Haziransayisi

Page 1

BILAKİS

sadece bir dergi değil HAZIRAN -2014

ÜCRETSİZDİR

AYLIK KÜLTÜR VE SANAT DERGİS

ATİLLA İLHAN KÜRK MANTOLU MADONNA KIŞ UYKUSU TEZER ÖZLÜ


İLK SÖZ


bilakisdergi@gmail.com www.bilakisdergi.com www.facebook.com/bilakisdergisi


BİYOGRAFİ


ATİLLA İLHAN


BİYOGRAFİ


ATİLLA İLHAN


GÜNAY CURA fabula‐gc.tumblr.com/


ALINTILAR


Ş İ İ R

Güne Dair Devinimler

L

Gülüşün yar olur karanlığıma*

E

Gecelerin öksüz bataklığında bir tutam ışık gibidir kıvrımlı dudakların. Semavi kirpiklerinde intihar bahaneleri, Elmacık kemiklerinde benim için büyüyen darağaçları.

R İ M İ Z

Batan güneş gibi çarpıcı bir şekilde gözlerini kapadın. Susadım, Uyuyorsun diye ağzıma bir damla su koymadım. Çat kapı şiirler yazdım; Otobüs camlarına Islak sahil banklarına. Uyandın Gözlerimin perdesini araladım. Sıcaklığını çektim içime tüm gözeneklerimden.

Baturalp İlkay Gülten baturalpilkaygulten.tumblr.com

Tutup en kıyı köşesini Ortadoğu’ya sürükledim bu şehri. Ruhuma örülmüş cıvık bir ağ tabaka Çocukluğum Filistin’de, intifada. Nitekim ölümsüzdür cümleler ve tırtıklı bıçaklar gibi can yakar bazı şiirler. Minik cesetlere intihar süsü veren Şu sessizliğimiz, korkaklığımız Tüm acıları katlayan Çocukların acısını kucaklayamadığımız şu nisan akşamları. Hep baharın suçu Başına mermi yağması gerekenlere çiçek, çiçek yağması gerekenlere mermi yağdırıyor ve bu adaletsiz devinim göğsümde yeni siyah çiçekler filizlendiriyor. Boş bir kovan gibi gürültülü, sıcak ve hain; Entrikalarla dolu yırtık pantolon cebi sessiz kalan her şairin.


Ş İ İ R

Yine bir mayıs sonu. Rüyamda terliyorum sırılsıklam. Boynuma nefes verdikçe ferahlıyorum. Yeller eserken gündüzleri yerlerinde, Boynuma nefes veren gulyabanilerden Allah rızası için helallik istiyorum.

L E R İ M

Yine bir mayıs sonu. Ben yine tümce tümce şiir yazıyorum Zaten sözcük sözcük yazsam ayıp olur Bu tümceler sonlarında noktalarıyla Bana boynunu anımsatıyor. Kaç tümce ve kaç sözcük eder boynun?

İ Z

Yine bir mayıs sonu. Yaz geldi diye seviniyoruz ve diyoruz ki "Bahçeyi sulayalım." Sular kesiliyor yaz geldi diye. Sular kesilince biz de taş kesiliyoruz. Yaz geldi diye. Bahçemizde bir kayın ağacı Boylu boyunca dikiliyor.

Yiğit Selim Pekzeren vurbeninemed.tumblr.com

Yine bir mayıs sonu. Bulutlar buradan karıncalar kadar ufak. Fakat bir bulutu öldüremezsiniz. Karıncalarsa ölürler. Ölmek karıncaların fıtratında var. Yine bir mayıs sonu. Genç bir adam birden fazla sevgilisiyle denizde. Deniz birden fazla sevgilisiyle karaya vurduruyor tekneleri. Tekneler, kaptanlarının sevgilileriyle aralarına giriyor. Sevgililer tekneleri batırıyor, Tuzlu su kaptanların yaralarına giriyor. Yine bir mayıs sonu. Güneş batar gibi yapıyor. Bir kadın Çamlıca'da çay içip, Boğazı seyrediyor. Tam o sırada boğazına İstanbul'un, Bir gemi daha kaçıyor. Yine bir mayıs sonu. Kediler, Kendilerine benzinle çalışan tenteler yapmış. Okul bitecek diye sevinemiyor berberin çırağı. Güneş ise batmak için, Güneşin batmasını bekliyor. Yine bir mayıs sonu...


KÜRK MANTOLU MADONNA SABAHATTİN ALİ

"Bueksik sanadeğil, banaait. Bende inanmaknoksanmış. Benibukadarçoksevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlarbendeninanmakkabiliyetinialmışlar. Amaşimdiinanıyorum. Senbeniinandırdın. Seni seviyorum.Deli gibideğil, gayetaklı başındaolarakseviyorum.. " Her şey Rasim'in Raif Efendi ile tanışmasıyla başlar. Rasim, işyerindeki Raif Bey'i sessiz, sakin, pasif, hayatı boş vermiş bir adam olarak görür. Ta ki onun hikayesini okuyana kadar... Raif Bey bir gün çok hastalanır ve Rasim'den masasındaki eşyaların getirilmesini ister. O eşyaların içinde bir de defter vardır. Raif Bey bu defterin ısrarla yakılmasını ister fakat Rasim ne yapıp ne edip defteri okumak için ondan izin alır. Defter, yalnızca günlük değildir. Raif Efendi'nin geçmişe dair tüm sırlarının bulunduğu, hatta Raif Efendi'nin bile geçmişe dair hayatına inanamadığı anılardır...

