Travel And Gourmets - Kasim 2015 - Sayi 3

Page 1

“TÜRKİYE’NİN EN İYİ LEZZETLERİ, OTELLERİ VE RESTAURANTLARI” K U T L U Ö Z E M R A K

Travel AND

gourmetS AYLIK ONLINE YEME, İÇME VE GEZİ KÜLTÜRÜ DERGİSİ / KASIM 2015 / SAYI 3

Makarna

Herkesin Sevdiği Lezzet

ARTI

KÜBA’DA İNECEK VAR: 3

PARİS’TE BEDAVA YAPILACAK 10 ŞEY


BU AY Geçtiğimiz günlerde Mövenpick Otel İzmir’de dergimizi başarılı bir lansman partisi ile tanıttık. Gerçekten çok keyifli bir geceydi. Gurmeler, gezginler ve ünlü simaların yanı sıra Şef Murat Yıldız’ın gurme lezzetleri gurme içecekler ile birleşti. Gecede Positive Live Project grubu sahne aldı. Travel and Gourmets böylece ilk organizasyonunu yapmış oldu. Biz ilerleyen zamanlarda çeşitli organizasyonlarla sizlerle buluşmayı hedefliyoruz, eğlenceli ve lezzet içeren organizasyonlar yolda. Lansman gecesi sonrasında çok güzel tepkiler almaya başladık. Dergide yazar kadrosunda olmak isteyen değerli yazarlar ile görüşmeler başladı bile. Birçok restorandan tadım davetleri geliyor, hızlıca cevap vermeye çalışıyoruz. Tabii her şeyden önemlisi Travel and Gourmets dergisinin eğlenceli ve lezzetli içeriği ile her ay en az yüz sayfa içerik ile dijital dünyadan size ulaşacak olması. Bu ay yaptığımız işbirliği ile artık dergimizi “Turkcell Dergilik” uygulamasında da okumanız mümkün. Türkiye’nin ilk online yeme, içme ve gezi kültürü dergisi olarak üstlendiğimiz misyonun farkındayız. Yeme, içme ve gezi ile ilgili tespit ettiğimiz bazı eksiklikler var onları kapatmayı hedefliyoruz, umarım keyifli olacak. Farklı lezzetler, mekanlar ve organizasyonlar için bizi sosyal medya hesaplarımızdan etmeyi unutmayın. Destek olan herkese gönülden teşekkür ediyoruz. KUTLU ÖZEMRAK

Genel Yayın Yönetmeni

Bizi sosyal medyadan takip edebilirisiniz; Instagram: travelandgourmets Facebook: travel and gourmets


EDİTÖRDEN


Travel AND

gourmetS www.TRAVELANDGOURMETS.com

KuTLU ÖZEMRAK

İmtİyaz sahİPLERİ BİLGEHAN ARAS bilgehanaras76@gmail.com

kutluoz@gmail.com /

Genel Yayın Yönetmeni KUTLU ÖZEMRAK kutlu@travelandgourmets.com Editör & Yazı İşleri Yazı İşleri Art Direktör Görsel Tasarım Çeviri

Didem Mazlum Özgür Kaya Bilgehan Aras Ebru Ece Ulutaş Erhan Dalgıç

Katkıda Bulunanlar

Murat Yıldız, Serhat Saçkesen, İsmail Kaya, Engin Çıkıkçı, Selçuk Ceylan, Sevda Çiçek, Senem Tongar, Sercan Çam, Merih Hasaltun Yumlu, Müberra Bağcı

Reklam Yayına Hazırlayan

0 (532) 604 30 34 dergi@travelandgourmets.com Baras Medya

Travel And Gourmets bir Enkon Grup LTD. ŞTİ. markasıdır. Travel And Gourmets basın meslek ilkelerine uymayı kabul etmiştir. Reklamların sorumlulukları reklam verenlere, yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir.

YAZIŞMA ADRESİ / ŞUBE 6436/2 no:4 d:1 yalı mh. karşıyaka - İzmİr TEL: 0 (532) 604 30 34 MAIL: dergi@travelandgourmets.com MERKEZ ADRES DEREBOYU CAD. ZÜMRÜT SOK. 2/D KAT: 2 MASLAK / İSTANBUL TEL: 0 (533) 552 04 49


Zor beğenenlerin tercihi

Ücretsiz kargo ve koşulsuz iade imkanları ile www.softcotton.com.tr Soft Cotton bir Gökhan Tekstil markasıdır.

Kabin Ekibi

*Destan Havlu


TÜRKİYE’NİN EN LEZZETLİ GEZİ DERGİSİ TANITILDI

Travel AN

gour


LANSMAN GECEMİZ

ND

rmetS

Dergimizin lansmanı 26 Ekim Pazartesi gecesi Mövenpick Otel İzmir’de yaklaşık yüzelli seçkin davetli ve ünlü konuğun katıldığı geceyle gerçekleşti. Gecede Positive Live Project grubu sahne alırken Mövenpick otel şefi Murat Yıldız da gurme lezzetler sundu. Şef Murat Yıldız’ın gurme lezzetleriyle geceye sponsor olan içecek firmasının yeme-içme eşleştirmeleri beğeni topladı. Dergimizin imtiyaz sahibi Kutlu Özemrak da yaptığı açılış konuşmasında derginin oluşum sürecinden bugüne neler yaşandığını ve gelecekteki hedeflerini davetlilerle paylaştı.


LANSMAN GECEMİZ



LANSMAN GECEMİZ



LANSMAN GECEMİZ



LANSMAN GECEMİZ



LANSMAN GECEMİZ



LANSMAN GECEMİZ



2015 Yaz Otel Deneyimleri YAZI: ÖZGÜR KAYA

Kuşadası

Double Tree by Hilton



2015 Yaz Otel Deneyimleri Bu ay “Double Tree by Hilton Kuşadası”ndayız. Bir cümle ile özetlemek gerekirse; bu otelden çok memnun kalacaksınız. Kuşadası’nda marinanın tam karşısında yer alan Double Tree lokasyon avantajını çok iyi kullanarak misafirlerine harika bir manzara eşliğinde konaklama ve yemek imkanı sunuyor. Hilton standartlarını en üst düzeyde misafirlerine sunan otel, özel dekorasyonlu değişik oda seçenekleri ile fark yaratıyor. Biraz daha detaya girersek; YEMEK Otel genel olarak oda kahvaltı konseptiyle misafirlerine hizmet verirken, akşam servisinde Modern Asya ve Avrupa Mutfağı ağırlıklı olarak dünya lezzetlerini GIO Restaurant ile ayağınıza getiriyor. Özellikle suşi konusunda iddialı olduğunu belirtmekte fayda var. Marina manzaralı GIO Restaurant, gece belli bir saatten sonra da kulüp hizmeti vererek geceyi uzatmak isteyen misafirlerine iyi bir eğlence olanağı sağlıyor. Otelde yüksek kaliteli hemen hemen bütün içecekleri temin etme şansınız var ama tabii ki her şey dahil konsept çalışmadıkları için ekstra ücret ödemeniz gerekiyor. ODA Double Tree Kuşadası’nın misafirlerine sunduğu oda seçenekleri arasında en dikkat çekeni; tarihi taş evler... Geleneksel bir ambiyansda konaklama imkanı sunan taş evlerin ferah yapısı ve özel mimarisi misafirlerine yepyeni bir tecrübe yaşama olanağı sunuyor. Standart odalarda marina ve şehir manzaralı seçeneklerinin yanı sıra özel teraslı ve direkt havuza açılan odaları da görülmeye değer... Standart odaların metrekaresi yeterli olmakla beraber, rakiplerine göre daha küçük olduğunu belirtmekte fayda var. HİZMET Sıcak bir atmosfer ile dekore edilmiş resepsiyon ve lobiden otele giren misafirleri harika bir sürpriz bekliyor; sıcak ve taze cookies ikramıyla misafirlerini şaşırtan halkla ilişkiler departmanı genel hizmet kalitesinde de işini doğru biçimde yaptığını gösteriyor. YÜZME&SPA Double Tree Kuşadası’ndan bir resort otel beklentiniz yok ise -ki olmasın- yüzme alanları ve spa merkezi misafirlerini tatmin etmeye yetecek büyüklükte. Otelin bu konuda yarattığı fark ise; taş evlerde ve King Deluxe odalarda sunduğu özel havuz seçeneği. AKTİVİTE VE EĞLENCE Misafirlerini genel olarak en iyi şekilde ağırlamaya çalışan otel, kendisini bu konuda geliştirmeye çalışırken marina manzaralı restaurant&lounge’ında iyi bir hizmet sunuyor. Çocuk ile giden misafirlerine ise kısıtlı seçenekler sunulabilen otelde büyük animasyonlar veya yoğun aktivitelere rastlamak mümkün değil. Son olarak; Double Tree dünyanın her yerinde aynı standartı bulabileceğiniz, Hilton tarafından marka haline getirilmiş ve şehir otelciliği düşünülerek hazırlanmış bir konsept. Otel yönetimi de bu standartları fazlasıyla yakalamış durumda fakat uzun süreli ve çocuklu yapılacak yaz tatillerinde devamlı ekstra hesabı yapmak can sıkıcı olabilir. Bir Daha Kalır mıyım? -Kesinlikle “Evet!”



ŞEF MURAT YILDIZ MövenpIck Hotel İzmir ExecutIce Chef

CEVİZLİ DANA BONFİLESİ Malzemeler - Dana bonfilesi, 200 gr - Taze kuşkonmaz, 50 gr - Patates, 150 gr - Krema, 20 gr - Tereyağı, 15 gr - Tost ekmeği, 2 dilim - Taze kekik, 2 gr - Taze rozmarin, 2 gr - Tuz ve tane karabiber Yapılışı Ceviz, tost ekmeği ve taze baharatlardan bir harç yapalım. Bonfileleri tuz ve karabiber ile marine edip ızgara ya da döküm tavada mühürleyelim. Mühürlenmiş bonfileleri yaptığımız cevizli harç ile kaplayalım. Patatesleri soyup haşlayalım. Krema ve tereyağını kaynatalım. Patatesleri süzüp bir kaba koyalım, Patateslerin içine kaynattığımız tereyağı ve kremayı ekleyip tuz ve karabiberi koyduktan sonra karıştıralım. Kuşkonmazları haşlayalım ve tereyağı ile soteleyelim. Son olarak fotoğraftaki gibi sunum yapalım.



ŞEF SERHAT SAÇKESEN MÖVENPICK HOTEL CHEF AND FOOD PHOTOGRAPHER

ABAZA PEYNİRLİ PANCAR RISOTTO

”Risotto’yu artık biliyoruz da nereden çıktı bu Abaza peyniri?” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız ama alın size bir doğu batı sentezi daha. Abhazya halkının her bir bireyine Abaza denir ve Kafkasya’ya bağlı bir millettir. Gastronomik açıdan fazlasıyla gelişmiş bu toplumun marketlerimize kadar ulaşan ürünlerinden biri de, biraz dil peynirini andıran ve ince küf kokusuna sahip karakteristik Abaza peyniridir. İşte tam da neden İtalyan mutfağı ile bu peyniri birleştirmeyelim derken hemen deneyip harika bir sonuç elde ettim. Mutlaka siz de denemeli ve misafirlerinize çok farklı bir risotto deneyimi yaşatmalısınız. Malzemeler · 1 adet pancar · 1 su bardağı arborio pirinci · 100 gr tereyağı · 120 gr Abaza peyniri · İki tutam tuz · ¼ çay bardağı zeytinyağı · ½ lt sebze suyu (havuç, soğan, kereviz vb. sebzeleri kaynatarak elde ederiz.) Önce pancarı bol suda haşlıyor ve haşlandıktan sonra soyuyoruz. Soyduğumuz pancarı minik minik doğrayıp bir tabağa ayırıyoruz. Ardından yayvan bir tavaya zeytinyağı koyuyoruz. Arborio pirincini de ekledikten sonra otuz saniye kadar kavuruyoruz. Kaynamakta olan sebze suyundan yavaş yavaş pirince yediriyoruz. Tavadaki su bittikçe biraz daha ekliyoruz. Pirinç yumuşayana kadar sabırla bu işlemi tekrar ediyoruz. Pirinç yumuşadıktan sonra az önce doğradığımız pancarı bir tülbentin içine koyuyor ve bütün gücünüzle suyunu risotto’nun içine sıkıyoruz. O muhteşem rengi pirince karıştırdıktan sonra çok az daha su ilave edin ve risotto’nun çamurumsu bir kıvam almasını sağlayın. Ocağı söndürün ve risottonuza önce tereyağını hızla karıştırarak yedirin hemen arkasından soğumadan Abaza peynirinizi de yedirerek tuzunuzu ekleyin. Afiyet olsun.



ŞEF SERHAT SAÇKESEN MÖVENPICK HOTEL CHEF AND FOOD PHOTOGRAPHER

FRENCH TOAST

Kahvaltıda hep aynı şeyleri yemekten sıkıldık diyorsanız, size yine doğu batı sentezi bir tarif veriyorum sıkı durun! Bu tarif tabii ki başka yerde yok çünkü normal bir French tost değil bu. İçinde muz, ceviz, bal, keçi peyniri ve tabii ki başrolde onu bizden yapan en önemli şey; bazlama ekmeği var. Yanındaki sos da Kayseri ilimizin güzide meyvesi gilaburu’dan yaptığım sos. Afiyetle yiyin, güne güzel başlayın.

