğin… Onlar yaşadıkları zamanda çok ciddi olan şu soruya doğru cevap bulmak zorundaydılar: “Rusya Bulgaristan için iyi niyetli bir dost mu yoksa maskeli bir istilacı mı?” Son 150 yılda Bulgarlar düşüncelerinde bile, bağımsız değillerdi yani kaderini ellerine almış, olgun bir halkın saygın otonomisine sahip olamamıştı. Bulgarlar, en yeni tarihlerinin son döneminin birçok aşamasından sistemli olarak inanmamaya zorlanmıştır. Kendi iradesi ve yetenekleriyle, kendi iç güçleri ve kapasitesiyle stratejik ve milli hedeflerine ulaşabileceğine inanmamaya ikna edilmiştir. Bizden istenen birilerine bağımlı olmamızın gerekli oluşudur, çünkü bir şeylerin olması hep başkalarına bağlıdır. Biz bu fikir ayrılığını “öyleyse kime bağlanalım” alanına taşıdığımızda, her defasında “filler” ve “foblar” kavgası alevlenmiştir. Bunun için bu didişmede göreceli olsa da bağımsız düşünceyi bulan devlet adamlarımıza saygımız büyük olmuştur. Stanbolov’u öteki Bulgar Başbakanlarından ayırt eden özellik budur. Soru: Dönüşümlerin motoru olan devlet damlarının sonu hep kötü oldu. Stanbolov bir örnek.


Makale ve Analizler - 2019

191

Yanıt: Tam öyle! Çünkü onlar gerçeği görme, yurtsever olma “lüksünü” tatmıştır. Rusya’dan mı yoksa batı’dan mı bağımlı olalım sorusuna cevap bilinçli olarak aranıyor ve yaralı milli şuuru ve yaralı ruhun dirilmesine engel oluyor, bizi olgunlaşmamış ve kısır bir tartışmaya itiyor. Yaralı ve çeken bir kişinin normal duruma dönme gayretlerine bağlı kalıyoruz. Hayallerin kurbanı, uyuşuk mu kalalım, ham ve verimsiz kalmaya devam mı edelim, uzun yıllar boyu kenara itilmiş durumda kaldığımız gibi, kenarda mı kalalım. Gerçeklikten ürkmüş, yabancı birinin yardımı olmadan başa çıkamama inancının kurbanı mı olalım. Yoksa tam tersi mi? Sorunlarımızın bilincine varıp, hayata, eksikliklerimize olgun, açık gönülle ve sorumlu mu bakalım, hayatı kendi güçlerimizle ve istediğimiz gibi bina edelim? Yoksa milletimizin ortak şuuru delinerek içine sistemli olarak sıkıştırılan “ Kurtarıcı Bay İvan”, “Büyük Kardeş”, “Can Kardeşlerimiz” ve “Yüce Putin” gibi bağımlılıklardan doğan uyuşukluk bağımlılık doğuruyor, kötü ve daracık değerlere, güvensizliğe ve sınırlı derinliğe neden oluyor. Avrupa Birliği’ne (AB) aynı anlayışla yürüdük, bütünleşmemiz bu sebeple zor zar ilerliyor, yedek oyuncu durumundayız. Bu aslında iyilik ve kötülük arasında bir boğuşma sayılamaz. Soru: Öyleyse biz ne için boğuşuyoruz? Yanıt: Burada verilen kavga, toplumun (ulusun) ruhsal ağlığı içindir. Bu ulusun “uyanması” için verilen bir kavdadır. Bu, 1877-1878 Rusya ve Osmanlı savaşından sonra devlet hayali ve devlet kurmak için “çocukluğumuzun” yaralarıyla ilintili otonomi ve gerçekliğin bilincine varmak için derin ve dev kavgadır. Şu iyi bilinmelidir. Yalnız ruh hali sağlam insanlar ve ulus devlet kurabilir, kendi geleceği ile ilgili sorumluluk taşıyabilir ve sorumlu kararlar alabilir. Bir ulusun yapıcı, oluşturup biçimlendirmeye ortak iradesi olmalıdır. Kuşku içinde, gerçekte var olmayan şeyleri görmek, işitmek gibi dayanaksız algılama, halüsinasyon, iliz yon içinde bocalayan, gerçeklikle ilgili parça buçuk ya da duygusal değerler arayan kişiler, milli hedef ve özlemlerimizi gerçekleştirecek diş koruyucu veya himayeci birini devamlı arar. Bulgaristan’da sürekli var olan ve etkisini hissettiren bir dış güç her zaman vardı ve biz onun kim olduğunu biliyorduk. Bu güç Rusya’dır. O, son asırlarda yaşadığımız topraklarda gözü olduğunu defalarca belli etmiştir. İdeolojik ve tarihsel deliller, biz Rusya için bir toprak parçasıyız ve Todor Jivkov bu toprakları birkaç defa teklif etti. Ve şimdi bu konuda bazı romantik anıları öne atıyorlar. Tamda bu insanlar devletimizi tabak içinde, onun politik bağımsızlığını Rusya’ya teklif etmişlerdir.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soru: Bulgaristan Cumhurbaşkanı bu geleneğin devamı değil mi. Gözleri Moskova’ya bakan Rus Generali. Yanıt: Maskeleri indirelim. Bana göre, Rumen Radev Bulgar seçmenin oylarıyla seçilmiş olsa da, bir Bulgar Cumhurbaşkanı değildir. O, Rusya tarafından atanmış bir geçici muhtar gibi hareket ediyor. Bu gelişi güzel bir benzetme değildir. Hatırlanacağı üzere onun adaylığı, Leonid Reşetnikov tarafından yönetilen, Rusya Federasyonu Stratejik Araştırma Enstitüsü’nce hazırlanmış ve önerilmişti. Maskenin arkasındaki sima budur. Ressamlar onu, yurtsever, parti üstü biri, ılımlı bir kişi, politikaya bulaşmamış, fakirlere ve adalet arayanlara, haksızlığa uğramış olanlara yardım eden, kötülüklerle mücadele etmeye gücü olan biri olarak tanıttılar. O, toplumda güçlü bir siyasetçi olarak yer yapan B. Borisov’a karşı yükseltilmişti. Savaşçı güçlü bir simanın kamu denetçisi Maya Manolova kişiliğinde de görüyoruz. Buradaki slogan “ona iktidar verin o işlerin üstünden gelir.” Sofya Belediye Başkanlığı adaylığına itiliyor, BSP destek vaat ediyor. Delyan Peevski’nin Devlet Güvenlik Ajansı DANS Başkanı atanmasını da BSP tarafından desteklemişti. Yapılmak istenen dar-parti menfaatlerinden uzakta bir hırslı sima yaratmaktır. Bu kişilerin Rusçu, komünist hevesli ve özlemli ruhlu oldukları gizleniyor. Savcılığı tamamen ele geçirmişler. BTK-bankasını soyanların Banka ile ilişkisi olmadığı savunuluyor. Davalar uzadıkça uzuyor. Radev tarafından verilen demeçler % 99 Sosyalist parti BSP, Rusya Federasyonu ve Kremlin’in görüşüyle örtüşüyor. Burada o bağımsızlık ve partiler üstü tutum aramıyor. Bu arada eleştiren, kimseden korkmayan bir yönetici tip oluşturuluyor. Bulgarlar iktidarı eleştiren kişileri sever. Kalıp yargılar, kategoriler, benzetmeler kullanarak konuşuyor, akıl üstü (irrasionel) yapılar kurmaya çalışıyor, halka yukarıdan bakıyor. Soru: Cumhurbaşkanının tam ne hedeflediği pek anlaşılmıyor. Yanıt: Rusya ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerde yaşanan kötülükleri unutturmak istiyorlar. Çok ilginçtir Sovyetler Birliği ile “dostluk” Bulgaristan’a üç defa iflas yaşatmıştır. Bulgaristan psikolojisi bozulmuş bir halkın yaşadığı bir ülke haline getirilmiştir. Üniversitelerde ders veriyorum. 26 yaşında bir gençle şu söyleşim oldu. Şunu sordum. Son 150 yılda Bulgaristan’ın başına gelen en iyi ve en kötü olay nedir? “İyi oldu da Avrupa Birliği’ne girebildik. Körü olay hatırlamıyorum.” Dedi.