Hayatta hiçbir zamankafamızdakikadar harikuladeşeylerolmayacağınıhenüzidrak etmemiştim Raif Efendi gittiği o sergide Kürk Mantolu Madonna tablosunu görür ve her şey tam olarak burada başlar. Buradan sonra Sabahattin Ali okuyucuyu, hüzne davet eder. Raif Efendi o tablodan çok etkilenir ve her gün onu görmeye gelir. Etrafındaki insanlar bunu tuhaf karşılar. Raif Efendi ise tablonun tılsımından etrafındakileri görmemektedir... Bir gün Kürk Mantolu Madonna ile tanışacağını düşünmeden...

İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.


Niçin ilk defa gördüğümüzbir peynirin evsafıhakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip verip gönül rahatlığıyla öteyegeçiveriyoruz?

1943 yılında yayımlanmış fakat hala sımsıkı sarıyor okuru! Kitapçılarda hala üst raflarda olması, okuyanın dilinden düşmemesi, alıntı yazılarının her yerde karşımıza çıkmasıyla anlıyoruz bunu! Kitapta en çok dikkat çeken bölümlerden birisi de insanların psikolojik durumları. Öyle gerçekçi, öyle apaçık ki! Okuduğunda kadınların kendilerini Maria Puder, erkeklerin ise Raif'in yerine koymaları bundandır. İnsan ilk okuduğunda kitabın yaşandığını bile düşünüyor... Kürk Mantolu Madonna, acıyı, özlemi, nefreti, pişmanlığı, en önemlisi, aşkı ve güveni anlatan bir başyapıt! Kitapta kendinizi, kafanızdakileri bulacaksınız. Hayata daha farklı bakacak, daha çok gözlem yapacaksınız. Altı çizilen öyle muazzam satırlar var ki... Buraya beni en çok etkileyenleri yazıp okuyanlar için güzel bir anımsatma, okumayanlar için fikir vermek istiyorum...

'Benim beklediğim aşkbaşka, dedi. Obüsbütünmantıkların dışında, tarifi imkansız vemahiyeti bilinmeyenbir şey, sevmek vehoşlanmakbaşka, istemekbütünruhuyla, bütünvücuduyla herşeyiyle istemekbaşka!Aşkbencebuistemektir "El l e r i n i z nekadarsoğukt u ! " dedi m . Tereddüt s üzcevapverdi : "Isıtın!"Veherikisinibirdenuzattı.

Bir ruh, ancakbir benzerinibulduğuzaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu. Biz o zaman sahiden yaşamaya, ruhumuzla yaşamayabaşlıyorduk. Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şeyyapmadan, bukadarmesutetmesi nasılmümkünoluyordu? 'AhMaria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz? Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında sessizce yan yanayürüyerekruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımdadeğilsin? “Berl i n ’ d eyal n ı z sı n ı z deği l mi ? ”dedi . “Negi b i ? ” “Yani … Yal n ı z i ş t e … Ki m sesi z … Ruhen yal n ı z …Nası l söyl e yeyi m …Öyl e bi r hal i n i z varki … ” “yal Annlızııymor…um,AmaanlBerl ıyoriun’m…de değilTamamen … Büt ü n dünyadayal n ı z ı m …Küçükt e nber i … ” “Ben de yal n ı z ı m ” dedi . Bu sefer beni m elkadaryal lerimikendiavuçl a rı n aal a rak:“Boğul a cak n ı z ı m …”di y edevamet t i , “hast a bi r köpekkadaryalnız…”

Bana sorarsanız kitap loş ışıkta okunmalı. Bir de kahve alın derim yanına lakin kitabın akışından kahvenizi soğutabilirsiniz...

TUGÇE ÖNER

birfincannkahvedaha.blogspot.com.tr


Ş İ İ R L E R İ M İ Z

GÖZLERİNDE Günay Cura facula-gc.tumblr.com

Gözlerinde Öpülecek ne çok şey var öyle. Kirpiklerinden sızan bu keman sesi Şakaklarından akan kan, Aşka kurulmuş dergâhtır nefesin. Kuş yuvası olsa dudakların, Titresem sesinde, Kokundan öpsem. Gözlerinde Öpülecek ne çok şey var öyle. Kehribar sevgili kehribar, Maviye hiç bakmadı böyle.


Ş İ İ R L E R İ M İ Z

SİZ Melike Gürbüz kulturmantari.tumblr.com

Bir an oluyor, yazamıyorum sizi. Siyah gözlerinizin parıltısını, gülüşünüzün verdiği sevinci, konuşmanızın, sesinizin büyüsünü, sevdiğiniz şeylere aşık oluşumu... Ve diğerlerinizi. Ruhunuzu, vücudunuzu; dediğim gibi, yazamıyorum. Bize özel bir betimleme bulup sahiplenemiyorum ellerinizi, ayaklarınızı. Anılarımızı kelimelerimle mistikleştiremiyorum. Ama hepsi bende rüya gibi eşsizdir, bilmenizi istiyorum. Şu anda olduğu gibi; an oluyor sadece sevebiliyorum sizi.


AVUCUMDAKİ SENFONİ Sanırım

artık

yazamayacağım.

