60 - DEMOKRASİ SANDIKTAN GEÇER

Page 1

Demokrasi SandĹktan Geçer

2 0 1 9 - E ki m Makale ve Analizleri


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -60 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Ekim - 2019 Editör: Raziye ÇAKIR

İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pwww.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları

Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2019 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2019

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor. Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM


Makale ve Analizler - 2019

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


Makale ve Analizler - 2019

11

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan son-


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

raki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2019

13

Firdevs BÜYÜKATEŞ’in Şiirler Ve Yazıları UNUTMA demeyeceğim Zaten UNUTAMAZSIN! Unuttum demek bile, UNUTAMAMAKTIR AKLINDA KALSIN!!!!! AVUCUMDA KUŞ Mutfak penceresinin camını okşayan yasemin dalına minik bir serçe kuşu kondu ve gözlerimiz karşılaştı bir anada. Öylesine bakıştık bir hayli zaman, camın öte yanında o, berisin de ben, aramızda bir metre kadar yakın bir mesafe olmasına rağmen, ürküp kaçmamasından cesaret alarak kahvaltı masamdan ekmek kırıntılarını toplayarak camın kenarına koyarken fırladı gitti gözlerimin önünden. Bakışlarını bende bırakmıştı sanki. Ne zaman mutfağa bir göz atsam onu görüyordum pencereden el eden yasemin ağacının dalında. Son bahar dişlerini tenimize batırmaya başladığı bir günde onu gördüm yine ayni yasemin dalına konmuş kuru dalda arasından bakışlarını fırlatıyordu bana. Yine uzun uzun bakıştık sanki arada mutfak camı olmasa gelip konuverecekti omzuma. Onu korkutmaktan korktuğum için mıhlanmış gibi kaldım yerimde o da camın öte yanından cik cik diye sesler çıkarsa da onu tekrar ürkütmeyi göze alamadığım için soluğumu bile kesmiş öylece bakışıyorduk biri birimize. Bir ara rüzgâr dalı yerlere kadar eğdi ve arka bahçemde, kedilerimden kalan bir yudum ekmeği gagasına alıp, uçup gitti yeniden. Anladım o bir anne idi kendi karnını doyurmadan önce yavrularını düşünüyor, aynen insanlar gibi. Arka bahçeye sık sık gelişi ise, kedilerden kalan ekmek kırıntılarından yararlanmasıdır. O günden sonra cam kenarına kocaman yudum yudum ekmekler ve elma parçacıkları bırakmaya başladım ve kısa bir zaman içinde arkadaşlığımız pekişti. Cam kenarına koyduklarımı her gün alıp gidiyor bazen benden erkenci olduğu zamanlar olursa gagası ile cama vurarak gelişinden haberdar ediyordu.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son günlerde,, elimden yemeğe de başladı, aramızdaki güven yasemin ağacından kalbime kadar kök salmıştı . Yuvasına doğru her kanat açtığında bile uzaklara değil kalbime yol alıyordu. Firdevs BÜYÜKATEŞ KIRKLARELİ Görüntünün olası içeriği: yazı MENDİL YERİNE Türkünü söylerken esmer rüzgârlar Anılar ağını sarar boynuma Gönlümün dalına konan hüzzamlar Seni dolduruyor gamlı koynuma Gülüşün sallanır gül dallarında Hayallerim uzak yollara düşer Götürmedin diye beni yanında Gözlerim güllerin rengine küser Kirpiğimde yağmur elimde umut Seni ekiyorum her doğan güne Artık yüreğini gönlümde unut Hasretleri savur mendil yerine

Firdevs BÜYÜKATEŞ


Makale ve Analizler - 2019

15

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, oturan insanlar ve yazı BENDE ÇOK SEN VAR. Kırları kuşatmış bu gün gözlerin Gülümsüyor yeşil yeşil uzaktan Gönülden yollara taşmış özlemin İstediğin kadar beni uzak san. Gözümün önünde beyaz bulutlar Kucağını açmış gel diyor bana Senin kollarınla beni sardılar, Teninin kokusu can oldu cana. Bir daha geriye dönüp gelmesen Olduğun yerlerde mutlu mesut kal. Geçmişten ne kadar sen vardır bilsen, Seni yaşatacak bende çok sen var. Firdevs BÜYÜKATEŞ KIRKLARELİ Görüntünün olası içeriği: çiçek, bitki, ağaç, açık hava ve doğa DÜNYANIN EN MUTLU İNSANLARI…… En büyük doktor, en etkili ilaç, en iyi öğretmen zamandır. Kimisi kredi borçlarının bitmesini, kimisi beyaz atlı prensinin gelmesini, kimisi eşitlik, kimisi diploma, kimisi de şafak bekler. Daha nice nice bekleyişlerle doludur hayat. Kimisi için yıllar kuşkanadında, kimisi için de yerinde sayar. Neyi ve nasıl, nerede beklediğimize çok bağlıdır. Bazen sevdiklerimizle beraberken geçmesini istemediğimiz zaman su gibi akıp gider, yolunda gitmeyen bir şeyler varsa, engellere takılmış gibi yerinde sayar. Zaman hep ayni zamandır sadece bıraktığı etki değişiktir. Doru atın yelesindedir sanki mutlu anlarımız, birde sabahı dört gözle bekleyenler vardır saatleri yıldan ibaret. Süreç ayni süreç olsa da hissedilenler baksa başkadır Zamana yüklenmeler, yıllara darılmalar boşa, her şey bizde başlayıp bizde bitiyor.


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bazen büyük kayıplar yaşar insanoğlu ama zamanla yenisini koyar yerine. Her şeyin bir tekrarı bulunur da hayatin tekrarı olmaz asla. Öyleyse hayatımızı önemseyelim, boşuna harcamayalım. Bizler hayatta birer ağaç, günlerimiz ise ağacın yapraklarıdır. Onları zamansız soldurmayalım. Pembe dertlerle kendimizi tekrar tekrar yıpratmayalım, yoksa gerçek dertlerle yüz yüze geldiğimiz anda, onlara göğüs gerecek gücü kendimizde bulamayabiliriz. Yasam bizlere bir armağandır, acısıyla tatlısıyla bir bütünü oluşturur. Çok sert olmak kırar, fazla yumuşaklık eğer, bunun arasını bulmaya mecburuz. Acısız doğan sabahlara şükredelim. İsrafçı olmayalım asla, çünkü dünyanın bir yerlerinde çocukların yetişkinliğe eremeden açlıktan öldüklerini unutmayalım. Vatanımızda kardeşliğe, dünya barışına değer verelim. Her günümüzü son günmüş gibi yaşayalım. Savaş görmemiş nesiller dünyanın en mutlu insanlarıdır. FİRDEVS BÜYÜKATEŞ. KALEMİN DİLİ kitabımdan. Görüntünün olası içeriği: yazı BRAİLA. Her sabah güneşle yıkanan şehir Gülümser Tuna’nın dört bir yanından Hangi yana baksan büyülü sihir, Rüyalar içinde yaşanan zaman. Yeşilin her tonu onda gizlidir Kahve kokuları duvarlar deler Her insanı ayrı, ayrı farklıdır, Braila’da olmak ömürmüş meğer. Mümkün mü anlatmak kalemle seni Her köşende ayrı bin tarih yatar Gönüllere çizdik güzel çehreni, Seni sevmeyenler aşktan ne anlar? Firdevs Büyükateş Romanya- Braila.


Makale ve Analizler - 2019

17

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, çiçek 2017 yılında bu günde Romanya’ın Braila Kentinde yapılan Balkan Ülkeleri’BALKANİKA’ Edebiyat yarışmasında davet edilmiştim. On iki Balkan ülkesinden katılan şair arkadaşlarla birlikte beş gün kaldık Romanya’nın BRAİLA şehrinde . Şiir tadıyla gecen günler sonrasında birincilik ödülü bana nasip oldu. Şiirlerimin derecece girmeyi beni çok mutlu etti . Bu konuda şiirlerimi Türkçeden Roman’caya çeviren İSMAİL Bey’e de teşekkürü borç bilirim. Eserlerim üstünde gereken titizliği göstermeseydi eğer,jüri şiirlerimin derinliğini hissedemeyebilirlerdi. Bizleri davet eden ,ödüle layık gören ,misafir eden tüm yetkililere bir daha sevgi ve saygılarımla teşekkürlerimi sunarım Firdevs BÜYÜKATEŞ. KIRKLARELİ


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türklerinin Vatanlarından Kovulmasının 30. Yılını Anma 4.10.2019 İzmit Konferansına gönderilen mesajı okuyucularımıza sunuyoruz: Bulgaristan Türklerinin Vatanlarından Kovulmasının 30. Yılını Anma ve Görüş Alış Verişi Ve Lanetleme Toplantısına Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği – BULTÜRK sunumu. Değerli katılımcılar, Bulgar mezalimini, zulmünü yaşamış değerli büyüklerim, kardeşlerim, Acıları dinmeyen 1989 zorunlu göçünü bizzat yaşamış soydaşlarım, Kıymetli değerli ve dış ülkelerden gelen bilim adamları, BULTÜRK Genel Başkanı sıfatıyla hepinizi kutluyorum. Bundan 8 yıl önce derneğimiz İstanbul Bayrampaşa “Mehmet Akif ERSOY” Kültür Evinde Bulgar akademisyen ve demokratik kamuoyu temsilcileriyle “Bulgaristan devleti ve halkı için yüzkarası” Bulgaristan’dan Türkleri kovma olayını tartışıp lanetledik. Biz düzenlediğimiz foruma Konferans demiştik. Daha sonra da değişik panel ve bilgi şöleni çalışmalarımız sürdü, konu Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BGSAM) yayınlarımızdan asla düşmedi, Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesi eserimde ayrıntılı olarak incelendi. 58 eserden oluşan BGSAM Külliyatımızda, artık internette de bulunup okunabilir. Aynı konuda birkaç ay önce Çorlu’da düzenlenen Sempozyum dikkat çekti. Bizim açımızdan “Büyük Seyahat” veya “Büyük Göç” gibi kavramlar kabulü mümkün değildir. Bulgaristan’da çıkan incelemelerde bu “aldatıcı” kavramların bilinci olarak kullanılmaya devam ettiğine inanıyoruz. Yine tarafımızca kabul edilemez olan, 20-inci yüzyıl Bulgaristan Müslümanları mezalimi, yaşanan zulüm, 1989 Mayıs ayaklanmamıza “olay” tarifi, Todor Jivkov diktatörlüğünün ve komünist rejimin devrilmesinde “belirleyici etkisi olmamıştır” değerlendirmeler “önemsizleştirici, ehemmiyetsizleştirici” hedef taşıyıcısıdır. Kimliğimizi yok etme, ayaklanmamız ve vatanımızdan kovulmamızın “gerçek özünü değiştiren”, “anlam sulandıran”, yaşanan trajediyi çarpıtma denemeleri Bulgar devlet terörünü haklı gösterme denemesidir. Türklere Türk demeye dilleri dönmeyenleri Çorlu’da dinleme sabrı göstermek zorunda kaldık.


Makale ve Analizler - 2019

19

Bütün soykırımların özündeki politik nitelik devlet terörüdür. Bize uygulanan devlet baskı ve terörü 1879-1886 yılları arası Prens Aleksandır Batenberg’in, 1887 – 1908 yılları arasında Prens Ferdinand’ın; 1908-1918 yılları arası Kral Ferdinand’ın; 1918-1943 yılları arası oğlu Kral Üçüncü Boris’in ve ardından 45 yıl komünist partisi ve şahsen Todor Jivkov ve yönettiği BKP MK Politik Bürosu emirleriyle gerçekleştirilmiştir. Bu, bugün de devam eden bir devlet politikasıdır. Uygulanan devlet terörünün adı “parlamenter demokrasi”, “faşist monarşi”, “sosyalist demokrasi”, “totaliter diktatörlük” ve günümüzde adının tanımı biçimlenmemiş bir biçimde, değişik biçimlerde devlet terörü siyasetinin kesintisiz devamıdır. Bu 1877-78 savaşıyla başlamıştır. Yıldırma, sindirme, tehdit, korkutma, başka yerde ikamet etmeye zorlama, sürgün etme, göçe zorlama kapısını açıp isim, dil, din, hayat tarzı yasaklama, KİMLİK değiştirmeye zorlama, Türk kimliğini yok etme …. Bulgar devletinin (Ermeniler dışında) bütün azınlıklara periyodik aralarla şiddetlendirerek uyguladığı eritip kendi içine akıtma veya yurttan kovma biçimlerinde belirmiş ve uygulanmıştır. Yoksul yaşatma, gelişme yollarını tıkama, tırmanan korku ve çaresizlik içinde, aileleri ve soyları sürekli parçalayarak, en ilkel insan haklarını tanımayarak, gırtlağını sıkıp yok etme planlı uygulamanın yöntemleridir. Türkler için “İslamlaştırılmış Bulgarlar” ve her başka azınlık için de başka bir masal uydurulmuş, azınlık kimliklerinin hiç birini tanımama Bulgar devlet terörünün doruğu olmuştur. 5-6 kuşaktan beri devam eden ve hepimizi tek dilli, tek kültürlü toplum ve terör mengenesinde sıkan Bulgar devleti, aslında kıdım kıdım, bölüm bölüm ve sonunda sel gibi Soy kırım uygulamıştır. Aydınlarımızı okumuşları – öğretmen ve hocaları, doktor ve mühendisleri – seçip göçe zorlayarak “aydın kırımı”, Türkçe okullarımızı kapatarak “anadil kırımı”, kütüphane ve kültür ocaklarımızı kapatarak “kültür kırımı”, Türk geleneklerimizi yasaklayarak “Anane, töre ve yaşam tarzı kırımı”, değişik vesile ve tutarsız gerekçelerle uygulanan kitle göçleriyle, 1989’da 360 binimizi birden anayurdumuzdan, ata toprağımızdan devlet terörü-soykırım uygulayarak Türkiye’ye kovmak “Göç-Kırımı”, soydaşlarıma – örneğin şu önümüzdeki 27 Ekim yerel seçimlerinde oy kullanma-


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mızı kanunla yasaklayarak “en doğal insan hakları – kırımı”, “azınlık haklarımızı – kırımı”, “seçme ve seçilme hakkımızı kırımı” ve daha yüzlerce birbirinden farklı kırım şekilleri yaşadık ve şimdi devlet terörü bizi “kolektif kimsizleştirme” aşamasında ezmeye çalışıyor. Bu devlet tarafından planlı ama parça parça uygulanan bir “kırım” siyasetidir ve adı da “devlet terörü yani soykırımdır.” Son 30 yılda bizim Türk irademiz kırılıp parçalanıp çöpe atılmak ve yok sayılmak isteniyor. Bu amaçla “hainliğe önem kazandırma işine” daha da büyük önem veriliyor, Moskova’dan ve Sofya’dan para akıtılıyor. İşler, “Türklerle ilgili sorunlara” gizli ajan Ahmet Doğan’dan başka hiç birimizin virgül koymaya hakkı olmadığı aşamaya geldi. Bu tespitimi bir örnekle açmak istiyorum. Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) 27 Eylülde kampanyası açılan yerel seçimde, totaliter düzen uzantısı, Moskova piyonu, bizimle ilgili olan, aynı yıl seçimden önce 6 ay Bulgaristan’da yaşamadan yerel seçimlerde oy kullanmamızı yasaklayan, kanun tasarısını hazırlayan ve mecliste onaylatan, halen Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı Maya Manolova’ya oy vermeye hazırlanıyor. Kiminle beraber oy vereceğiz biliyor musunuz? 26 Mart 2017’de erken genel seçimde oy kullanmaya giden teyzemizi “sınırda otobüsten zorla indirip tartaklayan, Bulgaristan’ı sözde kurtarmak için bize karşı örgütlenen Valeri Simyonov partisi gibi ırkçı-faşistlerle birlikte. Bu da Türk irademizi kırma ve biz ne dersek o olacak – siz bir kölelerle birlikte M. Manolovayı destekleyeceğiz. Bunları anlatmaya utanıyorum… 1984-85’in 3 ayında tepeden tırnağa silahlı asker, polis, sivil polis, kudurmuş gönüllü hainler devlet terörü uygulayarak 1 milyon 336 binimizin isimlerini değiştirdiler. Bu rakamı hep 800 bin olarak gösterdiler. 360 binimiz Türkiye’ye sığındık. Ardından gelenlerle Türkiye’de 1 milyona ulaştık. Yarım milyon insanımız Ab ülkelerine dağıldı, bir milyonumuz memlekette kaldı. Bağlarımız kesilmedi. Sofya TV-leri hep Bulgar gösterdikleri için, kalabalık oldukları izlenimi doğuyor, oysa gerçek durum çok farklı, nüfus kimliğini belirleyen artık azınlıklarımızdır. Hayatın değerlerini ufaltarak Soykırımı yapan Bulgarlar kendileri kırıldı. Bizim Türklük mayamız (1984-1989 arası) 5 yılda kabardı, kolektif bilince ulaştık, 1989 Mayısında Ayaklandık. Devlet yıkma damarımız tuttu. Bunun anlamı soykırıma DUR demekti. Bulgar ırkı kendisi öz tarihinde gömediği, yaşamadığı bir yenilgi yaşadılar.


Makale ve Analizler - 2019

21

Ellerinde tütün iğnesi, domates kazığı, çapa kürek, orak tırpanlı kadınlarımıza yenik düştüler. Hoş görümüzü hor gören Bulgar iradesi kesin kırıldı ve bir daha toparlanamadı. 2 milyona yakın Bulgar ülkeyi utançlar, düştüğü şerefsizlikten utanarak terk etti. Davamıza 35 yıldan beri ihanet eden, bilinçli ifadelerimizde kendilerine “hain” dediklerimizin eliyle bize karşı halen “ılımlı-soykırım” uygulamaya devam ediyorlar. Onurlu Türk kimliği ile yaşama şerefini kaybetmişler ve kişisel çıkarlarına kurban olmuşlar. Bugün onlar “insanların vatan seçme” hakkından söz ederek 360 bin kişinin göçe zorlanmasını da sözde “insanın seçme hakkı” olarak göstermeye çalışıyorlar. HÖH toplantılarında kafalara akıtmak istenen yeni zehir budur. 1984-89 katliamında verdiğimiz şehitler 37 değil, 200’den fazladır. Yalnız kayıplara karışanlarımız 100’den fazladır. Özürlü kalan 150’den fazla kardeşimiz var. 1 milyon 336 binimiz birden psikolojik-kırım yaşadık, birçoklarımız bugün de gününü gün edemiyor. Aynı soykırımı Pomak kardeşlerimiz de 1913; 1934-1944; 1964 ve 1972-73 dalgalarında yaşadı ve bugün hala Rodoplar’da hiç bir düğünde bayramda şen şakrak eğlenen yok. Yaralarına “çalga” müziğiyle pansuman yapmak isteyenlere uygulanan soykırımsa, “ev yıkma”, mahalleden kovma”, “gece baskınları”, okulsuzluk, işsizlik, yoksulluk ve Batıya kovma şeklinde şiddetlenerek devam ediyor. Dil soykırımı ve Kimlik soykırım ateşi Makedon vatandaşların köy ve kasabalarında yeniden parladı. Demek istediğim, Bulgaristan ufak ufak acı, dikenli, zehirli soykırım fabrikasının bacası tütüyor. Bizim büyük göç seliyle anavatana gelip yerleşmemizin sebebi devlet zulmüyle kovulmamızdır. Artık dalganın, rüzgârın dönme zamanı geldi. Çöken bir Bulgaristan kaldı arkamızda. Bir türlü toparlanamadı. Bulgar mayası artık kurumuş, suyu çekilmiş ve dirilme şansı yok. Ne totalitarizmin pisliğini, yüzkarasını temizleyebildiler, ne de vatandaşların yüzü güldü. Vatan toprağımızda bütün azınlıkların bize TÜRKLERE baktığına artık herkes inandı. Biz kader ortağıyız. Biz çekildik, onlar da memleketi bırakıp gurbetçiliği seçtiler. 1000 köy boşaldı. Sokaklar, semtler boş… Dün TV açtım. Öyle yalan söylüyorlar ki. Yerel seçimlerde 6 milyon 200 bin seçmen oy kullanacakmış. Bu rakama 18 yaşına kadar olan nüfusu da kattığımızda sözde yine 9 milyon oluyoruz. Resmi devlet statiği 5 milyon kaldık diyor, 3 milyonumuz dış ülkeye çıktık, oy kullanma hakkımız yok. Uydur uydur söyle. Sanki dilim dönmüyor da “Yasa-kırımı”, “Gerçek – Kırım” ve ardından “Oy – kırım” da demek geliyor içimden.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son 3 ayda Bulgaristan’da 5 000 çocuk aldırılmış. Bulgar toplumu “Halk-Kırımı” yaşıyor. Devlet bu seli durduramıyor. Gerçek budur. Eden kendine eder, Bulgarca olmayan bir atasözümüzdür. Yaşanan son hesapta “Bulgar-Kırım” olacaktır. O gün yakındır. O topraklarda Türklerden başka hiç bir soy devamlı ve dayanıklı devlet kuramamış, halka huzur ve mutlu yaşam sunamamıştır. 30 yıl önce yaşadığımız trajediyi BULTÜRK adına lanetliyorum. Teşekkür ederim. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK Genel Başkanı


Makale ve Analizler - 2019

23


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Köpüklü Çağlayanlar Diyarının Şairi Nuri Turgut Adalı URAL Eğitim Kültür ve Stratejik Araştırma Derneğinde Bulgaristanlı Yazar Şair Galip SERTEL’in Konferans konuşması. Gönüllerde taht kurmuş bir özgürlük mücahidini anma gecesinde söze yine gönüllerde taht kurmuş şair Ahmet Kutsi Tecer dizeleriyle başlayalım: Orda bir köy var, uzakta, O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür. Ve o köy Bulgaristan’da, Kırcaali ilinde Adaköy’dür… O köyün mezarlığında bir mezar var,gidip görmesek de, başucunda diz çöküp, eller havada semaya uzanmış bir Fatiha eda edemesek de, o mezar bizimdir… Mermere kazınmış kitabede ömrünü Bulgaristan’da Türklük davasına adamış,yıllarca zındanlarda, yılmadan mücadele yürüten eğitimci, şair, halk kahramanı şereflerine erişmiş Nuri Turgut Adalı veya Bulgaristan Türklüğünün makus kaderidir. Nuri Turgut Adalı 22 Kasım1922’ de Kırcali’nin


Makale ve Analizler - 2019

25

Adaköy’ünde doğdu. İlk öğrenimini Kaşıkçılar köyünde, orta öğrenimini Hatiboğulları nahiyesinde, lise öğrenimini Medresettün-Nüvab‘ta (Şumnu) tamamladı. Nüvvab’in Ali Bölümünde üç yıl öğrenim yaptıktan sonra ( mezun olmaya bir yıl kala ) Kemalist düşüncelerinden dolayı okuldan atıldı… Unutmayalım Kemalist düşüncelerinden dolayı ve Ata’ya dil uzatanlar da unutmasın. Mustafa Kemal Atatürk Bulgaristanlı Türkler arasında milli benliğin korunması için çalışan ve “Bulgaristan’ı sevmeyen, Türkiyeyi de sevemez” diyordu… Nuri Turgut Adalı da daha ilk gençlik yıllarından, hayatının son demine kadar,Bulgaristan’da Türk kimliğini koruma ve yaşatma uğrunda doğduğu vatan Bulgaristan’ı severek doğrularından vazgeçmedi,ödün vermedi. Şumen Nüvvap Okulundan ayrıldıktan sonra toplam beş yıl (Yunanistan/Gümülcine’de, Kırcali’de ve Çorbacılar köyünde) öğretmenlik yaptı. Genç yaşta totaliter rejimin olumsuz yönlerini açığa vurmaya, eleştirmeye başladı. Onu yıldırmak ve korkutmak için çeşitli çarelere başvuranlara boyun eğmedi. Öğretmenlik yaparken, 1945-46 dönemi Nüvvap öğretmenlerinden Hacı Muharrem, Hacı Ahmet Davutoğlu, gazeteci- yazar Dr. Ahmet Kemal’ile birlikte tutuklanarak, Pleven şehri yakınında Krasno Gradişte`de o yılların korkunç Rositsa temerküz kampına gönderilir… Hakkında düzenlenen rapor şöyledir: “Halk iktidarının en büyük düşmanıdır. Sosyalizm rejiminin insan haklarını çiğnediğini, Türk azınlığının ise haklarından mahrum edildiğini söylüyor. Milliyetçi ve Turancı fikirlerini gizlemiyor. Okur-yazar ve eğitimlidir. Eski Türkçe, Arapça ve Bulgarca okuyor ve yazıyor. Türk nüfusu arasında saygınlığa sahiptir. Son derece tehlikelidir”. Bu şekilde portresi çizilen insan hakları savaşçısı Nuri adalı tahliyesinden hemen sonra komünist rejim tarafından “Belene” temerküz kampına hapsedilir. Belene ölüm kampında (1950-1953) 3 yıl kalır. Burada adada ölen binlerce tutuklunun cesetleri yakınlarına verilmeyip, domuzlara yedirildiğine şahit olanlardan biridir. Anadolu’nun şiirini yazan Cemal Süreya soruyor: “Sizin hiç babanız öldü mü?/ Benim bir kere öldü,kör oldum” ve “beyaz köpüklü çağlayanlar” diyarı Rodopların unutulmaz şairi Nuri Turgut Adalı soruyor: “Kelebek gönlüm hiç yaşar mı gülsüz? Zindanda geçer mi ömür bülbülsüz? Zindan mavi Tuna’nın bağrına sere serpilmiş Belene adasıdır. Siz hiç Belene’de oldunuz mu?


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gece yarıları doğanın vahşi sesleriyle elleri kelepçeli, ayakları bağlı mahkumların kamyon kasetlerinden ah vahlarla itilerek aşağıya yuvarlanmalarını gördünüz mü? Güneşte,yağmurda çamurda,karda kışta ormanda odun kesip taşıyanlar, yorulanlar ve bitap düşenler vurulurlar. Vurulanlar torbaya konulup Tuna’nın boz ve bulanık dalgalarına bırakılırlar… Siz hiç, dünyanın cehennemi Belene’de oldunuz mu? Dün okulunda, sınıfında ilim saçan bir ışık iken, Türkçe yazdığı şiirlerde Türklük aşkı şahlandığı için Belene Ölüm kampında, ölümle yüz yüzedir şair. Kampta her gün ölüm var, mezarlık yok. Bir mola esnasında oturduğu sandıktan dayanılmaz kokular gelir. Gardiyana sorar: -Nedir bu? -Senin gibi bir mahküm. Öldü. Şimdi onu domuzlara vereceğiz, der gardiyan. Düşüncelere dalar gider şair ve sessiz sessiz dökülür durur dizeler: Öldürenler gafil, ölenler haklı Düşünen kafalar zindanda saklı Ne feryat duyan var, ne de dinleyen Birkaç değil artık, binler inleyen. Yardımcı olmazsa bizlere Hûda Kalır mı feryattan bir aksiseda Aleve benzeyen bir hevesimle Kaderim yok olmak kendi sesimle. 1960 yılında Türiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçiliği vasıtasıyla dönemin-Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes’e rapor gönderen Nuri Turgut Adalı Bulgaristan Türklerinin haklarının çiğnendiğini bildirir; Bulgaristan’daki Türk azınlığının içinde bulunduğu olumsuz sosyal şartların komünizm rejiminden kaynaklandığını ifade eder; Türklerin sahip olduğu etnik ve dini hakların kısıtlanmaya başlandığını yazar ve bu kısıtlamaların kısa zamanda asimilasyona dönüşeceğini de uyarır… Nitekim 27 Mayıs 1960 devriminden sonra ihbar edilir, tutuklanır ve 15 yıla mahküm olup Stara Zagora cezaevine sevkedilir… Stara Zagora veya önceki adıyla Eski Zağara deyince Bulgaristan Türklerinin çok büyük bir değeri Zağara Müftüsü Hüseyin Raci Efendi gelir akla ve onun o ölümsüz eseri “Tarihçe-i Vak’a-i Zağra. Günümüz diliyle Zağra Müftüsünün Hatıraları ve 93 Harbi, işgale uğramış bir Türk şehri, Müslümanların çoluk çocuk, kadın, ihtiyar, mağlübiyet sonrasın felaketi İstanbul’a doğru o acıklı hicret ve şu dörtlük:


Makale ve Analizler - 2019

27

“Aziz-i vakt idik a’dâ zelil kıldı bizi, Esir-i bend-i belâ vü sefil kıldı bizi; Bi-gayri hakkın atıp habse bir nice eyyâm, Mudîk-i ye’s ü sitemde alîl kıldı bizi.” Bu dörtlüğün günümüz Türkçesinde karşılığı: “Biz Türkler zamanın, çağın, dönemin saygın efendileri idik. Düşmanlar bizi aşağıladı, rezil ve perişan ettiler. Dert ve belâ bağıyla esir edip, bizi sefil kıldılar. Günlerce haksız yere hapse atarak zulüm, eziyet, ümitsizlik içinde bizi hasta ettiler”. İşte o 93 Harbi’nden yüz yıl sonra, yine aynı topraklarda aynı insanların torunları dünyasında sadece ve sadece insanca yaşam ve benliğini, kimliğini koruma mücadelesinde bulunan Türklerin acı bahtını dile getiren şair Nuri Tugut Adalı, davası görüldüğü o mahkeme nezdinde,yazdıklarının doğruluğunda şüphe olmadığını itiraf edecek. Bir “velilik”, “delilik” mertebesinde “BU MU BENİM SUÇUM?” diye sorar ve şiirlerinde de aynı konular… Hak, hukuk, özgürlük, insanca bir yaşam ve şiiri. DELİ Dokunma diyorlar, suya sabuna. Bakma etrafına, gir sen kabına. Başkaları için ağlayan gözler, Her yerde tüm hakkı savunan sözler, Yıldırım kesilir üstüne döner. Bu zulmette bakma olmaya fener! Fırtınalar kopar hep söndürürler, Hakkı haykıranı her an döğerler. Az mı dayak yedik bu yüzden gafil? Bir ömür boyu hep sen kaldın cahil! Aç gözünü artık yeter bu uyku, Ara şu felekte sakin bir kuytu! Gizlice orada ör çorabını. Yeter artık kapat şu HAK babını! O yoldan gidenler hep harap oldu. Yaz bile gelmeden gülleri soldu. Nasibini al sen cennet dünyadan, Yeter bahsetme şu bomboş hülyadan.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hayaller, emeller hem çoktan öldü, Senden evvel kabre onlar gömüldü! Aldandın, aldattın sen etrafını, Kederle doldurdun her tarafını. Yakınlara miras kaldı kederler, Hakkı savunana “bir deli” derler Ko deli kalayım değilim pişman, Bence delilerde kalmıştır iman. Ne kadar istesem olamam VELİ, Vahşi kalmaktan olayım deli… Ve “Biz, delilerin çılgınlığına şarkılar söylüyoruz diyor” Rus yazarı Maksim Gorki… 1961 yılında girdiği Stara Zagora ceza evinden 1973 yılında çıkıyor. 1982’lerde başlayan aktif asimilasyon kampanyasına karşı defterine yazdığı şiirler bahane edilerek tekrar tutuklanarak Belene ölüm kampına ve daha sonra Vidin bölgesi Skomle köyüne sürgün edilir. Onu sürgüne götüren, devlet aleyhinde eylem olarak nitelendirilen KÖYÜM adlı şiir: KÖYÜM Güllerin ve gülen yüzün bir yana Kırlarda eşek dikenlerini özledim Evladımın gülüşü, şen türküsü bir yana ağlamasını da özledim Bir kıyısından geçen çayı değişmem Cennet ırmağı ile … Gönlümün sesi mümkün olsa da gelse dile Seni soruyorum güneyden esen her rüzgara; hasret kaldım tırmandığım yamaçlara… Gümüş sularında yıkandığım dereler hep öyle çağlayarak akar mı ? Suların aynasında sevgilim ağlayarak ay’a, yıldızlara bakar mı ? O mehtaplı geceler gönlümün cennetiydi. Baharın getirdiği çiçekler o cennetin ziynetiydi..


Makale ve Analizler - 2019

29

Tatlı tatlı meleyen kuzular, gül yanaklı kızlar neşe saçar mı köyüm ? Senin kucağındaydı gerdeğim, düğünüm! … Doyamadım ne sevgilime, ne sana, ömrüm geçti zindanlarda Köyüme, sevgilime yana yana… Ziyanı yok, ko ben menfalarda çürüyeyim Yeter ki bir gün seni AZAD göreyim… İsim değiştirme kampanyası sırasında ceza-evinde bulunur. Adını karşı koymadan değiştirir, çünkü bu eylemin arkasında Sovyetler Birliği’nin durduğuna inanıyor ve mukavemetin anlamsız olduğunu biliyor. Ancak karşı gelmemesinin bir başka, daha önemli bir nedeni var. Asimilasyon politikasının buraya kadar geleceğini yıllar öncesinden bildiği gibi, çok sürmeden isimlerin tekrar geri verileceğini de biliyordu. Zira Türk isimli olup rejimi destekledikleri için Bulgar olan, Bulgar gibi düşünen Türklerin de isim değiştirme eyleminden sonra Bulgar adlarıyla ancak Türk gibi yaşayacağını ve Türk kalacağını biliyordu. Bu üç yılın sonunda, 7 Mart 1985’te tahliyesi yapılmayıp, göz hapsinde tutulur. Buna rağmen iki ay sonra (7 Mayıs 1985) tekrar tutuklanıp Belene temerküz kampına gönderilir. Üç aylık dayanaksız bir tutuklamadan sonra, göstermelik bir tahliye yapılıp, Vidin’in Skomple köyüne sürgün edilir. Ömrünün 24 yılını Stara Zagora Hapishanesi, Belene Ölüm Kampı ve Montana ilinin Skomle Köyü’nde sürgünde geçirdi. Ayrılığa dayanamayan eşi Nesibe Hanım’ın, Babası Turgut Bey’in ve Annesi Esma Hanım’ın Tanrı’nın rahmetine kavuştuklarını bile göremedi. Her anı sevdiklerinin özlemiyle geçen 24 yıl onu yıldıramadı. Çünkü bilinen doğum ölüm gerçeğinden öte kutsiyet arz eden değerler vardı hayatında ve davasında. “Vatan gayur insanların omuzları üstünde yükselir”, diyor Tevfik Fikret…. Evet çilekeşlerin omuzlarında yükselir vatan ve o doğduğu topraklarda, vatanı bildiği Bulgaristan’ı,mutlu ve kutlu bir yaşamın beşiği olmasını istiyordu. Bu zorlu yıllarda şiirler yazarak yüreğindeki acıyı, hasreti hafifletmeye çalışıyordu ve şair Nuri Turgut Adalı da yurdumuz Bulgaristan’da ırkçı, faşist, totaliter, komünist rejimin çökeceğinin bir habercisiydi Zindanda adlı şiiriyle.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) ZİNDANDA (1969. Eski Zağra Cezaevi) Pek nahoş çehreler çevremi sardı, Söndü bak ışığım, ufkum karardı! Kelebek gönlüm hiç yaşar mı gülsüz? Zindanda geçer mi ömür bülbülsüz? Münferit bir mezar biçimi oda, Tad kalmadı aşda, ekmekte, suda. Zehirli bir oktur o kem bakışlarNasıl geçer burda yazlar ve kışlar? Bahar çiçekleri uçtu gözümden, Anlayan yok gibi sanki sözümden! Gömüldüm pek kara düşüncelere, Alışmak gerektir işkencelere!.. Hele bir gün yurtta olacak sabah, Benim de gönlümde dinecek bu ah!…

Yapılan araştırmalara göre, Dünya Af Örgütü Nuri Turgut Adalı’yı Güney Afrikalı Nelson Mandela’dan sonra,dünyada ÖZGÜRLÜK uğruna en çok hapis yatan savaşçı olarak ilan etti. Ömrünün 24 yılını ceza evleri ve sürgünlerde, işkenceler altında geçirerek Bulgaristan’da ceza evlerinde en uzun süre kalan kişi olarak tarihe geçmiş Nuri Turgut Adalı’nın davası Güney Afrika’daki zenci lider Nelson Mandela’nın davasına çok benziyor. Mandela hürriyetine kavuştuğu günlerde dünya basınının manşetlerinden düşmemişti. Ne yazık, yazıktır ki, bir Müslüman Türk olan Nuri Adalı, Türklük uğruna, imanı uğruna ömrünü zindanlarda çürütmesine rağmen, basında bugüne kadar onunla ilgili çok fazla bilgi yer ve insan istemiyerekten şair Muhsin İlyas Subaşı’nın dizelerinde duraklayıp düşünceye dalıyor: “Sevgiye peşrev yoktur Hoşgörüyü terkettik Gerek yok sınır ötesi düşmanlara Biz bize yettik” Evet bizler,Bulgaristan Türkleri bugün birbirlerimizi insafsızca eleştirmelerden, gafilce bölünmelerden kurtulamazsak birer Türklük yurdu olan ve o “beyaz köpüklü çağlayanlar”diyarı Rodoplar’da,yeşili deli deli


Makale ve Analizler - 2019

31

Deliorman’da,altın Dobruca’da,şirin Tuna boylarında dolaşmakta ne hacet? Ayrılıkta azap, birlikte rahmet var olduğunu kimler bilmiyor? Nuri Turgut Adalı ceza evi, ölüm kampı ve sürgün üçgeninde geçirdiği bunca yıllardan dan sonra, Bulgar basının “golyamata eksurziya”– büyük gezi dediği,zoraki göçle 10 Haziran 1989’da elinde iki bavulla Ana-vatan Türkiye’ye yerleşti.BAL-GÖÇ Bursa’da bir süre maaşlı olarak görev yaptı. Daha sonra kendisine gazi maaşı bağlandı ve ömrünün son yıllarını dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in hediye ettiği Bursa-Görükle’deki dairesinde geçirmekteydi. İkinci eşini kaybeden Adalı kış aylarını Görükle’de, yaz aylarını da Bulgaristan’ının Mestanlı kasabasında, yerel Mestanlı Meclisin ilk oturumunda şehrin “Fahri Vatandaşı” ilan edildi ve yine belediye meclisi tarafından kendisine tahsis edilen dairede geçirmekteydi. 2004 yılının 5 Ağustos günü geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrılan Bulgaristan Türkleri’nin meşalesi Nuri Turgut Adalı, vasiyeti üzerine yakınlarının bulunduğu doğum yeri Adaköy Mezarlığına defnedildi.Evet,Bulgaristan Türkleri’nin meşalesi söndü..Bulgaristan Türkleri’nin milli ve manevi yolunu aydınlatan, komünist sistemin söndüremediği bir meşale olarak görülen Nuri Turgut Adalı 82 yaşında Bulgaristan’ının Mestanlı kasabasında ani bir ölümle hayata veda etti. Onun hayatını şair Ömer Osman Erendoruk bir şiirinin aşağıdaki dörtlüğünde şöyle tasvir etmişti: “Mısralara sığar mı bir ömür boyu zulüm, Bu nasıl ölçülürdü neyle kıyaslanırdı? Anahtar deliğinden kaç kez sırıttı ölüm, Elinde demir âsâ olsaydı paslanırdı.” . İyi ve kötü günlerinde şiir denemeleri yapan Adalı, şiirlerinde doğduğu yöreyi, Türk bilincini dile getirmekte. Çünkü : “Şiir bir direniştir,bir başkaldırıdır.Hayatı derinlğine kavrama ve inadına yaşayıştır.Belki de sıkı bir faşizmi olan bir Cumhuriyettir şiir.Ya da çiçeklerin buluştuğu kanlı bir şölen.İktidara karşı bir duruş.Siir iktidardan çok muhalefet.(H.A.)” Eski Zağra Ceza Evi’nde kaleme aldığı “Gönül İster Ki…” şiirin bir dörtlüğünde eğer bir gün ecelinden ölürse, yakınlarına şöyle vasiyette bulunuyor: “Ben göçerken bu felekten siz dökmeyin göz yaşı Seve seve koyun kabre gün görmeyen bu nâşı… Belki kabrim de bulunmaz bu vahşet ülkesinde! Gönül ister kabrim olsun bir ağaç gölgesinde! ” Evet, Nuri Ağabey, senin vasiyetin yerine getirildi. Sen ki orada doğduğun ve çok az mutlu olabildiğin Adaköy’ün mezarlığındaki ağaçların gölgesinde,komüstlerin zulmünden uzak, ananın, babanın ve çok sevdiğin iki eşinin yanındasın. Artık gardiyanların nefret dolu emirlerini hiç duymayacaksın, tekrar tutuklanma tehlikesi de yok bir daha… Skomle’ye sürgün edilmeyeceksin hiç… O korkulu rüyalarını da görmezsin her halde… Cennet mekânın olsun! Sevenlerin seni asla unutmayacaktır inşallah! UNUTMAYACAK ‘ tır, UNUTMAYACAK ‘lar AMMA, şu “ammalar”


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir olmasa, olmasa. Yıllardır rahmetli gazi Nuri Turgut Adalı’nın mezarını ölüm yıl döneminde ziyaret etmeler, mezarının başında nutuklar atılıp, o nutuklarda, Bulgaristan Türklerine sahip çıkıldığı söylenmekte. Söylenmekte amma Bulgaristan gerçekleri başka sularda. Fakirlik,işsizlik, yoksulluktan öte, Türk çocukları anadilini okullarda zorunlu BİR DERS olarak okuyamamakta… Dolaysıyla genç kuşak anadilini yarım yamalak konuşmakta. Türk ve Müslüman çocukları din dersleri alamamakta. Bulgaristan’da dinsiz bir gençlik yetişmekte. Ana dilde görsel medya yok, yazılı medya var denecek kadar az. Bulgaristan Türkleri parlamentoda temsil edilseler de seçme ve seçilme hariç, başka bir hak kazanamadılar. Var olan azınlık statüsünü bile kaybettiler. Rahmetli gazi Nuri Turgut Adalı’nın cezaevinde yazdığı şiirlerinden: Zalime uymadım Hırsız olup soymadım Hile ile kenara Üç-beş leva koymadım. Naçar dahi sayılmam Entarim olmasın ipek Kurt olarak aç gezmişim. Olmamışım asla köpek Şiirinin sadece şu iki kıtası bir totaliter rejimin ağır şartlar altında verilen mücadelenin, bugün demokrasi ortamında her şeyin düze çıktığı meydanda, ne biçim yozlaştığını anlamakta zorluk hiç de çekilmiyor ve bugün Bulgaristan’da o güzelim devlet okullarında masum Türk çocuklarının ana dilini okuma hakları çalınmakta. Anadillleri Türkçe ile birlikte gelecekleri çalınmakta… Şair Nuri Turgut Adalı 82 yıllık ömründe çocuklarımızın geleceğinin çalınmaması için çırpındı, savaştı, öldü. Ruhu şad,mekanı cennet olsun… Işıklar içinde kal yüce savaşçı.


Makale ve Analizler - 2019

33


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Devlet İçinde Devletçikler Tarih: 04 Ekim 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Seçimler buharlaşmış yerel yönetimleri canlandırabilecek mi? Bulgaristan 27 Ekimse sandık başına gidecek. Seçmenin seçeceklerimizin hepsi 30 yaşın altında genç adaylar arasından olsun çağrısı pek tutmadı. Siyasi partilerin “akıllı” önderleri, “eski hamam eski tas” bir müddet daha devam etsin görüşünde birleştiler ve emekli yaşına doğru her gün bir adım ilerleyenlere, tansiyon ilaçlarını kolayca alabilmek için yeni şans tanıdılar. Başka bir gerçek daha ortaya çıktı. Seçim önü toplantılarına yaşlılar gitmiyor. Gençler masalara vura vura isteklerini yerine getiriyor ve değişiklik istiyorlar. En fazla tartışılan konu, belediye ihaleleri, şeffaflık ve bu ihalelerde ödenen paranın yarısının rüşvet olarak iade edilmesi ana konu oldu. 9 yıldan beri bu gerçeğin dal budak salması, özellikle yol inşaatlarında, yeni köprülerde beliren aksaklıların, hatta köprüyol ve köprülerin ateş alıp yanması çok ilginç tartışmaları sahneye taşıdı. Genç kuşak cepte makas taşıyan ve her gün açılış şeridi kesenlere “yeter artık”, vazgeçin bu işlerden diye yüksek sesle tepki veriyor. En büyük protesto uyandıran konulardan biri ise, Bulgaristan’daki adaletsizliktir. Büyük hırsızlar el kol sallayıp gezerken, tavuk hırsızı kovalayan devletin halkı oyalamasına tepki “artık bıktık” sözleriyle ifade buluyor. “Ben almayayım” diyenler, çok nezaketli bir biçimde olmak üzere, gazete ve dergi alıp haber ve yazıları okuyup sonuç çıkarmak bir yana, sosyal medyada bile ancak başlıkları okuyorlar. Bu oran % 80 olmuştur. Seçim propagandasını uzatanlara tek soru soruluyor: “Bizim payımıza düşen bir şey var mı?” Bulgaristan’da seçim öncesi başka etkileyici bir olay da, Alman-Katar ortaklığı “WV” şirketinin yeni fabrikasını Sofya’da inşa etmekten vazgeçtiğini, tesisini İzmir-Manisa yöresinde kuracağını açıklarken, habere şunu ilave etmesi oldu. “Yeni fabrikayı Bulgaristan’da kurabilmem için önce Sofya’da 4 yıllık bir teknik meslek okulu ve 5 kuşak teknolojik eğitim verecek bir Üniversite aşmam gerek, nüfus cahil kalmış.”


Makale ve Analizler - 2019

35

Bu acı gerçek de 27 Ekim seçimlerine damga vurdu da, sonuç çıkaran yok. Bulgaristan’daki İngiliz, Rus, Fransız, İtalyan gibi liselerde öğrencilere yabancı dil öğretip, “senin yerin ve istikbalin dışarıda aşısı yapıldığı için” – kaç bu geri kalmış cahiller ülkesinden aşısı yapıldığını fark eden Almanların son sözü de, uyuyan kafaları ne yazık ki bu defa da uyandırmadı. Bir kulağı TV’de sese, iki gözü de TV ekranına kilitlenmiş ve Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde ikamet eden Makedonlara ‘Siz Bulgarsınız’ diyen Bulgar Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov başta olmak üzere, aşırı milliyetçi kesimin küstahsızlığı “seçimin ana konusu” yapılmak istense de, bu defa pek tutmuyor. “Tarihleri ile birlikte, dilleri ve kimliklerinin Bulgar olduğunu kabul etmezlerse Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin NATO ve Avrupa birliği görüşmelerine başlamak için tarih almasını engelleyeceğiz” diyenlere gülenler ise artıyor. Bu gelişmelerle hafif hafif dalgalanan Bulgar siyasetinde birden bire birkaç patlama oldu. Anlatmak istediğim Ruse’deki askeri mühimmat üreten “Dunarit” fabrikası ile Gılıbovo – Dimitrovgrat kentleri yakınlarındaki “Maritsa – İstok Isı Elektrik Santralinde” bir işçinin ölümü ve birkaç kişinin de hastanelik olmasına neden olan sıkıntılı olaylar değildir. Haftalardan beri il şehirlerinde ve başkent Sofya’da devam eden “Hemşire ve Ebelerin Daha Yüksek Maaş” için yürüttükleri iş bırakma, nöbete girmeme, protesto mitingi düzenleme, parlamentoyu kuşatma ya da Sağlık Bakanlığı yolunu kesme eylemlerinden başka olağanüstü yaratan başka bir seri olaydır. Bulgaristan’da sık sık bir market, bir otomobil yay deposu, bir lüks araç ya da daire yangınına, gece ev ve daire baskınlarına, insan kaçırma olaylarını yine basından ve sosyal medyadan öğreniyor, donanımlı polis ve savcılık operasyonları, kuşatma ve tutuklamalar olduğunu işitiyor, fakat işin özüne bir türlü inemiyorduk. Yılbaşından beri milliyetçi, ırkçı kesimin defalarca kan kabartma mitingi yaptığı Plovdiv (Filibe) ili, Maritsa Belediyesinin “Voyvodino” köyündeki evlerinin yarısı karlı kış ortamında büyük vinçlerle yıkılan Romen (Millet) mahallerinde camsız, kapısız kalan ev niyetiyle yapılmış kulübeciklerin birinden bir yaşlı kadının gün ortasında kaçırıldı. Mahsulü toplanmış Trakya ovasında tenha bir kenarda “eşek sudan gelinceye kadar” yani ağzından burnundan kan gelene kadar dövüldüğü, tekmelenip mısır çöpleri henüz sökülmemiş 2 karık arasına itildiği duyuldu. Mahalle insanının seferber olmasıyla ertesi gün kendinden geçmiş, acıdan sızıdan, kırılmış kemikleriyle bir daha asla ayağa kalkamayacak bir bitkinlikte bulundu. Yaşlı kadının anlattığına göre, “kalın enseli mafya saldırısına uğramış, oğlunun eve


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sakladığı paraları istiyorlarmış, eldivenli ellerindeki kısa kalın sopalarla vurup tekmelemişler. Bir şey öğrenemeyince de çekip gitmişler.” Bu olaydan bir gün sonra Plovdiv (Filibe) şehrinde 2 bölümlü tek katlı tel örgülü bir yağ deposu yandı. Birçok kişi tutuklandı. Sorgulama devam ederken polis 60 kişi için tutuklama emri aldı ve çok kapsamlı bir savcılık polis ve jandarma operasyonu Plovdiv şehrinde ve belediye’ye bağlı köy ve kasabalarda hayatı neredeyse felç etti. İpler Sofya’ya götürdü. Yukarıdaki resimdeki avukat, maliyeci, muhasebeci grup demokrasi yıllarında Panama, Seyshel Adaları, Lichtenstein gibi yerlerdeki Of Shor şirket hesaplarına kaçırılıp bekletilen dövizlerin şimdi yavaşça parça parça memleketimize geri akıtılması işini yapıyor ve yönetiyor. Tabii gizlenen, vergisi ödenmemiş, birçokları da kapma çalma, rüşvet, kaçırılmış bu paralar “gerçek” sahiplerinin banka hesaplarına geri gelemez. Bunun formülünü oluşturan ve uygulayan guruplardan birisi de yukarıdakidir. Onlar DEVLET İÇİNDE DEVLET ŞEKLİNDE ÖRGÜTLENMİŞLER VE İŞ GÖRÜYORLAR. Şirket yönetimi kendi ellerindedir. İletişim şifreli ve görüşmeler hep gizli yapılır. Vazifelerinden birisi seri halinde teni tek kişilik şirket tescil ettirilir ve banka hesabı açıp bunları vekâletle şu tip Bulgaristan vatandaşlarına aktarılır: İşsiz, kimlikli, sabıkasız, evi barkı ve üzerinde mülk olmayan kişiler seçilir. Bu kişiler Romen millettendir. Genelde Bulgaristan’da yaşayan Romen erkekler arasından seçilir. İlgili kişilerin bulunmasında CAPİTAL CONSULTİNG BG yardımına milli istihbaratın DANS Kurumu görevlilerinden hizmet aldıkları artık ortaya çıktı. DANS kadrosundan tutuklananlar var. Şemanın ikinci aşama ödevleri şunlardır: Sofya dışında bulunan il ve yerleşim merkezlerindeki Romen getto-mahallelerinde ikamet eden yoksullar arasından DANS görevlilerinin gösterdiği kişilerle güvenilir temas kurulması; Bu işin öncelikli olarak market ve dükkân sahipleri arasından seçilen kişilere yüklenilmesi; Taraflar arasında güvenli temas kurulduktan sonra “kurbana” önceden tescilli şirket ve banka hesapları aktarılması ve Of Shor hesaptan “mühre iş adamına” dış hesaptan havale çıkarılması; “Kurbana” 100 Leva (50 Avro) ödenmesi; Bir sonraki adım Of Shor banka hesabından dövizin leva olarak bankadan alıp aracıya (dükkâncıya) teslim edilmesi:


Makale ve Analizler - 2019

37

Dükkâncının teslim aldığı parayı Sofya’ya götürüp CAPİTAL CONSULTİNG BG şirketine teslim etmesi ile operasyon halkaları kilitlenir. Yukarıda anlattığımız “Voyvodino” gettosundan kaçırılan Romen Bayan olayında, eli, cebi, sicili bomboş olan genç “kurban”, dövülen Bayanın torunudur. Para Sofya’ya teslim edilmeyince CAPİTAL CONSULTİNG BG emrindeki kırıp dökücü kalın enseli silahlı sopacı çetelerden birisi harekette geçirilmiş ve “Voyvodino gettosundan” bir şey çıkmayınca Plovdiv’de yağ deposunu (marketi)yakmıştır. CAPİTAL CONSULTİNG BG fotoğrafındakiler sakin poz vermişler, çünkü hiçbir evrakta adları geçmez, telefon kayıtlarından bile bir şey anlamak çok zordur. Onlar devlet içindeki “olumsuz tümör” – ameliyata uygun olmayan ve “kimyasal terapiden” etkilenmeyen tiptendir… Anlaşılan, bu örgüt bir kişiyi tek defa kullanıyor. 100 leva karşılığı kullanıp selpak gibi çöp sepetine atıyor. Açıklanan olaydaki para 35 bin Avro’dur. Bu gibi olaylarda Bulgar polisi hemen ofisi basıyor, evrakları topluyor, tutuklananlar 24 saat sonra salıveriliyor, kimilerine yurt dışına çıkma yasağı konuyor, bazılarına para cezası geliyor vs. Aranan 60 kişi henüz bulunamamıştır. Hemen ardından Sofya’daki “Vasil Levski”, “Malaşevtsi”, “Orlandovtzi” vb mahallerde Romen (Çingene) gettoları basıldı. Buradaki gruplar “tefecitümür” şeklinde örgütlenmişler. Baskı ve terör hücreleri 5-7 kişi büyüklüğündedir. Hareketlenmede emekli Noterlerin de bulunduğu dikkati çekti. Borç parayı geri ödeyemeyenler sıkıştırılınca balonlar birkaç yerde birden patladı. Kuzey Bulgaristan “tümörleri” ise doğrudan “biz polisiz” size yardım etmeye geldik, etrafta dolandırıcılar var, değerli eşyalarınızı ve paralarınızı verin de kapınız çalınana kadar koruyalım deyip çok insanı eli kolu boş bırakmışlar. Avucunu yalananlar 112 n.o’lu telefona şikâyet edince polis operasyonları başlamıştır. Bu operasyonlar toplumda yasa dışı dolandırıcılık işlerinin çok geliştiğini ve devlet içinde örgütlenme olduğunu kanıtlıyor. Bu gelişme 2019 yılında belediye ve kamu ihalelerinde toplam bedelin % 50’sinin geri istenmesi şeklinde de gelişmiştir. Bulgaristan’da kötü olayların Çingene hanesine yazıldığını biliyoruz. Yukarıdaki örnekte Çengenenin eline geçen para 100 levadır. Tutuklandığında boylayacağı yer hapishanedir. Bu işe giren her Romen genç hapishanede de eşek sudan gelinceye kadar ezilip dövüleceğini iyi bilir, ama bu gidişe dur diyecek, dolap ve tuzakları bozacak gücü yoktur. Bütün devlet sanki her an her yerde ardında, peşindedir, yaşadığı bir kâbustur.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşin kötü tarafı bu tuzakları kuranların hiç birine hiçbir zaman hiçbir yerde kötü bir şey olmamasıdır. Bir taraftan çökertilen devlet olsa dahi, bu durumlarda adalet rafa kaldırılır ve asla işlemez. Bu deva da öyle olacaktır. Savcılık açıklamalarında mafya seçim kazanmak için oy satın almaya gerekli paraları artık memlekete akıtıyor demedi, fakat gerçek budur. Bulgaristan’da kör cahil, savunusuz, yoksul ve çaresiz bir alt tabaka oluşturuldu. Yukarıdaki olayın cereyan ettiği “Voyvodino” köyünde bu yılın kış aylarında yaşanan olaylardan sonra açılan davaları kazanan ama buna rağmen mahallelerine dönemeyenler, Helsinki Komitesi yardımlarıyla adalet arama davalarını Strasburg Uluslar arası İnsan Hakları Mahkemesine (UİHM) taşıdılar. Şimdi faşist zihniyet Helsinki Komitesi’nin Sofya Şubesini kapatmaya çalışıyor. İşte böyle bir ortamda vatandaş iyice şaşırmış bir durumda 27 Ekim seçimlerine doğru korka korna adımlamaya çalışıyor. Bizi izleyiniz. Yakınlarınızla paylaşınız. Okuyanlara teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

39


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu Seçimi Geren Konular Tarih: 05 Ekim 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Bir hedefe ulaşabilmek için kaç yolu birden yürümemek gerekir?Bulgarlar üçe bölünmüşler; Hun-Bulgarlar – İslav-Bulgarlar – Trak-Bulgarlar Bulgaristan bu seçime giderken tarih ve günümüz sorunlara boğuluyor. Gerilme öyle bir yön aldı ki, Başbakan Boyko Borisov bile son konuşmasında “Sofya-Varna ‘Hemus’ otoyolunu tamamlayıp hizmete açınca, istifa edeceğim, sıkıldım!” dedi. Aslında bunalım çok derin. Borisov hükümetinin özellikle 2018’in ilk yarısında Avrupa Birliği düzeyinde güncelleştirebildiği Batı Balkanlar siyaset çizgisi şu an iflas etti. Almanya ve Fransa, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya Cumhuriyetini bu ayın 15’inde Avrupa Birliği aday üyeliğine davet ettiler. Bulgaristan’ın en büyük Balkan ülkesi olma hayali kırıldı. Kırılmakla da kalmadı, Bulgar aşırı milliyetçilerine, Makedonlara “sız Bulgarsınız, sizin tarihiniz yok, tarih, kimlik, dil hırsızları falan filan” diyenler ciddi bir Makedon tokadı yediler. Üsküp basınında çıkan yazılarda “ bize kör cahil, aydınlanmaları yarım kalmış zavallı insanlar” olarak gören Bulgarların “bizimle şansı yok” cevabını verdi. Ortak tarih ile Bulgaristan milli bayram günlerini ve yıldönümlerini birlikte kutlama önerilerine ise Makedon sosyal medyası “3 Mart 1878’in bizimle ilgisi yok” dedi. Bulgar aşırı milliyetçilerinden İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) Başkanı Krasimir Karakaçanov ile Başkan Yardımcısı, Avrupa Parlamentosu milletvekili ve Sofya Büyük Şehir Belediye Başkan adayı Angel Cambazki yeni gelişmeler gölgesinde apışıp kaldılar. “Avrupa Birliği üyeliliklerine engel olalım!” feryadı da halkta destek bulmadı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşında Bulgar Çar Ordularının Makedon topraklarında, özellikle Ege Denizi, Vardar Irmağı kıyı kent ve köylerinde, Üsküp’te işledikleri zulüm, soykırımla paralel bir uygulama olan Yahudi ve Romenleri (Çingene Millet mensuplarını) bir daha hayat hakkı tanımama niyetiyle Nazilerin “insan yakma kamplarına göndermesi” sık sık anımsatılmaya başlandı. İşgal edip yönettikleri topraklarda yaşayan etnik azınlıklara yeniden ürüye-


Makale ve Analizler - 2019

41

rek yaşamlarına devam etme hakkı tanımama uygu-Laması okullarda ders kitaplarına işlenmiştir ki, Bulgar makamlardan gelen “değiştirilsin” istekleri olumsuz yankılanıyor. Bu kızışmanın iç politika yankılarından birinde “Makedon Kimliğini tanımayız” dayatması kabul edilmezse ya Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği yolunu keseriz, ya “ben istifa ederim” gibi siyasi çığlıklar Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanının ağzından çıktı. Bu gelişmeler kamuoyunda kafa karıştırdığı gibi, seçmende ciddi tereddüt uyandırdı. Son yıllarda 126 bin Makedon ve Arnavut’a Bulgar kimliği ve pasaportu satan şimdiki dolandırıcı Bulgar makamlarına, bu insanların Bulgaristan’da yaşamadığı, Bulgar soy kökü olmadığı, satın aldıkları evraklarla Batı Avrupa ülkelerine işe gittikleri ve geri dönmedikleri hatırlatıldı. Toplumu geren ikinci konuda Bulgar topraklarının yabancı soy, boy ve milletlerden temizleme konusu işleniyor. Anlaşılan bu konu son aylarda Çorlu ve İzmit’te düzenlenen 1989’da Türklerin Bulgaristan’dan zorla kovulması konusuna adanan bilim insanları ve dernek ve federasyon uluslararası sempozyumları ile ilgilidir. TV ve sosyal medya tarihte ve özellikle Osmanlı döneminde Bulgar Hıristiyan nüfusun Rusya imparatorluğundaki Çerkez, Kazak ve Nogay nüfusla zaman zaman değiş tokuş edildiği konusuna ilişkindir. 1829 Osmanlı imparatorluğu Rusya İmparatorluğu Edirne Antlaşması gereği Bulgaristan’a getirilen 39 bin Çerkez’in Kafkaslardan olup öncelikle Şumen ve Orta Balkan köylerine yerleştirildi, daha sonraki dönemde onların arasından Osmanlının İç Güvenlik Askerleri oluşturulduğuna yer veriliyor. Bu yazılarda Çerkezlerin Rusya’da çok baskı gördüğü, anadillerini unutacak kadar ezildikleri anlatılıyor. Bulgarlar ise genelde toplu halde bugünkü Moldova ve Besarabya topraklarına sürüp yerleştirmiştir. Bu zorunlu göçlerin XIX. Yüzyılda yoğunlaşmasıyla Georgi Sava Rakovski gibi Bulgar halk aydınları Rusya’ya sürgünü kınamış, bunun bir esaret olduğunu kanıtlayan yazılarında göçün durdurulmasına çağırmıştır. Bulgaristan’da Rusofob hareketi onun ve Hristo Botev’in 1875’te yazdığı yazılardan sonra belirginleşmiştir. 1832 yılında Bulgar Papaz Paskal’ın Besarabya’ya götürülen Bulgar ailelerin bir kısmını geri çevirerek Dobruca köy ve kasabalarına yerleştirdiğini hatırlatılıyor. Bu, tarihe geçmiş bir olaydır. 1854 yılından sonra Kırım’dan gelen Tatarların ise Pleven, Tatar Pazarcık ve Filibe, Dobruca yörelerine ikamet ettirildiğine işaret ediliyor.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu gelişmeleri (18. Ve 19. Yüzyıllarda Bulgarların bugünkü Moldova ve Ukrayna topraklarına göç ederek yerleşmesini hatırlatmakta. 1878’den beri vatan topraklarından sökülüp kovulan bir milyondan fazla Müslüman’a uygulanan zülüm politikası, işgal bölgelerindeki Yahudilerin ve Çingene Milletin Nazi ölüm kamplarına gönderilmesi, Büyük Savaştan sonra 50 bin Yahudi’yi İsrail’e gönderme, 600 bin Türkün 40 yılda Anadolu’ya göçe zorlanması, isim değiştirme, okul kapatma, din yasaklama, gelenek ve göreneklerle yaşamalarına olanak ve hak tanımama siyasetleri asla adil gösteremez.) Çarpıtılan geçmişi canlı bir siyaset gibi hayata çağırmak bugüne etkide bulunamaz. XVIII. Ve XX. asrın ikinci yarısında meydana gelen farklı karakterli (birinciler Rusya ve Osmanlı devletleri arasında nüfus değişimi, ikincisi ise Bulgaristan Türklerinin silah gücüyle göçe zorlanmasıdır) “Biz de geçmişte göç gördük, az mı çektik!” gibi hatırlatmalarla 1989 Bulgaristan Türkleri göçü suçluları, 1958’den sonra uygulanan devlet terörü suçlularının muhtar ve belediye başkanı adaylıkları kabul edilemez. Halkı aldatma oyunu bitmiştir. Nihayet Bulgar halkının Kimliği üzerinde kesin bir tanıma varmak zamanı gelmiştir. 1- Kimileri – eski Demokratik Güçler Birliği (CDC) yığını “biz HunBulgarlar” kökünden geldik derken, 2- bugünkü Sosyalistler ve onlara sempati besleyen “ABV” ve “21. Yüzyıl” gibi partiler ve Rusofil sivil toplum örgütleri, “Biz İslav-Bulgarız”, 3- “biz Gotuz”, “Biz Trak-Bulgarlarız” gibi iddialar, oy yöneliminde ifade buluyor. Bu gelişmelerin tümü tarih bilincinde durulmaya gidilmesini zorunlu kılıyor. Bu konularda susan GERB partisi ise, almış eline yarım ekmek, köfte kızartma ızgarasının üstünde buhardan koku kapmaya ve et kokulu ekmek yemekle geçiniyor. Tarih derslerini kaçıran HÖH-DPS ileri gelenleri “başa gelen çekilir” Türküsünü duadan çıkardı neredeyse, Bulgaristan Türklerinin milli marşı yaptı. Aktüel gelişmelerin yeni vurgularında şu olayların seçimi etkilediği ortadadır. Şehir merkezlerine her gün büyük gösterilere toplanan hemşire ve ebeler maaşlarının 2 asgari maaş toplamı bazından hesaplanmasında direniyor. Hafta boyu sürecek genel greve hazırlanıyorlar. Bu meslek tabakası kendilerini aldatılmış hissediyor. İşler yıllardır bir türlü durulmuyor.5 400 doktor ülkeyi terk etti ama değişen bir şey olmadı. Giderlerin yerini yeniler gelmedi.