Makale ve Analizler - 2019

193

“Komünist denemdi yaşadık, buna ne diyeceksin?” Dedim. “İşittiğime göre pek kötü değilmiş, diye yanıt verdi, neden böyle düşünüyorsun diye ekleyince şöyle dedi: “Eşitlik varmış. Herkesin işi varmış”. O dönem devletimiz 3 defa iflas etti, buna ne diyeceksin, dedim. Haberim yok. Bunu kimse konuşmuyor. Basın da yazmıyor. Halk bilgisiz bırakılıyor, geçmiş ters yüz anlatılıyor. Demek oluyor ki o eski güçler yeniden iktidara gelmeye hazırlanıyorlar. Bu sahte yaşam biçimini, Bulgar Sosyalist Partisi’nin (BSP) Rus bayraklarının dalgalandığı dağ başı mitinglerinde, Brüksel’e bağlılık yeminlerinde görebiliyoruz. Cumhurbaşkanı da bir konuşuyor, başka yapıyor, aynı konuda birbirine tamamen ters ve zıt görüş ve tutum sergiliyor. Örneğin bir yandan Brüksel’in Moskova’ya karşı yaptırımlarını desteklerken, Kırım’ın ilhak edilmesini kınıyor ve aynı zamanda “Kırım Rusya’nındır” diyor. Bir yandan “biz Bulgar milli davasının havarisi V. Levski’nin vasiyetine sadık kalıyoruz” diyor, aynı zamanda Bulgaristan’ı iki defa istila eden ve işgalin ruhani lideri olan Moskova Başpiskopos’unun elini öpüyor. *** Bu açıklamalı yazıdan sonra, çok uzun zaman süren ağır koşullar altında gözü açık koma durumunda bulunan ama Ruslar’dan ve Batı’dan bize karşı saldırılarında hep destek alan Bulgarların arasında, bizim milli kimlik ve Türk kimliği davamızın, dil, din, Müslüman kültürü, yaşam şeklimizi, ahlakımızı yaşatma ve geliştirme davamızın ne kadar zor olduğunu anlamanıza yardımda bulunabilmişsek, ne mutlu bize… Teşekkür ederim.


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Böyle Bir Devlet Olamaz” Tarih 31 Temmuz 2019 Editörün Köşesi

İşitme özürlü bir genç kız, eğlence programı sunucusu ve “KuKu Bend” orkestrasının şefi Slavi Trifonov’a bir mektup göndermiş, işitme özürlüğü olduğundan ve keyifle kahve içmekten zevk aldığından sandalyeyi uzunca meşgul etmesinden dolayı gece kulübü hasılatını olumsuz etkilediği için içeri alınmadığından yakınırken, bir de şu ricada bulunmuştu: “İşitemiyorum ama sen söylerken müziği hissediyorum ve çok etkileniyorum. Konserinize bilet almama yardımcı olabilir misiniz?” 17’sinde esmer güzeli Romen kız sahnede belirdiğinde, “KuKu Bend” enstrümantal ekibi sanatçılarının gözleri fal taşına döndü, izin olsa ellerimdeki müzik aletlerini bir kenara bırakıp yolunu havayı koklayarak bulan güzeller güzelini elinden tutup eşlik edeceklerdi. Sunucu Slavi de, “Hoş Geldin”den sonra, hemen “Ne dinlemek istersin?” dedi. Dudaklarında hafif dolgunluk olan konuk kız, lüle lüle dökülmüş saçlarını eliyle hafiften toplayarak yanağını açtı, kulağına yakışmış pırlanta küpesi parladı. “Güneşsiz Dünyada Sen ve Ben” dedi. Slavi mikrofon istedi ve bir orkestra şefi edasıyla sopasız sağ elini hafiften kaldırarak işaretini verdi. Sökülen nameli sözler sanki kalbinin şimdiye kadar insan eli değmemiş tellerinin yeni akordundan geliyordu: “Ellerin kar, gözlerin buz, Eridim ben, eridim aşktan. Bir daha duramam önünde Sen aradığım dünyanın ta kendisi Tanımadan sevdim seni, ağladım, öldüm, yanıyordum Özlediğim gibi sevmekten hiç vazgeçemedim Ama asıl şimdi yandım sana “ Siyah gül usulca yerinden kalktı. Rüzgarsız bir sabahın alaca karanlığında dünyanın en nazik ellerinin boynuna dolanmış ipeği açar gibi, açtı siyahlar içindeki beyazlığı ve tüm şarkın şimdiye kadar görmediği bir kıvraklıkla doladı kendini binlerce seyircinin sevgiyle bakan gözlerine ve kıvrım kıvrım dolanıyordu kendinin görmediği güzelliklere…


