62 - BULGARİSTAN BATAKLIKTAN ÇIKAMADI

Page 1

Makale ve Analizler - 2019

Bulgaristan

Bataklıktan Çıkamadı

2 0 1 9 - Ar a l ı k Makale ve Analizleri

1


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Bataklıktan Çıkamadı BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -62 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Aralık - 2019 Editör: Raziye ÇAKIR

İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları

Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2019 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam, sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan...


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2019

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2019

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


Makale ve Analizler - 2019

11

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendi-


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2019

13

Ağır Sorunlu Ülke – Bulgaristan Tarih: 01 Aralık 2019 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Büyükelçi Bayan Hero Mustafa uykularını kaçırdı. Son 2 ayda Bulgaristan’da “bir Müslüman kadın ancak bulaşık-çamaşır işi bilir süpürge elinden düşmez, saçını örer, başka bilmez” görüşü eriyip buharlaştı. Yeni atanan Birleşik Amerika Büyükelçisi Bayan Hero Mustafa, Amerikan üniversitelerinin ön sırada gelenlerinde okumuş, üstüne Bulgarca da konuşuyor ve beklenmedik bir aktiflik, bilgelik ve kesin açık tavırlılıkla biçip savuruyor. Hafta sonu Bulgaristan Batı hayranlığının 1989 ürünü olan Atlantik Kulübü’nde konuştu. Bulgar basını için henüz çetin ceviz olan ve devlet adamları ve siyasetçilerin yorumlamaya dili dönmeyen ağır sorunlardan çıkarak US Büyükelçisi hepsinin yüzüne baka bakan aynen şöyle dedi: “Amerika Birleşik Devletleri, (devlet görevlilerinden, milletvekillerinden, yüksek yargıçlardan ve başka olmak üzere) dolandırıcı ve rüşvetçi oldukları pazara çıkmış Bulgar resmi yetkililerine yaptırım uygulamaya hazırdır.” Bayan H. Mustafa, “Suçsuzlarmış gibi davranan Bulgaristanlı hırsızlara ve insan haklarını uygulamayanlara karşı, örneğin “keskin dişleri olan” – 7031 C gibi Amerikan yargı hükümleri araçlarını uygulamak hedefimizdedir.” Dedi. Amerikan yasalarına göre, “yabancı görevlilerin önemli dolandırıcılık olaylarına karıştığına veya insan haklarının kaba bir şekilde ayaklar altına alındığına ilişkin US Dış İşleri Bakanlığı elinde yeter derecede bilgi ve delil toplandığı hallerde ilgili kişiler ve ailelerine ABD’ye girme yasağı uygulanacaktır.” Büyükelçinin kanısına göre, “Yasaların üstünlüğüne uymak, uzun sürede Bulgaristan’ın politik ve ekonomik gelişmesi sağlayacağı için yararlı olacaktır.” Aynı zamanda o, güçlü bir demokrasi için bağımsız medya geliştirmenin şart olduğuna vurgu yaptı. 2019 yılında Bulgaristan bu gibi sinyalleri daha önce de almıştı. Daire alım satımındaki dolandırıcılıklar iktidar partisi GERB’i sarstı ve parçaladı. Başkan Yardımcısı Tsvetan Szvetanov partiden ayrıldı, meclisten çıktı ve Mart ayında yeni bir siyasi parti kuracağını açıkladı. Bulgar yünetiminin üst katlarında dolandırıcılık olduğu – somut örneklerle – ilk önce “Amerika’nın Sesi” radyosundan yayıldı. Toplum, dolandırıcılıkla, rüşvetle mücadelenin sertliğini yeniden hissetti. Rüşvet konusunda AB birincisi olan Bulgaristan işleri yönetip yönlendiremediği için her 11 milyar leva para kaybediyor. Bulgaristan’a kötülüklerin ana kaynağı olarak bakanlar çoğalıyor. Aynı radyo şimdi de Kırgızistan’dan Duba’ya oradan da Of Schor hesaplara ve ABD’ye 700 milyon US Dolar tutarında bir kaçakçılık olayı hazırladı. Ülkenin gümrük mafyası dalaverenin içindeymiş.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Transparency İnternational” tarafından yapılan araştırmalardan Avrupa Birliği ülkeleri arasında rüşvetin devleti ve toplumu en fazla boğan ülkenin Bulgaristan olduğunu ortaya çıktı, fakat Bulgaristan yetkilileri tarafından dikkate alınmadı. Bu nedenle olacak ki, Büyükelçi Bayan H. Mustafa “adalet reformu isteyen ve insan hakları için mücadele eden” sivil toplum örgütlerine ve onların etkinliklerine büyük önem verdiklerine işaret etti. Dünyayı kendi gözleriyle görmek ve uyanıp dirilmek istemeyenlere etkili saptamalar. İstemeden de olsa son 30 yılda farkında olmadan benliğimize bir kelepçe daha takılmış olduğu bilincine varıyoruz. Bizim kendi mantığımızla düşündüğümüzde, Büyükelçi Bayan Mustafa, bahçenize ektiğiniz kazıp suladığını kabak kökenleri bizim bahçeye geçti. Biz çiçekçiyiz. Büyükten Büyük kabaklar çiçeklerimizi eziyor. Ökeni keseceğiz ve kabakları hayvanlara yem edeceğiz, diyor. Alman “Deutsche Welle” – Almanya’nın Sesi Radyosu Bulgarca yayınında, Bayan Mustafa’nın sert konuşmasını yorumlarken, öncelikle hırsız ve dolandırıcı başı, mafya ve oligarşi babası Hak ve Özgürlükler milletvekili, Ahmet Doğan’ın adamı Delyan Peevski adına işaret ederek, Geçen sene New York’ta hakkında 200 milyon istekle açılan dolandırıcılık davasını anımsattı. Yerli basın ise, Fransız adalet makamlarının Ahmet Doğan ve yakın dostu Delyan Peevski’den 120 milyon Avro talep ettiğini, bu korumalı kişilerin sıkıştırıldığını yazdı. Besbelli koruma bekliyorlar ki, DPS parlamento grubu şefi Hamid Hamir de birden bire sahnede belirdi ve halkın istemediği yeni Başsavcı ve hırsızlıklarla mücadele işleri komiserler başı olarak meclis kararıyla atanan, eski başsavcı Tsatsarov’a övgüler yağdırdı, “daha iyisini arasak da bulamayız” dedi. Başsavcılığın görevinin hırsızlık, soygun ve rüşvet olaylarını sonradan tespit etmek değil, peşin eylemlerle önlemek olduğunu söylemedi. 30. Yılını acı bir gerçek olarak anımsadığımız ve toplantılarla andığımız 360 bin kişinin vatanından, yerinden, yurdundan kovarken, 78 “DS”li Generalin milyoner olduğuna ve bu kişilerden hesap sorulması gerektiğini de söylemedi. İşlerin dosya açmakla bitmediğini, özellikle hatırlatmak isteriz. Büyükelçi Bayan Mustafa’nın vurguladığı ama Hamid Hamid’in görmek istediklerinin özünde şöyle bir gerçek var. Şimdiki anayasamıza göre, Başsavcılığı kontrolsüzlük aleminden çıkarıp halk meclisinin kontrolüne ancak bir Büyük Halk Meclisi verebilir. Fakat bu izlek henüz başlamamıştır. Bu durumda, haklarında dava açılan Başsavcı ve savcıların önyargı ve yargılama sürecinden askıya alınması gerekir. Bu ise üçte iki çoğunlukla bu meclis tarafından da yapılabilir. Bu yapılmadan hukukun üstünlüğü ve adaletten söz edilemez. Son gelişmelerde dikkati çeken bir özellik de şudur: Başsavcı Nikolay Geşev, halkın olan ve değişik devlet ve belediye kanallarından çalınan, gasp edilen, üzerine oturulan paraların toplam miktarının 40 milyar leva olduğunu söyledi. Bu hırsızların listesi ne zaman açıklanacak. Cumhurbaşkanı R. Radev, Of Schor, İsviçre, Lüksemburg, Malta, İngiliz Adaları ve Panama bankalarına çıkarılıp gizlenmiş paraların çıkarılmasını, geri toplanmasını istiyor. Tabii önce vergiden kaçırılan bu paraların geri gelince bir de % 10 oranında vergisi var. Bu işler, Madam Mustafa’nın da bildiği üzere, bir basın toplantısıyla, balık kokusu almış kedileri toplar gibi olmayacak. “Yasak çıkarıp Birleşik Amerika’ya


Makale ve Analizler - 2019

15

bırakmayız” diyor da, onlar hırsızlık yapanın yakalanınca içeri düşeceğini bildiği gibi, başa gelecekleri zaten biliyor. Benim aklıma gelense şu. ABD polisi bizi hırsızların peşine düğüp bulduğuna el koyarken, bir de bizden “polis hizmeti” parası istemesin!!! Bizde çalma hastalığı (kleptoman) olanlara hapis cezası yok. Bayan Mustafa “kleptomaniden” söz ediyor demecinde. 2 sene önce Amerika Büyükelçimiz Bayan Elena Poptodorova, Warşova uçak alanındaki “Free Shop” özel parfümler butiğinden çok beğendiği bir “minik şişeyi” çantasına salıvermişti. Değeri “10 bin US Dolar” dediler. Kamaralar olayı kaydetmiş ve biz bir devlet, medya ve özel sözcüler hep bir ağzından “olur mu, olamaz, yanlıştır” desek de, diplomatımızın çalma hastalığı olduğu açıklandı. Ne ki bu hastalık, doğuştan olduğundan ve bizde insanların hepsi doğuştan eşit haklı olduğu için, “çalmış da ne olmuş” fikri ağır bastı. Amerika’ya girme yasağı konması bir hayal. Diplomat Bayan Poptodorova parası pulu olup da çalmaya devam edenlere “vazgeçin bu meraktan, rezil olmak var” bile demiyor. Aslında bizde iri balıklar için koğuş yok. 1944-1989 yılları arasında Bulgaristan Türkleri ve T.C.deki soydaşlarımızın emeğiyle kurulan tüm tesislerin % 60’ını 1997-2001 yılları arasında satıp savuran ve hatta 15 bankanın suyunu içen Başbakan İvan Kostov ve ekibi de duruşma salonuna girmeden dinleyenlere akıl vermeye hala devam ediyor. Kitap yazıp kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Delyan Peevski ile eski Tarım Bakanı da Mehmet Dikme BULGRTABAC AG satışıyla binlerce aile ocağı söndürdüler. Hatta toplumun işsizler ordusunu yaklaşık 1 milyon kişiyle arttırdılar, fakat burunlarına sivrisinek bile konmadı. Halk patlaması ise o zaman şöyle çözülmüştü: 1985 yılının 14 Haziran günü Fransa ve Almanya sınırı yakınlarında Lüksemburg “Shengen” gölünde “Prenses Mariya Astrid” adli bir geminin güvertesinde, o zaman 10 ülke olan Avrupa Topluluğundan beşi – Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Hollanda ve Fransa, vizeleri kaldırma anlaşması imzalamışlardı. 2000 yılının sonunda Başbakan İvan Kostov Bulgaristan’ın kara listeden çıkarılması ve memnuniyetsizlik kaynayan ülkeden Batıya akma yolu açıp gerginliğe çare ararken, kendisi siyasetten silindi. 19 yıl sonra ekonomik ve mali çöküşten İv. Kostov’un suçlu olduğunu iddia edenler Bulgar toplumunun % 46’sıdır ve yargı yolu açılması istiyorlar. Bayan Mustafa’nın sözlerini yorumlayanlar Bulgaristan’da rüşvetçilik ve dolandırıcılık metastazla mücadele azmi olmadığını yazdılar. Bulgar yönetimi bu hastalıktan tedavi edilmek istemiyor. Şimdi soru şudur. Birleşik Amerika dolandırıcılıkla, dalaverecilerle ve rüşvet babalarıyla mücadelede neden yardım eli uzatıyor? VMRO – İç Makedon Devrim Örgütü gibi pasaport tüccarı hükümet ortaklarının ABD’de yardımlarına sevineceklerine inanmıyorum. Avrupa Birliği’ne üye olurken Bulgaristan’a rüşvet konusunda monituring (izleme) konmuştu ama işe yaramamıştı. Bu yönde başarı elde edilemese de kaldırılmasına isteniyor. ABD’den Bulgaristan’a gelen ciddi yatırım yok. Amerikan yatırımları Hollanda üzerinden geliyor. Komünistlerin (BKP) yatırımları fa Hollanda üzerinden geliyor. Şu da dikkat çekiyor: Rüşvetçilikle birlikte devlet kurumları-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nın çalışmaması Bulgaristan’da milli güvenliğin kuyusunu kazıyor. Bu açıdan baktığımızda, dış ülkeden gelen kontrol mekanizmalarına devlet duvarının çatlak olduğunu görüyoruz. Rusya da Bulgaristan’a tank ve füzelerden fazla rüşvet araçlarıyla etkide bulunmayı seçmiştir. Olaylar, rüşvetçiliğin Bulgaristan’da Rusya lehine çalışan bir araç olduğuna örnekler sunuyor. Medya araçlarına gelince mafya kontrolünde olan 23 radyo kanalı yıllardan beri aynı yönde yayın yapıyor. Gazeteler Rus iradesinin denetimine geçmiş, Bulgaristan’da işler bu alanda da düzelmeye gideceğine, bozuluyor, fikir özgürlüğü sansürlü ülkeler arasında 139’uncu yerde bulunuyoruz. Bayan Mustafa, yaptırım önlemlerinden söz ederken, Bulgaristan Müslümanlarının haklarından, anadilinde okulu, radyo, TV programları ve basın organları olmadığına vurgu yapmıyor. İnsan haklarını ve hukukun üstünlüğü genel ilkeler olarak savunurken AB ülkelerinde hukukun üstünlüğünden söz etmek isteyenler azalıyor. Çünkü hukukun üstünlüğünü ve adaleti arayanların davasını bir yumrukta toplamak zorlaşıyor. Faşizmin 70 yıldan sonra Bulgaristan’da da baş kaldırdığını, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov ile bir faşist örgüt olduğu Avrupa Konseyi karlarında yer alan NDSB –“ Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” başkanı Valeri Stoyanov ‘ın halk meclisi başkan yardımcısı seçilmesi geniş tepkilere neden oldu. AB anti-rüşvet komisyonlarının daha aktif çalışması bekleniyor. Savcılığı sunulan araştırma raporları rafa kaldırılmalıdır. Büyükelçi Bayan Mustafa bu konulara değinmese de, HÖH Avrupa Parlamentosu HÖH milletvekili İlhan Küçük, her fırsatta Brüksel, Strasbur ve TV programlarında bu tehlikeli gidişe dikkat çekiyor ve faşizm tehlikesini lanetliyor. Bayan H. Mustafa’nın Bulgaristan insan hakları ve adalet mücadelesi sahnesine kararlılıkla çıkması umut doğurdu. Milli azınlık hakları konusunda görüşlerini sabırsızlıkla bekliyoruz. Olayları yakından izliyoruz. Kendisini kutluyoruz. Bizi izlemeye devam ediniz.


Makale ve Analizler - 2019

17


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hak Ve Özgürlüğü Tatmak

Tarih. 01 Aralık 2019 Yazan: Dr Nedim BİRİNCİ Konu: HÖH Partisi Cıvatalarını Sıkıştırma Zamanı Hak ve Özgürlük Hareketi nesil değiştiriyor. Davamızın kan tazelediği, güç topladığı, ufuk aradığı ve kartallar gibi tırnaklarıyla gaga söktüğü ve tüy değiştirdiği bir dönemdeyiz. 21.yüzyılda Üçüncü Bulgar Tarihinde meydana gelen en önemli siyası olay Bulgaristan Müslümanlarının, Türklerin öncülüğünde siyasi parti kurması oldu. Böylece halkın, toplumun, ülkenin ve devletin geçmişinin gerçekçi değerlendirilmesine, bugünden yarına açılan ufka renk kattık. Bulgaristan topraklarında kalan Osmanlı’nın maddi ve manevi mirasını ve yaşayan Türk kültürünü140 yıldan beri tavsiye edip gömmeye çalışan Bulgar devleti ile bu miras ve kültüre sahip çıkan ve yaşatan Bulgaristan Türkleri arasında amansız ve kıyasıya bir mücadele yürütülüyor. Bu savaşımda binlerce Müslüman din adamı, imam, müftü, din bilgini, öğretmen, şair, yazar, ozan, halk aydını, hatib, derviş, sivil toplum örgütü lideri, halk önderi vatan toprağından sökülmüş ve kovulmuştur. Osmanlı mirasını ve Bulgaristan’da Türk kimliği koruma davasında kahraman olan öğretmenşair 24 yıl hapis yatmış, 15 bin kişi tutuk evlerinden ve sürgünden geçmiştir. Hak ve Özgürlük hareketi bu davanın ateşinde biçimlenmiştir. Mirasımızı rakamlarla şöyle ifade edebiliriz: Osmanlı döneminde, Bulgaristan’da 2 356 cami ve mescit, 142 medrese-darülkurra, 273 mektep, 42 imaret, 174 tekke-zaviye, 116 han, 113 hamam-kaplıca- ılıca, 27 türbe, 24 köprü, 75 çeşme, 3 sebil, 26 kervansaray ve saray, kale, hastane, kütüphane, saat kulesi, bedesten vs olmak üzere, toplam 3 399 adet eser inşa edilmişti. Müslüman Türkler kendi köy ve kasabalarında, öz gelenekleri, kendi dil ve dinleriyle yaşıyorlardı. Şu da asla unutulmamalıdır. Bulgaristan Türkleri hiç kimseye karşı kıskanarak, egoist davranmamıştır. 1877’den Rusçuk şehrinin ana caddesinde 8 kırtasiye ve kitapçı vardı. Bu açıdan bakıldığından 1878’de Bulgar Prensliğinde yaşayan nüfusun % 50’den fazlası olan Müslümanlar Osmanlı maddi ve manevi mirasının varisi (mirasçısı) oldukları bilincindeydiler ve bu paha biçilmez kültürel nimete doğal olarak sahip olma hakkını yasallaştırmaya çalıştılar. Müslüman Diyaneti ve müftülükler ve Başmüftülük sisteminin oluşturulması halkın kendinin olanı sahiplenme bilinci sonucudur.


Makale ve Analizler - 2019

19

1972-73’te ve 1984-89’da değiştirilen Türk isimlerinin ve dini haklarla yaşam tarzı ve anadil haklarının iade edilmesi direnişleri milli boyutlardan taşmıştır. Öz davamızda düşen şehitler, yaralılar, özürlü kalanlar, sürgün ve göçlerle parçalanan ailelerin çilesinden BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN VATAN HAKKI, TÜRK KİMLİĞİ İLE YAŞAMA HAKKI, ANADİL, DİN, İNSAN HAKLARI, AZINLIK HAKLARI,Kültürel kimlik hakkı ve Osmanlı mirasını yaşatma hakkı doğmuştur. Hak ve Özgürlük Hakları olarak slogan ve bilinç olmuş ve parti adı olarak bayraklaşmıştır. Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlük bilinci bir halk bilincidir. Mücadele ateşini öperken halkımız Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlüğün lezzetini gönüllerinde tatmıştır. Bulgaristan Türklerinin Özgürlük davası teknesine bu maya, bazılarının iddia ettiği gibi Ahmet Doğan, Andrey Lukanov ve bilmem başka kimler tarafından taşınmamış, hamurumuzdan tutulmuştur. Ahmet Doğan, Tek dilli, tek milletli Bulgar devleti çabalarına saplanan Bulgar faşist-komünistliberal demokrat milliyetçiliği, Bulgar – Rus devlet iradesi medyasının ve devlet iradesinin Bulgaristan Türkleri Hak ve Özgürlük ağıcına aşıladığı kısır bir kalemdir. Son 30 yılda davamızın serpilip açmasına engel olurken budanmamıza olanak yaratmıştır. Bu bakıma 26 Nisan 2020’de Milli Konferans çağıran ve halkımızın maneviyatına su serpmek için bir sürü kutlamalar yapmayı planladığını açıklayan HÖH-Politik yönetimi, aslında milli ruhumuza, inancımıza ve kültürümüze saldırıyor. İnsanımıza solmuş çiçekler koklatmak istiyor. Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan dönekliğini fark edip, HÖH politik yönetimine ciddi ders veren Bulgaristan Türkleri NESİL DEĞİŞİKLİĞİ aşamasına girmiş bulunuyor. Son 5 yılda yapılan seçimlerdeki dalgalanma şöyledir. 2009’da HÖH partisi 610 000 oy almıştı. 2014’te HÖH partisi 487 000 oya geriledi. 2017’de ihanet ve hainliği cezalandıran HÖH kitlesi 26 Mart 2017’de partiye ancak 315 bin oy verdi. Bu sene yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde HÖH 320 bin oy alırken tavır değişikliği kaydedilmezden, çekilme devam etti ve toplam oy oranı Ekim-Kasım 2019 yerel seçimlerinde 310 bine düştü. Çöküşün durdurulabilmesi ve Türk halkın güveninin yeniden kazanılması belirli bir kırmızı çizgiye ihanete son verilmesinden geçiyor.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Önce HÖH Tüzüğü değişmeli ve fahri başkanlık sistemi kaldırılmalı ve ilkesel demokratik merkeziyetçiliğe dönülmelidir. Gerekirse hemen bir sosyolojik anket düzenlenerek, halkımızın sosyal ve kültürel, eğitim ve ekonomi alandaki temel istekleri yeniden saptanmalı, Tüzük ve programa işlenmelidir. Parti başta seçim sistemi değişikliği olmak üzere, posta ile dış ülkelerindeki soydaşlarımızın da seçime katılmasını destekleyerek, demokrasi ve adalet, insan hakları, azınlık hakları ve sivil toplum hakları gibi konularda kesin görüş açıklamalıdır. Faşist güçlerin iktidar olmasından sonra yaşanan gerginliği öne çekerek, yeni anti-faşist müttefiklik ve cephe oluşturma siyaseti açıklanmalıdır. Parti eli rüşvete bulaşmış kadroların arkasında duramaz, hepsi tavsiye edilmeli. Parti ak yüzünü kirletmemelidir. HÖH’lü olmak şeref olmalıdır. Biz bugün Bulgar ve Rus oligarşi ve mafyasının kuklası olan, iplerini içten ve dıştan çekenlere tamamen teslim olmuş kendi gölgesinden korkan bir şoparın iradesine bağlanmış bulunuyoruz. Bu gidişe 26 Nisan 2020 Konferansında son verilmelidir. A.Doğan’ın HÖH Milli Konferansta işi yoktur, olamaz ve olmamalıdır. O partiyi, halk davamızı, kimlik davamızı bırakmış ve Varna Batı Limanında bataklık süzmeye devam edebilir. Tiyatro oyununa son! Perde düştü! Hak ve Özgürlüğümüzün yeni adı – Hainsiz Doğansız Hareket ve Parti olmalıdır! Partimiz öz görevle (misyonla) doğmuştur ve dava ülküsünü kuşaktan kuşağa devrederek hedeflerine mutlaka ulaşacaktır. Biz bu partiye dilimizle, dinimizle, kültürümüzle, ahlakımızla, geleneklerimizle yaşamak için katıldık. Toprağımızı ve vatanımızı sevdiğimiz için katıldık. Bulgaristan Türklerinin dışında memleket değerlerinin yeniden üretilmesi olanaksızdır. Türkler olmadan Bulgaristan’da demografi sorunu çözülemez. Türklerin katılmadığı bir hükümet milli sorunları çözemez duramaz. Politik partimiz bu amaçla kurulmuştur. Yolundan saptırılsa bile mutlaka özüne dönecektir. Son dönemde birçok anma günü ve tarih yazan olaylar Doğan’ın gönlünden ve hafızasından silinmiştir. Bunlardan biri 21 Nisan 1989 ayaklanmamızdır. Bu isyan başarılı gerçekleştiremeseydik HÖH doğamazdı. Doğan davayı tamamen unuttu. O artık 04 Ocak 1990’da Varna’da “DS” gizli polise çalışan ve kapısını polis görüşmeleri için açık tutan Hamdi Emin’le ilgili masallar kimseye doyurucu, inandırıcı gelmediği gibi bir tat da vermedi. Yalan, yalan da nereye kadar? Sonra aynı yılın 26 Mart günü Sofya okullarından birinde yapılan ve HÖH kurucu meclisi olarak tanıtılan ve A.Doğan’ı geçici başkan seçen toplantı da önemini yitirdi.


Makale ve Analizler - 2019

21

Etrafta ben bu görüşme ve kurucu toplantılara katıldım diyebilecek şerefli birisi yok. Bir defa Bulgar devlet okulu sınıf odalarından birisinin Müslümanların politik partisinin kurulması için kullanılması ve ardından “eğitimi politikleştirme” davası açılmaması gülünç değil mi? Yani bu taşlar yola birileri tarafından konmuş da işe yaramadı, çünkü yılların deneyimi, halkın gerçek temsilcilerinin başına gelenler dile geldi ve oyun bozdu. Bu iki tarih yüzden yüz tuzak ve kundaklama olduğundan dolayı halen beyinlerden silinmeye çalışılıyor. Hamdi Emin’in apartman veya daire kapısına “1990’DA DPS BURADA KURULMUŞTUR” plakası asıldı mı? Yok. Sofya’daki okulda böyle çok önemli bir olay olduğunu bilen var mı? Anılıyor mu? Hayır! Neden? Çünkü olay bir tuzaktı. Doğan tuzaklarından biri… 04 01 2020’de DPS kuruluş tarihi mitingi yapılsa kimse gelme! Çünkü bir defa A.Doğan korumalarından “izin alamaz!” İki, “kurucu” olarak gösterilen 22 kişiden hepsi partiden uzaklaşınca, törene gelecek tek kişi yok, kalmadı. Nesil değişikliği derken, o eski sahte kök ve sap-kapların temizlendiğine de işaret ediyorum. Hamdi Emin, Kasim Dal, Necmettin Hak, Önal Bekir, Yaşar Şaban ve diğerleri artık DPS rozeti takmıyor. Onları istemeden hatırlayan ya da rüyasında göre A. Doğan da stres geçiriyor. Kişiler değil, bir mücadeleci halk aldatılmaya çalışıldı. Bugün herkes “kabahat şopar lafına inananda” diyor. Eski kuşak dediğimiz Doğan’a kuyruk olanlar Osmanlı devri mirasına sahip çıkmadı, onarılmasını el uzatmadı, işlevlik kazanmasına yol açmadı. Türkçemizin anadil ve edebiyat-kültür dili olarak yaşatmamıza karşı çıktı. Tarihi unutmamızı, bugünümüzü de uykuda geçirmemizi, gelecekten istekte bulunmamamızı seçti ve savundu. Bulgar “üst aklı” ise Doğan ve tayfasıyla birlikte Bulgaristan’daki Müslümanları geçmişimizden kopararak, asimile etme siyasetine devam edebileceklerini düşündüler. GERB ve milliyetçi faşistler ortaklığı da bu kavalı çalıyor. İste bundan dolayı o şimdi DPS’nin kutsal tarihi olarak parti tescilinin Sofya Mahkemesinin yapıldığı 26 Nisan tarihini kutlamak istiyor ve konferans çağırıyor. Partinin kuruluşunda ve tescilinde Sosyalist Parti (BSP) ve devlet güvenlik örgütü (DS) önemli rol oynamıştır. Partinin mahkeme belgeleri “DS” müfettişi psikolog Miroslav Dırmov hazırladı. Savcılık adına böyle bir partinin kurulması milli çıkarlarımıza aykırıdır raporunu savcı, BSP’li Bayan Tatyana Donçeva yazdı. Mahkemedeki savunmayı da av. Dimitır Popov üstlendi. O, ardından geçici hükümette başbakan oldu. DPS fahri başkanı 26 Nisan tarihini bu nedenle önemli bir gün olarak kutlamak istiyor.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

26 Nisan günü aslında BSP ve DS ile yeniden kaynaşma günü olarak aktüelleştirilmek isteniyor. Lütfi Mestan’ın Stanişev’le öpüşmesi tutmadı. Bugünkü değerlendirmelere göre, A.Doğan kendisinin asıl ailesi olan “DS” ve BSP’yi DPS için büyük aile yapmak istiyor. Yeni kuşak HÖH’lüler bunu kabul edecek mi? Sorun budur! Böylece DPS doğuş tarihi olmayan bir parti durumuna getirilirken aslında 140 yıllık mücadele köklerimizi kesip partiyi konserve etme çabalarına devam ediyor. Aslında DPS bugün lidersizdir. “Avrupa Fonlarından kullanılan milyonlar” Başkan M. Karadayı’yı dibe çekiyor. Paşmaklı ve Kırca Ali parti örgütlerinde homurdama sürerken, Karadayı etrafındaki hileli adam skandalı durdurulamıyor. Bu konuda görüş sahibi olan bilirkişiler T.C.’deki ve ABD’deki yakınlarının nüfuslu kişiler olduğunu bilenler Bayan Filiz Hüsmenova adını öne çekiyor. Bakanlık ve Avrupa Parlamentosundan gelen F. Hüsmenova’nın ipleri çekenlerle ilişkilerinin durumu ve “üst akıl” planlarını kabul edip etmeyeceğine bağlıdır. İşte böyle bir ortamda HÖH Politik yönetimi kitleden tamamen kopmuş bir durumda ve yeni lider arayışına başlamıştır. Görüldüğü üzere, HÖH partisi Müslümanlarımızın politik orta direği olabilmek için yeni bir siyaset platformuyla kongre çağırmak zorundadır. Köklerine dönmek zorunda olup A.Doğa’dan kurtulmalıdır. Tüzük değişikliği ve Türk kimliği mücadelesine devam ana gündem maddesidir. HÖH’e oy veren soydaşlarımız konferansa katılmak ve düşüncelerini paylaşmak istiyorlar. HÖH cıvatalarını sıkıp sorunlarımızı çözelim. Paylaşınız. Bizi İzlemeye devam ediniz.


Makale ve Analizler - 2019

23

Bulgaristan’da Totalitarizm Çilesi Çektik Tarih: 02 Aralık 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Savcı diktatörlüğünden doğan korku büyüyor. Kasım’da Sofya’da Bulgaristan Başsavcısı seçildi. 7 yıl için yapılan bu yeni seçimle Başsavcı olan İvan Geşev’in adaylığına karşı Ekim 2019’da başlayan protesto eylemleri, seçimden sonra da dinmedi. Aralık ayının ilk günlerinde Sofya’da kar atıştırsa da tepki volkanı kaynamaya devam ediyor. Son 7 yılda Başsavcı olan Sotir Tzatsarov’a karşı protesto eylemi yoktu. O, başsavcı olmazdan önce birkaç defa Bulgaristan’ın en iyi yargıcı seçilmiş ve halkın güvenini kazanmıştı. Yeni seçilen Başsavcı İv. Geşev Polis Akademisi’nden ve İç İşleri bakanlığı sisteminden, başarısız ve takıntılı bir geçmişten geldiği için “bağımsız” olacağına ve “hukukun üstünlüğünü sağlayabileceğine” inanan vatandaş sanki yok. 12 yıl önce Avrupa Birliği Bulgaristan’a dolandırıcılık ve rüşvet konularında kısıtlama ve yaptırımlar uygulamış ve bunların kaldırılmaması “Shengen devletleri” grubuna katılma yolunu kesmişti. Bu dönemde Bulgaristan yolsuzluklarla başa çıkamamıştır. Bulgar Anayasasına göre, Başsavcılığın yargı sistemindeki rolü ve yeri ile ilgili anayasal tartışma başlatacağını bildiren Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in girişimde bulunmaması güvensizlik doğurdu. Fakat şu iyi bilinmeli ki, Bulgaristan’da 25 yıldan beri Başsavcılığın yargı sistemindeki yeri üstüne ciddi bir tartışma zaten yürütülüyor. Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi’ne başvurmadan İv. Gaşev’in adaylığını onayladı. Olayı analiz eden ve önerilerde bulunanların tahminleri bu defa boşa çıktı ve Bulgaristan’da Başsavcılık diktatörlüğü 1 Aralık 2019 tarihinden başlayarak kabarmaya başladı. Boyun eğmeyi seçen Cumhurbaşkanı hayal kırıklığı uğrattı. Başkan Radev, bundan 30 yıl önce “fırtına geliyor eğilelim, hemen yere yatalım” diyen T. Jivkov gibi hareket etmiş oldu. Bir askeri pilot, General olan Radev’ten cesaretli davranıp Cumhurbaşkanına sınırsız ve denetimsiz hak tanınmasını engelleyip Anayasa Mahkemesi yardımıyla önlemesi bekle-


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nirken, baskılara dayanamayıp boyun eğmesi, Cumhurbaşkanlığı makamına da koyu gölge düşürdü. İlkeli davranarak kulis pazarlıklarına karşı koyması ve adalet, hakka net, hukukun üstünlüğü ve hukuk devletinden yana tavır alması beklenirken, boyun eğmeyi seçmesi, üzüntü yarattı. Sofya’da Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı ve Meclis arasındaki “Bağımsızlık” meydanında her akşam saat 18’de başlayan protesto gösterilerinde SAVCILIK HAKLARI konusunda ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ isteyenler “HERKES İÇİN ADALET sloganı yükseltiyor. Göstericiler İvan Geşev’in Başsavcı seçilmesine karşı oldukları gibi, eski başsavcı Sotir Tzasarov’un RÜŞVETÇİLİKLE MÜCADELE KOMİSTONU BAŞKANI atanmasına karşı olduklarını haykırıyorlar. Başsavcının demokratik düzenin ana ilkesi olan yasama, yürütme ve yargının birbirinde ayrı ve bağımsız olması ilkesini kabul etmemesi kınanıyor. Tzasarova karşı olanlar ise, son 7 yılda iktidarın yüksek katlarında hiçbir kişinin hileden, dolandırıcılık ve daşevere yapmaktan ve rüşvet almaktan yargı önüne çıkarılmaması, Bulgar savcılığının 7 yılda devleti talan edenlerden hiç olmasa birini dikiş tutan deliller toplayıp içeri atmayışına işaret ediliyor ve “bu adam işine ‘iyi bakmaya’ devam ederse, biz devlet olarak çökeriz” diye tempo tutuyorlar. Anayasa değişikliği yapıp Başsavcıyı meclise bağlamak için değişik öneriler basında yorumlanmaya devam ediyor. Bunlardan birinde bundan 10 yıl önce, (5 Kasım 2009 tarihinde) Avrupa İnsan Hakları Mahekmesi (AİHM) “Kolevler’in Bulgaristan’a karşı açtığı davada” şöyle bir tespit yapılmıştı. “Bulgaristan’da, insan öldürme suçu işlenmiş olsa bile, Başsavcının işlediği bir suçu ve onun işlerini hiçbir kimse ve hiçbir makam araştırıp sorgulayamadığından dolayı, Bulgaristan Başsavcı statüsü Avrupa İnsan Hakları Anlaşmasına ters düşer.” Bu böyledir, çünkü Bulgaristan’da Başsavcı soruşturma yapan organın tepeden dibe piramidal yapıdaki savcılardan her birinin belirli bir soruşturma konusunda vardığı sonucu Başsavcı bozabilir ve kabul etmeyebilir. Çünkü hiçbir kimse Başsavcının sözüne, önerisine ve kararına karşı çıkamaz. Bu durumda suçlu biri hakkında soruşturma yürütülemediği gibi katil tutuklanamaz. BULGARİSTAN ANAYASASINDA BÖYLE BİR MADDE YOKTUR. Anayasa’da Başsavcının öteki savcılar ve Bulgaristan savcılıkları üzerinde metodik yönetim uygulayabilir tümcesi ver almaktadır.


Makale ve Analizler - 2019

25

Buradaki diktatörlük kapısı açan durum, birkaç kanun maddesinde değişiklik yapılarak düzeltilebilir. Yargı idaresi Yasası (ZSV) ile Ceza Yasası (NK) maddelerine göre, bir üst savcı bir alt savcının hazırladığı evrakları geçersiz ilan edebilir ve soruşturmayı kendisi üstlenebilir. Bu 4-5 madde Anayasa Mahkemesi tarafından değiştirilebilir. Ve Başsavcı yetkileri yeniden düzenlenebilir. Başsavcı yetkileri sınırlanmalı ve kısıtlanmalıdır ve bu Büyük Halk Meclisi çağrılmadan ve Anayasa değişkliğine de gidilmeden Anayasa Mahkemesi tarafından yapılabilir. Bulgaristan’da günümüzdeki Başsavcı hakları, Ortaçağlardaki Başpapaz haklarından veya totaliter düzende diktatör T. Jivkov’un haklarından farksızdır. Jivkov devlet terörü uyguladı, soykırım denemesi yaptı, insan haklarımızı kıydı, dilimizi yasakladı, yaşam tarzımızı bozdu. Bugün ise Bulgar Başsavcısı Ceza Kanunu üstündedir. Bundan dolayı onun şimdiki yetkileri, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Antlaşmasına ters düştüğü gibi, hukuk devleti ilkelerine de tamamen aykırıdır. Ayrıca Bulgaristan Anayasaya ve Bulgaristan’ın imzaladığı ve uygulanması öncelikli uluslar arası anlaşmalarla da bağdaşmaz, çünkü uygulanmalarına engeldir. İşte bu nedenle Cumhurbaşkanı Radev’in konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıması bekleniyordu. Seçilen Başsavcı İvan Geşev’e gelince, o takıntılı ve kinli bir kişi olup hedeflerini kendisi belirlemek istiyor, Bulgaristan vatandaşlarından kimin “iyi”, kimin ise “kötü” adam olduğunu kendi belirlemek ve sahte delillerle belgeleyerek saptamak istiyor. Bu çok tehlikeli bir gidiştir. Totaliter zulüm dönemini anımsatıyor. Belene ölüm adasında kalan 517 Türk hakkında tutuklama kararı, mahkeme kararı, hatta açılmış dava yoktu. Sürgün edilenler için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Zulmü savcılarla parti sekreterleri yönetiyordu. Sivil toplum düzeni kurulmasında direnen vatandaşlar Başsavcılığa sınırsız yetki tanınmasından korkuyorlar. 1990’dan beri Türklerin zulüm rejimine karşı açtığı davalardan hiç birinden sonuç alınmaması dikkat çekmiyor mu? Getirilen örneklerde, Başsavcı Geşev, ABD Başkanı C. Kenedy’nin öldürülmesinden beni ya da sizi suçlu bulma hakkı elde ediyor. Mahkemeye çıkarılmazdan önce, Kenedy’nin siz doğmazdan önce öldürüldüğünü ve haklı olduğunuzu kanıtlayacak bir yargı merci yoktur. Aynı şekilde savcı olarak KTB – Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankası davası’na yıllardan beri Başsavcı Yardımcısı olarak bakan İvan Geşev, hissedarlığı, ortaklığı, bağları ve bankayı çökerttiği ortada olan Delyan Peevski’yi tanık ve sanık dosyalarından çıkarıp buharlaştırdığı gibi, artık aklamış bulunuyor.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

7.2 milyar leva çalınarak çökertilen KTB Davası, bir kararla sonuçlandırılmak için değil, hırsızların suçlarını ve soygunu hasıraltı eetmek için süründürüyor. Hırsızlar savunuluyor. Yargıdan kaçırılıyor. Adalet isteyenler bu nedenle soğuk Sofya akşamlarında Başsavcı İvan Geşev’le ölüm kalım savaşına devam ediyorlar. Bu, totaliter faşizme ve Savcılık diktatörlüğüne karşı verilen bir mücadeledir. Gerçekleri öğrenmek isteyenler bizi izlesinler. Paylaşmaya unutmayınız.


Makale ve Analizler - 2019

27

Asıl Kırılmayı Biz Yaşadık 2

Tarih: 03 Aralık 2019 Hazırlayan: Oya CANBAZOĞLU Konu: Bulgaristan’da Yaşayan Her Türk Bir Kahramandır. Sofya’yı örnekleriyle anlatılan gerçekler. Bulgaristan’da Osmanlı Maddi Kültür Mirasının Tasfiyesi (1878-1908) Bulgaristan’da milli devletlerin kuruluşu Osmanlı geçmişinin reddine ve Osmanlı mirasının tasfiyesini başlattı. Saf bir ulusal kimlik inşası ve ulus devletin biçimlenmesi sürecinde Osmanlı mirasının tasfiyesi Avrupalılaşmanın ön koşulu oldu. Bu da ülkedeki Müslümanların ötekileştirilmesine ve kırılmasına neden oldu. Bulgar modernleşmesi, en başından bir Osmanlıdan arınma hareketine büründü. Bu yıkım hareketi Sofya’da nasıl gerçekleşti? Eski bir anıtın aşikâr yararını değerlendirme basiretsizliği ve beceriksizliği her yerde telafi edilmez bir felakete yol açtı. Bazı insanların fanatizmi o dereceye varmıştı ki eğer bir şey Türk ise o artık var olmamalıydı ve yıkılması gerekiyordu. Sofya’da Osmanlı eserlerinin tahribi şehrin 3 Ocak 1878’de Rus işgaline girmesiyle başladı. İlk hedef, Osmanlı hâkimiyeti ve varlığının temsilcisi durumundaki maddi kültür varlıkları oldu. Osmanlı döneminde Sofya’da 82 cami ve mescit, 7 medrese, 19 mektep, 15 tekke-zaviye, 3 imaret, 13 han, 11 hamam, 2 türbe, 7 kervansaray, 10 çeşme, 1 sebil inşa edilmişti. 1285 (1868-1869) tarihli Tuna Vilayeti Salnamesine göre ise şehirde 44 cami, 8 mektep, 4 medrese, 18 tekke vardı. 1870’lere ait olduğunu tahmin ettiğimiz bir vesikada nefs-i Sofya’da 36 cami ve mescid, 15 kilise ve havra, 4 medrese ve ıslahhane, 11 İslam-9 Gayrimüslim mektebi, 2 fabrika, 13 hükümet konağı ve müsakkafât-ı miriye, 124 müsakkafât-ı mütenevvia olduğu görülmektedir. Bulgaristan Komiseri Ali Ferruh Bey’e (1902-1904) göre Sofya’da harpten önce 44, halefi Sadık göre ise 46 cami vardı.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ali Ferruh Bey’in Sofya Müftüsü Mehmet Hüsnü Efendi’ye hazırlattığı 8 Haziran 1902 tarihli deftere göre ise vakıf eseri olmak üzere harpten önce Sofya’da 41 cami, 3 mescit, 3 medrese, 11 mektep, 2 hamam, 5 kaplıca, 5 türbe, 3 han, 8 tekke, 1 dergâh, 2 zaviye, 1 kütüphane, 1 mahkeme konağı vardı. Geçici Rus idaresi döneminde Rus komiseri Dondukov, Sofya üzerindeki “Minare ormanı”ndan ıstırap duymuş, ancak Osmanlı temsilcisi Pertev Efendi’nin şehirde bulunması, hızlı bir tasfiyeye engel olmuştu. Sofya’nın ilk belediye başkanı Rus Aleksandr Mosolov’un hatıratında belirttiğine göre Dondukov, “1878 Aralığında fırtınalı bir gecede yaverlerinden birini çağırarak “Derhal mühendis alayından 6 elektrik teknisyeni ile şehre git. Onlar (camiler) onları bekliyor. Öyle yapın ki yıldırım daha çok minareye zarar versin. İstihkâmcılar dinamit alsınlar…” diye emretmesi üzerine gök gürültüleri arasında bir gecede 7 minare havaya uçurulmuştu. Aynı kış, büyük camilerden 8’i ve küçük camilerin çoğu yıkıldı.Rusların 1879 Temmuzunda çekilmesinden sonra Bulgar hükümetleri Rus örneğini takiple geriye kalan Osmanlı eserlerini 1878’de hazırlanan imar planına dâhil ederek işe başlandı. *** Osmanlı şehrinin fiziki altyapısı pre-modern şehircilik ve sosyal yaşamına aitti. Külliye, çarşı, mahalle merkezli şehirler yerine idarî ve ticarî merkezlere çıkan ızgara temelli, geniş sokaklı modern şehirler inşa etme arzusu Bulgaristan’da sayısız Osmanlı eserini silip süpürdü. Prenslik ve Şarkî Rumeli’de şehirlerin modernleştirilmesi için 1878’de Sofya, Eski Zağra, Silistre; 1879’da Varna, Köstendil, Hacıoğlu Pazarcık; 1880’de Tırnova, Ziştovi, Yeni Zağra, Burgaz, Rahova-i Bâlâ, Samokov, Provadi; 1881’de Rusçuk, Kızanlık, Vidin, İvraca, Selvi, Harmanlı, Eski Cuma, Osman Pazar; 1882’de Hasköy, Plevne, Gabrova, Dubniçe, Razgrad, Karinabad, Aydos, Balçık; 1883’de Lofça, Radomir; 1884’de Şumnu, Stanimaka, Popovo ve 1885’de Lom şehirlerinde tanzim planları hazırlandı. Bulgaristan’da şehirlerin modern bir görünüme kavuşturulması adına Osmanlı dönemini hatırlatan, cami, minare, hamam, medrese, tekke, mezarlık, türbe vb. eserlerle bunların yaşamasını temin eden vakıf dükkânlar belediye imar planlarına dâhil edilerek istimlâk edildi ve yolların genişletilmesi, hükümet ve belediye binası, hastane, tiyatro, müze, kilise, kaplıca, otel, okul, kışla, park, bahçe vs. yapımı gibi amaçlarla yıkıldı. Bu tür eserlerin yıkımı veya başka amaçlarla kullanım için tadil edilmesi, Bulgar devlet adamlarının ülkelerinin Hıristiyan Bulgar karakterini tebarüz ettirmek için uyguladıkları bilinçli bir politikanın sonucuydu.


Makale ve Analizler - 2019

29

Bulgar devlet adamları açısından tebaadan hâkim konuma geçişin kültürel olarak da tescil edilmesi elzemdi ve Bulgar kimliğinde artık doğulu unsurlara yer yoktu. Osmanlı vesikalarından anlaşıldığına göre şehirlerin modernleştirilmesi adına hazırlanan imar planlarına Osmanlı dönemini hatırlatan İslami eserler dâhil edilerek yıkılırken, kiliselerin muhafaza edilmesi bunu gösterir. Bulgaristan’da geçmişi hatırlatan öğeler tasfiye edilirken, istisnai bir şekilde Batıya yönelişin sembolü olarak görülen saat kuleleri muhafaza edilmiştir. Şehirlerde cami, mescit, medrese, imaret, mezarlık, türbe, tekke vs. binaların yıkım işlerinde daha çok, mesela, yol düzleme veya genişletme bahanesi ile hummalı bir yıkım faaliyetinin yaşandığı Sofya’da çok sayıda Osmanlıeseri yıkılırken 1863’te yeniden inşa edilen Sv. Nedelya (Sv. Kral) Kilisesine dokunmamak için Vitoşa caddesinin yarım bir daire şeklinde kıvrılarak Maria Luisa caddesine bağlanması buna örnektir. Şüphesiz bu tasfiye hareketi belediyelerden çok merkezi hükumetlerin tercihiydi. Osmanlı sosyal yaşamının sivil unsurlarıkonak, mektep, hamam, bedesten, kervansaray, han vs. binalar ile Osmanlıtoplumunun buluşma noktası olan çarşiyalar da imar planlarından kurtulamadı. Keza çeşmelerin de kaderi aynı idi. Mesela Eski Zağra’da 14. yüzyılda yapılan ve bağımsızlıktan hemen sonra kitabesi sökülerek yıkılmaya terk edilen Aynalı Çeşme’nin durumu böyledir. Dubniçe’de beyaz mermer hazinesini ve güzel mermer detaylarını hatırladığı iki hamamın 1884’te imar planı gereği yıkılmasından esefle söz eden N. Lazarkov, “eski bir anıtın aşikâr yararını değerlendirme basiretsizliği ve beceriksizliği her yerde telafi edilmez bir felakete yol açtı. Bazı insanların fanatizmi o dereceye varmıştı ki eğer bir şey Türk ise o artık var olmamalıydı ve yıkılması gerekiyordu” diyerek Osmanlı eserlerinin tasfiyesindeki iştiyakı ortaya koymaktadır. Sofya Sofya örneği, onun kadar hızlı bir şekilde olmasa da, Bulgaristan genelinde Osmanlı mimari mirasının kaderini anlamak için önemli bir emsal teşkil etmektedir. Sofya’da Osmanlı eserlerinin tahribi şehrin 3 Ocak 1878’de Rus işgaline girmesiyle başladı. Bulgaristan prensliğinin başkenti olduktan sonra ulus devletin vitrini ve Batıya açılan penceresi telakki edilen Sofya, geçmişin istenmeyen kalıntılarına yer vermeyen modern bir kent olarak Avusturyalı ve Çek mimarlar tarafından Viyana ekolüyle neredeyse yeni baştan inşa edildi. Bu noktada ilk hedef, Osmanlı hâkimiyeti ve varlığının temsilcisi durumundaki maddi kültür varlıkları oldu.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ali Ferruh Bey’in Sofya Müftüsü Mehmet Hüsnü Efendi’ye hazırlattığı 8 Haziran 1902 tarihli deftere göre ise vakıf eseri olmak üzere harpten önce Sofya’da 41 cami, 3 mescit, 3 medrese, 11 mektep, 2 hamam, 5 kaplıca, 5 türbe, 3 han, 8 tekke, 1 dergâh, 2 zaviye, 1 kütüphane, 1 mahkeme konağı vardı. Geçici Rus idaresi döneminde Rus komiseri Dondukov, Sofya üzerindeki “Minare ormanı”ndan ıstırap duymuş, ancak Osmanlı temsilcisi Pertev Efendi’nin şehirde bulunması, hızlı bir tasfiyeye engel olmuştu. Sofya’nın ilk belediye başkanı Rus Aleksandr Mosolov’un hatıratında belirttiğine göre Dondukov, “1878 Aralığında fırtınalı bir gecede yaverlerinden birini çağırarak “Derhal mühendis alayından 6 elektrik teknisyeni ile şehre git. Onlar (camiler) onları bekliyor. Öyle yapın ki yıldırım daha çok minareye zarar versin. İstihkâmcılar dinamit alsınlar…” diye emretmesi üzerine gök gürültüleri arasında bir gecede 7 minare havaya uçurulmuştu. Aynı kış, büyük camilerden 8’i ve küçük camilerin çoğu yıkıldı. Rusların 1879 Temmuzunda çekilmesinden sonra Bulgar hükümetleri Rus örneğini takiple geriye kalan Osmanlı eserlerini 1878’de hazırlanan imar planına dâhil etti. 1879 yılında Sofya’da ayakta kalan 14 camiden 13’ü bu durumu, büyük bina yokluğundan askeri amaçlara tahsis edilmesine borçlu idi. Sofya’da kapsamlı inşaat faaliyetleri, 1880’de şehrin doğu bölümünden başlayarak mahalle mahalle, sistematik şekilde gelişti. İlk etapta Prens Sarayı(eski Osmanlı konağı) ve Sobranya’nın (Narodno Sıbranie/Milli Meclis) bulunduğu Tsar Osvoboditel (Kurtarıcı Çar) Bulvarı, Knyaz Dondukov Bulvarı, metruk ve harap Siyavuş Paşa Camisi (Sv. Sofiya Kilisesi) ile Rusya’ya olan minnettarlığın bir nişanesi olarak 1882’de inşasına başlanan Sv. Aleksandır Nevski Katedralinin bulunduğu bölgeye ağırlık verildi. 1886’ya doğru çalışmalar, Sv. Sofiya Kilisesi ve Sofu Mehmet Paşa Camisini (Kara Cami, sonradan Sv. Sedmoçislenitsi Kilisesi) içine alan Tsar Osvoboditel Bulvarının iki yakasına yayıldı. 1888’de modernleştirme hareketi şehir merkezindeki Osmanlı çarşısını yuttu. Banya Başı Camisinin hemen üzerindeki Çuhacılar hanı da bu sırada yıkılmış olmalıdır. Lory’ye göre Başbakan Stefan Stambolov’un (18871894) yandaşı olan Sofya belediye başkanı Dimitır Petkov (1888-1893), plan dâhilinde yıkılması öngörülen asırlık kiliseler, camiler, sinagoglar da dahil olmak üzere her şeyi yıkmıştı. 1890’larda imar ve yıkım faaliyeti “Rus Anıtı” çevresine ve Vitoşa Dağıeteğindeki ismi artık Knyajevo (Prens Köyü) tesmiye olunan Bali Efendi Köyü istikametine doğru kaydı. Bulgarlar, gözde gezinti ve dinlenme mekânıhaline gelen Knyajevo’da “müstakbel bir Versailles ve Potsdam” hayal ediyorlardı. Çamurla baş edebilmek için Sofya so-


Makale ve Analizler - 2019

31

kakları 1900 yılına doğru Macaristan’dan ithal edilen sarı kesme kaldırım taşları ile döşendi. Sofya belediyesi daha önce kaldırım taşı ihtiyacının bir bölümünü Müslüman mezarlıklarından temin ediyordu. Altın yaldızlı mermer kitabeli sayısız Müslüman mezartaşı Lory’nin tabiri ile merhametsizce kaldırım yapımında kullanılmıştı.Yıkılan mezarlıklara karşılık olarak Sofya belediyesi şehir dışında Musevi, Katolik ve Müslümanlar tarafından birlikte kullanılmak üzere üç parçalı bir mezarlık tahsis etmişti. Bu süreçte Sofya’daki Osmanlı eserleri şu suretle tasfiye edildi: Bali Efendi Köyündeki Bali Efendi Camisi ile aralarında Siyavuş Paşa Kervansarayı, Sofu Mehmet Paşa Kervansarayı, Taş Han ile Büyük Hanın (Kebir Taş Han) da bulunduğu bir hayli han, kervansaray, bedesten, cami ve mezarlıklar Osmanlı notaları ve protestoları dikkate alınmayarak 1879’da yıkıldı. Bulgaristan Komiseri Nihat Paşa (1879-1885) tarafından, 1880 Martında Türk mektep ve medrese binalarının yıkımının sona erdirilmesi için Bulgaristan hükümetine bir nota verildi ise de Taş Mektep ve Sakallı Ahmed Ağa (Sakallızâde) Medresesi komiserin gözleri önünde yıkıldı.Prens Aleksandr’a tahsis edilen eski hükümet konağının yanındaki Çelebi Camisinin (Beylerbeyi Camisi/ Şücâ‘ Fakîh Camisi, 1503) akustik özelliğinden dolayıPrens için Katolik şapeline dönüştürülmesi düşünüldü ise de 1880’de Prens sarayının batı cephesine yer açmak için yıkıldı. Nihat Paşa’nın tahrip edilen emlak hakkında 30 Kasım 1880’de verdiği notaya Bulgar Hariciye NazırıNikola Stoyçev 11 Ocak 1881’de verdiği cevabî notada Türk-Bulgar komisyonu müzakereleri sonuçlanana kadar miri ve vakıf eserlerin emaretin yedd-i ihtiyârında olduğunu belirtti. Sofya’da 1882 Temmuzu itibariyle ibadet edilebilen tek cami Banya Başı Camisi idi. Karagöz Bey (Kahvehane başı) Camisi ile Cündî ve Karaşahin Camileri imar planına alınarak 1883 yılında yıkıldı.100 Belirtilen eserlerin dışında Ali Ferruh Bey’in “Bulgaristan’da Evkâf-ıİslamiye Raporu”na101 ekli Sofya Müftüsü Mehmet Hüsnü Efendi’nin 1904). 1903 itibariyle Müslüman Mezarlığı duvarla çevrili olmadığı için mezartaşlarıkırılmış ve hayvanlara mera ve arabalara yol olmuştu. 8 Haziran 1902 tarihli defterde görüldüğü üzere Menzilhâne (Eğri) Camisi ve Mektebi, Yazıcızâde Camisi ve Mektebi, Vitoşa Caddesindeki Başçeşme Camisi, Hacıİsa (Kâbe) Camisi, Kuruçeşme Camisi, Sungurlar (ElHac Bayram) Camisi, Kız Kasım Camisi, Kara-Danişmend Camisi, Dellâk Hasan Camisi ve Mektebi, Hazinedâr Camisi, Saruhan Bey (Kurşunlu) Camisi, Lüleciler Çarşısı’ndaki Seyfullah Efendi Türbesi ve Mektebi, Gül Camii Medresesi, Arif Ağa Camisi, Alaca Mescid, Hacıİsmail Camisi ve


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mektebi, Hacıİlyas Camisi, Kapan Camisi, Orta Mescit Camisi, Kasabân (Zincirlikuyu) Camisi, Sulusokak Camisi, Saray Camisi, Sabuncular Camisi, Haffafhâne Mescidi, İçerüçarşı Camisi, Çuhacılar Hanı Mescidi, Muhtesibzade (Debbağlı) Camisi, Ali Boyras Camisi, Hacı Yahşi (Said Ağa) Camisi, Hasbiğa Camisi ve Vakfı, Saat-i Atik Camisi, Hacı Hamza Camisi, Kurban Camisi, Fethiye Camisi, İmaret mahallesindeki Bali Efendi Camisi, Şadi Bey Camisi, Sakallızâde Medresesi (1880), Misvaklı Efendi (İsmail Paşa) Mektebi, Gazi Yahya Paşa Mektebi, Taş Mektep (1880), diğer Taş Mektep, Kamer Hatun Mektebi, Halil Efendi Mektebi, Rusya konsolosluğu arkasındaki Kadiri Tekkesi, Kapan Meydanı karşısındaki Rufai Tekkesi, Şeyh Sinan Efendi Türbesi, Kılınç Baba Zaviyesi, Nakşi Tekyesi, diğer Nakşi Tekkesi, Fethiye Tekkesi, Halveti Tekkesi (Cafer Baba Tekkesi), Rufai Dergâhı (Nalband Baba Tekkesi), Kasap Baba Türbesi, Çoban Baba Tekke ve Türbesi ile Mercan Baba Türbesi imar faaliyetleri ve başka sebeplerden yıkılmıştır. Ancak, Mehmet Hüsnü Efendi, belirtilen eserlerin yıkım tarihleri ile ilgili bilgi vermemiştir. Ayrıca, defterden belediye tarafından el konulan Lom Caddesindeki Mansur Hoca (Kiremitli) Camisinin bu sırada harap bir halde olduğu ve Banya Başı Camisine bitişik Türk hamamı ile Ahi Murad Vakfı hamamının ayakta olduğu anlaşılmaktadır. Ali Ferruh Bey’e göre Sofya belediyesi, adli makamların yardımı ile sokakların genişletilmesi ve kısmen de yıkılmaya yüz tuttukları bahane ve iddiasıyla İslam vakıflarını teker teker zapt ve tahrip etmiştir. 1884 yılında Sofya’dan geçen Emil De Laveleye ancak 8-9 tane cami görmüş ve onların da çoğu 1884 Martında dinamitle havaya uçurulmuştur. Bu durumda ilk altı yıl içinde Banya Başı Camisi hariç bütün Sofya camilerinin bir şekilde tasfiye edildiğini söyleyebiliriz. Ayakta kalan Osmanlı eserlerinden Sofya’nın en büyük camisi olan ve Rus komiseri Dondukov tarafından minaresi yıkılan dokuz kubbeli Mahmut Paşa Camisi (Cami-i Kebir, 1474) sırasıyla hastane, devlet matbaası ve milli kütüphaneye dönüştürüldükten sonra, nihaî olarak 1902’de arkeoloji müze haline getirilmiştir. Bir aralık tiyatroya dönüştürülmesi gündeme geldiğinde, Başbakan Stambolov “Camileri karagöze çeviremeyiz, öğrendikleri zaman İstanbul’da ne derler?” diyerek bu tasavvuru önlemişti. Caminin bitişiğindeki 40 odalı Mahmut Paşa Medresesinin ne zaman yıkıldığı meçhuldür. Ancak, Prens sarayının çaprazındaki medresenin ilk yıllardaki yıkım faaliyetinden kendisini kurtarmış olması güçtür. Sofya camileri bir yandan Avrupa tarzı bir şehir inşası uğruna yıkılırken, öte yandan bazı camilerin kiliseye çevrildiği görülmektedir. 1882 yılı Ağustos ayında Maliye Nazırı Grigor Naçoviç, hali hazırda cephanelik olarak kullanılan Kara Cami’nin (Sofu Mehmet Paşa Camisi/


Makale ve Analizler - 2019

33

İmaret Camisi) eskiden Sv. İliya Manastırı olduğu iddiasıyla kiliseye tahvilini istedi. Sofya Kilise İdare Meclisi ve Bulgar halk da bir takım efsanelere dayalı olarak Gül, Siyavuş Paşa, Fethiye, Sungur(lar) ve Kuruçeşme Camilerinin sırasıyla eskiden Sv. Georgi, Sv. Sofiya, Sv. Dimitır, Sv. Sv. Petır ve Pavel ve Sv. Georgi kiliseleri olduklarıiddiasıyla kiliseye çevrilmeleri için hükümete dilekçeler yağdırıyordu.Bunlardan “Sv. Georgi” Kilisesi (4. yüzyıl), II. Bayezid döneminde 16. yüzyıl başlarında Gül Camisine (Bayezid-i Veli Camisi), Sofya’ya adını veren “Sv. Sofia” Kilisesi (6. yüzyıl) ise 16. yüzyıl sonlarında Siyavuş Paşa Camisine tahvil edilmişlerdi. Fethiye Camisinin ismi de fetih sembolü olarak camiye çevrilmiş bir kilise olabileceği hissi uyandırmaktadır. Jorjeta Nazırska,Kuruçeşme Camisinin 1883 yılında kiliseye tahvil edilmesine karar verildiğini belirtiyor ise de Sofya Müftüsü Mehmet Hüsnü Efendi’nin hazırladığılisteden Fethiye ve Sungurlar111 camileriyle birlikte yıkıldığı anlaşılmaktadır.Yanındaki medresesi ve minaresi yıkılarak hükümet tarafından el konulan Gül Camisi, önce “Balkanski Sokol” adlı jimnastik cemiyetine verilmiş, ardından ecza deposu olarak kullanılmış, 1893 yılında ölümünden sonra naaşı Sofya’ya getirilen Prens Aleksandr Battenberg’e Bâbıâli’nin karşı çıkmasına Mahmut Paşa Camisi, halen Ulusal Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır. 1898 yılına kadar mozole ittihaz edildikten sonra nihaî olarak Sv. Georgi Kilisesine dönüştürülmüştür. 1818 depreminde mihrabı, 1858 depreminde minaresi yıkılan ve harabeye dönen Siyavuş Paşa Camisi ise 1878’den sonra metruk kalmış ve bir aralık odun deposu olarak kullanılmıştır. Siyavuş Paşa Camisi uzun süren kapalılık ve kısmi restorasyondan sonra 1900 yılında kiliseye tahvil edilerek ibadete açılmış ve 1906 yılında Sv. Sofia adıyla takdis edilmiştir. 1548’de Mimar Sinan tarafından inşa edilen ve minaresinin siyah mermerle kaplı olmasından dolayı yaygın olarak Kara Cami adıyla bilinen Sofu Mehmet Paşa Camisinin kiliseye çevrilmesi meselesine gelince;118 Grigor Naçoviç’in 1882’deki teşebbüsünden sonra Kara Cami, uzun süre cephanelik olarak kullanılmaya devam etti. Caminin karşısındaki vakıf hamam yıkıldı, bitişiğindeki 16 odalı Sofu Mehmet Paşa Medresesi ise hapishaneye dönüştürüldü. Petko Karavelov ikinci başbakanlığından sonra (1884-1886), Stefan Stambolov tarafından buraya hapsedildi. 1897 yılında civarda yaşayan Bulgar halkın caminin kiliseye çevrilmesi için kampanya başlatması ve Komiser Necip Melhame Efendi’nin (1898-1902) sessiz kalması üzerine,Başbakan Petko Karavelov’un emriyle 1901 yılında Kara Caminin kiliseye tahvili


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

için inşaata başlandı. Aslında Kara Cami’nin kiliseye dönüştürülmesi fikri Karavelov’a aitti. Kiliseye dönüştürme planı Aleksandır Nevski Katedralinin mimarı Rus A. N. Pomerantsev tarafından hazırlandı, restorasyon işleri ise Bulgar mimarlar Yordan Milanov ile Petko Momçilov tarafından yürütüldü. Kara Caminin kiliseye çevrilmesini önlemek için Bulgaristan Komiseri Ali Ferruh Bey ve Bâbıâli’nin 1902 ve 1903’te gerek Prens Ferdinand ile Stoyan Danev (1901-1903) ve Raço Petrov (1903-1906) kabineleri, gerekse Rusya, İngiltere ve Avusturya kabineleri nezdinde yaptıkları teşebbüsler sonuçsuz kaldı. Başbakan Danev, caminin Osmanlı zamanında 1863’te depo olarak kullanılmaya başlandığı, uzun süre metruk kaldığı için “sıfat- asliyesi zâil olup suret-i âhere kalb ve ifrağ edilebileceği”ne dair Sofya Müftüsü Bilal Efendi’den fetva alındığı, hali hazırda halktan toplanan 100.000 frankın sarf edilmiş olduğu, zaten caminin eskiden Yedi Azizler adıyla bir Ortodoks kilisesi olduğu vb. iddialarla Ali Ferruh Bey’in başvurularını reddetti. Petko Karavelov’un 24 Ocak/6 Şubat 1903’te ölümünden sonra, vasiyeti üzerine caminin avlusuna defnedilmesi geri dönüşyolunu kapattı. Kara Cami, Osmanlı protestoları eşliğinde 27 Temmuz 1319/ 9 Ağustos 1903 Pazar günü “Sv. Sedmoçislenitsi” (Yedi Azizler) Kilisesi adıyla takdis edildi. Sofya’da tasfiye hareketinden kendisini kurtaran yegâne cami 1566’da inşa edilen Banya Başı Camisi (Seyfullah Efendi Camisi) idi. Banya BaşıCamisi 1879’da ibadet edilebilen tek cami olmasına rağmen, savaş sırasında Bulgarlar tarafından tahrip edildiği ve minaresinin alemi yıkıldığından harap bir durumdaydı. Ayrıca vakıf gelirlerine el konulduğu için cemaat tarafından tamir edilemiyordu. Prens Aleksandr tarafından caminin tamiri için 1 Temmuz 1882’de 15.000 frank tahsis edildi ise de “camiye daha ziyade bir manzara-i latife hâsıl eylemek üzere” çevresindeki 4’ü vakıf olmak üzere 11 dükkân yıkıldı. 1886’da imam Hafız Ahmet Vehbi Efendi, caminin vakıf gelirlerinden mahrum olması dolayısıyla yardıma muhtaç bir haldeydi. 1890’da Belediye Başkanı Dimitır Petkov yeni bir hamam yapmak niyetiyle Sofya’da asli özelliği ile ayakta kalan tek cami olan Banya Başı Camisini ve bitişiğindeki Türk hamamını yıkma kararı aldı. Komiserlik vekâletinde bulunan Reşit Bey’e göre “sanat-ı mimariyesi câlib-i nazar-ı takdir olan” bu eserin yerine şehir dışında bir mescit yapılması düşünülüyordu. Banya Başı Camisi, Bâbıâli’nin Bulgaristan Kapıkethüdası Georgi Vılkoviç’e itirazı ve Mustafa Reşit Bey’in Başbakan Stambolov nezdindeki girişimleriyle yıkım teşebbüsünü atlattı. 1904 yılında caminin tamiri için padişah tarafından 100 lira tahsis edildi. 1906 yılında eski belediye başkanı ve


Makale ve Analizler - 2019

35

hali hazırda Dâhiliye Nazırı olan Petkov, belediye tarafından inşa edilecek olan kaplıca ve otel arsasına bitişik olması hasebiyle Petko Momçilov ve Avusturyalı Friedrich Grünanger tarafından hazırlanan projeye tesadüf ettiği gerekçesi ile Banya Başı Camisinin yıkımına ruhsat verdi. Bulgaristan Komiseri Sadık Paşa (1904-1908) ile Dâhiliye Nazırı Petkov arasında yapılan görüşmede, Petkov’un Banya Başı Camisi yerine uygun bir yerde aynı büyüklükte başka bir cami inşası teklifine karşılık, Sadık Paşa’nın hali hazırda müze olarak kullanılan Mahmud Paşa Camisinin Müslüman cemaate iadesi talebi, müzenin artık devlet malı olduğu gerekçesi ile Petkov tarafından reddedildi. Sadık Paşa, vaktiyle 46 cami bulunan Sofya’da kalan tek cami olan Banya Başı Camisinin, İstasyon Caddesine bağlanan Maria Luisa caddesinde olması dolayısıyla, Sofya’ya gelen Avrupalı seyyah ve ziyaretçilerin en başta dikkatini çeken bir İslam eseri olması yüzünden yıkılmak istendiği kanaatindeydi. Bâbıâli’nin tepkisi daha sert oldu. Bâbıâli, “Sofya’da mevcut olan 46 camiden 45’i ya kilise veyahut müze gibi mebâniye tahvil ve kısm-ı küllisi dâire-i belediyece plana tesadüf 1902); ettirilerek hedm ve tahrip edildiği halde her nasılsa şimdiye kadar mevcudiyetini muhafaza edebilmiş olan Banya Başı Camisinin de şimdi banyoya kalb edilmek istenilmesinin… âsâr-ı kadîme-i İslamiyeden birinin bile Sofya’da bulunmasının arzu edilmemesinden kaynaklandığı” beyanı ve üstü kapalı bir mütekabiliyet tehdidi ile Bulgaristan Kapıkethüdası Grigor Naçoviç’e bir nota verdi. Böylece Bâbıâli’nin ve Sadık Paşa’nın girişimleri sonucu Banya Başı Camisi bir kez daha yıkılmaktan kurtuldu. Sofya belediyesi camiye dokunmaksızın Türk hamamını yıkarak kaplıca inşaatını 1908-1913 yıllarında tamamladı. Öte yandan, caminin imam ve müezzini ile Bali Efendi türbedarına Bâbıâli’den maaş ödeniyordu. 1915-1917 yıllarında Osmanlı Evkaf Nezaretinin tahsis ettiği 15.000 lira ile cami tamir edildi. Bu esnada minarenin şekli değiştirilerek boyu kısaltıldı ve somaki mermerden yapılmış eski minberi yenilendi. Son olarak Osmanlı hükümeti tarafından 1917’de kubbelerinin yenilenmesi için 36 ton kurşun gönderildi. Banya Başı Camisi günümüzde de asli fonksiyonuna hizmet etmektedir. Böylece Sofya’da 1900’lerin başlarında Mithat Paşa’nın beş bulvarı, bazı meydan ve halk bahçelerinin bulunduğu yerler ile Banya Başı Camisi, restore edilerek Prensin ikametine sunulan hükumet konağı (Prens Sarayı), arkeoloji müzesine çevrilen Mahmut Paşa Camisi, hapishaneye dönüştürülen Sofu Mehmet Paşa Medresesi ve kiliseye çevrilen Gül Camisi, Siyavuş Paşa Camisi ve Kara Cami dışında artık eski Türk şehrinden hiç bir şey kalmamış ve şehir Avusturya ekolü ile yeni baştan inşa edilmişti. Bu yıllarda gördüğü Sofya’yı minyatür bir Brüksel olarak niteleyen ve onu Budapeşte ile kıyaslayan John F. Fraser Avrupa


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

merkezli bir yaklaşımla bağımsızlığın Bulgarlara hangi hammaddeden mamul olduklarını (Batıya) gösterme fırsatı verdiğini belirtir. Ali Ferruh Bey ise bu durumu Bulgaristan “hükümet ve ahali-i Hıristiyaniyyesinin fıtraten mütehallik oldukları nankörlük, taassub ve yağma” eseri olarak görür. Bağımsızlıktan hemen sonra Bulgarlar tarafından tahrip edilen ve bakımsızlıktan harap durumda olan Knyajevo’daki Bali Efendi Türbesi 1901 yılında Sultan Abdülhamid tarafından tamir ve tezyin ettirildi. 6 Haziran 1901’de Komiserlik heyeti, Sofya müftüsü, Sobranya İslam azası ve bazı zevatın katılımıyla türbenin açılışı yapıldı. 1990’dan sonra Türbe yeniden onarılmış ve bakımlı durumdadır. Kısacası Bulgar devleti ve Sofya belediyesi başlayıp gerçekleştirdiği İslam ve Müslüman eserlerinden ve izlerinden kurtulma hareketi ile beş asırlık Osmanlı hâkimiyetinin izlerini yaklaşık 30 yılda tasfiye etmiştir. Yani konu Rusçuk İslam eserlerinin kaderi Bizi izleyiniz. Paylaşanlara teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

37

Atatürk Ve Bulgaristan

Yazan: Prof. Dr. Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy Mustafa Kemal, Balkan Savaşından hemen sonra Türkiye’nin Sofya Büyükelçiliği’nde askerî ataşe görevinde bulunmuş ve daha o zamanki düşünceleriyle Bulgar aydın çevrelerinin dikkatini çekmiştir. Türk aydınlarıyla da sıkı temasta bulunarak, Türk azınlığın sorunlarıyla yakından ilgilenmiştir. Daha sonraki yıllarda Türk Kurtuluş Savaşının parlak zaferi, Bulgar kamuoyunun dikkatini yeni Türkiye Cumhuriyeti üzerine yöneltmiştir. Birçok bilim adamı, entelektüel çevreler, Mustafa Kemal’e ve gerçekleştirmekte olduğu köklü değişikliklere hayranlığını gizlemiyor ve yazılarında da bunu dile getiriyorlardı. Sofya Üniversitesi ve özellikle Balkan Yakındoğu Enstitüsü veya Özgür Üniversite adıyla da bilinen bu bilim merkezinde Türkiye’deki reformlar popülarize edilmekteydi. Üniversite öğretim üyeleri ve akademi kurumlarındaki bilim adamları, sistemli olarak Atatürk devrimlerini, Bulgaristan’la Türkiye arasındaki karşılıklı ilişkileri araştırmakta ve aydınlatmaktadırlar. Ünlü Bulgar bilgini St. S. Bobçev, Türkiye Cumhuriyeti hakkında pek çok yazılar yazanların, araştırmalar yapanların başında bulunmaktadır. S. Bobçev, Türk-Rus Savaşından (1877-1878) önce İstanbul’da lise öğrenimi, yine burada Tıp Akademisine devam etmiştir. Daha sonraları Rusya’ya iltica eder ve orada hukuk bitirir. Bulgaristan hukuk bilimleri tarihinde önemli bir yer alan üniversite öğretim üyesi ve Bulgar Bilimler Akademisi üyesi S. Bobçev, Adalet Bakanı, Eğitim Bakanı görevlerinde de bulunmuştur. Türkiye’de öğrenim görmüş, Türk dili, Türk tarihi ve Türk kültürü hakkında geniş bilgi sahibi olan S. Bobçev, Türkiye’nin yeni Anayasasını ilk kez Bulgarcaya çevirmiş, dergilerde Kemalist Türkiyesi’ndeki reformlarla ilgili birçok yazılar yazarak, yorumlar yapmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti hakkında: “Türkiye Cumhuriyeti,… her yönlü yeniliğe doğru gençlik adımlarıyla ilerlemektedir. Avrupa standartlarına göre yenileşmekte olan Türkiye, Asyalılığının dış belirtilerinden vazgeçmiştir”, diye yazmaktadır. (S. S. Bobçev, Kak, Koga i zaşto premahnaha v Turtsiya Sultanata i Halifata, V: “Nauçen pregled”, God. I, kn. 1, 1929, str. 3…).


