1993_024

Page 1


cy a

pe


M

E

R

H

A

B

A

a

Yaman'ı, Yaman Okay'ıda yitirdik. 42 yıla sığdırılmış bir hayat. Dolu dopdolu bir hayat, arka­ sında güzel, anlamlı, başarılarla yüklü, sevgi dolu bir anılar yumağı bırakarak gitti. Bizleri, Yaman'sız bıraktı. Bunu haketmemiştik. Yaman'sızlığı, sevgiyi, dostluğu bu kadar kısa süren bir zamana sığdırmak zorunda bırakılmayı haketmemiştik. Yaman'la yapacaklarımız, Yaman'ın yap­ tıklarını izleyecek çok yılımız vardı. Ama ölüm buna izin vermedi. Onu anılarımızda bırakarak, aldı götürdü. Alacağı olsun ölümün. Yaman'dan kısa bir süre öncede Mahir Canova'yı yitirdik. Tiyatroyla yoğrulmuş koskoca bir hayat, 16 Şubatta bizleri öksüz bırakıp gitti. Ama, arkasında sadece saygı ve sevgi bırakarak. Ölümlerin her biçimi sarsar insanı, tıpkı cançekişen Kulis Dergisi gibi. 47 yıldır yaşam savaşı veren bir dergi ve tutkuyla yaşatmaya çalışarrbir adam, Agop Ayvaz. Belkide artık çıkartamayacak dergisini. Bunun sorumlusu bizler olacağız. Her bul­ duğumuz fırsatta, kültür, sanat nutukları atan, aman efendim ne kadar güzel diyen bizler. Dö­ nüp bakmadık bile Kulis'in yaşaması için ne gerekir diye. Agop Ayvaz'a deneyimlerle, anılarla dolu birikimlerini bizimle paylaşıp paylaşamayacağını sorduğumuzda, sevindi, coşkuyla karşı­ ladı önerimizi, çok sevindik. Eğer ki bundan böyle Kulis Dergisi yayınlanmazsa -ki mutlaka ya­ yınına devam edecektir/etmelidir- Agop Ayvaz bu sayfalarda sürdürsün Kulis'in minik bir örne­ ğini istedik. Dergimiz yayımlandığı sürece bu sayfalar Agop Ayvaz'ın sayfaları olacak. Aslında sizlerin doya doya okuyacağınız, dergiyi değilse bile bu sayfaları saklayacağınız tarihi birer belge olacaktır. Sağol Agop Ayvaz, bizleri onurlandırdınız, mutlu ettiniz.' Hepimiz hoşgeldin di­ yoruz. İki ölüm ve bir güzel haber, galiba yeter. Daha fazla söyleyecek söz bulamıyorum. Önü­ müzdeki ay buluşmak umudayla hoşçakalın. Her şeye rağmen tiyatro dolu günler dilerim. D e m i r k a n l ı

cy

M u s t a f a

İ Ç İ N D E K İ L E R

Haberler 1 0 - 1 2 " D o ğ a Bittiğinde Her Şey Bitecek" • Nalân Özübek 1 4 - 1 5 Paris Mektubu • Coşkun Tunç

22-23

pe

tan 16-17 Hanımefendiciğim Özür Dilerim • Faruk Boyacıoğlu 18-20 Bin Çiçekli Bir Kumaş • Mehmet Demir 25

Çok Uzak-Fazla Yakın • Adalet Ağaoğlu

Sahneye Can Katanlar • Serra Yılmaz 2 6 - 2 7

rarası Tiyatro Festivali • T Yılmaz Öğüt 2 8 - 2 9 Müzikli Bir Düğün • Bahtiyar Engin 30

5. Ulusla­

Ürettiklerimizle Bütünle­

şebiliyor muyuz? • Melek Bilgin 3 2 - 3 3 Naziler Sorgulanıyor • M Torun Modan 3 4 - 3 5 Eski Ramazanlarda Şehzadebaşı Tiyatroları • Agop Ayvaz 36 "Yine mi" Ve "Hâlâ mı"Susuz Yaz* Burç Tan 3 8 - 3 9 Dün Dündür • Gökhan Akçura 40

Konuk Yazar • Uğur Mumcu

4 2 - 4 3 Sev Dünyayı »Çetin Etili 44-45

teyllerinin En Lezzetlisidir • S.Arda Aydoğan 46

Don Giovanni Mozart Kok­

Yaşam mı Şiir Olan Yoksa Şiir mi Yaşanan • H Edip Demir

K a p a k : Savaş Çekiç Sahibi : Tem Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. adına T.Yılmaz Öğüt Sorumlu Yazı İşleri M ü d ü r ü : Mustafa Demirkanlı Y a y ı n K o o r d i n a t ö r ü : Nalân Özübek Reklam ve H a l k l a İlişkiler: Enis Bakışkan Reklam Sorumlusu: Binnur Akdemir Görsel D a n ı ş m a n : Savaş Çekiç Teknik Y ö n e t m e n : Sinan Şanlıer Danışma Kurulu: Gökhan Akçura, Orhan Alkaya, Rutkay Aziz, Genco Erkal, Aziz Çalışlar, Fikret İlkiz, Tamer Levent (TOBAV Temsilcisi] Yılmaz Onay, H.Zafer Şahin, Ali Taygun, Işık Yenersu K a t k ı d a Bulunanlar: A. Ağaoğlu, S.Arda Aydoğan, A.Ayvaz, M. Bilgin, F. Boyacıoğlu, A.Cırım, H.E. Demir, B.Engin, Ç.Etili, M.T. Modan, U. Mumcu, B. Tan, C.Tunçtan, S. Yılmaz Dizgi: Zeliha Güler A n k a r a Tem.: Mehmet Demir Tel: 483 06 67 İzmir Tem.: Ali Rıza Özbilgiç Tel: 84 52 20 İzmit Tem. Kocaeli Bölge Tiy. Tel 141090 A l m a n y a Tem.: Levent Beceren, Berlin Tel: 49.30.61 52020 V i y a n a Tem.: Uğur Özkan, Wien Tel: 432225051 220 Ofset H a z ı r l ı k : Tem Yapım Tel: 249 87 37 Baskı: MÜ-KA Matbaası 5 1 1 2 5 99 Tem Y a p ı m Yayıncılık Ltd. Şti. Oba Sok. 9/1 Cihangir/İstanbul Tel: 249 87 37- 38 Fax : 249 02 18 A b o n e Bedeli: Yıllık 100.000.- TL. Yurtdışı : 50 DM Posta Çeki Hes. : Tem Yapım 655 074 Banka Hesap N o : T.İş Bankası-Cihangir Şb. 1781 17 K a t k ı l a r ı n d a n d o l a y ı TİYAP'a teşekkür ederiz.


a pe cy

YAMAN OKAY


• sarıyer h a l k e ğ i t i m m e r k e z i 1992-

93 sezonunun 2. tur oyunu olarak Haldun Taner'in Vatan Kurtaran Şaban adlı oyununu sahneye koydu. Uzun yıllar­ dır amatör tiyatro ruhuyla, repertuar tiyatrosu bilincini birarada yürütme amacını güden topluluk, sanat kurumlarında­ ki ve sanatın tepesindeki bürokrasinin çarpıklıklarını hicvederek anlatan oyunu seçmelerinde, 20 senedir güncel­ liğini kaybetmemiş olmasının belirleyici etken olduğunu ifa­ de ediyorlar. Abdullah Alparslan'ın yönettiği oyun, her cu­ martesi 15.00 ve her çarşamba 20.30'da Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Salonu'nda izlenebilir.

sik Shakespeare imajından farklı bir yorumla Bir Yaz Dönü­ mü Gecesi Rüyası'nı sergiliyor. Shakespeare'in cinselliğin karmaşıklaştırdiğı aşk ilişkilerini romantik bir görünüm al­

• a ç ı n ı m - a r t / w o r k s h o p kuruldu. 1989 yı­

tında şaşırtıcı bir gerçeklik duygusu ile yansıttığı oyun, Ba­ kırköy Belediye Tiyatroları Aziz Nesin Sahnesi'nde her pa­ zar 19:00da sergileniyor.

• d e v l e t t i y a t r o l a r ı g e n e l müdür­

l ü ğ ü , değişik illerdeki ürünlerini, küçük şenliklerde biraraya getirecek. Köken, boyut ve anlam bakımından birbiriy­ le ilişki içinde bulunan ürünler, özel günler ve haftalarda yanyana seyirciye sunulacak. Bu mini şenliklerden ilki, An­ kara ve İstanbul'da gerçekleştirilecek olan Ferhat Günleri. Nâzım Hikmet'in Ferhad ile Şirin adlı oyunu ile Yüksel Pazarkaya'nın Ferhat'ın Yeni Acıları adlı oyunlar, Şubat'ın ilk haftası Ankara'da gösterime sunuldu, Martın ilk haftasında da İstanbul'da gösterime sunulacak. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle düzenlenen Kadınlar Haftası'nda ise, prö­ miyeri 16 Şubat'ta yapılan Nezihe Araz'ın yazdığı, Mustafa Avkıran'ın yönettiği Savaş Yorgunu Kadınların yanısıra Ankara Devlet Tiyatrosu'nun iki oyunu var. Bu oyunlar; Güner Sümer'in yazdığı, Olcay Poyraz'ın yönettiği Hüzzam ile, Tülin Tınaz Tankut'un yazıp, Baykal Saran'ın yönettiği Kız Doğdu. Hafta içinde, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sergile­ nen ve B. Schottenfeld'in yazdığı, Engin Cezzar'ın yönettiği 7 Kadın oyunu da yer alacak. Nisan ayının 3. haftası ise Godot Günleri başlığını taşıyor.

a

lından bu yana çalışmalarını aralıksız sürdüren ve Zafer Kı­ raç, Z. Müge Erer, Melike Diribaş, Özgür Bolkan, Koray Hakyemezoğlu, Selçuk Ekmekçiler'den oluşan bu sanat atölyesi 1993 yılı başından itibaren ürettiklerini sunmaya başladılar. Temelde tiyatro üzerine kurulan Açınım-Art/ Workshop, tiyatronun yanısıra edebiyat, kısa film, senaryo ve TV üzerine de çalışmalar yapacak. Sanatı atölye biçimi içerisinde yakalamaya çalışan ekip ilk olarak çevre için ço­ cuklara yöneldi. Birincisi 1992 Aralık ayında Yeşil Üretken­ lik 1 adı altında ilkokul çağındaki çocuklarla yapılmış ve SOS İstanbul Çevre Gönüllüleri Paltformu tarafından des­ teklenmişti. Bu çalışmalara izleyici olarak katılan pedagog ve eğitimcilerin olumlu görüşleri sonucunda Yeşil Üretken­ lik II Mart ayında yeniden çocuklarla beraber olacak.

• samsun b e l e d i y e s i o d a t i y a t r o ­

pe

cy

su 1992-93 tiyatro mevsiminde 2'si çocuk oyunu olmak üzere 5 oyunla izleyicisinin karşısına çıkıyor. Perdelerini, Kemalettin Akgün'ün yönettiği Peter Ustinov'un Ellerimin

Arasındaki Hayat oyunuyla açan, Samsun Belediyesi Oda Tiyatrosu, ikinci oyun olarak da yönetmenliğini Erhan Başoğlu'nun yapacağı Lope De Vega'nın Çılgın Dünya - Deli­ ler Arasında oyununu gösterime hazırlıyor. Deneme Sah­ nesi adı altında konservatuvar öğrencilerinin hazırlayacağı bir oyun da bu yılki programa dahil edildi. Oda Tiyatrosu bu yıl küçük izleyicilere de Necati Yılmaz'ın yönettiği Murat Karahüseyinoğlu'nun Balon Ya da Sevgi Kurtaracak Bizleri oyunu ile merhaba dedi. Ayrıca diğer bir oyun olarak da yö­ netmenliğini Erhan Başoğlu'nun yapacak olduğu Lale Oraloğlu'nun Keloğlan oyununu küçük tiyatroseverlere hazırla­ maktadır. 1980 yılından beri çalışmalarını aralıksız sürdüren SBOT'nun oyunları Pazartesi, Çarşamba, Cuma ve Pazar günleri saat 16:00 ve 20:00'de izlenebilir. • p a l d ı r k ü l t ü r tiyatrosu oyuncuları kla­

• gülüm p e k c a n dans tiyatrosu t o p l u l u ğ u kuruldu. 1993 yılının Ocak ayında kurulan

topluluk, dünyada başlı başına ayrı bir tür statüsünde ko­ numlanan Dans Tiyatrosu'nu Türk seyircisine ulaştırmayı hedeflemiş bulunmakta. Çalışmalarında, insanın vücudunu bir iletişim aracı olarak kullanması ve hareketlerle duygusal aktarımın gerçekleştirilmesi gibi temel özelliklerin altını çi­ zen topluluk, Mart ayı içerisinde Gülüm Pekcan'ın yazdığı, koreografisini yaptığı ve yönettiği Zamanı Yakaladım adlı oyunla Ankaralı sanatseverlerin karşısında olacak.

• a d a n a b e l e d i y e s i şehir t i y a t r o ­

su Mart ayından itibaren iki yeni oyunla seyircisiyle bulu­ şuyor. Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu'nda sergilene­ cek olan oyun, Aziz Nesinin yazdığı Biraz Gelir Misiniz? Bu oyunun yönetmeni İsmail Timuçin oyunun konusunu, ve sahneleniş amacını "hasretini gitgide daha çok çekmeye başladığımız çalışma ve yaratma sevgisinin, iş ve meslek aşkının, cazip ve duygulu bir övgüsünü sunmak için 'biraz gelir misiniz" şeklinde dile getiriyor. Yine aynı salonda sah-


receklerdir.

• abdullah şahin nokta tiyatrosu

Aziz Nesinin öykülerinden Yılmaz Gruda'nın sahneye koy­ duğu Biz Adam Olmayız isimli müzikli güldürüyü 20 Şubat 1993 gününden bu yana Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Salonu'nda sergilemeye başladı. Canlı müziğin kullanıldığı oyu­ nun çevre düzenini Cenap Aydınoğlu, koreografisini Aylin Vreskla hazırladı. Oyunun müzikleri ise Cem Bezeyiş'e ait.

• istanbul s a n a t t a n ı t ı m ve a r a ş ­ t ı r m a v a k f ı 7 Şubat Pazar günü, Yerebatan Sarnı-

cı'nda, açıklığa, hoşgörüye gönül verdikleri için katledilmiş kişilere adanan bir etkinlik gerçekleştirdi. Zen Toplulu­ ğunun davul, saksafon ve teften dökülen notaları ile başla­ yan gösteri, sarnıcın içinde ters duran Medusa heykeline gelmeden dia gösterisiyle devam etti... Kennedy, Palme, Aksoy, Emeç, Uğur Mumcu. Ömer Ahunbây'ın mistik müzi­ ği ve sesine Hüseyin Katırcıoğlu da doğaçlama olarak klar­ netle eşlik ettiği gösteriyi yine Katırcıoğlu'nun yönlendirdiği suyun içinde gerçekleştirilen doğaçlama dans izledi. Ayla Algan ise yine suyun içinde Yunus'tan bir şiir yorumladı; Gel Gör Beni Aşk Neyledi. Dansçıların aklanmayı simgele­ yen, hareketleriyle sona eren törenin konsepti Hüseyin Katırcıoğlu na ait olup amacı, çağımızı saran karanlığın içinde gittikçe azalan, insanca umutları çoğaltıp gün ışığına taşımak olarak ifade edildi. • barış oyuncuları, John Patrick'in yazıp, Seçkin Selvi'nin çevirdiği Aceleci Kalp i Nisan ayı sonuna kadar sergilemeye devam edecek. Toron Karacaoğlu'nun yönettiği duygusal bir komedi olan oyun, cumartesi ve pa­ zar günleri, saat 15:30'da, Kadıköy-Kuyubaşı'ndaki Atatürk Fen Lisesinin Tiyatro Salonu'nda sergileniyor.Topluluğun, mevsimin ikinci oyunu olarak gerçekleştirdikleri Aceleci Kalp bir askeri hastanede yatan altı yaralı asker ile hemşire,

a

nelenecek diğer oyun ise Aiaaddin'in Sihirli Lambası. Fer­ di Merter'in yazıp, Mahmut Hazım Kısakürek'in yönettiği bu oyun ise bilinen anonim masalın Adanalı küçük seyirciler için hazırlanan yeni bir versiyonu. • fransız k ü l t ü r m e r k e z i ' n d e yeni bir oyun; Parkta. Marguerite Duras'm iki kişilik bu oyunu Arzu Bigat-Baril'in rejisiyle 1 ve 2 Mart günleri saat 19:00'da İFKM'de izlenebilir, iki ayrı gösteri, iki farklı yo­ rum biçiminde gerçekleşecek oyun, "görünürde iki kişinin, aslında hepimizin gömülmüş, değişmez yazgısı. İki yaşayan ölü. Duras'ın varlık ile yokluk arasında kurduğu dingildek dengeyi yakalamaya çalışan-iki farklı yorum; ölesiye, yaşam dolu, umutsuz, umut dolu." • kocaeli bölge tiyatrosu Yavuzer Çetinkaya'nın tiyatro ve yazın birlikteliğinden doğurduğu Tiyazro gösterilerini, Yavuzer Çetinkaya'nın anısına başlattı, ilki İzmit'teki Oda Tiyatrosu'nda, 28 Ocak'ta gerçekleştirilen Tiyazro, her ayın son haftası izlenebilir. İlk gösterimde, Ya­ vuzer Çetinkaya'nın Haldun Taner Öykü Ödülünü kazanan Savaş Ve Doğum adlı kitabından öyküler yorumlandı. Öy­ küleri yorumlayan Kadir Yüksel "İzmit'teki seyircimizle bir de yazınsal metinleri paylaşmak istedik. Tiyazro, belki de, yazılı kültüre bir türlü geçemeyen toplumumuzda, yazınsal metinlerle tiyatral okuyuşu birleştirerek yepyeni açılımlar, yorumlamalar sunabilir" düşüncesiyle hareket ettiklerini söylüyor. Kocaeli Bölge Tiyatrosu ayrıca, 27 Mart 1993te 15. Sanal Yılını kutlayacak.

pe cy

• t.c. z i r a a t b a n k a s ı çocuk t i y a t ­ rosu yapımını Barış Oyunculan'nın üstlendiği, Ş. Mübeccel Harputlugil'in Gökkuşağını İstiyorum adlı müzikli