Makale ve Analizler - 2019

43

Gazeteler sistemin içinden “rüşvet ve dolandırıcıkurtları” cımbızla tutup halka gösterseler de, kimsenin kılı kıpırdamıyor, işler yoluna girmiyor. Örneğin geçen hafta Pazarcık (Tatar Pazarcık) il devlet hastanesinde kalp hastalıkları uzmanı Dr. Mitef’in maaş fişini manşet yapıldı. 54 000 leva (22 bin Avro) ama yanında çalışan hemşire 320 Avro ile eve gidip bohçanın iki ucunu bağlayamıyor. Gündemi belirleyen yıllar önce çözüme mayalanmış artık mutlaka çözülme gün ve satı gelmiş fakat çözülmeyen problemler sıkıntı yaşatıyor. Demek istediğim gündem belirleyen sanki reform istekleri ve ekonomik sorunlar, geçim sıkıntısı demek istesem de, her hafta sonu Sofya’da Adalet Sarayı önünde düzenlenen mitingde “Baş Savcı seçimi için halk oylaması yapılması istendiğine” tanık oluyoruz. Bulgaristan’da Baş Savcı 7 yıl için seçiliyor. Adalet uygulanmasında Başsavcının rolü büyük ve son söz onundur. Yılbaşından beri “Afrika vebası” gerekçesiyle çiftliklerde imha edilen 200 binden fazla domuzun sahipleri seçim eylemlerine aktif katılıyor. Onlar ödenen tazminatların yetersiz olduğunu iddia ederek, ek ödenme isterken, Cumartesi gün Bulgaristan’da Yaban Domuzu avcılığı açıldı. Bulaşıcı hastalığın taşıyıcılarından olan anaç yaban domuz öldüren avcıya 150 leva (75 Avro), erkek ya da yavru yaban domuz vuranlara 100 leva ödül ilan edildi. Sayıları çok artan yaban domuz sürüleri köyleri basıp avlulara ve evlere giriyorlar. Bu seçimde günün politik sorularını sahneye taşıyamayan Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) politik duyarlılığını tamamen yitirmiş, vurdumduymaz ve şuur yitirmiş bir aktiflik içindedir. Son 30 yılın yorgun kadroları ile yola devam etmeye kararlı görünen HÖH-DPS politik yönetiminin artık bir şeyin bilincine varması gerekir. HÖHDPS Moskova ve KGB’nin Bulgaristan Türkleri, Pomak kardeşlerimizi ve Millet kardeşlerimizin arasında gerçekleştirdiği en başarılı projedir. Ve 19. Yüzyıllarda Rusya Çarlarının Bulgar halkı arasında gerçekleştirdiği “Koca İvan” (Dyado İvan) projesinden daha büyük bir projedir. Çünkü 1989’da ayaklanma gerçekleştirmiş bir milli Türk ruhunu gemlemek ve kavanoz içine kapamak zor bir iştir. 1800 ve 1900’lü yıllarda Ruslar yalnız ele geçirdikleri, okuttukları, kiliselere soktukları, silahlandırdıkları ve kışkırttıkları ajanların hepsini kullandılar ama her zaman başarısız oldular. Bulgarları Besarabaya’ya toplama çabalarından Ruso-fob hareketi mayalandı. 200 yılda Rus, Sovyet ve Putin düşmanlığı öyle gelişti ki, bugün Bulgaristan’daki Rus ve Sovyet anıtlarının yıkılmasını isteyenler toplumun % 40’ını oluştururken, Rus TV yayınları kapatıldı, Rus kitapçıları kapatıldı, Rusya Federasyonunun Sofya’da resim sergisi açması, “biz sizi


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kurtardık” demesi artık milli dalga uyandıran tepki yaratabiliyor. Bulgarlar Ruslardan “yeni yardım talep etmeyiz” durumda birleşebiliyor. Yılların gerçekleşmesi, dosyaların açılması, gerçeklerin anı kitaplarında işlenmesinden komitacı Vasil Levski dışındaki havarilerin hepsinin Rus ajanı olması, Rusya konsolosluklarından maaş alması ve hatta Bulgar kilisesinin önemli simalarından Sofroni Vraçanski’nin bile Rus casus ağına örülmüş biri olması “gurursuz bir milletiz” rüzgârları estiriyor. Bu gelişmeler seçim havasını etkilerken, yeni “tarafsızlara” sen de “tarafsız ajansın” gibi lakaplar takılmasını kendiliğinden doğurdu. Fakat biz hepimiz bugün 1980’lerde hatta 1970’lerde mayalanan Bulgaristan politikasından kurtulamıyoruz. Yukarıda “Bulgar-Hunu” olarak tanıttığım CDC milletvekili ve araştırmacı yazar Stoyan Rayçevski’nin “1944-1989 Bulgar Komünist Rejimi” kitabı basından çıktı. Bir kitabı okuduktan sonra her defasında “bu adam bu kitabı neden yazmış?” sorusunu sorarım kendime. Bu defa da sordum. Demek istedikleri “isim değiştirme işinde, baskı uygulanmasında ” Bulgaristan Türkleri ve Pomaklar arasındaki ajanlar da vardı. Ama bu ajanlar ana babasının ismini değiştirmek, dedesinin camiye gitmesini yasaklamak için mi “ajan oldu” acaba sorusuna yanıt aramıyorlar. Bulgarların 18. Yy’da Besarabya’ya götürülüp Osmanlıya karşı silah eğitimi verilip ordulaştırıldıklarını da görüyoruz bazılarının. Ama her şey çarpık anlatılıyor. Soruyorum: “DS” veya “BKP” sisteminden olmayan ve devlet maaşıyla memurluk yapan kaç Türk ve Pomak vardı? Olması imkansızdı?! Şu an Sofya İslam Enstitüsünde okuyan ve yaşı 18’den yüksek olan, devlet yetkililerince “kahveye” davet edilmeyen bir çocuğumuz olabilir mi?! Sizler bu konuyu da bir düşünün. Burada söz konusu olan özel yetkili şahıslardır. Bunlardan biri hain Ahmet Doğan’dır. Onu düşünenlerin aklına hep koyun çobanı dedesini düşünmelisiniz. “Sosyalist Emek Kahramanı” dedesini. Her ay kimseye hissettirmeden “DS” den 200 levacık alan ve kuzu dericiğinden diktiği keseciğine saymadan dizen dedeciğini. Bu sülale 1854’te Kırımdan gelirken Gönlünü Ruslara kaptırmıştır. Moskova’dan özel görev alan Ahmet Doğan hazırlanıp harekete geçirilen 4. Kuşaktır. Şumnu ve Sofya Üniversitende okurken değil, AONSU kısa adlı TOPLUMSAL BİLİMLER VE SOSYAL YÖNETİM AKADEMİSİNDEKİ özel ders ve görüşmelerde, bilinçlenen insanların uyanan ve hareketlenen, isyan eden Türklerin ruhunu kırma, uyutma ve şişeye kapama yöntem ve yollarını öğrenmiştir. Öğrenmiş ve aldığı talimatlar doğrultusunda, bir avuç otla kuzu sürüsünü sayaya topladığı gibi hepimizi tuzağa kapamıştır. Şimdi cin şişeden


Makale ve Analizler - 2019

45

çıkarsa diye korkuyor. Seçimlerde genç HÖH-DPS-ci genç muhtar ve belediye başkanı adaylarıyla HÖH yönetimi topluca görüşemedi. Perde arkalarına gizlenmiş silahlı ajanların korumasında olayı hallederken VIII. HÖH kongresinde çöp Çuvalı gibi savrulduğunu düşündü hep. 1989’da boşalan Türk İsyan Ruhunun yeniden şarj ettiğini, gönül piline dolduğunu ve patlamaya hazır olduğunu hissetti ve Moskova’ya bildirdi. Bakalım ne olacak. Biz ise işimize bakalım kardeşlerim… Biz 20. yüzyılda ateş öptük. Zaman mutlu ve mesut olma, düşmanlarımızı hainleri saflarımızdan atma zamanıdır. Seçimler de buna bir fırsattır. Bizi izleyiniz. Teşekkür ederim. Paylaşınız…


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İş Yapacak Adam Yok

Tarih: 06 Ekim 2019 Yazan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Bugünkü yönetimin ana ödevi statükoyu korumak ve yaşatmaktır. Penceremde bir kaktüsüm var. Yaz sıcaklarında ben suladım o şişti. Güneşte gerilen balona benzedi. Diken uzattı, piç çıkardı. Misket büyüklüğünde 5 koltuk doğurdu. Onları kestim ve saksıya batırdım. Dikkatimi çekiyor su aldıkça onlar da şişiyor. Makasımın keskin olduğunu fark eden ana kaktüs artık yüzümü güldürecek gibi, çiçek açma hazırlıklarında. Bu kadar su içtikten ve tıraştan sonra iyice uzayan dikenlerin arasından gelen renklerse ilgi odağımda… Tomurcuksa henüz beyaz tüy yummacığı aşamasında. Doğa kuraları politik partiler için de geçerlidir. Politik iradeyi dile getiren partiler, bizde taşıma su ile büyüdüler. Bu yöntem demokrasi koşullarında geçerlidir. Örneklemek için 1990’lara dönelim. 1980’li yıllarda Bulgaristan için en tepedeki kişi, Sovyetler Birliği ve SBKP – Sovyet komünist partisi önderi M. Gorbaçov yaklaşan çöküşü hissetmişti. Birleşik Amerika Başkanı Ronald Reygan’ın 1989-92 yılları arasında Kabine Şefi olan Jems Baker’e Sofya’dan şu şifreli haber iletilmişti: “M. Gorbaçov Doğu Avrupa ülkelerinin iç işlerine karışmayacağını açıkladı. Partilerin eski yönetimlerinin değiştirilmesini teşvik ediyor.” Sofya’daki ABD Büyükelçiliğine gelen cevapta şöyle deniyordu: “Sosyalist sistem hızla çöküyor. Bu işin altını kazmak için ciddi örgütlemeliyiz. O zaman bu sorunun anahtar noktası insan haklarıydı. 29 Eylül 1989 tarihinde Jems Baker ABD Dış İşleri Bakanı sıfatıyla Washington’da Birleşmiş Milletler ofislerinden birinde Bulgaristan Dış İşleri Bakanı Petır Mladenov ile görüştü. Bulgaristan’da özellikle Türk sorunu olmak üzere, insan hakları sorunlarını konu ettiler. Resmi haberde, “Türk sorunu, Doğu ve Güney Bulgaristan’da Türk ve Pomak nüfusun toplu halde yaşadığı bölgelerde otonomi ilan etme denemesi sonucunda oluşmuştur.” Dendi. Resmi haberde “bu konuda Bulgar tarafın Amerikan önerilerini koşulsuz kabul ettiğine” yer verildi. Bulgaristan’da 10 Kasım 1989 darbesinin yapılmasına ancak birkaç hafta kalmıştı. Yeni Sofya yönetimi böylece ABD yönetimi önünde ilk kez kesin boyun eğmişti. Fakat hainlere inanan


Makale ve Analizler - 2019

47

yoktu. İkiyüzlülerden yalnız ihanet doğabilirdi. (Onlar çok yakında kaktüs filizleri gibi birer birer budanacaktı.) Bulgaristan değişiklik istekleriyle gelen zehri hangi köklerden emdi hiç düşündünüz mü? Memleketimizde demokrasisinin kılcal damarları karanlık geçmişin çok derinlerindedir. Kaktüslerin Amerika’dan Bulgaristan’a dikenleriyle geldiği gibi… Bulgar devletini temsil edenler daha 1970’li yıllarda dış ülkelere çıkardığı ticaret şirketleriyle uyuşturucu kaçakçılığı ve terör örgütlerine silah ve para akıtma işlerinden palazlamaya başlamıştı. Bulgar özel sermayesi Batı ülkelerinde oluşurken Bu ülkelerinin gizli servisleriyle yakın ilişkiler kurulabilmişti. Neticede oluşan, fikirsiz, iradesiz ve gelişim azmi olmayan, Bulgar kızıl burjuvazisi devlet yönetiminin değiştirilmesini kabul etti. Düne kadar düşman olduğu güçlere sadakat olarak Vatanımızı tepsi içinde sundu. Bu güçler, onların çocukları ve torunları o zaman İsviçre’nin göl ve ırmak kenarlarındaki köşklerde oturuyordu. Şimdi de orada ikamet ediyorlar. 1970’li ve 1980’li yıllarda Pomaklar ve Türklere kan kusturan Bulgar totaliter rejimi, sosyal güvenceleri olması gereken toplumsal düzeni ayakaltına almış ve Batı tarafından para sızdırılan ve beslenen yarı feodal sivil toplum örgütlerine iktidarı kalaylı tepsi içinde sundu. Karşılığında devleti temsil etme hakkını eline geçirmiştir. O zaman Bulgar toplumunda, 78’i BKP MK ve Politik Büro üyesi ile “DS” Generalleri çevresinden olmak üzere, toplam 200 milyoner vardı. Onlar bizi sınıra zorlarken zenginleştiler. 3 ile 5 bin leva maaş alanların toplam sayısı da 20 binden fazla değildi. Bugün aynı analizde, memleketimizin para kaynaklarının 200 ailenin elinde bulunduğunu, 200 bin Bulgar vatandaşına her ay 9 bin leva maaş aldığını, pek bir iş yapmadan maaş alanların ise toplam 420 bin kişi olduğunu basından biliyoruz. Bu paraların bir kısmı hala Batı fonlarından gelmeye devam ediyor. Benim kaktüsümü suladığım ve onun da şiştiği gibi, bu tabaka günümüz Bulgar toplumunun yönetim katı kaymağını oluşturmaktadır. Bulgaristan’ı temsil eden zümre onlardır. 27 Ekimde yapılacak seçimlerde ana amaç ve ödev “yeren memnun alan memnun bazıları için tıkır tıkır işleyen şimdiki Bulgaristan düzenini korumak” ve hayatını uzatmaktır. Statükoya hayat hakkı tanımak işte budur. Kaktüsün dikenleri arasından açmak isteyen püskül ise, sinyal olarak, 26 Temmuz 2020 tarihinde emekli maaşlarına % 6.6 zam yapılacağı haberidir.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şunu özellikle vurgulamak istiyorum. 1944 öncesi Bulgar Çarlığında valiler gibi belediye başkanları ve muhtarlar da atanıyordu. Bu seçimlerde 1 222 köyde seçim yapılmayacak, çünkü insanları parmakla sayılacak kadar azalmış ve muhtar yardımcıları atanacak. 1990 yılından beri Belediyelerin mali imkânları da sürekli budanıyor. 1990’da yerel vergilerin % 70’i belediyelerde kalırken, şimdi ancak % 23’ü kalıyor ve belediyeler her bakıma merkez idareye bağlı iş görmeye çalışıyor. İnşaat alanında yapılan ihale paralarından % 50’sinin rüşvet olarak geri verilmesi ise çok acıklı bir durum olduğu gibi, geleceğimizi felç ediyor. Şunun iyice anlaşılması gerekir. Kendilerini sağ gösteren sol adayları yeniden değerlendirmek gerekir. Bu değerlendirme adayların bildikleri şarkı ve türküleri söyleterek olur. Görülecektir ki, muhtar ve belediye başkanı adayları partizan türkülerinden başka şarkı türkü bilmiyorlar, hepsi emir kulu tipler, taş kafa, yıllardan beri çalışmamıştır. bTV televizyonunun sabah saatlerinde il merkezlerinden yaptığı belediye başkanı diyaloglarını izliyorum, “sen daha fazla çaldın, bana engel oldun” kavgası almış yürümüş, belediyeciliğin ateşi tamamen sönmüştür. Sofya’da Milli Kültür Evi (NDK) bahçesine Seçim Çadırı kuran BSPMoskova Sofya Belediye Başkan Adayı Maya Manolova çadırı artık 3 defadır kesiliyor. Bu da genç kuşağın gerçek değişikten yana olduğuna bir işarettir. Rusofob hareketi uyumuyor. Yazılarımızda Türkçe eğitimi sorunlarının belediye okullarında muhtar ve belediye başkanlarının girişim ve yardımlarıyla çözülmesini istiyoruz. Çok iyi de, bu olamaz çünkü okulun yalnız bina, pansiyon ve bahçe mülkü olarak belediyenindir. Okul programlar (mevzuat) Eğitim Bakanlığında hazırlanıyor, müdür ve tüm öğretmen, eğitmen ve hademelerin maaşları Sofya’daki bakanlıktan gönderiliyor. Bakanlık duruma yüzde yüz hakimdir ve çocuklarımızı karanlıkta tutuyor. Muhtar ve belediyecilerin yapacağı bir şey yoktur. Bu durum Todor Jivkov totalitarizmi zamanından kaldığı gibi korunmuştur. Daha kesin bir ifadeyle penceremdeki kaktüs gibidir. Dikenli kaktüsü eliyle tutabilen birini henüz görmedim. Totalitarizmin kalıtı da öyle korunuyor bizde. Örneğin. Siz kendi kendinize şu soruyu hiç sordunuz mu? Daha doğrusu şu olayı biliyor muydunuz? Ömründe halktan yana bir iş yaptığı işitilmemiş birisi olan ve işe yaramazlığının ödülü olarak “profesör” unvanı kazanan, “multak” Vejdi Raşidov Kültür Bakanı olduğu yıllarda Sofya’da lüks bir park içinde “SOSYALİST SANAT MÜZESİ” kurdu. Bu müze Boyko Borisov hükümeti yıllarında yoksul halktan toplanan vergilerle inşa edildi. Todor Jivkov, Georgi Dimitrov, Lenin, Stalin, Rus Generalleri, Lüd-


Makale ve Analizler - 2019

49

mila Jivkova ve daha birçok bugün Bulgaristan’da yıkılması istenen anıtı, büst ve heykelli toplayı bu parka diktiğini ve bunların maaşlı kişilerce korunduğunu biliyor muydunuz? Bu noktadan çekilirseniz Sofya merkezindeki “Rus Asker Anıtı” veya “Çar II. Aleksandır” anıtının kaldırılması için halk oylamasına gitmek isteyenlerin neden çekindiğini ve korktuğunu anlamanız da kolaylaşır. Bir sorum daha var. 2009’dan beri Bulgaristan diktatör Todor Jivkov’un yakın koruması Boyko Borisov tarafından iyi kötü yönetilirken, totaliter liderin torunu, İvan Slavkov ve Lüdmila Jivkova’nın oğlu Todor Slavkov da Başkent Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı oldu. Babası Slavkov’un 1990’da kurduğu “Bulgaristan İleri” (Napred Balgaria) partisi onu önce Sofya Büyük Şehir Belediyesi Başkan adayı gösterdi. “Bu seçimi kazanamasam da 4 yıl sonra başkanım” diyor. Özel eğitim almış, sakal salmış, halka inmiş, boynu bükük, kafayı dik, bir görseniz. Demek istediğim Bulgaristan’da perde ardı hazırlıklar arasız devam ediyor… Seçim haberlerini sıkı izlerken, Başbakan ve GERB partisi lideri B. Borisov’un bu seçimleri 2. Turda kaybedip GERB partisi içinde İkinci Kişi olarak biçimlenen şimdiki Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı Fındıkova’dan usulüne uygun bir şekilde kurtulmak isteyişini görebiliyorum. Aslında bu “memleketin yarısını dedem Jivkov kurmuştur” sözleriyle böbürlenen torundaki “hakkımı isterim” uyanışı artık her yerde sezilirken, fakirliği bir tabaka daha dibe çökertip “ekmek isteyenler Todor Slavkov’a oy versin!” hareketini başlatabilir. Biz Washington ve Brüksel’in eski komünistlerden, yeni faşistlerden, kimliksiz ve lümpenlerden çekinmediğine tanık oluyoruz. Bu memlekette her şey olabilir. Zaten “korumalara ve itfaiyecilere üst kata çıkmayın” diyen Eflatun “Platon” değil miydi? Bizimkiler 2 rakıdan sonra saat 21’de her akşam ekranda şoumen Slavi Trifonov’u izlerken masayı yumruklayıp “çalga” müziğine göbek sallamadı. Hayatın zevki, tadı, tuzu ve uyku hapı bu değil miydi? Bu müziğin dünya yıldızı Aziz, “ bundan böyle Bulgaristan’da hiçbir zaman çarkı söylemem” dedi. Türkiye’de ve Almanya’da hayranlarını stadyumlar almazken, bir Müslüman Çingene yıldızın şarkılarını Bulgarca söylemesine bile tahammül edemeyenlerle diyalog kurmak istemeyenler ordu oluyor. Çok tuhaftır. Slavi Trivonov ve orkestrası “Ku Ku bend” Aziz’in eserlerini Bulgarca söyleyebilir, ama besteci ve sanatçı Aziz kendi eserlerini vatanında söylemekten vazgeçirildi. Bu ülkenin adı Bulgaristan’dır. Aziz’in onuru belki de Sliven (İslimye) kadın hapishanesinde doğmuş olmasından güç alıyor.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Slavi Trifonov 4 Ekim 2019 tarihinde “Böyle Bir Parti Olamaz!” adlı yeni parti kurdu. 2016’da yapılan referandum isteklerini değiştirmeden yeşertti. Siyasetten anlayanlar her çiçeğin ömrünün bir mevsim olduğunu bilir ve kuruyan çiçeklerin kaktüsler gibi dikenleştiğini de bilir. Soruyorum: Sl. Trifonov “çöpçüler partisi” mi kurdu? Çünkü bizde çöpün eskisi yenisi olmaz. Çöpçü için her çöp kelepirdir. Partisinin bu işe de el atacağını ve Sofya’da çöplerin artık paketlenmiş, poşetlenmiş, cam, kâğıt ve gıda atıkları şeklinde gruplaştırılacağını açıklayan Trifonov, Ahmet Doğanla ortak “Kurt” lakaplı oyuncuya rekabet için mi itiliyor fikri geçti aklımdan. Çünkü bizdeki siyasi hiyerarşide önce çöpçülerle, ardından rüşvetçilerle, dolandırıcı ve yüksek bir kademe olan belediye meclis üyeleriyle iyi anlaşmadan Halk Meclisine girebilmek imkânsızdır. A. Doğan bütün giriş çıkışları halen tıkamıştır. 1990’dan önce bu kapının nasıl açıldığını yazımın başında anlattım. İlk cümlelerde Türk ve Pomak hak ve özgürlüklerinden hatta bölgesel otonomiden söz ettik de, önümüze çiğnesen çiğnenmez, kırsan kırılmaz bir plastik kemik attılar ve 30 yıldan beri geveliyor ve salyalarımızla besleniyoruz. Doğrusunu isterseniz BSP ve GERB gibi partilerin kurulmasına yol vermemek için tescil edilen ama artık 2. Seçim GERB’e yapışan Demokratik Güçler Birliği (CDC) partisinin tay durma yıllarını anımsayalım. 2 Şubat 1990 tarihinde Jems Baker resmi bir ziyaret için Sofya’da gelmişti. Daha uçak alanında “sosyalist parti ile iş yapmayacağız, demokratik güçlerinizi tanıyalım” dedi. Sofya’nın o yıllarda en temsili oteli olan “Balkan” Şimdiki (Shereton) salonlarında resmikabul düzenlendi. Resmikabule gelenler sakallı ve elbiseleri ütüsüz kişilerdi. Konuk Baker, Bulgar demokrasisi temsilcilerini görünce US Büyükelçisi Sol Polanski’ye dönerek “ayakkabılarını boyamayı unutmuş vaks acılar sürüsü” dedi. Konuğu selamlayan hapisçilerden P. Gogov oldu. O, “Komünistlerin ciltleri soyulmalı ve duvarlara asılmalı” sözleriyle ünlenmişti. Bu ilk görüşmeden sonra US Büyükelçisi Polanski’nin Beyaz Saraya gönderdiği şifreli telgraf artık yayınlandı. Bulgaristan demokratik eliti hakkında yazılanlar şunlardır: “Aç çocuklar. Düşük bir düzey. Kimlik sahibi ciddi lider yok!” Simyonov: “Psişik hasta, ancak emin bir köpek olabilir.” Muhalefet sözcüsü G. Spasov: “itici bir tip, geri zekâlı.” Trençev: “İlkel anti-komünist, çok gururlu.”


Makale ve Analizler - 2019

51

Dertliev: “saygın bir kişi, fakat otoritesiz partilere yakın duruyor. Bu da onu bir günlük politikacı durumuna getiriyor, kullanılıyor. Jelev: “Bilimle uğraşsa daha hayırlı olur.” Beron: “Akıllı biri ama otoritesizler arasına düşmüş, politikaya karışmış”. Kuşlukov: “Orduda suçlu bulunup içeri düşmüş. Yönettiği üniversiteli hareketi neo-faşisttir.” Bulgaristan’daki toplumsal düzen değişikleri gereğine işaret eden raporda Demokratik Güçler Birliği adıyla tanıtılan muhalefetin değişik felsefe ve görüşlerin derlenmiş şekli olduğuna vurgu yapılırken, Pomak ve Türk azınlığın durumu yazılmıştır. Bu gelişmelerden sonra US Merkezi İstihbarat Örgütü (CİA) Demokrasiyi destekleme fonu üzerinden Bulgaristan’a 1990’da 2 milyon Dolar gönderdi. Bu paradan 233 000 Doları “Demokrasya” gazetesine, 615 000 Doları da 10 Haziran 1990’da yapılan seçimlere ayrıldı. Diğer partiler CDC il örgütlerine, seçimlerden sonra parti örgütlerinin güçlendirilmesine ayrıldı. O zamanın sloganı “Zaman Bizimdir” altında birleşenlere Almanya da mali yardımda bulunmuştu. Seçimlerde sosyalistler oyların % 47’sini, CDC de % 36’sını aldı. Bulgaristan değirmeni o zaman taşıma suyla dönmeye başladı ve durum değişmeden devam ediyor. Seçimlerden sonra öğrenciler hareketlendi. Bu eyleme 100 bin US Dolar ödendi. Toplum toparlanamadı. Sosyalistler reform yapmayı, CDC kadroları da sorumluluk üstlenmeyi öğrenemediler ve 30 yıl önce oluşan bugün de kokuşmaya devam ediyor. Ne ana partiler ne de koltuk değnekleri memleketimizi bunalım girdabından kurtara bilecek durumda değildir. İşte böyle bir ortamda seçime gidiyoruz. Okuyanlara teşekkürler. Paylaşınız.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Çok Aldatıldık

Tarih: 08 Ekim 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Soruların Başında Gelen: Kime Oy Verelim? Yoksa!!! VEDALAR Merhabalara benzemiyor şu vedalar Ayrılıştan önce bunu fark ettim ben! Gel gör anılarım ardından nice ağlar Seni değil, aslında beni kaybettim ben! Bu dörtlük ünlü şairimiz Naim BAKOĞLU’na ait. Ne yazık ki bu seçimde de (27 Ekim 2019) vedalaşamayacağız ve davamızı genç nesle devredemeyeceğiz gibi bir görüntü var. Totalitarizm sisi kalkmıyor. Zahirli hava katmer katmer … Seçim dendiğinde biz Bulgaristan Türkleri neyi hatırlarız? Burnumuza tütün kokusu gelir. 280 bin ton “sarı altın” Kırca Ali, Haskovo, Plovdiv, Sofya, Blagoevgrad, Burgas vb. tütün fabrikalarını, milyonlarca insanımızın ekmek parası, çocuklarımızın okul parası, geleceğimizdi tütüncülüğümüz. Çoktu rejilerimiz, tekel binalarımız, yeni eski depolarımız. Bir defa faşist monarşizm devri dediğimiz 1908-1944 yılları arasında memleketimizde Alman tekelleri 18 tütün fabrikası kurmuştu. Bugün bir tane kalmadı. 1944’te Bulgaristan 2. Defa Rusya (Sovyet) işgaline düşünce fabrikalar Sovyet mülkiyetine geçti. Totalitarizm yıllarında Bulgaristan Türk ve Pomaklarının temel geçim kaynağı tütün üretimi olmakla kalmadı, Sofya devletinin en güvenilir döviz kaynağı tütündü. “Basma” tütün aranıyordu. Hiçbir yıl bizim elimizde tütün, devletin elinde de sigara paketi kalmadı. Tütün tekelinin adı BULGARTABAC dünya çapında örgütlenmişti. Artık ne tütün, ne fabrika ne de şirket kaldı. Ekmek teknemiz kırıldı. Bulgaristan Türklerinin suyunu çıkarmak isteyenler baltayı tütüne vurdu. Artık adet olduğu üzere bu hainliği de Ahmet Doğan, Lütfi Mestan ve kaynatası Hasan Ali’ye, bakan havası savurmaya devam eden Mehmet Dikme’ye yaptırdılar, son haydut Delyan Peevski ise tütün ocağına işemekle


Makale ve Analizler - 2019

53

kalmadı, büyük ihtiyacını da yaptı. Yukarıda adı geçen “lider”, “milletvekili”, “bakan”, “can” vb. sıfatlı kişilerin yaptığı Bulgaristan Türklerinin 600 yıllık üretim geleneği, geçim kaynağı yakıldı. Bugünümüz ve geleceğimiz kesin imha edilme denemesi ile yüzleşti. Bu hainler kimdir? Rejimdir, devlettir de, bir de işi yapan insanlar var… Bunların ve arkadaşlarının hepsi manyaktır. Halkına kılıç çeken her kişi haindir. Aynı sözler halkımızın edinimlerine, diline, dinine ve kültürüne söyleyen ve yapanların tümüne geçerlidir. Şöyle bir söz vardır: Köleler özgürlük istemezler. Köle sahibi olmaktır hayal ettikleri… Moskova Bulgaristan’ı (Bulgaristan Türklerini) köleleştirme operasyonunda gizlice yetiştirdiği “ajan-hain” sürüsünü ustaca kullandı. Milletimize yazık oldu. 1830’dan beri üzerimize çullananlar hala durmamış ve son hedeflerine ulaşamamıştır. Nedir ki, biz bugün yeniden bir seçim arifesindeyiz ve iki arkadaş bir araya gelip “hadi gidelim şu adaya oy verelim” diyemiyoruz. 1984 yılından başlayan acı ve sızılar bugün de canlıdır ve çekimizdir. Bir halkın ekmek teknesini kırmak, açlığa itmek, haksız yere zulüm edip haklı olana tazminat davası açtırmamak, esir alıp baskı altında şuna oy vereceksin, buna vermeyeceksin terörü uygulamak suçtur. Savcılığımız savcılık olsa hemen olaya el atmalıdır. Hiç gücenmesin, Bulgaristan Türkleri Milli Şura Başkanı Vedat Ahmet’in Pomoriye Belediyesi Güngör köyü cami açılışında “oyunuzu 55’e verin” ya da seçime kadar her gün “sabah akşam 55 defa dua edin” emrinde bulunması da hukuk ve ceza hukuku açısından suçtur. Ayrıca Güngör köy cami açılışının seçim arifesine çekilmesi ve “55’li” konuşmalar, siyası anlam yüklüdür ve acaba bayram değil seyran değil ama bir Başmüftü adaylığı ortaya çıkıyor gibi fikirler de etrafta dolaşıyor. Çünkü bizde ne yazık ki Başmüftü adatını gösterenler aynı hainlerdir… Biz, Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) hareketine karşı değiliz. Mayası halkımızın bağrında kabarmıştır. Asi ruhu duygularımızın yansımasıdır. Fakat 1989 Ayaklanmamızdan sonra “göçe zorlandıkları için gidenler” ve “memlekette kalanlar” olarak ikiye parçalandığımızda, “bu düşmanlarımız tarafından bilinçli olarak yapılmıştır), memlekette kalanların kovanına sahte bir Bey atılmış ve işler karışmış, kovandakiler kendi kendilerini yiyip bitirip yok etmeye zorlanmıştır. Bu manevi bir olay olarak bizi bugün de tüketiyor. Bu süreç devam etmektedir. Türklüğümüze sahip çıkmayan Belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve muhtar ya da muhtar yardımcılarını seçip maaşa bağlanmalarını sağlamak, açık yazıyorum, mezarımızı kazmaya devam etmemiz anlamına gelir ve başka bir anlamı yoktur. Onun için kimseye aman git “ona” oy ver demeye dilim dönmüyor. Ahmet Doğan


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çotuğunun gençlerimize yol vermemesinin nedeni de budur. Ne duruma getirilmişiz biliyor musunuz? Vatanımızda Osmanlı’dan bize 2 353 cami kalmışken, 29 Türk mahallesi olan Başkent Sofya’da 72 camimiz varken, bugün “Banya Başı” Cami önünde tramvay yolu kenarında secde açıp namaz kılıyor ve seçimde belediye başkanlığına uzananlarla görüşme yapıp, minaresiz, mihrapsız, ayakyolu ve aptes alacak ortamı olmayan bir ibadet yeri için, kendi mülkümüzden kabristan yapabilmek için boyun eğiyoruz. Ankara ve Sofya kurnalarından akan paraları saymakla meşgul “büyüklerimizin” ama ne olur “55” numarayı unutmayın sözlerini kolayca anlayabildiğimiz içinse, sanki sahtecikten mutluyuz. Kuyu çok derin kardeşlerim. Büyük konu adalet sağlamaktır. 1878’de Ruslar zar zor yaşamaya çalıştığımız toprakları sömürge gibi idare etmeleri için gönderdiklerine “Bulgarları solutmayacaksın, Müslümanları ezeceksin” tavsiyesinde bulunmuştur. Onun için bu memlekette haklı bir Müslüman’ın suçlu bir Hıristiyan Bulgar’a karşı kazanabildiği dava yoktur. Bulgar devleti terörün en kötüsünü uygulayıp ekmek teknemizi kırdı, ama biz halkımızı aç bırakanlara karşı dava açamıyoruz. İnsanlarımız toplama kamplarından kör sakat, kırık dökük, sinir hastası döndüler. Hiş bir Bulgar mahkemesi hiçbir dava dilekçemizi kabul etmedi. Çocuklarımız anadilsiz kaldı. 1970 ve 1980 kuşaklarının hepsi yarım insan. Cebelde, Mestanlı’da maneviyatı sakatlı kalan, anadilsiz kalan, dinsiz, ahlaksız, vahşi kalanlar Bulgar devletine karşı dava açıyorlar. Bir üst mahkeme olan Kırca Ali il mahkemesi dosyaları kapatıp “herkese bakın işinize, defolun” kararı alıyor. Kalovo “Kurşun Cami” – 1475’ten Türk mülkü, Türklük kalesi, totalitarizm devletleştirdi, demokrasi geldi belediye el attı. Plovdiv’te mahkeme açıldı, kazandık, Yüksek Mahkeme bozdu. Balediye kapısındaki kilidi değiştirdi, kapısına polis dikti “olmaz” diyor. Kırca Ali’deki pedagoji okulumuz, Dobriç kasabasındaki Büyük Okulumuz ve toplam sayıları 2 700 olan tüm Okullarımız aynı kara yazgıyı yaşıyor. Öğretmenlerimiz, şairlerimiz, yazarlarımız vedalaşmadan yurttan, halkın saflarından, gelecek yolumuzdan kovuldu. Şair N. BAKOĞLU şöyle vedalaşıyor: Elveda bizim düşsel yarınlarımıza Dünün adı hatırada mazi kalacak ! Nice kar yağacak hatıralarımıza Altında umutların kül izi kalacak!


Makale ve Analizler - 2019

55

Bu seçimle ilgili yazı yazmak çok zor. Çarşıda pazarda merhabalaştığımız, bayramlaştırdığımız kişileri konu etmek istemesek de kendileri ağa (oltaya) takılıyorlar. Patates tarlarından gelip birdenbire Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) Genel Başkanlığına oturan Mustafa Karadayı’nın etrafına toplanan sinekler, sivrisinekleri, eşek dikenleri analiz etmek zorunda kalıyoruz. Kibirli ve kendini beğenmiş olan bu genç yolunu şaşırmış biri haline düşmüş ve köy köy memleket dolaşıyor. Konuşuyor. Konuşmaları boş. Son günlerde zavallı bir duruma düştü. Deliorman seçim gezi ve toplantılarında yanına eski CDC- ci, İvan Kostov (1997-2001) hükümetinde Başbakan Yardımcısı olan ve derin-uluslar arası dalavere ve rüşvet olaylarına katıldığından olayı, milli istihbarat “DS” tarafından hükümete sunulan bir özel rapor sonucunda görevinden ve CDC partisinden atılan Hristo Biserov, 2000’ların başında sokaklarda şerefsizlikten sürünürken HÖH-DPS partisine alındı, HÖH milletvekili oldu, HÖH hakkını kullandı ve meclis başkan yardımcılığına seçildi. Sonunda para aklama suçundan tutuklanıp yakalandı ve nasılsa serbest bırakıldı ve “gizli görevine geri döndü.” Karadayı ile birlikte HÖH seçim siyaseti üstüne köylerde konuşmalar yapıyor. Bu toplantılara hiçbir kimsenin gitmemesi ricamızdır. Bu adamın dili şaşırtıcı, niyeti bozuk, bizi kullanmak istiyor. Daha önce 1990’ların başında Güney Bulgaristan Romenlerinden (Milletten) sorumlu olan Hr. Biserov Çingene ırkının külünün savrulduğu şu dönemin (VMRO-ırkçı faşist milliyetçiliği) mimarlarından biridir. VMRO-faşistlerinin gizli müttefiki ve destekçisi ise saray kurdu, zavallı Ahmet Doğan’dır. Yatak odasında özel kuruda sakladığı “altın yıldız” ona VMRO faşistleri tarafından özel bir törende Razlog –kasabasında verilmiştir. 1970-1989 yılları arasında Razlog kasabasındaki kışlalarda Pomaklara ve Türklere kan kusturan, kardeşlerimizi döven, sakat bırakan, öldüren baretler konaklanmıştı. Doğan ilk ödülünü onlardan aldı ve o zamandan beri Türk ve Pomak düşmanlığında el ele ilerliyorlar. Zaman onlarla vedalaşma zamanıdır ve şairimiz Bakoğlu der ki: Elveda, elveda, gidiyorsan yol senin Köşe başlarında beklerim yine seni! Yüreğimde varsın ya, tesellimdir benim Merhabaların kapısında bekle beni! Halkımızın beklediği gün yaklaşıyor gibi. Bulgar siyasetini izleyenlerin dikkatini çekmiştir. Önümüzde yerel seçiminden (27 Ekim 2019) daha


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

aktüel ve önemli bir olay var. Bu, başsavcı seçimidir. Çok önemli bir olaydır. Çünkü yazımın başında ekmek teknemizin kırılmasını, 30’dan fazla tütün ve sigara fabrikamızın kapatılmasını, sigara markalarımızın satılmasını, bizim paralarımız kaçırılarak DUBAY’a Peevski- Sigara Fabrikası kurulup, kaçak sigara satma maceralarını, T.C. sınırlarından geçirip PKK gibi terör örgütlerine sigara taşınmasını ve bu olayların 2009 ‘ dan sonra yapıldığını, dolayısıyla GERB-Boyko Borisov – Başsavcı Tsatsarov ve DPS ‘nin– eşek dikeni D. Peevski zamanında gerçekleştiğini asla unutmamalıyız. Lütfi Mestan’ın en yakın dostunun Peevski olduğunu da hiçbir zaman unutamayız. Bu kalpazanlık, halk ve devlet düşmanı bu üçlünün eseri ve ürünüdür. Ben bu yazıyı yüreğimle yazıyorum ve her satırın ardından bir ton gözyaşı, çile ve acı olduğunu hissediyorum. Peevski ile Borisov bu siyaseti (zulüm politikasını) sürdürmek isteyenlerin başında geliyor. Bunun için yerel seçimlerin kazanılmasından fazla önemli olan yeni Başsavcılık makamına kendi adamını oturtmak istemeleridir. Bu bir açık ve gizli kavgadır. Bu konuda yazımın özü üçlüye (Peevski-Borisov-Tsatsarov’a) karşı kıyım eleştirisi içerir. Bu üçlünün Başsavcı adayı olarak dayatmaya çalıştığı şimdiki başsavcı yardımcısı olan İvan Geşev’e karşı kükreyen bir enerji var. ABD, Almanya, Hollanda, İngiltere ve başka müttefik devletler İvan Geşev’in Bulgaristan Başsavcısı makamına atanıp, evrim, değişiklik, arınma ve temizlenme siyasetini 7 yıl daha engellenip frenlenmesine razı olmadıklarını bildirdiler. Konu ABD Senatosunda görüşüldü. Her gün Sofya Adalet Sarayı önünde gösteri var. DPSHÖH partisi her şeyden önce bu konuya aydınlık getirmelidir. Parti görüşünü açıklamalıdır. 2014 senesinde Adalet Bakanı İvanov’un hazırladığı köklü yargı reformunun suya düşürülmesinde ve meclisten geçmesinin engellenmesinde L. Mestan’ın olağanüstü olmsuz bir rol oynadığı asla unutulmamalıdır. DPS bu konuları GERB’e yaranarak unutturamaz. Konu açıktır. Adalet reformu kapı çalıyor. DPS kuyundan çıkan bu “toplumsal zehrin” kaynağı Ahmet Doğan’dır. Bu bir bilinçlenme konusudur. Seçime bilinçli gitmek zorundayız. İvan Geşev, Bulgaristan Cumhuriyeti Başsavcısı seçilemezse, Peevski Bulgaristan’da bir gün daha kalamaz. Ahmet Doğan onu kurtaramaz ve sökülme başlar. Bu başlangıcın adı, kölelikle, totalitarizmle, zulümle vedalaşmadır. Şair der ki: İstemesen de geleceğim bir gün yanına Elvedaları sevemedim ben bir türlü! Diz çöküp ömrümü adayacağım sana –


Makale ve Analizler - 2019

57

Vedalara son diyecek güzel bir türkü! O gün mutlaka gelecek. Yazımın devamını hafta sonuna kadar hazırlayıp, konuyu bir aşama daha derinleştirmek istiyorum. Bulgaristan’da durum gergin ve milletimiz yorgundur. Çözümü birlikte aramak gerekir. Paylaşınız. Teşekkür ederim.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Okullar Öğrencisiz Kaldı

Tarih: 09 Ekim 2019 Yazan: Oya CANBAZOĞLU Konu: Kıvılcım aynı anda bütün okullarda çaktı. Ahmet Doğan’ın sağ kolu, Bulgaristan’da çıkan yazılı basın ve sosyal medya’nın % 80 sahibi, Moskova parası harcamakta ulusal şampiyon, göbeklilerin en tombulu, Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖHDPS) milletvekili Delyan Peevski hiçbir yayınında “gerçeği yazın, adaptasyon durdu, okullar boşaldı, isyan var” diyemedi. Biraz geri z…lı olsa da, hainliğin akıl babası geçinen Ahmet Doğan’ı hemen aradı ve “ayaklanmışlar” dedi. Eli titreyen ve dili tutulan Doğan, “Tü – üüürkler mi?” Diye sordu. “Bu defa Çingeneler-Millet!” cevabını alınca ürktü. Deniz köşkündeydi. Değişen rüzgârın yönünü tespit etmeye çalışıyordu. Rüzgâr sertti ve dalgalardan kaptığı nemle biraz tuzluydu. Kimi arayayım diye düşündü. Son günlerde İç İşleri Bakanı Mladen Marinov ile arası açıktı. Bulunduğu Burgaz İlinde Polis şefini ona sormadan değiştirmişti. Başbakan Boyko Borisov’u telefonda aradı. Avizedeki ses tonu sinirliydi. Hemen bastırdı: “Azınlıklar benim diyen sensin, hadi göster kendini” dedi. Olay şöyle başladı: Sliven (İslimye) ilk ayaklandılar. Okullara gidip çocuklarını ders odalarından alıp mahalleye topladılar. Eskiden “Yukarı” ve “Aşağı” mahallede yaşıyorlardı. Yanlarında Ermeni ve Türk mahalleri vardı. Son ikisi şehrin semt haritasından silindi ve dördüne birden “Nadejda” (Umut) adı verildi. “Sizin yeriniz burasıdır!” dercesine şehrin çöplüğü de oraya taşındı ve buram buram koktukça kokuyor. Ana babaları uyaran haberde “çocuklarınızı çalacaklar” deniyordu. Haber aynı anda Karnobat, Sungurlare, Aytos, Nova Zagora (Yeni Zara), Yambol, Kazanlık, Asenovgrad ve Plovdiv’e (Filibe), Sofya’da “Fakülte” semti sıçradı. Şiddete kapılan, adeta vahşileşen ve durdurulmaları olanaksız olan ana-babalara nineler ve dedeler, komşular ve yakınlar da katıldı. Büyük bir çığ yuvarlanmaya başladı. Parlamentoyu kuşatma sloganları yükseldi. Bu


Makale ve Analizler - 2019

59

çığ, Bulgar namına ne varsa her şeye karşı başkaldırı ve her şeyi reddeden bir halk hareketlenmesine dönüştü. Her şey birden hatırlandı. İsim değiştirmeler, tutuklanmalar, dayaklar, Türklerin kovulması, soygun, talan ve aç bırakılmaları ve sonunda çocuklarına saldırı bardağı taşıran oldu. Olaylar, artık sosyal yardım dağıtıp vatandaşları evlerine mahallelerine kapayarak çözülmeyeceğine işaretti. Yerel seçim öncesi günlerinde yaşanan patlama işlerin bundan böyle 20 leva ve 2 kg ay çiçek yağı ile çözülemeyeceğine kesin kanıttır. Mahallenin her çocuğu, Bulgar okulundan, Kiril alfabesinden, yalan yanlış yazılmış tarihten, çocukları okutup eğitmek için değil, çifte maaş almak için Çingene Romanları-Millet çocukları, toplanan okulu seçen öğretmenlerin tümünden değerlidir. Şimdiki kalkışma bunu gösterdi. Toplumda büyük bir korku var. Zavallı ana babaların başından o kadar çok kötülük geçti ki, “çocuklarınızı kaçıracaklar” kıvılcımı yalan olsa bile, memleketin yarısını ayağa birden ayağa kalktı. Bu haberi işitenlerden hiçbir kimse “olamaz!” demedi. İnanmayın diyen olmadı. Herkes inandı. Çok acı bir gerçek… Bulgar hükumetine, siyasi sistemine, gizli ve üniformalı polisine, olmayan ordusuna, muhtar ve belediye başkanlarına, okul bekçilerine, öğretmen, eğitmen ve okul müdürlerine, Eğitim ve Teknoloji Bakanlığına ve Bakana “beş kuruş” güven kalmamıştır. Gerçek budur!… Anlaşılan Romanlar-Çingeneler artık “Çingene” olmak istemiyor, Millet olmaya kararlıdır. Bulgaristan’da en yüksek doğum oranıyla topluma hayat gücü veren Millet insan hak ve özgürlükleri, daha yaşanası bir hayat için kendiliğinden örgütlenebilen bir kararlılıkla sanki nöbet tutuyorlar. Bulgar devletinin kendilerini devlet kurumlarına bırakmamasına tepki olarak, tedirginliklerini çok yükselttiler. Hükumete ve siyasi partilere inanmadıklarını 27 Ekim 2019 tarihinde yapılacak seçimlere ilgisizlikte görebiliyoruz. “Cahil insanlar”, “sefiller”, “mangallar” sıfatlarıyla tarif edilen kitleden yerel yönetim organlarına aday gösterilen yok. Memleketin en kalabalık etnik topluluğundan gösterilen Belediye Başkanı adayı yok. Plovdiv’te (Filibe) mahallelerden 200 bin oy beklenirken, gösterilen Belediye meclis üyelerinin sayısı yanlı 2 kişidir. “Voybodino” köyü gibi ırkçı merkezlerde, RomanlarıMillet eşit haklı vatandaştan saymayan ırkçılar, kenar bakımsız bir yerde Romanları-Millet için ayrı bir seçim sandığı açılmasını istedi. RomanlarıMillet aynı listelerde yer almak istemeyenler imza topladı. Son günlerde ortam iyice gerildi. Strasburg Uluslar arası İnsan Hakları Mahkemesi, geçen kış evleri vinçlerle yıkılan, ortada kalan, köyden kovulan “Voyvodino” yerlilerinin birinci derece mahkemede açtıkları davayı kazanarak, “doğdukları


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yerde ikamet etme hakkını kullanmak üzere” belediyeye kayda gidince kovulmalarından sonra Strazburg UİHM davayı kabul etti. Bu, Avrupa İnsan Hakları Hukukunda, vatandaşların doğdukları yerde yaşama hakkı elde etmesi için, açılan ilk kolektif davadır. Sosyal medya VMRO-ırkçıları pasaport ve kimlik sattılar, para kazandılar, kimsenin kılına dokunan olmadı, şimdi de GERB Romanları-Millet çocuklarını satıp para kazanmak peşindedir, cümlelerini yazdı. Memleketimizdeki bu konuda hukuksal durum şöyle açıklandı: 1. Çocuk Esirgeme Yasasının uygulanmasına ilişkin talimatnamenin 10. Maddesinin 5. Fıkrasına göre, anonim bir ihbar üzerine çocuk sosyal yardım kurumu tarafından alınıp götürülebilir. 2. Bulgaristan Adalet Bakanı ve Bakanlık, anne ve babaları fakir olduklarından dolayı, çocukları alıp evlatlık verdikleri aileden çocuk başı ayda 700 leva para alıyor. Bu paraların kaynağı Bulgar devleti ve Norveç Fonu’dur. Böylece Bulgaristan’daki Romanları-Millet çocuklarının hepsini sosyal kurum tarafından alıp satma imkânı oluşmuştur. Başbakan Borisov ve etrafındaki kalın enseli tayfa işsiz, sefil ailelere mali yardım göstereceğine okul çağında çocukları başka ailelere verip devletten ve Norveç Fonundan para cepleme yolunu seçmiştir. Bu işlerin ardındaki yüzsüzlerden biri de kendini vurdum duymaz yapan, vatandaşları uyarmayan HÖH-lideri Ahmet Doğan’dır. Bilgisiz insanlar ortada kalmıştır. Bulgar radyosu kapandı. Basın Peevski kontrolünde ve yalnız yalan yazıyor. Borisov, 08 Ekim sabahı sabah saat 08’de “bTV” ekranına çıktı ve bu sorulara gereği gibi yanıt veremedi. Parlayan isyan ateşi onu da yakabilir. Bunlar akla fikre sığmayan, çılgın, geri zekâlı işler. Para kazanmak için çocuk çalmak, satmak. Vay be… Ayrıca şu da var: 3. Anlaşmalar ve Yükümlülükler Kanunu’nun 28. Maddesine göre, bu gibi davalara bakmaya tek yetkili olan belediye mahkemelerinde (birinci dereceli mahkemede) çocuğu alıp götürülen ana babaların, yoksul olduklarından dolayı, dava açma hakları yoktur. Bu gibi saçmalığı ben de daha önce işitmemiştim. Bulgaristan’da faşizm çanları çalıyor diyenlerin yüzde yüz haklı oldu bu direnişle tamamen görüldü. VMRO – haydut faşistlerinin hazırladığı “Çingeneleri Romanları-Millet asimile etme programının özünde ve hedefinde olan bu durumun daha da şiddetlendirilmiş şeklidir.” Yani para… Bu devlet bitmiş derken benzer örnekler kendileri konuşuyor.


Makale ve Analizler - 2019

61

Ne yazık ki, Başbakan Borisov’un bTV ekranına çıkması da hiçbir şeyi değiştirmiyor. Onun gideceği yer meclis ve bu kanunların hemen bozulmasını ve Norveç Fonu’nun yasaklanmasını anında isteyip gerçekleştirmesidir. Ama o bunu yapmıyor. Biri devletten öteki de Norveç’ten iki para musluğuna kıyamıyor. Zavallı insanımız yanmış onların umurunda değil! Şu da var: Anlaşmalar ve Yükümlülükler Kanunu’nun 27. Maddesine göre, ana babalar sosyal yardım işleri dairesi müdüründen şikayet edilebilir, fakat aynı yasanın 28. Maddesi gereğince ana-babaların duruşmada bulunmasına izin verilmiyor. Yani çocuğun kaderi fakir ana babanın iradesi dışında çözülecektir. Ana babanın evlatlarını korumak, geri almak için duruşma salonuna girmesi yasaklanmıştır. Bulgar’ın bu yasası, öyle bir yasa ki, gerektiğinde Anlaşmalar ve Yükümlülükler Kanunu’nun 28 maddesine göre açılan davada gösterilmek üzere, alıp götürülen çocuğun sağlık kontrolünden geçirilmesini bile öngörmüyor. Bununla birlikte, çocuğu alıp götürme işinin teyidini istemezden önce, aynı yasanın 28. Maddesine göre sosyal işler müdürüne bir ay bekletme hakkı da tanımıştır. Birçok şehirde birden halkın çocuklarını okullardan çekmesinin ardındaki gerçek budur. Bulgar oligarşisi çocukları ana babalarının elinden alıp satmak için sefaleti katmerleştirirken hırsızlığın kılıfını da uydurmuştur. Şahsen ben Bulgar Adalet Bakanlığından ve hükümetten bu yasaları hazırlayan ve onaylayanlardan ve milyonlarca yurttaşı parasız bırakıp fakirlikten ezenlerden, çocuk hırsızlarından herhangi birinin yargılanıp ceza alacağına inanmıyorum. Bulgarların suçlarını gören savcılık yok. İşlenen suçların hiç biri işleme konmuyor. Dikkatli olunması şart olmuştur. Bu şartın birinci maddesi de birlik ve beraberlik, el ele omuz omuza olmaktır. Bu arada son aylarda ve günlerde Makedon sorunu da çok aktüel ve gerginlik kaynağıdır. Makedon tarihçiler bazı belgeler meydana çıkardılar. 1947 yılının 22 Kasım günü Bulgaristan Halk Eğitim Bakanlığı 423 sayılı bir emir yayınlamıştır. Bu emir tarih ve coğrafya dersler programında değişiklik yapılmasıyla ilgilidir ve şöyle deniyor: “Güney Batı Bulgaristan’dan söz edilirken, Mesta (Karasu) nehri boyu, Pirin Dağı, Koçerinovo’dan Güneye Struma nehrinin orta akıntısı Pirin Makedonya’sına katılmıştır. Pirin Dağıyla ilgili bir Bulgar Dağı olarak ders görülsün ama Makedon Dağı olduğu belirtilsin. Bulgaristan nüfusundan söz açıldığında ülkede Makedon nüfus olduğu ifade edilsin.”