Makale ve Analizler - 2019

195

Slavi, yine kaldırdı elini, klarnetçi Mirko’ya parti turdan çık, davulcu Donço’ya ise kasnağa vur nameler yağmur gibi dökülsün, der gibi baktı ve beklentiler değişti. Slavi, kalbinin tellerinin ayarını aradı ve çok yanık bir edayla devam etti: “Gecelerden bir gece, günü beklemiyoruz Ben de sen de Güneşsiz Püssülerini ve rüyalarımı nasıl unutayım söyle Ben de sen de Güneşsiz. Tanımadan sevdim seni, ağladım, öldüm, yanıyordum Özlediğim gibi sevmekten hiç vazgeçemedim Ama asıl şimdi yandım sana Gecelerden bir gece, günü beklemiyoruz Ben de sen de Güneşsiz “

Kız Slavi’yi görebildi mi bilemem, ama ayrılırken yanaklarını eliyle koymuş gibi buldu dudaklarıyla ve öptü. Klarnetçi ve davulcu dayanamamış gelmişlerdi. Sanki insanın aradığını bulduğundan ötesini göremez diye düşünmüşler, kömür gözlü güzelin iki elinden tutarak yürüyen basamaklara kadar geçirdiler…. *** Bugün Bulgaristan Slavı Trifonov’un bu programını konuşmuyor, fakat herkes meydanlarda “Böyle bir devlet olamaz” şarkısını sesinin çıktığı kadar yüksek sesle bağırarak söylemek istiyor. Bu bir boşanmak, kurtuluş, olumsuzlamak, işe yaramayandan sıyrılmak isteği olarak Bulgaristan’da kamuoyu ruhunu sarmış bulunuyor. Ukrayna, Gürcistan ve başka yerlerde “turuncu” devrimler oldu da Bulgaristan’da denenmedi mi? Evet, denendi. Lider gibi yanmak için kıvılcım bulamayanlar hep medyalardan indi sokaklara… Volen Siderov, “Demokrasya” (Demokrasi) gazetesi sayfalarından çok ateş açtı komünistlere ve sonunda solun en ucunda kümelendi. Valeri Simyonov “Skat” TV programından geldi. Dönüşülecekse değişiklikler milli olacak dedi. “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” adından faşist parti kurdu ve artık yağmurdan sonra güneşe dayanamayan salyangozlar gibi kabuğuna çekiliyor. Dozsuz eleştiri yapan TV-siyaset gazetecisi Nikolay Barekov da parti kurdu, sonra partisini kurda kuşa bırakıp Avrupa parlamentosuna milletvekili gitti ve unutuldu. Bu olayların hepsi 2000 yılından sonra gelişti. 2002’de Bulgaristan fikir özgürlüğü cetvelinde 38. Yerdeydi, yukarıda isimlerin geren sözlü gerek kalemli popülistlerin gayretleriyle bu sıralamanın 2006’da 35. Yerine inebildik ve 2019’da artık 111. Sıradayız.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu bakıma yeni atılımın eşiğinde olan Slavı Trinov’un yeni politik projesinde, biz Bulgar demokrasisinin yamalı yerlerinin gerçekten onarılacağına, ön plana insanlık yanı dediğimiz ilkesel duruşun çekileceğine, kusurların aşılacağına ve aşırı milliyetçiliğin hele ırkçılığın uslanacağına inanmak istiyoruz. Slavi Trifonov bir “milliyetçi” değil mi sorusunu en sert vurgularla sorabilirsiniz. Evet, o da bir milliyetçi, o da lisede “Komsomol” sekreteriymiş, iyi örgütleyici olduğu için Bulgaristan Komünist Partisi’ne (BKP) üye alınmış, ama sanki Bulgaristan kazanının ortasında kaynarken, biraz farklı duygularla dolmuş. O insanların doğal yetenekli, kabiliyetli, marifetli ve dürüst olanlarına etnik kimliğine bakılmaksızın kayıtsız şartsız her zaman el uzatmaya açık bir kişi. 25 yıllık geçmişi olan “KuKu Ben” şimdiye kadar 245 şarkı yarattı. 100’den fazla meydan ve stadyum konseri veren bu bendin 2001 yılında Sofya’nın “Kartal Köprü” meydanında verdiği gece konseri toplumda çok derin izler bıraktı. Bu konserde ilk defa söylenen “O gün gelecek” şarkısında Bulgarların “Bulgar, Romey, (Roma ve Bizans)Osmanlı ve Rus boyunduruğuna düştüğü ama kurtuluş ve diriliş gününün yakın olduğu” en derim bir inanç ve hedefteki umut olarak halka duyuruldu. Bulgar halkının tarihinde Bulgar Çarları ve Rus Çarları esaretinde ezildiği Sofya’nın en büyük meydanında halka ilk defa söylenmiştir. Uzak tarihsel geçmiş için hiç kimsenin suçlanmaması gerektiğine çağrı yaptı. Slavi, bu dirilişin ancak Bulgaristan’da yaşayan tüm vatandaşların ortak kükremesi sonucu olabileceği inancını hiç gizlememiştir. Bu inancı Birleşik Amerika ve İngiltere konserlerinde de dile getirdi. Onun “Böyle bir devlet olamaz” projesi dünden değildir. İlan edildiği ilk gün yapılan ankette % 39 destek buldu. Ne sağ ne sol, tam ortada ve bağımsız, sistem partilerinin dışında olacağız açıklamasından sonra, tepkiler yükselmeye başladı. 2009’dan beri hükümet olan ama politik program açıklamayan GERB’e 2016’daki halk oylamasından sonra Slavi Trifonov tarafından gelen eleştiri alaycıydı. 16 Kasım 2016’da yapılan, 3,5 milyon katılımcıdan 2.5 milyonu, S.Trifonov’un çoğulcu seçim usulünün yerine “majoriter” (en fazla oy alan kazansın) sistemine geçilmesi, devletin partilere her oy için verdiği mali yardımın 11 levadan 1 levaya indirilmesi ve genel ve yerel seçimlere katılımın zorunlu olması istekleri 2 yıl askıda tutulsa, rafa kaldırılsa ve önemsenmese de, 2019’da Bulgar meclisinde “Slavi’nin değil”, iktidar ve diğer fikir ve teklif hırsızı partilerin yasa değişikliği önerileri olarak her gün tartışılmaya devam ediyor.