Malzemeler · 1 adet bazlama ekmeği · ½ muz · 50 gr keçi peyniri · 50 gr ceviz · 1 tatlı kaşığı bal · 150 gr gilaburu meyvesi ya da Frenk üzümü · 75 gr toz şeker · ½ bardak su · 10 gr tereyağı · 1 adet çubuk tarçın · 150 gr yağ · ½ su bardağı süt · 1 tatlı kaşığı tarçın · 1 adet yumurta Gilaburu meyvesini şeker, su, bir adet çubuk tarçın ile ufak derin bir tencereye alalım ve kısık ateşte marmelat olana kadar kaynatalım. O ocakta kaynarken siz bazlamanızı eşit şekilde ikiye bölün ve arasını açın. Daha sonra muz, keçi peyniri, ceviz ve balı bir kapta iyice karıştırarak ezin, ardından karışımı bazlamanın içine doldurun. Yumurtayı, sütü, tarçını başka bir tabakta çırptıktan sonra içi dolu bazlamaları bu karışıma bulayın ve tavada kızdırdığınız yağın içinde iki tarafı da kızarana kadar pişirin. Bu arada sosunuz da hazır olmuş olacak, sos marmelat kıvamına geldiğinde tereyağınızı sosa yedirin ve ikisini birden servis edin. French tostunuzu servis ederken üzerine biraz bal ve pudra şekeri gezdirebilirsiniz. Afiyet olsun



ŞEF SERHAT SAÇKESEN MÖVENPICK HOTEL CHEF AND FOOD PHOTOGRAPHER

GİLABURU ŞERBETİ

Bu sayıda aslında pek de aşina olmadığımız bir bitki olan gilaburu meyvesini tanıtmak istedim sizlere. Bu meyve bildiğimiz Frenk üzümünün milli versiyonu. Pek çok hastalığa iyi geldiği söylenen bu meyvenin mevsimi eylül ve ekim ayı yani tam da bu zamanlar. Daha önce tadanlar bilir hafif ekşi bir tadı vardır ve doğrudan yemek zordur bu meyveyi. Ben de size çalıştığım otelde iki haftadır bize harika lezzetler tattıran Kayserili şeflerimizden öğrendiğim gilaburu meyvesinin şerbetini yaptım. Tarif oldukça kolay fakat çok faydalı. Ağır yağlı yemeklerin sonunda hafif bir damak hoşluğu olabilecek şekilde tüketebilirsiniz. Şimdiden afiyet olsun. Malzemeler • 500gr gilaburu • 250gr toz şeker • 700gr su • 1 dal nane Önce gilaburu meyvesini ya bir meyve sıkma makinesinden geçiriyoruz ya da bir tülbent içine alarak suyunu derin bir borcama sıkıyoruz. Ardından elde ettiğimiz meyve suyunun yarısı kadar soğuk su ilave ediyoruz. Daha sonra şeker ve sudan su kıvamına yakın akışkan bir şerbet elde ediyoruz. Bütün malzemeyi birbirine karıştırıyoruz ve bir şişeye dolduruyoruz. İçine nane yapraklarımızı da ekleyip dinlenmeye ve özdeşleşmeye bırakıyoruz. Bir saat sonra yemek sonu veya öncesinde doya doya içebiliriz.



ŞEF İSMAİL KAYA A LA CARTE CHEF

PROVENCAL SOSLU SCALLOP 3 adet scallop 50 gr kuşkonmaz 1 adet domates 10 gr kuru soğan

Sos İçin 2 diş sarımsak 1 bağ maydanoz 100 gr tereyağı Yapılışı Sos için tereyağını oda sıcaklığında krema kıvamına getiriyoruz. Daha sonra maydanoz yaprakları ve sarımsak ile beraber robotta çekiyoruz. Sosumuz hazır. Kuşkonmazı julyen doğrayıp soğanları da ince kıyım yapıyoruz. Domatesleri konkase şeklinde doğruyoruz. Tavada scallopu mühürledikten sonra 160 derecelik fırında dört dakika pişiriyoruz. Yaptığımız sosu tavada ısıtıyoruz. Ayrı bir tavada soğanları soteledikten sonra içine kuşkonmaz ve domatesleri de ilave edip soteliyoruz. Tabağımıza önce sote sebzelerimizi koyup üzerine scallopları diziyoruz ve son olarak sıcak sosumuzu verip servise hazır hale getiriyoruz. Afiyet olsun.



eng İ n ş ef Merhaba sevgili Travel and Gourmet okurları; bu hafta sonu yine yollardayız. İstikametimiz İzmir’in güzel ilçesi Urla. Bodrum’da yaşayan çok sevgili dostum Hakan ve değerli ailesi bizi ziyarete geldiler. Amerikalı bu tatlı çift bize geçen sene Napa ve Toskana’ya yaptıkları keyifli geziyi anlatıyorlardı, ben de kendilerine bizim buradaki Toskana’yı görmek ister misiniz diye sorduğumda şaşkınlıkla teklifimi hemen kabul ettiler.

Ertesi gün güzel bir kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Zamanlama bundan daha güzel olamazdı. Harika, güneşli bir pazar günüydü zaten uzun zamandır sevgili Bilge ve Reha Öğünlü çiftinin sahibi olduğu Urlice Şarap Evi’ne tekrar bir ziyarette bulunmak istiyordum. Kendilerini yoldan arayıp geldiğimizi haber verdiğim için oraya vardığımızda muhteşem bir sofra bizi bekliyordu. Bilge ve Reha Öğünlü çifti Urla’daki şarap üreticilerinin öncüleri ve burayı ilk keşfedenlerden. Dünya standartlarındaki arpalık üzümü yüksek kalitede şaraba dönüştürme idealini ortaya koymuşlar ve burada şato yaratıcılığının iyi bir örneğini sergiliyorlar. Şarap benim uzmanlık alanım olmadığı için fazla uzatmayacağım, beni asıl ilgilendiren bu müthiş yerin sevimli organik mutfağı. Bu mutfağa sadece Urla’nın yerel üreticilerinden ve Urla pazarından özenle seçilen ürünler girebiliyor. Şef Feray Hanımın gözümüzün önünde yaptığı lezzetli pizzalar gerçekten etkileyici. Feray Hanım beni kırmayıp pizzaları beraber hazırlama teklifimi kabul etti ve benim için günün en keyifli anları başladı. Biz mutfakta çalışırken misafirlerim bağ evinin önündeki şahane tasarlanmış bahçede ufak ufak içkilerini yudumluyorlardı. Bu güzelliklerden etkilendikleri her hallerinden belliydi ve bu da beni çok mutlu etti. Eh insan ha deyince İtalya’ya gidip bu keyfi yaşayamıyor ama cennet ülkemizin bize sunduklarının Bilge ve Reha Öğünlü gibi vizyon sahibi insanlar tarafından değerlendirilmesi ve bu güzellikleri bize yaşatıyor olmasıyla kendinizden geçebiliyorsunuz. Öğünlü ailesine yarattıkları bu cennet bahçesi için tekrar teşekkür ediyorum. Şimdi bu şahane lezzetleri evinizde de deneyebilmeniz için tariflerini sizlerle paylaşmak istiyorum. 8 Kişilik Pizza Hamuru Malzemeler - 500 gr. Beyaz un - 1 paket toz maya - 2 çay kaşığı toz şeker - 3 yemek kaşığı zeytinyağı - 1 tatlı kaşığı tuz - Aldığı kadar su Yapılışı Bütün kuru malzemeyi bir kabın içerisine alıyoruz. Ortasına bir çukur açıp yavaş yavaş ılık su ekleyerek karıştırıyoruz. Bu işleme homojen bir hamur elde edene kadar devam ediyoruz. Hamurumuzun üzerini bir havlu ile örtüp oda sıcaklığında bir saat dinlendiriyoruz. Alfredo Soslu Deniz Ürünlü Pizza Alfredo sosu için malzemeler: - ½ çay bardağı tereyağı - 1 su bardağı krema - 1 ½ su bardağı rende parmesan peyniri (tulum peyniri veya eski kaşar da kullanabilirsiniz) - ½ çay bardağı taze kıyılmış maydanoz

Yapılışı Orta boy bir tavada kısık ateşte tereyağını eritin. Kremayı ekleyin ve 4-5 dakika pişirin. Daha sonra sarımsağı ve peyniri ilave edin, hızlıca birkaç kez çevirip ateşten alın. Maydanozu ilave edip karıştırdıktan sonra sosumuz hazır. Pizzanın üstü için gereken malzemeler: - 100 gr. temizlenmiş karides - 5-6 parça ançüez - 1 küçük boy kutu ton balığı - ½ çay bardağı kapari - ½ çay bardağı rendelenmiş mozzarella peyniri - 1 tutam tarhun otu - 1 tutam çekilmiş karabiber - 1 tutam deniz tuzu Yapılışı Hamurumuzu bir pizza ya da normal fırın tepsisini tamamen kaplayacak şekilde yayıyoruz, hamurun üzerinde yaklaşık yarım cm kalınlığında tabaka oluşturacak şekilde alfredo sosunu döküyoruz. Pizzanın üzerine koymak için hazırladığımız malzemeleri yerleştirip önceden 180 derecede ısıtılmış fırınımızda 25 dakika boyunca pişiriyoruz. Fırından servis tabağına aldığımız pizzanın üzerini dilersek taze ya da çok ince dilimlenmiş kırmızı soğan ile süsleyerek servis ediyoruz. Balkabaklı Sucuklu Pizza Sosu için malzemeler: - 1 avuç ceviz - 100 gr. krema - 1 dilim balkabağı Yapılışı Bir tavada kremayı ısıtın. İçine ince rendelediğiniz balkabağını ekleyin ve ezerek karıştırın. Krema çekince cevizleri de ekleyip sos kıvamına gelene kadar çektirin. Pizzanın üstü için malzemeler: - Yarım kilo ince dilimlenmiş kasap sucuk - 100 gr. rendelenmiş mozzerella peyniri - 100 gr. rendelenmiş gravyer peyniri Yapılışı Hamurumuzu bir pizza ya da normal fırın tepsisini tamamen kaplayacak şekilde yayıyoruz, hamurun üzerinde yaklaşık yarım cm kalınlığında tabaka oluşturacak şekilde balkabağı sosunu döküyoruz. Pizzanın üzerine koymak için hazırladığımız malzemeleri yerleştirip önceden 180 derecede ısıtılmış fırınımızda 25 dakika boyunca pişiriyoruz. Fırından servis tabağına aldığımız pizzanın üzerini dilersek taze ya da çok ince dilimlenmiş kırmızı soğan ile süsleyerek servis ediyoruz. Afiyet olsun!



SELÇUK CEYLAN

Hamurunda Var / ChIpotle Instagram: hamurundavar Balkabağı aşığı birisi olarak yıllar önce bu tarif karşıma çıktığında fazlaca sevinmiş olsam da, bulunması inanılmaz zor olan “Waltham Butternut / Kış Kabağı”nın eksikliğinden dolayı hemen yapıp deneme fırsatım olmamıştı maalesef. Yıllar sonra Akhisar’ın bir kasabasına yolumun düşmesiyle, küçük bir bahçede özel olarak yetiştirilmiş halde karşıma çıktı bu kabak ve artık “Double Stuffed Chili Waltham Butternut Squash” yapabilecek olmanın mutluluğu tarifsizdi benim için! Her yıl ekim ayında Akhisar’a gider kendi ellerimle birkaç adet bu kabaklardan toplarım. Travel and Gourtmets dergisinin lansman gecesi öncesinde sizler için bu ayki tariflerimi yaptım, fotoğrafçı arkadaşım da çekimlerini gerçekleştirdi. Fotoğraflar için sevgili arkadaşım Aytaç Göller’e teşekkür ederim.

DOUBLE STUFFED CHILI WALTHAM BUTTERNUT SQUASH

Öncelikle alışveriş listesinden başlayalım: Aşama 1 için - Whaltham Butternut / Kış kabağı, 1 adet, ortadan ikiye kesilmiş. - Zeytinyağı, 2 yemek kaşığı. - Paprika, 1 tatlı kaşığı. - Tuz-Karabiber, birer tatlı kaşığı. Aşama 2 için - Dana kıyma, 500 gr. - Zeytinyağı, 4 yemek kaşığı. - Kırmızı soğan, 1 adet orta, küp doğranmış. - Sarımsak, 3 adet büyük, doğranmış. - Füme kırmızı biber, 1 tatlı kaşığı. - Füme Chili toz biber, 1 tatlı kaşığı. - Füme kimyon, 1 çay kaşığı. - Tarçın, ½ çay kaşığı. - Tuz-Karabiber, çay kaşığı. - Domates püresi, 100ml.

