1993_023

Page 1


cy a

pe


M

E

R

H

A

B

A

cy

a

70 yılın yaşayarak tüketilmesinin, hem de verimli bir şekilde, zorluğu orta yerde dururken bir kadının, Bedia Muvahhit'in 70. Sanat Yılını kutlamaya hazırlanıyoruz bu ay. Arkadaşımız Gökhan Akçura Dün Dündür sayfalarını bu ay Bedia Muvahhite ayırdı. Çocukluğundan bu yana bir çok dönemininin resimlendiği sayfala­ rımızın güzel bir arşiv oluşturacağını ve Bedia Muvahhit'e yaraşır bir kutlama olacağına inanıyoruz. Tabii kapak'da Bedia Muvahhit. Bu ay bir başka kutlamaya daha tanık oluyoruz. Haldun Dormen 100. oyununu sah­ neliyor. Geniş bir kutlama kampanyası ile sahnelenen Nerdeyse Kadın bir Daro Fo oyunu. Bir başka özellik ise Haldun Dormen'in ilk kez bir Dario Fo sahnelemesi. Konuk yazar sayfamızda da bu ay Haldun Dormen'i bulacaksınız. Yıllardır eskimeyen bir oyun, yine sahnelerimizde. Evita. 1989 yılında Türkiye'de sahnelenen Evita, tüm Evita'ları sahnelemiş olan Kenneth Urmstone tarafından bir kez daha sahneleniyor. Efes Pilsen'in katkılarıyla Şehir Tiyatrosu tarafından gerçekleştirilen prodüksiyon Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinde sergileniyor. Efes Pilsen'in katkılarınin diğer şirketlere de örnek olacağını umarak, tiyatroya desteklerin arta­ rak devam etmesini bekliyoruz. 13 yıldır Türkiye sahnelerinden uzakta bulunan Meral Taygun Nâzım Hik­ metin 91. doğum yıldönümü nedeniyle Bir Garip Yolculuk'u yorumlamak üzere İstanbul'daydı. Meral Taygunia Nalan Manyaslı dergimiz adına bir söyleşi yaptı. Nâzım Usta'ya 91. yılında merhaba diyerek, onunla birlikte çok 91 yıllar daha birlikte olacağımızın bilinciyle "iyiki Doğdun Nâzım" diyoruz. Devlet, özel tiyatrola­ ra ikinci dilim yardımını dağıttı. Açıklanan rakkamdan çok aşağılarda bir yardımın dağıtımı tiyatroları ikinci tur oyunlarda iyice zorlayacağa benzer. Türkiye'de bir Tiyatro Yasası'nın olmayışı ve neyin ne zaman, na ka­ dar dağıtılacağının hiç kimse tarafından bilinememesi bile dağınıklığı sergilemeye yeter sanıyorum. Artık Tiyatro Yasası için her kesin kolları sıvaması ve bir an önce hazırlıkların hızlanarak sürmesi gerekir. Bu ko­ nuda tiyatrocuların da daha duyarlı ve ısrarcı olmaları gerektiğini sanıyorum. Mart'ta yeni oyunlar, söyleşi­ ler ve mektuplarda buluşmak ümidiyle iyi seyirler dilerim. Bol tiyatrolu günler. M u s t a f a

D e m i r k a n l ı

İÇİNDEKİLER

Haberler 6

Ekmek İşçileri • Yankı Eyüboğlu 8 - 9 Bir Ağıttır Bu • Ayten Işık 10-11

pe

de Aşka Yenilir • Nalân Özübek 14 Sahnede Yeni Evita'lar 16-17

Kraliçeler

Hava Bedava Su Bedava • Yasemin Dilber

Bir Garip Y o l c u l u k • Nalan Manyaslı 20 Oyun Bir Gün Biter Ama Irkçılık Ne Zaman? • H Zafer Şahin MSM'nin Statü Sorunu 22-23

Sanık, Suçsuzluğunu Kanıtlayana Kadar Suçlusun! • Şule Ateş

25

Oyunbozan Vukhov'un Yargı'sı: Barış • Adnan Tönel 2 6 - 2 7 Gülsün Yağmur Tanrısı'nın Oğlu Artık • Nalân Özübek 2 8 - 2 9 Yaşam Bu • Ayşe Ateş 30 Boynuz Kulağı Geçti mi? • Kenan Uçar 3 2 - 3 5 Dün Dündür • 70. Sanat Yılında Bedia Muvahhit • Gökhan Akçura 36-37 Hakan Tüner

39

Bir Kara Komedi • Asuman Çırım 38

Atina Mektubu • Alkmini Diamandoğulu 40-41

İsmi Lazım Değil •

Paris Mektubu • Coşkun Tunçtan

Çıkmazdaki Eğitim Sistemi- ilahe Okyalaz 4 4 - 4 5 İ n s a n Bahçesi • Çetin Etili 46

43

Kitaplar • H Zafer Şahin

Kapak Fotoğraf: Gökhan Akçura arşivi Sahibi : Tem Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. adına T.Yılmaz Öğüt Sorumlu Y a z ı İşleri M ü d ü r ü : Mustafa Demirkanlı Y a y ı n K o o r d i n a t ö r ü : Nalân Özübek Reklam ve H a l k l a İlişkiler M d . : Enis Bakışkan Reklam Sorumlusu: Binnur Akdemir Görsel Y ö n e t m e n : Savaş Çekiç Teknik Y ö n e t m e n : Sinan Şanlıer Danışma Kurulu: Gökhan Akçura, Orhan Alkaya, Rutkay Aziz, Genco Erkal, Aziz Çalışlar, Fikret ilkiz, Tamer Levent (TOBAV Temsilcisi] Yılmaz Onay, H.Zafer Şahin, Ali Taygun, Işık Yenersu K a t k ı d a Bulunanlar: Ş.Ateş, G.Çalan, A.Cırım, A.Diamandoğulu, Y.Dilber, H.Dormen, Ç.Etili, Y.Eyüboğlu, A.Işık, N.Manyaslı, İ.Okyalaz, A.Tönel, C.Tunçtan, H.Tüner, K.Uçar A n k a r a Tem.: Mehmet Demir Tel: 483 06 67 İzmir Tem.: Ali Rıza Ozbilgiç Tel: 43 01 34 İzmit Tem. Kocaeli Bölge Tiy. Tel 141090 A l m a n y a Tem.: Levent Beceren, Berlin Tel: 49.30.61 52020 V i y a n a Tem.: Uğur Özkan, Wien Tel: 4 3 2 2 2 5 0 5 1 220 D a ğ ı t ı m : Emin Şenol Ofset H a z ı r l ı k : Tem Yapım Tel: 249 87 37 Baskı: MÜ-KA Matbaası 51 1 25 99 Tem Y a p ı m Yayıncılık Ltd. Şti. Oba Sok. 9/1 Cihangir/istanbul Tel: 249 87 37- 38 Fax : 249 02 18 Abone Bedeli: Yıllık 100.000.- TL. Yurtdışı : 50 DM Posta Çeki Hes. : Tem Yapım - 655 074 B a n k a H e s a p N o : T.iş Bankası-Cihangir Şb. 1781 17 K a t k ı l a r ı n d a n d o l a y ı TİYAP'a t e ş e k k ü r e d e r i z .


müziklerini ise Tarkan Mumkule yapıyor. Deli Dergisi, 28 Ocak 1993 tarih ve 78. sayısında, oyunun sahnele­ neceği yer ve zamanı yayınlayacak ve ilk iki oyunun biletlerini ücretsiz dağıtacak, ileriki tarihlerde de, oyu­ na Deli Dergisi getiren izleyiciler, % 25'lik bir indirim­ den yararlanabilecekler.

• i z m i r s a n a t t i y a t r o s u , 365 kişilik

a

salonlarıyla 1988'de, izmir'li tiyatroseverlere ilk mer­ habalarını göndermişlerdi. Bugün ise Kültürpark'ta, Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Yüksel Çakmur ve izfaş Genel Müdürü Selami Gürgüç'ün destekleriyle gerçekleştirdikleri 450 kişilik yeni salonlarından sesle­ niyorlar: "1992 Kasım ayında hangar olarak aldığımız bu binayı 1993 Ocak ayında tiyatro salonu haline ge­ tirdik. Bu salonu iyiye, güzele, doğruya ulaşmak iste­ yen herkesle paylaşmak istediğimiz bu günlerde bü­ tün tiyatroseverlerle kucaklaşıyor ve dostlukla selamlıyoruz.

a n k a r a h a l k t i y a t r o s u , Tuncer

Cücenoğlu'nun Dosya adlı oyununu sahneliyor. 1985 yılında yazılan ve aynı yıl Levent Kırca Tiyatrosu'nda sergilenerek Cücenoğlu'na "Ankara Sanat Kurumu En Başarılı Yazar" ödülünü kazandıran Dosya, müzikli olarak 1992-93 sezonunda Ankara ve bütün Türki­ ye'de sergilenecek. Dürüst davrandığı için işsiz bırakı­ lan bir memur yöneticinin hikayesini anlatan Dosya, 12 Eylül sonrası 'sakıncalı' sayılıp görevlerine son ve­ rilenlerin öyküsü bir bakıma. • t i y a p (Tiyatro Yapımcıları Derneği) IV. Genel Kurulu yapıldı. 10 Ocak 1993 Pazar günü Kent Oyun­ cuları fuayesinde yapılan Genel Kurul'da faaliyet ve mali raporların okunup Yönetim Kurulu ibra edildikten sonra yeni Yönetim Kurulu seçimlerine geçildi. Yeni Yönetim Kurulu'nda görev taksimi şöyle: Rutkay Aziz - Başkan, Hadi Çaman - Sekreter, Genco Erkal ve Sa­ lih Kalyon - Başkan Yardımcıları, Reha Bilgen - Say­ man. Genel Kurul'un talepler ve dilekler bölümünde ise Dernek üyeleri arasında daha sıkı bir iletişim ağı­ nın kurulması, yakında açılacak olan lokal çalışmaları­ nın hızlandırılması, Derneğin daha etkin faaliyetlerde bulunması gibi konular tartışıldı.

• s e v d a l ı b u l u t p a r i s ' t e . Mehmet

pe

cy

Ulusoy'un, Nâzım Hikmetin masal ve şiirlerinden uyarlayarak sahnelediği Sevdalı Bulut, Münevver Andaç'ın çevirisiyle 7 Ocaktan bu yana Paris, Alliance Française Tiyatrosunda, Fransızca olarak sergileni­ yor. 14 Şubat'a dek sürecek oyunun yönetmen yar­ dımcılığını Işıl Kasapoğlu üstlenirken, yönetmen Meh­ met Ulusoy oyuncu olarak da (Kara Seyfi) sahne üstünde yer alıyor. Halk Oyuncularından Genco Erkal ve Jülide Kuralın Türkiye'den özel olarak gidip rol al­ dığı Sevdalı Bulut'ta ayrıca Ayşe Emel Mesci, Fatoş Sezer Ulusoy, Ragıp Yavuz, Sylviane Eneleda, Michel Moreau ve Stephane Gallet de oynuyorlar.

• ç o r u m ' da b ö l g e t i y a t r o s u ku­ ruldu. Çorum Bölge Tiyatrosu kurucusu Nail Demir'den alınan bilgiye göre, Bölge Tiyatrosu öncelikle Çorum merkez ve ilçelerinde gösteriler yapacak, ayrı­ ca yakın il ve ilçelere de turneler düzenleyecek. Perde­ lerini Tuncer Cücenoğlu'nun Çıkmaz Sokak adlı oyu­ nu ile Şubat ayı içinde açacak olan Çorum Bölge Tiyatrosu, çalışmalarını, Devlet Tiyatrosu'nun Çorum'daki salonlarında yapıyor. Devlet Tiyatrolarının bazı olanaklarından da yararlanacak olan Bölge Tiyat­ rosu Kültür Bakanlığının da destek vermesi için baş­ vuruda bulundu. • o p e r e t t i y a t r o s u ve Deli Dergisi işbirli­ ğiyle Türkiye'de ilk kez olarak Operadaki Hayalet Üzerine Bir Fantazi adlı oyun sergileniyor. Kaan Erkam'ın yazdığı oyunun yönetmeni Debdorah Rushton,

ankara

ekin

tiyatrosu

Dario

Fo nun Yüzsüz adlı oyunu ile Ankara'da seyircisiyle buluştu. 1992/93 tiyatro sezonunu Aralık ayında, AST Salonu'nda, Aziz Nesin'in Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşa­ maz adlı oyunu ile açan Ekin Tiyatrosu, Dario Fo'nun Yüzsüz adlı oyunu ile gösterilerine devam ediyor. Oyunu Selçuk Uluergüven yönetti. Çevirisi Semih Çelenk'e ait olan oyunun yapımcısı Faruk Güvenç. Nisan ayı ortasına kadar bu iki oyunla gösterilerine devam

edecek olan ekip, Mayıs ayı sonuna kadar yapacağı Anadolu turnesiyle perdelerini kapatacak.


• g e r ç e k s a n a t y a y ı n l a r ı 11 oyun­ dan oluşan bir tiyatro dizisine başlıyor. Tuncer Cücenoğlunun yayın danışmanlığını yaptığı dizinin ilk dört kitabı Güngör Dilmen'in "Canlı Maymun Lokantası", Orhan Asena'nın "Şeyh Bedrettin", Refik Erduran'ın "Tamirci" ile Tuncer Cücenoğlu'nun "Öğretmen" adlı oyunlarından oluşacak.

cy

a

• k u m p a n y a , 5 Şubat 1993 tarihinden itiba­ ren iki ödüllü oyunları Fayton Soruşturması'nı yeniden sergilemeye başlıyor. Sanatseverlerin hatırlayaca­ ğı gibi Kumpanya, 1992 sezonunda İstanbul Tarlabaşı'ndaki eski bir 'Manastırın (yeni adıyla "is­ tanbul Sanat Merkezi") birinci katını deneysel bir tiyat­ ro mekânı haline getirmiş ve Kumpanya Sahnesi adını verdiği bu mekânda tümüyle kendine ait bir tiyatro dili oluşturmak yönünde çalışmalarını başlatmıştı. De­ mokrasinin gerçekleşebildiğini tartışan mitolojik bir polisiye olan ilk çalışmaları Fayton Soruşturması adlı oyunu sezon sonunda iki ay sahnelemişti. Bu sezon ise gösteriler cuma günleri 20:00 de, cumartesi ve pa­ zar günleri 19:00'da izlenebilir.

be, cuma, cumartesi 21.00, pazar günleri ise 15.00 ve 19.00'da Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu'nda ser­ gilenmektedir. • a y b e r k ç ö l o k ' a Ankara Ödülü. Geçen yıl kaybettiğimiz, sanatçı, Ayberk Çölok'a Tiyatro Eleş­ tirmenleri Birliği 1992 Ankara Ödülü verildi. Ayberk Çölok'un son rejisi olan ve Trabzon Devlet Tiyatro­ sunda sahnelenen, Melih Cevdet Anday'ın İçerdekiler adlı oyunu öncesinde, Yeni Sahne'de düzenlenen bir törenle verilen ödül, Atilla Sav tarafından Ayberk Çölok'un oğlu Ali Çölok'a sunuldu. Bu günlerde Yeni Sahne'de sergilenen bu oyun Serhat Nalbantoğlu ta­ rafından Ayberk Çölok'un yorum ve mizansenleri ile yeniden sahnelendi. • t e v f i k g e l e n b e kursiyerlerinden Metin Zakoğlu ve Murat Sadak, 30 Ocak Cumartesi günü Eyüp merkez İlkokulu Salonu'nda Pirandello'nun Ağ­ zı Çiçekli Adam adlı oyununu sergiledi. Tek perdelik oyun 6 ve 7 Şubat tarihlerinde saat 15:00'de yeniden sahnelenecek.

• n e j a t u y g u r t i y a t r o s u Anadolu tur­

pe

nesinin ardından 1993 sezonuna 1500 kez sahnele­ nen Baba Duymasın komedisiyle başlıyor. Modası geçmeyen politikacıyı hicveden bu oyunda Nejat Uy­ gur,her dönemde ayakta kalabilen Hacıyatmaz karakteri le seçenleri ve seçilenleri uyarıyor. Oyun perşem-

• b u r s a d e v l e t t i y a t r o s u . Aralık so­

nundan bu yana Ahmet Vefik Paşa Sahnesi'nde Yağ­ murla Gelen adlı ço­ cuk oyu­ nunu sergiliyo r. Meral Babacan' in yazıp, Zeki Er­ can ın yönettiği oyun, çevre so­ runlarını ve hava kirliliğini işliyor.

ÖZÜR VE DÜZELTME 22. Sayımızda tamamen dikkatsizlikten kaynaklanan bir gelişme derginin düzeltme hatalarıyla yayınlanmasına neden muştur. Hata, film çıkışlarının alınmak üzere düzeltmelerin yapılmamış kopyanın gönderilmesinden kaynaklanmıştır, ikinci bir hata ise Dün Dündür sayfasında yer alan Şahin Kaygun'un fotoğrafı Ankara Sanat Tiyatrosunda oynanan Resimli Osmanlı Tarihi'ne değil Bir Şehnaz Oyun'a aittir. Düzeltir, özür dileriz.


gorki klasiklerinden bir uyarlama

ekmek işçileri Yankı EYÜBOĞLU EKMEK

İŞÇİLERİ

Kartal Sanat işliği Tiyatrosu, Maksim Gorki'nin Ekmek İşçileri adlı romanından, Çetin Etili'nin uyarladığı aynı adlı eseri oynuyor. Kalabalık bir kadronun yer aldığı oyunu sahneye koyan da yine

Yazan: Maksim Gorki Çeviren: Olcay Göçmen Uyarlayan: Çetin Etili Yöneten: Çetin Etili

• Neden Gorki'nin başka bir romanı değil de Ekmek İşçileri? Ekmek İşçileri, Gorki'nin, üretim ilişki­ lerini en iyi anlatan romanlarından biri­ dir. Dünya ne kadar değişirse değişsin, değişmeyen tek şey emek ve ekmek... Gerçi yanlış anlaşılmasın; bu değişmez­ lik diyalektiğe aykırı değildir. Aksine bunlar için verilen mücadele her zaman diyalektiği getirir, çünkü, özünde insanı taşır. Gorki, bu romanında insanların sıkış­ mışlığı ve çaresizliği içinde bile ekmek üretmeyi hiç aksatmadıklarını vurgulu­ yor. • Oyunu sahnelerken ne gibi zorluk­ larla karşılaştınız? Kadronun kalabalık olması ekonomik olarak bize bazı zorluklar getirdi. Alınan devlet yardımının yaklaşık olarak dört katı fazlasını harcadık. Devletin projeyi destekleme kararı güzel ama, Gorki'ye 20 milyon veriliyorsa, bu proje yapıl­ masın diyedir ancak... Bunun yanısıra Gorki oynamamız in­ sanlarda hemen bir önyargı getiriyor. "Dünyada proleterya bitti, duvarlar yıkıl­ dı, siz hâlâ Gorki" diyen insanlar var. Oysa 20.y.y.'da ekmek ve emek kavga­ sı, emperyalist ülkelerde de 'sömürü kavgası' ol­ duğu sürece proleterya var olacaktır. Şu­ nu atlama­ mak gerekir; Türk gibi dü­ şünüp, Slav gibi yorum yapıp, Fransız gibi gülmeliyiz.

pe cy

Oynayanlar: Suat Ülhan, Münir Doğrusöz, Çetin Etili, Ali Osman Ayan, Aslan Alparslan, Bahri Avar, Cenan Çamyurdu, Murat Şenol, Mustafa Şahin, Nâzım Yılmaz, Nurgül Uluç, Şevket Çoruh

Çetin Etili. 30 Ocak'tan başlayarak Pendik Kûltürevi ve Kartal-Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi'nde haftasonları dönüşümlü olarak sergilenecek oyunla ilgili Çetin Etili ileyaplan söyleşiyi sunuyoruz.

a

KARTAL SANAT İ Ş L İ Ğ İ TİYATROSU

Çevre tasarımı-Kostüm: Münir Doğrusöz Müzik düzenleme: Berna Güç Yer: • Kartal-Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi • Pendik Kûltürevi

Biz, Gorki'de insanların ka­ fasındaki kes­ kinliği, sivri,

sloganist bir yaklaşımı değil, yürekleri güzel atan insanların duygusallığını, şi­ irselliğini seçtik. Bu da Ekmek İşçile­ ri 'ndeki oyun karakterlerinde fazlasıyla var. • Rus Edebiyatı'nda Gorki'nin yeri nedir sizce? Gorki sanırım Türkçe'ye en çok eseri çevrilen Rus yazarıdır. Çağdaşları olan Çehov ve Tolstoy'un eserleri yazıldık­ tan 30-40 yıl sonra Türkçe'ye çevrilme­ sine karşın Gorki'nin Ana adlı yapıtı bir yıl içinde Türkçe'ye çevrildi ve bir anda bütün dünya dillerine yayılarak Gor­ ki'nin hemen okunur bir yazar olmasını ve tanınmasını sağladı. Bunun nedeni ise Çehov ve Tolstoy kü­ çük burjuva kaypaklıklarını aristokrat­ larla, toprak sahipleriyle yansıtmaya çalışmıştır. Gorki ise ayaktakımını (mu­ jikler), proleteryayı ele alır. • Bu roman daha önce oyunlaştırıldımı? ilk'kez ben oyunlaştırdım. Romandan tiyatroya ilk uyarlama çalışmam oldu. Oldukça da zorlandım. • Oyundan bahseder misiniz? Oyun bir fırında geçen, dostlukları, düşmanlıkları ve bir zamanlar bu fırın­ da işçiyken patron olan Semenov'un diğer işçilerle olan ilişkilerini anlatıyor. Gorki'nin fırına gelmesiyle patron Se­ menov'un çelişkileri ortaya çıkar. "Kimi insanlar çalışmak zorundadırlar. Kimi­ lerinin görevi de onları çalıştırmak ve yönetmektir. Devletin rolü de çalışanla­ rın çalıştıranlara yumuşak başlılıkla bo­ yun eğmelerini sağlamaktır. Hiçbir işe yaramayanlara gelince; yani ne çalışan ne çalıştıran, ne yöneten ne yönetilen, bunların birini bile beceremeyenler, ce­ hennem olup gitmeliler." Bir yanıyla bunu savunurken diğer bir yanıyla hümanizmden bahseder, Gorki. Semenov karakteri tipik küçük burjuva kaypaklığına 20.y.y.'da da örnektir. •


pe cy a


savaş yorgunu kadınlar ve çocuklara

bir ağıttır bu Ayten IŞIK SAVAŞ YORGUNU KADINLAR İSTANBUL DEVLET TİYATROSU

Yönetmen Mustafa Avkıran, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda Nezihe Araz'ın Savaş Yorgunu Ka­ dınlar isimli oyununu sahneye koyuyor. Oyun dünyanın en klasik iki sorununu işliyor; Savaşlar ve tecavüz. Oyun günümüzle o kadar çok örtüşüyor ki, oyunu izleyen herkes Saray-Bosna tecavüzlerini ve savaşı tekrar lanetleyecek.