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci sınıf ders kitaplarında “Makedonya Bulgaristan’a katılmıştır” cümlesi çıkarılsın ve “Makedonya Bulgaristan tarafından işgal edilmiştir.” Cümlesiyle değiştirilsin. Üçüncü sınıf derslerinde Rila Dağlarının Güneyinde Struma nehri ve Mesta nehri ve Pirin Makedonya’sına dahildir ve Bulgaristan’ın nüfusu anlatılan derslerde ise, Pirin Makedonya’sında başlıca Makedon yaşar, denecektir. Yedinci sınıf ders kitaplarında, Pirin Makedonya’sında başlıca Makedon yaşar, diye anlatılmalıdır.” Bu insanların beynine ilk ve ortaokulda bu gerçekler derin çizgilerle yazılmışken, günümüzde Makedon yok, Makedon milleti Bulgar’dır gibi saçmalıkların Makedonlar kadar Türkleri, Pomakları, Romanları-Millet ve diğer etnikleri de ilgilendiriyor ve tüm karışıklıkların kaynağı olmaya devam ediyor. Ah şu memlekette doğru dürüst bir sorun görebilsem. Bizi okuyunuz. Memleketimizde olup biteni bizden öğreniniz. Dostlarınızla da Paylaşınız. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

63


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bazı Olayları Mercek Altına Alalım

Tarih: 09 Ekim 2019 Yazan: Şakir ASLANTAŞ Konu: Savcılığın mahkeme kararlarını saymaması ve yasaları rafa kaldırması faşist- totalitarizm kapısını açmıştı. Bir aydan beri Bulgaristan’da Kuzey Makedonya Cumhuriyeti üstüne yazılar yazdık. Bugün Bulgar hükümeti Üsküp hükümetinden şöyle bir istekte bulundu: “1941-1944 yılları arasında Makedonya’da bulunan Bulgar Orduları ile ilgili ‘Bulgar faşist askeri işgal gücü’ değimini kaldırınız.” Bulgar Çar Orduları Makedonya ve Ege Denizi Bölgesine Bulgar Çarlığı bayrağı altında, işgal edilen bölgelerde yerel ve merkez idare makamları kurmuştu. Öğretmenler Bulgar’dı. Yahudiler ve Çingeneler tutuklanıp toplandı. Bulgar askerleri gözetiminde Bulgar demiryolu vagonlarına doldurularak Polonya’daki “Treplika” Nazi toplama kamplarına gönderildiler. Orada yakılarak imha edildiler. Geri dönen olmamıştır. Bulgar işgal güçleri hakkında Makedonya okullarındaki ders kitaplarına o yıllar “Bulgar faşist işgali” adıyla verildi. Üsküp hükümeti tarihsel gerçekleri değiştirmeyi kabul etmemekte direniyor. 09 Ekim 2019 günü Sofya’da düzenlenen Bakanlar Kurulu toplantısı kuzey Makedonya konusunda bir karar aldı. 2 Makedonya Konferansı düzenlenmesini önerdi. Makedon kimliğini, Makedon dilini ve Makedon tarihini tanımadığını ilan ederken, Kuzey Makedonya Avrupa Birliği dosyalarının bu isteklerle açılmasını ve (son) 34. Dosyanın da bu isteklerin kabul edilmesiyle ancak kapanabileceğini beyan etti. Kuzey Makedonya halkına ayrıca şu öneride bulunuldu. Avrupa Birliği ile imzalanacak tüm protokollerin altına imza dili olarak Makedonca değil, “Kuzey Makedonya Anayasa dili” kaydında bulunulacaktır. Demek oluyor ki itirazlar, dayatmalar ve dikteler devam ediyor. Bakalım Bulgar devleti Makedon halkından sonra daha hangi devletin insanını yutmaya çalışacaktır! Bu gelişmeler Makedonya ve Arnavutluğun Avrupa Birliği’ne aday üye olarak davet edilmesi konusunun 17 Ekim2019 tarihinde görüşülmesinden önce kızışma yarattı. K. Makedonya Cumhurbaşkanı St. Pendarovski “Bul-


Makale ve Analizler - 2019

65

garistan AB üyeliğimizi engellemez” sözlerine rağmen, Bulgaristan dış işleri Bakanlığı “Makedon kimliğini tanımama, Makedonların Bulgar olduğu iddialarında ve tarih konusunda” direnişi ayrıca devam ediyor. İlk kez Başbakan Boyko Borisov, “Kuzey Makedonya’nın AB üyeliğine engel olsak elimize ne geçer? Tarihe geçmemizle kalırız!” dese de durumda gevşeme henüz yok. Üsküp bilim çevrelerinden gelen önerilerde, iki ülke arasında anlaşmazlık konularında uzlaşma yolları aramak amacıyla kurulan Tarih Komisyonu’nun dağıtılması önerisi dile geldi. Gerçek hangi ülkenin belgelerinde aranmalıdır? Belki de bu konuda bir uluslar arası komisyon kurulması gerekecek. Bu komisyon aynı zamanda Bulgaristan’daki Türklerin, Pomakların, Ulahların Romenlerın ve Çingene kardeşlerimiz Millerin etnik ve kültürel kimliği ve insan hakları üzerinde de bir karar alabilir. Çünkü Kuzey Batı Bulgaristan tamamen boşalmış durumda. Köylerde kasabalarda kalan nüfus Romanya vatandaşlığında direniyor. İdari işlemlerinin, sağlık ve eğitim konularının da Romanya’ya bağlanmasında ısrar ediyor. Gerçek şudur ki, Balkanlar’daki ağır ve karışık sorunların çözülmesine örnek olarak “Drina Köprüsü” romanını yazan ve Nobel Ödülü alan diplomat İvo Andriç düzeyinde yeni bir siyasi şahsiyet bekleniyor. *** Politik düşünceyi kilitleyen ikinci sorun (yerel seçimlerden önde yer aldı) Bulgaristan Cumhuriyeti Başsavcısı seçimidir. Bundan 7 yıl önce Başsavcı seçilen Tsatsarov 2012’de önce yılın yargıcı seçilmişti. Yargıç olarak yüksek otorite kazanmıştı ve seçilmesine karşı (şimdi İvan Geşev’e (karşı yükselen) protesto hareketi patlamamıştı. İvan Geşen halen Baş Savcı yardımcısıdır. Romen mahalleleri baskınlarında, Getto yıkımlarında, uyuşturucu baronlarıyla mücadelede ve daha aklınıza ne gelirse her konuda TV ekranlarında baş aktör olmaktan haz alan bir kişilik sahibidir. Şu bir gerçektir ki, Delyan Peevski basın ve sosyal medyası Geşev’i “kahramanlar” arasında “başkahraman” yapmaya çok fazla gayretli olsa da, kamuoyuna yerleşmiş görüş değişmiyor. Başsavcı seçimi konusunda çıkan yorumlarda İvan Geşev her defasında 7,2 milyar levanın kayıplara karıştığı KTB Bankası (Bulgar Ticaret Kooperatif Bankası) davasında milletvekili Delyan Peevski’yi savunduğu ve gerçek olayın halka açılmasını engellediği ortaya çıkmıştır. “Ucuz daire” serüveni sonuçsuz kaldı. 7.8 milyar AB fon parası devlete ve hükümete yakın kişiler arasında el altından dağıtıldı, yutuldu, kayıplara karıştı. Açılan dava yok.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da devlet ithamcısı (haklı suçlama) ancak Anayasa’ya göre bağımsızdır. Uygulamada öyle değildir. Savcılık politik baskı aracıdır. Hali hazırda memleketimizdeki adalet iradesi GERB ve DPS-HÖH yönetiminden ancak birkaç kişinin elinde bulunuyor ve bu durumun değişmesi için bir beklenti içindeyiz. Ülkedeki durum o kadar karışmış ve korku uyandıran düzeyde ki, Romenler çocuklarını okullardan çektiler. Hükümet 1994’te Türkler okullarda Türkçe eğitim isteğiyle 114 bin öğrenciyi çektiği gibi, şimdi çok sert bir histeri yaşandı. Çingene çocuklarının tren istasyonlara yığılan vagonlara doldurup kaçırılacağı haberini işitenler okullara koşup evlatlarını mahallerine topladılar. Bu olay önce Burgas, Şumen, Sliven, Sandanski ve Petriç şehirlerinde bir devler heyetinin okulları basıp, babasız ya da annesiz çocukları aradığı, kayıt yaptığı, bir şeyler yazdığı ve onlarla özel konuşmalar yapmaya başlamasıyla başladı. Bu olay, sosyal görevlilerin “çocukların önce devlet pansiyonlarına toplanacağını” açıklaması Çingene Toplumunda patlamaya neden oldu. Dolayısıyla bu konuda “yalan” haber yoktur. Okul müdürleri, öğretmenler ve yerel polis birimleri olaylardan haberdardır. Bir günde Sliven, Yambol, Aytos, Plovdiv, Asenovgrad, Sofya, Petriç, Sandanski ve daha birçok şehir ve köyde 2 saatte öğrenciler okuldan çıkarıldı ve şehir merkezlerinde mitingler başladı. Devlet, Başbakan ve Eğitim Bakanı ne derse desin “kaçırılmak için çocuk arandığı ortadadır”. Halk çocuklarına sahip çıkmıştır. Bu operasyon için Batı kaynaklarından özellikle Norveç’ten çok büyük paralar alınmıştır. Bu arada açıklanan “çocuk kaçırma” programında okula gönderilen çocukların okuldan ve aileden caydırılması için özel “mavi odalar” hazırlanması ve psikologların bu odalarda, fondasyolardan şimdiye kadaralınan 23 milyon US Dolar Norveç’ten, 41 milyon Avro gibi Brüksel’den alınan paralarla, yabancı vakıfların özel görevlilerinin kontrolünde çocuklar aileden koparılmaya hazırlanacaktır. Bu program şimdiye kadar Sofya ili “Borovan” köyünde uygulanmış ve Sofya “Fakültet” semtindeki Romlar “gerçeği” o merkezden öğrenmişler ve köydeki çocukların hepsinin götürülmesinden sonra 2 satte Bulgaristan’da anneleri babalar ayaklanmıştır. Olayın sosyal derinliği ve gizli planlar henüz tamamen açıklanamamış, fakat 64 milyon dövizin Bulgar Bankalarına geldiği ve vagonların tren garlarına yığıldığı haberleri doğrulanmıştır. Bu hepimizi ilgilendiren çok ciddi bir programdır. Bulgaristan’da bir insan katili düzen olan totaliter faşizmin kök saldığına ciddi bir kanıttır. Bunun anlamı çocukların sürgün edilmesidir.


Makale ve Analizler - 2019

67

*** Bilindiği üzere ABD Bayan Hiro Mustafa’ı yeni Bulgaristan Büyük Elçisi atadı, fakat o henüz Sofya’ya gelmedi. Bunun bir tesadüf olduğuna inanmıyoruz. Anlaşılan Bayan Mustafa, Sofya ABD Büyükelçiliğinin Washington’a gönderdiği raporlardan, FBR, CİA ve Birleşik Amerika müttefiki diğer devletlerin ülkemizdeki mafya-politikacılar-oligarşi yumağı ve süreçlerine ilişkin raporlarından öğrenme gayreti içinde bulunuyor. Bu raporlarda Bulgar resmi kişilerinden birçoklarının, ayrıca kaçakçılık, yasa dışı silah ticareti yapan kişilerin ve terör örgütlerine para sağlayan vb kişilerin isimleri, kişisel suçların failleri ve bir sürü gizli banka hesabı da yer almaktadır. Bu isimler ABD, Fransa ve Türkiye sorgulama dosyalarında da vardır. Bununla birlikte Bulgaristan’da yaşayan bazı kişilere karşı Amerika’da açılan davalar devam ediyor. Ağır uluslar arası suç işleme ithamıyla DPS milletvekili Delyan Peevskiye karşı New York Ticaret Mahkemesinde “RİCO” ve “ Foreign Corruption Act” yasalarına göre 200 milyon US Dolar taleple dava açılmıştır. Günümüzde D. Peevski’nin HÖH-DPS partisine sarılma nedeni ve İvan Geşev’in Başsavcı olmasından ısrar etmesindeki rolü budur. Hatta ben bugün artık 08 Ekim 2019 günü Karadenizden Kuzey Makedonya sınırına Güney Bulgaristan’daki okullardan Romen (Millet) çocuklarının bir anda okuldan alınması olayının bir yandan da D. Peevski tarafından kışkırtılıp örgütlendiğini tahmin ediyorum ve bunun Başbakan B. Borisov’a karşı gücünü göstermek için yaptığı kanısındayım. Bundan dolayı ABD, İngiltere ve başka devletler bir hukukçu olarak bağımsızlığından kuşkulandıkları İvan Geşev’in Başsavcılığını kabul etmiyorlar. Bir günde bütün okullar boşaltıldı ama suçlu yok. Tutuklu yok! Bulgaristan’da suçlu Bulgar bulmak çok zor!.. Yine aynı açıdan bakıldığında Bulgaristan’da Başsavcı yetkilerinde, Başsavcının mahkemedeki yerinde değişiklikler yapılması aktüel beklenti oldu. Olası Ocak 2020’de Sofya’ya ayak basması beklenen Bayan Hiro Mustafa, ABD Senato’da Bulgaristan’daki çalışmalarının öncelikleri ve hedefleri üstüne sunduğu raporda, “yasaların üstünlüğü, dolandırıcılık ve rüşvetle mücadele ve basın-sosyal medya özgürlüğü” dedi. Şu an medya özgürlüğü klasmanında 111. Yerde olan Bulgaristan’da gerçekleri yazan 176 gazetecinin gözlerine ya kezap atılmı, ya evladı kaçırılmış, ya sopalanmış, ya kurşunlanmış, evi, aracı yanmış ve dolayısıyla kalemi kırılmıştır. Bulgaristan’ı anlatan “Liberte”, “Bivol” ve diğer araştırmacı gazetecilik merkezleri Berlin ve Paris’e taşınmak zorunda kalmış. Bulgaristan vatandaşları ana haber kaynağı olarak bugün “Amerika’nın Sesi”, “Hür Avrupa” gibi radyolara ve


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sosyal medyada Türkçe “Bghaber.org” programını her zamankinden daha fazla aramaya başlamışlardır. Bulgaristan’da tüm azınlıkların ana dilinde radyo ve TV programları başlaması zamanı kapı çalıyor. Çocukları kaçırma planı bir sosyal medya gazetecisinden öğrenilmiştir. Bulgar basının % 80’ine oturan ama artık Moskova, ABD ve AB (Fransa) tarafından istenmeyen D. Peevski’nin yıl sonuna kadar Bulgaristan’ı dönmemek üzere terk etmesi bekleniyor. Basın yayının yeniden örgütlenmesi ve azınlıkları bunatma yayınları kapatılıp gerçek gazeteciliğe dönülmesi günden oluşturuyor. Borisov da “Hemus” otoyolunu tamamlayınca iktidardan çekileceğini açıkladı. Bulgaristan’da faşizm ve komünizmin ürünü olan totalitarizmin parçalanmasına ve pay kapmaya ortam yaratılmaya çalışılıyor. Aynı zamanda tam yetkili Başsavcı kartı masaya atılarak, İvan Geşev kişiliğinde yasalar rafa kaldırılıp 1971-1989 totalitarizmini “özleyenler” de aktifleşmiş bulunuyor. Ülkede adalet reformu başta olmak üzere köklü reformlara açılma zamanı gelmiştir. 27 Ekim seçimlerinde barutun boşa gideceğinden üzgünüm. *** Son gelişmeler bir de Boyko Borisov’un Batı Balkanlar stratejisini yanlış çizdiğini ortaya koydu. AB Batı Balkanlar politikasında orta direk olarak halen Kuzey Makedonya ve Arnavutluğu odak noktasına çekmek istiyor. Artık tüm imkânlar tükenen Bulgaristan’da 2020’de komşularla samimi diyaloga açık, yaptırım uygulama düşüncesinden uzak bir karma hükümet kurulabilir. Son aylarda Trump ile Putin, Yunanistan yeni Başbakanı Miçotakis (Borisov uçağı yoldan döndü), Başkan Erdoğan, Sırbistan ve Romanya devlet başkanları vb görüşme isteği onay almadı. Borisov’un Balkanların lideri olma hevesini söndüren Kuzey Makedonya Başbakanı Zran Zaev oldu. ABD Dış İşleri Bakanı Mike Pompeu Balkan başkentlerini dolaştı, fakat Sofya’ya inmedi. Politik gözlemciler şimdi gözlerini Cumhurbaşkanı Rumen Radev’e çevirmiş durumdadır. O, İvan Geşev’in Başsavcı olmasını onaylamazsa, ikinci öneride bulunma hakkı Başbakan Boyko Borisov’a dönecektir. Böylece Borisov, D. Peevski ile bin bir başlı kavgayı kazanma şansını elde etmiş olacaktır. Başsavcı D. Peevski’yi, Ahmet Doğanı ve istemediği daha birçok kişiyi sıkıştırabilir. Bulgaristan’ın demokratik gelişmesi kavgasında Başsavcı çok önemli bir figürdür. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Devam edecek. Paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

69


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Faşistlikten Silkinemediler Roman-Millet Meselesi Tarih: 10 Ekim 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Kimliğimiz öyle bir baskı altında ki deneme tahtası gibiyiz. Daha önceki yazılarımızda Bulgaristan’da “Amelipe” adında vakıf olduğunu, sahibi olan Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev’in nikâhsız karısı sayılan Bayan Svetlana Donçeva tarafından idare edildiğini ve RomenMillet için eğitim, sosyal yardım, etkinlik ve kültürel eritme amaçlı Avrupa Birliği ve devletten gelen paraların bu kurumun banka hesaplarına düştüğünü yazmıştım. Bulgar dergileri bu nikâhsız çiftin lüks hayatını ve Alex adlı bir oğlu olduğunu resimlediler. Yazımda, yoksul Roman ailelerin çocukları için Avrupa Birliği’nden gönderilen sosyal yardım paralarından 8 milyon Avro’yu ailenin kimseye belli etmeden başarıyla aşırdığını da bildirmiştim. Bu işler dünyadan habersiz yapılırken, bundan 3 ay önce Bulgaristan’ın Gabrovo kentinde bir Roman Gettosu gece karanlığında ateşe verilirken duyuldu. Büyük motorluların ve futbol taraftarlarının kentin merkezine toplanıp hafta boyu fener alayı düzenlemeye hazırlandıkları an Tomislav ve Svetlana çifti de aralarındaydı. Heyecan dolu ortamda demeç verirken Bayan Svetlana Donçeva “ben ırkçıyım, eşim ise faşisttir” demişti. Sosyal medyayı sarsan bu “samimiyetten” sonra Avrupa Konseyi’nin (İstanbul Kadına Şiddeti Engelleme Anlaşması) adıyla bilinen ve 2011 yılında Bulgaristan tarafından da imzalanan bu sözleşmeyi Sofya Meclisi onaylamadı. Kilise, diyanet ve sivil kurum kuruluşları, ayrıca okul çağında çocuğu olan ana-babalar şiddeti önleme programı Bulgar toplumunca kınanırken, o gizlice uygulanmaya kondu. Bu amaçla Bulgaristan’a hemen 64 milyon Avro para bile akıtıldı. AB’den gelen paradan da sorumlu olan yetkili yine Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev oldu. Gizli uygulamanın hedefinde Bulgar azınlık çocuklarını ailelerinden koparıp “değişik kategoride etnik kimliksiz sosyal tipler” olarak yetiştirmek, dış ülkelere satmak vs vardı.


Makale ve Analizler - 2019

71

Gerçek amaçları halktan gizlenen bu program ülkemizde 15 merkez kurmuş ve yoğun çalışmalarına 2 ay önce başlamıştı. Bakanlar Kuruluna bağlı Çocuk Esirgeme Genel Müdürlüğünün bu gelişmelerden haberi var tabii. 15 Eylülde 2019-2020 ders yılı açıldı. Eğitim ve Teknoloji Bakanı Vılçev birinci sınıfa giren öğrencilerin yarıdan fazlası “Bulgarca tek söz bilmiyor” dedi. “Ana babalar çocuklarını okula yazdırmak istemiyor, polis eşliğinde eğitmen, öğretmen, sosyal işler görevlileri ve okul müdürleri evlere 200 bin ziyaret yaptılar” demişti ve üstüne Roman çocuklarının toplandığı okullarda derse giren öğretmenlere çift maaş verdiklerini de duyurmuştu. Bu yeni bir baskı yöntemidir. Özünde olan “Bulgarca bilmeyenin Bulgaristan’da işi olamaz!” saçmalığıdır. İktidarın faşistleştiğine açık bir kanıttır. Tam bu olaylar çamaşır ipine dizilirken, Sofya Radyosu 5 saat yayını durdurdu. Başbakan Borisov “geri zekâlılar hemen eve!” emrini verse de, herkes işinin başında hatta Radyo Şefi gün saymıyor. İplerini çekenin başkası olduğunu biliyor. Ardından hemşire ve ebeler maaşlarına zam için ulusal protesto eylemleri başladı. Başbakan “56 milyon leva saldım” dedi. İki gün sonra “86 milyon leva gönderdim” diye ekledi. Sağlık Bakanı “gelen para 6 milyon leva, o da önceden harcanmış, yorumunu getirdi. Bir olay daha oldu. Avusturalya vatandaşı Pol Fridman yıllar önce kaçırılmıştı. Yere yatırılıp eşek sudan dönene kadar dövülürken eline geçirdiği bir bıçakla saldırdı ve sopacılardan birini “cehenneme” gönderdi. Hemen tutuklandı. 20 sene ve 650 bin Amerikan Doları para cezası aldı. Geçen hafta bir mahkeme kararıyla salıverildi, fakat yeniden tutuklandı. Avustralya hükumetinden muhtemelen gelecek bir insan haklarını ihlal notası, Başbakana tüm trenleri kaçırttı. Şimdi dağ tepeyi Jeep’le dolaşıyor. Jeep’ten başka emirlerine uyan olmadığını fark etmek çok kötü. “Mavi oda” tatlının ekşi vişnesi oldu. Hiç beklemiyordu.TV ve sosyal medyada yaz tatili esnasında okulların onarıldığı, sıva boya yapıldığı rapor edilmişti. İşin içinde iş olduğunu o da bilmiyordu.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onarılan okullarda çocukları etkilemek için “mavi oda” adından psikolojik merkezler donatılmıştı. 08 Ekim 2019 günü 44 bin Roman-Milletten öğrenci dersten alınınca gerçeği o da öğrendi. Biliyorsunuz 08 Ekim’de Güney Bulgaristan’ın 5 ilinde resmen hayat durdu. Roman (Millet) ana-babalar öğrencilerini okullardan aldı. Protesto gösteriler düzenlendi. Bulgar eğitim ve kültür sistemine tekme vuruldu. “İstemeyiz, eksik olsun!” dediler. Ana-baba patlamasının nedeni Sofya’ya bağlı “Borovan” köyünde 12 öğrencinin ana-babalarından imzalı “razıyım” izni almadan okuldan çıkarılıp bir araca bindirilerek yola düşmesi oldu. Okul müdürü ve öğretmenler çocukların nereye götürüldüğünü (kaçırıldığını) kendileri bilmiyor, ailelere bildirilmemişti. Orada çalışan bir “mavi oda” vardı. Olayı öğrenenler Güney Bulgaristan’ın bütün şehir ve köylerindeki mahallelerde yaşayan akrabalarını telefonla aradı. “Çocuk kaçırma programının yürürlüğe konulduğu” haber verildi. Millet okulları bastı, dersler kesildi, ana-babalar çocukları sınıf odalarından çıkardı ve mahallere topladı. Bulgaristan tarihinde okulların boykot edilmesi 1994 yılında 114 bin Türk çocuğu tarafından “Türkçe Okumak İstiyoruz!” sloganıyla bir defa boykot edilmişti. Ana babalar ve öğrenciler ortak eyleme geçmişlerdi. Bu defa Romanlar (Millet) Bulgar eğitim sistemini ve kültürünü kökten ve bütünüyle reddetti. Gelecek adına cahil kalmayı seçti. Olay hükumeti ve devleti, AB fonlarından sürekli Roman parası çeken yalancı-dolandırıcı-aldatıcı sistemi sokağa attı. Bulgar Telgraf Ajansı (BTA) açıklama yapan “Amelipe” merkezinin Yürütme Müdürü Kolev “Sliven ve Güney Bulgaristan’ın diğer merkezlerinde huzur kaçtı. Gerginlik Kuzey Bulgaristan’a da sıçrayabilir” dedi ve şöyle devam etti: “Ders yılı başlarken, büyük sayıda ana-babanın okul müdürlerine “Biz Evladımızı Vermiyoruz!” Deklarasyonu vermişti. Çocuklarının dersler dışında hiçbir sosyal ve başka programa katılmasına izin vermediklerini yazılı ve sözlü olarak bildirmişlerdi.” Biz Kuzey Bulgaristan okullarından da yazılı bilgi aldık ve ana-babaların çocuklarının herhangi bir sosyal programa katılmasına izin vermediklerini ve ısrarlı olduklarını öğrendik.”


Makale ve Analizler - 2019

73

Bu arada Türk ailelerin çocuklarını “serbest seçilmiş ders olarak Türkçe dersine çocuğunu yazdırmama gerekçesi de ortaya çıktı”. Ana babalar okul saatleri dışında öğrencinin okulda kalmanın tehlikeli olduğunu öğrenmişti. Bulgar öğretmenlere asla güvenmiyorlardı. Çok büyük bir düğüm çözüldü. Türk öğrencilerin Türkçe derslere neden seve seve gitmediği sorusu hepimizi üzüyordu. “Amelipe” vakfı yürütme müdürü Kolev şöyle dedi: “Eve beyinler çocuklarını okuldan almasalar bile iki yönde çok ciddi sorunlar yaşanacak”. Birinci: Bundan sonra ana-babalar hiçbir konuda hiçbir bildirge veya taahhütname imza atmaz. Karşılıklı güven bitmiştir. Anababa yazılı biçimde “razıyım” belgesi vermeden biz öğrencileri okul dışına çıkaramayız, geziye bile götüremeyiz. Çocuklar kaçırılacak tedirginliği ve korkusu çok büyük. İkinci : “sosyal görevliler bundan sonra aileleri ziyaret edip hiçbir konuda imza toplayamaz ve çocuklarla temas kuramazlar.” 08 Ekim 2019 milli protesto eylemiyle, Bulgaristan orta kuşağı büyük tehlikeyi hissetti. Bugün iktidarda olan GERB partisinin ve ortağı olan VMRO partisi yönetiminin okul çağındaki çocukları ÇOCUK ESİRGEME KANUNU kendi lehinde geliştirdiği ve yasallaştırdığı gerekçelerle ana-babalarına sormadan alabilme “hakkını” elde etmişti. SOSYAL HİZMET KANUNU’NA göre ailesinden koparılan çocuğu bakması için başka bir aileye evlatlık verebilme ve bu işten para kazanma kapısını aralamıştı. Çocuğu razı edince olay kendiliğinden lehlerinde gelişiyordu. Bu operasyon, Aile Yasasının 93. Maddesine göre, biyolojik anababanın razılığına başvurulmadan yapılabiliyordu. Yani çocuk satma kapısı aralanmıştı. 44 bin çocuğun 2 saatte okuldan çıkarılıp evlerine toplanmasıyla alev bacayı sardı. Konuşulan şudur: “GERB-VMRO yeni kan vergisi getiriyor. Evlatlarımıza sahip çıkalım.” Bulgaristan’da etnik azınlıkları yok etme, etnik kimlikleri çiğneme siyaseti şiddetleniyor. Bu politik bir mücadeledir. 1989 Türkleri silah zoruyla sınıra sürerken, Zorla Göç programı uygularken BKP MK üyelerinden ve “DS” Generallerinden 78 kişinin vize ve pasaport satmaktan milyoner olduğunu; 2016-2018 yılları arasında Bulgar vatandaşlığı satmaktan zengin olan VMRO haydutlarını kimse unutmadı. Aynı zümre, şimdi okula giden azınlık çocuklarını “mavi odalarda” psikolojik işlemlerle ana babalarından ve ailelerinde koparıp satma programlarıyla daha da zengin olma çılgınlığına kapıldıklarını görüyoruz. Bulgar devleti, Bu işe baş koyanlara her çocuk için bizden aldığı vergilerden ayda 700 leva ödemeyi kabul etmiştir.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sanki AB ülkelerinde “köle çocuk ticareti” yeniden başladı. “Köle Pazarı” kuruldu. Çocuklarımızdan deney tavşanı yapıyorlar. Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu gerçeği bilmesin olamaz. Bulgar İstihbarat örgütü DANS’ın gelişmelerle ilgili yalnız Başbakan Yardımcısı T. Donçev’ı bilgilendirdiği ortaya çıktı. 5. Teknolojik devrimin yaşlı göçmenlerle yapılamayacağına inanan Batı Avrupa devletleri “özel eğitimli çocuğa ihtiyaç olduğunu gördüler ki “mavi odalar” için para akıtıyorlar. İkinci Dünya Savaşında Hitler’in toplama kamplarında çalışan deney doktoru Mengele deney bahanesiyle binlerce “çocuğu” öldürmüştü. Bu işin altında büyük bir suç var. Bulgaristan Romanlarının geleceğine kıyılmak isteniyor. Bu işlem hemen durdurulmalı, bütün “mavi odalar” hemen katılmalıdır. Sosyal merkezlerde çalışanların hepsi suçlu bulunup işten çıkarılmalıdır. İfadeleri alınmalıdır. Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov’un banka hesaplarına haciz konmalı, ikisi de işten kovulmalı ve Yargılanmalıdırlar. “Amelipe” merkezinin bütün hesaplarına el konmalı, şimdiye kadar sosyal görevlilerin sınıf odalarında ve okul içinde bakanlıktan onaylanmış mevzuat dışında görevlerle çalışanları, okullara girmeleri kesin yasaklanmalıdır. Bunlar yapılmazsa, Bulgar hükumeti ve Eğitim ve Teknoloji Bakanlığı azınlıklara kendi okullarını kurmaları ve anadillerinde eğitim için bütün olanakları tanıyıp hemen sağlamalıdır. Bulgaristan’da benzer olaylar daha önce de yaşanmıştır. 1941-1944 yılları arasında Ege Bölgesi ve Makedonya’yı işgal eden Bulgar ordusu Yahudi ve Romen aileleri çocuklarıyla birlikte toplamış ve Polonya’daki Nazi Toplama kamplarına göndermiş ve kamp ocaklarında hepsi yakılmıştır. 1913 yılından başlayarak, 1934-1944 arası, 19621964- 1972-73 ve 1984-1989 yıllarında Pomakların, Romenlerin ve Türklerin isimlerini değiştirmiş, dil ve din kurslarına gitmesinin yolunu kesmiş, 2 700 Müslüman, okul, medrese, pedagoji okulu ve Üniversite fakültelerimizi kapatmış, öğretmen ve hafız, molla, hoca ve müftüleri göçe zorlamış ve zekâmızı körletmeye, Müslüman halk topluluğu olarak hepimizi geri zekalı yapmaya zorlamış, terör uygulamış ve gece gündüz çalışmıştır. İkisi de Başbakan yardımcısı olan T. Donçev’in ve Kr. Karakaçanov’un yönetim düzeyinde bu işlerin içinde olması, karanlık yerden gelen emirlere uymaları, para çalmak için halkımızın kimliğine çocukları hedef alarak saldırmaları ve Başbakan Boyko Borisov’un “Bulgar Bulgar’a bir şey yapmaz!” mantı-


Makale ve Analizler - 2019

75

ğıyla hareket ederek, iki yüzlü gülümseyerek, “ne süt içtim, ne süt döktüm” havalarında boy gösterilerine devam etmesi, hainler başı Ahmet Doğan’ın dilini yutması, Mustafa Karadayı ve Lütfi Mestan’ın susması bir gün gelecek fatura olarak ellerine sunulacak, önlerine konacaktır. Sayın okurların. Gerçekten de bugün bizim başat sorunumuz bir yandan faşizmin kılıçı kalkmasına karşı direniş, ama aynı zamanda eğitim ve öğretim adalet reformu, anadil sorunu, okul problemi, kültür davasıdır. Çocuklarımızı korumak zorundayız. 1989’da ateşiyle başlattığımız davamızı ne yazık ki bitiremedik ama 08.10.2019 tarihli (Salı gün) kitle halinde baş kaldırmamız takdire (övgüye) değerdir. Közler hala canlıdır. Alevlenen Türk kimliği onurudur. Tüm Bulgaristan’a ve Avrupa Birliği’ne dipdiri olduğumuzu, Bulgar okullarını 2 saatte boşalta-bildiğimizi, bu memleketin geleceğinin bizim çocuklarımız olduğunu, tüm alternatiflerin bizim olduğunu ve onların tek seçeneği olmadığını gösterdi. Kusura bakmasınlar ama bir çocuk yapmayı beceremeyenlerin bekası ve yarını olmaz. Ölmüş ve çökmüş bir devlette yaşıyoruz. Çocuklarımızı çalıp da para kazanacak kadar alçaldılar ne diyelim… Bu çöküş isim, dil ve din hırsızlığından da daha dibe düştü. Halkımız fakir yoksul olabilir ama onurluyuz. Gelecek bizimdir. Okuduğunuz için teşekkürler. Bizi izleyiniz. Dostlarınızla Paylaşınız.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Büyük Göçü” Gömdük Tarih : 12 10 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu:Umut bağladı ve artık yüzde yüz bizim bahçemizde açacak. Bulgarlar Osmanlı koynunda rahat ederken yani Rus Çarı II.Aleksandır Bulgaristan’a basıp çamurlu çizmesiyle hepimizi ezmeden önce Romanya’nın Braila şehrinde “Okumayı Seven Bulgar Cemiyeti” olarak 1869’da kurulan ve şu günlerde 150. Yıl dönümünü kurulan Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) o kadar kötülükten sonda en sonunda gerçekleri birazcık yansıtan ufacık bir karar aldı. 1989’yılında Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu, BHC Devlet Konseyi, Bakanlar kurulu ve parti ve devlet başkanı Todor Jivkov’un özel kararıyla 350 bin Bulgaristan Türkünün devlet terörü hepsi mağduru dış göçe zorlanmasına artık “Büyük Seyahat” veya “Büyük Göç” yerine “Göçe Zorlama” denmesine karar aldı. İnsanımız da böylece “Göç Mağduru”olmuştur. Kuşkusuz bu kavramların daha önce mecliste tartışıldığını biliyoruz da alınan kararlarla hayatımızı etkileyen bir şey olmadı, bu da bir gerçektir. 1000 yıldan fazla aynı topraklarda yaşayan vatandaşların baskı ve terör uygulayarak toplu halde göçe zorlanması bir zulümdür, devletler hukukundaki adı ise “soykırım” dır. Bu zorlu uygulama esnasında en az 200 kardeşimiz hayatını kaybetmiş, 356 kişi psişik bozukluktan akıl hastalıkları hastanesine düşmüştür. Bulgaristan Türklerinin silah gücüyle sınıra zorlanması, her şeyi yüzüstü bırakarak, konu komşuyla helâlaşmadan, çocuk ve hastalarla yollara düşmek, toplama kamplarında haftalarca süngü altında beklemek, bunlar anlatılması olağanüstü zor, anlatırken anlatanın dili tutulan çilelerdir. İnsanımız, millet olup devlet kurup, vatan bilip, bağ bahçesine doğanın ve toplumun en güzel renkleriyle mutluluk döşediği, cennet gibi bezediği topraklarını terk ederken tek lanette bulunmuştu: “Yüzünüz gülmez İş Allah!”


Makale ve Analizler - 2019

77

Bu lanet tuttu. 1911 yılında Bulgar Bilimler Akademisi adını alan, 1940 yılında adını değiştirip Bulgar Bilim ve Sanat Akademisi olan ve 1947’den sonra yine BAN’a dönen ve 1992’de yeniden aynı şekilde ikiye bölünen milli akademi, 69 merkez enstitü ve laboratuar ile (70 kişinin görevli olduğu) 11 uzmanlaşmış birimsel enstitü çalıştırırken, çatısı altında 3 570’i bilim insanı, 7 400 görevli toplamıştır. Bu akademinin akademisyenleri (bilim insanları arasında) Prof. Mizov gibi ömrünü Tükler, İslam ve Müslümanlar işine adamış pek çokları vardır. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının Bulgar köklerini sözde kanıtlayan ve isim, din ve kimlik değiştirme kırımını direk yöneten Prof. P. Petrof birçok tarihçi ve sosyal bilimciyle birlikte bu akademinin normal çalışmasına yıllarca engel olmuştur. Bu akademi yıllar yıllı birçok gerçekleri görmezden gelip yanlış işlere imza atmıştır. Bunlardan birisi, tamamen uydurma (sahte) evraklara dayanarak Rodoplarda Çepintsi vadisinde sözde Bulgarların İslam dinini kabul etmeye zorlandıkları iddiasıyla “Ayrılık Zamanı” romanını yazan Anton Donçev’in başımıza belalar açan serüvenleridir. Bugün artık Donçev’in kuyruklu yalanları artaya çıksa da, BAN onun “akademisyenliğine” son verip ayda 3000 leva emekli maaşını kesmiyor. Yalanın maliyetini ödemeye devam ediyor. Totaliter komünist sanatın azgın savunucularından biri olan heykeltıraş Vejdi Raşidov da “akademisyen” olmaya heveslenmiş. Annesinin adını taşıyan Kırca Ali Dram Tiyatrosu bütçesini % 50 kesmeyi başardığını öne sürüyor. Bizde “akademisyen” olmak için Türklere, Türk diline ve kültürüne kötülük yapmak da yeterli olabilir. Tarihçi çalışmalarına 1934 yılında Smolyan (Paşmaklı) bölgesinde sahte adı “Vatan” derneğini kuran, 19144 yılına kadar binlerce Pomak vatandaşın ismini ve dinini değiştiren, geleneklerini yasaklayan, kültürünü kıyan, büyük sayıda yaşlının ve gencin delirmesine neden olan Prof. Georgi Markov gibiler “akademisyen” oldu. Bizde zulmün mükafatı “akademisyenlik” olabiliyor. Tabii biz bizim kuyumuzu kazan “bilim insanlarının toplu sayısını” henüz bilmiyoruz. BAN – Felsefe Enstitüsünde (daha doğrusu BKP Merkez Komitesine bağlı AONSU – Toplumsal Bilimler ve Sosyal Yönetim Akademisinde 4 yıl kalan ve devlet sofrasından bedava yiyip içerken “Türkleri Bulgarlaştırma konusunda geçerli olabilecek yöntemler üstüne doktora tezi yazan” ve daha sonra hainler başı olan Ahmet Doğan da aynı çarpık bilimci sarhoşlar soyundan biridir. 1970 yılından sonra hazırlanan isimlerimizin değiştirilmesi, dinimizin yasaklanması, kimliğimizin kurutulması, dilimizin unutturulması, kültür ve sanatımızın Bulgarlaştırılması program ve planlarının hepsi BAN yöneti-


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

minden onay almıştır. Eksikleri tamamlayan, kimilerini öven, bazı zirvelere yıldız takan hep BAN olmuştur. Şimdi göçe zorlama meslesinde biraz geri adım atması o da meclisten 9 sene sonra şaşılacak iş doğrusu. 3 Ay önce yapılan “Çorlu” sempozyumunda Sofya’da giden “bilimsel” heyet, tüm ihtarlara karşın “Büyük Göç” değimini gevelemeye devam ediyordu. “Bu benim kişisel görüşüm deyip” ters ters bakanların kürsü kaplamasına ise hiddetten patlayacaktım. Tüm bu gerçeklere rağmen, dili, dini, kültürü, edebiyat ve öz sanatı olan bir etnik ve kültürel halk topluluğu olarak bizim, Pomak ve Milletten kardeşlerimizin başına gelenler Bulgar tarihinin asla ve hiçbir surette silinmez yüz karasıdır. BAN-dan uzmanlar Bulgaristan Türklerinin vatanlarından sökülüp atılmasının milli ekonomiye verdiği zararı 30 senedir hesaplıyorlar, önlerine çıkan rakamı görünce korkup açıklayamıyorlar. Bulgaristan bugün çökmüşse Türkler kovulduğu için çökmüştür ve Türkler geri dönmedikçe asla ve hiçbir zaman ayaküstüne kalkamaz, kalkamayacaktır. Çünkü 30 yıldan beri yıkılan Türklerin emeğinin ürünüdür. Biz bugün artık ata-vatan dediğimiz toprakların gerçek sahibinin biz olduğumuza, bu nimetin başka bir sahibi olmadığına ve olamayacağına, Bulgarların ve onlara yamaklık yapanların memleket toprağımızın yabancısı olduğuna kesin kes inanmış bulunuyoruz. Ortada çok açık ve parlayan bir gerçek var, millet olmayan millet, adam olmayan adamın aile kuramadığı gibi, millet ve devlet kuramaz, milli kültür oluşmadan medeniyet oluşamaz. Şu önellikle bilinmelidir: dil olmadan din, din olmadan kültür yaratmak, dolayısıyla medeniyet geliştirmek olanaksızıdır. Bizim dilimizi, dinimizi, kültür ve medeniyetimizi yok etme hırsından kurtulamayan, hırsını silkemeyen Bulgar milleti, yanlış hesaplar peşindedir. Millet kurmak (oluşturmak) her halkın kendi meselesidir. BAN’ın önemli düşünürlerden biri olan rahmetli Nikolay Gençev, “Bulgar soyu milletleşemedi” demişti. Bugün Sofya Üniversitesi Psikoloji Fakültesi Dekanı Lüdmil Georgiev ise, “Bulgar milleti tarihinde 7 kırılma geçirdi ve milletleşemedi, bu noktadan ötede kültür ve medeniyet arayamayız” dedi ve üstüne kitap da yazdı. Tabii gerçekçi bilginlerin BAN akademisyeni olması zordur ve ikisi de Profesör kaldılar. Bulgar toplumu bütün enerjisini iç didişmelerde tüketiyor. Şu iyi bilinmelidir: dini olmayan bir toplumda ahlak oluşmaz yani ahlaklı bir düzen kurulmaz. Ahlak olmayan yerde toplum anarşiye kapılır ve çöker. Ahlak olmayan yerde aile olmaz, toplum düzeni bozulur, dolandırıcılık, dalaverecilik ve rüşvet insan topluluğunu, kurumları boğar, çökertir.


Makale ve Analizler - 2019

79

Şu günlerde memleketimizden kovulmamızın, büyük trajedinin 30. Yıldönümünü anarken yapılan toplantılarda “soykırım” sözünü kullanmayanları lanetliyorum. Bizimki gibi çarpık toplumlarda tez savunup “bilim adamı olmak” için “büyüklerin” daha önce söylediklerini tekrarlamak yeterli sayılır. Daha önce ise BKP sözcülerinin söylediklerinden alıntı kullanmak yeterliydi. 1985’te Vatan Cephesi Milli Şurasında “BEN BULGARLIĞI KABUL EDİYORUM SİZ DE KABUL EDİNİZ” DEKLARASYONUNU imzalayan 36 “aydın” (3 kişi imzalamamıştır) hepsi “bilim adamı, bakan”, “bakan yardımcısı” ve daha neler neler oldular, sofradan hiç kalkmadılar. Türkleri eriterek yok etme siyasetini uygulamaya ve insanımızı uyutmaya devam ettiler. Ne ki, ne yazdıkları ne de çizdikleri hiçbir işe yaramadı. Şimdi artık nihayet hava dönmeye başladı. Eminim ki, BAN alt düzey yetkilileri “Büyük Göç” ve “Büyük Seyahat” gibi saçmalıkları kısmetse çöpe atarken, bu değimlerin içinde doldurulan sahte, yalancı, aldatma ve uyutma amaçlı yazılıp savunulan tezleri de geçersiz kılar ve hepsinin üzerine “bu tezden alıntı alınması bilimsel olmaz” damgasıyla gerçeği yalandan ayırır. Ardından da şu “vızroditelen protses” saçmalığını gerçeği yansıtmayan bir değim olarak kullanımdan kaldırır ve isimleri devlet terörü ortamında zorla değiştirilen Müslüman vatandaşlar değimini kullanıma sokar. Ve bundan sonra çıkacak olan bütün kitaplara bu not düşülür ve vatandaş bilgilendirilir. Bulgaristan toplumunda yalan yanlış egemenlik kurmuş ve bu boğucu sisin kalkması zamanı çoktan gelmiştir. Bu konuda yazılan bütün kitapların, alınan parti ve devlet kararlarının yanlış olduğu bildirilip kınanmalı, özel bir meclis kararıyla herkese duyurulmalıdır. Kuşkusuz bu işler bundan sonra derinleştikçe Bulgarlara ağır gelecektir. Çünkü Osmanlı’dan kalan Yahudileri ölüm kamplarına gönderen, toplama kamplarında 4 yıl bedava çalıştıran, evlerini, dükkânlarını, paralarını alam ve 1948’de 50 bin Yahudi’yi, gemilerle yurttan kovan, damgasını silmek zor olacaktır. Yahudiler örgütlü ve nüfuslu millet ve tokatları da ağırdır. “Biz Yahudileri kurtardık” masalları tutmuyor. Makedon okullarındaki ders kitaplarında Bulgarlar için “faşist işgalciler” yazması başlı başına bir damgadır. Türklerin 6 defa toplu halde vatanlarından kovulması, Pomakların 1913 çekisi olayın seri halinde geliştiğini, devlet siyaseti olduğunu ortaya koyuyor. Olağanüstü tutucu bir enstitü olan BAN kendisi için “bağımsızlık” kılıfını seçse de, 140 yıllık Bulgaristan tarihinde asla bağımsız olmamış, politikacıların yalan yanlış dünya görüşlerine, strateji ve planlarına kanıtlar uy-


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

durmuş ve halkın gözüne kül atmıştır. Katledilenler, suçsuz sürülen ve içeri atılanlar, toplama kampları ve 6 büyük göçe zorlama, iç göçler, dil, din, kültür yasaklama, gelenekleri unutturma gibi çabaları desteklerken, soy kırım, dil kırım, din kırım, kültür kırım, kimlik kırım gibi çok önemli kavramlara açıklık getirmemiştir. “Milliyet” ve “millet” gibi, tek kültürlü ve çok kültürlü toplum, tek dilli ve çok dilli devlet, ortak uygarlık, etnik halk topluluğunun kolektif hakları, hoşgörü, diyalog ve etnikleri asimile etme daha birçok kavrama izahat getirmeyen, sözde bilimsel gerçekleri dayatmada zorbalık, baskı ve terör araçları kullanan Bulgar devleti asla yeni bir ufuk açamaz. Bulgar millet, toplum ve devleti yalnız alıp yutan bir anlayışın kurbanıdır. Başka millet ve topluluklara bir şeyler verebilmek için kendi üretimin ve kültür hazinen olması gerekir ki, önümüzdeki durumda üretkenlik bitmiş ve toplum kısırlaşmıştır. Kültürel etkileşime açılma olanaklarını geliştirmeye yanaşmıyor. Hiçbir kimse, kurum ve konsey, halk iradesi Bulgarlara Türkleri, Pomakları, Milleti, Makedonları ve Ulahları temsil etme hakkı tanımasa da, kendi kendine gelim güvey olması halkı tiksindirmiştir. Türklerle anlaşabilmesi için Bulgar devletinin Ahmet Doğan korumalarını kaldırması ve hesabı görülecek durumlar masaya yatırılmalıdır. Bulgaristan’da bilim kurumlarının yeni baştan örgütlenmesi şarttır. BAN’dan kopan Bulgar Bilim ve Sanat Akademisi de 1944 öncesinden faşist kalıtlara takılıp kaldığından dolayı, Rusya’nın Bulgaristan’ı 2 defa işgal ettiği, soyduğu, medeniyet yolunu kestiği gibi konular dışında derinleşme çabaları sergilemedi. Rusya İmparatorluğunun Bulgar halkına sosyal politik kırılmalar yaşattığı gibi konular dışında, onu sömürdüğü, kimliksizleştirmeye çalıştığı, kültürünü tanımadığı ve bir medeniyete sarılıp kaynaşmasına da yol vermediği gibi sorunlar dışında, özellikle ülkedeki azınlıkları din, dil, isim, kültür ve gelenek değiştirmeye zorbalığı kabul etmeyenleri memleketten kovduğu gerçeği karşısında susmayı tercih etmektedir. Arşivler karıştırıldıkça, 500 yıl beraberlik esnasında Bulgarların Osmanlı’dan zulüm görmediği, 1870’te dinsel bağımsızlığa kavuştukları, ayrı kimlik sahibi bir etnik olarak saygı gördüklerine işaret edilmiyor. Bununla birlikte anadillerinde eğitim hakkı elde ettikleri, manevi-kültürel yapılaşmada devlet desteğinden yararlanışları, Osmanlı devletinin (RUSÇUK) Ruse Beylerbeyliğini modernleşme ve Batılaşma yolunda pilot bölgesi seçmesiyle, köprü, yol, demiryolu yapımına el atıldığı, kültür ve ticaret olanaklarına sonsuz kapı açıldığı, bankacılık ve tarımda modernleşmenin olanak bulduğunu görmezden geliniyor. Ne var ki, sürekli olumsuzlama gerçekleri değiştiremez. Örneğin Ruse-Varna demiryolu hala kullanılıyor, “Byala Köprüsü” bugün de işliyor,


Makale ve Analizler - 2019

81

Rusçuk kenrinin kültür ve ticaret merkezi bugün de canlıdır, İlk Bulgar Parlamentosu Tırnova Kaymakam Konağında toplanmıştır, Plevne bağlarından bugün de Hafızali üzümü toplanıyor. Bulgar Bilimler Akademisi de bu arada, Bulgar maneviyatının yeşermesinde ve derlenip toparlanmasında Osmanlı devrinden kalan maddi altyapının önem ve rolü olağanüstü büyüktür. Bugün Bulgar müzelerinin yarıdan fazlası Osmanlı Cami ve Türk okullarında sergilenmiştir. Bu gibi gerçekler dikkate alınarak, Bulgar Bilim adamlarının gerçekten uyanıp azınlıklara anadil, okul, özerk kültür gibi dallarda serbestlik ve özgürlük tanıması yolunda öncü olması zamanı gelmiştir. Bir halk topluluğunun dil ve dininin, kültür ve medeniyetinin, kolektif haklarının tanınmaması bilimsel açıdan çok ağır bir suçtur. Şimdiye kadar bilimi yargılayan ve hapse atan bir Yüksek Divan olmasa da, artık “kültürel soykırım” yasası çıkarılmalı ve ÜNESKO ile BMT bu yasayı onaylamalı ve uygulanması için baskıda bulunmalıdır. BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği daha 2013’te İstanbul Bayrampaşa Kültür Sarayı’nda düzenlediği bir bir uluslar arası konferansta 1989 yılında 360 bin Türkün Bulgaristan’dan zorla kovulmasıyla kültürel soykırım işlendiğini ortaya koydu ve bildiri yayınladı. Bu sene Çorum, İzmit ve Bursa’da düzenlenen yine uluslar arası zorlu göçün 30. Yıldönümü sempozyumlarında, değimlere ve tanımlara dayanmayan, bazıları da tamamen esasız ve asılsız masallardan kaynaklanan düzmece konuşma ve dinletilere sahne oldu. Kişi olarak soykırım yaşamamış, her zaman suyun öte tarafında ve söğüt gölgesinde kalmış, kişisel “acıklı” anlatıların ne kadar gülünç olduğuna tanık olurken, aynı kişilerin yeni kılıfla “soykırım”, “kültürel soykırım”, “halk trajedisi” gibi uluslar arası anlamlı kavramları özlü gerçeklerle doldurmaktansa, zaman doldurmak için sızılı yakınmaları bilim dışıdır. Siyaset dışıdır. Bunlar gerçeklik dışında kalmaya devam ettiğimizi bir daha ortaya koydu. Yapılan araştırma ve inceleme çalışmalarına tez konusu olan Bulgaristan Türklerine yaşatılan soykırım, kültürel soykırım ve körleştirip bezdirerek sefillik çöplüğünde yenik düşürme gayretleri bu çalışmaların bazılarında çok derin ve bilimsel nitelikli incelenmiş ve değer kazanmıştır. Ne ki toplam sayıları 30’dan fazla olan ve birçoğunun Bulgaristanlı soydan olduğuna inandığım bu genç bilimci, araştırmacı kardeşlerimizin sempozyum kürsülerine davet edilmemesi hemen incelenip araştırılması gereken bir konudur. Bilimsel çalışmaların ana amacı tarihi genç kuşağa aktarmak ve araştırmalara yeni ölçütlerle daha geniş ufuk açmaktır. Devlet terörü azınlıkları ezmek için oluşur ve bizde de oyle olmuştur. Bulgar devlet terörü Pomak direniş-


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerine ve 1989 Türk ayaklanmasına yenik düşmüş ve devrilmiştir. Azınlık çoğunluğu her zaman yener, öünkü demokrasiden, haktan adaletten yanadır, edepten güç alır ve birbirine kenetlenmeyiz başarır. Bizde de öyle olmuştur. Devlet terörü, göçe zorlama, zalimlerin suçsuz kalması, adalet mekanizmasının asla işletilmemesi yeni sempozyumların temel konusu olmalıdır. 1989 zorunlu göçünde Bulgaristan Türkleri parçalanmıştır, göçe zorlananlara direk baskılardan en az 20 milyar Amerikan Doları tutarında tazminat hakkı doğmuştur. Bunun için zorunlu göçle ilgili dava açmamız yolları tıkanmıştır. Ahmet Doğan’ın en büyük ödevi tazminat hakkı istememizi önlemektir. Bize yapılan zulümdür. Yaralı ve hastanelere düşenler, akıl hastalığı merkezlerinde tedavi görseler de evde kalanlar bugün de mağdurdur. Hepsi bu dünyadan gözü açık gitmiştir. Aileleri perişandır. Toplumsal bilincimiz ağır yara almıştır. Kimliğimiz baltalanmış ve kıyılmak istenmiştir. Anlatmak istediğim 140 yıldan beri arasız devam eden ve kıyasıya kızışan bir kavgadır. Şimdiye kadar yürütülen bütün çarpışmaları kazansak da devlet olanaklarını kullanan ve Türklere ne yapılırsa yapılsın hiçbir suçtan yargılanmayacaklarını bilen, bunun bilincinde olan ve buna inanan Bulgarların korkusu büyüktür. Katillerden bir çoğu kanada ve ABD’ye kaçmıştır ama memleketteki tutum değişmemiştir. En kötüsü de Bulgar devleti azınlıkları devlet kurumlarına almıyor, yaklaştırmıyor. 27 Ekimde seçim var oy kullanamıyoruz. Genel seçimlerde sandık kurdurmuyor. Baskı değişil biçimlerde devam ediyor. Şimdi de çocuklara saldırmışlar. Kaçırıp Avrupa’daki 3. Cinslerin ailelerine satacaklarmış. Bu bir çekidir ve her zaman uyanık olmamızı gerektiriyor. Türkleri ve diğer Müslümanları beslemeleri aracılığıyla amansız haksızlık yöntemleri kullanarak yönetiyor ve nefes almalarına imkân tanımıyor. Bunun en kesin delili ve kanıtı Avrupa Birliği ülkeleri arasında en cahil, en yoksul, en sefil, en fakir topluluk durumuna getirilmemiz ve üzerimizdeki baskının her an arttığını sürekli hissedip yaşamamızdır. Her konuda köklü değişiklikler istiyoruz. Bundan böyle faşizmi ya da komünizmi veya onların ortak yavrusu olan totalitarizmi kınamak asla yeterli sayılamaz. Devletin her kurumunda her azınlıktan temsilci olacaktır. Devlet her sene azınlıkların her birinden 20-30 hukukçuyu kendi imkânlarıyla yetiştirmeli, dış ülkelerde uzmanlık almalarını sağlamalı ve toplumsal adalet alanında giderek kızışan kavgaya sürmelidir. Bilimler Akademisi’nin “Büyük Göçü” in yerine “Zorunlu Göç” denmesine onay vermesi ufacık bir başlangıçtır. Bütün gerçekliğin ortaya çıkması ve yeni, gerçeği ifade eden kavramlarla anlatılması bizim davamızdır. Tarih kökten yeniden yazılmalı ve adalet sağlanmalı, sivil toplum düzeni


Makale ve Analizler - 2019

83

kurularak adaletin üstünlüğü sağlanmalıdır. Ancak biz kükrersek yeni adımlar atılacak, 30 yıl sonra da olsa dünya bizim yanımızda yer alacaktır. Başarılar dilerim. Okuyanlar lütfen paylaşsınlar. Teşekkür ederim.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Politik Faşizm Tarih: 15 Ekim 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Bulgaristan İnsan Düşmanlığı ve Vahşet kokuyor. “Politik Faşizm” değimini biz kullansak, Sofya’da, Polovdiv’de (Filibe) ve başka Bulgaristan şekillerinde dayak da yiyebiliriz. Fakat bu sözü bugün İngiltere milli Futbol takımı yöneticileri Garat Salgeyt tarafından Softa televizyonlarının hepsinde ifade ediyor. “Gardiyan” gazetesi “Sofya Utan”, “Zavallılar” diye yazdı. “Tayms” “ırkçı faşistler” “Gruptan atmamız iyi oldu.” dedi. “Deyli Telegraf” bunlarda utanma diye bir şey kalmamış, diye başlık attı. Bulgar milli takımının kaptanı İvelkin Popov, faşistleri gemleyemedi. Biz “Bulgaristan’da ırkçı faşizm” var diye yazdığımızda, bıyık altından bize gülenler olduğunu, “Hadi be!” diyenleri biliyoruz. Bakanlar Kurulu 6:0 mağlubiyeti görüştü ve, Bulgar Futbol Birliği Başkanı Borislav Mihaylov’un istifasını, futbol birliğine devlet yardımları kesildi. Bu olaylar şöyle gelişti: 14 Ekim 2019 akşamı, tam da Fransa-Türkiye milli takımları Paris’te karşılaşırken, Sofya “Vasil Levski” Milli Stadyumunda 2020 yılı Avrupa Futbol Birinciliği elemelerinde İngiltere – Bulgaristan Milli takımları karşılaştı. Bulgar millilerin 6: 0 kaybettiği maçı seyretmek için Londra’dan 4 bin İngiliz taraflar gelmişti. Tribünlerde 15 bin kişi vardı. Skandal olaylar Sofya’nın gözde ticaret ve eğlence caddesi “Vitoşka” lokantalarında daha öğlende başladı. Masalar devrildi, yumruklar oynadı, bira şişeleri uçmaya başladı, sandalyeler kırılırken yaralılar arttı ve İngiliz fenlerden biri hastanelik oldu ve cankurtaranda hayata gözlerini yumdu. Polis duruma hakim olmaya çalışadursun, başkentin normal sakinleri maç için aldıkları biletleri geri çevirmek için Stadyum gişelerine yığıldılar.