Makale ve Analizler - 2019

197

Her zaman Ahmet Doğan’ın kendi tarafından hazırlanan listeye oy verilmesini isteyen Hak ve Özgürlükler Partisi “majoriter” seçim sistemine geçilmesine oy vermiyor. Geniş anlamda seçim sistemini, ülkedeki siyasal sistemin, bu arada özgürlükler rejiminin bir parçası olarak gören Slavi siyasi sistem değişikliği istiyor ve bunun başında milletvekili sayısının 240’tan 120’ye indirilmesini isterken, mecliste ancak öğrenimli ve uzman kişilerin yeri olduğuna defalarca vurgu yaparken, insan haklarına ve inanç özgürlüğüne, vatandaş haklarının eşitliğine dikkati çekmesi destek bulmuştur. Düne kadar devletten yardım alan, devlet himayesinde olan, DPS gibi Bulgaristan siyasi partilerinin, şirketler zinciri tarafından kuşatılmış olduğunu O HÖH Başkanı Ahmet Doğan’ın ağzından halka duyurdu ve kınadı. DPS partisi gibi halktan kopmuş, seçmenin iradesini yansıtmayan ve kişisel diktatörlük yöntemleriyle yönetilen partilerden kopan kitlenin “Böyle bir devlet olamaz” siyasi platformuna kayması bekleniyor. 27 Kasımda yapılacak olan yerel seçimlerde “Böyle bir devlet olamaz” partisinin Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı bağımsız adayı kamu denetçisi (ombudsman) Bayan Maya Manolova’nın adaylığını desteklemeye hazırlandığını artık açıklamış bulunuyor. Bu atılım etrafında pek çok küçük ölçekli siyasi kuruluşun yer almaya hazırlandığı artık konuşuluyor. Bulgaristan Türklerinin Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK, 15 Ağustosta “Böyle bir devlet olamaz” yönetimine özel bir mektup göndererek, dış ülkelerde bulunan ve pasif seçim hakkı kullanan toplam 2.5 milyondan fazla yurttaşımızın seçilme hakkı (aktif seçim hakkı) kullanmaları, oylarını pasta ile göndermeleri, yerel seçime katılmak için 6 ay yurtta kalma mecburiyetinin hemen kaldırılması, devlet ve belediye okullarında anadil, etnik tarih, ahlak, din ve çok etnikli kültür derslerinin zorunlu ders olarak okutulması davasında işbirliği teklif edecektir. “Böyle bir devlet olamaz” partisinin programsal istekleri arasında valilerin, polis amirleri ve başsavcı ile yargıların da direk oylamayla seçilmesi teklifi de tam destek buluyor. Şu an Bulgaristan’da devam eden Başsavcı seçimine karşı kükreyen halk hareketi buna kanıttır. “Böyle bir devlet olamaz” muhtar, belediye başkanı ve belediye meclis üyelerini açıklaması DPS partisinden kopmaya devam eden, DOST ve HŞHP’ NE oy vermek istemeyen geniş Müslüman kitleyi yükseltilecek genç bağımsız adaylarımız etrafında buluşturabilir. Yeni partinin kuruluş fikrinde, tüm politik güçlerden aynı mesafede kalma ve vatandaşlar arasında tam eşitlik, etnik hakların tanınması ve adaletin üstünlüğü temelinde, aynı mesafede olma fikri de çekicidir.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Politik yorumcular 1990 – 2009 yılları arasında DPS – Türk partisinin elindeki en güçlü koz olan – arabulucu ve dengeleyici – rolün, artık s.o. “Yurtsever Cephe” faşistlerinin elinden kaydığına göre, “Böyle bir devlet olamaz” partisinin tekeline geçeceğini savunanlar da artıyor. Eylül ayından başlayarak adına – SEDEM OSMİ – (yedi taksim zamanlı ölçü birimli müzik programı” uyarında – YEDİLİ SEKİZ – TV programı başlatacağını, “KuKu Bend” orkestrasının Evgeni Dimitrov şefliğinde aktifliğine devam edeceğini de önceden açıkladı. 25 yıldan beri sahnede olan bu orkestrada yer alan enstrümantal sanatçılardan her bir Sofya Müzik Akademisinde öğretim üyesi, aktif sanatçı ve aktif bir eğitmendir. Son 20 yılda “KuKu Bend” orkestrasının ve şahsen Slavi trifonov’un lakabi “Çalga” (çalgı) olarak popülerdir ve genellikle aşırı milliyetçi, komünist ve ırkçı kesim tarafından kullanılır. Bulgaristan’da bu müzik 1970-li yıllarda komünizme karşı protesto müziği olarak özünde taşıdığı Sırp, Türk, Makedon ve hatta Hint makam vurgularıyla getto-mahallerinde mayalanmış ve bugün de devam eden tüm yasaklara rağmen düğünlerde, kulüplerde, meyhane ve sahnelerde yaşıyor. Bu kenar mahaller, yoksul kesin, özellikle 15 yaştan başlayarak duygusal hayata açılan genç kesim için onu uyandırıp diriltici işlevde başarılı bir müzik türüdür. Son 30 yılda Bulgaristan’da sahne hayatına ton veren ses sanatçılarına ilham veren bir müzik türüdür. Bir örnek vermek gerekirse, çevreciler tarafından “milli marş” heyecanıyla söylenen “Taşlar Düşüyor” (Kamanite padat” şarkısı sosyalizm yıllarında Sofya’da kurulan “Kremikovtsi” Demir Çelik Tesisi ile Plovdiv (Filibe) Renkli Metaller Fabrikası bacalarından çıkan zehirli duman bulutlarından geçerken kuşların gökten taş gibi düştüğüne halk tepkisini dile getirmiştir. İktidarın ve azgın milliyetçilerin tavrına rağmen geniş kitle Sofi Marinova (Romen kızı) ve dünyaca ünlü Aziz’e “Çalgacı Anıdı” dikmeye hazırlanıyor. Olaya tam bu açıdan baktığımızda müziği bütün renkleriyle halkın gönlünden kaynayarak geldiğine inanan “KuKu Bend” ve Slavi Trifonov her milli ve uluslar arası müzik festivaline genç yetenekleri hazırlama çalışmalarına asla ara vermemiş, “Böyle bir devlet olamaz” projesini değiştirecek güçlerin halkın en kabiliyetli evlatlarının değiştireceğini ve moder bir memleket ve devlet kurabileceğine inandığını yüzlerce defa belirtmiştir. O, Şumnulu Hasan ve İbrahim kardeşlerin müzik yeteneğini görünce, onları 2014 yılı Çocuk Evrovizyon Yarışmasına hazırladı ve Bulgaristan’a 2. Ödül kazandı. İlgisini kesmedi Bulgaristan’ın “Genç Yetenekleri” yarışmasına birçok Türk yeteneği onurlandırarak hazırladı. Bulgar TV ekranını Türk dizileri işgal ederken beliren milliyetçilerin tepkilerine rağmen,