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bobçev, Türkiye’de eğitim-öğretim alanındaki reformların önemi üzerinde durmuş, Lâtin esasına dayanan yeni Türk alfabesinin kabul edilmesinin yaratacağı kolaylıklara yüksek değer vermiştir: “Başarılabileceğine hiç kimsenin inanmadığı şey, yani 2-3 yıl zarfında Arap alfabesiyle varolan edebiyat-dinî, bilimsel, yasal, yargılama, sırf edebî, nesir ve nazım eserlerinin Lâtin alfabesi aracılığıyla yeni eserlerle değiştirilebilineceği, bu bir mucize oldu” demiştir. (S. Bobçev, Yeni Türkiye’nin Reformlar Özlemi ve Başarıları, “Nauçen pregled”, Yıl IV, 1932, sf.: 24-38) Söz konusu yazısında S. Bobçev, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunun çalışmalarına yüksek değer vererek, kültür reformlarıyla ilgili şunu yazmaktadır: “Mustafa Kemal Paşa’nın bu reformu şununla güçlüdür ki, geçmişi çiğneyerek ve efsaneleri atarak uzaklara bakan, büyük bir kültür ilerleyişi amacıyla sağlam bir esasa yaslanmıştır”. Bilgin, devamla şöyle demektedir: “Kemal Paşa’nın olmayacağı zamanlarda, davasının buhran geçireceği korkusu yoktur. Mustafa Kemal’in -yabancı ve Türk- düşmanları, Gazi M. Kemal’in kurduğu ulu binanın, kendisinin yönetimin başında bulunmayacağı ve yönetime katılmayacağı dönemlerde, yıkılmasını beklemeleri boşunadır. Eski Türkiye ortadan kalktı, eski Türkiye öldü. Yeni Türkiye değiştirilemez, reddedilemez bir gerçektir. Geri dönmek yoktur. Hep ileri gidilecektir. Türkiye’de birçok şeyler değişebilir. Özel yaşamı derin bir surette etkileyen bazı reformlar yeni bir biçim alabilir ve hatta bazılarından vazgeçilebilinir. Fakat büyük toplumsal reformlar, kadının yükseltilmesi yaşayacaktır, şeriat etkisinin, sultanlık idaresinin, Arap alfabesinin kaldırılması vb. bütün bunlar geri dönmeksizin ölmüştür. Yeniden doğmuş yeni Türkiye, kurucusu ve yaratıcısının verdiği esaslı içerik sınırlarında kalacaktır. Hep ileri ve ileri gidilecektir”. (S. Bobçev, Aynı eser, sf.: 17). Türk Millî Kurtuluş Savaşı, Atatürk reformları hakkında eserler yazmış başka bir Bulgar bilgini de İvan Georgiev Altınov’dur. Sofya Üniversitesinde hukuk profesörü, Bulgar Bilimler Akademisi üyesi olan İv. Altınov, “Bulgaristan’ın Çıkarları Gözönünde Bulundurularak Doğu Sorunu ve Yeni Türkiye” (Sofya, 1926) adlı monografIk araştırmasında özel olarak Mustafa Kemal’in kişiliğini, Türk halkının Millî Kurtuluş Savaşında yerini ve etkisini incelemiş ve şöyle yazmıştır: “Özgü niteliğinden başka, Türkiye’deki ulusal faaliyet, doğrudan doğruya kurucusu olan Mustafa Kemal’in kişiliğinin tamamen nüfuzu altındadır. Kişinin tarihte etkisini arayanlar için, doğrudan doğruya etraf dünyayı etkilemek yönünde yeni çağlarda, Mustafa Kemal Paşa’nın kişiliğinin doğudaki etkisinden daha tipik bir olay varol-


Makale ve Analizler - 2019

39

duğunu sanmam. Onun siması, Anadolu’da doğan millî faaliyeti tamamen canlandırmaktır….. Mustafa Kemal’in Türkiye Tarihi ve Doğu Sorununun gelişimi için ulu figürünü, özellikle İslâmın yol gösterici yıldızını başkentten uzak, Anadolu’nun karanlıklarında gören ilk düşüncede, uyanık bilincin parlayışında aramak gerekir. Çünkü bir kez Hilâfet’in merkezinden indirilen öldürücü darbelerden uzak Anadolu enginliklerine aktarılan öz kalbin nabzına İslâmın yurtsever oğulları yardımına ve Mustafa Kemal’in çabalarını paylaşmaya gecikmezler. O zaman ulusal yavru tehlike dışındadır. Güvenilir ellere teslim edilip onun şerefli geleneği zamanın işaretiyle belirlenmiştir”. (İv. Altınov, Aynı eser, sf: 166). Üç bölümden oluşan söz konusu monografik eserinin son bölümünde İv. Altınov, Mustafa Kemal’in öteki reformlarına yer vermekte ve özellikle medreselerin kapatılması, Hilâfet’in kaldırılması ile ilgili Atatürk’ü Büyük Petro ile, onun tutucu, dinî gericilikle savaşıyla karşılaştırmaktadır: “Türkiye’nin kurtarıcısı, Büyük Petro gibi, karanlıkların perdesini yırttı ve buyruklarını ülkeye duyurdu. Birkaç saat içerisinde tam üç yüzyıl süresince reformlar alanında yapılanların hepsini geçen kararlar alındı. Böylelikle Türkiye’nin toplumsal dönüşümlerinde son büyük olay da tamamlanmış oldu”. (İv. Altınov, Aynı eser, sf.: 431-432). İv. Altınov, Türk Millî Kurtuluş Savaşını, Atatürk’ün yetenekli büyük kumandan olmasını, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen köklü reformları işte böyle değerlendirmiştir. Sofya Üniversitesi Hukuk Profesörü, Bulgar Bilimler Akademisi üyesi olan Petko Hristov Stoyanov (1879-1974) da Türkiye Cumhuriyeti’ndeki reformları büyük bir tarihî olay olarak değerlendirmiştir. Bulgar-Türk Dostluk Cemiyeti‘nin Başkanlığını da yapmış bilgin, iki ülke arasındaki ticarî, iktisadî ve kültürel ilişkilere büyük önem vermiştir. 1930 yılında yeni Türk alfabesiyle hazırlanan “Türkçe-Bulgarca Sözlük”e yazdığı Önsöz’de vurgulayarak şunu yazmıştır: “Türklerin komşularından biz, Bulgarlardan daha çok kimse Türkçeyi bilmez ve Türk halkını daha iyi tanımaz. Ve yazılı olarak dillerini öğrenmekle biz, büyük kültür ve iktisadî önemi olan bir dava uygulamaktayız” (P. Stoyanov, Önsöz. İsmail Sabri, M. Hazimov, “Yeni Türkçe-Bulgarca Sözlük”, 2. Baskı, Varna, 1940, sf.: 5). 1938’de XXIV. Olağan Millet Meclisi’nin toplantı döneminde, Müslüman dinî mahkemelerinin yetenekleri yasa tasarısının incelenmesi dolayısıyla P. Stoyanov’un söylevi çok ilgi çekicidir. Dinleyicilere hitap ederek P.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Stoyanov şöyle demiştir: “B.B. Milletvekilleri saygı ve iyi niyet göstererek şunu itiraf etmeliyiz ki, son 20 yıl içerisinde Türkiye Cumhuriyeti çok büyük gelişmeler kaydetti… Biz, Türk milletinin ve Cumhuriyeti’nin şahsında -tekrar ediyorum- tarihin, gericilik olarak, bıraktığı her şeyden özgür bir millet karşısındayız. Gerçi tarihsel artıkların ortadan kaldırılması için -çoğu zaman- değişik yöntemler uygulanmış ve uygulanmaktadır; fakat uluslararası rekabetler, birbiriyle yarışlar ve bölge taksimatı alanı olan, 15 milyondan fazla nüfusu bulunan bir ülkede, ulusal köstek ve engel olan her şeyi ortadan kaldırmanın kolay bir şey olmadığını bilmek gerekir. Bu ulusal birliğe ulaşabilmek için pek çok araca ihtiyaç vardır. Türk milletinin, gerçekten de ülkeyi yükselterek bugün Yakındoğu’da, Türk devletinin şahsında, en modern ve her türlü özverilere hazır, kültür ve ilerleyişin temsilciliğini yapan yöneticilerin idealizmini tanımak gerekir” (P. Stoyanov, Söylev, XXIV. Olağan Millet Meclisi 1938 yılının 1. Dönemin Stenograf Günlükleri, C. II, sf.: 613). Stoyanov, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde eski teokratik sistemin kaldırılması ve lâik bir devletin kurulması hakkındaki düşüncesini şöyle açıklamaktadır: “Bugün Türk devleti lâik bir cumhuriyettir. Türk devletinin Ortaçağların ve İslâmizmin zorla kabul ettirdiği her şeyden kurtulduğu lâik bir cumhuriyet haline geldiği bugün bizim ilişkilerimiz açık, çağdaş bir esasa konulmuştur. Ben iddia ediyorum ki, benim düşüncelerimi kimse çürütemez” (P. Stoyanov, Aynı Söylev, sf.: 613). Hukuk Profesörü Stefan Gavrilov Balamezov (1883-1960) da uzun zaman Sofya Üniversitesinin Rektörlüğünü yapmış, Dışişleri Mezhepler Bakanlığında ve birçok Avrupa ülkelerinde Bulgar Büyükelçiliklerinde çalışmış, uluslararası konferanslara katılmış ünlü bir Bulgar bilginidir. St. Balamezov’un Balkanlar ve Türkiye ile ilgili yazıları, Türkiye açısından oldukça ilginçtir. Bunlarda Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliğini, Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki değişiklikleri ele almakta ve olumlu değerlendirmektedir (St. Balamezov, “Türkiye’de Durum”, “Otets Paisiy” Dergisi, Sayı: 15-16, 1930, sf. 248-149). Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliği ile ilgili konularda Dr. A. Nedelkov, Balkanlar ve Türkiye hakkında Dr. G. P. Genov gibi birçok Bulgar bilgini yazılar yazmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

41

Radikal reformlar gerçekleştirilmekte olan komşu Türkiye hakkında yirmili ve otuzlu yıllarda Bulgar basınında olumlu yazılar yayımlanmıştır. St. .Stoyanov, “Sila” dergisinin dış politika sütunlarında “Balkanlar” adlı makalesinde Türkiye’nin bir Balkanlar gücü olarak gelişmekte olduğunu ve Türklerle Bulgarları ayıracak, uzaklaştıracak özel sorunların bulunmadığını yazmaktadır (St. Stoyanov, “Na Balkanite”, sp. “Sila”, br. 13, 1923, str. 189). İki Dünya Savaşları arası döneminde Bulgar basınında, genellikle “Uçitelska misıl”, “Rodna reç”, “İzvestiya na Narodniya etnografski muzey” vb. yayın organlarında her şeyden önce Türkiye’deki yeni eğitim ve öğretimin gelişmesiyle ilgili bir dizi yazılar basılmıştır. Yine olumlu bir ruhta “Çitalişte” dergisi de Arap alfabesinden vazgeçilerek, Lâtin alfabesi esasına dayalı yeni Türk alfabesine geçilmesini belirterek, en önemli olan yanı şudur ki, “sadece birkaç yılda bütün kütüphaneler yeni harflerle yazılmış eserlerle doldu”, diye yazmaktadır. Yazı devriminin zorluklarını değerlendirerek Bulgar aydınları, Türk hükümetinin memurları, görevlileri, öğretmenleri vb. zümreleri özel kurslardan geçirmesini, yeni eğitim-öğretim araç ve gereçlerinin yayımlanmasını büyük bir başarı olarak nitelendirmektedirler (D. Vasilev, Biblioteki i çitalişta v nova Turtsiya, sp. “Çitalişte”, God. XL, kn. 3-4, 1932, str., 125- 126). Prof. Gatolov, İnkılap, Türkiye’nin müstakil kültürel gelişmesine geniş enginler açmış, aynı zamanda yazı dilinin de millî demokratik esasa dayanarak gelişmesini sağlamıştır. Halk dilinin zenginliğinden yararlanarak, Türk yazı dili son zamanda canlandı, tazeleşti ve daha anlaşılır bir dil oldu, demektedir. Prof. Gatolov, eğitim ve öğretimin dinî kurumlardan ayrılmasının büyük öneminden bahsetmektedir. Dinî eğitim kurumlarını tutuculuğun, gericiliğin birer ocağı olarak göstermekte ve ruhanî zümrenin çoğunluğu, yeniliğin, millî eğitimin lâikleşmesinin düşmanı kesildiğini vurgulayarak, Türk devletinin bu uğurda yaptığı reformları çok olumlu bulmaktadır. Yabancı okulların da imtiyazlarına son verilerek, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığıının kontrolüne geçirildiklerini takdirIe karşılamaktadır (Prof. Gatolov, Sıvremenna Turtsiya. V: sp. “Nauçen pregled”, 1938, No: 1, sf.: 40-42). St. Bobçev, Türkiye’deki büyük sayıda Hıristiyanlar, yerli ve yabancı, sadece konuşma dilini bilenler, şimdi Türkçe kitapları, dergileri, gazeteleri okumaktadırlar, diye yazmaktadır (St. Bobçev, V Hova Turtsiya. “Nauçen pregled”, 1929, No 3, str. 247-260).


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk dilinin yabancı unsurlardan arındırılması hakkında dilci olmadığı hâlde, ancak Türkiye’de öğrenim görmüş ve Türkçeyi mükemmel bir şekilde bilen, Türkiye’de kültür alanındaki yenilikleri destekleyen St. Bobçev, Türk dilinin esas söz varlığının malı olmuş Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçeden atılmasında fazla ileri gidildiğini: “İtiraf edilmelidir ki, bu çabalarda galiba aşırılıklara gidilmektedir” cümlesiyle bu konuda kendi görüşünü belirtmiştir. İşte böyle, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında Türk Millî Kurtuluş Savaşı, yeni Türkiye Cumhuriyeti ve gerçekleştirilen radikal reformlar, Bulgar araştırmacılarının, Bulgar basınının esas konularından birini oluşturmuş ve bu komşu ülke hakkında Bulgar kamuoyuna, Bulgar toplumuna devamlı bilgi verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilmekte olan kültür reformları Bulgaristan Türkleri tarafından büyük coşkuyla karşılanıyordu. Atatürk’ün devrimci atılımlarını adım adım izleyen Bulgaristan Türk aydınları, hiç gecikmeden daha 1928/29 ders yılında Lâtin esasına dayalı yeni Türk alfabesiyle özel statüde bulunan Türk okullarında eğitim ve öğretime geçilmesini sağladılar. Okullarda ve okuma evlerinde kurslar açılarak kadını, erkeği, yaşlısı, genci bütün Türk halkının da yeni harfleri öğrenmesi için geniş çapta bir faaliyet başladı. Kültür dernekleri ve spor klüpleri kuruldu. Bulgaristan Türkleri örgütleniyor, haklarını arıyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllarda Bulgaristan’da lâik Türk okullarının sayısı l700’ün üzerine çıktı, bir hayli Türkçe ders kitabı basıldı. Yeni açılmış Türk Öğretmen Okulu (1918-1928) ve Nüvvap Okulu (1922-1947) ilk mezunlarını vermeye başladı. Bulgaristan Türklerinin tek ve çok önemli bir kurumu olan Türk Öğretmenler Birliği, Atatürk ilkelerine dayanarak Bulgaristan Türklerinin lâik eğitim ve kültürü ile ilgili kararlar alıyor, bu kararların uygulanması için gereken çaba harcanıyordu. Turan Gençlik Birliği de kuruldu ve kısa bir zamanda bütün Bulgaristan çapında Türk gençleri kitle hâlinde Turan örgütüne üye oluyor, gösteriler, kültür ve spor yarışmaları düzenleniyordu. Çıkardıkları Turan adlı gazete de gençlerin bu faaliyetlerini yaymakta ve kültür gelişmelerinin arttırılmasında büyük rol oynuyordu. Bu dönemde Türkçe çıkan gazete ve dergilerin sayısında da bir artış görüldü. Bunların bir çoğu yeni harflerle çıkıyor, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki köklü değişmeleri destekleyen yazılar yayımlanıyordu. Türklerin bütün bu faaliyetleri Bulgar yasalarına uygun bir biçimde yapılıyordu. Ancak Türkler arasındaki bu kalkınma Bulgar makamlarını rahatsız etmeye başladı. İşte bu olumlu gelişmeler çok görülerek yirmilerin sonlarına doğru Bulgar makamlarınca kısıtlanmaya geçildi, 1934 yılı hü-


Makale ve Analizler - 2019

43

kümet darbesinden sonra da Türklerin karanlık günleri başladı. Türk okulları kapatılmaya veya Bulgar okuluna dönüştürülmeye başladı, Türkçe basın yasaklandı. Türk aydınlarından da birler öldürüldü, birleri sürgüne veya hapse gönderildi, birçokları da Atatürkçü, Pantürkist diye Türkiye’ye göçe zorlandı. Türk Kurtuluş Savaşının başarıyla sona ermesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliğini, eğitim, kültürel vb. alanda yapılan köklü değişikliklerin ve elde edilen büyük başarıların Bulgar aydınları ve Bulgar halkı tarafından olumlu karşılanması elbette doğaldır. Bulgar halkına bu hususta bilgi veren ve reformları olumlu de-ğerlendiren Bulgar aydınlarından birçoğu, söz konusu dönemde Bulgaristan devlet kurum ve kuruluşlarında, Bulgar Millet Meclisinde milletvekili, bazıları Bulgar hükümetlerinde, Bakanlıklarda görev almış, Bulgaristan politikasının yönlendirilmesinde söz sahibi olmuş devlet adamlarıydılar. Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkilerde önemli rol oynamış kişilerdi. Ancak ne yazık ki, aynı dönemin Bulgar devlet yöneticileri, Türkiye’deki yenilikleri alkışlayanlardan bazıları, yukarıda adı geçenler de dahil, kendi ülkelerindeki Türkleri Cumhuriyet Türkiyesi’nin reformlarından uzak tutmak, Bulgaristan Türkünü cahil bırakmak için canla başla çalışmışlar ve özellikle Türk aydınlarına karanlık günler yaşatmışlardır.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

45

Bulgaristan’da Başsavcı Tepesine Savcı

Tarih: 09 Aralık 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Hukuk üstünlüğü olmayan bir memleketin ana sorunu ne olabilir? Yarın 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Gününüz Kutlu Olsun. Bulgaristan Cumhuriyetinin yeni Başsavcısı İvan GEŞEV seçileli 2 hafta oldu. Bu Seçim olağanüstü ağır ve gergin bir ortamda geçmişti. Başsavcılıkta tartışmalı seçim toplantıları sürerken, yağmur kar demeyen göstericiler kesin kararlılıkla sert protesto gösterilerinde nöbet tuttu. Cumhurbaşkanı Rumen Radev veto hakkını kullandı. Demokratik kamuoyu kısacası halk gece gündüz direndi. Bulgar Başsavcısı yedi yıl için seçiliyor ve Başsavcı hiçbir makama hesap vermeden uygun bulduğu şekilde, uygun gördüğü gibi hareket edebiliyor. Protestoya çıkan halk Başsavcının Meclise 3 ayda bir hesap vermesini istedi. Avukatlar barosu ve uzman hukukçular Başsavcının meclise hesap vermesinin ve bazı haklarının sınırlanmasının Anayasa Mahkemesince de çözülebilir bir sorun olduğuna işaretle, Cumhurbaşkanından sorunu Anayasa Mahkemesine göndermesini önerdiler, fakat hiç biri olmadı. Basında çıkan yazılarında Anayasa değişikliği için Büyük Millet Meclisi (BMM) seçimi yapılmasını istendi. Bu öneri Cumhurbaşkanı Radev tarafından da desteklendi, fakat o meclise böyle bir öneride bulunmadı. Bulunmuş olsa bile yine Anayasaya göre, üçte iki çoğunluğun onayını alması gerek ki, bu da şimdiki parlamento bileşimde zor olabilir. Anayasa hukuku uzmanlarından av. Mihail Ekimciev, kördüğümün BMM seçimi yapılmadan ve Anayasa değişikliğine gidilmeden, Bulgar ceza kanununda bazı maddelerin değiştirilmesiyle de çözülebileceğine işaret etti. Kamuoyunda konu tartışıladursun Avrupa Birliği Hukukçular Konseyi bu defa olaya parmak bastı. Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde hukukun üstünlüğünü gözetleyen Venedik Hukukçular Komisyonu Sofya’ya görüş ve öneri gönderdi. 7 Aralık 2019 sabahı ivedilikle toplanan Başbakan Boyko Borisov yönetiminde acil toplanan Bakanlar Kurulu öneriyi görüştü ve şu kararı aldı.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1.Başsavcısı soruşturulabilecek ve onun ve Başsavcılığın bütün işlerini denetleyecek, Bulgar Yüksek Yargı Konseyine bağlı. Ayrıca yeni bir bağımsız Yüksek Savcılık Kurumu oluşturulacak. Demek oluyor ki, yeni Başsavcı İvan Geşev’e Venedik Komisyonu yüksek hukuk uzmanları da güvenmediğinden, Başsavcıyı kontrol edecek yeni bir hukuk organı kurulacak ve bu makam Bulgaristan’da adaletin gözü olacak. 2.Başsavcı 3 ayda bir Halk Meclisinde rapor verecek. Böylece göstericilerin istekleri kabul edilmiş olacaktır. Doğrusu bu gelişme beklenmiyordu, sürpriz oldu. Çünkü Bulgaristan’da 30 yıldan beri Adalet reformu, demokratik insan hakları, yasaların üstünlüğü gibi konularda mücadele veriliyor, fakat şimdiye kadar ileri adım atılamamıştı. Borisov hükumeti Adalet Bakanı İvanov Reform Paketi hazırlamıştı, fakat meclisten geçiremedi. Hem demokrasi kapısı açacak bu reform o dönem HÖH Genel Başkanı olan L. Mestan’ın ısrarıyla suya düşürülmüştü. Bilindiği üzere son 30 yılda milli istihbarat “DS” kadrolarıyla ve Başsavcılıkla çok yakın çalışan bir kurum, HÖH organlarıdır. HÖH milletvekili ve oligarşi yamağı Delyan Peevski’nin Başsavcılık uzantısı biri olduğu iyi bilinir. Yine II. Borisov hükumetinde Reformcu Blok kadrolarının hukuk reformu çabaları da suya düşürülmüştü. Venedik Komisyonu Avrupa ve Amerika Üniversitelerinden en önemli ve çok deneyimli hukuk hocalarından ve ünlü anayasa hukuku ve ceza hukuku uzmanlarından oluşuyor. Avrupa Konseyine bağlı çalışıyor. Bu komisyonun üyesi ve Hollanda Hükumeti hukuk danışmanı Yüksek Yargıç Gaer, Bulgar basınına Komisyon adına yaptığı açıklamada, Bulgaristan Başsavcısını denetleme göreviyle bağımsız bir savcının atanması gereğine işaret etti. Bulgaristan’da bağımsız savcı var mı ve eğer varsa bu kişi kimdir? Yoksa nereden bulunup atanacak? Şimdilik belli olmadı… Önce Avrupa Konseyinde Bulgaristan’daki adaletsizliğin yakından izlendiği ortaya çıktı. Tabii bir kişi ne yapabilir? Başsavcıyı denetleyecek tek kişinin yetkilerini kim denetleyecek. Bağımsız olan bu kişiyi hangi kurum denetleyecek vs vs sorular yağmurdan sonra mantar gibi belirdi. Dikkate alınmayan bir hukuk reformunun yıllar aldığı ve tek kişi tarafından yapılabilecek bir uygulama olamayacağı gündem oldu ve adalet reformu isteyenler kavgaya devam dediler.


Makale ve Analizler - 2019

47

Bu gelişmelerin temelinde ve gizeminde yer alan, 2007’de Bulgaristan AB üyesi olalıdan beri ülkede yönetimin yüksek katlarında adı rüşvete karışan hiçbir kişinin tutuklanıp sorgulanmamasıdır. Cinayet işleyenlerin de adalet makamı önüne çıkarılmamasıdır, Avrupa fonlarını ve Banka soygunu gibi suçlardan içeride olması gereken kişilerin serbest dolaşmaya devam etmesidir, Brüksel’den halka gönderilen yardımların adreslerine ulaşmadığı gerçeğidir vs. Bulgaristan’da komünist dönem suçlularından hesap sorulmamıştır. Maske değiştirenler politik ve sosyal yaşamı yönetmeye devam ediyor. Komünist totaliter yönetimdekilerin oğulları, kızları ve torunları bugün iktidardadır ve demokrasi ilkelerine dayanan bir hukuk üstünlüğünün uygulanmasını asla kabul etmek istemiyorlar. “Tek dilli, tek milletli Bulgar devleti” ülküsü uygulanmaya ve azınlıklar ezilmeye devam ediyor. Konuya ilişkin Bulgar TV-lere demeç veren Sofya “Kliment Ohridski Üniversitesi” Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Daniel Vılçev, Bulgaristan’da Başsavcıyı soruşturma mekanizması olmadığına işaret ederken, aynı zamanda şimdi seçilen Başsavcı İvan Geşev’in “toplumda ve yargı sisteminde mesleksel ağırlığı olmayan biri olduğuna” vurgu yaptı. Prof Dr. Vılçev’in görüşüne göre, Başsavcı görev süresi bittikten sonra ve dokunulmazlığı ve sorgusuzlaşmazlığı kalktıktan sonra sorgulanıp, suçu varsa yargı kapısının açık olduğunu dile getirse de, Bulgaristan’da buna inanacak kimse kalmadı. Adil düzen kurulabileceğine inanmayan gençler Üniversitelere kaydını yaptırmıyor, 56 üniversitede 40 bin boş yer var. Gençler, bu “bilim” kaynağından akan suyun acı olduğuna daha lisede inandıklarından, dış ülkelere kaçıyorlar. Memleketimizde sona kalan dona kalıyor. Adalet işleri dona kaldı gibi. 1944-46 yılları arasında 25 000 kişi sorgusuz sualsiz, mahkemeye çıkarılmadan idam edildi. Çar II. Simeyon 50 yıl sonra Madrit’ten döndü, başbakan oldu ve benim yerime ve adıma atılan imzalarla 25 bin kişi idam edilmiş nasıl olur, bu işin sorumluları tutuklansın. Tedbirler alalım, demedi. Başsavcılık hiçbir suçlunun adalet divanında yargılanmasına yol vermedi. Memleketimiz ipleri perde ardından çekilenlerin iradesine uygun kukla kişiler tarafından yönetilmeye devam ediyor. Venedik Komisyonu isteğine hemen uyuldu ve hükumet, Başsavcı Geşev’in tepesine başka bağımsız bir Başsavcı dikeriz, deyiverdi. Başka bir şey önerilseydi o da kabul edilecekti kuşkusuz. Önemli olan adalet reformu yapmak değil, dışarıdan, telefonlardan, büyükelçiliklerden istenenlere tamı tamına uymak. O zaman suç sanki bizden gidiyor…


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yargıya çıkarılmadan “Belene” ölüm kampına doldurulan binlerce kişinin işkence görmesi, yıllarca ezilmesi de sorup soruşturulmadı ve suçlulardan hiç birinden hesap sorulmadı. Bu gün bile Belene’de yatanların listelerinde hala Bulgar adları var fakat bunu gören yok. Kamp yöneticilerinin, eski başsavcıların yakınları bugün mecliste ya da en büyük katillerin oğulları Belediye Başkanı koltuğundadır. Yeni seçilen Ruse Belediye Başkanının babasının aynı şehrin polis şefi olarak 1 300 kişiyi katlettiğini basın açıkladı. Fakat ufak tefek isteklerin yerine getirilmesiyle avutulan seçmen “olan olmuş ne yapalım” deyip kendini avutmaya devam ediyor. Kısaca Bulgar Türk vsy. fark etmez, milletle dalga geçiyorlar. 1964 yılında Pomaklara saldırıdan tutuklanan suçlu yok. 1972-73 Pomak katliamından sorguya çekilen, tutuklanan, yargılanan ve içeri atılan suçlu yok. Köylerin hepsinde şehit anıtları, toplu mezarlar var. Bu suçların hepsi Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Anayasası ayaklar altına alınarak işlenmiş suçlardır. Başsavcı ve savcı ordusu bilgisinde işlenmiş devlet terörü suçları devamlı ört bas edilmiş, kanlı olaylar kamuoyundan gizlenmiş ve Prof. Dr. Daniel Velçev’in ifadesiyle isim değiştirme sürecinde devlet terörü uygulanarak, “soykırım denemesinde” bulunulmuştur. Fakat Başsavcılık işlenen gaddarlıklara yıllarca seyirci kalmış, anayasayı, insan hakları ilkelerini işletmemiş, adalet aramak amacıyla davalar açmamıştır. Azınlıklar köle muamelesi görürken sağır ve kör kalmıştır. Aynı devlet terörü ve amansız zulüm 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerine de uygulanırken 517 aydın Türk “Belene” adasına kapanmış, bedava çalıştırılmış ve kendilerine işkence ve zulüm edilmiştir. Bulgaristan Türk iradesi bu adada kırılamasa da aydınlarımızın isimleri, baba adları ve soy adları bu adada zorla, işkencelerle değiştirilmiştir. Bir insanın adından daha değerli ne olabilirdi… 15 bin Türk kahraman hapse girip çıkmış, birçokları aileleriyle birlikte uzak ve ısız köylere, kimsenin yaşamadığı yerlere sürgün edilmiştir. Bulgaristan Türklerini parçalayıp dağıtmak amacıyla 1950’de, 1968-70-78 arasında ve 1989’da kitle göçleri olmuş ve dış ülkelere kovulduk. Bu planlı ve sinsi bir terör operasyonuydu. Osmanlıdan beri devam eden bir süreçtir. Bu suçlar her defasında susmayı ve görmemeyi-işitmemeyi seçen komünist Başsavcıların bilinçli vurdumduymazlığı şartlarında işlenmiştir. 19441989 yılları arasında ne sosyalizm (1946-1970) ne de totalitarizm (19701989) yılları arasında kendisinden hesap sorulan, sorgulanan, görevden alınan ve yargılanıp içeri atılan hiçbir Başsavcı ve savcı yoktur.


Makale ve Analizler - 2019

49

Bulgar totalitarizmi Başsavcılıkla – Komünist Parti yönetiminin birleşip kaynaşmasıdır ve Bulgar zulüm erkinde güç böyle oluşmuştur. Bu güne kadar yıl 2019 sorgulanıp yargılanan hiçbir BKP İl ve İlçe örgütü sekreteri de yoktur. Yalnız 1984-85 döneminde isim değişikliğine, anadilimizin ve dinimizin yasaklanmasına tepki gösteren 37 kahramanımız kurşunlanarak öldürülmüş ve bunların hiç biri hakkında dava açılmasına izin vermeyen yine bu Başsavcılıktır. O kadar sıkıştırılmıştık ki, tek sığınağımız mezarlıklarımız kalmıştı. Davamızı, Kimliğimizi yaşatmak için dipdiri gömülmeye razı kahramanlar vardı. 1990 Anayasası, Hak ve Özgürlük (DPS) Milletvekilleri ve Demokratik Güçler Birliği (CDC) milletvekillerinden bir kısmı tarafından imzalanmadı. Kararlı tepkinin nedenlerinden biri, kolektif bilinçli yaklaşımla anayasa tuzağının çözülmesi oldu. Haksızlığımız cilalanmış bir paket içinde yaşatılmak isteniyordu. Yeni tuzağı kuran da yine Moskova’ydı. Bataklık kurbağası Ahmet Doğan sosyalistlere koltuk değneği olmayı kabul etmişti. Türk azınlığa kolektif haklarını tanımamalıdılar. Müslümanlık ve Türklük üzerinde laneti devam etti. Halkımızın her şey canına tak demiş, düşmanın laneti umurunda değildi, kulaklar tıkanmıştı. Anadil yasağı en acı zehirdi. Sözde ilk demokratik anayasa, Başsavcıya sınırsız ve denetsiz haklar ve hak ve özgürlükler tanımıştı. O zaman Venedik komisyonu yoktu ve “Ne yapıyorsunuz?” diyen olmadı. Özellikle azınlıkların hak ve özgürlükleri rafa kaldırılmıştı, ona da “Çıt” diyen olmadı. Memleketimizde sivil toplum kurulması yollarının kesilmiş, adalet yolu tamamen kapanmıştı. Ona da “Bakarız!” diyen olmadı. 1991’den beri değişen Başsavcılardan hiçbiri insan hakları konusunda tek söz söylememiş. Totalitarizm suçlularına karşı bit tek dava açmamış. Azınlık çocuklarının kör cahil, okul dışı kalmasına karşı da önleyici tedbirler almamıştır. Türk seçmenler seçim günü tartaklandılar, bu konuda da “dava” açmadı. Bu işlerde her sakızı çiğneyip balon yapma meraklısı “Dost” başkanı L. Mestan’ın suçu ad edilir gibi değildi. Bulgaristan’da ilk kes Türklerin Bulgar faşist-komünistlerini Başsavcılık yardımıyla yargılayıp, kendilerinden hesap sorma fırsatı ele geçmişti, olayın üstüne bir kızak…..yaptı. Sonra yine kahramanlık taslaması ayıp oldu ve halk tokadını yedi… Biz Müslüman gayrı menkullerinin iadesi konusunda kazanılan davaların yerel makamlarca, belediyelerde uygulanmadığı ve Başsavcılığın trajikomik duruma seyirci kaldığı bir toplumda yaşıyoruz. Memleketimizde artık


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mahkeme kararlarının hükmü yok. Başsavcı susuyor. Mahkeme kararlarını uygulamayan Belediye Başkanları görevden alınmıyor. Bu yıl Plovdiv (Filibe) ilindeki Voyvodino köyünde evleri yakılan Romanların dava kazanıp gettolarına geri döndüklerinde Belediye başkanının mahkeme kararını tanımaması herkesi ürpertti. Doğduğu yerde yaşamak isteyenler davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıdı. 2018’de 12 meskûn yerde evleri yıkılanlar sokakta kaldı. Başsavcılık her defasında sustu. Her defasında azınlıklara baskıdan yana çıktı. Katilleri durdurmadı. Hatta faşistlerin topuz dikeni Avrupa Parlamentosunda İnsan Hakları Komisyonuna alındı. Güler misin, ağlar mısın? Feci bir durum! Evet bunlar hepsi yaşandı. Son yasa dışı gelişmelerin başında ise, sosyal durumları zayıf olan ve geçimsizlikten kavga eden ailelerin çocuklarını alıp Norveç’e gönderme olayı var. 2018’de ailelerden alınan 4 bin çocuk ortalıkta yok. Norveç çocuk istiyor para göndermiş ve Bulgar hükumeti ve Başsavcılık tuzak kuruyor. Dolapların dönmesi için Başsavcılığın kör ve sağır kalması yeterlidir. Dış ülkelere çocuk satan mafyaların kılına dokunulmamasının ardında da yine namusluluk taslayan Başsavcılık olduğu iyi biliniyor. Bu sıralamaya yolsuzluklar ve dolandırıcılık ve dalavere olayları da eklendiğinde DPS partisi yönetiminden birçok kişinin de mafya kökenli olduğu hemen ortaya çıkıyor ve Başsavcılık himayesinde dolaplar çevrildiği dikkati çekiyor. Mecliste DPS Hukuk Komisyonu Başkanı H. Hamid Başsavcılığı överken günah kazanında boğulacaktı, topluma rezil oldu. Bulgaristan’da 30 yıldan beri Adalet reformu yapılamıyor. Yargıçların hemen hemen hepsi polis akademisinde öğrenim görmüş. Bu kişiler adaletin adının cop olduğuna inanmış kişiler. Onlarda biri de yeni Başsavcı Iv. Geşev’dir. Yargı kösteklenmiştir. Komünist anlayış devam ediyor hiç bir ilerleme yoktur. Seçim kanunu da rafa kaldırılmıştır. Dış ülkelerdeki seçmenin oy kullanması, seçilip seçebilmesine 6 yıldan beri engel olunuyor. Daha 2017’de önerdiğimiz gibi posta ile oy kullanılmasına izin verilmiyor. Sandık sayısı kısıtlı tutuluyor. Seçim sisteminin ve ardından politik sistemin değiştirilmesini isteyen yeni siyasetçi Shoumen Slavı Trifonov’un “Böyle Devlet Olamaz” politik partisi tescil edilmedi. Gerginlik yeniden sokaklara taşmaya başladı.


Makale ve Analizler - 2019

51

Halk, demokratik kamuoyu, azınlık temsilcileri Cumhurbaşkanı Rumen Radev’ten hukukun üstünlüğünün sağlanmasını istiyor. Bulgaristan’ın bir “bataklık” olduğunu saptamak, kendiliğinden hiçbir sorunu çözmüyor. Bu örnekler, eski Başsavcı Tzatsarov döneminde işlenen yukarıda sıralanan suçlardan tutuklanıp yargılanan olmadığına göre, Tzatsarov’un 7 yıl için Devlet Dolandırıcılıkla Mücadele Komisyonu Başkanı görevine atanmasıyla hakkında yine kava açma yolunun kapalı kaldığına işaret ediyor. Bulgaristan ebedi dokunulmazlığı olan mafya oligarşi kuklaları tarafından yönetilmeye devam ettikçe hiçbir konuda adalet sağlanamaz. Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Daniel Vılçev, Bulgaristan’da Başsavcılığın eskiden olduğu gibi şimdi de olağanüstü büyük hakları olduğundan toplumun korktuğunu söyledi. Demokratik Bulgaristan Hareketi Başkanı hukukçu İvanov, İvan Geşev’in Başsavcı seçilmesiyle Bulgaristan’da Başsavcılık Cumhuriyeti tehlikesi belirdiğini belirtti. Venedik Komisyonu önerilerinden sonra, iktidar partisi GERB milletvekili ve eski Anayasa Mahkemesi yargıcı Georgi Markov basına açıklama yaparak şöyle dedi: “Bulgaristan yargı sistemi pes etmiş durumdadır. 30 yıldan beri en ağır bunalım yaşıyor. Komünizm yıllarında da bu kadar derin bir hukuksal bunalım yaşanmamıştı. Yüksek Mahkeme Başkanı kendini politik lider sanıyor. Dur! Ne yapıyorsun? Diyecek yok. Biz parlamenter bir cumhuriyetiz. Yargı Cumhuriyeti değiliz.” Yeni olayların halk meclisinde görüşülmesini bekliyoruz. Diktatörlük yolu mutlaka kesilmelidir. Başsavcı Tzatsarov faşistlerin, aşırı milliyetçilerin ve ırkçıların iktidar ortaklığına tırmanmalarına ve oraya yerleşmelerine, bakanlar istifaya zorlanarak siyasi tablonun retüş edilmesine göz yummuştur. Öğrenmek bilgilenmek isteyenler, bizi izlemeye devam etsinler. Lütfen çevrenizi de bilgilendirmek için paylaşınız.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değişen Durum

Tarih: 13 Aralık 2019 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Batıya Kayan Bulgaristan ve Yemlikteki Partiler Bulgaristan Cumhurbaşkanı R. Radev ülkenin 2019 yılı nitelemesinde “bataklık” derken, Başbakan B. Borisov da anlaşamadığı Cumhurbaşkanı hakkında “beyni pane olmuş adam” dedi. Bu 2 değerlendirme ülkedeki durumu ve aynı zamanda devlet düzeyindeki çelişkilerin çok derinleştiğini bir daha ortaya koydu. Her gün bir olay oluyor ve bu olaylardan bazıları bazılarının, diğerleri de ötekilerin lehinde olurken, 12 Aralık tarihinde Brüksel’den Bulgaristan aleyhinde ciddi bir haber geldi. Olay şöyle. Avrupa Parlamentosu (AP) “Mobilite” isimli, Avrupa ülkelerinde TIR araçlarının çalışması ve durumunu yeniden düzenleyen bir yasa görüştü. Bu yasaya “Macron Kanunu” dendi. Fransa Başkanı girişimiyle hazırlanan yasanın maddelerinde, Bulgaristan da aralarında, Güney Doğu ve Doğu Avrupa ülkelerinde kayıtlı olan TIR araçları ile Batı ve Orta Avrupa ülkelerinde bir hafta çalışınca 2 gün için ya araç parka çekilip şoförü ülkesine dönecek ya da otele veya motele çekilip istirahat edecek. Bunu yapmak istemeyenler Araçlarını Batı ülkelerinde kayıt ettirip, vergilerini, KDV ve diğer ödemelerini o ülkelere ödemek zorunda kalacaklar. Bu yeni düzenleme Bulgaristan TIR araçlarını ve dolayısıyla TIR sahiplerini, onların şirketlerini ve ailelerini direk olarak ilgilendiriyor. Yeni durumda araçlar Batı ülkelerine tescil ve kayıt ettirince, toplam 160 bin Bulgaristan vatandaşının Batı Avrupa ülkelerine taşınması gerekecek. Bu gelişmeden Bulgaristan Cumhuriyeti Gayrı Safi Milli Hâsılasının yıllık kaybı tüm hâsılatın % 15’ine eşit olacaktır. Bu, çok ciddi bir kalemin kırılması anlamına gelir ki, sosyal yaşamı zorlayıcı etkilemesi bekleniyor. Olan oldu, diyecek yok. *** İki haftadan beri Bulgar Parlamentosu 2020 bütçesini tartıştı ve kabul etti. Bu yılın Mart ayında Bulgaristan’da siyasi partilere karşılıksız yardım defteri kapanmıştı. Şimdiye kadar parlamento seçimlerinde % 2 oy alan siyasi partilere oy başı 11 leva yardım veriliyordu. Son 7 ayda karaya çarpan ve susuz kalan balık gibi “para-para” diye çırpınanlar arasında, hükumet ortağı, aşırı milliyetçi – VMRO – İç Makedon Devrim Hareketi ile sözüm


Makale ve Analizler - 2019

53

olan Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe (NDSB) partileri başta geldi. Hatta yalnız “küçük partilere” yani kendilerine karşılıksız yardım isteyecek kadar ileri gidip yüz-süzleştiler. Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) milletvekilleri karşılıksız yardımların kaldırılmasını istedi. Belki de, DPS, böylece faşistlerin meclisten kovmayı amaçlıyordu, fakat sonunda GERB ile DPS’nin (eski komünistlerin) iktidar ve muhalefet olarak, her konuda kedi köpek olsalar da, bu konuda işi oldu bittiğe getirmeyi başardılar. Bundan sonra büyük ve olağan seçimlerde gerekli oyu alan partilere oy başı 8 leva yardım verilecek. Bu konuda BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak, oy başı 8 leva para ödenmesini a d i l bulmuyoruz. Bu para politik partilere yılda bir defa, örneğin 1 milyon leva olarak verilmeli ve olay bitirilmelidir. Şimdi GERB’e 8 milyon leva, BSP’ye 7 milyon leva vererek yeni atılımlara hazırlarken, küçük partileri aciz ve mahrum bırakmak, modern adalet anlayışına ve bir AB ülkesinde hukukun her alanda üstünlüğü ilkesine uygun bulmuyoruz. *** Son günlerde, hele İvan GEŞEV adlı Başsavcı Yardımcısının BAŞSAVCI seçilmesinden ve eski Baş Savcı Sotir Tzatsarov’un da RÜŞVET VE DOLANDIRICILIKLA MÜCADELE KOMİSYONU BAŞKANI atanmasından sonra gerginlik bir daha boy attı. Sert protestolu gelişmelere neden olan bu seçim ve atamalara Avrupa Konseyi adına, AB ülkeleri hukuk danışmanlığı komisyonu görevi yapan VENEDİK KOMİSTONUBulgaristan’dan yasa değişikliği yapılarak Başsavcının Halk Meclisi önünde 3 ayda bir hesap vermesini ve bir BAĞIMSIZ DENETLEYİCİ BAŞSAVCI tarafından kontrol edilip denetlenerek gerektiğinde gemlenmesini önerdi. Bu gelişmelerin Başbakan B. Borisov tarafından hazırlanan yeni tuzaklar olduğu anlaşılınca, ülkede gerginlik daha da tırmandı. Basın ve sosyal medya “bunlar sevgililerini bir bağımsız denetleyici başsavcı atayıp” bir odaya kapayıp kapıları kilitler ve istedikleri gibi at oynatmaya devam eder yorumlarıyla halkı uyardı. Tartışmalara karışan Cumhurbaşkanı Rumen Radev, 2021’in Mart ayında yapılacak seçimlerin Bulgaristan Büyük Millet Meclisi (BBMM) ve aynı zamanda Bulgaristan Olağan Halk Meclisi (BOHM) için (birden) yapılmasını önerdi.Demek oluyor ki, şimdiki seçim yasasında bazı değişiklilikleri yapılması gerekecek. Bu iki seçimin birden yapılması sağlanacak, BAŞSAVCININ GÖREVLERİ, İŞLEVLERİ, DENETLENMESİ VE GÖREVDEN ALINMASI gibi konularda ve pek tabii ki, bazı diğer konularda BBMM Anayasada değişikliklerini yaptıktan sonra kısmen dağılacak.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

160 milletvekilinin görevine son verilecek. 240 milletvekili ise BOHM’nde göreve devam edecektir. Bu şimdilik bir öneri tabii ve Başbakan Borisov’un bu teklife tepkisi “beyni pane olmuş adam” şeklinde oldu… *** “Makret Links” ajansının son günlerde açıkladığı sosyolojik araştırma ve anket sonuçlarında Bulgaristan’daki durum şöyle şekillendi. Günümüzde GERB birinci parti olmaya devam ediyor. İktidar partisinin iki puan ardında da Sosyalistlerin BSP’si peşinden koşuyor. Yani iktidar ve ana muhalefet şekillenen tablonun ana renkleriyle ortaya çıkarken, üçüncü siyasi güç olarak Başkanı Slavi Trifonov olan ve hala tescil kararı mahkemeden çıkmayan “Böyle bir Devlet Yok” partisi boy gösteriyor. Bu parti halk hareketine dayandığından ve daha 2016 halk oylamasında “seçim sisteminin değişmesi, her vatandaşa oy verme imkânı sağlanması, seçimlerin zorunlu olması, partilere devlet bütçesinden oy başı yardımların kesilmesi vb” isteklerle 2 500 000 (iki milyon beş yüz bin” oy almıştı. Son 10 yılda Bulgaristan olağan ve erken meclis seçimlerinde 1. 300 000 (bir milyon üç yüz bin oydan” fala oy alan politik parti yoktur. Yapılan ankette, siyasi partilere seçmenlerin “olumlu” ve “olumsuz” yaklaşımı saptamak için, 10 soruya cevap aranmış ve değerlendirme, “Böyle bir Devlet Yok” partisi % 38 destek bulurken, GERB ve BSP % 32 sınırını aşamamıştır. Şimdiki siyasetçiler arasında % 66 güven ve % 16 güvensizlikle Cumhurbaşkanı Rumen Radev başta giderken onu izleyen 2 siyasetçi şunlardır: Slavi Trifonov % 38 güven ve % 35 güvensizlik ve Başbakan Boyko Borisov % 31 güven ve % 52 güvensizlik. Bulgar basını şimdiki durumu nefretle büyüyen bir kartopuna veya bir ahtapot ve köpek balığı boğulmasına benzetiyor. İkincisinde ahtapot mafya ve oligarşidir. Bu arada Bulgaristan’da Rus varlığı artıyor. Rusya Federasyonu vatandaşları memleketimizde 300 bin gayrı menkul sahibi oldular ve Rusya’nın ülkemizin ekonomisindeki yatırımları artık 5 milyar Avro’yu buldu. Başlayıp da bir türlü kuramadığımız “Belene” -2 Nükleer Santral’in (depolarda küflenen reaktörü” için Bulgaristan’dan 1 320 000 )bir milyar üç yüz yirmi milyon) Avro tırtıklayan Rusya Federasyonu, şimdi de başlayan inşası suya düşen “Güney Akım” için 800 000 000 (sekiz yüz milyon) Avro tazminat talep ediyor. Yerinde saymak bir marifetse, biz yerimizde saymıyor geri gidiyoruz….


Makale ve Analizler - 2019

55

Bizi izleyiniz ve yakınlarınıza paylaşınız. Bulgaristan atalarımızın yattığı cennettir ve biz onların ruhunun devamıyız. Okuyanlara teşekkür ederim.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Haydi Kam Bir Bakalım

Tarih: 13 Aralık 2019 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: “Bay Ganyo”nun başına gelene bak sen. Arkadaşım Ayşe ile pazara çıktık. Portakal yığınını gösterdi. “Memleketteydim. Silistre Çarşısından portakal aldım. Renginin koyuluğu dikkatimi çekti. Çocuğa soymazdan önce, evde ılık sudan geçirdim, soymazdan önce, ellerim yapışkan, oldu, tadı da bir tuhaftı.” Anlatırken sanki renk karşılaştırması yapıyordu. Sonra şöyle devam etti: “Dalından tezgahtaki teraziye kadar bozulmasınlar diye ilaçlı sudan geçiriyorlarmış, parlak ve albenili görünüyorlar diye” devam etti. Döndük dolaştık ve sonunda Ayşe, “İstanbul Üniversitesinde Bulgarca bölümü açılması iyi oldu.Vatan dili . Bilenler arttıkça bize saygı da belki artar diye düşünüyorum. Son okuduğun kitabın Aleko Konstantinov’un “Bay Ganü”su olduğunu ve okurken çok güldüğümü paylaştım. “Bizimkiler bir gözle hep Türkiye’ye baktıklarından, Bulgarların uyandığımız ve dirildiğimiz” devir dedikleri o yılları biz orada hissetmem-işiz. “Hibelerle Avrupa’da gül yağı taşımak kimin aklına gelir. Abayı, poturu, kuşağı, çarıkları atmaları hiç de kolay olmamış.” “Sen de bilirsin tabii, mizah yazarı Aleko Konstantinov, aslında hiç Avrupa’ya gitmemiş, hatta gül vadisinden de sabah çiği-linde gül toplamamış, kazan başında ilk gül yağı damlasının ibrikten damlamasını beklerken ateşe odun atmamış biri, hep Tuna kıyısında nehre bakan geniş çardaklı bir Sviştov evde yaşamış. Hepsinin altında tam adresi yazılı yazılarını posta ile Sofya gazetelerine göndermiş ve yazılarını beğenenlerin Sviştov’a gönderdikleri yazıları çardaktaki koltukta okurken Bay Ganü’yü Avrupa seyahatine ve ta Chikago Uluslar arası Fuarına kadar göndermiş ve ona yaşattığı serüvenlerle dünya insanlarına “Biz Bulgarlar buyuz!” demeye çalışmış. Eserlerinde Türklük kokan sayfalar çok… “Türklük kokusu dedin de, Osmanlı devrinde Bulgarcaya yüklediğimiz binlerce söz ve değimi kastettin değil mi?” “Evet” anlamında başımla işaret ederek devam ettim.


Makale ve Analizler - 2019

57

“Bulgarların” eskiden “de-osmanizasyon”yani “Osmanlıdan arınma” dedikleri o vahşi süreçte aldıkları hız bu yılın yaz ayı itibarıyla yeniden canlanmış. 100 yıl önce İvan Vazov, Aleko Konstatantinov , İreçek vb yazarların kaleme aldığı eserler yorganda pire temizlenir gibi taranıyor ve Türkçe, Farsça, Osmanlıca söz ve kelimelerden temizlenip onların yerine geliştirilen yeni Bulgar sözleriyle basılıp önce okullara yardımcı kitap olarak bedava dağıtılmak isteniyor. “İşitim Raziyeciğim, ben de duydum da, bu yenilenmeye bir anlam veremedim.Sopot şehrinde, gidip görmüşsündür, İvan Vazov’un tek katlı, çifte kapılı, avlusu taş döşeli, çeşmeli evi ile onun adını taşıya eski lise binası önündeki meydanda akan çeşmenin önüne “klasiklerin sadeliğini koruma” ateşi yakmışlar ve nöbet tutuyorlar. “Alekoyu”okurken birkaç yerde “Haydi Bakalım!” ve “Hayırlıya da e!” deyimlerine sık rastladım ve bu paha biçilmez nimet olan ve Bulgar diline de yakışan değimleri tercüme veya uydurma yenileriyle değiştirmenin olanaksızlığını düşündüm. Ayşe başını yanımızdan geçen çocuklara çevirdi ve “Her nesil kendi zamanını yaşıyor. Biz zamanı ne durdurabiliriz ne de hızlandırabiliriz” derken yüzüme baktı. “Kendi dilinden (ana dilinden) utanan bir nesil. Aynı dili kullanan devlet ise Bulgarcayı 8 azınlığa birden zorla dayatmaya çalışırken, Makedonların konuştuğu Makedonca da “eski Bulgarca” diyor. Öyleyse kökten değiştirilmesi gerek. Ne ki Makedonlar dillerini sasıyorlar ve korunmasını istiyorlar. Makedoncada 35 bin Türkçe söz varmış, bunların hepsini çürük diş gibi söküp atınca, kullanıma ne kalacak ki? Aslında atalarından insan olarak, dede ve ninesinin konuştuğu dilden, miras aldıkları kültürden sıkılan ve utanan bir yeni nesille yüzleşiyoruz. Tarihten gelen renklerle tatmin olmuyorlar. Baksana herkesin elinde şu yeni telefonlardan ve gençler tavukların yem kakaladığı gibi, tıkır tıkır durmadan yazışıyorlar. Bu yazışmanın içinde İngilizce parazitler çok. Beş kelime İngilizce bilen beşini de her cümleye sıkıştırarak modernleştiğini zannediyor. Eski, zamanını doldurmuş olanın kokusu, havası, güzelliği uçup gidiyor. Haklısın da, orada, Sopot şehrinde bu yılın ilk karını Osmanlı zamanında kurulmuş ve kurnası hala şırıl şırıl akan o çeşmenin başında yaktıkları ateş başında yaşatmaya çalışılan “Esaret Altında” eserini ilk orijinalliğiyle koruyanların hevesi de sönecek mutlaka. Çünkü dilin ömrü çok uzun olabilir, Ay ve güneş, yaşam ve ölüm gibi ölümsüz kelimeler vardır içinde ama onlarla yaratılan (yazılan) kitaplar gerçeği anlatmıyorsa, benzersiz bir gerçekliği dile getirmiyorsa, kökü suda yaş bir söğüt kökü gibi yanar söner tüter tüter ve sonunda bir daha alevlenmemek üzere söner. Hiçbir kimse, hiçbir halk başkasının yorganı altında ısınamaz…


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim dilimizin yasaklanmasının acısı çekilecek daha. İnsan diken dikerse diken arasında kalır ve her gün sivrilen ve uzayan iğnelere teslim olur ve dolayısıyla yok olur. Bu sabah TV açtım. Yazarlar tartışıyordu. Bulgar yazarlarının her biri kendisini “dünya klasiği” yeni-çağın parlayan cevheri sanıyor. Aslında yazdıkları ve basılan eserleri saman ateşi, ancak kendi kendini ısıtmaya çalışıyor. Yansıması olmayan bir tarih anlatıyorlar. Her eser bir çocuk gibidir, bilmem anlatabiliyorum, eğer bakamazsan, çocuk değil, sen yok olursun. Bulgar yazarlar, sanki kendileri için yazıyorlar, kendilerini tatmin eden ama çiçekleri kokmayan, tozlaşmak için arıları çağırmayan, meyvesi olmayan ağaçlar gibi… Ben de aynı görüşteyim Ayşeciğim. Başkalarıyla alay etmek ve hatta kendilerinden olmayan herkesi kötülemek için yaratılan eserlerin ateşi sönüyor. Bu eserlerde gelecek günlerin güzel olmasını isteyenlerin kalbinde yanan bir ateş olmadığından kaynaklanan bir durum. Ne de olsa, Bulgarca içine çiçekli oya gibi örülmüş Türkçe kelimelerden utanmaları, tiksinmeleri anlaşılır gibi değil.Güzel dilimizden binlerce kelime ve değim almışlar, ne kullanma ne aşınma kirası istedik, ne ekmek ne de su. Tek bedeli vardı. Tepe tepe kullanmaları. Raziyeciğim, Bulgarcadan, Bulgar milli bilincini ve kimliğini uyandıran yaşatan ve dirilten kelimelerden, deyimlerden kurtulma çabaları, aslında Bulgar kimliğini tavsiye etmek anlamına da gelmiyor mu? Bulgarca konuşan şurada 2-3 milyon insan var. Onların yarısı da dış ülkelerde kendilerine “Ben Bulgar’ım!” demekten çekiniyor, belki de utanıyor, çünkü Bulgarca bilmeyen, ama ellerindeki kimliğe ve pasaporta bakılırsa Bulgar görünen pek çok yabancı var. Pasaport satın almışlar ve sınırlarda istendiğinde gösteriyorlar. Fakat onlar Bulgaristan’da olup biteni bizim gibi algılamıyor. Elinde Bulgar kimliği olan, dedesi kölelik devri yaşamış bir Afrikalıya, V. Vazov’un “Esaret Altında” romanını diş ve çene tedavisi için gittiği Odesa’da cebindeki harçlık ve yol parasının bittiği bir sırada, sipariş üzere para karşılığı yazdığı, parmaktan emme bir eser olduğunu anlatmak çok zordur. Öyle de şu da var. “Esaret Altında”değiştirilmek istenen 6 bin söz ve değimi Osmanlı devrinde Bulgarların kullandığı dil olduğundan dolayı XXI. Yüzyıl öğrencilerinin, gençlerinin anlayamadığı ve XIX yüzyıl gerçekleri okullarda edebiyat ve tarih derslerinde ters yüz anlatıldığı için kafa karıştırdığı doğrudur.


Makale ve Analizler - 2019

59

Doğrusu olması bir şey değiştirmiyor ki, “Esaret Altında” romanı dil hazinesinde değiştirilecek 6 bin kelimenin yerine konacak yeni 6 bin kelime de “yabancı” değil mi. Her kelime ve değimin sicili var. Uydurulacak kelimeler köksüz olacağından dolayı yeni ve yabancı olduklarından yadsınmaları, kabul edilmemeleri de önemli bir sorun. İyi konuştuk Ayşeciğim. Acelem var. Zaman uçmuş. Teşekkür ederim. Haberleşelim. İyi oldu. Yazar Vazov sağ olsaydı. Diş çektirmeye gitti Odesa’da kale aldığı romanının günümüz Bulgar toplumunu parçaladığını görünce, yeni baskının son sözüne, “bir kelimeyi dilden çıkarıp atmak çürük diş çektirmekten zordur” diye eklerdi. Bizi izlemeye devam ediniz. Paylaşanlara özel selamlar. Kendinize iyi bakınız.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

61

Asıl Kırılmayı Biz Yaşadık -3

Tarih: 14 Aralık 2019 Hazırlayan: Oya Canbazoğlu Konu: Bulgaristan’da Yaşayan Her Türk Bir Kahramandır. Rusçuk ve Vidin örnekleriyle anlatılan acı gerçekler. Bulgaristan’da Osmanlı Maddi Kültür Mirasının Tasfiyesi (1878-1908) Bulgar devleti 140 yıldan beri Osmanlı ve Türk maddi ve kültürel kimliğini tavsiye etmek peşinde, hala bitiremedi ve bitiremeyecek. 1989 Aralık ayın son günlerinde Pomak kadınların Sofya Meclisini kuşattığını anımsıyorum. Büyük bir zafer! Bulgar devleti 6. Kez geri püskürtülmüş ve Türk isimleri ile İslam dinimizin hakları geri alındı. Dün 14 Aralık 2019 Pazarcık’ta 14 imam, hoca ve müftü yargılandı ve mahkeme kararı açıklandı. Birisine 14 sene hapis cezası kestiler, diğerleri de içeride, zulüm sunuyor. Rusçu “Alfa” TV programında dişleri dökülmüş ve dünyayı ancak Rus gözlükleriyle görebilen Generallerin ağzı köpürüyor, “bütün Avrupa’da yargılanan kökten İslamcı yok, biz yargıladık ve hepsini zindana tıkacağız” derken kıvanç duygularını saklayamıyorlar. Sevinçten neredeyse kanat takıp uçacaklar. Bulgar gazetesi “Faktor. bg”ye bakıyorum, seçim kanununda değişiklik isteyenler okuma yazma bilmeyenlerin seçimlere katılmasının yasaklamasında hala ısrar ediyorlar. 2019 yerel seçimlerde %40’lara kadar düştü. Bunların nedeni hep seçim yasakları. 2018’de 13 500 (on üç bin beş yüz) Romen çocuğu okuldan ayrılmış, artık 82 bin 700 çocuk okul dışında bulunuyor. Bu rapor arttıkça memlekette fakir fukara ve kör cahillerin oranı yükseliyor, fakirlikten sürünenler ordusu oluşuyor. Kış bastı, Sofya’ya sis düştü kalkmıyor, nefes almak sorun, araçlar şehir merkezine bırakılmıyor. Büyük Şehir Belediye Başkanı Fındıkova, “lastik, çöp ve odun-kömür yakanlara hapis cezası” dedi. Öte yandan enerji oligarşisi İtalya ile bir anlaşma imzalamış ve Bulgaristan’da yakılmak üzere 40 vagon plastik çöp Sofya’ya tren garına geldi. Acaba Fındıkova oligarşiyi savcılığa şikayet edip yargı onu da dikecek mi?