çocuk oyununu sergiliyor. Cumartesi ve Pazar günleri saat 11:00'de Kadıköy-Kuyubaşı ndaki Atatürk Fen Lisesi'nde sergilenen oyunun yönetmeni Birol Engeler. Yaşanan an içinde, geleceğe dönük umutların yaşandığı, sevecenlik ve hoşgörünün ön planda tutulduğu oyun, insanın hangi ko­ şulda ve zamanda olursa olsun, kendi yaşam biçimini seç­ me özgürlüğüne sahip olması gerektiğini savunuyor. • y a r a t ı c ı a r a m a semineri. 4-10 Mart tarihleri arasında Alman Kültür Merkezi ve Devlet Tiyatrola­ rı, Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV) işbirliği, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları, Tiyatro Araş­ tırma Laboratuvarı (TAL)'ın katılımıyla İstanbul'da ilk kez, "Tiyatroda yaratıcılık olgusunun incelenmesi" adıyla bir ya­ ratıcı drama semineri düzenlenmiştir. Semineri Berlin Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, Tiyatro Pedagojisi öğretim üyelerin­ den Prof. Dr. H.W. Nickel ve Dr. Dagmar Dörger yönlendi­


cy a

pe


ye'nin drama edebiyatında rastlanan oldukça iyi oyunlar­ dan biri var karşımızda. Heyecan verici yanlarından biri de, 1977'de yazılan ve çok büyük çaplı ve perspektifli bir komplonun, sağlam bir mantık zinciriyle çürütülmüş olma­ sını tema edinen bu oyunun, 1993e hem tiyatro olarak hem siyasi tarihimiz açısından büyük bir uygunluk gösteri­ yor olmasıdır. Metnin Türkiye'de birçok insana söyleyecek çok ciddi sözleri olduğuna inanıyorum." • g e n c o e r k a l Fransa turnesini tamamlayarak Türkiye'ye döndü. Paris Française Tiyatrosu'nda, Mehmet Ulusoy tarafından Fransızca olarak sahnelenen Sevdalı Bu­ lutla Dostlar Tiyatrosu'ndan Genco Erkal'ın dışında Jülide Kural da rol alıyordu. Genco Erkal, Mart ayı sonlarında ise, İstanbul'da, Gogol'un bir hikayesinden uyarlanan Bir Deli­ nin Günlüğü adlı tek kişilik oyunu sergileyecek. •

pe cy

a

doktor, hastabakıcı arasındaki ilişkileri anlatıyor. • m a h i r c a n o v a ' y ı yitirdik. Türk Tiyatrosuna eğitim alanında önemli hizmetleri olan oyuncu, yönetmen Mahir Canova, 16 Şubat 1993 tarihinde Ankara'da öldü. 1914'de Kavala'da doğan Canova, ilk olarak 1939da, Carl Ebettin yönettiği Gülünç Kibarlar oyununda oynadı. 1960dan sonra Devlet Tiyatrosu Başrejisörü oldu. 1978'de Devlet Tiyatroları ndan emekli olup 1983'de tekrar döndü. Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünde 1950-74 arasın­ da başkanlık, 1941-78 arasında meslek öğretmenliği yaptı ve çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Devlet Tiyatrolarında ve özel tiyatrolarda birçok oyun yönetti. • 7 M a r t 1993te, Ses 1885 Ortaoyuncular Salonu'nda Yavuzer Çetinkaya'nın yazdığı.Gün Dönerken isimli okuma tiyatrosu sergilenecek. Oyunu Mehmet Akan yöneti­ yor ve 1977'de oynayan ekip, Dostlar Tiyatrosu gerçekleşti­ riyor. Amaçlarının "Yavuzer'in, onu çok küçük bir boyutuy­ la tanıyan insanlarca, hayatı keyfe keder yaşayan güzel bir adam olmanın ötesinde inanç, bilgi ve etik adamı olduğunu bir kez daha vurgulamak", şeklinde açıklayan yazarın arka­ daşları, Yavuzer Çetinkaya'nın doğum günü olan 7 Mart'ı O'nun yazdığı bir oyunla anmayı uygun gördüklerini ifade ediyorlar. 0 kadroda olup da Türkiye'de olmayan ya da çe­ şitli nedenlerle gösteriye katılamayacak insanların yerine ise, Avni Yalçın, Umur Bugay ve Orhan Alkaya gibi bir iki isim eklendi. Projeyi hazırlayanlardan ve oynayanlardan Or­ han Alkaya oyuna ilişkin şunları söyledi: "Yayınlanması amaçlanmadan hazırlanan ve bir başka ekip tarafından oy­ nanması öngörülmemiş bir metin olmasına rağmen Türki­

1992-1993 yılında proje bazında alınan ek destek listesi PROFESYONEL TİYATROLAR_ Kenter Sinemacılık ve Tiyatroculuk - Çok Uzak Fazla Yakın 150 Milyon • Ankara Sanat Tiyatrosu - Hep Birlikte Elele 125 milyon • Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu - Cinayet Palas 125 milyon • Dormen Tiyatrosu -Neredeyse Kadın 125 milyon • Nejat Uygur Tiyatrosu - Avukatımı istiyorum 125 milyon • Pan Tiyatroculuk (Gülriz Sururi Tiyatrosu) - İşte Ayna İşte Sen 100 milyon • Tiyatrokare - Müziksiz Evin Konukları 70 milyon • Oyuncular - Matmazel Julie 70 milyon • Kumpanya - Salon yapımı için 70 milyon • Anadolu Çocuk Oyunları Kolu - Herşeyin Bir Sınırı Var 70 milyon • Ankara Halk Tiyatrosu - Gülegüle Ağam Hoşgeldin Paşam 50 milyon • Ankara Oyuncular Birliği - Ben Tarihim Bay Başkan 50 milyon • Başkent Oyuncuları Tiyatrosu -Muammer Muammer 50 milyon • Ali Hürol Tiyatrosu - Tatlı Çarşamba 50 milyon • Gökkuşağı Oyuncuları Kapıların Dışında 50 milyon • EPS Gösteri Sanatları Merkezi - Siz Giderken Biz Geliyorduk 50 milyon • De Tiyatrosu - Kadın Olmak 40 milyon «Ankara Ekin Tiyatrosu - Üç Kağıtçı 60 milyon • Tevtik Gelenbe Tiyatrosu -İsmi Lazım Değil 70 milyon • Gönül Ülkü Gazanfer Özcan Tiyatrosu - Kocamın Nişanlısı 70 milyon • Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları - Oyuncaklar da Sever 70 milyon • Salih Kalyon Tiyatro AÇT - Damdakiler 70 milyon • Abdullah Şahin Nokta Tiyatrosu - Politikada Bir Sarı Çizmeli 70 milyon • Tuncay Özinel Tiyatrosu - Aslan Asker Şevket 70 milyon • Enis Fosforoğlu Tiyatrosu - Genel Müdür 70 milyon • Bizim Tiyatro GOG 70 milyon • Nisa Serezli Aşkıner Sevgi Evi Oyuncuları - Canım 120 milyon • Gaziantep Tiyatrosu - Fehim Paşa Konağı 50 milyon • KKTC Devlet Tiyatrosu - Bir Kavanoz Kahkaha 50 milyon • Çevre Tiyatrosu, ve Sanat Evi - Hadi Öldürsene Canikom 50 milyon • Adana Gösteri Sanatları Merkezi - İstemeler 50 milyon • İzmir Sanat Tiyatrosu -Bir Kerem Masalı 50 milyon • Ankara Halk Oyuncuları Tiyatrosu - Bir Zamanlar Memleketin Birinde 50 milyon

Çocuk

Tiyatroları

Erden Ener Tiyatrosu - Pollyanna 20 milyon • Çağdaş Sahne - Ceviz İle Karınca Dost Olunca 20 milyon • İdil Abla Çocuk Tiyatrosu - Küçük Karabalık 40 milyon • Masal Gerçek Tiyatrosu Küçük Karabalık 40 milyon • İstanbul Gökkuşağı Tiyatrosu - Becerikli Kanguru 20 milyon • Bolu Özel Şehir Tiyatrosu Doğanın Bekçileri 20 milyon • Çan Tiyatrosu - Hayvanlar Alemi 20 milyon • Beştaş Tiyatrosu Kahkaha Kutusu 20 milyon • Adana Gösteri Sanatları Merkezi - Bir Düğün Masalı 10 milyon • G.antep Tiy. - Konuşan Hindi 10 milyon Amatör Tiyatrolar Bartın Bölge Tiyatrosu - RumuzGoncagül 30 milyon • Lefkoşa Belediye Tiyatrosu - insan Olan insan 20 milyon • Caka Oyuncuları - insanlığın Lüzumu Yok 20 milyon • Ankara Dramatik' Sanat Etkinlikleri Kurumu - Sıkı Gözetim 15 milyon • Çorum Bölge Tiyatrosu - Çıkmaz Sokak 20 milyon • Gülüm Pekcan Dans Tiyatrosu - Zamanı Yakaladım 20 milyon • Paldır Kültür Tiyatrosu - Duvarlar Yıkıldıktan Sonra 20 milyon • İsimsiz Tiyatro - iki Ağaç 15 milyon


a

cy

pe


büchher 1830'lardan sesleniyor

"doğa bittiğinde her şey bitecek" müge

Nalân ÖZÜBEK

gürman

W 0 Y Z E C K ANKARA DEVLET TİYATROSU Yazan: Georg Büchner Çeviren: Tayfun Erdoğmuş, Müge Gürman Yeni Düzenleme: Müge Gürman

Dekor: Cem Köroğlu Kostüm: Nur Üzmen

Dramaturji Ve Müzik Düzeni: Müge Gürman Oynayanlar: Erdal

• Sayın Müge Gürman, oyunun yönetmenliği dışında düzenlenme­ sini de siz gerçekleştirdiniz. Bunu biraz açabilir miyiz, lütfen? Büchner bu oyunu son zamanların­ da, hatta ölüm döşeğinde yazıyor ve sonradan da birtakım kâğıt parçaları halinde el yazmaları bulunuyor. Bazı edebiyatçılar ve dilbilimcileri, tiyat­ ro adamları da bunları düzenliyorlar. Önemli beş altı tane versiyon var düzenleme olarak, genellikle de bunlar çevriliyor başka dillere. Bu düzenleme de ister istemez bir yo­ rum oluyor, çünkü, bir kere, bulun­ muş tekstte, kâğıtlarda sahne dizini yok, sahne sırası yok, sadece salv neler yazılmış veya bazen mesela bir sayfa boş, bir tek cümle var üze­ rinde. Onun için düzenlemeler bir yorum oluyor, tabii ki hikâyenin mantığına göre de bir dizilişi var. Şimdi bu anlamda Büchner'in yazdı­ ğı biçimin dışında ikinci bir zorluğu da bu. Zaten çok değişik yazmış, çok kısa ekstratlar halinde sahneler yazmış ve uzun uzun zaman örgü­ sünü, olay bağlantısını alışılmış dramaturjik düzende, açıklamacı bir drama örgüsü yerine, epik tiyatro­ nun, absürd tiyatronun, ekspresyo­ nizmin öncülüğünü yapan, bu po­ tansiyeli, içinde taşıyan bir yazım ortaya koymuş.

cy a

Yöneten: Müge Gürman

17 Şubat 1993'ten bu yana Ankara Devlet Tiyatrosu, İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi'nde Georg Büch­ ner'in Woyzeckı sergileniyor. Oyunun yönetmeni Müge Gürman la yaptığımız söyleşiden önce Prof. Sara Sayının Büchner üzerine bir yazısından bir alıntı aktarmak istiyoruz: "Yapıtın baş kişisi Woyzeck, insancıl olmaktan uzak bir bilim anlayışının kobay olarak kullandığı, üstleri tarafından hor­ lanan, yoksul, edilgen, ezik ve suskuk bir erdir. Ancak Büchner bu dramında Woyzeck'in ezikliğine ve sömürülmesine sadece toplumsal bir sorun olarak yaklaşmaz. Woyzeck'in yalnızlığı, kendine ve dünyaya yabancılığı, dili bir baskı aracı olarak kullananların karşısındaki suskunluğu ve nihayet 'in­ sanın doğası' elle tutulurcasına somutlaştırılır bu dramda."

Küçükkörmükçü, Fatma Öney, Cemil Özbayer, Burak Sergen,

pe

Ali İpin, Ümit Arslan, Adan

Büyüktürkoğlu, Can Öztopçu, Turgay Tanülkü, Kurtuluş

Şakirağaoğlu, Yıldıral Akıncı,

Osman Hacımustafa, Meltem Keskin, Rengin Samurçay, Mustafa Mutlu, Gökhan

Şahinoğlu, Tunç Kadir Özçakar, İsmail Okumbuş, Kerem Ergüler, Meriç Ötenel Yer: İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi

Ben zaten her zaman Büchner'e ve onun bütün oyunlarına olduğu gibi, özellikle Woyzeck'e çok yakın his­ settim kendimi, öğrencilik zamanla­ rımdan beri bir bağ vardı. Bu anlam­

da da hep üzerinde düşünüyordum ve kendi fikirlerim oluşuyordu ve kendime özgü düzenlemem şimdiye kadar yapılmış olanlardan biraz da­ ha farklı. • Bu farklardan, örneğin ilk ve son sahnelerden bahsedebilir mi­ yiz? Woyzeck'te birinci ve son sahne her zaman düzenlemenin farlılığı açısın­ dan ölçüt olmuş bir konumdadır. Örneğin morg sahnesi her zaman en sonda oynanır. Büchner'in bu sahnesi aslında üç cümleden olu­ şur, "İyi bir cinayet; güzel bir cina­ yet; tam bir cinayet; epeydir böylesi düşmemişti." Klasik bir Büchner ör­ neğidir bu. Mübaşir, yargıç, polis şefi, doktor, bunlar, bu cinayeti, bu suçu işlemeye potansiyel olarak ha­ zırlayan bir düzenin otorite güçleri­ dir ve yöneticileridir. Olduktan son­ ra da "işte oldu", deniyor zaten. Bu anlamda bir cinayetin ya da suçun toplumsal anatomisidir, zaten bütün oyun budur. Onu başa koymak sa­ dece bir flash-back, hikâyeyi geriye dönüp anlatma kaygısı biçiminde değildir kesinlikle; hem başlangıcın başıdır, hem sonun başıdır, hem başın sonudur bu. Her şeyi anlatır, ayrıca, bence, hikâye gidip gidip so­ nunda cinayet işlenecek biçimde değil de, baştan koymak, Büch­ ner'in anlayışına da çok uyan bir şey, sanıyorum. Çünkü O, dediğim gibi, alışılmış hikâye ölçüsünde eski anlatımları, melodramatik anlatımla­ rı, beylik kalıpları reddeder, o anda


için çok önemli, birebir güne taşı­ mak da değil bu, günün giysisini giydirmek, kılıf uydurmak da değil, bugünün kanını dolaştırmak ve bu­ günün seyircisine bu gerçekleri do­ kundurmak, onları yüreklerinden bir yerden yakalamak. Ben bunu yap­ mak istedim. • Biraz da oyunun teması üzerine konuşabilir miyiz? Büchner, dünyayı belli bir düzen içinde sanatçının disipline etmesine

itiraz eder, bu sanatı sahte bulur ve çok gerçekçi bir yazar olduğu için, onu, o düzensizliği içinde, o kaotik yapısı içinde ortaya koyar, tıpkı ha­ yattaki gibi, güzel, çirkin, cinsel olan, terör, oyunun en önemli tema­ sı, işte acı, çirkinlik, şiirsel olan, ya­ ni sürekli bir toplumun üstünde, in­ sana özgü bir korku, bunu ortaya koyar. Benim için bir üçgen var; çıl­ gın bir toplum ve Woyzeck bu top­ lum içinde delirmekte olan bir in

pe

cy a

lamda da Büchner'e çok yakın oldu­ ğunu düşünüyorum o sahneyi başa almanın. Bir de çünkü şu var Büchner'de; zamanı da mekânı da alışılmışıyla tarif etmez Büchner. Hatta Woyzeck de kendi delirme süreci içinde bazı şeyleri önceden yaşar. "Bunun sonrası var" derken, kadını öldürmüştür kafasında, kendi de öl­ müştür aslında, yani kozmik bir ya­ pı var. • Oyunun 1837'de yazıldığı düşü­ nülürse, zamanımıza taşımak ne tür bir çalışma gerektirdi? Ben hayat dolu bir tiyatro yap­ mak istedim. Büchner'in kendi tanımı da şudur; bir sanat yapıtı­ nın, dalı ne olursa olsun, en bü­ yük ölçütü, yaşıyor olması, canlı olmasıdır. Güzelliğin, çirkinliğin ötesinde bir olaydır bu. Eğer ya­ şam doluysa bir yapıt, hayat var­ sa içinde, hayatı getirebilmişse, güzelin ve çirkinin üstündedir za­ ten o, diyor. O zaman yaratım kelimesinin, anlamı bu oluyor iş­ te, bunun açıklamasını yapıyor Büchner. Bir canlı yaratmak gibi bir şey, eğer yarattığın şeyin ha­ yatiyeti yoksa güzel ve çirkin ol­ masının da hiçbir önemi yok. Bu anlamda ben de bu küçük ama çok yoğun çağrışımları olan, çok yoğun geçmiş ve geleceğe perspektifleri olan, çok katmanlı gerçeklerin sözcülüğünü yapan bu tekste hayatiyet kazandırmak istedim ve 1830'larda yazılmış olmasına karşın hayatiyetini ko­ ruduğu gibi katlanarak da artı­ yor. Büchner'in değindiği bütün gerçekler, sorunlar, bugün çok daha büyük boyutlar, yeni pers­ pektifler kazanmış bir şekilde önümüze açılıyor. Ve o kadar gü­ zel bir dünya kurmuş ki Büchner, benim bir sanatçı olarak kendi dünyam, birikimim, fikirlerim, çağrışımlarım, bunlar var ve ben kendi dünyamda bunu yeniden yaratmak durumundayım, sahne üzerinde yeniden yaratmak duru­ mundayım, çünkü bu bir tekst. Ama onun attığı çığlığı ben bu­ günün gerçekleri içinde bir kere daha atmayı istiyorum. Onun hi­ kâyesini şöyle bir göstermek, ti­ yatro yapmak değil de, bunu ya­ parken o çığlığı atabilmek benim

Woyzeck'in sevgilisi Marie "dua edebilecek güç" için yalvarmakta Tanrı'ya


pe

cy a

ner : "Deney altında kalıp da geberen bir Prometheus olsa, hadi neyse!" de­ dirtir. Aslında Büchner bu­ rada bize bir ipucu verir, tam da Prometheus'tur çünkü Woyzeck. Prometheus, biliyorsun mitolojide çoban kahindir ve geleceği görür ve o kadar ilginç ki bugün için bile, bugünün kahinleri varsa, hâlâ 1830larda yazılmış Woyzeck'in sözlerini söyleyebi­ lir, yani "Dünya giderek kararıyor", "Giderek örüm­ cek ağı kaplayacak ve in­ san el yordamıyla yolunu ararken, her yanından ağ­ lara takılacak..." Bunlar be­ nim için çok önemli. Tam o sırada idari felsefe çök­ mek üzere, çatırdıyor, bu­ rada özellikle yüzbaşı, yö­ Hiç değilse bir tahta at alabilmiştir oğluna.Woyzeck netici kesim, aristokrasi ve yine bu sandır. Yine benim sona aldığım güçler elinde olan bilim ya da o masal ve masalı anlatan deli Karlın yüzden oraya gelmiş bilim kişileri, bulunduğu sahne de aynı noktada­ aslında altlarında çatırdayan bir şeyi' dır, ki Karl, çoğu kez Almanya'daki hissetmektedirler, panik halindedir­ uygulamasında 'idiot' olarak algıla­ ler ve ölüm korkusundadırlar bir nır ve zaten orijinal tekstte Karlın yandan. Tam şuralarda ekonomik rolü; bir iki yerde çocuk ona emanet problemle ilgili, insanın özgürlüğüy­ edilir, ö da iki üç abuk sabuk teker­ le ilgili gerçekleri çok somut bir şe­ leme söyler. Bir de oyunda Marie kilde sanki bir Marx-Prometheus gi­ çocuklarla konuşurken, Woyzeck bi Woyzeck söyler. Ve Büchner o onu çağırıp öldürmeye götürmeden kadar büyük bir deha ki, o sırada önce bir babaanne çocuklara bir nasıl bu felsefe daha yeni çıkıp ke­ masal anlatır, ben bunu da Karl'a keliyorsa Woyzeck de bunu kekele­ anlattırdım. Aslında edebiyatta da, yerek söyleyen bir insandır, benim tiyatro edebiyatında da bu hep antiiçin bu çok önemli. masal olarak geçer, tıpkı Büchner'in Heiner Müller, "Woyzeck açık bir ya­ bu oyununun anti-drama olarak radır ve giderek kapanacağına daha geçmesi gibi, ayrıca Woyzeck de çok kanamaktadır" diyor. Uygarlık anti-kahramandır. Bütün alışılmış çok gelişmiş, bilim çok gelişmiş, kahramanların dışındadır çünkü, ilk sistemler çok gelişmiş, teknoloji kez en sıradan olan, en düşük, en çok gelişmiş ama bugün hâlâ dün­ alt tabakadan bir insanı dile getirir yanın her köşesinde aç olan insan­ ama Woyzeck yalnızca alt tabaka­ lar var ve Woyzeck modern toplu­ dan bir insanın simgesi değildir ke­ mun, özgür birey fikrinin somut sinlikle, çünkü farklı düşünen ve uygulamadaki, bütün sistemlerdeki içinde bulunduğu topluma karşı ya­ bireyin durumudur çünkü bugün bancı olan, gerçekleri gören, kendi­ daha insanlık bu meselesini halledeni kolay aldatmayan, avutmayan, bu memiştir, en basit insani haklarını yüzden hastalanan ve giderek daha alamamış bir insan için diğer birey­ da dışında kalan, yabancı kalan in­ sel özgürlükler bir lüks kalıyor. Na­ sandır. Bence bir de çok önemli sıl yaşayacak ki bunu, ne zaman ya­ olan bir şey, aslında Woyzeck bir alt şayacak ve nasıl yaşayacak, tabaka insanı olmasına rağmen, ay­ Woyzeck bunu anlatır. Eğitiminde ni zamanda sanki geleceği gören bir bunu almamıştır, bunun için zamanı kahin gibidir. Zaten doktora Büch-