- Jalapeno, 1 adet, küp doğranmış. - Et suyu, 50 ml. - Siyah bira, 25 cc. - Worcestershire sos, 1 yemek kaşığı, - Tütsülenmiş chipotle acı sos, 2 yemek kaşığı. - BBQ sos, 25 gr. - Chili sos, 25 gr. Aşama 3 için - Cheddar, 50 gr, rendelenmiş. - Bacon, 1 adet, fırınlanıp küp doğranmış. - Frenk soğanı, 2 dal, 2.5-3 cm aralıklarla kesilmiş • Hazırlarken “Aşama 3”teki Bacon ile başlıyoruz. Bir dilim Bacon’ı 200 derecede ısıtılmış fırında kızartıp dilimliyoruz. • Bacon fırında kızarırken “Aşama 1” ile devam ediyoruz. Ortadan ikiye bölünmüş balkabağının iç yüzeyini zeytinyağı, paprika, tuz ve karabiberle marine edip ters çevirerek -iç yüzey fırın kabının tabanına temas edecek şekilde- 200 derecelik fırına atıyoruz. Ortalama 50 dakika içerisinde karamelize olmuş şekilde çıkacaktır. Fırın kabında ters çevirip çatal ile balkabağını lif lif ayırıyoruz. • Balkabağı fırında pişerken “Aşama 2”deki malzemelerle chili hazırlamaya geçelim: Orta ateşte ısınmış döküm tencereye zeytinyağı ve kıymayı ekliyoruz. Kıyma kahverengiye döndüğü zaman içine kırmızı soğan ve sarımsak ekleyip pişirmeye devam ediyoruz. Sonrasında “Aşama 2”deki bütün malzemeleri de ekleyip kıvamlı hale gelene kadar 5 dakika daha pişiriyoruz. Artık sadece birleştirme kısmı kaldı; balkabağının iç yüzeyine chili’yi koyuyoruz ve üzerine cheddar, bacon ve frenk soğanı dokunuşlarıyla mümkün olduğu kadar “sıcak” servis ediyoruz. Bon Appetit



SELÇUK CEYLAN

Hamurunda Var / ChIpotle Instagram: hamurundavar

HANGER STEAK WITH MARGARITA MARINADE & TEX-MEX FRIED RICE Yeşil limon ve acı sevgimi bahane ederek Meksikan-Amerikan tarzı bir yemek yapmaya karar verdim! Fotoğraftaki gibi sıradan bir pilav olmadığını belirtmek isterim. Dilerseniz malzeme ve yapılış bilgilerine geçelim. MalzemeLER Margarita Marinade için: - Antrikot, 200 gr. - Tequila, ½ fincan. - Lime kabuğu - Lime suyu, ½ adet - Sıkılmış lime - Zeytinyağı, 3 kaşık. - Tuz-Karabiber, ½ çay kaşığı. Tex-Mex Fried Rice için: - Aldante pilav, 1 bardaktan yapılıp gece dolapta soğutulmuş. - Kırmızı soğan, ½ adet, küp doğranmış. - Jalapeno, 1 adet, küp doğranmış. - Sarımsak, 2 diş, rendelenmiş. - Domates, 1 küçük boy, küp doğranmış. - Acı sos, aromatik, 2 yemek kaşığı. - Kişniş. • Bir kabın içerisine belirtilen ölçülerde Tequila, zeytinyağı, tuz, karabiber, lime suyu, lime kabuğu ve elimizde kalan kısmını (burada lime’ın tamamından faydalanıyoruz) koyuyoruz. Bu karışımın içine antrikotu da yerleştirip yaklaşık iki buçuk saat marine olmasını sağlıyoruz. • Marinasyon sürecinin sonlarına doğru Tex Mex tarzı kızarmış pilav hazırlığı yapabiliriz. Yapışmaz ve orta ateşteki tava içerisine bir gece dolapta soğutulmuş aldante pilavı çıtır çıtır olana kadar kavuruyoruz. Ocağı söndürüp tavanın kendi ısısıyla beraber İçerisine diğer malzemeleri ekleyip karıştırdıktan sonra servis tabağına, ortası hafif çukur olacak şekilde döküyoruz. • Yüksek ateşte ısınmış döküm tavaya marinelenmiş antrikotu koyuyoruz. Her iki yüzünü birer dakika oynatmadan pişiriyoruz. Pişen eti, suyunu salmaması için ısınmış sıcak bir tabağa alarak bir dakika dinlendirip dilimliyoruz. Dilimlenmiş etlerimizi de pilavın orta kısmına yerleştiriyoruz. Yanında birer tequila shot ile servis yaparak yemek bitiminde unutulmaz bir finale imza atabilirsiniz. Bon Appetit.



SELÇUK CEYLAN

Hamurunda Var / ChIpotle Instagram: hamurundavar BLUE CHEESE CROUTONS & SHALLOT-STUFFED GUINNESS SPINASH SALAD WITH BEEF BUTTERNUT Aslında bakarsanız orijinal tarifinde balkabağı yok ve sunum da bu şekilde değil. Bir tabak içerisinde ıspanak, üzerine dilimlenmiş antrikot, üzerinde rokforlu kruton. Ben de öğrendiğim tarifleri, tatlarının birbirine yakışacağını düşündüğüm tariflerin bir bölümüyle uyarlamayı seviyorum. Aslında tek değişen sunumdaki tabak yerine fırınlanmış baharatlı balkabağını kullanmam. Fırınlanmış baharatlı balkabağı ve biraz dijon hardal soslu ıspanağı birbirine çok yakıştırırım. Bu yemeği iki farklı şekilde vejeteryan pizza ve kırmızı et yerine beyaz et kullanarak hamburgere uyarladım. Pizza ve hamburgerin nasıl olduğunu merak ediyorsanız instagram hesabımı (@hamurundavar) takip edebilirsiniz. Hazırlık Blue Cheese Croutons için: - Tereyağı, 10 gr. - Rokfor, 20 gr, - Siyah ekmek, tahıllı, 3 dilim, küp doğranmış. Shallot - Stuffed Guinnes Spinash Salat with Beef Butternut için: - Balkabağı, ½ adet - Sarımsak, 1 diş, dövülmüş. - Paprika, - Zeytinyağı, 2 yemek kaşığı. - Tuz-Karabiber, değirmende çekilerek balkabağının üzerini kaplayacak kadar. - Zeytinyağı, 2 yemek kaşığı. - Soğan, ½ adet orta boy, küp doğranmış. - Worcestershire sos, 3 yemek kaşığı. - Sherry şarap sirkesi, 1 yemek kaşığı. - Siyah bira, 10 cc

- Taneli hardal, 25 gr. - Tuz-Karabiber, 1 çay kaşığı. - Ispanak, 15 - 20 yaprak. - Et suyu, 100 ml - Kekik, 2 dal. - Sarımsak, 1 diş, halka doğranmış. - Tane karabiber, 5 adet. - Antrikot, 200 gr. Yapılışı • Tereyağını eritip rokforu da ekleyip krema kıvamına gelince ekmekleri ekleyip karıştırıyoruz. Daha sonra 200 derecelik fırına atıp kontrollü şekilde kızarmasını sağlıyoruz. • Et suyu, kekik, sarımsak, iki kaşık worcestershire sos ve tane karabiber karışımı yapıp eti iki saat marine ediyoruz. • Zeytinyağı, sarımsak ve paprikayı karıştırıp balkabağının üzerine sürüyor, değirmende tuz ve karabiber çekip 200 derecelik fırında elli dakika fırınlıyoruz. • Balkabağının olmasına beş dakika kala yüksek ateşte ısınmış döküm tavaya antrikotu koyuyoruz ve her iki yüzünü birer dakika mühürleyip ısınmış fırın tepsisine alarak beş dakika daha fırınlama işlemi yapıyoruz. • Orta ateşte zeytinyağı ve soğanları hafif karamelize ettikten sonra sırasıyla diğer melzemeleri ekliyoruz. Ispanaklar hafif diri kalıp her tarafı soslanacak şekilde karıştırıyoruz. • Son dokunuşlarda da, balkabağı içerisine ıspanakları koyup üzerine kombo tekniğiyle pişirip dilimlediğimiz eti, krutonları ve yaprak şeklinde rendelediğimiz parmesanları da ekleyip servis ediyoruz. Bon Appetit.



DENİZ MAHSULLERİ

YAZI KUTLU ÖZEMRAK

ZiYAFETi


LEZZETLİ YAZILAR


LEZZETLİ YAZILAR

Y

az kış Bodrum’da yaşayan çekirdek kadronun çok iyi bildiği, biraz balıkçı meyhanesi, biraz balık restoranı tarzında bir mekandır Berk Balık. Bodrum’da çok fazla alternatif çıkacaktır karşınıza fakat samimi ve lezzetli bir yer tercih ediyorsanız Berk Balık tam da size göre. Balık restoranlarında en dikkat ettiğim hususlar, tüm deniz mahsullerinin formülü olan tazelik, marine etme ve pişirmedir. Bunların hepsini başarı ile yapıyor Berk Balık. Restoran aile tarafından işletiliyor daha doğrusu artık hepsi aile gibi olmuş durumda. Restoran sahibi Hüsnü baba ara ara masanıza misafir oluyor, şarkılar söylüyor, sizinle rakı içiyor ama hiçbir zaman rahatsız edecek boyutta olmuyor. Müşteriyi iyi okuyorlar, mesafeyi kaçırmıyorlar. Balıklar günlük, buzdolabı zengin. İlk olarak soğuk mezeler ile başladım hepsi çok tazeydi. Ara sıcaklar benim için çok önemli. Tereyağlı karides toprak güveçte geldi, üstelik jumbo karideslerden yapılmış. Tereyağının aroması sarımsakla birleşip karidesi inanılmaz bir lezzet şölenine çevirmiş. Ağzınızda dolu dolu karidesi hissediyorsunuz ayrıca tereyağını kıvamında yakmışlar bu da lezzeti ikiye katlıyor. Karidesle başlayan sıcaklar şölenine ahtapot ızgara ile devam ettim. Genelde Yunan Adaları’nda ahtapotu asarak kuruturlar ve sonra pişirme işlemine alırlar. Bizde bu uygulama Ayvalık’taki bazı restoranlar haricinde pek uygulanmaz. Ona rağmen ahtapotun yüzgeçleri ile pişirme kıvamı oldukça dengeliydi. Baharatlarla tatlandırılmış ahtapot çok yumuşak ve lezzetliydi. Restoran sahibinin özellikle tattırmak istediği sübyeyi de denedim. Mürekkebi ile birlikte pişirilen sübyenin lezzetini beğendim fakat öncekiler kadar başarılı bulmadım. Mürekkepten oluşan görüntü ve tat herkesin damak tadına uymuyor ama merak ediyorsanız denemelisiniz. Şiş kalamar ve kalamar dolmasını da denedim tabii ki, iyi marine edilmiş şişler rakıyı şenlendirdi. Dolmanın içindeki kaşar peyniri ve İzmir tulumu kalamara çok yakışmış. Lüks restoran konforundan uzak olan Berk Balık tahta sandalyeleri ve dekoruyla kendinizi ortamın bir parçası gibi hissetmenizi sağlıyor. Ara ara şarkılara eşlik ediyor ve mekan sahibi ile kadehlerinizi sağlığa kaldırıyorsunuz. Artık midemizde pek yer kalmasa da lidakilerin tadına bakmak istedim. Balığa sinmiş taze iyot kokusunu hemen hissediyorsunuz, tam kıvamında pişirilmiş tek kelime ile muhteşemdi. Yolunuz Bodrum’a düştüğünde Halikarnas diskonun hemen yanında olan Berk Balık iyi bir alternatif olarak tercih sebebi. Fakat mutlaka bir gün önceden rezervasyon yapın yoksa yer bulma şansınız olmayabilir. Fiyatlara gelince kişi başı 80-90 TL arasında bir hesap ödüyorsunuz. Berk Balık yaz, kış hizmet veriyor. Yazı: Kutlu ÖZEMRAK Instagram: @yeme_icme_askina - @travelandgourmets Facebook: Yeme, içme aşkına - Travel and Gourmets



Makar Herkesin SevdiÄ&#x;i Lezzet


rna

Lezzet Pizza


akarna saf durum buğdayından elde edilen irmikten üretilmektedir. Makarna, karbonhidratlar grubunda yer aldığından metabolizmada çok çabuk parçalanır ve hemen enerjiye dönüşür. Bu nedenle makarnanın sindirimi çok kolaydır. Ayrıca uzun süre tok tutar . Acil enerjiye ihtiyaç duyan sporcular, sanatçılar kısaca fiziksel güç gerektiren işlerle uğraşanlar yemek olarak makarnayı tercih ederler. Makarnanın besin değerlerini incelediğimizde, içerisinde insan vücudu için çok önemli olan A, B1, B2 vitaminlerinin bulunduğunu, demir içerdiğini, kalsiyum, fosfor, potasyum ve proteinler açısından zengin olduğunu görürüz. Ayrıca makarnada kolesterol 0’ dır . Yağ ve sodyum oranı düşüktür. Makarnanın gıda maddesi olarak daha birçok özelliği vardır. Bunlar arasında, besleyiciliği, doyuruculuğu, lezzetli oluşu, tek yemek olarak yenilebilmesi, pişirme kolaylığı, çeşitliliği, vitamin ve mineraller bakımından zenginliği, ucuzluğu ve uzun süre dayanabilirliğini sayabiliriz. Öte yandan yapılan araştırmalar makarna kullanımının yoğun olduğu ülkelerde mide ve bağırsak kanserine daha az rastlandığını ortaya koymuştur. Makarna Hakkında Doğrular / Yanlışlar

. Pratiktir 10 dakikada hazırlanabilir, . Ekmekten bile fiyatıyla ekonomiktir, . Besleyicidir, ekmeğe göre mineral madde, proteinve lif bakımından daha zengindir, . Şişmanlatmaz çünkü pişirilmiş makarnanın kalorisi ekmekten yarı yarıya düşüktür, pişirilmiş makarna daha uzun sürede sindirilir, tok ve dinç tutar, . Yağsızdır. Çok az (%1-1,5 minör yağ bileşenlerini ve yüksek oranda linoleik yağ asidi içerdiğinden kolesterolü düşürücü etkisi vardır, . Makarnada bulunan kompleks karbonhidratlar kana yavaş karıştığı için tok tutar, . Kilo vermenize ya da kilonuzu korumanıza yardımcı olur, . İştahı azaltır, . Enerjinizi sabit tutar, . Şeker hastalığına yakalanma riskini azaltır, . Kalp - damar hastalıklarına yakalanma riskini azaltır.