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1909’da Çingenelerin seçme ve seçilme hakkını yasaklayan kanun 1934’e kadar yürürlükte kaldı. 1934’te Bulgaristan’da Rus ajanı Albay Kimon Georgiev Başkandı. Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığı katında bir Azınlık Komisyonu vardı. O komisyonda Başkan görevinde bulunan Bogdan Kesyakov Türklerle ilgili bir “devlet belgesi” yazmış ve 1944’e kadar geçerli olan davranış modelini hazırlamıştır. Bu belgede, Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan için “bir tehlike oluşturduğu” görüşü yer almıştır. Bu raporun birinci aşaması 1909’da sona erdi. Türkleri tavsiye etme politikasının 2. aşamasını çizildi. Şimdi bakalım Birinci aşamada Rusçuk (Ruse) ve Vidin şehirlerinde neler olmuştu. Kuşkusuz bu gelişmeler esnasında bir yandan da arasız göç devam etmektedir. *** Tarihten günümüze Rusçuk (Ruse) Rusçuk 1877-78 savaşı sırasında Rus bombardımanına maruz kaldığından dolayı şehirde bulunan çok sayıda İslam eseri tahrip olmuştu.136 1881 yılında Rusçuk şehri için bir imar planı hazırlandı. Rusçuk’ta Müslüman cemaatin ve tüccar vekâletinin şehri tezyin maksadıyla camilerin yıkılmak istendiğine, gerek yol üzerindeki, gerekse sapa yerlerdeki cami ve medrese vakıf dükkânlarının yıkılmaya başlandığına dair şikâyetleri Mösyö Mantof’un 1887’de ikinci kez belediye başkanı seçilmesi ile yükselmeye başladı. Rusçuk Türkleri Mösyö Mantof’un yeniden belediye başkanı seçilmesinden rahatsızlık duyuyordu.137 Müslüman cemaatin itirazlarına rağmen 1889’da Rusçuk’ta vakıfların belediye tarafından satışına devam ediliyordu.138 1890’da Yeni Mahalledeki Vasi Bey mezarlığının yarısı istimlâk edilerek üzerine Bulgar mektebi yapıldı. 1894’de diğer yarısına kasaphane inşa edilerek kiraya verildi. Aynı yıl Koşu Mezarlığı parsellenerek belediye tarafından satıldı.139 Rusçuk Tüccar Vekili Mustafa Halit Bey’in Bâbıâli’ye gönderdiği 16 Ekim 1897 tarihli raporundan anlaşıldığına göre şehirdeki 29 camiden 7’si hali hazırda yıkılmıştı ve 16 tanesi için belediye meclisinden yıkım kararı çıkmıştı. Ayrıca, mezarlıklar istimlâk edilerek park, okul, kasaphane vs. yapılmış ve camilere gelir getirmek amacıyla vakfedilen dükkânlar Berlin Anlaşmasının 12. maddesine aykırı olarak ya yıkılmış ya da gasp edilmişti.


Makale ve Analizler - 2019

63

Belediye dışında İslam eserleri zaman zaman Bulgar halkın da tasallutuna maruz kalıyordu. Mesela Rusçuk dışındaki Merdan mezarlığına daha önce de birkaç kez saldıran bazı Bulgarlar, 2 Kasım 1900’de mezarlığa girerek bekçi ve karısını darp etmişler ve mezar taşlarını kırmışlardı.141 1906’da ise Rusçuk belediyesi iki cadde arasında kalan Bayraklı Camisini ve Şeyh Mahmud Dergahını“sebt-i defter A.MTZ.04, No. 107/38, lef 5 (13 Cemaziyelevvel 1320/17 Ağustos 1902); İpşirli, a.g.e., 1989, s.690. 136 Lory, Sıdbata na Osmanskoto Nasledstuo, s.105. 137 BOA, A.MTZ.04, No. 6/7, lef 9, 10, 11, 12, 15 (24 Kasım-11 Aralık 1887); BOA, A.MTZ.04, No. 22/9, lef 1, 2 (3 Aralık 1887-4 Şubat 1888); Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (878-1908), s.195. 138 BOA, A.MTZ.04, No. 22/65, lef 1, 2 (23 Haziran-3 Ağustos 1889). 139 BOA, A.MTZ.04, No. 176/56 (27 Ekim 1894). 140 Eşref Eşrefoğlu, “Bulgaristan Türklerine ve Rusçuk’taki Türk Eserlerine Dair 1897 Tarihli Bir Rapor”, Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, Sayı I, 1972, s. 19-46; BOA, A.MTZ.04, No. 49/50 (16 Ekim 1897); Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (878-1908), s.195. 141 BOA, A.MTZ.04, No. 68/29, lef 1, 2 (7-20 Kasım 1900). *** Tarihten günümüze Vidin Vidin’de “93 harbi” sırasında Rus topçu ateşi sonucu 2 cami yıkılmış, 11’i ise ağır hasara uğramıştı.143 Yıkılan camilerden biri Sultan Ahmet Camisi idi.144 Savaş öncesinde 24 cami bulunan Vidin’de 22 Nisan 1890 itibariyle Hacı Ferah, Pazar, Debbağhâne, Hacı Osman, Ebubekir ve Cebrani Camileri olmak üzere 6 camide ibadet edilebiliyordu.145 1890 yılı başlarında Vidin Belediyesi, bu camilerin yanı sıra diğer camilere ait yüz dolayındaki vakıf dükkânının tümünü “müşrif-i harab” oldukları gerekçesiyle yıkma kararı aldı. Ancak, Vidin Müftüsü Süleyman Hulusi Efendi, söz konusu emlakin tamiri için belediye tarafından 8 yıldır ruhsat verilmediğinden şikâyetçiydi.146 Komiserlik kâtibi Mustafa Reşit Bey’in yıkımın durdurulması için Bulgaristan Hariciye ve Mezâhib Nezaretine yaptığı başvuru üzerine belediye emlak kanununun 21. maddesi gereği yıkılmaya yüz tutan emlakin tamirine ruhsat verilemeyeceği, fakat yıkılan emlakin bedellerinin Cemaat-i İslamiye’ye ödeneceği bildirildi.147


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Vidin Belediyesi, 1892’de kale haricinde İstanbul Kapısı mevkiinden Kıpti Mahallesi sonuna kadar açılacak olan caddenin gerek üzerinden geçtiği, gerekse cadde kenarına düşen Hacı Osman, Banofça, Pazar ve diğer bir cami ile iki mektep ve vakıf dükkânlarla birlikte 500’den fazla Türk hanesini yıkma kararı aldı. Söz konusu cadde 50 kadar Bulgar hanesini de yutuyordu. Komiserliğin bu kararın Berlin Anlaşmasının 5 ve 12. maddelerine aykırı olduğu şeklindeki itirazına karşılık, Hâriciye ve Mezâhib Nezareti emlak kanununun 21. maddesini referans alıyordu.148 Sonuçta belediyenin istediği oldu. Kendi ifadeleri ile “nüfusu azalıp fukarası çoğalan” Vidin Müslümanları 1896’da Çavuş mahallesindeki Nazar Baba Dergâhını tamirden acizdi.149 1900’de Debbağhane Camisi ve 15 vakıf dükkânı imar planında öngörülen caddeye düştüğü için belediye tarafından yıkıldı. Dördüncü yazımızda Tırnova, Provadi, Varna, Silistre, Köstendil ve Dubniçe yıkımını anlatacağız. Bizi izleyiniz ve paylaşınız. Okuyanlara teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

65

Kaynaklar: sebt-i defter A.MTZ.04, No. 107/38, lef 5 (13 Cemaziyelevvel 1320/17 Ağustos 1902); İpşirli, a.g.e., 1989, s.690. 136 Lory, Sıdbata na Osmanskoto Nasledstuo, s.105. 137 BOA, A.MTZ.04, No. 6/7, lef 9, 10, 11, 12, 15 (24 Kasım-11 Aralık 1887); BOA, A.MTZ.04, No. 22/9, lef 1, 2 (3 Aralık 1887-4 Şubat 1888); Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (878-1908), s.195. 138 BOA, A.MTZ.04, No. 22/65, lef 1, 2 (23 Haziran-3 Ağustos 1889). 139 BOA, A.MTZ.04, No. 176/56 (27 Ekim 1894). 140 Eşref Eşrefoğlu, “Bulgaristan Türklerine ve Rusçuk’taki Türk Eserlerine Dair 1897 Tarihli Bir Rapor”, Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, Sayı I, 1972, s. 19-46; BOA, A.MTZ.04, No. 49/50 (16 Ekim 1897); Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (878-1908), s.195. 141 BOA, A.MTZ.04, No. 68/29, lef 1, 2 (7-20 Kasım 1900). ve 142 BOA, A.MTZ.04, No. 143/71 lef 1, 2 (5-9 Temmuz 1906); BOA, A.MTZ.04, No. 150/35 (28 Ekim 1906). 144 Lory, “Sıdbata na Osmanskoto Nasledstuo”, s.105. 144 BOA, A.MTZ.04, No. 24/39, lef 205, 208, 209, 210, 211 (10 Temmuz 1890-8 Mart 1891). 145 BOA, Bİ, No. 872 (7 Ramazan 1307/ 26 Nisan 1890). 146 BOA, Bİ, No. 872 (7 Ramazan 1307/ 26 Nisan 1890); BOA, A.MTZ.04, No. 23/41 (17 Ramazan 1307/8 Mayıs 1890). 147 BOA, A.MTZ.04, No. 24/39, lef 203 (14 Zilkade 1307/2 Temmuz 1890), lef 212 (14 Zilkade 1308/21 Haziran 1891). 148 BOA, A.MTZ.04, No. 24/39, lef 194, 227, 228, 230, 231 (9 Temmuz-15 Ağustos 1892). 149 BOA, A.MTZ.04, No. 39/58 (25 Cemaziyelahir 1314/1 Aralık 1896). 149 Belediye cami için Cemaat-i İslamiye Meclisine 4.000 leva tazminat ödedi. 1501904 yılında ise hastane yapmak üzere Selahaddin Baba Türbesi ve mezarlığı yıkıldı. 151 Öte yandan Komiser Ali Ferruh Bey ve halefi Sadık Paşa’nın girişimleriyle Vidin kumandanı Meçkanov tarafından 1892 yılında geçici olarak cephanelik yapılan Orta Tuna Camisi 1905 yılında Müslüman cemaate iade edildi. 152 Ancak 1908 yılında Çarşı Camisi ve ittisalindeki vakıf dükkânlarının Vidin belediyesi tarafından yıkılması önlenemedi.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

67

Bulgaristan’da 30 Yıl Geriye Bak Tarih: 15 Aralık 2019 Yazan: Renginar GÜLER Konu: Kaçırdığımız fırsatların acısını yaşıyoruz. Hayatın dizginlerini ele alanlar 1989’dan sonra dünyaya geldiler. Nesil değişimi yaşıyoruz. Memleketimizde toplumsal öncü ve hayatın omurgası fonksiyonunu yeni birileri mi üstleniyor. Yan çizenler yok değil diyemem, çünkü hayat öyle atılımlı değişti ki, gözümüz emeklide olan bizler hayatın ana gereklerini, değişmez ödevlerini onlara aktaramadık. Aslında bu çok zor bir ödev! Bazen bir versek de onlar alamıyor, alsalar da özümseyemiyorlar, eski kuşağın değerli bulduğunu, yeni kuşak gereksiz ve hurda olmayı hak etmiş buluyor. Ne var ki hayatta yeniden ve yenide değerlendirilmesi gereken anlar, sözler, tümceler, olaylar var. Biz ayağına ve damarına basılmış bir milletiz, sabrı taşmış bir halk ve kimliğe uzanan bir umuduz. Çocukluğumuzdan beri taşıdığımız değerlerimiz var. Birçokları kap tutmuş ama bizim için değerli. Sararmış yapraklar ve koptu kopacak kaplar, geçmişi anlatanlar onlar. Tarih 14 Aralık 1989. Kar serpiştiren akşam saatlerini anımsadıkça, gözlerim önüne her defasında Sofya’da Üniversiteliler Evini’nin 2. Kata sıkıştırılmış balkonu gelir. O zaman adı toplumda güçlü parlayan ve üniversite gençliğinin önüne geçmesi ve ana konuşmaları yapması doğal sayılan, kısa boylu, lüle saçlı Dr. Jelio Jelev kürsüde ve mikrofona konuşuyordu. Sesi basık ve kısıktı. Gençlerin yüreğinde yanan ateşe balkondan benzin püskürtmesi ve kapıları kapalı, basamakları karlı Halk Meclisi önündeki meydanın parlaması, hatta mitinge toplananların tam ortasına 7 metre yüksek dev bir atın beline oturmuş Rus çarı II. Aleksandır’ın ürküp “Ne oluyor burada?” demesini doğal sayılabilirdi. Balkondaki “İyi Geceler”, “Yarın akşam saat 17’de yine buluşalım!” dedi ve kayboldu.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O böne umutla bakanlar, son sahnesini de gördükleri bir filmden sonra loş karanlıkta salondan yavaşça çıkar gibi meydandan çekilmeye başladılar. Yumruk kaldıran olmadı. Slogan atan, bağırıp çağıran olmadı. Birkaç gün önce Sofya Üniversitesinde süresiz – ülke demokratikleşinceye kadar grev başlatan – ceplerindeki son paralarla rakı, şarap, bira alan ve kasaları konferans salonlarına taşıyanlar, hatta “devrimin çocuklarını doğurmak için, aynı salonlarda geceler boyu çiftleşenlerin” heyecanı birden sönmüştü. O zaman Devlet Planlama üniversitede dersleri vardı. Devlet planlama veya işletme okuyanlar DEVRİM PLANLAMAYI bilmiyorlardı. Bu yeni bir şeydi. Devrim planlaması kitabını zaman bulup Marks, Engels ve Lenin de yazmamıştı. Marks ile Engels beraber yazdık dedikleri “Manifesto’da “Avrupa üzerinde dolaşan bir buluttan söz ederken, rahmetin ne zaman ve nereye yağacağını yazmamışlardı. Devrim babalarının hepsinin arkasında bir para babası vardır. O gece hava yağışlı bile olsa gökteki bulut henüz bizim değildi. Çünkü bulut yeryüzünde onu çeken bir güç belirmeden asla boşanmaz ve dökülmez. Sonra her şeyin bir zamanı vardır. XVIII. yüzyıl klasiklerinin zamanı geçmişti. Bunları yazarken, kafamın içinde olayların birbirine benzediğini, hatta onlar aynı senaryoya göre tekrar ettiğini düşünmeye başladım. Yaşarken en fazla çekenler tarihe geçiyorlar yani aramızda kılavuz gibi yaşamaya devam ediyorlar. Bulgarlar, 1989 olaylarının önce “ilhamcısı” daha sonra da “lideri” olan Jelio Jelev’i önder olarak kabullenmekte zorlandılar. Adam, Bulgar burjuvazisi oluşumunun 80 yıl önce piyasaya sürdüğü ilk simge Bay Ganyo’ya benziyordu. Oluşumu tamamlanmış, gelişmiş, feylesof olmuş ve hatta Lenin’in sözünün üstüne söz söylemişti. Proletarya lideri Lenin balkondan işçi ve bahriyelilere, Jelü ise balkondan üniversitelilere konuştu. Ne var ki, o Lenin’e benzemiyordu. Fakat ikisinin arasında benzeşen çizgiler vardı. İkisi de başkasının parasını harcıyordu. Lenin’in parası Almanya’dan gelirken, Jelev’ın kayın pederine verilen faşizme ve kapitalizme karşı savaşçı maaşı, bütün aileye yetecek kadardı. Ne var ki onu yine de başka bir yerde aramak gerekiyordu. Onu yaratanlar, örnek olarak Fransız devriminden önce yaşayan ama bir ömür devrimi yazan Jan Jac Ruso’ya (Jean Jaques Rousseau) benzettiler. O, işe “Emil ya da Eğitim Üsütne” çalışmasıyla başlarken, Jelio Jelev kimseyi eğitmedi. İlk eserinde komünist devletin özünü faşist devletten aldığını anlatmakla başladı ve ikisine de ”faşizm” demekle yetindi. Faşizmin de bin bir türüsü var diyemedi. Belki de faşizmin insan düşmanlığını,


Makale ve Analizler - 2019

69

insan kasaplığını, vahşeti, Yahudi ve Çingen soykırımlarını, komünizmin de soy kırım denemelerini, kültür soykırımını, dil, din, mezar taşı, gelenek ve Türk dilinde edebiyat yaratanlara zulmünü anlatsaydı, o balkon konuşmasında genç dinleyenleri ateşlenme enerjisi bulur ve “İyi geceler” demeyi seçmezdi. Lenin konuşmalarına, “Uyuyanları uyandırın! Hepiniz uyanın!” sözleriyle başlar, “Artık uyumak yok!” çağrısıyla bitiriyordu. Ruso, halka hitaben hiç konuşmadı, hep yazdı. Onun zamanında Fransa’da gözü yazı söken, eli kalem tutan % 10 nüfus vardı o hep geleceği düşleyerek yazdı. Yarattığı siyasi devrim teorisi eserlerinin hiç birinin o hayattayken basılmadığından dolayı, müzik nota kitaplarını kopyalamakla geçinmişti. Protestan ve Katolik evliliğin yasak olduğu bir devirde yaşadığından, Protestan eşini ev temizlikçisi olarak gösterdi. Fransa dışında İsviçre ve İngiltere’de büyük sıkıntılar içine yaşarken yazdığı “Eşitsizliğin doğuşuna İlişkin Düşünceler” ve “Toplum Sözleşmesi” eserlerinde 200 yıl sonra da toplum üzerinde azalmayan demokratik yönetim fikrini işledi. Jelev, 1989’dan önce Lenin’e ters düştüğü ve komünizme faşizm dediği için 11 sene eşinin köyünde soğan kazdı. Tabii bu, feylesof boyutuna yükselebilmiş bir genç aydın için müthiş bir ruhsal kırılma olmuştur. Köylünün feylesofu derviştir. Derviş sorulana cevap verir. O ise Lenin’i kendi inisiyatifiyle eleştirmişti. Onun ki, olumsuz ve yok edici bir eleştiriydi. O bu eleştirinin dozunu kendi gücüyle kısıp aşmaya içsel kudret bulamadı. Komünizme faşizm demiş ve orada durmuştu. Komünizmin mezar kazıcısı olarak daha öte kazma kürek sallamamış, devrim çağrılarıyla kalem tüketmemişti. Faşizmin özel mülkiyet ilişkilerinde doğduğunu bildiği için, “geri çark edelim” de diyemiyordu. Mihail Gorbaçov’un “yenilenme ve açıklık” esintisi yeni seçenekti. 35 yıl betonlaşmış kaskatı Bulgar toplumsal vicdanına balkondan su serpmeyi anlamsız bulmuştu. Kardeşlik, eşitlik ve özgürlüğü hayata çağıran büyük devrim Ruso’nun ölümünden 4 yıl sonra patladığından dolayı o görememişti. Fransız devriminin anayasasını yazarken, toplumun ortasına İnsan’ı çekti. “Özgür doğan insanoğlunun, her yerde kelepçelenmiş olduğunu”, İnsanoğlunun çilelerinin ve mutsuzluğunun temel nedeninin “eşitsizlik” olduğunu yazdı. O esintiyledir ki, Fransız Devriminin 1795’te yükselttiği ve bugün de dünyayı dolaşan şiarının ana öğesi EŞİTLİK oldu. Jelev, ne “eşitsizlik var bizde” ne de “adaletsiz bir kitleyiz” diyebildi.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte bu dalgalı mücadele yolunu yürümediğinden dolayı, 1984-1989 yılları arasında Türklere yapılan zulmü, soykırım denemesini, dil, din yasağına ses yükseltemedi. ”Onlar bizim kardeşlerimiz ve kan kusuyorlar! Durun!” diyemedi. Soğan kazarken çapayı kaldırıp taşa vurmadı. Kendi kendine isyan etmedi. Başka bir değişle “Türklerin bu vatanda ebediyete kadar yaşama ve mutlu olma hakkı vardır yazan” komitacı Zahari Stoyanov kadar olamadı. Levski, “Türk sofrasında yemek yemiş, ayran içmişti”, yakalandığında cebindeki teskerede adı “Derviş’ti” ve bu ismi kendisi seçmişti. Jelev de zor günler görmüş ve Sliven Çingene mahallesinde 4 gün “misafir” edilmişti. Ne var ki, iyilikleri tez unutma alışkanlığını yenemedi. 1989 Ağustosunda Başbakan Andrey Lukanov’un aldığı uçak biletleriyle Parise gitti ama AGİT İnsan Hakları Konferansı kürsüne çıkıp memleketimizdeki totaliter soykırım denemesini demokratik güçler adına lanetlemedi. Belki de bu yüzden 14 Aralık 1989’da üniversiteli gençlere söyleyecek söz bulamadı. Kardeşlik çağırısı yapmak yürek ister. Zaman, totaliter rejim Anayasasını kökten yenileme zamanıydı, fakat o bu çağrıyı yapamadı ve daha ilk anda bir lider müsveddesi olduğunu ortaya koydu. J. Jelev’in dilini susturan pek çok yarım işler ve bir sürü suçu vardı. Bir defa o halkın uyanan vicdanını duyumsayamıyor, azınlıkların insan hakları kavgasına kapalı gözle bakıyor, toplumsal alana sahte “lider-ajan” sürülmesine tepki göstermiyor, komünizmi çöpe atıp halk egemenliği şiarı yükseltmiyor ve hatta gerçek özgürlüklerden korkuyordu. Tarih 14 Aralık 1989’du. Diktatör Todor Jivkov devrileli 35 gün olmuştu. Halk korkuyordu. Bu, ejderha dirilirse korkuyordu ve kendini suçlu hisseden halk ancak uyurken “huzur” buluyordu. Çatlak baraj duvarının yıkılmasına 14 gün kalmıştı. 28 Aralık 1989’un karlı kışlı yüzde yüz donmuş yollarını yaya geçerek gizli ve topluca gelen Müslüman Pomak kadınlar Sofya meclisini kuşattılar. Ekmek çıkısı renk renk torbalarını, sımsıkı üst üste bağlanmış renk rek önlüklerini, dize kadar çekilmiş yün çoraplarını ve başörtülerinin üstüne geçirdikleri kulaklı şapkalarla adına “tank” dediğimiz kalın lastik ayakkabılarla üzerine bastıkça karın suyunu çıkarıyorlardı. Tarih yazan o kararlı ve gururlu yürüyüşü gören hiçbir kimse unutamadı.


Makale ve Analizler - 2019

71

Seyretmeye gelenlerden hiç biri hiç bir Müslüman’ı hapiste, sürgünde gelip görmemişti. Etraftan bakanların hepsi yüksek tahsilli, makyajlı, kürk paltolu olsa da Bulgaristan’da 1964’ten seri şiddetlenen devlet teröründen ve yaşananlardan da sanki bilgileri yoktu. Direnenler çoğaldıkça “başkentte huzur sağlansın” havası oluştu. Ardından çay getirenler, çay dağıtanlar, “için ısının” “birlikte olalım, biz sizinleyiz” bilinci ve dayanışma ruhu oluşmaya başladı. Halk Meclisi kuşatılmıştı. Meclis ile gizli “üst akıl” ile yıkılan politik kulis nefes alamıyordu. Muhalefetin başı havasına giren etrafı kalabalaşan J. Jelev ve fikirleri henüz olgunlaşmamış demokrasi heveslileri parlamentoyu kuşatanların ardında yola çıkmaya ve Sofya’ya yığılmaya hazır 300 bin Müslüman’ın çarıklarını sıkmış işaret beklediklerini işitmişlerdi. Jelev gibi demokratların, içlerinde yenemedikleri bir korku vardı: “Türklerden, Pomaklardan ve ezilenlerden yana saf alırsak Bulgar halkı bize ne der, ardımızdan gelir mi?” Bizi okuyunuz. 1990’dan sonra dünyaya gelenler bu olayları bilmeden, kendilerine asla yol çizemezler. Paylaşınız lütfen.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Asıl Kırılmayı Biz Yaşadık -4 Tarih: 15 Aralık 2019 Hazırlayan: Oya Cambazoğlu Konu: Bulgaristan’da Yaşayan Her Kardeşimiz Bir Kahramandır. Tırnova, Ziştovi (Sviştov) Provadi, Varna, Silistre, Köstendil, Dubniçe Ahyolu, Kızanlık, Karlova, Hasköy örneklerinde acı gerçekler. Bulgaristan’da Osmanlı Maddi Kültür Mirasının Tasfiyesi (18781908) Bulgaristan Prensliğinde Osmanlı ve İslam maddi ve manevi, kültürel mirasının yıkılarak yok edilmesi ve ele geçirilen toprakların tarih izlerinden arındırılıp geçmişin silinip çöpe atılması bir Rus fikriydi ve daha fazla batı medeniyetine benzeme hevesiyle gerçekleştiriliyordu. Uygulanan planların başında şehir plancılığına basılmıştı. Sofya ve diğer Bulgar şehirlerine gidenlerin dikkatini çekmiştir, 1880’den sonra kurulan binaların planları hep Avusturya yüksek mimarları tarafından çizilmiş, anıtları da İtalyan heykeltıraşları yonmuş, dökmüş ve dikmiştir. Bu yazımızda, bu gelişmenin Sofya Müslüman Mezarlığının yerine Halk Meclisi kurulmasıyla başladığına işaret etsek de, Prensliğe ayrılan topraklardaki büyük şehirlerde hemen başladığını ve öncelikle camilere, medrese ve diğer vakıf mallarına yöneldiğini görüyoruz. Tırnova: Tırnova’da savaş öncesinde 16 cami, 10 mescit ve 7 medrese vardı. Kavak Baba Zaviyesi Camisi (Tekye Camisi) Rusların şehri işgalinden sonra aslına rücû ettirilerek kiliseye tahvil edilmişti. Tırnova’da Bacdarlık, Konak, Saraçhane, Burmalı, Boyalı, Debbağhane, Frenkhisarı, Kayaaltı, Feyzi Ağa, Kadı ve Zincirli Bîkâr Camileri Bulgaristan hükümetleri tarafından yıktırıldı. Cami-i Kebir, Sv. Kiril i Metodiy Erkek Gimnazyumuna, Gazi Firuz Bey Camisi (Hisar Camisi) ise cephaneliğe dönüştürüldü.1 1885 yılı itibariyle Tırnova’da yalnızca 3 cami mevcuttu. Bunlar Pazarlıkyeri ve Köprü Camisi ile Çeşmebaşı Mescidi idi. Pazarlıkyeri Camisinin belediye tarafından yıkılması üzerine tazminat olarak Prens Ferdinand tarafından 1892 yılında Yeni Cami veya Ferdinand Camisi adıyla anılan başka bir cami yaptırıldı. İmaret Medresesi, Vali İbrahim Ağa, Söğütlük, Çataklı, Şamlıoğlu mescitleri ile Çingene ve Kayabaş mahallele-


Makale ve Analizler - 2019

73

rinde ikişer mescit belediye tarafından yıkılarak arsaları satıldı. Keza, İmaret, Boyalı, Kayaaltı, Orta, Komalak medreseleri yıkılırken, Feyzi Ağa Medresesi kiliseye, Kavak Baba Medresesi ise hana tahvil edildi. 1912’de Köprü ve Ferdinand Camileri ile Çeşmebaşı Mescidi olmak üzere Müslüman cemaatin elinde üç ibadethane bulunuyordu.3 BOA, A.MTZ.04, No. 162/115 (13 Ocak-19 Ocak 1908); BOA, A.MTZ.04, No. 165/27 (8 Nisan 1908). Ahmet Hamdi Akseki, Bulgaristan Mektupları, Yay. Ferhat Koca, Rağbet Yayınları, İstanbul 2000, s. 68-70. Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908), s.194. Ziştovi Ziştovi Savaştan önce 19 cami bulunan Ziştovi’de camilerden ikisi şehrin sukutu ile birlikte Bulgar halkın saldırısına maruz kaldı ve Ruslar tarafından yıkıldı. İhsaniye Camisi hükümet tarafından yıkılarak yerine tiyatro binası yapıldı. Hasan Efendi Mescidi ve Medresesi bir aralık depo olarak kullanıldı ise de 1892’de yıkıldı. İskele Camisi yandı, bir diğer cami ise yeni şehir planında yola rastladığı gerekçesi ile yıkılarak bedeli Cemaat-i İslamiye Meclisine ödendi. 1897’de Velişan (Hacı Veli Ağa?) Camisi, duvarlarının mâil-i inhidam olduğu gerekçesi ile belediye meclisinin aldığı karar uyarınca yıkıldı. Belediye enkazdan yeni bir cami yapılmasına izin verdi. Savaş sırasında el konulan Rüşdiye mektebi Bulgar Gimnazyumuna çevrildi. Yanı başına kışla inşa edilmesi sebebi ile 1908 yılında mahalli hükümet tarafından 200 yıllık Müslüman mezarlığına defin yasaklandı.1 Kışla Camisi bitişiğindeki mektep ve medrese ile birlikte caminin minaresi yıkılarak cami askeri depoya çevrildi. Defin yasaklanan mezarlık ise tahrip edilerek askeri talimgâh yapıldı. 1912 yılında Ziştovi’de 7 camide ibadet edilebiliyordu.2 Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908), s.201. Akseki, a.g.e s.83, 84.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Provadi, Varna, Silistre, Köstendil ve Dubniçe Provadı Provadi’de 1880’de imar planı hazırlanmasından sonra Kasım ayında Müslüman mezarlığının taşları sökülerek kaldırım yapımında kullanıldı. Varna Varna Belediyesi 1882 yılında Müslüman mezarlığını tahrip ederek yerine halk bahçesi yaptı.1 Yine Varna’da belediye tarafından yeni imar planına alınan ve tesviye-i tarîk maksadıyla yıkımı öngörülen Müftülüğün bitişiğindeki Abdurrahman Camisi, 24 Mayıs 1902’de kundaklandı.2 1905 yılında camiye bitişik Abdurrahman Mezarlığı“sıhhat ve selamet-i umumiye nokta-i nazarından” belediye tarafından yıkıldı.3 1908’de ise Sandıkçı Baba Camisi ve Fethi Baba Türbesi, “mâil-i inhidâm” oldukları gerekçesi ile yıkıldılar.4 Silistre Silistre’de Akseki’ye göre 93 harbinden önce 13 cami vardı. Bu camilerden dört tanesi ile Tahtalı ve Humbalar medreseleri mahalli hükümet tarafından yıkıldı. 1912 yılında aralarında Bayraklı ve İvaz Paşa Camilerinin de bulunduğu 9 camide ibadet edilebiliyordu. Ayrıca Osmanlı döneminden kalma hastane ile Bayraklı Medrese ayakta idi.5 Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908), s.200. BOA, A.MTZ.04, No. 78/40 (29 Haziran-1 Temmuz 1902); BOA, Y.PRK.MK, No. 11/48 (12 Mayıs 1318/25 Mayıs 1902); Turan, a.g.e., 1998 s.198. Bu olaydan bir süre önce 18 Ekim 1901’de Abdurrahman Camisi müezzini Ahmet Efendi Bulgarlar tarafından öldürülmüş, katilleri bulunamamıştı. (BOA, A.MTZ.04, No. 73/30, lef 1-8 (15 Kanunuevvel 1317/28 Aralık 1901; BOA, A.MTZ.04, No. 74/7, lef 1-4, 22 Kanunusani 1317/4 Şubat 1902). BOA, A.MTZ.04, No. 139/30, lef 1, 4 (27 Aralık 1905-8 Mart 1906). BOA, A.MTZ.04, No. 162/115; (13-19 Ocak 1908); BOA, A.MTZ.04, No. 165/27 (19 Ocak- 8 Nisan 1908). Akseki, a.g.e., s.72, 73.


Makale ve Analizler - 2019

75

Köstendi Köstendil’de 1877-78 imparatorluklar arası Savaştan önce 16 cami, 3 medrese, 18 tekke vardı. 1900 başlarında 2 cami (Feridun Ahmet Bey Camisi ile Cami-i Kebir/Fatih Camisi) kalmıştı.1 Köstendil Belediyesi, 1906’da Murat Çelebi Dergâhını ve müştemilatını tanzim planı gereği yıktı, ayrıca tesviye-i tarîk sebebiyle sadece bir adet vakıf dükkânı ve kütüphanesi kalmış olan Cami-i Kebir’in iç kapısına kadar yıkılmasına karar verdi. Ancak yıkım Bâbıâli tarafından önlendi.2 Dubniçe’de sözlü efsaneye dayanarak Sv. Georgi Manastırı üzerine inşa edildiği iddiasıyla Derviş tekkesi yıkılarak yerine kilise inşa edildi. Yine Dubniçe’de yukarıda belirttiğimiz üzere iki Türk hamamı imar planı gereği 1884’te belediye tarafından yıkıldı.3 Kiel, Bulgaristan’da Osmanlı Dönemi Kentsel Gelişimi ve Mimari Anıtlar, s.60, Lory, Sıdbata na Osmanskoto Nasledstuo, s.108 165 BOA, A.MTZ.04, No. 142/17 (17 Nisan-21 Mayıs 1906). Lory, Sıdbata na Osmanskoto Nasledstuo, s.107, 112. Filibe Filibe – Şarkî Rumeli’de de Osmanlı maddi kültür varlıklarının durumu farksızdı. Petâr Mijatev’e göre, Filibe’de diğer Bulgar şehirlerinde olduğu gibi eski Türk bina ve anıtlarının tahribi kurtuluş ile başlamıştı. Bunlar ya şehircilik çalışmaları çerçevesinde planlı bir şekilde yıkılmaya tabi tutulmuşlar ya da basit ihmal sonucu yıkılmaya terk etmişlerdi.1 “93 Harbi” öncesinde Filibe’de 33 cami (24’ü büyük cami, 9’u mescit), 11 tekke, 13 kilise, 1 sinagog ve 12 hamam mevcuttu.2 Rusların General Gurko idaresinde şehre girdiği 17 Ocak ile 10 Kasım 1878 tarihleri arasında camilerin çoğu Rus ve Bulgarlar tarafından tahrip edildi. 10 Kasım itibariyle ibadet etmeye elverişli tek cami Hacı İsmail Mahallesindeki Alaca Mescit (Eyne Hoca Camisi) idi. Diğer camilerden aralarında İmaret Camisi (Gazi Şehabeddin Paşa Camisi) ve Muradiye Camisi’nin (Cuma/Hüdâvendigâr Camisi) de bulunduğu sekiz tanesi Rus ordusu tarafından depo, bir tanesi ise samanlık olarak kullanılıyordu. İki cami kapalı idi, diğerleri ise tahrip edilmişti. 20 Ocak’ta yani Rus işgalinin üçüncü gününde Filibe içindeki Müslüman mezarlıklarındaki mezar taşlarının sökülmesine başlandı ve Haziran ayında yürüyüş mahalli ve tiyatro ya-


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

pıldı. Filibe’nin Rus işgalinde bulunduğu süre içinde 11 tekkeden 8’i tahrip edilirken1’i kışlaya 2’si ise meyhaneye tahvil edildi.3 22 Temmuz 1878’de Rodop Komisyonu üyesi Yusuf Rıza ve Raşid Naşid Paşalar tarafından Sadarete gönderilen rapora göre Filibe’nin Müslüman mahalleleri de Rus ve Bulgarlar tarafından harabeye çevrilmişti.4 Rodop komisyonunun Filibe’ye gelişi (22 Temmuz), yıkımına ve çatısı sökülmeye başlanan Muradiye Camisini yıkımdan kurtardı.5 1879’da Şehabeddin Paşa Camisi’nin kubbelerinin kurşun kaplaması çalındı.6 Rus ordularının Şarkî Rumeli’yi terkinden sonra Filibe Cemaat-i İslamiyesi, Muradiye ve Şehabeddin Paşa camilerini tamir ettirmek üzere Şarkî Rumeli mal sandığında mahfuz 2.000 lirayı vilayetten talep etti ise de vakıf meseleleri henüz çözümlenmediği gerekçesiyle kendilerine olumsuz yanıt verildi.7 Valilik, harap haldeki Şehabeddin Paşa Camisi ve Medresesine mevkuf köylerin yıllık 50.000 kuruş değerindeki öşür bedellerini topladığı halde, bu meblağ mütevelli heyetine aktarılmadığı gibi yine bu eserlere vakfedilmiş olan Canbaz Han’ın 1881’de mahalli hükümet tarafından yıkılması cemaati çaresiz, hizmetlileri ise maaşsız bıraktı.8 Şehabeddin Paşa Camisi, 1885’te Şarki Rumeli’nin Bulgaristan’a ilhakı arifesinde halen tamir edilemediği için ibadete kapalıydı. Bâbıâli, “bu misüllü müberrât-ı meşhûre-i İslamiye’nin idâmesi mesâilinin istihsali şân-ı celîl-i saltanat-ı seniyye muktezeyât-ı aliyyesinden” olduğu mütalaasıyla“Rumeli-i Şarkî’deki evkâf-ı mazbûta idaresinin vilayete terkiyle mukâbilinde hazine-i evkâf-ı hümâyûna itâsı kararlaştırılmış olan meblağ-ı merkûmenin hîn-i tesviyesinde mahsubu icra olunmak üzere” tamir için gerekli parayı gönderdi.9 İşgalden sonra Ruslar tarafından kışlaya dönüştürülen İmaret mahallesindeki vakıf mahkeme binası, Şarkî Rumeli nizamnamesine aykırı olarak vilayet idaresi tarafından da aynı amaçla kullanılmaya devam etti.10 Rus ordusunun gelişiyle park, okul vs. yapmak üzere mezarlıklara ve sair emlake yönelik olarak başlayan taarruz, vilayet nizamnamesinin 36. ve 341. Maddelerine 11 aykırı Naşid Paşalar tarafından Sadarete gönderilen rapora göre, Filibe’nin Müslüman mahalleleri de Rus ve Bulgarlar tarafından harabeye çevrilmişti.12 Rodop komisyonunun Filibe’ye gelişi (22 Temmuz), yıkımına ve çatısı sökülmeye başlanan Muradiye Camisini yıkımdan kurtardı.13


Makale ve Analizler - 2019

77

1879’da Şehabeddin Paşa Camisi’nin kubbelerinin kurşun kaplaması çalındı.14 Rus ordularının Şarkî Rumeli’yi terkinden sonra Filibe Cemaat-i İslamiyesi, Muradiye ve Şehabeddin Paşa camilerini tamir ettirmek üzere Şarkî Rumeli mal sandığında mahfuz 2.000 lirayı vilayetten talep etti ise de vakıf meseleleri henüz çözümlenmediği gerekçesiyle kendilerine olumsuz yanıt verildi.15 Valilik, harap haldeki Şehabeddin Paşa Camisi ve Medresesine mevkuf köylerin yıllık 50.000 kuruş değerindeki öşür bedellerini topladığı halde, bu meblağ mütevelli heyetine aktarılmadığı gibi yine bu eserlere vakfedilmiş olan Canbaz Han’ın 1881’de mahalli hükümet tarafından yıkılması cemaati çaresiz, hizmetlileri ise maaşsız bıraktı.16 Şehabeddin Paşa Camisi, 1885’te Şarki Rumeli’nin Bulgaristan’a ilhakı arifesinde halen tamir edilemediği için ibadete kapalıydı. Bâbıâli, “bu misüllü müberrât-ı meşhûre-i İslamiye’nin idâmesi mesâilinin istihsali şân-ı celîl-i saltanat-ı seniyye muktezeyât-ı aliyyesinden” olduğu mütalaasıyla“ Rumeli-i Şarkî’deki evkâf-ı mazbûta idaresinin vilayete terkiyle mukâbilinde hazine-i evkâf-ı hümâyûna itâsı kararlaştırılmış olan meblağ-ı merkûmenin hîn-i tesviyesinde mahsubu icra olunmak üzere” tamir için gerekli parayı gönderdi.17 İşgalden sonra Ruslar tarafından kışlaya dönüştürülen İmaret mahallesindeki vakıf mahkeme binası, Şarkî Rumeli nizamnamesine aykırı olarak vilayet idaresi tarafından da aynı amaçla kullanılmaya devam etti.18 Rus ordusunun gelişiyle park, okul vs. yapmak üzere mezarlıklara ve sair emlake yönelik olarak başlayan taarruz, vilayet nizamnamesinin 36. ve 341. Maddelerine 18 aykırı olarak vilayet idaresi döneminde ve Şarkî Rumeli’nin Bulgaristan’a ilhakından sonra da devam etti.19 1889 yılında Cuma Camisi önündeki 15 adet vakıf dükkân Filibe belediyesi tarafından yıkıldı.20 1891’de Şehitlik mezarlığı sergi (fuar) mahalli yapılmak üzere, Pınarcık, Saat ve Kapaklı Tepeleri önlerindeki mezarlıklar ise “hijyen” gerekçesiyle taşları sökülerek tahrip edildi. 21 Develer ahırı, Eyne Hoca ve 1891’deki ilk saldırıyı atlatan Saattepe Mezarlığı 1897’de ortadan kaldırıldı.22 Ertesi yıl Eyne Hoca Camisi Filibe Belediyesi tarafından yıkıldı.23 1905’de Karşıyaka mahallesindeki Tatarhane Mezarlığıtahrip edildi.24


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Filibe Müftülüğü ve Cemaat-i İslamiyesi, belediye kadar, Bulgar halkın da saldırılarından korumak için komiserlik yardımı ile 1895’de Umum İslam Kabristanı’nın, 1908’de ise Hacı Hasan Mahallesi mezarlığının etrafını duvarla çevirerek bekçi tuttu. Çünkü mezar taşları sökülerek kaldırım, çeşme, duvar vs. inşaat işlerinde kullanılıyordu. Mijatev, Art and Society of Bulgaria in the Turkish Period, s.292. Kiel, Art and Society of Bulgaria in the Turkish Period, s.27; Aynı yazar, Bulgaristan’da Osmanlı Dönemi Kentsel Gelişimi ve Mimari Anıtlar, s.16; Turan, “1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında Filibe’de Yıkılan Osmanlı Eserlerine Dâir Bir İngiliz Belgesi”, s.242; Aynıyazar, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908), s.198; Aynı yazar, “1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın Bulgaristan’daki Türk Varlığına ve Mimarî Eserlerine Etkisi”, s.769. Turan, “1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında Filibe’de Yıkılan Osmanlı Eserlerine Dair Bir İngiliz Belgesi”, s.244-251; Aynı yazar, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908), s.193-199. BOA, Y.EE, No. 42/118 (10 Temmuz 1294/22 Temmuz 1878); Turan, “18771878 Osmanlı-Rus Savaşında Filibe’de Yıkılan Osmanlı Eserlerine Dâir Bir İngiliz Belgesi”, s.246. BOA, Y.EE, No. 42/118 (10 Temmuz 1294/22 Temmuz 1878). Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, s.212. 173 BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 41, 42 (31 Mayıs-21 Ekim 1881). BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 12, 21, 29, 34, 39, 40, 50, 51, 55, 56, 60 (8 Şubat 1881-6 Haziran 1881). BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 72, 73, 75, 78, 80 (3 Mart 1884-5 Ağustos 1885). BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 9, 10, 28, 43, 44 (14 Ocak-20 Eylül 1881). maddenin 1. fıkrası kişisel mülkiyet hakkı ve “asâr-ı milliye”nin (dinî eserlerin) dokunulmazlığını teyit ediyor, 2. fıkrası ise kamu menfaati adına bedeli önceden ödenmek üzere istimlake fırsat yaratıyordu [BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 28 (20 Mayıs 1881); lef 54 (4 Aralık 1884), lef 76 (4 Mart 1885)] . 341. madde ise mezheplerin emlak ve mallarının muhafazasını garanti altına alıyor, ancak umumi menfaat gereği kanun dairesinde tazminat ödenmesi koşuluyla kendilerinden alınabilmesine imkân tanıyordu. (Şarkî Rumeli Nizamnamesi hakkında bkz. Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, s.43-113, burada olarak vilayet idaresi döneminde ve Şarkî Rumeli’nin Bulgaristan’a ilhakından sonra da devam etti. 1889 yılında Cuma Camisi önündeki 15 adet vakıf dükkân Filibe belediyesi tarafından yıkıldı. 1891’de Şehitlik mezarlığı sergi (fuar) mahalli yapılmak üzere, Pınarcık, Saat ve Kapaklı Tepeleri önlerindeki mezarlıklar ise “hijyen” gerekçesiyle taşları sökülerek tahrip edildi. Develerahırı, Eyne Hoca ve 1891’deki ilk saldırıyı atlatan Saattepe Mezarlığı1897’de ortadan kaldırıldı. Ertesi yıl Eyne Hoca Camisi Filibe Belediyesi tarafından yıkıldı.


Makale ve Analizler - 2019

79

1905’de Karşıyaka mahallesindeki Tatarhane Mezarlığıtahrip edildi. Filibe Müftülüğü ve Cemaat-i İslamiyesi, belediye kadar, Bulgar halkın da saldırılarından korumak için komiserlik yardımı ile 1895’de Umum İslam Kabristanı’nın, 1908’de ise Hacı Hasan Mahallesi mezarlığının etrafını duvarla çevirerek bekçi tuttu. Çünkü mezar taşlarısökülerek kaldırım, çeşme, duvar vs. inşaat işlerinde kullanılı BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 28 (20 Mayıs 1881); lef 54 (4 Aralık 1884), lef 76 (4 Mart 1885). BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 91, 93, 94, 96 (27 Eylül 1889-24 Mart 1890). 180 BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 103, 104, 105, (16 Ocak 1892-25 Aralık 1892). 181 Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908), s.200. Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908), s.195. BOA, A.MTZ.04, No. 129/74 (23 Haziran 1905). BOA, A.MTZ.04, No. 181/34 (9 Ocak 1896). BOA, A.MTZ.04, No. 166/45 (21 Mayıs 1908); BOA, A.MTZ.04, No. 167/4 (1 Haziran 1908).

Tatarpazarcık Tatarpazarcık (Pazarcık) ve köylerinde Şarkî Rumeli’nin Rus işgalinde kaldığı bir buçuk yılda içinde Ruslar tarafından cami, medrese, mezarlık vs. olmak üzere 182 Osmanlı eseri yıkılmıştı. Şarkî Rumeli hükümeti ise Rusların çekilmesinden (Temmuz 1879) 2 Ekim 1879’a kadar olan birkaç aylık süre içinde Tatarpazarcık’ta cami, medrese ve Müslüman evlerinden 114’ünü ihrak, 173’ünü hedm ve 469’unu tahrip etmiş ve oturulabilir İslam evlerine de Bulgarları yerleştirmişti.1 8 Aralık 1879 itibariyle Tatarpazarcık merkezindeki 22 camiden 9’u yakılmış, 5’i tamamen yıkılmış, 7’si değişik ölçülerde tahrip edilmiş durumdaydı. 1880’de yalnızca bir camide ibadet edilebiliyordu. 2 1888’de Orta Cami, belediye tarafından Müslüman cemaatinin elinden alınarak depo yapıldı. Komiserlik ve müftülüğün uzun mücadelesinden sonra Orta Cami 11 Mayıs 1904’de cemaate iade edildi.3 Fakat tam bu sırada mahalli belediye, “müşrif-i harab ve mâil-i inhidam” olduğu gerekçesi ile Saraçhane Camisi hakkında belediye emlak kanununun 23. maddesine istinaden yıkım kararı aldı. Komiserlik ve müftülüğün çabaları ile yıkım önlendi.4 BOA, A.MTZ.RŞ, No. 1/13 (15 Şevval 1296/2 Ekim 1879); Aydın 1992, s.211, 212; İpek 1994, s.142.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Turan, “1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında Filime’de Yıkılan Osmanlı Eserlerine Dair Bir İngiliz Belgesi”, 1996: 244; Aynı yazar, “The Turkish Mirotiy in Bulgaria (1878-1908)”, s.194; Aynı yazar, “1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın Bulgaristan’daki Türk Varlığına ve Mimarî Eserlerine Etkisi”, s.770; Aynı yazar, “Bulgaristan’da Türk Vakıfları”, s.204. BOA, A.MTZ.04, No. 116/67 (25 Safer 1322/11 Mayıs 1904); Turan 1998, s.196. BOA, A.MTZ.04, No. 117/62 (18 Nisan -31 Mayıs 1904).

Eski Zağra Eski Zağra savaşta en çok zarar gören şehirlerden biriydi. Yukarıda belirtildiği üzere şehrin Rus işgaline girmesinden sonra 14 cami ve minare yıkılmış ve beş asırlık İslam Mezarlığı tahrip edilmiş,190 ayrıca şehir savaş sırasında yanmıştı. Bu nedenle Osmanlı geçmişinden en radikal kopuş Sofya ile birlikte Eskizağra’da yaşandı. Savaştan sonra 1878’de Çek mimar Lübor Bayer tarafından Eski Zağra için bir tanzim planı hazırlandı. Lory’ye göre Bayer’in “Amerikan tarzı” planı, 10, 16, 20 m. genişliğinde, 330 ila 660 m.2-lik parsellerle dik sokaklardan tamamen kusursuz satranç bölümleri oluşturuyordu. 2 Eski Zağra Müslümanlarının şikâyetlerinden anlaşıldığına göre Bayer, ızgara şeklindeki planını kiliseleri gözeterek hazırlamıştı.3 İmar planına muhterik İslam eserleri, hane ve dükkânlarının yanı sıra yangından kurtulanların da bir bölümü dâhil edildi ve şehir planı, 29 Eylül 1879’da Aleko Paşa tarafından onaylandı. Eski Zağra Müftüsü Hüseyin Râci Efendi, İslam eserlerini hedef alması dolayısı ile imar planını“plan içinde bir plan” diye yorumluyordu. Savaş öncesinde şehirde 1500’den fazla İslam hanesi mevcuttu. Bu hanelerden 800 tanesi ayakta kaldığı halde, şehir planında Müslüman halka 22 semtte yalnızca 400 hane öngörülüyordu. Ayrıca, şehir içindeki debbağhaneler koku yaydıkları ve şehir hijyenini bozdukları gerekçesi ile şehir dışına sürüldü. Lübor Bayer’in planı Müslümanlar kadar Musevilere de dokundu. Havra ve 400 kadar muhterik Musevi hanesi üzerine Bulgarlar tarafından ev yapıldı.4 Bu hengâmda Namazgâh Mezarlığının taşları söküldü ve Soğukpınar, Tekyemahalle, Kadıçeşmesi, Hacı Turhan, Hacı Yunus ve Babakoru Camileri ile Ümmi Sinan ve İmaret mescitlerinin arsaları belediye tarafından satıldı. “Soğukpınar” Camisinin ise kurşun kubbe kaplaması çalındı.5 Ayrıca, Bulgarlar tarafından İslam cemaatine ait büyük binalara ve Rüşdiye Mektebine el konuldu. Cemaat-i İslamiye, Müslüman çocukları


Makale ve Analizler - 2019

81

için mektep yapılmak üzere başka bir bina kiralanması karşılığında bu duruma razı oldu.6 Harp sırasında minaresi Bulgarlar tarafından yıkılan Hamza Bey Camisi (Cami-i Atik), münhedim minaresi üzerine haç asılarakbir ara kilise olarak kullanıldı ise de Hüseyin Râci Efendi’nin ifadesi ile bir ayin esnasında papazın “çarpılıp füc’eten fevt olması” üzerine terk edildi. 7 Daha sonra silâh ve mühimmat deposu olarak kullanılan 8 Hamza Bey Camisi, Bâbıâli’nin baskısısonucu 21 Nisan 1881’de İslam cemaatine iade edildi.9 Plan gereği yıkılan emlak için sahiplerine tazminat ödenmesi öngörülüyordu. Ancak tazminatı düşük tutulduğu halde plana dâhil edilerek yıkılan yerlerin parasını almak, Kamile Hanım’ın Gazi Ahmet Bey Camisine mevkuf Bazaristan mahalli örneğinde olduğu üzere yıllar süren mücadeleye rağmen mümkün olmuyordu.10 1896 Haziran’ında Eski Zağra belediyesi tarafından “tesviye-i tarik” bahanesiyle 400 yıllık Gazi Ahmed Bey Camisi imar planına alınarak yıkımına başlandı.11 Aynı günlerde Namazgah mezarlığına belediye temizlik işleri dairesinin “tanzifat arabaları tathir ettikleri helâların müzahrefât ve necâsetlerini eski ve yeni İslam mekâbirine nakl ile mekâbirin deliklerinden içeriye akıttıklarının” görülmesi üzerine Müslüman halk galeyana gelerek protesto gösterisi düzenledi. Belediye, işçilerin uygulamasından haberi olmadığını belirterek sorumluluktan kurtulmak istedi. Ancak, mezarlığın temizleneceği taahhüdünde bulundu. Bu durum Şarkî Rumeli Cemaat-i İslamiyesi Nazırı Ali Haydar Efendi, Komiserlik ve Bâbıâli’nin şiddetli protestosuna sebep oldu.12 BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6 lef 90 (25 Haziran 1885); Hüseyin Râci, a.g.e., s.80; Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, 1992, s.212; Turan 1996, s.244; Aynı yazar, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908), s.193. Lory, Sıdbata na Osmanskoto Nasledstuo, s.106. BOA, A.MTZ.RŞ, No. 5/3, lef 7, (tt. 1889). BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6 lef 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90 (Ocak 1885-25 Haziran 1885). BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6 lef 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90 (Ocak 1885-25 Haziran 1885); Aydın 1992: 212. BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 15, 17, 18, 19, 20, 25, 26, 27, 32 (16 Kasım 1880-22 Mayıs 1881).


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hüseyin Râci, a.g.e., 1326, s.39; Ayverdi, a.g.e., 1982, s.134. Krş. Lory, Sıdbata na Osmanskoto Nasledstuo, s.106. BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 15, 17, 18, 19, 20, 25, 26, 27, 32 (16 Kasım 1880-22 Mayıs 1881); Hüseyin Râci 1326, s.39; Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, s.212. BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 27 (22 Nisan 1881). 199 BOA, A.MTZ.04, No. 23/5, lef 1, 2 (4 Mart 1886-19 Eylül 1889). 200 BOA, A.MTZ.04, No. 35/25 lef 3 (2 Temmuz 1896). BOA, A.MTZ.04, No. 35/25 lef 1-3 (2-18 Temmuz 1896). 3 Temmuz 1312 (15 Temmuz 1896) tarihli Gayret gazetesinde Namazgâh mezarlığının çöplük olarak kullanılmaya başlandığı haberi bu durumu teyit etmektedir. Nakleden Turan, Turkish Minority in Bulgaria, s. 200.

İslimye İslimye’de 1836’da Osmanlı ordusu için kumaş üretmek üzere Dobri Jelyazkov’un girişimi ve padişahın desteğinde “Fabrika-i Hümâyûn” adıyla kurulan kumaş fabrikasına, Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan caminin minaresi, Ocak 1882’de Berlin Anlaşmasına ve Şarkî Rumeli Nizamnamesinin 341. maddesine aykırı olarak yıkıldı ve cami içinde gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra sergi ve satış mağazası haline getirildi. Bâbıâli’nin kendi atadığı Aleko Paşa’ya (Aleko Bogoridi) caminin Müslüman cemaate iadesi ve zararın tazmin edilmesi yönündeki baskısı durumu değiştirmedi.1 Ancak, vakıf emlakin tasfiyesinde imar planlarının veya münferit saldırıların yanı sıra İslimye müftüsü Karamüftüzade Hüsnü Efendi örneğinde görüldüğü gibi cami, mektep, vakıf dükkânı ve arazilerinin bizzat müftü veya Cemaat-i İslamiye örgütü üyeleri tarafından Bulgarlara satıldığı ve dolaylı olarak tahvil ve tahrip edilmelerine sebebiyet verildiği örneklere de rastlanmaktadır. Nitekim Hüsnü Efendi, İslimye camilerinden Çorbacı Camisinin yarısını, bitişiğindeki muvakkithane ile beraber Hacı Receb Camisini, İbiş Ağa Camisinin yarısını, bahçesi ile beraber Hüdaverdi Camisini, yine bahçesiyle beraber Sıbyan mektebini, bir takım vakıf dükkânlarını ve Yamalı Camisi ile mektep arsasını belediyeye ve Bulgar taliplilerine satmak suretiyle mezkûr emlakin tahribine veya başka amaçlarla kullanılmasına vesile olmuştur.2 Çırpan Çırpan’daki 400 yıllık Eski Kabristan ile 1865’den beri kullanılan Yeni Kabristan’ın duvar ve mezar taşları, 1879 Kasımından itibaren sökülmeye başlandı. Osmanlı idaresi 1865’de yaklaşık 40 dönümlük Eski Kabristan’a defin işlemini yasaklamıştı. Rus işgali zamanında halk bahçesi yapılması


Makale ve Analizler - 2019

83

düşünülen Eski Mezarlığın duvarları yıkıldı. Şarkî Rumeli Vilayetinin kurulmasından sonra Çırpan belediye meclisi tarafından “kışın içine su biriktiğinden dolayı sıhhî olmadığı ve havayı bozduğu” gerekçesiyle önce hastane, sonra pazaryeri yapmak amacıyla Eski Mezarlıktaki mezar taşları sökülmeye başladı. Sökülen taşlar kaldırım, çan kulesi, çeşme vs. yapımında kullanılıyordu. Sadaret ve Ali Haydar Efendi’nin itirazı üzerine Aleko Paşa, İstanbul’da da kamu yararına park ve sokak yapımı için mezarlıkların tahrip edildiği karşılığını verdi. Ali Haydar Efendi’nin İstanbul gibi koca bir şehirdeki uygulamanın köy durumundaki Çırpan’a emsal teşkil edemeyeceği şeklindeki itirazı dikkate alınmadı.3 Yanbolu Yanbolu’da savaş öncesinde 13 cami, 3 tekke, 1 hamam, 1 bedesten (Hadım Ali Paşa Bedesteni), 2 kilise ve 1 havra mevcuttu. Savaş esnasında Müslümanların Rus ordularının önünden kaçarak şehri terk etmesinden sonra Bulgarlar camileri yağma ve tahrip etmişlerdi.5Tahribattan yalnızca Cami-i Kebir (Mustafa Ağa Camisi, Eski Cami) ve İsmail Paşa (Sofular) camileri kurtulmuş, ancak Cami-i Kebir de kiliseye tahvil edilmişti. Yanbolu Müslümanlarının müracaatı üzerine, İsmail Paşa Camisi’nin küçük olduğundan Cuma ve Bayram namazlarında cemaati almadığı, Berlin Anlaşması ve Şarkî Rumeli Nizamnamesi hükümlerine göre dinî emlakin her türlü müdahaleden masun olduğu ve kiliseye tahvil edilen caminin tahliyesiyle aslına rücû ettirilmesine dair Sadaret ve Ali Haydar Efendi’nin vali Aleko Paşa ve vilayet müsteşarı Gavril Efendi nezdinde yaptığı teşebbüsler uzun süre sonuçsuz kaldı.7 Vali ve müsteşar, şehirdeki kiliselerin Nisan ayaklanmasında Süleyman Paşa askerleri, harp esnasında ise Yanbolu Müslümanları tarafından yakılıp yıkıldığı için Bulgarların ibadet edecek mahalleri kalmadığından dolayı Cami-i Kebir’in savaş sırasında Rus memurlar tarafından Bulgarlara verildiğini iddia ederek Müslümanların elinde diğer bir cami olduğundan vilayet dâhiliye müdürlüğünün Bulgarlar için kilise yapılıncaya dek caminin tahliye edilemeyeceği görüşünde olduğunu bildirdiler.8 Ali Haydar Bey’e göre Cami-i Kebir’in Ruslar tarafından savaşesnasında Bulgarlara verildiğini vurgulamaktan kasıt, “gazavât-ı sabıkada ibâdethâne-i İslâma tahvil edilen kiliselerin misal ittihaz edilmesi” idi. Ali Haydar Bey, Gavril Efendi’ye Şarkî Rumeli’nin halen Osmanlı toprağı olduğu ve Bulgarların kiliseleri olmadığı için camiyi zapt etmelerinin ancak


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Avrupa’da iştirâk-i emvâl komünistlerinin efkâr-ı batılalarına yakışacağı” cevabını verdi.9 Bâbıâli’nin baskısı üzerine Cami-i Kebir, 1881 Ağustosu sonlarında İslam halka iade edildi.10 Ancak, Müslümanların elindeki diğer cami Sofular Camisi 1908 yılında belediye tarafından dinamitle berhava edildi.11 Cami-i Kebir (Eski Cami) ve Hadım İbrahim Paşa Bedesteni günümüze dek ayakta kalmayı başarmıştır. BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 52, 53 (19 Nisan -2 Mayıs 1882). Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, s. 212), bu caminin kiliseye çevrildiğini belirtmektedir. BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 110, 112, 113, 114, 116, 117 (13 Kasım 1893-Ocak 1894); BOA, A.MTZ.RŞ, No. 10/2, lef 72, 73 (20 Aralık 1893-8 Şubat 1894); BOA, A.MTZ.RŞ, No.12/9, lef 12, 13, 27, 28, 29, 30 (27 Nisan 1894-27 Aralık 1894). BOA, A.MTZ.RŞ, No.9/6, lef 3, 4, 5, 6, 7, 8, 14, 45, 47, 48, 49 (8 Haziran 1880-5 Ekim 1881). Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, s.211; Lory, Sıdbata na Osmanskoto Nasledstuo, 2002: 106; Kiel, Bulgaristan’da Osmanlı Dönemi Kentsel Gelişimi ve Mimari Anıtlar, s.92. 206 BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 23, 24, 35, 36, 37, 38 (21 Nisan 1880-19 Temmuz 1881); Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, s.212. BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 37 (30 Mayıs 1881), lef 38 (19 Temmuz 1881). Benzer bir örnek, kiliselerinin Çerkezler tarafından tahrip edildiği iddiasıyla Çarşı Camisi’nin tazminat olarak Ruslar tarafından Bulgarlara verildiği Varna’ya bağlı Balçık kazasında yaşanmıştı (Nazırska, a.g.e., s.72). BOA, A.MTZ.RŞ, No. 9/6, lef 37 (30 Mayıs 1881). 209 Lory, Sıdbata na Osmanskoto Nasledstuo, s.106. Kiel, Bulgaristan’da Osmanlı Dönemi Kentsel Gelişimi ve Mimari Anıtlar, s.18,98,99.

Ahyolu, Kızanlık, Karlova, Hasköy Ahyolu’da 1870’den beri defin yapılmayan Müslüman Mezarlığı, kasabanın ortasında kaldığı gerekçesiyle 1890 yılında belediye tarafından yıkılarak üzerine pazaryeri ve kilise inşasına teşebbüs edildi.1 93 Harbinden önce 16 cami bulunan Kızanlık’ta yüzyılın sonuna doğru yalnızca bir cami kalmıştı.2 1907 yılında Hasköy’de Cami-i Cedid, Bulgar mektebine çevrildi.3 Karlova’da savaş sırasında tahrip edilen ve minaresi sağlam olan Ballı Mescid 1911’de imar planında yola denk geldiği gerekçesi ile belediye tarafından yıkıldı.4


Makale ve Analizler - 2019

85

Sonuç Sonuç Bu çalışmada Bulgar ulusçuluğu ve Osmanlı algısından hareketle 1878-1908 yılları arasında Bulgaristan’da çeşitli şehirlerde Osmanlı maddi kültür mirasının tasfiyesini incelemeye çalıştık, ancak bütün tabloyu ortaya koyduğumuz iddiasında değiliz. Söz konusu dönem Bulgaristan’ın milliyetçi esaslar doğrultusunda yeniden inşa edilme süreci olduğu kadar, genel anlamda Osmanlı mirasının tasfiyesi ve Avrupalılaşma çabalarına tanıklık etmiştir. Bulgar aydını ve devlet adamları Osmanlı hâkimiyetini Hıristiyan Bulgar kültürünün bastırıldığı ve gelişiminin engellendiği bir esaret ve zulüm dönemi olarak telakki ettikleri için hem ulusun konsolidasyonu, hem de Avrupalılaşma adına Osmanlı döneminde Bulgaristan’a yerleşen Türk, İslami ve Şarklı unsurları tasfiye etme yoluna gittiler. Bu hareketten en çok Osmanlı maddi kültür varlıkları etkilendi ve Osmanlı sonrasında en büyük değişim şehirlerin dış görünüşünde meydana geldi. Bulgaristan’da Osmanlı maddi kültür varlıklarının tasfiyesi 93 Harbi ile başladı. Bağımsızlıktan sonra şehirlerin modernleştirilmesi ve Bulgar karakterinin tebarüz ettirilmesi uğruna başta Sofya olmak üzere diğer şehirlerde yüzlerce cami, mescit, medrese, mektep, tekke, türbe, mezarlık konak, imaret, hamam, han, kervansaray, bedesten vb. eser Bâbıâli ve komiserliğin çabaları ve protestolarına rağmen Berlin Anlaşmasına aykırı bir şekilde imar planlarına alınarak çeşitli sebeplerle yıkıldı. Yıkılmayanlar başka amaçlarla kullanılmak üzere tahvil edildi. Bu bilinçli ihmal bir süre sonra onların “mâil-i inhidam” ve “müşrif-i harab” oldukları vesilesi ile emlak kanunu gerekçe gösterilerek yıkılmalarının önünü açtı. Bulgaristan ile Osmanlı İmparatorluğu arasında miri ve vakıf emlak sorunu ancak 1909 yılında çözülebildi. Bulgaristan’da geçmişin izlerinin silinmesi adına yaşanan yıkım humması sonucunda şehirler tarihlerini ve ruhlarını kaybederek Osmanlı kimliğinden uzaklaştı. Şüphesiz incelemiş olduğumuz dönemde Osmanlı maddi kültür mirası tamamen tasfiye edilebilmiş değildir. Aslında, bu süreç tedricen yakın zamanlara kadar sürmüştür. Günümüzde Bulgaristan’da kalan Osmanlı eserleri genel anlamda bakımsız durumdadır ve varlıkları ilgisizlik, kaynak yetersizliği ve Vandallar tarafından tehdit edilmektedir. Ancak, tahribat ve yıkıma rağmen Bulgaristan’daki Osmanlı eserleri Osmanlı sosyal ve ekonomik yaşamına ve Osmanlı mimarisinin gelişimine dair ipuçları sunmaktadır. Konumuz sona ermemiştir. Araştırmalarımız devam ediyor. Lütfen sizde paylaşınız.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Mumyalanmış Komünizm

Tarih: 18 Aralık 2019 Yazan: Renginar GÜLER Konu: Geçmişimizden gelen sesler.

Hepimizin, hele Bulgaristan Müslümanlarının 10 Kasım 1989’da zalimlerin başı Todor Jivkov’un parti ve devlet görevlerinden çekilmeye zorlanıp “devrildi” naralarıyla Vitoşa Dağı’nda bir villaya uğurlanmasından sonra, adamın politik olarak öldüğüne inanmaları için, daha bedeni nefes alıp verirken birkaç yere boy heykeli ve büstü dikildi. Bir diktatörün ardından evlatları (torunları) çeker diye bir söz vardır. Bu işlerin “üst aklı-şeytani akıl”torun V. Jivkov’un Sofya Belediye Başkanlığı seçiminde aday olmasını yorumlarken içkiden, kumardan borçlarının artık 250 bin levayı aştığını yazdı. Kanımca siyasi imaj yaratmak hakikatten de zor bir iş! Üstüne üstelik devrilen DİKTATÖR daha hayattayken, 12 Temmuz 1991’de VII. Bulgaristan Büyük Halk Meclisi’nde eski adları komünist olan yeni sosyalistlerin oylarıyla onaylanan 4. Anayasa’da maddelerden birinde, “Bulgaristan azınlıklarına ve demokratik güçlerine 35 yıl zulmeden BKP ve BHC Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un adı bundan sonra hiçbir konuda, hiçbir yerde geçmeyecek, ölümünden sonra anma törenleri yapılmayacak, anıttı dikilmeyecek, kitapları ve diğer onu hatırlatan ne varsa her şey yakılacak ve Bulgaristan tarihinde ve geleceğinde Todor Jivkov sayfası kapanacak” denmedi. “Totalitarizm” demeden Başsavcılığa sınırsız haklar ve denetimsizlik tanınarak yeni bir diktatörlük biçimi olan Savcılık Diktatörlüğüne kapı aralık bırakıldı. O zaman Bulgaristan’da anayasa yazacak kafalı demokrat birileri yoktu. Oltaya takılmaktan kaçanlar arasından da aklı bütün birileri ortaya çıkmadı. Aslında komünist rejim polisi yakaladıklarından herkesin beynini süzme değirmeninde akıtmamıştı. Örneğin “Podkrepa” (Dayanışma) sendikası Başkanı Dr. Konstantin Trençev de tutuklandı, Stara Zagora (Eski Zağra) hapishanesinde idamlıklar bölümüne kapandı ama kılına dokunmadı. Fakat bu gibi anti-komünist kafalarda da anayasa yazacak kadar ateş yoktu.