Kalemi

kâğıdın üzerine bırakma zamanı geldi. Bazen Sağ elimle dişlerimin arasında tuttuğum kalemle

ağzımın

içinde

kısa

zikzaklar

çiziyorum. İki dirseğim de masanın üzerinde. Anlamsızca

gittikçe

beyazlaşan

kâğıda

bakıyorum. Her kahvaltı sonrası bir tablet içmek

zorunda

sayesinde

kaldığım

sanırım

Risperidon

bütün

kâğıtlar

beyazlayacak, sonsuz bir bulanıklık alacak gözlerimi. Neyse ki dikkatimi dağıtan, şu üstünde kâğıtları ve dirseklerimi taşıyan masam var. İçten içe de suçluyorum onu. Masanın ayak demirlerinin arasında ayak parmaklarımı dolaştırmadan duramıyorum. Ayak parmaklarım o demirleri okşadıkça mürekkep

kâğıda

akmıyor,

oluşmuyor.

Dişlerimin

kelimeler

arasındaki

kalem

gırtlağıma kaçacak gibi. Beyazsa gözlerimi kör

ediyor.

Bu

içinden

çıkamadığım

huzursuzluk belki de haftada bir aldığım duş kadar kirletiyor beni. Eğer bir şiir ya da bir hikâye

yazsaydım

kendimi.

Bu

fikirlerime

içine

yalnızlığı, ortak

serpiştirirdim hiç

kimsenin

olmayışını

böler

parçalardım. En iyi sensin derdim kendime. Belki

de

bir

şiirin

ortasından

toplardım

hayatımı. Böyle olmalıydı hayat dediğin. Yine kendi cümlelerinden toparlanmalı insanın. Fakat

bu

hastalık

düşüncelerimde! lanetimdir benim!

cümlelerimde

Düşüncelerim

en

değil, büyük

hafta

sonunun

dahi

düşünüyorum.

İnsanların

tıngırtılarından

sonra

olmadığını anlamsız birkaç

ağız kâğıt

karalayacak sessizliğim olmalıydı. Ama ne mümkün! Bir de annemin sabah on otuz tıngırtıları. Ve sonrasında ona eşlik edecek olan Dr. Riha Hanım ziyareti. Henüz yüzüme su bile değmemişken insanların hayatımı erkenden çalma sınırlarına girmek. Masanın demirinden

ayaklarımı

parkenin

üzerine

salıveriyorum. O anda gözüme takılan tek şey, işte o tek şey, bir Afrikalının su ve yemeğe doyduğu o an gibi. En azından benim

kadar

dudakları

kurumayan

bir

Afrikalı. Masanın köşesindeki o fotoğraf. Şu odamda küçücük perdelerin yarattığı o muhteşem karanlığın arasından bir avuç sabah güneşi vurmuş üstüne. Üç yıl önce üzerimizde kırmızı

paltolarla,

sırılsıklam

yağmurun

altında çekildiğimiz fotoğraf bana bakıyor. İronisle birbirimize sarıldığımız üç yaşında bir fotoğraf. Tanrım, ne kadar da delice bir dostum

vardı!

Vücudumuzun

her

yeri

yağmurla yıkanırken biz kameranın lensini yüzümüze

tutmuş

parmak

uçlarımızdan

sızan suyla, aynı anda deklanşöre basmaya çalışıyorduk.


Belki de bugün Dr. Riha Hanım’a tekrar

Neden İronis’i bu kadar merak ediyorsunuz,

bunları

diye

anlatacaktım.

Dört

yıl

önce

bir

sordum.

Bunu

söylemenin

güç

tanıdığım

olduğunu; ancak bilmem gerektiğini söyledi.

İronis’i bugün yine doktoruma anlatacaktım.

Onlarca işe yaramaz cümle kurduktan sonra

O

İronis’in

deprem

enkazında

enkazdan

kaldığımda

sonra

başlayan

psikolojik

bir

şizofreni

tedavi

olmuştu. Aslında bir keresinde dayanamayıp

edilmezse beni de etkileyebileceğini söyledi.

İronisle neden bu kadar ilgilendiğini sordum.

İronis’i

Benim yaşadığımın aşılabilecek bir travma

gerektiğini,

olduğunu; ancak İronis’in daha ağır bir

başlaması gerektiğini de ekledi. Sustum.

psikolojik

Yüzümdeki buz çiçeklerini ben de doktorum

olabileceğini

söyledi.

bu

gerektiğini,

olduğunu,

tedavim bir anda değişmiş, konumuz İronis

travmada

edilmesi

hastası

tedavi iki

gün

için

ikna

sonra

bu

tedavi etmem

tedavinin

Bugün tekrar aynı şeylerden bahsederse

da

İronis’in tedavi olmasını isteyeceğim. Bunu

istiyordum. Çok fazla uyumak. Her şeyi

istemek

unutturacak bir uyku. O enkaz gününde

hakkım

olmalı.

Çünkü

İronis

yolu

geldiğimizin

varmamış,

bir

Hanım’ın

karşısında

doktorun

anda

odasına

Sadece

uyumak

kurtulmama yardım eden, bir anda ortaya

kaybetmekten korktuğum tek gerçek. Bunca

hissediyorduk.

eğer

farkına

bile

çıkan tek gerçeğim şimdi bir hastaydı. Benim

Dr.

Riha

anlattığım

bulmuştum.

Ben

doktorum ona şizofreni teşhisi koymuştu. Ve

her

benim

kendimi

girerken

annem

kadarıyla

istediğim

tek

şey

uykuydu.