Lezzet Makarna Makarnanın İlginç Geçmişi

Bugüne kadar makarnanın ilk yaratıcısını tespit etmek için çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalarda İtalyanlar’ın milliyetçilik duyguları ayrıca büyük bir rol oynamaktadır. Araştırmalara göre, “hamur” şekilsiz, şekillendirilmemiş olarak kabul ediliyorsa “Makarna - şekillendirme” anlamına gelmektedir. Hamur kelimesinin kökleri “indogermanik dheigh” - yoğurmak ve şekillendirmek anlamına gelen - kelimesinden gelmektedir. Hamur böylece şekli belli olmayan bir kütledir ve şekillendirilmeyi yani makarna haline sokulmayı beklemektedir. Makarnanın Karanlık Geçmişi

1298 yılında Genua Hapishanesi’nde kayıt edilen ve ancak 15. yüzyılda, kitap baskı tekniğinin bulunuşundan sonra yayınlanan Seyahat Raporu’nda Marco Polo’nun makarna üretimini Çin’de gördüğü ve ondan sonra İtalya’ ya getirerek, İtalyanlar’ın ağzına layık hale soktuğu bilgisi, bir hikayenin ötesine gitmiyor. Aynı tarihlerde İtalya’nın güneyinde senelerden beri Maccheroni yenmekteydi. O tarihte İtalya’da Maccheroni, şekline bakılmaksızın makarna için kullanılan isimdi. O dönemin gerçeklerine göre değerlendirildiğinde ise şöyle bir sonuçla karşılaşılmaktadır. Dönemin tüm topluluklarının buğdayın yeterince ince öğütüldüğü ve çıkan unun hamur haline getirildiği kadar basit bir şeyi bildikleri var sayılmaktadır. Yapımı için maya gereken ekmek ise, bunun yanında çok zor bir buluş olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca Etrüskler’in mezarları üzerinde hamura benzer şekiller görüldüğü iddia edilmektedir. İtalyanlar’dan daha önce sert buğdayı bilen Araplar’ın ise ince açılmış hamur yuvarlaklarını pişirdikleri bugünde şüphe götürmemektedir. Ayrıca Araplar’ın hamur parçalarını çubuk üzerine dolayarak güneşte kuruttukları ve böylelikle dayanıklı bir ürüne çevirdikleri söylenmektedir. Acaba Makaroni’ nin içindeki delik böyle mi oluşmuştur? Şu anda Roma’da bulunan Makarna Müze’sindeki belgeler de makarnanın nereden geldiğine tam olarak açıklık kazandıramamaktadır. Spaghetti Show

Makarna 20. yüzyılın sonuna kadar asil


Lezzet Makarna

değildi. Napoli’nin Lazzaronilerı (hırsız ve işe yaramayan birtakım insanlar) çoğunlukla makarna ile karınlarını doyururlardı. Show etkisi herhalde 16. yüzyıla kadar yani çatalın bulunuşuna kadar, uzun makarnaların ellerle yenmesinden kaynaklanmaktadır. Uzun makarnalar ele alınır, baş hafif geriye yatırılarak makarnalar ağza kaydırılır ve bazen de çiğnemeden yutulurdu. Bu artistik numara Güneyliler’in işine geliyordu, pizzayı ısırmak bunun yanında çok basit bir şeydi bununla hiç kimseye hava atılamazdı. Türkiye`de Makarna

Türkiye dünya makarna ihracatında 1998 yılı rakamların göre İtalya`dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. İtalya 1997 de 1.329.000 ton makarna ihraç ederken Türkiye 120.000 ton ihraç etmiştir (ITC verileri 1998). Bu rakamlar dünya pazarında Türkiye`nin liderliği ele geçirebilmesi için ihracatın teşvik edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

. Türkiye`de makarna üretiminin Cumhuriyetle yaşıt olduğunu söyleyebiliriz. Türk gıda sanayinin ilk sektörlerinden olan makarna ve irmik sanayinin ülkeye girişi 1922 yılına rastlamaktadır. İzmir`de kurulan ilk makarna fabrikası ile sanayi tipi üretime geçilmiştir. Bu tarihten öncesinde Anadolu`da makarna üretimi ev yapımı erişte ile sınırlı idi. Şehirleşmenin artması ve makarna tesislerinin kurulması ile birlikte hazır makarna tüketimi de yıllara göre artış göstermiştir. . Türkiye`de makarna tesislerinin hızla artmasının bir nedenide üretimin ana maddesi

olan durum buğdayının yetişme koşullarını taşımasıdır. Durum Buğdayı ağırlıklı olarak Güneydoğu ve İç Anadolu`da üretilmektedir. Bu yüzden Türkiye`de makarna üreten fabrikalarda daha çok bu bölgelerde yoğunlaşmışlardır. . 1950 yılına kadar küçük ölçekli işletmeler halinde sürdürülen üretim, 1959 yılından sonra sanayileşme eğilimine girmişve dolayısıyla modern fabrikalarla üretim artmıştır. 1990`da 295 bin ton olan üretim 1999 itibariyle 350 bin tona ulaşmıştır. Toplam kapasite 750 bin tonu aşmıştır. . Türkiye dünya makarna ihracatında 1998 yılı rakamların göre İtalya`dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. İtalya 1997 de 1.329.000 ton makarna ihraç ederken Türkiye 120.000 ton ihraç etmiştir (ITC verileri 1998). Bu rakamlar dünya pazarında Türkiye`nin liderliği ele geçirebilmesi için ihracatın teşvik edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. ABD Tarım Bakanlığı’nın 1991 yılında yayımladığı raporda yer alan Sağlıklı Beslenme Piramidi, günlük beslenmede çok az alınması gereken besinlerle, her gün birkaç kez alınması gereken besinleri göstermektedir. Rapora göre makarna, sağlıklı beslenmenin en temel


unsurlarından biridir ve bu piramitte, en çok kullanılması gereken besinler arasında gösterilmektedir. Makarna, vitamin ve mineraller bakımından çok zengin ve çok yararlı bir besin kaynağıdır. Makarna A, B1, B2 vitaminleri, demir, kalsiyum, fosfor, potasyum ve protein yönünden de çok zengindir. Yağ ve sodyum oranı çok düşüktür, kolesterol riski yoktur. Makarna, kompleks karbonhidratlar grubundandır. Metabolizmada çabucak parçalanır, hemen enerjiye dönüşür. Makarnanın kolay ve hızla hazmedilen bir besin olmasının nedeni de budur. Acil enerji ihtiyacı duyan, bir karşılaşmaya ya da gösteriye hazırlanan sporcular, sanatçılar, yani fiziksel güç gerektiren işlerle uğraşan herkes için makarna, özellikle tercih edilen bir temel besindir. Makarnanın kalori ve yağ oranı çok düşüktür. Genel kanının aksine, şişmanlatma riski yoktur. Çünkü içinde şişmanlatıcı unsurlar bulunmaz. Formuna dikkat eden herkes, hafif bir sosla yapılmış makarnayı gönül rahatlığıyla yiyebilir. Makarna hem çok doyurucudur, hem de vücut için gerekli tüm vitamin ve mineralleri içerir.


PARİS’ TE B E D AVA YA P I L A C A K

10

Meet Shinichi Morohoshi, a man who likes dangerous people, bōsōzoku bike gangs, and lights up Tokyo’s dark heart with his neon-lit Diablo…

ŞEY


SEVDA YOLL ARDA


M

erhaba, biz yıllardır kızım Elif’le birlikte bulduğumuz her fırsatı yollarda değerlendiriyoruz. Yolda olmak takım ruhumuzu da geliştirdi bu süreç içersinde. Bu sebeple de birbirimizin en iyi yol arkadaşı olduk. Anne kız birlikte gezmenin keyfi doyumsuz. Yıllardır geziyoruz ama www.sevdayollarda.com adlı sitemiz daha yeni doğdu. Sitemizde şimdilik kahve ikram edemiyoruz ama gezdiklerimizi ve gördüklerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Geçen yıl sırt çantalarımızla yaptığımız Singapur, Malezya, Bali ve Tayland gezimizden sonra bu yıl “yine bir yerlere kaçalım ama para yok, nasıl gideriz?” derken, kendimizi Paris sokaklarını arşınlarken bulduk. Paris lüksün, modanın başkenti, Euro da bizim paramıza göre daha pahalı olsa da Paris’te bedava yapılacak birçok şey var. Biz Elif’le bunların hepsini gerçekleştirdik ve son derece mutlu olduk. Çünkü mutluluğun zengin olmakta değil, hayatı zengin yaşamakta olduğunu biliyoruz. Biz de öyle yaptık ve çok az parayla çıktığımız yolculuğumuzu zengin hale getirdik, tabii kendimize göre. Haydi hazırsanız alın çayınızı, kahvenizi hep birlikte bir daha gidelim oralara...


SEVDA YOLL ARDA

1

LOUVRE MÜZESİNDE KAHVALTI YAPMAK

On gün boyunca her sabah önce bir markete uğrayıp hazır kahvelerimizi, meyve sularımızı ve kruvasanlarımızı aldık, sonrasında kendimize göre bir yer bulup parkta, havuz kenarında hatta Louvre müzesinin bahçesinde yaptık kahvaltımızı. Böylece bir kafeye gidip iki kahveye vereceğimiz parayla bir öğünü kurtarmış olduk. Hem de düşünsenize, Paris’e giden neredeyse herkes Mona Lisa’nın resmini görüyor ama kaç kişi Louvre’un bahçesinde kahvaltı yapmak ayrıcalığını yaşıyor ki? Bu arada Louvre müzesini gezmek ücretli elbette ama koca bir alana yayılmış etrafı bahçelerle çevrili olan alan ve cam piramit’in de olduğu yerler ücretsiz. Oturun merdivenlere ya da banklara, kahvenizden bir yudum alın sonra da fotoğraf makinenizin deklanşörünü yorun biraz... Nasıl olsa bedava :)

2

EIFFEL KULESİNE GİTMEYENİ DÖVÜYORLAR DEDİLER, GİTTİK AMA NASIL?

Eiffel kulesine yıllar önce yaptığım Paris seyahatimde çıkmıştım ama artık Elif’le tecrübe sahibiyiz. Eiffel’in en üst katına çıkmak için üç ayrı asansör yolculuğu yapmanız ve de bir dünya para ödemeniz gerekiyor, oysa ki görülmesi gereken şey Eiffel’in kendisi, yani eğer şehri tepeden görmekse maksat bunun için pek çok yer mevcut. Biz de öyle yaptık ve yayıldık Eiffel’in altındaki çimenliğe, taa İzmir’den taşıdığım plastik şarap kadehlerimi çıkardım, 2 Euro’ya marketten



aldığımız şarabı açtık (uzman değilim ama inanın nefis bir şaraptı) yine yanımda götürdüğüm plastik tabaklara birkaç çeşit Fransız peynirini de doğradık ve mükellef bir sofra çıktı meydana. Eiffel’in o güzel ince uzun endamına bakarak yudumladık şarabımızı. Bence bu satın alınamayacak ender anlardan biriydi hayatımda yaşadığım. Ambiyans muhteşem, hissettiklerimiz satın alınamaz ve gördüklerimiz ise tamamen bedava.