yoktur, karısı fahişe olmak duru­ mundadır, bedenini bile satmak du­ rumunda kalmıştır, Woyzeck. Nasıl bir bireysel özgürlük yaşayacak ki? Bu çok önemlidir ve Büchner deter­ minist yaklaşır, hiçbir şeyin, hiçbir felsefenin yandaşı olmamıştır, aslın­ da hepsinin gerçeğini alır ama hep­ sinin de ilerisindedir fakat yine önemli bir bilim adamının bir lafı var: "Alt tarafı insan içinde bulundu­ ğu koşullardır" diye. İşin trajik yanı başka burada, Büchner öyle bir kişi ortaya koymuştur ki, sürüye ait, sü­ rüden bir insan değildir Woyzeck, çok ince bir realisttir, değişen yanla­ rı çok güçlü bir insandır Woyzeck. Ama bunu da hiç uygulayamayacak bir toplumsal konumdadır, işte tra­ jik olan bu. • Neden Woyzeck'in oğlu kukla olarak kullanıldı ve son sahnede gördüğümüz ta ta at neyi simgeli­ yor, Müge Harım? Tahta at bir umut. Belki son kalan parasını da vasiyeti olarak verip, oğ­ luna bir tahta at almasını söylüyor, Karl'a. Sanki sen git, gibi. Yazık ki bu sadece tahta bir at, yine de bu bir umuttur. Çocuğun kukla olarak kullanılması ise, küçük bir çocuğu sahneye çıkartamazsınız mantığın­ dan daha öte bir şey. Bir şey konu­ şamaz, söyleyemez ama bütün dün­ yayı o çocuk yalınlığıyla çok iyi algılar ve hep oradan oraya saçılır. Bu karmaşık dünyanın, yoksullu­ ğun, kıskançlığın, aşkın, terörün içinde oradan oraya savrulan sessiz bir şeydir ve en sonunda tahta atın üstünde kaldığında kukla-çocuk, an­ latılan masaldaki gibi, ayı, göğü, yıldrzları dolaşmış, sonunda çaresiz geri dönmek istemiş dünyaya, dün-, ya ise ters dönmüş bir oturak, ora­ da oturmuş ağlamış, ağlamış. Fakat tam sonu şudur; hâlâ da oturuyor orada. İşte Woyzeck problemi o oturan çocuk, b oturan insan ve yal­ nızlık, neyse, orada. Sanki biz bun­ dan gittikçe daha çok uzaklaşıyoruz. Dedim ya, Woyzeck bir çığlıktır, bu çığlık günümüzde daha çok boyutlar kazanıyor, kulaklarımızda ugulduyor belki ama biz onu daha az duyuyo­ ruz artık. O tahta at ve üzerinde can­ sız kalakalmış çocuk, bir soru işare­ tidir aynı zamanda, bir uyarıdır. •


pe cy a


paris mektubu

Georges

DANIEL

Burada devamlı tiyatroya gitmeyi sürdürüyorum tabii. İşte izlenimlerimden birkaçı da­ ha. Yaklaşık 100 seyircilik Huchette Tiyatrosu, Paris'in en canlı mahallesinin en işlek bir sokağında 1948'de açıldı. Dokuz yıl boyunca burada, genellikle çağdaş çeşitli yazar­ ların oyunları sahnelendi. 1957'den beri de Ionesco'nun ilk yapıtlarından ikisi sürekli afişte: La C a n t a t r i c e Chauve (Kel Şarkıcı) ve La Leçon (Dero). Yarın da onikibininci temsilleri kutlanacak bu tiyatroda.• lonesco'yu tanıtmaya gerek var mı? Geçen 26 Kasım'da 83 yaşını dolduran ve çoktandır çağımızın klâsiklerinden sayılan Romen asıllı bu büyük yazar, yaşamının ilk 13 yılını Paris'te geçirdikten sonra doğduğu ülkeye döndü. Bükreş Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Fransızca öğretmenliği ve edebiyat eleş­ tirmenliği yaptı. İlk yayınlanan kitabı, 1934'de yazdığı bir deneme. 1936'da Rodica ile evlendi (57 yıldır mutluluk içinde birlikteler). 1939'da (demek ki 27 yaşında) Paris'e tek­ rar geldi, eşiyle beraber buraya temelli yerleşti. Oyunları önce küçümsenen, hatta alayla karşılanan Ionesco'nun çağdaş tiyatronun en büyük ustalarından biri olduğu zamanla ke­

a

sinleşti. Ülkenin ancak en yetenekli kişilerine kapısını açan ve üye sayısı hiçbir zaman kırkı aşmayan Academie Francaise'e (Fransız Akademisi) 1970'te törenle seçildi. Fran­ sa'nın en tanınmış yayınevlerinden Gallimard da, geçenlerde, onun tüm oyunlarını kapsa­ yan bir cildi lüks bir baskıyla satışa çıkardı... Huchette Tiyatrosu'nda 36 yıldır aralıksız oynanan iki güldürüyü tabii ki, bunca zamandır, aynı grup canlandırmıyor. Yüzden fazla

pe cy

oyuncu bu yapıtların rollerini paylaşmışlar, aralarında anlaşarak belirledikleri sıraya uyuyorlar. Yani seyirci ancak akşam tiyatroya girince, kimleri seyredeceğini, holdeki ka­ ratahtaya bakarak öğreniyor! Aslında bu ayrıntı hiç önemli değil, çünkü her rol­ deki oyuncuların tümü aynı düzeyde ba­

şarılı. . . • 1988 yılının ilk günlerinde resmi törenle açılışı yapılan Colline Devlet Tiyatrosu, yaklaşık beş yıldır, başkentin en önemli sanat tapınakların­ dan biri. Her açıdan son derece modern iki salonu var: biri büyük, öbürü küçük. Bunlarda, sürekli olarak ilginç yapıtlar sahneleniyor. Hem de çoğu kez büyük başarıyla. Bunun, kuşkusuz başlıca ne­ deni, dünyaca ünlü, Arjantin asıllı yö­ netmen J o r g e Lavelli'nin baştan beri bu

Eugene lonesco ve Jorge Lavelli

tiyatronun başında bulunması. Tüm oyunları tabii kendisi seçiyor, kimisini kendi sahneye koyuyor, ötekiler için de yetenekli konuk rejisörler buluyor. Örneğin, Mehmet Ulusoy, Yaşar Kemal'in romanından sahneye uygulanan Ortadirek'i geçen mevsim burada yönetti... lonesco'nun sayılı oyunlarından Macbett, Shaskespeare'in aynı adı taşıyan trajedisinden esinlenerek yazılmış ama, son derece kendine özgü yönleri var. Jorge Lavelli bu etkileyici oyunu, çok ustaca, Colline Tiyatrosu'nda sahneye koydu bu mevsim. Başarılı bir temsil, önemli bir sanat olayı. • Paris'in adamakıllı kuzeyinde, ga­ liba bir yangın yüzünden içi harabeye dönmüş bir tiyatro vardı. Dünyanın en ünlü, en ye-


tenekli tiyatro ustalarından Peter Brook, yaklaşık yirmi yıl önce, Paris'e yerleşmeye karar verince, sürekli

içinde

çalışabileceği

bir

yapı aradı. Fransa'nın başkentin­ deki en gözde tiyatrolar onun ça­ pındaki bir sanatçıyı ömür boyu bile ağırlamaya tabii ki çoktan ha­ zırdılar. Ama Brook birçok salonu ye sahneyi iyice gezdikten sonra, yardımcısı

Micheline

Rozan'dan

varlığını öğrendiği bu acıklı görü­ nüşlü yere de uğradı. Görür gör­ mez karar verdi: Paris'te bir sanat tapınağı yaratabileceği en uygun yeri bulmuştu. Altı ay sonra, çeşitli ülkelerden gelen,

Kel Şarkıçı'dan ama tümü Fransızca konuşan oyunculardan oluşturduğu uluslararası grupla burada ilk bir sahne

temsilini sundu (Shakespeare'in Atinalı Timon'u). O zamandan beri bu yıkık dökük yerde (adı: Bouffes Du Nord Tiyatrosu), Peter Brook'un dehası sayesinde çağdaş tiyatro tarihi­ nin en önemli olaylarından birkaçı yaşandı. Bu mevsim, kendisini genellikle yalnızca

pe cy a

sözlü tiyatroya adamış olan Brook, opera türüne olan bağlılığını bir kez daha belirterek, Fransız bestecisi Debussy'nin Belçikalı yazar Maeterlinck'in Pelleas Ve Melisande adlı dramından esinlenerek aynı ad altında yarattığı operayı, Impressions De Pelleas (Pelleas'tan İzlenimler adıyla ve çok orijinal bir anlayışla sahneledi ve bu kez de muazzam bir başarıya ulaştı. Yapıtın konusuna gelince; genç ve güzel Melisande'ın yaşlı eşi Golaud, üvey kardeşi Pelleas ile karısı arasında derin bir tutkunun doğduğunu fark edince kapıl­ dığı kıskançlığın etkisiyle Pelleas'ı öldürür, Melisande ise bu durumda intihar eder. B e ­ nim seyrettiğim akşam, genç sevgilileri Gerard Theruel ve Ai-Lan Zhu canlandırıyorlar­ dı. Onların da, öteki sanatçıların da sesleri nefisti, oyun tarzları da kusursuzdu.• S t u d i o Des Champs-Elysees küçük bir tiyatro. Burada sunulan temsiller genellikle kaliteli ol­ duklarından, bir oyunu seyredebilmek için günlerce önceden yer ayırtmak gerekiyor sık sık. Bu tiyatro, yeni mevsimi, Loleh Bellon'un yazdığı, Patrice Kerbrat'ın yönettiği L'une Et L ' a u t r e (Biri Ve Öbürü) adlı oyunla açtı. Loleh Bellon uzun süre ünlü bir oyuncuydu. Sonra oyun yazarlığına heveslendi. İlk yapıtı büyük başarı kazanınca yeni­ den kaleme sarıldı. Yazdığı her yeni oyun çok beğenildiğinden artık tamamen bu işe ver­ di kendini. " B i r i Ve Öbürü"nde, beş yıl önce ölen Jean Stern adlı bir y a z a r ı n dul eşi Louise,

kocasının

tüm

yapıtlarını

birarada

tekrar

yayımlamaya

karar

veriyor,

Bunu

gerçekleştirebilmek için tabii bir yığın araştırmalar ve düzenlemeler gerekli. Loüise, bir zamanlar Stern hakkında çok övgülü bir eleştiri yazmış olan Helena adındaki bir kadına bu işi üstlenmesini teklif ediyor. Helena hemen kabul ediyor ve iki kadın birlikte, Stern'in ölümünden beri bir köşede duran bir yığın metin ve belge üzerinde çalışmaya koyuluyorlar. Ne var ki, kısa bir süre sonra, Helena'nın yıllarca Stern'in metresi olduğu meydana çıkıveriyor. İki kadın arasındaki ilişkiler bu yüzden tamamen değişiyor... Louise'i, Nelly Borgeaud, Helena'yı, Josiane Stoleru, Stern'in annesi (yani Louise'nin kayna­ nası) Yvonne'u, Yvonne Clech çok inandırıcı bir şekilde canlandırıyorlar. • Seyrettiğini oyunlar öylesine çok ki gördüklerimin tümünü bu sayfalara sığdırabilmek olanaksız/Pa­ ris tiyatrolarındaki temsilleri size anlatmayı gelecek ay da sürdüreceğiz. Hepinize sağlık­ lı mutlu günler dilerim, sevgili Türk tiyatroseverleri.

C o ş k u n TUNÇTAN Tiyatro... Tiyatro...

15


hizmetçiye tanınan tarihsel obsiyon

hanımefendiciğim özür dilerim! boyacıoğlu

ARKA

Faruk BOYACIOĞLU

BAHÇE

İ S E M (İZMİR SANAT MERKEZİ) Yazan: Bilgesu Erenus Yöneten: Faruk Boyacıoğlu

Oynayanlar: İpek Özbilgiç, Fulya Koçak, Hicran Çalı, Abdullah Açıkbaş, Rüya Çağrı,

Çağnur Yılmaz, Toprak Şen;.Figen Arslan

cy

Canpolat, Müfit Aytekin, Esra

Merhabalarla elvedaların çakıştığını düşünmüşümdür hep. Ancak bu ça­ kışma kapitalist üretim ilişkileri ve yaşam şekliyle artık yitirdiğimiz de­ ğerlerle karıştırılmasın. Bu çakışma, içinde umutsuzluğu barındırmıyor, tam tersi umut yüklü. Arka Bahçe böylesine umut dolu bir ortamda ge­ lişti ve her gün sizlerin karşısında yi­ ne elveda ye merhabalarla doğacak. Artık diyanisosların yerlerini bilmem kaç kanal renkli TV'lere bıraktığı, hiç satılmayacak kitapların birden 33. baskıyı yaptığı, önüne gelen beş şık­ tan birini "ş" şıkkı olarak işaretleyen yığınların var olma mücadelesi ver­ diği, dünlerini unutarak yaşamaya alışmış aydınların birbirlerini alkışla­ dığı, onursuzluğun onur olabildiği bir ortamda yaşıyoruz. İşte bu umut bütün bunlara karşı. Buradan yola çıkarak Arka Bahçe için pek çok şey yazılabilir. Bunun en büyük nedeni de,gerek yazarının bugüne kadar yazdıklarının yarattığı gündem ve ge­ rekse işlediği konularda aranmalı diye düşünüyorum. Yalçın Küçük Ar­ ka Bahçe için bir yaratıcılık fışkırmasıdır diyor. Bunu neden söylemiş olabile-ceği konusunda pek çok var­ sayım var kafamda. Bu düşünceye aşağıdaki boyutta ben de katılıyo­ rum. Arka Bahçe, hanımefendi, hizmetçi, kız üçgeni üzerine inşa edilmiş bir tekst ve bence bütün yaratıcılığını ve devingenliğini bu üçgen içinde kaza­ nıyor ve boyutlanıyor. Ülke tiyatro­ muza şöyle bir baktığımızda bu üç­ gene pek çok entrika oyununda rastlıyoruz. Bu da bizi daha tecimsel bir boyuta taşıyor. Genelde adaptas­ yon kaynaklı olarak ülke tiyatromuza batıdan gelen hizmetçi, hanımefendi kavramı bizi hep güldürüyor ama Brecht'in deyişiyle bir türlü eğlendiremiyor. Bilgesu Erenus bana göre bu üretimiyle mevcut yazınsal üre­ timleri biçim ve üslubuyla deforme etmiştir. Akla hemen şöyle bir soru

a

faruk

pe

Dekor-lşık Tasarım: Ali Rıza Özbilgiç Müzik: Hüseyin Cebi

Yer: İZFAŞ-İSEM Salonu (Fuar İçi)

gelebilir, madem öyle neden bu oyun yazıldığı günden bugüne kadar oynanmadı. Bana göre bunu da 80 sonrası sanatsal üretimin artık özel teşebbüse devredilme, özel teşeb­ büs olma sürecinde aramak gereki­ yor. Yine oyuna dönecek olursak pek çoklarına bu üçgen içerisinde hizmetçinin hanımefendisine göz göre göre bağırması, dalga geçmesi yanlış, hatta imkânsız gelebilir. An­ cak bu tarihsel bir opsiyondur. Hiz­ metçiye tanınan bu opsiyonun finali hep aynıdır; "Hanımefendicigim, özür dilerim!" Arka Bahçe'yi bu yüz­ den bir özür dileme resitali olarak da düşünebiliriz. Resmi tarihin ta kendisi olan karşı tarihin son derece nesnel irdelen­ mesi. Resmi tarihin karşı tarihle çarpıştırılması ve her çarpışma son­ rasında ortaya çıkan enerjinin maz­ lumlar üzerine etkisi. Karmaşıklığın kendi içinde basiti, yalını barındır­ ması, yaşamsal ipuçlarımızın ruh­ sal, toplumsal, ekonomik, politik boyutlarda değerlendirilmesi. Bun­ lar ve bunları aşan, bunlara yakın olan, artık konuşmayarak, düşün­ meyerek, alışarak unuttuğumuz pek çok değer ve kavram. Bütün bunlar oyunumuzun yapı taşları. Bize göre Arka Bahçe bu yüzden hem çok ko­ lay hem de çok zor. Yaşamda oldu­ ğu gibi her şeyin çok karışık, bir o kadar da basit olduğu mekânsal bir buluşma sonrasında amacımız net­ leşiyor ve bütün dünyanın 'arka bahçe' olduğu günümüzde ilkel em­ peryalizmi ve bugünün koşullarını emperyalizmin sonuçsal karmaşıklı­ ğı (bana göre öyle değil) içerisinde değerlendirip en yalını, en ekono­ mik olanı seçerek anlatmayı ve hep yeniden var etmeyi bu serüvende kendimize ilke ediniyoruz. Arka Bahçe'yi bütün dünya yaşadı, yaşıyor. Bilgesu Erenus yazdı, bizler de oy­ nadık. •