Oresteia'dan sonra niye bu oyun Sa­ yın Avkıran?

Yöneten: Mustafa Avkıran Yön. Yardımcısı: Mine Tüfekçioğlu

pe

cy

Oynayanlar: Merih Atalay.Gönen Bozbey, Ülkü Duru, Ayşe Günşıray, Meral Oğuz, Tijen Par, Mine Tüfekçioğlu, Selçuk Kıpçak, Ahmet Açıkgöz, Musa Uzunlar

Bu sorunun sorulmasını sevdim, bana sorulmasını istediğim bir soruydu çünkü bu. Mustafa Avkıran'ın geçmişine bakıla­ cak olursa 'kendi kültürümle bir bağ kur­ mak istiyorum' şeklinde bir laf vardı kul­ landığım, çok belirgin bir laftı bu. işte şimdi ben kendi kültürümden bir yazarla bir şey yaşıyorum ve bundan çok mutlu­ yum. Savaş Yorgunu Kadınlar, bana gel­ diğinde Nezihe Hanım'a bazı kaygı ve önerilerimi açıkladım, o da çok iyi anladı, sağolsun. Nezihe Hanımla çok güzel, çok örnek bir çalışma yaptık ve tekst bir yere geldi. Oyuncularla, Nezihe Hanım ve ben, şimdi başka bir tekst üzerinde çalı­ şıyoruz ama doğru olan, dünyada doğru olan tiyatro, bence bu. Yazar, yönetmen, oyuncu üçlemesinden çıkan gerçek bir metin. Yazar bir şey düşünüyor, yönet­ men alıyor onu başka bir dünyaya götü­ rüyor ve altı insan, altı oyuncu başka bir şey düşünüyor ve bunlar birbirinden çok da farklı şeyler değil aslında, ama öyle bir renkle geliyor ki bir oyuncu, tam yeri­ ne oturuyor. Bunu Aiskhylos'la da yapa­ bilirsin, Shakespeare'le de yapabilirsin ama Nezihe Arazla yapınca, aynı kültürü paylaşmanın bir uzantısı olarak belki de, daha farklı çözümlere, daha farklı tatlara ulaşılabiliyor. Ayrıca kadınları çok etkile­ yecek bir oyun diye düşünüyorum ama her gelen erkek de artık sokakta bir daha aynı şekilde yürüyemeyecek, kadınlara bir daha aynı gözle bakamayacak diye düşünüyorum. Burada çok ciddi bir so­ run var, tecavüz sorunu var, birbirimize sürekli tecavüz ediyoruz, bence bu teca­ vüzün çözümü herkesin kendi beyninde, sonuçlarını ise her gün sokakta görüyo­ ruz.

a

Yazan: Nezihe Araz

Dekor: Orhan Alpaslan Kostüm: Hale Eren

Işık: Yüksel Aymaz

Müzik: Tahsin Ünüvar Yer: AKM - Oda Tiyatrosu

• Oyunun konusundan kısaca söz eder misiniz? Oyun bir hastanede, yeni doğum yapmış kadınların koğuşunda geçiyor. Sahnede altı tane kadın görüyoruz, bunların beşi doğum yapmış, biri doğum yapmak üze­ re. Bu kadınlar bir önceki sahnede, konu­ şulmadan bir karar alıyorlar; "bu çocuk­

lar bize savaş tarafından zorla doğurtul­ muş, savaş çocukları ve biz bu savaş çocuklarını, toplumsal adıyla savaş piç­ lerini, istemiyoruz. Madem savaş yaptı bu çocukları çözümünü de savaş bul­ sun". Hastane yönetimine bu kararlarını bildiriyorlar ve hastane yönetiminin bu durum karşısında takındığı tavır ve son­ ra bir doktorun da bir önceki savaş ku­ şağından kalma bir savaş çocuğu olma­ sıyla gelişen bir sürpriz. Daha sonra ise sonucunu şu anda benim de bilmediğim bir yolculuk. Savaş çocukları ne olacak, kadınlar ne olacak? • Oyun konusunun günümüzle koşutlu­ ğunu düşünecek olursak, başhekim ve hademeler, günümüzün ne tür insanla­ rını simgeliyor? Nezihe Araz'ın tekstinde başhekim ve hademeler, kadının gözündeki erkek dünyasını temsil ediyor diye düşünüyo­ rum. Yani onlar her şey; tecavüz eden de, üzülen de, ölen de, yargıda bulunan­ lar da onlar, yardım eden de onlar, hep onlar. Ben oyundaki bütün erkek karak­ terleri üçe indirdim; tecavüz edenleri, başhekim ve hademeleri ve askerleri ay­ nı üçlü oynuyor. Üç erkek prototipi var demekte fayda var. • Sizce oyunun patlama noktaları ne­ lerdir? Oyunda iki tane önemli nokta var benim için; biri kadının ana olma duygusu, ikincisi çocuk sesleri. Benim Nezihe Hanım'ın sorununa eklediğim bir sorun da sanırım çocuklar olacak. Kadınlar ve ço­ cuklar. Çocuklar çok daha önemli çünkü, Nezihe Hanım'ın da söylediği bir şey var, çocuklar geleceğin hem saldırganla­ rı, katilleri, hem de kurbanları olacaklar, bundan kaçmak mümkün değil. Tam bu noktada, bu konunun geçtiği her yer patlama noktası benim için, çocuk sesini duyduğumuz her an dehşet bir an. An­ neleri tarafından istenmediğini çocukla­ rın hissettiği her an, korkunç bir an, bunlar çok büyük patlama noktaları diye düşünüyorum. • Savaş Yorgunu Kadınlar'da ne tür bir reji çalışması izlediniz?


a

kaçmamız mümkün değil. Bunu kadınlar yapıyorlar, öldürüyorlar. Kendi çocuğu­ nu taşla ezen kadın da var, dokuzuncu ayda yumruklarıyla öldüren kadın da var. • Varolan gerçekliklerin sahneye akta­ rılması pek de kolay olmasa gerek, bu bağlamda çalışmalar boyunca gerçek­ ten zorlandığınız noktalar oldu mu? Evet, örneğin tecavüz sahneleri. Gerçek­ ten tecavüz olaylarını çalışmakta güçlük çekiyorum çünkü tecavüz, oyuncuların ve benim görmek dahi istemediğimiz bir şey, ama bir gerçek var ki, bu kadınlar bu yüzden bu haldeler, o zaman, en azın­ dan bu sahnelerden birinin çok gerçek yapısıyla sahnede canlandırılması lazım ki, herkes biraz rahatsız olsun; konuş­ mak değil, görmekten rahatsız olsun. • Oyunun günümüz gerçekliğiyle bire­ bir örtüşüyor olması, güncelliği, rejiye olumlu veya olumsuz bir katkı getirdi mi? Hayır, çünkü oyunun güncel olması beni ilgilendirmiyor açıkçası, beni daha çok klasik tarafı ilgilendiriyor, yani savaşlardaki kadınlar ilgilendiriyor. BosnaHersek'teki yüzbin tane kadın çok önemli tabii, otuzbin tanesinin hamile olması ve binlerce çocuğun olması çok önemli ta­ bii, ama Yahudi'lere yapılanları da çok iyi biliyoruz, Kuveyt'teki beşyüz kadını, Türk-Yunan savaşındakileri biliyoruz, Körfez Savaşı'nı biliyoruz. Şu anda da Irak bombalanıyor, hepsi aynı şey, bunu biliyoruz. • Oyunda kullanılan müziğin önemi,

pe

cy

Ben, tüm kavramlar bir yana, tiyatroyu araştırıyorum, kendi dünyamda. Bu oyun da bunun için bir araç. Burada artı çok daha güzel bir çalışmayla karşılaş­ tım; Nezihe Araz, yaşayan bir Türk yaza­ rı, bu kez, tiyatroyu yazarından oyuncu­ suna kadar araştırıyoruz. Yazaryöhetmen-oyuncu üçlüsü yaşıyor ve bu üçlünün en doğruyu bulma yolunda bir yarışları var birbirleriyle ve ortaya çıka­ cak oyunda çok bariz bir şey var, altı ta­ ne] kadın inandığı takdirde bu çıkmaza, hehı taciz edilmiş hem de ana olmuş ka­ dının varlığına inanabilirlerse, ona inanıp bize anlatabilirlere ancak oyun başarılı olabilir zaten. Yönetmenin burada yaptı­ ğı iş oyuncuya bu inancı verebilmek, inanmasını sağlayabilmektir. • Evet, ben de bu noktaya gelmek isti­ yordum. "Bir kadın için vazgeçebilece­ ği en son şey yavrusudur" şeklinde ge­ nel bir kabul var. Oyuncularınıza 'gavur tohumuna el sürmeme' inandırı­ cılığını kazandırabilmek için ne tür bir karşılaştırma ya da değerlendirme yapmanız gerekti? Bu konuda başladığımız ancak henüz bit­ memiş bir çalışmamız var, biraz psikoanaliz gibi bir şey bu. Her oyuncu kendi geçmişiyle ilgili birtakım karelerden bir şeyler çıkarmaya çalışıyor. Ve burada gerçekten bir annenin çocuğunu isteme­ me durumunu yakaladığımızı zannediyo­ rum ama o aynı annenin istediği ancak vazgeçemediği durumu da yakalıyoruz. Kaldı ki tüm bunlar gerçek ve gerçekten

ağırlığı üzerine ne söyleyebiliriz? Benim tiyatroya bakışımda zaten müzik, dans ve söz aynı yere geliyor. O yüzden oyunda gene dans var, çok komplike, çok büyük bir partisyon değil ama dansla anlattığım çok şey var, mimus var oyu­ nun içinde ve müzik var. Müzik oyunun bir parçası, yani üç ayağından biri. • Dekor, kostümden nasıl yararlandı­ nız? Dekor konusunda ben bir tek malzeme önerdim Orhan Alparslan'a, o da bu mal­ zeme üzerine gitti. Amerikan bezi iste­ dim. Doğumdan ölüme kadar kullandığı­ mız tek malzeme diye düşünüyorum ve kadın denince Amerikan bezi çok önemli oluyor gözümde. Hastanenin atıl, kulla­ nılmayan bir bölgesi bu, belki bir hangar­ dı, orayı birtakım bezlerle yaşanır hale getirmişler diye düşünüyorum ve böyle­ ce savaşın içine de direkt giriyoruz, sa­ vaştan yoksun bir dekor değil yani, sava­ şı anlatan bir dekor bu. Kostümde de üniformaya yakın, tek tip bir kostüme gitmeyi istedim, o başarıldı. Yani savaştayız ve bunu çok iyi biliyoruz. • İlave etmek istediğiniz bir şey var mı? Bu oyundaki kadınlar asla, sadece Bosna-Hersek'teki kadınlar değil, ama bir alt başlık var ki çok seviyorum; bu oyun "Saray-Bosna Kadınlarına Bir Ağıt". Evet, onlara ağıt olsun bu, bizim onlara bir ağıtımız olsun. Bizler bu ağıdı yakıyoruz çünkü. •

Tiyatro... Tiyatro..

9


haldun dormen'den 41 yılda 100 oyun

kraliçeler de aşka yenilir Nalân ÖZÜBEK

DORMEN

KADIN

TİYATROSU

Yazan: Dario Fo

Yöneten: Haldun Dormen Yön. Yardımcısı: Metin Arslan, Emir Saygın

Hakan Ökten, Engin Yüksel,

Levend Yılmaz, Şafak Topal,

• Sayın Haldun Dormen, bu sizin yönettiğiniz yüzüncü oyun. Duygula­ rınızı öğrenebilir miyiz? Doğrusunu isterseniz yüzüncü oyu­ num olması nedeniyle özel duygula­ rım yok, tesadüfen sayıp yüzüncü oyun olduğunu öğrendim. Ne zaman yüz olacak diye düşünüyordum ama işte yüz olunca da bunu tesadüfen öğrendim. Bu ne demek, hiçbir şey demek değil, yüz tane oyun koymu­ şum demek herhalde, bir yüz tane da­ ha olmayacağını biliyorum yalnız, duygularımdan biri bu. Oyun yönet­ menin dışında bir yığın şey yapan bir insanın bu kadar oyun sahnelemesi epeyce anlamlı olabilir bir başka bo­ yutta tabii ki, hele buna bir de altı yıl tamamen tiyatrodan uzak kalındığını ilave ederseniz, ancak bu da epeyce çok çalıştığımı gösterir sadece. Şimdi senede bir oyun, en fazla iki oyun sahneliyorum biliyorsunuz, demek ki ilk yıllarda çok üstüste oyun sahnele­ mişim. Umarım, bundan sonrasında da, o kafayı, o gücü, o enerjiyi bula­ rak, mümkün olabildiğince daha çok oyun sahneleyebilirim.

pe

Dekor: Nilgün Gürkan

hem de günümüz dünya liderleriyle dalga geçiyor, ilk kez bir Dario Fo oyunu sahneleyen Haldun

cy

Oynayanlar: Nurinnisa Ylıdırım,

Emir Saygın

deyse Kadın. Dario Fo bu oyunda İngiltere kraliçesi Elizabeth'i eksen alarak hem iktidar hırsıyla

Dormen 7e yapılan söyleşiyi sunuyoruz.

Çeviren: Füsun Demirel

Gülen Karaman, Ali Yalaz,

Haldun Dormen yönettiği 100 ncü oyunda bir Datio Fo oyunuyla seyirci karşısına çıkıyor. Ner-

a

NERDEYSE

Kostüm: Sadık Kızılağaç Yer: Dormen Tiyatrosu

• Öğrenciliğinizi de dahil edersek 41 yıldır bu mesleğin içindesiniz. Oyunculuk bir yana, sahnelediğiniz bunca oyun arasında Dario Fo'nun başka bir oyunu var mı? Hayır, Dario Fo'nun hiçbir oyununu daha önce sahneye koymadım. Bazı yazarların oyunlarını birkaç kez koy­ duğum oldu, hatta aynı oyunu birkaç kez sahnelediğim oldu ama Dario Fo'yu ilk defa sahneye koyuyorum. Dario Fo'yu çok seviyorum, onun için 100. oyunumun Dario Fo olması bana çok ilginç geliyor. • Bize oyundan, Nerdeyse Ka10 Tiyatro... Tiyatro...

dın'dan söz eder misiniz lütfen? Nerdeyse Kadın oldukça ilginç bir oyun; dramatik bir olayı komik anlatı­ yor ve sonunda dramatik bitiriyor yi­ ne. İngiltere'yi İngiltere yapan Kraliçe Elizabeth'in Lord Essex'e olan ilgisini temel alıyor. Lord Essex, herkesin bildiği gibi, Kraliçe Elizabeth'in yaşlı­ lığında tanıdığı, çok yakışıklı ve şıma­ rık bir soylu. Elizabeth buna aşık olu­ yor ve birtakım haklar veriyor, ancak Lord Essex de, şımarıklığından, Elizabeth'e karşı olan birtakım şeyler ya­ pıyor; kadın her şeyin üstünde İngil­ tere'yi, tacını ve tahtını tuttuğu için, bunu idama mahkum ediyor, işte bu, Essex'in tutuklanmadan evvelki son iki üç günün hikayesi. Ama Dario Fo bu dramatik olayı anlatırken komik bir şekilde anlatıyor. Mama Zozo adında bir travesti koymuş mesela. Aslında travesti mi değil mi o da belli değil fakat ben kesin olarak travesti yaptım bu karakteri. Ancak nerdeyse kadın' tabiri bu karakter için değil, Kraliçe Elizabeth için kullanılıyor. Er­ kek gibi bir kadın olduğu için ve ülke­ yi erkek gibi yönettiği için, bazı in­ sanlar böyle yazmışlar ve kendisi de buna çok sinirleniyor. Dario Fo tüm bunları anlatırken, as­ lında günümüz liderlerini anlatıyor ve özellikle Ronald Reagan zamanında yazmış, onu anlatıyor. Hatta, bir mek­ tubu da var. Oyun yanılmıyorsam İtalya dışında bir tek Amerika'da oy­ nanmış, Amerika'da Yale Üniversitesi'nin profesyonel bir tiyatrosu var, orada oynanmış ve Dario Fo da davet , edilmiş, o da bu tiyatronun dergisine, Ronald Reagan'a hitaben bir mektup yazmış, bu mektubu da oyunun ba-


şekilde kendi fikirlerini aktarıyor. • Dekorda ve kostümde özen gös­ terdiğiniz hususlar oldu mu? Dekorda biz her şeyi biraz uçuk yap­ mak istedik ama hiçbir zaman da gerçekten dışarı çıkmak istemedik.

Kesinlikle dönemin giysilerini kullan­ dık ama örneğin Mama Zozo'nun kı­ yafetinde ışıklar yanıyor. Buna benzer çağa özgü farklılıkları dekorda da ge­ tirdik, kostümde de tabii. •

Dario Fo'nun Ronald Reagan'a yazdığı mektuptan

a

"...Oyunumdaki yaşlı Kraliçe Elizabeth'le senin aranda nasıl bir bağ kurula­ bilir anlamıyorum, aradan neredeyse 400 yıl geçmiş. Senin gibi yıllarını aktörlüğe adamış akıllı bir adam tiyatroda sembol ve simgelerin kullanıldı­ ğını bilir herhalde. Bu yüzden simgelerden yola çıkarak Elizabeth'le aranda bir bağlantı kurarsan çok alınırım doğrusu. Yani ben zaman zaman verdiği kararları unutan, çevresindekilerin, arkasından türlü entrikalar çevirdiği, ne yaptığını bilmeyen yaşlı bir devlet müdüründen söz ediyorsam sen ne diye üstüne alınıyorsun? Benim oyunumda anlattığım olaylar yüzyıllar önce İn­ giltere'de olmuş. İngiltere nere Amerika nere? Kusura bakma dostum ama sen de öküz altında buzağı arıyorsun. Güya oyunda Elizabeth'in ufak tefek idrar kaçırmalarını senin son günlerde hayli reklam konusu olan prostat sorunlarınla alay etmek için yazmışım, bunu söyleyenler deli mi allan aşkı­ na? Yaşlı bir kraliçe çişini tutamıyorsa sen ne diye gocunuyorsun anlamı­ yorum. Sonra Kraliçe'nin sarkan orasını burasını çektirmesi, göğüslerinin estetiğine büyük titizlik göstermesi seni niye bu kadar kızdırıyor ki? Sen yirminci yüzyılda yapılması gereken şeyleri yapıyorsun yalnızca; saçını bo­ yatıyorsun, yüzünü çektiriyorsun, fazlalıklarını aldırıyorsun, ince veya sportmen görünmek için özel yapılmış korseler giyiyorsun. Bunda ayıpla­ nacak, alay edecek ne var? Bir de Kraliçe'nin habire tahta atına binmek is­ temesini senin eski bir kovboy olduğunun alayı olarak görenler varmış, bak sen şu işe..."

pe cy

şında dinleyeceksiniz. • Oyunun bütününde Elizabeth'in duygularını nasıl ele aldınız, nasıl yorumladınız? Ya da buradaki ana duygu neydi sizce? Ben buna iktidar hırsı diyorum. İkti­ dar hırsı insanları güç duruma soku­ yor zaman zaman, diyorum. Ve ka­ dınların o çok güçlü olan aşk duygularına zaman zaman yeniliyor olmaları, diyorum. Kraliçe Elizabeth'i esas alan filmler seyrettim, okuma­ nın dışında, o filmlerde de, farklı yo­ rumlara rağmen görüyoruz ki, iktida­ rın komikliğini, gülünçlüğü anlatılmaya çalışılıyor. Dario Fo da ik­ tidar hırsının aslında ne kadar boş bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyor. • Oyunda, William Shakespeare'e ciddi boyutlarda bir saldırı var. Bu­ nu nasıl değerlendiriyorsunuz? Şimdi, Elizabeth'in Shakespeare'e saldırmasına bence olanak yok, çün­ kü çok ince, çok da geçerli olmayan bir varsayıma göre Elizabeth'in ken­ disi Shakespeare. Bu tabii tarihsel gerçekliğe de pek uymuyor, çünkü 1603de ölüyor Elizabeth, oysa Sha­ kespeare 1619a kadar eserlerini ser­ gilemeye devam ediyor, ama diyorlar ki işte, yazmıştır bırakmıştır vs. Ola­ naksızlığı düşündüren bir ikinci ne­ den ise; Shakespeare, Elizabeth'i çok göklere çıkartıyor, yani Shakespeare'i bilen herkes Kraliçe'nin aleyhinde bir şey yazmayı düşünmeyecek kadar Elizabeth'e hayran olduğunu anlatıyor. Eliza­ beth'in de Sha­ kespeare'e çok büyük bir düş­ manlığı olabile­ ceğini zannetmi­ yorum çünkü, Londra'da 1 ti­ yatro varken, Eli­ zabeth zamanın­ da 19 tiyatro oluyor, büyük bir Rönesans oluyor biliyorsunuz. Sa­ natsal bağlamda parlak bir devir başlangıcı yani. Tüm bunlardan yola çıkarsak gö­ rüyoruz ki, Dario Fo çok hoş bir

Tiyatro... Tiyatro.