3

NOTRE-DAME KATEDRALİ VE KİLOMETRELERCE UZAYAN KUYRUK

Elbette oraya kadar gitmişken zavallı Quasimodo’yla empati kurmak, Victor Hugo’nun o ölümsüz eserini nasıl yazmış olabileceğini anlayabilmek için içeri girmek gerekiyor. Ancak baktık ki metrelerce kuyruk var, ben vazgeçmeye niyetlenirken Elif tam bir Türk gibi atıldı kuyruğun başlarında bir yere ve anne gel araya kaynayalım şuradan dedi, dur, olur mu, olmaz mı diyemeden oradan bir ses duyduk; “kaynayın kaynayın biz de Türküz” yüzlerce insanın arasından denk geldiğimiz kısmete bakın, tabii çok sevindik ve hemen o gençlerle sohbeti kurduk. Katedralin 422 basamaklı çan kulelerine parayla çıkabiliyorsunuz ama kilisenin içine giriş ücretsiz. İçerideki mistik hava, dua edenler, yanan mumlar, yapılan ayinler hepsi ama hepsi müthiş. Vitrayların güzelliği göz alıcı. Bu arada bu katedral Paris’teki tüm yapılardan daha farklı, mimarisi de üzerinde kullanılan heykeller de çok farklı. Daha ürkütücü, daha kasvetli ama gerçekten de şahane ve bir rivayete göre buranın heykeltıraşının gözlerini bir başkasını daha yapamasın diye kör etmişler, ben de başkasının yalancısıyım. Haaa sahi biz o 422 basamağı çıktık

“ As l ı n d a h İ ç b İ l m e d İ ğ İ n İ z sokaklara gİrİp yİne de kendİnİzİ o sokağın bİr p a r ç a sıymı ş g İ b İ h İ ss e d e b İ l e c e ğ İ n İ z y e r l e r d e yürümek çok keyİflİ”

SEVDA YOLL ARDA

ve bu arada öğrendik ki 18 yaş altından para alınmıyormuş, Elif’in 18’inci yaş gününe ise iki gün vardı yani Elif de bedavaya geldi bana :)

4

SEINE NEHRİ KIYISINDA YÜRÜMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Bir kanal düşünün içinden üstü cam teknelerin geçtiği, karşı kıyısında gördüğünüz binaların 1700’lü yıllarda yapıldığı ve üstünde sevgililerin aşklarını kilitlediği asma kilitlerin olduğu köprüler ve kafanızı çevirdiğinizde Eiffel’in uzaktan dimdik duruşu... Bu şehrin neden sanatçılara ilham kaynağı olduğunu anlıyorsunuz nehir boyunda yürüdükçe. Köprü altlarında gördüğünüz evsizlere bile özeniyorsunuz neredeyse. Kıyı boyunca üst yolda kurulmuş minik bit pazarları ve hediyelik eşya satanlar bile var. Seine nehri aşk kokuyor tüm kanal boyunca ve bu keyif de bedava.

5

GÖLGELİ TUILERIES BAHÇELERİ YA DA LE JARDIN DE LUXEMBURG’DA YEŞİLİN İÇİNDE OLMAK

Napoleon ve Marie Antoinette’nin yürüdüğü yollarda yürümek istemez misiniz? İçinde bahçelerin, içecek ya da dondurma alabileceğiniz minik büfelerin olduğu, insanların sandalyelerini güneşe doğru çevirip güneşlendiği ve kitap okuduğu kocaman bir park burası.

6

ARKA SOKAKLARDA KAYBOLMAK

Aslında hiç bilmediğiniz sokaklara girip yine de kendinizi o sokağın bir parçasıymış gibi hissedebileceğiniz yerlerde yürümek çok keyifli. Biz Elif’le metronun herhangi bir durağında inip sonrasında kilometrelerce yürürken buluyorduk kendimizi. Ara sokakların minnak cafelerinden gelen kahve kokusu tüm sokağı sarmış durumda. Eski binaların Fransız stili balkonlarından sarkan sardunyalar gri binalara inanılmaz bir estetik kazandırıyor ve o evlerin hikayelerini merak ettiriyor size. Yorulduğunuz zaman da tüm kaldırımlar, parklar, bahçeler yine size kucak açıyor...



SEVDA YOLL ARDA


SEVDA YOLL ARDA

7

SEINE NEHRİNDE PLAJ VAR YAHU!

Evet belki Seine nehrinin sularına atamıyorsunuz kendinizi ama adamlar nehrin bir kıyısına bildiğiniz plaj yapmışlar. Kum, rengarenk şemsiyeler ve şezlong üçlüsüyle birlikte buzlu içeceğinizi alıp serinleyebiliyorsunuz. Burada gencinden yaşlısına, tek başına kitabını okuyanından sevgilisiyle gelenine, her çeşit insana rastlamak mümkün.

8

OPERA BİNASINDAN YÜKSELEN MÜZİK ZİYAFETİ

Dediysem de aldanmayın, biz hiç opera söyleyene denk gelmedik ama müthiş gitar dinletilerine şahit olduk. Birçok insanın yaptığı gibi binanın merdivenlerine oturduk ve kendimizi müziğin eşsiz ruhuna teslim ettik, bağıra bağıra eşlik ettik şarkılara. Arkanızdaki binada onlarca bestecinin heykelinin olduğu şahane bir yapı, önünüzdeki yoldan geçen kırmızı “Hop-On, Hop-Off Bus” diye adlandırılan üstü açık gezi otobüsleri ve fotoğraf çekmeye çalışan yüzlerce turistle çok keyifli bir atmosfer var burada. Meydandaki meşhur kafede bir kahve 8 Euro’ya satılırken siz büfeden kahvenizi 3 Euro’ya alabilirsiniz. Ne kadar da iyi bir insanım değil mi? :)

9

PERE LACHAISE MEZARLIĞINDA HUZURU YAKALAYIN

Mezarlık dediysem öyle bildiğimiz mezarlıklar gelmesin aklınıza. Bunca yıldır gezerim, içinde olmaktan en çok keyif aldığım ilk 10 yer arasına girdi burası. Öyle bir yer düşünün ki; 43 hektar bir alana yayılmış, içerisinde okuduğunuz kitapların yazarları, dinlediğiniz müziklerin yaratıcıları, aktörler, aktrisler ve büyük devlet adamlarının şimdilerde uyuduğu bir yer olsun. İnanılmaz ve çok ama çook etkileyici bir yer, gerçekten de

“Evet belkİ Seine nehrİnİn su l a r ı n a a t a mıy o r su n u z kendİnİzİ ama adamlar n e h r İ n b İ r k ıyısı n a b İ l d İ ğ İ n İ z p l a j y a p mı ş l a r ”

Paris’e gidip görülmeden dönülmemeyi kesinlikle hak eden bir yer, gidin inanın pişman olmayacaksınız. Bu mezarlıkla ilgili daha detaylı yazımı da blogumda bulabilirsiniz. Giriş kapısında içerinin haritası yani “hangi meşhurun mezarı nerede?” haritası 3 Euro’ya satılıyor ama giriş bedava ve şanslıysanız bir kaç ünlünün mezarına mutlaka denk geleceksiniz.

10

SACRE COEUR BAZİLİKASI

Burası Paris’i yukarıdan doyumsuz bir zevkle izleyebileceğiniz yerlerden biri. Bazilikanın olduğu tepeye isterseniz bir füniküler aracılığıyla (metro bileti fiyatına) çıkın, isterseniz merdivenlerini kullanın ama bu beyaz güzelliği mutlaka görün. Kilisenin içindeki vitraylar ve mozaikler birer sanat şaheseri. Siz de bir mum yakın, dileyin dileğinizi ve sonra akışına bırakın hayatı... Bazilikadan çıktığınızda birkaç yüz metre sonra Monmartre yani ressamlar sokağının olduğu cıvıl cıvıl bir yer sizi karşılıyor olacak. Elbette tüm kafeler turistik oldukları için fazla pahalı ama bazilikanın merdivenleri ücretsiz :) Ve yine buradaki müthiş ortamı sokak müzisyenleri çaldıkları ve söyledikleriyle taçlandırıyorlar... Yani diyeceğim o ki, bir şehri sadece turistik mekanlarıyla değil arka sokaklarıyla tanımak çok daha keyifli. Kaybolun o sokaklarda ve kendi keşfinizi gerçekleştirin, üstelik bunu çok ucuza hatta bedavaya getirin. Cebinizde kalan her kuruşun başka bir arka sokağı gezmenizi mümkün kılacağını çıkarmayın aklınızdan. Haydi o zaman nice yollara... :) Sevda Çiçek www.sevdayollarda.com Instagram: @sevdayollarda




DÜNYANIN

EN iYi

10

SOKAK YEMEGi


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


ŞİŞ KEBAP / TÜRKİYE Türkiye’nin gelenekselleşen, lezzetli ve doyurucu yemeğidir Kebap. Et veya tavuk, aralarına sebze dizilerek şişe geçiriliyor. Kömür ateşinde pişirilip lavaşla servis ediliyor.


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


SOUVLAKİ VE PİTA EKMEĞİ / YUNANİSTAN Şişe dizilip ızgarada pişirilen et ve sebzeler pita ekmeğinin içine alınıyor, üzerine patates kızartması da eklenerek afiyetle yeniyor. İsteğe göre et, tavuk ve deniz ürünleri kullanılıyor.


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


TURTA / İNGİLTERE İngiltere’nin göz bebeği atıştırmalığı olan Turta’nın onlarca çeşidi vardır. Etlisinden sebzelisine, tatlısından tuzlusuna her çeşidiyle hem evlerde hem de sokaklarda boy gösterir. Yine de en popüler olan çeşidi; elmalı turtadır.


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


BAGET EKMEĞİNE SANDVİÇ / FRANSA Baget ekmeği içine dilediğiniz her malzemeyi koydurabileceğiniz, pratik ve doyurucu bir lezzettir sandviç. Metropollerde hızlı yaşamın bir parçasıdır adeta. Kolay bulunur ve çabuk tüketilir.


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


NASİ GORENG / ENDONEZYA Kızarmış pirinç anlamına gelen bu lezzetli yemeğe Endonezya sokaklarının her köşesinde rastlayabilirsiniz. Et, tavuk, deniz ürünü ya da sebzeli olarak tüketiliyor. Dünyanın en lezzetli yemekleri arasında ilk sıralardadır.


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


TACO VE TOSTADA / MEKSİKA Taco ve Tostada Meksika’nın olmazsa olmazı ve en çok tüketilen atıştırmalığıdır. Çoğunlukla et, deniz ürünü, sebze ve peynir kullanılan bu harika lezzet Tortilla içine sarılarak servis edilir.


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


PİNAKBET / FİLİPİNLER Filipinlerin resmi olmayan geleneksel yemeğidir Pinakbet. Büzüşmüş anlamına gelen pakbet’ten ismini alır. Sebzeler büzüşünceye kadar pişirilir, isteye göre et ve deniz ürünleri kullanılır.


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


PØLSE / DANİMARKA Bildiğimiz sosisten farklı olarak acılı domuz etinden üretilir ve rengi kırmızıdır. Danimarkalıların vazgeçemediği ve neredeyse kuyruğa girdiği bir lezzettir. Ketçap, hardal, kızarmış soğan ve turşu ile birlikte servis edilir.


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


SAMOSA / KENYA Hint mutfağının vazgeçilmez lezzeti olan Samosa, etli ve vejetaryen çeşitleriyle yağda veya fırında pişirilerek yeniliyor. Sokakların en ucuz ve en çok tercih edilen yemeklerinden biridir.


Dünyanın En İyi 10 Sokak Yemeği


DUMPLING / TAYVAN Deniz ürünleri, et veya sebze dolgulu bu hamur haşlanarak, buharda pişirilerek veya kızartılarak tüketilir. Bizim mutfağımızın en lezzetli yemeği mantıyla benzerlik taşır. Tatlı versiyonları da vardır, hem doyurucu hem de ucuz bir sokak yemeğidir.


P er u’ d a Cev ich e

Bam Bam’da Y YAZI: Senem Tongar


Yenİr!