Makale ve Analizler - 2019

85

Daha maça saatler varken Bulgar polisler 10 İngiliz ve Bulgar taraftar tutukladı. İç işleri Bakanlığı açıklamalarında “bu taraftarların yüksek derecede alkollü olduğu” duyuruldu. Tribünlerde siyah giyinmiş ve ırkçı slogan atan bir azgın grup dikkati çekti. Bu saldırgan taraftarlara alkollü ve uyuşturucu haplarının önceden almış hareketli büyük bir kitle daha katıldı ve konuk takıma karşı aşırı şiddetli ve iğrenç saldırı başladı. Bu gelişme 4 bin yabancı taraftarın da katıldığı bir ortamda Bulgaristan’da ırkçı faşist gelişmelerin büyük birikim yaptığı ve tamamen taştığı dikkatleri çektiği kimsenin gözünden taşmadı. Maçın hakemi 2 defa oyunu durdurmak zorunda kaldı. Bulgaristan’ı vahşi holigan kükremeler ve ırkçı saldırılar yüzünden cezalandırma ve gruptan atma fırsatı belirdi. Bulgaristan Futbol Federasyonu Başkanı Mihaylov olayları protesto ederek 70. dakikada stadyumu terk etti. Gazetecilere “kükreyen ırkçı-faşizmdir” dedi. Fakat İngiliz oyuncular maçı sonuna kadar oynama kararlılığında birleşince karşılaşma 90 dakika oynandı ve Bulgar takım 6,0 yenildi. Kavga başlamazdan önce Sofya “Vitoşa” caddesi БГНЕС Yüzkarası sahnelere ve 6,0 yenilgiye rağmen Bulgar takımının antrenörü istifa etmeyeceğini bildirirken sosyal medyada çok farklı yorumlar çıktı ve ortak görüş şudur: Bulgar Futbol Birliği yönetimi istifa etmelidir. Devlet bütçesinden futbol kulüplerine para verilmesin! Biz Bulgaristan Türkleri ve ülkemizde yaşayan azınlıklar için bu gelişmeler çok anlamlıdır. Bu dünden bugünden gelen bir olay değildir. Bulgar ırkçı milliyetçiliğinin Bulgaristan Türklerine, Türk Kimliğimize, Türk yüceliğimize karşı her gün patlayıp kültür kirliliğine ve zehir saçtığına tanık oluyoruz. Bu olayın ardından “Biz Yunan ve Türk olmadığımız için Bulgar’ız” tartışması başladı. Bulgar ırkçı milliyetçiliği yeniden kükredi. Bulgarlar futbolda yenilseler bile cankurtaran simidi olarak hemen “ırkçı milliyetçiliğe” sarılıyorlar. “Bulgaristan’da futbol yok!” diyenler, ama “ırkçı milliyetçilik var!” diye haykırıyorlar. Aynı sarhoş, uyuşturucu alan motorlu ve motorsuz ama kanı zehirli ırkçıların Bulgaristan Türklerinin Türkçe okumasına, Türkçe konuşmasına, Türk köy ve kasabalarında futbol takımı kurmasına, bunların tesciline ve yarışlara katılmasına imkan tanımazken, Türk kimliği ve gelenekleriyle yaşamasına engel olan hep aynı vahşiler sürüsü olduğunu biliyoruz. Camilerimizin, okullarımızın, vakıf mülkilerimizin iade edilmesine ilişkin kazan-


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dığımız tüm davaları protesto eden, lehimizde çıkan mahkeme kararlarının hepsinin suya düşürülmesine sevinen, çığlıklarla ve toplardan maytap patlatarak bayram edenler onlardır. Türkçe okuma hevesimizi bu ders yılında da kursağımızda bırakabildikleri için bayram ediyorlar. TV programlarının hepsinde vurgu yapılan ana konu Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi Dr. Hasan ULUSOY’un görevini sözde 2,5 yılda kesmesi ve Bulgaristan’ı terk etmeye hazırlanması haberleridir. Gerekçe sözde Bulgaristan’da açılan Türk fabrikalarında, şirketlerinde çalışacak kişiler için Türkçe kursları açılması, işlerin daha kolay ve verimli örgütlenebilmesi için olanakların genişletilmesi önerisidir. Büyük Elçiyi Bulgaristan’ı terk etmeye “zorlayabildik”, hiçbir ödün vermeden saldırıya devam, sözleri bTV programında ırkçı milliyetçilerin yüzünü güldürüyor. 15 Ekim 2019 sabahı BG’nin eski Edirne Büyükelçisi Georgi Dimov, “Türkiye Cumhuriyetinin zayıf düşmesi bizim milli çıkarlarımıza uygundur. Ah şu Volkswagen anlaşması bozulsa da bu yatırım İzmir’e yapılmasa” sözlerini gizleyemediği heyecanla söylüyor. Bulgar ırkçı milliyetçilerinde öyle bir tabaka oluştu ki,Türkiye Cumhuriyeti’nin “Barış Pınarı” operasyonunda insan başına gelmesin bir “sakatlık” meydana gelse eminim, Bulgaristan’ın milli bayram olan “3 Mart’tan”, Türkiye’nin başına gelecek muhtemel yeni güne değiştirmeye hazır olduklarını gizlemiyorlar. Bulgaristan Türklerinin “Türkçe okumalarına asla izin vermeyeceğiz”, Türkiye söz “zor durumda ve asla ödün vermeyeceğiz kıymık kıymık Türkiye’nin özünü oyacağız” diyorlar. Bu düşmanlığın adı İngiliz antrenörün dediği gibi ancak “politik ırkçılıktır.” Bir devlet politikası haline gelmiştir ve “Ataka”, “NFSB” ve VMRO faşist güçlerinin iktidara ortak olmasıyla kükremeye devam etmektedir. 77 yıl önce Yahudi ve Romen çocuklarını evlerinden toplayıp Üsküp tütün monopolü (tütün deposu) önünde bekleyen Bulgar yük treni vagonlarına kamçılayarak tıkan ve Nazilerin Polonya’daki “Treplika” kampına gönderenlerin torunları, bugün ülkemizdeki azınlık çocuklarını kaçırıp her gece rüyaları gören ırkçı milliyetçiler düşmanlık bilemekte bir dakika boş durmuyorlar. Halkımız, tüm azınlıklar o derece ağır şartlarda yaşıyor ki, Sosyal İşler Bakanı Biser Petrov 14 Ekim 2018 tarihinde “Nova” TV sabah yayınında, “2018 yılında 1053 (bin elli üç) azınlık evladının ana babalarının, ailelerinin (gelirsizlik, işsizlik ve evsizlik) bakamadığı nedeniyle doğum evlerinde, cami kapısı önünde, mescit duvarı kenarında ya da Müftülüklerin duvarına dayalı bıraktığını” anlattı. Bu çocuklarla birlikte yine


Makale ve Analizler - 2019

87

2018 yılında Sofya hükümeti, doğurdukları çocuklara bakacak olanakları olmadığından dolayı 3 300 çocuğu da sosyal işler müdürlükleri aracılığıyla toplattığını açıkladı. Dolayısıyla 4 358 azınlık çocuğunu devlet almış ve ne yaptığını, kime verdiğini açıklamıyor. Bu 2018 yılında dünyaya gelen çocukların % 12’sidir. Halkımız tedirgindir. Devlete güven biçmiştir. Hükümetin futbolculara güvenmediği gibi, genç aileler, halkımız da hükümete ve devlete güvenmiyor. “Gardıan” gazetesinin “Sofya ırkçı milliyetten utan” sözlerine hepimiz katılıyor. Bizi izleyiniz. Paylaşanlara teşekkürler.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Irkçılık Halklar İçin Yok Edicidir Tarih: 17 Ekim 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Romen Problemleri Romenlerle mi geldi? Irkçılık yerli ürün müdür? Başbakan BoykoBorisov: “dünya bizi ırkçı bir millet olarak gördü” dedi. Sofya’da Milli Stada toplananlara İngiliz milli takımından 6:0 yenilirken yaşanan acıdan ırkçılık fışkırdı. Olaylar Bulgaristan’da futbolu belirsiz bir zaman için rafa kaldırdı. Polisler Bulgar Futbol Birliğini (BFS) bastı. Mal-mülke, araç, Bilgisayar ve muhasebe evraklarına el kondu. Devlet bu işe avanta para sızdırmadıkça top sahalarındaki çimleri biçecek bulunmaz. Tribünlerde ne varsa hurdacılara taşınır ve son 30 yılda 15 720 irili ufaklı sanayi işletmesi 543 inek çiftliği ve 1454 koyun sayası gibi futbola ilişkin ne varsa her şeyin yerinde yel eser. Bu işte yalnızca çocuklara üzülüyorum. Artık onlarla da ilgilenen olmaz. Çünkü şimdiye kadar antrenörler bir defa maaş alıyor, üstüne “senin çocuğunu bu karşılaşmada takı almam için şu kadar sayarsın” gibi baskılarla babaların her gün canını sıkıyorlardı. Belki bundan böyle bu çile unutulur. Stada toplanan Bulgar gençler Nazi selamlar verdiler, nazı nişan ve sembolleriyle düşmanca davrandılar, Hitler gibi selamlaştılar ve oyunun 2 defa kesilmesine neden oldular. Oyun 3 defa kesileydi ne mi olurdu. UEFA Bulgar futbol birinciliklerini durdurup dış ülkelerde oynayan Bulgar asılı futbolcuları anında geri çevirip, Bulgaristan’ı Avrupa Birinciliği’nde atabilirdi. Sofya “Vasil Levski” Stadında yabancı düşmanlığı nasıl mı parladı. Bulgar yabancı düşmanları İngiliz milli takımında siyah derili oyuncuları görünce kudurdular ve “Afrika mangalları bize gol atamaz!” sloganını yükselttiler. Siyah derili oyuncular yuhalandı. Bulgaristan’da Romenlere takınılan ve (hiçbir kimsenin asla cezalandırılmadığı tavır” yabancı oyunculara karşı sergilendi. Statta bulunan 1420 polis holigan saldırılarına yenik düştü.


Makale ve Analizler - 2019

89

Bu daha önce de olmuştu. 2006 yılında “Vasil Levski” takımı sahibi av. Bakov’un yolunu kesen Nazi sürüsü, gömleklerini çıkarıp Hitler Kırık Haç svastikasını göstererek büyük miktarda para istemişler, bu biçimde tehdit savurarak karşılaşma kaybetmesinde direnmişlerdi. Burada işin en kötü tarafı Bulgar faşist ve ırkçı partileri Borisov hükümetine tırmandığı günden beri bu faşist saldırganlardan tutuklanan, yargılanan ve içeri atılan yoktur. Bu olayda da halen tutuklanan yoktur. Bu işte benim dikkatimi çeken şu oldu. Bizim Romenler Avrupa ırkçılığının en iğrencini yaşarken, mahkemelere gidip dava açamazken, faşist geri zekâlılar tarafından evleri yakılsa bile haklarını arayamazken, açılan davaların geri çekilmesi için Helsinki İnsan Hakları Komitesine (HİHK) bile baskı yapılırken, (HİHK) şubesi (ofisleri Sofya’da kapatılmak istenirken, İngiltere Başbakanı Boris Conson kimsenin gözüne bakmadı. “Bulgar ırkçıları cezalandırılsın ve futbol karşılaşmalarından silinsin. Irkçılık futbolla bağdaşmaz!” deyiverdi. Bu baskı gelmeseydi 24 Ekim’de Sofya’da bir İngiliz futbol severin öldürülmesi bile artık unutulmuştu. Bu olay vesile oldu da, vatandaşlar Bulgaristan’da “ırkçılık işlerine” Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı Zaharieva’nin baktığını öğrendiler. Yani “ırkçılık” bizim hükümet için “dış” problemmiş. Öyleyse nereden gelmiş? Yüzde yüz Romenlerle beraber gelmiştir…. Hemen Avrupa’da 8- 10 milyon Romen yaşadığını öğrendik. Yüzde 80%’inden fazlasının Merkez ve Doğu Avrupa’da yaşadığını. En kalabalık Romen topluluklarının Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Sırbistan ve Slovenya gibi ülkelerde olduğunu öğrendik. İrili ufaklı Romen topluluklarında ilk söz eden Heredot’tur. Bu tarihçinin yazılarını dikkatle okuyanlar bilir. Onların yolu Büyük İskenderi’in Hindistan dönüşünü izler. Orduların ardından gelen temizlikçiler onlardır. Dil teorisinde “Roma” – “İnsan“ demektir. Onlara Hindistan, Pakistan ve İran’da (Roma ve Para) denmiştir. Avrupa yollarına düşmeleri Yeni Çağın V. Ve Vı. Yüzyıllarına rastlar da, Avrupa ülkelerinde 13 büyük Romen Grubunda yapılan genetik incelemelerden alınan sonuçlar Hindistan’dan 1500 yıl önce çıktıklarını gösteriyor. Daha fazla fala bakmakla ünlenen Romenler şen ruhlu olduklarından başka insan topluluklarına karışmadan ve düşmanlık etmeden yaşaya gelmişlerdir. Onlara karşı Kin ve nefret, 806-815 yılları arasında Baş Piskopos Nikifor’un ağzından çıkan “Rüyanda Romen görür-


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sen şeytan görmüş sayılır” sözleriyle başlamıştır. Ne de olsa ve tüm engellere rağmen Romenler XV. ve XVI. Yüzyıllarda Bohemya, İtalya, Almanya, Fransa ve İspanya ve Portekiz’e ve XVII. Yüzyılda da Rusya’ya yayılmışlardır. Romenlerle temas kurulmasını Kontantinopol kilisesi “onları şeytan ilan ederek) daha 1200 yılında yasaklamıştır. 1493’te Amerika’nın keşfinden sonra İtalya-Milano hükümeti Romenleri gemilere doldurup Okyanus ötesine göndermiştir. 1504’te Fransa, 1512’de Katalunya, 1525’te İsviçre topraklarındaki Romenleri sürgün ederken, 1510’da İsviçre hükümeti özel bir karar alarak, sokakta görülen Romen’in öldürülmesini emretmiştir.1530 senesinde İngiltere’de Romenler Kanunu çıkmış ve 16 günde adayı terk etmeleri isteniştir. 1554’te çıkan 2. Kanunda ise 1 ay içinde adayı terk ermeyen Romenlerin öldürülmesi emredilmiştir. Habsburgların roprakları olan Bohemya ve Moravya’da Romenlere karşı ilk özel kanun 1538’de çıkarılmış ve Avusturya topraklarından çıkmaları istenmiştir. 1545 yılında çıkan başka bir kanunda ise “Romen öldüren yargılanmaz!” denmiştir.Böylece yasalara dayanan ırk ayrımcılığını ve ötekileştirmenin Avusturya’da başladığını söyleyebiliriz. Toplu katliamların başlamasıyla hükümet “Romen kadın ve çocukların suda boğulmasını yasaklayan bir karar” almıştır. papa V. Piy 1586 yılında Romenlerin Roma İmparatorluğu topraklarından çıkarılmasını emretmiştir. 1720’de Kral I. Yosiv Bohemya’da yaşayan Romenlerin sol kulağının Moravya’da yaşayanların ise sağ kulağının kesilmesini emretmiştir 1721 yılında VI. Karl Almanya’daki Romenlerin hepsinin öldürülmesini emretmiştir. 1685 yılında Portekiz Romenleri Brazilya’ya taşırken, Lui XIV Fransa’ya girmelerini yasaklamış, 1758’de Avusturya Kraliiçesi Mariya Luiz Romenlerin asimile edilmesi programı uygulamaya koymuş, Romenlere çadır köyler kurmuş, fakat çocuklarını toplayarak Romen yaşam tarzı ve kimliğinden koparmaya çalışmıştır. Romen evlatlar özel kamplara toplanmış ve geleneklerini ve anadillerini asla öğrenemeden yaşamışlar ve kök toplumdan koparılmışlardır. Ne var ki Avrupa tarihinde Romenlerin iyi dönemleri de vardır. 1596’da İngiltere Romenlere diğer ülkelerdeki göçebelerden daha iyi olanaklar tanımıştır. 1683’te Fransa ve Rusya Romenleri “taht kölesi” şlan etmiştir ki, bu statü toprak kölesinden yüksektir. Buna rağmen Rusya’da Romenler büyük şehirlerin dışında tutulmuşlardır. Eflatun, Moldova ve Transivlanya’da XIX yüzyılın yarılarına kadar Romenler alıp satıldı ki, bunlardan biri olan Stefan Razvan Moldova Prensi oldu. 1844-47 yıllarında bu yasalar bozuldu.


Makale ve Analizler - 2019

91

1876 Nisan Ayaklanmasında asilerin kılıç ve satırlarını yapanlar Romenlerdir. Bu hizmette bulunurken Zahari Stoyanov’a göre, Bulgarları Osmanlı makamlarına ihbar etmemişlerdir. Buna karşın 27-28 Nisan 1876 gecesi Koprivştitza kasabasında Müslüman evleri ateşe verilmiş ve Milletten 70 kişi öldürülmüştür. 1879 Anayasasında Romen veya Millet kavramı yoktur ve bu nüfusa seçme ve seçilme hakkı filen tanınmamıştır. 1901 yılında Petko Karavelov hükümeti özel bir kanun hazırlayarak Bulgaristan’da yaşaran Romen (Çingene) Millet nüfusa seçme ve seçilme hakkını yasayla yasaklamıştır. Böylece düşmanlığın, nefretin ve öteleştirmenin yasallaştığını görüyoruz. Yasanın gerekçesinde Romenlerin oylarını sattığına işaret edilmiştir. Bu yasa 1937 yılında III. Boris’in isteğine uyularak bozulmuştur. İkinci Dünya Savaşında öldürülen, yakılan, ilaç deneylerinde can veren Romen sayısı 2 milyon kişidir. Savaştan sonra Romen nüfusun çoğalmasını önlemek amacıyla Çekoslovakya gibi ülkelerde Romen erkekler buruldu. Romenlerin hak arama kavgası 1970 yılında başladı. 8 Nisan 1971’de Londra’da Birinci Dünya Romen Kongresi düzenlendi. Bu Kongrede Romenlerin Milli Marşı ve Bayrağı onaylandı. Cahilliğe, yoksulluğa ve eşit vatandaş hakları mücadelesinin kapısı açıldı. Onların tarihinde ötekilere karşı düşmanlık, öfke ve nefret yoktur. Gerçekler böyleyken Sofya’da kızışan ırkçı-faşist-milliyetçi kavganın içinde Bulgarların kendilerinden başka kimse yoktur. Şu iyi bilinmeli Bulgarların Türkler, Pomaklar ve Romenler dışında kendi başlarına rezil olmaktan başka hiçbir işe yaramadıklarını hayat kendisi bu defa da kanıtlamıştır. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşınız.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

93

210 Bin Sayfa Ve 1 360 Cilt Tarih: 20 Ekim 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Bu taş çok ağır, yerel seçimle kalkmaz. Sıkıntı içinde yetiştik. Çocukluğumda dereye bırakmıyorlardı: “Temriye kaparsın!” korkusu vardı. Ergen olduk çıbanlar başladı: “Yayılıp saçılmasın!” korkusu bastı. Seçimler geliyor: “Kafan karışır!” dinleme ısrarı geldi. Sorunların hiç birini çözemiyoruz: “neme lazım!” diyorlar… Gazete aldım. Okuyorum. Bulgaristan’da bir KTB bankası vardı, isim açılımı (Bulgaristan Kooperatif Ticaret Bankası). Birkaç yıl önce kapanmıştı, sahibi sayılan G. Vasilev kimden korktuysa korktu ve Sırbistan’a kaçtı. Orada gecesi 400 US Dolar olan “Hayyat” otelinde konaklıyor. Otelin konukları sıcaklar ve terler kokusuyla dış duvarlarından su akıyor yani otel şadırvan gibi, gece gördüm, arkadaşlar şaşırtan ışık şeklinde anlatıyorlar da inanmadım. İnsanoğlu masala değil, kendi gözüne inanır. Gelen seçim. Halkın iradesi ve sesi hırsız oligarşi kodamanlarını etkilemiyor. Onlar oy hakkını kullanmıyorlar… Ayın 27’sinde Bulgaristan’da yerel seçim var. Gezdim dolaştım, hiçbir yerde kazan kaynamıyor, ızgaralardan köfte kebap kokusu gelmiyor, içkiye uzanan pek yok, milletin kuvveti biraya yetiyor ki, o da fıçı birasına. 61 parti ve “bağımsız” aday meydanları paylaşmış. Sofya’da en fazla gürültü Milli Kültür Evi (NDK) parkından geliyor. Oraya Todor Jivkov’un torunu Todor Slavkov çadır kurmuş. Partisi babası İvan Slavkov’tan miras kalan “İLERİ BULGARİSTAN (Napred Balgaria) partisi diktatörün torununu Sofya Büyük Şehir Belediye Başkan adayı göstermiş. Sofya köylerinden Şoplar çanlı ve maskeli, “El ele verelim Sofya Belediyesinden şeytanları kovalayalım” şarkısı söylüyorlar. Yemek içmek, kahve, çay açık sofra, 80’li yılların şarkılarıyla hayal canlandırıyorlar. Todor Slavkov seçilirse mahkemelerdeki daha dosyalarını yakacakmış. Bu kağıt yığını o kadar büyük ki, adalet adına şehir yanabilir. Neron Romayı yaktığında bir şey düzelmemişti.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dikkat edin. 4 yıldan beri başlayamayan şu KTB-Bankası davasının dava dosyası sayfaları 210 bin olmuş, ciltlemişler 1 360 cilde zor sığmış. Sorgulanan tanıklar 400 kişi, bankadan kaybolan paranın toplamı 7 200 000 000 (yedi milyar iki yüz milyon) leva, bu paranın 2 500 000 000 (iki milyar beş yüz milyon) levasından sanık 18 kişi var ki, hallerine bakarsan “bu dava ne başlar ne de biter” diyorlar. Bizde 210 bin sayfalık davaya bakacak yargıç yokmuş. Öte yandan bu banka boşaltılıp çökertilirken içinde Sofya şehir ve Belediye mahkemesi yargıçlarının 500 000 000 (beş yüz milyon) leva parası vardı, dediler. Bizim yargıçlar kendi paralarını kurtaramadılar. Devleti nasıl kurtarsınlar. Bu taş kalkmaz. Bulgaristan’ın bütün işleri, dertleri, hayalleri, dalavereleri ve daha aklınıza ne gelirse bu davada düğümlenmiş. En nihayet 5 özel dosya hazırlanmış, halka söylenmesi gereken 5 hikâyeye sıkıştırılmış ve 5 “tarih” olmuş. Seçimlerde zaten milletin yarısı dışarıda, öteki yarısı küs ve bir kısmı da ağzı kokmuş çaresiz olduğundan, saldıklar tamamen boş kalmasın diye, birden bire “susma devrine” girildi. Neden sustular biliyor musunuz? Çünkü avukatlar “eksik isimler”, “iktidarın dosyası” ve “Putin adamlarının özel dosyası” açılmasında ısrar etmişler. Böylece ana dosyalar 6 olacak. Bu bölümdeki en önemli evraklar tutarı 3.5 milyon (üç buçuk milyar) Avro olan “Güney Akım” gaz boru hattı dosyasında toplanmış. 2014 yılında “Güney Akım” Avrupa Birliği ve bazı Amerikan senatörlerinin baskısıyla durdurulmuş ve gelecek olan paralar gelmemişti. Fakat bankaya girip çıkan iktidar temsilcilerinin, politikacıların isimlerinden oluşan liste büyüktür. Olayı sorgulayan Baş Savcı Yardımcısı İvan Geşev gelecek Pazar yapılacak seçimlerden sonra baş Savcı olma heveslisi. Olabilir de, çünkü Bulgar ekonomisi ve alt yapısının en önemli bankasının çökmesinden sorumlu olan politikacılar arasında, “Obama, Putin, Borisov ve Peevski” isimleri yok demekle halkla alay ediyor. Savcı Geşev’in listeye almadığı bir isim ise Vladimir Putin’in özel temsilcilerinden Aleksandır Mihayloviç Babakov’tur. “New York Teyms” gazetesi “Putin Treni Bulgaristan’da devrildi” başlıklı yazısında KTB-Bankası Sahibi G. Vasilev’in kapısını çalmadan ofisine giren A.M. Babakov hakkında şunları yazdı: “Yıllardan 2013. Sofya Meclisi karşısındaki “Radisson” otelinin gece barı. Orada Babakov Bulgar geçici hükümeti Bakanı Stoyanov’tan “Güney Akım” için özel yardım istemiş ve ilavesinde “bana bu iyiliği ya-


Makale ve Analizler - 2019

95

parsanız, hayatınız kökten değişir” demiştir. Bakan olayı gizli servise hemen bildirmiştir. Bu konuda perde ardındaki şahıs DPS milletvekili Delyan Peevski’dir. 2014’te bankayı bataklığa sürükleyen olay “Güney Akım” siyasetidir. Ve o gün bu gün Bulgaristan malak gibi bataklıktadır. Bu bataklık her gün Bulgaristan Türklerini de içine çekiyor. Tehlike büyüktür. Bu seçimde mitingde boş laf dinlemeye toplananlara ağızlarını tatlandırmak için birer lokum dağıtan bile yok. Partiler “para yok”, halk “imkân yok” diyor ve yoksulluk çığı tekerlenmeye devam ediyor. Sofya’da olduğu gibi ülkenin diğer kentlerinde de seçimden sonra değişiklik beklenmiyor. 1 101 776 kayıtlı seçmeni olan Sofya’da katılım % 70 oranında kalırsa, seçimi DPS (Hak ve Özgürlükler Partisi) ve “Demokratik Bulgaristan” koalisyonunun orta katman desteğiyle GERB adayı Bayan Yordanka Fındıkova’nın 3. Kez de kazanması beklenirken, ATAKA, Yeşiller Partisi, VOLYA, ABV ve NFSB – sözde yurtseverlerin belediye meclisi üyesi çıkarabilmeleri kuşkuludur. Karma bölgelerde de dikkat çeken bir değişiklik göze çarpmazken, Hak ve Özgürlük Partisi’nin değişikliksiz yerinde sayma siyasetini başarılı uyguladığı belirtiliyor. Kırca Ali’de Türklük kalesini yıkma planları yürürlükte…. Saldırıyorlar. İkinci turda kazanma şansları artıyor. Bu seçimlerin politik propagandasına “yutkunmalı” ve “sayıklamalı” geçiyor desek de, Bulgaristan’daki en yaşlı siyasetçi olan film yapımcısı, 98 yaşındaki Anjel Wagenstayn, “pogled. info” yayınında açtı ağzını, yumdu gözünü ve günümüz Bulgaristan gerçekliğini şu karakteristik vurgularla çizerken faşist zihniyete şöyle işaret etti: “Bulgaristan gibi Sofya Belediyesi de bataklıkta bulunuyor. Birkaç gün önce İngiltere ile futbol karşılaşmamızda biz bataklığın kaymağını gördük. Dolandırıcı ve soygunculukla birlikte, terörle birlikte ırkçılığın ve faşizmin geldiğine tanık olduk. Bu konuyu yorumlayan Bulgaristan Dış İşleri Bakanı Bayan Zaharieva, Bulgaristan’da totaliter sosyalizmden önce faşizm olduğunu unuttu. Ben bir Yahudi’yim ve biraz hiddetli konuşuyorum. Böyle konuşmaya hakkım var. Ben özürlü ve yaşlı, Sofya’dan kovulan annemin başından geçenleri unutamıyorum. Makedonya ve Ege Bölgesinde Yahudilerin başına geleni unutamıyorum. O yıllarda ben Ege Bölgesinde partizandım. Partizan Çetesi Kurmayı üyesiydim ve bu olaylara tanık oldum. Son 30 yılda Bulgar Milli TV programlarının Yahudilerin o topraklardan toplanıp ölüme gönderilmesini ve Bulgar makamların bu trajedideki rolünü yansıtan “Yıldızlar” adlı filmi göstermediğinden dolayı üzgünüm.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İngiltere Bulgaristan Milli takımları karşılaşmasında tribünlerde kol kaldırıldığını, faşist selamı verildiğini dolayısıyla Bulgaristan’da faşizm olduğunu herkes gördü. Geçen sene Bulgar meclisinde çok ilginç bir olay yaşandı. Devlet eski bir faşist-lejyoner olan Dyanko Markov’a ödül verdi. Milletvekili Markov mecliste yaptığı konuşmada, Yahudilerin zorla sürgün etme ile ilgili olarak şöyle dedi: “Düşman nüfusun ölüme gönderilmesi suç değildir! Son 30 yılda Bulgar iktidarı faşizme yeşerme olanakları sağladı ve şimdi bizde neden faşizm var, sorusunu sormaya başladılar. “Faşizme hayat hakkı tanıyanlar kendileridir.” (Bulgaristan Türklerini de “düşman nüfus” gördükleri için 140 yıldan beri memleketimizden kovuyorlar. Bu zihniyet kazınmadan barış ve huzur masaldır.) Bulgar iktidarı faşizmi yargılayıp idam etmedi. Ancak yargılanan kişinin hakları geri verilebilir. Son 30 yılda ben Bulgaristan’da faşizmin, holokost-un kınandığını işitmedim. Birleşmiş Milletlerin çağrısı üzerine Sovyet Ordusu’nun Auschwitz – Birkenau (Oswienzim) Nazi toplama Kampını kurtardığı gün uluslar arası Holokost günü olarak anılır, fakat Bulgaristan bu günü de kutlamaya katılmadı. Bu dünya anti-faşist mücadele günüdür. Naz ismi uluslar arası kınama günüdür. Aushwitz kampı kapılarının kırıldığı an dünya ölüm kampları gerçeğini öğrendi. Bulgaristan son 30 yılda faşizmin, Nazilerin yalnız Yahudileri değil, son kişisine kadar bazı ulusları yok etme, yeryüzünden silme çabalarını kınamadı, lanetlemedi. Dünya trajik geçmişi, holokost’u, Yahudi katliamını kınarken Bulgar TV’leri çocuk filmcikleri, komedi filmleri yayınladılar. Ben Bulgar aydınlarının vurdumduymaz tarafsızlığını tuhaf buluyorum. Bulgar Dış İşleri Bakanı Bayan Zaharieva, sosyalizmden önce faşizm yaşandığını söylemedi, sosyalist devlet olmazdan önce Bulgaristan’ın faşist bir devlet olduğunu belirtmesi gerekirdi. Sosyalizmden önce Bulgaristan Hitler Almanya’sının müttefiki idi. Sosyalizm gelmezden önce Bulgaristan Almanya ve ABD’ne savaş ilan etti. Tüm mahkemeler ve vicdanım önünde yemin ederim, sosyalizmden önce ve şahsen benim gözlerim önünde Bulgar devleti 11 300 (on bir bin) Yahudi’yi ölüm kampına gönderdi ve bu insanlardan yalnız 4 kişi sağ sağlım geri dönebildi. Ben bu konuda gerçeği anlatırken Brüksel’de ant içtim, vicdanım önünde bu 11 300 Yahudi’yi , onların çekisini gördüğümü tek tek anlattım. Ben bu olayı gözlerimle izledim, Yahudiler Almanlara teslim edilmezden önce, onların tutuklanması ve gönderilmesi işlerine bir tek Alman katılmadı. Yahudileri ölüm kamplarına gönderen Bulgar idaresi, makamları ve ordusudur. Bulgar makamları tarafından tutuklanan ve toplanan Ege Ya-


Makale ve Analizler - 2019

97

hudileri Bulgaristan üzerinden gönderildiler, kalbimi ve vicdanımı ezerek yürüdüler, ben bu konuda film yaptım ve Tuna şehri Lom’da Alman Nazilere teslim edildiler. İkinci grup Makedonya’dan toplandı, önce Üsküp’te bir “monopol” – reji- kapatıldılar. Bu binalar Bulgar devletinin tütün depolarıydı. Burada belirli süre kaldıktan sonra onlar Bulgar devlet demir yolları hayvan taşıma vagonlarına dolduruldular, makinistler, koruyan polisler ve askerler Bulgar’dılar. Lokomotifler de Bulgar Devlet Demiryollarına aitti. Yahudi yüklü hayvan vagonlu trenler Bulgar askerleri Viyana’ya kadar korudular ve Viyana’da hepsini Alman Nazi birliklerine teslim edildiler. Benim elimde, o zaman bu Yaudileri Viyana’ya kadar taşıyan vagonları gözetleyenlerin, teslimat esnasında Viyana’daki Bulgar komutanlığından Sofya’daki İç İşleri Bakanı Gabrovski’ye gönderdiği bir telgraf var. Bu telgrafta şöyle deniyor: “Sayın Bakan biz Polonya’nın “ Treblinka” toplama kampına kadar memur edildik, fakat Almanlar bizim Almanya topraklarına girmemize izin vermiyorlar, geri dönmemizde ısrar ediyorlar. Lokomotif ve vagonları kime bırakalım?” Bakanın cevabı: “Güvenilir dostlarımıza Almanlara bırakınız, onlar bir yolunu bulur ve bize geri gönderirler.” Vagonlar dönmediği gibi, insanlar da dönmediler. Bu vagonlarla götürülen insanlar da dönmediler, yakıldılar, yok edildiler. Bulgaristan’da dış işleri bakanı Zaharieva ve birçok diğer aydın kişi “Bulgaristan’da hiçbir zaman faşizm olmadı iddiasında bulunuyorlar. Bunu nasıl inanayım? Bunu ancak yüzde yüz budala, eksiksiz geri zekâlılar savunabilir, diyen Anjel Vagenstein şöyle devam ediyor “Bana bugün ‘Lukov Marş’ adı altında düzenlenen nümayiş ve gösterilerin ne olduğunu açıklayamayacak bir duruma düştüler. Bu, nasıl bir nümayiş ve gövde gösterisidir. ‘Lukov’ isminde birini anıyorlar. Kimdir bu adam? Yazılan yazılarda ‘Lukov’un Bulgar yurtseveri olduğunu iddia ediyorlar. Lukov, o yıllarda Bulgar Lejyonlar Birliği (BLB) komutanıydı. Bu örgüt, Bulgaristan’daki azgın faşist gençlik örgütlerinden biriydi. “Hitler Jugend” in Bulgar kopyasıydı. Bulgaristan’da daha azgın ve saldırgan başka Nazi örgütleri de vardı. Bulgar’dan biri ise Bulgarlığın İlerlemesini isteyen “Ratnikler” idi. General Lukov “Hitler Jugend”in Bulgar kopyasının Başkanı olarak öldürüldü. Bu faşist gençlik örgütü, “Hitler Jugend” kopyası olarak, ülkemizde görevli Nazi uzmanları tarafından kuruldu. Bu kitlesel bir faşist örgütlenmeydi ve onun yıllar sonra kırıntılarının patlamasını İngiltere – Bulgaristan futbol maçında tribünlerde gördük. Bu bir faşist hortlamaydı.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Lukov Marşçılar onlardır. Bulgaristan’da faşizm yaşanmadı” diyenlere güleceğim geliyor. Ben gençliğimde “sarı yıldız” ile dolaşmak zorundaydım. Sakat annem, yaşlı, 25 000 Yahudi ile birlikte, 10 kilogram eşya ve yiyecekle Sofya’dan kovuldu. Taşraya sürgün edildi. Evimizi bırakmak zorunda kaldı. Her Yahudi ailesi makamlardan emir aldı. Orada Sofya dışında hangi kampa, köye adrese gideceği yazılmıştı. Gitti yeri terk etmeye hakkı yoktu. Ben Plovdiv (Filibe) semtinde “Orta Mezar” şimdiki adıyla – Tsentralen – belediyesinde dünyaya geldim. Yahudilerin bir günde yalnız 2 saat sokağa çıkma hakkı vardı. Yalnız 2 saat ve “Orta Mezar” mahallesinin dışına çıkmaya hakları yoktu. O zaman Yahudilerin hakları çiğnenmişti. Ben evimde hatıra olarak 1942’de basılan Filibe Kaymakamı imzalı YAHUDİLERE YASAKTIR pankartını göstereceğim ki, okurken donup kalırsın. Merkezden geçmek Sinemaya gitmek Lokanta, hamam ve tiyatroya gitmek Yıkanmak yasaktı vs. (Bizim bugün anadilimizi öğrenmemizin engellendiği gibi…) Bu ayrıntıları anlatmamın nedeni şudur: Her şey unutturulmak isteniyor. Eski katillerin çocukları çıkıyor karşımıza. Onlar dedelerinin ve babalarının yaptığını yapmak istiyor. Onlar da yasaklamak ve öldürmek istiyorlar. Onlar ülkemizi, dünyayı ele geçirmek ve caniler, katiller toplumu kurmak istiyorlar. Ürperiyorum. Sosyalizm zamanında insan haklarının ayaklar altına alındığı gibi, faşizm zamanında da çiğnendiğini unutturmak istiyorlar. İkinci Dünya savaşından sonraki ilk 10 günde, yaşanan acılardan doğan nefretle Avrupa’da ilk 10 günde Naziler parçalandı, kıyamet yaşandı. İtalya’da Roma eyaletinde savaştan sonraki 3 günde 12 bin faşistin öldürüldüğünü bilmeyen var mı? Daha sonraki günlerde savaşı kazanan güçlerin hesaplaşmayı durdurup her şeyin başka raylara oturtmaya çalıştığını gördük. Halk Mahkemeleri kuruldu. Bugün bu mahkemelerin şeytanlaştırıldığını görüyoruz. Bugün Halk mahkemelerine küfredenler halk nefretinin ne olduğunu bilmiyorlar, faşizme karşı halk kükremesini tanımıyorlar. 25 bin kişiye idam cezası veren Halk Mahkemeleri, onların saflarından 10 defa daha fazla insan kurtarmıştır. Çocuklarını öldürenleri, ev yakanları, zulüm edenleri, ırza geçenleri, gece baskınları yapanları halk paramparça etmek istiyordu. Faşistlerin zulmü unutulmadı, ardından komünistlerin terörü de asla unutulmamalıdır. Bulgaristan azınlıkları çok çekti. Halk mah-


Makale ve Analizler - 2019

99

kemelerinin nefret ve öfke kaynayan Avrupa’da azdan az düzen ve adalet sağlama işini gördüğünü unutuyorlar. Komünist terörün adalet sayfası ise henüz açılmadı. Bulgar toplumunun kaldıramadığı çok büyük bir taş var. ADALET TAŞI. Geçmişi gömmeliyiz. Geçmişin ağırlığı bugünümüzü eziyor ve gelecek yolumuzu kapıyor. İşte bu ortamda 27 Ekim 2019 yerel seçimlerine gidiyoruz. Karar sizindir. Faşizm ve totalitarizm yükü öyle ağır ki, Kırca Ali gibi Türklük kalelerimizden birini daha kaybetme tehlikesi belirdi. Hasan Aziz ikinci Tura kalırsa seçilmeyebilir. Birlik olalım. 98 Yaşındaki An. Wagenşteyn’ın derslerinden ders alalım. Küçük hesaplarla hareket etmeyelim. Geçmişte geri dönüş yok. Geleceğimize birlikte bakalım. O sözlerini şöyle bitirdi. “Bulgaristan bataklığa batıyor ve onu hiçbir güç kurtaramaz. Bulgaristan’da genel ve topyekun sistem değişikliğine ihtiyaç var. Bu değişiklik önce Sofya ve diğer merkezlerdeki belediye Başkanlarının değiştirilmesiyle başlayabilir. Siyasi sistemin değişmesi zorunlu oldu.” Bunlar büyük taşlar ve kaldırıp atabilmemiz için birlik olmalıyız! Hepinize seçim başarısı ve zafer diliyorum. Paylaşmaya unutmayınız. Teşekkür ederim. Gerçeği başkalarının gözüyle görmekten ibret alalım. Onlar tırmanıyor, yollarını keselim.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İslam Barış Dini Olması Ve BARIŞ PINAR HAREKATI 22.10.2019 Nevzat ÖZTÜRK

Her insan kendine özgü, belli bir ırkı, dili, dini, örf ve adetleri ile yaşadığı bir coğrafyası olan kültür ortamında dünyaya gelmektedir. Bu özellikleri, onu diğer kültür ortamlarından ayırmaktadır. Zira her toplumun insanlık için bir zenginlik olan kendine ait sosyal ve kültürel değerleri vardır. Dolayısıyla bir toplumu diğerlerinden ayıran da doğal olan bu özelliklerdir. Bu sosyal olgu İslam Dini tarafından iyi bilindiği için onun kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim, farklı din, dil, kültür, renk, coğrafya ve ekonomik güce sahip olarak, “insan olmak” ortak paydası ile bulunduğumuz yerkürede barış içinde yaşamak zorunda olduğumuza dikkat çekmektedir. Barışın temelinde; farklı kültüre, dünya görüşüne ve yaşam biçimine sahip olan insan ve toplumların, birbirine tahammül etmesini öğrenerek bu anlayışını hayatına yansıtması yatmaktadır. Diğer yandan dünya barışı adına, bireyler ve toplumların, kendi görev, yetki ve sorumluluklarını bilerek, diğer insanlarla ilgili ön yargılarını, ortadan kaldırması elzemdir. İslam dini, Arap Yarımadasında devam eden kargaşa, adaletsizlik, zulüm ve yanlış inançları ortadan kaldırmak için tevhidî ilkelerle ortaya çıkmıştır. Bu ilkelerin temeline insanı koymuş, onu yaratılmışların en mükemmeli ve şereflisi kabul ederek davetini insanları ikna üzerine kurmuştur. Bunu da barışı merkeze alarak yapmıştır. İslam dininin temel metinlerine baktığımızda savaşın teferruat, barışın asıl olduğunu görüyoruz. İslam’da savaş, ancak bütün çözüm yolları tükendiğinde barışı korumak için yapılmıştır. Barış, birey ve toplumlar açısından huzur ve güven kaynağıdır. İnsanlar arasında karşılıklı barış ve güven olduğunda, sosyal hayat, denize atılan bir taşın meydana getirdiği dalgalar misali açılmakta ve genişlemektedir. Birey ve toplumlar açısından da hayatın zenginliği ve genişliği, huzur ve mutluluk kaynağıdır. Barış, insanlık ailesinin büyük çoğunluğunun arzu ettiği sosyal bir olgudur. Zaten barışa dayalı karşılıklı olumlu ilişkiler tabi olduğu gibi, çatışmaya dayalı olumsuz ilişkiler ise anormal kabul edilmiştir. İnsan, yaratılışı itibariyle de, bedenî ve ruhî dünyasına da uygun bir özellik olan, doğal bir ilişki ve iletişim içerisinde bulunarak hayatını sürdürmek ister. Zira insan, kâinat ve Yaratıcı arasında bulunan tabiî ve uyumlu


Makale ve Analizler - 2019

101

ilişki, insanı mutlu ve huzurlu kılar. Bu üç varlık alanı ile ilgili en küçük bir olumsuzluk insanı ciddi anlamda rahatsız eder ve onun hayattan zevk almasını engeller. Adını “silm”(‫ )سلم‬kökünden alan ve barış anlamına gelen İslam dininin nihai hedefinin, mümkün olan en geniş kapsamlı barışı kurmak olduğunu, getirdiği evrensel mesajı bir bütün olarak ele aldığımızda açıkça görmekteyiz. Kur’an-ı Kerim’de “silm”(‫ )سلم‬gibi barış anlamına gelen “sulh”(‫)صلح‬ kökünden türemiş yaklaşık 180 ayet vardır.[1] Bu ayetlerde, genel olarak barışın insanlık için hayırlı olduğunu haber vermekte, yeryüzünde fitne, fesat ve bozgunculuğun önlenmesini, düzenin sağlanarak can ve mal güvenliğinin, hak ve adaletin temin edilmesini, insanların arasının düzeltilerek, kin ve düşmanlıkların ortadan kaldırılmasını emretmektedir. Bu kökten türetilmiş ISLAH kelimesi, layık olmak, onarmak, iyi olmak, düzeltmek, insanların arasını bulup barıştırmak ve iyilik yapmak anlamlarına gelmektedir. Şu halde sulh, silm den daha geniş bir anlam alanına sahiptir. Kur’an’daki ayetlerden hareketle, Allah’ın Müslümanlara silmi, tüm insanlığa ise sulhu emrettiğini söylenebilir. Kur’an-ı Kerimde Allah, Peygamberlerini, kulları üzerindeki nimetini tamamlamak için gönderdiğini, bu tamamlayıcı nimetin, insanları barış ve mutluluğa sevk eden İslam dini olduğunu bildirmiştir. Yine Kur’an’da, Hz. Peygamberin âlemlere rahmet olarak gönderildiği haber verilmektedir. Barış, hem hayatın, hem de fıtri bir din olan İslam’ın aslından ve gereklerindendir. Dinin gayelerinden ilki olan, dinin kesinlikle yapılmasını gerekli gördüğü hususlar olan can, mal, din, akıl ve nesli korumayı ifade eden zarurat-ı diniyyeyi gerçekleştirmek, ancak barış ortamında mümkün olur. Nihai hedefi tüm insanlığın barış ve huzurunu temin etmek olan İslam dini, insanlara ve hususiyle Müslümanlara barışın esas alınmasını emreder: “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin.”( Bakara, 2/208.) “Sulh(barış) daha hayırlıdır.”( Nisâ, 4/128.) “Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.”( Bakara, 2/193.) “Eğer onlar barışa yönelirlerse sen de yönel ve Allah’a güven” (Enfal- 8/61) Dinde, asıl olan barıştır, bu sebeple tahmin ve evham üzere savaş kararı alınması yasaklanmıştır:”Allah yolunda sefere çıktığınızda iyi araştırın. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek,”Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimet vardır. Önceden siz de öyleydiniz, Allah size lütfetti. O halde iyice araştırıp anlayın.”( Nisâ, 4/94.)


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hz. Peygamber (sav) birçok sözünde kendisinin barışsever bir zat ve “rahmet peygamberi” olduğu belirterek devamlı barışı ön planda tutmuştur. Ayrıca O, insanın değerinin, sayıda, malda, sosyal statüde ve kaba kuvvette olmadığını, aksine güzel ahlakta, takvada ve kardeşlik hukukuna riayette olduğunu bildirerek yine barışa vurgu yapmıştır. Hz. Peygamber (sav), insanlara kendi problemlerini sulh yoluyla çözmelerini tavsiye etmiştir. Yine aralarında çekişme ve çatışma olan insanların anlaşmazlıklarının düzeltilmesi konusunda yardımcı olunması için de teşvikte bulunmuştur. Hatta bu davranışın namaz kılmak ve oruç tutmaktan daha faziletli ve önemli olduğunu şu sözüyle bildirmiştir: “Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi? Evet, (Ey Allah’ın Resulü, söyleyin!) dediler. İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki fesat bozukluk dini kökünden kazır.” (Tirmizî, Sünen, “Edep 58”, Çağrı Yay. İstanbul 1992; Ebû Davud, Sünen, “Edep 50”, Çağrı Yay. İstanbul 1992.) Hz. Peygamber bu hadisiyle insanlar arasındaki çekişmenin temelinin fesat, nifak ve bozgunculuk olduğunu anlatarak, onlardan uzak durulması gereğini vurgulamış ve hep birlikte barışın esas alınmasını tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber’in (sav) konu ile ilgili hadislerine genel olarak baktığımızda, barışın esas alındığı, savaşın, istenmeyen bir durum olduğu, ancak savaştan başka çare kalmadığı durumlarda da sabırlı olunması gerektiği anlaşılmaktadır. (Müslim, “Cihad 20) Barıştan yana olmayan insanların Allah tarafından sevilmediği, toplumsal barışı sağlamak için asılsız fakat arabulucu sözler söyleyenlerin yalancı dahi sayılmayacağı, belirtilmiştir. Barışın ve kardeşlik hukukunun yara almaması için Müslümanların dillerini ve ellerini kötü söz ve fiillerden korumaları gerektiği temel prensipler olarak dile getirilmektedir. İslam’ın barış dini olması, barışı esas alması haksızlıklar karşısında susması değildir. Zorunlu olmadıkça savaşmamak, gerektiğinde de gözünü kırpmadan haksızlıklara, zulümlere dur diyebilme kararlığını göstermek, barış ve huzuru bozanlara dersini verebilmektir. Türkiye Cumhuriyeti, tarihteki İslam’ın hamisi olma rolünü tekrar üstlenmiş durumdadır. Bugün Suriye’de devam eden Barış Pınarı Harekatı vb. bunun göstergesidir. İnsanlığın barış ve huzuruna kasteden belaların başında terörizm gelmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da işaret ettiği üzere, “Türkiye yaklaşık 40 yıldır bölücü terörle mücadele etmektedir. Türkiye, DEAŞ’tan FETÖ’ye, PKK’dan El Kaide’ye kadar dünyanın en kalleş terör örgütlerinin hedefi olmuştur. Terör eylemlerine on binlerce vatandaşını kurban ver-


Makale ve Analizler - 2019

103

miştir. Müttefiklerimizin ve dost bildiğimiz ülkelerin türlü ayak oyunlarına şahit olduk. Ancak terörle mücadele konusunda Suriye krizindeki kadar çifte standarda, tutarsızlığa maruz kalınmamıştır. Terörle mücadele ediyoruz diye, ambargodan ekonomik yaptırımlara kadar akla hayale gelmedik tehditle karşı karşıya kalmıştır Türkiye. Türkiye’nin son attığı adımın tek sebebi, Suriye’nin kuzeyini terör örgütlerinden temizlemek ve bölgeyi gerçek sahiplerine teslim etmektir. Barış Pınarı Harekâtı, “barış dini olan İslam’ın barışı esas alma” temel ilkesinin harekete geçirilmesi, bölgede barışın tesis edilmesi çabasıdır.Amaç, öldürmek değil, insanı, insanlığı öldüren teröre dur diyebilme cesaretidir. Yüzyıllar boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapan şanlı milletimiz, yekvücut halinde, hep beraber Mehmetçiğimizin maddi-manevi yanındadır. Peygamber ocağındaki, cihat meydanındaki “Mehmetçiklerimize “dua ediyorlar. Barış Pınarı Harekâtının, “Kürtleri hedef aldığı, DEAŞ’la mücadeleyi zaafa uğratacağı, demografik yapıyı değiştireceği, siyasi çözümü tıkayacağı” iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Türk’müş, Kürt’müş, Arap’mış asla ayrım yapılamaz. Çünkü bu millet, “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevme” kültürüyle yoğurulmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin ve ordumuzun işi teröristlerledir. Türkiye, Suriye kaynaklı düzensiz göç akınına en fazla maruz kalan siyasi, ekonomik ve sosyal olarak en ağır bedelleri ödemek durumunda kalmıştır. Batılı ülkeler tarafından YPG-PYD terör örgütü, meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Türkiye buna sessiz kalamaz ve kalmamıştır. Türkiye, sabrının sonuna gelmiş ve artık kendi göbeğini kendi kesmeye karar vermiştir. Türkiye, nihai zafere ulaşana dek mücadelesini sürdürecektir. Türkiye, eski Türkiye değildir. Dünya lideri olma yolunda ilerlerken, Türk Dünyası’nın desteği ve duası hep Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında olmuştur. Orta Doğu’dan Afrika’ya, Güney Asya’dan Balkanlar’a kadar tüm kardeşlerimizin de Türkiye’ye dua ettiğini bilmeyen kalmamıştır. Özellikle Bulgaristan Türklerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin Barış Pınarı Harekâtına desteği, duası ve heyecanı takdire şayandır. Türk ordusu, İslam’ın ordusudur. Yeryüzünde mazlumların umudu ve koruyucusudur, böyle de devam edecektir. Rabbim muzaffer eylesin…


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

105

Adam Kıtlığı Mı, Bizim Adam Mı? Tarih: 22 Ekim 2019 Yazan: Şakir ASLANTAŞ Konu: Katillerin torunlarının eline kaldık.

Memleketimiz gibi küçük ülkelerde insanların kafasının karıştırılması çok tehlikelidir. Bulgar diline Batı dillerinden giren, yerleşen ve mitinglerde en sık kullanılan sözler haline gelen “popülist” (halkçı) dediğimiz kelime ve kavramlar var. Pazar gün yapılacak olan yerel seçimlerle ilgili düzenlenen toplantılarda, TV programlarında ve gazetelerde en fazla kullanılan kelime ve kavramlarla “kaldırım taşı”, “bordür”, trotuar levhası”, “mantolama”, “odun ve kömür yerine doğal gaz kullanma”, “Avrupa Birliği fonlarından belediyelere daha fazla para akıtma”, “öğretmen ve hemşirelerin maaşlarına zam yapılması”, “meslek kursları açılması”, “köylük yerler için okul araçları ve cankurtaran”, ikinci planda da pahallık ve ucuzluk” gibi sorunlar açıklık kazandı. Millet oyalanıyor. Top sürekli saha dışına atılıyor… 1990 senesinde Bulgaristan’da Belediye Başkanları ve Belediye Meclis üyeleri, ayrıca muhtarlar devlet tarafından atanıyordu ve doğrudan devlet emir ve talimatlarına uygun çalışıyorlardı. O yıllarda halka dayanan demokrasiden söz edemezdik, fakat şu yukarıda sıralanan ve onlara ilaveten “çocuk oyun alanları”, mahalle parkları yapılması, bunların içine salıncak ve jimnastik aletleri ile donatılmış sportif alanlar, hatta kapalı futbol, tenis, voleybol ve basketbol sahaları kurulmasına aslında mali olanaklar mevcuttu. Çünkü belediyenin topladığı vergilerin % 70’i belediye bütçesinde kalıyordu. Dobruca, Deliorman, Gerlovo ve Rodoplar’da Belediye tesisi olarak en büyük okul binalarının, kütüphane ve kültür evlerinin o yıllarda kurulduğunu hepimiz biliriz. İşlerine yarayan her şeyin değişmeden kalması ve korunmasıdır. Son 25 yılda Belediye Başkanlarımızı, muhtarlarımızı ve meclis üyelerimizi direk oy kullanarak yanı “majoriter” seçimle, hatta meclis üyeleri için tercihli adayımızın numarasını işaretleyerek kendimiz gösterip seçerken sıra numarası da değiştirebiliyoruz, fakat belediyelerimizin mali imkânları, ekonomik olanakları çok kısıtlandı. Onlar yerel vergilerden toplanan paranın ancak % 20’sini kullanabiliyorlar. Dolayısıyla elleri kolları tamamen bağlıdır.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeri gelmişken şu özelliğe de işaret etmek istiyoruz. 2 aydan beri yazdığımız yazıların hepsinde “statüko” devam edecek, “yerel seçimler durgunluğun ömrünü uzatacak” ve “zamanını dolduranlar emekliliğe kadar iktidarda kalmak istiyorlar” gibi terimlerle anlatmaya çalıştık. Burada “statüko” (yabancı bir söz) şu an içinde bulunulan durum ve şartları aynen korumak isteyen siyaset şeklinde anlaşılmalıdır. “Eski hamam eski tas” anlamındadır. Bu gidişin statükocu garantörü, belediye başkanı, muhtar ve meclis üyeleri listelerinin politik partilerin (örneğin DPS, GERB, BSP ve diğer) politik yönetimleri tarafından belirlenip onaylanmasıdır. Hiçbir politik parti genç kadrolardan oluşan belediye başkanları listesi (1990’da sonra dünyaya gelen, yüksek öğrenimli ve uzman, bilgisayar kültürlü ve yabancı dil bilen kadro listesi) çıkarmamıştır. Hak ve Özgürlük partisi gençleri hep geri sıralara itmiştir. Bu uygulama gerçek halk demokrasisinin sırtına parti hançeridir. Demokrasi kıyımıdır. Başka bir değişle halk düşmanlığıdır. Yetiştirilen faşist ve komünist tohumdan kadrolar öne çıkarılıyor. Fakat bu gidişin içinde çok daha kötü ve tehlikeli bir yön daha sivrildi. Bunu bir yandan diktatör Todor Jivkov’un torunu Todor Slavkov’un Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı olmaya aday olmasında ve bol keseden eğlenceli ikram sofraları açmasında gördük. İkinci olarak da Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP)’nin illerde belediye başkanı adaylığına 1944 yılından sonra toplama kamplarında, bir çok yerde İl Polis Şefi görevinde bulunan ve işledikleri suçların, kendileriyle gerçekleştirdikleri idamların sayısı bilinmeyen, asla yargılanmamış eski kadroların torunlarının birinci sıraya çıkarılması ve Belediye Başkanlığına aday gösterilmesinde görebiliyoruz. Daha önce 26 Mart 2017 seçimlerinde “Belene” ölüm kampı Baş Amirinin oğlu olan gazeteci Toma Tomov’un BSP partisi listesinden Milletvekili seçilip parlamentoya girmesinde anlatmıştım. Şimdi de başka bir çarpıcı örnekle yetinmek istiyorum. Katil çocuklarına da devlet görevi verilemez. Belediye başkanlığına aday gösterilmeleri yanlıştır. Toplumsal gelişmemiz köstekleniyor. Türklere yapılan kültürel soykırım suçluları belediyelerde görev alamaz. Kültür düşmanları belediyelerde ve bakanlıklarda çalışamaz. BSP bu defa da başka birçok ünlü katilin torunu olan Penço Milkov’u Ruse (Rusçuk) Belediye Başkan adayı gösterdi. Bir faşistin oğlu “demokrat” olarak gösterilmeye çalışılırken, halkın ortak bilincine yalan yanlış şeyler akıtılmaya çalışılıyor. Böylece isimlerimizi değiştiren, dinimizi, yasaklayan, okullarını mızı kapatan, Türkçe konuşanlara ceza kesen ve 360 binimizi birden sınır dışı eden totaliter komünist zihniyet yeniden iktidara çıkarılmaya, zehirli zihniyet, düşmanlık havası yaşatılmaya çalışılıyor.