11


uçmak ü z e r i n e Haldun DORMEN Ortaokulu Galatasa­ ray'da, liseyi Robert Kolej'de bitirdi. 1949'da Yale Üni­ versitesi Tiyatro Bö­ lümüne kabul edil­ di. 1952'de mezun oldu. 1954-de Muh­ sin Ertuğrul yöneti­ mindeki Küçük Sahne'ye girdi. 1955'de Cep Tiyatrosunu, 1957'de Dormen Ti­

pe

cy a

Dario Fo benim reji uçukluğuma çok uygun bir yönetmen. Bu satırı okuyanlardan "Sen de nereden uçuk yönetmen oluyorsun?" diye düşü­ nenler olabilir. Böyle düşünenlere eğer yaşları uygunsa, eski oyunla­ rımdan Pierre Pathlin'i, Amphitryon'u ve Sokak Kızı irma'nın ilk prodük­ siyonlarını hatırlatmak isterim. Pierre Pathlin gençlerle kurduğumuz Cep Tiyatrosu'nun ilk oyunuydu. 1955 yılında genç amatörler tarafın­ dan oynanmış ve benim yönetimimde sahnelenmişti. Türkiye'de uçuk mizansenle sahnelenmiş ilk oyundu. Olağanüstü başarı kazanmış olan Pierre Pathlin, Türk Tiyatrosu'na Altan Erbulak'ı kazandırmıştı. Plautus'un Amphitryonu'da bir Cep Tiyatrosu prodüksiyonuydu. Bu oyunda da Altan gene başrollerden birini oynuyordu. Altan Erbulak uçuk mi­ zansenlerin vazgeçilmez aktörüydü. Söyleneni hemen ve mükemmel bir biçimde yapar, yönetmenin fantazisini kat kat aşarak boyutlar geti­ rirdi yarattığı tipe. 1 961 yılında Atlas Sineması'nda Sokak Kızı İrma'nın ilk oynanışında ünlü mahkeme sahnesinde Altan'la iyice uçmuş ve İr­ ma'nın o yıllardaki olağanüstü başarı kazanmasında bu uçmalarımızla büyük katkıda bulunmuştuk. Altan'la da­ ha sonraki yıllarda birçok kez daha uç­ tuk. Sonra tiyatroda uçmak moda oldu ve herkes uçmaya başladı. Tabii; her şeyde olduğu gibi uçmadan uçmaya da fark vardı. Bu yüzden bazıları da uçayım derken kıçının üstüne oturdu. Hem de bir daha kalkamamacasına. Seksenli yıllarda Airplane, Top Secret, Waked Gun gibi filmlerle gençler sinemada da uçmaya başladılar. Hem de bu tarz film­ leri dünyanın dört bir yanı da tıklım tık­ lım doldurarak uçuyorlardı. Nedeni basitti. Seksenli yıllarda uçmaktan başka çare kalmamıştı, çevre öylesine dert doluydu ki. Bilinmez o ka­ dar korku yığılmıştı ki üstümüze... Uçmak unutturuyordu herkese çevre sorunlarını, nükleer korkuları, engellenemez hastalıkları ve yirminci yüzyılın son günlerinin getirdiği binbir başka kabusu. İtalyan yazar Da­ rio Fo uçmanın tiyatrodaki üstadlarından. Atası Plautus'dan gelme bir yetenekle uçarken mesajlar da yağdırıyor seyircisine. Yıllarca Avru­ pa'da, son olarak da Amerika'da oynanmış ve yüzyılımızın büyük tiyat­ ro ustalarından biri olarak karşılanmıştı. Dario Fo'yu Ankara Sanat Ti­ yatrosu, Bakırköy Belediye Tiyatrosu, Deniz Türkali, Füsun Demirel ve Hadi Çaman vasıtasıyla tanımış ve hemen sevmiştik. Ben kendi hesa­ bıma Türkiye'nin tanımadığı bir Dario Fo oyunu bulmak ve sahnele­ mek, böylelikle de ünlü yazarla birlikte uçmak istiyordum. Sonunda Elizabeth, Nerdeyse Kadın komedisini buldum ve hemen kaptım. Dario Fo'yla birlikte uçmak gerçekten büyük bir zevkmiş. Nerdeyse Kadın oyununu seyredenlerin bu uçuşa katılmalarını ve bu uçuştan en az bi­ zim kadar zevk almalarını umarım. Haldun DORMEN 12

Tiyatro... Tiyatro...

yatrosunu kurdu. Bugüne kadar 100 oyun yönetti. Sekiz yıldır İstanbul Üni­ versitesi Tiyatro Bö­ lümü'nde öğretim üyeliği yapmakta­ dır. 5 yıldır Kamera Arkası programını sürdürmekte olan Haldun Dormen'in Antrakt adlı ikinci kitabı baskıya hazır­ lanmaktadır.


cy a

pe


eskimeyen bir tutku: evita E V İ T A İSTANBUL ŞEHİR TİYATROSU Yazan: Tim Rice Çeviren: Gencay Gürün Yöneten: Kenneth Urmston

cy a

Yard. Yönetmen: Hakan Altıner Oynayanlar: Ruhsar Öcal,

Cihan Ünal, Suat Arıkan, Kartal Kaan, Aslı Omağ, Binnur Uyar Dekor: Atıl Yalkut

pe

Kostüm: Sevim Çavdar

1979 yılından bu yana çeşitli ül­ kelerde 30dan fazla Evita'yı yö­ neten Kenneth Urmstone Türki­ ye'de ikinci kez aynı müzikali sahneliyor. 1989'da 4 kez sergilenen oyunda Evita'ları Zuhal Olcay, Füsun Önal, Deniz Türkali ve Arşen Gürzap, Che'yi ise Cihan Ünal ile Neco oynamıştı. İstanbul Şehir Tiyatroları tarafın­ dan ikinci kez sahnelenen Evita projesini Efes Pilsen destekliyor, yine Kenneth Urmstone sahneli­ yor. Che'yi bu kez Cihan Ünal tek başına üstlenirken, Evita'ları Ruh­ sar Öcal ile Nurseli İdiz paylaşı­ yorlar. Evita'nın başladığı sıralarda çeşit­ li ülkelerde 3 Evita daha sahnele­ niyor olacak. Eski kadronun yüz­ de 50'sinin muhafaza edildiği oyunda Urmstone bu kez zorlan­ madan çok daha kısa sürede oyu­ nu kotardıklarını söyledikten son­ ra Evita'nın neden bu denli

Işık: Kenneth Farley Müzik: Ünal Algın

Yer: Harbiye Muhsin Ertuğrul

popüler olduğunu anlatıyor: "Müzikalekonu olmuş olaylar ve tarihi dönem hâlâ o kadar çok ül­ kenin siyasal-toplumsal yaşamı ve tarihiyle çakışıyor ki oyunun ne­ den bu kadar çok ülkede bu kadar tekrarlanarak oynandığına şaşma­ mak gerek. Örneğin Filipinlerin Imelda Marcos'u bile aynı karak­ ter." 25 Ocak Pazartesi günü sahnelen­ meye başlayan Evita'nın konusu kısaca şöyle; Yoksul bir ailenin kı­ zı olarak dünyaya gelen Eva, hırsı ve inatçılığı ile her türlü engeli aşarak eşi Devlet Başkanı Peron'uda etkisi altına alarak fiili Devlet Başkanlığına kadar yükseliyor. Yaşadıkları ve yaşattıkları ile dillere destan olan Eva yıllardır eskimeyen ve eskimeyecek olan bir içeriğe sahip. Evita restore edilip yeniden faali­ yete başlayan, döner sahneli Har­ biye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde şubat ayında da devam edecek. •

Evita'nın ikinci sahnelenişınde Che'yi yine Cihan Ünal, Evita'ları ise Nurseli İdiz ile Ruhsar Öcal oynuyorlar


pe

cy

a

Marketing Türkiye Okuyucu Portresi, Fotoğraf: Cengiz Çambel

Ali Tara. Tara Productions ortaklarından. Film yönetmeni. İstanbul Konservatuarı Tiyatro Bölümü mezunu. "Media Studies" üzerine master yaptı. 1992 EPICA ödülü sahibi. Marketing Türkiye profesyonel hayatının değişmez bir parçası.


30 kupon g e t i r e n herkese

hava bedava su bedava Yasemin DİLBER

DERİN SOLUK TİYATRO

BİR AL

STÜDYOSU

Tiyatro Stüdyosu, İngiliz Ben Elton 'un Derin Bir Soluk Al adlı oyununu istek Vakfı Balmumcu Kül­ tür Merkezi'nde oynuyor. Oyunu çeviren ve uyarlayan Ahmet Levendoğlu. Oldukça ilginç, çöpten bir dekora sahip oyunun yönetmeni Ahmet Levendoğlu ve dekorları yapan Duygu Sağıroğlu ile yapılan-söyleşiyi sunuyoruz.

Yazan: Ben Elton

Yöneten: Ahmet Levendoğlu Oynayanlar: Haluk Bilginer, Ahmet Levendoğlu, Nilüfer

pe cy

Açıkalın, Oktay Kaynarca

• Öncelikle oyunun konusunu özetler misiniz lütfen. Oyun basit anlamda bir çevre yok edilmesi ya da doğa yok edilmesinin epey ötesine geçerek doğanın, dola­ yısıyla yaşamın, yani tüm insanlığın, insanoğlunun ortadan kalkabileceği gibi bir tehlikeyi eksen olarak alan bir olgu çevresinde gelişiyor. Bura­ da belki önce şunu açıklamak gerek; bu bir ingiliz oyunu, yazarı Ben El­ ton. Ben Türkçe'ye, Türkiye'ye uyar­ ladım oyunu. Tabii ki oyunun genel çerçevesini büyük ölçüde koruyarak ama Türkiye'ye getirmekle bu olgu­ nun kazandığı bazı çarpıcı boyutları da devreye sokmak düşüncesiyle uyarlamayı yaptım. Yani sonuçta Türkiye'de bir büyük holding patro­ nunun ve onun yanında çalışan iki tane prens diye tanımlayabileceği­ miz baş yardımcısının yoktan var edilen bir buluş peşinde yola çıkma­ larıyla başlıyor. Yeni bir ürün, yeni bir ticari meta yaratma ve bunu yok­ tan var etmek gibi gene kendi tanımlarıyla megavizyon peşinde yola çıkı­ yorlar. Bunun sonucunda insanoğlunun havası, embas adı ve­ rilen aygıtla depo ediliyor ve insanla­ ra geri satılıyor. Ve bu sanayi devre­ ye girdikten sonra çok olağanüstü boyutlar kazanıyor. Tüm öteki sana­ yi ülkeleri devreye giriyor. Japonlar, Amerikalılar pazara el atıyorlar, iş korkunç boyutlara varıyor, ilk üreti­ mi olan bu küçük embas giderek bü­ yüyor ve dev emici basınçlı aygıtlara dönüşüyor. Yani sonuçta tüm yeryü­ zünün havası depolanıyor ve yine in­ sanoğluna satılıyor. Ama bu süreç içinde bir haftadan sonra tabii hava kalmayacağı için kaçınılmaz sona

a

Çeviren: Ahmet Levendoğlu

Dekor: Duygu Sağıroğlu

Yer: İSTEK Vakfı Balmumcu Kültür ve Sanat Merkezi

16 Tiyatro...Tiyatro...

doğru oyun ilerliyor. • Bütün bunlar sıra sıra didaktik bir hava içinde mi veriliyor? Tam tersine, didaktik biçimi benim­ seyen bir insan değil, Ben Elton. Ben de aynı doğrultuda gittim. As­ lında son derece vahim, ciddi ve ağırbaşlı olan bu konuyu hiç parmak sallamadan, hiç çatık kaş kullanma­ dan, tam tersi çarpıcı bir komedi bi­ çimiyle ele alıyor ve bu iki karşıt öğenin biraraya gelişi bence oyunun temel özelliğini, temel niteliğini orta­ ya çıkarıyor. • Buna çevreci bir oyun diyebilir miyiz? Onun dışında parmak bastı­ ğı noktalar da var mı? Çok yalın anlamıyla çevreci bir oyun, ama ondan da öte, gerçekten doğanın, yaşamın, insanoğlunun or­ tadan kalkabileceği gibi son derece vahim bir tehlikeye parmak basan bir oyun. Oyunun ekseni bu, ancak başka öğeler de tabii ağırlık kazanı­ yor oyunda. İkinci önemli öge, med­ ya öğesi. Basın ve tüm öteki iletişim organlarının biraraya gelerek oluş­ turduğu medya öğesi. Bu ürünü pa­ zarlama doğrultusunda kolları sıvı­ yorlar ve işin bu yanı da oyunun örgüsüne hem çok güldürü niteliği kazandırıyor hem de oyunun özünü ve sözünü aktarmada, bu ödeve çok yardımcı bir işlev kazandırmış olu­ yor. • Medyayı eleştiren bir oyun diye­ bilir miyiz? Eleştiri yalnızca aşağılamak için, ka­ ralamak için değil. Eleştiri, olguları gösterme, gün ışığına çıkarma, ışık altına koyma, bakın böyle şeyler ya­ şanıyor ve hep birlikte yaşıyoruz, demek oluyor. Onun için hiçbir sek-


mek gibi zorluklarla karşılaştı. Bu, tasarımdan bazı küçük öğeleri gö­ türdü, götürmek zorunda kaldı ama gene de Duygu Bey büyük bir beceri ile ve sonsuz özveri ile bu zorlukları aşmasını bildi. • Dört kişilik bir kadroyla oynu­ yorsunuz. Tekstin orjinaline göre bir kadro küçülmesi oldu diyebilir miyiz? Kadro küçülmesi değil, bilerek yap­ tığımız bir şey. Benim dışımdaki öteki üç oyuncu aynı zamanda kendi rollerinin dışında birer küçük rol da­ ha oynuyorlar. Mutlaka az kadroyla oynayalım düşüncesiyle böyle bir şey yapmış değiliz. Böyle bir çiftle­

pe

cy

a

törü, hiçbir kesimi direkt olarak he­ def alan bir çalışma değil bu. Bu ol­ gu içinde yer alan sübjeler son dere­ ce çıplak bir biçimde ve bir güldürü anlayışı içinde sunuluyor. Kara mi­ zah diyebileceğimiz bir oyun. • Oldukça değişik bir dekor kulla­ nılmış, bu konuda ne söyleyebilir­ siniz.? Duygu Sağıroğlu gerçekten işine çok düşkün bir tasarımcı ve bizim her doğrultuda peşinde olduğumuz titizlik anlayışıyla, yaklaşımlarımız örtüşmüş oldu. Ve çok özenle çalış­ tı. Önce başka bir salon için yapmış olduğu eserini son yirmi gün içinde bugün çalıştığımız salona adapte et­

me, oyunun örgüsüne, yapısına da denk düştü. *** • Sayın Duygu Sağıroğlu, çok çar­ pıcı, çok etkileyici bir dekor. Neyi ön plana çıkartmaktı amaç? Oyunun özünden bağımsız hiçbir şey yapılamaz. Bu oyunun özü, çok rahatça kavrayıp benimsediğim bir şey; endüstrinin getirdiği çok ağır çevre kirliliği. Neredeyse dünya üze­ rinde yaşamı belirleyen bir Şey. Bir­ denbire çöpten bir dünyanın içinde bütün bunlar oluyor ve çöpün içinde yaşıyoruz, artık o kadar kanıksamı­ şız ki onun farkında bile değiliz. Bu düşünceyle yola çıkarak çöpten bir dekor oluşturma fikri yerleşti. Ama çok zorlandık. Ben önce sanı­ yordum ki madem bunlar doğada yok olmuyor, her yerde görüyoruz, bulmak, toplamak kolay olur. Ama, bundan bir şey yapmaya kalkınca başka bir gerçek çıkıyor ortaya, ki bunlar yoklar, üç tane beş tane var ama böyle bir şey meydana getir­ mek için hemen elimizin altında yok­ lar. Onun jçin eşe dosta haber ver­ dik. Herkes evinde topladı. Yok olmayan ambalaj malzemesi, özellik­ le plastik ve metal, naylon, pet şişe bulmak daha kolay oldu. Ancak yer­ lerini bulmak zor oldu. Sonunda top­ layıcılarla ilişki kurduk. Onlara gittik. Oradan alırken ayıkladık ve oradan buraya naklettik. Ama kokuyorlardı, çok değişik, pis birtakım şeylere bu­ laşmışlardı. Yıkadık hepsini. Bir de tiyatro dekorunun gerektirdiği ha­ cimsel şeyleri kullanamıyoruz. Daha düz hale getirmemiz gerekiyordu.Yani bu hale gelmezden evvel çok işlemden geçti. • Ne kadar zaman aldı bu düzenle­ me? Çok zaman aldı diyemem ama sanı­ yorum ki ikibuçuk-üç ay sürdü. Asıl zamanımızı bunu yapmak değil de bu malzemeyi toplayıp derleyip kul­ lanılabilecek hale getirmesi aldı. • Bir nevi perde olarak kullanılan paravanın boyutlarını öğrenebilir miyiz? Paravanın ebatları şu anda takılı ola­ rak sahnenin ağzı oniki boyu üç metre olduğuna göre izdüşümsel boyutları üçbuçuğa on iki, ama tabii bu tam boyut vermiyor. Onsekiz metreye üçbuçuk metrelik bir alan düzlem olarak. • Tiyatro... Tiyatro...17


nâzım hikmet yazmış, meral taygun yorumladı, herkes yaşıyor.

Bir garip y o l c u l u k Nalan MANYASLI

pe cy

a

Tiyatro sanatçısı Meral Tay­ gun 13 yıldır yurtdışında ve 13 yıldır Türkiye sahnelerin­ den uzakta. Taygun, Nâzım Hikmet'in 91. doğumyıldönümü nedeniyle Nâzım Hikmet konulu etkinlikte, ozanın Bir Garip Yolculuk adlı şiirini yo­ rumlamak üzere geçtiğimiz günlerde İstanbul'daydı. Tay­ gun 'la, Nalan Manyaslı dergi­ miz adına, Nâzım Hikmet Kül­ tür ve Sanat Vakfı'nda görüştü. sil Türk çocuklara öğretir mi­ sin?" diye bir öneride bulun­ m Son üç haftadır basın ve du. Almanya, memnun kaldı­ yayın organlarında yer al­ ğım bir ülke değildi hiçbir makla birlikte, yurtdışı serü­ zaman. Hollanda ise, bütü­ veninizi Tiyatro... Tiyatro... nüyle daha yumuşak, tole­ Dergisi okurları için de özet­ ranslı bir ülke. Rasizm (ırkçı­ ler misiniz? lık) sorunlarını çok önceden 1980 yılı Ekim ayında Nâ- halletmişler. Eski sömürgeci zım'ın "İnsan Manzaralarını olduklarından, yabancılarla oynamak üzere Berlin'e davet yaşamayı daha iyi biliyorlar, edildim. O dönemde Türki­ çünkü çıkarlarının orada yattı­ ye'deki karışıklıklar nedeniy­ ğının bilincindeler. Hollan­ le, yurda dönmemem tavsiye da'da göçmenlerin sırtından edildi, buradaki arkadaşlar ta­ da yaşandığını bildiğim için, rafından. Bu nedenle Ber­ bazı koşullar öne sürdüm bu lin'deki gösteriler bir süre öneriyi kabul etmeden önce. için uzatıldı, bir tiyatronun En az iki yıllık bir eğitim, baş­ programına alındı. Süre bir ka öğretmenlerin gerekliliği, yılı bulunca ben oyunu ingi­ günde sekiz saat çalışma gi­ lizce olarak da sergilemeye bi... İlk yıl 14 öğrencimiz var­ başladım. Bu arada Türki­ dı, şimdi bunların altısı pro­ ye'den ve Almanya'dan arka­ fesyonel oyuncu ya da daşların katılımıyla Kollektif yönetmen oldu. O dönem Va­ Tiyatro Grubu'nu oluşturduk. sıf da (Öngören) bu çalışma­ Burada Barış Derneği Davası ya katıldı. Gerçek tiyatro okul­ başladı, tutuklamalar oldu. larına girebilmeleri için ön Aynı dönemde Hollanda, Ro- eğitim verdik bu öğrencilere. terdam'a bir oyun için davet Yine bu dönemde Hollanda'lı aldım. Roterdam'da olduğum bir bayan sanatçıyla birlikte süre içinde Hollanda kültür Nâzımın Kuvayi Milliye'sini Bakanlığı'ndan bir yetkili, oynadık. Amsterdam Tiyatro "Mesleğini buradaki ikinci ne­

Fotoğraflar: Göknur Calan

18

Tiyatro . . . T i y a t r o . . .