Peru’da Ceviche Bam Bam’da Yenir! Peru’ya ayak basmadan önce Ceviche adını bile duymamıştım, bu güzel yemeğin varlığından haberdar bile değildim. Benim gibi midesine düşkün bir gezgin için pek rastlanır bir şey değildir bu. Normal hayatımda İstanbul’da farklı ülke ve yöre mutfaklarını araştırır, elimden geldiğince gider ve değişik yemeklerinden yerim. Peru’ya gitmeden önce geniş bir mutfağı olduğunu bilmiyordum. Peru’da çeşit çeşit güzel tatlar var, hepsini tatmak için vaktimiz olmadı fakat benim favori yemeğim ise Ceviche oldu. Ceviche en basit anlatımıyla marine edilmiş taze çiğ balık. Bazılarınız “ben çiğ balık sevmem, yemem.” diyordur eminim. Bence pek ön yargılı olmayın. Peru’da Ceviche yeme fırsatınız olursa mutlaka deneyin. Kökeni Granadalı Magribi kadınlara kadar dayanan bu lezzetli yemek Latin Amerika’nın sahil kesimlerinin birçok yerinde karşınıza çıkar. Tabii ki her ülke Ceviche’yi farklı bir dokunuş katarak hazırlamaktadır. Taze çiğ balık asıl olarak limon ya da lime suyunda marine edilir ve acı biberlerle tatlandırılır. Terbiyeye ek olarak doğranmış kuru soğan, tuz ve kişniş de eklenir. Ceviche tatlı patates, marul, mısır, avakado, yeşil muz ile servis edilir. Bu yemek ısı ile pişen bir yemek olmadığından özellikle taze balıktan yapılması gerekiyor. Lima’da yaşayan arkadaşım sayesinde Lima hatta Peru’daki en iyi Ceviche’yi Bam Bam restoranda yedik. Buraya bir restoran demek zor. Daha çok açık bir mutfak gibi. Yıllardan beri Ceviche yapan fakat son yıllarda televizyonlarda düzenlenen yemek yarışmalarından birinde finale kalan ünlü şef tezgahında Ceviche’leri hazırlarken müşteriler de etrafındaki taburelerde hem yemeklerinin hazırlanışını izliyor hem de karınlarını doyuruyorlar. Talep ve müdavimi o kadar fazla ki etrafında onlarca küçük masa ve tabure konulmuş. Herkes burada yemek yiyebilmek için saatlerce bekliyor. Lima’da pazar öğlen yemekleri bizim pazar kahvaltımıza eşdeğer. Herkes öğlen yemeğini ailece bir yerlerde yiyor. Hem bundan dolayı hem bu ünlü şefin lezzetli yemeklerini yemek için uzun kuyruklar olduğundan Bam Bam’da masa bulmak için bir saat bekledik. Verdiğimiz siparişler için beklerken buna değecek mi diye düşünmedik değil. Malum sıcakta aç karna beklemek pek eğlenceli olmuyor. Neyse ki masamıza atıştırmalık muz cipsi ve mısır getirdiler de onlarla biraz açlığımızı yatıştırdık. Tabii siparişlerimizi beklerken de haldeki bizim ülkemizde yetişmeyen değişik meyve, sebze ve değişik yemek satan tezgahları gezdik. Burada yemeklerin porsiyonları gayet büyük ve doyurucu. Mesela yan masamıza kocaman bir balık geldi. Masadaki üç kadın “bu balığı nasıl yiyeceğiz?” der gibi birbirlerine hayretle baktılar. Tabii biz de aç kediler gibi onların ağız sulandıran kocaman balıklarına bakıp atıştırmalık mısırlarla açlığımızı bastırmaya çalıştık. Sonunda siparişlerimiz geldi ve muradımıza erdik. Gerçekten beklediğimize değmişti. Hem porsiyonların büyüklüğü hem lezzeti açışından her şey muhteşemdi. Büyük kase içinde gelen Ceviche gerçekten çok havalı ve çok doyurucu bir yemek. Yemeğin yanında İnkalar zamanından beri gelenekselleşen Chicha Morada’yı içmenizi tavsiye ederim. Chicha Morada mor mısırdan yapılıyor. Mor mısırı ananas ile kaynatıyorlar. Soğuduktan sonra içine karanfil, şeker ve tarçın ekleyip tatlandırıyorlar. Ben karanfil ve tarçın seven biri olarak bu içeceği çok beğendim. Bam Bam y Sus Conchas Negras En tavsiye edileni: Ceviche con Conchas Negras. Adres: Jr. Huáscar & Pj. Santa Rita, Surquillo-Surquillo pazarının sağ arka tarafında Websiteleri yok ama facebook sayfalarından ulaşabilirsiniz. http://on.fb.me/1KWrXQk Herkese bol lezzetli geziler Senem Tongar www.uzunincebiryoldayim.com



Pale


rmo

İzmir’den bindiğim otobüsle güzergahtaki bütün şehirleri birer birer aşarak Yunanistan ile olan sınır kapısına gelmiştim bir solukta. Zaman benim için hızla akıp geçiyordu. İçimde Sicilya heyecanı ve coşkusu çoktan filizlenmişti. Bu yıl sonbaharı geçirmek, Sicilyalıların nasıl yaşadıklarına tanıklık etmek, yerel lezzetlerinin tadına varmak ve en önemlisi de iyi bir eğitim için adanın yolunu tutmuştum. YA ZI: Serc a n Ç a m i n st a g r am .com/serc i ioo


icilya’yı ilk defa ziyaret ediyordum. Ada hakkında bildiklerim yalnızca internetten okuduğum iki üç röportaj ve boş söylentilerden ibaretti. Aslında Goethe’nin şu cümlesi beni çok etkilemişti; “Sicilya’yı görmeden İtalya’nın resmini ruhumuza nakşetmek imkansız...” İzlemiş olduğum “Godfather” filminin aklımda kalan sahnelerinde Palermo, mafyanın doğduğu şehirdi. O filmden sonra Palermo’nun labirenti andıran karmaşık, tenha sokaklarında ellerinde makineli tüfeklerle, koyu renkli takım elbiseli acımasız adamların olabileceği hayali hep aklımdaydı. Şimdi ise böyle şeylerin olmadığını bildiğim halde yine de heyecanlanıyorum. Baba Corleone’nin yetiştiği topraklara girdiğimde hava kararmış, üç günlük yolun yorgunluğuyla uyuyakalmıştım. Uyanıp otobüsten indiğimde o kocaman bulutların arasından süzülen sarımtırak ışık bana merhaba diyordu. Çok acıkmış, etrafı turlayıp açlığımı giderecek yiyecek arayışına girmiştim. Otobüsten bir hayli uzaklaştıktan sonra bir pizzacı buldum. O hızla bir pizza menüsü sipariş edip adadaki ilk güne bu ziyafetle başlamanın mutluluğunu yaşadım adeta. Oteli gördüğümde şaşırmıştım. Otel eski bir yapı olmasına

rağmen gösterişli ve asil görünümdeydi. Kendimi kaptırıp her ayrıntıyı inceledikten sonra odama yerleşebildim. Benim odamın penceresi otelin içine yani avluya bakıyordu. Ertesi gün otelin terası olduğunu öğrendim ve keşfe başlamak için erkenden uyanıp terasa çıktım. O eski tarihi yolu ve karşımda duran görkemli dağı seyretmeye koyuldum. Kuşlar çığlık çığlığa yeni günü müjdeliyordu. Kahvaltı sonrası Palermo’nun en eski caddelerinden birine girdim. Caddenin kesiştiği bir sokağa saptım ve adeta bir labirente girmişcesine kaybolduğumu hissettim. Sokaklardaki kalabalık beni Palermo’nun pazarına götürdü. Türkiye’deki pazarları anımsatan çok fazla detay vardı. Daracık sokağı eskimiş tenteler gölgelemiş, tezgahları çeşitli deniz canlıları, rengarenk sebzeler, çengellerden sarkan kuzular, taze doldurulmuş sosisler, şişe şişe zeytinyağları ve kıyafetler süslüyordu. Bu manzarayı görünce Türkiye’yi anımsamamak mümkün değildi. Hızlıca bir plan yapıp aklımda belirlediğim malzemeleri kese kağıdından yapılmış torbalara doldurdum. Bütün pazarı dolaştıktan sonra çıkışa varabildim sonunda. Şehrin en sevdiğim meydanında bir yorgunluk kahvesi içtim. Espresso’nun lezzeti ve kokusu birbirine denkti. Kahve çekirdekleri tam ayarında kavrulmuş, kıvamı da istediğim ölçüdeydi. Kahvenin ardından otelin mutfağına girip pazardan aldıklarımla birkaç şey pişirmeye başladım. Hala benim için bir bilinmezlik taşıyordu Sicilya. Buradan tek bir istediğim vardı; beni adanın dokusunda bulunan renk cümbüşüne katması... Yazının devamı Aralık sayısında!


Palermo


Meet Shinichi Morohoshi, a man who likes dangerous people, bōsōzoku bike gangs, and lights up Tokyo’s dark heart with his neon-lit Diablo…


KÜBA

Merih Hasaltun Yumlu

Küba’da İnecek var!-3


Doğuştan salsacılar ve gece kuşlarına mekan önerİlerİ Küba’da oldukça hareketli bir gece hayatı var. Hafta içi, hafta sonu farkı olmaması nedeniyle sıkıntı çekmiyorsunuz. Müzik ve dans onlar için vazgeçilmez olunca, bu ortak nokta ile her gecemiz çok hareketli geçti diyebilirim. Kafe, restoran, bar fark etmez, müziği duyduğumuz her an eşimle göz göze gelip aynı Kübalılar gibi her yerde dans ettik. Türkiye’de araştırarak zor bulduğumuz Küba müziklerini her an canlı dinleyebilmek inanılmazdı. Küba’da Casa de la musica denen yerler çok meşhur. Ciddi bir ses, sahne ve ışık sisteminin olduğu bu mekanlar, eski sinemaların restore edilmesiyle oluşturulmuş. Plastik sandalyelere oturduğunuz, sahne alacak müzik grubuna göre 5-25 CUC arasında değişen giriş parası ödediğiniz, içkilerinizi bardan kendiniz aldığınız bu mekanda içki konusunda yapacağınız en mantıklı şey, masaya bir şişe rom söylemek. yedi ya da onbeş yıllık olan Havana Club bence viskiden daha güzel ve oldukça ucuz. Kübalı gençlerin gözdesi olan bu mekanlarda Los Van Van ve Bamboleo gibi tanınmış gruplar sahne alıyor. En meşhurları ise, Casa de la Musica de Habana ve Casa de la Musica de Miramar. Bu arada turist avına çıkmış Kübalı bayan arkadaşlar oldukça güzel ve avlarını bekliyorlar, eşlerinize sahip çıkın derim :) Casa de la musica de Habana Casa de la Musica deyince ufak, otantik, eski bir mekan ve kendi kendine şarkı söyleyen, dans eden insanlar hayal etmiştim. Bu sebeple içeri girdiğimde şok yaşadım. Birazdan Tarkan konseri varmış gibi dev gibi bir salon, lazer şovları, led ekranlar ve ışıklarla süslenmiş bir sahne ile karşılaştım. Casa de la Musica’lara gitmeden o geceki programı öğrenmenizi tavsiye ederim. Bizim gittiğimiz gece reggaton vardı ve tavsiye ettiğimi söyleyemeyeceğim. Neyse ki gece saat 02:00’da sahne aldılar, yoksa bütün gece latin rap şarkılarını çekebileceğimi sanmıyordum. Ama normalde çok güzel konserler var sakın kaçırmayın. Adres: Calle Galiano entre Concordia y Neptuno. Centro Havana Tel: (537) 8608296


KÜBA



Casa de la Musica de Miramar Havana’dakine göre daha ufak ve daha samimi bir mekan. Ayrıca plastik değil metal sandalyeler var. :) Kübalı bir arkadaşımızın babası burada sunuculuk yaptığı için biz torpilliydik. Önden güzel bir masaya oturup o gece sahne alan Adalberto Alvarez Orkestrası’nın tadını çıkardık. Dediğim gibi Casa dela Musica’lara gitmeden önce programı mutlaka öğrenin. Adres: Calle 20 esquina 35 Havana Miramar / Playa Tel: (7) 82040447 La Bodeguita del Medio Küba’ya gidip burayı görmeyen yoktur diye tahmin ediyorum. Ernest Hemingway’in Küba’daki iki favori barından biri olan del Medio klasik bir restoran bar aslında. Ama sokağa taşan kalabalığı ve müzik sesleri, duvarlarına buraya her gelenin yazmış olduğu notları, mikrofonsuz ve ses sistemsiz canlı müziği, meşhur mojitolarıyla en çok eğlendiğim yerlerden biriydi. Turistik ama eğlenceli ve canlı bir mekan. Tek kusuru, gece 23.00’da bitiyor olması. Adres: Calle Empedrado #207, entre San Ignacio y Cuba, Habana Vieja (Old Havana) 1830 Club Deniz kenarında yer alan bahçe içindeki bu hoş mekanda otantik demir sandalyelerde oturup akşamüstü kokteyli alabilirsiniz. Ama Kübalı gençler nerede ve nasıl dans ediyor, Casino stili salsa nedir diye merak ediyorsanız burada aynı zamanda Küba’nın en iyi dansçılarını ve hocalarını da bulabilirsiniz. Biz rumba dersi aldığımız hocamızı buradan bulduk

“ K ü b a’ da d e m İ r s a n da ly e l e r d e oturup akşamüstü kokteylİ alabİlİrsİnİz”

KÜBA

mesela. Haftanın bazı günleri olan salsa gecelerinin girişi 3.00 CUC, bira ise 1 CUC. Adres: Malecon & 20th, Vedado Floridita Sanırım burası Küba’nın en kalabalık ve en gürültülü barı. Karanlık, bahçesi olmayan, içeri ışığın girmediği ve puro dumanı ile kaplı bu mekan da Ernest Hemingway’in gözdelerinden. Bu anlatım tarzıyla pek ilgi çekmese de gidip görmeli ve Hemingway’s Daiquiri içmelisiniz. Bu arada buradaki daiquiriler 6 CUC, yani Küba’nın en pahalısı. Adres: Egido esq. Obispo, Old Havana (Habana Vieja) La Torre Kübanın en yüksek binası olan Focsa’nın 33. katında yer alan La Torre Restaurant&Bar, Havana’ya tekrar aşık olmanız için yapılmış gibi. Tüm şehrin ve okyanusun ayaklarınız altına serildiği bu manzarada daiquiri içmeden Havana’yı görmüş sayılmazsınız. Gün batımında rengarenk olan gökyüzünün hava kararınca şehrin ışıklarıyla aydınlanışını izlemek paha biçilemez. Adres: Calle 17 nº 55, Edificio Focsa, Vedado, Havana Tel: (537) 838 30 89/838 30 88 Tropicana Küba’nın en eski ve en turistik mekanı Tropicana’dır ve duymayan yoktur diyebiliriz. Açıkçası biz gidip gitmemek konusunda çok tereddüt ettik ama sonunda “geldik bir kere görmeden dönmeyelim” diyerek bastık paraları. Neden bastık paraları diyorum çünkü bir kişilik fiyat, oturma yerinize göre 75-85-95 CUC olarak değişiyor ve içinde sadece 50’lik rom var. Küba’da 50’lik bir Havana Club’ın satış fiyatının 3 CUC olduğunu düşünürsek oldukça pahalı bir eğlence şekli oluyor. 95’lik biletlerden almanızı ve kesinlikle yemeğinizi yedikten sonra gitmenizi