Makale ve Analizler - 2019

107

Şu gerçekler unutulmamıştır. 1300 kişinin katili Belediye Başkanı seçilirse, milletin kafası taşlaşmış anlamına gelir ve oyun biter. “Tornadobg.bg” haberlerine göre, 1944 yılının sonunda ve 1945 yılının başında diktatör Todor Jivkov’un emriyle çalışan ve her gün Sofya’da tutuklanan 100 kişiyi yargısız tutuklatıp öldüren ve toplama kamplarından da sorumlu olan katil Mirço Spasov’un yardımcılarından biri olan şimdiki Rusçuk Belediye Başkan adayının dedesi olan Penço Milkov, Gabrovo belediyesinin “Popovtsi” köyünden olup bir ayakkabı tamircisi çırağıdır. Üç defa tutuklanıp yargılanmıştır. 1944’ten sonra İç İşleri Bakanlığı Ruse İl Baş Amiri olarak atanmıştır. Daga sonraları 1952’ye kadar Bulgaristan Komünist Partisi Ruse İl Komitesi Sekreterliğine kadar yükselmiştir. Bu kişi 1944-45 yıllarında Rusçuklu 1 300 kişiyi tutuklamış ve şehrin kamuoyunu belirleyen aydınlarını şehir dışına çıkarıp gece gece kurşunlatmıştır. İşlediği katliam cezasız kalmıştır. Halen şehirde ciddi bir hareketlenme belirmiş ve seçmen bir katil torununun toplantı ve mitinglerde halka “ahlaktan”, “huzurdan”, “barıştan” söz etmesine sert tepki gösteriyor. Halkın gözüne kül atmak ve gerçekleri görebilmesini engellemek amacıyla “popülist” yani halkçı (sıradan insanları aldatıcı) propaganda yaparak kamuoyunu yanıltma gayretlerine devam ediyor. BSP bu seçimde yerel idare organlarına eski faşistlerin ve totaliter komünistlerin çocuklarını yerleştirirken, güya “yurtseverlerle” de omuz omuza vermiş bulunuyor. Irkçılar, aşırı milliyetçiler, faşistler, Naziciler, totalitarizm dönemi suçluları, insan öldürmekten sabıkalıların politikaya katılmaları kanunla yasaklanmalıdır. Biz bu konuda ayrımcı, ırkçı faşist, Nazi ve totaliter komünizm katillerinin iktidarından hem de Sovyetçi-komünist, kimliksiz sosyalist hükümetlerden ve sonunda Jivkov diktatörlüğünden çok çektiğimiz, kırılıp döküldüğümüzden dolayı toplumun bu kırıntılardan arınmasından yanayız, gerçek demokratik geleneklere, hümanist dünya görüşüne ve insan kardeşliğine, hak eşitliğine dayanan bir adaletten yanayız. “Bghaber.org”, BGSAM yayınları ve Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) olarak bu konularda tam şeffaflık ve açık yüreklilikle izleyicilerimizi sürekli bilgilendirmek, bazen de uyarmak niyetindeyiz. Bu seçimlerle ilgili yazılarımızda ve yayınlarımızda ve genel çizgimizde 2016’dan beri ağırlıklı olarak üzerinde durduğumuz tırmanan faşizme ve totaliter sevdalılarına karşı tavrımızda bir an ödün vermedik. Ger birbirinin devamı ve öz kardeşi olan Bulgar faşizmi ve totalitarizmine karşı kalemimizin en sivri ucuyla sürekli saldırdık, her gerçekleri gün ışığına çıkaran tüm forumlara, seminer, panel,


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

konferans ve sempozyumlara katıldık. Seri yayınlar yaptık. Broşür ve kitap basarak aynı amaçla soydaşlarımıza ulaştık. Faşizmi ve komünizmin dirilme ve yeniden iktidar olma tehlikesini her fırsatta ve her yerde hedef aldık, hainliklerini, uşaklıklarını, halk düşmanlığını yüzlerine vurduk. Faşist horlamaya ve totaliter kalıntı ve kırıntılara karşı mücadelemiz kesintisiz devam edecektir. Tüm iğrençliklerini yüzlerine vurduk, ırk ayrımcılığını kınadık, çocuklarımıza saldırıları açıkladık ve lanetledik. Yine izninizle, yalnız ayrı ayrı fertler, aileler, soylar olarak değil, Bulgaristan’da yaşayan (karma bçşgelerde) yaşayan etnik halk toplulukları olarak bütün Avrupa’da en yoksulları olduğumuzu bir daha açıklamak amacıyla birkaç kısa örnek daha vermek istiyorum. Ki bu yerel seçimlerde (27 Ekim 2019-Pazar) bu gerçekten söz eden yok, olmadı ve belki de önümüzdeki 3-4 günde de olmayacaktır. Oysa Avrupa AB’den gelen destek paralarının “baş dağıtıcısı” olduğunu Blogoevgrad (Yukarı Cuma) Belediyesi “Kornitsa” köyü köylüleri önünde kendisi söyleyen, yazılarımızda kendisini tanıtırken hainler ve hainlikler başı olarak tarif ettiğimiz Ahmet Doğan’ın Türklere, Pomaklara ve Romen kardeşlerimize kişi olarak ve onların yaşadığı belediyelere kalleşliğini resmi kaynaklardan bir daha görelim: Toplam belediye sayısı 265. Hiç para ödenmeyen belediyelerin adeti 9. 165 belediyeye 100-er milyon Avrodan fazla ödenmiş, 103 belediye de 10 milyon Avrodan az para alabilmiştir. Yıl 2018 / toplam 10 700 000 000 (on milyar yedi yüz milyon) Avro. Yıl 2018/ kişi başı ödenen para ortalama 1 513 leva. ADALETSİZLİK TABLOSU Bulgarların yaşadığı ve Azınlıkların çoğunluk olduğu Bulgaristan Belediyeleri – Yıl 2018 AB kişi başı dağıtım 1.Sozopol belediyesi 5 000 leva – 2. Dulovo 100 leva Svilengrad 4 227 leva 2. Krumovgrad 322 leva Kostenbrod 5 111 leva 3. Gırmen 247 leva Byala 4 611 4. Dve Mogili 468 Gurkovo 4674 leva 5. Kirkovo 437 leva Rakovski 2701 leva 6. Venets 379 leva Panagürişte 3 679 leva 7. Vırbitza 233 leva


Makale ve Analizler - 2019

109

Pomorye 3 262 leva 8. Aytos 882 leva Belene 4137 leva 9. Venets Novi Pazar 2 890 leva 10. Citovo 433 leva Memleketin dört bir yanındaki durum bu! 2017’de böyleydi, 2010’de de değişmeyecek. Eminim! Toptan 2. Sınıf durumundayız. Hele yatırımlarda… ————— Bu tablo Avrupa Birliğinden gelen Paraların Bulgarların yaşadığı belediyelere yöneldiğini, azınlık belediyeleri projelerinin kabul edilmediğini ya da onaylanmadığını göstermektedir. Seçim öncesi bu gerçekler bizi düşündürmelidir. Bu arada benim köyümün (Drındar) bulunduğu Suvorovo (Kozluca) belediyesinin de kişi başı ancak 897 leva almış ve dağıtmış olması çalışmadığına kesin kanıttır. Bu durumu değiştirebilmemiz için bizim en kısa zamanda her belediye için 2 kişi yetiştirsek en az kendi belediyelerimiz için 300 genç uzman yetiştirmemiz gerekecektir. Bunlar belediyeci mühendis, ekonomi alanında, günlük işlerde devrim yapacak uzmanlar olmalıdır. Biz Bulgar devletiyle tezada düştük, Ahmet Doğanlar hainlik ettiler ve açlık tehlikesinin derinleşeceği ortadadır. Oturum düşünmemiz ve evlatlarımız torunlarımız adına bu engelleri kaldırıp kendimize yol açmamız zorunlu olmuştur. Biz adaletsizlik dediğimizde bunu anlıyoruz. Tekrar ediyorum bu adaletsizlik çocuklarımıza eşit şans tanınmamasından başlıyor ve her gün derinleşiyor. Biz bilgi ve teknoloji çağında yaşıyoruz ve Derin dönüşümlere hazırlanmak zorundayız. Her alanda sömürülüyoruz, ikinci değil beşinci derece insan durumundayız. Oyunuzu kullanmazdan önce düşünün taşının. Her adımda oyuna getirilmek istemiyorsanız danışınız. En önemlisi birlik olalım ve çocuklarımızı okutalım. Karanlık çökmeden uyanalım kardeşlerim. Teşekkür ederim. Paylaşınız. Uyanmanın tek yolu var. Gerçekleri görmek ve benimsemek, kılavuz edinmek!


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

Güya “Yeniden Doğuş/Soya Dönüş” Adlı Asimilasyon (1)

111

Tarih: 24 Temmuz 2019 Yazan: Stefan DEÇEV / “Kultura” (Kültür) gazetesi/ Sofya, Bulgaristan, yayın tarihi 23.07.2019 Tercüme: BGSAM Konu: Sahtelikler, tarih bilim, zulüm ve bilimdeki “ayrılık” zamanları üstüne. Güya “Yeniden Doğuş/Soya Dönüş” Adlı Asimilasyon Projesine Kadar Bulgar Tarih Bilim (1) /1/ Uygulanan yaklaşım bilimsel olarak yanlıştır, çünkü büyük sayıda tarihsel belge ve malzeme ile çelişki halindedir. Olayların bu şekilde anlatılması Bulgar Müslümanlar için inciticidir – onlar bu filmde soylarından dönmüş insanlar olarak gösterilmiştir. Tarihçi Petır Petrov. Anılar, 2012 2015’in Temmuz ayında, 1984-1985 yıllarında Bulgaristan’da Türklerin isimlerinin zor kullanılarak değiştirilmesinden tam 30 yıl sonra, “AYRILIK ZAMANI” Bulgar Milli Televizyonu (BNT) seyircileri tarafından “tüm zamanların filmi” seçildi. Bu film, yazar Anton Donçev’in aynı adlı romanına yapımcı Lüdmil Staykov tarafından uyarlandı. Bu romanla ilgili, bu film üstüne, eserin verdiği mesajlar ve oyuncuların ustalığı konusunda ne dersek diyelim, bu roman ve filmin, Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların ve Türklerin asimile edilmesini amaçlayan yüzde yüz propaganda ve politik gerekçelerle çekilmiş Todor Jivkov rejimi tarafından yürütülen politik kampanyanın bir parçası olduğu hissinden asla kurtulamayız. Roman ve film, XIX. Yüzyıldan sahte oldukları uzun bir zaman önce kanıtlanan efsanelere dayandırılmıştır. Bunlar, o zaman yürütülen kilise bağımsızlığı ve asırlar önce Hıristiyanlıktan İslam’a dinsel dönüş için uygulanan baskılara açıklık getirmek için anlatılanlarla bağlıdır. Yazar Anton Donçev ve onun romanından hazırlanan senaryoyu filmleştirenler, profesyonel tarihçiler tarafından kaleme alınan metinlere ve onların telkinine de dayandırılabilirdi. Ve film folklor, seyyah notları, efsaneler v.b. kuşkulu kaynaklara dayandırılmadan da çekilebilirdi. Şu da var, meslekten tarihçilerin telkinleri okullarda okutulan ders kitaplarına temel olurken, “zor kullanılarak Müslümanlaştırmanın” sahte tarihindeki asılsız delilerin etkisini kat kat büyütüyor. Yaratılan duyumsal tablo “Türk Esareti” tasavvuruna uydurulmuş olduğundan,


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bazı meslekten tarihçilerin – bazı yerde açıkça, kimi defa da üstü kapalı –gayretlerle Osmanlı İmparatorluğu tablosu renklerine uyulmama çabalarının sonuçlarını nerdeyse başarısızlığa itiyor. Yakın geçmişte, “Bulgarlığın ayak altına alındığına” ilişkin medya tarafından yapılan yoğun telkin ve “ulusal kimliğimizin çöküşü” ile ilgili iddialar sonucu 2016 y başında Başbakan Boyko Borisov o günkü Eğitim ve Öğretim Bakanlığının kitaplarının içeriydi. Kamuoyunda tartışılmadan, öğretim programlarında değişiklikler yapılmasına asla yol verilmemesi gereği üzerinde uzun uzun konuşuldu. Özellikle ve 2. ve 6. Sınıf ders programlarına işaret edilmişti. Medya, Payisiy Hilendarski’nin “İslav Bulgar Tarihi” ile “esaret” kavramının programdan çıkarıldığını ve artık “yan yana var olma” terimi ile değiştirildiğini herkese duyurdu. Bu konuda daha sonra yapılan açıklamalarda “yan yana var olma” nın ancak bir yerde geçtiği, iddia edilenlerin asılsız olduğu söylense de dikiş tutmadı. Borisov ve hükümetinin selameti adına, Bakan Tanev görevinden çekildi. Yazar Anton Donçev’in romanı ile (yapımcı Lüdmil Stoyanov’un çektiği filmin), dayanak noktası Pazarcık’ın (Tatar Pazarcık) ”Korova” köyünde yaşandığını iddia eden, Papaz Metodi Draginov’un, Stefan Zahariev tarafından 1870’te Viyana’da yayınlanan bir öyküsü olduğu her kesçe iyi bilinen bir gerçektir. (1) Bu öyküde XVII yüzyılda “Çepino” vadisi nüfusunun zorla İslamlaştırıldığı anlatılır. Bu, evde ocak başı kaynaklı birkaç anlatım, Hıristiyanların İslam’a zorla dönüştürülmesinin ve tek hamlede, toluca kabul edişinin hikâyesidir. Bu efsaneye, Pazarcık “Sv.Petır” manastırı “Barkun” hikayesi ve “Belov Kroniği” de eklenebilir. Antonina Jelyaskova gibi yazarlar bu 3 hikâyenin “kaynak dokusunun aynı olduğu” görüşünü savunmuştur. (2) Daha çekingen olan Mariya Todorova, benzerliklerine rağmen “bu üç hikâyede gene-lojik bağ”ın saptanmadığını yazıyor. (3) Bu olaylarla ilgili yukarıda işaret edilenler dışında bir efsane dava dolaşıyor. Bu da, “Rodop Bulgarlar’ının ateş ve kılıçla” İslamlaştırılmasına ilişkin “Tarihin Not Defteri” adlı bir kaynaktır. (4) Edebiyatçı Bayan Albena Hranova’ya göre, Metodi Draginov’un Viyana’da yayınladığı efsane, Anton Donçev tarafından roman kahramanlı arasında geçen söyleşiler aracılıyla esere bütünüyle monte edilmiştir. Ancak, bu anlatım şaibelidir, çünkü anlatılan olaylar sorumluluk yüklüdür, üstüne s.o. “zorla Müslümanlaştırma” konusunda bize XIX. Yüzyılda erişen 4 efsaneden yalnız birisi – Belov efsanesi – sözde XVII. asırda gelişen olayları bizzat kendi gözleriyle gören bir kişi tarafından anlatılmamıştır.(6)


Makale ve Analizler - 2019

113

Bu vesileyle ben şimdi sizlere, İslam’ın zorla dayatılmasına ilişkin olan, tarih biliminin ve onun XIX. Yüzyıl sahtekârlıklarıyla mücadelede çok yokuşlu yolunu anlatmaya çalışacağım. Bilimin, güvenli olmayan bu kaynaklarla, onları başka kaynaklarla karşılaştırarak, zorla İslamlaştırma tasavvurunu biçimlendirmeye belirli amaçlar güderek nasıl katkı sağladığını ve bu işlere sunduğu tamamen bilinçli katkılarını profesyonel yaklaşımla izlemek istiyorum. Ayrıca bu konuyla ve politik iktidarla didişen tarihçi çevrelerden çıkan yazıları ve iç tartışmaları, Bulgar tarihçilerin karşılıklı etkileşim ve bağımlılıklarını; daha ılımlı konum alınması için dayatmaları ve onların etkili olup olmadığını; anlatılan efsanelerin politik baskıların bir sonucu olduğunu, hatta sipariş edilmiş olduklarını; bunların tarihçiler arasındaki ortak değer anlayışının eseri olup olmadığını, tek bir tarihçinin mi yoksa bir bütün olarak “Bulgar tarih biliminin” mi anlayışı olduğuna ışık tutmak istiyorum. Dahası da var. Bulgar kitle bilincinde kuşkusuz travmalı bir dönemin sorunlarının üstesinden gelebilmek, ayrıca belirli bir bilimsel otantiklik korumak, aynı zamanda bir de politik konjonktür (toplu durum) ve baskıya maruz kalmamak, öte yandan da folklordan kaynaklanan, cezalandırıcı bilincin hışmına uğramamak için tarihçilerin seçtiği strateji nedir? Ben kronolojik bir dizimle 1950 ‘li yılların sonundan başlamak ve tamamen “yeniden doğuş/soya dönüş” adıyla bilinen asimilasyonun ideolojisinin oluşturulmasından önceki yıllara dönerek, Bulgaristan Türklerini asimile etme kampanyası arifesi olan 1984-1985 öncesine kadarki yılları tarihin


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bilimsel yaklaşımını mercek altına alarak istiyorum. Osmanlı devri ve o zamanın İslamlaştırma problemlerinin büyük ölçüde uzmanlıkları olmayan meraklılar tarafından ele alındığından dolayı, ben İkinci Dünya Savaşı öncesi devri kenara bırakıyorum. 1984-1985’te Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesinden sonra baskıların daha direk oluşundan dolayı, bu döneme ait olan eserleri, propagandanın sertleşmesini ve tarih üstüne tartışmaların çetinleşmesini de inceleme konusuna almıyorum. Milletle ilgili anlayışları büyük ölçüde romantik olan tarihçilerimizin sorumluluğu gibi, mesleğimiz içindeki kaçınılmaz var olan çitli (siperli) ayrım çerçevesi içindeki karşılıklı ilişkiler de, Bulgar tarih bilimini yara almaya açık ve asimilasyon çabalarında iktidarın yanında olduğu tezini savunacağım. Değindiğim olaylar 1984-1985 harekâtından çok önce olmuştur. Bu saldırıda yandaşlık 2 yönde olmuştur. Bir yandan, kapsamı genişleyen sıkı katılımcılık, süreç esnasında en belirgin isimleri de kucaklamıştır. İkinci olarak, son hesapta uydurmalara saldırıda bulunmayan ve hatta daha geniş bir aydın kesim tarafından anlaşılabilmeleri çok zor olan, cılız, tek tük, kandırmalı hoşnutsuzluklar. Tarihçiler kolektifi içinde var olan durumu koruma taraftarlarının kalabalık olmaları ve kamuoyunun son derece duyarlı olması nedeniyle ve son neden olmaması şartıyla, ders programlarının politik kısıtlamaların bir ürünü olduğu dikkate alındığında, değişiklik hamleleri sonuçsuz kalıyor. Bu açıdan “Ayrık Zamanı”, “Türk Esareti” ve “Zorla İslamlaştırma” egemen tasavvuru yaratan olmuştur. Genel Avrupa derinliğinde Bulgar sahtekârlıkları Yukarıda işaret edilen kaynakların hepsi – kimileri daha fazla, ötekilerse daha az olsa da – ama hepsi orijinal oluşları ve herhangi bir tarihsel belge olarak kullanılmış olmaları açısından ciddi araştırmacılarda sürekli kuşku uyandırmıştır. (7) Mariya Todorova bile şartlı yaklaşımında şu çağrıda bulundu: “Görüldüğü üzere, o (Metodi Draginov’un efsanesi, not yazarındır. S.D.) XVII yüzyıldan bir belge örneği olarak, hatta yığınsal halde Müslümanlaştırma tanık hikâyesi olarak kullanılamaz” (8) Benim açımdan burada sorun başkadır. Profesyonel tarihçi, geçmişle ilgili kitle bilincini ve iktidarda olanların bazı aktüel politikalarını belirli bir seviyede tutmak için halkın kulağına çalmış efsaneleri şiddetlendirip desteklemeli mi yoksa o meslek ebadına, insan sevgisine, anayasal ilkelere ve hukukun üstünlüğüne bağlı mı kalmalıdır? Bu yazımız ikinci grup açısından yazılmıştır. Yanlarında, komşuları olan Hıristiyanların konuştuğu dili konuşan, fakat başka din dine ibadet eden Müslümanlara ne sebeple rastlandığı sorusuna cevap arayan Bulgarlar XIX. Yüzyılda besbelli bu efsanelerle tanışmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

115

İslam’a dönmeleri için zor kullanıldığı gibi efsanevi ve gizemli açıklama, milli hafızaya ancak işleyebilir. “Bulgar” bir tek ona baskı uygulandıktan sonra Müslüman olabilir miti kalıcı ve dayanıklı tasavvur olarak böylece yerleşmiştir. Başka bir dine geçmenin zorlama sonucu olduğu, iyice yerleşmiş ve sabit sosyal tasavvur olmuştur. Bu anlayış, yukarıdaki kaynakların tarih bilimcilere güvenilerek verilmesiyle ve daha sonra şiirlerle, hikayelerle, uzun öykülerle, romanlarla, filmler çekilerek vs ebedi yapıtlarla desteklenince onların etkisi kat kat artar. Ortaya atılan mit böylece daha da güçlenince halk hafızasına telkin edilir ve dolayısıyla belirli bir politika ve kimlik ortaya çıkabilir. Yeri gelmişken hemen işaret edelim. XIX. Yüzyılda Avrupa kıtasında sahte kimlik yaratma olayına yalnız Bulgarlarda rastlanmaz. (9) “Gerçek” milli geçmiş arayan, o devrin entelektüel ve politik ortamına birçok başka ülkede de rastlanır. Birkaç yıl önce, (Albert Einstein tarafından kurulan) sahte örnekler yaratarak da olmak üzere, “geçmişi yeniden yaratma” (10) problemleri üzerinde çalışan, Priston Yüksel Araştırmalar Merkezine bağlı Tarih Ekolü Müdürü, tarihçi mediyevist Prof Patrik Giyri tarafından yönetilen enstitüyü bir uluslar arası ekibin üyesi olarak ziyaret etme olanağım oldu.(11) Bu ziyaretimde, diğer ödevlerin yanı sıra, sahte ürünler, çarptırılmış metinler, efsaneleştirilmiş yapıtlar, şiirsel tasavvuf ve başka gösterildi. Bize gösterilen ve anlatılanlar arasında, İzlan’da şairi Ceyms Makferson tarafından sözde “bulunan” Orta Çağlarda yazmış olan Osiyan destanları; öncü İslavcı bilim adamı Yozif Dobrovsky öğrencisi olan yenilikçi ve yaratıcı Çek Vaslav Hanka’nın “Saray Notları” ve “ Zelenegor Notları”; Fin folklor uzmanı Kalevala ve başkaları da yer alıyordu. Bu belgeler arasında Bulgar “Papaz Metodi Draginov Efsanesi”nı olduğu gibi, “Veda Slavena” efsanesini de buldum. Bu ziyaret projesi, bütün Avrupa’da pek çok tarihi iddianın konusunda yapılan derin deneylerden çok önemli ve ilginç sonuçlar doğruluğu çıkarılmasına (doğru olanın süzülmesine) neden oldu. Bazı durumlarda ana amacın doğan ulusal şuuru (bilinç) saptanıp açıklamak, böyle bir şuur yoksa onu yeniden üretilerek geçmişe yansıtmak olduğu tespit edildi. Başka örneklerde ise, başlıca daha önce var olmayan bazı eski kuralların ve gelenekleri kanıtlamak amacıyla tamamen gülünç tasarımlardan söz edebiliriz. Üçüncü grupta, çağdaş dünya insanlarını yanıltırken kullanmak için oluşturulmuş yüzde yüz sahtelerini görebildik. Uzun zaman önce yitirilmiş bir canlılığı koruyabilen, hatta canlı izlenimi bırakanları da gördük.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu gibi çalışmaların ardasındaki mitlere (uydurmalara) gelince, onlar da birbirinden çok farklıdır. Bir milletin seçenekli geçmişinden, artık yerleşmiş olan bir akademik otoriteden ve kişisel kariyer hevesinde kadar değişik özlemlerden söz edebiliriz. Yabancıların eleştirileri ve itirazları, bu çabaları milli gururu güçlendirmek açısından yalnız yeni atılımlar kazandırabilir diyebiliriz. Sahtelerin hazırlanması, okurları ve geleceğin akademik yıldızlarını aldatmış olma gibi eğlenceler de doğuruyor. Kimilerinin gerekçeleri ulusun şan ve şöhretini yükseltme, halkın soy kökleri ile ilgili ve hatta halklar arasında geçmişleriyle ilgili yarışmalar bile olabilir. Bütünsel kültürel ve politik iklimden başka sahteliği olumlu karşılayan bir gereklilik de olabilir ki, “Zorla Müslümanlaştırma” örneği bizde “başarılı” sahtecilik örneği olarak gösterilebilir. Bu projede saptandığı üzere, değişik “sahtecilikler”, “ efsaneleştirmeler” ve “şiirsel hayaller” birbirinden çok farklı kader yaşamıştır. Kimisinin hayat mumu hemen sönmüş, bazıları 100 yıldan fazla ayakta kalmış, üçüncü bir grup ise, profesyonel tarihçilerin tarih öyküsünde ciddi değişiklerle neden olurken, hatta milli hareketlere esin de olabilmiştir. Örneklerin sahte olduklarından dolayı tamamen çöpe atılmaları için yeni bilimsel yaklaşım belirmesine ve politik iklimin tamamen değişmesine birkaç neslin değişmesine gerek vardır. İşte bu anlamda, yerleşmesine sahte örneklerin yardımda bulunduğu, milli kimliğin yeniden tanımlanması da, kimliğin zamanı doluncaya kadar, belirli rol görmektedir. (12) ( Burada da bizim konumuz olan sahteliklere de yer vardır. Yukarıda sıraladığımız ülkelerde sahtecilik yıllar önce tarihe karışmış olsa da, Bulgaristan’da eskiden tanıdığımız cinayetlerle örülmüş siyasetin kolayca yasallık kazanması için bir araçtır ve bu siyasete dayanak oluşturmaya devam etmektedir. Bulgar tarihinde sahtekârlıklar 1950 yılından sonrası bu incelememizde özel ilgi odağımızdır. Komünist yönetim ve Todor Jivkov rejimi seçmeli milliyetçiliğe doğru tam bu zaman yönelmiştir. 1879’da modern Bulgar devletinin kurulmasından sonra konuşulmaya başlayan ve 1912-13 yıllarında ve XX. Yüzyılın 40’lı yıllarının başlarında geliştirilen milli isim değiştirme kampanyalarını meşrulaştırmak amacıyla kullanılan “Türk esareti” iddialarının yeni bir versiyonunu gündeme taşımıştı. (13) Bu kampanyanın başlangıcı “Rodoplar’da Bulgar Müslümanlarının Geçmişi” kitabının 1958’de çıkmasına rastladı. Bu eserde o yıllarda otorite sahibi olan tarih bilginlerine yer verildi. Burada, tesadüf ve hemen akla gelmiş bir hamleden söz edilmiyor. İyi düşünülmüş, amacı ve derinliği olan bir proje ortaya konmuştur. Yıllar sonra Bayan Evgeniya


Makale ve Analizler - 2019

117

Mihaylova’ nın “Gönülleri Kazanılınca Kenara İtilen” kitabında haklı olarak işaret ettiği üzere, “Bulgar Bilimler Akademisi “soy kökü” ne ilişkin aldığı “ödevi” yerine getirmiştir. (14)


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Güya “Yeniden Doğuş/Soya Dönüş” Adlı Asimilasyon (2) Tarih: 24 Temmuz 2019 Yazan: Stefan DEÇEV / “Kultura” (Kültür) gazetesi/ Sofya, Bulgaristan, yayın tarihi 23.07.2019 Tercüme: BGSAM Konu: Sahtelikler, tarih bilim, zulüm ve bilimdeki “ayrılık” zamanları üstüne. Güya “Yeniden Doğuş/Soya Dönüş” Adlı Asimilasyon Projesine Kadar Bulgar Tarih Bilim (1) /2/ Şöyle, 60-lı yılların başında isim değiştirme çabaları devam etmiştir. 1961’de “Rodoplar – Bulgar kalesidir” kitabı çıktı. (15) Orta Çağlar konusunu işleyen Petır Petrov ‘un bir uğraşısı olan bu eser, her şeyden önce bir yardımcı ders kitabıdır. Bu kitabı sipariş eden BKP MK İdeolojik Sorunlar Şubesi , BKP, DSNM (komsomol), Vatan Cephesi, Sendikalar ve devlet memurları ile yapılan kurslarda kullanmak amacıyla yazdırmıştır. (16) Bu kitap 1964’e kadar 3 baskı yaptı. 1964’te 2 defa basıldı. Efsaneleşmiş öykülerden yararlanan tarihçi “Türk Esaretçiler Tarafından Çalınan Kadın ve Çocuklar” gibi etkileyici bir tabloya da yer vermiştir. Bu eserde “Birinci Kitlesel Müslümanlaştırma”, “İkinci Kitlesel Müslümanlaştırma”, “Çepin Vadisinde Müslümanlaştırma”, “Razlog Bölgesinde Müslümanlaştırma” ve ardından Nevre kop Bölgesinde ve sonunda da Orta Rodoplar’da Müslümanlaştırma gibi bölümler vardır. “Değiştirilemez Tarih” başlıklı üçüncü bölümde yerli Rodop ahalisinin folklor ve dilini ele alan yazılar yer almıştır. 1960 yıllarının başında çıkan 3 ciltlik “Bulgar Tarihi” eserine bu fikirler dahil edilmiştir. 1961’de çıkan 1. Ciltte Dimitır Angelov Orta Anadolu’dan getirilen ve Edirne, Plovdiv (Filibe), Stara Zagora (Eski Zara) gibi büyük şehirlere yerleştirilen “Türk nüfustan” söz etse de, (17) “Osmanlı Devletinin Asimilasyon Siyaseti” (18) başlıklı alt bölümde, Osmanlı idaresinin “Hıristiyan nüfusu asimile etme siyasetini arasız sürdürdüğü” belirtiliyor. İlgisiz bir görünümle şunlar anlatılıyor: “1656 yılında son kitlesel Müslümanlaştırma başlamıştır ve bu Çepin vadisi ahalisini kapsamıştır.” (19) Burada anlatılan efsanede büyük sayıda ölüden, 218 adet yıkılan kiliseden, 33 adet yakılan manastırdan söz ediliyor. Alıntıların kaynağı olarak Ct. Zahariev gösterilmiştir. (20) Ayrıca yeni basılan “Rodoplar’da Bul-


Makale ve Analizler - 2019

119

gar Müslümanlarının Tarihi” kitabına da işaret ediliyor. (21) Bu eserdeki “Bulgar Toptaklarında Türk Sömürgeleştirmesi” alt bölümünde de aynı iddiaya rastlıyoruz.(22) Rodoplar’daki Müslüman nüfusla ilgili daha bu ilk araştırmalarda, bu ahaliye kendi için seçtiği isimle hitap etmeyip “Bulgar Müslümanları” adıyla hitap edildi. Bu yazar ve bilim adamlarının hepsi, kendilerinin uydurdukları, efsanelerden topladıkları kırıntıları ve XIX. yüzyılın asılsız delillerini, kendilerinin taktıkları yeni isimleri hiç istisnasız açıktan açığa hepsi tamamen otantik olarak kabul ettiler. Bununla birlikte, yazarlar, artık Hıristiyan Bulgar öz bilincine erişmiş olan, yerli halka İslam’ı merkezden yönlendirilen ve zor zorla kabul ettirmeyi amaçlayan bir Osmanlı devlet siyaseti olduğunu iddia ediyorlar. Rodop yöresi olayının ülkenin diğer bölgelerinden hepsine yayma yatkınlığı da kendini belli etmiştir. Profesyonel tarihçilerin her biri İslamlaştırma siyasetiyle somut bir şekilde bağlantılı olmuş olsa da, onlar kendileri bilimin politik rejimin amaçları için kullanıldığı, temiz bilimselliği olmayan, bir propaganda önlemine sürüklendiklerinin bilincindeydiler. 5 Mayıs 1962’de Politik Büro’nun “Türkçülüğe Karşı Önlemleri” kararında, Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) “Bulgar soy kökünü” araştırması emredilirken, BKP MK “Propaganda ve Ajitasyon” Şubesine “Bulgar Müslümanları” arasında çalışma göreviyle bir özel yetkili atanmıştır. (23) 1962 yılında “Türk İşgalcilerin Asimilasyon Politikası” derlemesi de yayınlandı. Bu eserin alt başlıklarından biri olan “XV-XIX yüzyıllar arasında Müslümanlaştırma ve Türkleştirme Belgeleri Derlemesi” dikkat çekicidir. (24) Kuşkusuz öncelikli kullanılan kaynaklar yerliydi. İki yıl sonra 1964’te aynı eserin yeniden işlenmiş baskısı da dünya yüzü gördü. (25) Eserin daha ilk sayfalarına “Balkancı Yovo” şarkısının güftesi yapıştırıldı. Burada amaç, otantik folklor kullanma hevesiyle bütün kitaptaki belgelerin aynı ruhta kabul edilmesidir. Uzmanlar, bir Hıristiyan Aziz olarak Balkancı Yovo için öne sürülen gerekçelerin Bulgar folklorunda yaygın olmadığını bilir. Gerçekten de Seres yöresinde böyle bir şarkının söylendiği, Stefan Verkoviç’in 1860 yılında Belgrat’ta basılan “Makedon Bulgarların Halk Şarkıları” adlı derlemesinde ona yer verildiği bilinir. Ne ki günümüzde kitle bilincinde yer alan versiyonun 1917’de Penço Slaveykov tarafından derlenen “Şarkı Kitabı” sayfalarında belirdiği de bilinir. Bu şarkının otantikliği (orijinalliği) ve daha sonra uydurulan öyküler her zaman kuşku uyandırmıştır. Edebiyat eleştirmeni Nikolay Aretov’un da belirttiğine göre, “Zorla Müslümanlaştırma” efsanesine ve kitle bilincinde uyandırdığı za-


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

manını doldurmuş görüşlere aynı anlamın yüklemesi; tam bu şarkının edebiyat kitaplarında ve yardımcı eserlerde her defasında yer alması, değişik törenlerde muntazam sahnede ezberden söylenmesini öngören devlet politikası geliştirildi. Yine bu şarkıya basın yayın organlarında devamlı önemli yer ayrılması; artık çok popüler olan metnin Penço Slaveykov gibi bir usta kalemiyle işlenmesi gibi bir faktörü dikkate almadan anlaşılamaz. (26) Ele aldığımız derleme eserine “Korova” köyünden Papaz Metodi Draginov’un sahte efsanesine de yer verilseydi, gerçekten bir sürpriz olurdu. Bu durumda Osmanlı kaynaklarının da gelişi güzel yorumlandığına tanık oluyoruz. İki önemli şey telkin ediliyor: Bir, “Bulgar halkının” suyunu kurutmayı amaçlayan art niyetli, merkezden yönetilen, iyi düşünülmüş bir “Osmanlı devlet politikası” olduğu kafaya sokulmak isteniyor. İkincisi de, bu politikanın Osmanlı devletinin kendisi tarafından planlanmış baskı ve terör şiddetiyle uygulandığıdır. Aslında, Petır Petrov bu ve daha sonra yayınlanan eserlerinde, sözüm ona “ Papaz Metodi Draginov’un Efsanesi” temelinde, 1666’da Çepin’de olmak üzere, Girit Adasını almak için yürütülen savaşta yani Osmanlı Venedik Savaşı döneminde, 1669’da Rodoplar’ın baştan sona yoksullaştığı ve sefilleştiğinde “Rodop Bulgarlarının” zor kullanarak İslamlaştırıldığı tezini kesin olarak kanıtlamaya çalışmıştır. Yine bu dönemde, tarih bilimciler ve politik iktidar arasında ve bu arada parti görevlileri arasında çok enteresan enerji akımı gerçekleşmektedir. 6 Mayıs 1964’te BKP MK “Propaganda ve Ajitasyon Şubesi” bir çalış tay yapmıştır. Bu toplantıda, tartışmalar esnasında, Petır Petrov BKP Smolyan (Paşmaklı) Parti İl Komitesi Birinci sekreteri Nikola Palagaçev’e hem sözde parti siyasetini “çarpıttığından” dolayı hem de “Bulgar Müslümanları” konusunda “liberalizm” eğilimi gösterdiğini ileri sürerek saldırıda bulunmuştur.(27) BKP MK İl Komitesi’nin Blagoevgrad (Yukarı Cuma) Geniş Oturumundan sonra “isim değiştirme işine hemen başlanması kararı” alınmıştır. Bu haber bütün ilin köy ve kasabalarında yıldırım hızıyla dağılmış, “Kornitsa”, “Breznitsa”, “Avramovo”, “Vılkovets”, “Yakuruda”, Ribnevo” ve diğer yerleşim yerlerinde karşı koyma hazırlıkları başlamıştır. “Ribnovo” (Ribne) köylüleri köyü abluka altına alıp yolları keserken gelen yabancıları taş ve sopayla kovalamışlardır. (28) Ne var ki, 1964 yılında Nikola Palagaçev’in izlediği siyaset üstün gelir ve “çarpık siyasi uygulamanın” önü alınabilmiş, zor kullanarak değiştirilen isimler yine iade edilmiştir. (29) Ne ki bu başarı geçicidir. Petır Petrov’un BKP MK “Propaganda ve Ajitasyon” Şubesine sözleşmeli yardımcı olarak atanması ve yeni ödevlerle görevlendirilmesi bir rastlantı değildir. (30)


Makale ve Analizler - 2019

121

Petrov’a “Rodoplar – Bulgar Kalesidir” kitabini bir daha basma ödevinden başka, 1964 yılında bir de “Loveç (Lovça) Bölgesinde Müslümanlaştırma” kitabını yazması ödevi de verildi. Bu kitap parti il merkezinde yayınlandı. Petrov bölgeye gönderildi, her şeyin merkezden yönetildiği ve yönlendirildiği anlaşıldı. (31) Bu eserde de, Bulgarları birer birer İslamlaştırılmayı hedefleyen Osmanlı İmparatorluğunun resmi politikası olduğu vs iddia edildi. Bu kitapta, Kuzey Bulgaristan’da Birinci ve İkinci kitlesel (!) Müslümanlaştırma politikası anlatılıyor. Pek tabii ki, “Müslümanlaştırma” politikasının sözde “şiddet kullanılarak” gerçekleştirildiğine vurgu yapılıyor. Hatta “İslam’ı kabul etmeyen köylerde nüfusun yediden yetmişe öldürüldüğü” yazıyor.(32) Bu kitapta, diğer eserlerinde olduğu gibi o “Gerçek Kesindir” gibi bir son bölüm yazmış ve yine dil, şarkılar ve halkın anlattıkları v.b. ile vatandaşı “Bulgar soy kökü” kanıtlanmaya çağırıyor. Bulgar biliminde, hele Rodopların geçmişine ilişkin, hele de Osmanlı İmparatorluğu çerçevesinde yerlilerin kaderiyle ilgili tartışmalar kızışırken, 1964 yılında, yukarıda işaret ettiğim, Anton Donçev’in “Ayrılık Zamanı” romanının ortaya çıkmasına değinmeden asla geçemem. Bu roman, halka sunulmadan önce, artık işaret ettiğim okuma kitabını kaleme alan (33) Petır Petrov ve Donyo Donev tarafınden “bilimsel” olarak değerlendirilmiştir. Yukarıda yazdığım üzere, Al. Hranova’nın ifade ettiğine göre, romana, biri sözüm ona “Tarih Notları” ve ikincisi de “Papaz Metodi Draginov’un Efsanesi” olmak üzere ,, XIX. Yüzyıldan 2 adet uydurma efsane aşılanmıştır. Uydurma öyküler roman kahramanlarının kendi aralarındaki konuşmalarda işlenmiştir. Papaz Metodi Draginov’un okuyanı kandırmak için üstlendiği sosyal rolü “Papaz Aligorko” ve adı Venetsialı olan Müslümanlaştırılan Fransız asilzade tarafından üstlenilmiştir. (34) Besbelli bu siyasetin içine çekilmiş olan, “Rodop Derlemesi” de belirli aralarla yeni baskı yapmaya başladı. Hristo Hristov, Petır Petrov ve Straşimir Dimitrov’un ortak redaktörlüğünde basılan 1965 baskısı büyük önem taşıyordu. “Bulgar Orta Çağlar hurafeleri” inde ilham alarak bölgedeki “Müslümanlaştırma” ile ilgili yazılan ve kitaba alınan yazılardan birisi P. Petrov’undur. (35) Biz burada P. Petrov’un tahmin edilebilen “bilimsel” kariyerinde sonuna kadar kullandığı yöntemleri burada art arda bulabiliriz. Bu yazı, kaynak olarak, içinde kesin olmayan pek çok şey olmasına karşın, başından sonuna sözüm ona “Metodi Draginov Saşmalığı”na dayandırılmıştır. Anılarında kendi yazısını değerlendiren P. Petrov yazıyor. “Korova” köyünden Metodi Draginov’un hurafesinin otantik karakterini ka-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nıtladı.” (36) Artık oluşturulmuş olan halk hikâyesi ayakta tutulabilmesi ya da kanıtlanması amacıyla ellerindeki az sayıda olan Osmanlı kaynaklarının inandırıcı olmayan yorumuyla yeniden yüzleşiyorlar. Petrov, “Korova” köyünde sözde hakikatten yaşamış olan, din görevlisi (Papaz) tarafından anlatılan olayın, olası 1666 – 1669 yılları arasında Çepinli vadisinde büyük bir olasılıkla gerçekten olduğunu, bu orta çağı söylencesinin de 1670 yılında anlatılmaya başlandığını, Müslümanlaştırmanın M. Draginov’un anlattığı şekilde olduğunu, Rodop Dağlarından asker sevkiyatı yapılmasına da neden olan, 1645 – 1669 yılları arasında yürütülen ama uzayıp giden Girit Adasının ele geçirilmek için verilen “kutsal savaşta” yıllarından şiddetlenen dinsel fanatizmle açıklıyor. P. Petrov’a göre, daha önceki yıllarda “zorla, gönüllü, tek tek, kitle halinde Müslümanlaştırmalar, esir almalar, sürgün etmeler, yeniçerilik vb” olmuştur. Bir profesyonel tarihçi olan P. Petrov’un tezini kanıtlarken kişisel konuşmaları delil olarak göstermesi ilginçtir. Örnek olarak şöyle yazıyor: “Orta Çağlardan gelen hikâyenin diline gelince, o Uyanış Çağındaki Yeni Bulgar dilini andırıyor. Bu Kilisede kullanılan İslav dilinden farklıdır. Günlük kullanılan Bulgar dilidir. O, burada delil olarak, ona kullanılan dilin XVII. Yüzyıldan sonraya ait olduğuna esas gerekçe olmadığını söyleyen, dil uzmanı Kiril Mirçev ile yaptığı bir söyleşiyi anlatıyor. (37) Bu derlemede, Straşimir Dimitrov’un Batı Rodoplar’da ve “Mesta” Karasu nehri boyunda İslamlaştırma süreçlerine ilişkin bir önemli yazısı da yer almıştır. (38) “İslam’ın dayatılmasında” teknoloji olarak silahlı ve baskıcı saldırılar kullanıldığı görüşü Bulgar tarihçiler arasından tamamen egemen iken, Straşimir Dimitrov ele aldığı bölgedeki İslamlaştırma sürecini – en genel hatlarda olsa da – uzun zamana yayılmış bir olay olarak anlatıyor. St. Dimitrov’un vardığı temel sonuç şudur: Bulgar nüfusa İslam’ı dayatma bir eylem, bir tek kitlesel kampanya olarak ele alınamaz. Bu, çok uzun süren, birkaç asır devam eden bir olaydır. İslam, bir sistem haline gelen kişisel vaatlerle ve kitlelere saldırılar uygulanarak, Çeç, Dospat, Nevrekop ovası köylerinden bir kısmı ve Razlog bölgesine baştan başa kabul ettirilmiştir.(39) Birçok tarihçi o yıllarda Bulgar tarih anlayışına dayatılan dogmatik yaklaşım ortamında, St. Dimitrov tarafından geliştirilen bu yaklaşımı onaylamışlardı. Onlar, şiddet uygulayarak kitlesel İslamlaştırma taraftarı olmayan tarihçilerdi. (40) Ne ki bu noktada da olaya daha gerçekçi ve derin bakarak sonuç çıkarılmalıdır.


Makale ve Analizler - 2019

123

Dimitrov, “İslamlaştırma”, “Hıristiyan kitlenin ruhen kırılması”, “İslamın zorla dayatılması” gibi kalıp kavramlar kullanıyor. O, konuya girerken, “Metodi Draginov’un halk hikayesinden girerek, Çepin, (Çangır Dere) Bulgarlarının tarihinden bu olayı şu da bu derece açıklığa kavuştururken olacak (41) konunun genişlediğini yazıyor. Bulgar arşivinde o dönem için pek bir şey olmasa da XVI. Yüzyıla iniyor. Dimitrov, bu yüzyılın Hıristiyan dini için bir facia olduğunu belirtiyor. (42) Daha sonraki yıllarda ortaya çıkarılan Osmanlı belgeleri böyle bir yıkımın olduğuna kanıtlar sunsa da, açık ve kaba kuvvet kullanılarak zorbalık işlendiğine hiçbir evrakta delil bulunamıyor. (43) O, XVI. Yüzyıla ilişkin kesin olmayan ev karalamalarına güvenerek şöyle yazıyor: Elde bulunan evraklar, Müslümanlaştırma alanının genişletilmesine veya bu köylerde Müslümanlaştırma işlerinin bitirildiğine ilişkin kesin sınırlara işaret etmediğinden dolayı, kronolojik tespitte bulunulmasına da olanak tanımıyor. Elimizdeki vesikalardan daha fazlasının ve daha sonraki yıllara ilişkin olan halk hikâyelerinin “Sultan Süleyman” adı ve etkinlikleriyle bağlantılı olduğunu gösterdiğinden dolayı, bu gibi olayların XVI. Yüzyılda Sultan Selimlerin 2 defa hükümdar olduğu devirde olabilmiş olacağı olasılığını güçlendiriyor. Dimitrov olayları XVI. Yüzyılda Hıristiyan nüfusun sayıca azalmasına bağlı görüyor. (44) Dayatılmış olan sert kaidelerin dışına çıkmamaya dikkat eden St. Dimitrov, yazısında zorlama eylemleri olasılığına işaret ederken, şöyle diyor: “Sunduğumuz metinden de görüldüğü gibi,çiziye vergisi ödeyen rayanın sayıca azalmış olmasını, iktidar “insanların ölmesi ya da başka bölgelere dağılmasıyla” açıklıyorlar. Fakat bu itirafın kusursuz ve tatmin edici olduğunu söyleyemeyiz.” (45) Bu açıklamaya devamla, 1660 yılından olan, “ölüm ve dağılma” nedeniyle çiziye veren hane sayısının azalmasıyla ilgili yayınlanan emirnameyle ilgili Dimitrov şu ilavede bulunuyor: “Nevrekop bölgesini daha ağır duruma iten başka bir, olağanüstü durum olabilir.” (46) O şunları da yazıyor: “Mora” Yarımadası savaşında, güneye, Selanik yönünde Filibe, Çangır Dere ve Razlog üzerinden “Mehmet Paşa” ve “Altı Paşa” seferleri, ve bu seferler esnasında Bulgarlığın ezilmesi vb. vb. vb. ile ilgili Metodi Draginov’un, Orta Çağlar tarihini anlatan seyyah Belyov ve başka okur yazar kişilerin değişik kayıt ve notlarından hafızalara sıkışan alıntılara istesek de istemesek de yine rastlıyoruz. Onların zaman diziminin derin eleştiren incelenmesi adı geçen kayıtlara geri dönmemizi gerektirmiyor, fakat onun “Batı Rodoplar’da Bulgar nüfusun “bölgeden kaçarak dağılma ve başlıca da Müslümanlaştırma sebebiyle” “sefilleştiği” iddiasını görmezden gelemeyiz.(47) Olaylara ayrıntılı analiz getirmese ve bu delilleri kullanmasa da Straşimir Dimitrov, özgün bir yaklaşımla bazı konulara değiyor ki,


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bunlar rejim tarafından olduğu gibi, meslektaşlarınca da kullanılabilir. O, 1999 yılında, meslektaşları önünde dobro dobro konuşurken “bunların hepsi uydurma metinlerdir” dedi ve “Metodi Mraginov’un Orta çağlar hikâyesi” ise “baştan sonagüzel bir yalandır” diye vurgu yaptı. (48) Kamuoyu tarafından yanlış kavrama ile yüzleşme olmadığını sadece Straşimir Dimitrov’un eserlerinde izlemiyoruz. Osmanlı devrinde Çepin (Çangır Dere) nüfusunun statüsü ile ilgili Bayan Vera Mutafçieva’nın yayınlanan makalelerinde de aynı inceliklere rastlıyoruz. (49) Onun yazısı, Bayan tarihçinin statüko pençesinden zekice sıyrılma denemesi ve dolaylı yollardan statükonun temel tezlerinin mezarını kazmak olarak da değerlendirilebilir. Orta Çapların halk hikâyelerinden derme çatma alıntıların doğruluğuna göz kırpan bir alaylı bakış da dikkatten kaçmıyor. Mutavçieva Çepin köylerinin vakıf statüsünde olduğu görüşünü savunuyor. Açık oturum tartışmaları, önceden belirlenmiş amaçlı Osmanlı siyasetinin bir uygulaması olan, mitolojik olasılıklar ortamında zaman dizim hikâyelerinin güvenilir kaynak (50) olup olmadığına yönelmiyor. Bu yaklaşımla, resmi tezi kabul etmeyen ve hafiften onun altını oyan Bayan Mustafçieva, kendini güvenceye alan hareketlere bağlı kalıyor. O, Çepen vadisi köylerinin vakıf statüsü olduğunu ve bu yöredeki vakıf mülklerinin çok olmasının bölge halkı arasında İslam’ın yayılmasına yol açtığını savunarak, Çepen’de ve genel olarak bütün Rodoplar’da İslamlaştırmayı gerçekleştirme usulü ve süreciyle ilgili oluşturulan tasavvura yedek tutumlu kaldı. Özel olarak, burada da her hangi bir biçimde cephe saldırısı olmadı ve “gerçek” mesaj, gerçek tarihçilerden geniş bir çevrenin bile katılmadığı, dikkate alınmayacak kadar çok küçük bir gruptan geldiğini anlamak zor değildir.


Makale ve Analizler - 2019

125

Güya “Yeniden Doğuş/Soya Dönüş” Adlı Asimilasyon (3)

Tarih: 24 Temmuz 2019 Yazan: Stefan DEÇEV / “Kultura” (Kültür) gazetesi/ Sofya, Bulgaristan, yayın tarihi 23.07.2019 Tercüme: BGSAM Konu: Sahtelikler, tarih bilim, zulüm ve bilimdeki “ayrılık” zamanları üstüne. Güya “Yeniden Doğuş/Soya Dönüş” Adlı Asimilasyon Projesine Kadar Bulgar Tarih Bilim (1) /3/ BKP MK “Propaganda ve Ajitasyon” Şubesinden (51) sipariş edilen Petır Petrov’un “Asırlar İçinde Rodoplar” başlıklı “Tarih Ders Kitabı” 1966 ‘da yeniden basıldı. (52) Kitaba, İslamlaştırma konusunda buraya kadar gördüğümüz ve yerleşmiş olan genel telkinlerle doldurulmuştu. Bu esere, bazı evraklar, şarkılar, efsaneler, halk öyküleri ve edebiyat eserlerinden bazı alıntılar katılmıştı. Petrov’un mesajlarına belirleyici ruhu katmak için seçilen ev kaynaklı şüpheli evrakların hepsi de katılmıştı. Bu bilimsel ve sahte literatüre başka yayınlar da katıldı. 1969’da çıkan “Rodop Bulgarlarının Halk ve Yaşam Topluluğu” eserinde, etnograf ve folklor uzmanı olan yazarlar, Osmanlı döneminde baskı ve başka her çareye başvurarak Müslümanlaştırılan, büyük bir grup Bulgar’la görüşmüştür. Burada söz konusu olan, 1960 ve 1962 yıllarında “özel parti ödeviyle” alan çalışması yapılarak “komple ödevlerin peşinde çalışıldığı” ortaya çıkmıştır. (53) Yıllar önce Bojidar Aleksiev tarafından işaret edilen şemalarda kalmak koşuluyla, sözlü halk yaratıcılığı kurallarına bağlı kalarak, olmuş olayları aynı tarafsızlıkla, ayrıntılara ve sulandırıp şekillendirmeye girmeden anlatılan eserlere, birçok söylence de katılmıştır. (54) Yukarıda sıraladığımız eserlerden hiç biri tarih loncası temsilcilerine eleştirel bir ön okuma için sunulmadı. Tarihçiler heyetinden bazı başka isimler de Petır Petrov projesine katılsa da, Osmanlı devletinin merkezden yönettiği baskı uygulayarak İslamlaştırma politikası ve Rodop ahalisinin kitlesel bir şekilde İslam’a döndürülmesi gibi zorla gerçekleştirilen bir olaya ilişkin eleştirel yayınlar ve bu mitten uzak kalma olanağı tanınmadı. Yanlış anlaşılan meslek dayanışması ve bilim enstitülerinin hiyerarşik yapısı, bu anlatımın ulusun ortak bilincini de bilgilendirdiğini de umut ederek, her şeyin etkili olduğu fikrindeyim. Her birimiz P. Petrov ve bazı başka tarihçi-


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ler gibi bağlanmış olmasak da, “Türk esareti”, “Zorla Müslümanlaştırma” ve “Türkleştirme” hikâyelerinde açık büyük bir çatışmadan söz bile etmeden, ilkesel temelde başka bir çatışma olduğuna işaret edebilmem de olanaksızdır. Petır Petrov gibi “sahte tarihçilerden“ gayrı ciddi olmak üzere alıntılar kullanan” sözde “farklı düşünenler” oldu. Onlara, rejimin uyguladığı veya yakın gelecekte uygulamaya hazırlandığı politikanın ideologları veya propagandacısı olarak değil, gerçek profesyonel tarihçiler olarak bakılıyordu. Osmanlı yönetimi tarafından örgütlenen, “Zorla Müslümanlaştırma” gibi bir defalık kitle eylemi ile ilgili tasavvur da analiz edilip eleştirilmedi. Aynı görüş, zaman bilimin en hikâyelerinin kaynağının değerine de ilişkin değildir. P. Petrov ve ötekilerin bu kaynaklara başvurduğu gibi, “farklı düşünenler” bunu yapmasalar da, onlar aynı zamanda kullanılan kaynakların otantikliği ve güvenilirliği konusunu da açmadılar. Üstelik. Bu “farklı düşünenlerden” bazıları hatta iktidar yanlısı sözde tarihçiler bu kitapların editörlüğünü yaptı. Dahası da var. Yıllardan sonra Bayan M. Todorova, P. Petrov’u 1980’li yıllarda isim değiştirme kampanyası ile tutkuyla, direk olarak bağlı olan az sayıdaki profesyonel tarihçiler biri ve (Papaz Metodi Draginov’un) (55) Orta Çağ tarih notlarının uzun yıllardan beri yaygınlaştırıcısı olduğunu belirtmiştir. Yıllardan sonra tarihçi Bojidar Dimitrov da tarih olaylarına karşı aynı yaklaşımı sergilemiştir. (56) Aramızda ayrıntılarda zıtlaşma var. Bu, profesyonel temelde ilkesel bir ayrılık ve derin değer çatışması değildir. Politika ve “bilim” birlikte kalıyor. Her defasında tam tersi oluyor. 21 Kasım 1957’de BKP MK Politik Bürosunun çok önemli bir toplantısı yapıldı. Pomakların isimlerinin değiştirilmesi kampanyasından memnun olunmadığı ifade edildi. (57) 25 Şubat 1969’da BKP MK Politik Bürosu “etnik farklılıkları aşmanın doğal sürecini hızlandırmak” için özel karar aldı. Bu karardan sonra, Türk gazeteleri ve tiyatroları kapandı, Türk dilinde kitap basımı durduruldu ve yasaklandı, Türk dilinin anadil olarak okutulmasının sınırlandırılması ve git gide tamamen yasaklanması önlemleri alındı. Bunlardan başka bu kararda şu görüşlere de yer verilmiştir: Parti ve devlerin pratik etkinliklerini desteklemek amaçlı Etnografya, Tarih ve Sosyolojik Enstitüleri bilimsel araştırmalar gerçekleştirmelidir.(58) 1970 yılının Temmuz ayında BKP MK’si “Pomakların” hepsinin isimlerinin değiştirilmesi kararı aldı. (59) Bu tarihsel bir karardı. Bu kararın gerçekleştirilmesiyle ilgili tarihçi Petır Petrov ve grubu yıllardan beri ça-