Okulu'ndan gelen bir teklifle orada ders vermeye başla­ dım, altı ay sonra okulun mü­ dürlüğünü önerdiler, önce reddettim, bunun aynı za­ manda oyunculuk ve rejiyi de içeren bir iş olduğunu görün­ ce, kabul ettim. Bir yerde mü­ dürlük ve sanat yönetmenliği karışımı bir iş. Günde 12-14 saat çalışıyorum, çok yorulu­ yorum, ancak çok tatmin edi­ ci, altı yıldır böyle sürüyor. • Yurtdışına çıkışınız özel yaşamınızı nasıl etkiledi? Yurtdışına çıkışım bir aylığınaydı, seçilmiş bir yerleşme değildi... Ali Taygun'la evlili­ ğimiz 1979'da sona ermişti, ancak henüz mahkemeye başvurmamıştık. Boşanma­ mız benim yurtdışında ol­ mam nedeniyle 1983te ger­ çekleşti. Bu arada Ceren'i 1980-1984 arası birkaç kez yanıma aldırmakla birlikte, Hollanda'ya kesin gelişi 198'4'te oldu. İlkokulu burada bitirtip öyle getirdim Hollan­ da'ya. Böylece Türkçe'yi tam anlamıyla kavradı, şimdi bu­ nun yararını görüyor. • Türkiye'de rol aldığınız son oyun hangisiydi? 1980'de, aynı anda İstanbul ve Ankara'da, Nâzım'ın yapı­ tında rolüm vardı. İstanbul Birlik Sahnesi'nde "İnsan Manzaraları", Ankara Sanat Tiyatrosu'nda ise konuk oyuncu olarak "Ferhat ile Şi­ rini sergiiiyordum. • Türkiye'den çıkışınız Nâ­ zım'ın oyunlarıyla oldu, bu gelişiniz de Nâzım'ın bir şii­ riyle... Nâzım'la ilişkiniz nedir? Yurtdışında, Nâzım


nelerinden biridir. Ora­ da, ' önce Türk şairleri­ nin olduğu bölümde Nâ­ zım Hikmet olarak ara­ dım, herkes var, o yok. Sonra Ran olarak bak­ mak geldi aklıma, so­ yadı sırasına göre Leh şa­ irleri arasın­ da yer alı­ yordu

pe

elçisi olarak anılmak sizi sı­ nırlıyor mu? Keşke Nâzım elçisi olarak adlandırılsam, bu beni hiç sınır­ lamaz. Ama Nâzım elçisi ol­ manın, bana çok büyük bir iltifat olduğunu düşünüyo­ rum. Teşekkür ederim. Bu büyük bir sorumluluk. Tabii yalnız ben değilim Nâzımı yorumlayan, birçok sanatçı var. Ben kıyısından köşesin­ den, bu sanatçıyı dünyaya duyurmaya çalışan bir tiyatro sanatçısıyım. Nâzım'la ilişki­ ye gelince; ABD'de öğrenciy­ ken yaşadığım bir anım geldi aklıma. Bir derste bir şiir yo­ rumu yapmamız istendi. 1960'larda "Manzaralar" Memed Fuat'ın derlemesiyle ba­ sılmıştı, bende vardı. Ancak İngilizcesi'nin olup olmadığı­ nı merak ediyordum. Yale Üniversitesi Kütüphanesi, dünyanın en büyük kütüpha­

cy

a

Nâzım, o ka­ dar ağırıma gitmişti ki... O zaman Ta­ ner Baybars'ın çe­ virdiği "Taranta Babu"yu bul­ muştum, Nâzım tutku­ su ilk o za­ man başladı, 19-20 yaşlarındaydım. Ondan sonra da takıldım. Bir de Nişantaşı idadisi'nden babamın sınıf arka­ daşı olur Nâzım. Ayrıca Sela­

nik'te aynı yıl doğmuşlar. "Çilli çilli, havuç gibi bir oğ­ landı" derdi babam. En dev­ rimci dönemimde, çok sinir­ lenirdim bu benzetmeye. "Eee, bunun çocukluğu da vardı" derdi babam o zaman. O kadar büyük bir yazar ve şair ki Nâzım, insanın bir kez eline geçirdikten sonra bırak­ ması mümkün değil. • Türkiye'de daha uzun sü­ re kalmanızın koşulları nasıl yaratılabilir? Okul benim çok zamanımı al­ dığı için, bu, ciddi bir prog­ ramlama istiyor. Bu yıldan önümüzdeki yılın programını hazırlamalıyım, 'şu şu aylar­ da okulda bulunamam' gibi... Belki o zaman faal olarak bu­ raya bir şeyler getirmek mümkün. Belki "Taranta Babu"yu oynayabiliriz. Bu ger­ çekleşirse, birkaç gösteriyi Nâzım Hikmet Kültür ve Sa­ nat Vakfı'na bağış şeklinde sunmak istiyorum. Genco Erkal ile bir şeyler yapmayı dü­ şünüyoruz, yıllardır. Daha bu yaz karşılıklı oturup şunu yapsak, bunu sergilesek de­ dik. İnşallah ölmeden yapaca­ ğız. •

Meral Taygun

21 Kasım 1947de Karadeniz Ereğlisi'nde doğdu. 1965 yılında Arnavutköy Amerikan Kız Kolejini (bugünkü Robert Kolej) bitirdi. 1966 yılında rejisör Ali Taygun'la evle­ nip Amerika'ya gitti. Burada Joseph Papp, Robert Brustein gibi kişilerin teşvikiyle Yale Üniversitesi Tiyatro Bölümü'ne girdi. Sınıf atlayarak 1969da masters dere­ cesiyle mezun oldu ve Yale Repertoire Tiyatrosu'na alın­ dı. Bunun yanısıra Boston ve Hartford'da birer yaz sezo­ nu çalıştı. 1970de eşiyle birlikte İstanbul'a döndü. Amerika'da "Vanya Dayı", "Martı", "Beyaz İblis", "Çin İhti­ lali", "Hizmetçiler", "Pantagleize", "Don Juan" gibi oyunların yanısıra telif ve çocuk oyunlarında yer aldı. 1973'e dek Kent Oyunculan'nda çalıştı. Burada Ali Taygun'un sahnelediği Çehov'un "Üç Kız Kardeşi unutamadığı oyunlarından. 1974 yılında kızı Ceren doğdu. 1974-75 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatroları nda çalı­ şan sanatçı, 1975-80 yılları arasında, Vasıf Öngören, Ali Taygun, Güler Ökten, Gü­ lümser Gülhan, Oktay Sözbir, Nurettin Şen, Muadelet Tibet'le birlikte kurucuların­ dan olduğu İstanbul Birlik Tiyatrosu'nda Çehov, Gorki, Shakespeare, Gogol, Webster, Brecht ve Nâzım'in yapıtlarını yorumladı. 1979-80 sezonunda Ankara Sanat Tiyatrosu'nda konuk oyuncu olarak çalışan sanatçı, 70'in üzerinde oyunda rol aldı. Sanatçı halen Hollanda'da Amsterdam Tiyatro Okulu'nun müdürlüğü ya­ nında oyuncu ve yönetmen olarak sahne çalışmalarını sürdürüyor. • Tiyatro... Tiyatro...

19


müjdat gezen sanat merkezinden bir soru:

oyun bir gün biter ama ırkçılık ne zaman? H. Zafer ŞAHİN TAM

ROLÜNÜN ADAMI

MÜJDAT GEZEN SANAT MERKEZİ

Oyun daha önce Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından 1985-86 sezonunda Tam Rolünde adıyla Sezer Duru'nun çevirisi ve Nesrin Kazankaya'nın rejisiyle sahnelendi. Almanya'da iç çelişkilerin yol açtığı ırkçılık akımına tarihsel kaynaklarından bakan oyun, bir ortaöğrenim kurumundaki tiyatro çalışmasından yola çıkarak, konuş ve içeriği ile bir milyonu aşkın vatandaşı Almanya'da yaşayan Türk insanı için önemli sorunları gündeme getirmekte. Oyunun

Çeviren: Sumru Dinçel

• Oyunun öyküsünden kısaca sözeder misiniz? Oyun 80'li yılların başında yazıldı. Al­ manya'da Gripps Theatre'da sahnelendi. Topluluk yazarla birlikte çalışmış. Aslın­ da önce roman olarak yayınlandı. Öğret­ menlerin bu romanı oyunlaştırmaya gi­ rişmeleri üzerine romanın yazarı Leonie Ossowski, kendisi oyunlaştırmaya karar veriyor. Günümüzde bir lisede öğretmen adayı ile öğrencileri arasında geçen olayları anlatan oyunda, dersin bir par­ çası olarak 1945de Hitler döneminin son yıllarını anlatan bir oyun sahnelen­ mektedir. Hitler Gençliği Örgütü üyesi olan bir grup genç, yokluk, sefalet ve aç­ lığın hüküm sürdüğü günlerde bir kiler bulurlar. Ancak kilere girdikleri zaman, burada saklanan Yahudi bir çocukla kar­ şılaşırlar. İçlerinden en keskinleri Yahudi çocuğu ihbar etmek istemesine karşın, çoğunluğu buna itiraz eder. Oyun içinde­ ki oyun böyle devam ederken, asıl önemlisi oyunu çalışanların durumudur. Ayrıca, ciddiyetten giderek uzaklaşılan provalara öğretmen bir düzen vermek ister. Çocuklara göre de rol dağıtımı yanlıştır. Roller yeniden paylaştırılır. Keskin Hitler yanlısı çocuğu, Neo Nazi yanlısı Wolle oynayacaktır. Ama Wolle'nin bir şartı vardır; Yahudiyi de okulun öğren­ cisi, birkaç gün içinde Türki­ ye'ye göç et­ mek zorunda kalan Metin oy­ nayacaktır. Gi­ derek oyun ki­ şilerle

Yöneten: Savaş Dinçel Asistan: Birgül Ulusoy

pe cy

Oynayanlar: Caner Güler, Metin Akşahin, Uğur Uludağ, Sibel Seyhan, Günay Karacaoğlu, Eraslan Sağlam, Şevtap Çapan, Özgür Kemertaş, Ümit Çırak, Kıvanç Tiner, Berk Okumuş, Sevil Akı

a

Yazan: Leonie Ossovvski

yönetmeni Savaş Dinçel'le söyleştik.

Dekor: Atıl Yalkut

Kostüm: Canan Göknil Işık: Yonca İnal

Efekt: Birgül Ulusoy Yer: Müjdat Gezen Sanat Merkezi

özdeşleşir, ye­ ni yeni olaylar yaşanır.

20

Tiyatro... Tiyatro...

• Böylesi bir öyküye sahip olan oyun oldukça güncel... Asıl güncel olan oyun değil, Almanya'da hortlayan ırkçılık. Bu oyun bir gün bite­ cek, ama insanlık dışı ırkçılık düşüncesi ne zaman bitecek? Oyun bir zaman son­ ra repertuvardan kalkar. Ama bu zihni­ yet ne zaman dünya repertuvarından kalkar bilemiyorum. Ancak kalkmalı... • Tam Rolünün Adamı çalışması nasıl yürütüldü? Amaçlanan neydi? ilk yılımızın öğrencileri hazırlık sınıfın­ dayken, bir oyunun nasıl sahneleneceği­ ni öğrenmek durumundaydılar. Ben de bu oyunu, çalışma oyunu olarak sınıfa getirdim. Dönüşümlü olarak roller oyna­ nıyor, diğerleri provaları izliyordu. Hatta teknik sorunları da kendi aralarındaki görev paylaşımıyla çözümlüyorlardı. Yıl sonunda kendi aralarında yaptıkları rol dağıtımıyla oyunun bir tablosunu sahne­ lediler. Bu sahneleme çalışmasındaki başarılarını görünce, oyunun tümünü kotaracaklarına inandım. Okulumuzdaki çalışma salonunu 90 kişilik tiyatro salo­ nuna dönüştürdük. Okulun öğretmenle­ rinden Atıl Yalkut ve Canan Göknil dekor ve kostümlerini gerçekleştirdi. Çocuklar da bu çalışmalara katıldı, işçiliğini yaptı­ lar. Işık ve efektlerin hazırlanmasına ka­ tıldılar. Hepsine tiyatronun bir parçası olduklarını düşündürtmeye çalıştım. • Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nin çalışmanızdaki işlevi nedir? Müjdat'la gözlediğimiz bir şey vardı, Konservatuvarda okuyan çocuklar, para kazanmak için ödenekli ya da ödeneksiz tiyatrolarda çalışıyorlar. Ama sonuçta okullarından kopuk çalışmış oluyorlar. Müjdat Gezen'le ortak karar vererek öğ­ rencilerin kendi okullarında çalışma yap­ malarını düşündük. Sanırım bu ilk ör­ nek. Ayrıca oyunumuz bu çabalarımızın karşılığı olarak Soroptomistler Derneği tarafından ödüllendirildi. Ödül olarak da 20 milyon verecekler. •


msm'nin statü sorunu

mak gibi batan belli eğitim kurumları, çocuğunu ön­ ceden imam hatip okuluna gönderip sonradan bir kısmı fiilen, bir kısmı ma­ nen kaybeden babaların feryadının basında yer al­ dığı bir ülkede, onlara ses çıkarılmazken burada birtakım işgüzar bürok­ ratlar bunun üstüne git­ meyi yeğliyorlar. Ama bu çok şaşırtıcı bir şey de­ ğil, Türkiye'de yıllardır yaşadığımız olaylardan biri, bunun da üstesin­ den gelinecektir. Muzaffer Hiçdurmaz Sinema Yönetmenliği • Ben sanatın öğretisinin devlet tekelinde olmasına zaten oldum olası karşıyım. Çünkü devlet her şeye rağmen kendi siyasal boyutları doğrultusunda kişiler yetiştirme çabasını sürdürüyor. Oysa sanat, şekilli insan değil, çoğulcu; her yönüyle gelişmiş ve büyük öğreti isteyen bir koldur. Bir sa­ natçı çok donanımlı olmalıdır bana göre. Bugün bu ülkenin sa­ nat okullarına, konservatuarlarına baktığımızda öğretmen sayısı­ nın onu geçmediğini görürüz. Şu anda MSM'de ellidört hoca büyük bir özveriyle insanlara sanatı öğretmeyeçalışıyor. Sanatın her dalında bilgilendirmeye çalışıyor. Alternatif konservatuar di­ ye açıldı burası ve bütün hocalar ekonomik olarak da kültürel ve zaman olarak da elinden geldiğince hem Türk toplumuna hem Türk sanatına katkıda bulunuyorlar. Sayın Müjdat Gezen'in her zaman yanındayım ve yanında olacağım. Şinasi Bilgeli • Eskrim • Böyle büyük bir özveriyle hazırlanmış ve ideale hizmet veren, kahve köşelerinden toplanan gençlerimi­ zi cemiyete yararlı birer insan olarak çalıştırmaya azmetmiş bilâbedelçalışan ellidört öğretmen bu okulda hizmet veriyor. Hangi fikirdir ki buna karşı çıkar. Üzülmekten başka yapacak bir şeyi­ miz yok. Kendi adıma MSM'nin ideali uğruna hizmet vereceğime ve bunu sonuna kadar da götüreceğime söz yeriyorum.

pe cy

a

1992 başlarında "2000'li yılların sanatçılarını yetiş­ tirmek" amacıyla açılan Müjdat Gezen Sanat Mer­ kezi kurucusu Sayın Müj­ dat Gezen, 3 Mart 1993'te T.C. Milli Eğitim bakanlı­ ğı'nın açtığı bir dava nede-, niyle hakim huzuruna çıkı­ yor. Dava konusu "kaçak kurs açmak". 1992'de açılışından 4-5 ay önce müraacatı yapılıp, Bayındırlık Bakanlığı hariç, ilgili yerlerden izin ve ruh­ satlı Müjdat Gezen Sanat Merkezi'ne, bilindiği gibi T.C. Kültür Bakanlığı tara­ fından 1992-93 yılı özel ti­ yatrolara verilen desteğin ilk diliminde 'eğitsel tiyatro çalışmaları'ndan dolayı 200 milyon TL. verilmişti. Kuruluşundan 1 yıl sonra açılan bu davanın nedeni, yasada yer alan "Milli Eğitim Bakanlığı'nın haberi olmadan özel kurs, özel okul açılamaz" maddesi gibi görünse de MSM'deki eğitim para­ sız olduğundan bu kapsama girmese gerek. Konuya ilişkin Müjdat Gezen, savunma adına söyleyecek bir şey olmadığını çünkü ortada bir suçun bulunduğuna inanmadığını ifade ederken Sayın Başbakan'ın Bakan'ın ve İstanbul Valisi'nin kendisine bizzat konunun düzeltileceğini söyleyerek gösterdikle­ ri duyarlılıktan dolayı mutlu olduğunu dile getirdi. Müjdat Gezen Sanat Merkezinde görev alan bazı öğretmenler ise konuyu değerlendiriş biçimleri ve tepkilerine ilişkin soruları­ mızı şöyle yanıtladılar: Sumru Dinçel» Nitelikli Sanatçı - iletişim • Gülünç buluyorum. Kara mizah değil, kaba mizah. Mustafa Alabora • Tiyatro-Sahne Tatbikatı- Kendimi ihbar edi­ yorum, beni de sorgulasınlar. Müjdat Gezenin yaptığını bilerek ve isteyerek ben de yaptım ve yapmaya devam edeceğim. Her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de yasalar var ve bu yasalar kendi kapsam ve sınırları içinde bazı şeyleri yasaklarlar. Can Yüceliri dediği gibi bizim Ana Yasağımız var. Bu yasaları uygulayanlar kendi haklılıkları içerisinde yasakları koymaya devam edecekler, ben ve benim gibi düşünenler de bu yasakları delmeye çalışa­ caklar. Galiba dünyadaki gelişim de buna bağlı. Savaş Dinçel • Tiyatro-Sahne Tatbikatı • Tamamiyle bürokratik bir uygulama diye düşünüyorum. Biz yalnızca eğitim vermek is­ tiyorduk ve bundan dolayı da para talep etmiyorduk. Amacımız para veremeyecek olan ama sanata gönül veren çocuklarımızı yetiştirmekti. Yanlışmış, yasakmış, dava açılırmış. Şereftir ve ce­ vabı verilir çünkü biz insanlara karşı değil, insanlardan yana bir şey yapıyoruz. Bir yanlışlık varsa, yasalardadır. Sabiha Özdemir • Sanat Felsefesi-Estetik- Biz, MSM öğretmen­ leri, birtakım yasal kuruluşlar tarafından Müjdat Beye dava açıl­ masını protesto ediyor, kendisine olan sevgimizi, saygımızı, bu olaya katkımızı, hatta kendisinin suç ortakları olduğumuzu (çün­ kü aynı işi bilerek yapıyoruz) dile getiriyoruz. "Parasız eğitim vermek" bir dava konusu olacaksa, bunu yapmayan büyük işa­ damlarını hedef almalıdır. Nevzat Şenol • Tiyatro Diksiyon • Son zamanların birtakım mo­ da deyimleri var, yükselen değerler, kaybolan değerler gibi. Ben­ ce yükselen değerlerinin karmaşası içinde kalmış bazı kafalar burada parasız eğitim verilmesini statü dışı görüyor. Adam para­ sını barda, pavyonda harcayabilir, soruşturma yok. Ama bunu eğitim kurumunda harcıyorsa burada bir amaç aranıyor. Türki­ ye'de, Türkiye laik bir cumhuriyetse eğer, herkesin gözüne par­

Konuyu daha ziyade hukuksal bağlamda inceleyen Erdal Atabekin demeci ise şöyle: Elbette, bütünüyle yanlış, sanatın özüne, insan yetişmesinin özüne, eğitimin özüne aykırı bir durum var. Şimdi belki o yasa milli eğitimin, milli eğitim dışında eğitim birliğine aykırı çalışma­ lar yapılmasın diye düşünülerek çıkarılmış bir yasadır. Ama sa­ nat eğitiminin dışında, her türlü yasadışı eğitimin olduğu bir toplumda, sadece sanat eğitimine uygulanan bir yasa olmuş çık­ mış. Çarpıklığı orada. Ben bu yapılanmayı, Müjdat Gezen'in ken­ di parasını emeğe, eğitim emeğine çevirmek istemesi yolundaki bir girişim olarak değerlendiriyorum ve emekten yana tavrımı buraya katılarak göstermek istiyorum. Dava konusuna gelince, sanıyorum çok geride kalması gereken formalitelerin değişik makamlarca farklı yorumlanmasından kay­ naklanan bir anlaşmazlık. Burası her türlü formalitenin ötesinde, bana sorarsanız, özel yasa çıkarmaya değer bir kuruluş, bu tür girişimler için özel yasa çıkarılmalıdır. Öncesinden beri düşünülen vakıf olma isteği ise Müjdat Gezen'den geldi, tabii vakıf olması demek, süreklilik kazanması de­ mektir. Artık kişilerle ya da herhangi bir süreçle bağlantılı olma­ dan sürekli yaşayabilmesi demek. Bir taslak hazırladık, uygun görüldü, şimdi onu son aşamasına getiriyoruz. Kısa bir zaman içinde o da bitecek. Böylece burası Müjdat Gezen Sanat Kültür Eğitim Vakfı olacak. • Tiyatro... Tiyatro... 21


melih cevdet'den sorgulayanlar

sanık, suçsuzluğun kanıtlayana dek suçlusun! Şule ATEŞ

BİLSAK TİYATRO ATÖLYESİ Yazan: Melih Cevdet Anday

Sahne Koordinasyonu: Alp Giritli

Oynayanlar: Önder Güvenç, Halide Eşber, Şerif Erol, Tolga

Korkut Yalçınkaya

• Melih Cevdet Anday'ın metninde evi satın almaya gelen müşteri ve tellal, kılık değiştirerek teftişe gel­ miş hükümet görevlilerine benzi­ yorlar. Bu iki karakterin sorgucu kimliği daha net görünüyor. Siz ise bu yer değiştirmeyi adamın parano­ yasının yarattığı karabasan olarak yorumlamışsınız. Yanılıyor mu­ yum? ŞERİF: Teskste o ima zaten var. Bir yaşlı karı-koca ev satıyorlar ve ko­ misyoncu, evi satmak için bir adam getiriyor. Hikaye bu. Ama biraz daha yakında Müşteri ile Tellal'ın sorgucu kimliğini ortaya çıkarttığını görüyor­ sun. Melih Cevdet, karı-koca, annebaba-çocuk, alıcı-satıcı, hasta-doktor gibi bütün ilişkilerde hep bir sorgula­ yan ve sorgulanan ilişkisi vardır diye düşünüyor. Bunu ortaya çıkarmak için metinde de o kadar net çizme­ miş sorgucu kimliğini. İki arada bir derede bırakmış. Biz de oyunculukla olsun, rejiyle olsun, bu belirsizliğin altını çizmeye çalıştık. •Toplumsal sistem, bireyi oluştur­ maya yönelik bütün o yapılanma, çocukluktan başlayarak insanın kendini suçlu hissetmesini sağla­ maya çalışıyor.