KÜBA

öneririm. Gece 23:00’da büyük şov bitiyor ve konukları sahneye çıkardıkları ikinci bölüm başlıyor. Bu bölüm bence çok daha eğlenceli. En son baktığımda kocam en öne geçmiş Kübalı dansçıları dans ettiriyordu. Güzel bir tecrübe oldu. Tropicana’da sahne almadık da demeyiz artık. Not: Tropicana biletlerini Cuba Tour’un herhangi bir ofisinden temin edebilirsiniz. Kapıdakiyle aynı fiyata satıyorlar. Adres: 72 A, La Habana Tel: (537) 267 17 17 El Gato Tuerto Yine en güzelini en sona sakladım. “Kör Kedi” anlamına gelen bu mekana biz de son gece gidebildik. Artık Vedado çocuğu olmamızın verdiği rahatlıkla, sanki yıllardır buraya gelirmişiz gibi mekanı nokta atışıyla bulduk. Sevimli bir villa görünümündeki mekana giriş 5 CUC. Saat 23:00’da program başlıyor ve 03:00’a kadar devam ediyor. Saat 22:00’da içeri girdiğimizde soğuk, sıkıcı bir jazz bar görüntüsünde olan bu mekan bize hayatımızın gecesini yaşattı desem yalan olmaz. Tam bir müzik ziyafeti! 23:00’da sahne alarak aryaları ve sahne şovuyla hayran bırakan Mailu’dan mı bahsetsem, kadife gibi sesiyle hiç bilmediğim şarkıları, dinlemeyi en çok sevdiğim şarkılar gibi hissettiren Hector Tellez’den mi? Yoksa çılgın saçları, inanılmaz sesiyle en

“ Kü b a’da b İ r y er l er İ keşfetmek İçİn özellİkle aramanıza gerek yok. Konuştuğunuz her kİşİ, geçtİğİnİz her so k a k bİ r ta rİhİ a n l a t ıy o r Ad e t a ”

sevdiğim salsaları söyleyerek ayaklarım acıyana kadar dans etmemi sağlayan Carlos Vargas’tan mı? Adres: Calle O #14 entre 17 y 19 Havana Vedado Tel: 7 8552696/7 8662224 Gezelİm görelİm bİraz da tarİhİ keşfedelİm! Küba’da bir yerleri keşfetmek için özellikle aramanıza gerek yok. Konuştuğunuz her kişi, geçtiğiniz her sokak bir tarihi anlatıyor. Yaşananları anlamak, sorularınıza cevaplar bulmak için keşke İspanyolca bilseydim diyeceğiniz ve bilmediğiniz için çok pişman olacağınız bir yer Küba. Geçtiğiniz her sokak keşfedilmeyi bekliyor. Benim geçmediğim bir sokaktan geçtiğinizde farkında olmadan yeni bir müze, yeni bir restoran ya da tarihi bir bina keşfedebilirsiniz. Konuştuğunuz bir Kübalı size internette yazmayan çok özel bir bilgiden bahsedebilir. Yapacağınız tek şey anı yaşamak ve kendinizi Küba’nın sokaklarına bırakmak. Bir de İspanyolca öğrenmek tabii :) Museo de danza: (Dans Müzesİ) Çok etkileyici bir yer olduğunu söyleyemeyeceğim. Küba’nın dans ve bale tarihi ile ilgili birçok obje ve fotoğraf yer alıyor. Daha çok eski balerin Alicia Alonso’nun anıları ve kişisel eşyaları mevcut. Kişi başı 2 CUC. Adres: Plaza de la Revolucion, Havana, Küba El Museo del Ron Havana Club (Rom müzesİ) Kübalılar’ın meşhur içkisi Rom hakkında bilgi alabileceğiniz bu müzenin bir de satış bölümü bulunuyor. Kişi başı 4 CUC. Adres: Avenida del Puerto 262, esq. Sol, Habana Vieja Cuba Museo de la Revolucion (Devrİm müzesİ) Devrim öncesi başkanlık rezidansı olan bu müzeyi gezerken tüylerinizin diken diken olacağına emin olabilirsiniz. Devrim için




KÜBA



nasıl bir mücadele verildiğini an be an gözler önüne seren bu müzeye birkaç saatinizi ayırın derim. Kişi başı 8 CUC. Malecon Havana’nın merkezi ile Vedado’yu birbirine bağlayan sahil yolunun adı. Oldukça geniş olan bu cadde haftasonu akşamları gençlerin ve aşıkların buluşma yeri. Calle Jon Hamel Cumartesi günleri Afro-Küba törenlerinin düzenlendiği (Sabado de la rumba deniliyor) bu küçük cadde benim çok ilgimi çekmedi. Turist avına çıkmış Kübalılar oldukça rahatsızlık verici. Bizim gittiğimiz gün rumberolar’dan bir tanesinin vefatı nedeniyle tören de yapılmadı, bu sebeple gereksiz bir ziyaret oldu diyebilirim. Ama siz bir Cumartesi gününüzü bu dansları görmek için mutlaka ayırın. Plaza de la Revolucion Siyasi mitinglerin yapıldığı bakanlık binalarının bulunduğu meydan. Meydanın ortasında Jose Marti anıtı yer alırken bakanlık binalarının birinde Che’nin diğerinde Castro’nun demir silueti yer almakta. Che silüetinin önüne geçip sol yumruk havada bir fotoğraf çektirmeden olmaz değil mi? Calle Obispo Eski Havana’da arabaların girmediği yan yana kafe ve turistik mağazaların olduğu cadde. Plaza Vieja Koloniyal dönemden kalma binalarla çevrilmiş bu meydanda mutlaka oturmalısınız. Halkla turistlerin iç içe geçtiği, lüks restoranlarla çevrili bu

“ S uyu n a l t ı n d a k i t ü n e l d e n g eç er ek H ava n a’n ı n k a r ş ı k ıyısı n a u l a ş ıy o r su n u z ”

KÜBA

meydanda şanslıysanız halk için düzenlenen bir konsere de denk gelebilirsiniz. Martalena (Studio de pintura) Sanata meraklı olanlar için çok değişik bir sanat atölyesi. Sıklıkla rastalayacağınız aynı tip tablolardan oldukça farklı ve aykırı. Adres: Cuarteles no: 64 e/Habana y Aguiar Habana Vieja Capitolio Uzun zamandır restorasyonu devam ettiği için maalesef binayı gezmek mümkün değil. Devrimden önce hükümet binası olan Capitolio devrim sonrası bilim akademisi olarak kullanılmış. Partagas Tütün Fabrİkası Capitolio’nun hemen arkasında yer alıyor. Maalesef bizim aldığımız purolara kıyasla oldukça pahalı. Zaten biz Cohiba’yı tercih ettik. Bizimkiler Kübalı arkadaşlarımız vasıtasıyla direkt fabrikadan kutuyla geldiği için şanslıydık. Castillo de Morro Ulaşmak için taksi kullanmanızın şart olduğu bir lokasyonda bulunuyor. Suyun altındaki tünelden geçerek Havana’nın karşı kıyısına ulaşıyorsunuz. Buradan Havana’yı izlemek çok güzel olsa da herkesin mutlaka görmelisiniz diyerek anlattığı seremoni çok anlamlı değil. Her akşam saat 21:00’da top atışı yapılan bu kaleye inanılmaz bir turist akını var. Kişi başı 8 CUC. Feria Artesania de la Habana Limanda bulunan bu hediyelik eşya fuarı her gün saat 18:00’a kadar açık. Küba’ya özgü aklınıza gelebilecek her şey burada mevcut. Tablolar, t-shirtler, anahtarlık ve magnetler, puro kutuları (humidor) ve daha neler neler... Söyleyebileceğim tek ve en önemli şey PAZARLIK YAPIN! Adres: Antiguos Almacenes San José, en la Avenida del Puerto Habana Vieja


HUZURUN ADRESİ

KARABURUN Karaburun, benim için bu yazın en önemli keşiflerinden biri oldu. Hep yolları dar ve virajlı, denizi soğuk ve taşlı diye duyduğum, sanırım bundan dolayı gitmeyi hep ertelediğim Karaburun’la yollarımız ancak bu yazın son günlerinde kesişti. Meğer ne çok şey kaçırmışım....

Yazı: Müberra Bağcı www.egedentarifler.com İnstagram: egedentarifler



egeden tarİfler KARABURUN

Gülbahçe-Balıklıova İzmir’den Karaburun’a doğru giderken rotanız üzerinde sizi harika bir manzara ve pek çok lezzet noktası bekliyor olacak. Önce daha çok yazlıkçıların bulunduğu şirin tatil beldesi Gülbahçe’den geçeceksiniz. Ardından Balıklıova karşınıza çıkacak. Burada özellikle denize paralel sıralanmış pek çok balık restoranı göreceksiniz. Özal’ın Yeri, Garip’in Yeri, Sezer’in Yeri gibi... Bunlardan birinde deniz kıyısında balık ve meze çeşitlerinin tadına varabilirsiniz. Balık yemem derseniz buradaki Nazilli Pidecisinin pideleri de çok meşhur benden söylemesi. Bir de Balıklıova’nın un kurabiyesi ünlü, burada bir fırında durup ekmek ve un kurabiyesi almanızda fayda var. Un kurabiyesinin klasik şekli dışında kakaolusu, susamlısı ve tarçınlısı da nefis. Balıklıova’dan hemen çıkar çıkmaz sağınızda Manzara Restoran’ı göreceksiniz, harika bir manzaraya sahip bu yerde yemek yemeseniz bile bir mola vermek gerekli. Özellikle denizin üzerindeki kısımda oturmak çok keyifli. Burada kahvaltının yanı sıra balık ve ızgara çeşitleri, ahtapot güveç, midye tava, kalamar gibi seçenekler mevcut. Balıklıova konaklama açısından ise sıkıntılı bir yer çok fazla seçeneğiniz yok, olanlar da temizlik ve hizmet açısından maalesef umut vaat etmiyor. O yüzden napıyoruz, burada hiç kalmadan Mordoğan’a doğru yolumuza devam ediyoruz. Yol üzerinde güzel bir denize sahip Manal koyu var burayı da yaz için not alabilirsiniz. Mordoğan Yol hakkında duyduklarınız sizi hiç endişelendirmesin, Mordoğan’a kadar yeni yol yapıldığı için yol geniş ve rahat, çok fazla araç yoğunluğu da yok. Kuş sesleri ve çiçek kokuları eşliğinde çok keyifli bir yolculuk yapacağınız kesin. Mordoğan’da denize girmek için en çok tercih edilen plajlar Ardıç ve Ayıbalığı, deniz mevsimi için aklınızda bulunsun. Bu mevsimde ise Eski Mordoğan’ı, iskeleyi ve Mordoğan’ın Kösedere, İnecik gibi güzel köylerini gezebilirsiniz. Eski Mordoğan Eski Mordoğan olarak geçen kısımda köyü gezebilirsiniz, özellikle fotoğraf çekmeye meraklıysanız eski Rum evleri ilginizi çekecektir. Bunun dışında bu bölgede gezebileceğiniz yerler Ayşe Kadın Camii, Müesser Aktaş Tarih Evi ve Dilek Pınarı. Ayşe Kadın Camii 1332’de Aydınoğlu Umur Bey tarafından yaptırılan bu cami, 1802’de Ayşe Kadın tarafından tamir ettirilmiş. Bu tarihi cami, özellikle bahçesindeki heybetli çınar ağacı ve iç süslemeleri ile dikkati çekiyor. Anlatıldığına göre caminin iç süslemelerinde Ayşe Kadın’ın çeyizinde bulunan nergis, sümbül, karanfil gibi işlemeler motif olarak kullanılmış Müesser Aktaş Tarih Evi Eski Mordoğan köyünün ortaokulu olarak 1932 yılında yapılan daha sonra ise bir süre kullanılmayıp


kaderine terk edilen bina, şu anda Müesser Aktaş Tarih Evi olarak ziyaretçilere açık. Burada Müesser Hanımın yıllardır biriktirdiği nostaljik giysiler, mutfak eşyaları ve eskiye dair pek çok objeyi bulmak mümkün. Yörenin geçmişini yansıtan bu eşyalar özellikle burada sergilenen pek çok şeye yabancı yeni nesil için ilgi çekici olacaktır. Dilek Pınarı (NarcIssos) Dilek Pınarı’nın mitolojik bir hikâyesi var, buna göre orman perisi Ekho, Narcissos’a karşılıksız bir aşka tutulmuş, hatta bu aşkla eriyip gitmiş, yok olmuş. Bunun intikamını aşk tanrıçası Afrodit, Narcissos’u kendisine aşık ederek almış. Ormanda dolaşan Narcissos bir pınarın suyunda daha önce hiç görmediği kendi yansımasına aşık olmuş, daha sonra ise bu aşktan Ekho gibi eriyip yok olmuş. Narcissos’un öldüğü yerde çok güzel bir çiçek, nergis çıkmış. Nergis çiçeğinin adı Narsizm kelimesi de bu hikâyeden geliyor. Hikâyede bahsi geçen pınarın kuruduğunu ve şu an orada sadece bir dilek ağacı bulunduğunu söyleyeyim de benim gibi hayalkırıklığı yaşamayın gidince. Mordoğan’da ne yemeli? Yemek konusuna gelince ben Mordoğan’da iki akşam kaldım, birinde balık diğerinde pide yemeyi tercih ettim. Balık için hemen sahilin başında yer alan Mimas Restoran’ı seçtim, deniz kıyısında çok keyifli bir ortamı ve çok hoş müzikleri var. Çalınan