Makale ve Analizler - 2019

87

Kuşkusuz olmayan olmamıştır ve her kişi her şeyi yapamaz ve biz olmamış bir şey için kimseyi suçlayamayız. Ancak T.Jivkov’un ölümünden sonra da “dokunulmazlığını” sürdüren bu yazılmayan anayasa maddeleri hala yürürlükte ki, bizde totaliter-komünizm bir beden ve ruh olarak mumlandı. Bu olaylar oluşurken Bulgar Bayan, ünlü kâhin “Baba Vanga”(Vanga nine-KGB ajanı olduğu da ortaya çıkmış oldu) “gün gelecek canlanacak” demişti. O aman Bulgaristan’ı reform yaparak yenilemeye iştahlanan Başbakan İvan Kostov (1997-2001), Jivkov dirilir yolumu keser ve sen bana “ihanet ettin” deyip hesap sorar korkusuyla 1998’de Bulgar komünizminin babalarından en irisi olan Georgi Dimitrov’un Sofya merkezindeki ANIT KABRİ (mozolesini) 500 kilo patlayıcı ile havaya uçurttu. Bu işte yetki sahibi Başbakan yardımcısı Bakırciev, ilk patlamada mozoleyi yıkamadı. Ardından 2 patlama daha ateşledi. Şöyle ki, Bulgaristan küçük bombalarla sökülemedi. Ufak bir ülke olsa da, komünizm öyle derin köklerle betonlaşmış ki, Dimitrov’un mumyasını kimsenin bilmediği, bulamayacağı bir yerlere defnettiler. Mezar taşı ve üzerinde adı yazılı bir haç ya da yıldız da olmadığından, doğum gününde, isim gününde ve ölüm gününde kabrine çiçek götüren, ateist olduğundan dolayı Hıristiyan adetlerine uyan ve “özür dileme gününde” bir bohça yiyecek ve bir şişe rakıcık veya kırmızı şarabı başının kenarına koyan da yok. Mezarlıklardan geçinen Sofya Romenlerine “Georgi Dimitrov’un mezarı nerede?” diye sorsalar Bulgaristan’da cevap verebilecek bir kişi yok. Gelişmeler bu yöndedir. Bu gelişmeleri izlerken biz, mezarı olmadığından nerede hortladığını da bilemediğimizden, totalitarizm zulmü hayaletinin ülkede gece gündüz dolaştığını ama vatandaşların gerçekleri görmek istemediğini, ejderha ile yüzleşmektense korku içinde, yarı ölü yarı canlı yaşamayı seçtiğini görebildik. Gerçekler böyle olsa da, Bulgaristan’da çocuklar kendi deyimimizle “Donak Dedeyi” (Noel Babayı) beklerken hafta sonu Sofya’da G.Dimitrov Anıt Kebiri’nin dümdüz yapılan yerinde şu günlerde kurulan Noel Pazarı’nın tam ortasında 3 metre yüksek “Totalitarizm Mumyası” belirdi. Evet yanlış okumadınız Sofya’da mumya. Balmumundan yapılmış simsiyah, ağır bir kazadan sonra eli kolu, kaburgaları ve omurgası kırılmış dev birinin hastanede hemşireler tarafından sımsıkı bantlandığı gibi bantlanmış, aman kafa tası da sımsıkı paketlenmiş ve gözleri içine cep feneri yerleştirilmiş olacak ki gözleri şakıyan uzun burunlu dev bir mumya geleni geçeni yerine mıhladı. Haberi alan Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı Bayan Fındıkova, hemen emir dikte etti ve belediye ekiplerinden biri


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

orta büyüklükte vinç ve büyük kasalı bir çöp kamyonunu girmek yasak olan sarı pavelerin üzerinde gönderdi. “Totalitarizm mumyasını” bir hamlede kamyona yüklediler. Seçim belgelerde adı “Filipovtsi”ya da “Fakülte” olarak geçen Romen Mahallesi yakınındaki çöplüğe götürdüler. Havanın sertliği nedeniyle son günlerde kargalardan ve köpeklerden başka kimsenin uğramadığı çöplüğü attılar. Totalitarizm mumyasından kurtulma olayı bununla bitti mi dersiniz? Düşünürlerin fikirlerine dikkatle bakıldığında “bizde komünizm ve özellikle totalitarizm ölmüş olsaydı, onun yerine gelen sosyal bünye naşı çürütüp çözmeli ve buharlaşır gibi toprağa karışıp yok olmasını sağlardı. Anlaşılan bizim haşarat hele solucanlar her cesedin etini kanını temizleyip toprağa karıştırırken totaliter mumyaya dokunmadılar. Upuzun yatmış, ortada kalmış. Sofya merkezine “Totalitarizm Mumyası” diken heykeltıraşın adı Andrey Vrapçev. “Vatandaşı korkutarak uyandırmak için mumyamı siyah naylona sardım, bantlar sökülse ve naylon açılsa göğsünde orak ve çekiş vardı” diyor ve şöyle devam ediyor: “Siyasetten uzak kalmaya çalışsam da mümkün değil. Mumyam bir politik semboldür. Karanlıkta insanların önüne çıkınca ruhlarını uyandıracağını düşündüm. Fikrimde, halkımı uyandırmak vardı. Bizde totalitarizm çözülmedi. Uyarıda bulundum. Belediyeler, devletin bir aracı oldu. Devlet adamları ve siyasetçilerimiz totalitarizmden arınamadılar. Çöplüğe atılması gereken, mumya değil, onların beyinlerindeki totalitarizm sıvısıdır.” 30 yıldan beri Geçiş Dönemindeyiz. Bizdeki s.o. “Geçiş Dönemi” totalitarizmin kılıfıdır. İnsan doğar, yaşar, ölür, hayat değişir gidenin yerine genci gelir. “Totalitarizme kılıf olan Geçiş Dönemi zamanı, uzamı, istatistiği olmayan bir şeymiş gibi anlatılıyor. Ortada kaldık. 30 yıldan beri ülkemizde hiçbir yeni süreç başlamadı. Yani eski hayat mumyalanmış ki, yeni bir şey mayalanamıyor, istesek de olmuyor. Geçen asrın 90’lı yılları için bir korkuluk – “dehşet dünyası” dendi. “Demokrasi ucubesi”– ahlaksızlık yılları olarak anlatılıyor. Oysa 90’lı yıllarda yaşayan Bulgaristan vatandaşları totaliter komünizmin en üstün –elit – evlatlarıydı. Onların hepsi komünist okullarda, üniversitelerde eğitilmiş, biçimlenmiş, öğrenimli kişilerdi. Satıhsal değişikliklerden tam 30 yıl sonra, Stalin tipi bir Başsavcı tarafından yönetilen tek ülke Bulgaristan kaldı. Bu mumyalaşmış bir durum değil de nedir? İnsanlar, iş çevreleri, günlük yaşam “sizin adam” – “bizim adam”tabanına veya “yasalardaki yenikler” üzerine kurulmuş, paralel devlet kurmuşlar ve bizi çevreleyen taşlaşmış bir kültür haline gelmiş. Gerçek komünizm olsaydı her şey paralel yönetilecekti, şimdi de öyle! Kişisel sorumluluk, kişisel bilinç, kişinin toplumdaki rolü rafa kaldırıldı, demokrasi


Makale ve Analizler - 2019

89

gömüldü. Komünist dün ile yaşadığımız bugün arasındaki fark kalktı. Sofya merkezine dikilen MUMYA işte bunun simgesidir. Bir uyarı işaretidir. Şu da var, mumyalaştırılan bizim bilincimiz ve kültürümüzdür. İnsanların dilsiz, dinsiz, okulsuz, işsiz, kültürsüz, geleceksiz bırakmak, sürünmemizde, mumyanın kara katran rengi var…. Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in çalışma odası penceresinden bakınca mumya göründü. O daha önceki demeçlerinde Bulgaristan’a “bataklık” demişti. Şimdi artık bu sıfatı kullanmıyor. Danışmanları ona, “Sayın başkanım 5 farklı mumyalama çeşidi var. Bunlardan birisinin adı “Bataklık Mumyaları” dır. İnsanlarımız korkuyor. Gördüğünüz gibi “Pomakların isimleri değiştirilirken öldürülenlerin cesetleri Pernik şehri yakınlarındaki “Studena Barajına” atılmıştı. Şimdi baraj gizlice boşaltılmış ve dibinde çamur yığınından başka bir şey bulamayanlar çok korkmuşlar. Danimarka’da bir bataklığa da ölü atılıyormuş ve 5 bin sene sonra bir araştırma için bataklık dibine atılanların canlı gibi üst üste yatmış durduğunu görünce çok korkmuş. Ne solucanlar, ne yılan balıkları ne de yengeçler hiçbir kimsenin saçına bile dokunmamış bataklığın kendisi mumyalama işiniz becermiş ve cesetler suyun içinde öylece duruyormuş. Bunları yeni öğrenen Cumhurbaşkanı Radev, anayasayı değiştirip totalitarizme nefes almayı yasaklayan ve mumyaların beynini sıvı tıp akıtacak yeni yasa maddeleri geliştirmek için görüşmelere başlamış. İlk görüşmeye gelen profesörlerden bazılarının yıllardan beri evlerinde yeni bir anayasa üzerinde çalıştıkları ortaya çıktı. Fakat yeterli değil, çünkü R.Radev hele şu “Başsavcılığın ve Başsavcının işi, misyonu, denetlenebilirliği, kendinden hesap sorulabilirliği ve yoldan çıktığında kulağından tutulup koltuğundan kaldırılabilirliği gibi konularını daha geniş danışıp tartışmak amacıyla yeni görüşmeler ve Büyük Millet Meclisi toplama konularını daha geniş ele alıyor. Cumhurbaşkanı Radev işi aklan giden bir kişi olduğundan, Büyük Millet Meclisi toplama konusunda zorlanmayacak gibi duruyor, çünkü mumya arayanların Pernik barajını boşaltmasıyla 80 bin kişi, bir sanayi şehri ve etraf tatil köyleri, sayfiye tesisleri, hastane ve okullar susuz kalınca millet ayaklanmaya hazırlanıyor. Tollund Adamı olarak bilinen bu ölü Danimarka’da bir bataklıkta bulundu. Bataklığa 500 yıl önce atılmıştır. Konumuza devam edeceğiz. Bizi okuyanlar lütfen paylaşsınlar. Teşekkür ederim.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

91

Kendi Gölgelerinden Korkanlar Tarih: 18 Aralık 2019 Yazan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Devlet tarafından korunan ve devlet memesinden emen, korumalı Ahmet Doğan çilekeş Bulgaristan Müslümanlarına lider olamaz. Bu komik piyes sahneden indirilsin. Her keçi kendi bacağından asılsın! Hainleri ve halk düşmanlarını besleme siyasetine son verilsin Son 10 yılda Bulgar gizli ve üniformalı polisi Ahmet Doğan’ı 24 saat koruyor. Onun yemeğini pişiren, alış verişini yapan, yatağında çarşafını ve yorganını silken, yıkayıp korutan kişilerin hepsi devlet görevlisi ve devletten maaş alıyor. Hatta milli güvenlik amirliğinde subay olan bazı kişiler Ahmet Doğan, Daniel Peevski ve yakın geçmişe kadar Lütfi Mestan gibi şahsiyetsiz kişilerin bekçiliğini, koruyuculuğunu yayıyordu, hizmetindeydi. Doğanın 10 yılda korumasına toplam 20 milyon 800 bin leva ödenmiş. Bu kanunsuzluğu kaldıracak bir irade de bulunamıyor. Öğrendiğimiz üze, Sofya’daki özel hastanelerden birinde Başhekim 100 000 leva (50 000 Avro) maaş alırken devletten koruma takımı istemiş. Bir olay daha oldu son günlerde, “Büyükleri” koruma amirliği arabalarından biri Sofya’da bir kaza yaptı ve 2 çocuk ezdi. Derken “gizemli” kapak kendiliğinde açıldı. Ortaya çıkan şu oldu: Bulgar devleti halkın onursuz, namussuz ve beş para etmez bir kısmı da dolandırıcı ve dalavereci dediğimiz bu sözde “liderlerin” birçoğunun korunması için bol keseden para ödüyor. 2018’de boşa harcanan para 40 milyon levadır. Buna hangi meclis karar vermiş? Bilen yok! Ne olmuş da Bulgaristan halkı hayatı yüzde yüz parazitleşmiş ve bitkisel düzeye inmiş, kendisi oturup dört satır yazmamış, kaş kafasında bir fikir bile doğmamış Ahmet Doğan gibileri yıllardan beri bol keseden besliyor. Buna ne gerek var. En kötüsü de bazıları TV ekranına çıkıp bu harcamaları haklı, gerekli, yasal gibi gösteriyor. Fakat onlardan hiç biri ısınmak için odun bile toplayamayan yoksul halkın paralarını boş yere harcamanın anlamı bir türlü anlatamıyorlar. Ne demek korunanların hayatları için tehlike var. Böyle bir şey hakikatten varsa, yeni hapishaneler yaptıkları gibi, yolda yürüme, insanlarla konuşma, kahveye gidip bir çay içmeye şerefi kalmamış olanlar için kapalı bir HUZUR EVİ inşa edilsin. Etrafı 4 metre yüksek duvarla çevrilsin, kapısında köpekler, silahlı bekçiler, alkol yasak, colla yasak, patatesleri kendileri soy-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mak şartıyla, toz alma, cam silme, temizlik, yıkama, ütü yapma ve benzer işleri de onlara ait, yiyip içsinler ve uyusunlar. Bu iş için 40 milyon harcamaya gerek yok. Biraz da tasarruf edilsin! İnsanlarımızın bilmediği, öğrenilmesi istenmeyen ne olabilir. Devlet bütçede gösterilmeyen, Maliye Bakanlığının gizli tuttuğu kalemleri kim dolduruyor. Nasıl olur da ruhu beş para etmeyen Doğan ve Peevski için para akıtılıyor. Onlar zengin kişiler. Korunmaya ihtiyaçları varsa kendi paralarıyla şoför, koruma, aşçı, hademe tutsunlar. Borçları varsa ödesinler, tehlike kendinden kalkar. Basından bildiğimiz kadarıyla HÖH milletvekili, Doğan’ın manevi oğlu Delyan Peevski 3 yıl önce Bulgaristan Ticaret ve Korporatif Bankasını kuruttu, 7.2 milyon leva buharlaştı ve anladığımız kadarıyla savcılık bankaya el atmış ve Peevski’nin adını kredi dosyalarından, hesaplardan silmiş, ardından da peşine bir sürü koruma takmış… Nereye kadar?! Her yıl onun bunun, korunması, yatağında her akşam, belki bir şey olur umuduyla, başka bir zavallı kızcağız olması için devlet eliyle masraf yapılması, bu paralar halkımızın alın teri değil mi? Her konuda çok duyarlı olan Bulgar “adalet vicdanı” neden uyanmıyor? Neden isyan etmiyor. Meclis camları neden indirilmiyor, kapılar neden kırılmıyor? Bu işin içinde iş var. Bu bataklığın mutlaka temizlenmesi gerek. Bulgaristan’da insan ayrımı ister faşist dönemde isterse totaliter devirde yerleşmiş olsun, demokrasi koşullarında ileri adım atamamıştır. Kim kimi neden koruyor. Bu sorun çözülmeden adalet olamaz. Halktan gizli adalet olamaz. Hainler korundukça adalet olamaz. Yeni yeni öğrendiğimize göre, Varna Batı limanını s.o. “genişleten ve derinleştiren”Doğan’ın şirketlerinin aslında Karadeniz’e girecek US deniz altılarını su altı saklanma ambarları açmaya çalıştığı biliniyor. Bu Bulgaristan’da, Balkanlar’da, Karadeniz bölgesinde barış siyasetine ihanettir. İhanet edenler haindir ve onlar devlet korumasına alınamaz. Bu konuda biz, Bulgaristan Türkleri olarak şu görüşteyiz: 10 yıldan beri Bulgar devlet Mamakları A.Doğan hayatı için güya olan ama gerçekte bir yalan olan “hayati tehlikenin” ne olduğunu hemen açıklanmalı, açıklanamıyorsa, böyle bir tehlike yok demektir. Olsa bile bu kişisel bir varsayımdır. Devlet kişisel problemlerinden ötürü bazı insanları koruyup beslerken, diğerlerini içeri atarak hayırlı bir iş yapmıyor. Böyle adalet olamaz. Bulgar devletine karşı işlenecek bir suç varsa, gerekli önlemler alınır. Ömründe kimseye bir iliği dokunmamış olana kimse el kaldırmaz. Biz, Doğan’ın 24 saat viski içerken neler yaptığını, ne gibi suçlar işlendiğini bilemeyiz. Burada suçlu olan onu içirenlerdir. Hapishane ya da tutuk evi ola-


Makale ve Analizler - 2019

93

rak kullanılan sözde “saraylar” hazır oncu mankafaları, kokuşmuşları, dolandırıcıları korumalı yaşatmak için kullanılıyor. Çalışmayan, işe gitmeyen, yalnız vatandaşlara karşı komplo öneren, tuzak döşemeyi düşünen bu “lider” bozmasının tutuklanması ve içeri atılması gerekir. Halkın isteği budur. Bulgaristan Türklerini tuzağa düşürdü, dillerini yasaklattı diye bir biz hainin 40 sene beslenmesine karşıyız. Görüşümüz kesindir. Zenginlere devlet koruması verilmemelidir. Doğan yeniden içeri girse ve karanlık bir hücreye atılsa ve diğer mahkûmlar gibi her gün adaletli paylaşmadan payına düşeni yese içse devlete 500 leva masraf çıkar. Şimdi ise bu “parazitin” (asalağın, hazır yiyicinin) aylık masrafı 165 bin levadır. Yani her ay 160 bin 500 leva okullara, çocuk yurtlarına, özürlülere, yetimlere, sakatlara, hastalara, hastanelere, çok çocuklu ailelere yardım olarak dağıtılabilir. Aynı istekleri D. Peevski için dile getiriyoruz. Bu paralar da yoksul halka dağıtılabilir. Su fiyatının, odun ve kömür fiyatının ucuzlatılması gerçekleştirilebilir. 40 milyon levadan söz ediyorum. Bu, bir işe yaramayan adamların sürüsü – DPS yiyicileridir. Devleti kemirenlerdir. İkisinin de şirketleri ve büyük ek gelirleri var. Doğan’a gelecek yıl 220 milyon leva havale edilmesi mecliste onaylandı. Bizim milletvekillerinin hepsi taş kafalı, el kaldırıp da bu paraları hazır yiyicilere göndermezsek işimizden yani avantamızdan oluruz korkusuyla yaşıyorlar. Bu gidiş tehlikelidir. Çökeriz. Ömründe 5 paralık bir iş yapmamış bir kişiye 220 milyon devlet parası verilemez. Yukarıda, Bulgaristan’da koruma işiyle meşgul 120 görevli var, dedim. Bu grubun emrinde en pahalı araçlardan 100 araç var ki, tüm masrafları devlete ait ve taksi gibi kullanılıyor. Oysa Anayasaya göre yalnızca Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı ve bazı yüksek yargıçlar korunabilir ve böyle hizmetlerden yararl. Devlet güvenliğin arabaları taksi gibi kullanılıyor. Doğan ve Peevski’nin devlet tarafından korunmasına kim karar verdi bilinmiyor. Lütfi Mestan da korunuyordu. Sonra bir yerden bir emir geldi. Mestan’ın korumaları kuyruk kısarak ofislerine toplandılar. Aslında bu devlet korumalarıyla gerçekleştirilen bir darbeydi. O da ailesiyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliğine sığındı. Öylece Bulgar devleti silahlı kolluk kuvvetleriyle HÖH içinde darbe yaptı. Demek oluyor ki, devletin silahlı korumalarının ödevi yalnız korumak değil, aynı zamanda “gerektiğinde” parti içi darbeler yapmaktır.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tepedekiler birbirlerini yedikleri gibi, aralarında düşmanlık ve korku olduğundan koruma sistemi bozulmalıdır. Devlet yemliği dağıtılmalı, tekne kırılması ve gerçekler halka açılmalıdır. Anlattığım olaylar ülkemizde yeni bir nomanklatür (devlet korumasında olanlar) olduğunu kanıtlıyor. Bu zümre dağıtılmadan demokrasinin ve adaletin, eşitlik ve özgürlüğün kapısını açamayız. Okuduğunuz için teşekkürler. Paylaşanlara selamlar.


Makale ve Analizler - 2019

95

Komunist Rejim Döneminde Belene Anılarım

20.12.2019 Doğum yerim: 1943 Nenkovo – Rusalsko (Hotaşlı) Yörükler mahallesi Kırcaali. 1958 yılında devletin planı ve projesi doğrultusunda Türkleri daha hızlı ve süratle asimile edilebilmeleri için bizi göç ettirdikleri bölge Burgaz’a bağlı Aytos ilçesidir. 1989 yılında parasız çalıştırıldığım yol üzerinden yurdumdan kovulduktan sonra ikamet ettiğim yer BabaeskiKırklareli’dir. Bir ulus hukuk devletiyse uluslararası anlaşmalara hakka, hukuka, kararlara riayet etmesi gerekiyor. Ben bunun bilinciyle büyüdüm ve eğitildim. Maalesef büyük dedelerimizin dedelerinin, babalarımızın ve bizim doğduğumuz topraklar bir Avrupa ülkesi olmasına rağmen özgürce yaşayamadık, yaşatılmadık, doğan güneşin ışınlarına sevinemedik, nefes aldığımız havayı, bastığımız toprağı çok gördüler bizden. Kargaların bülbüllere dikenli çalıları çok gördükleri gibi. Diğer özgür Milletlerin çocukları gibi anneannemin ninni söylediği diliyle, Türkçe şiirler, hikayeler yazmak isterdim, vatanıma ana dilimle şarkılar, şiirler yazmak isterdim, farklı din, dil, kültür, örf ve adetler demokrasinin göstergesi olmasına rağmen bize bu faaliyetlerimizi icra etmemiz için, hatta yaşamamıza bile izin vermediler. Maalesef ne çocukluğumuzu ne de gençliğimizi, özgürce yaşayabildik, yaşlılığımızı da bu bizde izler bırakan bilinçaltına yerleşmiş olan acılarla yaşıyoruz, güz günleri gibi çileli çektiğimiz acıların bizde bıraktığı yaralarla, acılarla yaşadık. Görünürde göstermelik olarak Demokrasi maskesiyle Sosyalizm, insan hakları eşitlik adına sloganlar attılar ama gerçek hayatta bunların hiçbiri uygulanmadı. Bizlere uygulanan ırkçı, ayrılıkçı, milliyetçi bir politika uyguladı. Bulgar etnik grupları kendilerini üstün bir ırk görerek, utanmadan sıkılamadan bizlere karşı aşağılayıcı, üzücü tavırlar sergilediler. Bizlere 20 y.y. da din, dil, kültür, eğitim, kıyafet, örf ve adetlerimizi yasakladılar. Camilere gidenlere ibadetlerini, örf ve adetlerini yerlerine getirenler mimlenip işten çıkardılar, ana dilinle Türkçe konuşanlar cezalandırılırdı. Analarımızın bacılarımızın milli kıyafetleri (şalvarları) zorbalık uygulanarak kesildi. Ana dilinde eğitim isteyen öğretmenlerin işlerine son verildi ve inşaatlara gön derildi. Birçoğuna ise iş imkânı verilmedi. Kültür mirasımız olan camiler gözlerimizin


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

önünde yıkıldı. Diğer taraftan kiliselere mecburi ziyaretler düzenlendi. Örneğin; Bulgaristan’ın Burgaz şehir merkezinde ve Sliven şehir merkezinde camiler yok edildiğine canlı şahidim. Bu iki ilde 50 – 60 bin civarı Türk yaşamasına rağmen, Burgaz merkezindeki 1673‘te inşa edilen cami yıkıldı. Ermeni kilisesi hala faaliyettedir. Diğer etnik gruplara ait olan Yunan ve Ortodoks kiliseleri, Yahudi sinagoglarına milyonlar verilip restore edilip koruma altına alınırken, bizim camilerimiz ve Osmanlı’dan kalan mirasımız gözümüzün önünde yok ediliyor. Bu barbarlık karşısında tepki gösteren Türklere cezalar veriliyor, hatta bazıları mahkum bile ediliyor. Bunun adı çifte standart uygulaması değil de nedir? Devlet tarafından bir etnik grubun başka bir etnik bir grubundan üstün görülmesidir. Bulgar hükümeti ikili ve uluslararası anlaşmalara imza atmasına rağmen hiçbirine uymamıştır. Rusya destekli Avrupa hükümdarları tarafından, Bulgaristan’a bağımsızlığı verildikten sonra Türk, Müslüman nüfusu çoğunlukta olduğundan dolayı etnik temizleme sürecine başlamıştır. Yüz Binlerce kişiyi Türkiye‘ye göç ettirdiği yetmezmiş Bulgaristan’ın demografik yapısına da değiştirme sürecine girmiştir. Türk nüfusunun çoğunlukta olduğu köy ve şehirlere Bulgarlar yerleştirilmiştir. Türk nüfusunun çoğunlukta olduğu bölgeler asimile sürecinde Bulgarları yerleştirip, Türkleri de Bulgar nüfusunun çoğunluk olduğu yerler göç ettirmiştir. Böylelikle Türklerin ana dilinde konuşmalarına, örf ve adetlerini uygulamalarına, Türkçe eğitim görmelerine engel olunmuştur. Amaçlı olarak birleşik okullar adı altında Türkçe okullarını kapatarak Türkçe eğitimin önüne geçmiştir. Örneğin 1936 yılında Hotaşlı köyüne bir vergi memuru tayin edilmiştir. Bu memur için kilise yaptırılıyor. Bu kilisenin yapım sürecinde babamda dahil birçok Türk parasız (angarya) çalıştırılıyor. 19841985 yılında yeniden doğuş veya soya dönüş diye adlandırdıkları asimile sürecinde ‘’Bakın siz Bulgar’dan dönme Türklersiniz. Bu kilisede bunun kanıtıdır’’ diyorlar. Elimizde bulunan Türk kimlik ve doğum belgelerimizle Türk olduğumuzu kanıtlamak için hak hukuk aradığımızda devletin adaletsizliğini bulduk. Bizlere acımasız cezalar verdiler. Adımızı, dinimizi, benliğimizi, asıl kimliğimizi elimizden alıp, insanlığımızla, onurumuzla, gururumuzla oynadılar. Üstelik ağır cezalar verildi. Etnik gruplar arasında kötülük yayarak birbirine düşman etiler. Böl parça politikasını uygulayarak, o Pomak, o Tatar, o Roman dediler. Gerçek Türkler müsterih olsun. Onların kimliklerine dokunulmayacak deyip Türk halkını yalan politikalarla uyuttular.


Makale ve Analizler - 2019

97

Devletin en ağır işlerinde çalıştırılan Türkler (kara yolları, inşaat işçileri, tarım işçileri) yani en az ücretle çalıştırılan Türk işçileri, akşamları dinlenmeye çekildikleri yuvaları, eşkıyalar gibi devlet kolluk kuvvetleri tarafından evleri basılıp, görülmedik işkencelerle zorla isimleri değiştirildi. Daha önceden ismini değiştirenler, mağdur olup diğer Müslüman gruplardan dışlandılar. Güney Bulgaristan’da yaşayanları, kuzey Bulgaristan’da yaşayanlar desteklemedi. Evlilik yapanlardan birçoğunun ailesi dağıldı, perişan oldular. O dönemde sahte tarihçiler, profesörler, bilim adamları mantar gibi türedi. Topyekün hepsi Türk halkını aşağılayıp ‘’Siz Bulgar’dan dönmesiniz’’ diye propagandalar yaptılar. 03 Mayıs 1983 tarihinde Burgaz ilinin Karageorgievo (Çenge) köyünü gece saatlerinde devlet güçleri bastılar. Birkaç aileye sizde Pomak geni var diyerek isimlerini değiştirmeye kalkıştılar. Bütün köy halkı ayaklandı, köylülerine destek çıkınca devlet güçleri köyü terk etmek zorunda kaldı. Ertesi gün köye giriş-çıkışlar yasaklandı. Olağanüstü hal uygulandı. Köy ablukaya alındı. Zırhlı araçlar, polis arabaları, Bordo bereliler, polisler köye giriş çıkışları yasakladı. İki bin beş yüz nüfuslu köyün işçileri on gün işe gitmediler. Aytos’tan, Burgaz’dan birçok fabrika müdürü, ziraat kooperatif müdürü köye gelip özür dilediler, işe gitmeleri için ikna etmeye çabaladılar. 1985 yılına kadar bu köyde, köylülerin birlik ve beraberlik sonucu isim değiştirmek için köye gelemediler. Bu direnişin sonucunu dünya gördü, zorla etnik temizlik yapıldığını duydu. Bu direniş diğer Bulgaristan Türklerine de örnek oldu. 1984 sonu 24-25 Aralık tarihlerinde aşırı soğukları fırsat bilen devlet güçleri asimilasyon sürecini tüm gücüyle Kırcaali bölgesine baskınlar düzenleyerek, polis ve askeri birliklerle adları değiştirdiler. Birçoğu Burgaz bölgesine kaçıyor, bazılarının da ölü ve yaralı olduğunu duyduk, direnenlerde belene adasına gönderildiklerini haberini aldık. Belene adası temerküz kampı Gazi Osman Paşanın savunduğu Bulgaristan‘ın Plevne bölgesinde bulunmaktadır. Bizlerde olaylarda mağdur olan Türk kardeşlerimize destek amaçlı Bulgaristan’ın Burgaz başkonsolosluğunun önünde toplanıp Türk ve Müslümanlara yapılan adaletsizliğinden T.C devletinin haberdar olup olmadığını, iki devletin anlaşmasıyla mı yoksa kendi diktatörlüğünün bir zorbalığı mı diye bilgi edinelim diye ve dünya kamuoyuna ve devletlere duyurmak amaçlı arkadaşlarımla 03.01.1985 tarihinde barışçıl bir miting düzenledik. Bu mitinge katılım 1500-2000 kişiden ibaretti.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

04.01.1985 tarihinde evim talan edilip, iki küçük yaştaki çocuklarımın önünde, beni kelepçeleyip ve ziynet eşyalarımızı da alıp, 3’ü polis, 3’ü sivil polis, toplam 6 kişilik ekip tarafından tutuklandım. Evimde arama yaptılar, suç unsuru bulunmadı. Paralarımızı aldılar, hala bize geri çevirmediler. Bana gösterilen tutuklama belgesinde savcı izni, mühür ne de imza vardı. Belene’den çıkınca istediğimde evimden alınan ziynet eşyalarını savcılığa teslim edilmediğini söylediler. Bana verilen belgede, evime girme ve beni tutuklama emri savcılıktan yoktu. Bulgaristan Burgaz emniyet müdürlüğüne götürülerek tek hücrede gözaltında tutuldum. 22.02.1985 -11.04.1985 tarihleri arasında 5 nolu ağır tecrit hücresinde tutuldum. Bu arada sorgulanmam da devam ediyordu. 25.03.1985 yılında İç İşleri Bakanlığının 39. Maddesi gereği Belene adasına 3 yıllığına sevk edilmem için karar alınıyor. Bu karardan sonra cezaevinde daha 17 gün kaldıktan sonra sevk ediliyorum. Belene’ye götürülmeden önce 97 gün Burgaz’da ağır ceza evinin tek hücre bölümünde duyulmadık ve görülmedik, işkencelere maruz kaldım. Avukat tutmamıza, yakınlarımızla görüşmemize izin verilmedi. 11.04.1985 tarihinde bize söylenmeden belge göstermeden, 7 arkadaşımı da bir cezaevi aracına bindirdiler, hepimiz ayrı hücrelerden çıkartıldık, araçta buluştuğumuzda birbirimizi tanıyamadık, o kadar zayıflamış bitkindik ki, gözlerimizde görmüyordu çünkü 3 ay boyunca gece gündüz kırmızı ışığa maruz kalmıştık. Doksan yüz kilo olanlarımız elli kiloya kadar düşmüştük. Belene’ye götürülürken cezaevi aracında iki defa şuurumu kaybettim, yol kenarında su kanalına başımı sokarak kendime getirdiler. Akşamüstüne doğru tuna nehrinin üzerinde ki köprüden geçerken vahim uzun, zor sürecin günlerin başladığını hissettim. Belene ölüm kampı insanoğlunun korkulur rüyası, komünist rejimin tehdit aracı olarak kullanıldığı yer. Belene kampına geldiğimizde üç katlı elektrikli tel örgülerle çevrili, uğuldayan kurt köpekleri sürüsüyle karşılaştık. Kampın içerisinde önceden gelen mahkûmlar yurdun neresinden getirildiğimizi merak ederek sordular. Bizim Burgaz’dan geldiğimizi öğrenince birisi beni bana sordu. Yıllarca aynı köyde çalıştığımız PTT müdürü Ramadan Mehmet (Şentürk), gördünüz mü bizim köyden Dr Alişev’i? Ondan bir haber yok mu? ‘’Oda 2-3 ay önce tutuklanmıştı ‘’dedi. O kadar bitkin, zayıflamış ve kötü bir haldeydim ki beni tanıyamadı. Daha sonra birlikte Belene kampına doğru yolculuk yaptığım arkadaşlarım bana ‘’Senin Belene’ye


Makale ve Analizler - 2019

99

ulaşamayacağını sandık‘’ Hatta aramızda Alişev’e bir şey olursa nereye defnedebiliriz diye konuştuklarını bile söylediler. Kampta hücrelerde cam yerine saç teneke monte edilmişti. Gece gündüz ışıklar yanıyor, dışarısını göremiyorduk. Hava soğuk sıfırın altı -29 dereceye indiği dönemler oldu. Soba var ama odun ve kömür verilmezdi. Lağım fareleri üzerimizde cirit atıyordu. Tuvalet ihtiyacımız için tuvalet kovası hücremizde duruyordu, 12 saatte bir kovayı boşaltmamıza izin verilirdi. Yiyeceklerimiz domuzun atılan kırıntılardan, kulak, kuyruk, tırnak, balık kafaları, piliç ayaklarından yapılmış çorbaydı. Çorbanın üzerinde de domuz kılları yüzüyordu, çoğu vakit yemeklerden ishal oluyorduk. Sabah kahvaltısında da kurtlanmış peynir, hoşaf, yanmış şeker verilirdi. Bizim aramızda olan tıp doktoru Beysim Batmaz’ı sağlık sorunlarımız için görevlendirdiler. Çok hasta olsak bile, yataklara düşsek bile ilaç verilmiyordu. Bir arkadaşımın apandisi patladı, hastaneye vaktinde götürülmediği için hayatını kaybetti. Buna rağmen herkesin morali çok yüksekti. Hiç kimsenin yüzünde gözyaşı görmedim, çünkü 1954 yıllarında yine bu ölüm kampında kalan Nuri Adalı (Türklerin Mandelası) , Halil İbrahim cesaretlerimizi ruhlarımızı besleyen şahıslardı. Ben daha sonra Eski Zağra ceza evinde Nuri Adalı’nın koğuşunda kaldım. Belene mağdurlarının ruhları yüksekti birbirimize kardeş gibi davranırdık, yeni getirilen mahkûmlardan lehimize gelişen olaylarla ilgili haber aldığımızda teselli olurduk. Tek haber kaynağımız Belene adasına peyder pey getirilen mahkûmlardı. Kardeş gibi her şeyimizi paylaşırdık, yardımlaşırdık. Hatta bazen bir yerlerden bir soğan ekmek bulsak bile onları bile paylaşırdık. Birçok arkadaşım üzerindeki işkenceler sonucu geçmemiş kanayan yara izleri, kol kırık, baş yarık mağdurlar vardı. Krumovgrad (Koşukavak)’tan Ahmet ve Osman kardeşlerden Osman’ın başı yarıktı. Başındaki yaralardan dolayı, kanlı gözyaşı akıyordu, üzerindeki yelek kana boyanmıştı. Asenovgrat’tan Recep sırtı belinden yukarısı simsiyah morarmış, polis copu rengindeydi. Bir buçuk yaşında öldürülen Türkan bebeğin Kayoloba (Kirli) de toprağa verdikten sonra dedesi Abdullah kelepçelenip Belene adasına getirildi. Bebek vurulunca dedesi acılar içerisinde yavrusunu kucağına alıyor ve dedesin gömleğinde bebeğin kanı kalıyor. Kanını Belene’de dedesinin üzerinde gördüm. Türkan bebeğin kanı omuzlarında olduğu için ara sıra omuzlarını Türkan bebeği öpermiş gibi öperdi, Türkan’ı omuzlarımda taşıyormuşum gibi hissediyorum diye ifade ederdi. Bu sözleri duyunca biz arkadaşlarımızla gözyaşlarımıza hakim olamıyorduk.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Belene’de ikinci kampa götürüldüğümüzde mahkûmlar daha önce tavuk bakmışlar, hücre tavuk kümesine kokardı ve bitler vardı. Akşamları sivrisinekten hücre duvarları simsiyah olurdu, pencerelerde özellikle sineklik yoktu. Bazen bizi tarlaya mısır kazmaya götürüyorlardı. Çapa esnasında tarlada insan kemikleriyle karşılaşıyorduk. Sanki esrarengiz bir mezarlığı andırıyordu. 15.06.1985 de kamp meydanında başsavcı bir yandan tehdit, bir yandan ikna için bizi topladığında Asenovgrat’tan Recep yalınayak gömleğini çıkararak bu üzerimdeki morarmış kanayan yaraları sizin polisiniz yaptı, bizim insan haklarımız yok mu? Sizler papa suikastıyla suçlanan Sergey Antomov için dünyayı ayağa kaldırdınız ama bizim insan haklarımız yok mu? dedi. Siz iki kitap Fransızca- Kristiyan Rolletten ve bir tane İtalyanca- Luici Kavalla yazdınız ve onların adında bastırdınız. ‘’Binlerce Türk Müslüman’a işkence yapılıp haklarını korumuyorsunuz’’ dediğimde Başsavcının emri ile Recebi hemen alıp beni de üç arkadaşımla birlikte tek hücreye kapattılar. Orada 49 gün tutuldum. Oraya geldiğimde Receb’in sesini bitişik hücremde duydum. Mektupla görüşme, dış dünya ile görüşmemiz yasaktı. Hatta hücrelerde cam yerine saç teneke monte edilmişti. Dışarıya çıkarılmamız yasaktı. Arkadaşlarımdan birisi Türkçe konuştuğu için ikinci kamptan getirildi, bitişiğimizdeki hücreye konuldu. Arkadaşım zeytin tanelerinin çekirdeğinden yaptığı tespihini fareler yuttu. Ertesi gece, kedi büyüklüğündeki lağım faresinden üzerine basarak tespihini fareden istifra ettirdi. Ben hücredeyken eşim ve çocuklarım görüşmeye geldiler. Aytos’tan Belene’ye kadar 300 km mesafe var, gelirken Belene’de bulunan arkadaşım Ramis’in ailesi kaza yapıyor, 21 yaşındaki oğlu ölüyor, eşi ve çocukları ağır yaralı kurtuluyor. Eşim geldiğinde kamp yönetimi Seydali yok burada diyor. Eşimde nerede o zaman? diye sorduğunda, bilmiyoruz cevabını alıyor. Eşim görüş yapan mağdurların yanına sızıp, Seydali nerede diye soruyor, onlarda Seydali’yi yanımızdan aldılar 20-25 gün önce götürdüler, nerede olduğunu bilmiyoruz demişler. Bunları duyunca eşim fenalaşmış, beni öldürdüklerini, öldürdükten sonra tuna nehrine attıklarını düşünmüş. Eşim üç gün boyunca telaşlı, bitkin, çok kötü halde küçük çocuklarımızla beraber Belene şehrinde hotelde kalmış, ama yine de bir haber alamamış. Eşim Aytos’a döndüğünde Burgaz’da bölge sorumlusuna gittiğinde ’’Eşin sağ, Sofya’ya yeni bir sorgulama için, İçiş-


Makale ve Analizler - 2019

101

leri Bakanlığının Razvigor sokağındaki genel müdürlük tahkikat dairesine sevk edildi” diye söyleniyor. Ben orada 32 nolu hücrede 4 ay kaldım. İletişim, avukat, ailemle görüşmem yasaktı. Banyo ihtiyacımı 4 ay buyunca hiç karşılayamadım. Gece gündüz lağım faresi ve tuvalet kovasıyla iç içeydim. Dayaklara, işkence, elektrik sandalyesi akımına bile defalarca maruz kaldım. O arada eşim annemle babamı sık sık ziyaret ediyormuş. Bir ziyaretinde, ikisinin de beyaz başörtüsüyle göğüslerinden bağlı olduklarını görüyor ve diyor ki; anne, baba bu ne böyle yoksa kendinize muskamı yazdırdınız diye sorunca, onlarda gelin gelin muska falan yazdırmadık acılarımızı acıyla bastırmak için, annen beni ben anneni acıtıncaya kadar sımsıkı bağladık diyor. Çivi çiviyi söker misali. Bizim ciğerlerimiz acıyor ciğerlerimiz gelin diyor. Ben Belene kampına sevk edildikten sonra Aytos’ta ikamet ettiğim evin kapı numarası 10 iken kapı numaram 5 oluyor. Çift haneliyi tek haneliye çeviriyorlar. Ev telefon numaramızı bize sormadan, bizden habersiz değiştiriyorlar. Çocuklarım bana olan özlemini gidermek için bir kedi alıyorlar adını Aliş koyuyorlar. Çocuklar kediyi Aliş diye çağırdıkları için kediyi alıp, öldürüyorlar. Emniyet görevlileri, çocuklarına Türk isimleriyle hitap ediyormuşsun, aranızda Türkçe konuşuyormuşsunuz böyle giderse sen de Belene adasını boylarsın dikkat et diye eşime ikazda bulunuyorlar. Küçük yaşta olan çocuklarımızdan, hanemizdeki davranışlar, evde ne konuşulduğunu, eve kimin gelip gittiği üzerine bilgi alıyorlarmış. 12.11.1985 yılında Todor Jivkov’a yazdığım mektubu bahane ederek duruşmaya çıkarıldım. Mektubu 1983 yılında yazdık ve Todor Jivkov’a postaladık. O mektup Türk kimlik bilgilerimizi içeriyordu. Türk olduğumuza haklarımızın korunacağına dair Helsinki, Viyana, Otoda, birde Türkiye Bulgaristan arasında 1908 yılında ikili anlaşmaların altıncı maddesine göre bizim haklarımızı koruyacaklarına dair anlaşmalara imza attıklarını hatırlattık. Bu tür mektuplar daha önce ki senelerde suç unsuru olmamıştı, ama 1985‘te bunu suç olarak gösterip beni Bulgar kanunlarının 108. maddesinin 1. fıkrasına göre 5 yıl maksimum hapis cezası verdiler. Duruşma güya halk adınaydı ama duruşmaya, annem, babam, eşim bile alınmadı. Annem ve eşim duruşma salonunda dururken, annem eşime sormuş Seydali’yi ne zaman getirecekler diye, eşimde üç kişi getirdiler onlardan biri Seydali’ydi demiş. O kadar bitkin, takatsizdim ki 10 ay, gün yüzü görmedim, doğru düzgün yemek yemedim, hep tek hücrelerde aç, sefil, pis yerde, işkencelere maruz kalarak hep tutuldum. Annem 42 yaşındaki oğlunu bile tanıyamamıştı.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nasıl olurdu ki, Bulgaristan kanunlarına göre o zamanlar mağdurların 2 aydan fazla tutulması büyük suçtu. Çıktıktan sonra aldığım belgelerde görüyorum ki, beni hücrelerden girdi-çıktı yapmışlar. Belene’ye götürülmeden önceki belgelerimde, Burgaz’dan serbest bırakıldı yazmışlar, aslında serbest bırakılmadım. Beni cezaevi kapısından alıp direk Belene adasındaki hapishaneye götürdüler. Belene’de en çok tecrit hücrelerinde tutulan mağdurlardan biriydim. Duruşmadan sonra Sofya hapishane hastanesine gönderildim,15 gün yattım. Burgaz hapishanesine getirildiğimde yine ağır tecrit hücresine kapatıldım. Battaniye yok, ranza yok, beton yerde 14 gün boyunca yattım. Daha sonra gardiyana ben neden bu hücrede tutuluyorum, başka normal hücreler dolu mu diye sorduğumda gardiyan dedi ki, kim bilir Sofya’da ne vukuatlar işledin diye cevap verdi. Bende hasta kelepçeli bir insan ne vukuat işleyebilir dedim. Demek ki milliyetçiler Bulgar, gizli güçler iş başındaydı. On dört gün sonra beni normal hücreye taşıdılar, orada birkaç gün kaldıktan sonra beni cezaevinin 2. katına işe giden mahkûmların yanına aldılar orada bana bir ranza verdiler koğuşta 15-20 kişi vardı. Herkes bana bakıyordu yeni gelin gibi. Yataklardan en yüksek katta yattım, başımı battaniye ile örttüm rahatsız etmesinler diye, yine de battaniyemi başımdan kaldırıp bakıyorlardı. Ertesi gün Aytos’tan mahkûmlardan birisine sorduğumda neden beni rahatsız ediyorsunuz, benim neyimi merak ediyorsunuz dedim. Bana dedi ki, sen Aytosta peynirlere salamlara marketlerde zehir koymuşsun, Aytos’taki evinde de radyo verici bulunmuş dedi. Bu emniyetin bir oyunuydu bana kötü gözle bakıp hor görsünler diye. Belki de emniyet güçleri bu tür uydurmalarla diğer mahkumların beni linç etmelerini arzulamış olabilirler. Eski Zara (Stra Zagora ) cezaevindeki altıncı müfrezeye sevk edildim, bu müfreze bütün Bulgaristan’da ki cezaevlerinden en ağır şartlara sahip olan bölümdür. Bu bölüm tek hücreli, ihtiyaç giderme kovası hücrede bulunuyordu. Bir tünel aracılığıyla işe götürülüp zehirli madde içeren kalayla, bilgisayar kablolarına kaynak yapılıyordu. Cezaevinde bulunan bu işte çalışırken çoğumuzun dişleri, saçları döküldü. Bir batı Alman vatandaşı zor şartlara dayanamayarak kendini yaktı, kurtarılamadı öldü. Polisler her dakikamızı gözetliyordu. İki üç kişi bir araya gelmemiz çalışırken yasaktı. Üç ayda bir görüşme hakkı verilirdi bana, üç kilo yemekle ve üç kişiyle sınırlıydı görüşmelerim. Görüşmeler kapalı oluyordu. Bir görüşmemde an-


Makale ve Analizler - 2019

103

nemde ziyaretime gelmişti. Annem nasılsın oğlum diye sordu bana. Türkçe konuştuğu için annemle görüşmemiz iptal edildi. Birde bana görüşmeme cezası verildi. 3 ay görüşmeyi 6 aya çıkardılar. Bulgarca dışında yabancı dil konuşuyoruz diye Anneme para cezası yazdılar. Zorla iteleyerek görüşme salonundan çıkardılar. Polis annemin ayağını bilerek kapıya sıkıştırdı. Annem gözyaşları ve acılar ile bana baktı, tek bir kelime konuşmadan iletişimiz kesildi. Anneciğimle iletişim kuramamış olsak bile bu son görüşmemiz oldu. Bir sonra ki ziyaret hakkıma kadar annem rahmetli olmuştu. Ben cenazesine bile katılamadım. Savcı izin vermedi, yasalara göre bir katilde olsa polis eşliğinde kelepçe ile götürülme hakkına sahiptir .Ben Türk olduğum için kardeşlerimin cezaevinin kapsında beni cenazeye götürmek için beklemelerine rağmen boş elle, beni cenazeye götüremeden döndüler. Hapisten çıktığımda annemin saçlarını okşayacağıma, annemin soğuk mezar taşını okşadım. Hem de Hristiyan mezarlığında. Şu anda bir köyde Topolitsa –Burgaz’da annem Hristiyan mezarlığında, babam köyün diğer tarafında Müslüman mezarlığında yatmaktadır. Gerçekte din politikayı kullanmıyor, politikacılar dini kullanıyor. Bulgaristan’da çalışan memurların rızası olmadan onlara hiç sorulmadan maaşlarından, babaları hapislerde veya babaları ölmüş çocuklara çalışan memurlardan Polonya, Çekoslovakya, Vietnam, Cezayir gibi Ülkelere yardım toplanırdı. Ben de, benim çocuklarım da şu anda babasız diye yeni yılda devletimiz diğer ülkelere yardım ettikleri gibi benim çocuklarımı da yılbaşında, sevindirmelerini rica ettim. Babaları yoksa bile devletin var olduğunu göstermelerini istedim. Burgaz valisi aracılığıyla Aytos’a dilekçe gönderdim. Aytos ilçe başkan yardımcısı K. Dimitrova dört kişiyle evime gelip, senin eşin çocuklarına hediye verilmesini istiyor Polonya, Çekoslovakya çocuklarına benzemez senin çocukların, hediye vermeyeceklerini söylemeye gelmişler. Yani, sevindirmeye değil üzmeye gelmişler. Bir sakız veya tek şekerle sevindirebilirlerdi veya hiç gelmeseler daha iyi olurdu. Eşimde Polonya Çekoslovakya’ya gidip te araştırdınız mı bizim gibi onları da. Onlarda sizin çocuklarınız onlara benzemez diyor. Bunun adı çocuklarımızın arasında açıkça ayrımcılık uygulamasıdır. Belene kampında sağlığımı kaybettim, malulen emekli oldum. Psikolojik olarak yıkıldım. Annem oğlunu ve torununu Belene’de tutuklu olduğunu ve işkenceler yapıldığını görerek, acılar içinde öldü.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eşim acılardan, üzüntülerden beyin kanaması geçirdi, kısmi felç oldu. Eşime emniyet görevlileri benden boşanmasını, benim artık geri dönmeyeceğimi söylediler. Ailemin dağılmasını istediler. Oğlumun geleceğini yok ettiler. Milli yıldız sporculardandı. Son sene Veliko Tırnovo spor akademisinde okuyordu. Beş-on tane altın gümüş madalyası olan, takdirle gösterilen okul panosunda resmi olan bir öğrenciydi. Okuldan atıldı, on yedi yaş altı olduğundan dolayı Vratsa ili Boyçinovtsi çocuk ıslah evine götürüldü. On yedi yaşını doldurduktan sonra onu da Belene ölüm kampına götürdüler, daha sonra Belene’den Eski Zara ceza evine götürdüler. Benden ayrı bölüme koydular. Birbirimizle savcılık aracılığıyla görüşme yapıyorduk. Bu soya dönüş sürecinde hayatımızı kararttılar, maddi ve manevi sıkıtınlar bütün aile olarak çektik. Bütün hayatımız boyunca biriktirdiğimiz, çabaladığımız varlıklarımız yok oldu. Doğduğum yurdumdan en sonunda kovuldum. İki yıl işçi askeri olarak, otomatik silah elime vermediler. Beş yıl parasız kamplarda, hapishanelerde, okurken parasız çalıştırıldım, toplamda sekiz yıl parasız çalıştırıldım. Bunumu hak ettim? Soykırım sürecinden hiç kimse yargılanmadı. Şu anda bile bize işkence edenler ve yöneticilerin çocukları şu anda önemli yönetim yerlerinde çalışmaktadır. Hiç biri yargılanmadı, hatta hepsine unvanlar ve madalyalar verildi. Otuz sene önce Şilede askeri darbe oldu, yapanı General Pinoşe‘yi yargıladılar ama bizim bir Avrupa ülkesinde Bulgaristan’da maalesef yargılama yapılmadı. Hatta şu anda okul kitaplarının ön kapağında otuz dört sene etnik temizlik yapan diktatör Jivkov’un tarih kitaplarında görkemli resmi var. Almanya’da okul kitaplarının ön kapağında Hitlerin resmini hiç görmedim, olup olmadığını merak ediyorum. Zorla asimilasyonun arkasında bıraktığı sonuçlar bizim doğup büyüdüğümüz ülkeye zor günler yaşattı. Hep birlikte çalışıp paylaştığımız insanların arasına kötü duygular girdi. Rejim ülkenin insanına bu kötü duyguları aşılayarak Nazi Almanya’sında olduğu gibi kolektif suça zemin hazırladı, fakat Bulgar halkı bu oyuna gelmedi ve rejimin istediğini yapmadı. Sürgüne gönderildiğimiz köylerde, insanlar bize hor bakmadı ve gerektiği zaman bizimle yemeğini yudumunu paylaştı ve evine davet etti.


Makale ve Analizler - 2019

105

Bütün bunlardan sonra ve Bulgaristan demokrasiye geçip Avrupa İnsan Hakları değerlerini benimseyip hukukun üstünlüğünü göz önüne alarak ülkeyi insansızlaştıran birçok yaşam yerinin yıkımına sebebiyet veren ve yüzlerce insana zulüm edip karanlık dönemler yaşatanlar adalete teslim edilmemiş olması, yaraların açık kalmasına yol açmaktadır. On kişiden oluşan bir karanlık devlet yönetimi bütün bir halka tercih edilmeyip, adalete teslim edilmeliydiler. Ne yazık ki bu yapılmadı. Seydali Aliş AKGÜN


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Pili Bitmiş Lideri, Toprak Bile Kabul Etmez Tarih: 19 Aralık 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Doğan dediğin kafasız her yıl boş boş konuşmaya usanmadı. Bilirsiniz her yıl Sofya’da “Boyana” semtindeki o korumalı yerde 19 Aralık gecesi toplanan kör sofra, dün akşam da toplandı. Korumalardan geçip de içeri girenler yediler içtiler ve demokrasiden faşizme geçerken son renk olan “kahverengi” takım elbiseli “Drından Şorasına” konuk oldular. “Drandar Şoparı” kavramı yeni, bir gün önce DS milletvekili D. Peeski’nin hem Bulgarların hem de Türklerin kafasını karıştırmak için çıkardığı “PİK” elektronik yayınında HÖH-DPS eski Genel Başkan Yardımcısı Osman Oktay’ın “Borisov projesini çizen yüksek mimarlar onu yok etmek istiyorlar. Borisov ayakta kalabilmek için onları yok etmek zorundadır. DPS içindeki anahtar isim İskra Mihaylova” başlıklı yazısına çıkan eleştirilerin birini kaleme alan İvan Karov isminde bir kişi kendini şöyle tanıttı. “Ben, yedekten bir “DS” Milli Güvenlik yarbayı idim. Ajan “Sava” Ahmet Doğan ve ajan “Ognyan” Osman Oktay’ı yöneten gizli istihbarat subayı olarak çalıştım. Osman “Çernolik” köyünde sağlık memuruydu, pek çok Türk ile yakın temas halindeydi. Bir ajan olarak Ahmet Doğan’dan çok daha verimli bir ajandı. Devlet terörüyle isim değiştirme süreci olan s.o.“soya dönüş” sürecinde, ismi değiştirilen Türklerden hangisinin direnmeye hazır olduğunu, hangisinin kundaklamaya yapmaya hazırlandığını, kimler Deliorman’da bir Türk bölgesi kurmaya mücadele etmeye hazır olduğunu ve daha birçok bilgileri Osman’dan alıyorduk. “Sava” yani ajan Ahmet Doğan odun kafalı birisiydi, tek sözle “Drındar köyünden bir Şopar” idi. Osman yıllardan beri analizci, yorumcu ve yönlendirici olarak çalışıyor, şu üçüncüsü kendisine en uygun olandır.” Yıllarını Ahmet Doğan’ı hazırlama işlerinde geçirmiş bu istihbarat subayı (İvan Karov) yalan “Saray” da sözde yapılan konuşmadan 5 saat önce yazdığı şu satırları 168 bin kişi tarafından hemen okundu. Hepsi boş kafalı bir kişiden bir şeyler beklemenin yanlış olacağına işaret ettiler. Türklerin Haini, Bulgarların değeri, KGB’nin uşağı A.Doğan “beklenen”(bazı basın yetkililerine göre) Yılbaşı Demecinde gerçeği isterseniz, hiç bir şey demedi. Üç sayfalık bu konuşmayı sıksan içinden çıkan aynen şudur: “Demokratik modeli yeniden ateşlememiz gerek!”


Makale ve Analizler - 2019

107

Ben buna ancak “saçmalığın cıvıtmışı” diyebilirim. Sen al, milletin adının değiştirilmesine seyirci kal! Dilinin yasaklanmasına seyirci kal! Dininin yasaklanmasına seyirci kal! Geleneklerinin ayakaltına alınmasına seyirci kal! Müslümanları vakıfları, mezarlıkları peşkeş çekilmiş sen seyirci kal! Sonra efendim Sofya Halk Meclisi etrafında isimlerini ve hiç olmazsa din haklarını geri almak için günlerce direnirken elleri, ayakları donmuş, erzakları tükenmiş, kaşları ve kirpikleri buzlanmış Pomak ve Türklerin karşısına bir korumalı silahlı, hoparlörlü zalim polis arabasıyla dikilip “ben sizi kurtaracağım” demek yeni tuzağın püskülüsü değil de nedir? Artık eski insanlar kalmadığının farkında bile değil. Geliştir kendini biraz. Sonra ardından 04 Ocak 1990’da Hak ve Özgürlük Partisi “kurdum” dedi. YALAN ÜSTÜNE YALAN. Öyle bir günde beş günde ve 33 kişiyle vs parti kurmak imkânsızın imkânsızıdır. Bu bir yalandır. Partiyi halkımız, Bulgaristan’da yaşayan Türk Kimliklilerin bilinçli iradesi kurmuştur. Biz ajan “Sava’sız” da partiyiz. Hapiste de partiydik. Bu memlekette yarını kalbinde taşıyan tek kudret Türkler ve Türklüktür. TÜRK’E KEFEN BİÇENİN ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR… UNUTMA… Katil polis adına konuşan, çalışan biri nasıl olur da bizim kurtarıcımız – temsilcimiz olabilir? Ve dün gece bu kış odun alamayan, kömür bulamayan, evini çocuklarını ısıtamayan, açlık ile tokluk arasında yoksulluğun dibinde sürünmek zorunda bırakılan halkımızın alın terinden çalınan nafakalarla “saray” ziyafeti veren bu “Drından Şoparı”na söyleyecek sözlerimiz var. Önce kendine gel! Bizim gençliğimizde ülkemizdeki toprakların % 78’i sulanıyor ve işleniyordu. Köylerimiz kent gibiydi. Sana yaptıklarını hatırlatırken yüzüne KATİL bozması diyorum. Önce git A.Emin’nin hesabını ver. Ayrıca sen gibi mankafa yöneticiler 2 milyon köylünün evlerini, topraklarını bırakıp ata cennetimiz den kopmalarına neden oldunuz. 30 yıldan beri her yıl köylü nüfus % 2,5 azalıyor. Köylerimizde yalnız yaşlılarımız, çok cahil kesim kaldı. Topraklarımız yıllardan beri nadas. Bahçelerimizde meyve ağaçları ilaçlanmadan, kesilmeden, tozlaşamadan öksüz kaldılar. Türkiye’ye kovulan genç aileler geri dönmediler. Avrupa Birliği olsak da köylerimizin hiçbir projeyi üstlenecek idari kapasitesi yok. Gençler köyde kalmak isteseler bile çocuklarına okul, hastalandıklarında bir poliklinik, ilaç alacak bir eczane yok.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son 30 yılda ata-vatanımızın % 80’ni çölleşiyor, insan yaşamayan çöl bir ülkede yaşamaya meraklı kimseler yok, Avrupa’nın insanları çok seyrelmiş en yoksul ülkesinde cennet aramak çok zor. Geçiş Dönemi dediler, adalet dediler, demokrasi dediler, eşitlik dediler, kardeşlik dediler hiç biri yok. Kültürü mayalanmamış bir diyarda yaşıyoruz. Bir defa insan olmayan bir yerde “kör sofra” kurulabilir ama kültür ve medeniyet asla olmaz. İşte bugün olanlara da çok canım sıkıldı. Adam “ben devlet güvenlik subayı İvan Karov” – iki ajanım şunu yaptı, bunu yaptı, birisi “muhbir”, öteki bir işe yaramayan “şopardı” diye yazıyor. Bir “DS subayı” kendilerini hainlik sınırında çalıştırdığı (hizmete mecbur ettiği) jurnalci durumuna düşürdüğü kadroların hainlikler-inin inceliklerini ve özelliklerini manşet ediyorsa o devlet bitmiş demektir. Bu işin nedeni ne olursa olsun, o devlet bitmiş demektir. Ve inanınız sayılarının 3 016 olduğu açıklanan bu kadroların her biri benim geçmişlerini kanımdadır ve Türk, Pomak, Çingene oldukları için bu kadroların dosya faciasından sonra öz geçmişlerinin yeniden çamaşır ipine serilmesi, inanın bana yeniden Ahmet Doğan hainliğidir diye düşündürdü. Bunun mezarı Türkler zaten istemez, Bulgarlar bile buna mezar yeri vermez, Çingeneler de kabul etmez bunu naşı bile bu topraklara layik değil. Çünkü viski içerken, domuz kulağını ve kuyruğunu meze yaparken çalınmış paralarla dikilen saray ve köşklerden deniz dalgalarının şarkılarını dinlerken, onların Bulgaristan’ı vatandaşsız bırakmak ve parselleyip satmaktan başka bir hedefleri olduğuna inanmıyorum. Halkımızın çalınan partisini geri istemememizin zamanı geldi. Vatanımıza sahip çıkalım. Hainlerden kurtulalım! Okuyanlardan yalanlara kanmamasını ve bu tiyatroya son vermek için bir an önce birlememizi motive etmemizi rica ediyorum. Okuyanlara teşekkürler. Paylaşınız lütfen!


Makale ve Analizler - 2019

109

Örneklemelerim Bulgaristan’dan (1) Tarih: 19 Aralık 2019 Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu Konu: Çöken Devletin Acısını Yaşayanlar. 2019’un son günlerindeyiz. Son günler, hesap görme, çizgi çekme günleridir. Bir de insanların kendi kendine YILIN OLAYINI sorduğu günlerdir. Bu yıl Bulgaristan’da Roman – Millet (Çingene) azınlığın bilinçli uyanış ve dik duruş yılı idi. Daha önce onları böyle görmemişti. Bu sene yılbaşına giderken memlekette havalar soğumuyor. Dün, artı 26 C dereceydi. Geçen sene tam tersini yaşadık. Ne var ki çok gergin bir yıl yaşandı ve Bulgaristan’da yaşayanların arasında birlik ve beraberlik, sabırlı bilinçlilik, ateşli kavgacılık ateşinde barışçı mağrur duruşlarıyla dikkat çektiler. Demek istediğim Bulgaristan’da öncesi olmayan olaylar yaşandı. Daha yılın başında, Bulgar akademisyenlerinden Petır İvanov, 30 yıl sonra 2050 yılında Bulgaristan’da 5 milyondan az nüfus olacak, vatandaşların en kalabalık topluluğu 3,5 milyonla Romen (Çingene); büyüklük olarak 2. topluluk 700 bin kişiyle Türkler ve yine büyüklük bakımından üçüncü ve en yaşlı topluluk 500 bin kişiyle Bulgarlar olacak, açıklamasında bulundu. Bu rakama 300 bin Pomak ile 200 bin Makedon vatandaş da eklense tablo tam olur. Bulgaristan yeni yön alıyor. Azınlıklar çoğunluk oluyor. İstikameti korumak ve iktidara uyanmak ve yerleşmek gerek. Bu açıklamanın hemen ardından Birleşmiş Milletler Teşkilatı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar Bölümü’nde hazırlanan bir raporda Bulgaristan Cumhuriyetinin nüfus perspektifi ile ilgili şunlar yazdı: “2050 yılına kadar Bulgaristan nüfusu % 27,9 oranında yani Bulgaristan nüfusu 2,1 milyon kişi azalacak. Bu durumda da 4 milyon 700 bin rakamı ortaya çıksa da biz BGSAM – Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak bu rakama yukarıdaki oranda olmak üzere Pomak ve Makedonlarımızı da ekliyoruz. Biz dünyayı Bulgaristan’daki değişiklikleri saptamaya değil, olacak dönüşümleri kabul etmeye hazırlamalıyız. Kurtuluş ancak politik olabilir. Bu bakıma HÖH yönetimi zamanını doldurmuştur. Daha fazla aldatılamayız.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu konuda özel araştırma yapan Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı CİA ve EVROSTA ortak açıklamada bulunarak rakam tam olarak 4 692 336 (dört milyon altı yüz doksan iki bin üç yüz otuz altı bin altı) kişi kalacağını duyurdu. Biz Pomakları bizden, Türk Kimliğinden asla ayıramayız. Sofya yayınları “Bulgaristan Ölüyor” başlığını atıyor. Ama bu başlık yanlıştır. Ölen Bulgaristan değil, ölen Bulgarlar, yani Bulgar ırkıdır. Biz Türklerin durumunda önemli bir değişiklik olmuyor. 1982 Yılından beri memleketimizde nüfus olarak hep 2. Yerdeydik, şimdi de Romen Milleten sonra 2. Etnik topluluk olmaya devam edeceğiz. Burada ilginç olan nokta, biz Türkler, 140 yıldan beri Bulgaristan nüfusu içinde en dinamik, en olgun, en mert ve direşken kesim olmakla birlikte en üretken kesim olmakla da belirleniyordu. Ekonomi, tarım, madenler, ağır sanayi, işleme sanayi, taşımacılık ve ticaret bizim elimizdeydi. Her yıl 280 bin ton tutun ürettiğimiz, 15 milyon koyun ve 1 milyon 600 bin iri baş hayvan baktığımız asla unutulamaz. Biz vatanımızda kirada yaşamadık. O derme çatma kulübeler değildi. 2-3 katlı beton direkler arası örülmüş pişmiş tuğla yapılar ve kiremit çatılı konaklar, umut yüklü dağlar ve ovalar bizim. Biz, kimliği belli, tarihi belli, izlemeye çalıştığı politika belli, hedefleri belli bir halk topluluğuyuz. Bir millet olarak olgun olgunlaşmışız ve politik sahnede gerçekten bağımsız ve egemen rol olmaya doğru ilerliyoruz. İşte böyle duygularla kucaklarken 2019’u, Filibe’ye (Plovdiv) bağlı Voyvodino köyü trajik olayları patladı karlı bir gecede. Bulgar devletinin en sağlam direkleri olarak övülen bordo bereli komandolardan biri aynı köyde Çingene Mahallesi kenarında arabasından indiğinde ayağı kayar ve düştüğünde başını bordür taşına çarpar. Akacak kan damarda durmaz. Kıpkırmızı olur beyaz kar. Olay o an oradan geçen 2. Romen gencin üstüne yıkılır. Tutuklanırlar. Mahkemelik olurlar. Güney Bulgaristan’da ne kadar emekli subay, futbol serserisi, yedek ve muvazzaf komando varsa, yükseltilen güve yeniği bayraklarla ve şarap dolu damacanalarla gece köye toplananlar seslerinin çıktığı kadar bağırarak çaresizliği lanetlerken geçmişten güç alıp vinçlerle mahalleyi yıkar. Trakya Ovasında toplum depremde toprağın çatladığı gibi çatlar. Bir tarafta evsiz barksız ama gururlu, mideleri aç olsa da ruhun kulaktan beslendiğini bilen Romenler, çocuklar, kadınlar, evleri üzerlerine yıkılmış yaşlılar, kümesleri yıkılmış tavuklar, sığındıkları deliklere basılınca


Makale ve Analizler - 2019

111

karlı yola fırlayan fareler ve onların çokluğuna şaşıran kediler ve havlasam mı havlamasam mı ikilimi arasında sıkışan köpekler. Karşı tarafta elleri şişeli, poturlu, kığılarında küflenmiş bıçakları bellerinde birbirlerine cesaret vermek için yumruk sıkan kalın enseli ve futbol serserisi kalabalık ve onlara katılanlar. Ve bu savaşım yıl boyu devam etti 2019 yılının en önemli sosyal ve politik olayı oldu Bulgaristan’da. Roman mahallelerini yakıp-yıkma hortlaması yıl boyu devam etti. Varna’da “Maksuda” mahallesinde, Gabrovo şehrinde, Gırmen Belediyesinde, Rusçuk’ta ve daha birçok yerde Romenler kırda, yolda meydanda kaldı ve Türk Müslüman koltuğuna sığındı. Olayların hukuksal boyutu mahkemelere düştü, duruşma salonları Romen doldu taştı. “Doğdukları yerde yaşama hakkı istediler” ve davaları kazandılar. 1878’den beri Romenler kolektif dava açıyor ve Anayasaya ve yasalara rağmen dava kazanıyorlardı. Belediye başkanları mahkeme kararlarını tanımadı ve yine ilk kez olmak üze ve Romen Milletin bilinçlenme yolunda yeni 2. Büyük adım olarak, Birinci ve İkinci Derece Bulgar Mahkemelerinin kararları Helsinki İnsan Hakları Komitesinin de desteğiyle Strasbourg Milletlerarası İnsan Hakları Mahkemesine taşındı. Romen Millette, Çingene ahalide, mahallelerde, gettolarda, çadır içinde hayat törpülemek zorunda bırakanlar arasında yeni bir ruh oluştu ve filizlendi. Bu yeni mayalanmanın en önemli çizgisi ve can damarı ise, kendileriyle ilgili izlenen devletin sosyal siyasetinin yüzde yüz yalan, yanlış, uydurma ve bir aldatmaca olduğunu anlamaları, çözmeleri ve özümsemeleri oldu. Sonunda bunun böyle olduğunu Sosyal İşler Bakanı Dr. Sultanka Petrova da doğruladı. Örneğin 25 Ekim’de yapılan yerel seçimlerde oyların % 27’sinin satın alındığı açıklandı. Paranın ödendiği gün sanki onların iktidarla bağları kesilmiş, yumuşak koltuklara yerleşen Bulgarlar büyük maaşları hak etmiş, Romenler ise sürünmeye mahkûm olmayı kabul etmişlerdi. Ne ki bu defa öyle olmadı. Bulgar finans oligarşisi ek para kazanmak için çok dumanlı, kokusu boğucu, geniz yakan bir iş tutmuştu. Bakanlıklardan izin almadan İtalyan kemikleri ve plastik atıkları yakılmak üzere çöp yüklü tren katarları halinde Bulgaristan’a geldi. Kişi başı her gün 119 kilo kokulu ve çok dumanlı İtalyan çöpü yanmaya başladığında çöken sise de karışınca hayat durdu.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı Yordanka Fındıkıva, hemen bir emir çıkardı ve halkı boğan ve hayatı öldürmeye yeltenen oligarşi ve mafyaya gözdağı vereceğine “sisi kaldırmak ve havayı arıtmak için odun-kömür yakan Romen Milletin Sofya’da kovulacağını” bildirdi. Göstermelik olarak 6 Roman koli- besine kalorifer peteği takıldı, ısı boruları uzatıldı, birkaç eve de klima tik takıldı. Adil olmayan bölüşmeden devletin yani belediyenin insan kayırmasından çıkan kavgaya başkentin “Fakülte” mahallesinde 500 kişi katıldı. Yaralılar polikliniklere taşınırken, 10 kişi tutuklandı ve onlar da geceyi kaloriferli polis koğuşunda geçirdi. Bölüm 2. Adalet olmayan ülkede yaşanmaz. Dostlarınızla ve yakınlarınızla paylaşınız. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

113

RUMELİ 21.12.2019

Çıkayım Gideyim Urum Eline “ -Halk Türküsü*** “Aziz-i kavm idik a’da zelil kıldı bizi Esir-i bend-i bela vü sefil kıldı bizi” (Efendi idik, düşman, zelil kıldı bizi/Derde belaya atıp, sefil kıldı bizi) Hüseyin Raci Efendi,(d.Eski Zağra-Bulgaristan 1833 – ö.1906 İstanbul);“Tarihçe-i Vaka-i Zağra” 1910,İstanbul. *** “Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır” Yahya Kemal Beyatlı,(d.1884 Üsküp – ö.1958 İstanbul);şair. *** Rumeli’nin Müşterek Şivesi Rumeli’nin müşterek şivelerinde H harfini kullanmak yerine doğrudan doğruya A harfini kullanırlar. H harfi olmayan yerde ise, H harfini kullanırlar. H harfi olan yerde katiyyen H harfini kullanmazlar.Bunu Mustafa Kemal’imiz de, Yahya Kemal’imiz de yapardı.Atatürk’ün evlat edindiği hanım kızlardan birinin adı Zehra idi. Atatürk Zehra’daki H harfini yok eder ve kendisine Zera derdi.Yine Rumeliler hamledeki H harfini yok ederler hamleye amle derler…Rumeli’ler Ş harfini de yok eder,onun yerine J harfini koyarlar.Meselâ “kırk beş bin kişi” diyecekleri yerde “kırk bej bin kişi” derler.Yahya Kemal Beyefendi ile dostluk etmek bahtiyarlığına erenler bunu pek iyi hatırlayabilirler.Pek koyu Rumeliler K harfi yerine C harfini koyarlar.Meselâ (köpek yerine küpeç) derler.”A.Be!” nidasını da çok kullanır Rumeliler.”A,Be! Ne dubarıcısınız siz İstanbullular.” derler.Ö harfini pek kullanmazlar.Ö yerine Ü harfini kullanırlar.Meselâ hiçbir Rumelili “börek” demez,diyemez,ille “bürek” der.İşte, bunlar Rumeli’nin müşterek şivesidir. Akılda kalan bunlar.Zaman,evet zaman birçok şeyi unutturuyor. Münevver Ayaşlı,(d.1906 Selanik – ö.1999 İstanbul);yazar. ***


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Rumelim Akar bir ırmak zaman zaman savsaklansa da Suyun ötesinden Rumeli türküsü gelir Yavaş yavaş hatıralar söylenir bakışlarında Adımları o çizgide hep sis basar Tutarken buz Türkçemi Hüzün açardı baharın dalları Dil olsa da konuşsa çiçeği En sevdiğim sokaklar şimdi yabancı bakar Geçerken oyunları çocukluğumun at arabasıyla Ne sen geliverdin o soğuk kışlarda Ne ben baharda göçedebildim. Baharı getirdi bugün bakışları yıllar sonra Umudumu bir gülücük yalar Limon sarısına çalan paptyalar Gelir koynuma girer kokukları bahar kadar kabarık Açar gönlümün bahçesini bir Rumeli özlemiyle Rüzgarında salıncak kurar mevsimim İkindi güneşi bir sıcak bakış,bir heyecan Sevdalısı eser iklim Rumelim Tutam tutam sevgi gelir Ardından parça parça hatıralar Nice özlemlerin kavşağında yüreğim.