"Arka Bahçe Brecht'in deyimiyle, güldüren ama eğlendiremiyen bir o


a

cy

pe


çok uzak-fazla yakın sahnelenirken tutulan notlardan (5 kasım 1992-4 şubat 1993) Adalet AĞAOĞLU

a

ran Güngör bile olsa, onların yetenekli genç öğrencileri de olsa, bugün kim oturur da dört saatlik bir oyunu izler? Japon değiliz ki, No oyunlarının karşı­ sında gösterdikleri sabrı göstersin in­ sanımız. Gece uyumadım. Oyunumda yapıyı yık­ mayacak birçok 'renkli küpü' devre dışı bıraktım. 11 Kasım: Müşfik'le Yıldız, bu oyunu hepimiz el­ birliğiyle sahneye koyalım, dediler. Ben de: "Ama son sözü birinin söylemesi gerek," dedim. Aynı anda içimden şu geçti doğrusu: Son sözü tiyatronun bütçesi söyleyecektir. Ne olsa, özel bir tiyatro çatısı altında­ yız. (Kültür Bakanlığı desteği?) Oyuna seyirci gelmezse, iki ayda üstüne so­ ğuk su içilmiş olur herhalde o deste­ ğin... Ben de bir zamanlar tiyatro kur­ muştum, kaç kere batmanın sınırına gelmiştik. 13 Kasım: Çalışmalara bütünüyle katılıyorum. Metnin kısaltılmış hali okundu: 3 saat 15 dakika!.. Zorlu bir dramatürji çalışması gereki­ yor. 14 Kasım: Karşılıklı öneriler... Metin çalışması. Gerginlik var. Oyun budandıkça, benim bildiğim matematiği de beynimde tam bir kargaşa haline geldi. Trafiği göremi­ yorum, dekoru seçemiyor, metnimde var bildiğim müziği, akışları işitemiyo­ rum. Tam bir kakafoni. Hem şu amca-kardeş ilişkisini oyundan temelli söküp atacağım. Parodiler yok olacaksa, onlar da gebersin, yok olsun­ lar!.. Ama gece eve dönerken, onları atama­ yacağımı anladım. Yazar, her şeyi bi­ linçle yapmıyor ki. Yaratı, o kadar bi­ linçli olabilse, ne kadar anlamsız kalırdı. Bu amca-kardeş ilişkisini, bilinçaltımın bir desteğiyle, sanatın ha­ yata göbekbağını belirlesin diye koy­ muşum meğer ben. Atmam olanaksız. Bu arada başka bir keşfim: Anne (Kadriye Kenter) oyunda asla 'ama' deme­

pe cy

Kasım: Kent Oyuncularından 'resmen' bildiril­ di: Çok Uzak-Fazla Yakının provaları­ na başlanmış. Nihayet! Yine düşündüm: Ankara'da sahneye adımını attığı ilk günden bu yana sana­ tındaki olağanüstü çabalarına, büyük başarılarına saygı duyduğum Yıldız Kenter'i düşündüm. Yeniden oyun yaz­ mam için bana yıllardır yaptığı ısrarla­ rı... Sahneye 'An'ın gerçeğini getirmek isti­ yordum. Her şeyi içinde gizleyen o bü­ yülü zaman parçasını çözmek, kat kat açmak. Zamanın bu çok boyutluluğunu sahnede gösterecek bir oyun düşlüyor­ dum. Sanat ve hayat ikileminin, birbiri­ ne düşmanken, birbirini besleyen, zen­ ginleştiren hayal ile gündelik, sıradan hayat çatışmasının, düşlediğim tiyatro­ ya çok yatkın bir izlek olabileceğini bul­ duğumda, denemeyi heyecanla göze aldım. (1988) Burada kendimi çok öz­ gür duymam gerekiyordu. Tiyatronun bilinen 'sınırlarını' unutmalıydım. Böy­ lece oyunu 1989'da yazıp tamamladım. Çok Uzak Fazla Yakın, ilk okuyuşunda Yıldız'ı çok heyecanlandırmıştı. Ama ne yazık ki o dönemde sahneleyemediler. Oyunumu, 1991'de yayınlattım. Bu metne ödenekli tiyatro yönetmenlerin­ den sahici bir ilgi gelmedi. (Böyle oyunlar vardır. Oyun seçme kurulları seçer, oyun kendisine sahip çıkacak bir ruhu bekler!) Fakat, demek Yıldız Kenter... Demek o, hâlâ bu oyunu tiyatrolarında sahneleye­ bilecekleri umudunu yitirmemiş. De­ mek provalar başladı! 8 Kasım: Yıldız aradı. İlk okuma provasında saat tutmuşlar: Oyunum tam dört saat sür­ müş! Aman Allahım okunmak için alı­ koyduğum bazı bölümlerle parantez içi 'tarifnâmeleri' çıkarırsam, oyunun nor­ mal süreye ineceğini sanıyordum ben! Mutlak tartışa tartışa okudular... Yıldız'dan gelen 'imdat' ziline, eteklerim tutuşarak koştum. Oynayanlar, yılların deneyimli sanatçı­ ları, Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Şük­ 18 Tyiarto. Tyiarto.

meli, hep 'fakat' demeli. Kocası Ahmet de... Ötekiler ise, hiçbir zaman 'fakat' sözcüğü kullanmamalı... Herkes, bel­ leklerde bir küçük sözcük farkıyla büyümez mi? Bir şapka biçimi, bir çiçek takma tarzıyla: Bunların 'agrandise' oluşu... Bize gereken ilk perspektif bu. 25 Kasım: Günlerdir biraraya gelinemedi. Bugün yeniden toplandığımızda, Yıldızla Müşfik'in turnede attıkları bölümleri de gö­ rüp, köşemde inledim: "Henüz ölme­ dim yahu, canım acıyor!" Bu ameliyat, anestesisiz bir ameliyat. Can acısını duyuyorum. Ama, dayan­ mak zorundayım. Tiyatro demek, ödün demektir. (Güngör Dilmen bunu hep olumlu anlamda söylerdi bana, ne ka­ dar haklı olduğunu şimdi daha iyi gö­ rüyorum.) Dekorumuzu üstlenen Osman Şengezer geldi. Bana, bu oyundan nefret etti­ ği duygusunu verip gitti. Dört çıtalık stilize bir dekoru neden 'uygulanamaz' gördüğünü anlamadım. Oyundaki Ay­ dın kimliğine de çok sinir oluyormuş! Bu noktayı anlayabiliyorum. Osman, pembe biri, ben griyim. Tam da oyunun istediği çatışma. Ben, sanatın te­ melinde uyumsuzluğun, olmazlığın yat­ tığını görüyorum. 28 Kasım: Hâlâ metin yorumluyor, dramatürji ça­ lışması yapıyoruz. "Tiyatro bir ayna" an­ layışına fazla koşullanılmış sanıyorum. Yıldız'ın deyişiyle 'duvargeçen' olmalı­ yız; 'benim deyişimle ise, aynayı ayna sandıran camgerisi 'sır'ı delip geçmeli­ yiz. Müşfik'in alaycılığına göre: Hah, hah, hah... O ne yaptığını biliyor, ne ya­ pacağını da... Asıl güçlük: Çok dene­ yimli, şu kadar sanatçı da yetiştirmiş, kendi kişilikleri doruğa oturmuş sanat­ çılara 'yol gösterme'de. 2 Aralık: Oyun içinde oyunlara itirazlar var. Hâ­ lâ... Okuma: 1. Bölüm: 1 Saat 30 dakika. 2.Bölüm: 1 saat. Toplam: 2.5 saat! 12 Aralık: "Bir çiçek petali kendinden koptuğu za-

Yılların deneyimli sanatçısı Yıldız Kenter Çok Uzak- Fazla Yakın'da Kemal Okıı,


a

cy

pe


a

uyansın diye yazan sen değil misin Adalet?" içimde kaygılar, korkular. Zaman za­ man, roman yazmaya dönmeyi istiyo­ rum. Kaçmak. 3 Ocak: Sevda Şener'in bu oyun için yaptığı çö­ zümlemede belirttiği gibi: "Buradaki ge­ riye dönüşlerde kronolojik bir sıralama yok. Onun için her şeyi eşzamanlı ola­ rak kavramak ve kavratmak gerekiyor." Özellikle genç oyuncular, bu bilince yerleştiklerinde, her şey daha 'uyumlu' gelişecek. "Rastgele(ymiş gibi görü­ nen) parçaları yanyana getirerek bir oyun oluşturma" oyununu oynayabilmeliyiz. Aynı gün gece: Yıldızcığım: "... Uçan sineğin fotoğrafını çekerdi'yi kesmeyelim, hız çağını be­ lirleyen tek küçük bölümümüz bu bi­ zim. Zamanlar da mutlak söylenmeli: Güz. Akşamüstü, vb. gibi... 16 Ocak: Oyunda çift anlamlı birçok laf var: "Hep böyle mi duracaksın?", "Kaçmadın?", "Yoruldum" vb. gibi. Suçluluk /Kaçış Hesaplaşma (iç gerçek) / Oyun (içinde oyun) Dış gerçek. Müşfik ve Yıldız, neyin ne olduğunun elbette farkındalar, ama ah hayatın ger­ çekleri! Dekor, sahne trafiği, henüz ye­ rine oturmayan müzik, çekilemeyen fo­ toğraf, gidilecek İzmir turnesi... tarihsiz Semih (Bekir)'in marşı-şarkısı, öteki­ lerde bir, vicdan kıpırtısı' uyandırmalı. İzleyicinin de bildiği, yaygın bir parça, ama çok da aşınmış olmayan bir parça. Aklımdan "Güneşin sofrasındayız" geç­ ti. Bekir (Semih) herkesin içinden, do­ kunan/dokunaklı bir parça gibi gelip geçmeli, gelip geçmeli, hep varolmalı. 2 Şubat: Yıldız sahneden bana bağırdı: "Yeter, kes artık!" diye. Hakan Gerçek (Can), rolünün çok kısal­ dığını sanıyor, ama yanılıyor: "Annenin kucağında, örtünün altında da varsın ya?" diye takılıyoruz ona... Ama Yıldız, çok kötü bağırdı bana. Kostümünü sevmedim, diye.

pe cy

man mı ölmüştür, toprağa düştüğü za­ man mı?" -Bir Macar filminden.Günlerdir kendimi kendinden kopmuş petal gibi hissediyordum, ama bugün kendimi havada yakaladım, yere düş­ meden: Müşfik ve Yıldız, öyle tonlar buluyorlar ki: Hârika! Şu noktada kararsızlık bitti: Bir tiyatro­ da, olması gerekli teknik olanaklar yok­ sa, bunları ortalama yapmak yerine, tü­ müyle vazgeçmek en iyisi. Yıldızlı gökyüzleri, yağmurlar, mevsim deği­ şimleri izleyicinin hayal gücüne bırakıl­ malı. Ama bunun için, şu tek sözcükle­ rin yerli yerinde söylenmesi şart: "Bulutlar açılmış, bol yıldızlı bir gece..." ya da: "Ne yağmur!" Tiyatro, insanları sakal bıyık, bilmem nelerle de şartlamamalı. Yine de ufak tefek aksesuarlar kullanı­ yoruz. Ama Osman dekoru keşke gölge gibi yapsa... Evet: Tiyatro, karşılıklı ödünler demek. Müşfik oyunu gitgide 'seviyor' galiba. 20 Aralık: Ankara'dan telefonlar geliyor: İş Banka­ sı Büyük Ödülü 1992 (Tiyatro) Çok Uzak-Fazla Yakına verilmiş! Bunu ben, bir çeşit: "Oyun yazarlığına yeni­ den hoşgeldiniz" mesajı olarak aldım ve pek sevindim. Ama şimdi, bu oyunu sahnelerken, sorumluluklarımız, korku­ larımız kat be kat daha arttı. Hayırlı, ha­ yırsız: Bu baskıyı unutalım en iyisi. 26 Aralık: Müşfik'in ye özgün müziği yapacak Babür Tongur'un önerisiyle ön oyunu ye­ niden yazdım. Aynı malzemeyle, yeni bir kurgu: İki kardeşin konumlarını be­ lirleyici 'prezantasyon' sahnesini içiçe dokuduk. Fakat sonuçta: 'An'ın, (ki bu, sanatla hayatın, annenin ölümünden sonra ilk karşılaştıkları 'an'ın) deşilmesi oyunu özetlendi. Oyundaki zaman geçişleri için oyuncu­ lar kendilerini çok özgür duymalılar. Allahım, bir çiçek dürbünü düşleyebiliyorum ancak. Bu, sahnede hiç mi ger­ çekleşmeyecek? Tek umudum: izleyici­ nin hayalinde, kafasında gerçekleş­ mesi. "Oyunda devrim yapılmasa da olur, yeter ki izleyicide değişim özlemi

ÇOK

UZAK KENT

FAZLA

Dekor üstüme geliyor. Her şey üstümü­ ze geliyor, oyun günü yaklaştı, iki gü­ nümüz var. Işık, berbat. Oyun süresi, mükemmel. Bir yığın not aldım, ama gölgeye çekil­ dim: Ölü bir yazarmışım gibi yaptım. Müşfik de sahneden: "Evet, öneriler?" diye sordu. No comment: Ben burada yokum. Hepimiz birbirimize düşman kesildik. 4 Şubat: Aa, notlarımın bir kısmı göz önünde tu­ tulmuş. (Zaten kendileri de farkındaymışlar canım!) Hepsi ne güzel oynuyor. Suat bile, de­ ğişmiş, yumuşamış. Onu kuliste kolla­ rından tutup sarstığımı, salladığımı dü­ şünüyorum da!.. Pembe-gri dekorla hâlâ barışık değilim. Işıkla gerçek halini bulur deniyor. Işık düzeni ise ortalarda görünmüyor. Bu­ gün kimse kimsenin üstüne gitmesin. Çok tehlikeli bir gün. (Zaman boyutum­ da eksilmeler var: Tiyatro ödün demek­ tir. Bu gerçeği elli kez yineliyorum.) Hepsini çok seviyorum, yine de Meh­ met Birkiye'ye haykırıyorum: "O koca­ man atkıyla düğün sahnesine gelişini­ zin anlamı ne? Hayır açıklayın bana, ikna edin, anlatın... O serseri adamın yakasında lahana gibi bir çiçek, bir şey asılı olmalı değil mi? Meltemle Aydın'ın- kafasında böyle bir alâmeti fari­ kayla belirmesi?..." Tabii, Mehmet bana düşman oluyor. Oyuncunun yazara düşmanlığının do­ ruk noktasındayız. *** Ve herhalde, perde açıldığı, ilk ışıklar yandığı, tiyatronun büyülü an'ı başladı­ ğı zamana, o an'a, o an'ın gerçeğine kadar da sürecek bu düşmanlık... Sonra: Sonuç olumluysa, kucaklaşılır, coşulur; Olumsuzsa, omuzlara yaslanı­ lıp ağlanır, ağlanır... Sonra, bir avuntu: Çehov'un Martısı da ilk oynandığında nasıl karşılanmış sanki? Buz gibi. Bir yuhalanmadığı ek­ sik... Seyircinin ne istediğini kim biliyor? Onun için yazar hiç kaale almamalı 'onu', ama tiyatro? Seyircisiz 'asla' va­ rolmayacak olan tiyatro?.. •

YAKIN

OYUNCULARI

Yazan: Adalet Ağaoğlu Yöneten: Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Adalet Ağaoğlu Oynayanlar: Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Kadriye Kenter, Şükran Güngör, Mehmet Birkiye, Kerem Atabeyoğlu, Çiçek Dilligil Gerçek, Bekir Aksoy, Hakan Gerçek, Kemal Okur Dekor: Osman Şengezer Kostüm: Çolpan İlhan Müzik: Babür Tongur Koreografı: Semiramis Uyar Yer: Kenter Tiyatrosu


pe cy a


hepimiz bir "dize" aramıyor muyuz? ya da

bin çiçekli bir kumaş levent

YENİDEN

YARATMA

ANKARA DEVLET TİYATROSU Yazan: Ülkü Ayvaz Yöneten: Tamer Levent Oynayanlar: Cahit Çağıran, Gülgun Kutlu, Sinan Pekinton, Hüseyin Soysalan, Ege Aydan, Hayrettin Engin, Alev Özgüç, Hülya Gülsen, Serpil Çağıran,

Ankara Devlet Tiyatrosu, Şubat-Mart aylarındaki oyunlarına bir yenisini daha ekledi. Küçük Sahne'de sergi lenmekte olan Yeniden Yaratma, Ülkü Ayvaz tarafından yazılmış ve 1984 Enka Bilim ve Sanat Ödülleri Tiyatro Dalı'nda birinci olmuştu. Ardından uzun bir bekleyiş başlamış. O yıllardan beri Devlet Tiyatrolar, repertuarında olan oyun, ya "sahneleme zorluğu", ya da "anlaşılması güç bir oyun olduğu" gerekçesiyle, bir türlü oynamamış. Bu yıl oyunu yöneten Tamer Leventle arkadaşımız Mehmet Demir görüştü.

• Sayın Tamer Levent, oyunu tanı­ manız ve yönetmeye karar vermeniz nasıl oldu, anlatır mısınız bize? Ben bu oyunu, 1984' de ödül kazandı­ ğında okudum. Çok beğenmiştim o za­ man. Bu, "bir dize aramak" oyunun içinde bir "Light motive" olarak geçi­ yor. Bu dize beni etkilemişti. Ondan sonraki yıllarda, biliyorsun Berlin Du­ varı yıkıldı, Sovyetler Birliği dağıldı. Ar­ tık Rusya demeğe alıştırıyoruz dilimizi. Diğer ülkeleri de kendi isimleriyle an­ mağa çalışıyoruz. Yani birtakım kav­ ramlar değişti. İnsanın hayatı boyunca, böyle, kavramlar değişiyor. Çocuklu­ ğumuzu hatırlayalım bir; birtakım kav­ ramlara bakışımız ve algılayışımızla, yetişkinleştikçe olaylara bakışımız ve kavramları algılayışımız arasında ne gi­ bi farklar olduğunu görüyoruz. Bu oyu­ nu okuduğumda, böyle şeyler geldi ak­ lıma. Bir araştırmaya göre, Türkiye'de insanların kişilik bulma yaşı 45'miş. Bu yaş, Avusturalya'da 18. Nedenini araştırdım, Avusturalya'daki okulların hepsinde, eğitim, uygulamalı bir yön­ temle yapılıyor. Yani, bizim "eğitimde drama" dediğimiz yöntemle. Dolayısıy­ la birey, kendi yaşantısını sürekli irde­ leyerek, kendini, sürekli drama yoluyla dışarıya dönük bir şekilde ifade ederek tanımlamağa başlıyor. Dolayısıyla kişi­ lik gelişimi de erken oluyor. Bütün dersleri drama yoluyla öğrenirken, in­ sanlar arasındaki benzerliği de keşfet­ miş oluyor. Bizde ise, hep nedeni be­ lirsiz birtakım kurallar yüzünden, kişilik bulmak gecikiyor. Mesela, biz­ de, büyük "yapma!" deyince, "neden?" sorusunu sormadan, küçük buna itaat eder. Halbuki biz istiyoruz ki, nedeni çok açık değilse, insan, yasağı sorgu­ lamalı. "Neden yapmayayım?" Böyle ol­ madığı için insanlar hep kendilerini

pe cy

İlyas Avcı, Gültekin Gülkan,

Mehmet DEMİR

a

t a m e r

Gülendam Kazbek

Dekor: Güven Öktem

Kostüm: Nalan Türkoğlu Işık: Hikmet Peker

Müzik: Kemal Günüç Yer: Küçük Tiyatro

22

Tiyatro... Tiyatro...