Zihnimdeki

konuşmaya

ekledim. Uyudum. Saatleri üst üste koyarak,

olan

diyalogları

duyulabiliyordu. diyordu;

doktorun

Artık

fakat

geliyordu

Annemin

sekterle

odasından

öğrenmesi

sekreterin neden

gerekli,

güneşe

ve

donukluğa

tanıyan

seansta olduğu gibi doktorun sekreteriyle başlamıştı.

bu

arkadaşımı

gündüze

bırakılmış

Aragon

bahsettiklerini

telefonun

zırıltısıyla

daha

meydan

da

okuyarak

uyudum. İki gece önce okunması yarım

az

sesi

yatağımı

kitabımın

üstündeki

açtım

gözlerimi.

Hanım

Kirpiklerimi birbirinden ayırmak öyle zordu

koltuğundan fırladı ve kapı arasından yaptığı

ki… Sanki uçlarına buz taneleri yapışmış

ufak bir işaretle sekterinin ve annemin

gibiydi.

sohbetini sona erdirdi. Daha sonra bana

Telefondaki İronis’ti. Her gece olduğu gibi bu

dönüp her seansta olduğu gibi dakikalarca

gece de görüşmemiz gerekiyordu. İronis’in

günlerimin nasıl geçtiğini sordu. Ve ben yine

titreyen sesi bana bunu hatırlatırken birkaç

aynı cevapları verdim. Cehennem ne kadar

saat sonra aynı yerde buluşabileceğimizi

güzel olabilirdi ki?

söyledim. Evet. Birkaç saat sonraydı. Çünkü

Bu sorumun üzerine tekrar İronis’i sordu.

adından

Artık

bilmediğim

anlayamıyordum.

zamanı

Elindeki

Bir

anda

gelmişti

kalemi

Riha

diye

oynatarak

düşündüm. yüzüme

cümlelerini salan doktoruma döndüm ve:

Buzlarımı

başka

sorgulatmak

kopararak

neredeyse

şizofreniyi zorundaydım.

uyandım.

hiçbir

şey

bilgisayarıma Aslında

bu

konuda okuduğum birkaç kitap vardı; fakat o kitaplar yarıda bırakmak zorunda kaldığım üniversite

yıllarımda

kalmıştı.

Şimdiyse

aklıma gelen sadece Sylvia Nasar’ın Akıl Oyunları kitabından birkaç cümleydi.


Ve şimdi o birkaç cümleye bilgisayarımdan

Yanağını yavaşça okşarken boğazımı yırtan

aldığım

cümleler

sıraya

beyindeki dopaminin aktif hâle gelmesiyle

biliyorsun

dört

ortaya çıkan bir akıl parçalanması olduğunu

Sorunumun

öğrendim; fakat ikinci büyük bir açıklamayla

anlayamadım. Anladığım tek şey seninle

karşılaşmıştım:

aynı

notlar

da

eklendi.

Şizofreninin

“İnsanlardan kaçma arzusu ve hayata

dizildi. yıldır

ne

İronis,

tedavi

olduğunu

olduğumuz.

dedim

oluyorum. hâlâ

Anladığım

daha

tek

şey

hayatımda yaşanan bir enkazın daha büyük

duyulan endişe!”

bir enkazı getirdiği. Dört yıl önce üzerime

Bu cümleyi hayat görüşü yapmış bir insanın

taşlar yıkıldı; ancak o günden sonra bir

nasıl hasta olabileceğini düşündüm. Çünkü

şeyler yıkılmaya hep devam etti. Ben dört

ben de en az bu cümledeki kadar kaçmak

yıldır

istiyordum

insanların

enkazındayım. Ve beni hayatta tutan tek şey

niçin yaratıldığını düşündüğüm kadar hiçbir

sensin. Öyle değil mi?, dedim. Evet, dedi.

şeyi

Evet

insanlardan.

Hatta

düşünmemişimdir

diye

mırıldanıp

üzerime

demesiyle

yıkılan

hayatımın

birlikte

parmaklarım

Mırıldanmalarımı

ıslanmaya başladı. Yavaşça gözlerini sildim

kesmek için bir an önce sokağa atmalıydım

ve devam ettim. Şimdi, dedim benimle

kendimi.

odasının

birlikte sen de o enkazdasın. Benim sana

yanından geçtim. Çoktan uyumuştu, kapısı

tutunduğum gibi senin de bana tutunman

aralıktı. Cebime bir kâğıt ve bir kalemi

gereken büyük bir enkaz! İronis kafasını

koyduktan sonra kendimi sokağın gırtlağına

kaldırarak neden bahsediyorsun?, dedi. Ona

bıraktım. Zihnimde ne yaptığı belli olmayan

doktorumla konuştuğum her şeyi anlattım.

milyonlarca düşüncem vardı. Hiç kimsemin

Bana şizofreninin ne olduğunu bile sormadı.

olmadığını

düşünürken

Yüzüme döndü: Bak Günay!, dedi. Bizim

arkadaşım

ve

duruyordum

sürekli.

Sessizce

annemin

şimdi

milyonlarca İronisle

yalnızlığımız paylaşılamayacak kadar büyük

sürekli buluştuğumuz sahile geldim. Ancak

ve gerçek. Bununsa tek bir sebebi var.