Osman Baymak,(d.1954 Prizren/Kosova – ö.2018 Prizren/ Kosova),şair. *** RUMELİ; ülkemiz insanı için her zaman tarihimizin,kültürümüzün ve kimliğimizin kopmaz bir parçası;dallarında efsaneleşmiş ve destanlaşmış anıların çiçek açtığı bir özlem ağacı;yürek ocaklarında için için yanan küllenmemiş bir közdür.


Makale ve Analizler - 2019

115

RUMELİ;lk fatihleri olan Ece Beğ,Fazıl Beğ,Ak Sungur,Akçakocaoğlu ve daha nicelerin kılıçlarına şiddet,Koca Sinan’ın mübarek ellerine marifet,Koca Yusuf,Kara Ahmet,Kurtdereli Mehmet gibi cihan pehlivanların bileklerine kuvvet veren mucizevi bir tözdür. RUMELİ;gül yüzlü güzellerin düşleriyle süslenmiş gözalıcı el işlerinden,canfes yeleklerin kıvrak dikişlerinden,güneşi kıskandıran bindalıların sırmalı nakışlarından sessizce gülümseyen ölümsüz bir sevdadır. RUMELİ; Viyana’dan Çatalca’ya değin gerisin geriye akan kara,kanlı bir ırmak,sahipsiz kalmış şehit mezarlarına rahmet akıtan vefalı mehtap,bozgun kasırgalarında savrulan göçmen kuşlarının yükselttiği acı sedadır. RUMELİ; koskoca Devleti Âliyyei Osmaniye’yi omuzlayan bahtsız bir teneşirdir. RUMELİ;nesillerin tüketemediği bitimsiz renkli bir şiirdir. Ahmet Emin Atasoy,Rumeli Motifli Türk Şiir Antolojisi,Asa Kitabevi,Bursa,2001. *** Ve gelmiş geçmiş bütün peygamber ve azizlerin hüsnükabul,hüsniniyet buyruklarına rağmen ; Ve İsa’dan bin dokuz yüz seksen beş yıl sonra; Ve Tuna boyunda ve Dobruca’da ve Deliorman’da ve Rodoplar’da binlerce Türk’ün köyü,evi,bağı,bahçesi kuşatıldı tankla,topla,tüfekle,askerle; Ve yolu,suyu,rızkı kesildi; Ve bir komünist hükmetinin emriyle Müslüman adlar değiştirildi bitevi Hıristiyan adlarla; Ve direnenler oldu ve tutuklananlar oldu ve hunharca öldürülenler oldu ; Ve sığınabildiğim kucaklayıcı zamanadır bu yakarışlar; Ve ocak 1985,Silistre Amin! Galip Sertel, Taş Toprak Dobruca ,Prizren : Bay Yayınları, 2007. Ve bir belge: Bulgar İsimlerini Yeniden Alan Bir Grup Aydın ve Toplumcunun Beyannamesi (alıntı)


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Gerçeği savunmak için sesimizi yükselterek,yalanları ve iftiraları hiddetle reddederek aşağıda yazılanları beyan etmekteyiz: Evet,biz Bulgar kökenlerimize tamamen yabancı olan isimlerden,gönüllü,buna inanarak ve tamamen şuurlu olarak vazgeçen Bulgarlar’ız. Bizler için Bulgar adı,varlığımızın devamının teminatı ve istikbale yürüyüşümüzde manevi garantidir. Bulgar isimlerimizle gurur duyarak,biz Sosyalist anavatanımıza sadakatle ve candan hizmet vererek,bu isimlerimizi layık surette taşıyacağız. Bulgar milli ruhunun yeniden doğuşunun ifadesi olan bu doğal sürecin çarpıtılması,bizim milli onurumuz ve insan haklarımıza kabaca ve kabul edilmez bir müdahaledir. Türk irticai çevrelerinin “göç sorunu” spekülasyonlarına kesinlikle karşıyız.Soy ve vatan lehine kesin tarihi seçimlerini yapmış Bulgarlar için,yabancı bir ülkeye göç etmeleri mantık dışıdır,bu anlaşılmalıdır.Bu olmayacaktır! Seçim yapılmıştır,o kesindir ve geri dönüş yoktur!” Sofya,26 Temuuz 1985’de “Oteçestven Front” (Vatan Cephesi) gazetesinin 12187 No’lu sayısında yayınlanmıştır: Ve yukarıdaki Beyanname’den , “Seçim yapılmıştır,o kesindir ve geri dönüş yoktur!”iddiasına bir yanıt: “Haziran güneşi Silistre’nin tren garına sıcak sıcak oturmuş, dargın dargın bakıyor coplu,köpekli,kalaşnikoflu polislere,eski sobalara,isli borulara,kırık dökük mobilyalara,eşya kapkacak,giyim,ayakkabı dolu bavullara,çuvallara ve binlerce Türk’ün ruhunda bir bıçak yarasının derin izleri gibi, gözün gördüğü yerlere kadar uzayıp giden raylara… Göç buradan başlıyor… Göç deyip zorla uğratılıyorlar.Oğul gidiyor,ana baba kalıyor.Evlât kalıyor,baba gidiyor.Kardeş gidiyor,kardeş kalıyor… Orada,Silistre garında,Haziran güneşinin yakıcı öğle sıcağında,gerilmiş sicim iplerinin boyunda,oğlunu uğurlayan bir anne,kalaşnikoflu polislerin karşısına çökmüş,uful uful söyleniyor kendi kendine… “Siz nerden bileceksiniz!Evlât acısı başka.Doğarken belden kopuyor,ayrılırken yürekten. Ayrılık acısı başka…Siz nerden bileceksiniz!”


Makale ve Analizler - 2019

117

Oğulu,gelini,torunları iplerin öte yanında.Biraz evvel çağrılmışlar trene binmek için…Ağlıyarak el sallıyorlar gerilmiş sicimlerin önünde oturmuş,harabeye dönüşmüş anneye. Megafonla tek tek çağrılıyor cedvelde adları yazılı “turizimciler”.Kulakları sağırlaşmış bir dede,eşi anneye çıkışıyor: “Bizi çağırdılar mare…İşitmedin mi ? Galiba fidan dediler.” 1985 de,Bulgaristan’da ad değiştirme,asimilasyon kampanyasında Türkler’in çoğu,hükümetce teklif edilen o Hıristiyan adları değil de, ağaç,çicek adları almışlar ve bunları da işitmek istemiyorlardı. “Galiba fidan dediler mare…” Vagonlara bindirilecek “turizimcileri” çağıran emniyet yetkilisi: “Şurada,beş senedir adlarınızı öğrenemediniz…Ne geri zekalı,kalın kafalı insanlarmışsınız yahu!” diye mızmızlanırken, yanındaki meslekdaşı: “Aldırma,Binbaşı Yoldaş! – diyor…On saat sonra,Kapıkule’de bu adlara gerek kalmayacak…” İnsanın adı!… Hele de o ad,insanın kulağına yüce ezanın kutsal ve ulvi sesiyle üflendi ise…

7-8.

Galip Sertel,”Bir Başka Göç”,Balkan Türkleri’nin Sesi,İstanbul,1991,Sayı

*** “Balkan memleketlerine ait Türk şiiri, Türk romanı, Türk içtimaiyat ve etnografya ilimleri de, Türk tarihi kadar millî vicdanda derin akisler bırakmaya namzet mevzularını henüz bulmamış ve şaheserlerini yaratmamış. Tuna boylarından kopup gelen muhacir kafilelerinin asırlardan beri alınlarının teri ve ellerinin emeğiyle şen lendirdikleri ana-baba yurtlarını bırakıp kaçmaya mecbur edilen Türk köylülerinin felâket destanı, dünyanın hiçbir yerinde oynanmamış olan bu müthiş facianın azametiyle mütenasip bir şekilde bes telenmemiştir… Fakat şayan-ı hayrettir ki bu ehemmiyet ve vü-satta bir işin neşriyat ve matbuat hayatımıza ak-setmiş bir humma ve hazırlığını görmek mümkün değildir…


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük kahramanlık devrinin tabutunu merhale merhale omuzlarında taşıyarak gelen göçmen kafileleri için, eğer bestekâr olsaydım, bir göç marşı bestelerdim; içinde o kadar derin ve büyük bir ıztırap kaynaşırdı ki, ölüm marşları bunun yanında bahar neşideleri gibi kalırdı. Ömer Lütfi Barkan, (d.1902 Edirne – ö.1979 İstanbul);Türk iktisat tarihçisi. *** Bu yazılar kaybettiğimiz dünyamızın ve insanlarımızın hayat hikayesidir.Bugün gençlerimizin birçoğu 600 sene vatan bildiğimiz Rumeli’ni bilmezler bile. Rumelili kibirli ve asalet iddiasındadır.Neden olmasın? En mütevazi,en mahfiyetkar Rumelilinin 600 senelik bir mazisi vardır…Ben bile hatırlarım,Rumeli’nin Türklerden boşalmasını… Bir taraftan hasta ve bozgun halinde askerler,diğer taraftan evlad-ı fatihan panik halinde,öküz arabaları ve yaya olarak bir bohça,bir de küçük evlâdcıkları,tatlı ve güzel,sarı saçlı mavi gözlü Rumeli çocukları İstanbul’a hicret ediyorlardı… Hiç kimse bu hicreti,bu “exodus” su (kutsal kitap),bu Türk dramını,bu Türk faciasını kaleme almamıştı,biz Türkler bile…Halbuki,Nazilerin Yahudilere yaptıkları mezalim bir edebiyat ekolü olmuştu,durmadan kitaplar yazılmış,tiyatrolar oynanmış,filmler çevrilmişti… Biz Rumeli’yi kaybettikten sonra,Rumeli’den uzakta bile hep Rumeli ile yaşarız.Yemeklerimiz,dostlarımız,nüktelerimiz,türkülerimiz hep Rumeli’nden. Altı yüz sene vatan bildiğimiz Rumeli.Kolay mı birden ondan kopmak?.. Münevver Ayaşlı (d.1906 Selanik – ö.1999 İstanbul),yazar. *** Galip Sertel


Makale ve Analizler - 2019

119

Naim’den Mesut’a Sporun Gücü 22.12.2019 Dünya rekortmeni Milli Halterci Naim Süleymanoğlu hatırlanacağı üzere sportif başarıları ile Bulgaristan Türklerinin yaşamış olduğu baskı, zulüm ve insan hakları ihlallerinin dünya kamuoyu tarafından duyulmasını sağlamıştı. Öyle ki Naim o dönem sporun gücü ile Bulgaristan’da Todor Jivkov ve rejimin yıkılmasına gidecek sürecin başlamasına da vesile olmuştu! Dünyaca ünlü Arsenal’in Türk asıllı futbolcusu Mesut Özil de son açıklaması ile Çin Uygur Türklerinin yaşamış olduğu baskı, zulüm ve insan hakları ihlallerinin dünya kamuoyu tarafından duyulup fark edilmesini sağladı. Öyle ki Özil de Çin’deki rejimin bir bakıma silkelenmesini sağlayarak dikkatlerini çekmiş oldu! Dünya rekortmeni Milli Halterci Naim Süleymanoğlu ile dünyaca ünlü Arsenal’in Türk asıllı futbolcusu Mesut Özil bir bakıma spor diplomasisi yaparak yaşanmakta olan baskı, zulüm ve insan hakları ihlallerine karşı dünya kamuoyunun dikkatlerini çekebilmeyi başarabildiler! Yaptıklarına spor diplomasisi mi denilir? Yoksa Sporun Gücü mü? Sanırım bu konu üniversitelerde uluslararası ilişkiler bölümlerinin belirleyeceği bir durumdur… Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) desteğiyle 1944’te hükümeti devirerek yönetimi ele geçiren Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), iktidarda kaldığı 45 yıllık dönemin son yıllarında ülkedeki Türk ve diğer Müslümanları asimile etmeye çalışmıştı. Bulgaristan Türklerine karşı komünist rejimin başındaki Todor Jivkov liderliğinde 1984-1989 yılları arasında asimilasyon, zulüm, baskı ve bunların yanında pek çok insan hakkı ihlalleri yapılmaktaydı! Bulgaristan’da tek milletli bir devlet yaratma çabasındaki komünist rejim ibadet yasağı getirerek Türk ve Müslümanların isimlerini değiştirmeye başlamıştı. Demirperde olarak nitelenen bu dönemde Bulgaristan’da ne olup bittiğinin dışarı sızdırılmaması için son derece hassas tedbirler alınmaktaydı. Bulgaristan’da olup biten hiçbir şey ne Türkiye’de ne de dünya kamuoyu tarafından bilinmemekteydi!


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ta ki Naim Süleymanoğu Türkiye’ye iltica edip dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın büyük desteğini arkasına alana kadar. Bu tarihten sonra Naim bir biri ardına dünya rekorları kırarak Bulgaristan’da yaşananları spordaki başarısının yardımı ile tüm dünya kamuoyunun gözleri önüne serebilmeyi başarabilmiştir. 23 Ocak 1967 tarihinde Bulgaristan’ın Kırcaali ili Mestanlı Kasabasında dünyaya gelen Naim Süleymanoğlu, 10 yaşında halter sporu ile tanışıp ilk dünya rekorunu 15 yaşında kırdı. 1984, 1985 ve 1986’da dünya çapında yılın haltercisi unvanını aldı. Naim Süleymanoğlu içerisinde yaşadığı toplumun yaşadığı acıları, baskıları, zulmü, isimlerinin değiştirilmesini içine sindiremeyerek Bulgaristan Türklerinin yaşadıklarını dünya kamuoyuna anlatabilmek için 1986’da Avustralya’da heyecan ve maceralı bir sürecin sonunda Bulgaristan milli takım kampından kaçarak Türkiye’ye iltica etti. Türkiye’ye iltica eden Naim Süleymanoğlu, kafasında tasarladığı şekilde Bulgaristan’da yaşanan durumu dünya kamuoyuna anlatmayı ilk dönemde başaramamış sadece Türk medyasında olan biteni anlatmayı başarabilmişti. Güney Kore’nin başkenti Seul’da düzenlenen 1988 Yaz Olimpiyatları onun için çok büyük bir şanstı. Dünya kamuoyunun dikkatlerini çekebilmek için azim ve kararlılıkla çalışmaya başladı. Naim’in bir davası vardı. Bunun için varıyla yoğuyla çalışıyordu. Tam da bu esnada milli takım kampında dizanteri salgını oldu. Naim’de hastalananlardan biri idi. Doktorlar olimpiyatlara gidebilecek durumda değilsin hayatını tehlikeye sokuyorsun demelerine aldırış etmedi. Öyle ki halter salonuna portatif bir yatak getirerek Seul’de yapılacak olimpiyatlara gece gündüz demeden azim, kararlılık ve inançla çalıştı. Naim Süleymanoğlu 1 metre 47 santim boyu ve 60 kg ağırlığı ile Güney Kore’nin başkenti Seul’da düzenlenen 1988 Yaz Olimpiyatları’nda silkmede 190, koparmada 152.5 kilogram kaldırarak toplamda 342.5 kilogram kaldırmış ve dünya ve olimpiyat rekoru kırmıştır. Silkmede kaldırdığı kilo kendi ağırlığının 3 katı artı 10 kilogramdır ve bunu başaran dünyadaki tek kişidir. Naim görüleceği üzere hastalığını hiçe sayıp gözünü karartarak ailesini, Bulgaristan Türklerinin durumunu tüm dünyaya gösterebilmek adına insan ötesi başarılara imza atmıştır. Naim bu başarısının ardından tüm dünya kamuoyunun dikkatlerini sportif başarısı ile çekmeyi en sonunda başarabilmişti.


Makale ve Analizler - 2019

121

Todor Jivkov liderliğindeki rejimin Bulgaristan Türkleri ile Müslüman azınlıklara karşı yıllardır acımasızca yürüttükleri asimilasyon politikalarını, zulüm, baskı, insan hakkı ihlalleri, ibadet yasağı ve isim değiştirilmesi konularını kendi isminin de bu anlamda Naum Shalamanov olarak değiştirildiğini tek tek dünya kamuoyunda uzun uzun yer alarak konuşulmasını sağlayabilmeyi başarabilmişti! Naim’in Türkiye’ye ilticası ve Seul’da elde ettiği insanüstü başarıların sonrasında rejime karşı büyük başkaldırılar oldu. Bulgaristan’da Naim’in Türkiye’ye ilticası sonrasında demokrasinin gelişi hızlandı. Dünya kapalı kapılar ardındaki Bulgaristan’da neler olup bittiğini öğrendi. 1989’da devrilen komünist rejimin başındaki Todor Jivkov, amacına ulaşamayınca Türkiye ile sınırları açmak zorunda kaldı. Jivkov dönemi kapandıktan sonra, Vitoşa Dağı eteklerindeki Boyana’daki sorgulaması esnasında, ‘’Bulgaristan’ın en güçlü adamıydım. Beni Naim yıktı. Onun ilticası taşları yerinden oynattı. Beni zayıflattı. O başarıları ile Bulgaristan’ın en büyük propaganda gücüydü’’ şeklinde ifadelerde bulunduğu belirtilmektedir! 18 Mart 1915’de Çanakkale’de de Seyit Onbaşı aynen Naim gibi Türk Milletinin geleceğini ve dünyanın kaderini 275 kg mermiyi sırtına koyup topa yüklemek suretiyle İngilizler’in şu meşhur “Ocean” zırhlısını vurup boğaza gömülmesini sağlamamış mıydı? Devamında yine mucizevî bir şekilde kimselere görünmeden Nusret mayın gemisi de döşediği mayınlarla Çanakkale Zaferi’nin elde edilmesinde son derece kritik bir görev icra etmemiş miydi? Davası olan milletlerin tarihlerinde zaman zaman böyle inanması güç işlerde olabiliyor! Davası olan insanlar gerektiğinde inançları, azim ve kararlılıkları ile imkânsız olarak nitelendirilen ne varsa gözlerini karartarak bunların yapılabileceğini tarihte göstermişlerdir. Kimisi ağırlık kaldırarak, kimisi sportif başarılar elde ederek, kimisi yazarak, kimisi de düşünerek milletlerine tarihi büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Naim, tüm dünyanın dikkatlerini Bulgaristan Türklerine karşı yapılan haksızlıklara çevirebilmeyi başarabilmişti. Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş’da Kıbrıs Türklerine karşı yapılan haksızlıkları gündeme getirmeyi başarabilmişlerdi. Kırım konusunda da çok ciddi anlamda ağır bedeller ödeyen efsanevi lider Mustafa Cemil Kırımoğlu aynı şekilde yaşanan haksızlıkların gündeme gelmesi yönümde çok büyük çabaları söz konusudur.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İçerisinde yaşadığımız dönemde de Çin’de Uygur Türklerine karşı baskı, zulüm ve insan hakları ihlalleri yapıldığı yönde yayınlar ve açıklamalar yapılıyor. Bu konuda en dikkat çekici en çarpıcı çıkış ise Milli futbolcu Mesut Özil’den geldi. Mesut Özil, 15 Ekim 1988’de Almanya’nın Gelsenkirchen kentinde doğdu. Ailesi o doğmadan önce Zonguldak’ın Zevrek ilçesinin Hışıroğlu köyünden 1970’li yıllarda Almanya’ya yerleşmiştir. Almanya A Milli Takımı’da ve Arsenal’da forma giymekte olan Almanya doğumlu, Türk asıllı orta saha oyuncusu Özil, 2010 yılında FIFA Dünya Kupası’nda üçüncü olan kadroda yer almış bu turnuvadaki başarılı futbolu ile Altın Top Ödülü’ne aday gösterilmiştir dünyaca ünlü son derece başarılı bir futbolcudur. Mesut Özil, Doğu Türkistan konusuna yönelik olarak yaptığı paylaşımında, “Ey Doğu Türkistan. Ümmetin kanayan yarası” diye başlayan yaptığı paylaşımında; “Eziyetlere direnen mücahit ve mücahideler topluluğu. Zorla İslam’dan uzaklaştırmaya çalışanlara karşı tek başına mücadele veren şanlı müminler. Kur’anlar yakılıyor, camiler kapatılıyor, medreseler yasaklanıyor, din âlimleri birer birer öldürülüyor. Erkek kardeşler zorla kamplara sokuluyor. Onların yerine Çinli erkekler ailelerine yerleştiriliyor. Bacılar zorla Çinli erkeklerle evlendiriliyor. Tüm bunlara rağmen. Ümmeti Muhammed suskun, sesi çıkmıyor. Müslümanlar sahiplenmiyor. Bilmezler mi ki zulme rıza zulümdür. Hz. Ali ne güzel demiş: ‘Zulme engel olamıyorsanız, Onu herkese duyurun!’ Batı medyası ve devletlerinde dahi bu olaylar aylardır, haftalardır gündemde iken Müslüman ülkeler ve medyaları nerede? Bilmezler mi ki, zulmün olduğu yerde tarafsızlık, namussuzluktur… Bilmezler mi ki yıllar sonra oradaki kardeşlerimizin bu acı günlere dair hatırlayacakları zalimlerin işkenceleri değil, biz Müslüman kardeşlerin sessizliği olacaktır. Ya Rabbi, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize yardım eyle… Şüphesiz ki Allah; tuzak kuranların en hayırlısıdır…” demektedir. Arsenal’in Türk asıllı oyuncusu Mesut Özil’in yapmış olduğu açıklamanın ardından haliyle tüm dünyanın dikkatlerini bir anda Çin’in Uygur Türklerine karşı uyguladığı baskı, zulüm ve insan hakları ihlalleri yapması konusuna çevrildi. Arsenal’in Türk asıllı oyuncusu Mesut Özil’in Uygur Türklerine destek verdiği paylaşıma Çin Dışişleri Bakanlığı’ndan ilginç bir yanıt geldi. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Geng Şuang, Uygur Türklerinin ‘Barış içinde yaşadığını’ iddia ederek Özil’in ‘Doğu Türkistan’a gelerek bir göz atmasından memnun olacaklarını’ ifade etti!


Makale ve Analizler - 2019

123

Arsenal kulübü konuya ilişkin olarak Çin’de kullanılan sosyal medya sitesi Weibo üzerinden “Bu içerik Özil’in kişisel yorumudur. Arsenal bir futbol kulübü olarak siyasete karışmama ilkesine sadıktır.” Yönünde bir açıklama yapmıştır. Mesut Özil’in Uygur Türklerine yönelik paylaşımıyla ilgili olarak ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’da bir açıklama da bulunarak Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Uygur Türklerine yönelik insan hakları ihlallerine tepki gösteren Türk futbolcu Mesut Özil’e destek vererek, “Çin Komünist Partisi’nin propaganda kuruluşları Mesut Özil’i ve Arsenal’i tüm sezon boyunca sansürleyebilir fakat hakikat üstün gelir. Çin Komünist Partisi Uygurlara ve diğer dini azınlıklara yönelik ağır insan hakları ihlallerini saklayamaz.” ifadelerini kullandı. TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu TBMM Genel Kurulu’nda 17 Aralık 2019 tarihinde yaptığı konuşmasında, Doğu Türkistan’daki hassas durumun tüm İslam dünyasının yükümlülüğünde olduğunu vurguladı. Çavuşoğlu, konuşmasının devamında “İki hafta içinde hem Cidde’de hem de bir kaç gün önce Rabat da İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında bu konuyu bizzat gündeme getirdim. Tüm İslam dünyasının ve İslam İşbirliği Teşkilatının da yükümlülüğüdür bu. Biz bu sorunu kesinlikle görmezden gelemeyiz ve bu konuda da yine Cumhurbaşkanımız en son ziyaretimizde Çin devlet başkanına iletti. Çin devlet başkanı Türkiye’den bir heyet davet etti. Ama biz bu heyet kimlerle görüşecek, nereye gidecek gibi resmi programları değil tam durumu tespit etmek için; nerelere gitmesi gerektiğini, hangi toplantıları yapması gerektiğini net bir şekilde belirledikten sonra heyetimizi göndereceğiz. Tıpkı Kırım’a gönderdiğimiz gibi… Tıpkı Kırım’a gönderdiğimiz insanların orada gerçek tespitler yaptığı gibi… Bizim Batı Trakya’da soydaşlarımız var, Makedonya’da soydaşlarımız var onlarında hakkını korumak zorundayız. Kırım Tatarlarının, Gagauzların hakkını korumayıp da kimin hakkını koruyacağız? “diye konuştu. Sonuç itibarı ile Naim, Sporun Gücü ile Bulgaristan Komünist Partisi’ne rejime karşı bir mücadele başlamasına vesile olmuştu. Mesut Özil de Sporun Gücü ile Çin Komünist Partisi’ne rejime ve yürütülen yanlış politikaların sorgulanmasına ve daha önemlisi dünya kamuoyunun dikkatlerini bu noktaya çekilmesine vesile olmuştur! Özil paylaşımı ile Çin rejiminin bir bakıma silkelenmesine neden olmuştur!


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Naim Süleymanoğlu, hastalığını hiçe sayması sonucunda pek çok başarıyı belki elde etti ama bunun karşılığında sağlığını kaybetti! Naim davasını kazandı ama sağlığını kaybetti! Siroza bağlı karaciğer yetmezliği nedeniyle karaciğer nakli oldu. Karaciğer nakli olduğunda beyindeki kanama ve buna bağlı artan ödem nedeniyle 18 Kasım 2017 tarihinde 50 yaşında çok erken bir yaşta hayatını kaybetmiştir. Türk milleti Naim’i her zaman için sevgi, saygı ve rahmetle anacaktır. Özelde Bulgaristan Türklerine genelde Türk Milletine kazandırdığı madalyalar ve hizmetleri hiçbir zaman unutulmayacaktır. Ruhu şad olsun… Bu vesileyle Arsenal’in Türk asıllı futbolcusu Mesut Özil’e öncelikle Doğu Türkistan konusunda göstermiş olduğu hassasiyeti teşekkür eder, bundan sonraki yaşamında daha büyük başarılar elde etmesini temenni ederim. Mesut’un bu açıklama ile birlikte milyon dolarlık ticari kayıplarla karşı karşıya kalabilme durumu olduğu da akıllardan çıkmamalıdır. Naim, Türkiye’ye iltica ettiği zaman ABD’li yetkililer kendisi ile görüşerek ABD’ye iltica etmesi karşılığında milyon dolarlık teklifleri söz konusu olmuştu. Naim ABD’li yetkililere cevap olarak benim davam var diyerek yapılan göz kamaştırıcı teklifi elinin tersi ile itmişti! Öyle görünüyor ki Mesut Özil’de yaptığı açıklama ile ticari olarak çok daha fazla gelir elde edebilmesi söz konusu iken bunu göz ardı edip belki de milyonlarca dolar kaybetmeyi göze alarak böyle bir açıklama yapmayı tercih etmiştir. Yeri gelmişken son söz olarak bu durumu özellikle ifade etmek istedim. Türk Dünyasında, Doğu Türkistan konusunda, Kırım Tatarları konusunda, Gagavuzlar konusunda, Kuzey Makedonya konusunda, Karabağ konusunda ve KKTC konusunda bakalım ne gibi gelişmeler yaşanacak. Yaşayarak hep birlikte göreceğiz. Mesut Özil’in paylaşımında tüm dünyaya hatırlattığı gibi; Bilmezler mi ki zulme rıza zulümdür. Zulme engel olamıyorsanız, onu herkese duyurun! Gökhan Güler Önce Vatan Gazetesi


Makale ve Analizler - 2019

125

Çocukların Kabahati Yok (2) Tarih: 22 Aralık 2019 Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu Konu: Adalet olmayan ülkede yaşanmaz. Bulgaristan’da her gün 164 çocuk dünyaya geliyor. Bunların 91’inin (% 55) ana dili Bulgarca değildir. 18’i (% 11) erken doğumla doğarken, 7’si (% 4) doğumdan sonra annesi tarafından hastanede bırakılıyor. 2015 yılında 18 yaşını doldur doğum yapan annelerin oranı % 8’di. Bunun yanı sıra her gün 74 anne adayı düşük yapıyor ya da çocuk aldırıyor. Bu adı öncelikli olarak Bulgar etnik grubundan anneler atıyor. Çocuk doğurmak istemiyorlar. Bu oran 2016- 2017 ve 2018 yıllarında aynı kalmıştır. Resmi verilere göre her gün 84 kişi Bulgaristan’dan başka bir ülkeye göç ediyor. Ülkemizde kadınların ömür uzunluğu 71,2 yıl, erkeklerin ise 78,2 yıldır. Resmi verilere göre durum bu. Gayrı resmi verilere göre Bulgaristan ölüyor. Bunun sebebi nedir? Bizim kesin kanımıza göre, ölümcül durumun temel nedeni ülkede ADALET olmaması ve toplumsal düzen ile Bulgar devletinin ötekileştirme ve insan düşmanlığı üzerine bina edilmiş olmasıdır. Adaletsizlikle ilgili 2019’dan bir örnek: Örneği sosyal alandan seçtim. Çünkü son yıllarda Bulgaristan devleti sıkıştıkça Hak ve Özgürlük Partisi milletvekili Dr. Hasan Ademov’u Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı seçti. Onun bakan seçilmesinin nedeni işleri yoluna koymak değil, dalavereleri ve dolandırıcılığın halk tarafından görülmesini milli protesto hareketi başlamasını engellemekti. Neler oluyor ki, mutlaka gizlenmesi gerekiyor? Bilinmeyenler artık azdan az biliniyor. İktidar Balçık ve Velingrad Belediyelerinde ve başka yerlerde kimsesiz, anneleri tarafından hastanede bırakılan çocuklar için toplama merkezi kurmuş ve bu 2 merkezde 2019 yılında 3 çocuk “Annemi istiyorum, hapishanede büyümek istemiyorum, beni her gün dövüyorlar. Güneş görmek istiyorum!” çığlıklarıyla bilek damarlarını kesmişler. Olaylar önce hastaneye, ardından basına ve topluma düştü.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu gerçekler, kendisi anasız babasız yetişen ve 21. Yüzyılda çocuklarımızın hepsinin anasız babasız, eziyet altında, anadillerini öğrenmeden, kapsüle edilmiş bir ortamda, domuz etiyle beslenerek yetişmesinde direnen Ahmet Doğan ve dolayısıyla ona uşaklık eden kalın enseli Bakan Dr. Hasan Ademov’un yönettiği siyasettir. Bu işlerin parası nereden geliyor? Avrupa Birliği bu sene Bulgaristan’a sosyal alanda eşitlik sağlanması için 134 milyon Avro para gönderilmiştir. Bu paralar Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı ve Eğitim ve Teknoloji Bakanlıkları tarafından kullanılacaktı. Bulgaristan bu paraları çocuklu ve çok çocuklu ve özellikle de etniklerden genç ailelere vermemek için yeni planlar hazırladı ve uyguluyor. Hedef, azınlık çocuklarını ailelerinden koparmak ve memleketin halkın gözünden uzak yerlerinde yerleşke (pansiyon – çocuk eğitim merkezleri) kurarak, o merkezlerde toplamak ve istediği gibi eğitmektir. Bu eğitimin özündeki yöntem Romen ve Millet çocuklarına, aileden koparabildikleri Türk, Ulah, Pomak ve Makedon çocuklarına anne kokusunu, ailelerini, soylarını unutturmak, anadilsiz, etnik kültürü koklatmadan, geçmişsiz eğitip yeni tip sosyal tipler olarak yetiştirmektir. 2018 yılında bu merkezlere 4 200 çocuk toplanmıştır. Bu çocukların zulüm edilerek eğitilmesine tepki gösterecek kimse yok. Yerleşkelerin nerede olduğunu bilen de yoktu, o 2 afacan bilek damarlarını kesene kadar. Herşey gizli tutuluyor. DR. Hasan Ademov’in Sosyal İşler Bakanı olarak, Avrupa Birliğinden gelen sosyal yardım paralarının etnik azınlıklardan ihtiyacı olan ailelere zamanında ve adil bir şekilde dağıtarak ülkede huzur yaratacağına, ödeme yapmaması ve ancak o yerleşkelere akıtması büyük bir suçtur. Nazi zamanında kalma Hitlerci bir “ruh eritme” ve asimile etme yöntemlerinden biridir. Todor Jivkov’un totaliter yöntemlerinden biridir. Bu acı gerçekler bilinmelidir. 2018 yılında 3 200 çocuk ailelerinden nasıl koparılmıştır? Avrupa Birliği fonlarından gelen sosyal yardım ve azınlıkları eğitme paraları ile 2018 yılında OKUL TAMİRLERİ yapılırken, Romen-MilletÇingene mahallesi ve gettolara yakın yerlerdeki okullarda MAVİ ODALAR yapıldı. Bu “psikolog kabineleri” donatıldı. Bu kabinelere uzman psikologlar atandı ve “öğrencileri ana-babalarından, ailelerinden, soylarından” koparma çalışmaları başladı. Sorulan sorular şunlardır: Annen ile baban kavga ediyor mu?


Makale ve Analizler - 2019

127

Baban anneni dövüyor mu? Baban size şiddet uyguluyor mu? Yediğin yemekle doyuyor musun? Aç mı yatıyorsun? Annen ile baban para kavgası ediyor mu vs? Son dönemde yapılan bağımsız araştırmalar çocuklu Romen ailelerinin Belediyelere sosyal yardım dilekçesi vermediği ortaya çıktı. Genç aileler dilekçedeki sorulara cevap yazarken aile gelirini ve kişi başı geliri göstermek zorundadırlar. Bulgaristan’da kişi başı geçim minimumu 500 (beş yüz) levadır. 4 kişilik bir ailenin 2 000 (iki bin) leva gelir göstermesi gerekiyor ki, bu imkânsızdır. Durum böyle olunca aile otomatik olarak yoksulluk çizgisi altına düşüyor ve “çocuğuna bakacak geliri olmayanlar” kategorisine giriyor ve belediye sosyal işler müdürlüğünün çocuğu ya da çocukları aileden koparıp o Velingrad ve Balçık ve başka yerlerde hazırladığı merkezlere teslim etmesi ve BULGAR RUHLU SOSYAL TİPLER eğitimi programına alması yürürlüğe giriyor. Ana babanın bu uygulamaya karşı koyması, tepki göstermesi ve çocuğu için dava açması yolları kapalıdır. Bulgar devletinin doğumu özendirme ve kısıtlama politikası değişik aşamalardan geçmiştir. 1970 yılında Bulgar devleti doğum ve çocukların ailede ve normal Bulgar okulunda eğitilmesi siyasetini para yardımlarıyla şöyle özendirmişti. Birinci çocuk işin 80 leva. İkinci çocuk için 120 leva. Üçüncü çocuk için 300 leva. Dördüncü çocuk için 400 leva ve Beşinci ve daha fazla çocuk için her çocuğa 600 leva idi. Aynı yılın sonunda azınlıkların (Türklerin, Millet, Pomakların) doğumunu engellemek için şu tedbirler aldı. Birinci çocuk işin 100 leva. İkinci çocuk için 200 leva. Üçüncü çocuk için 500 leva oldu. Dördüncü çocuk için 250 leva indirildi.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demek oluyor ki totaliter sistem diktatörü T. Jivkov planlı bir nüfus politikası yürütürken azınlıkları azaltmaya, Bulgar nüfusu da çoğaltmaya çalışmıştır. Bulgaristan 2012’de AB gireliden beri çocukların eğitilmesine ilişçin paralar AB fonlarından geliyor, fakat amaca yönelik kullanılmıyor, devlet kurumları tarafından değişik işler için harcanıyor. Bu işleri yürütenler aslında devleri soyanlardır. Bu kişilerken birisi Ahmet Doğan, ikincisi de milletvekili Daniel Peevski’dir. İsviçre’de çıkan “Neue Zuricher Zeitung” gazetesinin yazdığına göre, DPS milletvekili D. Peevski parlamentoda işe girmiyor, fakat Devlet Güvenlik Ajansı onun korunması için yılda 1 milyon 800 bin leva harcıyor, 8 kişi iş adamını koruyor, Sofya’da yaşadığı “Berlin” otelinde 8 başka koruma görevliyken, 12 özel koruma da görev alıyor. Bu personelin tüm yemesi içmesi, araçlar, bakım ve diğer hizmetler devlet hesabınadır. 2016 yılında Peevski meclise işe gitmezken, Türklerin, Pomakların ve Milletin hiçbir torunuyla ilgilenmezden 2016 yılında uçakla Viyana, Zürih, Frankfurt ve Malta üzerinden 62 defaDubay’a; 2017 Yılında bu gidiş gelişler 60 defa gerçekleşirken, 2018 yılında 20 defa gerçekleşmiş ve bu yıl da devam etmiştir. Kişisel amaçla yapılan bu seyahatlerin meclis kasasından ödenmesi kabul edilir gibi değildir. Harcanan fakir halkımızın parasıdır. Birçok bilinen yazar, kamu temsilcisi, politikacının bu hesapsız harcamaların durdurulması çağırılarına katılıyoruz. Harcanan paralar fakir fukara çocuklarına gelen yardım paralarındır. Talan devam ettikçe bir Avrupa’nın en fakir, en kör cahil, en yoksul ülkesi olmaktan kurtulamayacağız. Çocuk nafakasına, geleceğine uzanan ellerden biri Ahmet Doğan’dır. Korunması için harcanan para yılda 2 milyon 200 bin levayı buluyor. Bu paranın hemen durdurulması gerekiyor. Doğan parti yöneticisi değildir. Parti kurucu da değildir. DPS, Bulgar ve Rus istihbaratlarının bir ürünüdür. Hak ve Özgürlükleri için mücadele eden insanlarımızın başına çuval gibi geçirilmiştir ve son 30 yılda bu çuvalı kafamızdan çıkaramadık ve o da istediği gibi bizimle oyun oynuyor. 134 milyon Avrupa parasını ceplemek için, okula giden binlerce zavallı çocuğu ana-babalarından ayıracak kadar ileri gitti. Kamplara kapanmış çaresiz çocukların bileklerini kesmesine seyirci kalıyor. 14 bin levalık elbise giymiş ve kendini bir şey sayarak, Bulgarlara akıl vermeye kalkmış. Zavallı et kafalı şopar, bu sözleri basından aldım.


Makale ve Analizler - 2019

129

Yılbaşı ile ilgili konuşmasında Büyük Millet Meclisi toplanmasını ve Anayasanın değişmesini istedi, ama yeni anayasada insan haklarının, kolektif hakların ve azınlık din, dil ve kültürünün tanınmasını isteyeceğiz, demedi. Bulgaristan’ın en bilinen akademisyenlerinden biri olan Petır İvanov son 30 yılda Bulgaristan Türklerini en fazla yalandıran hain A. Doğan hakkında şunları yazdı: “Hiçbir sözüne inanmamak gerek. Bu yalancıyı politikacı yapanlar günah işlediler. Bu köstebek, arkadaşları hakkında, akrabaları ve yakınları hakkında ihbar yazıları yazmıştır. Şerefsizlerin başıdır. Tehlikelidir ve ondan kurtulmamız gerekir. Avrupa Birliğinden gelen paralardan çalmıştır. Haram yemiştir. Lanetlidir.” Bölüm 3: HÖH partisi gerçek hedeflerini ne zaman açıklayacak? Bizi izleyiniz ve paylaşınız.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ufuksuz Gelecek Tarih: 21 Aralık 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Ahmet Doğanın yıl sonu lakırdıları. Bulgar basını bu defa Ahmet Doğan’a kulak vermemekte yeminli davrandı. Kendini bilen basın mensupları, yıl boyu bir damla ter dökmeden 300 milyon çalmayı başaran –“E-TV” yayınlarında büyük bir kıskançlıkla dile getirildi – dolandırıcı başını, Nazi Generallerinin sivil törenlerde giydiği elbise rengindeki Doğan’ın takım elbisesini fotoğraflamadılar, manşete çekmediler. Oligarşi süprüntüsü, DPS milletvekili Delyan Peevski basını hariç tabii. Bulgaristan Türk, Millet ve Pomakları yalancı yayınları okumadığından dolayı, bu defa onu pek gören olmadı. Bir kene, sıçan ve kertenkele yuvası eski, kurt yeniği ahşap ama korumalı “Boyana” köşkündekiler şaşa gözle baktıklarından örümcek ağılarından kurtulup elbisenin Nazi rengini sezemediler. Önem verilen bu olay için “köşk” gereği gibi temizlenmemişti. Çağrılan temizlik personeline korumalar tarafından verilen ön bilgilerde “ona elleme, buna dokunma, raflardan kitapları, duvardan tabloları indirme, hatta halıları ancak kuru temizleyiniz” gibi şeyler söylendi. Birkaç defa “nerede olursa olsun böcek görürseniz dokunmayınız” dendiğinden, örümcek ağları bile kenarda köşede sallandı. Loş ışıklı ortamda, dünya literatüründe faşizanların sevdiği renk olarak geçen çürük buğday çehreli Doğan’ın salonda ansızın belirmesi kimseyi şaşırtmadı. Herkes onun “viski saatinde” geleceğini biliyordu. Son dönemde içki saati yaklaştıkça eli titremeye ve kekelemeye başlıyordu. Birden kadehe sarıldı. 3 sayfalık konuşma. Her defasında elektronik yoldan gelirken bu defa gelmedi. Yıllardan beri “danışman maşı” verdiklerine bir şeyler yazın da okuyayım, haberi gönderdi. Korumalardan biri içeri büyükçe bir zarfla girdi. İçinden okumaya hazır bir konuşma çıkmıştı. Raporun birinci tümcesinde “göl çamur doldu, yeter artık başa dönelim” deniyordu. Ahmet bu satırları okuyunca önce “yeter çaldığınız, araklanacak bir şey kalmadı” sonucunu gördü. Birden şaşaladı. Danışmanlarından birine yaz-


Makale ve Analizler - 2019

131

dırdığı raporda ise “sosyal asansörler doldu ve kat arasında durdu, sistemde elektrik yok, kuyruktakiler dağılsın!” yazıyordu. İçinde kanatlanmış umut olmayan cümleleri işitmek isteyen yoktu. Doğan insanoğlunun karnından değil kulağından beslendiğini bildiğinden şu cümleye de itiraz etti: “2020 yılında Bulgaristan’da fakirler çoğalmaya devam edecek, zenginler daha da zengin olurken, sayıca gitgide azalacak”. Bu sözleri okuması olanaksızdı: Çünkü bu ülkede insanların kafaları hep yukardaydı ve doruklara bakıyordu. Vatandaş “saray”, “köşk”, “deniz şatoları”, lüks araçlar, uçaklar, ağaran ufuk ve karşıda karlı dağlar görmek istiyordu. Başka bir şey daha vardı. Akıllı adamlar karışık konuşurdu. Doğan DPS-diliyle konuşuyordu. O sanki artık, yaprak dökümünden sonra esen ve hiçbir işe yaramayan, rahmet getirmeyen, çiçekleri tozlaştırmayan, gönülleri doldurup serinletmeyen bir esintiydi. Beklenmediğinden dolayı, gelişine sevinen de yoktu. Parti üyelerinden hiç birisi A. Doğan’ın konuşmasından hiç bir şey beklemiyordu. HÖH partisinin Başkanı, “fahri başkanı”, “milletvekilleri” ve politik operatif büro dedikleri ve bu hiçbir işe yaramayan kişiler grup halktan tamamen kopmuştu. Yani köksüzdü. Bu cümleyi şöyle de anlayabilirsiniz. Viski içip baklava yiyenlerin kapalı ortamına listede ismi olmayan hiçbir kimse silahlı korumalardan geçip giremediği gibi, göbekleri yerde sürünenler de midesi omurgasına yapışmış zavallıların, sümüklü çocukların, doktora gidemeyen, ilaçlarını alamayan ihtiyarların yanına gidemiyorlardı. Aralarındaki hendek derin bir yılan inine dönüşmüş ve geçit vermiyordu. İşte bu nedenle olacak ki Doğan raporunu okumazdan 3 saat önce “Bulgaristan’ın Geleceği Yok!” ve “Ufuksuzuz!” gibi sözlerle basanlar art arda kısaltmalar yapmaya başladı. Bazı bölümler çıkarıldı. Dikkatimi çeken bir husus şu oldu. A.Doğan’ın eline sıkıştırılan metinde “Bulgaristan’daki politika meşru değildir” yazıyordu. Bunun tersi de savunabilirdi, çünkü Bulgaristan Anayasası ve meclisi olan bir ülkeydi. Fakat dışarıdan bakan ve ülkemizdeki durumdan koku alanlar her şeyin yasa dışı olduğunu ve kılıfına uydurulduğunu biliyordu. Dolandıran dolandırana, sürünen sürünene bir ortam olduğunun farkındaydı. Bu ortam politikleşmiş ve toplumu boğazlamıştı. En önemli olan da “bataklıkların çamur dolmuş olmasıydı”. Her türlü hayatın ana oluşturucu maddesi tükenmiş, Bulgaristan’da hayat suyu çekiliyordu. Fakat Doğan gibi yalnız şişe suyu içenler, bunu yakına kadar sezememişlerdi.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hayat suyun çekilmesi Bulgaristan’da yılın olayı olsa da, Doğan bundan söz açmadı. Oysa oyunun ilk perdesi Pernik kentinde yaşandı. Şehrin ve etraf köylerin su içtiği “Studena” (Soğuk Su) barajı kurudu. Çatlayan kuru çamur delikleri mezar çukurundan derindi. Doğan, gece içip gündüz uyuduğu için toprağın ağız açışını göremedi. Olay hayal dondurucuydu. Susuzluktan ölen hayvanlar mezar çukurlara devrilmişti. 1990’lardan önce Marksizm Leninizm sevdalısı, ardından aşırı Liberal biri olan A. Doğan, her konuda başarısız olunca, halkı unuttu, Liberal bataklığa kendi çıkarları için geri döndü. Bir şeyler yapmaya, hal gerek yok, “biz senin önüne bir leğen su koyacağız sen ayaklarını şapırdatsan yeter” demişlerdi ona. Bu olayda onun şopar olduğunu ele verdi. Ayak tabanı beyazdı. Ayak kokusu dayanılmazdı. Bukokuya tahammülü olmayanlardan, “aman denize götürelim ve tuzlu su kokuyu alır,” fikri geldi. Hep beraber “deniz köşkü” serüvenine girdiler. Ruslar rıhtıma bir yat bağladılar. Hiçbir konuda herhangi bir sorumluluk üstlenmeyi kabul etmeyen A. Doğan, kendisi için yaşıyor, yaptığı çocukları bile üstüne kaydettirmiyordu. İmzaladığı son belgelerde çocuklarını ‘jender- sosyal programlarına’ kaydetti. Sözde böylece Müslüman ana-babalara örnek oluyordu. Bu defa dimdik dikilen Türkler ve Müslümanlar “Drındar şoparının” peşinden gitmeyeceklerini, geleneklerine ve Türk kimliğine bağlı kalacaklarını beyan ettiler. Şopar Ahmet, “Avrupa Konseyi ondan “jender” konusunda bir imzalı belge istediğinde, hemen 100 bin Avro politik hizmet parası istedi. Ekim 2019 ‘da Romen – Millet çocukları için “jender” programı tehlikesi görünce okullarda ayaklandı. Yollar sokaklar ve meydanlar protestocu ana baba doldu. O gün Doğan’ın korumaları bir o kadar arttırıldı, çünkü 100 bin kişiyi durdurabilecek bir güç yoktu. Hedef alınan isim hain Doğan’dı. Konuşmasında bu toplum isyanlara gebe! Demedi. Okuduğu raporda eğitim, Türk, Pomak ve Romen – Millet, anadil, diyemedi. 100 binlik bir ayaklanmayı Bulgaristan’da durdurabilecek devlet gücü yoktur. 1973’te Pomaklardan, 1989’da Türklerden sonra 2019 Ekiminde Millet kardeşlerimiz başkaldırdı. O, şimdi bu üç sosyal gücü birleştirmektir diyecek cesareti kendinde bulamadı… Bulgaristan, geleceğini göremeyen gençlerle dolu! 2019’da her gün 84 kişi ülkeyi terk etti. Vatan’ın kıymeti kalmadı. Özgürlüğü gözle gören yok. Haklar için “sizin olsun” diyenlerin hepsi yolcu. Gidenlerden hiç biri Doğan ve halktan kopmuş ekibine “Hoşça Kalın” demedi. Demiyor. Geri dönmemek üzere gidiyorlar. Son imlikler sökülüyor. Parçalanmamış aile kalmadı. Paramparça, darmadağın olduk. Mektup yazan yok. Yakınlarına para


Makale ve Analizler - 2019

133

gönderiyorlar kimseye el açmayın diye. Doğan ve dolayındaki elleri kadehli DPS ileri gelenleri de, ne bu gidenlerden ne de geri dönüşü olmayan bu yoldan sorumluluk hissediyorlar. Ve kalkmış Doğan dalkavuğu “başa dönelim” diyor. Açlığı, parasızlığı, sefilliği bir daha çekin, biz sayenizde zenginleştik, biraz daha toparlanalım diyerek konuşuyor. Çok acı bir gerçek. Biz burada anavatanda olsak da, gurbette kaldık. O bu defa da bizden söz etmedi. Bizi dünyaya unutturmak istiyor. Doğan, yineliyorum “Başa dönelim” dedi. Onun için bu işin başı neresidir? Bilemiyoruz tabii. Belki de “vicdanı konuştu” Yeter bu mazlum insanlara eziyet edip çektirdiğin, “senin yerin hapishane, hadi dön koğuşa” dedi. Eğer bu konuşma dışarıda veya danışmanları tarafından yazılmışsa, bu “başı düşünen” danışmanların doğru görüş ürettiğini ve fikirlerine katılmamız gerektiğine vurgu yapmak isterim. Ama başa dönmek sallaması, ağır ve hafif sanayimizin tavsiye edilmesi, memleketimizden kovulmak, bir günde 1000 okulumuzun kapanması, çeşmelerimizin yıkılması, malımıza mülkümüze el konması, hocalarımızı, öğretmenlerimizi, umudumuzu kaybetmemiz olur. O günlerden bu günlere Bulgaristan’da bir daha umut doğmadı. Ancak yalanlarda yaşayan bir çarpıklık ve yalan şeklini almış dolandırıcılık kaldı. Yolda, evde, mecliste, politik toplantıda, mevlitte çöreklenen ve kök salan bir kocaman yalan. Geleceğimizi kemiren büyük tehlike ve onu doğuran ve besleyen hainlik… Ufku ve dünya görüşü olmayan Bulgar politikacılarının arasında iri geçinen Doğan’ın “erken seçim zamanı değil” demesi de ilgi çekti. Yılbaşının yakınlaştığı şu günlerde Cumhurbaşkanı Rumen Radev, siyasi çevrelerle, milletvekilleri, hukukçular ve kamuoyu ve basın temsilcileriyle Büyük Millet Meclisi Seçimi yapılması, Büyük meclis toplanıp anayasayı değiştirip bizi Savcı diktatörlüğünden kurtarmasını öğüt verirken, Doğan “olmaz” diyor, çünkü sahte demokrasi değişirse para kaynakları, avanta kapıları kapanacak, bunu seziyor. Anayasa değişikliği Bulgaristan Türklerine ve tüm Müslümanlarımıza, gurbetçilerimize ekmek ve su gibi gereklidir. 1991’de Stara Zagora (Eski Zara) hapishanesinden salıverilirken, “bir daha Bulgaristan’a dönmeme şartıyla kovulan 35 ömür boyu mahkûmuna” güneş gibi gereklidir. Son 30 yılda dış ülkelerde, gurbet tellerinde dünyaya gelen evlatlarımız gökteki yıldızları bir de ata-toprağından görmek ister. Bu insanın en doğal hakkıdır. İnsan hakkıdır. Kutsalımızdır.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anadilimizi yasaklayanların başında gelir hain Doğan. Bulgar polisi ininde Türkçe konuşmayacağına ve konuşturmayacağına yemin etmiştir. Kültürümüzün suyunun sıkılmasına göz yummuştur. Edebiyat şahinlerimizin kalemini kıran da odur. Sözde birkaç dil öğrenen, gençlerimizden sorumlu, bol keseden “Liberal” avrosu bozduran İlhan Küçük yılsonu yaklaşırken, kadehleri dipleme ustası bazı kalemi kalın yazar ozanımızla Şumen’de bir otel görüşmesi ve şişe boşaltma yarışı düzenledi. Geçmişi bilmeyen biri ileri yürüyemez! Eskiden bu görüşmelerde halkla, Türk edebiyatına susamış, Türkçemize bağrı yanmış kardeşlerimizle, köy köy, işletme işletme, okul okul kaynaşılıyordu. Şiir ocakları yakılıyor, sazlardan nameler dökülüyor, dinleyenler coşuyor, haber alanlar ocak başına koşuyordu. Kolektif haklarımızı yasaklatan da odur. Gece korkusu ortak ruhumuzdur. Şu iyi bilinmelidir. Küçük olan biri, yetersiz olan biri halkın ne yapacağına asla akıl erdiremez, erdirememiştir, erdiremeyecektir. A.Doğan (Medi Doğan) iken işleri karıştırmasın diye içeri atılmıştı. Sözde Pazarcık Hapishanesinde, oysa Sofya kenarında bir dağ evinde Rus Votkası “Moskovskaya Votka” içerken beyni yıkanmış, kurutulmuş ve yeniden demlendirilmiştir. Onun bizden temel farkı şu demlenmiş olmasıdır ki, bu ayrı bir konudur ve başka bir yazımda özel olarak işlemek istiyoruz. Demlenmişliğin gençliği, yaşlılığı veya geri dönüşü olmaz. Partileşmemize gem vuran da demokrasi düşmanı A.Doğan ve arkadaşlarıdır. 1991’de anayasayı ne tartıştılar, 4. Anayasaya ne oy verdiler ne de şimdi demokratik yönde değişmesini istiyorlar. Lütfi Mestan HÖH Genel Başkanı ve Halk Meclisi DPS grup başkanıyken bugünkü “Evet Bulgaristan” (Da, Bılgariya) partisinin Genel Başkanı, o yıllarda II. B. Borisov hükümetinde Adalet Bakanı görevinde olan İvanov’un hazırladığı ADALET REFORMUNU suya düşürdü. Bu reformda Başsavcılık Yargı sisteminden ayrılacak, üstünlük haklarını kaybedecekti. Bugün Bulgar Başsavcısı hukuksuzluğa, dolandırıcılığa ve adaletsizliğe karşı bir devlet aracı olmaktan fazla, yolsuzluklara kanat açan bir devlet organıdır. Bulgar başsavcılığı işine baksa, adaletsizliğin yakasına yapışan bir ateş olsa, bir DPS milletvekili BTK Bankasını soyamazdı, B. Borisov hükümeti 2019’un sonunda A.Doğan’a 300 milyon Avro vaat edemezdi. Biz savcısız, hukuksuz bir devlette yaşıyoruz. Şimdiki anayasa rafa kaldırılmış, Başsavcılık at oynatıyor. Bizde demokrasinin mezarını doğa kendisi kazmış, cenaze törenindeyiz… Ve 2019’da Doğan’ın işaret etmediği ama tarihçilerden Hristo Macarov artık tarih şişesinin kör tapasını çıkardı. “Bulgarların 15 bin yıllık tarihi olduğunu” yazdı ve okudu. Altaylarda geldiklerini vurgulamasa da, Çin’le


Makale ve Analizler - 2019

135

savaşları kazandıklarını, hiçbir çarpışmada yenilmediklerini, Çin Duvarı’nın yapılmasına neden olduklarını, kadınlarının çocuklarını at üstünde doğurduğunu, Kan Asparuh’un Tuna boylarına Hıristiyan olarak geldiğini, Macar devletini kurduklarını ve Batı Avrupa’yı titrettiklerini vb vb” anlatırken sanki ağzından bal akıyor. ABD Üniversitelerinde konferanslar vermiş ve sözde “çok tutulmuş”biri. Nasıl oluyorsa, BKP Tarihi Amerika’da yazıldı. Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi Tarihi Amerika’da yazıldı. Bulgar faşizminin tarihi de Amerika’da yazıldı ve şurada birkaç yüzyıllık tarihi olan Amerika’da nasıl oluyor da “15 bin yıllık Bulgar tarihi” olduğu iddiaları yazılmak bir yana kabul eder. Akıl erecek gibi değil… Şöyle yani sanki Türk, Fars, Osmanlı tarihlerini kopyalayıp, kökleri eski Mısıra uzanan Elen tarihinin de suyu Bulgarların Trak soyundan içtiğini ekleyince ve bunu birilerinin ağzına sıkıştırınca, al sana yeni bir tarih. Neymiş efendim, Çinliler yeni tarihimize pek inanmıyorlarmış öyle mi, ayağına parslar yatmış dua eden “Madara Atlısı” duvar çiziminin bir eşi Çin’de bulunmuşsa, hemen “önce orada yapmıştık” şu kadar asır sonra da Bulgaristan’da yaptık, deyip masala devam. İranlılara da aynı ballı masal anlatılabilir. Şimdi “Truva Savaşına” katılan balmumundan Bulgar Ordularını pazara sürmeye hazırlanıyoruz. Kuşkusuz bu kadar “derin düşünenlerden” biri bizim “Drındar Feylesofu” değilse kim olabilir? Şimdi “susmanın akıllılık işareti olduğunu işitmiş” ve susuyor… O susuyor da Cumhurbaşkanı Radev, Başbakan Borisov ve şu koruma işleri eski şefi Vladimirov’tan sonra, DPS Başkanı köylü Mustafa Karadayı’nın da Doğan korumalarının kaldırılması dedi de, başını yarar mı bu sözler diye düşündüm kaldım… Gecenin olayı aslında buydu. Herkesi düşündürdü. Biz bunu zaten bekliyorduk! Halka 30 yıl demokrasi hak ve özgürlük koklatıp tattırmadı, bunu başarı sanıyorlar. DPS’li elit hayatından memnun, totaliter faşist rejim devam ediyor. Faşistler iktidara tırmandı, DPS yöneticilerine susma parası ödüyorlar. Ruhunu 10 milyon levaya satan M. Karadayı hala nasıl çıkıyor halk arasına şaşıyorum? Kötülüklerin bir daha tekrar etmemesi dilekleriyle hepinizin elini öpüyorum. Ne mutlu türküm diyene! Ne mutlu gerçeklere gülebilene! Paylaşınız lütfen.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

137

Çocukların Kabahati Yok (3) Tarih: 21 Aralık 2019 Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu Konu: Adalet olmayan ülkede yaşanmaz. Bulgaristan’da her gün 164 çocuk dünyaya geliyor. Bunların 91’inin (% 55) ana dili Bulgarca değildir. 18’i (% 11) erken doğumla doğarken, 7’si (% 4) doğumdan sonra annesi tarafından hastanede bırakılıyor. 2015 yılında 18 yaşını doldur doğum yapan annelerin oranı % 8’di. Bunun yanı sıra her gün 74 anne adayı düşük yapıyor ya da çocuk aldırıyor. Bu adı öncelikli olarak Bulgar etnik grubundan anneler atıyor. Çocuk doğurmak istemiyorlar. Bu oran 20162017 ve 2018 yıllarında aynı kalmıştır. Resmi verilere göre her gün 84 kişi Bulgaristan’dan başka bir ülkeye göç ediyor. Ülkemizde kadınların ömür uzunluğu 71,2 yıl, erkeklerin ise 78,2 yıldır. Resmi verilere göre durum bu. Gayrı resmi verilere göre Bulgaristan ölüyor. Bunun sebebi nedir? Bizim kesin kanımıza göre, ölümcül durumun temel nedeni ülkede ADALET olmaması ve toplumsal düzen ile Bulgar devletinin ötekileştirme ve insan düşmanlığı üzerine bina edilmiş olmasıdır. Adaletsizlikle ilgili 2019’dan bir örnek: Örneği sosyal alandan seçtim. Çünkü son yıllarda Bulgaristan devleti sıkıştıkça Hak ve Özgürlük Partisi milletvekili Dr. Hasan Ademov’u Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı seçti. Onun bakan seçilmesinin nedeni işleri yoluna koymak değil, dalavereleri ve dolandırıcılığın halk tarafından görülmesini milli protesto hareketi başlamasını engellemekti. Neler oluyor ki, mutlaka gizlenmesi gerekiyor? Bilinmeyenler artık azdan az biliniyor. İktidar Balçık ve Velingrad Belediyelerinde ve başka yerlerde kimsesiz, anneleri tarafından hastanede bırakılan çocuklar için toplama merkezi kurmuş ve bu 2 merkezde 2019 yılında 3 çocuk “Annemi istiyorum, hapishanede büyümek istemiyorum, beni her gün dövüyorlar. Güneş görmek istiyorum!” çığlıklarıyla bilek damarlarını kesmişler. Olaylar önce hastaneye, ardından basına ve topluma düştü. Bu gerçekler, kendisi anasız babasız yetişen ve 21. Yüzyılda çocuklarımızın hepsinin anasız babasız, eziyet altında, anadillerini öğrenmeden, kapsüle edilmiş bir ortamda, domuz etiyle beslenerek yetişmesinde direnen Ahmet Doğan ve dolayısıyla ona uşaklık eden kalın enseli Bakan Dr. Hasan Ademov’un yönettiği siyasettir. Bu işlerin parası nereden geliyor? Avrupa Birliği bu sene Bulgaristan’a sosyal alanda eşitlik sağlanması için 134 milyon Avro para gönderilmiştir. Bu paralar Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı ve Eğitim ve Teknoloji Bakanlıkları tarafından kullanılacaktı. Bulgaristan bu


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

paraları çocuklu ve çok çocuklu ve özellikle de etniklerden genç ailelere vermemek için yeni planlar hazırladı ve uyguluyor. Hedef, azınlık çocuklarını ailelerinden koparmak ve memleketin halkın gözünden uzak yerlerinde yerleşke (pansiyon – çocuk eğitim merkezleri) kurarak, o merkezlerde toplamak ve istediği gibi eğitmektir. Bu eğitimin özündeki yöntem Romen ve Millet çocuklarına, aileden koparabildikleri Türk, Ulah, Pomak ve Makedon çocuklarına anne kokusunu, ailelerini, soylarını unutturmak, anadilsiz, etnik kültürü koklatmadan, geçmişsiz eğitip yeni tip sosyal tipler olarak yetiştirmektir. 2018 yılında bu merkezlere 4 200 çocuk toplanmıştır. Bu çocukların zulüm edilerek eğitilmesine tepki gösterecek kimse yok. Yerleşkelerin nerede olduğunu bilen de yoktu, o 2 afacan bilek damarlarını kesene kadar. Herşey gizli tutuluyor. DR. Hasan Ademov’in Sosyal İşler Bakanı olarak, Avrupa Birliğinden gelen sosyal yardım paralarının etnik azınlıklardan ihtiyacı olan ailelere zamanında ve adil bir şekilde dağıtarak ülkede huzur yaratacağına, ödeme yapmaması ve ancak o yerleşkelere akıtması büyük bir suçtur. Nazi zamanında kalma Hitlerci bir “ruh eritme” ve asimile etme yöntemlerinden biridir. Todor Jivkov’un totaliter yöntemlerinden biridir. Bu acı gerçekler bilinmelidir. 2018 yılında 3 200 çocuk ailelerinden nasıl koparılmıştır? Avrupa Birliği fonlarından gelen sosyal yardım ve azınlıkları eğitme paraları ile 2018 yılında OKUL TAMİRLERİ yapılırken, Romen-Millet-Çingene mahallesi ve gettolara yakın yerlerdeki okullarda MAVİ ODALAR yapıldı. Bu “psikolog kabineleri” donatıldı. Bu kabinelere uzman psikologlar atandı ve “öğrencileri ana-babalarından, ailelerinden, soylarından” koparma çalışmaları başladı. Sorulan sorular şunlardır: Annen ile baban kavga ediyor mu? Baban anneni dövüyor mu? Baban size şiddet uyguluyor mu? Yediğin yemekle doyuyor musun? Aç mı yatıyorsun? Annen ile baban para kavgası ediyor mu vs? Son dönemde yapılan bağımsız araştırmalar çocuklu Romen ailelerinin Belediyelere sosyal yardım dilekçesi vermediği ortaya çıktı. Genç aileler dilekçedeki sorulara cevap yazarken aile gelirini ve kişi başı geliri göstermek zorundadırlar. Bulgaristan’da kişi başı geçim minimumu 500 (beş yüz) levadır. 4 kişilik bir ailenin 2 000 (iki bin) leva gelir göstermesi gerekiyor ki, bu imkânsızdır. Durum böyle olunca aile otomatik olarak yoksulluk çizgisi altına düşüyor ve “çocuğuna bakacak geliri olmayanlar” kategorisine giriyor ve belediye sosyal işler müdürlüğünün çocuğu ya da çocukları aileden koparıp o Velingrad ve Balçık ve başka yerlerde hazırladığı merkezlere teslim etmesi ve BULGAR RUHLU SOSYAL TİPLER eğitimi programına alması yürürlüğe giriyor. Ana babanın bu uygulamaya karşı koyması, tepki göstermesi ve çocuğu için dava açması yolları kapalıdır.