gizlemiştir. Kendini gizleyen insanın kişiliğini bulması da gecikir. Çünkü bu insan, kararsız insandır. En basit te­ melde, neyi sevdiğine, neyi sevmediği­ ne, neyi istediğine, neyi istemediğine karar verme yetisi yoktur. Çünkü baş­ kaları, hep onun adına karar vermiştir. Kişilik bulmanın en önemli, basit, te­ mel unsurlarından biri, karar verme yetisinin gelişebilmesi. Biz konuşan insanlar istiyoruz. Birbirleriyle iletişim kuran insanlar istiyoruz. Çağımızın, iletişim çağı olduğunu herkes biliyor, insanlar, herkes, birbirleriyle iletişim kurmak, birbirleriyle olan benzerlikleri­ ni ortaya çıkarmak istiyor. Bütün bun­ larla bağlayarak, bu oyunu okuduğum zaman, bu "bir dize aramak", "bulmuş­ tum, ama kaybettim" deyip, onu ara­ manın peşinde olmak, bana bu neden­ le anlamlı gelmişti. Başkalarına da anlamlı gelir zannetmiştim. Ama doğ­ rusu, bana anlamlı gelmesi, bence da­ ha önemliydi. • Anlamlı bulmayan "başkaları" da oldu galiba? Provaya, izlemeleri için, arkadaşlarımı­ zı çağırdık. Bu arada bazı insanlar ba­ na "niye o oyunu seçtin, o oyun anla­ şılmaz, o oyun zor" dediler. Yıllar önce, bizim bu alanda üstadlardan olan bir abimiz, bana "bir dize arayıp duruyor, neymiş, ne var yani" demişti. Bunlar beni pek etkilemedi açıkçası. Ben bu oyunu sahneye koymak isti­ yordum. Ülkü'nün de bu tür bir oyun yazma cesaretini desteklemek istiyor­ dum. Türkiye'de böyle bir oyun yaz­ mağa kimse cesaret etmemişti. Hatta, yıllar önce, Ülkü, bir konuşmamızda, "Abi, bana 'oynanmayacak oyunlar ya­ zıp duruyorsun' diyorlar" dedi. Sonra ekledi: "Ama ben böyle yazmağa de­ vam edeceğim abi." Bunu söylemesi


a

yapmasını istiyoruz. Rol yapmamak çalışmalarına dayanır. Yani dramaya için uğraşıp, kötü rol yapmalarını de­ bakışıma, dramayı tarife. 1975 yılın­ ğil! Çünkü, nasıl olsa belli bir rolü oy­ dan beri yaratıcı drama alanında çalışı­ nuyoruz, hiç olmazsa bu rolü iyi oyna­ yorum. Dram sözcüğünü de şöyle tarif yalım. ediyorum: İnsanın kendini tanıması; Ben tiyatro sanatçısı olarak, gelecekte tanıdığı kendini, kendine ifade etmesi; insanın, var olan koşullara rağmen, ya bunu başkalarına ifade etmesi, sonra da var olan koşulları değiştirerek, yeni başkalarıyla iletişim kurarak, birarada bir dünya yaratma çabasının ne olması yaşamaya çalışması. Esasında, sanatın gerektiğini düşünüyorum, bunu araştı­ bütününe yansıtabilecek bir şey belki rıyorum, işte bu da bir cümle aramak, bu tarif. Yani, bireyin, kendi kendine bir dize aramak... ve başkalarıyla yaşadığı ilişkilerin tü­ mü. Ve ben, gündelik hayatta da in­ • Herkes kendi dizesini bulmalı, ta­ sanların rol oynadığına inanıyorum. bii. Ama, ondan'sonra bu dizeleri bir Ama bu rolün, en iyi, en dürüst, en araya getirip, bir şiir yapabilir miyiz sağlıklı şekilde oynanması yollarını dersiniz? aramak istiyorum. Aynı şey hem sah­ Tabii ki. Önemli olan da "tek ve hür" nede, hem de gündelik yaşamda söz yaşarken "bir orman" yaratabilmek de­ konusudur, insanlar rollerini doğru ğil mi?.. • oynadıkları zaman dünyadaki pek çok sorun ortadan kalkacaktır. Bunda, ti­ yatronun, dra­ manın rolünü de çok önem­ siyorum. An­ cak geçenler­ de, çok üzülerek, bir gazetedeki kö­ şesinde, eski dostum, Yal­ çın Doğan'ın, "Parlamentoda Tiyatro" diye bir yazısını okudum. Par­ lamentoda de­ ğişik ağızlar­ dan, değişik şekillerde veri­ len demeçleri, tiyatroya ben­ zetiyordu, Yal­ çın Doğan. Türkiye'de ga­ zeteciler, dram sözcüğünü, "acıklı" gibi al­ gılıyorlar; ti­ yatro sözcüğü­ nü de, "yalan söyleme adına rol yapmak" olarak algılı­ yorlar. Hayır, gerçek tiyatro, yalan söyle­ meden yapılan tiyatrodur. İş­ te, gündelik hayatta da biz, insanların, ti­ yatrodaki ka­ Ülkü Ayvaz'ın Enka Bilim ve Sanat Ödülleri, dar bilinçli rol 1984 Tiyatro Birincilik Ödülü alan oyunu; Yeniden Yaratma

pe cy

etkilemişti beni Ulkü'nün. Evet, yani sanat bir iddia işidir. Bu iddiaları orta­ ya koymadıkça, sanat yapmağa da ge­ rek duymuyorum ben. • Nasıl bir reji, nasıl bir çalışma yöntemi uyguladınız? Dediğim gibi, iddialı bir çalışmaydı. Oyunculuk üslubu, oynanış tarzı da farklı biraz, gördüğün gibi. Metin iddi­ alıydı, benim bu metni seçmem iddia­ lıydı. Farklı bir yöntemle, doğaçlama yöntemiyle ve top yekûn bir oyuncu­ lukla, oyuncuların yaratıcılıklarını ön plana çıkararak çalıştık. Kendi artistik özlemlerimi, oyuncularla paylaşarak, tartışarak, bu oyunda gündeme getir­ meğe çalıştım. Pek çok ekolün etkilen­ mesinden oluşan bir sentezdi, belki bu. Bunun içinde Brecht oyunculuğu var, Stanislavski oyunculuğu var, Grotovski oyunculuğu var... Benim etki­ lendiğim bütün yöntemler var. Ama buna sonuçta, "Tamer Levent yöntemi" diyebiliriz, herhalde. • Yani? Oyuncular, hangi rolü oynayacaklarını bilerek başlamadılar, çalışmaya. Bir hafta, on gün, ellerinde metin olma­ dan, belli temalar üzerine doğaçlama­ lar yaptık, durumlar yarattık. Sonra el­ lerine aldıkları zaman,' metni, tanıdıkları eski bir dost gibi gördüler. Ondan sonra, tabii, birbirleriyle arala­ rındaki duvarlar yıkıldı. • "Duvar"dan kastınız? Profesyonel oyuncularda bile, görüş belirtirken "acaba saçma bir şey söyle­ yeceğim de, diğerleri bana gülecek mi?" diye bir sıkıntı vardı. Halbuki bi­ zim işimiz "naiv"liktir. insanlar, akılla­ rından, içlerinden geçen her şeyi söy­ lemeli, her şeyi tartışmaya açabilmeli ki, biz, gizli saklı yaratıcılıkları ortaya çıkartabilelim. Bunun için de cesaret gerekiyor, işte, o bir hafta, on gün içe­ risinde insanlar birbirine çok yakınlaştı ve bu cesaret elde edildi. Bunun sonu­ cunda da, metin ele alındığı zaman, herkes düşüncelerini özgürce üretme­ ğe başladı. • Kemal Günüç de müzik için ben­ zer şeyler söylüyor. Evet, müzik de provalarda yaratıldı. Biz doğaçlama ve prova yaparken, on­ lar da bizimle birlikte çalıştılar. Birlikte tartıştık, konuştuk. Dikkat edersen, bütün oyun boyunca müzik hep var. Yani müzik, zaman zaman girip çıkan bir efekt değil, bizim oyunumuzda. • Çalışmanızda Yeniden Yaratma ile yaratıcı dramanın buluştuğunu söyleyebilir miyiz? Tabii ki. Benim bu oyuna bakışım ve yaklaşımımdaki çizgi, yaratıcı drama


a

cy

pe


a

pe cy


a

cy

pe


pe cy a


a

cy

pe


pe cy a


a

cy

pe


a

pe cy


a

pe cy


a

pe cy


a

pe cy


a

cy

pe


a

cy

pe


a

pe cy


TİYAP ( ÖZEL TİYATRO YAPIMCILARI DERNEĞİ)

BÜLTENİ

Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Özel Tiyatro derken sahiplenme üstüne bir kaç satır taya koydu. Bir an o odada yaşadığımız umutsuzluğun boyut­ larını anlatmam olanaksız. Çıkıp gitmek, kanımca tek geçerli yoldu. Sıkıntı, A. Kahveci'ye de geçmiş olmalı, Uğur başta bizler çözüm peşindeydik. Ansızın aklıma utanarak da olsa Özel Tiyatrolara va­ rolan desteğin şu ya da bu biçimde arttırıp arttırılmayacağını sordum "Bakanlığınızın Kültür Bakanlığı'na böylesine bir desteği, dileği olabilir miydi?" A. Kahveci kucaklayıcı, duraksaması bir yana Uğur Mumcu'nun fişekleyici atılımları, bizlerin saygı ile beklentisi ve gidip gelen telefonlarla 500 milyonluk bütçeye 3 milyarlık aktarımla Özel Tiyat­ rolara bir bakan olmanın ötesinde gerçek anlamda bir sanatsever destek verdi. Ardından o dönemin Kültür Bakanı N. Kemal Zeybek'in hoşgörülü kucak­ lamasıyla dileği destekledi. Bundan en az bizim kadar Uğur Mumcu'da sanki bir tiyatro işvereni kadar mutluydu. Bu Uğur'un uğurudur. Her ikisine de Saygılarımızla TİYAP Rutkay AZİZ

pe

cy

a

Günlerden birgün Adnan Kahveci'ye Maliye ve Gümrük Bakanı, Uğur Mumcu uğurlu köşesinde gözlemi sürdürüyor ve biz özel tiyatrolarda yaşama savaşı içinde gidip geliyoruz, İstanbul tiyatroları için turne ayı olmalı Ali Poyrazoğlu, Genco Erkal, Yıldız Kenter, An­ kara'da turnedeler. Özel tiyatroların sıkıntılarını gündeme getirerek, olası bir mali af sağlanır mı? Ya da buna benzer maliyeden özel tiyatrolara bir destek alabi­ lir miyiz düşüncesiyle A. Kahveci'ye ziyaret kararı aldık. Hiç beklemeksizin bugün bile büyük bir saygı duyduğum kucaklamayla bizleri bakanlığa çağırdı. Sayın Yıldız Kenter o gün oyunu olması nedeniyle, bizle olamadı. A.Kahveci'nin makamına girdiğimizde bir eski dostla karşılaşır olduk. Dost Uğur Mumcu, Kahveci'nin yanında sahbetliyordu. Kahveci'ye baktım.... girenler dost, Uğur'da dost, üstelik girenler Uğur'la çok eski dost. Uğur kalkmak is­ tedi, Kahveci engelledi ortaya bir laf uçuştu "Sorunlar ortak değil mi?", "Birlikte konuşalım." Uğur her zaman­ ki gibi kararlı, inatçı, ödünsüz tavrıyla "Özel teşebbüste en saygılı, en yararlı teşebbbüs; özel tiyatro teşebbüsüdür" diyerek Kahveci'yle olan o sohbetimizde bize biz gibi yandaş oldu. Kahkahalarını kısıtlamadan Kahveci, kendisinden, rica ettiğimiz mali affı, ileri sürdüğü haklı gerekçelerle kabullenemeyeceğimizi or­

TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI BÜLTENİ Türkiye Yazarlar Sendikası'nın Mart ayı içindeki etkinlikleri şunlardır. 8 Mart Pazartesi günü Karaca Tiyatro'da "Çağdaş Azerbay­ can Edebiyatına Toplu Bakış" konulu toplantı yapılacak. Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı tanınmış romancı Anar'ın ve İ.Ü. öğretim üyelerinden Tevfik Melikli'nin bu­ günkü Azerbaycan nesri ve şiiri üstüne yapacakları konuşmaların yanı sıra bu ülkenin ünlü müzik sa­ natçılarından Fidun Kısamova, Hatice Abasova ile Lütfiyar İmanov da özgün şiirlerden bestelenmiş şarkıylarla geceye katılacaklar. Ayrıca Cem Ertekim yönetimindeki Çağdaş Bale Topluluğu

Tiyatro ...Tiyatro...

da "Ferhad ile Şirin'den bir bölüm sunacak. 29 Mart Pazartesi günü de Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da, bir süre önce alçakça öldürülen Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu için bir saygı toplantısı yapılacak. Demokrasi ve lâiklik savaşının ileri karakolu olma göre­ vini sonuna değin yılmadan yerine getirmek uğruna yaşamını yitiren Mumcu'ya saygı gecesinin ayrıntılı programı önümüzdeki günlerde belli olacak. (TYS 252 19 30) TahirÖzçelik (Etkinlik Sorumlusu)


TOBAV

(Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı)

BÜLTENİ

UĞUR MUMCU SANATÇIYDI hemcinsinin gözbebeklerinin içini görebilen insan, birbirini öldüremez. Bunu gerçekleştiremeyenler ise insan olma evrimini tamamlayamamış olanlardır. Sanat insanın insan olma evriminin en önemli göster­ gesidir. Sanatlı bir evrim geçiren kişilik, özgüvenlidir. Kendi­ sinin ve başkalarının düşüncesine saygılıdır. Sorun­ ları çözmek için insanları katledebilenlerin tamamen zıddıdır. Sanatın dini, dili, ırkı yoktur. Sanatın kaynağı ve özü birdir. Tektir... Din, dil, ırk ve düşünce ayırımından ötürü katliam ya­ panlar, bu özün bütünlüğünü ve geleceğini tehdit altında tutanlardır. Uğur Mumcu'yu katledenler; Bosna'da bu inanılmaz zulmü gerçekleştirenler in­ sanlık suçu işlemektedirler. Bu suçu işleyenler tüm insanlık önünde yargı­ lanmalıdır. Dünyada sanatın birleştiriciliği ile biraraya gelinecek. Buna ulaşmamızı geciktirenleri insanlığın utancı ola­ rak hiç unutmayacağız. Sanatsal yapıtlarımıza tema olarak alıp hatırlayacağız. Kınayacağız!

pe

cy

a

Olgun bir düşünce, aydınlık bir beyin umut vericidir. Bu umudu taşıyan, bu umudu yaratan kişiler insanın mutluluğunu ve hemcinsleriyle barış içinde birarada uzun yıllar yaşamasının koşullarını yaratmaya çalışır. Başkalarını istismar ederek, onların haklarını kendine pay biçenlerle mücadele etmek bu tür insanların doğal görevidir sanki. Bu insanlar doğuştan sanatçı gibidirler. Sanat da, tıpkı, en saf anlamıyla din gibidir. İnsanların birlik ve beraberlik içerisinde olmasını, bireyin ve toplu­ luğun hak ve özgürlüklerinin en olgun düzeyde korun­ masını murad eder. Günümüzde din kavramı insanların birbirlerini katletme­ lerine cevap veren bir unsur haline getirilmek isteniyor. Oysa sanatın amacı tektir. Sanat, insanın hemcinslerini ve kendini daha iyi anlayıp tanıması ve birbirleriyle iletişim içerisinde bulunmasının gereğini savunur. Sanatın doğasında iletişim kurmakta güçlük duyduğunuz, insanı yok etmek gibi bir düşünce barınamaz. Çünkü sanat, insanoğlunun yarattığı en gelişkin, en du­ yarlı düşünme biçimidir. Bir disiplindir. Bu disipline sahip olmak, ona ulaşmak yerine hemcinsi­ ni katletmeyi seçen bir düşüncenin insanlıkla ilişkisi ola­ maz. Bu tutum zaten bir düşünce de olamaz. Bu olsa olsa içgüdüsel bir tepi olabilir. Biz sanat çalışanları bu tür içtepilerin yerini bilinçli insan aklının alması için uğraş veriyoruz. Uğur Mumcu da kalemiyle bunun için uğraş veriyordu. Uğur Mumcu'yu hedef alan bombayı kullananlar bu yolla nereye kadar gideceklerini sanıyorlar. Eğer düşüncelerinde bu şekilde kabul edilmek anlayışı yatıyorsa, daha katletmeleri gereken milyonlarca insan olduğunu bilmeleri ve yaptıklarının cinayet olduğunu kavarayacak bir aklın kendilerine ihsan olunmasını bekle­ meleri gerekecek. Bu yaratıkları insanlık adına kınıyoruz. Üzgünüz. Hemcinslerini Katledenler Sanatçı Olamazlar Sanat insanın kendini tanıması ve başkalarına ifade et­ mesidir. Bunu gerçekleştirebilen, hemcinsleriyle iletişim kurabilen, kendine ve başkalarına güven kazanabilen, birbirinin gözünün içine korkmadan bakabilen, gerçek­ ten kimliğini bulan insandır. Dünyayı çok yönlü algılayabilen, kendini başkalarının yerine koyabilen,

Yaratıcı Drama Semineri Tiyatroda yaratıcılık olgusunun incelenmesi 4.11 Mart 1993 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. TOBAV ve Alman Kültür Merkezi'nin işbirliği İBŞTTAL'ın katılımıyla gerçekleşiyor. Almanya'dan tiyatro pedagojisi uzmanları Prof. Dr. H. W. Nickel ile Dr. Dagmar Dörger yönlendiriyorlar semineri. Başvuru adresi Semra Aktaş Alman Kültür Merkezi İstiklal Cad. Odakule Kat.3 Galatasaray İstanbul Tel: 249 20 09 Faz: 252 52 14 İstanbul'da ilk kez, her yıl yapılacak. Ankara'da Çağdaş Drama Derneği 5. kez düzenleniyor. Şubat'ın son haftasına kadar başvuruda bulunulabi4-5-8-9-10 Mart 10:00-17:00


ay

cep


sahneye can katanlar

dramaturji; kuramsal sahneleme SERRA

1954

YILMAZ

yılında

İstanbul'da

doğdu. Sainte-Pulcherie Or­ taokulu'nu ve Saint Benoit Lisesi'ni bitirdi. Fransız Hü­ kümetinin bursuyla, yüksek öğrenimini Fransa'da Caen Psikoloji Fakültesi'nde yap­ tı, aynı üniversitenin Edebi­ yat Fakültesi'nde

Robert

a

Abirached tarafından yöne

pe

cy

Sayfanızın adı "Sahneye Can Katan­ lar", ben kendi payıma bu sayfada dramaturji söz konusu olduğunda başlığı "Sahneye can katması gere­ kenler" diye değiştirirdim. Efendim dramaturg nedir? Varlığı ve yararı bunca tartışılan bu üvey evlatlar, dra­ maturglar ne iş yaparlar? Dekoratif bir unsur gibi vazoda çiçek misali her gün tiyatroya gelip sabahtan akşama mesai yapmaları gerekli midir? Ya da bir dramaturgun yokluğu kaç gün sonra hissedilir? Sık sık gündeme ge­ len sorulardır bunlar. Dramaturg, ül­ kemizde sadece ödenekli tiyatroların kullanma(ma) lüksüne sahip oldukları bir kadrodur. Dramaturgun cefası, ti­ yatrolara oynanmak üzere dilekçeli oyunların bırakılmasıyla başlar. Dra­ maturg bütün bu tiyatro metinlerini okur, değerlendirir, rapor yazar ve görüş bildirir. Ülkemizde tüm yazın dallarında olduğu gibi tiyatro için de yazan çok azdır, daha doğrusu bıra­ kılan 50 oyunun içinden 3 tane iyi, ama gerçekten iyi oyunun çıkması bi­ le bir mucizedir. Bir anı: bazı çarkla­ rın hâlâ kurullarla döndürülmesi ge­ rektiğini düşünenler, tiyatromuza da bir kurul hediye ettiklerinde, kurul üyelerine son aylarda okunan piyes­ ler ve bunların içlerinde olumlu not al­ mış olanların oranı verildiğinde, tüm bu üyeler kuşkuyla gözlüklerinin üze­ rinden dramaturga bakıp derhal bu eserleri okumak istediler. Metinler kendilerine teslim edildi, bir sonraki toplantıda gözlüklerinin ardında bık­ kın bir ifadeyle bundan böyle sadece olumlu not almış olanları okuyalım lütfen dediler. Diyelim ki dramaturgun yüzünü ender de olsa güldüren bir pi­ yes çıkmıştır, bu sefer de dramaturg tüm ikna kabiliyetini kullanıp tiyatro­ nun karar mercilerinin de bu piyesi okumalarını sağlayacaktır. Kendisine sık sık: "Ama bakın piyes tutmazsa hesabını sizden sorarız" denir. Bu uzun atlamalı ve değişik engellerle donanmış yolda ola ki beğendiği pi­ yes gerçekten oynanma aşamasına gelirse, bunca mücadeleden sonra bitkin düşmüş olan dramaturgun yü

tilen tiyatro derslerine de­ vam etti. 1977'de Dostlar Tiyatrosu'na girdi. 1983'de

Atıf Yılmaz'ın "Şekerpare" filminde ilk kez sinemada rol aldı. 1988'den bu yana İstanbul

Şehir

Tiyatro­

su' nda dramaturg ve oyun­ cu olarak çalışmaktadır.

zü yine de gülmeyebilir. Yönetmenle­ rimizin ağzından sık sık çıkan sözler­ den bazıları: Aman şimdi gelip ukala­ lık eder, neme lazım ben bu piyesi bildiğim gibi sahnelerim", "Canım işte dramaturg da ne yapacak ki, alt tarafı üç replik oradan, beş replik şuradan kesecek, onu ben de yaparım". Dra­ maturga en sık atfedilen görev buda­ madır. Bir fidanlıklarda bir de tiyatro­ larımızda mevsimi geldi mi budamaya çok önem verilir. Bunca budamadan, pardon badireden sonra dramaturgun işi zaten bitmiştir sanıyorsunuz, oysa dramaturga göre, işi daha yeni başlıyordur. Kendi halinde bir dramatur­ gun gündüz düşleri: keşfettiği piyes oynanacaktır, oyunu sahneye koya­ cak olan yönetmen tabii ki eseri be­ ğenen, öneren dramaturgu kadrosu­ na alır, hatta tiyatro yönetimiyle kıyasıya boğuşur çünkü her yönet­ men 'yâr bana bir dramaturg' diye haykırdığından, tiyatroya dramaturg yetişmemekte, belediyemiz tiyatroya drarpaturg kadrosu yetiştirememekte­ dir. Yönetmen metanetle sürdürdüğü mücadeleden istediği dramaturgu el­ de etmiş olarak çıkar. Sevgili dramaturguyla kafa kafaya verip yoğun bir metin çalışması yaparlar. Metni göstergebilim açısından çözümler, tüm satır aralarını birlikte deşifre ederler. Provalar başlar dramaturg yönetmeni bir an olsun yalnız bırakmaz, metnin sahneye nasıl yansıyacağına, her bir oyuncunun ağzından nasıl çıkacağına birlikte karar verirler. Arada drama­ turg yönetmene çay, kahve ikram eder. Yönetmen dramaturgun sigara­ sını yakar. Piyes çıktığında, birlikte bir yazının içinden geçip onu oyun yap­ mış olmanın mutluluğunu yaşarlar. Yine dalmışım, evet ne diyorduk dra­ maturgun görevleri; dramaturg dünya tiyatrolarında olanları da izler, drama­ turg yabancı eserlerin telif haklarıyla da uğraşır, dramaturg tüm ülke tiyat­ rolarında olanları da izler, arşivler, dramaturg tiyatroyu sever, sevmeli­ dir, sevgisiz tiyatro olur mu? Ya yö­ netmenler, onlar dramaturg severler mi?