İronis ortalarda yoktu. Kayalıkların üzerine

İnsanların eksikliği. Ve sen de sırf bu yüzden

çıktım ve kâğıtla kalemi koydum dizime. Bir

okulunu, işini, bütün hayatını bıraktın. Ne

yandan beynimdeki kalabalığa karışıyordum

senin

bir

kâğıtla

paylaşabileceğimiz bir şey var!, dedi. Ellerini

paylaşıyordum. Bir gülümseme sesi duydum.

yüzüne kapatarak hıçkırmaya başladı. Hayır

Başımı yavaşça çevirirken İronis’i hemen

dedim

arkamda buldum.

böyleydi; ancak ben sana benim dışımda

yandan

düşüncem

da

vardı.

yalnızlığımı

ne

de

İronis,

hayır.

benim

Bu

insanlarla

bugüne

kadar

Güzel şiir Günay, dedi. Ancak yalnızlık

hiçbir şey sunmuyorum. Sana bu tedavide

insanın zihnindedir. Kâğıdı yavaşça cebime

güç verecek tek şey ufacık da olsa birine

koydum ve gel dedim lütfen yanıma otur.

sevgi hissetmen. Ben anlatıyordum ve İronis

Ellerim titriyordu. Ellerim çok fazla titriyordu.

ağlıyordu. İstediğim tek şey bu tedaviye ikna

İronis’in yüzüne dokunamayacak kadar fazla.

olmasıydı.

Yine de kaldırdım bileklerimi ve onun yüzüne

Yavaşça ayağa kalktım. Eve doğru uzanan

bıraktım.

caddeye

Pazartesi bıraktım

pazartesiyi pazartesiyi…

saat

09.00

kendimi.

bekleyecektim.

dedim. Sadece Sadece


Pazartesi sabahı aniden annemin sesiyle

Bunun nedenini düşünmek yerine Freud

uyandım. Art arda ismimi tekrarlayan sesi

isimli

odama

dolaşmaya başladım. Ve tabii İronis de

yaklaşıyordu.

Ve

kapıdan

içeriye

bir

adamın

kitabındaki

girdi. Bir an önce hazırlanmamı, doktorumla

benimle

Şile

buluşacağımızı

gözlerimi ayırmak istemiyordum. Ne zaman

söyledi. Hemen İronis’e haber verdim. Parka

gözlerim şöyle bir etrafı süzse, parktaki

neden gittiğimizi henüz anlamamıştım. İronis

insanlar sanki yıllardır aranan bir kanun

de hâlen gelmemişti. Dr. Riha Hanım iki

kaçağını görmüş gibi bana bakıyordu. Etrafta

ağacın

koşturan çocuklar sanki benden aksi yöne

yolundaki

bir

arasında

parkta

bir

bankta

oturuyordu.

birlikteydi.

sayfalarda

Kitabın

üzerinden

Annem:

kaçıyordu. Bu yüzden sürekli okuyordum,

— Ben burada beklerim hadi sen git, dedi.

kelimelerle gözlerimi yıkıyordum.

Derin bir nefesten sonra Riha Hanım’ın

Uzunca bir sohbetle birlikte kitap okuduktan

yanına gidip merhaba dedim. Ancak hemen

sonra akşamüzeri eve döndük. O günden

yanında bugün ilk defa gördüğüm, benden

sonra

belki de bir iki yaş küçük bir kız oturuyordu.

doktorumla olan bu görüşmeler İronis için

Riha

devam etmişti. Görüşmelerin çoğunluğuna

Hanım

eliyle

yanındaki

kızı

işaret

yaklaşık

olarak

bir

ay

boyunca

Esin de geliyordu. Aslında bu durum hoşuma

ederek: yurt

da gitmeye başlamıştı. Çünkü Esin’le uzun

dışında psikoloji okuyor ve felsefeye oldukça

süren felsefi düşünme sohbetleri yapıyorduk.

meraklı, tanışmanızı istedim çünkü bir süre

Hatta tekrar üniversiteye gitmem konusunda

benim yanımda kalacak. Dedi.

beni

Elimi sağ cebimden çıkartıp uzattım:

Hanımlaysa artık muayenehanesinde değil

— Merhaba ben de Sokrates’in yarım kalan

bazen bir park bazense bir kafede tedaviye

savunmasıyım. Dedim.

devam

Riha Hanım bunu duyunca gülümsemeye

yapılan tedaviye göre bu çok daha iyiydi,

başladı; ancak Esin hiç gülmedi. Ben yarım

kendimi gerçek dünyada hissedebiliyordum.

kalan okulumu kast etmeye çalışıyordum ve

Her gece olduğu gibi bu bir ay içerisinde de

Esin sanırım bunu anlamıştı. O anda Esin’den

sürekli geceleri dışarı çıktım. Bunun tek

gerçekten hoşlandım. Fakat o da bir insandı.

sebebi İronis’le görüşmekti. Ancak İronis her

Güvenilmesi zor olan bir insan. Bir anda

görüşmede hâlen bu tedaviyi istemediğini

dikkatimi toparlayıp işte İronis de geliyor

söylüyordu.

dedim.

tekrarlıyordum:

Günay

Bu

bu

kız

cümle

kardeşim

bitene

Esin,

kadar

İronis

ikna

etmeye

ediyorduk.

Bense

çalışıyordu.

Bir

Dr.

Riha

muayenehanede

sürekli

aynı

cümleyi

adımlarını tamamladı ve yanımıza geldi.

“Sana bu tedavide güç verecek tek şey

Doktor Riha Hanım bir adet kitabı bana

ufacık ta olsa birine sevgi hissetmen.”

uzattı. Lütfen oturun ve İronis’le birlikte okuyun, dedi. Ancak tam olarak İronis’in yüzüne

bakmıyor

kuramıyordu.

ve

iletişimi

direkt


Bu

akşam

tekrar

İronis’le

görüşecektik.