Makale ve Analizler - 2019

139

Bulgar devletinin doğumu özendirme ve kısıtlama politikası değişik aşamalardan geçmiştir. 1970 yılında Bulgar devleti doğum ve çocukların ailede ve normal Bulgar okulunda eğitilmesi siyasetini para yardımlarıyla şöyle özendirmişti. Birinci çocuk işin 80 leva. İkinci çocuk için 120 leva. Üçüncü çocuk için 300 leva. Dördüncü çocuk için 400 leva ve Beşinci ve daha fazla çocuk için her çocuğa 600 leva idi. Aynı yılın sonunda azınlıkların (Türklerin, Millet, Pomakların) doğumunu engellemek için şu tedbirler aldı. Birinci çocuk işin 100 leva. İkinci çocuk için 200 leva. Üçüncü çocuk için 500 leva oldu. Dördüncü çocuk için 250 leva indirildi. Demek oluyor ki totaliter sistem diktatörü T. Jivkov planlı bir nüfus politikası yürütürken azınlıkları azaltmaya, Bulgar nüfusu da çoğaltmaya çalışmıştır. Bulgaristan 2012’de AB gireliden beri çocukların eğitilmesine ilişçin paralar AB fonlarından geliyor, fakat amaca yönelik kullanılmıyor, devlet kurumları tarafından değişik işler için harcanıyor. Bu işleri yürütenler aslında devleri soyanlardır. Bu kişilerken birisi Ahmet Doğan, ikincisi de milletvekili Daniel Peevski’dir. İsviçre’de çıkan “Neue Zuricher Zeitung” gazetesinin yazdığına göre, DPS milletvekili D. Peevski parlamentoda işe girmiyor, fakat Devlet Güvenlik Ajansı onun korunması için yılda 1 milyon 800 bin leva harcıyor, 8 kişi iş adamını koruyor, Sofya’da yaşadığı “Berlin” otelinde 8 başka koruma görevliyken, 12 özel koruma da görev alıyor. Bu personelin tüm yemesi içmesi, araçlar, bakım ve diğer hizmetler devlet hesabınadır. 2016 yılında Peevski meclise işe gitmezken, Türklerin, Pomakların ve Milletin hiçbir torunuyla ilgilenmezden 2016 yılında uçakla Viyana, Zürih, Frankfurt ve Malta üzerinden 62 defaDubay’a; 2017 Yılında bu gidiş gelişler 60 defa gerçekleşirken, 2018 yılında 20 defa gerçekleşmiş ve bu yıl da devam etmiştir. Kişisel amaçla yapılan bu seyahatlerin meclis kasasından ödenmesi kabul edilir gibi değildir. Harcanan fakir halkımızın parasıdır. Birçok bilinen yazar, kamu temsilcisi, politikacının bu hesapsız harcamaların durdurulması çağırılarına katılıyoruz. Harcanan paralar fakir fukara çocuklarına gelen yardım paralarındır. Talan devam ettikçe bir Avrupa’nın en fakir, en kör cahil, en yoksul ülkesi olmaktan kurtulamayacağız.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çocuk nafakasına, geleceğine uzanan ellerden biri Ahmet Doğan’dır. Korunması için harcanan para yılda 2 milyon 200 bin levayı buluyor. Bu paranın hemen durdurulması gerekiyor. Doğan parti yöneticisi değildir. Parti kurucu da değildir. DPS, Bulgar ve Rus istihbaratlarının bir ürünüdür. Hak ve Özgürlükleri için mücadele eden insanlarımızın başına çuval gibi geçirilmiştir ve son 30 yılda bu çuvalı kafamızdan çıkaramadık ve o da istediği gibi bizimle oyun oynuyor. 134 milyon Avrupa parasını ceplemek için, okula giden binlerce zavallı çocuğu ana-babalarından ayıracak kadar ileri gitti. Kamplara kapanmış çaresiz çocukların bileklerini kesmesine seyirci kalıyor. 14 bin levalık elbise giymiş ve kendini bir şey sayarak, Bulgarlara akıl vermeye kalkmış. Zavallı et kafalı şopar, bu sözleri basından aldım. Yılbaşı ile ilgili konuşmasında Büyük Millet Meclisi toplanmasını ve Anayasanın değişmesini istedi, ama yeni anayasada insan haklarının, kolektif hakların ve azınlık din, dil ve kültürünün tanınmasını isteyeceğiz, demedi. Bulgaristan’ın en bilinen akademisyenlerinden biri olan Petır İvanov son 30 yılda Bulgaristan Türklerini en fazla yalandıran A. Doğan hakkında şunları yazdı: “Hiçbir sözüne inanmamak gerek. Bu yalancıyı politikacı yapanlar günah işlediler. Bu köstebek, arkadaşları hakkında, akrabaları ve yakınları hakkında ihbar yazıları yazmıştır. Şerefsizlerin başıdır. Tehlikelidir ve ondan kurtulmamız gerekir. Avrupa Birliğinden gelen paralardan çalmıştır. Haram yemiştir. Lanetlidir.” Bizi izleyiniz ve paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

141

Gurur Günümüz Tarih: 24 Aralık 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Hiç bir şey unutulmadı ve asla unutulmayacaktır. Türk ruhunun kanatların-dayız. Ayaklanma yeri ezilen ruhların buluşup birleştiği yerdir. Ruhumuz, Rodoplar’da, Demiorman’da, Dobruva’da, Koca Balkan’da, Kuzey ve Güney vadi ve ovalarımızda yaşıyor, kanat aşmış şahin gibi uçuyor. Vatan bildiğimiz Bulgaristan’da akan dereler, nehirler bizi, güzelliklerle nakışlı hayatımızı, iyi ve kötü günlerimizi, mücadelemizi, zaferlerimizi, gururumuzu anlatıyor. Çekilerimiz ve her defasında muzaffer oluşumuz kalın kitaplara belgelenmemiş olsa da, halkımızın belleğinde yeniden filizlenmiş açıyor. Singapur’da yaşayan ve adı Deli Vırbanov olan bir Bulgar, 15 yıl çalışmış, 150 bin ansiklopedik sayfa okumuş, elemiş seçmiş ve 5 metre uzun bir tarih yazısıyla 2019’un sonunda Sofya’da belirdi. Yazının yatay sıralarında imparatorluklar, dikey sıralarda ise zaman kesimleri yer alıyor. Değişik enstrümanlar için yazılmış müzik portesi gibi bir şey. Örneğin, Avrupa’da endüstri devrimi ne zaman başlamıştır? Cevabını 1762’de İngiltere’de çıkrık makinesinin bulunduğu tarite bulursunuz. Bulgar uyanışı, Payisiy Hilendarski’nin “İslav Bulgar Tarihi” yine 1762’de Osmanlı İmparatorluğunda yazılmıştır, kaydı var. Fakat sergilenen bu 5 metre uzun tarihte, anadilini öğrenme imkânı olamayan bir kişinin ve halkın yabancı bir dille yaşadığında öz kimliğini kaybettiği yazmıyor. Halkların ana dilini yasaklayanlar ANADİL SOYKIRIMCISIDIR dememiştir. Bu tarih bizi doyurmaz… Dikkatle baktım, Bulgaristan’daki azınlıkların 20. Yüzyıl çekileri, ayaklanmaları, kanlı direnişler, dikilen anıtlar, kırılmış ama tarih anlatan mezar taşları yok bu dünya tarihinde. Satırları arasında, “Sen esirliğim ve hürriyetimsin / Çıplak bir yaz gecesi yanan etimsin. Sen, sen memleketimsin / Sen, sen benim memleketimsin.” Yok. Ve işte bu Bulgarin Singapur’da hazırladığı haritada bir gün sevgi ve bir gün nefret dolu bir alaşım olan hayatımızın bir çizgisi bile yok. Oysa biz yokluktan ve yoksulluklardan doğarak ayaklanmışız. Hem de kaç defa. Hem de ne yalan gerekçelerle yok edildikçe hep dirilmişiz. Ve o “Neyiniz eksik?” diye soramayanlara karşı, rejimin hiç his etmediği bir anda, hiddet, nefret ve öfke düğümünden oluşan bir halk ruhunun ayaklanmamız kimleri şaşırtmadı ki?


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Buzlu karlı ve kış kesmiş bir havada yürüyenlerin protesto eylemiydi bizimki! Devlet terörüne, baskılara, zulme, hapislerde çürütülenlerin salıverilmesi içindi. Türk İsimlerimizden, İslam Dinimizden, bin yıllık Müslüman geleneklerimizden, anadilimizden, kültürümüzden, sanatımızdan, kanatlanmış ruhumuzdan ve ilmik imlik birbirine örülmüş Türk Kimliğimizi savunmak uğruda yürüdüler. Daha önce, şimdi yürüdükleri o tütün tarlalarında hep iki büklüm çalıştılar. Bu defa dimdik mevzilenmiş bir ordu halinde vücut bulmuşlardı. Silahsız ve güçler dengesiz isyanımızda ilk şehidimiz yine o tarlalarda düştü. Şimdi orada davamızı yaşatan 17 aylık Türkan Kızımızın Anıt Çeşmesi var. Miting alanı her yıl dolup taşar. Saygımız sonsuz. Çelenk ve çiçekler kor kırmızı, zafer rengi. Yumruk sallayanlar her defasında bir şeyler söylüyor da, tokmağı kasa tam ayar vuran yok. Biz, o zaman kendi tarihsel kimliğimizle oradaydık. Dünya bizi tanıdıkça arkamıza toplandı. Dağlar denizler bize sahip çıktı. Türk Dünyası, İslam Dünyası bizi bağrına bastı. Bizi yüreklendiren soğuk, düşmanlarımızı dondurdu. Devlet yıkma yoktu hedefimizde. Biz insanoğlunun bina ettiği her şeyde hayır olduğuna inanırız. Başkasının olan hiçbir şeyde gözümüz olmasa bile, Sofya devleti toprağımızda ve alın terimizden oluşurken, dilimizi dinimizi, gücümüzü, mertliğimizi ve gururumuzu sevemedi, kimliğimizi eritip, suyu kurumuş Bulgar ırkına maya olarak akıtılmak istendi. Bu ilk ayrılık ve soma noktamızdır. Bizi yeni topluma orta direk olarak kabul etmediler. Kanatlarımızı keserek uçmamızı engellediler. Biz olmadan Bulgar toplumunun parçalanıp dağılacağına akıl erdiremediler ki, 1984 Aralığından 36 yıl sonra memleketimiz boşaldı. Halk irademize silahlı saldırı olaylarında hep bir sahtelik vardı. Bulgaristan’da gerçek devrim olduğunu, dönüşümlerin başladığını duyan olmadı. Gören de yok. Bize saldırılar kanlı başladı. Dalgalı hedeflerini ve son aşamasını ne de nihai noktasını görebilmiş biri yoktu. 1984’un Aralığında ve 1985’in Martına kadar köylerimiz tanklarla basıldı. Silahlı asker “ateş” emri almıştı. Milis amirliklerinde sopalar Türk dövmekten kırılmıştı. “Belene” Ölüm Kampında Türklere sabah, öğlen, akşam domuz, salyangoz, sülük, pata, kurbağa yedirmek için kafalarına süngüler dikildi. Başlarına gelenleri anlatmaktan utananlar, sustu. Bizi Bulgar halkına ve dünya kamuoyuna terörist gibi tanıtmak için yalana yalan ekleyenler çoğaldı. Terör egemenliği, zulüm rejimleri tesadüflerden doğmaz. Bir devrimden sonra terör hortlar satırları tarih kitaplarına işlenmiştir. Ne ki, Bulgaristan’da 20. Yüzyılda devrim olmadı. Devrim olmayan yerde baskı ve terör olmamalıdır. Yukarıda adı geçen Bulgar Papaz P. Hilendarski, Osmanlı ortamında yetişmiş ve tarih kitabı yazacak olgunluğa varmış, aslında bu kitap Yunan Papazlara karşı yazılmıştı. Bulgar’a kilise ve manastırlarda çile çektiren Yunan Papazlardı. Bulgarlarda uyanan kimlik bilincini körelten Yunan ve Rus zulmüydü. Bulgar beynini bunaltan ve Türk ve Osmanlı düşmanlığı aşılayan da onlardır. Osmanlı döneminde Nişte, Belgrat’ta, Vidin’de ve bugünkü Bulgar topraklarında Nisan 1876’da isyan yaşansa da, devrim yaşanmamıştır. Fakat bu isyanlardan hiç birinde, 1795 Fransız Devriminden (klasik devrim) nitelik çizgileri yoktur. Yunanlar adalarda Türk çiftçileri katledip İngilizlerden himaye is-


Makale ve Analizler - 2019

143

temişler. Niş’te köylüler Osmanlı’ya vergilerini ödemek istememişler. 1876’da Bulgarlar İngiliz ve Rusya konsolosluklarından para alan “kiralık Bulgar devrimciler – haydut ve komitacılar) Bulgar köylülerine evlerini yaktırmıştır. “Batak” olayında ise, Müslüman mezarlıklarından kafatası toplayıp “Bizi Kıydılar Müzesi” düzenlediler. İşte bu olaylardan 1913’te, 1934-1944 yılları atasında, 1964, 1972-73 ve sonunda 1984-89 döneminde ağır devlet terörü şeklinde kükreyen Bulgar düşmanlığına (motif), gerekçe, neden değildir ve olmadı. Hele de 500 yıl Osmanlı devlet makamlarının Bulgar mal mülkünü koruyarak, çocuklarını asker almayarak, ana dillerinde, Osmanlı eğitim kurumlarında eğitim ve öğrenimlerine teşvik etti. Doğu Ortodoks Kilise Kimliğinde milli kimliklerine saygılı, hoşgörülü sosyal ve ekonomik ortamda Bulgar kapitalist üretim, ticaret ve mali ilişkilerine yeşil ışık yakmıştı. Unutulmayacak olan bir şey varsa bir de bunlardır. Osmanlı Bulgar milli bilincinin oluşmasına engel olmamıştır. Osmanlı halka aydınlık taşıyan hiçbir kimseden hesap sormamıştır. İstanbul Robert Koleji’ni 1000’e yakın Bulgar gencin eğitim alması buna kesin kanıttır. Ne ki, 24 Aralık 1989 sabahı, tüm bu anlattıklarım ve 1878’den beri toplumun ana üretim gücü Türkler olduğu gerçeği sanki unutulmuştu. Bulgar devleti Birinci ve ikinci Dünya Savaşlarından sonra ödediği dış tazminatları Türklerin alın teri, tütünü, yetiştirdiği kuzu ve koyunlarla, danalarla, domates biber ve buğdayla, üzüm ve elmalarla ödemişti. Bu da unutulmuştu. İsimlerini, çocuklarının, babalarının ve soylarının adlarını korumak ve ebediyen kendi kimlikleriyle var olmak için mücadele bayrağı kaldıranların ne dün ne de bugün işledikleri bir tek suç yoktu. Tek suçları Türk doğmuş olmalarıydı. Bulgar halkı devrim yaşamamıştı. Devrim ateşi öpmemiş. Devrim külü savurmamıştı. Vatandaş Türklere eşit haklısınız deyip, düşman muamelesi yapması yüz karasıydı. Devleti ve toplumu çökertecek bir tehlike oluşmuştu. 1877-78 savaşında Rus esaretine düştüklerini fark edemeyen kendileriydi. Cumhuriyet isteyen Bulgar halkına Prenslik ve 1909’da monarşi (Çarlık) dayatılmıştı. 1923 İşçi Ayaklanması, 1925 ve 1934 Askeri darbeleri monarşiye karşıydı. Komplolar yapıldı, Sofya’da bir kilise Çarcı soyluların başına yıkıldı. İç savaş 10 sene sürdü. 15 bin kişi birbirini öldürdü de Devrim olmamıştı. 1 bekçinin öldüğü 9 Eylül 1944 gecesi olayları “devrim” olarak anlatılsa da inanan olmadı. Rus Ordularının Bulgaristan’a ikinci girişi 1944’te oldu. Esaret katmerleşti. Moskova arkalaması ve emriyle Bulgar faşizmini tavsiye edenler 1944-46 döneminde Rus ajanı, faşist idarenin Albayı başbakan Kimen Georgiev’in yönetiminde en az 25 bin kişi idam edildi. Son yılların belgesellerini okuyanlar ülkeyi terk ediyor. Olanlar, Bulgarların kendi aralarında olan bir hesaplaşmaydı. Bu işlerden Müslümanlara da kabahat yüklendi. 1950’de Müslümanlarımızdan 150 bin. Türkiye Cumhuriyetine kovuldu. Büyük Müslüman Türk tavsiyesi “akrabaları birleştirme” sözleşmesiyle 1960’larda ve 70’lerde devam etti. 1989’un yazında en büyük kitlesel göçe zorlanmayı yaşadık. Bunlar, 20. Yüzyılda Türkleri Bulgaristan’dan temizleme ülkeyi Müslümanlardan arıtma programının aşamalarıydı.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demek istediğim, soykırım denemezi süreçlerinde göçe zorlama, söküp dışa arma şeklinde şiddetlenen vahşi ve zalim süreçlerin paralelinde Türklere en basit insan haklarını, anadillerinde konuşma hakkını, basın yayını yasaklama ve medenileşme zulmü, tarih, mantık, diyalektik kurallarına bakıldığında, baskı uygulanarak yapılan bir zalimlikti. Türkleri maddiyat, maneviyat, beden ve ruh olarak Avrupa’dan, Balkanlardan, Bulgaristan’dan tasfiye planının halkalarıydı ve devam ediyor. Düşündüğüme göre, Bulgar halkının kendi özünden, kıskançlığından, kendi çaresizliğinden fazla, Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki savaşlardan kaynaklanıyordu. Ve bu öyle bir öfkeydi ki, 1882-1909 arasında uygulanan Osmanlıyı Bulgaristan’dan tasfiye planından sonra, 1934 yılı ile 1944 yılları arasını kapsayan ve Bulgaristan Türkleriyle ilgili 2. Genel Plan olan, yukarıda işaret ettiğim üzere, bir KGB ajanı olan Albay Kimen Georgiev’in Birinci Başbakanlığı (1934) döneminde hazırlanmıştır. Bu plana göre, Sportif ve Turan ocak ve derneklerimiz kapatılmış, 1929’da toplanan Milli Türk Kongresi delegeleri ve önderleri tutuklanmış, içeri atılmış, illegalliğe geçmiştir. Bulgaristan Türklerinin siyasi partisi kuruluş aşamasında baltalanmıştır. Şu da unutulmamalıdır, anlattığımız olaylar Balkanların ve Avrupa’nın en yoksul ülkesinde meydana gelmiştir. 20. Yüzyılda Bulgaristan defalarca felaketler geçirmiş, iflas etmiş, kırılmıştır. Bulgar kavmi, Bulgar milleti olamamış, birkaç savaşa girmiş ve hepsinde yenilmiştir. Bulgar burjuvazisi toplumsal omurga oluşturamadığı gibi, Osmanlı’da oluşan Bulgar köy zengini çorbacı takımı da 1950’lerde kooperatifleşme ve devletleştirme makinesinde amansızca kıyılmıştır, “Belene” kampında kalmıştır. 1879’da Bulgar Prensliğine Avrupa’dan getirilen ve eski kıtanın hanedan soylarının yönetim rejimini (monarşiyi) Bulgar toplumuna uygulamaya yeltenen Aleksandır Batenberg’in 1886’da taşını fırlatıp ülkeyi terk etmesinin nedeni Osmanlı ruhuyla başa çıkamamasıdır. Yerine gelen I. Ferdinandın Müslüman maddiyat ve maneviyatını tasfiye planını 1912’te Osmanlıya savaş açmasında ve Batı Rodoplarda Pomakları Hıristiyanlaştırmasında ve Bulgarlaştırma denemesinde görüyoruz. Bugün bir hanedan soylusu edasıyla her akşam bir kutlama töneninde boy gösteren II. Simyon dedesi Birinci Ferdinan’ın ve Babası III. Boris’in zalimliklerini anlatmaya yanaşmazken, 2001’de Başbakan Koltuğuna oturduğunda, ‘hey Türkler siz hala burada mısınız’, 1948’de komünistler beni kovduğunda Türk misafirperverliğine sığındım, bir ihtiyacınız var mı?” demedi. Türkan Çeşme Anıtına bir çelenk göndermedi. Yoksul Türk bölgeleri için program uygulamadı… 1973-1989 yılları arasında Bulgar komünist totalitarizmi, Müslüman-Türk Halk Ruhunu yok etme yolunda yeni zalim denemesi hazırladı ve uyguladı. Türk düşmanı planlar hazırlanırken tepki gösteren Bulgar yoktu. 3 ayda 37 şehit vererek, eşsiz zalimlikle gerçekleştirilen soykırım denemesi Batenperg’in (1879-1886), Birinci Ferdinand’ın (1886-1918) ve oğlu Üçüncü Boris’in (19181943) yılları arasında yapamadığını, Pomak ve Türk köylerini kuşatarak, tanklarla ezme denemezinde yeniden 1972-73 ve 1984-1989 totaliter zulmünde yaşadık. Şu iyi bilinmelidir. Büyük bir illegal ve legal savaşım sonucu önce Mart 1989 Büyük Ayaklanmamızla ve 1989 Aralığında Sofya’da halk meclisini kuşatarak totaliter rejim direncini kırıp Todor Jivkov’u devirsek de, mücadelemiz


Makale ve Analizler - 2019

145

uzun daha uzun sürecektir. Çünkü (bir) ölüm ve millet ve devlet olarak yok olma korkusu Bulgar ırkının kanına ve ruhuna işlemiş ve kâbusu olmuştur. Ayrıca (iki) onların bir asırda 6 defa Müslüman-Türk ruhuna yenilmeleri, kendiliğinden eşine seyrek rastlanan bir düşmanlık uyandırmış ve beslemiştir. Parçalanmış toplumun birleşip tek vücut olması yolları tıkanmıştır. Türkan Çeşme mitingine selam olsun. Kahraman halkıma selam olsun. Dostlar sağ olsun. Paylaşınız lütfen.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Adalet, Bilenmiş Kılıçtan Daha Keskindir

Tarih: 25 Aralık 2019 Yazan Renginar GÜLER Konu: Kutsal davamızı birlik ve beraberliğimizin kudretiyle zafere ulaştıracağız. Yine dalgalandı bayraklar Kobilyane, Mleçino sırtlarında. Şehitler Anıtına saygıya durup çiçek ve çelenk koyanlar, dolu gözlerle baş eğdi. Sıkılan yumrukların yeni bir enerjiyle dolduğu dikkati çekti. Kucak, kucak çiçekler Mestanlı (Momçilgrad) Kahramanlar Anıtımızı bağrına bastı. Halkımız, dava ateşimizin alevlerini bir daha öptü. Nesil ve nöbet değişimi devrindeyiz. Dağ başlarında dolaşan bulutları rahmete mayalayan rüzgâr bize kaçırdığımız fırsatları hatırlatıyor. Kulaktan kulağa dolaşırken “Siz kimseden bir şeycik beklemeyiniz, kendi sorunlarınızı şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da kendiniz çözünüz.” fısıldıyor. Tüm gözlerde arayış var. Yürekler coşkun, ruhlar kanatlı. 1960’lı yıllarda konsolosluklara, Büyük-elçiliğimize 380 bin mektup yazıp sınır kapısını açtırdığımız, diplomatları masaya oturtmamız günler geldi aklıma. Bu mektupları yazanlar – haklarımızın kısıtlanmış olduğu, çocuklarımıza Türk okullarımızın kapatıldığı, ufukta karanlık belirdiği, adına “sosyalist demokrasi“ denen rejimin köylerde camiye gidenleri, okuyup öğretmen olanları, eli kalem tutanları gece gece toplayıp sürgün ettiği yılları anımsattı. Senelerce dönemeyenler oldu. Bulgar sosyalizmi, Doğu Avrupa ülkelerindeki komünistlerden farklı saldırıyordu. Hedefindeki ağır darbede Müslümanlar vardı. Kişisel ve kolektif insan haklara, azınlıklara, Türklere, Pomaklara, Tatar kardeşlerimize çullandı. Sindirme terörü şiddetlenmişti. 1956’da Macaristan’da katmerleşen sosyalist terör halk isyanı alevlendirmişti. O yıllarda Sovyetler Birliği’nin Budapeşte Büyük Elçisi, daha sonra Dış İstihbarat Komitesi (KGB) şefi olan Ordu Generali Yuriy Andropov’un sefir konağı önündeki at kestanelerinin dallarında 6 Rus ajanı ipte sallanmıştı. Sovyet tanklarının Macar başkentine girmesiyle çok kan aktı.


Makale ve Analizler - 2019

147

1968’de Prag ayaklanmasını bastırmak için Varşova Paktı üyesi Bulgar Ordusundan da asker ve subaylar vagonlarla Prag ve Bratislava’ya gönderildi ve birçokları yaralı döndüler. İşte o zaman Bulgaristan Müslümanlarının ağzını bir şey açmıyordu. Ancak “olacağına varır” diyorlardı. Fakat halkımızda o zaman da önceleri gibi “gün olur belimiz doğrulur” umudu vardı. O zaman Bulgaristan’da Türk umudu, işine gidip gelirken, gece karanlığında anasının babasının, eşinin ve çocuklarının resimleri ve doğum kağıtları, ana-vatandaki yakınlarının isim ve adreslerini sıkıştırdığı zarfı tükürükleyip yapıştırdıktan sonra, bir sigara tüttürmek için, çakılan kibrit ateşi kadardı ki, bütün memlekette aynı anda yandığı için ufuk aydındı. Şu günlerde patlayan soy kırımı terörüne karşı direnişlerimizi birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için, bir şeklinde kenetlenmemiz umut kıvılcımlarından ateşlenmiştir. Kişisel kahramanlıklarla bütünleşen ruhsal kudretimiz, Türk kimliğimiz için tehlikeye karşı uyanan gözlerimizdeki ateş patlayan volkan seli gibi akmıştı. 1984’ten beri derelerden yalan dolan akıyor. Bulgar’ın ruhsal hicranı bir türlü arınmadı. Nereye baksak iğrenç bir geçmişin zavallılığına tanık oluyoruz. “Persin” adasının 50 yıl ölüm kampına, katliam merkezine, toplu mezar kabristanlığı haline getirilmesine her gece ağır uğultusuyla isyan eden Tuna, Türk dolu kamyonların gelişini durdurmak için kıyıdan kıya 7 metre derin dolmuştu. Bulgar devleti “Belene” kampına topladığı Türk direnişçilerin sayısını, köylülerin üzerine tank sürdüğünü, askerlerin nümayişçilere ateş açtığını, 200’den fazla Türkün kurşunlandığını gizledi. “Resmi Gazete” (Dırjaven Vestik) “Belene” ölüm kampına 517 Türk kapandığını bildirdi. 24 Aralık 2019 tarihli “Epizentır” yayını gerçek rakamın 1373 (bin üç yüz yetmiş üç) olduğunu yazdı. 1 milyon 253 bin (bir milyon iki yüz elli üç bin) Türkün ismi zorla değiştirildi de, katliamın başladığı günden bu yana hiçbir Türk zorla dayatılan Bulgar adını ağzına almadı. “Başa gelen çekilir” diyenlere, “Başımıza gelen Allah’tan değil, düşmandandır” cevabını verdi ve bu inançla Halk Bilinci oluştu. 1989 Mayıs halk ayaklanmamız 20. yüzyılın tüm sosyalist totalitarizmine karşı daha önce hiçbir yerde rastlanmamış bir başkaldırıydı. İnsanoğlunun öz kimliğini değiştirip, adını, dinini unutturup özel mülkiyetine el koyup, geleneklerini ve geçmişini ateşe verenler bir köle nesli oluşturmaya çalıştılar. “İnsancıl” yalanların, sahte adaletin, düşmanlıktan beslenen kardeşliğin ve toplama kamplarında, karanlık hücrelerde ve koğuş kapıları ardında sayıklanan özgürlüğün hayal beslediğini görmeyen, duymayan, yaşamayan kalmadı.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim zulme ve teröre karşı isyanımız anayasayı ve yasaları, adalet ilkelerini, Türk kimliğimizi rafa kaldıran yönetici sınıfa karşıydı. Derdimiz, zamanı dolmuş ama zorbalık yaparak yaşamak isteyenlerdi. Mesele TürkBulgar, Müslüman – Hristiyan kavgası değildi ve asla olmadı. Adalet ve adaletsizlik birbirini boğazlamıştı. Türklük ve Müslümanlık yok edilmek istendi. Ellerinde silah verilen Bulgar gençler bir “köle ordusu” erleri, emir kul-uydular. Vatandaşa ateş edecek kadar beyinsizdiler. Korkutulmuşlardı… Ve bugün kendilerini anti-komünist ilan edip, yönetim yöntemleri (medodları) ve pratiği dışında sosyalizmi ve sosyal demokratlığı kabul edenler, ama Müslümanlara bir asır boyunca uygulanan zulmü kınamayanlar, lanetlemeyenler, şehit mezarlarımıza bir demet çiçek götürmek geçse bile akıllarından, görürler diye korkanlar, bizden birileri olamaz. Ne yazık ki insan ruhundan bir defa sökülen ruh bir daha asla yerine konamıyor. Biz benzer olayları Rusya örneğinde gördük. 1920’lerin Rusya ide-sel temizliğini, Stalin’in Kırım Soykırımını, yine 20. yy’ın 60’lı ve 70’li yıllarında Çin “Kültür Devrimini” ve ardından “hadi biz bir temizlik yapalım havasına girip Müslümanlara çullanan” Bulgar’ın katilliğini bizzat yaşadık. Eğer bir insanın ide-sel inancı, dinsel imanı alın teri analizinde belli oluyorsa, bizimki tuzlu ve 24 ayardır. İnsanların isimlerinden ötürü yargısız idam edilmesi dünyanın hiçbir ülkesinde yaşanmamış bir katliamdır. “Belge yok”, “yasa yok” gibi saçmalıkları başkalarına anlatsınlar. Olmayan bir şey varsa, o da Bulgar ADALETTİR. Ve tüm iğrenç olayların ve lanetli yılların ardından gelen akla yakın ve akılcı, verimli, yararlı (ratsiyonel) hiçbir şeyin yapılmadığı sözüm ona “Geçiş Dönemi”. Ve bizim kaçırdığımız fırsatlar! Önce 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan sonra gerilemeyecektik. Türkiye’ye göçü kabul etmeyecektik. İsteklerimizde ısrar edip yerimizde duracaktık. Bulgaristan’ın komünist totalitarizmden arınmasında ORTA DİREK, BAŞI ÇEKEN GÜÇ olacaktık. Bunu yapabilseydik sorunlarımızı kendimiz çözebilirdik. Hapishanelerde çelikleşmiş münevver, direşken, sarsılmaz ruhlu tabakanın Bulgaristan’da kalması zorunluydu. Zulüm yıllarında oluşan ve direncin başını çeken güçlerin birleşmesi hak ve özgürlük davamızın tepesine Ahmet Doğan’ın monte edilmesini önleyecekti. Bu aşının yapılmasına asla imkân vermemeliydik. Bir ağaca iki defa aşı yapılmaz. Bu bakıma HÖH partisinin A. Doğan’la biteceğini kabul etmek zorundayız. Bu işin Doğan’dan ötesi yoktur.


Makale ve Analizler - 2019

149

Ve ikinci olarak, hareketimiz içinde sağdık öncülerin tasfiye edilip göbekleri polise bağlı 2. kuşak siyaset heveslilerinin, D. Peevski gibi oligarşi kopoylarının HÖH politik yönetimine aşılanmasına da yol vermeyecekti. Normal parti hayatı yaşamayan HÖH bu gün halkı soyma hastalığına tutulmuş ve kurtulması olanaksızdır. Memlekette HÖH yönetim kadroları dışında bir siyasi partiye ihtiyaç var. İnsanlarımızın yoksulluğu, çaresizliği ve cahilliği üzerinden siyaset yapılıyor. Zavallılığını putperestliğe dönüştürmeyi başaran Ahmet Doğan’a kölelik yapanlar yol alacaklarını sanıyor. Tüm yollar çoktan kapanmış, kavşaklar kapılmıştır. Kaçırdığımız İkinci Büyük Fırsat. Mücadeleci topluluğumuzun ruhunu yüksek tutmak için devlet terörüyle isim değiştirme ve Türk kimliğinizi yok etme saldırılarına karşı direşken atılganlığımızı sürdürmek zorundaydık. Şunu itiraf etmeliyiz. Günümüz Bulgar devletinin dev gibi büyük, aşılamayan ve bu gidişle aşılamayacak olan politik problemlerinin temelinde Türklerin haklarının tanınmamış olması, yasaklar, anadil problemi, iyice kokuşan isimlerin değiştirilmesi iğrençliği bulunuyor. Türklere karşı vahşi, barbar cinayetler işlenmiştir. 20. Asırda başka bir ülkede görülmemiş bir çılgınlık yaşadık. Bu hesap kapanmadan yenisi açılamaz. Ağır sorunlarımıza çözüm, ismi değiştirilen her Türk, her Pomak, her Tatar, her Milletten kardeşimiz aynı anda, (1960’lı yılların başında 380 bin kişinin birden dilekçe yazarak Türkiye Cumhuriyetine göç etmek istediği gibi), isimler değiştirilirken uygulanan soykırım denemesi sürecinde gördüğü zulüm, çekiler, ekonomik ve mali kayıpları için kişi başı 1000 (bin) Amerikan Doları tazminat talebiyle Bulgar mahkemelerde Bulgar devletine dava açmış olsaydık, belki lehimizde çözüm bulunabilirdi. 1 milyon 253 bin (bir milyon iki yüz elli üç bin) Türk’ün 1 milyar 253 milyon US Dolar zulüm ve zarar tazminatı talebi karşısında düşman devletin saldırılarını kesmek zorunda kalacağına inanıyorum. İşte o zaman Bulgar kamuoyu totaliter rejim babalarından, siyasi polisten hesap sorma yolunu seçecekti. Totalitarizm cesedi yakılacak ve külü denize savrulacaktı. Bulgaristan bu parayı ödemeden ne NATO’ya girebilecek ne de Avrupa Birliğine alınacaktı ve bu tazminatı ödemek zorunda kalacaktı. Bu büyük bir fırsattı. Şimdi ne oldu? TBMM’si NATO’ya “problem yok” garantisi verdi. Ahmet Doğan da “Bulgaristan devletinin Müslümanlara tazminat borcu yok, zülüm unutuldu” belgesini imzaladı. Başsavcılık da Türkler tarafından açılmış dava yok vesikası verdi. Böylece olay hasır-altı edildi. Ne var ki çilelerimiz yoksullukları-


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mız devam ediyor. Avrupa’da en fakirlerin en dipsel fakiri biziz, cahiller arasında en kör cahiliyiz. Ahmak durumuna getirildik. Şu an modern yaşamaya ayak uydurmamız imkânsız gibi, çağdaş olan her şey, hatta TV komandosu ve telefon cihazı bizi kendinden uzaklaştırıyor. 2017 yılında gurbetçi gençlerimiz memleketteki yakınlarına 881 milyon Avro; 2018 yılında 906 milyon Avro ve 2019 yılında da 922 milyon Avro Bulgaristan’a göndermeselerdi, yaşlılarımızın hepsi tahtalı-köyü çoktan boylamış olacaklardı… Şu bir gerçektir: Dava açılmayınca, mahkeme kararı çıkmayınca, talebimiz haklı da olsa ödenmez. 1988’de “Belene” zulmünden sonra, Kuzey Batı Bulgar köylerine sürülen aydınlarımızın kurduğu yarı legal Demokratik Lig (Birlik) insan hakları örgütümüzün Genel Sekreteri Sabri İskender’in öncülük ettiği grup büyük bir gecikmeyle de olsa Sofya Mahkemelerinde 10’ar kişilik gruplar halinde davalar açmış bulunuyor. Yani açtığımız hak arama davalarımız devam ediyor. Burada önemli olan emsal karar çıkartabilmektir. Bu emsal karar ile ilgili yerli mahkemelerde sorun çıksa bile, bu olağanüstü ciddi mağduriyet ve adaletsizlik olaylarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) taşıma kapısı aralanabilir. Bu işte Helsinki Komitesinden de danışma ve yardım istenebilir. Son 35 yılda hayata gözlerini yuman kardeşlerimizin haklarının aranması yolları da veraset davalarına aktarılabilir. HÖH partisi haini Ahmet Doğan Bulgaristan Türklerinin hak arama davası yolunu hep kesmiştir. KGB ve DS’ye bu hizmetlerinin karşılığında ödüller, madalyalar aldı, korumalı köşklerde yaşadı ve devam ediyor. Fakat ne zamana kadar hep birlikte göreceğiz. Kendisi bu hainlikleri için 300 milyon leva ödülü BUGÜN TOPLUYOR. Bunlar mağdurları-mızın, yetimlerimizin halkımızın paralarıdır. Oyuna getirildik. Tuzağa düşürüldük. Fırsat kaçırdık. Bizi düşmanın yetiştirdiği hain “yönetti.” İyi olmadı. Biraz da L. Mestan “ödünü” deşelim. Günlerden 27 Mart 2017. Görüşme yeri Sofya Başsavcılık. L. Mestan – DOST partisi Genel Başkanı – Başsavcı S. Tsatzarov görüşmesi var. Başsavcı 4 sesim çıkardı ve bu adamları bul ve oy kullanmaya gelirken KPP “Kapitan Andreova’da”otobüsten indirilen ve tartaklanan bayanın başına gelenlere tanıklık etsinler. Ben yapacağımı biliyorum, dedi. “Lider” Mestan parmağını kıpırdatmadı. Olay budur. Ajanlığın muhbirliğin şakıdığı noktada olay biter ve bitmiştir. Bu hainlik sevdalılarıyla tazminat, hak hukuk davası yürütülemez. 30 yıl bocalamamızın nedeni işte budur.


Makale ve Analizler - 2019

151

Mestan, Sofya Meclisinde iken AB ile “Belene” Kampı dosyalarının açılması” anlaşması imzalandı. Ve biz bugün hala “Belene” ölüm kampından geçen kardeşlerimizin tam listesini çıkaramıyoruz. Şehitlerimizin sayısını hala bilmiyoruz… Amansız zulmün, yargısız infazların, yaralanma, sakat kalma vb mahkemeye aktarılmasında şu bakıma da büyük önem ve anlam görüyorum. Bulgar devleti bu 1 milyar 253 milyon US Doları mağdur Türklere ödemek zorunda kaldığında, bundan böyle hiçbir İç İşleri Bakanı, Savunma Bakanı, Generaller ve Albayların hiç biri Türklere Ateş emri veremez, imzalayamaz. Bulgar’ın düşmanlık fıçısı delinir, damla damla akar ve bir daha asla doldurulamaz. Ve biz bu davayı yalnız birlikteliğimizin birlik ve beraberliğimizin kudretiyle, ruhsal bütünlüğümüz ve kararlılığımızla bitirebilirdik. Ve Bulgarlar kendi kendilerine “Bu ne yaman çelişki, her defasında yenildik, aman vazgeçelim de kurtulalım” demek zorunda kalacaklardı. İş Allah o günler yakındır. Şehitlerimizi rahmetle anarken, davamıza yılmadan devam diyoruz. Bizi izleyiniz. Gerçekler eskimez, geç de olsa öğrenelim ve dostlarla paylaşalım. Kendinize iyi bakın! Yeni bir yıla girerken sevgi ve barış diliyorum. Savaşların, acıların ve felaketlerin, geçip giden koca bir yıl gibi geride kalması umuduyla. her şeyiniz gönlünüzce olmasını diler, tüm beklentilerinizin gerçekleşmesini temenni ederim. Mutlu yıllar… Nice Yıllara!


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

153

Bulgaristan’da Türk Varlığı Asla İnkâr Edilemez

Tarih: 26 Aralık 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Borisov İktidarı Parti Ekseninden Kayıyor. GERB sökülüyor.

26 Aralık Bulgaristan Türkleri tarihinde en kara günlerden biridir. Hepimiz için kara bela, dehşetli felaket günüdür. Her yıl memleketimizin dört yanından, köy ve kasabalardan, Türkiye’de ve diğer ülkelerden gelip Kirkovo’nun (Kızılağaç) Mogilyane (Yoğurtçular) köyüne toplanıp devlet terörünü ve halkımıza uygulanan soykırım ve Türk kimliğimizi söküp yok etme zulmünü kınayıp lanetliyoruz. Aziz şehitlerimizi anarak, sonsuz saygı ve minnettarlıkla minicik kızımız, ilk şehidimiz Türkan Anıdına çiçek ve çelenkler koyarak davaya devam etmeye yeniden ant içiyoruz. 35 yıldan beri aralıksız düzenlenen miting ve gösterilerimiz Bulgaristan Türk varlığının asla inkâr edilemeyeceğine, eğilimli bir yer olan Bulgaristan tarihsen kaysa bile, ayak bastığımız şu dağlarda ve ovalarda sonsuzluğa dek yaşayacağına kesin inancımızın parlak ifadesidir. Bundan 35 yıl önce hayatta olmayan ve bundan 30 yıl önce neden göç ettiğimizi bilmeyen yeni kuşak Türkan Çeşmede her yıl nöbet devralıyor. Kesin inanmışlıktan, yeni bilinçli atılımlara yüreklenerek, dualarla, yemin ederek ve yılmadan ilerleme azmiyle Hak ve Özgürlük davamız güç topluyor. Biz adlarımızı korurken, isimlerimizi ve haklarımızı geri isterken, kör kurşunlara hedef olurken aramızda saflarımızda “büyük” dediğimiz hiçbir kimse yoktu. 20. Asırda Bulgaristan Müslümanları önder kıyımı yaşadı. Kader işte. Bugün de yok! Kendini “lider” satan Ahmet Doğan, işlediği hainlikleri bildiğinden dolayı Rusların Bulgaristan’da ilhak ettikleri ve kıymetlilerine şatolar kurdukları Burgaz’ın güneyindeki “Rosenetz” üssünde gizleniyor. Kürsüye çıkıp onun adına konuşan, Mustafa Karadayı şehitlerin anıtı önünde yalan söyledi. Korkudan düşman inine saklanmış hain Doğan’dan selamdan söz ederek, anma töreninin havasını kirletti. Şu iyi bilinmelidir. Şehitler uzaktan selam almaz, kahramanlıkları önünde boyun eğmeyenlerin hatırı ise hiç mi hiç sayılmaz, şehit kanına basanların ise aramızda yeri yoktur.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yoğurtçularda ve Mestanlı’da kahramanlarımızın anıtları önünde yapılan törenler 2019 yılında yepyeni ve yüksek bilinçli bir anlam ve önem kazandı. Türklük ateşimizi söndürmek isteyenler bu defa da yutkundu kaldı. Halkımızın birliğinden kaynayan kudret dağı taşı titretti. 26 Aralık şehitlerimizi anma törenlerine gelenler ne yazıktır ki, bu defa da gerçekleri işitmeden, öğrenemeden dağıldılar. Çünkü törenleri tekeline alan ve halkın önüne çıkıp boş boş konulan ve el kol sallayarak dinleyenlere bir şeyler ima ettiklerini zannedenler, aslında hiç bir şey söylemediler. Hayatları yalan olan bu kişiler, hizmetkâr ruhlu olduklarını da gizleyemediler. Bulgaristan’da orta direk bir parti olmadığından, Borisov iktidarı kayıyor.


Makale ve Analizler - 2019

155

Çağdaş Bulgaristan siyasetinin en bilge yorumcularından biri olan Dr. Evgeni Daynov’un değişiyle ise, “Bulgaristan siyaseti artık ölüm yatağındadır.” Bu tezimizi açıklamazdan önce, önemli olayı bütünsel açabilmek için, bir iki tarihsel noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir. Osmanlı devrinde mayalanan Bulgar milli bilincini devrime taşımak isteyen komitacı başı Vasil Levski’nin hazırladığı siyasi programda, bir Cumhuriyetten söz edilir. “Monarşi” sözü yoktur. “Totalitarizm” değimi de yoktur. Bulgaristan’da yaşayan bütün azınlıkların kardeşçe birlik ve beraberliğinden söz edilir ki, bu ancak demokratik anayasal bir cumhuriyette olabilir, gerçekleştirilebilir. Bulgar milli devrimi cumhuriyeti gerçekleşmiş olsaydı, monarşiyi kabul etmiyoruz, halka dayanan bir egemenlik ve cumhuriyet düzeni, demokratik rejim istiyoruz stratejik hedefi gerçekleşecekti. 1918’de monarşinin yıkılması ve Cumhuriyet için Asker Ayaklanması oldu. 1923’te Eylül ayaklanması da demokrasi ve cumhuriyet için yapıldı. V.Levski zamanında verilen mücadelede belirleyici olan, ne Rusya İmparatorluğundan ne de başka bir yerden dış müdahale istemiyoruz, dış güçler tarafından “kurtarılmak” istemiyoruz anlamını taşıyordu. Özünde, “kurtarıcı, her zaman yeni esaretçimiz olacaktır” anlamını taşıyordu. Osmanlıya 1877’de savaş açan Rusya İmparatorluğu, arkasında duran Avusturya, Romanya, Polonya ve diğer güçlerin hepsi birer monarşi (Çarlık-Krallık-İmparatorluk) devletlerdi ve onlar Bulgaristan halkına ancak bir monarşi (Prenslik) aşılayabilirlerdi. 1879’da tam da öyle oldu. Büyük güçlerin kişiliği üzerinde mutabık kaldıkları Aleksandır Batenberg gelip Bulgar Prensliği tahtına oturdu. O, daha ilk günde, anayasal ve parlamenter Prenslik kılıfı hazırlayan Tırnova temel kanununa ters düştü, onu dar buldu. Çünkü Osmanlı Padişahı gölgesindeki prenslik (knyazlık) topraklarımızın hepsinin kendisinin olmasını ve bu toprakların mülk sahibi olan köylüleri de şahsına bağlı toprak kölesi olarak görmek, çalıştırmak ve kullanmak istiyordu. Bu nedenle birkaç yılda anayasa maddeleri defalarca değiştirildi. Prens Batenberg kendisi başbakan oldu. Meclisi defalarca dağıttı. Sonunda kaprizli istekleri Bulgar kılıfına uymayınca 1886’da tasını tarağını toplayıp alıp başını gitti. Bu uyuşmazlık halkın anayasal demokratik cumhuriyet istekleriyle tek kişilik yönetim öngören monarşi hırsı arasındaki bağdaşmaz çelişkide düğümlüydü. Bir türlü çözülemedi. 2016 yılından beri memleketimizde Borisov’un tüm gücü elinde toplama çabalarında aynı eylemi izliyoruz. Ne ki 2019’da çözülme başladı.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Devam edelim: Birinci Ferdinand döneminde (1886-1918) ve 2 askeri darbeye rağmen (1925 ve 1934) Üçüncü Boris (1918-1943) döneminde demokrasi, anayasal düzen ve halk iradesi ezildikçe ezilirken, Bulgaristan tek yumrukta toplanmış monarşi hükümdarlığıyla yönetildi yani 1917’te kadar Rusya Çarlığına ve Avusturya, Romanya, Yunanistan ve Sırbistan Krallıklarına uygun düşen bir biçimde yönetildi. Çarlık diktatörlüğü uygulandı. Üçüncü Boris ülkemizde faşist rejim kurdu. Halkla, anti-faşist güçlerle ve azınlıklarla hesaplaştı. 1956’da başlayan Todor Jivkov devri – adına sosyalist demokrasi dense de, daha önce dünyanın hiçbir yerinde yaşanmamış ve torağın tapusuz ve hisse senedi değeri belirlenmeden, körcesine yapılan bir kooperatifleştirmeyle devletin eline geçmesi. Ufak, orta ve büyük ölçekli işletmelerin ve bankaların tümünün de devlet mülkiyetine geçirilmiş olduğu bir ortamda tek kişilik bir diktatörlük kapısını açtı. Bu yolun ucunda komünist totalitarizm vardı. Hukuk rafa kaldırılmış, komünist parti yönetimiyle savcılık sarmaş dolaş olmuş hesapsız kitapsız yönetime geçildi. Bunun şekli de, sözde mülk sahiplerinin (işçi ve köylülerin) komünist partisi tarafından yönetildiği yalanıyla bir dikey iktidar (orta direk) etrafına toplanması formülü uygulanmıştı. Müslümanlar diktatörlüğü kabul etmeyince göç kapıları açıldı. Tepeden tabana baskı yönetici zümrenin sanki yasal ve kutsal hakkıydı. Zalimden hesap soran yoktu. Sıkılan düğüm buydu. İnsanı insan olarak görmemek ve bir avuç çamur gibi, ondan ister koyun ister keçi yapmak, yani Türklerden, Pomaklardan, Çingenelerden, Ulahlardan, Gagavuzlardan, Tatar ve Makedonlardan Bulgar kalıplama fikri böyle doğmuştu. Dil yasaklamak, okul kapatmak, cahil bırakmak sanki moda oldu. Tabii bu işin mayasında, kısırlaşan Bulgarların azalmasından, memleketin azınlıklar tarafından “istila” edilmesi ve yönetilmesi tehlikesi de belirdi. İsim değiştirerek, kimlik körleştirerek sözde Bulgar milleti yaratma yolu seçildi. En sarsıcı olan da egemenlik şeklinin değişmesi ve tek dilli ve tek milletli Bulgar devletinden çok milletli, çok dilli ve çok kültürlü bir yeni devlet oluşturulması ve başına da Türklerin geçmesi tehlikesiydi. Bulgaristanda yaşayan azınlıklar arasında Türklerden başka milli bilinci olağanüstü yüksek, devlet kurmuş, devlet yönetmiş, isyan etmiş, politik örgütlenebilmiş, dini ve dili olan, aynı zamanda Türk dünyasından bir parça olma şuuruyla yaşayan başka etnik azınlık yoktu. Bu da Türk düşmanlığı körüklenmesine bir kaynak olmuştu. Rusların ve Almanların korkusu da buydu.


Makale ve Analizler - 2019

157

Ve biz bugün aynı olayı yeniden yaşıyoruz. Köpeklik yapan Doğan’ın 19 Aralık gecesi “başa dönelim” demesinin anlamı da budur. Fakat artık “başa dönüş yolu” tıkanmıştır. Başa dönüş imkânı olsa, o, 20 Aralık sabahı Burgaz güneyindeki Rusya Federasyonu mülkü olan “Prosenets” köşküne dönüp, görülmeyen bir hayati tehlike atlatmış biri gibi “oh, şükür be!” demez, huzura sığınmazdı. Ahmet Doğan için Rusya esiri olmaktan başka bir çare kalmamıştır. O, siyaseten tamamen ölmüş, halk arasına çıkamaz duruma gelmiştir. Mustafa Karadayı’nın “Ahmet Doğan ve Daniel Peevski’nin 24 saat koruma masraflarının bir kısmını parti ödüyor” sözlerinden utandım. Avrupa ve dünya tarihinde bir halk azınlığının kendine en büyük kötülükleri yapanların koruma masraflarını ödediğini duymadım. Bilmem inanacak mısınız? Bulgar karşı istihbaratının toplam yıllık bütçesi 132 milyon levadır. Ülkemizin milli çıkarlarına ancak zararı dokunmuş olan içeri atılmalarını engelleyen baş katillerin uşaklarına mitinglerde konuşma hakkı tanıyoruz ve onları alkışlıyoruz. Ve bu “ciğeri beş para etmeyen” birkaç kaşığın korunması için 2020 yılı devlet bütçesinden 44 milyon leva ayrılmasına onay verenlere tahammül ediyoruz. Biz, 1984 yılının 26 Aralığında Türkan kızımıza ve tüm şehitlerimize ateş açanların soruşturulup kovuşturularak yargılanıp hainler, katiller, hilekârlar, dolandırıcılar, sahte liderler, topyekûn suçlular iddianamesiyle içeri atılmalarına engel oluyoruz. Hainler korunmaz, ipe çekilir. Ne yazık ki, biz henüz bu bilince varamadık. Doğan kendine bir gram güvense, kravatını takar Yoğurtçular ve Mestanlı mitinglerine gelirdi, ne ki, artık sıkmıyor, korku dağlardan büyük… İşte bu siyasi ortamda 2019 yılının son günlerinin siyasi analizi şudur. Boyko Borisov’un GERB partisi dağılıyor. Borisov artık partisine hakim değil. Bilinçlenen Bulgarlar ne monarşi yıllarına ne de Todor Jivkov diktatörlüğü yıllarına dönmek istiyor. Hem monarşinin (Çarlık rejiminin) hem de BKP öncülündeki çakma sosyalizmin aynı nitelikleri taşıyan diktatörlükler olduğunun bilincine varan genç nesil ülkeyi terk eti ve her gün dışa akım devam ediyor. Borisov seçeneksiz biri olduğundan dolayı, 2016 yılından beri Bulgaristan’da Todor Jivkov rejimine benzer bir şahsi diktatörlük kurmaya çalıştı. Bakan değiştirdi. Ortak değiştirdi. Görevden aldı, attı, geri çağırdı. Ne ki olmuyor. Onun bu hareketleri susuzlara su vermedi, açları doyurmadı, işsizlere iş sunmadı, yoksulluk ve kör cahillik derinleşirken, sosyolojiden anlayanlar Bulgaristan’da yaşayanların % 80’i “debil” dedi. Onun dediği hiçbir tez tutmadı. Hepsi kısır çıktı.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdi HÖH siyaset süprüntüsü takım Borisov’a hademelik ediyorlar. Her sabah meclise çanta ile gelip, kilidini açık bırakıp gün boyu içine birkaç deste girsin diye bekliyorlar. Köfteler, votkalar, göz kızartmalar artık az geliyor. Avrupa Birliği ülkeleri milletvekilleri arasında en kabarık maaş alıyorlar o da artık doyurmuyor… Gerçeği öğrenmek isteyenlere açıyorum, BKP uzantısı BSP (2005-2009) lideri ve Başbakan Sergey Stanışev şu iftirada bulundu: “Bulgaristan Sosyalist Partisi başkanı Kurnelya Ninova, parti kongre kararlarını, parti yönetim organı kararlarını tanımıyor, “biçtiğim biçtik, kestiğim kestik” lider olarak görüyor. B. Borisov’u örnek alarak partiyi gerpleştiriyor. En büyük örneği de, Ekim sonu Kasım başında yapılan belediye seçimlerinde BSP’nin Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanlığına Başkan adayı göstermemesi ve böylece iktidar partisi adayının kazanmasına arka olmasıdır. Partinin, “elma elmaya baka baka kızardığı” gibi GERB-leşmesi örneğini ise, Bulgaristan’ın Başsavcılık Cumhuriyeti yaşadığı ihtarlarına, gösteri ve mitinglere rağmen, meclis oylamasında 46 sosyalistin Başsavcı için “Evet” oyu kullanmasında görüyoruz. Son 30 yıl totalitarizm çükündürlerini bir gram değiştiremedi maalesef… Şimdi de anayasa değişikliği yapılmasına itiraz ediyorlar! Aynı zamanda GERP partisi artık bir iktidar partisi değildir. İktidar gücü partiden akmıştır. Ve yürütmenin bütün kudreti Başsavcılığın ve oligarşi temsilcilerinin eline geçiyor. Bu gidişle B. Borisov gegesine dayanmış çoban gibi ortada kalacaktır. 2019’un en önemli mücadele alanlarından biri, Başsavcılık seçimiydi. Yüksek rütbeli bir polis amiri olan İvan Geşev’in Başsavcı seçilmesine yol vermemek, anayasa değişikliği ile siyasi sistemin gitgide demokratikleştirmesi yollarını bulup açmaktı. Ve Yoğurtçular mitinginde yan yana dizilmiş HÖH yöneticilerinin ne konuştuklarını bilmeyerek, değişiklikleri fark edemeyerek ve siyasetten bir haber tavırlarıyla da besleniyor. 2 hafta önce Başsavcı İvan Geşev’e ve dolandırıcılıkla mücadele komisyonu başkanlığına S. Tsatzarov’un seçilmesine oy vererek, destekleyerek monarşi ve totaliter komünist diktatörlüğün devamı olan Başsavcılık cumhuriyeti diktatörlüğünü göreve çarken hatta el atmalarına anlam vermek gerçekten çok zor. Onlar için başa dönmenin anlamı totalitarizme, zulüm yıllarına dönmektir. Ahmet Doğan’a aklı başkaları verdi. Lütfü Mestan’ın okuduklarını başkası yazdı. Karadayı’da ise hiç yok, ne yapacağız bilmem… Okuduğunuz için teşekkür ederim. 2020 yılına sağlıklı girmenizi temenni ederim. En iyi günler sizin olsun. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

159


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2019’Un Ardından Tarih: 22 Aralık 2019 EDİTÖRÜN KÖŞESİ

Geçmişi geleceğe bağlayan düğümü bu yıl da çözemedik. 20. yy’lı daha da detaylı okumak gerek. Değişen takvim yaprağında kitaba işlenmemiş sırlar var. Gözle görülenlerden biri kelin saçını andırıyor. Çıkmayan bu saç, ne yaptı, yaptı 21. yüzyıla egemen oldu. Anlatmak istediğim 1700’lü yıllarından beri dillerde olan ADALETTİR. Dünya, o devre dini adalet kurallarıyla gelmişti. Katolikler adaleti değiştirmek ve hayatını belirleyende son söze sahip olmak için çok savaştılar. Bunu gerektiren kapitalizmin kök salmaya başlamasıyla dünyaya yeni bir ahlak ve adaletin gerektiğini kavramak oldu. Bizim bu konudaki anlayışımız, dünya siyaset sahnesine Büyük Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetine kadar 2 yüz yıl daha Kuran ve Şeriatın ayetleri arasına sıkışmış kaldı. Bu yazımızla 2019 yılını uğurluyoruz. Kalan ne? Giden ne? BGSAM ve BULTÜRK olarak öncelikle Bulgaristan Türkleri, Türkiye’deki soydaşlarımız ve Batı ülkelerindeki gurbetçi kardeşlerimizin menfaatlerini savunan bir yayın olduğumuzdan dolayı analiz ve yorumlarımızı genellikle bizi ilgilendiren gerçekçi açıdan yapmaya çalışıyoruz.Erimesi hızlanan HÖH partisi:Hak ve Özgürlük Hareketi Bulgaristan Türklerinin politik kimliğine uzanan bir harekettir. Günümüzde lider ve yönetimi hareketi yoğuran kitleden kopmuş durumdadır. Derin çok yönlü bir bunalım yaşayan Bulgaristan’da son 30 yılda ayakta kalan sistem partilerinden biridir. Yeni bir siyasi düzen kurmak amacıyla hayata çağrılan hareket özellikle azınlık hakları bakımından misyonunu bugüne kadar yerine getirememiştir. Kısa adı HÖH veya DPS olarak yaygın olan hareket 2019 aynasına şöyle yansıdı.2019’da Bulgaristan’da yapılan 2 seçime de katıldı. Avrupa Birliği (AB) meclisi milletvekilleri ve Belediye ve muhtarlık yöneticileri seçildi. DPS’nin oyları 610 binden 320 bine kadar oyları düşmüştür. Son seçimde seçmenin 200 bini Türk’tür. Bu oyların 200 bini partinin omurga kadrosundan gelirken, diğer oyları da (Romen-Millet, Kuzey Batı Bulgaristan’daki Ulahlar ve yoksul Bulgarlardan ve mali oligarşi temsilcisi olan milletvekili Delyan Peevski’nin (kontrolündeki sermayesinden) açtığı yemliğe toplanan vatandaştan geldi. 2009’da Hak ve Özgürlük Partisi 620 bin oy almıştı. 2009’dan beri muhalefette olsa da, Amerika’dan 8 adet F-16 uçağı alımına oy verdi, sağlık, eğitim ve sosyal alana daha fazla finans ayrılmasında ısrar etmedi.Silkinen ve güçlenen GERB partisi.10 yıldan beri iktidarda bulunan GERB partisi, son seçimlerde oy kaybetse de, son iki seçimi yine kazandı. 2019’da iktidar partisini de sarsan olaylar oldu. “Amerika’nın Sesi” radyosunun açıklamalarıyla iktidar partisinin dolandırıcılık, dalavere ve rüşvet yumağına dolaştığı ortaya çıktı. GERB Partisinin Başkan Yardımcısı ve meclis grubu başkanı Tz. Tsvetanov istifaya zorlandı. 2. olay aşırı sağ kanattan faşizan ortaklarla yaşandı. “Yurtsever Cephe” adındaki bu ortaklıkta parçalanma ve bölünmeler yaşandı. Aynı za-


Makale ve Analizler - 2019

161

manda, AB meclisi seçimleri öncesi Bulgar siyasi sağının ilk partisi Demokratik Güçler Birliği (CDC) ile GERB arasında ortaklık sözleşmesi imzalandı. Yıl içinde GERB partisi Birleşik Amerika’dan ön ödemeli 8 adet F-16 savaş uçağı alarak ve Başbakan B. Borisov’un Başkan D. Tramp’la samimi geçen Washington ziyaretiyle ikili ilişkilerdeki süregelen soğukluk ve güvensizliği aşabildi.Bir de büyük muhalefet -BSP partisine bakalım.BSP lideri Bayan Kornelya Ninova, yerel seçimlerde Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanlığına aday göstermeme veya babasının dosyasında 1944-46 yılları arasında Ruse (Rusçuk) şehrinde 1 300 kişiyi katlettiği yazılı bir adayı Ruse’ye Belediye Başkan adayı gösterme gibi hareketlerle kuşku uyandırmaya devam etti. Bunlara rağmen parti 2017 Martından beri oylarını arttırıyor. Gençliğinde Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) üyesi olmayan Bayan Ninova, Başkanlık süresini uzatmak için 2020 baharında Milli Kongre topluyor. Partinin verdiği gensorulardan sonuç alınamadı.Silinen ve beliren politik güçler.2014-2017 yılları arasında GERB hükümetine katılan Reformcu Blok (RG) dağılıp silinmesinden sonra oluşan “Demokratik Bulgaristan” Cephesi yerel seçimde başkent Sofya’da orta kesimin oylarını almayı başardı. Sofya’da 8 Belediye Başkanlığı kazandı. Böylece Bulgaristan’da son 30 yıldır süregelen sol sağ didişmesi, konservatizm – liberalizm didişmesi alanına çekildi. Şimdiye kadar “sol” dendiğinde BKP, BSP veya anti-komünistler anlaşılıyordu. Fakat 2019’dan başlayarak Bulgaristan’da “liberal” dendiğinde öncelikle 1948 halk oylamasıyla Çar isminin kaldırılmasıyla bir vatandaş olan, 2001-2005 yılları arasında Başbakan seçilen İkinci Simeyon Saks-Kobur-Gotski çevresi anlaşılıyor. Oysa Avrupa Birliği meclisinde temsil edilen Avrupa liberalleri, bu arada Hak ve Özgürlük Partisi ALDE üyesi olarak aktiflik gösteriyor. 17 Aralık’ta Sofya’da ALDE liderlerinden, AB milletvekili, diplomat Sır Green Lotsın “Liberal Avrupa Oluşturma” stratejisini açıkladı. Amaçlarında olan, Bulgaristan Türklerinin sosyal bataklığa daha derin itilmesi ve yeni durumun dengesinden sorumlu birkaç zengini beslemektir. Şimdiye kadar yazılan ve Bulgarca basılan kitaplarda Liberalizmin siyasi tablosu tam olarak açıklanamadı. Etnik azınlıkları, en yoksul kesimi ve özellikle anadilinde konuşması yasak kesimi temsil eden Bulgar Liberalizmine ve onun rolüne kesin tanım getirilmesi imkânsız gibidir. ADALET için politik sahneye çıkan güçler arasında “Demokratik Bulgaristan”dan başka “Böyle Bir Devlet Olamaz” partisi de seçim sisteminde ve politik rejimde köklü değişikleri gündeme taşıyor ve buna devam edecek gibi. Bu atılım 2016’daki halk oylamasında 2,5 milyon oy almıştır. 2019’da konservatizmin (tutuculuk) yakın geçmişimizle ilgili “İkinci Dünya Savaşından önce ve savaş esnasında Bulgaristan’da faşizm, faşist ve Nazici yoktu” gibi tanımları tepki uyandırdı. Aralık ayında yazar Petya Naydenova “Bulgaristan’da Yahudi Düşmanı Yasalar” başlıklı bir araştırma yayınladı. Bu eserde Bulgarların Yahudileri ve RomanMilletin Nazi ölüm kamplarına gönderdiği reddediliyor. Dayanak noktası “Belge olmaması” dır. Belgeler yok edilmiştir. Bu konu, yine 2019 Aralığında “19411944 Tarihleri arasında Bulgar İşgali Altındaki Ege Bölgesinde ve Makedonya’da Yahudilerin Kaderi” başlıklı yeni bir inceleme eserinde işlenmişti. Bulgar modern tutucuları, ne yazık ki, 1941-1944 yılları arasında Bulgaristan’da faşist rejim olduğunu, Yahudilerin ölüme gönderildiğini, mallarına ve mülklerine el konduğunu, iş kamplarında yıllarca taş kırdıklarını, öldüklerini veya ölümü bek-


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lediklerini kabul edilmiyor. Olayların insan hakları açısından analiz edilmesini, yorumlanmasını ve kınanmasını da kabul etmiyorlar. Bu gelişmeler Bulgaristan’da 2019 yılında faşist düşüncenin yayılması ve yaygınlaştırılması yollarının genişlediğini söyleyebiliriz. Avrupa ülkelerinde faşist güçlerin kol kanat açması Bulgaristan tutucularını etkiliyor. Irkçılık, aşırı gericilik ve faşizm gibi konularda konservatif siyasi uyanışın VMRO, İç Makedon Devrim Hareketi, NDSB, Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Hareket ve “Ataka” gibi halkı rahatsız eden gerici güçlerin yerini tutucuların alması kimseyi şaşırtmasın. İnsanlığa karşı suç işlendiği kabul edilmezken, bu gelişmeler biz Bulgaristan Müslümanları için tehlike çanları çalıyor. “Holkost” un (Yahudi soy kırımının) reddedilmesi Bulgaristan’da ADALET anlayışını ebediyen gömecek niteliğindedir. “Nazi katliamlarına belge yok” tezinin sosyal medyada yer alması ve “Faşist ve Nazici yoktu” (ırkçı değiliz) iddiaları, Bulgaristan’a mezar olabilir. Irkçılığın tırmanması milli tehlike oluyor.ADALET isteyenler Cumhurbaşkanı Radev’ten destek bekliyor.Bulgaristan’da meclis dışı çelişkilerin keskinleştiği ikinci merkez Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Başbakan Boyko Borisov arasındaki sert diyalogdur. Cumhurbaşkanı seri görüşmelerle Büyük Millet Meclisi toplayıp ve başsavcılık, seçim sistemi ve yargı reformu vb konuları ve anayasa değişikliğini gündeme taşımaya çalışıyor. Bulgaristan’da olağan meclis ve cumhurbaşkanı seçimleri 2021 yılında yapılacaktır. Adalet kurumlarının yenilenmesi savaşımı kızışıyor. Pernik ilindeki su sıkıntısı, hemşirelerin maaşlarına zam problemi, Üniversitelerde 40 bin boş yer olması, doktorların memleketi terk etmesi ve nüfus krizi erken seçime neden olabilir.Irkçılık ve faşizm konularında BMT ‘nın son kararı.Rusya’nın önerisiyle Birleşmiş Milletler ırkçılık ve yenifaşizm konusuna döndü. Yasal yollar başta olmak üzere, yayınlanan bildiride, ırk ayrımının her türüne karşı tüm araçlarla mücadele edilmesi çağrısında bulunuldu. Nazi döneminde “Waffen CC” örgütü katillerinin övülmesine son verilmesi istendi. Bu, insanlık düşmanı olay, Bulgaristan’da da yaşanıyor. 19421944 faşizm yıllarının kirli çamaşırlarının ipe serilip kınanacağına ve faşizmin her çeşidinin yasaklanıp lanetlenmesi devlet tarafından özendirileceğine, faşistırkçıların-katillerin torunları hükümete çekilip bakan, bakan yardımcısı, Başbakan Yardımcısı konumuna yükselebiliyor. Bundan tam 77 yıl önce Ege kıyısında köy ve kentlerinden, Vardan nehri boyundan ve Üsküp’ten toplanan elleri kelepçeli 20 bine yakın Yahudi ve Romen-Millet gece karanlığında yük vagonlarına doldurulmuştu.“Almanya’ya işe gidiyorsunuz” yalanıyla insanların canlı canlı yakıldığı Nazi Ölüm Kamplarına gönderilmişlerdi. Bulgaristan topraklarında ise, 48 bin Yahudi evlerinden çıkarılıp iş kamplarına toplanmış, bedava çalıştırılıyorlardı. Türkler, Pomaklar ve Roman Milletten erkekler de yol, köprü yapıyor, tünel kazıyor, demiryolu döşüyorlardı. Yine bu ırkçı siyasetin sonucu olarak 1878’den günümüze Türklere, Pomaklara Müslümanlara zulüm arasız devam ederken baskı ve teröre dayanan bir devlet politikası şeklinde yoğunlaşırken, azınlıklara, onlardan olmayanlara karşı SOYKIRIM DENEMESİ uygulaması haddine varmıştır. 1972-73 ve 1984-89 dönemleri yalnız Bulgar tarihinin değil, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uygulanan soykırım denemelerini, kültür kırım uygulanmasını, azınlık halkların dillerinin yasaklanmasını, anadil yasağını, aydınlarının kıyılmasını yahut göçe zorlanmasını kınayıp durdurmamakla suçludur. Bu yıl 1989 göçünün 30. Yıldönümü bütün ülkede