5 nci uluslararası tiyatro festivaline doğru T.Yılmaz ÖĞÜT Mayıs ayında 5 ncisi yapılacak olan Uluslararası İstanbul Tiyatro Festi­ valinin henüz programı belli olma­ dı. Ancak Vakıf, bu yıl da geçen yıl­ lardaki gibi sponsor firma bula­ mamaktan ve parasızlıktan yakın­ makta. Öyle anlaşılıyor ki bu yıl da festivali, Kültür Bakanı Sayın Fikri Sağların son anda bulup buluştu­ racağı destek kurtaracak. Tiyatro Festivali'nin, aynı Vakıf yö­ netimince yapılan Sinema ve Müzik Festivallerimin düzeyine erişememesi, beşinci yıla girerken hâlâ en önemli sorun olarak ortaya çıkıyor. Bu konuda, geçen yılların festival yönetmeni olan Sn. Zehra İpşiroğlu ile bu yıl ki festivalin yönetmeni se­ çilen Sn. Dikmen Gürün Uçarer'den, bu sayfada okuyacağınız, düşüncelerini aldık. Z. ipşiroğlu,"...

pe

cy

a

4. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ 4 t h INTERNATIONAL İSTANBUL THEATRE FESTİVAL

Şu anda festivalin önündeki en önemli sorun, maddi sorundur." di­ yor. D. Gürün Uçarer de bu konuda benzer sözler etmekte. Geçen yıIki festival son anda Kültür Bakanlığından alınan dörtyüzmilyon liralık destekle gerçekleşebil­ mişti. Biz de geçen yıl festival sayı­ mızda, "... Festivalin geniş olanak­ larla daha kapsamlı yapılabilmesi için acil kararlar alınmasının gerek­ liliği, bu yıl (1992) ölüm-kalım an­ larının yaşanmasından sonra artık açıkça ortaya çıkmış bulunmakta­ dır" demiştik. Demek ki, 5. yılına gi­ ren bu organizasyonda, sorun hâlâ çözümlenememiş. Bize göre, bu soruna artık kalıcı bir çözüm getirmek için, kültüre yatı­ rım yapan özel girişimcilerle, Kültür Bakanlığı, mahalli idare yöneticileri-

bu yıl bir dönüm noktasıdır

Çağlar boyu değişik kültürlerin buluştuğu, kaynaştığı İstanbul gibi bir kentte uluslararası bir tiyatro* festivalinin varlığı kaçınılmaz. Nitekim İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı bünyesinde 4 yıldır süregelmekte, Uluslararası İstanbul Tiyatro Festi­ vali. Ama, "acaba önümüzdeki yıl ne olacak?" sorusunu da beraberinde getirmekte. Tabii, bu sorunun başlıca nedeni Kültür Bakanlığının katkılarına karşın, maddi olanakların çok kısıtlı olması, yeterince destek sağlanamaması, ya da bu; alanda girişimlerin yeterli olmaması. Yine de 1993de Festival'in geleceğinden umutluyum. Çünkü İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, Tiyatro Festivali'nin yaşa­ tılması için öncelikle Tiyatro Eleştirmenleri Birliğinin (TEB) harcadığı çabaları değerlendirerek bu etkinliği Büyük Festi­ val içinde eritmeden sürdürmek eğiliminde, izleyicisi adına olduğu kadar İstanbul kenti adına da önemli bir karar, olumlu bir gelişme. Bu anlamda, Tiyatro Festivali'nin 5. yılı bir dönüm noktasıdır denebilir. Festival tek başına yaşayacak. 1993 ü izleyecek yıllarda Tiyatro Festivali'nin uluslararası platformlarda adını duyuraca­ ğına hiç kuşkum yok. Yeter ki maddi ve manevi destek vermekten kaçınılmasın, eleştiriler yıkıcı değil yapıcı olsun, daha iyi -daha güzel- daha işlevsel için fikirler üretilsin... Uzun vadede kotarılacak planlı bir çalışma, kültür hizmetlerine sıcak; yaklaşan tutarlı kuruluşlardan da destek alacaktır, almalıdır. Bu destek kültürler değişiminin kaynaklarından biri olan t i ­ yatro sanatının ülkemizde daha da güçlenmesi açısından gereklidir. Geçtiğimiz yıl festivale Eleştirmenler Birliği'nin çağ­ rılısı olarak katılan yabancı eleştirmenler, ülkelerinde Türkiye'deki tiyatro etkinlikleriyle ilgili yayınlar yaptılar. Bunlar önemli adımlar. Sağlam temelller üzerine oturmuş bir Tiyatro Festivali bu adımları daha da sıkıştıracaktır. Bu yıl, az önce değindiğim gibi, Festivalin yaşamını sürdürmesi adına, bir dönüm noktası. Bu karara varmakta çeşitli nedenlerle biraz geç kalınmış olması, dışarıdan gelecek toplulukların sayısını yine 3 ya da 4 olarak kısıtlayacaktır ama nitelik açısından hepimizi doyuracaktır inancındayım. Bizden katılacak oyunların da aynı dengeyi sağlayacağı hiç kuşku­ suz. Dikmen Gürün Uçarer 26

T i y a t r o . . .T i y a t r o . . .


a

mış bu festivale en büyük güç kaynağı olacaktır. Yalnızca 3 yabancı toplulu­ ğun katılması, bu etkinli­ ğin "Uluslararası Festival" olarak adlandırılmasına ye­ terli olamaz, bu etkinliğin saygınlığını büyütemez. Bu yılları, "geçiş yılları ka­ bul edip, bugüne kadarki deneylerden yararlanmak ve mutlaka hem "Uluslara­ rası" hem "Festival" hem de "İstanbul" adına yakışa­ cak bir organizasyon pro­ jesinin hazırlanmasına ar­ tık başlamak zorundayız. Bu konuyu, dergimizde tartışmaya açmak istiyo­ ruz. Nisan ve Mayıs sayıla­ rımızda, bu konuda okuyu­ cularımız ve ilgililerden gelecek olan yazılara, gö­ rev bilinci ile seve seve yer vermek istiyoruz. Gelin hep birlikte, tiyatro sanatı adına, beş yıldır zor koşullarda, özveri ile sür­ dürülen bu festivali kurta­ ralım, büyütelim, kalıcı kı­ lalım. •

pe cy

nin (Vali, Belediye Başkanı), kamuoyu önünde ciddi bir tartışma orta­ mı yaratmalarından başka bir yol görünmüyor. Böyle bir birleşimde, doğal olarak, tiyatro sanatı ile ilgili bütün kuruluşlar da bulunacaktır (TİYAP, TODER, Tiyatro Yazarları Derneği, İTİ, TED-Tiyatro Eleştir­ menler Derneği ve ilgili basın gibi). Oysa bu yıl, festival yönetmeni D. Gürün Uçarer, festivalin sürdürül­ mesi için, Tiyatro Eleştirmenler Derneğinin bugüne dek gösterdiği çabaların yeterli olduğunu savunu­ yor. TED veya Kültür Vakfı'nın bu­ güne kadarki uğraşılarının yeterli olmadığı artık belli olmuştur. Yeter­ li olsaydı, kendilerinin de yakındığı böyle bir sıkıntı ortadan kalkmış olurdu. Sorun, bu organizasyona akıtılacak finansman kaynağının, sağlıklı ve il­ keli bir biçimde kurumlaştırılmasıdır. Bu nedenle, geniş kapsamlı bir tartışma ortamı yaratılmasının ge­ rekliliğini savunuyoruz. TED'in "kü­ çük olsun, benim olsun" düşüncesi ile olanla yetinilmesi düşüncesine katılmıyoruz. Kanımızca, tiyatro ile ilgili her kesimi kucaklayan bir or­ ganizasyonun kurulması, öksüz kal-

Devlet Tiyatroları'nın sahnelediği Oresteia 4. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festival i'nin beğenilen oyunlarından biriydi

bir fon oluşturulmalı

İstanbul Tiyatro Festivali tüm maddi olanaksızlıklara ve engellere karşın dört yıldır ayakta durmayı başarabildiği gibi, son yıllarda yurtdışından getirdiği nitelikli oyunlarla hem tiyatro alanında çok sesli bir tartışma ortamının oluşmasını sağlamış, hem de nitelikli yerli oyunların yurtdışında da duyurulabileceği bir zemin hazırlamıştır. 1991 yılında yurtdışın­ dan gelen "Kafkas Tebeşir Dairesi" (Gürcistan), "Tartuffe" (İngiltere), "Kral Ubu" (Fransa) gibi yeni sahneleme arayışları­ nı gündeme getiren oyunlar, 1992 yılında "Günümüzde Shakespeare" başlığı altında sunulan "Kral Lear" (Gürcistan), "Macbeth" (Almanya) ve "Bir Yaz Gecesi" (Romanya) oyunları bu gelişmenin somut göstergeleri olarak değerlendirilebi­ lir. Ne var ki kültür yaşamımıza katkısının tartışılmaz olduğu festivalin yaşayabilmesi ve gelişebilmesi için gösterilen tüm çabalara karşın, maddi sorunların her yıl dağ gibi bir engel oluşturması, festivalin yapılıp yapılamayacağının bile son ana kadar bilinmemesi, kamuoyunda tiyatro festivalinin müzik ya da film festivaline oranla yeterince önemsenme­ diği izlemini uyandırmakta. Bu kaygıların giderilerek festivalin sağlam bir temele oturtulabilmesi için almaya çalıştığı­ mız önlemleri kısaca şöyle özetleyebilirim: 1.Her yıl sürdürülen, festival olacak mı olmayacak mı tartışmasının sona erdirilebilmesi için, gereken maddi desteğin zamanında sağlanmasrya da uzun vadede kullanılabilecek bir fon oluşturulması. Gerekli mercilerle bağlantı kurarak maddi sorunlarla ilgilenen görevli tayin edilmesi. Bu bağlamda Kültür Bakanlığı'nın festivale destek vermesinin çok önemli olduğunu vurgulamak isterim. Şu sırada festivalin önündeki en önemli sorun, maddi sorundur. 2. Oyun seçiminde ve festivalin düzenlenmesinde, öznel nedenlerden kaynaklanan görüş ayrılıklarının en aza indirgene­ rek belli bir dengenin sağlanabilmesi için, Danışma Kurulu üyelerinin çoğunluğunun tiyatro uygulamacılarından değil, hiçbir tiyatroya bağlı olmayan tiyatro eleştirmenlerinden, dramaturglarından ve araştırmacılarından oluşturulması. 3. Festivale çağırılacak yabancı ve yerli oyunların seçiminde, yeni bir sahneleme anlayışını dile getiren ve görselliğe ağırlık veren topluluklara öncelik tanınması. Gelen önerilerin bu ilke doğrultusunda değerlendirilmesi. 4. Danışma Kurulu'nun özellikle yerel oyunların seçiminde, bağımsız ve özgürce karar verebilmesi. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Tiyatro Eleştirmenleri Birliği vb. kuruluşlarla işbirliği yaparak yerel oyunların yurtdışında da duyurulmasının sağlanması. Zehra İPŞİROĞLU Tiyatro... T i y a t r o . . . 2 7


yeni yüzler yeni soluklarla

m ü z i k l i bir düğün hadi

EVET

Bahtiyar ENGİN

çaman

EVET

H A D İ YEDİTEPE

EVET

Ç A M A N OYUNCULARI

Hadi Çaman-Yeditepe Oyuncuları, Rüştü Uzel Tiyatro Salonu'nda, Alfanso Paso'nun Evet Evet Evet adlı oyununu sergilemeye başlıyorlar. Hale Kuntayin çevirisiyle oynanan oyunun yönetmeni Hadi Çaman Oyunda iki genç sanatçı Arif Akkaya ve Ece Okay önemli roller üstlenirken tiyatroya 24 yıl ara vermiş olan Yurdan Edgü'yü de izlemek mümkün. Profesyonel oyunculuk yaşamına 1963'te An­ kara Sanat Tiyatrosu'nun kurucu kadrosunda başlayan Yurdan Edgü, halen Yüksel Gözen Tiyatro

Yazan: Alfanso Paso

Atölyesi'nde mitoloji ve tiyatro tarihi dersleri veriyor. Arif Akkaya bilindiği gibi istanbul Şehir Tiyat­

Çeviren: Hale Kuntay

ğerini üstlenmiş olan Ece Okay in da profesyonel olarak oynadığı ilk oyun, Evet Evet Evet.

roları'nın genç oyuncularından, bu prodüksiyona ise konuk olarak katılıyor. Önemli rollerden bir di­

Yöneten: Hadi Çaman Oynayanlar: Arif Akkaya, Ece

cy a

Okay, Hadi Çaman, Oğuz Oktay,

• Hadi Bey, önce Evet Evet Evet'den başlayalım. Yeditepe'nin kuruluş gününden bu yana oluşturmaya çalıştığımız bir çiz­ gisi var. Bu çizgiye zannediyorum en çok uyan üç beş oyundan biri bu. Ben oyunlarımı seçerken insani boyutları­ nın çok etli kemikli olmasına gayret ediyorum. Tabii ki biz özel tiyatroyuz, tabii ki hafif şeyler oynamak zorunda­ yız, tabii ki ödenekli tiyatrolardan farklı şeyler yapmak zorundayız. Çün­ kü biz gişemizden giren o minik girdi­ lerle ayakta kalmaya çalışıyoruz. Dev­ letin de büyük desteğiyle tabii. O yüzden ben oyunlarımı seçerken hafif olsun istiyorum. Ama seyircim evine gittiği zaman gene de "ne keyifli oyundu, bak ne kadar bizim yaşamı­ mızdaki bir kesite benziyor", ya da "alt kattaki Nazmiye Hanımlara ne kadar benziyor" diyebilmeli. Bir evlat-baba ilişkisi olmalı. Gerçekten yaşayan in­ sanların öyküsü olmalı diye düşünü­ yorum. Tiyatro tabii ki 'gibi yapmak' sanatı ama çok gibinin gibisi olunca da suyunun suyu gibi oluyor. Yani 'evde ne varsa' oluyor. Zaten biz özel tiyatrolar 'evde ne varsa'yla idare edi­ yoruz. Küçük devlet memurları gibi­ yiz, aybaşını bekleyen, işte yorganını ayağına göre uzatmak zorunda olan, ama bizler tiyatrocu olduğumuz için zaman zaman üşümek pahasına da olsa ayaklarımızın belimize kadar açıkta kalmasına bile izin veriyoruz, o zaman da bayağı ayazda kalıyoruz, ta­ bii. Ben Evet Evet Evet'in o konuda çok şanslı olacağına inanıyorum. Çok insani, bir de her yaşta insanı ilgilen­

Yurdan Edgü, Sermin Elgün,

Mesut Akusta, Tarkan Yılmaz, Belma Özdemir, Aslı Canay Dekor: Jamil Amir-Feyza

pe

Zeybek Müzik: Oktay Şenol

Koreografi: Murat Ersan

Yer: Rüştü Uzel Tiyatro Salonu

diren bir oyun. Bir kere kadın erkek ilişkisi herhalde insanoğlu yaratıldığı günden bu yana insanlar için çok önemli olmuş. Yani bir kadınla bir er­ kek mutlaka birlikte yaşamak duru­ munda olmuşlar, zorunda kalmışlar demek istemiyorum, ama durumun­ da olmuşlar, doğa onu gerektiriyor. Alfanso Paso ise çok Akdenizli bir yazar, sanki bizden iki insanı işlemişcesine çok sıcacık yazmış. Alfanso Paso, biraz satıhta yaklaşıyor insan­ ların yaşamına ama o kadar bizden, o kadar sıcak ve o kadar gerçek ki anlatttığı şeyler, bizim seyircimizin ya­ dırgayacağını sanmıyorum. Sıcak da bir kadro oluşturduk zannediyorum. • Ben de kadrodan bahsetmenizi ri­ ca edecektim. Arif Akkaya ve Ece Okay gibi iki genç insanın önemli roller üstlenmesi çok güzel, bu ko­ nuya biraz değinebilir miyiz? Arif Akkaya benim son dönemlerde çok beğendiğim, arkama dönüp bak­ tığım zaman koşarak, yorulmadan gelen, usanmadan, bıkmadan geldiği­ ni gördüğüm bir genç adam. Bunu hep izledim, hep gözlemledim. Ne büyük şans ki Şehir Tiyatrosu da ba­ na bu imkânı tanıdı, Arifi bize bu prodüksiyon için konuk verdiler. Kar­ şısına da çok yetenekli, taptaze bir oyuncu bulduk. Ece Okay, çok boyut­ ları olan, çok yüreği olan bir çocuk. İki genç insana böyle bir imkân tanı­ dığım için çok mutlu hissediyorum kendimi, genç arkadaşlarıma fırsat, vermeyi çok seviyorum. Çünkü ben özellikle özel tiyatroların genç insan­ ların asılmasıyla varlığını sürdürebile-


anlatmaya çalışıyor. Bu bence çok önemli. • Yanılmıyorsam ilk defa Arap yarı­ madasından biri, Jamil Amir, Türki­ ye'de İspanyol bir yazarın oyununun dekorunu yapıyor. Oldukça entere­ san geliyor bu bana. Evet bence de çok ilginç. Ama ne gü­ zel ki Suriye de bir Akdeniz ülkesi, o da bir Akdenizli bir de Jamil Amir burada Mimar Sinan Üniversitesi Sahne Tasarımı Bölümü'nü bitirmiş ve Türkiye'de yaşıyor. Üstelik daha Türk vatandaşı filan da değil ve bizim Yüksel Gözen Atölye'si'nde dekor ve kostüm dersleri de veriyor. Yani böy­ le güzel bir akrabalık da var ortada. • Oyun ülkemizde ve zamanımızda oldukça güncel, biraz bundan söz edebilir miyiz? Üstelik bence giderek de güncel olu­ yor. Çünkü bu televizyon olaylarından sonra filan Türkiye'deki.tüm kesimle­ rin kadın erkek ilişkilerine bakış açısı değişti. Örneğin Dallaslar seyredili­

pe cy

a

cegıne inanıyorum. • Oyun sanıyorum ki, daha çok ya­ şayan, yürüyen, ağlayan, gülen, acı çeken, sevinen insana bakıyor. Evet, insana bakıyor ama bu yaşayan insanların yaşarken katiyen fark et­ medikleri, sebebini bile bilmedikleri, diyelim ki kavga ise nedenini bilme­ dikleri, sevinçse tadına varamadıkları birtakım şeyleri anlattığı için çok ke­ yifli. Moral veriyor bu oyun. Pembe bir hat gibi. Zaten Alfonso Paso'nun bütün oyunlarında o insani yaklaşım vardır. İçini karartmaz Alfanso Paso. Bu oyunda da öyle, içini karartmıyor. Zaman zaman çok doruk noktalara getiriyor, insan ilişkilerini çok acıma­ sız resimlerle sunuyor. Ama sonunda öylesine keyif verici, öylesine moral verici şeyler söylüyor ki galiba yaşa­ manın keyfine varmayı anlatıyor. Yani yaşarken insan birtakım şeylerin key­ fine varamıyor. Belki yaşam koşulla­ rından ötürü. Ama "varın keyfine bu­ nun, farkına vararak varın'ı ren bir

yor, Hanedanlar seyrediliyor. İnsanla­ rın kafasında bir karmaşa var. Bütün bu karmaşa ortasında biz de, bir tu­ tucu yanımız vardır hani, mutlaka bir nikah olayı vardır. Özellikle Anado­ lu'da imam nikahı olayı bile vardır, işte, Alfanso Paso evlilik olayına "Evet, evet, evet" diye bağırtmış in­ sanları. Her şeye rağmen evet dedirti­ yor evliliğe. Ben tabii Hadi Çaman'ca düşünerek söylüyorum, bu konuda kiliselerin, belediyelerin fazla aracı ol­ masından yana değilim. Tabii ki iki insan istiyorsa gitsin kâğıt üstünde parmak da bassın, imza da atsın, dert değil ama bu iki insanın kendi sorunu olmalı istiyorum. Yani o iki güzel in­ san birlikte olmaktan zevk alıyorlarsa mutlaka evlenmek zorunda da değil­ ler. Ama Alfanso Paso'nun bu fikrine de hiç değilse bu oyunun sonununa kadar inanıyorum. İnandığımı anlat­ mak zorundayım ki seyircim de inan­ sın.!