pe cy

Müzik: Cem Çınlar

Yeni bir hayata kavuşmayı düşleyen yaşlı bir karı-kocanın evlerini satış öyküsü çerçevesinde toplum­ sal hiyerarşinin her katmanına yayılmış ast-üst ilişkisinin yarattığı her an teftişe hazır olma huzursuz­ luğunu ve devletin kend ibireylerine birer potansiyel suçlu olarak bakışını ele alan bir oyun, Müfet­ tişler Oyuna ve çalışma biçimlerine ilişkin, BİLSAK Tiyatro Atölyesi oyuncularıyla yaptığımız söyleşiyi aktarıyoruz

a

MÜFETTİŞLER

Yer: BİLSAK - 3. Kat

TOLGA: Melih Cevdet, suçla ilgili bir yazısında, dinler tarihinde suçun ön­ görülmesinden bahsediyor. Sivil bir hayata geçtikten sonra da yine ce­ hennem korkutmacasına benzeyen ceza yasalarına, suçu öngören hukuk sistemine değiniyor. Oyun içindeki ilişkilerde de bunu görüyoruz. Top­ lumsal olarak öngörülen bu suç, her­ kesin müfettişi olmasına, hatta kişi­ nin kendi müfettişi olmasına kadar

varıyor. ŞERİF: Bir insana kendisini suçlu hissettirebilirsen, onu yönetmen, di­ lediğin hale sokman da kolaylaşıyor. Yetkenin bir tür politikası bu. Oyun­ daki en önemli sorgu sorularından birisi de "kendini öldürmeye kalktın mı hiç?" sorusu İntihar, suçlu duru­ muna düşen kişi için güzel bir kaçış yolu. Çünkü artık suçlanacak gövde­ yi ortadan kaldırmış oluyorsun. • İntihara yeltendiysen ya da ak­ lından geçirdiysen kendini suçlu görüyorsun demektir. Yine suçunu itiraf etmiş oluyorsun. Oyunda sü­ rekli tekrarlanan, altı çizilen belle­ ğin yitirilmesi durumu var. Bu neye tekabül ediyor? ÖNDER: Bellek, zamanı anlamlı kılan en somut şey. Zamanın anlamsızlaştığı bir yerde belleğe gerek kalmıyor, çünkü zamanın kendisi çürümeye başlıyor. O zaman bellek de dağılıyor ve çözülüyor, gereksizleşiyor. Çünkü belleğinde saklayarak, ileriye taşıya­ bileceğin hiçbir şey yok. TOLGA: Bu bellek meselesi bize ba­ yağı uğraştırmıştı. Bunuel'in bir cümlesini bulduk sonra: "Bizim ha­ yatta varolabilmemizi sağlayan temel şeyin bellek olduğunun farkına vara­ bilmemiz için, kişinin az da olsa bel­ leğini yitirdiğinin farkına varmış ol­ ması gerekiyor." Adam'ın durumu buna çok uyuyor. Onları ayakta tutan düşlerinin varolabilmesi için bellekle­ rinin sağlam olması lazım. Çünkü o bellek olmadan, deniz karşısındaki o ev ve orada yaşanacağı umulan mut­ luluk düşü de olmayacak, o düşün kaynağı o bellek. • Alp, senin adın broşürde Sahne


pe cy a

lik gerçekliğe de düşmemek. Bunun sınırları tabii psiko­ lojik tiyatro gibi bir yerde kalmıyor. Do­ ğalı yakalayıp, sıra­ dan olmamak dene­ bilir. ŞERİF: Role yakla­ şım konusunda ho­ calarımızın, özellikle Beklan Bey'in (Algan) altını çizdiği bir şey var: Siz kimsi­ niz? Oyuncu olarak siz kimsiniz? Onun arkasında kendinizi ne kadar belli ediyor­ sunuz? Çalışma sü­ recinde hepimiz, oy­ nadığımız rollerin arkasına-önüne, her neresi neyse kendi­ mizi koymaya çalış­ tık. O rolün derdinin bizim için de sahici olduğu yeri bulup çı­ kartmaya çalıştık. Bu bir doğallık katmaya başlıyor, ne kadar katabiliyorsa. • BİLSAK Tiyatro Atölyesi'nin oyunlarında, oyundan oyuna çok büyük bir fark gösterme­ yen, her oyunda kendini hissettiren ortak bir ritm var. Bu ritm, dünya­ nızı ifade edebilmek için kullandı­ ğınız estetik bir seçim mi? ŞERİF: Geçen gün oyunu seyreden bir arkadaşım da benzer bir şey söyledi. "Oyunlarınızı seyrettiğim zaman hep bir kara hava yakalıyorum", dedi. Bu galiba biraz hayatı algılama biçi­ mimizle ilgili. Daha derine dokun­ dukça o kara taraf ağır basıyor belki. Savaş Oyunlarının sonunda, o örtü­ yü örtelim mi örtmeyelim mi, karam­ sar mı bitsin iyimser mi tartışmaları­ nı ve sonra karamsar bitmesine karar verilişini hatırlıyorum. Bu ritm, dramaturjinin sonunda artık oyunun havasının ne olacağını bilmekten kaynaklanıyor. Bu ikincisi de -çok öznel belki- yaptığın işle, rolle çok hesaplaşınca adım atmaya korkar bir hale geliyorsun. Kendi hesabıma böyle bir şey hissediyorum. Tabii ko­ medi oynamayı çok istiyoruz. TOLGA: Teksteki absürdlüğü galiba biraz yedik biz. Daha can acıtan yan­

koordinatörü olarak geçiyor. Bu ne anlama geliyor? Senin çalışma içindeki yerin neydi? ALP: Gerçekten koordine gibi bir şey oldu. Ben dışarıdan bakan kişiydim. • Bir tür yönetmenlik mi yaptın? ALP: Yönetmenlik denemez buna. Dış göz belki. TOLGA: Alp dış gözlükten fazla bir şey yaptı. Evet bir yönetmenin konu­ muna oturtamıyoruz belki. O yüzden sahne koordinatörü gibi kurtarıcı bir terim bulunmak zorunda kalındı. • Çalışma yönteminizden ve BİLSAK Tiyatro Atölyesi'ni oluşturan estetik tercihlerinizden sözedebilir misiniz biraz? EŞBER: Dramaturjiyi hep birlikte ya­ pıyoruz. BİLSAK Tiyatro Atölyesi'nin olmazsa olmaz kuralı bu. Hepimiz her gün, her kelime üzerinde tartış­ tık. Bazı sonuçlara vardık ya da belir­ sizlikte bıraktık. Ve böylece iki aydan daha uzun bir süre tekst üzerinde ça­ lıştık. ÖNDER: BİLSAK Tiyatro Atölyesi'nin ortak noktası, sahnede doğallığı ya­ kalama çabası. Ama bu arada günde­

larının üzerinde durduk. Bu absürdlü­ ğü korumak ya da yaratmak bir yön­ temdi, ısrarlı kalmayı gerektiriyordu. Ama biz çalışma süresince rolle hesaplaşa hesaplaşa, biraz kendimizi taşıdık oraya, biraz onu kendimize ta­ şıdık ve can acıtan tarafları bizim için daha gözetilir bir hale geldi. . ÖNDER: Doğru söylüyorsun, bizim ritmimiz gerçekten bu. Benim sahne­ de rahat ettiğim ritm bu. Bir oyunu çalışmayı oyunculara bırakırsan, oyunun sahne koordinatörü de oyun­ culara çok değer verirse, oyuncular bu işi böyle yapıyorlar. Hakikaten kendini en değen yerinle ortaya ko­ yup, kendini o kadar açtıktan sonra, bir de dışarıdan bakamıyorsun. Dışa­ rıdan bakacak birine ihtiyaç var. Ben bu oyunda buna tamamiyle inandım. EŞBER: Evet bir dış göz olmalı. Ara­ mızdan biri de olabilir bu. Zaten dışa­ rıdan, birinin olması çok zor, bizim çalışma biçimimize uyum sağlamak­ ta zorlanacaktır. Oyuncu dramaturjiden başlayarak tjpini yaratır, gelişti­ rir, yorumlar. Karşılıklı doğaçlamalarla diğer oyuncuyla iliş­ kiye geçer. Oyunun çıkmaya başladı­ ğı andan itibaren o dış göz devreye girer, ama bu klasik anlamda bir yö­ netme mi? Ben zannetmiyorum. ALP: Dış göz, oyuncunun yapmak is­ tediğinin yollarını açmaya çalışır. Bir reji söz konusu değildir. Oyuncuların tıkandıkları yerlerde onlara yardımcı olmaya çalışır. •

Tiyatro

Tiyatro

23


pe cy a


cy a

pe


a

pe cy


a

pe cy


a

pe cy


a

pe cy


a

cy

pe


a

pe cy


cy a

pe


p

a y c e


cy a

pe


a

cy

pe


a

pe cy


a

pe cy


hayır!...

pe cy

a

Biz, Uğur Mumcu'nun ve daha önce katledilen Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Turan Dur­ sun, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Musa Anter gibi nicelerinin katillerini "nefretle kınama"nın acizlik ifadesinden başka bir şey olmadığını düşünüyoruz. Devlet Adamlığı yerine politikacılık, politikacılık yerine demagogluk, devlet memur­ luğu yerine emirkulluğu, milletvekilliği yerine parti bozanlığı, gazetecilik yerine tüccarlık, televizyonculuk yerine lotaryacılık yapılan bir ülkede söyleyecek başka sözleri kalmayan insanların kullanmak zorunda kaldıkları, içi tamamen boşalmış bir klişedir bu. Ülkemiz tarihinde ilk fikir insanının katledilmesinden bu yana devlet adamları, politi­ kacılar, basın mensupları ve toplumun diğer unsurları, üzerlerine düşeni, öldürülen bu kişilerin yarısı kadar yapsalardı, tek tek insanları katletmekten medet umanların hesapları boşa çıkardı. "Bir Uğur Mumcu ölür, bin Uğur Mumcu doğar" sözünü diline dolayanlar, kendileri de biliyor ki, gazetecilerimiz arasında Uğur Mumcu gibi olayların izini sürüp gerçekleri dile getirmekten kaçınmayan bin araştırmacı bulunsaydı, bu tür suıkastler bu kadar uzun süre karanlıkta kalmazdı. Türkiye'de yıllardır antidemokratik hareketlerle iç içe yaşıyoruz. Bu süre içinde orta­ ya çıkardığı gerçekleri kamuoyuna cesurca duyuran kaç düşünür, kaç yazar, kaç kitapçıktı? Ve neden tek amacı bilgisini diğer insanlarla paylaşmak olan bir avuç insan özellikle hedef seçiliyor? 60 milyon nüfusa (promosyonsuz) 2-3 milyon gazete düşen Türkiye, neden "dünyada en çok gazeteci öldürülen ülke" konumunda? Biz, TÜM SORUMLU MEVKİDE OLANLARI, öldürülen insanların cesaretlerine övgüler düzmek yerine, CESUR VE CİDDİ OLMAYA, kendilerini ve onlara güvenerek günlük yaşamını sürdüren İNSANLARI ALDATMAKTAN VAZGEÇİP ÜZERLERİNE DÜŞENİ YAPMAYA ÇAĞIRIYORUZ. Ancak o zaman bu ülkede Uğur Mumcular yalnız kalmaktan kurtulacaktır. ADAM YAYINCILIK - ALYAN YAYINCILIK - ALTIKIRKBEŞ YAYINLARI - ALTIN KİTAPLAR - ARKA­ DAŞ YAYINLARI - ARKEOLOJİ VE SANAT YAYINLARI - AYRINTI YAYINLARI - BAĞLAM YAYIN­ LARI - BİLGE YAYINCILIK - BİLGİ YAYINEVİ - BİRİKİM YAYINLARI - BOYUT YAYINEVİ - BOYUT YAYIN GRUBU - CAN YAYINLARI - CEM YAYINEVİ - CEP KİTAPLARI - ÇINAR YAYINLARI DOST KİTAPEVİ - E YAYINLARI - ENGİN YAYINCILIK - EREN YAYINCILIK - GERÇEK SANAT YAYINLARI - HİL YAYIN - İLETİŞİM YAYINLARI - İMGE KİTABEVİ - İNKİLAP KİTABEVİ - İYİ ŞEYLER YAYINEVİ - KABALCI YAYINEVİ - KAVRAM YAYINEVİ - MAVİ BULUT YAYINLARI METİS YAYINLARI - MİTOS YAYINCILIK - NİSAN YAYINLARI - ODA YAYINEVİ - ÖZGÜR YAYIN DAĞITIM - PAN YAYINCILIK - PAPİRÜS YAYINCILIK - PAYEL YAYINLARI - REDHOUSE YAYI­ NEVİ - REMZİ KİTABEVİ - SAY YAYINLARI - SARMAL YAYINEVİ - SİM YAYINLARI - SOSYAL YA­ YINLAR - TEKİN YAYINEVİ - TOROS YAYINLARI - VARLIK YAYINLARI - YÖN YAYINCILIK

X I V Tiyatro... Tiyatro...


a

cy

pe


ay

cep


kulaktan kulağa savaş sürerken

oyunbozan vukhov'un yargı'sı: barış Adnan TÖNEL 32. paralel... Bosna Hersek.. Somali... Hepsi sıcak... Bireylerin çıbanlarını kanatacak insanlık dramının savaştınldığı, stratejik koşullarda konuşlandırıl­ mış, yaşam alanı daraltılmış, bir başkasını yiyerek hayata sarılmayı becermeye çalışan insanların içinde; onurlu bir virtüöz gibi mücadele veren, tüm nesnelliği ile yazgıyı yargılayan, kullanmak zo­ runda bırakıldığı füze rampalarından cephelerin zeminine özdeyişler kazıyan sorumlu bir antimilitaristin, barışı sıvama çabasının irdelendiği Yargı yeniden Zafer Dİper tarafından sahneleniyor. Kulaktan kulağa yayılan savaşın oyunbozan Yüzbaşı Vukhov (Zafer Dİper) 8 senedir belli aralarla se­ yirci karşısına çıkıyor. Dergimizin yayınına başlamasından önce sahnelenen Yargı üzerine yönetmen Zafer Diper le kulaktan kulağa söyleştik.

B İ Z İ M

TİYATRO

Yazan: Barry Collins Çeviren: Enver Özen Yöneten: Zafer Diper Oynayan: Zafer Diper

a

yamlık gösterilerini birbir canlandıra­ rak izleyiciye yansıtıyor. Sonunda cepheye geri dönmeye karar verirken yargıyı koymuyor, seyirciye bırakıyor ki; aklın, sağlığın yüceliğinin bilincine varsın insanlar... • Yargı'da sizin getirdikleriniz ne­ lerdir? Dramatik aksiyonu da için­ de barındıran bu oyun aynı zamanda diyalektik tiyatro­ nun pencerelerini de aralı­ yor. İnsanları düşünmeye zorluyor. Bu tek kişilik oyunda seyirciyle hiç ilgi­ lenmiyorum. Bazıları, oyun­ daki yoldaşının omuzunu dişleriyle parçalayarak yi­ yen insanı anlattığım za­ man kusmaya başlasa bi­ le... Doğal alışkanlığı içinde gereği neyse onu yapıyo­ rum. Yaşadıklarımı oynuyo­ rum. Oyun için 10 ay süren bir ön çalışma yaptım. Sah­ neden 15 saat inmeden prova yaptığımı hatırlıyo­ rum. Milimetrik olarak her şeyi planladım. Oyunda kul­ landığım terliğim, mendi­ lim, pijamam, röpteşambrım ve sandalyem ile her oyunda bütünleşiyorum. Savaş oyunlarının en gör­ kemlilerinden biri olarak değerlendirilen bu oyun, üstünde inceleme, araştır­ ma yapılacak bir oyun, diye düşünüyorum.•

pe

cy

• Sayın Diper, oyun ne zaman, na­ sıl ve neden çıktı? Cevat Çapan ile ben sohbet ederken söz Yargıdan açıldı ve Enver Özenin 8 ay süren bir çalışmasından sonra metni Türkçe'ye kazandırdık ve çalış­ malara başladık. Savaş aleyhtarı, insansal-düşünsel boyutların irdelendi­ ği bu metin, savaş sürdükçe güncelliğini koruyan bir insanlık tra­ jedisi. Kızıl Ordu kayıtlarına geçmiş bu gerçek öykü, Barry Collins'in ken­ di anlatısıyla dile getirilmiş. 1985 yı­ lında Barış Yılı ilan edilince, bu oyu­ nu sahneleme fikri iyice netleşti bende. 10.000 sözcük hazinesi olan bu 1,5 saatlik oyun perde arası ver­ meden savaşa koşut devam ediyor. Artık evrenselleşen savaş olgusu da o dönemde beni rahatsız ettiği için savaşın sıcaklığını bedenime yansıtıp bu yıkımsal olguların insana değgin duyarlılıklarını ve bilinç düzeyindeki birikimlerini gösterme arzusuyla çı­ kıp evrensellikle bütünleşip oyuncu­ luğumu sarmaladı ve Yargı doğdu. • Teksti irdelersek... II. Dünya Savaşı sırasında bir hücre­ de çıplak bırakılan çeşitli meslek gruplarından insanların 11. günün sonunda beyinlerini kemirmeye baş­ layan açlık, benlik ve savaş katmanla­ rını yokladıkları yaşam akışlarını en az kayıpla sürdürmek amacıyla içle­ rinden birisini kura ile saptayarak midelerine indirmelerinin trajedisi ile gözyaşartıcı bir boyuta bürünüyor. Sonuna kadar yaşamın acımasızlığını yaşayan Yüzbaşı Vukhov ise bu yam­

Y A R G I

Sahne Düzenlemesi: Mustafa Sarıkaya Yer: Karaca Tiyatrosu


yemen'den türkiyeye

gülsün yağmur tanrısının oğlu artık Nalân ÖZÜBEK

ALİ POYRAZOĞLU TİYATROSU Yazanlar: Ali Poyrazoğlu, Yücel Ziko, Ahmet Önel, Levent Tülek,

Feride Çiçekoğlu, Atilla Atalay

Yönetmen: Ali Poyrazoğlu Yön. Yardımcısı: Levent Can

• Neden Ali Harikalar Diyarında Sayın Poyrazoğlu? Nereden, nasıl başladı ondan söz edeyim istersen önce. Geçen sene iki oyun oynadık, biliyorsun. Çılgın­ lar Kulübü ve Uzakta Piyano Sesleri. Bunlar birbirinden farklı türde oyun­ lardı, birisi güldürüydü, çok tutmuş, yıllardır oynadığımız bir güldürüydü, Uzakta Piyano Sesleri de bir dramdı, Çehov ve Stanislavski'nin yaşamı üzerine kurulmuş bir dramdı. Çok iyi tepkiler aldık seyirciden, oyun üç tane ödül aldı, ondan sonra değişik türde bir oyun yapmak istedim, böy­ le bir şey sergilemek istedim çünkü ben bir tiyatronun aynı türde oyun­ ları arka arkaya oynamasına karşı­ yım, sürekli repertuarının değişik ol­ ması gerektiğini düşünüyorum. Hem tiyatroda çalışan insanlar, oyuncular, yöneticiler kendilerini farklı türler içinde sınasınlar, yeni yaratma boyutları arasınlar, hem se­ yirci de farklı türlerde oyunlar sey­ retsin, ilişkimiz birbirinden sıkılan tekdüze karı-koca ilişkisine dönme­ sin. Onun için Türkiye'de denenme­ miş, ciddi bir anlamda ve ciddi bir boyutta denenmemiş bir varyete de­ nemesi yapmak istedim. Varyete aşağı yukarı bütün tiyatro türlerini; dramayı, komediyi, kuklayı, şarkıyı, taklidi, dansı, müziği hepsini içiçe geçirip kendi lehine kullanan bir ti­ yatro türü. Çıkış noktası neşe, eğ­ lence, alay, şaka, hiciv, yergi. Yap­ mak istediğim öykü için de çok uygun bir türdü, varyete.

pe cy

Oynayanlar: Ali Poyrazoğlu

Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, bu sezon yeni oyunu Ali Harikalar Diyarında ile seyirci karşısında. Oyun, tek kişilik bir oyun. Poyrazoğlu'nun rol arkadaşları yurtdışından gelen kuklalar. Tam bir varye­ te denemesi olan oyunla ilgili Ali Poyrazoğlu yla yapılan söyleşiyi sunuyoruz.

a

ALİ HARİKALAR DİYARINDA

Kukla Tasarımları: Geofrey Felix, Milos Janos, Karel

Brozek, Mertkal Kanibelli

Kukla Yapımı: Çekoslavak

Devlet Kukla Tiyatrosu-Mertkal

Kanibelli, Belgin Baş

Müzik: Esin Engin

Dekor-Kostüm: Mertkal Kanibelli, Nuri Ergürler

Işık: Bilge Çelikok, Adnan Gürkonak

Yer: Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu

• Oyunun ana teması nedir? Bu oyunun çıkış noktası eski bir Ye­ men masalı. Eugenio Barba'nın Ti­ yatro Antropolojisi kitabında rastla­ dım buna ve bu masal üzerine kurdum oyunu. Yemen'de bugün

hâlâ yapılan bir ritüel bu. Yağmur Tanrısı'nın oğlu dünyaya küsüyor. Bugünkü deyimiyle biraz bunalımlı bir çocuk herhalde. O suratını asın­ ca neşe kayboluyor ortadan, baba da suratını asıyor, yağmurlar duru­ yor. Dünyada büyük bir kuraklık başlıyor, tarlalarda başaklar, çiçek­ ler boyunlarını büküyorlar, dereler, ırmaklar, nehirler kuruyor. Bu ku­ raklık, bu afet karşısında insanlar Yağmur Tanrısına "Pek çok Sayın Yağmur Tanrısı biz na'pacağız" di­ yorlar. Yağmur Tanrısı, "Çok kolay, oğlumu güldürün" diyor. Bunun üzerine insanlar yüzlerini unla, ren­ garenk killerle boyuyorlar, elbisele­ rinin üstüne dilek ağacı gibi çaputlar bağlıyorlar, kadınlar göğüslerini şişiriyor yastıklarla, erkekler popo­ larını şişiriyor, alanlara çıkıyorlar, dağlara, tepelere, meydanlara çıkı­ yorlar. Yağmur Tanrısı'nın oğlunu güldürmek için soytarılıklar yapma­ ya, şarkılar söylemeye, dans etme­ ye, taklitler yapmaya ve kuklalar oy­ natmaya başlıyorlar. İnsanların yaptıkları bu soytarılıklar o kadar hoşuna gidiyor ki Yağmur Tanrı­ sı'nın oğlunun, kahkahalarla gülme­ ye başlıyor. Gülünce babası da ona katılıyor, gözlerinden akan neşe yaşları bulutları aralıyor ve dünyaya yağmurlar yağmaya başlıyor. Yani masal diyor ki neşe, kahkaha, gül­ me, sıhhat, mutluluk getirir. Oyun da bu tema üzerine kuruldu. Ben oyunda kukla oynatıyorum, dans ediyorum, şarkı söylüyorum, soytarılıklar yapıyorum, ciddi bö­ lümler oynuyorum, sulu bölümler oynuyorum, bet-bereket gelsin diye, seyirciyle birlikte elele Yağmur Tan­ rısı'nın oğlunu güldürmeye çalışıyo­ ruz. Oyun bu tema üzerinden yola


Bu kuklaları oynatan arkada altı kişi var. Kuklalarla birlikte altı tane tiyat­ rocu arkadaşım var, görünmüyorlar onlar. Öte yandan kuklalar da birer karakter ayrıca, onlar da oynuyorlar. • Dram mı komedi mi dersek, Sa­ yın Poyrazoğlu? Ben oyunumla insanı anlattığım için sahnede, türler arasında bir ayırım yapmıyorum, komedi oynamak da, dram oynamak da bana çok büyük keyif veriyor, ama tiyatrocu arka­ daşlarımın iddiası, sen gizli bir dram oyuncususun, şeklinde. Ben çok dram oynadım, fakat Türkiye'de dramlar hiçbir zaman komediler ka­ dar popüler hale gelmeyip, seyirci­ ler tarafından izlenmediği için onlar

unutuluyor sanırım. • Dekor konusunda söyleyecekle­ riniz nelerdir? Dekor elden geldiğince ilk commedia dell'arte'nin ortaya çıktığı zamanlarda zanni oyuncularının oyun alanlarını uzaktan da olsa anımsatacak bir dekor oluşturulma­ ya çalışıldı. Dell'arte dediğimiz sa­ natlı tiyatro, usta işi oyun denilen olay, önce tek kişiyle başlamış. Halk tiyatrosu kalıbı o. Bu tek aktör, alan­ larda, meydanlarda bir yükseklik kurulurmuş, çıkarmış onun üstüne, başlanmış hünerlerini sergilemeye. O kalıp gözönüne alınarak ama ta­ mamen modernize edilerek, çok ya­ lın bir şekilde, sahnenin üzerinde ikinci bir sahne yapıldı.•

pe cy a

çıkılarak kuruldu. • İşlenen konular neler? Oyundaki amaç bir Türkiye panora­ ması çizmekti. Ali Harikalar Diyarında'ki Ali, benim, harikalar diyarı da ülkemiz, Türkiye. Böyle bir kuşbakı­ şı Türkiye panoraması çizmek iste­ dim oyunda. Çeşitli toplumsal kat­ manlara girip çıkarak oralardan insanları, özellikle onların konuştuk­ ları dillerle, konuşma yapıları ve ta­ vırlarla sahnenin üstüne getirip se­ yirciye izlettirmek istedim. Genelev kadınından tımarhaneye düşmüş bir genç kıza, uçmak isteyen Hezarfen Ahmet Çelebi'den IV. Murat'a, Or­ han Veli'den çeşitli politikacılarımı­ za, evde televizyondan bunalmış bir aile babasından, hiçbir cinsel eğitim görmediği için bunalım geçiren genç bir delikanlıya, ev kadınından sokak kadınına, aile babasından hol­ ding patronuna, kolu kopmuş, fabri­ kada makineye kaptırmış bir işçiye kadar çeşitli, kırka yakın tip oynuyo­ rum bu oyunun içinde ve bunları kuklaların yardımıyla yapıyorum. Çünkü kukla benim çok sevdiğim, tutkum olan bir anlatım aracı, bir de modern tiyatroda çok kullanılıyor Batı'da, bizde de olsun istedim, böyle bir deneme yapılsın, ciddi an­ lamda, kuklaların kullanıldığı bir oyun yapılsın istedim. Fakat bizde bu iş giderek öldüğü için maalesef Türkiye'de yaptıramadım kuklaları, İngiltere'de Geoffrey Felix diye ünlü bir kukla tasarımcısı var, bir kısmını ona yaptırdık, büyük bir kısmını da Çekoslavakya Devlet Kukla Tiyatro­ su Atölyelerinde yaptırdık.