Makale ve Analizler - 2019

163

ve Göçmen Derneklerinde anıldı. Paneller düzenlendi. Anı eserleri basıldı ve dağıtıldı. Avrupa’nın çark ettiğini gösteren son olay Kasım 2019’da yaşandı. Nobel Edebiyat Ödülü bu sene Avusturyalı Yazar Peter Hanke’ye verildi. O, Lahey İnsan Hakları Mahkemesi tarafından 8 bin Müslüman’ın katledildiği Bosna – Srebrenitsa Soykırımından idam cezası alan katil General Svoboden Miloşeviç’in cenazesine gitti ve mezarı başında konuşma yaptı. Bu gelişmelerde Rusya soykırımcıların ardında ve saflarındaydı. Olay dünya demokratik kamuoyu tarafından kınansa da Nobel Komitesi kararından vazgeçmedi. Protestolar para etmedi. İçte bu cümleden olmak üzere, Bulgarların kendilerinin dil ve stil olarak, satır araları düşmanlık ve Türkleri ötekileştiren ifadelerle dolu İvan Vazov’un “Esaret Altında” romanını yıllar önce Nobel Ödülüne aday göstermenin anlamsızlığı ve saçmalığı 2019’da bir daha gün ışığında göründü. Bizler Nobel Ödülünün Balkanlar’da milli azınlıkların çekisini anlatan yazarlardan birine veya 4 milyon savaş kaçağına ve sığınmacıya sıcak kuşak açan Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a layık görülmesini beklemiştik. Birleşmiş Milletlerin ele aldığımız kararında, faşist zulmü öven ve yaşatmaya çalışan bütün sanat eserlerinin toplanıp yok edilmesi isteğinin yer almasını sabırsızlıkla bekliyorduk. Çünkü Bulgaristan’da “Lukov Gösterileri” gibi faşist hortlama eylemlerinin, faşist katilleri kahraman gösteren VMRO gibi partilerin, ülkemizde alabildiğine yayınlanan Roman Milleti düşmanlığının hemen durdurulmasını isterken, ADALET ilkelerinin hukuksal üstünlüğüne dayanan yeni atılımlar bekliyoruz. 21.Yüzyılda Nazi-Hitler ırkçılığına yer yoktur, ırkçıları, faşistleri, onların uşak ve uzantılarını, azınlık düşmanlığını körükleyen her eylem yargılanıp kökü kazınmalıdır. Öte yandan, İkinci Büyük Savaşta Hitler kadar insan kıyan Sovyet lideri Stalin, birçok defa mezar değiştirdikten sonra, günümüzde dikey propagandanın güçlü etkisiyle yeniden dirildi ve yapılan son sosyolojik araştırmalarda Rusların % 79’unun takdirini kazandı. Bu gelişmelerin kökünde acı gerçekler var. 1950’de onun emriyle 250 bin Bulgaristan Müslüman vatandan kovulman istendi. 150 bini göçe zorlandı. Milletin tozu toprağı, taşınırı taşınmazı elinden alındı. Okul ve camilerimiz kapanınca ağır bir karanlık çöktü. Bugün Bulgaristan Türklerinin başına dikilen bostan korkuluğu Stalinci Moskofçuların ödüllerini taşıyor. Bulgar iktidarına faşist partiler tırmanmasına yol verdi. Zenginlerin daha zengin olmasına, alın terimize kıyarak Bulgar soyundan milyoner oluşmasına olanak yarattı. Bulgaristan’da azınlıklar ise Avrupa Birliği’nde en yoksul, en fakir, en sefil ve kör cahil duruma itti. Ve bütün bu dibe çökme hatta dibe çakılmanın sebebinin kökünde Rus esareti, katmerli kölelik ve zalimlerin kölesi olmayı kabul edenler var. İsimlerinin Ahmet, Osman, Lütfi olması kölelik yükünün hafifletildiği anlamına gelmiyor. Tay gibi anasının önünde koşan ve Cumhurbaşkanı Radev’ten önce yılbaşı demeci veren Ahmet Doğan, Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH Tüzüğüne şu cümleleri kaydettirdi: “Partinin geçici olmayan değerlerini ve stratejik hedeflerini ifade eder ve simgeler.” Onun belirlediği hedeflerde Türk aydınlarının


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vatanımızdan kovulması, halkımızın sindirilmesi, yoksulluğumuzun katmerleştirilmesi ve neyimiz varsa her şeyimize el atılması vardı. Seneden seneye sıçan yuvası saraya toplananlar aynı vurguncu çetenin üyeleridir. Durumundan memnun olanlar talancıları desteklemeye devam etsinler. Onlar gibi hazır yiyicilerin kör sofradan kalkma zamanı gelmiş geçmiştir.Hain-Doğan, bu yılki mesajında geçmiş ve gelecekten başka diyecek bir şey bulamadı. “Geri dönelim, baştan başlayalım” dedi. Dünya ileri giderken o geri dönelim demesinin anlamı 30 yıldır halkımızı uyutuğu gibi sürmesi zor olduğundan olak ki, geri dönelim uykuya devam etsinler istiyor. Ok yaydan çıktığında geri dönmediğini hala öğrenememiş görünüyor. Gösterecek yeni bir seçeneği kalmamış eski yalanlar bitmiş yeni yalanları ise düşünememiş görünüyor.Ömür boyu düğüm çözmeye çalışan büyük düşünür Umberto Eco, “Geriye Dönüş Yok” eseri yazdı. Eco’dan 300 yıl önce yolları kapatmadan ilerlemeyi düşünen ve geçen yıl İngiliz Kraliçesi tarafından “Medeniyetlere Hizmet” ödülüyle ödüllendirilen, sosyal bilim insanı Adam Smith’le (1723-1790) ilk kez sınıf savaşından söz edendi. 21 yüzyıl düğümünde 3 ip bunmaktadır. İkisi sınıf savaşı veren işçi sınıfı ile burjuvazi elindeyken, üçüncüsü Smith’in kendilerinden söz etmediği liberallerin elindedir. Onlar toplumların parazitlerdir. Bulgaristan Müslüman toplumuna dışarıdan girmiş ve yerleşmiştir. Vücudun her yerinde yaşamaya çalışsa da 1990 yılına kıyasla artık 300 bin Bulgaristan Müslüman’ı 2019’da Ahmet Doğan parazitinden kurtulmayı başarmış bulunuyor. Mali sermayeyi temsil eden bu parazit zümrenin elleri nasırlı değil, onların iş bulma ya da iş verme gibi sorunu yok. Onlar kökü olmayan kan emicileridir. Sınıf savaşının sosyal ve ekonomik ortamındaki döküntülerinden oluşurlar. Üretimle ilişkileri yok gibidir, piyasada oluşurlar, orada büyüyen ve gayrı meşru yollardan parayı ele geçirenlerdir. Ahmet Doğan örneği Bulgaristan asalaklığının en parlak örneklerinden biridir.Bulgar Bilim Adamları “fahri liderin fırıldaklığını” nasıl değerlendiriyor?Dr. Panayot Lyakov. (Faktor.bg) şöyle değerlendiriyor.“O partinin (BKP) ve onun terör müfrezesinin (DS) çok çehreli eridir. İnşaat erlerinde “Angel” idi. Şumen Yüksek Pedagoji Enstitüsünde “Sergey” idi. Ajan olarak hizmetlerinden dolayı aktarıldığı Sofya Üniversitesinde “Sava” idi. Ve bu hainlik Bulgar Bilimler Akademisi (BAN)’da devam etmiştir. Onun hainliği gizlemek isteyen Bulgar polisi “DS” ona “zulüm görmüştür” kılıfı hazırlamış, 1989 değişiklikten sonra Bulgaristan Türklerinin gerçek liderlerini memleketimiz Bulgaristan’dan kovmuş ve onların yerine kendi muhbirleri olan A.Doğanı aşılamış “monte etmiştir.” Ardından da iktidar katına çıkarılmış ve kör sofraya oturtulmuş ve Bulgaristan Türkleri adına devleti kemire kemire zengin yapılmıştır.2019 mesajı muhbir A.Doğan’ın kafasında derin karışıklık olduğuna bir işarettir.Onun demeçleri, sözleri ve imajı ancak abdalları cahilleri aldatabilir. Söylediklerini halk anlayamadı ancak cebine “misafir konutları için 10 milyon leva” akıtılan M.Karadayı anlayabilir. İkisinin de en büyük korkusu, ADALET uyanırsa bunlara yer kalmayacağını çok iyi bilmekteler.2019 yılı hain-Doğan ve tayfası için hiç de iyi bir yıl değildi. Artık para saymadan ancak Türklerin ve Pomakların bir kısmından oy alabiliyorlar. Parazitler gölünün suyu iyice çekiliyor bu 2020’de dibe vurması


Makale ve Analizler - 2019

165

bekleniyor. ADALET’in her gün biraz daha uyanışı su üzerine çıkışı onların ciğerlerini kemiriyor, ödlerini koparıyor. Roman Millet doğduğu yerde ebediyen yaşama hakkı için direniyor. Artık gettolardan, mahalle, köy ve kentlerden, vatan bildiğimiz memleketimizden kovulma yolu kapanmıştır. Faşist Belediye başkanları, faşist çılgınların şefi An. Cambazki artık durdurulacak. Plovdiv’e bağlı “Voyvodino” olayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) taşındı, emsal karar bekleniyor. Bilenler bilir, Strasbourg AİHM kararları Avrupa Konseyi Hukuk Komisyonu’nda değerlendiriliyor. Bulgaristan’a gönderildikten sonra birinci dereceli yerel mahkemede görüşüldükten sonra yürürlüğe konuyor. Ne yazık ki Bulgaristan makamları AİHM kararlarının hepsine onay vermiyor, uygulanmasını engelliyorlar. Örneğin Bulgaristan’da yaşayan Makedonların OMO örgütü tescil kararları 3 defadır Strasbourg AİHM Mahkemesinden ve Avrupa Konseyi Hukuk Komisyonundan onaylı gelse de Blagoevgrad Belediye Mahkemesi tarafından reddediliyor. Aynı zamanda 2018’den beri Makedon kimliği sorununun yeniden dirilmesiyle birlikte birçok yerlinin kafasına Pirin Makedonya’sı ve Karasu (Struma) boyunda yaşayanların otonomi fikri aşılanmasıyla çok farklı gelişmeler oldu. Bir defa Avrupa Konseyi Komisyonu ülkemizde Makedon, Pomak, Roman, Türk ve başka azınlıklardan insanlar yaşıyor mu, dilleri, dinleri, nüfus içindeki yerleri, yerel kültürleri üstüne kapsamlı araştırma yaptı. Türkler hakkında “İslamlaştırılmış Bulgarlar” diyen makamlara pek inanan olmamıştır. Roman-Millet nüfusun kalabalık oluşu, Batı Rodoplar’da Pomak köylerinde farklı avtantik bir kültür yaşadığı kayda geçmiştir. Bulgaristan, Avrupa İnsan Hakları Çerçeve Anlaşmasını imzalamış olsa da insan hakları, azınlık hakları, azınlıkların dillerini konuşmaları, dinlerini ve geleneklerini yaşatma konularında sert davranıyor ve 2007’den beri AB üyesi olsa da hukukun üstünlüğünü tanımıyor. ADALET konusunda en büyük direnişimiz 1989 Mayısında gerçekleşmişti. Hak ve Özgürlük için Ayaklandık. 72 bin Müslüman katılmıştı. 2019’da Güney Bulgaristan yerleşim merkezlerinde 1 günlük 100 000 kişilik bir sosyal protesto eylemi gerçekleştirildi. Anne ve babaların katıldığı bu direnişle İş ve Sosyal Hizmet Bakanlığı ile Eğitim ve Teknoloji Bakanlığının birlikte uyguladığı, Türkçemizde adı “Kadına Şiddeti Önleme”, Bulgarcada ise “Jender” programı olarak yaygınlaşan, Avrupa Konseyi’nin “2011 İstanbul Sözleşmesi” uygulanmasından doğan sorunlardan kaynaklandı. 2018’de Bulgaristan’da 1000 bebek hastanelerde bırakılırken, 3 200 okul çağında çocuk da sosyal makamlar tarafından alınarak bakım ve eğitim için Velingrad ve Balçık Çocuk Esirgeme Yerleşkelerine toplandı. Bu olayın 2019’da da Avrupa Konseyi tarafından desteklendiği, sosyal ve mali imkânsızlıkları fazla olan ailelerin çocukların okuldan alındığı ve bilinmeyen bir yerlere götürüldüğü haberleri İsyan patlattı. ADALETSİZLİĞİN temelinde 2019 yılında da insan hakları, azınlık hakları, ayrımcılık, ırkçılık ve ötekileştirme olduğunu herkes gördü. Toplumdaki sosyal yapı parçalanmıştır derinleşme devam ediyor. Çıkış yolu ADALETE uyanmaktır. Paylaşınız


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

167

Sakat Demokrasi Tarih: 27 Aralık 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Bulgar devleti ikinci dereceli saydığı güçlerin (Müslüman azınlık topluluklarının) başarılı olup öne geçmesini kabullenemedi. Bazı sözleri söylemek, kimi yazıları yazmak için cesaretle birlikte yürek de gerekiyor. Bize uygulanan devlet terörüne karşı mücadelemizde şehit düşen kardeşlerimizi andığımız şu günlerde, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜR’ün, 1944’ten sonra ve özellikle de 1984-1989 zulüm döneminde Bulgaristan Türklerine karşı uygulanan soykırım süreci suçlarının zaman aşımına uğratılmasına karşı düzenlediği İstanbul uluslar arası basın toplantısını anımsadım. Bosna, Makedonya, Moldova, Kırım, Afganistan, İran, Irak ve Irak Türkmenlerinden temsilciler katılmıştı. “Bulgaristan Türklerinin 19441989 yılları arasında uygulanan baskı ve terörü unutmasının asla mümkün olamayacağı” kesin dile gelmişti. Zaman aşımına asla yol verilmemeliydi. Suçluların ortalıkta dolaştığı adalet ve demokrasi olmaz. Ardından BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk Sofya’ya gidip, eski komünistleri işledikleri suçlardan ötürü mahkemeye çıkaran “Hana Arend” Vakfının basın toplantısına katılmış ve yaptığı esaslı konuşmada, “Suçlar yalnız Türklere, Pomaklara ve diğer Müslümanlara karşı değil bütün azınlıklara karşı işlenmiştir,” vurgusunu yaptı ve örnekler verdi. “Belene” ölüm kampına önce Bulgar muhalefet temsilcileri atılsa da, aralarında her zaman Türkler de vardı” dedi. Bulgaristan’da işlenen kültür kırımını, dil yasağını, Türkçe konuşanlara kesilen cezaları, memleketin Türksüzleştirilmesi sürecini, halk iradesinin yok edilişini kınadı. Kanımca, mücadelemizin 1989’dan sonraki aşaması, hukuk ve sivil toplum örgütleri aşaması şeklinde gelişti. 21. Yüzyıl önderlerimiz bu yeni mücadele aşaması içinden sivrildiler. Bir de bu savaşımın biri Türkiye ayağı ikincisi de Bulgaristan ayağı olmak üzere İKİ AYAĞI gelişti. Yeni ortamda söz sahi olmayı hak edenler de her iki ortama ayak uydurabilenler oldu. Bulgaristan’ın bugün alt edemediği en büyük problem, komünist totalitarizmle hesaplaşmayı kabul edip zorunlu görüp gerçekleştirmemesidir. Trajik geçmişin canlı tutulmak istenmesidir. Bulgar devletinin Türklere yaptığı zulmün cezasız kaldığına halkı inandırmaya çalışıyorlar Tarihin yanlış anlatılması, zulmün ve katliamların gizlenmesidir. Hak ve Özgürlük Hareketi, DOST Partisi, Halkın Şeref ve Özgürlük Partisi, Demokratik Kanat ve Milli Hak ve Özgürlükler Hareketi gibi etnik Müslüman toplumu örgütlemek için son 30 yılda kurulan partilerden hiç biri bir gazete çıkarıp acı gerçekleri yaşanan trajediyi anlatmadı, halka inmediler. Genç kuşak olayları öğrenemedi. Bu nedenle halkın cahilliği ve yoksulluğunda yeni bir atılım yükselemedi. İşe yaramayan, davamızı satan sahte “liderler” ortada kaldı ve korku katmerleşti.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özelliği vurgularken ayaklanma ve devrimlerin kendi liderlerini kendilerinin eğitip yükselttiğini belirtmek istiyorum.Devrimin yönünü adaletin üstünlüğünü belirleyen önderdir.Bunun için devrimin, ayaklanmanın, kükreyen halkın nefret ve öfkesinin gemlenmesi gerekir. Bulgaristan örneğinde (1989) kazanımların güvencesi, (garantörlüğü), hatta teminat kartı oynanmıştır. Bu, “teminat”, “güvence”, “ben sizin isimlerinizin bir daha değiştirilmeyeceğine garantörüm” sözleri baştan başa yalandı. Bulgaristan Müslümanlarının Sofya Halk Meclisinin 3 gün3 gece kuşatılmasından sonra 29 Aralık 1989’un karlı akşamüstü söylenen bu sözler yeni bir tuzaktı. Kim kime ne güvencesi verebilirlerdi ki, BKP devrilmiş, Todor Jivkov indirilmiş, suçlular tir tir titriyor ve dünyanın hangi ülkesine kaçıp sığınacaklarının hesabını yapıyorlardı. 1913’ten beri monarşi-faşist ve komünist-totaliter devletle kimlik mücadelesi veren ve bu davayı her defasında zaferle sonuçlandıran Bulgaristan Müslümanları toplumsal ve siyasi yapının orta direği durumuna gelmişler, kader belirleyen duruma yükselerek kendilerini kabul ettirmişlerdir. Olayı şöyle anlamak zorundayız: İsim, dil, din, kültür ve Türk Müslüman medeniyetini yok etmek amacıyla 1972’de en amansız silahlı kanlı saldırılar başladı. 1984 ‘ün 26 Aralığında ikinci aşaması ağır silahlı ve zırhlı araçlarla şiddetlendi. Devlet terörlü soykırım sürecini, 1989’un 29 Aralık gecesi geriletip Sofya’da sırt üstü yatırdığımız bir anda, Ahmet Doğan adında bir gizli polis ajanı bir polis aracından çıkıp, “ben sizin garantörünüzüm” demesin mi. Ve Bulgaristan Müslüman Türk azınlığıyla zalim devlet ve milliyetçi sürüsü arasındaki kavganın için perdesi o zaman başladı. Bir asır mücadele eden halkımıza güvence vermeye kalkan hain Doğan, aslında sinci asimilasyon planlarından asla vazgeçmeyen Sofya devletiyle perde ardında anlaşmıştı. Soykırımcı Bulgar rejimine, Türklere isimlerinden ve din haklarından başka hiçbir hak tanınmayacağı konusunda söz vermiş ve yemin etmişti. Denge bu noktada sağlanmış ve hain Doğan’a kendini bu işin köşe taşı olarak lanse etme hakkı tanınmıştı. Ana ödevi ayaklanıp zafer kazanan ve mücadeleci ruhlarını dünyaya tanıtmayı başaran Müslüman Türkleri kapsüle edip mücadeleci ruhlarını ve kimlik bilincini sıkıp hafızalarından akıtmaktı. Bunu yapabilmesi için onun parti kurduğunu ilan etmesine göz yumuldu hatta İç İşleri Bakanlığı müfettişlerinin program ve tüzük yazıp Sofya Mahkemesinde tescile sunmaları ödevi verildi. Halk direnişleri ateşinin enerjisini toplayacak olan bu yeni parti’ye HAK VE ÖZGÜRLÜKLER HAREKETİ adı verildi. Ödev, köklü anayasa değişikliğinde ısrar etmemek, totaliter sistem suçlularından hesap sorma yolunu kesmek, eski ajan dosyalarını köpeklere atarak gizli polis sistemini koruyup yeni kadrolarla beslemek, Türklerin ekmek teknesini kırarak yoksullaşmaları yolunu açmaktı. Yedekte durarak eski komünist partisinin sosyalist ve polisiye GERB kanadını desteklemek ve Todor Jivkov rejimine geri dönme olanaklarına destek sağlamaktır. Bu planın en önemli segmeni (halkası) demokrasi ve adalet mücadelesinde başı çeken, öncü olan Müslüman Türk topluluğu ikinci dereceli topluluk olarak geri iterken, diğer etnik azınlıklarla birleşmesini ve Bulgar siyasi muhalefet hareketiyle kaynaşmasını ve dayanışmaya geçmesini önlemekti. Bunu destekleyenler Doğan’ın HÖH partisi içinde, kendi başına diktatör tacı geçirmesine göz yumdular.


Makale ve Analizler - 2019

169

Bu siyasetin devam etmesi için bugün Mustafa Karadayı’nın yakınlarına geri çevirmemek şartıyla 10 milyon leva “konuk evi” parası verildi. Ahmet Doğan’a ise yine geri çevirmemek şartıyla yüz milyon Avro vermeye hazır olduklarını görebiliyoruz. Fakat kartların bu kadar çok karıştırılması, örneğin Müslüman Türklerin başına diktatör monte etmek için, 1972-1989 yılları arasında yetişen mert, cesur ve atılgan öncü, önder, yönetici ve liderlerin ve onlar gibi nitelikli kadrolarımızın hepsini sınır dışı ettiler. Halkın gözüne korku körüklendi. “Benim bu işlerde elim yok demeye çalışan soykırımcı devlet” Türklerle ekonomik ve politik hesaplaşmak için MULTİGRUP tümörünü oluşturdu. Yönetimine Gizli Polis “DS” ile Rus istihbaratı “KGB” nin Bulgaristan’daki en sıkı ajanlarını – Dimitır İvanov, Ahmet Doğan, Stoyan Deçev vb – yerleştirdi. Sofya’da Kütüphaneci Enstitüsü (Bibliotarski İnstitut) adında bir gizli polis yetiştirme ini kurdular ve 200 yılından beri Müslüman Türkler üzerindeki baskılarını iyice arttırdılar. Burada en önemli unsurlardan biri de, Suçlu Bulgarların soruşturulup kovuşturulmaması, katillere kanat açılması, toplumu, halkı böldü ve milliyetçiliğe kin ve öfke pompaladı. İşte bu temel üzerinde 1991’de ilan edilen Geçiş Dönemi, Bulgaristan’da özürlü adalet ve sakat demokrasi doğdu. 30 yıl geçti ve yetersizlik aşılamadı, kötürüm kaldık, acınası durumdayız. Tarih böyle bir kişi tanıyor. 1804 yılında Napalion, kendi kendini imparator tayin etmişti. A.Doğan’ın kendisini HÖH Başkanı ilan ettiği gibi. Ardından 1993 Kırca Ali Kurultayında Tüzük değiştirip kendini “ömür boyu başkan” seçtirmişti. Bu tüzük değişikliklerini kabul etmeyenleri Haskovo Ilıcalarında eşek sudan gelene kadar “Multigrup” sopacılarında dövdürmüştü. 10 bin Bulgaristan Türk aydını, öğretmen, memur, özgürlük gazisi vatandan kovuldu. Bizim gençlerimiz süresiz başkanlık ve süresiz fahri başkanlık kabul etmiyor, Mart 2020’de yapılacak HÖH Kurultayında Tüzük ve Program değişiklik istiyorlar. 1984 yılı Bulgaristan’da zulmün azdığı bir yılsa, 1989 yılı da pek çok fırsat ve şansın kaçırıldığı yıldır. Bu konuyu biz BGSAM olarak defalarca işledik. Şimdi de, izninizle bundan 30 yıl önceki olay ve gelişmelere bir de Viyana Üniversitesi Tarih Profesörü, yazar Oliver Yens Şmit’in “Neue Zuricher Zeitung” gazetesinde çıkan son yazısı açısından bakalım. 1989’da Doğu Avrupa ülkeleri için yeni ufuk açılmıştı. Fakat Bulgaristan’da hayat çöktü, fiyatlar fırladı, boş işler konuşulan yuvarlak masa pazarlıkları başladı. Türkler Pomaklar, 1989’a kadar 17 yıl mücadele verirken, toplum mezar açmaya kadar zulmün, sürgünün, sıkıntı ve darboğazın her çeşidini yaşamışlardı. Yuvarlak masaya davet edilmediler. Dertlerini dinleyen olmadı. Bulgaristan 1989’da Polonya, Macaristan, Demokratik Almanya ve Çekoslovakya’dan farklı bir yola yöneldi. Şimdi onlar nerede? Biz 2007’den beri Avrupa ülkeleri arasında en geri kalmış, en duraklamış, fren etmiş, vatandaşları ülkeyi terk etmiş ve durmadan yerinde sayan ülkeyiz. Yanlış yol seçmemiz sonucu çarpık adalet ve sakat demokrasi doğdu. İki özelliğe işaret edelim:


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir) 360 bin Türkün memleketten zorla kovulmasından sonra ekonomi çökmüştü. İki) Bulgar komünizmi, diğer Avrupa komünist ve sosyalist partilerine kıyasla, düşmanca milliyetçi bir partiydi. Türkler başta olmak üzere tüm Müslümanlara ve azınlıklara karşı kin ve nefret kusuyordu. Bulgar toplumu ırkçı milliyetçilikten hastalanmıştı. Irkçılık ve milliyetçilik totaliter komünist ideolojinin özünden akıyordu. İşte böyle bir ortamda, Prof. Oliver Şmit, “demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine doğru yol alınamazdı,” diye yazıyor. Yazıda 360 bin Türkün vatanlarından kovulması, gizli polisle bağlantılı olanların Türkleri kovarken milyoner olmaları, kovulanların malına mülküne oturulması, kitlesel göçün ekonomiyi çökertmesi, zorbalığın daha da şiddetlendirilmesi, Mihail Gorbaçov taraftarlarının iktidara el atması, yeni gelişmelerdi. Olayların komünist milliyetçilik, (ırkçılık) açısından analiz edilmesinden çıkan sonuçta, Bulgaristan’da demokrasi ve adalet yolunun asla açılamadığına işaret ediyor. Bu da büyük şansların kaçırılmasına sebep oluyor. Şu husus çok önemlidir. Sosyalizm döneminde Bulgaristan’dan kaçmayı başaran çok Bulgar asıllı yoktu. Mukavemet dernekleri, kulüpleri ve hareketi de yoktu. Dolayısıyla 1989’da gelişen çevrecilik sışında güçlü bir mukavemet direnişinden söz edilemez. Dolayısıyla M. Gorboçov yandaşlarının (Andrey Lukanov) Sofya’da iktidara oturduğunda onların karşısına çıkıp pazarcık edecek, iktidarı barışçı yollardan isteyip alacak güçlü kişilikler yoktu diyebiliriz. Bulgaristan muhalefet güçlerinin Avrupa eğilimini izlemediği, azınlıklarla ortak olma yollarını da aramadığı görüldü. Bunu Bulgar komünizminin farklılıklarında, her zaman ve her konuda milliyetçi kalmasında arayabiliriz. Bu özellikler bugün de Çerçeve antlaşması maddelerinin uygulanmamasından, azınlıkları asimile etme siyasetine değişik biçimlerde devam etme siyasetinde izlemekteyiz. 1989 Mayısında Silistre ili Akkadınlar (Dulovo) Belediyesi Karakoç (Oven), Karalar (Çernolik), Sungular (Vokil) ve Ormanköy (Razdel) Türk Bayanların barışı yürüyüşüne Helikopterden su yerine çakıl atılması emrini günümüz Başbakanı B.Borisov’un verdiğinde de görebiliyoruz. Bu farklılık günümüzün ötekileştirme ve devletten uzak tutma siyasetinde yaşamaktadır. Konumuza devam edeceğiz. Yaklaşan Yeni Yılınız sağlıklı ve mutlu olsun. Okuyanlara teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

171

2019’Da Da Bulgaristan Bataklıktan Çıkamadı Tarih: 30.12.2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Mücadele Yolunda Bir Yılı Daha Tekerle-dik.

Evet, 365 günü geride bırakıp şu günlerde vedalaştığımız 2019 yılının daha başında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev kutlama konuşmasında memleketimiz Bulgaristan ile ilgili “bataklık” nitelemesinde bulunmuştu. Bu değerlendirme sosyal, ekonomik ve politik anlamda olmasa, “ne bataklığı be kardeşim, birçok barajın suyu kaçmış, kuraklık var. Pernik, Asenovgrat, Haskovo ve birçok başka şehir ve köylerde su rejimi uygulanıyor,” diyeceğim de, genel anlamda 2019’da Bulgaristan ancak çamurda tepindi, demekle yetiniyorum.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1989’un 3 Haziran ile 21 Ağustosu arasında 350 bin Türkün Bulgaristan’dan kovulmasından sonra, Bulgar basını “ekonomi dondu”, “kargaşa başladı” diye yazmıştı. Son 30 yılda ayakta bir tek korku kaldı. O da şudur: “Bulgaristan’da 1 milyon Türk, 1 milyon 850 bin Roman-Millet ve Türkiye’de yaşayan 2 milyon 500 bin Bulgaristanlı Türkü var. Onlar her an Bulgaristan’a gelip istedikleri talepte bulunabilirler.” Kaynak: EPİZENTER- 28.12.2019. Korkuyu besleyen diğer bir kaynak da, son 30 yılda Balkanlar’da Hristiyan nüfus durmadan azalırken, Müslümanların devamlı artış kaydetmiş olmasıdır. Gerçek şudur: İnsan ve onun çözülmemiş, gasp edilmiş problemleri olmaz ise korku olmaz. Son 35 yılda Bulgaristan “bataklığında” korku yaşatan ortamı şöyle niteleyebiliriz. Devlet terörüyle isimleri değiştirilen Bulgar basınına göre 1 milyon 253 bin Türk’e şu yasaklar getirilmişti: Türk dilini kullanma yasağı. İslam gelenekleri ve törelerine göre yaşama yasağı. Türk müziği dinleme yasağı, Türkçe mektuplaşma, Türkçe kitap okuma yasağı. Geleneksel Müslüman giysileriyle giyinme yasağı vb. Camiler, türbeler yıkılıyor, Türk kültürünün geleneksel unsurları tek tek yok ediliyordu. Türkçe radyo, basın yayınlar kapanmıştı. Bu yasaklara tepki sert oldu, fakat bu güne bu gün yasaklar hala resmen kalkmış değil. Vergi ödediğimiz ülkenin okullarında çocuklarımız anadilimizde zorunlu ders hala göremiyorlar. 1962’de Romanların ve 1972-73’te Pomak kardeşlerimizin kimliklerini zorla değiştiren kanlı Komünist Bulgar devlet baskıları bir yere kadar dünya kamuoyundan gizlenebilmişti, fakat 1984-1989’da Osmanlı Türkleri üzerinde de soykırım denemesi dünyadan gizlenemedi. Bulgar devleti bütün Türk Dünyasından lanetlendi. Acı azalmadı, gam savmadı, felaketin anıları solmadı. Bunlar da buralarda korku kaynağı oldu.


Makale ve Analizler - 2019

173

Üçüncü olarak da, katillerden hesap sorulmadı. Neden mi? Çünkü 10-15 sene sonra yok olması tahmin edilen Bulgarları ve Bulgaristan’ı aynı katiller veya çocukları kurtarması bekleniyor. 1997 yılında Bulgar makamlarına bir mektup gönderen, dünyanın en yaşlı milyarderi Edmon Rotshild, şöyle “Çöküşe itilen Bulgaristan böyle yönetilmeye devam ederse 2030 yılında ne Bulgaristan ne de Bulgar devleti kalır”, demişti. 1984’te başlayan çöküş son 35 yılda anayasa ve yasaları geçersiz, adaletsiz bir Bulgaristan yarattı. Örneğin, zorla isim değiştirme ve Türkleri eritip tarih çöplüğüne atmaya çalışan komünist devlet katilleri soruşturulup kovuşturulup tutuklanarak yargılanmadı. Yasa dışı yargılamalardan mağdur 10 bin Türkün – yetimlerin, sakatların, hapiste, sürgünde, kamplarda tutulanların, vatanından kovulanların hakları tanınmadı. Yargı son sözünü söyleyene ve adalet yerini bulana kadar Bulgar toplumu bir an bile huzur bulamaz. İşte 1989 yılından beri felaket üzerine felaket yaşamaktadır, ekonomi çöktü ve hala kendine gelemiyor. Bulgaristan 2004’ten beri NATO, 2007’den bu yana da Avrupa Birliği (AB) üyesidir.cNe var ki ülke içindeki durum hiçbir değişiklik kaydetmemiştir. 1989’da başlayan s.o. “Geçiş Dönemi” nde 16 hükumet değişti, fakat hiç biri toplumsal korkuya çare bulamadı. 2009 yılında siyaset sahnesine çıkan, Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları (GERB) partisi Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov ülkeyi ancak totaliter yönetim biçimine döndürebildi. Bu satırları 29 Aralık 2019’da yazarken, 29 Aralık 1989 tarihini anımsadım. O tarih bugün Bulgaristan Müslümanları arasında “Kurtuluş Bayramı” olarak anılıyor. O gün, komünist partisi yönetimi etnik politikada geri dönmüştü. Her vatandaşa isim seçme, istediği dinde serbestçe ibadet etme, adetlerini ve geleneklerini yaşatma, kendi anadilini “evde kullanma” ahlak ve siyasi normları iade etti. 1984 yılının sonlarından başlayarak ve daha sonra otoriter rejimin yasaları ve Anayasayı ihlal edilerek ve Bulgaristan halkının birliğini cidden zedeleyen ve bir hak ihlali olan tüm zorunlu yaptırımları kınadı. Bu görüşler, aynı tarihte BKP MK, Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu toplantısında alınan kararın özüdür ve o gün bu gün mağdurlar yeni herhangi bir karar azınlıklar lehinde ileri adım atılmamıştır. Bu kararı alanların hepsi Bulgaristan Müslüman Türklerini yok etmeyi deneyen soykırım sürecinin ideolog, ilhamcısı, siyasetçisi, propagandacısı, emir verenleri olan bu ağır sıklet komünist devlet yetkilileriydi.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunlar tüm suçları diktatör T. Jivkov’un sırtına yükleyerek şu tümceyi onaylamışlardı. “Todor Jivkov’un otoriter rejimi tarafından yürütülen, ‘etnik olarak tek vücut Bulgar milleti’ oluşturmakla ilgili Bulgaristan vatandaşlarının Anayasal haklarını çiğnemesini kınıyoruz.” Bu temel belgede, 1969 yılında BKP MK Politik Bürosu’nun aldığı bir kararla başlayan ve şaşmayan devamlıkla planlı olarak uygulanan, Bulgaristan Müslüman azınlığının etnik-kültürel haklarının, halka sözüm ona “soya dönüş süreci” olarak tanıtılan T. Jivkov rejimi zulmünden söz edilmedi. 1970’li yıllarda Pomakların isimlerinin de komünist-devlet terörüyle zorla değiştirildiğine değinilmedi. Oysa bu toplantının yapıldığı şimdiki Cumhurbaşkanlığı sarayından sadece 500 metre mesafede Rodoplar’dan, Pirin ve Koca Balkan köy ve kasabalarından, Karasu (Mesta), Çeçidinde ırmakları belediyelerinden, o yıllarda Pomak yalanlarına kaynak olarak kullanılan Çepino vadisi köylerinden gelen erkek ve kadınlar 26 Aralıkta kuşattıkları Sofya Meclisi önündeydiler. Tek arzuları vardı; “İsimlerimizi ve Kimliğimizi Geri İstiyoruz!” kitle hareketi önderlerinin isimlerini bir daha duyurmak istiyorum: Hain Ahmet DOĞAN’ın da burada bulunmadığını herkes iyi bilmelidir. 1) Bayram Getov – 1973’ün kahramanlar köyü Kornitsa’dan. 2) Hasan Byalkov – Nevrekov direniş merkezinden. 3) Ali Salivasarov – Zaraevo köyünden. 4) Muhammed Pilev Madan şehrinden. 5) Vais Kongür – Velingrat mukavemet merkezinden. 6) İbrahim Kırpaçev – Nevrekopa bağlı Lıjnitsa köyünden 7) Hüseyin Aguşev – Karlovo’dan. 8) Ahmet Halilov – Koşukavak’tan. 9) Hüseyin Durgudov – Kırca Ali’den vs. vs. Bu isimlerin arasında Ahmet Doğan yoktu. 26 Aralık 1989’da Kremikovtsi Demir Döküm Fabrikasında çalışan Mestanlı’lı Bayram Mıstın’ın oğlu dünyaya gelmişti. Sofya’nın D. Blagoev Belediyesi nüfus Dairesinde Osman Bayram adıyla kayda geçmişti. O an, isimlerinin ve din haklarının iade edildiği haberini alan Pomaklar Halk Meclisi basamakları üzerine toplandılar ellerini göğe açarak lapa lapa yağan kar altında “Fatihalar” okudular, bu günleri görebildik diye hepsi birlikte Allaha şükür duaları ettiler.


Makale ve Analizler - 2019

175

Ne var ki, bu belgede, 1962’de, 1981-1983 yılları arasında dalgalı baskı ve şiddet uygulamasıyla isimleri değiştirilen Roman-Milleten-Çingene kardeşlerimizden söz dahi edilmiyordu. Şunu da acı duyarak yazıyorum. İç İşleri Bakanlığı belgelerinde “Türklerin İsimlerini değiştirme” gibi bir kavram yer almıyor. Bazı evraklarda “karma ailelerden kişilerin isimlerinin değiştirilmesi”, “şu ailenin soy ağacı araştırması” gibi 1982-1984 yılları arasında zorla isim değiştirme sürecinden de kayıtlara rastlanmıyor. Devlet yönetiminin kararında bu dönemler de karanlıkta kalmıştı. Oysa bu kategoriden olan Müslümanlar illegal örgütlenme sürecini o yıllarda başlatmışlar ve Plovdiv ve Varna’da direnişe geçmişlerdi. Soykırımcı-Todor Jivkov terör ve zulmünün devlet, hükumet ve parti yönetimi tarafından (1981 anayasa değişikliği yapılmazdan önce) siyasi sahneden itilip kınanırken, Meclis önünden Dr. İvan Georgiev’ın Bulgar Milli Radikal Partisi milliyetçiliği hayata çağıran bayraklarla yumruk sallayarak geçmişlerdi. 2019 yılında biz aslında her gün aynı yalancı yurtseverleri, Bulgar kimliğinin sahte savunucularını, halkı aldatarak kışkırtanları ırkçı, milliyetçi ve faşist kılıklı popülistler olarak gördük. 12 yıldan beri tüm genel, yerel ve AB meclisi seçimlerini kazanan bu parti, 2016’da kendinde tek kişilik otoriter yönetimi seçme cesareti buldu. 2017’de aşırı milliyetçi siyasi güçlerle ortak oldular. Kaynaşma noktaları ise dil milliyetçiliği ve azınlık çocuklarını ailelerden alıp özel kamplarda kimliksizleştirerek asimile etme siyaseti yaptılar. Yeni Bulgaristan tarihinde, 2016 yılı çok önemli bir tarihtir, sönük demokrasi atılımlarının da ayakaltına alındığı yeni başlangıç oldu. O yıl yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerini kazanan General Radev % 70’in üzerinde oy aldı. Son 3 yılda onun kamuoyu desteği % 62’nin alına düşmedi. Anayasa, politik sistem ve özellikle seçim sistemi değişikliğinde ısrarcı kaldı. Hele 7 yıllık bir süre için yeni Başsavcı seçiminde, kontrolsüz bir başsavcılığa ve adaletsizliğe karşı olduğunu ortaya koydu. Bu açıdan analiz edildiğinde, sanki 2019’un siyaset tablosundaki 4 seçimin dördününde de muhalefet cephesini partiler değil de, şahsen Cumhurbaşkanı Radev yönetti. Yönetimin aşırı milliyetçilik ve tek kişilik yönetimle faşizme kaymasına duvar çekmeye çalıştı. 2019’da Kısa adı GDBOB olan (Örgütlü Suçlarla Mücadele Amirliği) mahkeme kararı olmadan seri baskınlar, saldırılar gerçekleştirmeye başlayınca vatandaş ürktü. Avrupa Birliği parlamentosu seçimleri kitlenin GERB partisinden çekindiğini ortaya koydu. Yerel seçimlerde Başkent Sofya’da


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

8 ilçe belediyesi başkanı değiştirildi. Başsavcı ve Dolandırıcılıkla Mücadele Komisyonu başkanı seçiminde adeta bir iç savaş yaşandı. Yürüyüşlerde “Başsavcı Cumhuriyeti İstemiyoruz” sloganı taşındı. Seçimlerde 37 716 aday kimliği yoklaması yapıldı ve 30 yıl geçmesine rağmen hala 1 608 gizli polis ajanının yönetime aday oldukları açıklandı. 2009’dan beri toplanan birikim GERB partisinin Bulgaristan’da Halk devletinin ilkesiz adaletsiz yönettiğini gün ışığına çıkarmış oldu. İktidarın üst katlarındaki dalavere, dolandırıcılık ve rüşvet olayları Bulgaristan’ı dipten sarstı. Skandal olaylar AB komisyonlarında ve ABD Senatosunda görüşüldü. Yüz karası olaylar açıklanırken GERB partisinin 2.adamı Başkan Yardımcısı Ts. Tzvetanov, Adalet Bakanı S. Tzaçeva, daha birkaç Bakan ve Bakan yardımcı, Dolandırıcılıkla Mücadele Devlet Komisyonu Başkanı ve birçok başka kurum yetkilisi görevlerinden alındı. Bulgaristan’da 7.8 milyar levayı “konuk evi” için kendi adamlarına dağıtan Tarım Bakanı da istifaya zorlandı. 2019 Yılının tablosunda göze çarpan birkaç örnek daha verelim: Bulgaristan’ın Birincilikleri neler; Nüfusu sürekli azalan Bulgaristan binde 16,5 ölüm oranıyla dünya birincisi oldu. Kanser hastalıklarında ise, Avrupa birincisi oldu. Hayvan salgınları 300 bin domuz, binlerce koyun ve keçinin imha edilmesine neden oldu. BTK bankasından 7.2 milyar leva çalındı ve hırsızlar hala bulun(a)madı. 240 kişilik mecliste, her biri 6.900 leva maaş alan milletvekilleri genel kurul çalışmalarına 5656 gün gitmedi, komisyon çalışmalarını da 828 gün boykot etti. Bulgaristan’da 1500 okul kapalı kaldı. 17 bin çocuk okula gitmiyor. AB’nin en yoksul ülkesi Bulgaristan’dır. Birleşmiş Milletler istatistiklerinde mutsuz insanlar ülkesi sıralamasında başta gelirken, “Blunberg” TV’ye göre ise, Bulgaristan ahlaksızlıkta birinci olup manevi sefalet yaşıyor. Protesto eylemlerinin yılı da diyebileceğimiz 2019’da özürlü çocuklu anneler hak ve adalet arama direnişleri uzun sürdü. Başbakan Yardımcısı ve NDSB Başkanı Valeri Simyonov ile Sosyal Hizmetler ve Emek Bakanı Petrov’u istifaya zorlandılar. Bulgaristan ayrıca Uluslararası dolandırıcılık boyutu alan ve adına “yoksul halkın hakkını yemek” diyebileceğimiz uygulamaların kamuoyuna duyurulması yollarının kapanması için ana muhalefet partisi BSP ve küçük muhalefet HÖH – Hak ve Özgürlük Partisi liderlerinin ve çevresinin de derinleşen yolsuzluklardan susma payı aldığı gün yüzüne çıktı.


Makale ve Analizler - 2019

177

Özetlerimizde belirgin olan şudur: Güney Doğu Avrupa’nın neredeyse Asya ile sınırını koruyan ve uluslararası “göç ve kaçak” akımını sözde durduran Bulgaristan’da, 2017’den beri aşırı milliyetçi, ırkçı, “faşizan” çevreyi temsil eden ve iktidar ortaklığına tırmanan üç siyası parti güçlendi. Bunlar dolandırıcılığı tepeye çıkaran VMRO – İç Makedon Devrim Örgütü; NDSV – “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Hareket ve “Ataka” partileridir. 120 bin yabancıya 10 bin Dolar karşılığında Bulgar vatandaşlığı, kimliği ve pasaportu satan şebekeyi yöneten VMRO partisinin kirli işleri açıklandı. Sığınmacı ve savaş kaçaklarına kanal işletenler bir kısmı da tutuklandı. Bu olaylar ve suçlulardan ise hesap sorulmaması, devlet siyasetini tamamen kirletti. HÖH partisinin yeni faşistlerle ilişkisi de ilginçtir. Bir yandan dışarıda hükumetten çekilmeleri istenirken, mecliste önerilerinin hepsine oy verildi. Bunu anlamak mümkün değildi, fakat çıkarlar her şeyi değiştirebileceği de ortadaydı. Yargı değinmişken, 2019’da “Başsavcılık Cumhuriyeti”, “Başsavcılık Demokrasisi” gibi siyasi yakıştırmaları hak eden Bulgaristan adaleti, Müslüman Türklere 1984-1989 yılları arasında uygulanan devlet terörü, zulüm ve soykırım denemesine karşı 1991’de açılan davalardan birkaçı istisna dışında, sonuç alınmadı. Bin bir çeşit engellemeler hep o savcılıktan geldi. Bulgaristan siyasi kamuoyu 1989 Mayıs ayaklanmamızın diktatör Soykırımcı-Jivkov’u devirdiğini ve demokratikleşme sürecini açtığını bugün de kabul etmiyor. Vatan toprağından sökülüp atılan Türklerin faciasını “Büyük Göç” masallarıyla anlatmaya devam ediyor. Aynı zamanda katmerleşen bunalımlar içinde boğulan Bulgaristan’ın bir tek Türklerin öncülüğünde dirileceğine ve zulüm ederek millet oluşturulamayacağına da hala inanmak istemiyorlar. Komşu ülkelerde Bulgarların isimlerinin de değiştirildiğini ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin isim değiştirmeyi “suç kabul etmediğini” iddia ederek, kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. 2019’da Bulgarları rahatsız eden bir unsur da, Türklerin kendilerinin Bulgaristan’da yaşayan en güçlü, bilinçli, dini, dili, yazısı, edebiyatı, sanatı ve kültürü olan, hakları uğruna motive olmuştu. Olağanüstü sabırlı ve anavatan Türkiye’nin gücünü ve Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bilge liderliğini duyumsamadan kaynaklanırken, büyük liderin artık Bulgaristan Müslümanlarını asla ezdirmeyeceğine inanmalarından giderek daha fazla çekinmeye başladılar. Türkiye’de diğer Cumhurbaşkanlarından farkı şuydu;


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnönü “Edirne’den Karsa” sloganı kullanırken, Özal “Adriyatikten Çin Seddine” Yeni Başkanın sloganı ise “Nerede bir Türk Varsa” sloganı geliştirmişti. Bulgaristan Türkleri yapılacak yeni anayasa değişikliğinde, seçim sistemi değişikliğinde, kişisel ve kolektif hak ve özgürlüklerinin, devlete karşı yükümlülüklerinin madde madde sınırlanmasında ısrar ediyorlar. Artık dış ülkelerdeki çifte vatandaşların tüm seçimlere seçilen ve seçen olarak katılmak, posta ile oy kullanmak ve derneklerin aday göstermesinin yasallaşmasına hemen geçilmesini öneriyorlar. Bununla birlikte, soykırım denemesinin 35. ve zorla göçe zorlanmalarının da 30. Yıl dönümü toplantılarında, sempozyum ve panellerde “Soğuk Savaş yıllarında etnik temizleme siyasetine maruz kaldıkları”, Bulgaristan’da göçe zorlanmalarının “totaliter rejimin etnik arıtma siyaseti olduğunu”, 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan’da soykırım denemesi yapıldığını, Kültürel Soykırım gerçekleştirildiğini ve şu anda da dil milliyetçiliği yapılarak, Türkçe’mizin devlet okullarında zorunlu ve seçmeli okunmasına engel olunduğunun tarih ve edebiyat ders kitaplarına işlenmesi gerektiğine vurgu yapıyorlar. Bununla birlikte şu dönemde geçici bir uzlaşmaya açılmak için, yardımcı ders kitaplarında, Todor Jivkov diktatör rejiminin yıkılmasında 1989 Türk Ayaklanması ve 52 direniş hareketinin rolünün işlenmesi zorunlu olmuştur. Bununla birlikte, 2019 yılında dil, gelenek, kültür, edebiyat ve sanat terörü şeklinde tüm azınlıklara karşı devam eden Bulgar milliyetçi saldırıları devlet politikası olarak şiddetlendi. 1882’de bir devlet politikası olarak başlayan Bulgaristan’ı Osmanlı kalıntılarından ve Müslümanlardan arıtma siyaseti günümüzde Roman-Milletten de arıtma biçiminde yeni bir vahşetle devam ediyor. Avrupa Birliğinden parasal fonlarla da desteklenen Romanları bütünleşme yani asimile etme siyasetini uygulama programını aşırı ırkçı VMRO partisi yeniden hazırladı. Daha Bakanlar Kurulu onayını almadan uygulamaya koydu. Gabrovo belediyesinde getto ateşe verildi. Gırmen belediyesinde Roman evleri yıkıldı. Polovdiv (Filibe) ili Maritsa Belediyesi “Voybodino” köyünde, Asenovgrad, Varna, Ruse (Rusçuk), Sofya ve başka şehirlerde mahalle saldırıları şeklinde uygulanmaya kondu. Romanları yaşadığı “getto” mahalleleri yakıldı yıkıldı. Bu barbar gelişmede yeni olan son vahşet olaylarını ilk kez ortak dilekçesiyle mahkemeye


Makale ve Analizler - 2019

179

taşıyan Romanların dava kazanmasıdır. Ne var ki, daha önceki yıllarda Bulgaristan Müslümanların Diyanetin Baş müftülüğünün totaliter komünist dönemde gasp edilen cami, medrese, hamam, kahve-dükkân saldırıları şeklinde uygulamaya konarak, bağ bahçe, işlenir toprak, orman, koru, otlak vb mülkleri geri almak için açılan davalar kazanılsa da hiç birleş alınamadı. Romanlar da 2019’da “doğduğu evde, mahallede ve yerleşim yerinde yaşama hakkı” davalarını kazandılar. Fakat Bulgaristan’da belediye yönetimleri mahkeme kararını tanımadılar. Olaya Helsinki İnsan Hakları Konseyi el attı ve dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. Bu gelişme, Avrupa İnsan Hakları Çerçeve Antlaşmasının azınlık ve kolektif haklar maddelerini uygulamayı kabul etmeyen Bulgaristan’daki adaletsiz sistemin 2020’de çıkacak kararla delinebileceği umudu doğdu. Şiddetlenen Roman probleminden örnekler anımsatıyorum. Bugüne kadar benzer durumlarda Romanlar iki defa Bulgaristan’dan topluca “defolun” teklifi almıştır. Birinci öneri Hindistan Başbakanı Bayan İndira Gandi tarafından 1981’de Bulgaristan’ı resmi ziyareti esnasında Sliven (İslimye) şehrinde yapılmıştı. Hindistan lideri, “Çok fazla rahatsız ediyorlarsa, hepinizi Gang nehri boyuna alayım” demişti. İkinci öneri ise, Bulgar Bilimler Akademisinde görevli ve Sosyalist Parti yönetiminde yer alan Prof. Dr. N. Mizov tarafından “tek taraflı biletle hepinizi Birleşik Amerika’ya gönderelim” şeklinde dile getirilmiştir. 2007 yılından sonra AB sosyolojik kurumlarının Bulgaristan’da demografik sorunlar konusunu araştırmada bulunurken, 2030 yılından sonra ülke nüfusu çoğunluğunun Roman-Millet azınlığı lehinde değişme olasılığının ortaya çıkmasıyla, bu azınlığa karşı ırkçı saldırı yönleri kesin biçimler aldı. Halen AB ülkelerinde Bulgar Romenleri koloniler halinde örgütlenmiş olup toplam 3 milyon Bulgar gurbetçisinin büyük bölümünü oluşturuyor, anadillerini kullanarak yetersiz koşullarda ama sıkı dayanışma halinde yaşarken, memleketteki yakınlarına da mali destekte bulunuyorlar 2019 yılında Bulgaristan’da yaşanan en önemli sosyal ve siyasal olay da yine Romanlarla ilgilidir. Avrupa Konseyi’nin “Kadına Şiddetle Mücadele” konulu İstanbul Sözleşmesinin uygulanmasından Güney Bulgaristan Roman topluluğunda baş gösterdi. Azınlık çocuklarına sosyal ve eğitimsel destek amaçlı AB fonlarından gönderilen 134 milyon Avro ile Bulgaristan’ın bazı yerleşim merkezlerinde yerleşkeler şeklinde kurulan sosyal tesislere toplama programına tepki olarak gerçekleşti. 2018’de 3 binden fazla Ro-


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

man çocuk bu girişimle sosyal görevliler tarafından ailelerinden koparılmış ve yerleşmelerde kapsule edilmişti. Programın Ekim 2019’da yoğun uygulamaya geçirilmeye başlandığını gören Roman ana babalar, 100 bin kişilik bir ortak protesto eylemiyle 44 bin öğrenciyi okuldan aldı ve sosyal görevlilerin çocuklardan el çekmesini ve “mavi oda” adlı okullarda ailelerindeki sosyal durum üzerinde araştırma yapan özel donanımlı sosyolog odalarının kapatılmasını talep ettiler. Roman ailelerin çocuklarını savunma ve yaşam tarzlarını Avrupa Konseyinin “jender” programından koruma eylemi, aynı anda ve 15 kentte birden düzenlendiğinden dolayı B.Borisov hükumetini sarstı ve hükumet ortağı VMRO milliyetçilerinin Romanları aşamalı asimile etme programının şimdilik rafa kaldırılmasını sağladı. İşte böyle sürekli kaynayan bir sosyal ve poltitik ortamda Bulgaristan’da birincisi Mayısta, ikincisi de Ekim sonunda 2 önemli seçim yapıldı. Birinci Mayıs 2019 seçimlerinde Bulgaristan Avrupa Birliği parlamentosuna 4. kez 17 milletvekili seçildi. Seçime 13 siyasi parti, 7 koalisyon ve 9 bağımsız aday katıldı. Brüksel’e ; GERB -6, BSP -5, HÖH -3, VMRO -2 ve Demokratik Bulgaristan (DB) 1 milletvekili gönderdi. Seçmen aktifliği AB ortalamasında 50,66 iken, Bulgaristan’da % 32,64’da kaldı. İktidar partisi GERB milletvekili sayısını korurken (6), muhalefetteki sosyalistler 2014’e kıyasla milletvekilleri arttırdı. HÖH partisi de 1 yer kaybetti. Bu seçimlere ilk kez giren “Demokratik Bulgaristan” genç hukukçu Sayın Radan Kınev’i AB Parlamentosuna gönderdi. Bu gelişme, Bulgaristan siyaset arenasına, anayasa değişikliği, adalet reformu ve hukukun üstünlüğünü ve insan haklarına saygılı bir yeni siyaset akımı çıktığını gösterdi. Soydaşlarımız AB pasaportları olmalarına rağmen bu seçime de katılamadılar. Bu hamle Ekim ayında yapılan yerel seçimlerde daha da derinleşti. 2009’dan beri 11 seçimi ard arda kazanan GERB partisi yeniden geriledi, 5 il merkez belediyesini kaybederken, asıl mücadele başkent Sofya Belediye başkanlığı için yürütüldü ve ilk defa %50’yi aşamayan GERB


Makale ve Analizler - 2019

181

adayı Yordanka Fındıkıva %49,6 ile kazanırken, bağımsız aday Maya Manolova 2 kat artan sosyalistlerin oylarını alarak % 46’ya ulaştı. “Demokratik Bulgaristan” adayları da başkent ilçelerinden 8’ini ve Büyük şehri belediye meclisi üyelerinden üçte birini ele geçirmiş oldular. Kırcali Belediye Başkanlığını 4. Kez kazanan mühendis Hasan Aziz ile birlikte karma bölgelerde belediye başkanlıkları, belediye meclis üyelikleri ve muhtarlıklar için GERB ve BSP ile HÖH arasında kıyasıya bir seçim mücadelesi verildi ve karma bölgelerde Türk egemenliği korundu. 1991 seçimlerinden beri Bulgar partilerinin gelenek haline getirdiği Türklerden belediye başkanı ve muhtar adayları göstermeme geleneğini de sürdürdüler. “Türk” partisi HÖH binden fazla muhtarlık kazandı. HÖH partisinin hak ve özgürlük davamıza sağdık olduğu kanıtlanmayınca Müslüman Türk seçmen Hak ve özgürlük Hareketine geri döndü. Parti ancak çoğulcu sisteme göre kullanılan oyları kabul ettiğinden, yerel seçimleri en fazla oy alan ya da adaylığı seçmen tarafından işaretlenen adayın seçilme ayrıcalığı olsa da bu defa da uygulanamadı. Türk bölgelerinde tek kişilik diktatörlük kurulmuş durumdadır. Emirler Sofya’dan geliyor. Türkiye’deki soydaşlarımızdan yılda 6 ayını Bulgaristan’da geçirmemiş olanlar belediye seçimlerinde de oy kullanamadılar. Yani Bulgaristan dışında olanlar oy kullanmasınlar dediler. Demek oluyor ki, gelecek seçimlerde bu kişilerin oyu çok etkili olacaktır, Bulgaristan’da değişimi bu oylardan gelecek gibi… Bu hak, Bulgaristan dışında ve Avrupa ülkelerindeki gurbetçilerimize de tanınmadı. Yasa dışı uygulamalara tepki gösteren Türkiye’den BULTÜRK Derneği, Almanya’yı örnek göstererek posta ile oy kullanma ve 6 ay ülkede kalma şartının kaldırılmasını isterken, Sofya Meclisinde HÖH milletvekilleri tarafından desteklendi. 2016’dan başlayarak iktidar ortaklığı HÖH partisini kendi stratejik çıkarları için kullanıyor ve fahri başkan hain-A.Doğan ve kukla-Genel Başkan M.Karadayı gibi özel kadroları bol keseden yemleyerek, partiyi kullanıyorlar. Türkler bunu hissetiler özellikle Bulgaristan dışındakiler bu sebeple mi oy kullanıldırmadılar acaba… Bu gelişim tablosu içinde, yılsonunda Bulgaristan’ın Pernik ve bazı başka il merkezi ve köylerinde içme suyu ve çevre kirliliği krizi gelişti. Olaya tepki gösteren Bulgaristan Sosyalis Partisi 2020’nin ilk günlerinde 4. Gensoru ve erken seçim isteğine hazırlanıyor. Cumhurbaşkanı R. Radev


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

de kamuoyu temsilcileri ve mecliste grubu olan partilerin ileri gelenleri ile görüşmeye davet ederek anayasa değişiklikleri yapılması için Büyük Millet Meclisi seçimi yapılmasını önerdi. 2020’de yapılacak erken genel seçim “Demokratik Bulgaristan” ve “Böyle bir Ülke Olamaz” partisini de meclise taşıyabilir. Bulgaristan’ın yönetimi bu partilere verile bilinir, tabi doğru anlatabilirlerse kendilerini bu yönetim boşluğunu doldurabilirler. Bu iki partinin özellikle Bulgaristan’da ve dışarıda yaşayan Müslümanları kucaklamaya yöneleceğine kuşkuyla bakanlar çoğunluktur. Çünkü Bulgaristan sanki önceden parçalanmış ve siyasete dalmış istidatlı kadroların dosyaları Moskova’ya çıkarılmış ve hepsi uzaktan kumandalı ve birbirine dokunmadan Moskova’dan ya da başka bir yerden yönlendiriliyorlar. Geçmişi temiz genç kadroların siyaset sahnesinde boy atmaları engelleniyor. Eskiden Aleksandır Stanboliyski’nin çabaları Rusçuk Valisi Mithat Paşa reformlarından ilham almıştı. Hamlede, Bulgar ve Türk köylüleri aynı yolda toplayan bir gizem vardı. 1929’da Türk Milli Kongresi, Turan teşkilatları ve sportif ve sanat dernekleri bu ortamda toplanmış birleşmişlerdi. Bulgar devletinin desteklediği gericiler de bu günkü HÖH’çüler gibi onlara karşıydılar. Al.Stanboliyski’nin Çiftçi Partisi 1923’te yasaklansa da, 1944’te monarşı rejiminden çıkan Çiftçi Partililerin sayısı 800 bin kişidir ve komünist rejim tarafından 1953 ‘ten sonra “Belene” kampına sürülmeye başladıklarında aralarında büyük sayıda Türk çiftçisi de vardı. Şu iyi bilinmelidir ki, birkaç kuşak kesintiden sonra, hele 1992 çöküşünden sonra Bulgar iktidarında Mithat Paşa ve Al. Stanboliyski ruhunu bulunmadı çık(a)madı. 2019 yılında Bulgaristan’da Hasan TAHİR’in öncülüğünde altı bin kök safran ekildi. Bu bitki toprağımızı sevdi. Yatırım bulunabildiğinde Türkleri tarımda ve işleme sanayinde örgütleme yolu açılabilir ve politik arenaya yeni bir güçle çıkılabilir. Bu iyi bir fırsat ve bu fırsat kaçırılmamalıdır diyor Hasan TAHİR Abimiz. Bir buçuk asra yakın bir sürede Bulgaristan’da Türklerden başka hiçbir azınlığın politik parti tescil ettirememesi, HÖH dışında ve HÖH’ten kopma 7 siyasi parti kurulsa da hiç birinin Müslüman ortamda kök salamaması kökleşememesi düşündürücüdür. Hepsinin de Bulgaristanın muhbirleri olması da düşündürücüdür. Oldukça uzun olan bu tarihsel süreçte Türklerin gönlünü kazanan Bulgar partisi örneği olarak ancak Aleksandır Stanboliyski tarafından kurulan Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği olmuştur. Köklü tarım reformu yapmaya çalışan Stanboliyski, azınlıklara el uzattığı için monarşi ajanları tarafından katledildi. 1878’den beri devam eden ve 6 kitlesel göç ve kesin yok etme aşamalı soykırım deneme süreci yaşadı. Bulgaristan’da Müslüman Türkler bu


Makale ve Analizler - 2019

183

yıl da anadillerini serbest kullanabilme, geleneklerine, sosyal ve ekonomik yaşama daha aktif katılma, politik yaşama öz temsilcileriyle dönme mücadelesine devam ederken, insan hakları ve kültürel özerklik mücadelesinde Makedon azınlığın bile arkasında kaldı. 30 yıldan beri onları temsil eden bir politik parti olmasına rağmen, daha 1993’te “bana güvenin” yalanıyla aldatıldıklarını fark eden, istihbarat servisleri tarafından biçimlenen politik bünyeden 7 parçalanma halinde ayrılsalar da, yeni bir bünyeye akıtamadılar birlik ve beraberlik oluşturulamadı. Sayıları 120 bin küsur olan Makedon azınlık, Bulgaristan Türkleri gibi kimliğini meşrulaştıramıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde 3 dava kazanan ve kararları Avrupa Konseyi Hukuk Komisyonu tarafından onaylanan OMO-İninden örgütünü “Bulgaristan’da Makedon yok” gerekçesiyle yerel mahkemeler tescil etmiyor. Yugoslavya’dan ayrılıp 1991’de bağımsız Makedon devleti ilan edilmesinden ve 2018’de Bulgaristan ve 2019’da da Yunanistan’la antlaşma imzalayan Üsküp hükumeti, NATO ve AB üyeliği hazırlıklarına öncelik verirken Bulgar hükumetiyle “tarih”, “dil” ve kimlik” konularına takıldı ve Sofya, yukarıdaki üyeliklerle ilgili “veto” hakkını kullanmadan söz ederken ciddi gerginliğe neden oldu. Bu gelişmeler Bulgar milliyetçiliğinin ülkedeki azınlıkların kimlik hakları ve Balkanlardaki yeni denge açısından çok ciddi sorunlar yaratma stratejisine kilitlenmiş olduğunu kanıtlıyor. 21 yüzyılın başında büyük bir yoğunlukla devam eden Bulgaristan Müslüman Türkleri ve diğer azınlıkların Kimlik davası, temel insan hakları ve azınlık hakları davası son aşamasına girmiş bulunuyor. Bu yeni aşamada çocuklarımıza anadilimizi öğretmek, hepsini okutup iyi yetiştirip öncülük yapmak görevimiz oluyor. Ekonomik sorunlarımızı öz çabalarımızla çözme yollarını aşarken siyasi alanda örnek ve öncü olmaya yönelmeliyiz. Elleri harama bulaşan Bulgar siyasetçilerinin özellikle de HÖH liderlerinin de zamanı doldu ve fenerleri sönüyor, pilleri bitiyor. Totaliter milliyetçiliği sürdürebilmek için HÖH liderlerine para akıtanların da günleri sayılıdır. Allah Bulgaristan halkına yardımcı olsun. Aralığın son günlerinde yeni yıla girerken umutlarınızın gerçekleşeceğine kalpten inanıyor, hiç ümitsiz kalmamanız yeni bir gelecek ve yeni bir başlangıç olur inşallah. Öncelikle Bulgaristan Türklerinin ve Türk Dünyasının Yeni Yılını Kutlar sağlıklı, başarılı ve mutlu günleriniz olsun. Mutlu insan sevgisine ve kendine güvenendir. Sevgi bütün kapıları açar. Selam ve dua ile Allah’a emanet olun her şey gönlünüzce olsun. Yeni 2020 yılınız kutlu olsun…


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Demokrasi Yok

Tarih: 01 Ocak 2020 Yazan: Ayşe HACIOĞLU Konu: Yabancıların menfaatlerini gözeten oligarşi ile iyiye doğru dönüşüm yapamayız. BGSAM yorumlarını yıllardan beri dikkatle izledim. Size katılmak ve ben de yazmak istiyorum. Bursa’da yaşıyorum ve sosyal ve ekonomi alanda mayalanamayan Bulgar dönüşümünü, ham kalan bir süreç olarak analiz etmenin olumlu olacağına inanıyorum. Bulgar geçiş dönemi (dönüşüm beklentisi) sosyolojinin Batı yöntemleriyle analiz ediliyor. Son 30 yıllık çalışmalardan her hangi bir yararlı felsefi ve politik sonuç çıkarılmadı. Hatta milli çıkarlarımız denen olaya bir tanım getirilemedi, çünkü 30 yıldan beri doğudan kopmak ve Batıya bağlanmak isteyen ülke, hele Avrupa Birliğinde bunalımlı çalkantı başlayınca 2 arada kaldı.