Ancak sevgili annem telefona yaptığı bir hamleyle

beni

aradı.

Evden

çıkmamam

gerektiğini Dr. Riha Hanım ve Esin’in beni görmek için geleceğini söyledi. Saat akşam 20.00’dı. Esin’in de gelme fikri güzeldi. Onunla tekrar sohbet etmek güzel olacaktı. Ancak arayıp hesap vermem gereken İronis vardı. Odamın kapısını açtım ve telefonu elime aldım. İronis’in numarasını yazarken annemin

her

zamanki

yarı

aralık

oda

kapısıyla karşılaştım. Ancak kapı aralığından karanlığın

içerisinde

beyazlığı

belli

olan

kâğıtlar dikkatimi çekti. Telefonu cebime koydum ve odanın kapısını tam olarak açtım. Üst

üste

koyulmuş

kâğıtlar

merakımı

uyandırdı. Annem bir öğretmen, yazar ya da hukukçu değildi. Peki, bu kâğıtlar da neydi? Renkleri

belirli

kâğıtlarıydı annemin

belirsiz

bunlar.

olan

Hepsini

yatağının

fotokopi

aldığım

yanında

gibi

bulunan

sandalyeye yavaşça oturdum. Ne olduğunu anlamadığım grafikler vardı bu sayfalarda ve İronisle ilgili olabileceğini düşünürken elimde sayfayı bütün kâğıtların arkasına alıp diğer

arkasında Dr. Riha Hanım elinde çantasıyla bana

“Günay Cura! (Nevrotik Hasta). Hipnogojik algı bozukluğu nedeniyle, Var – Sanı teşhisi Semptomatolojisinin

esas

bölümüne ulaşılmış, şizofreni hastası Günay İkna, davranış terapisi ve gastalt terapi gibi

üzerinden

yere

Parmaklarımın

içi

hepsi

dizlerimin

düşmeye

başlamıştı.

terliyordu.

Gözlerim

hemen karşımdaki duvarın bir noktasına odaklanmış

ve

görmüyordu.

O

anda

avucumun içinde bir el hissettim. Yüzümü yavaşça

çevirdim.

yüzüme

yansıdı,

oturuyordu yanımda.

Esin’in

bütün

avuçlarımı

yanında

gözlerinden

duruyordu.

Ağlamak

istiyordum,

ben

de

ağlamak istiyordum ya da dünyanın en büyük

çığlığıyla

neden

ben

demek...

Diyemiyordum. Bir enkaz daha yıkılmıştı üzerime.

Aldığım

nefes

boğazlarımı

kanatarak karışıyordu sanki havaya. Ve Dr. Riha Hanım konuşmayı tercih etti. İronis adındaki karakteri benim yarattığımı, son zamanlarda yapılan tedavilerle benim de azda

olsa

bunun

söylüyordu. konuşmayı

farkına

Esin’se üç

ay

devam sürecek

vardığımı ettiriyordu

bir

hastane

tedavisine gireceğimi ve benim başarıyla bunun da altından kalkacağımı söylüyordu. Çok iyi bir tıp fakültesinin hastanesinde yaklaşık üç ay kalacağımı da ekliyordu konuşmasına. Annem susuyordu. Elmacık kemiklerinin üzerinde durmuş, konuşmamızı dinleyen gözyaşlarına öylece bakıyordum. Bir anda bütün zihnimde büyük bir orkestra ve büyük hoparlörler kurulmaya başladı. başlıyordu.

Ve

beynimin

bütün

ülkelerinde sesi yükseklerde tek bir cümle vardı: “Sana bu tedavide güç verecek tek şey ufacık da olsa birine sevgi hissetmen.” *** Üç ay sonra… Hastanedeki arkadaşlarım ve doktorlarımla

psikodinamik terapiler uygulanmıştır.” kâğıtların

ve

düşen yaşların sesini duyabildiğim annem

Cura’nın tedaviyi kabul etmesi sağlanmıştır.

Elimdeki

bakıyordu

Senfoni

kâğıdı okumaya başladım.

konulmuştur.

Eve yeni gelmiş olmalıydılar ki Esin’in hemen

bakışı tutarak

vedalaştıktan sonra hastanenin önündeki uzun

yeşil

yolda

yürümeye

başladım.

Adımlarımı ağır ve yavaş atıyordum ve arada durup tekrar arkama bakıyordum. Dr. Ali Bey ve

hemşirem

Ahsen

Hanım

hareketleriyle el sallıyordu.

ufak

bilek


Gülümseyerek yürümeye devam ederken

Tedavimin son bir ayında ise hastanenin

Günay diye bir sesle irkildim. Esin Amerikan

kafeteryasında çalışıyordum. Hastalara böyle

model Ford arabasına yaslanmış ellerini sağa

bir imkân vermeleri hiç kimseye kendini

sola çırparak koşmamı işaret ediyordu. Üç ay

hastanede hissettirmiyordu.

boyunca neredeyse her gün yanıma gelmişti.