• Tiyatroda kukla kullanımı sıkça rastladığımız bir şey değil sanıyo­ rum. Hayır, kesinlikle değil ve ben bu meslek dalının ölmemesini üstelik de geleneksel kuklacılığın kendini yenileyerek modern tiyatronun için­ de yerini almasını istiyorum, onun için bu işle uğraşıyorum. Ben daha önce yaptığım bir denemede, ufak boyda çeşitli kuklalarla "Hoşçakal istanbul" oyununda, bazı şeyler yap­ mıştım. Onun dışında tek tük bir iki oyunda kukla sahneye çıkarılmış olabilir ama böyle bütünün bir par­ çası olarak bir gösteri yapılmadı, ilk defa yapılıyor böyle bir şey.. • Tek kişilik bir oyun... Evet, bu oyunu ben tek başıma oy­ nuyorum ama tek kişi değil tabii ki.

37


yollar bazen kesişir bazen kesişmez

yaşam bu Ayşe ATEŞ

AŞK

MEKTUPLARI

İSTANBUL ŞEHİR TİYATROSU

İstanbul Şehir Tiyatroları, AR. Gurney'in Aşk Mektupları adlı oyununu, değişik bir anlayışla iki ay­ rı sahnede iki ayrı ekiple oynuyor. Oyunu sahneye koyan Hakan Altıner e göre "Tiyatroda yepyeni bir tür deneniyor". Yönetmenle yapılan söyleşiyi sunuyoruz.

Yazan: A. R. Gurney

Yöneten: Makan Altıner

Oynayanlar: 1- Ekip: Nedret Güvenç, Toron Karacaoğlu,

pe cy

II- Ekip: Ayşegül Yalçın, Yalçın Boratap

Müzik: Esin Engin Dekor: Atıl Yalkut

Kostüm: Canan Göknil

Işık: İlhan Ören

Yer:

• Oyunu bize tanıtır mısınız? Bu oyunun başında, yazarının çok önemli bir uyarı notu var: Diyor ki "Bunlar mektuptur ve okunmalıdır." Bir tür oyunculara ezber yasağı geti­ riyor. "Oyuncular masada oturmalı­ dır ve birbirlerine hiç bakmamalıdır" diyerek de bir ikinci mizansen yasa­ ğı getiriyor. Böyle yasaklarla dolu bir oyunu alıp sadece okumak bize tiyatrocu olarak biraz oyuna haksız­ lık gibi geldi, aynı şeyi mizansen ko­ yarak, kalkarak, oynayarak, hayatın içindeymiş gibi yapmak da yazara büyük ihanet gibi geldi. Biz ikisinin ortası bir yol tutmaya çalıştık ki, ga­ liba Türkiye'de bunu ilk defa deniyo­ ruz. Mektupları oynamaya karar ver­ dik. Özellikle bir uyarlama, yeni bir form kazandırma adına da yapma­ dık. Bu oyunun tüm çalışması, tiyat­ rocu deyimiyle, masabaşı çalışması oldu. Oyunda da göreceğiniz gibi aktör ve aktrist masaya oturuyorlar ve birbirlerine yazdıkları mektupları oynuyorlar. Fakat işin bir başka zor ama keyifli tarafı oldu ve bence he­ pimize gerçek tiyatro tadı veren de o oldu; bir kuyumcu gibi tek tek vir­ güllerin üzerinde durma şansına ka­ vuştuk. Çünkü bir oyunun normal prova süresi içinde gerek yönetmen gerek oyuncular o kadar farklı şey­ lerle boğuşuyor ki detayları çoğu za­ man görmezlikten gelmeye katlanı­ yor. İşte burada, böyle bir şansa kavuştuk, masada oturuyoruz, du­ rum gayet statik, konu sıkıcı ama oynanırsa tiyatro haline gelecekti. Biz de bunu yapmaya çalıştık, sah­ nede olan da budur. Mektuplar oy­

a

Çeviren: Armağan Ersin

I- Harbiye Cep Tiyatrosu

II- Kadıköy-Haldun Taner Sahnesi

nanıyor karşılıklı. • Aşk mektupları, iki ayrı ekiple iki ayrı sahnede oynanıyor? Bunun özel bir nedeni var mı? Biz bunu bir başlangıç olarak düşü­ nüyoruz. Oyunun bu şekilde iskeleti belirdikten sonra, her türlü detayı rejisör tarafından saptandıktan son­ ra, istiyoruz ki, farklı ekipler bu oyunu çalışsın. Diyelim ki tamamen tiyatro dışı iki kişi, şu anda aklıma gelen, isim olarak söyleyeyim, Talat Halman'la Nazlı Ilıcak, rejisörle ka­ panıp 2 gün çalışsınlar, tabii ezber­ lemesinler ama artık bütün reji de­ taylarını öğrensinler ve özel bir gecede Aşk Mektupları'nı okusun­ lar. Ertesi hafta bir başka ikili, gibi, gelecek yıla dönük bir projemiz var ama bu yıl için 2 ayrı ekiple 2 oyun gibi çalıştık. Bu Genel Sanat yönet­ meni Gencay Gürün'ün fikriyle oluş­ tu. Elimizde tiyatronun mizansenleriyle ilgili problemi olmayan bir tekstvar, ikincisi, "tiyatroda yepyeni bir türü deneyebilir miyiz" görelim istedik. • Oyunun yorumunu alabilir mi­ yiz sizden? Oyun bir kadınla bir erkeğin 7 yaş­ larından yaklaşık 55-56 yaşlarına kadar birbirlerine yazdıkları mektup­ lardan oluşuyor. İki dost, arkadaş ve bir anlık sevgili onlar. Aslında oyunun tümünde hep sevgililer yine ama bir türlü oyun boyunca yaşam çizgilerini çeşitli nedenlerle tam kesiştiremiyorlar, bir kere kesiştiriyor­ lar, o da biraz geç bir kesişme oldu­ ğu için, beklediğimiz mutlu sona varamıyor. Güzelliği ve özelliği; ya-


terişli oyunlar yapmayı da sevmiyo­ rum, küçük küçük, satır araları dolu oyunlarla uğraşmak bana keyif veri­ yor, bu oyun onun için biçilmiş-kaftandı. Çalışmalar sırasında da kü­ çük küçük adresler göstererek sonuca gitmeye çalıştım ki bu artık sahnede göreceğiniz, tamamen oyuncu tiyatrosu, tam bir ikili resi­ tal. • Dekor ve kostüm tasarımlarında ana ilke ne oldu? Dekorun oldukça yalın olmasına özen gösterdik. Arkada bir fon var, bunun tamamen oyuncuları öne çı­ kartan bir espri olmasını istedik. Orada da sepya rengini seçtik ki, geçmişe dönük bir şeyler anlattığı­ mız zaman, ışıkla, fonla bize yar­ dımcı olsun. Kostümlerde ise stan­ darda yönelmeye çalıştık, iki şık insan nasıl olur sahnede diye dü­ şündük. Şık ama süslü değil, şık ama rüküş değil, sanıyorum kos­ tümlerde de ana ilke o oldu.

pe

cy

• Oyunu izlerken seyircinin ala­ cağı olası tadlar, keyifler üzerine ne düşünüyorsunuz? Çoğumuzun hayatında acılı ve se­ vinçli noktalar vardır, bunları hiç unutmayız, hep hatırlarız. Prototip denilebilecek kadar özellikli iki insa­ nın bütün nirengi noktaları bu oyun­ da var. Çocukluğunuzdaki bir niren­ gi noktası sizin hayatınızda bu oyun kişilerinin çocukluğundaki bir nok­ tayla kesişmeyebilir ama gençliğin­ deki, yaşlılığındaki bir noktayla mutlaka buluşacaksınız. O kadar ge­ nel, hatta hatta, bu deyimi çok sev­ miyorum ama, o kadar evrensel bir oyun. Bence tekstin en önemli özel­ liği bu kanavasında, her türlü toplu­ ma, her türlü yaşantıya uyarlayabi­ lirsiniz oyunu. İstedik ki müzik hep oyunda üçüncü kişi olarak gitsin. • Yönetmen tiyatrosunun daha öne çıkarıldığı günümüzde, bu oyunun daha ziyade oyuncuyu öne çıkardığını söyleyebilir miyiz? Yüzde yüz; ben şimdiye kadar yaptı­ ğım rejilerde zaten, mümkün oldu­ ğu kadar yönetmen imzası taşıma­ yan rejiler yapmaya itina ettim. Her şey gerçek gibi gözüksün'ü ben çok seviyorum, sanki o anda oluşuyor, oynuyorlar ve hayata geçiriyorlar gibi olsun. Büyük, hatta şova daya­ nan mizansenlere imza atmayı sev­ miyorum, belki bu yüzden çok gös­

Aşk Mektupları 'nda Yalçın Boratap - Ayşegül Yalçın ikilisi Haldun Taner Sahnesinde, (üstte) Nedret Güvenç- Toron Karacaoğlu ise Harbiye Cep Tiyatrosu'nda aynı oyunu sergiliyor

a

zarın çeşitli tavırları yakalamış ol­ ması. Biz sahnede ana reji ilkesi olarak şunu benimsedik; taklit değil tavrı yakalamak. Oyunda da o tavır vardı. Göreceksiniz, hiçbir zaman 7 yaşı, 15 yaşı, 20 yaşı taklit etmiyor oyuncular, kendi yaşlarını da tabii taklit etmiyorlar, sadece o tavrı ya­ kalıyorlar, o yaştaki konuşma tem­ posunu, o yaştaki davranış hızını, o yaştaki olaylara çabuk kızıp çabuk öfkelenip, çabuk küsüp, çabuk ba­ rışmaları; daha sonra hayat onları törpüledikçe, hepimizin başına gel­ diği gibi, tavırlar daha yaşlarına uy­ gun, daha normale, daha durağana kavuşuyor. Yani oyunun genel mü­ ziği bizim için çok önemliydi, o mü­ ziği de çocuk müziğinden başlayıp yaşlılık oratoryosuna kadar çözdük diye tahmin ediyorum. Oyunun yo­ rumu da bu.

• Bu soru size değil elbette yaza­ rına sorulmalıydı ama, sizce niye her zamanki gibi adam ne olursa olsun duygularına esir olmayıp is­ tediği noktaya geliyor da, kadın kahrından ölüyor? Toplumda varolan çok belirgin çiz­ gilerle çizilmiş iki tip görüyoruz. Bu­ nu bir an kadın erkek olmaktan çı­ karın. Bir tanesi bunların, toplumun kurallarına boyun eğen, küçükten beri öyle yetiştirilmiş, sıradışı olma­

yı hep özlemiş ama asla o riski göze alamamış, toplumda çok var. Bir di­ ğeri de daha doğuştan sıradışı. Bu sıradışılığı her şeyine yansıyor. Ai­ lesine, yaşantısına, meslek seçimi­ ne, seçtiği mesleklerdeki eylemleri­ ne, hatta hayatın sonuna bile. Onun için bunların iki ayrı çizgisi var. O da -bence- tesadüfen, sıradışılığı kadın üstlenmiş, belki biraz daha duygusal motifin ağır basması ne­ deniyle, sıradan olmayı, biraz tutu­ cu ama topluma saygılı olan çizgiyi de erkek üstlenmiş. Baştan çok aşık olduğum ama kork­ tuğum bir oyundu bu, benim. Ne­ den korktuğumu itiraf edeyim; reji yapmak adına abartmaktan korktum hakçası. Başlangıçta küçük küçük niyetlerim sonra da vazgeçtiğim tasarıla-rım olmuştur. Yalınlıkla hiçbir şey yapmamak arasındaki çizgi kıl­ dan ince. Yalın olabilmeyi sağlamak ya da sıradan olmak. O çizgide çok mücadele ettim kendimle. Doğa öy­ lesine kuralını uyguluyor ve bizim dışımızda gelişiyor ki onu da önle­ mek mümkün değil. Shakespeare'in bir lafı var, "Kaderimiz bize hükme­ diyorsa Aziz Brütüs, suç yıldızları­ mızda değil, içimizdedir". Bu kadar antikaderci bir laf olabilir. Bu oyun bir parça onun tersini söylüyor gibi ama o kadar pesimist ve kaderci de­ ğil, işte o aradaki küçük çizgiyi ya­ kalamaya çalıştık. •


yılların emektarı nejat uygur'a sorduk

boynuz kulağı geçti mi? Kenan UÇAR

BOYNUZ KULAĞI GEÇER GENÇ UYGURLAR TİYATROSU

Nejat Uygur Tiyatrosu, Genç Uygurları doğurdu. Sahne tozu arasında büyümüş Uygurlar bundan böyle Nejat Uygur Tiyatrosu'nun yanısıra kendi tiyatrolarında da faaliyetlerine devam edecekler. Ne­ jat Uygurla tiyatro anlayışı, Genç Uygurlar'dan bekledikleri ve yönetmenliğini üstlendiği Boynuz Kulağı Geçer üzerine yaptığımız söyleşiyi sunuyoruz.

Yöneten: Nejat Uygur

Oynayanlar: Süha Uygur, Behzat Uygur, Nejla Uygur, Pınar Özekit, Gülay Tekay, Feza Semra Uygur

pe cy a

Zerengil, Zülfikar Yazgaç,

Dekor-Kostüm: Nejat Uygur, Süheyl Uygur

Yer: Kocamustafapaşa-Çevre

Tiyatrosu

• Sayın Uygur, Türk Tiyatrosu'nda bir tarzsınız. Nejat Uygur Tiyatrosu şimdi de Genç Uygur'ları doğurdu. Neden Genç Uygurlar? Genç Uygurlar neredeyse sahnede doğdular, sahnede büyüdüler. Yıllar boyu doğaldır ki benden etkilendiler ama her zaman bana benzememeleri için çaba gösterdim. Tarzımı sürdür­ melerini ama bana benzememelerini istedim onlardan. Galiba başardılar da. Onlardan istediğim kendi zevkle­ ri için, belirli bir kesim için tiyatro yapmamaları, yaptıklarını toplumun tüm kesiminin anlamasını sağlama­ ları oldu. 7'den 70e herkesin anla­ yacağı oyunlar oynamaları. • Komedideki ısrarınızın nedenini öğrenebilir miyim? Tiyatro insanlara bir şeyler iletmek ister ve ilettiklerinin de kalıcı olması­ nı. Her zaman komedi yoluyla ileti­ lenler daha kalıcı olur. Örneğin Nasreddin Hoca, Bekrili Çavuş. Yıllar sonra hâlâ dillerde dolaşır. • Baba ol­ manızın yanı­ sıra aynı za­ manda da Genç Uygurlar'ın yönet­ menisiniz. Babalık sıfa­ tınızı bir ke­ nara bıraka­ rak değerlendire bilir misiniz, boynuz kula­ ğı geçti mi? Bu soruyu be­ nim yanıtla­

mam çok zor ama yönetmen olarak şunları söyleyebilirim. Genç Uygurlar'ın bir tarzı oluşmaya başlamıştı. Oyundaki tempoları, süratleri çok iyi. izleyiciye baktığımda oyundan çok memnun ayrıldıklarını görüyo­ rum. Kimse neden Nejat Uygur yok demiyor. Genç Uygurları izlemeye geliyorlar ve memnun oluyorlar. Ben Genç Uygurlara on üzerinden on verebilirim. • Boynuz Kulağı Geçer oyunundan kısaca söz eder misiniz? Boynuz Kulağı Geçer'de ana-babaevlat ilişkisini ele aldık. Evdeki sert münakaşaların, tartışmaların çocuk­ lar üzerindeki etkileri, çocukların et­ kilenmeleri. Geçen gün Sabah gaze­ tesindeki yazı dizisinde Apo da sert mizaçlı olmasının nedeni olarak annesini, çocukluk dönemindeki olay­ ları gördüğünü belirtmişti. Biz bu önemli konuyu komedi olarak ele alıp işledik. • Oyunun derlemesi size ait, değil mi? Evet, ama Özdemir Yücel'in derle­ mesinden yararlanarak oluşturdum. Daha doğrusu Özdemir Yücel ile ba­ na ait denebilir. • Dekor-kostüm de sizlere ait. Süheyl Uygur ile birlikte oluşturduk. Kısacası tüm yapım Uygur'ların elin­ den çıkmıştır diyebiliriz. • Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Genç Uygurların kendi başlarına çıktıkları bu zorlu maratonda onlara başarılar diliyorum. Bundan sonra, ödül kazanmış yerli bir oyunu sah­ nelemek istiyorlar. Ama sanırım ye­ ni sezonda başlayacaklar. •


a

pe cy


dünDüNdür A

G Ö K H A N

70.

SANAT

YILINDA

K

Ç

U

BEDİA

Büyükada'da

unutulmaz

R

A

MUVAHHİT çocukluk günleri

"Çok güzel bir hayatımız vardı. Büyükada'da güzel bir evimiz, arabamız, aşçımız, hizmetçimiz vardı... Babam kalbinden rahatsız olduğu için evlenmeden önce doktorlar, Büyükada'da oturmasını tavsiye etmişler.Evde mürebbiyeler olduğu için Fransızca ve Rumca'yı birlikte öğrendim. Hizmetçiler Rum, mürebbiyeler Fransız'dı.

a

Çok büyük bir evdi."

Türk kadınının çalışma yaşamında yer alışının ilk adımları

pe cy

'Ben Dame de Sion'da öğrenciyken, Türk kadınını çalışma hayatına kazandırmak için çalışmalar yapılıyordu. Ailece tanıdığımız Mazhar Osman Bey ve birkaç doktor

arkadaşı da bizim aile dostlarımızdı. Bir telefon santralında kadın görevli de çalıştırmak istediklerini söylediler. O zamanlar komünikasyon Fransızca yapılırdı. Buralarda da Fransız görevliler çalıştırılırdı. Bu yüzden lisan bilen Türk kızlarının tatil zamanı burada çalışmalarını istediler.

Burada tatil boyunca üç ay kadar çalıştık. Bu Türk kızlarının ilk işe atıldıkları bir olaydı ve biz buna öncülük ediyorduk. O zamanlar 14 yaşındaydım. Okul açılınca tekrar okula dönmüştük."


"Ateşten Gömlek" filminde ilk Türk kadın oyuncular "Muvahhit'le evlendikten sonraki yıllarda, 1922'de Halide Edip Hanım'ın "Ateşten Gömlek" adlı romanından yapılan filmde Ayşe rolünü oynadım. Halide Edip Hanım, "bu rolü ancak bir Türk kadını oynayabilir demiş". Ertuğrul Muhsin, Muvahhid'in de, benim de en iyi arkadaşımızdı, aile dostumuzdu. Geldi, Muvahhid'e "karın oynar mı" dedi. Ben çok sevindim, film oynamak o zaman hiç beklemediğim bir şeydi, birden bire... Peki, dedim. Filmi çevirdik. O zaman için önemli bir para olan 100 lira verdiler bana, sonra oyunumu çok

cy

a

beğendiler, 50 lira daha verdiler."

pe

Bedia Muvahhit 1923 yılında Desdemona rolünde.

Türk Tiyatrosu'nda bir kadın yıldız doğuyor "1923 yılında İzmir'de, Ceza Kanunu oyununda ilk kez sahneye çıktım. Oyun başladı, tir tir titriyorum... Sıramı bekliyorum bir kenarda... Nasıl oldu anlayamadım: Belediye Reisi Şükrü Kaya Bey, beni birden sahneye itiverdi... itiş o itiş... Atatürk o gece gelip beni tebrik etti. Ve "devam edeceksiniz, bu böyle kalmayacak ",dedi. O zaman Akhisar, Manisa, düşman henüz yeni gitmiş, biz turneye gittik. Tiyatro yoktu, kiliselerde oynuyorduk. Atatürk, bana, "tamamen başı açık çıkma, giydiğin esvabın renginden, hani şimdi türban sarıyorlar ya, öyle bir şey sararsın başına, öyle alıştıralım", dedi. Aynı yıl İstanbul'a dönünce de, Fransız Tiyatrosu'nda

Bedia Muvahhit "Ateşten Gömlek" filmindeki giysisi içinde.

(şimdi Ses Tiyatrosu olan sahne) Otello'da Desdemona rolüne çıktım." Tiyatro... Tiyatro...

33


Darülbedayi'nin

birinci

sınıf sanatkârı...

"1925 yılında İstiklâl Caddesi'ndeki Fransız Tiyatrosu'nda Le Marionette temsil edilmeye karar verildi ve bu yüzden de Eliza Binemeciyan şehrimize davet edildi. Eliza Binemeciyan'la birlikte "Le Marionette" (Kuklalar) piyesini oynamaya başlayacağımızda genç kız rolünü bana vermişlerdi. Fakat bazı ilgili kişiler bu rolü hakkıyla oynayacağımdan şüpheli idiler ve itiraz ettiler. İşte bu sırada Kınar Hanım söz istedi ve bu rolü yeni olmama rağmen layikiyle oynayacağımı savundu. Gerçekten kendilerini mahcup etmedim ve layikiyle rolümü oynadım. Eliza ile aynı yerde La Rival'ı sahneledik, çok alkışlar alarak tabii... Eliza ile Rakibe'de de beraber oynadık. O dönemin gazeteleri oyundan sonra şöyle yazmıştı: "Baştan başa tam bir muvaffakiyet olan ikinci perde kapınırken müthiş bir gürültü halinde akseden alkış tufanı arasında perde tekrar açıldı. Sahnerde en son Eliza Hanım kalmıştı. Kulise döndü, bu büyük muvaffakiyette çok büyük hemdemi olan arkadaşı Bedia Hanım'ı çağırdı, şimdi el ele sahneye doğru ilerliyorlar. O kadar şen ve memnun yürüyorlardı ki, bu her tarafa sirayet etti. Memnuniyetten haykıran seyircilerin alkışları dakikalarca büyük bir uğultu halinde devam ediyordu.

pe cy

a

En arkadan biri bağırdı: "Daima beraber!" Hep bunu temenni ettik."