Makale ve Analizler - 2019

185

Bulgaristan Başbakanı B. Borisov plansız bir gelişim izlerken, eski itfaiyeci alışkanlığıyla, memleketi çıkan yangını söndürme alışkanlığıyla idare ediyor. Yönetiyor ya da yönlendiriyor demek istemiyorum, çünkü yönetmek için kısa ve uzun vadeli, yıllık, 10 yıllık ve stratejik planlar yapmak ve uygulamak gerekir, bizim kayık nehrin derinliğine bakılmaksızın hep üzerinde dalgalana, dalgalana yüzmeye çalışıyor. Amerikan “Pü” sosyolojik araştırma ajansının ülkemizde yaptığı ve geçen yılın 8 Kasımında yayınladığı sonuçlara göre, Bulgar vatandaşlarının ancak % 24 – 32 arasında bir kısmı Geçiş Döneminden memnunken, “Galıp İnternational” ajansı araştırmasından ise, nüfusun % 29’unun geçiş döneminin yararlı olduğunu ifade etmiştir. Bu “memnunluğa” rağmen, ülke eski sosyalist Doğu Avrupa ülkeleri arasında Ukrayna’dan sonra sıralama sonunda yer alıyor. Eskiden mi “iyi idi”, yoksa “şimdi daha mı iyi” sorusuna yanıtta, % 24 şimdiki yönetimden memnun olduklarını ifade ederken, % 57’sinin yaşanan totaliter baskı yıllarına rağmen, “Todor Jivkov’un sosyal politikası halka daha yakındı” demesi dikkati çekmiştir. 18-30 yaşları arasında gençlerden sadece % 21’i şimdiki yönetimden memnun iken, 60 yaş üstündekilerden % 72’sı de memnun olmadıklarını ifade etmişlerdir. Ankete katılanlardan % 80’in Bulgaristan’da “yasal yollardan zenginleşmenin” olanaksızlığına işaret ederken, % 72’si Avrupa Birliğinin ‘zenginler kulübü’ olduğunu ve fakir ülkelerin yoksullarına pek yardımı dokunmadığına vurgu yapmışlardır. Öte yandan “Galıp İnterneytınıl” anketi sonuçlarında, Bulgaristan nüfusunda çoğunluğun Macar lider Orban’ın ekonomi ve sosyal siyasetine olumlu baktığını ortaya koymuştur. “Galıp İnterneyşenıl” araştırmasına göre Bulgaristan’da “demokrasi” yok. Son dönemde sermayenin yoğunlaşması ve merkezleşmesi izleniyor: 2019 yılında emekçiler % 88,35 iken, patronlar da nüfusun % 3.72 siydi. Kendi başına bir şeyler yapmaya çalışanlarsa % 7,19’dur. Ekonominin % 60’ını korum ve şirketlerin % 60’ı elinde tutuyor. Zengin olmak isterseniz demokrasiyi unutacaksınız, ikisi bir koltukta olmaz, diyenler sanki haklı. Demokrasinin temelinde adaletli paylaşım vardır ki, Bulgaristan’da bu yoktur. 17-18 yıl önce Bulgaristan’da üretim güçleri devlet sektöründen özel kuruluşlara aktı, hatta Atlantik yönelimine doğru açılım başladı, ne bu medeniyete doğru ilerlememizin başladığı anlamına gelmez. 1989’da “Sofya Kliment Ohridski Üniversitesini” ziyaret eden genç aydınlar daha adil bir


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kültürel-sosyal yapı istiyorlardı, fakat hayalleri şimdilik suya düştü. 8 adet F-16 uçak almakla olacak iş değil bu. Önce Batı’dan adaletli düşünmeyi, hukuk üstünlüğünü öğrenmemiz gerekir. Bulgaristan’da Geçiş Dönemiyle ilgili sert kavga sürüyor. Anketlere katılanlardan % 75’in “geçişin barışçı geçmesinden” memnuniyet ifade ederken, % 13’si totaliter komünist rejimin ne pahasına olursa olsun silah gücüyle korunması gerektiği görüşünü savunurken, % 12’lik başka bir grup da komünist rejim katillerinin en sert bir şekilde cezalandırılmasından yana çıktı. “Galıp İnterneytınıl” araştırmasına göre, Bulgar milliyetçiliğinin köklerinde ötekine düşmanlık, sığınmacılar, kaçaklar, “İstanbul Sözleşmesi” vb var. Nüfusun çoğunluğu yönetici elit grubun izlediği rüşvetçi, dolandırıcı, dalavereci siyasetten, çok yönlü eşitsizlikten ve gelir adaletsizliğinden, ayrıca sosyal yardım dağıtımının birçok şarta bağlanmasından hoşnutsuzdur. Yapılan araştırmalarda ve anketlerde en fazla yer alan sorunlardan biri de etnik topluluklarla ilgilidir. Anket soruları Bulgaristan’da etnik barışın korunması başarısını Hak ve Özgürlük Hareketi lideri A. Doğan’ın rolünü yükseltmek için hazırlanmıştır. A. Doğan, BKP MK’ne “Bulgaristan Türklerinin gemlenmesinin tek çıkış yolu isimlerinin değiştirilmesi ve gelenek ve görenekleriyle yaşamalarının yasaklanmasıdır” teklifinde bulunan A. Doğan’dır. Bu konuda Doktora Tezi de yazmış ve İç İşleri Bakanları önünde savunmuştur. Bulgar istihbaratı gizli ajan dosyalarından bazılarının Moskova’ya gönderildiği ve bunlardan birisinin de ajan A. Doğan dosyası olduğunu halk öğrendi. A.Doğan’ın Sofya Üniversitesi felsefe fakültesinde ders vermiş olduğu yanlıştır. O Üniversiteyi “İyi” – (4) notuyla bitirmiştir. Üniversiteyi dörtle bitiren bir kişinin Yüksek Okul veya Üniversitelerde öğretmen veya bilim adamı olma hakkı yoktur, dolayısıyla Doktora Tezi savunma hakkı da yoktur, o da ders vermemiş ve meşru bir tez savunmamıştır. Doğan’ın hayatı baştan sona yalan dolandır. Ona verilen madalyalar da ancak Türklere yaptığı kötülükler içindir. Son 30 yılda Bulgar toplumunu bölen izlediği yanlış politikadır. Dolaşanlar şaibedir, yalandır. Bulgar Bilimler Akademisinin (BAN) bu konularda açıklama yapması gerekir. Etnik konuda, Bulgaristan sert baskı uygulamaya devam etmekte ve izlediği politika uluslar arası insan haklarına ters olduğu gibi, Komşu Makedonya, Romanya, Türkiye ve Kafkas ülkelerindeki uygulamalardan çok farklıdır ve insan haklarını, azınlık haklarını ayakaltına almaktadır. Bulgaristan’daki etnik sorunların aile veya yaşayış düzeylerinde olduğunu ifade edenler, Bulgar idaresinin tarihe hakim olduğunu ileri sürerek günümüzdeki duruma al koymuş durumda olduklarını iddia ediyorlar.


Makale ve Analizler - 2019

187

Böyle olsa bile geleceğe yönelik bir plan program olmaması, hele etnik toplulukların hakları konusunda tedirginlik uyandırmaya devam etmektedir. Geçmişin önemli olaylarından Dobriç (Osman Pazat), Pomakların Tımraş Otonom Cumhuriyeti (Rodop Devleti) ve Batı Trakya Türk Cumhuriyetiyle başa çıkabilmiş olduklarına vurgu yaparken, Kornitsa’da bölgesi 1973 Pomak Cumhuriyeti ilan edilmesinden, isim değiştirme ve soy kırım denemesinin en şiddetli döneminde Ramadan Akif Yusuf’in Güney Doğu Rodop köylerinden 19’una Aya Yıldızlı Bayrak takmasından, 1989 Mayıs Milli Türk ayaklanmasından söz etmemekle yetiniyorlar. Zulüm uygulayarak halkı susturabileceklerini zannediyorlar. Bu ayaklanmaların hepsinde Müslüman azınlık topluluğunun hak ve özgürlük uğrunda isteklerini, uluslar arası insan hakları ve vatandaşların eşit haklılığı açısından değerlendirmeye yanaşmıyorlar. Sorunlarımıza çözüm aramak istenmiyorlar. HÖH yönetimi de milyonlar karşılığında halkımızın yokluk çizgisinin altında ve devletten kopmuş vaziyette ezilip süründürülmesinde göz yumuyorlar. Yeni 2020 yılınız kutlu olsun. En iyi, sağlıklı, bol şanslı ve mutlu günler dileklerimle. Teşekkür ederim.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sorunları Kendimiz BİZ Çözmeliyiz Tarih: 31 Aralık 2019 Yazın: Şakir Arslantaş Konu: 2020’de Nemelazımcı olmayalım.

Önce tüm okurlarımın, hepinizin yeni yılı kutlu ve mutlu olsun. 2020 hepinize sağlık, başarı ve mutluluklar getirsin. Ayrılık ve sıla hasreti çekenler kavuşsun, bekleyenler kavuşsunlar. Şahsen banа kalırsa, 2019 yazılarımda, demeçlerimde ve sohbetlerimde eleştirel yaklaşmış olabilirim, farkındayım kimi defa “o kadar da olmaz”, dedirmiş olsam da hep yüreğimdeki umudu ve olumlu yaklaşımı yansıtmaya çalıştım. İşte Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in 1 Ocak 2020 Yılbaşı mesajından bir alındı. Gazeteler demeci “cenaze merasimi” konuşması olarak değerlendirdi. “Biz artık her konuda Avrupa Birliği sıralamasının en sonundayız, kavgamız artık su ve nefes edilecek hava içindir.” Dinleyenler, “vay be artık Afrika ülkelerinin de her konuda arkasına dizilmişiz,” dediler. Başkan Radev şöyle konuştu: “Milli bayram birçoğumuzu yeniden topladı. Evimizin ve yakınlarımızın sıcaklığı yüreğimizi ısıttı. Sağlık ve mutluluk duyguları doldurdu gönlümüzü. Yılbaşı böreğinde herkes için kısmet olduğu gibi, toplumda da yaşlıların ve yoksulların, kimsesizlerin hepsi için kısmet olmalıdır. Yılbaşı gecesi sofra kuramayanlarımız var. Binlerce Bulgaristan vatandaşı sefillikle mücadelede yenik düşüyor. Vatandaşlar arasındaki iyilik dokuları vatan sevgisi ve daha mutlu tarınlar umuduyla vatandaşlarımızı birbirine kenetleyecektir.” Cumhurbaşkanının kutlama mesajı, 2019’da 2 defa işten alınan ve Sofya gösteri alaylarının direnciyle işe geri alınan Sosyal İşler Bakanı’nın konuşmalarını anımsattı. ***


Makale ve Analizler - 2019

189

Бaşbakan Boyko Borisov da 2020 yılını kutlama mesajı yayınladı. 2019’un Bulgaristan halkı için çok başarılı geçtiğini, yeni yılda asfalt yol döşeme, Arnavut kaldırımı, Arnavut kaldırımı ve bordür döşeme işlerinin devam edeceğini söyledi. 2019 yılının değerlendirmesi için her bakana 3 dakika rapor etme vakti tanıyan Başbakan Borisov, birçok şehirde su krizi, enerji problemlerini, hayvanlar arasında yayılan ve yüz binlercesinin yok edilmesine sebep olan bulaşıcı hastalıkları, okul dışı kalan çocukların problemlerini dinlemek istemedi. Basın 2000 yılında Bulgaristan’da 75 bin 2019 yılında ise 62 197 çocuk doğduğunu, yeni yılda özel sektörde ücretlerin yükselmeyeceğini, 1 Ocak tarihinde bütün ülkede su fiyatlarına zam geldiğini, en yüksek pahalılığın % 10 oranında Kırca Ali’de uygulanacağını hatırlattı. Şehirlerde içme suyu sorunu başta olmak üzere, baraj duvarlarının birçok yerde çatlayıp patlaması ve “Studena” barajı gibi bazı tesislerden suyun kaçmasıyla ciddi sorunlar belirdi. 2019 yılında Su işleri ve tabii Afetler bakanlığı personeli bazı illerde Valiler ve devlet personeli işten uzaklaştırıldı. Bu gelişmeler 2009’da sonra Birinci, İkinci ve Üçüncü Borisov hükumetlerinin plansız programsız yönetiminin gerçek sonuçlarıdır.*** İlgi çekici bir yeni yıl kutlaması da Bulgaristan Atlantik Konseyi’nden geldi. Kremlin Stratejik Analiz Merkezi eski şefi, KGB Generali Raşetnikov’un 2016 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde General Rumen Radev’ın Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma usulünün araştırılmasına yeni bir çağrıda bulundu. Kulüp, Bulgar makamlarının, Rusya istihbarat merkezlerinin Bulgaristan’daki faaliyetlerinin önlenmesini isterken, geçen yılın Eylül ayında bir Rus diplomatın Bulgaristan’dan kovulmasına vurgu yaptı. *** Hak ve Özgürlükler Başka Ahmet Doğan’ın 2020 kutlama konuşması ise tutmadı. Doğan, 30 yıl geri döndükten sonra “geri dönelim ve baştan başlayalım” dedi. Bulgaristan’da özellikle azınlıklar 30 yıl süründükten sonra bir daha başa dönmek istemiyor, çünkü Bulgar geçmişinde faşist monarşi ile komünist diktatörlükten yargısız infaz ve “Belene” Ölüm kampı ve diğer toplama kamplarının acı hatırasından başka bir şey yoktur. Doğan, Bulgaristan gelişme hamlelerine orta direk olup, uzlaşmazlıkları ortak çabalarla aşıp yeni ufuklar arayan atılımları engelleyen ve ufkumuzu karartan sözde liderdir. 2020 yılından başlayarak Bulgaristan Müslümanlarının 1989’da yaptıkları gibi bir daha silkinmeleri, artık temelleri atılan yeni üretimler geliştirme, perspektifli üretimlere yönelerek başarılı olma ve değişen dünyaya ayak uydurma yolunu açmaları zamanı gelmiştir.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zaman halkımıza ateş götürme zamanıdır. Genç kuşaktan eğitimli ve deneyimli gençlere görev devretme zamanıdır. Hepinize sağlıklı, başarılı ve huzurlu bir 2020 dilerim. Sağ olun var olun. En iyi günler sizin olsun. Kendinize iyi bakınız.


Makale ve Analizler - 2019

191

Yaşadıkça Acıtan Geçmiş

Hazırlayan: Raziye Çakır Konu: Biz Bulgaristan’dan zorla kovulduk ve çok çektik. “Almanya’nın Sesi” – “Deutsche Welle” radyosu iyi ve kötü günümüzde şükür hep yanımızda bulundu. Yaralarımızı zaman geldi üfledi, vakit vakit de sardı. Şimdi de anımsatarak eski günlerimizi bizimle birlikte yaşıyor. Beni Bulgaristan’dan Kovdukları Vakit Burhan Ardagili, eşini ve küçük kızını Bulgaristan’dan zorla kovmuşlardı. Bugün ünlü ressam 77’sine merdiven dayamıştır. Başından geçenlerin hesabını Göklerdeki Yüze Kudretin soracağına inanıyor. Kin besleyip düşmanlık güde yerine alay etmeyi seçmiş. Kırca Ali’li Burhan edin Faikov’ın öyküsü radyodan sosyal medyaya düştü ve memleketi dolaştı. Kalabalık buluşmalarda park konuşmayan ama bir şeyler söyleyince akıllara takılan, mavi gözlü, kor yürekli suskun ressam gitse de, hiç unutulmadı. Türkiye’de Ardagil soyadına layık görülmeyi peşin o hak etmişti. Arda nehri kıyısındaki şehirde dünyaya gelmiş ve terörle uygulanan soykırım denemesine karşı direndiğinden dolayı vatanından kovulmuştu. Kırca Ali’ye yeni sergisini açmaya gelen Burhan Hoca “Öç mü alsak, af mı etsek! Kararı verecek olan yukarıdakidir,” diyor ve şöyle devam ediyor.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bulgarlara neden kızdığımı sordular yüzlerce defa bana.” O sel suyu gibi bulanık dönemde çok sorgulandım, Türkiye lehinde casusluk yapmakla suçlandım. 19 kişiydik. 1984-1989 yılları arasında tutuklananlar, sürgün edilenler, öldürülenler, sakatlananlar ve kayıplara karışanlar hakkında Türkiye Cumhuriyetine bilgi göndermekle itham edildik. TIR kamyonu şoförlerinden mektupla bilgi gönderiyorlarmış. Şoförlerden birisi Sofya’da tutuklanmış ve bildiklerini dökmüş. Burhan da tutuklanmış ve 90 gün içerde kalmış. Hücrede kaldığı günlerden birinde hapishane radyosundan İç İşleri Bakanı Dimitir Stoyanov’un “bu gece isimin değiştirilmesine kim karşı çıkarsa idam edilecektir”, sözlerini bizzat kendi kulağıyla işitmiş. Şöyle anlatıyor: “Her sabah üç sorgu yargıcı karşıma dikiliyor ve bana sorular soruyorlardı. Yüz defadan fazla bana “Sen Bulgarlardan neden nefret ediyorsun? “ diye sordular. Cevabım şu olmuştur: “Ben onlara kızamam. Ekmeğimizi paylaştık, beraber okuduk, çocukluk dostlarıyız. Ben Botev, Levski ve Vapsarov’u ülkülerinden ötürü sizden fazla seviyorum. Siz ise onları “para için” seviyorsunuz.” Kırca Ali milis amirliği (MVR) koğuşundaki günlerim ağır geçti. Sonra Haskovo’ya değildim. Orada Kırca Ali’de daha önce ağır suçluların kaldığı bir hapishane olan akıl hastalarının arasına düştüm ve orada 6 ay kaldım. “Ben Bulgaristan’ı terk etmedim, beni vatanımdan kovdular” diye devam eden büyük ressam şunları paylaşıyor: “1989 yılının sonunda Kırca Ali Milis Amiri bana 24 saat içinde Bulgaristan’dan çıkmam gerektiğini emretti. Eşimi de Milis Amirliğine çağırdılar. Türkiye’ye gitmek için pasaportları, başvuruda bulunmadan, önceden hazır edilmiş. Hemen ülkeden çıkmaları gerekiyormuş. Eşine boşanması, gurbet yoluna çıkıp sürünmemesi önerilmiş. Yalvara yakara sınırdan çıkışı 9 Hazirana erteleyebilmişler ve o gün Burhan’ı, eşi ve 14 yaşındaki kızını, sabah karanlığında sınır kapısı “Kapitan Andrevoya” indirmişler. Sınırı yaya geçmişler ve bir gün sonra yakınlarından biri gelip sınırdan onları almış. Almaya gelen ev eşyalarını yüklemek için kamyonla gelmiş. Fakat onların bütün eşyası 2 bavul giysi ile bir çanta boya ve fırçadan ibaretmiş. İstanbul’da Burhan Beyin işleri aklan gitmiş. Sanatını tanıyan insanlara rastlamış. “Türkiye” gazetesinde, reklam işlerinde çalışmış, uluslar arası yarışma ve festivallerde 75 ödül kazanmış.


Makale ve Analizler - 2019

193

“Ben af etmiş olsam da ne olacak, Gökteki her şeyi görüyor ve ceza kesiyor” demekten çekinmiyor. “Bulgaristan aydınlarını vatandan kovdular. Kör cahiller kaldı. Onlar da politika yapmaya soyundular ve durum ortada. Politik büronun” hiç utanmadan “diriliş süreci” dediği yalana kanarak, siyasete soyundular. İnsanları korkuttular ve korkutmaya devam ediyorlar. Yapılan bir işkencedir. İnsanların endişesi ve korkularını kumar masasına yatıramazsınız. Gökteki her şeyi görüyor, katilleri olduğu gibi, bugünkü DPS kalpazanlarını da cezalandırıyor ve mutlaka cezalandıracaktır. Halkımızın gururuyla oyun oynamaya, hiçbir kimsenin hakkı yoktur. Er geç hesap sorulacaktır!” 77 yaşındaki ressam Burhan öç almaya çalışmıyor. O sakin ve gururlu. O birçok karikatür çizerek birçoklarından öz almış, hesaplaşmış bulunuyor. “Yaşadıklarımızı Unutma” adlı 2. Baskısı elden ele dolaşan eserinde düşündükleri ince nüansla anlatmıştır. O katillerle fırça darbeleriyle alay etmeyi seçmiş. Tutuk evlerinde, koğuşta çekerken, gurbet acısını yaşarken ve şimdi perişan edilen yurdumuzda yaşananlara üzülürken o fırçasıyla duygularını döküyor, nefretini ateşleyip, yeni ateşler yakıyor. Kalbinin sızladığı gözlerinden okunuyor. Ne var ki, düşmanla ve başa gelenle alay edebilmek yarına yol açan en büyük güç kaynaklarından biridir. İnsan gururunu anlatmak ve resmetmek zor olsa da, gururlu yaşamak mutluluk boyutlarının doruğudur. Lütfen baylaşınız. Nice yıllara. Bizi takip ediniz.


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

195

Bulgar Savcısı Dizegeldi Hazırlayan: Ayşe HACIOĞLU Konu: Hukuk başarılarımızın ilki

1984 yılında üzerimize çullanan Bulgar devlet terörü kapanmayan yaralar bıraktı. Bulgaristan’da zorla isim değiştirme şeklinde halkımızın üzerine çullananlarla hesaplaşma artık 35 yıldan beri devam ediyor. Babalarının nefesi tükenenler dava nöbetini aldı. Bulgaristan Türklerine uygulanan soy kırım denemesi, kültürel soykırım ve zulmün özünü çıkarıp tüm insanlara göstermeye çalışanlar artık başarı sayfasını açabildi. Başarılı duruşmalar ve Sofya Mahkemesinin kararı dünya basınına düştü. “Deutsche Welle” olayı bir reportaj şeklinde verdi. İşte yayınlanan metin: “Babası ‘Belene’ ölüm kampına gönderildiğinde Safiye Yurdakul çocuktu. İsmi değiştirilmiş, anadilinde konuşması yasaklanmış, ardından ailesi Türkiye’ye göç etmeye zorlandı. Bu, pek çokğunun talihi oldu. Zorla isim değiştirme döneminde büyük sayıda Bulgaristanlı Türk aile aynı kaderi paylaştılar. 1980’li yıllarfa 5 yıl boyunca, zor kullanılarak asimile edilmeye çalışıldıkları dönemde çok ağır günler geçirdiler, zulüm gördüler. Bayan Yurdakul, bu suçlarla ilgili açtığı davanın yasal süre içinde görüşülmesi ve karara bağlanması geciktirildiğinden dolayı Bulgar savcılığını mahkeme etti. Artık öğrenildiği üzere karar 10 Aralık 2019 tarihinde açıklandı. “lex.bg” yaynında özel olarak yayınlandı. Vatandaşlara zararda bulunma suçundan Devlet ve Belediyelerin Sorumluluğuna ilişkin (ZODOB) Yasasına göre açılan davada Sofya Şehir Mahkemesinde Başkan Bayan Valerya Bankova Başkanlığında alınan kararda Bayan Safiye Yurdakul’la tazminat olarak 40 000 (kırk bin) leva ödenecektir, deniyor. Bayan Safiye Yurdakul 1985 yılına kadar evebeyinleriyle birlikte Razgrad’a bağlı Kitançevo köyünde yaşadığını, mutlu ve sorunsuz bir çocukluğu yaşarken önce isminin değiştirildiğini ve bu olayın ruh halini sarstığını, yazdı. O zor günlerde kendisine bir tek babasının sıkıntılı anlarda destek ve arka olduğunu, babasının 1985 baharında tutuklandığını, “Belene” ölüm kampına kapandığını ancak 6 aydan sonra olayı öğrendiğini, babasının tutuklanma tarihinden tam bir yıl sonra onu görebildiğini, yazdı. Babasının yazılı tutuklanma emrinde, “Türk bilincine sahip olduğu ve devletin Bulgar bilincini benimsemesi için alınan önlemlerine karşı çıktığı, devlet organlarına karşı kaba davrandığı” yer almaktadır.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Görüşmeye gittiklerinde kızcağız babasını tanıyamamış ve babasının neden tutuklu olduğunu anlayamamıştır. Görülen davada 3 tanık dinlenmiştir. Tanıklardan biri duruşma esnasında görüşmeye gelen kızın babasının boynuna sarılmak için atladığında milisin kızı çok kaba ittiğini, ceza alan babaya yakınlarıyla görüşme yasağı cezası verildiğini anlattı. Hapishanede hastalanan Safiye’nın babası Vidin ili Rujentsi köyüne sürgün edilmiş, orada da hapse atılmıştır. 1988 yılının bahar aylarında sağlık durumunun iyice kötüleşmesi, aile durumunun çok kötüleşmesi ve durumunda olumlu gelişmeler gözlenmiş olması sonucu baba salıverilmiş ve evine dönmüştür. Bir yıl sonra kapılarına yeniden gelen milisler aile üyelerine kırmızı pasaport verip 12 saat içinde Bulgaristan’ı terk etmelerini emretmiştir. “lex.bg” Bayan Safiye Yurdakul’un elinde çanta ve hasta ana babayla kendini Türkiye’de bulduğunu yazıyor. Davanın hukuk ve hakikatı kanıtlama açısından zor olduğunu kabul eden yargıç Bayan Bankova, adı sözüm ona “Soya dönüş” adıyla anlatılan bu davada gerçeklerin ispat edilmesinin 28 yıl sürdüğünü gözönünde bulundurarak, zamanın çok uzaması sonucu kararını vermiştir. Ceza davası açılmasına da dilekçe verilmiş ama zaman aşamasına çoktan uğramış olsa da, ceza davası sonuçlandırma süresi geçmiştir. Mahkeme, her insanın çocukluğunun normal geçmesi için gerekli olan kimlik ve güven duygusunun Safiye’nin ailesinin başına gelen olaylar esnasında, sarsılıp yara aldığını kabul etmiştir. Mahkeme kararında şyle denmiştir: “Özgütlük, isim hakkı, etnik kimlik, anadil ve aile hayatının dokunulmazlığı ve insanların zor kullanarak asimile edilmesi gibi değerler söz konusu olduğunda, maadur olanların adalet yokluğu duygusu o kadar güçlüdür ki, hukuk devleti temellerine güveni bütünsel olarak son derece sarsar.” Bu konuda “Dnevnik” gazetesi şunları yazdı: Bundan bir yıl önce zorla asimile etme siyasetinin maadurlarından başka birisi uzun süren sorgulama nedeniyle savcılığa karşı davayı kazandı. Bu sorgulama ile ilgili olarak değişik dönemlerde Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov, İç İşleri Bakanı Dimitır Stoyanov, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Sekreteri, Dış İşleri Bakanı Petır Stoyanov, Başbakan Georgi Atanasov sorgulandı.” Bulgar savcılığı adaletin yerini bulmasını elinden geldiğince engelliyor. Burada sözü edilen 140 sene süren zulümdür. Bulgaristan Türkleri dilenci değildir. İsim ve din hakkı kutsal insan haklarıdır. Adalet, tüm insan-


Makale ve Analizler - 2019

197

lara haklarını tanımak ve halka saygılı olmaktır.Bulgaristan Müslümanları zalimleri 12 defa geriletmiş ve din haklarını, isimlerini, baba haklarını, Türkçe konuşma hakkını geri almıştır. Müslümanca yaşam tarzı kutsalımızdır. Biz adetleri, töreleri olan bir halkız. Bulgaristan Müslümanları milli kimlik davasında asla ödün vermez ve vermiyecektir. Çok milletli, çok kültürlü Bulgaristan vatanımızdır. Olmadı, davaya devam. Okuyanlara teşekkürler. Paylaşınız lütfen. Teşekkür ederim.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2019 Etnospor Kültür Festivali Sona Erdi

Dünya Etnospor Konfederasyonu’nun (DEK) bu yıl ‘Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın sloganıyla düzenlediği, 4’üncü Etnospor Kültür Festivali sona erdi. Dünya Etnospor Konfederasyonu’nun (DEK) bu yıl ‘Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın sloganıyla düzenlediği, 4’üncü Etnospor Kültür Festivali sona erdi. 4 gün süren Festival boyunca gerçekleşen spor müsabakalarının kazananları, kapanış töreninde ödüllerini aldı. Törene Cumhurbaşkanı danışmanı Fuat Oktay, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Levent Yazıcı, Avrasya Federasyonu Dernekleri Doğu Türkistan’dan -Balkanlar’dan-Kavkaslara ve Afganistan’dan Yakutya’ya kadar STK’lar yerini aldılar ve kendi kültürlerini çadırlarda sergilediler. Etkinlik için oba alanına; Avrasya, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Azerbaycan– Karapapak, Doğu Türkistan, Afganistan Türkleri, Balkanlar – Bulgaristan ve Gagauzlar, Irak Türkleri, Suriye Türkmenleri, Nogay Türkleri, Yakutistan / İdil Ural, Kırım Tatarları, Göktürk / Uygur, Yörük / Türkistan Otağları kurulmuştur. Balkanlardan Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi, Gagauz Dostluk, Kültür ve Dayanışma Derneği ve BULTÜRK-Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği temsil ettiler. Bu festivalde en çok resim çekilen çadır BULTÜRK çadırı MUSTAFA KEMAL ATATÜRK resimi oldu. Bu resmi bize hem fikir hemde yaptırıp getiren Nedim AKIN Kardeşime ayrıca bu festivalde Nedim BİRİNCİ, Hüseyin YILDIZ, Prof.Dr.Ahmet ÇOLAK, Prof.Dr.Ali Fuat ÖRENÇ, Mehmet BAYRAM, Bülent MAŞAOĞLU, Ferhat ve Hakkan, Ahmet VAR ve Nevzat ÖZTÜRK’e BULTÜRK çadırının kuruluşunda desteklerinden dolayı kendilerine teşekkür ederiz.


Makale ve Analizler - 2019

199


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

201


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

203

Barış Pınarı Harekatı’na Destek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terör tehdidinin ortadan kaldırılmasına, mültecilerin evlerine dönmelerine, insani sorunların çözümüne, bölgeye barış ve huzur getirmek için Türkiye Cumhuriyeti haklı olarak Barış Pınarı Harekatı’nı başlatmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Sayın Cumhurbaşkanımızın BAŞKOMUTANIMIZIN emirleri doğrultusunda başlatılan operasyona bizler de BULTÜRK Derneği olarak tam destek veriyoruz. Türk Dünyasının birlik beraberlik şuurunu en üst seviyeye taşımak için Bulgaristan Türkleri olarak uğrunda sayısız şehitler verdiğimiz Al Bayrağımızı daha da yükseklere taşınabilmesi için tüm dualarımız Şanlı Türk ordumuz ve kahraman Mehmetçiklerimiz için. Bulgaristan Türkleri her zaman olduğu gibi Türkiye’nin yanındadır ve Türkiye’nin ve Dünya’da Türklerin güvenliği, bölgesel istikrar ve Suriye’de barışçıl çözüm için attığı adımları destekliyor, başarılı olmaları için Bulgaristan Türkleri ve Türk Dünyasının duaları Türk Askeri Mehmetçiklerimize dir. Allah yar ve yardımcımız olsun. Allah’ım Başkomutanımız Sayın Erdoğan’ın emri ile başlayan BARIŞ PINARI HATEKATIN’da terör ve teröristlere karşı ORDUMUZU MUZAFFER eyle. BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

205


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soldan sağ; Dr. Erdal KARABAŞ, Dr. Ferhat KURBANTANRIDAĞI, Medeniyet Unv. Rektörü Prof.Dr. Gülfettin ÇELİK, Rafet ULUTÜRK-BULTÜRK Genel Başkanı

BULTÜRK’ten Medeniyet Unv. Rektörü Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK’e “Hayırlı Olsun” Ziyareti 16 Ekim 2019 tarihinde İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK’i makamında BULTÜRK ekibi ziyaret gerçekleştirdi. BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK beraberinde BGSAM -Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı Dr. Erdal KARABAŞ ve Doğu Türkistanlı Çin Bölgesi Araştırmacısı Dr. Ferhat KURBANTANRIDAĞILI ile birlikte Medeniyet Üniversitesi Rektörlük görevine atanan Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK’i makamında ziyaret etti ve yeni görevinde başarılarının devamını diledi. BULTÜRK Genel Başkanı Kendi yazdığı “Türk Dünyasında bir Bulgaristan Türkü 50 yıllık mücadele” kitabını ve 1989 göçü Sempozyumunun bildiri kitabını taktim etti. Ayrıca Doğu Türkistanlı Çin Bölgesi Araştırmacısı Dr. Ferhat KURBANTANRIDAĞILI de kendi yazdığı “Küresel Güç Olma Sevdası Çin Rüyası” kitabını taktim etti. ÇELİK “BULTÜRK Derneğini takip ediyorum ve güzel işler yapıyorsunuz. Tebrik ederim. Bizlerde Büyük potansiyele sahip bir üniversiteyiz. Akademisyenlerimizin çalışmalarıyla üreten, araştıran, şehrine, bölgesine ve ülkesine fayda sağlayan bir üniversite olarak yolumuza devam edeceğiz. Ülkemize ve şehrimize hizmet için çıktığımız bu yolda yanımızda olan ve bize destek veren herkese teşekkür ediyorum” dedi.


Makale ve Analizler - 2019

207

Bu ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getiren Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK, konuşmasının son bölümünde BULTÜRK Başkanı ULUTÜRK ve ekibine teşekkür etti. BULTÜRK Başkanı ULUTÜRK de Rektör ÇELİK’e, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörlük görevinde başarılar diledi ve derneğimizle her tür işbirliği içinde yürütülecek çalışmalar için hazır olduklarını belirtti. Toplumumuzun ihtiyaç duyduğu konular üzerinde birlikte ahenk içinde çalışmamıza hazır olduğumuzu belirtmek isteriz diyerek ziyaret sona erdi. Elif GÜNEŞ BULTÜRK Genel Sekreteri


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kadim Dost Güney Kore’den BULTÜRK’e Ziyaret Kadim Dost Güney Kore’den BULTÜRK’e Ziyaret. Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Enstitüsü Başkanı CHO SUNG HEE Genel Sekreteri Hande KAVARNALI ve beraberindeki heyet, BULTÜRK Derneğini ziyaret etti. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Güney Kore’den gelen heyeti ağırladı. Rafet ULUTÜRK: “Öncelikle BULTÜRK Derneğimize hoş geldiniz, onur verdiniz. Türkiye-Köre Tarihten gelen bu kardeşliğimizi sonsuza dek devam ettireceğiz. Ümit ediyorum ki bu kardeşlik ilişkilerimiz sadece görüşmek anlamında sınırlı kalmayacak. İleriye dönük bu ilişkilerimiz kültürel ve ekonomik anlamda da devam etmelidir. Bizi ziyaretinizden dolayı son derece memnunuz. Türk ve Kore halklarının dostluğu, yakın geçmişte Kore Savaşı ile perçinlenmiş, cephede kader birliği yapan iki millet arasında coğrafi mesafeyi ortadan kaldıran kalıcı insani bağlar kurulmuştur. Türkiye ile Güney Kore arasında “kan kardeşliği” olarak adlandırılan bu ilişki, 2012 yılı itibarı ile dış ilişkiler alanında “stratejik ortaklık” düzeyine taşınmış ve ikili ilişkilerimize yepyeni bir vizyon kazandırılmıştır. dedi. Ziyarette gündemde öne çıkan Bulgaristan’da son siyasi gelişmeler, dernek çalışmalarını 2002 yılından günümüze kadar derneğin etkinlikleri kısa kısa anlatıldı.


Makale ve Analizler - 2019

209

BGSAM Başkanı Dr. Erdal KARABAŞ Ardından Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BGSAM) Başkanı Dr. Erdal KARABAŞ yayınladıkları 60 kitap üzerine konuştu. 2013 yılında kurulan BGSAM bu güne kadar 60 kitap çıkardıklarını ve bu yılın sonuna kadar daha iki kitap çıkaracaklarını beyan etti. BGSAM’ın kuruluşundan bugüne kadar süregelen öyküsünü konuklarıyla paylaştı, yaptıkları çalışmalardan söz etti. Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Enstitüsü Başkanı CHO SUNG HEE: Ziyaret sırasında sözü alan Koreli Başkan Türkiye’yi kan kardeş ülke olarak gördüklerini ifade etti. Merhabalar diyerek başladığı konuşmasında, Ben dâhil heyetime gösterilen bu çok sıcak ilgi ve alakadan dolayı mutluluk duyduğu belirtmek isterim. Ben sizlere dernek üyelerimizden selamlar getirdim. Burada Bulgaristan Türkeri’nin önderleri ile buluşmaktan da ayrıca mutluluk duydum. Biz Koreliler, Türkiye’yi unutmadık. Türkiye hakkında çok şey öğrendim. Biz Güney Koreliler için, Türk askerlerinin bizde özel bir yeri var. Ben çocukluğumdan beri, Türkler hakkında ve Türk askeri hakkında çok şey öğreniyor. Türkiye ile Güney Kore arasında ilişki normal bir ilişki değil, biz Türkiye’yi kan kardeşi ülke olarak görüyoruz.


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz gerçekten bu kan kardeşliğinin çok iyi bir hikâye olduğunu biliyoruz. O yüzden de kan kardeşliğinin ifadesini başka bir ülke için söyleyemiyoruz. Sadece Türkiye ile kan kardeşi olduğumuzu söylüyoruz. O yüzden Kore’de Türkiye’nin yeri çok farklı. Gerçekten Koreliler olarak Türkleri çok seviyoruz. Biz Türkiye’nin kardeşliğini hiç unutmuyoruz. Kore’ye gelen Türk askerleri gerçekten kahramanca savaşmıştır. Bu kardeşliğimizi gençlerden bilenler var, bilmeyenler var ama yaşlı olanlar daha iyi biliyor.” O zor günlerde bizleri korumak için çok uzaklardan gelen Türk askerini unutmadık. Bulgaristan Türklerine ve BULTÜRK üyelerine en iyi dileklerimi sunuyor, sağlık, mutluluk ve derneğinize başarılar diliyorum. Bizi kabul eltinizden dolayı çok memnunuz. Ayrıca Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerini tanımaktan onur duyuyoruz. Bizler Dünya’da Türklerin tarih boyunca hep centilmen ve sıcak gördük. Kore Savaşı’na 16 ülke katılmıştı. Ancak Türkiye’den gelen askerlerle daha yakındık ve ilişkilerimiz daha sıcaktı. Bu gün yanımda bulunan ve Genel Sekreterim olan Hande Hanımın Dedesi de bu savaşa katılanlardandır. Hande Hanım da sizlerden Bulgaristan Türkü’dür ve bizi burada İstanbul’u tanıtan da bir Bulgaristan Türk’ü olduğu için daha da muluyuz. Bizler bu sıcak ilişkilerin hep mahcubiyetini yaşadık ve yaşıyoruz. Sizlere olan minnet borcumuzu nasıl tarif edeceğimizi bilemiyorum, duygularımın çok yoğun olduğu bir gün yaşıyorum, Kore halkı olarak bizler Türkleri her zaman diğer milletlerden farklı tutmuşuzdur, bizler ebedi dostuz, Kore’yi Kore yapan değerli Türk gazilerdir onlarla görüşme imkânım oldu ve Türkiye’de olmak onlarla tanışmak bizleri son derece memnun etmiştir. Sizlerle her anlamda birlikte olmaya devam edeceğiz. Ben de Kore’de bulunan dernek üyelerimizin adına sizlerin bu sıcak ve samimi karşılamanızdan dolayı ben ve üyelerim adına sizlere sonsuz teşekkür ediyoruz. “Yakın zamanda Kore’den Türkiye’ye çok büyük çapta turist gelecektir. Tabi kan kardeşlerimiz Türklerin ve özellikle Bulgaristan Türklerinden de Kore’ye ziyaretlerinizi bekliyoruz.” dedi. Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Enstitüsü Genel Sekreter Hande KAVARNALI; Ben de bir Bulgaristanlı ailenin kızıyım. Güney Korede okudum. Onları tanıma fırsatım oldu. Ben Güney Korelileri çok sevdim. Çok iyi insanlar, çok çalışkan insanlar. Savaşın tahribatının ne olduğunu bizzat yerinde bana görmek nasip oldu. Neler ne sıkıntılar çektiklerini bizzat yaşayanlar-


Makale ve Analizler - 2019

211

dan dinledim bende bunu hissettim. Her şeye rağmen okumayı ve yeniliğe aç insanlar her şeyi öğrenmek istiyorlar. Bende Türkiye’den sonra ikinci ülkem olarak görüyorum. Bu bakımdan ben çok mutluyum. Dünyanın merkezi doğdum İstanbul’un güzelliklerini Güney Koreli arkadaşlarıma gösterme imkanı da bulduğum için daha da mutluyum. En çok da kendimin de soy ismimden de anladığınız gibi benim de ait olduğum Bulgaristan Türkleri derneğine bu kardeşlerimi de getirme imkânı bulduğum için buna vesile olabildiğim için daha da mutluyum. Türkiye – Kore ilişkilerinin günümüzde de artarak devam ettiği ve Kore halkının hala yüreğini yakan Kore Savaşının bu ilişkiyi daha da önemli hale getirdiği ve bu iki ülke daha da yakınlaşacaklarına inanıyorum. Güney Kore halkının Türkiye’ye ayrı bir önem verdiği ifade ettiğini bizzat yerinde gördüm ve Türk-Kore kardeşliğini pekiştirmek için de ne gerekirse imkânlarımız dâhilinde yapmaya çalışıyor ve çalışmalarıma da devam edeceğim. Türkiye’nin Korelilerin yanında ayrı bir yerinin bulunduğunu bilmenizi isterim.Son olarak da Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK bizleri kabul ettiği ve bizimle ilgilendiği için de ayrıca kendisine huzurunuzda teşekkür ederim. Rafet ULUTÜRK“Bizim için de gönlümüzde Güney Korenin özel bir yeri vardır. BULTÜRK Derneği’mizi ziyaret ederek, fikir alışverişinde bulunduk, kardeş dernek olduğumuzu da buradan ilan ediyoruz. Güney Koreli kardeşimiz Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Enstitüsü Başkanı CHO SUNG HEE ve yönetimi Bayrampaşa’da Genel Merkezimize geldikleri için teşekkür ederim. Özellikle de hemşehrimiz Hande Hanıma bu görüşmemize vesile olduğu için. Tabi bu arada kendisini de BULTÜRK üyeliğine kabul ettik, kendileri de bu konudan çok memnun oldular. Ayrıca burada bulunan en güzide Bulgaristan Türklerinin mekânı Necdet MUTLU abimizin mekânı “Best Kafe” ye kendi yerimize kahve ikramı için oraya geçtik. Sahibi Necdet Abimize misafirperverliği için de ayrıca kendisine BULTÜRK adına teşekkür ederim.” Sonunda BULTÜRK Başkanı Rafet ULUTÜRK kendi yazmış olduğu “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” ve “Türk Dünyasında bir Bulgaristan Türkü 50 yıllık mücadele” kitaplarını ve BULTÜRK Gazetesinden de kendilerine taktim etti. Ayrıca Koreli Kardeşlerimiz de çeşitli hediyeler takdim ettiler.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ayrıca BULTÜRK’ten kendilerine teşekkür belgeleri de taktim edildi. Toplantının sonucunda bir hatıra fotoğrafı çekilerek sona gelindi. Hande KAVARNALI BULTÜRK İSTANBUL


Makale ve Analizler - 2019

213


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bayrampaşa Kaymakamlık Ziyareti Bayrampaşa’ya yeni gelen Kaymakamımız Dr. Soner ŞENEL’i makamında ziyaret ettik. Bulgaristan Türklerinin son durumunu anlattık, ayrıca Bulgaristan’da yapılan yerel seçimler ile ilgili de kendilerine bilgi verdik. Güzel bir sohbetimizden sonra kendisine “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” ve “Türk Dünyasında bir Bulgaristan Türk’ü 50 yıllık Mücadele” kitaplarımı kendilerine taktim ettim.


Makale ve Analizler - 2019

215

KKTC Ziyaretimiz Dünya Türk Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı, Girne’de yapıldı. KTC’de yaşayan Bulgaristan Türkleri üzerine KKTC Başbakanı Sn. Ersin TATAR ile sohbet etme imkanımız oldu. Sohbetimizden sonra kendisine “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” ve Türk Dünyasında bir Bulgaristan Türk’ü 50 yıllık Mücadele” kitaplarımı kendilerine taktim ettim.


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kıbrıs İlim Üniversitesi Rektör’ü Prof. Dr. Ahmet Bülend GÖKSEL’i Makamında Ziyaret Ettik Kıbrıs İlim Üniversitesi 2013 yılında kurulmuştur. Kuruluşunu takiben hızlı bir büyüme süreci yaşayan üniversite, 2014 yılından itibaren öğrenci kabul etmeye başlayarak kısa sürede KKTC, Türkiye ve yurtdışında tanınan ve tercih edilen bir yükseköğretim kurumu hüviyetine kavuşmuştur.


Makale ve Analizler - 2019

217

Bulgaristan’ın Stara Zagora (Eski Zara) İline bağılı Kazanlık ilçesinde çıkan “DOLİNA” Gazetesinin

Sahibi Yanitsa STANÇEVA ve yanında Stanimir STEFANOV ile birlikte Ziyaretimize gelmişlerdir. Kendilerini karşılayan BULTÜRK Başkan Yrd. Şakir ARSLANTAŞ Sultanahmet, Ayasofya, Topkapı Saraylarını ve Boğaz ile ilgili kendilerine tarihi bilgiler vermiştir. Çok memnun kaldıkları yüzlerinden belli oluyordu. Ardından Boğazı seyredebileceğimiz güzel bir restoranın çatı katına geçerek birlikte tam mevsiminde bir balık ziyafetinde bol bol levrek bağlığı yedik. Bulgaristan konusunda bol bol bilgiler aldık kendilerinden, kendileri ile güzel bir sohbet yaptık. Bizleri ziyaretlerinden dolayı kendilerine teşekkür ettik Kendileri de bizleri Bulgaristan’a davet ettiler bizlerde Kazanlıkta görüşmek üzere diyerek kendilerini otele kadar bırakarak ayrıldık. Şakir ARSLANTAŞ BULTÜRK-İstanbul


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK İstanbul’da 2. Türk Dünyası Filmler Haftası Açılışında

Türk Dünyası Filmleri Gösterimi İstişare Toplantısı’nı, İstanbul’da Türk Dünyası Dernekleri ile birlikte Cumartesi günü Akgün Otel’de gerçekleştirildi. Ardından Ali EMİRİ EFENDİ Kültür Merkezine bu yıl ikincisi organize edilen “Türk Dünyası Filmleri Haftası” düzenlenen gala ve açılış töreni İstanbul’da yapıldı. Türk Dünyası Filmleri Galası açılışında Türk Dünyası’yla birlikte olduk. İstanbul’da bulunan Türk Dünyası STK’larının Başkanları ve yöneticileri de hazır bulundular. Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Menderes Demir, sosyal medyadan paylaştığı mesajda; ’Toplantı için destek veren proje ortağımız Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanımız İsmail Cengiz’e, Türk Dünyası İBB Kültür A.Ş. Etkinlikler Uzmanı Rasim Elibol’a, başta BULTÜRK olmak üzere tüm Türk Dünyası Dernekleri’ne de teşekkür ederim. Film gösterimini bütün Türk ülkelerinde yapacağız burada İstanbul’da da Türk Dünyası film gösterimi yapıyoruz. 9 ülkeden 9 tane film var. Türkiye’den ’Ertuğrul’ filmi ile başlıyoruz. Ardından Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan Yakutistan gibi 9 ülkeden film gösterimi var. Buradaki ana maksadımız, Türk Dünyasının kültürünü, filmlerini önce kendi akrabalarımıza, İstanbullulara kültür sanatı buluşturmak, akabinde de sinema insanlarıyla buluşturmaktır. dedi. Türk dünyasındaki 9 farklı ülkeden 9 yapımın izleyiciyle buluşacağı etkinliğin ilk gününde ‘Ertuğrul 1890′ filminin gösterimi yapıldı. Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu öncülüğünde Türkiye başta olmak üzere, Azerbaycan, Hakasya, Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Tataristan, Özbekistan ve Yakutistan olmak üzere toplamda 9 ülkenin filmleri gösterimi yapılacak. Üç gün boyunca sürecek olan film haftası ilk gösterimi Türkiye’den ‘ Ertuğrul 1890’ filmini açılışta seyrettik. Bizlerde herkes gibi çok memnun kaldık. Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Menderes Demir’e bizi BULTÜRK olarak davet ettiği için teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

219

Yarın ve pazar 18-19 Aralık 2019’da saat: 13.00 – 15.00 – 19.00 Elif GÜNEŞ BULTÜRK Derneği Genel Sekreteri


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK’ün Etkinlikleri

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Etkinlikleri BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği. BGSAM – Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi. Derneğin çalışmaları 1. BULTÜRK 2002’de 33 kişi tarafından kurulmuş ve 2003’te İstanbul / Bayrampaşa’da etkinliklerine başlamıştır. Web: www.bulturk.org.tr 2. 2004’te kısa ismi BULTÜRK olan, “Bulgaristan Türkeri’nin Sesi” gazetesini çıkardı. www.bghaber.org www.bulturk.net BGHABER İnternet için - https://www.bghaber.org/ BULTÜRK Gazetesi için - https://issuu.com/bulturk BGSAM Kitapları için - https://issuu.com/bgsam BULTÜRK Kitaplar için - https://issuu.com/bulturkdernegi 3. Dernek Genel Merkezi İstanbul Bayrampaşa Yıldırım’da bulunur. 4. Dernek, 15 günde bir Genel Merkezde konferans, seminer, sohbet ve değişik konularda bilgilendirme görüşmeleri düzenler. 5. Bulgaristan’da ve Türkiye’de anket düzenleyerek 13 bin kişi üzerinde kamuoyu yoklaması yapar. 6. 23 Ekim 2011 tarihinde Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinde bizat katılıp Bulgaristan tarihinde ilk kez bir Türk Cumhurbaşkanı adayını çıkartır ve desteklemiştir. Bulgaristan’da 21 adaydan bizim adayımız 50.000 bin oyla 9. Sırada yarışı bitirmiştir. 7. BULTÜRK dernek merkezi İstanbul’da okuyan Bulgaristanlı öğrencilerin de görüşme merkezidir. BULTÜRK Gençlik Kolları ve Kadın Kolları da aynı merkezdedir. 8. 1970’li ve 1980’li yıllarda, Bulgaristan’daki Müslüman Türklere karşı zulüm uygulayan diktatör T. Jivkov rejiminin asimilasyon siyaseti ve total soykırım denemesi BULTÜRK tarafından sürekli kınanmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

221

9. BULTÜRK Kırca Ali şehrinin kuruluş yılı olarak 1434’yılının kabul edilmesinde büyük rol oynadı. 10. BULTÜRK, Bulgaristan’dan Türkiye’ye 1991 ve sonrası göç edenlerin sosyal haklarından yararlanabilmeleri için Türkiye’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı katında etkin olmuştur. 11. Bulgaristan’da 1989 Mayıs Türk Ayaklanması yıldönümünü anma etkinliklerini Türkiye’de ilk kez BULTÜRK başlatmıştır. 12. 1984-1989 Soykırım denemesi konusunda Bulgar aydınların Birinci ve İkinci İstanbul buluşmasını BULTÜRK örgütledi. 13. Dünya Türk Yazarlar Birliği’nin Bakü’de gerçekleşen “Geldik, Gördük, Yazdık” projesinde de BULTÜRK de yer aldı. 14. Dünya Türk Gençler Birliği Liderler Zirvesi Başkanlar Toplantısı 2010’da Sofya’da “Vitoşa” otelinde BULTÜRK’ün ev sahipliğinde yapıldı. 15. BULTÜRK, Sofya “Banya Başı Camii”nde Cuma namazı esnasında saldırıya geçen ırkçıları İstanbul Balat’ta Bulgar kilisesi önünde protesto gösterisiyle kınadı 16. Türk Dünyası Basın Mensupları üyesi olarak Yalova toplantısında yerimizi aldık. 17. BULTÜRK Kitaplar için- https://issuu.com/bulturkdernegi BGSAM Kitapları için - https://bgsam.org 18. Otuz kişilik bir BULTÜRK heyetiyle Sofya Parlamentosunda GERB’in Meclis Grup Başkan Vekili ve İçişleri Bakanı Sn. Tsvetanov’la görüştük ve basına demeç verdik. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın problemlerini ilettik. 19. GERB Partisi ile Kırca Ali Çernooçene (Karagözler) Belediyesinde ilk defa bayram görüşmesi düzenledik. Yerel sorunları görüştük. 20. 1877-1878 Rus-Türk harbinden sonra Bulgaristan’dan ilk kafile göç edenleri araştırdık. 21. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarına BULTÜRK olarak katıldık. 22. Türk Dünyası Belediyeler Birliği toplantılarında aktif rol oynadık. 23. Dernek merkezimizdeki kütüphanemizde Bulgaristan ile ilgili çıkan tüm kitaplar topladık. 24. Bulgaristan’da yapılacak Avrupa Birliği (AB) Parlamento Seçimlerini ve genel ve yerel seçimleri yakından izliyor ve katılmak isteyenleri örgütlüyoruz.


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

25. 2014-2015 yıllarında İstanbul’da “Büyük Göç”, “Bulgaristan’da Kültürel Soykırım”, “Soydaşlarımızın Sorunları” vb. uluslalar arası katılımlı forum, panel ve sempozyumlar düzenledik. 26. Aralık 2015’te Bakü’de Türk Dünyası STK’lar toplantısına katıldık. 27. 22 Ocak 2016’da BTA-Bulgar Telgraf Ajansı Basın Merkezinde Sofya’da komünist dönem suçlarının zaman aşımına uğramasına ilişkin meclis kararının bozulması için düzenlenen basın toplantısına katıldık. 28. “20.Yüzyılda Türk Dünyasında Soykırımlar” paneli Genel Merkezde. 29. 2016’da Türkiye’de BULGARİSTAN DERNEKLERİ FEDERASYONU kurmak amacıyla çalışmalar başlattık. 30. Kasım 2016’da Bayrampaşa’da BULGARİSTAN DERNEKLERİ FEDERASYONU kurmak isteyenlerin ilk buluşması gerçekleşti. 31. Kasım 2016’da Bayrampaşa Kültür Merkezinde “Kıbrıs Görüşmelerinde Son Durum” Paneli düzenledik. Konuşmacı olarak KKTC Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Erhan ARIKLI davet ettik. 33. 2016 ETNOSPOR etkinliklerine katıldık ve burada BULTÜRK’ü tanıttık. 34. Çanakkale Zaferi ve Şehitlerimizi Anma Konferansı yaptık. 35. Eski Zara (Stara Zagora) Kazanlık ilçesinde 15 Temmuz 2016’yı şehitlerine saygı toplantısı yaptık. 36. Rumeli-Balkan Buluşması 23 Mart 2017 organizasyonu ile ilgili BULTÜRK Yönetimi olarak Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde yerimizi aldık. 37. Şubat 2017’de Ankara Temsilciliğimiz “Suriye ve Irak’tan Gelen Sığınmacıların Sorunlarının Değerlendirmek amacıyla Ankara Göç İdaresi İl Müdür Vekili Adem Sezer’’i ziyaret etti. 38. Ankara Temsilcimiz Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz Polatlı Türk Ocağı’nda “Balkanlar’da Türk Varlığının Tarihsel Süreci” başlıklı konferans verdi. 39. Ankara Temsilcimiz İsmail CİNGÖZ; Türk Dünyası ve Türk Dış Politikası Çalış tayına katıldı ve Balkanlarda durumu değerlendirdi. 40. 2017’de Moldova’nın Gagavuz Yerinde Kıpçak köyünü ziyaret ettik. 41. Eyüp, Gaziosmanpaşa, Zeytinburnu, Bakırköy Belediyelere ziyaret ettik. 42. BULTÜRK yönetimi “Pütürge” Belediye Başkanı ile görüştü. 43. İstanbul’da Türk Dünyası Dernekleri toplantısı BULTÜRK öncülüğünde yapıldı.


Makale ve Analizler - 2019

223

44. “Doğu Türkistan Kanayan Yaramız” Konferansını BULTÜRK Merkezde yapıldı. 45. 2018 Moldova - Gagavuz Yeri/ Kıpçak köyünü ziyarete gittik. 46. Kasım 2018 İstanbul’da Bulgaristan Halkın Şeref ve Hürriyet Partisi heyeti ile görüşme. 47. Kasım 2018 Bayrampaşa-Sultangazi-Kâğıthane Belediye Başkanı ziyaret ve plaket takdimi. 48. Aralık 2018 Bakırköy Belediye Başkanını ziyaret ve plaket takdimi. 49 Aralık 2018 Bayrampaşa Belediye Başkanına Plaket takdimi 50. Mart 2019 Bayrampaşa Kültür Merkezinde “Türk Dünyasında Kadın” Konferansı. 51. Mayıs 2019 Bayrampaşa “Türk Dünyasında Soykırımlar” Konferansı. 52Temmuz 2019 Tekirdağ Göçmen Derneği 1989 göçü 30.yılında konuşmacı olarak katıldık. 53. 15 Temmuz 2019’da “Demokrasi ve Milli Birlik Günü”ne katılım 54. Temmuz 2019 Yalova “Türk Dünyası Basın Mensupları” buluşmasına katılım. 55. 1989 göçünün 30. yılı anma toplantısı BULTÜRK Merkezde yapıldı. 2019 56. “Ebulfes ELÇİBEY”İ anma toplantısı Bayrampaşa’da yapıldı. -2019 57. İsveç Malmö’da “TÜRKUAZ FESTİVALİNE” katılım. Eylül - 2019 58. Ekim 2019 İstanbul Atatürk havalimanında “ETNOSPOR KÜLTÜR FESTİVALİNE KATILIM” sağladık. 59. KKTC’de yapılan “Türk Dünyası Sivil Toplumları” toplantısında BULTÜRK yerini aldı. 60. 16 Ekim 2019 tarihinde İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK’i makamında BULTÜRK ekibi ziyaret gerçekleştirdi. 61. Kadim Dost Güney Kore’den BULTÜRK’e Ziyaret. Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Enstitüsü Başkanı CHO SUNG HEE Genel Sekreteri Hande KAVARNALI ve beraberindeki heyet, BULTÜRK Derneğini ziyaret etti. Tarih: 20. 10. 2019. 62. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK’i makamında ziyaret. Tarih: 16 Ekim 2019. 63 Dünya Etnospor Konfederasyonu’nun (DEK) 2019 “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” sloganıyla düzenlediği, 4’üncü Etnospor Kültür Festivalinde BULTÜRK yerini aldı.


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

64. KTC’de yaşayan Bulgaristan Türkleri üzerine KKTC Başbakanı Sn. Ersin TATAR ile sohbet etme imkânımız oldu. 65. Kıbrıs İlim Üniversitesi Rektör’ü Prof. Dr. Ahmet Bülend GÖKSEL’i Makamında Ziyaret Ettik. 66. AL BAYRAK’TAN GÖK BAYRAĞA Konferansı Bayrampaşa’da yapıldı. •- BULTÜRK, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ile birlikte BGSAM -Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin hazırladığı kitaplar 60’a ulaşmıştır.

BULTÜRK Merkezinde Düzenlenen Konferanslar ve ziyaretler

• Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile ortaklaşa 20 Ekim 2009’da “20. Yılında 89 Göçü” konulu bir Uluslararası Konferans düzenledi. • Ekim 2011 İstanbul/Bayrampaşa’da “89 göçü” konulu Konferansı yapıldı. • Ünlü yapımcı ve yönetmen Osman SINAV, BULTÜRK Genel Merkezinde “Hayal ve Strateji” konulu Konferansını BULTÜRK Merkezimizde üyelerimizle birlikte oldu. Таrih 10.12.2012. • Bulgaristan’dan gelen öğrenciler ile Türkiye’deki öğrencileri iftar yemeğinde bir araya geldiler. Genel Merkezde düzenlenen iftarda “Bulgaristan Türklerinin Geleceği” konulu söyleşi gerçekleştirildi. Tarih Eylül-2012. • “Recep Rodoplu’yu Anma” Toplantısı’na konuşmacı Dr. Müjgân DENİZ. Tarih: Kasım 2013. • Azerbaycan Milli Kahramanı İbad Hüseyin: “Bugünün Attila’sı” Konferans. Tarih: Ekim 2013 • Aziz ŞAKİR, “Bulgaristan’da Mezar Taşları” konulu konferansı sundu. Tarih: Nisan 2013 • Raziye ÇAKIR,“1989 Göçünde Yaşananlar” konulu bir konferans sundu. Tarih: Nisan 2013 • TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğurul İsmail’ın katılımıyla “Azerbaycan’ın HOCALI SOYKIRIMI” konferansı yapıldı. Tarih: Mayıs 2014.


Makale ve Analizler - 2019

225

• “Balkan” romanının yazarı Halide ALPTEKİN, Balkanlar konulu konferans verdi. Tarih: Nisan 2014. • 18-21 Haziran 2014 tarihleri arasında BULTÜRK ve İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsünün işbirliği ile “25. Yılında 89 Göçü ve Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu” düzenlendi. Tarih: Haziran -2014. • “Bulgaristan’ın Geleceğinde Türk Gençliğinin Yeri ve Önemi” konferansı yapıldı. Sunum: Araştırmacı Gazeteci Yazar Şamil Kucur. Tarih: Aralık 2015 • İstanbul: “Karabağ Savaşında Yaşanan ve Bilinmeyen Gerçekler.’’ Konferans. Sunum: Azerbaycan Milli Kahramanı İbad HÜSEYİNOV. Tarih: Ekim 2015. • Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla AYDINER merkezimizi ziyaret ederek Bayrampaşa ilçesine yapılan hizmetleri aktarmayı müteakip Balkanlarda yaptıkları “Kardeşlik Sınır Tanımaz” konulu bir konferans verdi. Tarih: Agustos-2015 • İbrahim KÖŞDERE, “Bulgaristan Türkleri’nin Türkiye’deki Konumu” konulu bir konferans sundu. Tarih: Mayıs 2015 • Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın katılımlarıyla “Balkanların Geleceği” konulu konferans düzenlendi Tarih: Mart 2015 • Araştırmacı yazar Yrd. Doç. Dr. Süleyman Özmen, “Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmud Tarzı Han ve Anıları” isimli kitabıyla Afganistan ve Orta Asya gerçeklerini dernek üyelerimizle paylaştı. Tarih: Aralık 2015 • - Yeni Kapı Mitinginde yerimizi aldık - Tarih: 7 Ağustos 2016 • BULTÜRK “Birlik ve Beraberlik” Gecesi düzenledi – Gaziosmanpaşaİstanbul. Tarih: Eylül-2016 • BULTÜRK “Birlik ve Beraberlik” – Bayrampaşa’da, Tarih: Ekim-2016 •- T.C. Cumhurbaşkanı Başkomutan emriyle başlayan Fırat operasyonuna BULTÜRK Derneği olarak tam destek. • Bulgaristan Türklerinin “Büyük ve Güçlü Türkiye” İçin Evet Gecesi. Tarih: 7 Nisan-2017. • Etnospor Etkinliklerinde Çadırımızla yerimizi aldık. Tarih: Mayıs 2017 Yenikapı/İstanbul. • 14 Temmuz 2017 Bulgaristan Kazanlık ilçesinde “15 Temmuzu şehitlerimizi anma ve darbeyi kınama” gecesi düzenledik.


226

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

• BULTÜRK öncülüğünde “Birlik ve Beraberlik” Gecesi yapıldı. Bayrampaşa/İstanbul - 2017. • Bulgaristan’da kalan taşınmazların iadesi ve vatandaşlık konularında dernek genel merkezimizde her ayın başında Bulgaristan’dan gelen avukatlar ve aracılık eden uzman kişiler tarafından ücretsiz bilgilendirme toplantısı yapılmaktadır. • Şumnu “Nikola Kozlevo” Belediye Başkanını makamında ziyaret ve plaket taktimi. - 2017 • Kazanlık Türk Ulus Derneği Başkanı Menderes KUNGÜN’ü ziyaret. - 2017 • Türkiye Cumhuriyeti Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Musa AVSEVER’i makamında ziyaret ettik. Tarih: 31 Temmuz 2017 • Bulgaristan Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) Genel Başkan Yrd. Zlateva ile Kırcaali’de görüşme. - 2018 • Derneğimizde gençlerimiz için ücretsiz Bulgarca ve İngilizce dil kursu. 2018 • Etnospor Etkinliklerinde Çadırımızda yerimizi aldık. Mayıs 2018 Yenikapı / İstanbul. • Düzce Cumhuriyet Savcısı Bayan Özlem BERBEROĞLU’nu makamında ziyaret Tarih: 15.06.2019 •- Bayrampaşa yeni Kaymakamımı Dr. Soner ŞENEL’i makamında ziyaret. Tarih: 17.10.2019 •- 19.10.2019 Kıbrıs Girne’de İlim Üniversitesi Rektör’ü Prof. Dr. Ahmet Bülend GÖKSEL’i Makamında Ziyaret. •- Bulgaristan’ın Stara Zagora (Eski Zara) İline bağılı Kazanlık ilçesinde çıkan “DOLİNA” Gazetesinin Sahibi Yanitsa STANÇEVA ve yanında Stanimir STEFANOV ile birlikte Ziyaretimize gelmişlerdir. Aralık - 2019 •- Türk Dünyası Filmleri Gösterimi İstişare Toplantısı’nı, İstanbul’da Türk Dünyası Dernekleri ile birlikte Cumartesi günü Akgün Otel’ine katılım. Aralık - 2019 •- BULTÜRK -Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin bünyesinde bulunan BGSAM -Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin hazırladığı kitapların sayıları 60’a ulaşmıştır. •-


Makale ve Analizler - 2019

227

BULTÜRK OLARAK KATILDIĞIMIZ TOPLANTILAR Türk Dünyası Kurultaylarına Katılım Dünya Türk Gençler Birliği (DTGB) Başkanlar Toplantılarına ve Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarına BULTÜRK olarak katılımlar:

DTGB Başkanlar Konseyi Toplantıları Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarına; I. - Mart - 1994 - Nalçik - Balkarya II. - Nisan - 1995 -Ankara Türkiye III. - Mayıs - 1996 - Ufa – Başkurdistan IV. - Nisan - 1997 - Bakü – Azerbaycan V. - Mayıs - 1998 - Ankara – Türkiye VI. - Temmuz 1999 - Denizli – Türkiye VII.

- Mayıs - 2000 - Köstence Romanya

VIII.

- Eylül - 2006 - Antalya – Türkiye

T.C. Devletinin Yaptığı Toplantılara katılım 5. - 1997 Nisan

- İstanbul / Türkiye

6. - 1998 Mart

- Bursa / Türkiye

7. - 1999 Temmuz - Denizli / Türkiye 8. - 2000 Mart

- Samsun / Türkiye

9. - 2001 Aralık

- İstanbul / Türkiye

10. - 2006 Eylül - Antalya / Türkiye 11. - 2007 Eylül

- Bakü / Azerbaycan


228

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dünya Türk Gençler Birliği üyesi olarak BULTÜRK derneğinin katıldığı Kurultaylar:

Tarih – Yıl

Şehir

Devlet

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Ağustos 1994 - Bahçesaray - Kırım Ağustos 1995 - Isık Göl - Kırgızistan Ağustos 1996 - Ufa – Başkurdistan Eylül 1997 - Girne – KKTC Eylül 1998 - Türkistan – Kazakistan Eylül 1999 - Çeboksari - Çuvaşistan Eylül 2000 - Bakü – Azerbaycan Eylül 2004 - Köstence - Romanya Kasım 2005 - İstanbul - Türkiye Ağustos 2007 - Ohri - Makedonya Mayıs 2008 - Bakü - Azerbaycan Mayıs 2009 - Bakü - Azerbaycan Ağustos 2009 - Yalta Kırım - Ukrayna Mayıs 2010 - Sofya Bulgaristan BULTÜRK ÖNCÜLÜĞÜNDE Aralık 2011 - İstanbul - Türkiye Eylül 2012 - Bakü - Azerbaycan Aralık 2013 - İstanbul - Türkiye BULTÜRK İLE ORTAKLAŞA Aralık 2014 - İstanbul Türkiye BULTÜRK İLE ORTAKLAŞA Aralık 2015 - Ankara – Türkiye BULTÜRK İLE ORTAKLAŞA Aralık 2016 - İstanbul – Türkiye BULTÜRK İLE ORTAKLAŞA Aralık 2017 - İstanbul - Türkiye


Makale ve Analizler - 2019

229

Türk Dünyası STK Toplantıları - Mayıs 2008 - Bakü - Azerbaycan - Mayıs 2010 - Sofya - Bulgaristan - 2011 Aralık - Ankara - Türkiye - 2012 Ekim “Geldik, gördük, yazdık” programı çerçevesinde Azerbaycan STK’lar toplantısında - 2012 Ağustos Birinci Türk Halkları Kurultayı–Komrat Gagauzyeri- II. III. Ağustos-2013-14. Kıpçak köyünde - 2013 - Aralık- Ankara-2014/15/16/17/18 İstanbul - Türk Dünyası Genç İşadamları toplantısı. - 2014 Ekim Türk Dünyası STK’lar toplantısı Bakü Azerbaycan - Doğu Türkistan Kanayan Yaramız Konferans Bayrampaşa İstanbul Ekim-2018 - Türk Dünyasında Kadın Konferansı Bultürk öncülüğünde Bayrampaşa İstanbul 9 Mart 2019 - 2015-2019 Temmuz Türk Dünyası Basın Mensupları Toplantısına her yıl katıldık – son Temmuz-2019 - 2019 Ekim Moldova Gagauzyeri Komrat Şenliklerine katılım sağladık. - 2019 Ekim Türk Dünyası Sivil toplum kuruluşları toplantısı Girne KKTC – 2019 - Derneğimiz 2010- 2019 yıllarında her yıl düzenli olarak Bulgaristan’dan giderek Moldova’ya yerleşen Gagauz Kardeşlerimizin: Kıpçak köyünün Doğum-kuruluş yılı kutlamalarına her yıl katılmaktadır.


230

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

13. YAFEM TÜRK DÜNYASI BASIN MENSUPLARI YALOVA’DA


Makale ve Analizler - 2019

231


232

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

233


234

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

235


236

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

237


238

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

239



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.