şarkılar kendinizi Yunan adalarından birinde hissettiriyor. Ben burada kalamar, çipura ve birkaç çeşit meze denedim. Meze çeşidi Ayvalık’takiler gibi çok değil, tadında da bir fevkaladelik yok ama dediğim gibi ambiyans güzel. İnstagramdaki takipçilerim bana burada Yakamoz Restoran’ı (özellikle deniz ürünlü okyanus böreğini), Beyzade Restoran’ı ve Problemin Yeri’nde çorba içmemi ve Ödemiş Köftesi yememi önerdi ama bunlar için zamanım olmadı. Belki siz değerlendirebilirsiniz. Gürlük Pide yine takipçilerimin önerdiği bir başka yerdi, orada tavuklu ve patlıcanlı pide, bir de kıymalı pideyi denedim. Özellikle pidenin hamur kısmını çok beğendim, ince ve çıtırdı. Kaynarpınar İki gün Mordoğan’da vakit geçirmek bana yeterli geldi ve Karaburun’a doğru ilerlemeye karar verdim. Mordoğan’dan çıktıktan 6-7 km kadar sonra Kaynarpınar tabelasını gördüm. Buraya geldiğimde çok küçük bir sahil ve şirin bir yerleşim yeri ile karşılaştım. Kısa sahili hemen turladıktan sonra asırlık bir çınar ağacının gölgesinde oturup köy kahvesinde adaçayımı içtim. Kaynarpınar’da daha fazla kalmak isterseniz hoş balık restoranları ve küçük pansiyonlar da var. Boyabağı Tekrar Karaburun’a doğru yola devam ettiğimde sağ tarafımda Boyabağı tabelasını gördüm, buradan girdiğimde biraz bozuk bir toprak yol vardı, o yüzden çok fazla ilerleyemedim ama muhteşem güzellikte bir manzara ile karşılaştım. Denizin rengi beni büyüledi... Bir de kayalıkların üzerinde kamp yapanlara özenmedim değil. Fotoğraf çekmek için buraya uğrayabilirsiniz. Kösedere- İnecik- Eğlenhoca Mordoğan’a bağlı Kösedere, sahilde değil iç kısımda yer alan bir köy. Pek çok köy gibi burada da köy meydanında tarihi bir cami ve köy kahvesi bulunmakta, etrafında ise köye ait ürünleri satan tezgâhlar var. Kösedere ve Eğlenhoca köylerinin arasında bulunan İnecik ise muhteşem bir deniz manzarasına sahip. Açıkçası insan bu köyün manzarasını gördükten sonra yaşadığı yere dönmek istemiyor. Eğlenhoca, yarımadanın en büyük ve en eski köylerinden bir tanesi ve görülmesi gereken bir yer. Ambarseki Karaburun’a çok yaklaşmıştım ki bu kez de sol tarafımda Ambarseki köyünün tabelası gözüme çarptı. Burada bulunan ve daha önce methini duyduğum Melisa Kır Kahvesi’nde biraz mola verdim. Öğle saatlerinde hafif bir şeyler yemek istedim. Burası bir aile işletmesi, sizi çok samimi karşılıyorlar, sohbet ediyorlar ve mutfakta o an ne varsa tercihinizi ona göre yapıyorsunuz. Benim kısmetime zeytinyağlı biber dolması ve menemen çıktı, özellikle yanında köy ekmeği ile birlikte menemenin çok lezzetli olduğunu belirtmeliyim. Ayrıca bu kır kahvesinin konumu da harika, tepeden Karaburun’u izliyorsunuz. Yalnız hemen yanı başında da küçük bir mezarlık var, bu durumdan rahatsız olmazsanız manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz.


KARABURUN


egeden tarİfler KARABURUN

Saip Ambarseki köyünden hemen sonra ise Saip köyü karşıma çıktı ve merak edip ilerledim. Burada da Saip Kır Kahvesi’nde bir kahve molası vermek istedim. Ancak menüye bakıp içecek çeşitlerini görünce seçmekte epey zorlandım. Bir kısmını tattığım bir kısmının ise sadece adını duyduğum çeşit çeşit Osmanlı şerbeti vardı menüde. Gelincik, reyhan, zencefil, gül, kaynar, demirhindi gibi şerbetler... Ben hangisini seçeceğime karar veremeyince “çeşni tabağı” aldım, böylece likör bardaklarında pek çok çeşitte şerbet tatma imkanım oldu. Bunlardan en çok beğendiklerim gül, reyhan, mandalina ve gelincik şerbetleriydi. Aslında buranın kahvaltısını da çok merak ettim ve bir dahaki gidişimde denemek üzere not aldım. Daha menüye bakınca sıra dışı bir kahvaltısı olduğu anlaşılıyor, buranın işletmecisi Nihal Hanım aklınıza gelebilecek hemen hemen her meyve, hatta çiçek ve bitkiden reçel hazırlamış. Kendisi yaklaşık 70 adet reçel yaptığından bahsetti, birkaç tanesini saymak gerekirse nergis, kekik, karabaş otu, hayıt, adaçayı, nergis, erguvan, havuç, domates, enginar... Bunları kahvaltıda tattığınız gibi, isterseniz satın alabiliyorsunuz da. Şerbetleri içtim ama aklım kahvede kaldı, Nihal Hanım ve eşi ile reçeller ve şerbetler üzerine sohbet ederken bir de kahve içtim. Kahve sunumları gerçekten işletme sahiplerinin zarafetini yansıtacak şekildeydi. Kahvenizin yanında alışılageldiği gibi su ve lokumun yanı sıra bir de şerbet geliyor, kahve fincanınızın yanında ise minik bir nazar boncuğu hediyesi, bu da tabii ki sunuma bir fark katıyor. Karaburun İskele Burada çoğunlukla sahil boyunca sıralanmış balık restoranları ve cafeler var. Ama çok küçük bir cadde, hemen bir ucundan diğerine geliveriyorsunuz. Number One, İskele Restoran, Yakamoz, Giritli Rum Meyhanesi cadde üzerinde öne çıkan mekânlar arasında. Karaburun’un Köyleri Karaburun merkezden çıkıp yarımadanın etrafını dolaşmaya başladığınızda kimisi sahil şeridinde kimisi iç kısımlarda yer alan pek çok köy karşınıza çıkıyor. Ben bir tam gün ayırarak neredeyse bu köylerin tamamını dolaştım. Bazılarına girmesem de olurmuş, bazıları ise görülmeye değer manzaralar çıkardı karşıma. Yeni kurulan köyler daha çok sahil şeridinde yer alırken eski köyler sahilden görülmeyecek yamaçlarda kurulmuş. Bunun sebebi denizden gelebilecek korsan saldırılarına karşı köyleri korumakmış. Bu köylerde dikkatimi çeken bir başka özellik ise çok az ev olması ve dışarda çok az insan görmemdi, hatta köy mezarları bile küçücüktü. Gerek mübadele gerekse ekonomik sebeplerle yapılan göçler nüfusun bir hayli azalmasına sebep olmuş. Merkezden yola çıktığınızda Bozköy, Tepeboz, Hasseki, Sarpıncık, Parlak, Salman, Küçükbahçe ve Yaylaköy’den bir daire çizip tekrar merkeze dönebiliyorsunuz, bu sıralamayı tam tersinden de yapabilirsiniz.


Bozköy-Tepeboz- Yeni Liman Merkezden Yeni Liman’a doğru giderken sahil şeridinden içerde yer alan iki köy Bozköy ve Tepeboz. Tepeboz’a bağlı Yeniliman, yine balıkçıların, kır kahvelerinin olduğu şirin bir yer. Aynı zamanda Karaburun’un en uzun koyu. Oldukça sakin bir yer, burada gürültüden uzak dalgaların ve rüzgarın sesini dinleyerek vakit geçirebilirsiniz. Hasseki - Sarpıncık – Sazak - Parlak –Salman Küçükbahçe- Yaylaköy Hasseki, Türklerin ve Rumların birlikte yaşadığı bir köymüş, hala bazı Rum evleri görülüyor. Sarpıncık, merkeze 12 km uzaklıktaözellikle 1938 yılında yapılan feneri ile ilgi gören bir köy. Sarpıncık’ı geçtikten sonra Hamzabükü tabelasından döndüğünüzde 8-10 km kadar ileride Karaburun Feneri ya da Sarpıncık Feneri olarak anılan deniz feneri karşınıza çıkıyor. Buradan gün batımını izleyebilir ve güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Yalnız yolun 3-4 kilometresi bozuk bir toprak yol, bir de tabela olmaması buraya ulaşmak açısından sıkıntı veriyor. Sazak, eski bir Rum köyüymüş, 1923 sonrası mübadele sürecinde terk edilmiş ve şu anda sadece yıkık dökük Rum evleri kalmış geriye. Burası da bence Karaburun’da çok önemli ve görülmesi gereken bir yer olmasına rağmen tabelası yok ve çok dikkat etmezseniz burayı kaçırabilirsiniz. Sarpıncık’tan Parlak’a doğru giderken sağ tarafta rüzgar santralini gösteren bir tabeladan içeri gidip biraz ilerlediğinizde bu eski köyü net olarak görmeniz ve fotoğraflamanız



egeden tarİfler KARABURUN

mümkün. Parlak köyü daha çok Badembükü adlı sahili ile ünlü. Parlak köyünü geçtikten sonra sağ tarafınızda Badembükü tabelasını göreceksiniz buraya dönerseniz 5 km ileride bakir bir koy sizi bekliyor. Bu sakin koy, kamp, mangal gibi zevkleri olanlara hitap edebilir, burada hiçbir tesis bulunmadığını da belirtelim. Badembükü’ne dönmeyip düz devam ederseniz ise karşınıza Salman köyü çıkacak. Salman’dan Küçükbahçe’ye doğru devam ederken koydaki girinti nedeniyle Denizgiren olarak adlandırılan mahalde birkaç site ve bir pansiyondan başka pek bir şey yok. Küçükbahçe’den sonraki yol tamamen ormanlık ve yer yer iniş yer yer tırmanış şeklinde geçiyor, ayrıca dar ve virajlı, kesinlikle bu yoldan hava kararmadan geçmelisiniz. Aracınızın camlarını açıp yayla havasını içinize doldurun, yeşilin tonları dışında çok farklı bir şey görmeyi de ummayın. Karaburun’da ne yemeli? Ben deniz ürünlerini çok sevdiğimden Karaburun’da yemek tercihim hep bu yönde oldu. Bir akşam yemeğim için Yeniliman’da bulunan Lipsos Otel Ata’nın Yeri’ne gittim. Ata’nın Yeri hem otel hem restoran. Konaklama için standart odaların yanı sıra bungalov ve karavan seçenekleri de var. Özellikle bungalov odalar denize sıfır konumuyla huzur verici görünüyor. İnsan burada kendini dünyanın diğer ucuna gelmiş gibi hissediyor. Yemeğe gelince buranın mezeleri de deniz ürünleri de çok lezzetli. Kaparili balık ezmesi, deniz ürünlü pazı sarması, bir Rum mezesi olan topik, deniz börülcesi, tahinli patlıcan salatası denediklerim arasında. Mezeler güzeldi ama asıl kalamardan bahsetmeliyim. Yediğim en lezzetli kalamarlardan biriydi desem sanırım abartmış olmam. Balık olarak ise bir gittiğimde dil tava diğerinde ise fener yedim, ikisi de güzeldi. Üzerine de güzel bir Türk kahvesi, böyle güzel bir manzarada kahvenin tadı bile daha farklı sanki... Fiyatları biraz yüksek ama böyle güzel bir ortamda taze ve lezzetli şeyler yediğinizi düşünürsek buna değiyor. Lipsos dışında Karaburun iskelede bulunan İskele Restoran da başarılıydı. Ben mezelerden kabak çiçeği dolması, fava ve patlıcan salatasını denedim, balık tercihim ise şişte sardalya ızgaraydı, mezeler ortalama ise de balık çok lezzetliydi. Tatlı olarak ise Karaburun’da birkaç şubesi bulunan 7 Kardeşler Dondurmacısını öneririm, özellikle sakızlısı insanı çocukluğuna götürüyor. Nerede kalınır? Karaburun merkezde ve koylarında büyük otelle yerine butik oteller, pek çok pansiyon ve apart bulabilirsiniz. Nergis Otel- Akvaryum Koyu Mimoza Apart-Mimoza Koyu Taşada Otel-Mimoza Koyu Can Pansiyon-Bodrum Koyu Nergis Otel – Akvaryum Koyu D&N Pansiyon- Kuyucak Lipsos Otel Ata’nın Yeri-Yeni Liman


ONLINE HAFTALIK FİLM KÜLTÜRÜ DERGİSİ

ARKA PENCERE ISSUU UYGULAMASI İLE IPAD, IPHONE VE ANDROID’LERDE

issuu

! Z U R O İY İL B A N U K O E D R E Y ARTIK HER


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.