Makale ve Analizler - 2019

199

Sofya’ya gelen Türk Bayan sanatçılardan Tabu, Bergüzar, Serenay, Hazal, Beren, Meryem ile Sinemi canlı yayında ağırlarken, Tarkan’ı sahneye davet etti, Türk yazarlardan bazıları ile de canlı yayında sohbet etti. Bulgaristan Türkleri arasından olup 2018 – Yılın Sporcusu ilan edilen, serbest güreş bayanlar Avrupa Şampiyonu Taybe Hüseyin


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ile 2017’de FİDE dünya gençler kızlar satranç şampiyonu ve 2019 Dünya Satranç Bayanlar Şampiyonu Nurgül Salimova ‘yı ayrı ayrı kabul etti ve büyük bir ilgi ve saygıyla gurur ifade ederek kendilerini kutladı ve yeni başarılar diledi. Dostane sohbetleri halkımızın ezik ruhuna gurur verdi. Slavi Trifonov birçoğu azınlıklardan olmak üzere birçok öğrencinin yurt içinde ve dış ülkelerde okumasına sponsor olmuş, el uzatmıştır. Bu sıralama uzundur. Slavi Trifonov “Böyle bir devlet olamaz” projesine güç kaynağı olarak görüyor başarılı yetenekli gençlerimizi. Yoksulluk bataklığından çıkmaya çalışanlara el uzatanların yetenekli gençlerimiz olacağına, halkın nabzını tutan sivil toplum örgütlerine güvenle bakıyor, milliyetçiliğin zehrinin kendisini ve arkadaşlarına ruhsal koma yaşatmadığını her gün gösterirken, ilham kaynağı olmayı başardı. Kişisel özgürlükle kanatlanarak halkın özgürlük atılımına öncülük etmeye hazırlanıyor.


Makale ve Analizler - 2019

201

O, kuracağı TV ile gasp edilen özgürlüklerimizin iade edilmesi ve kişisel ve ortak görüşlere kürsü açmak istiyor. “Böyle bir devlet olamaz” – 20 asırda ve son 30 yılda devamlı tekrar ettiğimiz bir slogandır. Halkını kapı dışı eden, isim değiştiren, dil yasaklayan, hastane kapatan, köyleri boş kalan, insanları gurbetçi, umudu sönmüş bir halkın öteki adıdır bu. Yukarıda sıralanan istek ve önerilerin gerçekleşmesi için Slavi Trifonov programına 2016’da oy veren 2.5 milyon vatandaşın arasında, biz de vardık. Davaya devam.Okuyanlar paylaşınız lütfen. Gerçekleri bilmek herkesin hakkıdır. Teşekkür ederim.


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK’ün Etkinlikleri

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Etkinlikleri BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği. BGSAM – Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi. Derneğin çalışmaları 1. BULTÜRK 2002’de 33 kişi tarafından kurulmuş ve 2003’te İstanbul / Bayrampaşa’da etkinliklerine başlamıştır. Web: www.bulturk.org.tr 2. 2004’te kısa ismi BULTÜRK olan, “Bulgaristan Türkeri’nin Sesi” gazetesini çıkardı. www.bghaber.org www.bulturk.net BGHABER İnternet için - https://www.bghaber.org/ BULTÜRK Gazetesi için - https://issuu.com/bulturk BGSAM Kitapları için - https://issuu.com/bgsam BULTÜRK Kitaplar için - https://issuu.com/bulturkdernegi 3. Dernek Genel Merkezi İstanbul Bayrampaşa Yıldırım’da bulunur. 4. Dernek, 15 günde bir Genel Merkezde konferans, seminer, sohbet ve değişik konularda bilgilendirme görüşmeleri düzenler. 5. Bulgaristan’da ve Türkiye’de anket düzenleyerek 13 bin kişi üzerinde kamuoyu yoklaması yapar. 6. 23 Ekim 2011 tarihinde Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinde bizat katılıp Bulgaristan tarihinde ilk kez bir Türk Cumhurbaşkanı adayını çıkartır ve desteklemiştir. Bulgaristan’da 21 adaydan bizim adayımız 50.000 bin oyla 9. Sırada yarışı bitirmiştir. 7. BULTÜRK dernek merkezi İstanbul’da okuyan Bulgaristanlı öğrencilerin de görüşme merkezidir. BULTÜRK Gençlik Kolları ve Kadın Kolları da aynı merkezdedir. 8. 1970’li ve 1980’li yıllarda, Bulgaristan’daki Müslüman Türklere karşı zulüm uygulayan diktatör T. Jivkov rejiminin asimilasyon siyaseti ve total soykırım denemesi BULTÜRK tarafından sürekli kınanmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