Makale ve Analizler - 2019

127

lışıyordu. (60) Bu kararın gerçekleştirilmesi amacıyla acil önlemler alındı. İktidarın birçok yerleşim yerinde baskı uygulaması sonucu 1972 ve 1973 yıllarında köyler savaştan çıkmış gibiydi. Madan, Rudozem, Yakuruda, Dospat, Barutin, Slaşten, Breznitsa, Kornitsa ve Lıjnitsa (61) yerleşim yerlerinde asimilasyon kampanyasında baskı ve terör uygulandı, şehitler düştü. 1971 yılında Korova köyünün adı da değiştirildi ve Draginovo oldu. 1960 ve 1970 yıllarında parti kararlarından bilimin etkinliklerine devam ettiği, hatta bu siyaseten direk bağımlı olan profesyonel tarihçilerin etki alanı genişledi, zamanın önde gelen saygın tarihçileri de etkinliklere kazanıldı. İsim değiştirme esnasında alan etkinliklerine, tanıdığımız tarihçi Petır Petrov’la birlikte, Dimitır Kosev ve Evlogi Bujaşki gibi tarihçiler de katıldılar. 1972 yılında Hristo Gandev’in “XV. Yüzyılda Bulgar Halkı” başlıklı kitabının çıkmasıyla oldukça geniş bir tarihçi çevresinin bu siyasete bağlandığı ortaya çıkardı. Gandev şunları yazıyor: “Biz burada bir tarihçiden söz ediyoruz, Bulgar tarihçiliğinin sonu 1940’lı yıllarda noktalanmış olsaydı, o en ferah olanlarda biri olacaktı. Fakat şimdi o da partinin Pomakların zorla asimile edilmesi politikası esaslandırılmasına inançla yardımda bulunacaktı.” Gandev eserinde, “Bulgar halkı üzerinde deforme edici süreçlerin geliştiğinden”, “halkın nüfus bileşiminin büyük bir kısmının kaybedildiğinden”, “Bulgar vatandaşlarının İslamlaştırılmasından”, “Türkleştirmeden”, “zorla Müslümanlaştırmaktan” söz ediyor. (62) Onun çıkardığı ana sonuç şudur: “Bulgar şehirlerindeki Türk vatandaşların dörtte üçü ve olası Türk köylülerinin de dörtte biri Bulgar halk soyundandır.” (63) Dahası da var: Kuzey Doğu Bulgaristan’da Türkleştirilmiş Bulgar nüfus yerli Türklerin en önemli etnik çizgilerindeki ana renkleri vermiştir.(64) Gandev, Osmanlı istilası gerçekleşirken öldürülen ve “esaretin” birinci yıllarından topraklarından kovulan Bulgarların toplam sayısının 680 000 (65) olduğunu yazıyor. Onun iddia ettiğine göre, bu Bulgarlar bir asırdan fazla bir sürede kaybedilmiştir. (66) O, bu nedenle, “Bulgar halkının demografik kaza yaşadığını” ve bunun sonunda “Bulgar halkının biyolojik olarak kendine içine çektiği” (67) iddiasında bulundu. Bu sonuçlar Akedemik Nikolay Todorov’un Balkan şehrinde “demografik dayanıklılık”(68) olduğu savına rağmen yapıldı. Beliren eleştirilere rağmen, “demografik bunalım” ve “biyolojik kollaps” tezi, politik iktidarlar, kolektif var olan durum tarafından gönül huşluğuyla karşılanacak ve hazırlanmakta olan “çok ciltli” tarihte Gandev’e geniş yer koruyacaktır.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İlk baskısının çıktığı zaman, Hristo Gandev’in kitabı, bilinen Bulgar Osmanlıkçıları tarafından iyi karşılanmamış olsa da, günlük basında tarihçinin sonuçlarına katılan Bistra Tsvetkova tarafından desteklendi. (69) Tsvetkova kendinden memnun tarihçiyi övdü. Tarihçinin belirttiği 2 500 insansızlaşmış köyü ve 560 000 kişinin öldüğünü yineledi, “işgal esnasında köy ve şehirlerde 680 000 kişinin hayatından olduğunu”, “dehşetli yıkımı” ve “demografik çöküşü” yineleyerek anımsattı. (70) Gandev tarafından teklif edilen yöntem bilime ve elde edilen sonuçlara ilk itirazlar hemen beliriyor. “İstoriçeski Pregled” gazetesi sayfalarında önce kıdemli Osmanlı tarihi uzmanı Vera Mutafçieva eleştirel bir değerlendirmeyle çıktı. (71) Bayan Mutafçieva, istatistik vesikaların hepsinin ve tam olarak değerlendirildiğinden şüphe ettiğini, dolayısıyla sonuçların inanılır olmadığını söyledi. Tarihçi Mutafçieva, kesin ve kesin olmayan yöntemlerin birbirine karıştırıldığına, gelişi güzel karşılaştırmalarda bulunulduğuna ve nüfusun azalmasına ilişkin hissedilir, hatta bazı yerlerde neredeyse felaket düzeyde azalma olduğunu ve neticede “üreme vakumu” oluştuğuna ilişki delilen dirilememiş sonuçlara işaret etti. Üstelik bayan tarihçi şu sonuca da vardı: Yazarın, eğer eldeki malzemeyi art niyetli kullanmadıysa, aşırı bir tez olan, XV. yüzyılda Bulgaristan’ın “Bulgarsızlaştırıldığı” , “üretim vakumu” yaşandığı, “halkımızın biyolojik olarak kendi içine çekildiği” ve öncelikle bu olayların “sonraki asırların hepsinde” toptan gelişmemiz üzerindeki etkileri üzerinde ısrarda bulunacağına inanmıyorum. (72) Dolayısıyla Mutahçieva’nın kesin eleştirisi bir tek kullanılan malzemenin eksikliği yönünde değil, delillerin ön yargılı ve amaca yönelik olarak kullanılmasına ilişkindir. Kısa bir süre sonra o yıllarda çıkan diğer tarih dergisi “Vekove” (Asırlar) sayfalarında, bu defa Straşimir Dimitrov tarafından hazırlanan ikinci bir eleştiri yazısı çıktı. (73) Dimitrov, Gandev’in o devirde Bulgarların sayıca neredeyse yarı yarıya azaldığı tezine değindi. O, Gandev’in, mezraların insansız kalmış eski Bulgar köyleri olduğu, artı Türk ismi olan yerleşim merkezlerinin, eski ve yıkılmış olduğu iddialarına saldırdı. Dimitrov, Ganev’in entelektüel yapısında baştan sona bu birkaç evlik kırsal yerleşim yerlerinin köşe taşı durumunda olduğuna ve “Bulgar halkından” 560 000 kişinin tam da burada kıyıldığı savına işaret ediyor. Mezraların, iflas etmiş ve Bulgarsız kalmış yaygın yerleşim yerleri olduğu iddiası da Dimitrov tarafından kabul edilmiyor. (74) Ona göre, o devirdeki ancak el kol emeğine dayanan çiftçilik, daimi ahalisi olmayan ama gelir sağlayan yeni yeni mezraların belirmesine temel olmuştur. Bu yerleşim yerleri arasında terk edil-


Makale ve Analizler - 2019

129

miş yerleşim yerleri var olsa da, belirleyici olan onlar değildir. Gandev’ten farklı olarak, Dimitrov’a göre, bu, o insanların öldürüldüğü ya da “esarete” götürüldüğü anlamına gelmez ve bundan dolayı XV. asırda “Bulgar milleti” arasında büyük kayıplar yaşandığına bir delil olarak gösterilemez. Dimitrov’un, çıkış görüşü gibi, sonunda gösterilen rakamlı sonuçların da asla kabul edilemez olduğu görüşü kesindir. (75) Kullandığı öz kaynaklarından dolayı Mutafçieva ve Str. Dimitrov tarafından tezleri çürütülen Hr. Gandev, bu iki eleştiriye kinli öfkeyle yanıt verdi. Kişisel küskünlüğünü gizlemeyen Gandev, 2 silahla yeni saldırıda bulundu: Önce yazdıklarının, “Marksist Leninist teoriye” göre ideolojik bakımdan doğru olduğunu belirtti. İkinci olarak da, Osmanlı imparatorluğunu en olumsuz renklerde göstermeyi de içine alan, yurtseverlik anlayışını sergiledi. Bayan Mutafçieva’ya yanıt gecikmedi.(76) Mutavçieva’nın “Türk burjuva tarihçilerinin” (işaret edilenler günümüzde de Osmanlı tarihi konusunda saygı değer bilim adamlarıdır) tepkilerini ele aldığına, bunların doğru olmadığını, çünkü Gandev’in “yapıtının Marksçı-Leninci metodolojiye yani teorik temellere dayandırılarak bina edildiğini” iddia ederek o ilk kemer altı darbelerini vurmaya çalıştı.(77) “Daha sonra tartışmalı olan “Bulgar halkıyla ilgili sosyal, politik ve kültürel kolektif” anlayışını açıklayan Gandev, (78) “istilacının şerefli adını savunurken, bir yüzyılı ısrarla “unutuyor” yine kemer altı yeni darbesini de indiriyor. (79) Saldırı dili ve kullanılan ifadeler açısından şu satırlar da ilgi çekicidir. Gandev şunları yazıyor: şehirlerin Bulgar nüfusuz kalması sorununun bir kenara itilmesi, saldırı tatbikatı yapıldığını kendiliğinden gösterir.(8) Yanıtının devamında yöntem bilim ve kaynaklarından dolayı eleştiriye uğrayan tarihçinin, çareyi “Mustafçieva mantıktan ve Lenin’in eserlerinden beyhude vaz geçiyor” iddiasında bulunurken, Vladimir İliç Lenin’e sarılması ilginçtir.(81) Aynı ruhta kaleme alınan birkaç satır ötede, Gandev, Mutafçieva’nın bu somut savunu ile ilgili Fr. Engels’in klasik eserinden, şiddetin tarihteki rolü üstüne görüşlere ışık tutmasının çok daha iyi olacağını belirtmesi de ilgi çekmiştir. (82) Gandev saçmalıklarını savunma yazısının sonunda bir mahşer tablosu çizmekte ve Osmanlı imparatorluğunu savunan karşı tarafın “bir sınıfsal bir gerçeklilik”(83) formülüyle her şeyi aynı renkte boyamak istemektedir. (oysa yukarıda kendisinin Marksçı-Leninci konumdan karşı görüşü temsil eden bayanın ise burjuva görüşlerini savunduğunu iddia ediyordu.) Gandev savunmasının sonunda yine serttir: “Mutafçieva, Türklerin Bulgaristan’a girmesini, Bulgar halkına demografik olarak zarar vermem, barışçı bir se-


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

fer gibi göstermeye çalışıyor…”(84) Bu nedenle alandaki güçleri hiç eşit olmayan bir çarpıma, bir tarafta Marksçılık – Lenincilik ve “istilacı” ve “Türk esareti”, öte yanda ise, geçen yüzyılın 70’li yıllarındaki sonuçları önceden belli feci durum.(84) Daha uzun bir zaman ve daha etraflı görülen hazırlıklardan ve yapılan yoklama ve karşılaştırmalardan sonra Gandev, Srt. Dimitrov’un “Vekove” (85) dergisindeki yazısına da cevap verdi. Daha yazısının başında o, karşıt görüş savunanın, ancak mezralara yoğunlaştığını ve “Bulgar halkının toplu zararını az gösterebilmek için” sayılarını asgari düzeyde gösterdiğini anlatmıştı. Bu yazıda da sanki bir milli ihanete işaret edilmiştir. “Bu eleştirel değerlendirmede halkın kayıpları güzel örnekler ardında gizlenmiştir diyen Gandev, dolaylı yollardan olmak üzere (Hr. Gandev) köy ve şehirlerde Hıristiyan nüfusun Müslümanlaştırılması ve İslamlaştırılması, kesin göçlerden doğan kayıplar reddedilmiştir.” (86) XV. asırda yapılan askeri seferler esnasında sebebiyet verilen kayıpların tespiti çalışmalarının hangi yönde devam etmesine işaret ederken o şunları vurguladı: “Bu, Bulgar Osmanlı dönemi tarihçilerinin mili tarihimize olan, ama henüz yerine getirilmemiş, bir boyun borcudur.”(87) Aslında Gandev’in sunduğu yanıt, Bulgar tarih biliminin bir bütün olarak temel problemlerini kesin olarak ortaya koymuştur. Osmanlıların gelmesinden önce ve hemen sonra bugünkü Bulgaristan topraklarında yaşayan Bulgar nüfus 1 milyon kişi imiş ve 5 asır sonra bu nüfus 3 veya 3.5 milyon kişiden daha az değilse, “esaret” döneminde nüfusun 3 hatta 3.5 defa çoğalmasını nasıl anlatıp yorumlamalıyız? (88) Bu konuda Gandev şu soruyu yöneltiyor: Eğer Bulgar nüfus 1490 yılında 890 000 kişi imişse, yukarıdaki rakamlara erişebilmek için, daha önceki dönemde Bulgar nüfus kaç kişiydi? Yeniçağın III yüzyılında Bulgar topraklarında toplam sayısı 800 000 – 1 000 000 olan, Traklar ve başka nüfus yaşıyordu. Sofya’da 1970’te çıkan ”Eski Trakya’nın Demografik ve Sosyal Yapısı” eserinde Doç. Fol, (İstatistik ve durumun modeli başlıklı ikinci bölüm, sayfa 102 – 126) bu rakamları kabul etmiştir. Bu tespiti yapan Gandev, şu soruyu soruyor: “Eğer III. Asırda Bulgar topraklarında 800 000 – 1 000 000 kişi yaşamışsa,12 asır sonra (XV. yüzyılda) nüfusun miktarı aynı olabilir mi? (Hr. Gandev). Savaş kayıpları, bulaşıcı hastalıklar, kıtlık ve yüksek ölüm oranı gibi nüfus çoğalmasını engelleyen sebepler de olsa bile, 12 asırda bu nüfusun en az 2 kat artmaması imkânsız görünüyor. Avrupa istatistiklerinin de doğruladığı üzere, Eski Çağlardan XI. yüzyıla kadar, eski kıta ülkelerinin hepsinde nüfus artışı kaydedilmiştir. (89) Gandev bu sorulara basit yanıt arıyor. “Bulgar halkı”


Makale ve Analizler - 2019

131

bir kırım yaşamamış olsaydı XV. ve XVI. Yüzyıllarda 1490 yılında % 100 ya da % 150 artacağına neden yine 890 000 kişidir? Bu noktadan çıkarak Gandev şu kesin ve yorum götürmez sonuca varmıştır: “Bulgar halkı 1 570 000 kişi olmuş, ne ki 860 000 kişi kayıplara karışmıştır ve “benim tespit ettiğim kayıplara eşit bir rakamdır.” (90) Şu da var: 1500 yılında bütün Osmanlı imparatorluğunun toplam nüfusu 7 825 000 kişidir.”(91) Bir süre sonra Rumen Kovaçev yeni kaynaklar buldu ve günümüz Bulgar Topraklarındaki yerleşim yeri ve demografik yapının XX. Yüzyılın 70.’li yıllarında Hr. Gandev tarafından çizilen mahşer tablosundan çok farklı olduğuna işarettir. XV. yüzyılın 80’li yıllarındaki demografik durum bile, Şişman Bulgaristan’ı zamanını anımsatıyor. Bu bakıma Kovaçev’in çıkardığı sonuçlar Gandev’in “demografik kollaps” (nüfus çöküntüsü) (92) kuramına ters düşüyor. Yıllardan sonra Evgeni Raduşev’in de belirttiği gibi, Gandev savlarına karşı esaslı ve kesin eleştiriye rağmen, T. Jivkov rejiminin o zamanki politik gerçekleri, “Gandev kuramının toplum bilincine telkin edilmesine engel olamadı.”(93) Gandev’in meslektaşlarından, gerek eski kuşaktan (D. Kösev ve Hr. Hristov) olduğu gibi, tam da o zaman konumlanmaya çalışan ve iktidara uzanan daha genç kuşaktan (Nikolay Gençev, İlço Dimitrov, Vasil Güzelev, Konstantin Kosev vb) aynı yönde görüş beyan ettiklerini ilave etmek isterim. Petır Petrov’un kişisel bağlılığından kat kat ötede olan kesin bir tutumla, hiçbir zaman resmen açıklanmayan bir görüş üzerinde aralarında uzlaşı sağlayarak, bu tarihçilerin hepsi Gandev’ten yana çıktı. Dahası da var. “Zorla Müslümanlaştırma” ve Sofya Üniversitesi Tarih Fakültesinde XX. Yüzyılın 70’li yıllarında Orta Çağ efsanelerinin ve folkloru kaynak olarak kullanma izni bi rastlantı sayılmamalıdır. Diploma tezleri bu kaynaklar kullanılarak yazıldı. Bu yapıtlarda folklor ve kulaktan işitme ve uydurmaların tek kaynak olduğu da biliniyor. 1970 ve 1974 yılları arasında Üniversite Fakülte Konseyi’nin özel bir kararıyla Petır Petrov “Türk İstilacıların XV-XVIII yüzyıllarda Asimilasyon Politikası”(94) başlıklı özel konferanslar vermiştir. Akıllardan silinmeyen 1972 yılında Petır Petrov’un daha önce çıkan “Asimilasyon Politikası” eserinin genişletilmiş şekli olan “Zorbalığın İzinden” kitabı çıktı. “Müslümanlaştırma ve Türkleştirme Belgeleri” adlı alt başlığı dikkat çekicidir. (95) Daha önceki kitaplarına aldığı belgeleri sadece “Balkancı Yovo” şarkısı ruhunda yorumlarken, şarkıdan sonra yer alan ve pek çok Müslüman’ın Bulgar kökenli olduğuna ilişkin Mithat Paşa’nın bilinen sözleri yeni kitapta ayrıca yorumlanmıştır. Osmanlı imparatorluğu ile ilgili kullanılan kalıp yargıların (stereotip) daha fazlası yabancıdır. 1515 yı-


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lında Sultan Selim yönetiminde bir ünlü hikâyede yer alan “Bulgaristan’ın Batışı” haberini Petrov “İnsanların İlk Yığınsal Türkleştirilmesi” haberini başa koymuş. (97) Çok bir kaynaktan delilerle, olacak olmayacak konularda yorum yapılmasının yasaklaması ve halk söylevleri kaynakları kullanarak ikinci hayali yığınsal Müslümanlaştırmayı anlatmaya çalışmıştır. Kullanılan kaynaklardan birisi 1669’da 51 köyden ciziye vergi kütüğüdür. İkinci kaynak ise, bu dünyada hiçbir zaman yaşamamış olan Papaz Metodi Draginov tarafından anlatılan, 1669’da “İkinci Müslümanlaştırma” esnasında hayal edilen şiddettir. Ümüncü kaynak ise, sözde 1669 olaylarını anlatan 1671 tarihli Osmanli belgesi olup başlığı da “İkinci Yığınsal Müslümanlaştırmadan Sonra Nevrekop” köyleridir. (98) Devam edecek. Başlıkta “Ayrılık Zamanı” filminden bir sahne kullanılmıştır. Kaynaklar: [1] Захариев, Ст. Географико-историко-статистическо описание на Tатарпазарджишката кааза, Виена, 1870, с. 67–68. [2] Zelijazkova, An. „The Problem of the Authenticity of Some Domestic Sources on the Islamization of the Rhodopes, Deeply Rooted in Bulgarian Historiography“, Etudes Balkaniques, vol. 4, 1990, pp. 105–111. Вж. също Желязкова, Ан. Проблемът за достоверността на някои домашни извори, трайно залегнали в българската историография – Социологически преглед, 1990, кн.3, с. 63–77. Или вж. Желязкова, Ан. Проблемът за достоверността на някои домашни извори, трайно залегнали в българската историография –Либерален преглед, 13 юни 2015. [3] Тодорова, М. Лична, колективна и професионална памет: Ислямизацията като мотив в българската историография, литература и кино – Критика и хуманизъм, 2001, бр.3, с.11. [4] Поптодоров, Ан. Из миналото на Родопа (Исторически бележки за потурчването на родопските българи) – Родопски преглед, 1931, кн. 1–2, с. 11–15. [5] Хранова, Ал., Историография и литература. т. II, София: Просвета, 2011, с.522. [6] Кодов, Хр., Опис на славянските ръкописи в библиотеката на Българската академия на науките, С., БАН, 1969, с. 256–258. [7] Вж. подр. Желязкова, Ан. Проблемът за достоверността на някои домашни извори, трайно залегнали в българската историография – Либерален преглед, 13 юни 2015. [8] Тодорова, Цит. съч, с.13. [9] Келбечева, Ев. Как митовете раждат фалшификации – История, митология, политика. С., УИ „Св. Кл. Охридски, 2010., с. 117–136. [10] Geary, P., Klaniczay, G., Manufacturing Middle Ages. Entangled History of Medievalism in nineteenth-century Europe, Joep Leersen Series “National Cultivation of Culture”. Leiden: Brill, 2013. [11] Geary, P., Klaniczay, G., Manufacturing a Past for the Present. Forgery and Authenticity in Medievalist Texts and Objects in Nineteenth Century Europe. Leiden: Brill, 2014.


Makale ve Analizler - 2019

133

[12] Geary, P., Klaniczay, G., Forgery and Authenticity, pp. XXII–XXIII [13] Литературата е голяма, но е достатъчно да се споменат напр. Дечев, В. Миналото на Чепеларе кн.1, София: Гладстон, 1928, с. 54–55; Шишков, Ст. Българомохамеданите (помаци). Пловдив: Търг. печатница, 1936. [14] Иванова, Eвг. Отхвърлените приобщени, или процесът наречен „възродителен“ (1912-1989), София: Институт по източноевропейска хуманитаристика, 2002, с.69. [15] Ишпеков, Фаик, Петров, Петър, Донев, Доньо. Родопа – българска твърдина. Учебно помагало. София: БКП, 1961. [16] Петров, П. Когато един живот не стига. Спомени. София: Пропелер, 2012, с.166. [17] История на България, т. 1, София: Наука и изкуство, 1961, с.241. [18] Пак там, с.268 и сл. [19] Пак там, с.268. [20] Пак там, с. 267–68. [21] Пак там, с.268. [22] Пак там, с.269 и сл. [23] Иванова, Цит. съч., 71–72. [24] Петров, П. (съст. и ред.) Асимилаторската политика на турските завоеватели. Сборник от документи за помохамеданчвания и потурчвания XV-XIX в. София: БКП, 1962. [25] Петров, П. (съст. и ред.) Асимилаторската политика на турските завоеватели: Сборник от документи за помохамеданчвания и потурчвания XV-XIX в. 2-ро преработено и допълнено издание. София: БКП, 1964. [26] Вж. Аретов, Н. Песни за народа и песни за душата. Предпочитания и целенасочени употреби от идеолозите на българския национализъм – Ст. Дечев (ред.) В търсене на българското: Мрежи на национална интимност XIX-XXI в. София: Институт за изследване на изкуствата, с. 133–134. [27] Иванова, Цит. съч, с.74. [28] Пак там, с.81. [29] Пак там, с.92. [30] Петров, Когато един живот, с.178. [31] Пак там, с.178 [32] Иванова, Цит. съч., с.25. [33] Петров, Когато един живот, с.172. [34] Хранова, Цит. съч, с.526. [35] Петров, П. Българските летописни сведения за помохамеданчването в Чепино –Родопски сборник, т. 1, 1965, с. 11–40. [36] Петров, Когато един живот, с.179. [37] Петров, Български летописни сведения, 1965, с.15. [38] Димитров, Стр. Демографски отношения и проникване на исляма в Западните Родопи и по долината на Места XV-XVII в. – Родопски сборник, т. 1, 1965, с. 63–114. [39] Димитров, Цит. съч, с.109. [40] Тодорова, Цит. съч, с.20 [41] Димитров, Цит. съч, 1965, с.63.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

[42] Пак там, с.98. [43] Пак там, с.99. [44] Пак там, с.99. [45] Пак там, с.103. [46] Пак там, с.103. [47] Пак там, с.103. [48] Димитров, Стр. Ще имаме ли научни позиции по проблемите на ислямизацията и съдбите на българите мохамедани, Rhodopica, 1999, кн.1, с.143. [49] Мутафчиева, В. Към въпроса за статута на българското население в Чепинско под османска власт – Родопски сборник, 1965, т. 1, с. 115–127. [50] Пак там, с.123. [51] Петров, Когато един живот, с.182. [52] Петров, П. Родопите през вековете. Историческа христоматия. София: БКП, 1966. [53] Велева, М. и др. Народностна и битова общност на родопските българи. Сборник от статии. София: БАН, 1969, 5. [54] Алексиев, Б., Родопското население в българската хуманитаристика. – В: Мюсюлманските общности на Балканите и в България. С., МЦПМКВ, 1997, с.82. [55] Тодорова, Цит. съч, с.15. [56] Дечев, Ст. Защо го имаше феномена „проф. Божидар Димитров“? – Маргиналия, 19.10.2018 [57] Иванова, Цит. съч., с.87. [58] Пак там, с.89. [59] Пак там, 90, 95. [60] Петров, Когато един живот, с. 176–177. [61] Иванова, Цит. съч., с. 105–106, 108–109, с.112 и сл.; Груев, М., Кальонски, Ал. Възродителният процес: мюсюлманските общности и комунистическия режим. София: Сиела, 2008, с.71, 76, 81–83. [62] Гандев, Хр. Българската народност през XV в. Демографско и етнографско изследване. София: Наука и изкуство, 1972, с. 161–163. [63] Пак там, с.163. [64] Пак там, с.167. [65] Пак там, с.100. [66] Пак там, с.129. [67] Пак там, с.129. [68] Тодоров, Н. Балканският град XV-XIX.Социално-икономическо и демографско развитие. София: Наука и изкуство, 1972. [69] Цветкова, Б. „Нов принос в изследванията за съдбата на българската народност през 15 в. – Отечествен фронт, бр.8868, 17 април 1973. [70] Пак там, с.4 [71] Мутафчиева, В. За точните методи в областта на историческата демография. Някои бележки върху методиката на две нови монографии. – Исторически преглед, 1973, кн.4, с. 134–141. [72] Пак там, с.140.


Makale ve Analizler - 2019

135

[73] Димитров, Стр. Мезрите и демографския колапс на българската народност през XV век – Векове, 1973, кн.6, с. 50–65. [74] Пак там, с.64. [75] Пак там, с.65 [76] Гандев, Хр. Върху методическите въпроси свързани с книгата „Българската народност през 15 в.“ – Исторически преглед, 1973, кн.6, с. 91–102. [77] Пак там, с.91. [78] Пак там, с.93. [79] Пак там, с.94. [80] Пак там, с.95. [81] Пак там, с.97 [82] Пак там, с.98. [83] Пак там, с.97. [84] Пак там, с.102. [85] Гандев, Хр. Теорията и изследователската практика в историческата демография – Векове, кн.1, 1975, с. 56–67. [86] Пак там, с.56 [87] Пак там, с.67. [88] Според скорошно изследване имаме нарастване от около 1,4 милиона души до намиращите се после в Княжество България и Източна Румелия около 2,4 милиона души. Щерионов, Щ. Историческа демография на България, София: БАН „Проф. М. Дринов“, София, 2019. [89] Гандев, Теорията, с.67. [90] Пак там, с.67. [91] Мантран, Р. (ред.), История на Османската империя, София: Рива, 1999, с.146. [92] Ковачев, Р. Опис на Никополския данджак от 80-те години на XV в. София: НБКМ, 1997, с.100. [93] Радушев, Евг. Помаците – християнство и ислям в Западните Родопи с долината на р. Места, XV–30-те г. на XVIII в. София: НБКМ, 2005, с.15. [94] Петров, П. Когато един живот, с.216. [95] Петров, П. По следите на насилието. Документи за помохамеданчвания и потурчвания XV-XIX в. София: Наука и изкуство, 1972. [96] Пак там, с. 256–257. [97] Пак там, с. 204–206. [98] Пак там, с. 262–263, както и Стр. Димитров, 1965, с. 108–109.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) BEN BİR TÜRK KADINIYIM. Ben bir Türk kadınıyım Şeref bende şan bende Adaletin adıyım, Güneş bende kar bende. Göklerde dalgalanan Ay yıldızın alıyım Bayraklara can olan, Şehitlerin kanıyım. Vatanıma kol geren Aydınlığın adıyım Bileği bükülmeyen, Çılgın Türk evladıyım Barışın elçisiyim Asaletin aynası Özgürlüğün sesiyim, Türk halkının davası. Firdevs Büyükateş


Makale ve Analizler - 2019

137

Dört Ajan-Muhbirden Birisi Türk Tarih: 23 10 2019 Yazan: Şakir ASLANTAŞ Konu: 137 Gizli Polis Ajan-Muhbir Muhtar ve Belediye Başkanı Olmak İstiyor.

Seçim yaklaştıkça hayatın sihirli gücü her gün bir taşı kaldırıyor ve altındaki haşaratı seçmene göstermeye çalışıyor. Dün kaldırılan yosunlu taşın altından 137 irili ufaklı köstebek çıktı. Aday listelerinde yer almayı başardılar. Eski ihbarcılardan günahları yıllanmış olan Ahmet Doğan’ın elini öperek onayını alanlardan 42 Türk adayın gizli polisin yeni ajanı olduğu gün ışığına çıktı. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) “polis ajan-muhbir partisi” diyenlere şaşmamak gerek. Bu yeni yıldızlılardan bazıları DPS’den çıkıp şapka değiştirip girdikleri partilere ve koalisyonlara da taşımışlar muhbirliklerini… Şahsen ben bu yayılmaya ve yeni yuvalanmaya şaşmıyorum ve olayı şöyle anlıyorum. Bulgarlar 140 yıldan beri toplumu ve özellikle etnik ve kültürel azınlıkları ikiyüzlüler aracılığıyla yönetiyorlar. Tek etnikli, tek milletli, tek dilli, tek kültürlü (tek milletli demiyorum, çünkü Bulgar milleti henüz ham), 2050 yılına kadar yaşayanlar olarak eriyip bitmezsek, “tek milletli”devlet kurma çabasına devam eder, demek istiyorum. Bu örnek memleketimizde hiçbir sorunun Bulgaristan Türkleri dışında çözülemeyeceğine kanıttır. Şöyle bir özellik de belirdi. İnsanımız sanki kendini kullandırmaktan zevk ve haz alıyor. Kaşınmadan olamıyor. Türk kimliği doğasında olmayan – gününü gün etmekten – memnun gibi! Totalitarizm dönemin sonunda (Mart 1985’te İç İşleri Bakanı açıkladı) Bulgar devletinin emrinde 3 016 Türk asıllı gizli polis ajan-muhbiri vardı. Gizli polis ajanlığından emekli olan yoktur. Gizli polis ajanı olduğundan tutuklanmayan Türk aydını yoktur. Türklere uygulanan zulme destek veren bu kişiler totaliter devlet terörüne yani soykırıma, kültür kırıma, zorunlu göçe hizmet etmişlerdir. Aralarından ödüllendirilenler de oldu…


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Demokrasi” yıllarında yeni adı DANS olan gizli polis kuruldu ve boş durmadı. Komünist dönem gizli polisi “DS” ajanlarının dosyalarını açıkladı ve sokağa attı. Bu olayın anlamı bu adamlar “işe yaramazdan” başka bir şey değildir. Fakat namuslu, ahlaklı, âlicenap, arkadaşlığın değerini bilen, gözü pek, ailesine, evlatlarına, köyüne her koşulda kanat açan ve arka olan, sır saklamada usta, işinin ehli, her konuda dik duran vb önemli niteliklerle çok değerli, her ortamda geçerli vasıf ve karakteristik özelliklere sahip Türkler yeni dönemde de rahata bırakılmıyor. Yeni istihbarat ağındaki (DANS) Türkleri Milli Seçim Komisyonu açıkladı. 22 DPS-li dışında, DOST, Kasım Dal’ın HŞÖP, GERB ve BSP de bacağı ve ruhu köstebekliğe-muhbirliğe sevdalı 42 Türkün Pazar gün yapılacak seçimlerde muhtar, belediye başkanı ve belediye meclis üyesi adayı olmak istediğini ve seçmenden oy istemeye devam ettiğini ortaya koydu. Eğer DANS (Milli Güvenlik Devlet Ajansı) olarak, özellikle Türklere, Müslümanlara ve tüm öteki azınlıklara karşı çalışan ve 1984-1989 yılları arasında Türk Kimliğimize planlı bilinçli ve örgütlü saldırıların başını çeken gizli polis örgütü “DS”den farklı bir yapılanma oluşturduysa ne güzel. Vatanına hizmet etmeyi kim istemez. Üstelik ülkemizde muhbirlikten yargılanan da olmadı. Gerçekten bu işler, ayrım yapmadan, objektif hareket ederek ve hukukun üstünlüğü ile insan haklarına, kişisel ve kolektif haklara saygılı ve vatandaşa eşit mesafeli olmaya dayansa, canını ver, böyle bir örgüte hizmet sunmak vatan borcu ve şereftir. Bu durumda DANS’ın anti faşist, ırkçılık ve aşırı milliyetçilik mücadelesi verenler arasında yer alması, ötekileştirme ve ayrım yapanlara karşı tavır takınması gerekir. Rüşvet, kaçakçılık, dolandırıcılık, pasaport satan, kimlik satan, vatandaşlık satanları hemen tutuklaması gerekir ve gerçek bu olsa adalet bayrağı yükseltenlere saygı duyulur. Amma nerede. Seçime 2 gün kala, “Demokratik Bulgaristan” koalisyonu, seçim kampanyasına 1 gün ara verdi. Bugüne kadar halkın iradesine saygı göstermeyen, hukuku üstünlüğünü uygulamayan, adalet anlayışı sakat olan Başsavcı adayı İvan Geşev’in adaylığına Cumhurbaşkanı R. Radev’in “veto” uygulaması için gösteriler yapıyor. Bu konuda çok önemli olduğunu düşündüğüm farklı bir inceliğe işaret etmek istiyorum.


Makale ve Analizler - 2019

139

Ajan “Sokol” (Sergey), (Demir) vb isimlerle ünlenen Ahmet Doğan için yazılan ve ajan dosyaları kaynaklı kitabında yer alan çok büyük ve bizim bilmemiz gereken bir ince ama çok önemli bir nüans var. 1974 yılında köydeşim Ahmet askerdi. Her Türk genci gibi o da inşaat eriydi. Varna İç İşleri Amirliği “DS” subaylarından biri onunla bağlantı kurdu. Aralarında güven, işbirliği ve yardımlaşma aktı imzalandı. Görev yaptığı kışlada bir gece genç asker “DS” ajanı hain-Ahmet, aynı kışladan Bulgar Subayların ve bazı sivil ustaların karanlıkta kamyon doldurduğunu, inşaattan ve devletin deposundan malzeme çaldığını gördü. Kışlada hırsızlık olayına tanık oldu. “Hırsız hırsıza yoldaştır” atasözümüzü hatırladı ve “yılana dokunmasam iyi olu” dedi kendi kendine. Ama o yüksek şuurlu ve “DS”ajanı bir asker olduğundan dolayı tarafsız ve sesiz kalamazdı. Ses çıkaramadan saklandı. Gizli polis ajanı olarak gördüklerini yazdı. Çalınan malzemeleri listeledi. Hırsızlar Bulgar subay ve sivillerin utanç veren işlerinin birer birer anlattı. Yazdıkları onun ilk ihbarıydı. Kendinden kıvanç duydu. Devletine yardım edecekti. Hırsızlar tutuklanacak ve yargılanacaktı. İlk sinyali ile devleti uyarıyordu … Bu ilk ihbarında, bugünkü yazılarımda kendisine defalarca “hain”, “baş hain”, “kaşarlı hain” dediğim köydeşim Ahmet Doğan, 1974’te asker ocağında şerefli davranmıştı. Öyle de, olayın bir de devamına bakalım. Varnalı “DS” subayı Yüzbaşı “……” (ajan) asker Ahmet ile görüşmeye gelir. Ödevi ajandan öğrendiklerini devlete bildirmektir. Fakat “DS” subayı ajan asker Ahmet’in yazdığı ihbarı (sinyali) almamıştır. Ajan Ahmet’in “sevgilisine mektup yazar gibi” gece gece yazdıklarını yırtıp çantasına koymuştur. Bu evraklar (sinyal) ajanın dosyasında yoktur. Sebebi mi? Sebep hırsızların Bulgar olmasıdır. “DS” subayı, ajan Ahmet’i yöneten subay olarak, görüş açıklarken “Biz Türklerden Bulgarlara karşı sinyal ve ihbar toplamıyoruz, alamam!” demiştir. Bu sözler “Ahmet Doğan” dosyasına ve bu gizli görüşme ve işler dosyalarına girmiş ve kitaplara konu olmuştur. BULGARİSTAN’DA BULGARLAR VE AZINLIKLAR – TÜKLER, POMAKLAR, ROMANLAR ARASINDAKİ KIRMIZI ÇİZGİ BUDUR. DEVLER BULGAR IRKINI AZINLIKLARA KARŞI KORUMAYA, HİMAYESİNE ALMIŞTIR. BU 1878’DEN BERİ BÖYLEDİR. BU DURUM BUGÜN DE DEĞİŞME-


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

MİŞTİR. AZINLIKTAN BİRİNİN BİR HIRSIZ, DOLANDIRICI BULGARI İHBAR ETMEYE HAKKI YOKTUR. Adaletsizliği bir adı da insan ve topluluk kayırmaktır. Milli vicdanın delindiği, Türk kimliğinin, namus ipinin koptuğu yer kayırılan, ayrıcalıklı olanlar ırkı oluşturulmasıdır. Bulgar sosyalizm ve totalitarizminin ana rengi budur. Adalet ipinin koptuğu, adalet kaleminin kırıldığı ve ihanetin üstünlük sağladığı yer burasıdır. Bulgarlar için başka, Türkler, Pomaklar, Ulahlar, Tatarlar ve Romenler için başka bir dünya tablosu böyle çizilmiştir. Kayırılan sınıf, gruplar olduğu yerde adalet, eşit insan hakkı vatandaş toplumu olamaz. Demek oluyor ki “DS” bir Bulgaristan milli istihbarat örgütü olarak, Bulgarlar lehinde dava açamaz ama azınlıklar aleyhinde açabilir. Bu gizli örgütün bir gözü kördür ve dananın kuyruğu bu noktada kopmuştur. Bulgarların dalaverelerine, hırsızlıklarına, rüşvetçiliğine çadır açılmıştır. Özelleştirmeden 29 milyar böyle çalındı. KTB – bankasından 7,2 milyar leva böyle çalındı. İv. Kostov zamanında 15 banka böyle boşaltıldı. Çocuklarımız bu nedenle cahil kaldı, % 48’in okuduğunu anlayamıyor. Gençler memleketi bu nedenle terk ediyor. Bu nedenle, 2050’den başlayarak Sofya devleti emeklilere emekli maaşlarını ödeyemez duruma gelecek. Sebebi hep aynıdır – ajanlıkla başlayan adaletsizlik, insan kayırma ve dolandırıcılık ve dalavereciliktir. Demokrasi, adalet ve sivil toplum kurulamamasıdır. Biz Türklere modern dünya kölesi gibi bakmalarının nedeni de budur. Türkleri de Türklere, diğer azınlıklara ve kendi özlerine karşı hep kullandılar. Toplum dağıtıldı, parçalandı ve aralarında güvensizlik oluşturarak dağıtıldı. Bu gerçeğin adaletle ilişkisi olamazdı, olması da mümkün değildi. Ve 1984-1989 yılları arasında görüldüğü üzere, Türk ajanların ödevi kendilerine ve Bulgaristan Türk azınlığına mezar kazmaktı. Hepimiz, elimizde kazma kürek, mezarcıydık. Türk kimliğimizin mezarını kazdırdılar bize. Geleceğimizi kendi ellerimizle gömmeye zorlandık. 1985 Martında devlet terörüyle isim değiştirme işi tamamlandıktan sonra mezar kazanları ihbar edenlerin sayılarının 3 016 olduğu açıklandığında, hiç istisnasız hepimiz devletin ırkçı politikasına alet edildiğimizi anlamalıydık. Oyuna getirildiğimizi, kurban düştüğümüzü, zavallı durumumuzu fark edip anlamalıydık. 2019 yerel seçimlerde dört gizli polis ajanından birinin Türk olması, bu tuzağın içinde bocalamadan zevk aldığımızı, halkımızı ihbar etmekle


Makale ve Analizler - 2019

141

uyuz kaşıdığımızı, gön suratlı olmayı kendimize yakıştırdığımızı vs vs bir daha kanıtladı. Bu kişilere oy verenlerin de “uyuklayan dalkavuklar” olduğunu bir daha kanıtlayacaktır… Ajanların ve ailelerinin hepsinin isimleri değiştirildi. Oyuna getirildiklerini fark edenler memleketten kovuldular. Türklükten, Müslümanlıktan ve Türkiye sevgisinden silkinenler sürünmeye devam ettiler. Olağanüstü ağır ekonomik ve sosyal bunalım şartlarında DANS’a güvenip bel bağlayıp yerel idarede ekmek parasına uzananların sudan çıkarılıp birer birer asfalta serildi. Herkese ders oldu. Bugün artık en iyi niyetle Bulgar devletine gizlice yardım ettiğini düşünenlere inanan kalmadı. Çünkü her defasında polisle süren gizli ilişki halkımızın Türk kimlik-linin bilinçlenmesine, birlik kurmamıza, örgütlenmemize, geleneklerimizle yaşamamıza zarar verdi. İnsanımız kaç defa yandı? Bir düşünseniz! Hain ajan sürüsünü yönetenler, 1989’te devlet terörüyle göçe zorlandığımız günlerde milyoner oldular. Halkı aldatarak soyan, zora düşenden rüşvet alanlar sürüsü oluştu. Palazlandılar. Hiç birisi sorgulanmadı, suçlu bulunmadılar. Bulgarlar her zaman haklı olmaya alıştılar, aralarında oluşan gizli dayanışma devletten güç alıyor, suç işlemekten çekinmiyorlar. Aşırı milliyetçi ırkçılar Romanlarin evlerini, mahallelerini yıkma çağrılarıyla 2019’un Ekiminde seçim propagandası yapıyorlar. Azınlıklara zulüm etmenini “kutsallığına” ve ayrıca “suçtan sayılmayacağına” inanıyorlar. Dört bir yanda hakim olan adaletsizliğe, dolandırıcılığa ve rüşvetçiliğe Rusya’nın, Amerika’nın ya da Avrupa Birliğinin arka olduğunu düşünenler artıyor. 23 Ekim tarihinde Londra sokaklarında bir Bulgar TIR kamyonunun içinde sıfırın altında 25 derecede dondurulmuş 39 sığınmacı bulundu. Tır Varna’dan çekilmiş…. Yazmaya utanıyorum. Bizde vatanımızdan kovulan sığınmacılardık. Bu çileyi bilirim. İnsanları dondurarak veya yakarak öldürmek hep aynı suç değimlidir??? Türklere ve diğer azınlıklara karşı işlenen suçlara dur diyecek ne savcılık ne de polis gücü veya yargı vardı ve bugün de yoktur. Ve seçimlere katılan ve sayıları hiç de az olmayan 137 gizli polis ajanının yerel idareye seçilip çöreklenmesi ülkemizin demokratikleşmesini önleyecek, gömecek engellerden biridir.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1990 yılının 10 Haziran seçimlerinden beri yapılan tüm yerel ve genel seçimlerde seçtiğimiz temsilcilerden yarısı hep eski ve yeni polis ajanıydı. Bu ajanlardan dörtte bir her zaman Türkler arasından seçilmişlerdi. Bu olay memleketimizin 30 yıldan beri şaşmadan yerinde saymasına, Avrupa Birliği’nde en yoksul, fakir, çaresiz ve ezgin kalmamıza, suç işlemeye yatkın bir ruhsal duruma düşmemize, en cahil ve hastalıklı gruptan olmamıza başat ve temel neden oldu. Polisin gizli muhbirleriyle reform yapılamayacağını, adalet kavgası verilemeyeceğini, vatandaş toplumu kurulamayacağını görmeyen kalmadı. Ajanlar toplumu kalkındıramaz. Ajanlar adalet sağlayamayız. Ajanlar özgürlükçü olamaz. Ajanlar haktan yana olmadıklarından ötürü ajandır ve muhtarlık ve belediye yönetemez. Bulgaristan’da muhbir olmak halkın özünü, vicdanını ve namusunu oymak anlamına gelir. Ajana selam verilmez! Bu tüm dünyada böyledir. Biz, Ahmet Doğan’a “haindir” dedik, çünkü o halkımızın hak ve özgürlükler davasını sattı. Türk kimliğine ihanet etti. Devlet terörü, baskı ve çile yapanlardan taraf oldu. Halkımızdan aldığı yetkileri zenginleşmek, palazlanmak için kullandı. Ruhunu Rus gizli servisi KGB’ye sattı. Düşmanlarımızın ödüllerini aldı. Hainlikleriyle düşmanlarımızın takdirini kazandı. Geleneklerimize, adalet anlayışımıza, hak ve özgürlük davamıza, milli Türklük birikimimize ihanet etti. Öz davamızı sattı. Parti ilkelerini çiğnedi, diktatör oldu. On binlerce halk aydınına, yürekli yurtsever Türk gencine zulüm edenlerin yanında yer aldı, zulmü planladılar ve ona yönettirdiler. 1989 Ekiminde BKP MK Politik Bürosunda birkaç ihbar mektubu alındı. – nasıl olduysa – Muhbirler partili kodamanlardan ve “DS” generallerinden 78 kişinin MİLYONER olduğunu haber ediyordu. Politik Büro olayı görüştü. Alınan kararda “onlar bizim adam, dokunmayın” dendi. Soruyoruz: ADALET BUNUN NERESİNDE? Türkleri göçe zorlayıp soyanlara ya da onların çocuklarının devletine ajanlık yapmak saygıya değer bir hareket olmadığı gibi küstahlık ve nankörlüktür. Avrupa fonlarından Türkler merhum bırakılmıştır. Ekmek teknemiz olan tütüncülük sökülüp yok edilmiştir. Ajan olmak, dolandırıcılığıyla sevdalanmak, şeytanlaşmak, ünlü Bulgar polisine ajanlık etmek, adalet kavgasına engel olmaya heveslenmektir.


Makale ve Analizler - 2019

143

27 Ekim seçimlerinde seçilmek için göz kızartan ve yarım ağızla bir şeyler anlatan Türk adayları birer birer tanıyalım: Muhtarlık yarışına “DS” ve Bulgar Halk Ordusu casusluk amirliklerine hizmet eden 137 kilinin listesi. 42-si Türk’tür. Demokratik Güçler Birliği (CDC), DOST, GERB adayları arasında da Türk ajanlar var. “Demokratik Bulgaristan” ve “Ataka” adayları arasında polis ajanı yok. İşte bir ajan dosyası. Ajan dosyaları 23 Ekim 2019 tarihinde açıklandı. Desebg.com. 4 422 muhtar adayının geçmişi araştırılmış ve 138 adayın gizli polis ajanı olduğu açıklandı.. 137’nin dosyası açıklandı, birisinin ise geçen hafta vefat ettiği saptandı. En çok ajan aday barındıran partiler 1) Bulgaristan Sosyalist Partisi 23 ajanla birinci yerdedir; 2) Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) 22 ajanla ikinci sıradadır. 3) GERB partisi 20 ajanla 3. yerdedir. Karma bölgelerden oy almaya önem veren GERB partisi gizli polis ajanlarına öncelik tanımıştır. En eski demokratik parti olan (CDC) saflarından 3 ajan açıklanmıştır. Komünist geçmişe karşı konum alan Kasım Dal partisi ile Bulgar Halk Çiftçi Partisi adaylarından bazıları gizli polise çatlıklarını gizleyememiştir. Bazı il merkezlerinde belediye başkanı adayları polis ajanıdır. Şumen (Lübemir Hristov) ve Razgrat (Denço Boyadjiev) gibi 2 Deliorman merkezinde Belediye Başkanı koltuğuna gizli polis ajanlarının oturması olasılığı büyüktür. BSP-li Türk gizli polis ajanı Şaban Ramadan Karaali: “BSP İçin Bulgaristan”, Dobriç Belediyesi Benkovski Muhtarlığı Muhtar adayı. Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH–DPS) listelerinde gizli polis ajanları: Beyazid Şevkedov Yakubov: Politik Parti “DPS” Dılgopol Belediyesi, Polyasite köyü muhtar adayı. Belyo Belyov Mandrajiev: Politik Parti Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Velingrad Belediyesi, Sveta Petka köyü muhtar adayı.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Behçet Mustafa Hacıveli: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Zavet Belediyesi, Ostrovo Muhtarlığı muhtar adayı. Boryana Mitkova Hızova: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Kirkovo Belediyesi, Benkovski Muhtarlığı muhtar adayı. Bürhan Nazmi Akif: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Alfatar Belediyesi, Çukovets Muhtarlığı muhtar adayı. Davud Mehmed İbryam: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Ruse Belediyesi Muhtarlığı muhtar adayı. Cemal Musa Şaranski: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Yakuruda Belediyesi, Çerna Mesta Muhtarlığı muhtar adayı. İbryam Aliev Tazimov: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Tutrakan Belediyesi, Preslavtsi Muhtarlığı muhtar adayı. İsmet Niyaziev Erecebov: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Omurtag Belediyesi, Obitel Muhtarlığı muhtar adayı. Memdu Mehmed Ali: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Silistra Belediyesi, Yordanovo Muhtarlığı muhtar adayı. Mehmed Ömer Ömer: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Tutrakan Belediyesi, Tzar Samuil Muhtarlığı muhtar adayı. Mithad Talyat Ömer: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Dulovo Belediyesi, Boil Muhtarlığı muhtar adayı. Mustafa Osman Hoca: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Ruen Belediyesi, Zayçar Muhtarlığı muhtar adayı. Nehat Niyaziev Kantarov: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Tutrakan Belediyesi Muhtarlığı muhtar adayı. Sabahattin Hasan Hüseyin: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Krumovgrad Belediyesi, Studen Kladenets Muhtarlığı muhtar adayı. Selatin Murad Selatin: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Kırcaali Belediyesi, Sokolyane Muhtarlığı muhtar adayı. Hasan İbrahim İbrahim: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Momçilgrad Belediyesi, Celepsko Muhtarlığı muhtar adayı. Hristo Rayçev Mirçev: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Cebel Belediyesi, Plazişte Muhtarlığı muhtar adayı. Hüseyin Mahmud Ali: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Ruen Belediyesi, Zaimçevo Muhtarlığı muhtar adayı.


Makale ve Analizler - 2019

145

Şenol Sali Receb: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Slivo Pole Belediyesi, Stanbolovo Muhtarlığı muhtar adayı. Yüksel Bedri Hakı: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Dulovo Belediyesi, Kolobır Muhtarlığı muhtar adayı. Hüseyin Hüseyin Hüseyin: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Aytos Belediyesi,Karanovo Muhtarlığı muhtar adayı. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) katılımı ile koalisyon MK “DPS (NDSV) İlyaz İlyazov İbişev: Hak ve Özgürlükler Partisi “DPS” Hacıdimovo Belediyesi, Blatska Muhtarlığı muhtar adayı. GERB politik partisinde ajan Türk aday Ali Hüseyinov Çobaov: GERB PP Kotel Belediyesi, Yablanovo Muhtarlığı muhtar adayı. Gülzar Hasanova çakırova: GERB PP Opaka Belediyesi Golyamo Gradişte Muhtarlığı Muhtar adayı. İbazer Süleyman Ali: GERB PP Ruen Belediyesi Sokoletz Gradişte Muhtarlığı Muhtar adayı. Osman Hamid Cemail: GERB PP Kaolinovo Belediyesi Kliment Muhtarlığı Muhtar adayı. Receb Ademov Akov: GERB PP Vyatovo Belediyesi Krivnya Muhtarlığı Muhtar adayı. Recep Recebov Kırtılov: GERB PP Devin Belediyesi Grohotno Muhtarlığı Muhtar adayı. Tefik Ali Baytar: GERB PP Slivo Pole Belediyesi Golyamo Vranovo Muhtarlığı Muhtar adayı. Ulvi Ahmedali Üzeir: GERB PP Ardino Belediyesi Hromitza Muhtarlığı Muhtar adayı. DOST partisinin gizli polis ajanı Türk muhtar adayı. 1. Sabri Hüseyin Daud: DOST PP Krumuvgrad Belediyesi Bagriltsi Muhtarlığı Muhtar adayı. DOST partisi ile Bulgar Halk Çiftçi Partisi (BZNS) koalisyonu gizli polis ajanı Türk muhtar adayı.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2. Bahti Halid Selim: DOST PP ile BHÇP PP yerel koalisyonu tarafından Hitrino Belediyesi, Jivkovo Muhtarlığı muhtar adayı.Diğer Partilerin ve yerel Koalisyonların adayları arasında gizli polis ajanı muhtar adayı: Ahmed İbryamov Başev: “Biz, Vatandaşlar” koalisyonu Gırmen Belediyesi Muhtarlığı muhtar adayı. Ahmed İbryamov Kontilev: Halkın Şeref ve Özgürlük Partisi PP Pavel Banya Belediyesi “Gabarevo” Muhtarlığı muhtar adayı. Bünyat Servetov Tatarov: “Halkın Tarımcı Birliği” PP Razgrad ili Rakovski Muhtarlığı muhtar adayı İsmail Hüseyinov Halidov: Hak ve Özgürlükler Partisi” (DPS) Vırbitsa Belediyesi Konevo Muhtarı muhtar adayı. Lefter Marinv Edipov: “Lefter Marinov Edipov” İnisyatif Komitesinin Blagoevgrad Belediyesi Tzerevo Muhtarlığı muhtar adayı Mehti Hakkıev Paçaliev: “Çiftçi Halk Birliği” PP Kubrat Belediyesi, Sevar Muhtarlığı muhtar adayı. Fevzi Süleymanov Mehmedaliev: Hak ve Özgürlükler Partisi” (DPS) Omurtag Belediyesi Tzerovişte Muhtarı muhtar adayı. Hüsmen Hüsmen Ali: “Basta” Yerel koalisyon (PP “Basta”, PP “Aleksandır Stanboliyski Çiftçi Birliği”) Sliven Belediyesi, Gradsko Muhtarlığı muhtar adayı. Toplam 43 Türk gizli polis ajanı Muhtar olmak için aday oldu. Seçim kapıya dayandı. Polis ajanlarını Muhtar seçmemek bizim elimizdedir. Bu ajanlar durumu değiştirmemek için görev almak istiyorlar. Onlar bugüne kadar yaptıklarının önce hesabını vermelidirler. Okuduğunuz için teşekkürler. Oyunuz sizin vicdanınızdır. Paylaşınız. Başarılar dileriz.


Makale ve Analizler - 2019

147


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halkımızla Samimi Konuş! sin.

Tarih: 24 Ekim 2019 Yazan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Sözüm Karadayı’ya. Tekrarlamakla eskiyi bugüne getiremez-

Yeni tip ırkçı Nazilerin (Cambazki’nin faşist sürüsünün) Batı Rodoplar’ın “Gırmen” belediyesinde Romanların evlerini yıktığı günlerde, dilini yutmuş gibi susan Mustafa Karada’yı “Bulgaristan’a demokrasiyi Hak ve Özgürlük Hareketi getirdi,” dedi. Ne var ki, çok rica ederim Türk Milletini bu kadar aptal yerine koymayınız, bu küflü yalanı Ahmet Doğan hainine yüklemeye çalışma lütfen. Çünkü bakıyoruz “dil tutulması, tökezleme var”, Mustafa Karadayı’da ve Ahmet Doğan demeden cümle kuramaz olmuş. Hain Doğan’ın adıyla başlayan cümleler, Rodoplu vatandaş için “ bu iş olmayacak” anlamı taşıyor uzun bir zamandan beri. Karadayı, bunu hala fark edememiş. Kendi adına söyleyebileceğin bir şeyler varsa söyleyebilir ama anlaşılan yok. Halkımız kaygılı bakışları “o şeytanı şişeye kapa!” anlamı yüklü. Önerimiz budur. Mazlum halkımız 30 sene aldatıldı. Yalanın uzayan kuyruğundaki sihir “Bulgaristan’a demokrasi nasıl geldi” sözlerinde gizli. Şahsi görüşüme göre,” Bulgaristan’da demokrasi “ insan hakları uğruna ilk Türkün hapse düştüğü gün kapı çalmıştı. Her şey gibi demokrasi kavgası da bir süreçtir. Azınlıkların vatandaş hakları ve adalet mücadelesidir. Yüzlerce şehit düşmüştür. Bulgaristan’da demokrasi kıvılcımını çakan 24 yıl hapiste kalan Nuri ADALI’dır. İçeri düşen ve zindanda körleştirilmeye çalışan aydınlarımız, öğretmenlerimiz, imam, hoca ve müftülerimizin başkaldırısıdır. Bulgar köylerinde ikamete zorlama, devlet terörü, sürgünlere, göçlere karşı direnişlerdir. Bu zorlama, 1958’den sonra Bulgaristan Müslümanlarını ezmek için çığ gibi yuvarlansa da yenilgi ve zafer dalgalı biçimlerde gelişmiştir. 2019 yerel seçimi arifesinde olmamız münasebetiyle ve halkın istemediği, şimdiye kadar hiçbir iri rüşvet ve dev soygun olayını, milyarlık banka çöküşlerinin nedenlerini, daire ve apartman dalaverelerini, kamu ihalelerindeki dolandırıcılığı ortaya çıkarıp, suçluları içeri atmayan, gençliğinde Sofya Polis Akademisi mezunu Başsavcı Yardımcısı İv. Geşev’in Bulgaristan Başsavcısı atanmasına karşı başlayan protesto hareketleriyle SEÇİM


Makale ve Analizler - 2019

149

KAMPANYASININ DURDURULDUĞU şu günlerde ülke gerçeklerini bir daha ele alma olanağı verdi. Hainin uşağı Karadayı bu konuya değinmiyor. Adaletten yana bir Başsavcı atanırsa “bize göz açtırmaz” diye korkuyor. Bulgaristan Türklerinin mücadelesini Ahmet Doğan hanesine kaydetme çalışmaları bilinçli ve hedeflidir. Hain-Ahmet Doğan fırsat bulsa geçmişimizi bütünüyle kendi hesabına geçirme gayretindedir. 1964 yılında Bulgar devletinin polis ve askerleriyle ilk önce “Gırmen” belediyesine bağlı Ribnevo (Ribne) köyünü basmıştı. O köyde, çıplak ellerle isyan eden Pomakların (birkaç hane de Arnavut ve Boşnaklarla birlikte) 1964 yılında camiye ay yıldızlı bayrak diktiğini söylemiyor. Köyün 3 ay tuzsuz, şekersiz, kibritsiz ve gazsız bırakıldığını hatırlatmak istemiyor. Bu kavganın insan hakları ve demokrasi kavgası olduğuna vurgu yapmıyor. Bulgaristan’da demokrasi mücadelesinin daha hain A. Doğan altına yaparken başladığını belirtmiyor. Daha derinlere indiğimizde Batı Rodoplar’daki vatan hakkı, Müslüman gibi, Türk isimleriyle ve İslam’la, Müslüman gelenekleriyle yaşama mücadelesi daha 1912’lere dayanır. Bulgarların Türklere, Pomaklara ve Osmanlıya karşı kükreyen silahlı çete saldırılarının etnik ve dini temizlik şiddeti daha o zaman başlamıştır. Bulgar Çarı Ferdinand, papazlar, hükumet silahlı güçleri ayağa kaldırarak 1913 yılında Mesta (Karasu) ve Arda nehri boylarında 250 bin Pomak kardeşlerimizin isimleri ve dinlerini değiştirmiş, camilerin minarelerini yıkmış ve camilerden kilise yapmıştılar. Bir sonraki parlamento seçimlerinde Radoslavov liberalleriyle o dönem Osmanlı devletinin Sofya askeri ataşesi olan Mustafa Kemal Atatürk arasında varılan bir sözleşmeyle, bu ilk yüz karası olay düzeltilmiş, haklar iade edilmiş, Bulgaristan’da kalmayı seçen Pomakların isimleri geri verilmiş ve din hakları da tanınmıştı. Ne var ki, Bulgar devleti ve hükumetleri Müslüman nüfusun Bulgaristan’da yaşamasından ne sebeptense hep rahatsız olmuş ve onlardan topluca kurtulma yollarını hiç arasız aramıştır. 1939 yılında, Çar III. Boris yönetimdeyken, tek kişilik idarenin güçlenmesiyle ve İkinci Dünya Savaşı kapı çalarken, Sofya’da bir resmi devlet ve hükumet heyeti Moskova’ya gidip Sovyet diktatörü Y.V. Stalin’le görüşür. “Müslümanları ne yapalım?” sorusu masaya yatırılır. Stalin’in yanıtı: “Onlardan kurtulma yolu bulun!” Bu gelişme Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük önder, Türklüğün ölümsüz lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonraya rastlar.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1913’te Atatürk’ün Sofya’daki çok yönlü diplomatik zaferlerinden sonra, kurduğu devletin 1925 Ankara Türkiye Bulgaristan Antlaşmasını imzalayarak Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların hak ve özgürlüklerini, gayrı menkul haklarını garanti altına almasından Bulgarlar rahatsız olmuştur. Bulgaristan Türkleri Türküye Cumhuriyeti devletinin himayesinde ve korumasında, derin gelenekleri olan, öz kültürlü, ufku açık bir azınlık topluluğu olarak sahneye çıkmıştır. Moskova temasından sonra Bulgaristan Türk köylerinde “Atatürk gitti, iş bitti” sözü dolaşmaya başlamış ve gönüllü göç dalgası kabarmıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında, özellikle Bulgaristan’ın Üçlü Mihver adlı Alman, İtalyan ve Japon Paktına girdiği dönemde, Hitler sürülerinin Sovyet Cephesinde, Volga boylarında sıkıştığında, Hitler’in III. Boris’ten Doğu Cephesine Ordu çıkarma baskısı yoğunlaşınca, Çar Boris’in aklından ilk geçen “Bulgaristan Müslümanlarını doğu Cephesinde kırdırmak” olmuştu. Bu defa da, Türkiye devletinin savaş yıllarındaki aktif tarafsızlığı ve demokratik dünyadan yana olması, Bulgaristan Türker’ine sürekli arka çıkması dedelerimizin Rusya steplerinde telef olmasını engellemiş ve önlemiştir. Asla unutulmasın, Bulgar Çarı Ferdinand 1912’de Edirne saldırısına Deliorman Türklerinden asker toplamış ve cepheye sürmüştür. 1913’te Makedonya topraklarında yürütülen Dünya Savaşı çarpışmalarında 6 binden fazla Bulgaristan Türkü telef olmuştur. Ne var ki, 1944’ten sonra Bulgaristan da savaş ateşine itilince, ilk kez olmak üzere, III. Bulgar devleti tarihinde, hepsi Müslüman olan Türkler, Pomaklar ve Müslüman Millet arasında ayrım yapılmıştır. Pomaklar ve Milletten asker toplanıp Hitlere karşı Batı cephesine sürülürken, Türkler ülke içindeki yol yapım ve tünel açma gibi işlerde kullanılmıştır. Bu nedenle Bulgaristan Türklerinin İkinci Dünya Savaşı şehitleri anıtı yoktur. Bu ayrıntıya vurgu yapmamın nedeni ise, 1950 göçünden önce 2. Bir Bulgar devlet ve hükumet heyetinin Moskova’ya gidip Stalin’e ikinci defa “Biz Türkleri ne yapalım” sorusunu yöneltmesi olmuştur. Türk-Bulgar ikili anlaşmalarını rafa kaldırıp Sofya hükumetinin Ankara hükumetine “250 bin Türkü al!” demesinin nedeni de bu olmuştur. 1950-51 göçünden sonra, Türkiye’nin yüzünü tamamen Batıya çevirmesi, NATO üyeliği ve birçok başka gelişmenin altında yatan bir sıra neden arasında hep Bulgaristan Türklerini yaşadıkları topraklarda rahat ettirme de bulunmuştur. Karadayı’nın köylülerle seçim mitinglerinde söylemediği gerçeklerden birisi de işte budur.