Sanırım artık Esin’i bekletmemeliyim. Çünkü

Sürekli

felsefe

konuşuyorduk.

eski model Fordunun önünde sıkılmış gibi

Ancak

akşamları

dışarı

görünüyor. Hem daha Dr. Riha Hanım’ı

hakkında kendimi

atmak,

sokaklara bırakmak istiyordum. İronis diye

görmeye gideceğiz.

birinin olmayışını kabullenemiyordum. Neyse

Geldim Esin, geldim. İşte burdayım…

ki ilk iki aydan sonra bu duruma da alıştım. Buna

sebep

olan

ve

beni

gecelerce

düşündüren Dr. Ali Beyin bir sözüydü. “Rüya gören kişi uyanana kadar rüyasını gerçek

GÜNAY CURA

sanır; ancak uyanınca rüya olduğunu anlar.”

fabula‐gc.tumblr.com/

dedi, haklıydı. Ancak bu rüyadan uyanmam hayli

zaman

hastalığa

da

almıştı.

Alışıyordum.

Bu

olmayışına

da

İronis’in

alışıyordum. Ve bunun tek sebebi bana güç veren tek şey, birine sevgi hissedebiliyor olmamdı. Bu kişi annemdi. Anneme olan sevgim benim tedavi gücüm olmuştu. Ayrıca Esin’e verdiğim sözle de sanırım annemi mutlu edecektim. Çünkü kaldığım yerden üniversiteye devam edeceğime ve felsefe bölümünü bitireceğime Esin’e söz vermiştim. Artık Risperidon da yoktu hayatımda ve gözlerim de eskisi kadar bulanmıyordu. Kim bilir belki de gerçekten bir hikâye bir şiir yazabilirdim artık. Bunun için yapacağım ilk iş odamdaki perdeleri sonuna kadar açmak olacaktı. Üç ay boyunca neredeyse her gün psikodinamik terapiler görmüştüm. Ancak bu tedavilerin en güzel yanıysa, bana buranın bir hastane olduğunu hissettirmeyişiydi. . Bunun sebebiyse tedavilerin çoğunu açık havada

hatta

bazen

ederek yapmamızdı.

bir

parkta

sohbet

Ara sıra kendimi o

parklarda yine yalnız hissetsem de, artık çocukların benden aksi yöne değil bana doğru koştuğunu hissedebiliyordum.


HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM CAN YÜCEL

BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN


DEMEKKİ GÖÇTÜ USTA KALDI YÜREK SIZISI HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

NAZIM HİKMET BİYOGRAFİSİ GELECEK AY SİZİNLE


ÇINAR


Yasemin Pforr yaseminpforr.tumblr.com


Ş İ İ R L E R İ M İ Z

Yusuf Ziya Irmak

Hayal et Ağlayan çocuklarımızı emzirirken bizi Ne de güzel olurdu kim bilir, silmek, Hayatın sol mememizdeki bıraktığı izi… Hayal etmeyince olmuyor…


BU

SAYFA

NEDEN SENİN OLMASIN?


KENDİNLE Kendini yolların akışına bıraktığın, zamana çok da direnmediğin andır şehirler arası otobüs yolculuğu. Yeni hayaller, yeni beklentiler, yeni gülümseyişler, yeni vazgeçmeler... Başını cama yaslaman on dakika sürmese bile kulaklığını takıp müzik dinleyip ya da kitap okuyup arada uyuya kalmak bile mutlu eder. Yine uzaklara dalarsın. Aslında çoğu kez düşünmezsin sana öyle gelir. Muavin ikramları yaptı mı bir de üzerine kolonya bulantını dindirir. Sonra karanlık düşse bile yollara bakmak iyi gelir. Sırada hangi şehre geldiğini bilirsin. Yolun AŞTİ' ye düşerse bir çorba içersin. Kendinle daha çok yalnız kaldığın zamanlardır otobüs yolculukları. Dargınlıklarını, kızgınlıklarını gözyaşlarınla kapatırsın. Rahatlarsın da. Belki bir iç döküm yaparsın kendine. Kimse seni deli sanmaz,çünkü içinden anlatırsın. Bazen de bir aptal gülümse olur suratında sonra bir ciddiyet. Bırakırsın kendini yolların akışına. Başka şehirlerin hüznünü, mutluluğunu saniyelik üzerine alırsın. Yabancı kokar aslında. Umursamazsın. Farkında olmadığın anda bir de bakmışsın ki bir yabancı yüzle sohbette bulursun kendini. Baktın çok konuşuyor uyuyormuş numarası yapar sessizce yine bakarsın akan şeritlere. Molalarda aşağı inersin. Soğuk, yüzüne çarpar. Anlık planların tatile çıkar. Sıcak çay ve tost iyi gelir. Üşüyen ellerinle yıldızlara ulaşmaya çalışırsın. Etraftaki yüzlere aldırmadan molayı sonlandırırsın. Görünmezliği seçersin. Kaç saat olursa olsun yolculuk. Dokunmazsın kendine, soru sormazsın. Düşlerini askıya alır, kafandaki soru işaretlerine çak bir beşlik dersin. Evet evet saçmalamak ruhun gıdasıdır, bazen. Kendini çılgın korsan Jack sanırsın karada olsan bile. Hayallerinin ucu bucağı yoktur. Köşede kalmış olsan da mutsuz hissetmezsin. Bu yol senin yolundur. Senin bıraktıklarındır. Senin getirdiklerindir. Çektiğin acı her ne ise onu biriktirirsin avuçlarını kanata kanata. Yolculuk devam eder. Virajları ardı ardına sayarsın. Keşke hiç bitmese diye tekrar ederken bir anda uyuyakalırsın. Düşler yıkılır ve inşa edilir itinayla. Göz kırparsın bozkırlardan ormanlara. Denizlere el sallarsın, gemilerle yarışırsın. Biter yolculuk sonra, ama sen hep orada kalırsın.