203

9. BULTÜRK Kırca Ali şehrinin kuruluş yılı olarak 1434’yılının kabul edilmesinde büyük rol oynadı. 10. BULTÜRK, Bulgaristan’dan Türkiye’ye 1991 ve sonrası göç edenlerin sosyal haklarından yararlanabilmeleri için Türkiye’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı katında etkin olmuştur. 11. Bulgaristan’da 1989 Mayıs Türk Ayaklanması yıldönümünü anma etkinliklerini Türkiye’de ilk kez BULTÜRK başlatmıştır. 12. 1984-1989 Soykırım denemesi konusunda Bulgar aydınların Birinci ve İkinci İstanbul buluşmasını BULTÜRK örgütledi. 13. Dünya Türk Yazarlar Birliği’nin Bakü’de gerçekleşen “Geldik, Gördük, Yazdık” projesinde de BULTÜRK de yer aldı. 14. Dünya Türk Gençler Birliği Liderler Zirvesi Başkanlar Toplantısı 2010’da Sofya’da “Vitoşa” otelinde BULTÜRK’ün ev sahipliğinde yapıldı. 15. BULTÜRK, Sofya “Banya Başı Camii”nde Cuma namazı esnasında saldırıya geçen ırkçıları İstanbul Balat’ta Bulgar kilisesi önünde protesto gösterisiyle kınadı 16. Türk Dünyası Basın Mensupları üyesi olarak Yalova toplantısında yerimizi aldık. 17. BULTÜRK Kitaplar için- https://issuu.com/bulturkdernegi BGSAM Kitapları için - https://bgsam.org 18. Otuz kişilik bir BULTÜRK heyetiyle Sofya Parlamentosunda GERB’in Meclis Grup Başkan Vekili ve İçişleri Bakanı Sn. Tsvetanov’la görüştük ve basına demeç verdik. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın problemlerini ilettik. 19. GERB Partisi ile Kırca Ali Çernooçene (Karagözler) Belediyesinde ilk defa bayram görüşmesi düzenledik. Yerel sorunları görüştük. 20. 1877-1878 Rus-Türk harbinden sonra Bulgaristan’dan ilk kafile göç edenleri araştırdık. 21. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarına BULTÜRK olarak katıldık. 22. Türk Dünyası Belediyeler Birliği toplantılarında aktif rol oynadık. 23. Dernek merkezimizdeki kütüphanemizde Bulgaristan ile ilgili çıkan tüm kitaplar topladık. 24. Bulgaristan’da yapılacak Avrupa Birliği (AB) Parlamento Seçimlerini ve genel ve yerel seçimleri yakından izliyor ve katılmak isteyenleri örgütlüyoruz.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

25. 2014-2015 yıllarında İstanbul’da “Büyük Göç”, “Bulgaristan’da Kültürel Soykırım”, “Soydaşlarımızın Sorunları” vb. uluslalar arası katılımlı forum, panel ve sempozyumlar düzenledik. 26. Aralık 2015’te Bakü’de Türk Dünyası STK’lar toplantısına katıldık. 27. 22 Ocak 2016’da BTA-Bulgar Telgraf Ajansı Basın Merkezinde Sofya’da komünist dönem suçlarının zaman aşımına uğramasına ilişkin meclis kararının bozulması için düzenlenen basın toplantısına katıldık. 28. “20.Yüzyılda Türk Dünyasında Soykırımlar” paneli Genel Merkezde. 29. 2016’da Türkiye’de BULGARİSTAN DERNEKLERİ FEDERASYONU kurmak amacıyla çalışmalar başlattık. 30. Kasım 2016’da Bayrampaşa’da BULGARİSTAN DERNEKLERİ FEDERASYONU kurmak isteyenlerin ilk buluşması gerçekleşti. 31. Kasım 2016’da Bayrampaşa Kültür Merkezinde “Kıbrıs Görüşmelerinde Son Durum” Paneli düzenledik. Konuşmacı olarak KKTC Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Erhan ARIKLI davet ettik. 33. 2016 ETNOSPOR etkinliklerine katıldık ve burada BULTÜRK’ü tanıttık. 34. Çanakkale Zaferi ve Şehitlerimizi Anma Konferansı yaptık. 35. Eski Zara (Stara Zagora) Kazanlık ilçesinde 15 Temmuz 2016’yı şehitlerine saygı toplantısı yaptık. 36. Rumeli-Balkan Buluşması 23 Mart 2017 organizasyonu ile ilgili BULTÜRK Yönetimi olarak Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde yerimizi aldık. 37. Şubat 2017’de Ankara Temsilciliğimiz “Suriye ve Irak’tan Gelen Sığınmacıların Sorunlarının Değerlendirmek amacıyla Ankara Göç İdaresi İl Müdür Vekili Adem Sezer’’i ziyaret etti. 38. Ankara Temsilcimiz Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz Polatlı Türk Ocağı’nda “Balkanlar’da Türk Varlığının Tarihsel Süreci” başlıklı konferans verdi. 39. Ankara Temsilcimiz İsmail CİNGÖZ; Türk Dünyası ve Türk Dış Politikası Çalış tayına katıldı ve Balkanlarda durumu değerlendirdi. 40. 2017’de Moldova’nın Gagavuz Yerinde Kıpçak köyünü ziyaret ettik. 41. Eyüp, Gaziosmanpaşa, Zeytinburnu, Bakırköy Belediyelere ziyaret ettik. 42. BULTÜRK yönetimi “Pütürge” Belediye Başkanı ile görüştü. 43. İstanbul’da Türk Dünyası Dernekleri toplantısı BULTÜRK öncülüğünde yapıldı.


Makale ve Analizler - 2019

205

44. “Doğu Türkistan Kanayan Yaramız” Konferansını BULTÜRK Merkezde yapıldı. 45. 2018 Moldova - Gagavuz Yeri/ Kıpçak köyünü ziyarete gittik. 46. Kasım 2018 İstanbul’da Bulgaristan Halkın Şeref ve Hürriyet Partisi heyeti ile görüşme. 47. Kasım 2018 Bayrampaşa-Sultangazi-Kâğıthane Belediye Başkanı ziyaret ve plaket takdimi. 48. Aralık 2018 Bakırköy Belediye Başkanını ziyaret ve plaket takdimi. 49 Aralık 2018 Bayrampaşa Belediye Başkanına Plaket takdimi 50. Mart 2019 Bayrampaşa Kültür Merkezinde “Türk Dünyasında Kadın” Konferansı. 51. Mayıs 2019 Bayrampaşa “Türk Dünyasında Soykırımlar” Konferansı. 52Temmuz 2019 Tekirdağ Göçmen Derneği 1989 göçü 30.yılında konuşmacı olarak katıldık. 53. 15 Temmuz 2019’da “Demokrasi ve Milli Birlik Günü”ne katılım 54. Temmuz 2019 Yalova “Türk Dünyası Basın Mensupları” buluşmasına katılım. 55. 1989 göçünün 30. yılı anma toplantısı BULTÜRK Merkezde yapıldı. 2019 56. “Ebulfes ELÇİBEY”İ anma toplantısı Bayrampaşa’da yapıldı. -2019 57. İsveç Malmö’da “TÜRKUAZ FESTİVALİNE” katılım. Eylül - 2019 58. Ekim 2019 İstanbul Atatürk havalimanında “ETNOSPOR KÜLTÜR FESTİVALİNE KATILIM” sağladık. 59. KKTC’de yapılan “Türk Dünyası Sivil Toplumları” toplantısında BULTÜRK yerini aldı. 60. 16 Ekim 2019 tarihinde İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK’i makamında BULTÜRK ekibi ziyaret gerçekleştirdi. 61. Kadim Dost Güney Kore’den BULTÜRK’e Ziyaret. Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Enstitüsü Başkanı CHO SUNG HEE Genel Sekreteri Hande KAVARNALI ve beraberindeki heyet, BULTÜRK Derneğini ziyaret etti. Tarih: 20. 10. 2019. 62. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK’i makamında ziyaret. Tarih: 16 Ekim 2019. 63 Dünya Etnospor Konfederasyonu’nun (DEK) 2019 “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” sloganıyla düzenlediği, 4’üncü Etnospor Kültür Festivalinde BULTÜRK yerini aldı.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