Makale ve Analizler - 2019

151

Yani Bulgaristan’da demokrasi davasının her zaman ortada bulunmasına değinmemesidir. Bulgaristan Müslümanlarının barış, demokrasi, adalet, hak ve özgürlük kavgasının kökleri her fırsatta geniş ve uluslar arası boyutta görülmelidir. Biz, dünya siyasetinin 1878’den beri odağındayız, Berlin Konferansında, 1919 Neully belgelerinde bizden söz edilir. 1909 İstanbul Antlaşmalarında ve 1925 Ankara Antlaşmasında Bulgaristan Türkleri önemli faktördür. Hakları ve hükümlülükleri sıralanmıştır. 1929’da Bulgaristan Türkleri Sofya’da Birinci Milli Kongrelerini toplandı. Kolektif haklar, özgürlükler, eğitim ve kültür alanında daha geniş özgürlük istekleri dile getirildi. Türk ocakları ve turan ve sportif örgütler, öğretmenler ve zanaatkar ve zanaatçıların yerel ve bölgesel örgütlerine dayanan ilk politik örgütlenme ilhamı doğdu. Bu kongrenin de etkisiyle 1937 yılında ülkemizde yaşayan Roman Millete politikleşme yani seçme ve seçilme hakkı tanındı. Bu kavga Pazar gün yapılacak seçimlerinde arifesinde ve kıyasıya devam etti. Dobruca ve Deliorman’da İsperih (Kemaller), Dulovo (Ak Kadınlar), Nikolo Kozlevoda Belediye Başkanı, Muhtarlar ve belediye meclis üyeleri için son ana kadar (bugüne) tartışmalar dinmedi. Dobruca ve Deliorman’da 1989 Mayıs Ayaklanması kokusu var. Halkımız haklarını alamamanın acısını çekerken devlet partisinin baskısı artıyor. Bizi parçalamaya çalışıyorlar. Dr. Tabakov’un Belediye Başkanlığından meclise oradan da Varna hapishanesine atılması herkesi çok üzdü, üzüyor. Bu yörenin köyleri Mili Türk kimliğimiz ve uyanışımızın ana ocaklarıdır. Onun için 2018’de Avrupa fonlarından kişi başı yılda 100 levacık koklattılar. Avrupa paralarının dağıtımındaki adaletsizlik insanlarımızı eziyor. HÖH-DPS adaletsizlikten yana çıktığı için seçmene söz söyleyemiyor. İnsanımızın, namus, adalet ve ahlak duyguları çok güçlüdür. Uşak Karadayı’nın halkın karşısında el kol sallaması etkili ol(a)maz. GERP partisi Türk köylerini ele geçirmek için para akıtıyor. Baskı büyük. Bu mücadelenin kıyasıya devam ettiği bir yer de Kırca Ali belediyesi ve ilidir. Türklüğümüzün kalesi olan Kırca Ali Belediyesini ele geçirmek için, geçen ay yaptığı kazadan sonra taburca olunca Sofya’ya gitmeyip Kırca Ali’ye konan meclis başkanı Ts. Karayançeva, bol keseden vaat savurarak Türklerden oy istiyor. Oy isterse Kırca Ali Pedagoji okulumuzun binasını boşaltsın, Ayşa Molla çeşmesini kendi kaynağından suyu akıtsın. Gençlerin istediği stadyumun parasını belediyeye indirsin! Hani vaatle oy toplamak yoktu, hani çeşme, asfalt yol, cami masalları konuşulma-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yacaktı, hani mahalleye para dağıtılmayacaktı, hani grup önderleri kandırılmak için kenara çekilmeyecekti vs vs! Rüşvete, soyguna, hırsızlara, ekmek teknemizi kıranlara karşı konuşan yok. Kırca Ali’yi önce esir alıp sonra ardından bütün ili ele geçirmek istiyorlar. Bulgar paketine paketlemek için son yıllarda cami inşaatlarına seyirci kalan, çeşme yapanlara göz yuman, bunar açanları görmezden gelen, mevlit okutanlara bir şey demeyen Bulgar GERB partisi kesenin devlet kesesinin ağzını da açmış, oy toplamaya çalışıyor amma başında hala bir Türk koymaya gönülleri izin vermiyor… Şu asla unutulmamalıdır. Biz BGSAM olarak HÖH_DPS partisinin kusurlarını devamlı eleştirebiliriz, eleştirilerimiz sert de olabilir. Ahmet Doğan’in hain olduğunu her gün dile getiren biziz. Fakat biz Kırca Ali gibi kazanımlarımızın korunmasından ödün vermeyiz. Canımızı veririz ödün veremeyiz. Bu sözlerim Cebelde Selatin Gökçe’nin verdiği kavga, Ak Kadınlar (Dulovo) ve Kemaller (İsperih) ve başka kalelerimiz için de geçerlidir. Politik mücadeleyi, hak ve özgürlük kavgamızı yaratan ve ayakta tutan biziz. Biz nefes almasak, Ahmet Doğan’a Merhaba diyen Bulgar olmaz, uşak Karadayı’nın yeri de köyünde patates çürükleri ayıklamaktan başka bir seçenek olamaz. Bizim ölüm kalım davamız açısından ikisi de son derece cahil ve takat-sizdir. İkisi de Moskova ve Bulgar gizli devleti beslemesi ve uşaklarıdır. Ama bu oyun bitecek. Ve bu oyunu bitirecek olan siz seçmen kardeşlerimiz olacaksınız… Bu nedenle Pazar gün yapılacak yerel seçimde Türklerin, Milletten kardeşlerimizin, Pomakları Belediye Başkan adayı HASAN AZİZE oy vermeye çağırıyoruz. Kırca Ali seçmeninden 6 bin oy koparan Lütfi Mestan’ın ateşi sönmüştür. DOST partisinin suyu çekilmiştir. Kavga partiler arası didişmeyi aştı Kırca Ali dava oldu. HASAN AZİZE OY VERİP KIRCAALİYİ KURTARMA DAVETİNDE BULUNUYORUZ. Ha bu arada Cebelde iyi yürekli iş adamı Sayın Sabahattin GÖKÇE’ye oy verilmesinde de ısrarlıyız. Bölge halkına karşılıksız el uzattığını herkes gördü. Bizler artık karşılıksız hizmet verenlerin peşine düşelim. Biz bu topraklarda kendi ırkı dışında olanlarla kardeş gibi yaşamayı tercih edenleri destekleyelim. Hepimiz bir birimizle beraber birlikte yaşamak zorundayız bunu herkes böyle bilsin. HERKES BİLMELİDİR. OYLARIMIZ SAMİMİ DÜRÜST BİZDEN OLANLARA OLMALIDIR.


Makale ve Analizler - 2019

153

CEBEL BELEDİYESİNDE OYLARIMIZ SABAHATTİN GÖKÇE No. 67 Şu unutulmamalıdır. Moskova Bulgaristan Müslümanlarının başına Ahmet Doğan külahını geçirmekle kendi stratejisini izliyor. 1878’den 1945 yılına uzanan döneminde; 1945 – 1990 yılları arasında ve 1990-2019 yılları arasında Moskova’nın Bulgaristan Müslümanlarına ilişkin politikası, strateji ve taktiği farklıdır. Bu gerçeği şöyle açıklayabiliriz. Çar Ferdinand’ın Bulgaristan Türkleri arasından seçilmiş bir yerli Türk danışmanı yoktu. Oğlu Çar III. Borisi de Bulgaristan Müslümanları sorunları konusunda uzman danışmanları olmadı. Osmanlı devleti ve hanedanlığı devrilirken Fransa’ya kaçan, sonra da Viyana’ya, ardından Filibe’ye (Plovdiv) yerleşen ve daha sonra da Sofya’da ikamet eden “Osman Bey” gibi şahıslardan İslam ve yeri Müslümanlar konusunda nasihat aldı. Azınlıklar konusunda geliştirilmiş özel politikası olmadı. Hanedan yakınları Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı siyasi tavır kullanırken, Bulgaristan Türklerini Cumhuriyet devletine karşı bir silah gibi kullanma zihniyetinden vazgeçmediler. Bu önemli kaçakların malına-mülküne, mirasına, taşınmazlarına göz diken Bulgar devleti kimilerinin saçını Bulgar zindanlarında beyazlattı. Önce “halk iktidarı”, ardından “sosyalizm”, daha sonra “gelişmiş sosyalizm”, “komünizm” dediğimiz ve sonunda bizdeki sosyalizm Bulgar faşizminin biraz düzeltmeli ve güzellemeli devamıdır ve “totalitarizmdir”, “totaliter komünizmdir” diye anlattığımız 1944-1989 döneminde, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) dışında siyasi partiler yasaklanmıştı. Monarşi faşist yıllarda Bulgaristan Halk Çiftçi birliği (BZNS) üyesi olan Bulgaristan Türkleri ortada kaldı. (BZNS) budanmış, 1944’te 786 bin üyesi olsa da, bu rakam 140 bine düşürülmüştü. 1919’da iktidar olan, 1923’te askeri darbeyle devrilen Çiftçi Partisinin Müslüman nüfus arasındaki saygınlığı yüksekti. BKP Türkleri yürütmeye (hükümete) yaklaştırmadı. Meclisteki 15-16 Türk milletvekili BKP siyasetini yürütmeye yeminliydi. Türk yargıç, savcı ve avukatlar parmakla sayılacak kadar azdı. Devleti, hükümeti, yargıyı ve yasamayı yöneten BKP idi. İl komitelerinde birkaç partili vardı. Partinin devlet terörünün öteki adı olan totalitarizmin yönetim aracı ise “DS”- gizli polisti. Moskova, BKP, Bulgar, devlet birimleri ve “DS” arasındaki ilişkileri yönetip yönlendiren güce (örgüte) “Altıncı Şube” idi. İşte böyle bir siyasi ortamda BKP, azınlıkların yönetimini etnik azınlıklardan bazı temsilciler eliyle gerçekleştirmek için bazı atamalar yapıyordu. Bu “ajan kişilerin” önemi o kadar büyük olacak ki, 1990 Büyük Millet Meclisi (BMM) Seçimlerinde seçilen 24 milletvekilinden 6-sının “altıncı şubeli Türk” ol-


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ması çok önemlidir. İlgi çekici bir özellik ise, devletin HÖH-DPS listesinden 1990 BMM seçimlerinde HÖH-DPS milletvekili adayı olarak gösterilmeleri için Şükrü Tahir’e (Orlin Zagarov), İsmail Cambazov’a, İbrahim Yalamov’a ve daha birkaç aydın kişiye teklif götürülmüştür. Bu tekliflerin kabul edilmemiş olmasından doğan gerçek nedir? Örneğin BKP Merkez Komitesinde Romenler Şubesine atanan İvan Kolev, İslimyeli (Sliven) bir anti-faşistti. Sofya Makine Fabrikasında Genel Müdür görevine işte gözüküyor, fakat BKP MK azınlıklar bölümünde çalışıyordu. Pomaklardan sorumlu görünenlerden biri Boris Avramov’tu. Türk azınlığı şubesinde Ali Rafiev, Ahmet Arunov, Elmaz Tatarova, Salif İlyazov gibi Moskova Parti Akademilerinde eğitim almış kadrolar görev aldı, Merkez Komitesi (MK) üyeleri ve üye adayları vardı. 2001 yılına kadar Bulgaristan Türklerinden Bulgar hükümetinde bakan ya da bakan yardımcısı, polis amirliği müdürü, banka müdürü, silahlı kuvvetlerde subay, general, üniversite profesörü, akademisyen vb olmamıştır. Türklerin devlet görevi alması için BKP-li olması ya da “DS” ajan kadrosuna takılmış biri olması şaşmayan bir şarttı. Türkleri yöneten BKP ve kurduğu rejimdi. Türkler. 1989 Mayısında zulme ve terör rejimine karşı ayaklandık. Totaliter komünist rejim daha devrilmezden önce (Haziran 1989’da” direniş sürecini yarı legal ve legal yollarca yöneten bir İnsan Hakları Örgütü olan “Demokratik Lig” kurucu Başkanı Mustafa Ömer “Almanya’nın Sesi” Radyosunda yaptığı konuşmasında Bulgaristan kamuoyunu “yuvarlak masaya” çağırdı. Todor Jivkov devrildikten sonra, Sofya’da Polonya örneği “yuvarlak masa” kuruldu, fakat toplam sayıları 50’den fazla olan Türk direniş örgütlerinden hiç biri “yuvarlak masaya” davet edilmedi. O zaman DPS yoktu. Halkımız kendi iradesiyle ve direniş ruhunun şahlanışıyla zafer kazanmıştı. Türk iradesini kırmak isteyenler ayaklanan Bulgaristan Türklerini göçe zorladılar. Amaçları tek milletli Bulgar devlet dengesini korumak ve azınlıkların öncüsü ve esin kaynağı olan Türklüğü ezmekti. O zaman Moskova şu sonuca varmış olabilir: Türkler politik sahneden indirilirse, Bulgaristan’da komünist ve Rusofil zihniyet yok olabilir öngörüsü ağır bastı. 04 Ocak 1990’da DPS partisinin “kurdurulması” nedeni budur. Bu açıdan değerlendirildiğinde Ahmet Doğan Moskova uşağıdır. DPS’nin kurulması, Bulgaristan’da demokrasi kurma yolunu açmak değil, engellemek amaçlıdır. Bu etkinlikler “Multi Grup” işlevleriyle örtüşür. Bulgaristan’da demokrasi yolu, Bulgaristan Türkleri tarafından döşenmiş, DPS liderliği tarafından 30 yıldan beri engellenmektedir. İşte bu bakımdan Mustafa Karadayı’nın seçim toplantılarındaki “demokrasiyi DPS getirdi” iddiası kabul edilemez, yanlıştır. Ge-


Makale ve Analizler - 2019

155

riren ve yaşatan Bulgaristan Müslümanlarıdır. DPS “demokrasi zehridir.” Olay böyle anlaşılmalıdır. 10 haziran 1990’da yapılan çok partili parlamenter seçimlere il kez Bulgaristan Türkleri ayrı bir partiyle (DPS), kendi başlarına, sözde “bağımsız” girdiler. O zaman hiçbir kimse DPS partisinin Bulgaristan Müslümanlarını daha öte eritmek ve asimile etmek için kurulan yeni tuzak olduğunu düşünememişti. Bu bakıma biz “Bulgaristan’da demokrasi yok” derken, yerel seçimlerin bir demokrasi unsuru olduğunu reddetmiyoruz. Monarşi, faşizm, sosyalizm ve totalitarizm yıllarında (1878-1989) 110 yıl boyunca muhtarlar, belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri atanıyordu. 1991 Anayasasıyla Bulgaristan’da en fazla oy alan seçilir (majoriter) seçim usulüne uygun yerel seçim sistemi yasallaştı. 1879’dan beri Bulgaristan Prensliğinde, Çarlığında ve Halk Cumhuriyetinde Belediye Başkanı Türk atanmamıştı. Bu bir imkan oldu ve 34 Belediyede birden Türklerin ağırlığı kendini gösterdi. Bu yasada birçok değişikler yapıldı. Belediye başkanı, muhtar ve belediye meclis üyelerinin örneğin DPS partisinde hain “fahri” başkan A. Doğan tarafından onaylanması, demokratik seçim kurallarına indirilmiş balta darbesidir. 1990’da Türklere tanınan özgürlük yerel seçimlerde istedikleri kişileri seçme özgürlüğüydü. DPS bu hakkı Türklerin elinden aldı, kısıtladı ve baltaladı. Doğan’ın “sarayda” adayların listelerini belirleme zahmetinin anlamı budur. Üstelik, “hain başkan” meclis üyesi adaylarının sıra numaralarının işaretlendirilmesini de “tanımam” diyerek, halkın iradesini bir daha rafa kaldırmış ve Bulgaristan Türkleri üzerindeki “DS” – “DANS” ve Moskova ağırlığına şu seçimde de hayat hakkı tanımıştır. 42 gizli polis ajansının aday gösterilmesi de iddiama kanır olabilir. Bu bakıma Karadayı “dayıma” sözüm şudur: DPS-partisi Bulgaristan’daki demokrasi düşmanlarından biridir. Bu bakıma sizi uyarıyoruz, halkımıza yalan anlatmayınız, gün gelir geri çarpar. Geçelim konumuza, politik parti ve partiler kurulmasıyla Bulgaristan Türklerine yasama organı parlamentoda grup olarak yer alma hakkı tanınmıştır. Fakat parti grubunun görüşü, Moskova’dan gelen (dikte edilen) ve hain fahri başkan tarafından dayatılan ve popülist kafasız Karadayı tarafından zehir gibi halkın zekasına ekilmek (aşılanmak) istenen yarım, eksikli, özü yansıtmayan, halkın zekasını körelten fikirlerdir. Bu bakıma bu meclis grubunun son 30 yılda Bulgaristan Türklerini uyandırma açısından oynadığı rol “0” (sıfırdır). Kim nasıl isterse öyle anlasın. Bu bir gerçektir. A.Doğan’ın


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

günleri sayılıdır. Demokrasi mutlaka gelecektir. Bu amaçla kadrolarımızı hazırlamak – öz vazifemizdir. Konuma devam edeceğim. Okuyanlara ve paylaşanlara teşekkürler. Selamlar.


Makale ve Analizler - 2019

157

Zamanla Çiçeği Solmayan Bir Cumartesi “Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi!” Edip Cansever (1928 – 1986) *** görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yükseksaatli bir bombadır patlar an gelir attilâ ilhan ölür Attila İlhan (1925 – 2005) *** Rivayet olunur :Tanrılar zamandan korkarmış.Zamanın korkusu ise,ol insan emeği Mısır piramitleriymiş. Ve şiir de bir insan emeği olduğuna göre, her hâlükârda zaman şiirden de korkuyordur ki, Hz. Mevlana buyurmuşlar:”Yeni Bir şeyler Söyleme Zamanı Geldi” “Her gün bir yerden göçmek ne iyi Bulanmadan donmadan akmak ne hoş Her gün bir yere konmak ne güzel Bulanmadan donmadan akmak ne hoş. Dünle beraber gitti cancağızım Şimdi yeni şeyler söylemek lazım Ne kadar söz varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Hz. Mevlana (1207 -1273) *** Ve zaman içinde dünkü gün toplanma ,bir araya gelip cem olma,halleşme günüydü.Bugün cem olma günün ertesi günü,yani:”Bir çeşme gibi akabilir Cumartesi” ve zaman içinde,zamanla çiçeği solmayan güzel bir Cumartesi bugün,ama:


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) “Kan var bütün kelimelerin altında Umulmadık bir gün olabilir bugün Bir çeşme gibi akabilir Cumartesi Çığlığındaki sessiz harfler Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında” Cemal Süreyya (1931 – 1990) *** “Ahmet Abi,güzelim,bir mendil niye kanar Diş değil,tırnak değil,bir mendil niye kanar Mendilimde kan sesleri.” Edip Cansever (1928 – 1986) *** “kanasın varsın ne varsa biraz kanamalıdır benim bunca yıldır günlerim gecelerim kanadı hazır bulunanların hepsi evet dediler el bağladılar benim hepsinin üstünde iliklenmeyen düğmelerim kanadı” Turgut Uyar (1927 – 1985) *** “Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi Biz eskiden seninle istasyonları dolaşırdık bir bir O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar Nazilli kokardı Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen Kadının ütülü patiskalardan bir teni Upuzun boynu Kirpikleri Ve sana Ahmet Abi..” Edip Cansever (1928 – 1986) ***


Makale ve Analizler - 2019 “uykularım bölünüyor artık şu konağı bekliyorum söyle ey muhabbet kuşunun tüyü söyle ölüm ne zaman” Turgut Uyar (1927 – 1985) *** Ve türküler neyi söyler? “Aman ölüm,zalim ölüm Üç gün ara ver Al başımdan bu sevdayı Götür yare ver..” *** “Bu güz öleceğim. bütün işlerimi bitirdim Derede yıkandım, cevize tırmandım. kuş ürküttüm Kaçırdılar on iki Çocuk doğurdum. bekledim gözlerim Oğlan everdim. kız yetirdim. otuzuma vardım” …………………………………………………………………….. Ağlama kız, deme incirim Yar Yar ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın Körüm, çelimsizim, göğnüğüm, hastayım. sebeb olanları nerde bulayım adamdan içerli kuşlar ağlasın” Gülten Akın (1933 – 2015) *** “Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara Gün uzar hazırlık sonbahara” Atilla İlhan (1925 – 2005) *** “Deve,devenin üstünde tabut,biri çekiyor deveyi Üçü de Ali: deve,deveyi çeken ve tabutun içindeki Çılgın gibi koşuyorum köylerden şehirlere Başını kayalara vura vura ilerleyen bir insan seli Diyor ki değil daha Vakit var daha” Cemal Süreya(1931 – 1990)

159


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) *** ” Biz ki ; Ayrıntıya, Aykırıya, Ayrıksıya, Azınlığa tutkunuz.” Edip Cansever(1928 – 1986) *** “Şelaleye Düşmüştür Zeytinin dalı; Celaliyim Celalisin Celali.” Cemal Süreya(1931 – 1990) *** “Sizin alınız al inandım. Sizin morunuz mor inandım. Tanrınız büyük amenna! Şiiriniz adamakıllı şiir. Dumanı da caba… Ama sizin adınız ne? Benim dengemi bozmayınız…” Turgut Uyar(1927 – 1985) *** Evet cömertliğine sığınabildiğimiz zamanın da dengesi bozulmamalı ki: “Kurt soluğuyla içer suyu Köpek,diliyle. ………………….. Kurt altı yavru doğurur Köpek olur bunların biri.” Cemal Süreya(1931 – 1990) Ve:


Makale ve Analizler - 2019

161

“silah çatuben askerler, neden silah çatıyorsun dostum dostum aslan dostum sen nereye uçuyorsun, Kerem Aslı´nın koynunda çiçeği hiç solmayana” Cemal Süreya(1931 – 1990 *** Ve “Zamanla Çiçeği Solmayan Bir Cumartesi”günü Cemal Süreya vasiyeti : “Şiir yaz.Şiirdir kişiyi kurtaran,bu yalnızlıkla,bu bataklıklarla dolu evrende.”


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sandık Tepilmez, Demokrasi Sandıktan Geçer Tarih: 26 Ekim 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: HER OYUN DEĞERİ EŞİTTİR. DEĞERSİZ OLAN ÇAKMA POLİTİKACILAR. Yarın memlekette seçim var. Tepip bıraktığımız köyümüzün muhtarı seçilecek. Ellere kalan vatan diyarımızın önümüzdeki 4 yıl için kaderi belirlenecek. Bizim oy kullanma hakkımızı söküp elimizden alanlar son 30 yılda hiçbir yere dört enser veya çivi çakmadılar. Vatanımızın damından kiremitler damlaların ardından rüzgâra inanıp birer birer düşüyor tutan yok mu yoook. Atalarımızdan kalan “muhacir malına el sürülmez” anlayışı öyle sürüp gidiyor. Buna uymak devletin de işine gelmiş son enserin-çivinin çürümesini bekliyor, gün sayıyor. Geçmişimiz enkaz olmasını yan gelmiş yatıp bekliyor. Kapısı açık kalan evlerin sahipleri “bir şey olmaz” demişlerdi buralardan çekip giderken. Osmanlı devrinden kalan evlerin kuşakları, eşikler, çardaklar 150 senedir yerli ağaçlar gibi ayakta dimdik duruyor. İnsanların bırakıp gittiği evlere kırlangıçlar bile yuva kurmuyor. Sabahları doğmasını bekleyen olmayınca güneş de gülümsemiyor. Hasrete alışmak kötü! Toprak tohum, kuşlar yem bekliyor. En çok beklenen ise hep İNSAN! *** Seçim kampanyasına bir tarafsız bakış Bulgaristan’da insanların birbirinin adını bilmediği bir toplum oluştu. Belediye seçimlerinde dilden dile dolaşan başkanın adı ve soyadı. Belediye meclisi üyelerinin isimlerini teker teker sayabilecek 5 kişi ya çıkar ya çıkmaz. Oysa Belediyeleri gerçekten yönetenler belediye meclisi üyeleridir. Halkın iktidar basamağı ve devletin yerel dayanağı onlardır. Ne var ki, seçmen “nerde çokluk orada bokluk” kıstasından engelli olduğundan, meclisi üyelerinin sözünü dikkate almaz, işler Başkanın kalem oynatmasına ve tavrına bakar. Oysa belediye meclisinin onayından geçmeyen hiçbir öneri, proje ve karar hayat hakkı kazanamaz. Peki bunu bilen meclis üyesi var mı? Bilemiyorum… Belediye Başkanının her önerisi belediye meclisinde onaylansa bile, Vali tarafından durdurulabilir. Son dönemde Kırca Ali Belediye Başkanı mühendis Hasan Aziz’in Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) adayı, Vali (GERB-li) Nikola Çanev’le anlaşamıyordu ve belediyedeki tökezleme nedenlerinden biri de buydu. GERB Türk Kalesi Кırca Ali’yi ele geçirmek için her fırsattan yararlanmayı seçmiştir. Şöyle de diyebiliriz, Belediye başkanı belediye meclisi ile Vali arasında gidip gelen kişidir, bir de konser esnasında ışıkların üzerinde toplandığı solisttir. Bu yalnız Kırca Ali’de değil, her yerde diğer başka belediyelerde de böyledir.


Makale ve Analizler - 2019

163

Belediyelerin ortak yanlarından biri ise, topladıkları yerel vergi ve gelirlerden %20’sini yerel ihtiyaçlara harcarken, diğer giderler için de (%80 için) Hükümete, yani Maliye Bakanına, yanı Başbakan’a el açıp göz kızartırlar. Başbakan Boyko Borisov karma bölgeler dediğimiz Silistre’den Bansko’ya uzanan çizginin Güneyine “çok para döktüm” dedi. “GERB’in bu mahalli seçimlerde de ülke çapında birinci siyasi parti olabilmesi için biraz daha oya ihtiyacı var” ağzı yaptı, sanki borç vermiş de geri istiyor gibi bir hava yarattı yerel seçimler arifesinde. Onun aklından geçen Avrupa Birliği’nden gelen yardım ve yatırım paralarıdır. Elden geleni dağıtmak kolay anlayışıyla, Bulgar nüfuslu belediyelere bol keseden “kısım dolusu, Türklerin ikamet ettiği belediye ve muhtarlıklara ise azdan az vermeyi başardı.” Ak Kadınlar (Dulovo) Belediyesinde yaşayan Türklere 2018 yılında kişi başı sadece 100 leva vermeye utanmadı. Karadayı ise, adaletsizliği ve haksızlığı görmemekte şampiyon… Her şeyi konuşurken “para” demiyor, sanki leva dilini sokacak! Faşistlerin sabah horozu gibi yapı üstüne tüneyen ve ırkçılıkta kim daha fazla ötecek yarışına giren şimdiki Bakanlar Kurulunda, yerel seçimlerde al benli olsun açısından pek fazla önem veren olmadı. Vatandaşın politik kültüründe sönme, ilgisizlik, “iyi bir şey olsa bizi bulmaz” gibi bir hava egemen oldu. Hatta bazı yerlerde “ne kadar sesiz geçerse, o kadar daha iyidir”, anlayışı üstün geldi. Karadeniz kentlerinde turizmden kara para aklayanlar, oy satın almaya, görev dağıtmaya başladılar ve tutuklananlar oldu. Sofya Belediye Başkanlığına soyunan “Ataka” şefi V. Siderov meclisten çıktı. Memlekette seçmen sayısının 4 milyondan fazla olmadığı resmen açıklansa da 7 milyon bülten basıldı, polis gözetiminde dağıtıldı ve gerekli seçim “hazırlıklar” yapıldı. Ana ödevi “gördüğünü görmemek, işittiğini duymamak” olan seçimde sandık görevlileri ve komisyon üyelerinin bir günlük yevmi yelerine zam yapıldı, paralar belediyelere havale edildi. 61 parti, koalisyon, inisiyatif komitesi ve bağımsız adayın yerel seçime katıldığı bilinse de, bu işlerin paralel muhasebesini yapan kulis güçleri, yeni belediye meclislerini Sofya Meclisi Bileşimine benzettiler. Statüko memleket boyunca korundu. Statüko partilerinin yerel parlamentolardaki oranları muhafaza edildi. Bulgar mafyası belediye meclisini bu listelere kendi adamlarını yerleştirerek ele geçiriyor. Belediye meclisinde halk “seçmen” kontrolü yok. Oturumlara bazen canı sıkılmış geveze emekliler gözlemci sıfatıyla katılıyorlar. Bu defa da hiç kimsenin gönlü kırılmadı. Bazı belediye meclis üyesi adaylarının “zekaları çok geride olan” kişiler olduğu dikkati çekse de, milleti sarsan şehirlerde güçlü itiraz yükselmedi, çünkü adaylar parti yönetimleri tarafından özenle seçildiler ve “işi yapacak, denge sağlayacak kişiler olarak” onaylandılar. Seçim kampanyasının en sert geçtiği şehirler Sofya, Varna, Veliko Tırnovo, Kırca Ali, Haskovo ve Plovdiv oldu. Dulovo, Hitrino, Cebel, Todor İkonomovo, Momçilgrat’ta seçim arifesi – kampanya kavgalı geçiyor. GERB, Türk yerel kalelerine sert saldırdı. İktidar imkânlarından baskı aracı olarak yararlandı. 137 gizli polis adayının yerel idare organlarına aday gösterilmesi, bunlardan 42 kişinin Türk ajan olup harekete geçirilmesi bu defa da iğrenç bir tablo


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ortaya koydu. Yerel yönetimlerin halkın güvenmesi gereken önemli ilk ayak olması beklenirken, itimatsızlık belirdi. Belediye meclislerinin bir demokrasi forumu oluşturması yolu yine parti yönetimleri tarafından engellendi. İktidardakiler dipten tepeye küçük büyük hepsi de korkuyorlar. Bulgaristan’a demokrasiyi Türklerin direnişleri getirdi demeye dilleri dönmüyor. Karadayı’nın “demokrasiyi DPS getirdi” demekten dili şişti, tabi yalan söyleyenin dili şişer. DPS, bizim demokrasi, adalet, hak ve özgürlük, insan hakları kavgamızın ürünüdür. Bir parti formülü olarak ise, Moskova KGB laboratuarlarında düşünülmüş ve hain-Ahmet Doğan’ın boş kafasına bir “halkı yanlış yönlendirme formüllü olarak akıtılmıştır”. DPS’nin tüm işleri anti-demokratik, Tükler aleyhinde ve yol şaşırtıcıdır. Kısaca Örnekleyelim; DPS gibi partiler majoriter yerel seçimde bile halkın en fazla oy verdiği meclis üyelerinin görev almasını kabul etmeyip, yasalara rağmen, kendi kadrolarını dayatıyorlar. Bunu geçen seçimlerde herkes gördü. Bu seçim de korku havasında geçti. Hatta tutuklamalar oldu. Türkçe ajitasyon bu defa da yasaktı. Kurban kazanları kaynamadı. Seçim mevlidi de yapıl(a)madı. Bağımsız adaylara gelince! Bu iş önceden imza toplamakla olduğundan, biraz dilencilik gibi bir şey oluyor, bir de her imza için ikram ve el arlından en az da olsa bir karşılığı oluyor ve işin onurlu tarafı kalmadı. Bu nedenle Bulgaristan’da “bağımsız” adayların toplam oranı da % 2’yi aşmıyor. Genel tabloyu belirleyen çizgiler bunlar olsa da – en kötü ve karamsar durumda bile – sandık tekmelenmez, seçim sandığına küsülmez. Seçime katılmak bir haktır. Kalelerimizi savunmak zorundayız. Seçim bir kültürdür yaşatmalıyız. Seçim politikadır. Katılmalıyız! Yok olmamızı bekleyenler nefes aldığımızı hissetseler yine yeter. *** 1989’da demokrasinin ilk kırlangıçları Türk köylerinde uçuştu ve yuva kurdu. 1989 Mayıs Ayaklanmamızı hatırlayalım. Binlercemiz sürgünde ve içerde olsak da, 53 illegal ve legal direniş örgütü güç topluyordu. Demokratik Lik adlı insan hakları mücadele öncümüz 21 Mayıs 1989’da Sliven (İslimye) ili Kotel (Kazan) Belediyesi Yablanovo muhtarlığında Milli Kongre çağırmıştı. Ruhumuzu kırmak için 350 000 kardeşimiz yollarda sefil oldu, birçokları vatan hasretiyle hayata gözlerini yumdu. Mekanları cennet olsun. Bu yazımda kısaca değinmek istediğim şöyle bir nokta var. BKP – Bulgaristan Komünist Partisi ve kurduğu totaliter zulüm rejimi devrilirken, Bulgar parti ve istihbarat yönetimi çok korkmuştu. Zaten o “elit” kadroda “Vatan” duygusu yoktu, “enternasyonal” kişilik saçmalığı ile dolu kafaları korkudan tütmüştü ki, birbirine güvenenler bir grup olup danışma mahiyetinde Moskova’ya KGB Şefi Vladimir Klüçkov’a gitmişlerdi. Tarih 1989 Ekiminin sonlarıydı. Zaten 10 günden sonra Todor Jivkov devrildi.


Makale ve Analizler - 2019

165

Klüçkov o zaman Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Merkez Komitesi (MK) Politik Büro (PB) üyesi ve Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) Şefiydi. Bulgar heyetine ise daha fazla İç İşleri Bakanlığından ve Devlet Güvenliği “DS” organından generaller katılıyordu. Bu ziyaret ve görüşülen konular (desebg.com) gizli arşiv belgelerine alınmıştır. Aynen veriyorum: Bulgaristan Halk Cumhuriyeti (BHC) İç İşleri Bakanlığı (MVR) heyetinin Bakan Georgi Tanev yönetiminde 26 Ekim 1989’tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) yaptığı ziyaret bir iş ziyaretidir. MVR-DS heyetinin Moskova’da KGB ziyareti, Sovyet baskıları sonucu 9 Kasım 1989 tarihinde BKP Genel Sekreteri Todor Jivkov’un görevlerinden istifa etmesinden ve bu istifanın BKP MK Geniş Oturumunda kabul edilmesinden bir aydan daha az bir zaman önce gerçekleşmiştir. Bu görüşmede başlıca ele alınan ve uzun boylu masaya yatırılan konulardan biri Moskova ve Sofya rejimleri tarafından “kayıtlı olmayan örgütler ya da hükümete paralel kurulan ve etkinlik gösteren hareketler” adı verilen sivil direniş örgütleriyle Sovyet parti organı (KGB) nin geliştirdiği mücadele ve onları susturma ve dağıtma yöntem ve usulleri üstüne kendilerinden ayrıntılı bilgi alındı. Bulgaristan’da o dönem en güçlü olay Türklerin 1989 Mayıs İsyanı, Türk legal, yarı legal ve illegal direniş örgütleri ve Bulgar aydınların Sofya Üniversitesinde Jelü Jelev başkanlığında kurduğu Şeffaflık ve Yenilenme için Dayanışma Kulübü vb birimlerdi. Moskova toplantısında ikinci madde olarak Bulgar “DS” – gizli polis örgütüne bağlı çalışan “Altıncı Şube”nin ideolojik kışkırtmalarla mücadele etkinlikleri ele alınmış ve KGB’nin hükümetten izinsiz kurulan “sivil toplum örgütleri” ile baş etme deneyimleri paylaşılmıştır. Bu ziyaret ve görüşmeler Bulgar totaliter rejiminin 1985-1989 Türk direnişleriyle başa çıkamadığının itirafıdır. KGB yönetimi şunları öğütlemiştir. 1) totalitarizme karşı direniş örgütlerinin birleşmesi yolları ne pahasına olursa olsun kesilmelidir. 2) legal ve illegal direniş örgütlerinin resmi dilde ve azınlık dillerinde propaganda yayını yapması, gazete, el kitabı, broşür, bildiri vs yayınlamasına asla izin verilmemelidir. (İşte bu sebeple Bulgaristan’da gelişen Demokratik Güçler Birliği (CDC) ile Hak ve Özgürlükler Hareketinin (DPS) yakınlaşması ve kaynaşması yolu her defasında kesilmiştir. Birlikte seçim ortaklığı kuramamışlardır. Bu adımlar her zaman engellenmiştir. Demokratik cephe kurulmasına izin verilmemiştir. Türk partisi sürekli parçalanmış, bölünmüş, örgütçü aydınlar sürgün edilmiş ve yurttan kovulmuştur. Hiçbir azınlık 30 yıldan beri yazılı ve sözlü yayın yapamamıştır.) Toplantıda Klüçkov bu konuda şöyle demiştir: “SSCB Bakanlar Kurulu katında örgütlü KGB, legal ve illegal sivil toplum örgütlerinin birleşmelerine karşı ve bu örgütlerin yayın yapmalarının önlenmesi için arasız mücadele ediyor.”


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Uyanış ve direnişlerin halkı kucakladığı yerde hareketin örgüt biçimini ele geçirip değiştirmek, kullanılan yöntemlerden biridir.” (Bilindiği üzere halk hareketinin başını ele geçirip, yapısını ve şeklini değiştirme yöntemi Bulgaristan’da Türklerin 1989 Mayıs Ayaklanmasından sonra totaliter devletin en büyük korkusu haline gelince hazırlık devrine girmiş ve 04 Ocak 1990 tarihinde Varna’da hain-Ahmet Doğan’ın sözde 33 kişiyle güya Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) kurduğunu ilan etmesiyle şekillenmiştir. Bu olay, 26 Ekim 1989 günü yani bundan tam 30 yıl önce, Moskova’daki KGB-DS zirve görüşmesinde alınan kararların tamı tamına uygulanmasıdır. Demek istediğim, DPS- örgütü, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlükler uğruna şehitler veren direniş hareketine “ajanlardan yönetim aşılama” operasyonu olarak 04 Ocak 1990 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Bulgaristan Türkleri politik direnişlerinin yönetimini ele geçirme planı Moskova’da KGB merkezinde çizilmiştir.) Moskova’daki 26 Ekim 1989 KGB-DS toplantısında ele alınan 3. konu ise şunlardır: KGB muhalefet grupların enternasyonalleşmesi tehlikesini masaya yatırırken, olayların diğer sosyalist ülkelere sıçramış olduğuna vurgu yapmıştır. Bulgar MVR-DS heyetine, totaliter rejimi devirmek için legal ve illegal yollardan mücadele yürüten sivil toplum örgütlerinde yer alan kişilere karşı çalışma yöntemleri, örgüt yöneticilerini kazanma usulleri, harekete “zehirli aşı yapma” komploları ve harekete yönetim dayatma biçimleri üstüne ayrıntılı bilgi verilmiştir. Daha sonraki aylarda Bulgaristan’da bu uygulamaya geçilmiş ve Türk direniş hareketine, Yeşiller Hareketine ve Demokratik Güçler Birliği’ne yüzlerce ajan sızdırılmıştır. Filip Dimitrov ve İvan Kostov gibi Başbakanlar bile Bulgar “DS” istihbaratının dosyalı kadrolarıdır. 1990’dan beri Bulgar parlamentosunun üçte bir her zaman “DS” ajanlarıyla dolmuştur. Şimdiki yerel seçimlerde de 137 istihbarat ajanı, 42-si Türk Belediye başkanlıklarına, muhtarlıklara ve belediye parlamentolarına el atmak amacıyla seçime giriyor. Bu ajanların görevi durumun değişmesini ve anayasaya dokunulmasını önlemektir. Bundan 30 yıl önce Moskova’da düzenlenen KGB-DS toplantısında, KGB Başkanı Klüçkov’un konuşmasında özel olarak işaret ettiği bir husus ise, Sovyetler Birliği deneyimlerinden sentez edilmiştir. O, SSCB’nde 1930 yıllarda büyük kargaşalıklar, halk hareketleri, silahlı direnişler yaşandığını, rejimin devrilmek istendiğini, 30 yıl sonra bu hareketlenmenin (1960’lı yıllarda) yeniden mayalanıp dirildiğini anlatmıştır. Yine 30 yıl sonra 1991’de Sovyetler Birliği’nde Mihail Gorbaçov’u devirmek amacıyla darbe denemesi yaşanmıştır. Tekrarlayan olayların analizini 1989’dan tam 30 yıl sonra, 2019 Moskova olayları merceği altına aldığımızda ve özellikle ve 27 Ekim 2019 Bulgaristan yerel seçimlerindeki durgunluk ve suskunluk, aynı zamanda hemen hemen her yerde halkın mahalli kükremeleri dikkate alındığında düşündürücü bir tablo ortaya çıkıyor. Bir defa, Moskova KGB-DS serasından getirilip Bulgaristan Türklüğünün geleceğini karartmak için aşılanan hain-Ahmet Doğan gibi “çakma liderlerin” zamanı tamamen doldu. Halkımızın ondan kurtulması ve malına mülküne el konup hainliklerinden dolayı zindana atılması zamanı gelmiş kapı çalıyor.


Makale ve Analizler - 2019

167

Bulgaristan’da 2019 yerel seçimleri işte böyle bir “zamanları doldu, gitseler de kurtulsak” havasında geçerken, milli düzeyde çok sert çatışmalar da yaşandı. Bulgaristan’da Başsavcı seçimi vardı. Tek adaylı seçim olur mu diyebilirsiniz amma burası Bulgaristan burada her şey olur. Statükoyu yalnız yerel düzeyde değil, tepede, yürütmede ve yargıda da korumak isteyenler, oligarşi ve mafya kendi başsavcısını polis okulu bitirenlerden dayatmaya çalışıyor. Halk ise hukuk üstünlüğü isterken Başsavcı adayının başkentin “Kliment Ohridski Sofya Üniversitesi” Hukuk Fakültesi mezunu olmasında, en iyi yargıçlar arasından seçilmesinde direniyor. Böyle gelmiş böyle gitmez inşallah gerçek değişim önümüzdedir. Dünyada her şey değişir. KİTAPLAR İNSANLARI İNSANLAR DÜNYAYI DEĞİŞTİRİR. Bunun için oku oku ve yine oku… Seçim konumuz daha devam edecektir. Davamız ortaktır. En üzücü olan soydaşlarımızın yerel seçime katılma hakkını kaybetmemizdir. Yarın seçim var hayırlısı olsun. Biz değerler üzerinden fikirlerimizi ve görüşümüzü açıklamaya çalıştık. Tüm başarılar ve sağlıklı günler sizlerin olsun. Dostlarınızla Paylaşmayı unutmayınız. Teşekkür ederim.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hainler Çadırında

BGSAM: 28 10 2019 Tarih: 28 Ekim 2019 BGSAM: İlk kez bir yazıyı Türkçe ve Bulgarca olarak veriyoruz. Konu: “O Dosya” Dalaveresi. Kaynak: “Satır aralarından. com” sosyal medya yayını ahmed-dogan-orden-stara-planina Hain-Ahmet Doğan’ın BKP (BSP) lideri ve Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov tarafından “Koca Balkan” ödülüyle2004’te ödüllendirilmesi töreni. (Doğan bu ödülü iade etmemiştir.) Bulgaristan’da Demokratik Güçler Birliği (CDC) iktidar adına Ahmet Doğan’ın işlediği suçları gizledi…. Fakat şu da var, CDC iktidardan Ahmet Doğan yüzünden düştü. Onları kullanmış olsalar da, resmi elbiseli uşakları, onursuz ve namussuz kişileri kimse sevmez, atasözü bu örnekle de teyit edilmiştir. Bulgar Anayasasının 11 maddesinin 4. Fıkrasına ters düşmüş olsa da, 04 Ocak 1990 tarihinde Sofya Şehir Mahkemesi bir etnik parti olan Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni (DPS) tescil etti. Bir yıl sonra Jelü Jelev ile Andrey Lukanov bu partinin legalleşmesinde ve daha sonra DPS görev süresinde “Berov” hükümeti kurulmasına arka oldular.


Makale ve Analizler - 2019

169

1992’de Filip Dimitrov Bulgaristan başbakanıdır. 04 Şubat 1992’de Ahmet Doğan ve onun şahsi sekreteri Mehmet Tefik Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçiliğini ziyaret etmiştir. Bu ziyaret ajan “Sava”nın yani Ahmet Doğan’ın isteği üzere yapılmıştır. Görüşme esnasında Ahmet Doğan Bulgaristan’ın milli güvenliğine ilişkin 6 dosyayı Büyükelçiliğe teslim eder. Bu dosyalara ek olarak sayıları yaklaşık 1 300 kişi olan Bulgar istihbaratı görevlileri ve ajanlarının tam listesini de sunar. Bu olayı kamuoyu “O Doysa” dalaveresi adıyla öğrendi. Bu dosyalar, 79 ülkede diplomatik görevde bulunan Bulgar milli İstihbarat Örgütü ve Savunma Bakanlığına bağlı Milli Casusluk Dairesinde görevli kişilerin isimlerini ve kişisel verilerini içerir. Bu kişilerden bazıları Büyükelçilik ve konsolosluklar dışında görev alan gizli ajanlardır. Kimileri şoför, diğerleri ticaret şirketlerinde çalışan bir başka grup da bilimsel-teknik casuslukla angaje olmuş kişilerdir. Türkiye Büyükelçiliğine teslim edilen ajan cetvelinde, subaylara, bağlı oldukları şubelere, hangi ülkelerde bulunduklarına ve onları gizleyen öykülere de işaret edilmiş ve yer verilmiştir. Gerçekte, bu olayla Bulgaristan’ın dış ülkelerdeki casus ağı ve bu sistemde çalışanlar ve onların bağları başka bir devlete teslim edilmiştir. Bu bilgiler o kadar kapsamlı ve gerçekçi olduğundan T.C. Büyükelçisi dosyaları alırken “Sen beni hapse attıracaksın!” demiştir. Evrakların teslim edilmesinden sonra Mehmet Tefik Milli Güvenlik Amirliği Başkan ülkeleri Dairesi amir yardımcısı Albay İvan Terziyski’ye telefon açar ve görüşmek ister. Bu temas aynı saat 20.00’da Sofya’nın “Drujba” semtinde gerçekleşir. Mehmet Tefik, aynı gün saat 13.30’da hainAhmet Doğan’a Türkiye Büyük Elçiliği’ni ziyareti esnasında refakat ettiğini anlatır ve kopya edilmiş birkaç belgeyi teslim eder. Daha sonra, bu gizli bilgilerin Dış İşleri Bakanı Stoyan Ganev ve sosyalizm döneminde Dış işleri Bakan yardımcısı ve İstihbaratın Birinci Şube görevlisi Jivko Popov tarafından toplanıp derlendirdikleri ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı ve hükümet şaşırmıştı. Bulgar istasyon şeflikleri iş yapamaz hale getirilmiş, Bulgar casuslar ve ajanların hayatı tehlike altına girmişti. Bu bir devletine hainlikti ve öngörülen cezası da çok ağırdı. Bakanlar ve CDC partisinden bilinen kişiler ne yapalım derdine düştüler ve kafalarını tutmuşlardı. Bir yanda, hem milli güvenlimizi tehlike altına atan hem de diğer devletlerle ilişkilerimizi zorlaştıran suç işlenmiş, hainlik yapılmış, öte yanda ise “maviler” dediğimiz politik güçlerin iktidarda kalmaya devam


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

etme arzusu vardı. Zamanın ağır koşullarında ikinci konum üstün geldi. Gerçekleri anlatarak Ahmet Doğanı baştan aşağı soyup sokağa salmak varken, olayı Ahmet doğan ile Stoyan Ganev’in gözden düşürmek için, milli istihbarat örgütü “DS” tuzağı olarak nitelendirdi ve CDC hükümeti Doğan’a şemsiye açma kararı aldı Olaydan 2,5 ay sonra olayla ilgili dava açıldı. 23 Nisan 1992’de Başsavcılık savcısı Asen Arsov olayı üstlendi. Fakat bu dava 23 Nisan 1991 ile Şuban 1992 tarihleri arasında devlet görevinde bulunan, kim olduğu bilinmeyen, görevliyken söz konusu isimleri ve bilgileri ele geçiren ve yayılmasının devlete zarar vereceği düşünülen bir olayla ilgili açıldı ve Ahmet Doğan’ın ismi bu davada geçmedi.” Sorgu ve açılan dava bile bile uzadı, belgeler kayıplara karıştı, deliller yok edildi, sonunda gizli dosya olarak arşive alındı. Böylece Ahmet Doğan suçsuz çıkarılmış oldu, fakat birkaç ay sonra yaptığı iyilik için CDC partisi büyük ve ağır bir bedel ödedi. Filip Dimitrov azınlık hükümeti için mecliste güvenoyu istediğinde, DPS grubu CDC hükümetine destek oyu vermedi ve F. Dimitrov hükümeti düştü. O günden sonra Mehmet Tefik her an ölebilirim takıntısına düşüyor. O zaman yaşı 29’dur. Sağlık durumu stresleşiyor ve hastaneye düştüğünde uzun bir zamandan beri yavaş yavaş bilinçli olarak zehirlendiği saptanmıştır. Bulgaristan hükümet hastanesindeki hekimler M. Tefik’i ölümden kurtarmıştır. Zehirleme olayının arkasında duran kişilerle ilgili araştırma ve soruşturma yapılmamıştır. Bulgaristan’a özverili ve gönüllü hizmetlerinden dolayı ve ülkede etnik barışın korunmasına katkılarından ötürü 2004 yılında Ahmet Doğan I. Derece “Stara Planina” ödülüyle ödüllendirilmiştir. Ödülü Cumhurbaşkanı G. Pırvanov sunmuştur. Üç ay sonra, zorla isim değiştirme süreci esnasında Bulgaristan Başsavcısı olan Vasil Mrıçkov’a da aynı yüksek ödülün verilmesine tepki olarak bu ödülü geri vereceğini ilan etmiş, ama bu adımı at(a)mamıştır. Doğan’ın hiddetini azaltmak için Cumhurbaşkanı Pırvanov, kendisinin imzaladığı kararı bozarak, Mrıçkov’u “Kiril ve Metodiy” ödüllendirmiştir. Gizli arşivden faydalanma izni alan araştırmacı gazeteci Bayan Bogdana Lazarova sayesinde bu olayların gerçek yüzü 18 yıl sonra ortaya çıkmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

171

2009 yılının sonunda, delil toplama işinde bir yıl bocaladıktan sonra “O Dosya” ile ilgili çok ilginç bir kanıta rastladığını açıkladı. Ele geçirdiği belgelerde adı geçen görevlilerin her biriyle teker teker temas kuran ve konuşan Bayan Lazarova Mehmet Tefik’le ilgili ayrıntılı bilgi toplamış, fakat Ahmet Doğan kendisini kabul etmemiştir. 2010 yılında Başsavcılık bir beyan yayınlayarak, hain-A. Doğan’ın devlete ihanet edip etmediğini araştıracağını duyurdu. İstihbarat dosyalarını teslim etme olayına katılan ikinci şahıs olan Mehmet Tefik ile ilgili yalnız bir tek çok acı bir bilgiye rastladık. 10 Ekim 2009 tarihinde Veliki Preslav kasabasında Mehmet Tefik adından 48 yaşında bir kişinin kafası kesilerek öldürülmüş olduğunu öğrendik. Katiller tutuklanmış ve muhabbet hapis cezasına çarptırılmış olsalar da, vahşi cinayet, isimlerin ve öldürülen kişinin yaşının Ahmet Doğan’ın eski sekreterinin verileriyle tutması insanı ürpertiyor. Ve bu veriler, 2008 yılında yaptığım söyleşilerdeki verilerle de örtüşüyor ki, tanıklar bana Mehmet Tefik’in “O Dosya” olayından sonra içmeye başladığını ve içkiyi kaçırdığından söz ettiler. Satırların arasında ds.com.da Menderes Kongün: “Doğan ofisinin eski sekreteri Mehmet Tefik’i de intihara zorlayacaklardı..” Korumalı katiller daha kaç can alacak bilinmez. Okuyanlara teşekkürler. Bulgarcasına da bakabilirsiniz.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

173

Seçim Bir Politik Oyundur

madığı ortada.