Bedia Hanım, ilk kocası Muvahhit Bey ve oğlu Sina ile birlikte.

34

Tiyatro... Tiyatro...


Elli yılı aşkın, sahnelerin tartışılmaz hanımefendisi "Hayatım boyunca yüzlerce oyunda rol aldım. Bunlar içinde en çok etkisi altında kaldıklarım hangileri diye sorarsanız cevap vermekte zorlanırım. Vedat Nedim Tör'ün "Üç Kişi Arasında", Çehov'un "Vişne bahçesi", "Hisse-i Şayia" ve tabii her zaman söylediğim gibi, Fikret Adil'in şahaser adaptasyonu olan "La Folle de Chaillof'yu [Deli Saraylı] savunacağım. Bir de son oynadıklarımdan "Ben Çağırmadım" daki rolümü çok sevmiştim.

pe cy a

Zaten bütün rollerimi severek oynarım."

"Satılık-Kiralık" oyununda Vasfi Rıza Zobu ile birlikte (1937-38)


kırsal kesimde kadın daha çok ezilir

bir kara komedi Asuman ÇIRIM DELİ

EMİNE

ENİS FOSFOROĞLU TİYATROSU Yazan: Vasfi Uçkan Yöneten: Enis Fosforoğlu Yön. Yard: Altan Tezel

Fosforoğlu, Gül Kurtaran,

• Sayın Fosforoğlu oyun seçerken nelere dikkat edersiniz? Deli Emi­ ne'yi seçme nedeniniz nedir? Her sezon ya da iki sezon da bir repertuvarıma yerli oyun alırım. Yeni yazılmış yerli oyun çok az elimize geçiyor, onun için fazla yıpranmamış yeni yorum getirilebilecek eski sesleri bulup yeni bir biçimde oyna­ maya çalışıyorum. Deli Emine, İs­ tanbul seyircisinin de bilmediği bir piyesti, onun için seçtim. İnsanı an­ latan bir piyes Deli Emine ve gün­ celliği süren bir piyes, ikibin yılında da oynanır üçbin yılında da oyna­ nır.

cy a

Oynayanlar: Suna Keskin, Enis

Enis Fosforoğlu Tiyatrosu, bu sezon Vasfi Uçkan in yazdığı ve Enis Fosforoğlu'nun yönettiği Deli Emine adlı oyunu sergiliyor. Topluma uyum .sağlayamayan insanların, çevresinin çizdiği kaderini yaşamasından doğan iç çatışmaları nedeniyle toplum dışına çıkmasını konu alan Deli Emine adlı oyun, birtakım güncel değişikliklerle istanbul seyircisine sunuluyor.

Özlem Tezel, Ayberk Atilla,

Altan Tezel, Doğan Dileroğlu, Yeşim Onay, Adnan Tunalı,

Gencer Uğurlu, Belkis Dilligil, Cebrail Keleş, Sema Duysal

pe

Dekor: Aycibin Dekorasyon

• Reji çalışmalarınızda daha çok nelere dikkat ediyorsunuz? Ben önce içeriğe dikkat.ediyorum ve insanla çalışıyorum. Önce oyu­ nun ne demek istediğini anlayıp oyuncuyla çalışıyorum. Kendim de oyuncu olduğum için biçimsel reji­ den çok oyuncunun öne çıkaracağı doğruyu anlatmaya çalışıyorum. Deli Emine'yi sahneye koyarken es­ ki oynanışlarından broşürler, fotoğ­ raflar geçti elime, şöyle bir baktım ama yeni bir Deli Emine yapmaya karar verdim. Onlar o gün için çok güzel oynanmış, iyi yapımlardı. Ama Emine'ye bugünün şartlarında nasıl bakarım diye düşündüm, ki güncelliğini orada yakaladım. Emine bence zincirlik deli bir kadın değil, Emine insan, fakat değer yar­ gılarının değiştiği bir dünyada, maddenin ön plana geçtiği köşe dönmeciliğin, kapkaççılığın prim yaptığı bir dünyada, Emine, akıllıla­ rın arasında deli konumuna düşü­ yor. Aslında hepimizde biraz Deli Emine'lik var, mecburen uyum sağ­ lıyoruz. Halbuki isyanımızı koyabil-

Kostüm: Gül Atilla

Işık: Ali Osman Köroğlu Yer: Üsküdar Belediyesi

Altunizade Kültür Merkezi

sek ortaya, hepimiz belki Deli Emi­ ne olup toplumun dışına çıkarız. Deli Emine, dram ve komedinin içi­ ce örüldüğü bir oyun ona dikkat et­ tim. Hayatta madem ki hem üzülü­ yoruz hem gülüyoruz. Tiyatroda da hepsi içice olabilmeli, Emine'de de bu var, halkın ilgisi sanıyorum on­ dan. Ortadirek bir seyirci çıkarken "güleyim mi ağlayayım mı bileme­ dim" demiş. Güzel bir söz. • Biraz oyunun konusundan bah­ seder misiniz? Emine kocası ölmüş, biraz marjinal diyebileceğimiz bir kadın. Piyesin başında, deli değil. Kendi yaşadığı topluma, bağ köyüne göre marjinal bir kadın, ama sevgi taşıyor içinde, insanlık taşıyor, toplumun her kat­ manında görüyoruz ki ölümlerden sonra bir kapkaççılık başlıyor. Bu o sülalenin kültürüne ve konumuna göre ya çok nazik bir kapkaççılık oluyor ya da piyesteki gibi biraz altı çizilmiş bir kapışma oluyor. İşte bu kapışma, Emine'nin bence deliliğe doğru ilk adımı. Ondan sonra o marjinalliği agresifliğe dönüşüyor, iyice uzlaşmaz bir tutum alıyor. Komşusu var. Benim oynadığım Eskici Mehmet, o da bu çağın ada­ mı; hoş, esprili, fakat gününü gün eden biri. Emine'yi sevdiği halde ona dürüst bir yardım eli uzatamayan, sonunda Emine kendini öldür­ düğü zaman bir çığlıkla, Emine'ye yapılan haksızlıkları ifade eden bir adam. Emine eğer bir değerse, top­ lum ona sahip çıkamıyor, intiharını hazırlıyor. Bugün gazetelerde gör­ düğümüz birçok haberin altında da , zaten bu yatıyor. Topluma uyum sağlayamayan insanların, etrafı ta­ rafından hazırlanan kendi kaderini


tüm önemli. Özel tiyatroların artık iki kalas bir hevesten kurtulması gerekli. Ben üç perdelik oyunu iki perdeye indirirken çok zorlandım. Dikkat ederseniz belli bir yeri bir fon perdesiyle ayırdım, açılınca arkasında üçüncü perdenin dekoru çıkıyor. İki bölüm halinde yaptım. Bu döner bir sahnede olabilir. Biz üç dekoru da aynı anda sahne de kullandık. Tabii bizim imkanlarımıza göre yaptım bunu. • "Hep kendini tekrarlayan bir aktöre ben oyuncu demem.. " sö­ zünüzden yola çıkarak, oyunculuk anlayışınızı öğrenebilir miyiz? Artık Batı'ya yetişen bir tiyatro ol­ duğumuzu, evrensel bir tiyatro ol­ duğumuzu söylüyoruz. Aktörlük an­ layışını da içimize sindirmeliyiz Batı'nın. Çok yetenekli bir kuşağız biz belki. Çok yetenekli sanatçıları­ mız var. Ama oyunculuk anlayışı yıllarca kendini tekrarlamaktan öte­ ye gitmemiş. Genel olarak söylüyo­ rum. Bazı ünlü oyuncularımız rolleri giyip oynamışlar. Halbuki bugün iyi bir oyuncunun kendi kişiliğini silip o rolleri giymesi gerekli. Her oyun­ da başka bir adam olabiliyorsa, çok büyük makyajla değil, bir hareketle,

bir tavırla kendini silip kendi kişili­ ğini seyirciye hatırlatmayıp, o adam olabiliyorsa ona iyi oyuncu denili­ yor. Benim oyunculuk anlayışımda da bu var, tiyatromda da. Tiyatro yapan herkes alnı öpülecek insan, özel tiyatro yapmak bir Don Kişot'luk bugün. Büyük çabalar ge­ rektiren bir iş. Ama bir gerçekten ti­ yatro yapanlar var bir de tiyatro yapıyormuş gibi görünenler var. Benim için tiyatro sekiz aylık bir se­ zondur. Zorluklarla boğuşarak ge­ çen sekiz aylık bir sezon. Bir yaşam biçimidir benim için tiyatro, bütün zorluklarına rağmen. Onun için ti­ yatro yapar gibi görünmek değil, ti­ yatroyu gerçekten yapmak lazım. Hem sanatsal görüş olarak hem çi­ lelerine katlanarak. • Yeni projeleriniz var mı? Recep Bilginer'in Genel Müdür adlı oyunu var. Deli Emine iki üç ay gi­ decek. Onu da yapabilirsek bu se­ zonu kapatırız. Ben belki kafamdaki bir piyesten özel tiyatro olduğum için vazgeçebiliyorum, iş yapmaz diye. Onun için asgari müştereği bulup hem benim gönlümde yatan hem de seyircinin beğenebileceği oyunlar seçip devam edeceğiz. •

pe

cy a

yaşaması. Oyun, Eminenin kadın oluşuyla, kırsal kesimdeki kadının yalnızlığını da veriyor. Batı Anado­ lu'da, bir bağ köyündeki kadının ezilmişliği ve çaresizliğini anlatan bir kara komedi. • Oyunda bir de Eminenin sığın­ dığı ve kocasının adını koyduğu horoz var? Horoz, Emine'nin dış dünyayla olan bağlantısı, bir simge. Emine'nin mutluluğu, belki kocası, belki dış dünyayla olan bağlantısı, Emine'yi hayata bağlayan tek şey. O da gi­ dince intiharı seçiyor. Hepimizin belki bir horozu var ama başka bir biçimde. • Oyunun dekor ve kostümüne ilişkin bilgi alabilir miyiz? Tiyatroda inşaat dekoru sevmiyo­ rum ben. Stilize anlayış içinde ger­ çeğe uygun bir biçim sergiledik. Özel tiyatronun koşullarının el ver­ diği biçimde bu oyuna gerektiği at­ mosferi sağladığımızı sanıyorum. Fotoğraflar bulduk. Ege köylüsü­ nün giyimini araştırdık. Bir de oyu­ nu bugün koyduğumdan ve her dö­ nem geçerli olması için, Vasfi Uçkan'dan izin aldım ve bazı deği­ şiklikler yaptım. Daha çağdaş eşya­ lara yer verdim. Işık, dekor, kos­

37 Tiyatro ... Tiyatro...


lütfen sormayın, izleyin

ismi lazım değil Hakan TÜNER İSMİ

LAZIM

DEĞİL

TEVFİK GELENBE TİYATROSU

Tevfik Gelenbe Tiyatrosu, ipekçi Merhum'dan sonra sezonun ikinci oyunu İsmi La­ zım Değil adlı yeni bir vodville seyirci karşısına çıkıyor. Oyunun yazarları iki Fransız: Maurice Hannaquin ve Pierre Veder, çevirmeni ise Zihni Küçümen. Oyunun yönetmeni Tevfik Gelenbe ile yapılan söyleşiyi sunuyoruz.

Yazan: Maurice Hannequin, Çeviren ve uyarlayan: Zihni Küçümen Yöneten: Tevfik Gelenbe Yön. Yardımcısı: Sibel Ürgün

cy

Oynayanlar: Aysel Üzer, Yaşar Üzer, Ahmet Özuğurlu, Sevim Gelenbe, Tevfik Gelenbe, Mehmet Beyazıt, Sibel Ürgün, Doğan Aybay, Ayşen Tekin, Yasemin Özipek

• Yazarlar ve oyun hakkında kısa ciyle çok yakın bir ilişkiye giri­ bir bilgi verir misiniz? yorsunuz. Çok ani olarak bunu 19. yüzyıl Fransız vodvil yazarla­ nasıl yakalıyorsunuz? rından ikisi de; Maurice Hannequ- işte o isimlendirilemeyen, tanımin, Pierre Veder. Çok zor bir tür ta­ lanamayan bir olgu. O baş oyun­ bii biliyorsunuz vodvil. Dünyada cunun kişisel performansı, kişisel da bu yüzden çok az yetişiyor vod­ sempatisi ve halkın üzerindeki et­ vil yazarı. Oyun tüm vodvillerde kisi. Bunların hepsi o seyircinin olduğu gibi bir karambol, bir yan­ üstünde bir farklılık yaratıyor. Di­ lış anlaşılmanın ürünü, ondan öte­ ğer standartlardan ayrılma gibi si matematiksel birtakım kurgular, bir olay getiriyor. O zaman da da­ birtakım karamboller ve onun öte­ ha başka gözle bakıyoruz oyun­ sinde de ayranı içecek olan yiğidin cuya tabii. Biz bıraktığımız zaman kendi öznel fikirlerine kalmış bir bu oyunları kimler oynayacak di­ oyun. ye bir merakımız da var. Çünkü • Sanırım günümüz Türkiye'sine bu tür oyunları oynayan Gazanfer adapte edilmiş. Özcan ve ben altmış yaşına gel­ Çevirmeni ve adaptörü Zihni Küçü­ dik artık. Biz gittikten sonra gelemen. Zihni Küçümen bu işi çok cek kuşağın içinde bu işleri kotauzun zamandan beri yaptığı için racak kimse göremiyorum. artık bir meleke keşfetmiş eli. Onun bize getirdiği tekstin ötesin­ • Bir de oyun çok tempolu bir de, her şekilde gidiyor. Bu tempo oyun­ oyunda ol­ cuların sürekli dinamik olmasını duğu gibi da gerektiriyor değil mi? ben tekrar Vodvil'in zorluklarından biri o, birtakım ritmi kaçırırsanız, seyirciye gül­ oyunlar dürme payı bırakırsanız bir daha ekliyorum. yakalayamazsınız. Kendi kad­ Bir vodvil oyuncusunun bir futbol romla ken­ oyuncusu kadar formda ve kon­ di sahne­ disyonda olması lazımdır. Sanı­ me uyar­ yorum bir de bu tarz oynayanları lamaya yıpratan o. Ben çok uzun yıllar gayret spor yaptım. Buna rağmen beni gösteriyo­ ezdi vodvil. Çok zor ve hızlı bir i rum. tempo, tenim yaşım altmışbir, • Seyir­ bu tempoya dayanmak zor. •

a

Pierre Veder

pe

Dekor: Ahmet Özcan, Yaşar Üzer Kostüm: Sema Gelenbe Işık: Mehmet Sallabaş

Yer: Tevfik Gelenbe Tiyatrosu

38 Tiyatro... Tiyatro...


atina mektubu

Alkmini DİAMAND0ĞULU

pe cy

a

1 9 9 2 Atina'sında uzun süren bir güz mevsimi... Bazı tiyatro prömiyerlerinin erte­ lenmesine dahi yol açan sıcak havalar ve nihayet tüm perdeler açılıyor. Aşağı yuka­ rı dört milyonluk bir şehirde, elliye yakın tiyatro sahnesi ve bunun yanısıra bir ka­ bare tiyatrosu, ikisi dans tiyatrosu olmak üzere dört dans topluluğu, yerli bir rock operası ile müzik sarayı salonlarındaki çeşitli faaliyetler gözönünde tutulursa, sanı­ rım tablo yeterince aydınlanıyor. Geçen sezon sonuna doğru sahnelenen, Herrınann Broch'un "Hizmetçi Çerline'nin Anlattıkları" ve S. Beckett'in "Ruh Çırpını­ şı" adlı piyesler son temsillerini sergiliyorlar. Bir taraftan Yunanlı seyircinin rağbet gösterdiği, çoğunlukla politik mizah skeçlerinden oluşan yerli revüler, diğer taraf­ tan ise onbeşe yakın çağdaş Yunanlı yazarın piyesleri ile Aristofanes'in "Barış" ve Sofokles'in "Antigone"si. Kentin kaliteli oyunlar sergileyen tiyatrolarının büyük bir kısmı, şehrin tam merkezinde değil de biraz uzakça semtlerde bulunmaktadır. Bu tür ti­ yatro meraklısı seyirciye hitap eden bu sah­ nelerin, kendilerine özgü ve gençlerden de yoksun olmayan bir seyirci topluluğu var. Yarım tatil olan çarşamba günleri ise, altıbuçuk matinelerinde, şehrin merkezindeki bazı tiyatrolarda, çoğunlukla ticari sayılan piyes­ lerin seyircisinin hemen hemen tümü hanım­ lardan oluşmakta ve ender olarak yaşlı er­ keklere de rastlanmaktadır. Yabancı yazar­ lar, her zaman olduğu gibi, çoğunluktadır: OthelloShakespeare, Moliere, Oscar Wilde, Luigi Pirandello, Eugene O'Neal, Frederico Shakespeare Garcia Lorca, August Strinberg, Jean Anouilh, Harold Pinter, Neil Simon, ThornDevlet Tiyatrosu don Wilder, Tankred Dorst, Tom Stopard, David Namet, Jimmy Chinn gibi isimle­ Foto: Nikos Vrettos rin yanında Francis Gudrich, Hill ve Mallatratt, Thomas Hardy, Eduardo De Filippo, Bob Schneider, Copi, Lina Wertmuller, Rey Cuney, Eugene Labiche, Chapman Freemen vs. vs. Geçen yılın sonuna doğru, eskiden sinema olup sonradan tiyatroya dönüşen bir salonda, Pinter Festivali başladı. Yeni kuşak oyuncularından oluşan bir topluluk "Cüceler" adlı piyesi sergiledi. Çok yetenekli gençlerin seviyeli bir oyununu seyretmek fırsatını bulduğumuz bu piyesle birlikte Pinter'ın tek perdelik "Aşık"ı da vardı. Bu sezon "Aşık" piyesi tekrarlandı. Dengeli, ince işlenmiş, pırıl pırıl bir oyundu sergilenen. Bu piyesle birlikte, bu sefer "Önemsiz Acı" yı gördük. Yaşlıca bir karı -kocanın yaşamını konu alan ve orta yaşlı bir aktris ile, vaktiyle ye­ tenekliliğini kanıtlamış yaşlı bir erkek oyuncu tarafından oynanan piyes, ikna edici olamadı kanısındayım. Kadın rolündeki aktrisin sarfettiği çaba, olumlu sayılabilir. Ancak erkek rolünü üstlenen aktörün oyununda, belki profesyonelliğin ağır basma­ sı, role katılımın ise o ölçüde cüz'i kalması, bu sonucu doğurmuş olabilir. Merkez­ den uzak olmamakla beraber, kentin bir kenar mahallesinde, vaktiyle matbaa olan eski bir binada, bir cep tiyatrosu oluşturulmuştu. Bu tiyatroda David Mamet'in "American Buffalo"sunu gördüm. Birbirinden yetenekli üç erkek oyuncu, içlerinden en gencinin imzasını taşıyan- çok başarılı bir çeviri. Ve sonuç: Atmosfe­ rik, çarpıcı, olağanüstü bir temsil. Tiyatronun dar demir merdivenini inerken, bir şey kurcalıyor aklımı. Sonunda hatırlayabiliyorum. Vaktiyle, eskiden, çok eskiden, "Küçük Sahne"nin bir temsilinden çıkarken, buna benzer hislerle ayrıldığımı anım­ sıyorum. Görmüş olduğum temsil, Steinbeck'den "Fareler ve İnsanlar"dı. • Tiyatro ... Tiyatro... 39


paris mektubu

Georges

DANIEL

Geçen ayki mektubumun başında yazdığım gibi, burada tiyatroların bir ço­ ğunda yeni oyunlar başladı. Ama ben size yılbaşından önce seyrettiklerimi anlatmayı sürdürüyorum bugün. • Potiniere Tiyatrosu'nun neredeyse yanıbaşında olan ve 1921'de açılan Dauno Tiyatrosu, 1971'de, bir yangın sonu­ cunda kül olmuştu. Ama iki yıl sonra yeni baştan yapıldı. Böylece başarılı sanat yaşamını sürdürebiliyor. Genellikle bulvar türünde oyunların sahnelen­ diği bu yapıda, yüzyılımızın ünlü oyuncularının birçoğunun adları tiyatro ta­ rihine girdi. İki mevsim boyunca aralıksız afişte kalan, hatta peşpeşe 1500 kez oynanan yapıtlar, az değil bu tiyatronun yetmiş yıllık geçmişinde. Bu mevsim, sekiz yıl önce binlerce seyirci tarafından alkışlanan Le Canard A L'Orange (Portakallı Ördek) tekrar sahnede. Bu oyun İngilizceden çevrilmiş. Orijinal adı: The Secretary Bird. Yazarı William Douglas Home. Öğrenimini önce Eton ve Oxford'da yaptıktan sonra Kraliyet Tiyatro Akademisi'nde sah­ ne yaşamına hazırlanmış. 1937'de ilk kez sahneye çıkmış. Ayrıca oyun yaz­ maya başlamış. Kimilerinde kendisinin de rol aldığı yapıtları arasında

pe

cy

a

10'dan fazla, çok ünlü güldürü var. Bunlardan üçü sinemaya uyarlanmış ve beyaz perdede de büyük ba­ şarı kazanmış. Portakallı Ördek, Fransız mutfağının çok bilinen yemeklerinden. Ama bu oyuna başka ad da bulunabilirdi. Çünkü konusunun aşçılık sanatıyla en ufacık bir ilgisi yok! Liz ve Hugh onbeş yıldır ev­ liler ve beraberlikleri görünüşte tatlı bir şekilde sü­ rüyor. Ama, oyunun ilk dakikalarında, Liz eşine ar­ tık ondan usandığını ve yeni edindiği bir sevgilinin kolunda evi terkedeceğini bildiriyor. Hugh hiç bek­ lemediği bu acı duruma düşünce karısının bu projesi­ ni engellemek amacıyla elinden gelen her şeyi yapı­ yor, herkesi şaşırtan olaylar yaratıyor ve nihayet istediği sonuca varıyor. Terkedilmek istenen kocayı ünlü sanatçı Michel Roux canlandırıyor. Belki de özellikle onu seyretmek için her akşam tiyatroyu dolduran seyircileri sürekli kahkahayla güldürüyor. Karısı Liz rolünde gü­ zelliğiyle de dikkati çeken Yolande Folliot çok başarılı. • 1 8 6 6 ' d a , Strasburg Bulvarı'nda inşa edilen büyük ve görkemli tiyatro binasının çeyrek yüzyıl sonra yönetmenlik sanatının Fransa'daki gerçek doğuşunun beşiği olacağını herhalde başta kimse tahmin etmiyordu. 1890'da Andre Antoine bu sahnede "Özgür Tiyatro"yu kurdu ve yepyeni bir oyun sahneleme şekli yarattı. Dört yıl sonra parasızlık nedeniyle buradan ayrılmak zorunda kaldı ama 1986'da yeniden bu binaya yerleşti ve on yıl boyunca tüm dünyada bir "tiyatro devrimi" olarak nitelenen yönetmenlik anlayışını uyguladı. Sonra onu bir devlet tiyatrosunun başına getirdiler. Başkaları artık Antoine adı