64. KTC’de yaşayan Bulgaristan Türkleri üzerine KKTC Başbakanı Sn. Ersin TATAR ile sohbet etme imkânımız oldu. 65. Kıbrıs İlim Üniversitesi Rektör’ü Prof. Dr. Ahmet Bülend GÖKSEL’i Makamında Ziyaret Ettik. 66. AL BAYRAK’TAN GÖK BAYRAĞA Konferansı Bayrampaşa’da yapıldı. •- BULTÜRK, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ile birlikte BGSAM -Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin hazırladığı kitaplar 60’a ulaşmıştır.

BULTÜRK Merkezinde Düzenlenen Konferanslar ve ziyaretler

• Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile ortaklaşa 20 Ekim 2009’da “20. Yılında 89 Göçü” konulu bir Uluslararası Konferans düzenledi. • Ekim 2011 İstanbul/Bayrampaşa’da “89 göçü” konulu Konferansı yapıldı. • Ünlü yapımcı ve yönetmen Osman SINAV, BULTÜRK Genel Merkezinde “Hayal ve Strateji” konulu Konferansını BULTÜRK Merkezimizde üyelerimizle birlikte oldu. Таrih 10.12.2012. • Bulgaristan’dan gelen öğrenciler ile Türkiye’deki öğrencileri iftar yemeğinde bir araya geldiler. Genel Merkezde düzenlenen iftarda “Bulgaristan Türklerinin Geleceği” konulu söyleşi gerçekleştirildi. Tarih Eylül-2012. • “Recep Rodoplu’yu Anma” Toplantısı’na konuşmacı Dr. Müjgân DENİZ. Tarih: Kasım 2013. • Azerbaycan Milli Kahramanı İbad Hüseyin: “Bugünün Attila’sı” Konferans. Tarih: Ekim 2013 • Aziz ŞAKİR, “Bulgaristan’da Mezar Taşları” konulu konferansı sundu. Tarih: Nisan 2013 • Raziye ÇAKIR,“1989 Göçünde Yaşananlar” konulu bir konferans sundu. Tarih: Nisan 2013 • TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğurul İsmail’ın katılımıyla “Azerbaycan’ın HOCALI SOYKIRIMI” konferansı yapıldı. Tarih: Mayıs 2014.


Makale ve Analizler - 2019

207

• “Balkan” romanının yazarı Halide ALPTEKİN, Balkanlar konulu konferans verdi. Tarih: Nisan 2014. • 18-21 Haziran 2014 tarihleri arasında BULTÜRK ve İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsünün işbirliği ile “25. Yılında 89 Göçü ve Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu” düzenlendi. Tarih: Haziran -2014. • “Bulgaristan’ın Geleceğinde Türk Gençliğinin Yeri ve Önemi” konferansı yapıldı. Sunum: Araştırmacı Gazeteci Yazar Şamil Kucur. Tarih: Aralık 2015 • İstanbul: “Karabağ Savaşında Yaşanan ve Bilinmeyen Gerçekler.’’ Konferans. Sunum: Azerbaycan Milli Kahramanı İbad HÜSEYİNOV. Tarih: Ekim 2015. • Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla AYDINER merkezimizi ziyaret ederek Bayrampaşa ilçesine yapılan hizmetleri aktarmayı müteakip Balkanlarda yaptıkları “Kardeşlik Sınır Tanımaz” konulu bir konferans verdi. Tarih: Agustos-2015 • İbrahim KÖŞDERE, “Bulgaristan Türkleri’nin Türkiye’deki Konumu” konulu bir konferans sundu. Tarih: Mayıs 2015 • Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın katılımlarıyla “Balkanların Geleceği” konulu konferans düzenlendi Tarih: Mart 2015 • Araştırmacı yazar Yrd. Doç. Dr. Süleyman Özmen, “Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmud Tarzı Han ve Anıları” isimli kitabıyla Afganistan ve Orta Asya gerçeklerini dernek üyelerimizle paylaştı. Tarih: Aralık 2015 • - Yeni Kapı Mitinginde yerimizi aldık - Tarih: 7 Ağustos 2016 • BULTÜRK “Birlik ve Beraberlik” Gecesi düzenledi – Gaziosmanpaşaİstanbul. Tarih: Eylül-2016 • BULTÜRK “Birlik ve Beraberlik” – Bayrampaşa’da, Tarih: Ekim-2016 •- T.C. Cumhurbaşkanı Başkomutan emriyle başlayan Fırat operasyonuna BULTÜRK Derneği olarak tam destek. • Bulgaristan Türklerinin “Büyük ve Güçlü Türkiye” İçin Evet Gecesi. Tarih: 7 Nisan-2017. • Etnospor Etkinliklerinde Çadırımızla yerimizi aldık. Tarih: Mayıs 2017 Yenikapı/İstanbul. • 14 Temmuz 2017 Bulgaristan Kazanlık ilçesinde “15 Temmuzu şehitlerimizi anma ve darbeyi kınama” gecesi düzenledik.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