Tarih: 29 Ekim 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Liderin feylesof olmasına gerek yok, doğru yönü gösterse yeter. Halka doğru yönü gösteren yok. Lütfi Mestan ve partisi tamamen bitti. Dediğimiz gibi HÖH’ten başka parti ol-

Öncelikle bu gün Cumhuriyetimizin ilanının yeni yılında Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk”ü, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi saygı ve rahmetle anıyor, Cumhuriyet Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum Siyasi gelişmeleri yakından izleyen Prof. Dr. Stoyan Dinkov, “Şu bizim uydurma devletimizin ne tarihi ne de adam akıllı bugünü var, politik deneyimi, edebi, zekâsı yok, insan sevgisi kalmadı… İnsanlara can çekiştiren asıl budur. Bu hem trajik hem de komik devlet denemesinin yakın zamanda son bulacağına inanıyorum.” Demiş olsa da, 27 Ekim’de yerel seçimler huzurlu bir havada geçti denebilir. 5-6 tutuklu ve 3 kişinin de seçim sandığı teslim etmeye çalışırken bayıldığı dikkatte alınmazsa, kazasız belasız bir gündü diyebiliriz. En büyük coşku 27 Ekim gecesi Kırca Ali merkezinde davullar çalınca yaşandı. Doğu Rodoplar şöyle bir silkindi. Öyle bir silkindi ki. 7 belediyenin yedisini de 40 yıldan beri devam eden hak ve özgürlük davamız kazandı. Kırca Ali’de Hasan Aziz; Mastanlı (Mokçigrat) İlknur Kasım; Eğridere’de (Ardino) İzzet Şaban; Cebel’de Necmi Ali; Kızılağaç’ta (Kirkovo) Şinasi Ali; Koşukavak (Krumovgrad) Sabihan Mehmet ve Karagözler’de (Çernooçene) Aydın Osman oyların ezici çoğunu alıp Belediye Başkanı seçilirken, Kırca Ali’ye bağlı 67 muhtarlıktan 66’sını Türk adaylar kazandı. Sandıklardan beklenen DOST partisi çıkmadı. Seçimi Hak ve Özgürlük davamız kazandı. Türk kimliği kazandı. Yenilmez ruhumuz kazandı. Bulgar partileri Kırca Ali Belediyesine TÜRK ADAY gösterme cesaretini gösteremedikleri sürece bu böyle devam edecektir bu da böyle biline…


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bültenleri öyle hazırlamışlardı ki, orta öğrenimli olmayanın istediği gibi doldurabilmesi olanaksızdı. İmkânsız olan bir de, seçmenin eline verilen veya o kapalı (çarşaflı, battaniyeli) köşedeki kalemlerin yazmaması sorun oldu. Bülteni delsen “geçersiz” sayılırdı. Çizsen de kalem yazmamışsa “yine geçersiz” sayıldı. Bulgarcası olmayanlara yardım etmek de yasaktı. Bültenin kenarından şöyle hatıra olarak azcık koparılsa yine geçersiz sayıldı. Geçen seçimden beri emekli maaşı için postaneye uğramaları dışında hiçbir yere imza atmamış olan iki büklüm gözlüklü yaşlılar iyice zorlandılar. Bastonlu ihtiyarların seçim odasında birbiriyle Türkçe danışması, kadınların seçim sandığının bulunduğu odaya girerken ayakkabılarını çıkarmaları, hele şu Bulgarca konuşulanı anlayamamaları gibi sebeplerden ötürü Kırca Ali köy muhtarlıklarından gelen oy dolu çuval ve kutular içinden çıkan oylardan 4 000 (dört bine) yakın oy sudan sebepler bahane edilerek geçersiz sayıldı. Bu olay karma bölgelerin hepsinde böyledir. Seçmen sanki oy vermemeye zorlandı… Hepimize tekrar geçmiş olsun! Şu olay çok ilginçtir. GERB partisinin Kırca Ali’nin çiçeği meclis Başkanı Bayan Tsveta Karayançeva, bu seçimde her köyden bir GERB’li muhtar adayı olması için makam Mercedes’i ile köyden köye birer birer dolaştı. Tanıdığı tanımadığı kişileri önce GERB’e aldı, ardından da hemen Muhtar adayı ilan etti. “Gırbişte” köyünden Naim Ahmet bu kuzu kurbanlardan birisi oldu. Türklüğüne ihanet etmemek için kendisi de kendine oy vermeyince sandıktan “0” (sıfır) oy çıktı. Oyların 86’sını alan Tursun Hüsnü muhtarlık makamına turdu. Bu seçimler iktidar partisinin baskılarla, vaatlerle, kimse görmeden cebe yirmilik indirmekle bu işlerin olmayacağına kesin kanıt oldu. Nice kavgalardan geçen, nice yalan vaatlerle kandırılmaya çalışan insanımız, “Kırca Ali Belediyesi kalemizdir” dedi ve geri adım atmadı. Hedefe ulaştı. Tebrikler! Bu seçimlerde seçmenin % 60’ı sandığa gitmedi. Çifte vatandaşların ve bu sene, seçimden önce ülkede 6 ay kalmamış olanlara oy kullanma hakkı tanımayan kanunun sadece Türkiye Cumhuriyetinde ikamet eden soydaşlarımız için geçerli olduğunu sanan ve Almanya, Hollanda ve Avusturya’dan otobüslerle oy kullanmaya gelen Bulgarlara da “oy kullanamadı.” Seçim günü bu olay bir anda TV ekranlarında yorumlanmaya başlandı. Bu yasak, hem Bulgaristan’da hem de dış ülkede şirketi olan vatandaşlarla da ilgilidir, onlara da oy kullandırmadılar. Oysa bu mağdur grup (toplam sayıları 3 milyon civarında, mevsime göre 500 bin gibi değişiklik kaydediyor) 2018’de memleketimizdeki yakınlarına 1 milyar 286 milyon Euro parasal yardım göndermişlerdi ve bu ülkemize gelen


Makale ve Analizler - 2019

175

yıllık dış yardımdan fazladır. Bu paralar Bulgaristan’da bir yılda ödenen yaşlılık ve sakatlı maaşlarından fazladır. Hayatı ayakta tutan bu yurttaşların oy hakkından mahrum bırakılmasına tepki iyice birikti. Mecliste bu yasağın kaldırılması için bir tek DPS direniyor. Bu yasağı kanunlaştıran ise Sofya Belediye Meclisi seçiminde ikinci tura kalan BSP’li “bağımsız” Bayan Maya Manolova’dır. Şu da var. Örneğin 3 yıl önce Almanya’dan emekli olan Bulgar vatandaşlarının Bulgaristan’da aldıkları emekli maaşları üzerinden de Almanya’ya % 10 oranında vergi kesintisi yapılıyor. Dahası da var. Hem Almanya hem de Bulgaristan’dan emekli maaşı alan 28 bin Bulgaristan vatandaşı bu uygulamadan mağdur durumdadır. Paralar Alman Emekli Sandığına akıyor. Birleşik Amerika ile Kanada ise emekli maaşını ancak yılın 6 ayını orada geçirmek şartıyla ödüyor. Bulgar hükümeti eski tütün üreticilerine 320 leva aylık yardım kararı aldı. Bu Türkiye’de yaşayan ve artık emeklilik yaşına gelen soydaşlarımız için de geçerli mi, bu sorunda seçim günü çok tartışıldı. Bir de Türkiye’den emekli olup Bulgaristan’da harcayanların durumu ne? 1989 Kültürel Soykırım sonrası bu sorunlar ve zulümden kaçıp memlekette yaşamayanlardan mülk vergisi, ev vergisi, daire vergisi, çöp vergisi, yol vergisi gibi birçok yerel vergi talep eden Bulgaristan belediyelerinin her vatandaşın seçme ve seçilme hakkını kullanması sorununu çözüp, insan haklarının bir parçası olan adı yaşam haklarını, her vatandaşın insanlık onurunu savunmalıdır. Avrupa Birliğinin en yoksul ülkesi olan Bulgaristan vatandaşlarının alın teri ürünü olan emekli maaşlarına hukuksal savunma getirmeyen Bulgar devletinin en başat görevi olan vatandaşların temel haklarını garantilemesi zamanı gelmiştir. Bu seçimlerin ana konuları bunlar oldu. Bu yerel seçimler GERB partisinin 15 yıl ilk turda kazandığı Sofya ve diğer ana kentlerde ikinci tura kalması işlerin iyi gitmediğine kanıttır. GERB partisinin siyasi merkezi Sofya’dan Burgaz belediyesine kaydı. GERB beklentileri Varna ve Stara Zagora (Eski zara) gibi kentlerde yoğunlaştı. Bu seçimler GERB partisi ile sözüm ona “yurtsever güçler” ortaklığının içten tamamen çöktüğünü gün ışığına çıkardı. Olağan genel seçimden 16 ay önce taraflar birbirinin yüzüne bakamaz oldu. Bu parçalanıp dağılmada Kuzey Makedonya olaylarının etkisi de büyük oldu. Makedon kimliğini tanımayan Bulgar hükümetine tavır sertleşti.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçime katılma oranı vatandaşın hükümete güvenine kıstas ise, bu oran düştü. GERB’in seçim uzmanı Tsvetan Tsvetanov partiden uzaklaştırılınca, belediye başkanı, belediye meclis üyesi ve muhtar adayları gençleştirilemedi. GERB adaylarına oy veren kadro maaşlı seçmen dediğimiz ve toplam sayıları 420 bin kişi olan ve aile üyeleri ve akraba sayılarıyla çarpınca toplam 1.260.000’de kaldı. GERB partisi bu rakama kilitlendi. Partinin dönem programı olmadığı gibi belediyelerin de seçime plansız ve programsız girdiğini herkes gördü. “Yurtsever Cephe”den kopan “Ataka” partisi seçime ayrı girdi ve eridi. Bulgaristan’ı Kurtarmak için Milli Cephe (NFSB) partisi için de aynı sözler geçerlidir. VMRO – İç Makedon Devrim Örgütü başkan Yardımcısı – en gözde kadrosu – Avrupa Parlamentosu milletvekili Angel Cambazki’yi Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanlığına aday gösterdi. “Çingenelerin evleri yıkacağım, mahallelerini yerle bir edip hepsini başkentten kovacağım”türünden saçmalıkları tutmadı. Oyu % 4’te kaldı. Yılbaşında, Ocak ayının en soğuk günlerinde Plovdiv’e bağlı “Voyvodino” köyünde Roman mahallesini yıkıp yakma saldırılarıyla başlayan aşırı milliyetçi ırkçı hortlama, iki hafta önce Sofya’da “Vasil Levski” Milli Stadında Bulgaristan İngiltere Avrupa Şampiyonluk turnuvası maçında zirve yaptı ve uluslararası tepkileri görünce, sanki ansızın “Stop!” etti. Onlar durdu fakat bu gerçek seçim sandığına yansıdı. Seçimlerden önce özellikle Nesebır, Sozopol, Provadiya gibi sahil şehirlerinde iyice kızışan oy pazarlıklarında fiyat 400 levayı bulunca polis müdahalesi yaşandı ve Belediye Başkan Adayları tutuklanarak içeri atıldılar. Gettolara oy avına gidip para saçanların ilk defa polise ihbar edilmesi de yeni olan olaylardan biri oldu. 15 yıldan beri Bulgaristan belediyelerini yöneten GERB döneminde en büyük kitlesel protesto olayı bu seçimden Sliven’de (İslimye) yaşandı. Çocuk kaçırma ve dış ülkelere satma olayları haberini alan 25 bin Sliven “Umut” (Nadejda) mahallesi sakini şehrin merkezini tıklım tıklım doldurdu. Çocuklarını okuldan aldı ve evlerine kapadı. Sosyal yardım sistemini, çocuk esirgeme kurumunu ve Eğitim ve Teknoloji Bakanlığı’nın tüm okul dışı etkinlik programlarını tekmeledi, Bulgar eğitim ve kültürünü de kınayarak olumsuzladı. Bu gelişmeler Güney Bulgaristan’ı baştanbaşa sardı. Son gelişmeler bu yönde olsa da, yoksulluk, işsizlik, çaresizlikler yüzünden çocuğuna bakamayan anneler 2018 yılında 1100 çocuğu hastanede, cami kapısına ya da belediye basamaklarına bırakırken, 3 binden fazla çocuk da ekonomik ve sosyal geçimsizlik nedeniyle Çocuk Esirgeme Kurumu


Makale ve Analizler - 2019

177

tarafından ailelerden alındı alınmasına da fakat onların kaderleri bilinmiyor. Bu problemi aşma yolu arayan genç aileler Avrupa Birliği ülkelerine yerleşme yolları arıyorlar. 2019 yerel seçimine “ben her sorunu çözerim” havasıyla giren, Bulgaristan milli ombudsmanı Bayan Maya Manolova, hem “soldan” hem de “sağdan” oy toplamak için “bağımsız” girse de, ana muhalefet partisi olan BSP başkent örgütünü aldı. Fakat Başketli oylarının ancak % 27’sını toplayabildi. 10 yıldan beri Sofya Belediye Başkanı görevini yürüten GERB’li Bayan Fındıkova ile aralarında % 10 gibi bir fark var. Olay şu bakıma dikkat çekicidir. GERB bu seçimleri 3 defa ikinci tura kalmadan kazanmıştı. Artık ikinci turda el açmak zorunda kalmıştır. Bu gerçek Başbakan B. Borisov’u olağanüstü sinirlendirdi ve seçimden sonraki ilk demecinde BSP partisine “kuyruğunu koparak ve rengini değiştiren kertenkele” derken, Bayan M. Manolova için de “guguk kuşu” benzetmesi yaptı. Sofya Belediye Başkanı olma yarışına katılan toplam 72 adayın aralarında diyalog kurup ortak değerlerde buluşamaması ve gruplaşamaması başkent ve ülkedeki derin bunalıma ve uzlaşmaz parçalanmışlığa işarettir. Seçim yarışında üçüncü ve dördüncü yerleri paylaşan Demokratik Bulgaristan Koalisyonu adayı Sofya Baş Mimarı ve Mimarlar Odası Başkanı V. İgnatov aslında yeni doğan bir ümitti. İki dönem Sofya büyük şehir belediye senatosu üyesi olan, aktif siyasetçi “bağımsız” aday B. Bonev ise genç seçmenin oylarını aldı. Her ikisi de orta kesime hitap etti ve birleşmek için 6 görüşme yapmalarına rağmen uzlaşma noktası bulamadılar. Ne yazık ki birleşemediler. Tek adayla çıksalardı ikinci tura katılma şansla olağanüstü büyüktü. O zaman sol cepheden gelen ve seçim çadırını başkentin tam ortaya kuran Bayan Manolova’a ikinci tura kalamazdı. Şöyle bir özellik de belirdi. Bayan Manolova “bağımsız” aday olunca, belediye meclis üyesi de çıkaramadı. Seçilse bile başkent senatosunda kime dayanacak??? Halen oldukça yorgun görünen, eski sosyalist Bayan M. Manolova’nın ikinci turdan (bu hafta muhtemelen) çekilmesi iyi olur. Pazar günü yapılacak ikinci tur seçime, (halen 4. Yerdeki) B. Bonev’in üzerinde anlaşabilirlerse ve aday gösterilmesi durumunda, Sofya’nın GERB kalesi gerçek demokrata gecebir. Bu genç ve karizmatik siyasetçinin yön gösterebilme özellikleri üstün. Böylece değişikliklerin kapısını açma yolu bir umut olarak hale kapanmış değildir. Uzun sıralamanın ortalarında yer alan ve Sofya’daki 400 bin azınlık ve Müslüman oyunu örgütlemek için formül bulamayan Hak ve Özgürlük Partisi DPS ise Sofya’da ancak 4.500 oy alabilmiştir.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Görüldüğü üzere sanki bu defa civciv yumurtanın kabuğu kırdı ama henüz ortaya çıkamadı. Mücadele devam ediyor. 18 il merkezinde yerel seçimler ikinci turla yenilenecek. Analizimizi karma bölgelerdeki durum analiziyle devam edeceğiz. Okuyanlar paylaşsınlar lütfen. Teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

179

Kazanan Türkiye Türkiye’ye zorla göç ettirilen Bulgaristan Türkleri, kalifiye iş gücü oldukları için kolayca iş buldu, çalışkanlıkları sayesinde hepsi ev sahibi oldu. Anadolu kentlerine göç edenler gittikleri yerde sanayinin gelişimine katkı sağladı. Bulgaristan ekonomisi ise büyük darbe aldı. Türkiye’ye 1989 yılında zorunlu göçle gelen Bulgaristan Türkleri, kendilerini asimile etmeye çalışan Bulgar hükümet sistemi sayesinde kazandıkları çalışkanlıklarıyla yeni hayatlarına hızla uyum sağladılar. Bulgaristan’da yargı ve siyaset yolu kendilerine kapalı olan Türkler tarım, hayvancılık ve endüstrinin baş iş gücü konumundaydı. 345 bin kişinin 70 gün içinde ülkeden göç etmesi Bulgaristan ekonomisini altüst etti. 89 yılı sonunda doğru 100 bin civarında göçmenin Türkiye’den Bulgaristan’a geri dönmesi de göçün gönüllü gerçekleşmediğinin bir kanıtı olarak tarihe geçti. Bursa Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Kader Özlem, Milliyet’e yaptığı değerlendirmede Bulgaristan’da ‘Demografi krizi” olarak olarak nitelenen göçün her iki ülkeye yansımalarını şöyle sıraladı: Yük değil destek – 89 öncesi kadınlar genelde sağlık ve devlet dairelerinde işlerde çalışıyordu. Fabrika alanında çok bir katılım yoktu. 89 göçmenleri sayesinde fabrikalarda kadın iş gücü arttı. Bu sayede kadının iş gücüne katılımını hızlandırdılar. – Nitelikli iş gücü geldi. Bu kişiler çok kolay iş buldular. Ana dillerinin Türkçe olması ve Müslüman olmaları topluma ve sosyal hayata çok rahat uyum sağlamalarına neden oldu. – İlk geldiklerinde akraba yanlarında veya kira yardımıyla geçindiler ama sonradan hemen hemen hepsi kendi evlerini inşa ettiler veya aldılar. 89 yılında Türkiye’ye gelmiş ortalama bir Bulgaristan göçmeni, şu anda minimum 3 katlı bir ev, bir otomobil sahibi. – Çocuklarını okutmak için canla başla çalıştılar. İkinci kuşak doktor, mühendis, akademisyen işadamı ve avukat gibi toplumun saygın meslek grubuna dahil oldular. – Ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı’nın deyimiyle taşrada Anadolu kentlerinde sanayinin gelişimine katkıda bulundular. Bursa 1950 yılının başında Türkiye’nin ortalama kentleriden biriyken, 1950/51 göçü, 68 göç anlaşması ve 1989 zorunlu göçüyle gelenler sayesinde, emekli kenti olmaktan çıkıp sanayi kentine dönüştü. Bu sayede Bursa Türkiye’nin en büyük dördüncü kenti oldu. – Dernekleşme oranı en fazla olan kesim arasında yer aldılar. – Çifte vatandaşlık statüsünü sürdüren bu kişiler Bulgaristan’dan tam anlamıyla kopmayarak, Bulgar siyasetini de etkileyen bir pozisyonda bulunuyorlar. Kazanan Türkiye İmaj kaybı


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

181

Ülkeden gerçekleşen göçlerle Bulgar demografik krizi ortaya çıktı. Bulgaristan’da yaklaşık 9 milyon olan nüfustan 350 bin kişi azaldıktan sonra kademeli olarak nitelikli iş gücü nüfusu azaldı. Bu azalma demokrasiye geçiş döneminde de kademeli olarak devam etti. Şu anda Bulgaristan’da komunizm çöktükten günümüze değin ülkeden yaklaşık 3.5 milyon kişi başka ülkelere göç etti. Kazanan Türkiye – Nitelikli iş gücü gidince ekonomi çöktü, sonradan Bulgarlar çok pişman oldu. Neredeyse ülke genelindeki bütün fabrikalara kilit vuruldu. – Tarım ve hayvancılık yapacak insan kalmadı. Tarlalar yabancılara kiralandı. – Süt işletmeleri haraç mezat yabancı ülkelere satıldı. – Ekonomik kriz AB ile üyelik görüşmeleri başlayana kadar sürdü. Halen sabit kur politikası sayesinde ekonomiyi stabil tutuyorlar ve AB yardımları ile ayakta duruyorlar. – Bulgaristan 84-89 asimilasyon politikası ve ardından yaşanan zorunlu göç ile uluslararası camiada büyük bir prestij ve imaj kaybı yaşamıştır. 1990’lı yıllarda iktidara gelen yöneticiler bu kaybı telafi etmeye çabaladılar ama çok da başarılı olamadılar. 97 yılında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Petar Stoyanov’un Ankara’ya gelerek Demirel’den özür dilemesi ve bir yıl sonra Bulgaristan Başbakanı İvan Kostov’un Bursa’da göç edenlerden özür dilemesi sonrasında asimilasyonun mimarı Todor Jivkov milli suçlu ilan edildi. Bu iki özürden sonra iki ülke arasındaki ilişkiler AB ve NATO sürecinin de etkisiyle Bulgaristan’ın diplomatik alanda rahatlamasını sağlamıştır. – Göç meselesi Bulgaristan siyaseti üzerinde de büyük bir baskıya neden olmuş. Bunun sonucunda ırkçı oluşumlar hızlanmıştır. – Bulgaristan’da 89 sonrasında kalan Türk kökenli nüfus, önde gelenleri Türkiye’ye göç ettiği, sözcüsüz ve yöneticisiz kaldığı için başsız bir gövde gibi hareket ederek siyasi etkinliğini yitirmiştir. Hesap vermeden öldü Kazanan Türkiye İsim değiştirme ve ardından yaşanan zorunlu göçün mimarı Todor Jivkov, 71-89 yılları arasında başbakanlık yaptı. Ancak iktidarı döneminde sosyalist model üç defa iflasın eşiğine geldi. İlkinde ülkenin altın rezervi gizlice SSCB’ye satıldı. 1977-1979 iflas sürecinde ise Batılı bankalardan 6 milyar dolar borç alındı. 3. iflas 1989 yılında zorunlu göç ile oldu. Tarım iflas etmiş, asker, sanayi borçlu, döviz kaynağı yok. Bir tek istisna dış ticaret şirketleri. Onlar ise istihbaratın kontrolünde. Jivkov’a borç batağı için görevini kötüye kullanmak suçundan dava açıldı. Ayrıca 1990 yılında Jivkov, Türklerin zorla isimlerinin değiştirilmesi ve göçe sürüklenmesinden dolayı yargılandı. 18 Ocak 1990 yılında tutuklanan Jivkov bir kaç ay sonra ev hapsine alındı. 1992’de Yüksek mahkeme Jivkov’u 21 milyon levanın yağmalamasından dolayı 7 yıl hapis cezasına çarptırdı. 1993 yılında Belene ve diğer ölüm kampları için davaları başladı. Ancak Anayasa mahkemesi bu davayı kabul et-


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

medi. Aynı şey isim değiştirme sürecine ait davada da yaşandı. Yasalara göre Bulgaristan’da ırk ve milletlere karşı suçlar cezalandırılıyor, ama burada etnik gruptan bahsediliyor. 45 yıl zulmeden totaliter rejim için suçlu bulunmuyor. Jivkov 5 Ağustos 1998’de adalet önünde hesap vermeden öldü. ‘İlk tren hafızamda donuk bir karedir’ Kazanan Türkiye Dönemin Hürriyet Haber Ajansı İstanbul Büro Şefi Behiç Günalan göçün ilk anını şöyle anlattı: “Edirne’ye büro kurmak için gitmiştik. Göç patlak verdi. Haberler geldiği zaman düşüncelerimiz farklıydı. Bu kadar büyük bir göç dalgasının geleceğine inanılmıyordu. Biz de beklemiyorduk. Haziranın ilk yarısında kırmızı Bulgar lokomotifi girdi Kapıkule tren garına. Kapıları pencereleri salkım saçak insan dolu. Alanda sadece demir tekerleklerin görüntüsü kaldı. Bir anda sessizlik oldu. Sanki hayat dondu kaldı. O zaman anladık ne kadar büyük travmatik bir göçün ardından geleceğini. Tren yanaştı insanlar inmedi bir süre. Belki haklı olarak nereye geldiklerini bile kestiremediler. Görevlilerin müdahalesiyle tren boşaltıldı. Yatak yorgan bavullar bir anda Kapıkule eşya ve insan yığını haline geldi. Her gün bir veya iki defa bu trenler geldi. Sonra karayolu açıldı. 70 gün boyunca da bu yoğunluk sürdü. Aileler parçalanmıştı, farklı yollardan gelen vardı. Çocuklarını büyüklerini yaşlılarını arıyan aileler vardı. Devlet refleks gösterdi ama yetmedi. Ve zorunlu göçle Türkiye’ye gönderilenleri nakledebilmek için yollardan bütün boş kamyonlar Edirne’ye yönlendirilmeye başlandı. Gelenler yakınlarının yanlarına bir yerlere yollanmaya başlandı.” Davalar ne durumda? Kazanan Türkiye Bulgaristan’daki baba toprağından zorunlu göçe tabi tutulan Türkler, birkaç gün gibi kısa bir süre içinde gayrimenkullerini ve getiremedikleri eşyalarını yok parasına satmak zorunda kaldı. 1992 yılından sonra özellikle Belene kampında kötü muameleye tabi tutulanlar Bulgaristan hükümetine ve dönemin yöneticilerine karşı dava açtı. Ancak bu davaların hiç birinden sonuç çıkmadı. Tüm davalar zaman aşımına uğradı. Bulgaristan 1996 yılında Avrupa Konseyi üyesi olduktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yolu açıldı. İç hukuk yollarını tüketen mağdurlar AİHM’ye bireysel başvuru yapmaya başladı. AİHM bu davaları kabul etti ancak şu ana kadar bir karar çıkmadı. 1984-1989 yılları arasında Türklere yönelik uyguladığı asimilasyon politikası Bulgaristan Parlamentosu tarafından 2012 yılında ilk defa ‘Etnik temizlik girişimi’ olarak kabul edilerek kınandı. Buna karşın o dönemde etnik temizlik harekâtında bulunanlara hiç bir kamu davası açılmadı. Zorunlu göçten şimdiye kadar ceza alan tek bir kişi bile bulunmuyor. İsmail Şahin, Milliyet


Makale ve Analizler - 2019

183


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhuriyeti Duyumsamak

Tarih: 29 Ekim 2019 Yazan: Oya Canbazoğlu Konu: Bulgaristan TürklerininCumhuriyet coşkusu, Cumhuriyet romanı ve Cumhuriyet Destanlarımız yoktu. Biz Bulgaristan vatandaşları cumhuriyeti duyumsayamadan yetiştik. Cumhuriyetin tarihi eski Yunan ve Roma devlet yönetim biçimlerine inse ve biz bugünkü Bulgaristan’daki Türkler aynı topraklar üzerinde yaşamaya devam etsek de, cumhuriyete adam gibi sevdalanamadık. Cumhuriyeti ne sevebildik ne de ona küstüğümüzde yakasına yapışıp istediğimiz gibi hesap sorabildik. Memleketimiz Bulgaristan’da Cumhuriyet şiiri antolojimiz hala yok. Bulgaristan’da okullarımızda Cumhuriyet eserleri okuma yarışları yapılmıyor. Cumhuriyet konusu sınav sorusu olmuyor. Millet burada yaşayanlar Cumhuriyetin ne olduğunu bilmiyor. Bunun nedenleri var tabi ki, Sofya’ya gidip merkezini gezenler “Banya Başı Camii” karşısındaki “Sofya Heykeli”nin şehrin sembolü olduğunu öğrenir, konserve edilmiş kalıtlara yapıştırılmış levhalardan da bu yerleşim yerinin eskiden bir Roma İmparatorluğu şehri ve Osmanlı devrinde de Beyler Beyliği olduğunu öğrenmişlerdir. Fakat o Eski ve Orta Çağlarda şehrin adına “cumhuriyet” sıfatı eklenmemiştir. Senato, Hipodrum ve Kolezyum gibi ünlü kalıtlar da yok. Fakat cami ardındaki halen müzeye dönüştürülmüş hamamın kenarında gece gündüz akan 39 sıcak su kurnalarının şarkısından Roma Cumhuriyetinde savaştan dönen subay ve ailelerinin istirahat etmek için bu topraklardaki sayıları 200’den fazla olan kaplıcalara gönderildiğini öğrenebilir. Osmanlı devrinde de buralar hamam ve ılıca suları diyarıymış… Bugünkü Bulgaristan topraklarında yaşayanlar devlet yönetim biçimi olarak Cumhuriyeti ilk kez belkide komitacı Vasil Levski’nin 1860’lerin sonunda Yunan asilerinden kopyaladığı Bağımsızlık Programında ya da “Bağımsızlık” ve “Beyaz Kuğu” adlarıyla Romanya’da çıkan gazetelerde okudu. Komitacı program ve belgelerinde “eşit haklı insanlarınbağımsız bir cumhuriyet kurulacağından” söz edilmiştir. 1876 Nisan Ayaklanması Cumhuriyet ilan etmeyi düşünmedi. Bulgar Prensliği Doğu Rumeliyi ilhak edince (1885) de Cumhuriyet’ten haberleri dahi yoktu. Ne var ki 1878’de Büyük devletlerin Berlin Konferansı kararlarında Bulgaristan bir Bulgar Cumhuriyetinden söz edilmedi. – 1879’da Küçük bir Prenslik kurulması öngörüldü. Kurucu Meclis 1879’da Tırnovo kentinde Anayasal Prenslik (anayasal monarşi) ilan etti. – 1909’da devlet yönetim biçimi Bulgar Çarlığı (parlamenter monarşi) oldu. Bu Bulgar devlet gelişiminde ileri adımdı. Uygulanması çok zor bağımsızlık ilan edildi. Rus Çarına 80 ton altın borcu olan, Almanya’dan gönderilen Çar Ferdinand tarafından idare edilen küçük bir Balkan devletinin bağımsızlık


Makale ve Analizler - 2019

185

ve egemenliğine inanan ve güvenen yok gibiydi. Genç Bulgar devletine hoşgörülü davranan bir tek Osmanlı hünkarıydı. Yeni yönetim biçim parlamenter monarşi olarak 1946’ya kadar bunalımlar içinde devam etti. Bulgaristan’ın “halk cumhuriyeti” ilan edilmesi 1946 yılı referandumu sonucu neticelendi. Büyük Millet Meclisi kararıyla olanaklı oldu. Bulgaristan monarşi seçimini, cumhuriyet, aristokrasi ve demokrasi arasında kendisi yapmadı. Monarşiyi dayatanlar 1877-78 Rusya ile Osmanlı savaşında galip gelen devletlerdi. 1879’de Bulgaristan bir demokratik cumhuriyet ilan edilmiş olsaydı – egemenlik kayıtsız şartsız halkın olacaktı. Belki de etnik ayrım yaşanmayacak, göç olmayacak, zulmün hortlamasına olanak verilmeyecekti. Eşit vatandaş hakları, insan haklarına sonsuz saygı, kültürel haklara dayanan kolektif haklar İsviçre yönetim tipi olan bir Balkan devleti de doğurabilirdi. Oysa İktidar Prensin, Çarın ve seçilmişlerin eline geçti. 1878-1944 yılları arasında ülkede cumhuriyet diyenler kovalandı. Tutuklandılar. İçeri atıldılar. Ne var ki Bulgaristan topraklarında 1877-78 Plevne Savaşından sonra Müslüman halkın Cumhuriyet özlemi de hiç azalmadı. Doğu Rumeli yönetimine vergi ödemeyen ve boyun eğmeyen Müslüman Pomaklar 1878’de “Senker Ayaklanması”nı başlattı. 22 Pomak köyü – Dövlen’den (Devin) Paşmaklı’ya komşu Trıgrad’a uzanan bölgede) Pomak Cumhuriyeti-Rodop Hükumeti ilan edip bağımsızlık talep ettiler. 1878 San Stefano ve Berlin Sözleşmelerinden sonra Osmanlı’dan kopmak istemediler. Rupça nahiyesine bağlı Tımraş merkez oldu. Vıça ve Çara ırmaklarının arasında Cumhuriyet bayrağı dalgalandı. Barutin köyü de Pomak Cumhuriyeti sınırları içinde kaldı. Bu cumhuriyet 1979-1886 yılları arasında var oldu ve 24 Mart 1886 tarihinde toplanan Tophane Konferansında “PomakRodop Cumhuriyeti” Osmanlı topraklarına katıldı. 1913 Balkan Savaşından sonra ilk Türk Cumhuriyeti, Gümülcüne – Batı Trakya Cumhuriyeti ilan edildi. Bu görev Enver Bey tarafından Teşkilat-ı Mahsusa’ya verildi. Başında Kuşçubaşı Eşrefin bulunduğu 16 Subay ve 100 erden oluşan bir örgütlenme hemen harekete geçtiler. Başında reisliğini de yapacak olan Süleyman Askeri Bey’le birlikte bir grup subay ve askeri de destek olarak gönderdi. Edirne’den Ortaköy ve Koşukavak üzerine devam birlik burada oluşturduğu milli tabur ile Bulgarlara karşı mücadele vererek Cumhurbaşkanı Hacı Salih Efendi olan ve 8 578 km2 yayılan ve nüfusu da 234 700 kişi olan bu Cumhuriyete şu şehirler katıldı: Yunanistan’dan – Cümülcüne, İskeçye, Sofulu, Bulgaristan’dan – Dedeağaç, Koşukavak, Mestanlı, Kırcali, Darıdere, Paşmaklı, Ortaköy. Cumhuriyet meclisi milli marş, cumhuriyet parası ve bayrak kabul etti. Devletin askeri gücü 6 bini Osmanlı askeri olmak üzere 30 bin kişiden oluşmaktaydı. Bu yeni Türk devleti Batı Trakya Haber Ajansı ve İndependant adıyla Türkçe ve Fransızca bir gazete çıkararak sesini dünyaya duyurmaya çalıştı. Süleyman Askeri Bey tarafından yazılan bir marşa da sahip olan bu Türk devleti posta pulları da bastırmıştı. 29 bin askeri vardı. Bayrağı yeşil, siyah ve beyaz renklerden oluşan bayrak bugün de Batı Trakya Türkleri tarafından kullanılıyor. 1924 Lozan Anlaşması mübadele kapsamına giren bu


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bölgeden büyük göçlerin gerçekleşmesinden sonra Batı Trakya Cumhuriyeti de dağıldığını ilan etti. 1918’de Bulgaristan’da Cumhuriyet için asker isyanı alevlendi. Sofya kuşatıldı. Çarın gitmesi istendi. “Vladaya Silahlı Asker Ayaklanması” tarih oldu. . Ayaklanma Alman silahlı işgal güçleri tarafından bastırıldı. Çöküş ve iİflas yaşandı. Ferdinand tahtan indi, fakat ülkeyi terk etmezden önce tacı oğlu III. Boris’e giydirdi. Ne yazık ki tarihe karışan yıllarda Bulgar halkı mazlum milletten egemen millete yükselme yolunu yürüyemedi. 1913 yılında Müslüman Pomakların isimlerinin, dinlerini ve geleneklerinin değiştirerek Bulgarlaştırılmalarıyla başlayan milli parçalanma, azınlıkların Bulgar soyundan ve dayatılan tek dilli, tek kültürlü devlet biçiminden uzaklaşma süreci yaşandı. Bu zıtlaşma keskinleşti. Rus ve Alman boyunduruğundan kurtulamayan Bulgarlar millet olamadı. Millet olamayan bir soy devlet kuramaz. Görüldüğü üzere Bulgar devleti de dış güçler tarafından ve yöneticisi (Çar) dış ülkeden gönderilen bir prenslik-çarlık şeklinde biçimlendi. 2019’da “milletdevlet” formülünden dem vuranlar artıyor. Eğer Cumhuriyet, özü demokratik bir devletse, Bulgaristan 1934 – 1944 yılları arasında faşist monarşi; 1944-1989 yılları arasında halkın iradesine değil devlet terörüne dayanan komünist totalitarizm yaşamak zorunda kalmışsa bu kategorinin dışındadır. Uygulanan yönetim biçiminin – cumhuriyetin – hak ve özgürlükleriyle, eşitlik ve adaletle ilişkisi yoktur. Faşizm ile totalitarizmi birbirinden ayıran devletin politik yönetim biçimi olmayıp, ancak ekonomide faşizmin özel sektöre yaşam hakkı tanıması, sosyalizm ve komünizmin ise maddi ve manevi yaşamda her şeyi topyekûn devletleştirme-sidir. Adı ne olursa olsun (faşizm veya komünizm fark etmez) bu iki devlet biçimi Cumhuriyet olarak kabul edilemez. Çünkü halkın kayıtsız koşulsuz egemenliğinden ve milli bağımsızlıktan söz etmek bile mümkün değildi. Hukukun üstünlüğünden uzak ve adaletsiz bir toplumsal düzendir. Bu nedenlerle olacak daha Bulgar toplumunda 1895 yılında Osmanlı devleti bünyesine geri dönmeyi düşünenler oldu. 1878’den beri sıkışan Türkler, Pomaklar, Romanlar ve Bulgarlar hep Türkiye’ye sığınıyor. Bu gidişle Türkiye’deki Bulgaristanlı soydaş sayısı Bulgaristan’da yaşayan tüm vatandaşlarından fazla oldu. Ülkede bir asır boyunca yaşanan sıkıntıların sebepleri arasında iç boğuşmalar ve bunalımlardan beliren dar-boğazlar düşmanlık körükleme ve ötekileştirme ve zorunlu göçle aşılmaya çalışıldı. Bu gelişmeler, özünde hümanizm olan cumhuriyet rejimleriyle bağdaşmaz. Cumhuriyet devleti bütün halkınmilletin devletidir. Birinci ve ikinci Dünya Savaşları arasında monarşi rejimi 2 defa iflas etti. 3 ayaklanma ve 2 askeri darbe yaşadı. 1934-1944 yılları arasında iç savaş çok can aldı. 1878’de Rus esaretine düşen Bulgaristan nüfusu, 1934’ten sonra Nazi Almanya’sı boyunduruğuna girdi. Devamlı ya Rusya’ya ya da Almanya sarıldı. Her defasında halk soyuldu. Çile çekti. Bağımsızlık elde edemedi, egemen olamadı, hürriyet ve demokrasiden uzak kaldı. Manevi yaşamın olgunlaşmamış Bulgar kimliği etrafından toplanması, azınlık kültürleri harmanlanmadan milli kültürden söz edilmesi etnik halk topluluklarının kendi içlerine çekilmesine neden oldu. Bu da monarşi, faşizm, totalitarizm dönemlerinde si-


Makale ve Analizler - 2019

187

vil toplum kurulamayacağına, azınlık haklarının tanınmadığına, toplumun zulüm edilerek yönetildiğine pek çok örnekler sundu. Monarşi babadan oğla geçen bir idaredir. Ferdinand gitti, oğlu III. Boris 1943’te faşist diktatör Hitler tarafından zehirlenerek öldürüldüğü güne kadar monarşi faşist diktatörlükle idare etti. Bulgar monarşisinin ebedi bir yönetim biçimi mi olduğu ve 1946’da Halk Cumhuriyeti ile değiştirilmesinin yasalara uygun mu yapıldığı tarihçiler ve hukukçuların ana tartışma konularından biri olmaya devam ederken, parlamenter demokrasiden Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçiş seçeneği üzerine tartışmalar devam ediyor. Türkiye Cumhuriyetinde gerçekleşen anayasal değişikliklerle Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine başarılı geçiş örnek gösteriliyor. *** 29 Ekim 2019 Türkiye’de Cumhuriyet bayramı kutladı. 23 Nisan 1923’te Büyük Millet Meclisi Osmanlı imparatorluğunun külleri üzerinde egemenlik kayıtsız şartsız halkın olan, yüzü batıya dönük, parlamenter Türkiye Cumhuriyetini ilan etti. Artık 96. defa Türkiye’de yaşayanlar Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyor. XX. Yüzyıl Türkiye’sinde yetişen büyük liderimizle övünüyorövünüyoruz. Bulgaristan’da M.K. Atatürk’ün hayat öyküsünü anlatan birkaç kitap çıktı.

Fakat bu eserlerde Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı’nın devamı, birçok imparatorluk ve devletler kuran Türk soyunun en yüce ürünü olduğu ve yüzünün çağdaş medeniyetlere baktığı kapsamlı ve beklenen derinlikte anlatılmadı. Kemal Tahir’in “Yol Ayrımı” eseri Bulgarcaya kazandırıldı. Şevket Süreyya Aydemir’in Milli Kurtuluş Savaşımızı ve yüce önder Atatürk’ü anlattığı “Suyu Arayan Adam” ve öteki eserleri ile Turgut Özakman’ın “Cumhuriyet Türk Mucizesi” gibi ünlü yapıtları Bulgar toplumuna kazandırılmadan Türk milletinin doğal hamlelerle Batıya akımını anlamak zor oldu. Çünkü Bulgar toplumu sanki Türklerin Avrupalaşma sürecinde kendini yol kesen rolünde görüyor. Bunun dışında Çanakkale, Gelibolu, Sakarya Savaşlarına Bulgaristan Türklerinden katılmış, yaralanmış, esir düşmüş ve sonra geri dönmüş pek çok pek kahraman olsa da, sahada çalışan Türkiye Cumhuriyeti Yetkililerince onlarla ilgili geniş araştırma çalışmaları maalesef yapılmadı. Torunlarına el uzatılarak Türk ocaklarında ocak başı olmalarını özendirme çalışmaları yapılmadı. Cumhuriyet Bayramı törenlerine bile Bulgaristan Türklüğünden ruhen kopmuş, Türkler arasında görev yapan gizli servis ve savcılık kadrolarına ayrıcalık tanınması, insanlarımızın cumhuriyet coşkusunu giderek söndürdü. Cumhuriyet kutlamalarında Çanakkale-Kurtuluş savaşı gibi savaşlara katılan dedelerinin torunlarına bile bu kapılar açılmadı, bu torunlarına birer plaket, teşekkür belgesi madalya verilmesi ne kadar da gurur verici bir davranış olurdu. Amma olmadı olmadı olmuyor, neden bilmiyoruz? Bu yılki törenlerde, Yeni Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan Anıtkabire çelenk koydu. Kutlamaya devlet erkânı ve muhalefet partileri liderleri, meclis ve devlet kurumları müdür ve başkanları katıldılar. Bütün gün açık olan Anıtkabir milyonlarca çocuk, genç ve yaşlı tarafından ziyaret edili-


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yor. İstanbul köprüleri Türk bayrağı rengiyle süslenirken, Boğaz’da havai fişek şölenleri ve bütün semtlerde halk törenleri düzenlendi. İnsan olmanın, Müslüman ve Türk olmanın gururuyla yaşayan Türkiye halkı bayram ediyor. Geçen yıllarda cumhuriyet devletine sarılan Türk halkı kendi kararını özgürce alma ve kendi gücüyle istediğini yapabilme durumuna gelmiştir. Türk dünyasına ve Arap ve Müslüman halklara cumhuriyet, bağımsızlık ve hürriyet örneği veren Türkiye Cumhuriyeti tarih boyunca başı dik durmuştur. Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti parlamenter demokrasi düzeni anayasal Başkanlık yönetimine yükseldi. Nüfusu 82 milyon olan Türkiye Cumhuriyeti demokratik yönetim ilkelerine bağlı kalarak, sözü geçen bölgesel bir güç olarak, bir terör yuvasına dönüşen Yakın Doğu’da barışın ve güvenliğin sarsılmaz kalesi haline geldi. Atatürk ilkelerine sürekli bağlı kalan Türkiye Cumhuriyeti devleti, son yıllarda dünya ülkelerinden hiç birinin yapmadığını yaptı. 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacıya ve savaş kaçağına kanat açtı, çocuklarını okuttu, hastaları bağrına bastı, yaşlılara sofra açtı. Terörle mücadelede üstün geldi. Dünya güçlerine karşı dik durdu, ayağına getirtti. Mazlumları vatanlarına çevirip huzur içinde yaşamalarını sağlamak için art arda 3 askeri operasyon gerçekleştirdi, küresel güçlerin sahip çıktığı terörüsleri inlerine girip yok etti. Türkiye zihniyet değişikliği yaşıyor. Hep birlikte Büyük Türkiye olma fikri Cumhuriyet kutlamalarında coşku kaynağı oldu. Çocuklarına cumhuriyet bilinci aşılayan anneler ve babalar mutlu. Yüce Atatürk posterleri taşıyanlar Cumhuriyetle gurur duyuyorlar. Yürüyen kortejlerde şarkı, Türkü, müzik, ışık ve havayı fişek eşliğinde Atatürk ve arkadaşlarını onların düşüncelerini anlayanlar, direniş ruhunu yaşatanlar yürüyor. Türkiye Cumhuriyeti Mazlumların, Hakkın PEŞİNDE gittiği için dünyaya yön verebildiği için büyüdü. Yakın Doğu’da güçlü lider ülke oldu. Avrupa’ya hem Amerika’ya hem de Rusya’da söz geçiren tek Müslüman ülke Türkiyedir. 96 yıl önce Cumhuriyet sevdasıyla Avrupa’ya yönelen Türkiye halkı, komşularını, Balkan-Kafkas halklarını, Orta Avrupa devletlerini sıkı gelişme hamleleriyle geride bıraktı. Ekonomi, sosyal ve kültürel alanlarda, teknoloji dallarında öteki devletlerin gerçekleştiremediği hamlelere hayat hakkı kazandırdı. Balkanların durakladığı, Avrupa’nın tökezlediği bir dönemde Türkiye Cumhuriyet rejimi 4. Teknolojik devrime geçti. En büyük havaalanı, 3. Yavuzsultan köprüsü, Denizin altından tünellerle, Alt yapısını kökten değiştirdi. Kara’da, deniz’de ve hava’da ulaşım hızını defalarca yükseltti. Her kıt’adan turistlerin en çok sevdiği ülke oldu. Cumhuriyetle kenetlenen halkımız güçlü duruşuyla yakın ve uzak halklara örnek oluyor. Devam edecek Paylaşınız. Teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

189


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Dönüşüm Yokuşta Mı?

Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: GERB partisi sözünde durmayınca, seçmen DPS’ye geri döndü. Bulgaristan yerel seçimlerinde birinci ve ikinci tur arasında herkes önlüğünü silkti. Tarafların birbirlerine söyleyecek sözü kalmadı gibi. En önemlisi de seçileceklerin hak ve devlet için yapabilecekleri bir şey olmadığını herkes gördü. Yerel gelirlerin ancak % 20’sini kullanma hakkı olan belediyeler, büyük projelerin her biri için hükumete, hükmet de Avrupa Birliği merkezlerine el açmak zorunda. Seçimlere ateş verip, statükonun korunmasından yana olan yanı “derenin bildiği gibi akmasından yana olan” Maliye Bakanı 2020 devlet bütçesinden konuştu. Sağlık sektörüne en fazla para ayrılacağını, memur maaşlarında % 10, emekli maaşlarına da % 6,7 zam yapılacağını açıkladı, ama elektrik, su, çöp faturalarının, mülk vergilerinin, araç vergilerinin ve olacak olmayacak işler için kesilen cezaların ne kadar zamlanacağını bildirmedi. Sofya hükumeti istese de köklü bir değişiklik yapamaz, çünkü elini kolunu kaptırmış ve Doğu ile Batı arasında sıkışmış kalmış bir durumda bulunuyor. Duruma Doğu’dan yanı Rusya Federasyonu açısından baktığımızda tablo şudur; Rusya Federasyonu Bulgar şirketleri aktiflerinden (senetlerinden) artık 1,5 milyar (bir milyar beş yüz milyon) Avroluk büyük bir kısmı satın almıştır. Rus şirketleri özellikle 2 yönde aktif olmaya ve başı çekmeye yöneldiler. Birinci yön, savunma (askeri) sanayi; ikinci kol da tele iletişim sanayidir. Son dönemde ülkede sıkça kullanılan anekdot şudur: “Tavuk kuş değilse, Bulgaristan da bir dış ülke değildir.” Politik yorumlarda ifade edilen yeni durum tanımlaması ise şöyledir: “Vladimir Putin ülkesini içeride otoriter rejim kurallarına göre yönetse de, dış siyaseti tamamen emperyal (yayılmacı) bir siyasettir ve saldırganlığı ve genişleme karakteristik çizgileriyle nitelenir.” Bu örneklerden yapılan sentezde, 2019 yılında Bulgar ekonomisinin üçte birinin direk olarak Rusya’ya bağlı olduğunu ve Rusya’dan bağımsız hiç bir şey yapacak durumda olmadığını ortaya koyuyor. Bulgaristan enerjisini (doğal gaz ve petrol) Rusya’dan alıyor.


Makale ve Analizler - 2019

191

Şu an devletin bütün çabaları Ukrayna üzerinden gelen doğal gazı, iç ve uluslar arası kullanım için adına “Balkan Akım” dedikleri “Türk Akım”üzerinden almaya, ülkeye döşenecek gaz boru hattıyla Türkiye üzerinden alacağı doğal gazı Sırbistan’a ve oradan da Macaristan’a iletmeye çalışıyor. Bulgar Türk sınırına ilk konektörler artık monte edildi ve hizmete açıldı. Böylece Moskova doğal gazı Balkanlara ve Doğu Avrupa’nın merkezi olan Macaristan’a kadar bölgeyi kuşatmış bulunuyor. Üzerinde 20 yıldan beri çalışılan, “Güney Akım”olarak temelleri atılan, ardından suya düşen, BTK – Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankasının büyük skandallarla çökmesine neden olan ve sonra da “Türk Akıma” bağlan şeklinde yeniden gerçekleşen bu proje, Bulgar halkında “korku” uyandırıyor. Bulgaristan ülke içinde doğal gaz şebekesi kurulmamış bir ülkedir ve bütün sanayi tesisleri ve her hanenin Rusya enerji sistemine bağlanmasının ardından gelecek istekler düşünceler doğuruyor. İkinci çok canlı ve etkileyici konu “Belene” kentinde inşası bir enkaz olarak ortaya yatmış, Nükleer Santralin enkazının kaldırılması konusudur. En az 20 milyar Avro tutacağı hesaplanan ve uluslar arası ihalelere çıkılsa da, iş motoru henüz yakılamayan bu proje de teknik ve teknoloji olarak tamamen Rusya’ya bağlıdır. 30 yıldan beri Doğuya bağımlılıktan kurtulup kaderini Batıya bağlamaya çalışan Bulgaristan’da 2 gün sonra – 3 Kasım 2019, Pazar gün – yapılacak olan yerel seçimin ikinci turu işte bu ikircikliğin etkisi altında geçiyor. Çünkü çok net bir biçimde ikiye bölünmüş ve Batıcılar Batıya doğru, Rusçular da Doğuya doğru adım atmaktan korkuyorlar. Çünkü Amerika Birleşik Devletleriyle stratejik işbirliği anlaşması imzalayan, NATO üyesi olan, Avrupa Birliği’ne 2007’den beri üye olan Bulgaristan, Washington’un Romanya ve Polonya’ya kurduğu büyük üslerinden birini Bulgaristan’a tesis eder ve Varna ya da Burgaz limanlarından birine bütün Karadeniz’i kontrol edecek bir askeri filoya üs yaparsa, Rusya ile her konuda papaz olacağını çok iyi biliyor. İşte bu tezat içinde, birisi seçim arifesinde, ikincisi de seçimin 2 turu arasında çok önemli 2 olay yaşandı. Bulgar hükumeti ülkede yeni bir Rusofil (Moskofçu) parti kurmak hazırlığı görenleri tutukladı, sorguları saldı, Moskova’da Kremlin’e bağlı Stratejik Analiz Şubesini yöneten istasyon şefi V. Raşetnikov’a 10 yıl Bulgaristan’a girme yasağı koydu. İkincisi de Sofya’daki Rusya Federasyonu Büyükçesinin Birinci Sekreterini ülkeden kovdu. Diplomatın, Rusya askeri istihbarat subayı olduğu açıklandı.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte bu 2 büyük taşın (Rusya ve ABD) arasına sıkışıp kalmışlık korkusu Bulgaristan’da yerel seçimlerin birinci ve ikinci tur arasındaki belirsizliği iyice katılaştırdı. Siyasi dumanı bir türlü kalkmayan bu karışık duru bir de Bulgaristan Başsavcısı seçimi damga vurdu. Seçilmesini hükumetin desteklediği, Cumhurbaşkanın ise onaylamadığı Başsavcı adayı İvan Geşev, bir yandan statükonun adamı, aynı zamanda (Amerikan senatosunda bile tartışma konusu olan) Bulgaristan’da devleti kemirip bitiren rüşvet, kaçakçılık, dolandırıcılık ve dalavere konularını çalışma programına alacağını gündeme getirmiyor. Hükumet partisi GERB ve siyasi ortakları olan aşırı milliyetçiler – VMRO, “Ataka” ve NFSB – partileri ve yerel seçimde koalisyon kurduğu CDC (Demokratik Güçler Birliği tarafından destekleniyor. Fakat Bulgar kamuoyunu kantara koyup tartmak mümkün olsa bu defa muhalefet güçleri sanki daha ağır basıyor. Analizimizi başkentteki durum üzerinden yaptığımızda şunları görebiliyoruz. 2009’dan beri Sofya Büyükşehir Belediye Başkanlığını hiçbir defa ikinci tura kalmadan, tek başına kazanan GERB partisi, bu defa % 37 oyla ikinci tura kaldı. Aslında “bağımsız”aday olduğunu iddia eden, sosyalist parti BSP ve diğer Rusçu güçlerin oyunu alan eski ombudsman Bayan Maya Manolova’nın aldığı % 26 oy, NATO ve Atlantikçi “Demokratik Cephe” adayı Yüksek Mühendis, Sofya Yüksek Mimarlar Odası Başkanı V. İgnatov’un aldığı % 17 oy ile bağımsız olduğunu savunan “Bulgaristan’ın Vatandaşları” hareketinin adayı genç siyasetçi B. Bonev’in ilk turda aldığı % 11 oy birleştiğinde muhalefetin % 54’le GRRB’i Sofya’da 2. Parti durumuna ittiğini görebiliyoruz. Bulgaristan’da bütün dönüşümler Sofya’dan başlar ve gerçekten bu defa dönüşüm, yenilenme, reformların yapılması, adalet ve eşit haklı bir toplum yolu seçilebilir. Ne var ki, Bulgaristan’da değerler kantarı yok ve muhalefet güçlerinin hem sol hem de sağ kanattan olduğundan ve birleşmelerinin olanaksız olduğundan dolayı, eski Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı Bayan Fındıkıva görevine dönecek havası esmeye başladı. Bu seçimde ilk kez Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Sofya belediye parlamentosuna bir temsilci, Filibe’de de 2 temsilci çıkardı. Yoksul RomanlarınMillet yaşadığı 7 başkent semt ve mahallesinin hepsinden GERB partisi % 90 oy aldı. Hatta “evlerinizi yakıp yıkacağım ve sizi bu şehirden kovacağım” diyen ırkçı başı Angel Cambazki de % 4 oy aldı ki, bu gerçek seçmeni etkileyen ani faktörler üzerinde yeni analiz yapılmasını zorunlu kılıyor.


Makale ve Analizler - 2019

193

Başbakan Boyko Borisov, bTV’de birinci turdan önce Roman semtleri liderlerinin oyların hepsi için kendisinden 3 milyon leva istediğini açıkladı. Burada kontrol edilebilen büyük bir seçmen kitlesinden söz ediyoruz. GERB adayı Bayan Fındıkova birinci turda 170 bin oy almıştır. Bu durumda Bulgaristan’daki yeni durum “sağ politik güçler” ve belirsizliği dışa vurmuş “neo-komünist güçler” arasındaki yeni yüzleşmedir. Geriye bakıldığında mücadele meydanındaki güçlerin gerçekleştirmek istediği projelerin hepsi 50 yıl önce hazırlanmış ve daha o zaman (1980’li yıllarda) politik sergiye konmuştu. Örneğin 3 hatlı Sofya metro planı daha 1975’te çizilmişti. Bu gibi örnekleri sıralayabiliriz. Yazar Georgi Markov 1980’de Batıya kaçmış ve orada “DS” tarafından öldürülmüştür. Geçen sene Sofya’da anıtı dikildi. Olaylar demokratikleşme, modernleşme, yetkinleşme süreci olarak yarım asırlı bir süreçtir. Bu Bulgaristan’da hayatı dondurma süreciydi. Bu seçimde Razgratlı olan ama son 6 ayda Sofya’da yaşamış olan bir kişi Belediye başkanı, belediye meclis üyesi, köyüne Muhtar olamıyor. Yani kısaca 1970’lerde durum aynıydı. Ülkede halkı boğma süresinde yalnız biçim değişmiştir, öze asla dokunulmamıştır. Şunu da vurgulamak yerinde olur. VMRO- ırkçı faşistlerinin Sofya’da aldığı oylar 1915 seçim sonuçlarına kıyasla yüzde yüz azalsa da, memleket çapında ana milliyetçi akımı temsil eden VMRO oylarındaki artış, propaganda sesinde sertleşme dikkati çekmiştir. Politik gözlemcilerin kanısına göre, ırkçı ve ötekileştirici saldırılar yalnız Romanlara karşı değil, Türklere karşı da şiddetlenmiştir. Bunun en kesin örneğin Kırca Ali’ye bağlı Karagözler’de (Çernooçene) izledik. HÖH-DPS adayı Aydın’ın seçimi başarıyla noktaladığı gece, GERB ve VMRO-ya bağlı saldırgan gençler belediye, muhtarlık, Türk sanayi tesisleri binalarını taşladı, şoförleri Türk olan Okul araçlarının lastiklerini delip yaktılar. Deliorman ve Dobruca köylerinde de şiddet olayları yaşandı. Bu gelişmeler Bulgar faşizminin Türk bölgelerine sıçradığına yeni kanıtlar taşıyor. İki seçim arasında büyük sayıda araç yakıldı, birçok daire yakıldı ve zehirleme gibi başka olaylar da yaşandı. Bu seçimlerde 18 il şehri belediyesinde ikinci tura gidilmesi de GERB’in kalelerinden bazılarının düşeceğine işaret oldu. Bu kavgada Bulgaristan Türk ve Müslüman halkı bu defa daha uyanık davranarak GERB’den gelen vaatlere kulak asmıyorlar. Ayrıca yeni türeyen Türk partilerine de pek güvenmiyorlar. Başbakan Boyko Borisov 2015’te Deliorman ve Dobruca’da HÖH


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

partisinden ayrılanların ortada kaldığını, seçenek atadığını görmüş ve “oyunuzu GERB’e verirseniz 10 bakan yardımcılığını Türklere vereceğim” demişti ama seçmenlerimizi aldattı. İşte Türk halkının özelliği bu ses çıkarmaz amma yeri geldiğinde cezasını keser. Kendi çevresinden olan “mutlak” olarak bilinen Vejdi Raşidov’tan başka hiçbir kimseye bakanlık ve bakan yardımcılığı koklatmadı. Birinci turdan sonra ortaya çıkan tabloda Hak ve Özgürlükler hareketi Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) önüne geçmiş ve yerel idarelerde ülkede 2. Parti durumuna gelebilmiştir. Bulgaristan Türkleri Bulgaristan’da son söz sahibi siyasi ve toplumsal güç olma yolunda emin yürüyor. Halkın bilinci yeniden derlendi ve güçleniyor. GERB partisine yama olma niyetinden vaz geçildi. DPS partisinin içinden yenilenme ve arınma yolu mu seçildi yoksa başka alternatif olmadığı mı biraz muamma. Şunu belirtmek de gerektir, GERB partisi yerel seçimlerde BSP’de yüzde yüz fazla oy almıştır. Bu seçimde Başbakan Borisov’un başka dertleri başından açıklandı. O da Sofya’daki GERB tekeli delindi, illerdeki denge bozuldu, Türkler de GERB’e oy vermeye sıcak bakmadı. Şunu belirtmek yerinde olur Roman Gettoları için kim ne derse desin, Bunlar Bulgaristan dışında, devletin ve politikanın dışında yaşayan insanlardır ve 30 ya da 50 leva ile politikaya çekilmeleri, an meselesidir ve onların yaşamı üzerinde etkisi sıfırdır. Bulgaristan’da şimdiye kadar yapılan seçimlerde denge kuran ve seçim sonuçlarını belirleyen her defasında Türk seçmen oldu. Türkiye’de ikamet eden ve oyunu kullanmaya her zaman hazır 720 bin Türk seçmen oy kullansaydı, bütün ülkedeki durum birdenbire değişecekti. Bu durumda bile Türklerin kazandığı belediye ve köy muhtarlığı sayısında hemen hemen yüzde yüz artış var. Türk seçmende ciddi bir politik uyanma, ancak kendi kararına inanma ve kendi yönünü kendi seçme azmi var. Avrupa Birliğinde soydaşlarımız ve vatandaşlarımız da oy kullanamadılar, ortada kalmış durumdadırlar. BULTÜRK – Bulgaristan Kültür ve Hizmet Derneği tarafından 3 yıl önce önerilen, AB ülkelerinden özellikle Almanya ve Avusturya’da yıllardan beri başarılı kullanılan “posta ile oy kullanma” usulü uygulansaydı ve dış ülkelerde çalışan, okuyan, kullana-bilseydiler, durum bambaşka olacaktı. Demokrasi ve adalet yolunda adımlayan yeni bir Bulgaristan doğacaktı. 3 Kasım’da yapılacak 2. Turda 39 muhtar, 78 Belediye Başkanı ve 290 meclis üyesi seçim yarışına girecek. Bulgar seçmenin bilinçli oy verdiğinden şüphe eden yok. Lüben Berov, Jan Videnov, İvan Kostov, II. Sim-


Makale ve Analizler - 2019

195

yon, Sergey Stanişev hükumetlerinin ancak 1 süre iktidarda kalması buna inandırıcı örnektir. Bu sürecin her aşamada lideri olduğunu söyleyemeyiz. Halkın kendi iradesine güvendiğini söylemek daha doğru olur. Fakat yine bu yıllarda (2007) CDC Başkanı görevinde bulunan, halen Ankara’da Bulgaristan Büyükelçisi olan Bayan Nadejda Mihaylova, 2007’de yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde ikinci tura BKP eski başkanı ve BSP lideri Gergi Pırvanov ile o zaman sol uçtan bir faşist parti olan “Ataka” lideri Volen Siderov kalınca, “Ben oyumu G. Pırvanova vereceğim” dedi ve CDC kitlesine ve kararsız olanlara LİDERLIK yapabilmişti. Bulgaristan’da Bulgar muhalefetinin de lideri yok… Bu defa iki tur arasında, Bulgaristan yeni bir slogan belirdi: “Değişim olsun ama biz yerimizde sayalım.” Halk (seçmen) toplumun seçimden sonra nereye kayacağını kestiremiyor ve korkuyor. Başbakan İvan Kostov (19972001) Bulgar orta kesimini korkutmuştu. Aydınlar ve orta kesim “çöp tenekeleri” karıştırmaya başlamıştı. Halen Sofya’da orta kesimi temsil eden “Demokratik Bulgaristan” koalisyonu başkanı Hristo İvanov (B. Borisov hükumetinde eski Adalet Bakanı) kendisiyle çelişkiye düşmüş durumda, karar alamıyor. 1990 yılında Demokratik Güçlerin milyonluk mitinglerine babalarının omzunda katılan demokrasi gençleri bu seçimde “Bulgaristan Vatandaşları” lideri B. Bonev’ten sinyal bekliyor, fakat oradan da ışık yok. Sofya, dolayısıyla Bulgaristan “Stop!” etmiş durumda. Vatandaşlar kafalarını ellerinin arasına almış, arasına sıkıştıkları bir “sol”, bir de “sağ”taşa bakıyorlar. Oy satmak ve almak yasaktır. Bilinçli oy vermek her vatandaşın görevidir. Vatandaşların sandığa gitmediği yerde demokrasi ve adalet olmaz. Gerçek demokrasi ve adalet uzak olsa da, her oy bu yolda atılmış bir adımdır. Dönüşümlerin ağır kapısını milyonların bilinçli irade etmesi açabilir. BGSAM ve BULTÜRK Bulgaristan’da yaşayan vatandaşları oyunu kullanmaya davet ediyor. Okuyanlara ve paylaşanlara teşekkürler. Sağlık ve başarılar dileriz. En iyi günler sizlerin olsun!


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

197


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

199


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

201


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

203


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

205


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

207


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)






Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.