ürettikçe üretiyoruz ama

ürettiklerimizle bütünleşebiliyor muyuz? ü m i t

Melek BİLGİN

bak

VAHŞİ

BATI

Kocaeli Bölge Tiyatrosu Sam Shepard'ın Vahşi Batı adlı oyununu sahneye koyuyor. Ümit Bakin yönettiği oyun, insanların insanlarla karşılıklı ilişkilerini ve insanların nesnelerle ilişkilerini ortaya

KOCAELİ BÖLGE TİYATROSU Yazan: Sam Shepard Çeviren: Yıldırım Türker Yöneten: Ümit Bak

• Vahşi Batıda sizi çeken neydi, bu oyunla neyi ortaya çıkarmak istedi­ niz? insan ilk ürettiği araçtan bu yana, yaşa­ mını daha kolay bir hale getirmek için sürekli olarak üretmiş ve üretiyor. Üre­ tilenlere sahip olanlar ve olmayanlar arasında ise mülkiyet farkı ortaya çıkı­ yor. Bu, yaşam tarzlarını değiştirirken üretime yeni boyutlar kazandırdı. Bize sunulan bu düzenin insan ilişkileri ve insanın, teknolojinin yarattığı nesneler­ le olan ilişkileri, bir bütünleşme ve bütünleşememe sorununu getiriyor. Bu ilişkiler ağında bütünleşmeyi sağlayabi­ lenler düzenin nimetlerinden yararlanı­ yor, soysuzlaşmış değer ölçüleri içinde kıstırılmış halde sadece kendilerine su­ nulan ile yetinmek zorunda kalıyorlar. Bütünleşemeyenler ise bütün bu uygar­ lığın yaratmış olduğu yaşam tarzlarının dışında marjinal bir yaşam sürmek zo­ runda kalıyorlar, işte Vahşi Batı böyle bir ortamda insanların kendileri ile, karşılarındakilerle ve nesnelerle olan ilişki­ lerini ortaya koyuyor.

pe cy a

Oynayanlar: Kadir Yüksel,

koyarken, üretim ilişkilerinin sonundaki yanılsama ve yabancılaşmayı sorguluyor.

Taner Büyükarman, Akün Tuna, Kamuran Tuna

Dekor: Salih Mat

Kostüm: Didem Ardalı

Işık: Veli Göl, Ercan Kandemir Yer: KBT Oda Tiyatrosu-İzmit

• Yanılsamanın yanılsamasından söz ettiniz, bunu biraz daha açar mısınız? İnsanlar ya­ şamları bo­ yunca ger­ çeği ara­ mışlar ve bu gerçeği bulabilmek için sürekli düşünmüşl er, sürekli üretmişler, bu üretim sırasında da ürettik­ leri, var et­ tiklerinin üzerine da­ ha yeni bir şeyler üret­ Vahşi Batı, 7 Kasım 'dan bu yana İzmit'te sahneleniyor.

mişler. Böylelikle de özden yani sahi­ ci, eğer bir gerçek varsa, bu gerçekten sürekli bir uzaklaşma söz konusu ol­ muş. • Yönetmen olarak metne nasıl bir yaklaşımınız oldu? Metni içinde barındırdığı tüm gönder­ meleri, metnin dinamiğini, olabildiğin­ ce metindeki şekli ile sahneye aktar­ maktı bizim için önemli olan. Öncelikle bir metin incelemesine giriştik ve bir alt metin oluşturduk. Bu alt metin doğrultusunda da elde ettiğimiz bulgu­ ları sahnede somutlaştırmaya çalıştık. • Sahnelemede en çok zorlandığı­ nız konular nelerdi? Zorluklar özel bir tiyatronun artık rutinleşmiş zorluklarıydı, bunları bir şe­ kilde aşmaya çalıştık ve aştık. Bunun dışında metinden gelen birtakım zor­ luklar vardı. Dramaturji çalışmaları sı­ rasında oyunun daha anlaşılır ve daha sağlıklı bir şekilde çıkması için önce­ likle oyunculuk olarak önümüze bazı problemler çıktı. Bu, Shepard'ın sun­ muş olduğu, getirmiş olduğu oyuncu­ luğun şimdiye kadar çalışmadığımız bir oyunculuk olmasıydı. Bunu kendisi dönüşümlü oyunculuk olarak açıklı­ yor. Karakterlerin sürekli duygusal bir dönüşüm içinde olmaları ve oyunun bu değişimlerin sağladığı küçük parça­ cıklardan oluşmasıydı. Birbirinden çok kopuk görünebilen iniş çıkışların ol­ ması ve her iniş çıkışın kendi içinde kendi bütünlüğünü sağlayarak birer parçacık halinde oyunun içinde yer al­ masıydı. Bu parçacıklar birbirinden her ne kadar ayrı görünse de oyunun genelinde bütünlüğü sağlanmalıydı. Sahneleme aşamasında üstünde en çok durduğumuz nokta bu oldu. Bu arada Shepard'ın müzikten, caz do­ ğaçlamaları ve rocktan etkilendiğini söylemek gerekiyor, bu da üstünde durduğumuz bir diğer noktaydı. •


a

cy

pe


ne yazık ki hâlâ g ü n c e l bir k o n u

naziler sorgulanıyor rüştü

asyalı

S O R U Ş T U R M A ANKARA DEVLET TİYATROSU Yazan: Peter Weiss Çeviren: Ülkü Tamer Yöneten: Rüştü Asyalı Yön. Yardımcısı: Faik Artuk,

Ankara Devlet Tiyatrosu, Şinasi Sahnesi'nde maalesef hâlâ güncelliğini yitirmemiş bir oyun sergile­ niyor. Peter Weissln yazdığı Soruşturma adlı bu oyunu Rüştü Asyalı yönetmiş. II. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından işlenen savaş suçlarının yıllar sonra yargılanmasını işleyen oyun üzerine, yönetmen Rüştü Asyalı ile yaptığımız söyleşiyi sunuyoruz.

• Sayın Rüştü Asyalı, isterseniz ön­ ce okurlarımıza oyunun konusunu özetleyelim. Soruşturma oyunu, bir belgesel. Doğ­ ru hatırlıyorsam, 18 bin sayfalık bir tu­ tanaktan seçilmiş, süzülmüş ve çok çarpıcı bölümleri alınarak, Peter Weiss'in kendi "teatral" kurgusuna gö­ re de kurgulanmış. Ama ne olursa ol­ sun, eninde sonunda bir belgesel. Onun için, özetini, bir cümleyle şöyle söyleyebiliriz: II. Dünya Savaşı sırasın­ da, insanların insanlara attıkları, akla hayale sığmazmış gibi görünen, ama hepsi gerçek olan, hatta, "bu abartı, yazarın hayal ürünü" diyebileceğimiz kadar gerçeklere aykırı, jnsanlığa aykı­ rı bir dehşet, vahşet. Özeti bu. Ama sonuçta da insan insana neler yapmış, ya da -"insan" diyebilir miyiz bilmiyo­ rum- insan suretindekiler insanlara neler yaptırmıştı; bunun bir soruştur­ ması, tartışması. Sonuç: Sıfıra sıfır, el­ de var sıfır, derler ya; sonuç da bu. Bu oyun belki bir aklanmaya çabalama oyunu, bir temize çıkmağa çalışma oyunu, "Bakın biz özeleştirimizi yapı­ yoruz." Tabii Peter Weiss burada sağ­ lıklı da yaklaşmış; insanın her türlü durumunu, konumunu da gözler önü­ ne sermiş. Yani, başeğen insan, işbir­ likçi, öfkelenen, karşı çıkan insan, kış­ kırtan insan... insanın bütün çelişkilerini, zaaflarını o tutanaklarda yakalamış, yani çeşit çeşit insanı sun­ muş bize. • Gerçi Nazi Almanyası'nın işlenme­ si, özel bir gündem gerektirmiyor. Bu artık evrensel bir trajedi, her ulus bunu bir biçimde işliyor, sanat yapıt­ larına döküyor. Fakat Devlet Tiyatroları'nın bu oyunu seçmesinde, zan­ nedersem son günlerdeki -dünyanın değişik yerlerinde- insanlık trajedi­ lerinin de etkisi var. Kuşkusuz, öyle. Ben bu oyunu önerir­

pe cy a

Zerrin Epikmen

M.Torun MODAN

Oynayanlar: Baykal Saran,

Aktan Günalp, Babür Nutku,

Tansu Aytar, Nurtekin Odabaşı, Turgut Sarıgöl, İhsan Sanıvar, Kaya Akarsu, Mehmet Ege, Münir Canar, Fikret Ergin, Orhan Aral, Mustafa

Şekercioğlu, Güven Besimoğlu,

Selçuk Özdoğan, Tayfun Orhon, Faik Artuk, Ayça Önal, Berrin

Ötenel, Özden Aktürk, Sanem Subaygil Özmener Dekor: Haris İyigün Kostüm: Funda Karasaç Işık: Nuri Özakyol Yer: Şinasi Sahnesi

ken, bu düşünceden yola çıktım. Çün­ kü Soruşturma, 1970lerin başlarında basıldı. Ülkemizde de bir özel tiyatro, Dostlar Tiyatrosu tarafından oynandı. O arada da ben almış, okumuştum. Ne yazık ki, Genco'ları izleyememiştim. Okumuş, çok da çarpılmıştım. Yi­ ne biraz önce sözünü ettiğim gibi, "şu hale bak, neler olmuş" diye dehşete düşmüştüm. Yıllar geçti. Dediğiniz gi­ bi, bugün yaşanan Neo-Nazizm hortla­ malarını, Bosna-Hersek'deki kamp dü­ şüncelerini biliyoruz. Hâlâ taze olan, Soruşturma'da söylendiği gibi, "kamp­ ları yaratan düşünce, hâlâ yaşıyor". Öte yandan, Abhazya'da yaşananlar gibi, ırkçılık derseniz, Güney Afrika'da yaşananlar gibi, dünyanın her yerinde iskelet gibi sırıtan düşünce tarzı, yak­ laşımı, hemen Soruşturma'yı aklımıza getirdi. Oysa ki, Soruşturma, dilerdik ki, artık bayatlamış, rafa kalkmış bir oyun olsun. Ama insanları aldatanlar ve aldanan insanlar, bu tür düşüncele­ re sapmaktan, bu sapıklıkları yapmak­ tan, nedense bir türlü kendilerini ala­ mıyorlar. Yıllar geçiyor, dünya ilerliyor; kültürel olarak, ekonomik olarak, yaşama bakış biçimi olarak... Ama bu zihniyet, bir ur gibi, insanoğ­ lunun beyninde, içinde yaşıyor. Bir bakıyorsun, hortlamış bir yerden. Bu­ dur Soruşturmayı gündeme getiren, işte biz, bazı pankartlarımızda, bugün yaşanan acıları vurguluyoruz; baştaki ön oyunumuzla, geçmişi, geçmişte yapılan bir soruşturmayı yeniden can­ landırıyoruz. Oyunun bitişinde de, bir son oyunumuz var. Orada da, Türk şâiri Nâzım Hikmetle, Yunan bestecisi Theodorakis'in birleştikleri bir nokta var. Theodorakis, "gaz odasına giden kıza ağıt" gibi bir beste yapmış. Türk şairi Nâzım Hikmet, aynı yıllarda, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim" diyor.


a

bu gerilimi, vahşeti sahneye yansıt­ mak, yönetmen olarak size, sonra da oyunculara ne gibi güçlükler ge­ tirdi? Bu güçlükleri aşabildiniz mi? Tam aşabildiğimizi söyleyemem. As­ lında bu gerilimi, dehşeti, vahşeti, salt anlatmayla bile aktarmak bir ölçüde mümkün. Fakat, yaşamayla aktarmak, çok büyük bir güçlük getiriyor. Onu da, biraz temsil ederek, biraz benzet­ meğe çabalayarak aşmağa çalıştık. Çünkü, o dehşeti, o vahşeti nasıl yaşa­ tabilirsiniz, 3-5 dakikalık geri dönüş­ lerde? Arkadaşlarım, o yoğunluğa, o gerilime ulaşmağa vargüçleriyle çalışı­ yorlar tabii; ama zor. Başından geçen için bile zor. • Oyunda dansçı arkadaşlarımız var. Bunları nasıl bir çerçevede dü­ şündünüz? Oyuna kattıkları renk ne­ dir sizce? Bunu, iki çerçevede düşündüm. İlki, belgeselliğin kuruluğunu kırmaktı. İkincisi ise, bu yolla da bir şeyler söy­ lemekti. Brecht döneminin, "Claun" de­ diğimiz, o palyaçolarını düşündüm: Bir kadın, bir erkek. Oyunu onlar, o

dilsiz anlatımcılar açsın, kendi fizik an­ latımlarıyla, o "Claun"a yaraşır tavırla­ rıyla ön oyunu ve son oyunu sunsun­ lar istedim. Oyuna, artistik güzellik getirebileceğini düşündüm. Sonra, orada bir varyete kızı, kanto başlarını sunan pankartları tutuyor. Aynı espri­ den giderek, biraz müzik, biraz görsel­ likle, işin katılığını, koyuluğunu, grili­ ğini, ufak renk, fırça darbeleriyle kıralım, yumuşatalım; seyirciye biraz soluk aldıralım istedik. • Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Program Dergisi nde yazdığım bir şey var. Onu size de söylemek isterim. Di­ yoruz ki, "Siz seyircilerimize -bu ak­ şam- güler yüzlü, tatlı dilli, keyifli bir oyun -ne demekse- sunamadıgırnız için üzgünüz. Çünkü bu yaşanası dün­ yanın tadını kaçıranlar var. Bu yüzden oyunumuza 'seyirci kalmayacak se­ yircilerimizi, Isoruşturma'ya 'tanık' ol­ maya çağırıyoruz... İnsanın insana aldanmaması ve insanın insana kıyamaması dileğiyle... Hoşgeldiniz!" •

pe

cy

Bu. dizelerle, Theodorakis'in bestesini kullanarak, "barışa çağrı dansı" ile biti­ riyoruz oyunu. İşte bunlar, belki bi­ zim, günümüzdeki sözlü, müzikli, ses­ li, görsel seslenişlerimiz. • Peki, bir soruşturmanın tutanakla­ rından sahneye uyarlanmış bir oyu­ nu yönetirken, nasıl bir biçem kul­ landınız? Oyuna, anlatımcı tarzda yaklaşmak mümkün. Zaten biraz da ana tavrımız budur. Bu oyunu aktarmak, bu oyu­ nun dediğini aktarmak; ama bir de görsel olarak en çarpıcı bulduğumuz bazı sahneleri de, daha çok tiyatrosu ağırlıklı olarak oynadık. Salt anlatmak yerine, seyirciye aktarmak yerine, ar­ tistik olarak da böyle bir yaklaşımımız oldu. Bazı sahneleri, geçmişten kesit­ ler biçiminde, geriye dönüşlerle, bazı sahneleri de bir soruşturma kurgusu içinde aktarıyoruz. Böyle bir reji yakla­ şımımız var. • Anlatılanlar, dolayısıyla oyna­ nanlar, dediğiniz gibi çok çarpıcı, akıl almaz şeyler. Fakat bir o kadar da, yaşanmış, "gerçek" şeyler. Peki

Soruşturma,

Frankfurt Mahkemeleri'nde yıllar sonra yargılanan savaş suçlarını, günümüzde yaşanmakta olan insanlık trajedilerine göndermeler yaparak betimliyor.


KULİS DERGİSİ YAŞAYACAK

eski ramazanlarda şehzadebaşı tiyatroları Agop AYVAZ

a

Agop Ayvaz, bir usta, bir emekçi, tiyatronun aşığı. 47 yıla ulaşan bir tutku; Kulis Tiyatro Dergisi. Agop Amca'yı ve dergisi Kulis'i Ocak sayımızda tanıtmıştık size. Artık yayınına devam etmekte zorlanıyor demiştik. Ses çıkmadı kimseden. Agop Ayvaz yaşayan bir tarih, bir arşiv, anı ve deneyim demek. Bundan böyle kendisine dergimiz­ de iki sayfa ayırmak istediğimizi, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi ailesine katılma/katkıda bulunma ta­ lebimizi ilettik. Sevinerek, yürekten, coşkuyla karşıladı bizi, çok sevindik. Bundan böyle dergimiz çok usta, dopdolu bir kalem daha kazanmış oldu. Eğer ki bundan böyle Kulis Dergisi yayınlanamazsa -ki mutlaka yayınına devam edecek/etmeli Agop Amca bu sayfalarda sürdürsün Kulisin minik bir örneğini istedik. Dergimiz yayımlandığı sürece bu sayfalar Agop Amca'nm sayfaları. Aslında sizlerin doya doya okuyacağınız, dergiyi de­ ğilse bile bu sayfaları saklayacağınız tarihi bir belge olacaktır. Sağol Agop Amca, bizleri onurlan­ dırdınız, mutlu ettiniz. Hepimiz hoşgeldin diyoruz.

pe

cy

Sene 1920 Şehzadebaşı Tiyatrolarının en büyük sanatkârı Mardiros Mınakyan Etendi öl­ müş. Muhsin Ertuğrul, genç ve dinamik bir aktör. O sene­ lerde intişar eden aylık Te­ maşa isimli derginin kapa­ ğında, merhum Mınakyan Efendi'nin resmi altında Muhsin Ertuğrul şöyle yaz­ mış. "Şark Tiyatrosu'nun devrilen bir heykel sanatı." Son senelerini yokluk ve sefalet içerisinde geçiren bu ölümsüz sanatkârın ce­ nazesini muazzam bir tö­ renle, yüzlerce çelenk gön­ dererek kaldırmışlardır. Kabri Şişli Ermeni Mezarlığı'nda. O tarihte çıkan ga­ zetelerden biri bu ölüm do­ layısıyla şöyle yazmış: "Cenazesine gönderilen çelenklerin parası zavallının kendisine verilseydi, birkaç sene daha ya­ şardı." Şehzadebaşı artık Darülbedayii Osmanı

Kel Hasan sahnede

(şimdiki Şehir Tiyatrosu) Naşîtbey Temsil Heye­ ti, Kel Hasanla Cemal Sahir Operetine kalmış­ tır. Şehzadebaşı, eski ramazanlarda, bütün bir ay, en şenlikli günlerini yaşardı. Çemberlitaş'tan, Yeniçeriler Caddesi'nden Beyazıt'a ve oradan da Şehzadebaşına kadar olan yol boyunca yürü­ mek bir hünerdi. Halk, hıncahınç sokaklara dö­ külmüş, ite kaka yürümek mecburiyetinde. Fay­ ton arabalarında, yüzleri peçeli, en güzel elbiselerini giymiş hanımlar, gayet şık, ellerin­ den düşme­ yen baston­ larla beyler, Şehzadebaşı na doğru yol alıyorlar. Girişte, önü mermer ko­ lonlu Sahaf­ lar Çarşısı. Kitapçı ve nadide teş­ bihler satan dükkânlar. Bunlar yo­ lun sol tara­ fını işgal et­ mişlerdir. NaşitÖzcan


a

yor. Sıra şimdi, Amaliya ve Niko kar­ deşlerde. (Bunlardan biri Selimi Özcan'ın annesi, di­ ğeri de dayısı olur­ lar.) Onların çok güzel düettoları defalarca alkışlanıyor tabii. Onbeş dakikalık bir ara veri­ liyor. Şimdi meydan fın­ dık fıstık, gazoz ve triğon filan satan satı­ cılarda. Her| taraftan

cy

Sağda, tuhafiyeciler, Foto Turan daha ileride Darültalimi Musiki Heyeti, en güzide musikişi­ nas beylerden oluşan bu sazendeler icrayi faa­ liyet ediyorlar. Halk hıncahınç doldurmuş bü­ tün salonu. Az ileride Ferah Tiyatrosu. Darülbedayi bu tiyatroda, Muhsin Ertuğrul'un rejisi ve baş rolü ile Cehennemi oynuyorlar. Heyette, Eliza Binnemeciyan, Kınar ve Aznif Hanımlarla, Behzat Butak, Onnik Binemeciyan, Küçük Kemal, Galip Arcan, Nurettin Şevkati Beyler var. Heyetin repertuarında çok ciddi eserler sıra bekliyor. Karşı sırada Milli Sinema ve Kel Hasanın tiyatroları, az ileride karşı ta­ rafta, Millet Tiyatrosu. Burada yeni yeni parla­ yan meşhur Naşitbey (Özcan) Heyeti Temsiliyesi icrayı sanat ediyor. Oldukça büyük bir bina. İki kat locaları, galerisi ve salonunda iğ­ ne atacak yer yok. Girişte, mermer merdiven­ lerde, Kemani Yorgi Efendi'nin (Selim Özcan'ın dedesi) idaresindeki çalgıcılardan birkaç kişi, davulla, trombonla icrayı sanat edip, kapıdaki hokkabaz kılığındaki adamın elindeki çıngırakla durmadan seslendiği, "Hanımlar, Beyler, Naşit­ bey Heyeti Temsiliyesi burada. Yürekler sızla­ tan, gözlerinizi yaşartan en güzide dramlar, kantolar, duettolar ve sonunda sizleri kahkaha­ lara gark edecek komediler içeride. Başlıyor, başlıyor, hemen giriniz, yerler bitmek üzere."