• BULTÜRK öncülüğünde “Birlik ve Beraberlik” Gecesi yapıldı. Bayrampaşa/İstanbul - 2017. • Bulgaristan’da kalan taşınmazların iadesi ve vatandaşlık konularında dernek genel merkezimizde her ayın başında Bulgaristan’dan gelen avukatlar ve aracılık eden uzman kişiler tarafından ücretsiz bilgilendirme toplantısı yapılmaktadır. • Şumnu “Nikola Kozlevo” Belediye Başkanını makamında ziyaret ve plaket taktimi. - 2017 • Kazanlık Türk Ulus Derneği Başkanı Menderes KUNGÜN’ü ziyaret. - 2017 • Türkiye Cumhuriyeti Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Musa AVSEVER’i makamında ziyaret ettik. Tarih: 31 Temmuz 2017 • Bulgaristan Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) Genel Başkan Yrd. Zlateva ile Kırcaali’de görüşme. - 2018 • Derneğimizde gençlerimiz için ücretsiz Bulgarca ve İngilizce dil kursu. 2018 • Etnospor Etkinliklerinde Çadırımızda yerimizi aldık. Mayıs 2018 Yenikapı / İstanbul. • Düzce Cumhuriyet Savcısı Bayan Özlem BERBEROĞLU’nu makamında ziyaret Tarih: 15.06.2019 •- Bayrampaşa yeni Kaymakamımı Dr. Soner ŞENEL’i makamında ziyaret. Tarih: 17.10.2019 •- 19.10.2019 Kıbrıs Girne’de İlim Üniversitesi Rektör’ü Prof. Dr. Ahmet Bülend GÖKSEL’i Makamında Ziyaret. •- Bulgaristan’ın Stara Zagora (Eski Zara) İline bağılı Kazanlık ilçesinde çıkan “DOLİNA” Gazetesinin Sahibi Yanitsa STANÇEVA ve yanında Stanimir STEFANOV ile birlikte Ziyaretimize gelmişlerdir. Aralık - 2019 •- Türk Dünyası Filmleri Gösterimi İstişare Toplantısı’nı, İstanbul’da Türk Dünyası Dernekleri ile birlikte Cumartesi günü Akgün Otel’ine katılım. Aralık - 2019 •- BULTÜRK -Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin bünyesinde bulunan BGSAM -Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin hazırladığı kitapların sayıları 60’a ulaşmıştır. •-


Makale ve Analizler - 2019

209

BULTÜRK OLARAK KATILDIĞIMIZ TOPLANTILAR Türk Dünyası Kurultaylarına Katılım Dünya Türk Gençler Birliği (DTGB) Başkanlar Toplantılarına ve Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarına BULTÜRK olarak katılımlar:

DTGB Başkanlar Konseyi Toplantıları Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarına; I. - Mart - 1994 - Nalçik - Balkarya II. - Nisan - 1995 -Ankara Türkiye III. - Mayıs - 1996 - Ufa – Başkurdistan IV. - Nisan - 1997 - Bakü – Azerbaycan V. - Mayıs - 1998 - Ankara – Türkiye VI. - Temmuz 1999 - Denizli – Türkiye VII.

- Mayıs - 2000 - Köstence Romanya

VIII.

- Eylül - 2006 - Antalya – Türkiye

T.C. Devletinin Yaptığı Toplantılara katılım 5. - 1997 Nisan

- İstanbul / Türkiye

6. - 1998 Mart

- Bursa / Türkiye

7. - 1999 Temmuz - Denizli / Türkiye 8. - 2000 Mart

- Samsun / Türkiye

9. - 2001 Aralık

- İstanbul / Türkiye

10. - 2006 Eylül - Antalya / Türkiye 11. - 2007 Eylül

- Bakü / Azerbaycan


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Dünya Türk Gençler Birliği üyesi olarak BULTÜRK derneğinin katıldığı Kurultaylar: Tarih – Yıl

Şehir

Devlet

Ağustos 1994 - Bahçesaray - Kırım Ağustos 1995 - Isık Göl - Kırgızistan Ağustos 1996 - Ufa – Başkurdistan Eylül 1997 - Girne – KKTC Eylül 1998 - Türkistan – Kazakistan Eylül 1999 - Çeboksari - Çuvaşistan Eylül 2000 - Bakü – Azerbaycan Eylül 2004 - Köstence - Romanya Kasım 2005 - İstanbul - Türkiye Ağustos 2007 - Ohri - Makedonya Mayıs 2008 - Bakü - Azerbaycan Mayıs 2009 - Bakü - Azerbaycan Ağustos 2009 - Yalta Kırım - Ukrayna Mayıs 2010 - Sofya Bulgaristan BULTÜRK ÖNCÜLÜĞÜNDE Aralık 2011 - İstanbul - Türkiye Eylül 2012 - Bakü - Azerbaycan Aralık 2013 - İstanbul - Türkiye BULTÜRK İLE ORTAKLAŞA Aralık 2014 - İstanbul Türkiye BULTÜRK İLE ORTAKLAŞA Aralık 2015 - Ankara – Türkiye BULTÜRK İLE ORTAKLAŞA Aralık 2016 - İstanbul – Türkiye BULTÜRK İLE ORTAKLAŞA Aralık 2017 - İstanbul - Türkiye

Türk Dünyası STK Toplantıları

- Mayıs 2008 - Bakü - Azerbaycan - Mayıs 2010 - Sofya - Bulgaristan - 2011 Aralık - Ankara - Türkiye - 2012 Ekim “Geldik, gördük, yazdık” programı çerçevesinde Azerbaycan STK’lar toplantısında


Makale ve Analizler - 2019

211

- 2012 Ağustos Birinci Türk Halkları Kurultayı–Komrat Gagauzyeri- II. III. Ağustos-2013-14. Kıpçak köyünde - 2013 - Aralık- Ankara-2014/15/16/17/18 İstanbul - Türk Dünyası Genç İşadamları toplantısı. - 2014 Ekim Türk Dünyası STK’lar toplantısı Bakü Azerbaycan - Doğu Türkistan Kanayan Yaramız Konferans Bayrampaşa İstanbul Ekim-2018 - Türk Dünyasında Kadın Konferansı Bultürk öncülüğünde Bayrampaşa İstanbul 9 Mart 2019 - 2015-2019 Temmuz Türk Dünyası Basın Mensupları Toplantısına her yıl katıldık – son Temmuz-2019 - 2019 Ekim Moldova Gagauzyeri Komrat Şenliklerine katılım sağladık. - 2019 Ekim Türk Dünyası Sivil toplum kuruluşları toplantısı Girne KKTC – 2019 - Derneğimiz 2010- 2019 yıllarında her yıl düzenli olarak Bulgaristan’dan giderek Moldova’ya yerleşen Gagauz Kardeşlerimizin: Kıpçak köyünün Doğum-kuruluş yılı kutlamalarına her yıl katılmaktadır.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

213


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

215


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

217


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

219



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.