Cansu Şengün yasadisigulumseyis.tumblr.com


BİR ŞARKI ÜZERİNE Kapıdan adımımı dışarı attığımda birden yürüyesim gelmedi. Damların salyaları akıyordu. Gökyüzü kapkara yüreğiyle içini dökmeye hazır vaziyetteydi. Bir köpek boş caddeyi koklaya koklaya geliyordu. Toprak da kalmamıştı ki kokusu burnuma üşüşsün yağmurdan hemen sonra.. Başımı gökyüzüne kaldırıp baktım. Cebimden sigara paketimi çıkardım ve bir taneyi hala gökyüzüne bakarken yaktım. Ha yağdı ha yağacak diyordum. Birden bir damla düştü sonra peş peşe diğerleri. Yağmur aniden hızlandı. Bu kadar çabuk hızlanan bir yağmura ömrümde sadece bir kere daha yakalanmıştım, yanımda sen vardın. Birden aklıma geldin, içime doğru önce hafif bir çiselti şimdi de sağanaktın. Erkin Koray’ın sesini duymaya başladım. Yağmurun sesine bak Aşka davet ediyor Cama vuran her damla Beni harap ediyor Seninle çok şiddetli bir kavgaya tutuşmuştuk, o kadar şiddetliydi ki bulutlar leğenle pencereden su döken teyzelere özenmişlerdi. Neden mi? Üzmeye görsün insan sevdiğini nedenler doğuverir her yerinden. O da öyle bir nedendi işte en saçma yerinden. Kolundan tutup “dur” demiştim. “Nereye gidiyorsun?” Kolunu şiddetle tutmama öfkelenmiştin. Seni tutuyordum ben, şiddetle hayatımda tutuyordum. O bakışlarını unutamıyorum. Birden ağzından o söz çıkıvermişti işte. Birden hayatımın bundan sonra artık güzel bir hayat olmadığını belirten o söz çıkıvermişti ve yağmur o an şiddetlenmişti.”İstemiyorum artık seni!” Bu yağmur seni benden Alıp götüren yağmur Aşkımızı sel gibi Silip süpüren yağmur Susuvermiştim öylece. Bir insan bu sözden sonra ne diyebilir ki? Aslında çok şey diyebilir dili dönebilse eğer. Gözlerine bakmıştım, ağlamıştım. Sonra utanmıştım ağladığımdan. Sımsıkı sarılmak için bir hamle yaptım, sen şemsiyeni açmaya çalıştın. Açılmıyordu bir türlü şemsiye ve sırılsıklam olmuştuk. Ben de sana inat sarıldım. Önce kolların gövdelerimizin arasında ezildi. Öylece durdun. Bırak demek istedin ama diyemedin. Kollarını aramızdan çıkardın. Uzattın. Sırtıma kondurup kondurmama arasında boşlukta tutarken kollarını ben ağlıyordum. Sonra sen de sarıldın Her damlada ah ettim Hayatıma kahrettim O kadar üzgünüm ki Seni nasıl kaybettim Birazcık bana acıdığından birazcık da afalladığından gidemiyordun ama bitmişti işte. Bu kadardı. Sonra beni şiddetle itişini, burnunu çekişini, şemsiyeni yere sürte sürte gidişini hatırlıyorum. Bir kere arkana dönüp bakmadın, baksaydın gidemezdin. Yağmur bitene kadar caddede durmuştum. Elimi, kolumu dahi kıpırdatmadım. Öylece ağlıyordum. Hayatımdaki en güzel şey az önce gitmişti ve ben öyle kalakalmıştım. Nefes alabildiğimden bile emin değildim. Hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı. Günlerce ne yediğimi bilmiyordum, ne içtiğimi de. Her gün telefonun çalmasını, kapımda bitmeni bekliyordum. Aradığımda açmanı, geldiğimde kapıya çıkmanı bekliyordum. Bekleyişler bir ömür sürse de sen hiç gelmedin. Ne zaman kapım çalsa Sen geldin sanıyorum Korkarım ki aşkımı Boşyere arıyorum Bir gün artık gelmeyeceğini anladım. Artık bana sadece acın gelecekti. Her yağmur yağışında, her kelebek uçuşunda, her sinema biletinde, kağıt helvalarda, martılarda, asfalt yollarda, vapurlarda, tokalarda, gülüşlerde, şarkılarda hep sen olacaktın ama sen hiç olmayacaktın. Yine yağmur yağacak Beni benden alacak En acı ızdırabın Deryasına salacak Erkin Koray beynimin içinde bağırıyordu işte, avaz avaz bağırıyordu; Her damlada ah ettim Hayatıma kahrettim O kadar üzgünüm ki Seni nasıl kaybettim

Ender Yılmaz ataraksiya.tumblr.com


SİNEMA KIŞ UYKUSU YÖNETMEN: NURİ BİLGE CEYLAN SENARYO: EBRU CEYLAN, NURİ BİLGE CEYLAN OYUNCULAR: HALUK BİLGİNER MELİSA SÖZEN DEMET AKBAĞ AYBERK PEKCAN SERHAT MUSTAFA KILIÇ NEJAT İŞLER TAMER LEVENT NADİR SARIBACAK MEHMET ALİ NUROĞLU


Ender Y覺lmaz ataraksiya.tumblr.com


T E ZE R Ö ZL Ü T E S T İ


Filiz Y覺ld覺r覺m

Cevap Anahtar覺: 1 d, 2c, 3a, 4b, 5a, 6a, 7b, 8b, 9a, 1 0d


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.