Michel Roux

40 Tiyatro... Tiyatro....


pe

cy

a

verilen bu tiyatroyu bugüne dek yönettiler. Şimdiki yöneticisi: Helena Bossis. Halen Antoine Tiyatrosu'nda, ünlü tiyatro adamı Robert Lamoureux'nün kendi yazdığı ve başrolü oynadığı L'Amour Foot adlı güldürü, afiş­ te. Oyunu Francis Joffo sahneye koymuş. Bir tek dekor var; bir belediye reisinin makam odası. Lamoureııx, daha önceleri de yaptığı gibi. esprili, hareketli, bazen karikatür bo­ yutlarına erişen gülünç durum ve tutumların bol olduğu bir oyun yazmış. Küçük bir kentin resmi yönetcisinin yaşayabile­ ceği tatlı acı çeşitli olaylarla d o l d u r m u ş yapıtını. Kendisi de başrolde çok başarılı. • Dün­ yanın en görkemli caddesi sa­ yılan Champs Elysees'nin (Şanzelize) üst yarısının iki ta­ rafı da yüksek binalarla dolu­ dur, kalan kısmı ise sağda da solda da bol ağaçlı bir park gi­ bidir ve bu yeşilliklerin orta­ sında yükselen birkaç ünlü ya­ pı vardır. Bunlardan biri 1850'de inşa edilen, 1965'de şimdiki haline getirilen, Pa­ ris'in en güzel tiyatrolarından Marigny'dir. Yaklaşık birbuçuk yüzyıllık tarihinde sık sık başarılı temsiller sahnelemiştir. Diderot ve Crebillon Fils aynı çağda, 18. yüzyılda yaşa­ dılar. İlki ünlü bir yazar ve dü­ şünürdü. Ondan altı yaş büyük olan ikincisi de kitaplarında o devrin toplumsal yaşamını, in­ celikle yansıttı. F r a n c i s Huster yakışıklı ve yetenekli bir tiyatro adamı. Daha genç oluşuna karşın düşük başarılarla dolu, uzun bir sanat geçmişi var. Bu mevsim, Marigny Tiyatrosu'ndiı, Diderot'nun Jacques Le Fataliste (Yazgıya Boyun Eğen Jak) ve Crebillon 1 ils'in La Nuit Et Le Mo­ ment (Gece Ve An) adlı yapıtlarından iki bölümlük Süite Royale adında bir temsil yarattı. Francis Huster iki yapıtın da baş rollerini canlı, esprili, ince bir oyunla canlandırıyor. Baş kadın rollerinde de güzel ve yetenekli Cristiana Reali'ye hayran olmamak olanaksız. Her akşam tüm seyircileri mesteden bir temsil. • Gelecek ay bu sayfalarda buluşmak üzere şimdilik hoşçakalın, sevgili Türk tiyatroseverleri. Coşkun TUNÇTAN

Francis Huster ve Cristiana Reali


pe

cy a

ORMAN KANUNU Hektarlarca o r m a n a l a n ı , k o n u y a en hassas y a k l a ş m a s ı gereken kişilerce b i l e , rahatlıkla g ö z d e n çı­ k a r ı l a b i l i y o r . Ve bu kıyımlar s ü r e r k e n , her s e f e r i n d e , "Ağaçların çok azı kesilecek, y e r l e r i n e y e n i f i ­ danlar dikilecek" t ü r ü n d e n açıklamalar y a p ı l ı y o r . Tek bir ağacın en az 20 yılda y e t i ş t i ğ i u n u t u l a r a k ! O r m a n k a n u n u bizler s a y e s i n d e işliyor. Kıyımı d u r d u r m a n ı n tek y o l u , hangi g e r e k ç e y l e o l u r s a o l ­ s u n , o r m a n l a r d a n e l i m i z i çekmek. Hiç d e ğ i l s e ç o c u k l a r ı m ı z için... çevresini

k o r u m a y a

k a r a r l ı y ı z .

DERNEĞİMİZE ÜYE OLMAK İÇİN

Sizin

de

Biz T ü r k i y e ' n i n d o ğ a l

k a t ı l m a n ı z ı

AŞAĞIDAKİ K U P O N U DOLDURUP P.K

18 BEBEK 30810 İSTANBUL ADRESİNE G Ö N D E R İ N .

Adım, soyadım : Adresim : T C y a s a l a r ı n a g ö r e , 18 y a ş ı n d a n k ü ç ü k l e r d e r n e ğ e üye o l a m a z l a r .

Bu ilanı ücretsiz olarak yayınlayan Tiyatro Dergisi'ne teşekkür ederiz.

b e k l i y o r u z .


tuncay özine'l altı yıl sonra istanbul'da

çıkmazdaki eğitim sistemi İlahe OKYALAZ

a

zorunda. Küçük bir salon, küçük bir sah­ ne olanaklarımız çok az. Mesela son sah­ ne için bir takip ışığı olabilirdi. İşte böyle tamamlayıcı unsurların olmaması gibi sorunlar nedeniyle istediklerimizin tümü­ nü gerçekleştiremiyoruz. • Tiyatro sanatına bakış açınızı öğre­ nebilir miyiz? Bana göre tiyatro, toplumsal olayların sahneden yansımasıdır, doğrusu da bu­ dur. Brecht'in bir lafı var, her zaman Tür­ kiye'de atlanmış bir laf, diyor ki Brecht; "seyirci tiyatroya eğlenelim diye gider, hiçbir zaman gidip bu akşam biraz eğiti­ leyim diye gitmez." Türkiye'ye bakarsak ki bunu açıkça söylemekte yarar var, yet­ kin seyirci çok az. Eğer biz yetkin olma­ yan seyirciye de eğlendirirken bu eğitimi verebiliyorsak, ne mutlu bize. Ben her oyunumda mutlaka toplumun sorunlarını düşünüyorum. Belli mesajları iletiyorum. Marks'ın bir lafı var. Diyor ki; "insanlar söyledikleri ile değil yaptıkları ile değer­ lendirilirler." • Başka projeleriniz var mı? Büyük bir projem var; "Aslan Asker Şev­ ket" adlı bir oyun. Proje çok büyük, oniki oyuncu ve altı dansçıdan oluşuyor. Ergun Göknar sahneye koyacak. Galip Er­ kin müziklerini yapıyor. Özgün öykü be­ nim, Şvayk üzerine bir çeşitleme. Oniki Eylül sabahı başlıyor oyun, Türk askeri Somali'de, ile bitiyor. Masklar var, kukla­ lar var, danslar var bir hayli masraflı bir oyun. Bunun için destek istedik Kültür Bakanlığı'ndan ama verilen destekle bu sezon bu oyunu yapmam mümkün değil. Gelecek sezona hazırlıyoruz.»

pe

cy

• Sayın Ûzinel, daha önce oynadığınız, Ferhan Şensoy'un yazdığı bu oyunu seç­ me nedeninizi öğrenebilir miyiz? Seçme nedenim biraz nostaljik; ben bu oyunu 1980 yılında Kocamustafapaşa'da ilk tiyatromu açtığım yıl oynamıştım. Be­ nim tiyatromu açtığım ilk oyun. Çeşitli ne­ denlerden dolayı 86'dan beri İstanbul'da oyun oynayamıyordum. Bu sezon ilk ola­ rak istanbul'da açınca Bizim Sınıfla baş­ lamayı, yani İstanbul'da tiyatromu açtığım ilk oyunla başlamayı uygun buldum birinci nedeni o. İkincisi de, yer yer eskimiş ol­ masına rağmen yine de Bizim Sınıf toplu­ mumuzdaki eğitim sistemini eleştiriyor. Baktık ki aradan onüç yıl geçmesine rağ­ men eğitim sistemini yönlendiren, elinde tutan insanlar, kendileri de eleştiriyor, her bakan geliyor, eğitim sistemini beğenmeyip değiştiriyor ama yine de değişen bir şey yok. • Oyunda nelerin üstünde durmak iste­ diniz? Eğitim kurumu dünyadaki sistemin bir parçası. Tabii eğitim sistemini eleştiriyo­ ruz. Ülkemizde hâlâ Nâzım Hikmet okullar­ da okutulsun mu okutulmasın mı, bunun tartışması yapılıyor. Sabahattin Ali aynı şekilde. Hangi çağda-yaşıyoruz, bunun al­ tını çizmek istedik. • Dekor, kostüm, ışık konusunda ne gi­ bi zorluklarla karşılaştınız? Daha iyi olmasını isterdim. Sanatçı daima daha ileriye, daha iyisine bakar. Daha iyisi­ ni yapabilmek güzel, ancak olanaklarımızı da biliyorsunuz. Şu olanaklar içerisinde en iyisini yapmaya çalıştım. Ekonomik zor­ luklarımız var. Şimdi mesela yarım saat içerisinde dekor sökülüp dekor konmak

BİZİM

SINIF

TUNCAY ÖZİNEL TİYATROSU Yazan: Ferhan Şensoy Yöneten: Tuncay Özinel Oynayanlar: Ayten Erman, İdil Yazgan, Zehra Alptürk, Ali Yaylı, Füsun Öztoprak, İbrahim Gündoğan, Nermin Parlak, Seyran Aksoy, Tuncay Özinel Müzik: Baha Boduroğlu Dekor-Kostüm: Ferit Özen Yer: Altunizade Kültür Merkezi


Çetin ETİLİ

insan bahçesi

pe cy

a

Bir d i l i m i z var b i z i m Benzemez d i l i n i z e Sağır d i l s i z sanmayın Konuşuruz b i z b i z e Bu b a h ç e g ü z e l ama Çok sıkıcı kafesler Kilitlerin altında Yaşamayı kim ister. Sevimli hayvancıkların kafes arkasında yakarmalarıdır b u n l a r . Demir p a r m a k l ı k l a r ı n a r k a s ı n d a k i h a y v a n c ı k l a r du­ r u m l a r ı n d a n hiç hoşnut d e ğ i l d i r l e r . Ö z g ü r o l m a k k ı r l a r d a gönüllerince gezinmek ve oynamak istiyorlar. Evet s e v g i l i a r k a d a ş l a r bu a y k i o y u n u m u z "İnsan B a h ç e s i " H a y v a n a t B a h ç e s i ' n d e k i sevimli h a y v a n l a r ı m ı z k e n d i l e r i n i z i y a r e t e gelen i n s a n l a r d a n r a h a t s ı z o l u r l a r . O n l a r ı n k a b a d a v r a n ı ş l a r ı , kötü s ö z l e r i h a y v a n c ı k l a r ı r a h a t s ı z eder. Nö­ b e t ç i l e r d e h a y v a n l a r a iyi d a v r a n m a z l a r . O n l a r a e z i y e t ederler. Ama hayvanların da özgürlük, hakkıdır. Hayvan­ lar s o r a r l a r i n s a n l a r a . . . Sizi k a p a t s a k b u r a y a S ı k ı l m a z mı c a n ı n ı z Dört mevsim bu kafeste Yaşamayı kim ister. Elbette ki h i ç b i r canlı ö z g ü r l ü ğ ü n d e n v a z g e ç m e z . Parmak­ lıklar a r k a s ı n d a k a l m a y ı istemez. H a y v a n l a r ı seven o n l a r l a dost o l m a k isteyen Ö z g ü r , hay­ v a n l a r ı n bu h a l i n e çok üzülür ve k a f e s l e r i n i a ç a r a k hay-


pe

cy

a

v a n l a r ı serbest b ı r a k ı r . O n l a r a kendi y u r t l a r ı n a g i t m e l e r i n i söyler. H a y v a n l a r ise k e n d i l e r i n i seyreden i n s a n l a r ı ve h a y v a n a t b a h ç e s i n i n n ö b e t ç i l e r i n i kafese k a p a t ı r l a r ve on­ lara kafese k a p a t ı l m a n ı n nasıl bir d u y g u o l d u ğ u n u s o r a r l a r b u r a y a da insan b ah çe s i a d ı n ı v e r i r l e r . Kafesin i ç i n d e k i in­ sanlar ö z g ü r l ü k l e r i n i n e l l e r i n d e n a l ı n m a s ı n a çok ü z ü l ü r l e r , ama h a y v a n l a r a b ö y l e d a v r a n d ı k l a r ı için d e u t a n ı r l a r . H a y v a n l a r nasıl kurtulur, i n s a n l a r a nasıl bir oyun o y n a y ı p o n l a r ı kafese a t a r l a r bunu hep b i r l i k t e "İnsan B a h ç e s i " isimli o y u n d a g ö r e c e ğ i z . H a y v a n l a r ı sevmeyen, ç i ç e k l e r i sevmeyen i n s a n l a r ı seve­ mez... Ç e v r e m i z d e g ö r d ü ğ ü m ü z h a y v a n l a r ı n d a d u y g u l a r ı o l a b i l e c e ğ i n i d ü ş ü n m e m i z g e r e k i r . Bir kuş, kafeste o l d u ­ ğ u n d a n d a h a g ü z e l öter ö z g ü r o l u r s a , bir maymun d a h a n e ş e l i d i r , aslan d a h a s e v i m l i d i r ö z g ü r o l u r s a . . . İnsanlar k e n d i l e r i n i ille de g ö r m e k i s t i y o r l a r s a , kendi ülke­ l e r i n d e g e l i p g ö r m e l e r i n i isterler, o y u n u m u z d a k i i n s a n l a r . K A N G U R U : Beni g e l i p A v u s t u r a l y a ' d a z i y a r e t e d i n . A S L A N : Beni A f r i k a ' d a . P A P A Ğ A N : Beni Yeni Z e l a n d a ' d a . FİL: Beni H i n d i s t a n ' d a . FOK: Beni Kutup D e n i z i ' n d e . O y u n u n s o n u n d a i n s a n l a r a ö z g ü r l ü k l e r i n i g e r i v e r i r hay­ v a n l a r ve şarkıyı hep b i r l i k t e s ö y l e r l e r . . . Özgür olmalı insanlar Özgür olmalı hayvanlar Çocuklar özgür olmalı Özgür olmalı canlılar G e l i n "İnsan B a h ç e s i " a d l ı oyunu b i r l i k t e s e y r e d e l i m ve şarkıya b i z de k a t ı l a l ı m . İnsanlar ve h a y v a n l a r A y n ı d ü n y a d a yaşar Sevince b i r b i r i n i Dünya g ü z e l l i k l e d o l a r .

İNSAN BAHÇESİ İstanbul Şehir Tiyatrosu Yazan: Gülsün Siren Yöneten: Orhan Alkaya Müzik Direktörü: Mertol Şalt Koreograf!: Murat Ersan Dekor: Ayhan Doğan Kostüm: Zuhal Soy Oynayanlar: Ceyhun Erdem, Esra Ülger, Barış Dinçel, Hülya Arslan, Ertuğrul Postoğlu, Akın Aydın, Ersin Umulu, Murat Derya Kılıç, Murat Dal, Gökhan Özkara, Zeynep Irgat, Ahu Karcılıoğlu, Aziz Mullaaziz, Bennu Yıl­ dırımlar, Demet Bozyaka, Aziz Sarvan, Nurdan Gür, Zümrüt Erkin Yer: Fatih Reşat Nuri Sahnesi


TİYATRO

Orhan ASENA

KİTAPLARI Orhan Asena Toplu Oyunları • 1 Boyut Tiyatro Yayınları İstanbul, 0cak,1993

ŞİLİ'DE AV

BİR BAŞKANA AG1T

H. Zafer ŞAHİN

Bir Başkana Ağıt, 1979-1980 yıllarında yazıldı. Bu üç­ leme içinde en son yazılan oyun olmasına karşın, Şili olaylarının tarihsel gelişimi içinde ikinci sırada yer alıyor. Joseph Lavvrensky'in Salvador Ailende adlı ya­ şam öyküsel çalışmasından esinlenerek yazılmış. Oyun Allende'nin kendisine ültimatom gönderen dar­ beci generallerle telefonda görüşmeyi reddedişiyle başlar ve La Moneda Başkanlık Sarayı'nda direnişe geçişinin ve acılı sonunun öyküsünü anlatır. Oyunda zaman zaman Allende'nin geçmişine dönülür, böyle­ ce ülkesindeki geleneksel çizginin dışına çıkan bir başkanın onurlu ve tutarlı portresi çizilir. Onun poli­ tik çizgisi, inancı, aynı düşünce içinde olmasına kar­ şın iktidara gelme ve kalmadaki yöntem ayrılığı orta­ ya çıkarılır.

pe cy

a

Orhan Asena tiyatro­ ÖLÜ KENTİN muzun en üretken ya­ NABZI zarlarından.. Şiir ve öykü yazarak yazın yaşamına giren Asena, ellili yıllarda oyun yazarlığına başladı. 1954 de yazdığı Tanrılar ve İnsanlar (Gılgamış) adlı oyunuyla tiyatro alanında dikkatleri üzerin­ de topladı. Son yıllarda çalışmalarını, birbirini konu olarak tamamlayan oyunlara yönelten Asena nın Şili Üçlemesi Boyut Yayınları' nca Toplu Oyunlar-1 adıyla yayınlandı. Asena, içeriği yüklü, dil ustalığına dayalı, bireysel tepkinin toplumsal bir tavır ya da düşüncenin ürünü olduğu anlayışını oyunlarında işleyen yazarlarımızdan biri. Tarihsel olanı güncel olanla yoğuran, değişen ti­ yatro anlayışına uygun biçem sorunlarını, anlatım olanaklarını çalışmalarında deneyen bir yazarımız. Onun oyunlarının öyküsündeki kahramanlar, hem kendi dönemlerinin hem de oyunun yazıldığı, sahne­ lendiği bugünün sorumluluğu içindedirler. Aslında bu, çağına duyarlı Asena'nın sorumluluğudur. Belki de onun oyunlarında bitmeyen bir şeylerin olması, bu sorumluluğun geçmişten geleceğe taşınır olmasın­ dan.

acımasız av karşısındaki yaklaşım ve eylem ayrılıkları ortaya konulurken, insansal ve evrensel onlarca şey tartışılıyor. Rahibi, kızkardeşini, gençleri biraraya ge­ tiren şey, demokrasinin ve onun Şili'deki simgesi Al­ lende'nin yok edilişidir. Toplumun öncüsü olmak, ta­ rafsızlık, kimden yana olunacağını bilmemek, toplumsal kökenini siyasal inancı uğruna reddetmek, başkaları uğruna kendi yaşamını hiçe saymak... Oyu­ nun hem temasını hem de konusunu oluşturur. Oyu­ nun öyküsündeki acılı sona gidiş, giderek gelecek adına umudu müjdeler. Şili Üçlemesi'nin ilk oyunu, Asena'ya Tiyatro 74 Dergisi'nin ve İsmet Küntay'ın anısına yılın başarılı oyun yazarına verilen ödülleri 1974de kazandırdı.

Toplu Oyunları-I'de verilen Şili'de Av, Bir Başkana Ağıt ve Ölü Kentin Nabzı, ABD destekli faşist general­ lerin demokratik sosyalizm yanlısı Devlet Başkanı Salvador Allende'ye karşı gerçekleştirdiği kanlı dar­ benin panaromasını çizmekte. Yazar, Şili halkının de­ ğişik kesimlerine, değişik inanç ve savaşım anlayışın­ daki insanlarına farklı noktalardan bakar.

Bu oyunlardaki en önemli şey, bir yazarın dünyadaki olaylar karşısındaki duyarlılığıdır. Asena ülkemiz in­ sanının duygularını, dünyayı değerlendirme biçimleri­ ni, davranışlarını oyun kişilerinde söze ve tavra dö­ nüştürür. Kitaptaki ilk oyun, Asena'nın Şili'deki darbenin ardın­ dan sıcağı sıcağına 1973'de yazdığı Şili'de Av'dır. Oyun, Salvador Allende'nin iktidarının son gününde, darbecilerin insan avından kaçan yedi gencin, Rahip Domingo'nun kilise yanındaki evine sığınmasıyla başlar. Darbe karşıtı grupların ve insanların, Şili'deki

1977 yılında yazdığı Ölü Kentin Nabzı, yazara 1979 yılında yeniden İsmet Küntay Ödülü'nü kazandıran oyun, iki perde ve önoyundan oluşuyor. Önoyun Al­ lende'nin öldürülüşünden birkaç ay, diğer iki perde ise birkaç yıl sonra geçer. Darbeden sonra Şili ve Santiago bir "ölü kent" olmuştur. Ancak, bu ölü kentin nabzı, iyiden, güzelden, insan haklarından, de­ mokrasiden yana ne varsa yok eden cuntayı devirmek için atmaktadır. Önemli olan yaşama ve topluma du­ yarlı insanları bir araya getirmek, örgütlemektir. Önoyunda, eski öğrencisi Joel'le karşılaşan Profesör Augusto Navarro, onunla birkaç yıl sonra yeniden karşılaşır. Yaralı Jole ve arkadaşları bir çatışma son­ rası Profesör Navarro'nun evine sığınırlar. O ana ka­ dar üniversitede tarafsız, kararsız kalan Navarro'nun önünde tercih yapmasını gerektirecek onlarca yakla­ şım ve yöneliş ortaya çıkar. Aslında 'tercih' oyunun tüm karakterleri için gündemdedir. Oyundaki kişiler, toplumsal koşullar karşısında olumlu ya da olumsuz yanlarıyla sürekli yeni tavır ve düşünce tercih süreci­ ni yaşarlar. Tiyatromuzun dünya ve ülke sorunlarına duyarlı ya­ zarlarından Orhan Asena'nm bu üçlemesi, ülkemiz ta­ rihine bakışımıza tiyatro adına katkıda bulunacak nitelikte. Asena'nm tarihimizden yola çıkarak yazdığı oyunlar yayınlandıkça bu katkıyı daha yakından tanı­ ma fırsatına kavuşmuş olacağız. •


pe cy a


a

cy

pe


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.