Naşit 'in kaynanası Küçük Verjin

pe

İte kaka merdivenleri çıkıyoruz. Biletlerimizi al­ dıktan sonra, nihayet salona giriyor, yerlerimi­ ze oturuyoruz. Localarda ehlikeyf ve varlıklı seyirciler. Parter ve galeride yer bulmak im­ kansız. Sahnenin önü çalgıcılara ayrılmış. Temsile başlamak için henüz on dakika var ama halk sabırsızlanıyor. Ayaklar yerlere vuru­ luyor, ıslıklar çalınıyor, fesler havaya uçurtulu­ yor, alkışlar dinmiyor. Nihayet Kemani Yorgi Efendi göründü. Alkışlar, alkışlar....

bağrışmalar. Işıklar sönüp, perde açılıyor. Kır­ mızı Cüzdan Cinayeti isimli melodram oynana­ cak; Mınakyan Efendi'den kalma bir dram. Tem­ sil Heyeti'nin başında meşhur dram artisti Karakaş Efendi var. Küçük Verjin, Recep Sefa, Armenak efendi, Naşit Bey ve daha birçok kişi rol almışlardır bu oyunda. Dram 9 perde. Kor­ kunç cinayetler, göz yaşartıcı sahneler arasın­ da, Naşit Bey'in her sahneye çıkışında kahkaha­ lar dinmiyor. Nihayet piyeste hak yerini bulmuş, katil öldürülmüş ve son perde kapanmıştır. Sıra Naşit Bey'in komedisinde. Bu bir perdelik komedide Naşit Bey'in rol arkadaşları Peruz Ha­ nım, Amaliya, Tevfik ve Armenak Beylerdir. Halk katılıyor gülmekten ve alkışlar arasında son perde kapandığı zaman, saat gecenin ikisini gösteriyor.

Saz heyeti yerini almış, Yorgi Efendi'nin işare­ tini ve ışıkların sönmesini bekliyor. Sahnedeki çıngırak üç defa çalarak açılışı müjdeliyor. Ni­ hayet salonun ışıkları sönüp sahneyi aydınla­ tan ışıklar yanıyor. Ve kırmızı kadife perde, ya­ vaş yavaş açılıyor. Kantoya ilk çıkan acemi çaylaklar tabii. Daha sonra Küçük Verjin, Zarife ve en son da külhanilerin gözbebeği Şamiram Hanım sahnede tüm marifetlerini döküyor. Seyirciler doymuyor onun oyununa. Alkışların sonu gelmiyor. Yangın var, Yangın Var kanto­ sunu istiyorlar ondan. Yüzyirmi kiloluk Şamiram Hanım, arzuyi umumi üzerine tekrar sah­ neye dönüyor ve o meşhur kantosunu, biraz da bacak göstererek oynuyor. Alkışlar dinmi­

Halk dağılmaya başlamıştır. Kel Hasan'ın Tiyat­ rosu, Ferah Tiyatrosu, sinemalar kapanmıştır artık. Yalnız daha ilerideki Şehzade Camii'nin yan tarafındaki boşlukta oynanan sirk henüz oyununu bitirmemiştir. Dağılan halkın bir kısmı evlerine doğru yol alırken, bir kısmı Ferah Tiyat­ rosunun yanıbaşındaki muhallebiciye giriyor, bir kısmı da meşhur bozacıya doğru yol alıyor­ du. • Tiyatro... Tiyatro...

35


yıllar sonra, yıllardır eskimeyen bir oyun

"yine mi" ve "hâlâ" mı susuz yaz sevaI

erözmen

SUSUZ

Burç Tan YAZ

ADANA DEVLET TİYATROSU Yazan: Necati Cumalı

Adana Devlet Tiyatrosu'nda 16 Şubat 1993 tarihinden itibaren sergilenen, yerli tiyatro literatürünün, evrensel mesajlara sahip ender eserlerinden Susuz Yaz, Adanalı tiyatroseverlerin yoğun ilgisiyle, hâlâ günümüzde de seyircisine söyleyecek sözü olduğunu ispatlıyor. Oyunun yönetmenlerinden biri olan Seval Erözmen ile görüştük.

Yöneten: Seval Erözmen,

pe cy

a

• "Yine" ve "hâlâ" neden Susuz Yaz, Sayın Seval Erözmen? Osman Wöber Yaşamın en önemli sorunsalların­ Yön. Yardımcısı: Yusuf Köksal, dan biri olan paylaşım olgusu, bu oyunun ana temasını oluşturmakta­ Sibel Özer dır. Zaafları, beklentileri ve içinde Oynayanlar: Sibel Özer, Tevfik bulundukları konumlarıyla insanın, bu paylaşım olgusuna bakış açısını Tarhal, Güray Kip, Volkan dile getirmeye çalıştık. Yorumda sa­ Soyulmaz, Yunus Emre dece susuzluğu eksen olarak almak istemedik. Su bizim için bir imajdı. Bozdoğan, Müge İzgi, Mustafa Daha geniş boyutta ele aldığımız Kurt, Yusuf Köksal, Aysel Çakar için, 60'lı yıllarda yazılmasına rağ­ Kara men, oyunu günümüze taşıyabildik. Bu anlamda da Susuz Yaz'ın şimdi­ Dekor: SerteI Çetiner den sonra da söyleyecek çok sözü olduğuna inanıyorum. Kostüm: Nalan Türkoğlu, • Bu bağlamda dekor, kostüm ve Yer: Sabancı Kültür Merkezi ışıkta nasıl bir uygulamaya gitti­ Sahnesi niz? Sahne plastiğinde yükseklikten kaçı­ narak evrenseli yakalamaya özen gösterdik. Ev, bahçe ve havuz gibi somut dekor parçalan ye­ rine, ışık ve slaytla me­ kânları oluş­ turmaya ça­ lıştık. Bu da bize istediği­ miz tasarımı oluşturmada büyük avan­ taj sağladı. Dekor, ışık ve kostüm­ de, susuzlu­ ğu sadece gerçek an­ lamda ele al­ Susuz Yaz, "insanlığın içinde bulunduğu kısır döngünün kuraklığını anlatmaya mayıp, yaşaçalışan" bir oyun. 36

Tiyatro... Tiyatro...

mın diğer alanlarına da yaymak is­ tedik. Bunun için de sahne plasti­ ğinde daima o kuraklığı, insanlığın içinde bulunduğu kısır döngünün kuraklığını anlatmak istedik. • Böylesi bir çalışmada slayt kullanmanın yararları neler oldu? Biraz önce de belirttiğim gibi biz atmosferi oluştururken alışılagel­ miş tarzda değil de, bize daha bü­ yük avantajlar sağlayacak, hayal gücümüzü pekiştirecek etmenler kullanmak istedik. Bu anlamda da slayt bize, sahne tasarımında me­ kân belirtmekten çok, o sahnenin atmosferini oluşturmada hizmet et­ ti. • Tekst üzerinde değişiklikler yaptınız mı? Oyunu ilk elimize aldığımızda, bizde sinema dilinin bu oyuna çok ya­ kışacağı izlenimi doğdu. Bu yüzden de çalışmalarımızı bu noktada yo­ ğunlaştırdık, ilk önce gelişimi ve gerilimi daha iyi sağlaması için oyunu sekanslara böldük. Her se­ kans kendi içinde bir bütün oluş­ turduğu gibi, ayrıca bütünün de bir halkası oldu. Böyle bir sinemasal anlatım düşündüğümüz için, oyunu sahnelerken büyük hareketlerden kaçınarak, daha yalın ama daha yüklü ifadelere yöneldik. • Son olarak neler söylemek is­ tersiniz? Yaşamın her alanında, her şeyin iyinin kötünün- herkes tarafından paylaşıldığı, umutsuzlukların, çıl­ gınlıkların olmadığı, güzel bir dün­ yaya doğru elele yürümek dileğiy­ le. •


a

pe cy


dünDüNdür G

Ö

K

H

A

N

DORMEN'İN

A

K

Ç

U

R

A

DALYASI

pe cy

a

Bir yönetmenin 100 oyun yönetmesi hiç kolay bir şey değil. Tam 41 yıl kendini Türk Tiyatrosu 'na adamış olmak gerekli bir. Damarlarına yüksek dozda delilik zerkedilmiş olması gerekli iki. Haldun Dormen olmak gerekli üç... Haldun Dormen'in bu dalyasını 1857 yılından kalma bir fotoğrafla anmak istedik. Haldun Dormen sahnelediği ve baş rolünü üstlendiği Kamp 17 için bakın anılarında ne diyor: "İlk gece Kamp 17 çok alkışlandı. Seyirci beğenmişti oyunu. Kadınsız bir oyunu tutturmak zordu. Buna rağmen 177 kez oynadık Kamp 17'yi. O günler için büyük bir başarıydı. Kamp 17, mizansen ve "ensemble" oyunu bakımından benim en başarılı prodüksiyonlarımdan biri oldu. (...) Kamp 17 Dormen Tiyatrosu'nun ilk sağlam yapıtı oldu." Önümüzdeki yıllarda da Haldun Dormen 'den nice yeni ve güzel rejiler seyredeceğiz mutlaka. Dua edelim de, Allah kendisine daha çok gani gani delilikler ihsan eylesin...


MÜLKİYELİLER CUNTASI BARIŞ OYUNUNDA! Mülkiyelilerin toplumda nasıl önemli köşeleri kaptıkları her zaman bir espri konusu olmuştur. Hatta bu nedenle onları "Mülkiyeliler Cuntası" olarak da adlandırırlar! Elimize 1967 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi Sahne Tiyatro Kulübü'nün sahnelediği Aristophanes'in Barış oyununun rol dağıtımı geçince bunları düşünmeden yapamadık. 25 yıl önce bu oyunda görev alan SBF öğrencilerinin bugün ne yaptıklarını merak edip araştırdık. Bulabildiğimiz, bilebildiğimiz kadarıyla sıralıyoruz. Oyunun direktörü Nuri Çolakoğlu, bugün Show TV Program Direktörlüğünü yapıyor. Oyunda rol alan günümüzün öğretim üyeleri Prof. Dr. İlber Ortaylı (1. Köle), Prof. Dr. Erdal Yavuz (2. Köle, ODTÜ Ekonomi Bölümü Başkanı), Prof. Dr. Zafer Toprak (Korobaşı, Boğaziçi Üniversitesi) ve Doç. Dr. Sema Erder (Barış Tanrıçası, Marmara Üniversitesi). Ayrıca izini bulabildiklerimiz arasında Cenap Nuhrat, Anadolu Yayıncılık'ta yönetici. Sezi Ergun da TRT'de prodüktör olarak çalışıyor. Savaş Dizdar ise Beltaş Genel Müdür Yardımcısı. Arkadaş Zekai Özger ise 1970 li yıllarda pek genç yaşta ölen bir şairimizdi. Bakın, eski bir tiyatro oyunu bize neler neler hatırlattı!

S.B.F.

SAHNE TİYATRO

KULÜBÜ S U N A R

a

BARIŞ

(OYUN 2 PERDE)

Aristophanes Azra Erhat Nuri Çolakoğlu Ercin Odman Ilber Ortaylı Erdal Yavuz - Emin Çeşmebaşı Arcan Birkan - Erem Birkan Arkadaş Zekai Özger Cenap Nuhrat İlber Ortaylı Zafer Toprak Mustafa Aksoy - Ali Külebi Giirsen Yalçın Savaş Dizdar Cenap Nuhrat İlber Ortaylı Mehmet Aktan Arcan Birkan Erem Birkan Sema Erder Güray Karacaovalı Sezi Ergun Mehmet Aktan Erdin Sencil - Cengiz Tekin Eyüp Altaylı - Mine Rıfat Akal

pe cy

Yazan Çeviren Yöneten Trygaios 1. Köle 2. Köle Trygaios'un Çocu klan Hermes Savaş Gümbürtü Korobaşı Koro

Hierokles Silâh Satıcısı Küpçü Orakçı 1. Çocuk 2. Çocuk Barış Tanr ıçası Theoria Opora Dekor Işık Efekt Danslar Müzik

: : : : :


G a I i I e .. Uğur MUMCU

Sevgili Uğur Mumcu 'yu 24 Ocak 1993'de kahpece katlettiler. Uğur Mumcu Türk Demokrasisinin en büyük kayıplarından biri olduğu gibi Türk Tiyatrosu için de büyük bir kayıptır. Sakıncalı Piyade'si hâlâ bel/eklerdedir. Yıllar sonra nazire yapar gibi Sakıncasız'ı yazmış zaman zaman da Gözlem sütununda tiyatro sorunlarını dile getir­ mişti. Bizde bu ay Uğur Mumcu'yu 7 Şubat 1984 tarihli Gözlem sütunuyla konuk ediyoruz.

pe cy

a

Ünlü bilgin Galile'nin yaşamı bilim özgürlüğünün yiğitlik ve yılgınlıkla dolu yazgısını oluşturur/Özgür düşüncenin çeşitli ülkelerde çağlar boyu karşılaştığı baskılar hep Galile'yi anımsatır. Oysa Galile, bilim özgürlüğünün ödün vermez bir yiğit savaşçısı değildir. Engizisyon Mahke­ mesi önünde, daha önce kanıtladığı bilimsel gerçeği yad­ sımış; egemen güçler karşısında diz çökmüş ve susmuş­ tur. Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sergilenen Bertolt Brecht'in Galile oyunu, bağnazlıktan kaynaklanan baskı­ ların bir bilim adamını nasıl eritip tükettiğini, düşünceyi açıklama özgürlüğünün baskılar karşısında hasıl geriledi­ ğini anlatıyor. Galile rolünde Kerim Afşar belki meslek yaşamının doruğundaki en görkemli oyunu içinde, sizlere Galile'nin bilimsel araştırma coşkusunu, sevinçlerini ve korkularını soluk soluğa duyuruyor. Korkuları, sevinçleri ile Galile, Afşar'ın büyüleyici oyunu ile sanki çağları aşıp bugün önünüze gelmiş gibidir. Af­ şar'ı izlerken, Galile'nin bilimsel araştırma coşkusu ile korkularla ve sevinçlerle kuşatılan küçük dün­ yası arasındaki ikilemi sanki sizler de yaşıyorsunuz. Oyunun bir yerinde Engizisyon Mahkemesi önünde yazdıklarını ve söylediklerini yadsıyan ve bundan sonra da susacağına söz veren Galile'ye öğrencisi Andrea bir inanç ve öfke seli gibi karşı koyar. Andrea, öğretmeni Galile'nin bu yılgınlığından acı duyar ve "Yazık ki o ülkeye, kahramanlardan yoksundur" der. Galile'nin bu sözlere yanıtı çok dü­ şündürücüdür. "Yazık ki o ülkeye, kahramanlara ihtiyaç duyar..." Galile'nin kanıtlamaya çalıştığı ger­ çek, Dünya'nın Güneş'in çevresinde döndüğüydü. Bugün kimsenin tartışmadığı bu gerçek, Galile'nin yaşadığı dönemde Engizisyon Mahkemesi kararıyla bu sözleri söyleyenlerin yakılmalarını gerektirecek nitelikte ağır suçtu. G a l i l e , yakılmaktan korktuğu için kanıtladığı gerçekleri yadsımak ve susmak zo­ runda kalmıştı. Bütün bunlara karşın Dünya'nın Güneş'in çevresinde döndüğü, Galile'nin serüvenle­ rinden sonra bütün dünyaca benimsenmiş ve bugün..artık tartışılmaz bir gerçek olarak bilim dünyası­ nın en ilkel buluşlarından biri olarak yerini almıştır. Öyle, ama bilimde, sanatta, siyasette söylenmesi gerekip de söylenemeyen bunca gerçek için bugün dünyamızda yer yer kahramanlara gereksinme duyulmuyor mu? Bilimde, sanatta ve siyasette, yeni sözlerin, yeni buluşların ve önerilerin dile getiril­ mesi birer kahramanlık konusu olursa, bizler insanlık ve uygarlık tarihi önünde birer zavallı yaratık du­ rumuna düşmez miyiz? Bir ülke, niçin bilimde, sanatta ve siyasette kahramanlara gerek duysun? Ni­ çin bir başka ülkede alışılagelen bir hakkın, bir başka ülkede özlenmesi, istenmesi ve dile getirilmesi bir kahramanlık konusu olsun? Evet niçin, niçin? Yılgınlığın iç ezikliğini taşıyan Galile, öğrencisini ya­ nıtlıyor: "Yazık ki o ülkeye, kahramanlara ihtiyaç duyar..." Gerçekten de kahramanlara gerek duyul­ mayan bir düzenin yaratılması gerekmiyor mu? Söz gelişi, ülkemizdeki her kesimden aydın, demokra­ si ve hukuk devleti ilkeleri üzerinde içtenlikle ve hoşgörülü bir anlaşma içine girmiş olsalardı, insan hakları ve hukuk devleti konularında cesaret ve özveri isteyen sözlere ve bu sözleri söyleyecek kah­ ramanlara hiç gerek kalır mıydı? Evet ne yazık ki biz böyle kahramanlara gerek duyuyoruz. Oysa hukuk-devleti, hepimiz için güvencedir. Özgürlüklere, ancak kendi özgürlüklerimiz tehlikeye düşünce sa­ hip çıkma ikiyüzlülüğü sürüp gittikçe bu açmazlardan kurtulmamıza hiç olanak yoktur. Hukuk devleti ve demokrasinin, kahramanlara gerek duyulmadan, nefes aldığımız hava, içtiğimiz su gibi doğal ve vazgeçilmez bir düzen olması, bilim özgürlüğünün hiçbir engel ve baskı ile karşılaşmadan, bilim adamlarının Galile örneğinde gördüğümüz gibi kişiliklerini yıkmadan, gelişip güçlenmesi, kahramanla­ ra tapınma alışkanlığını da unutturmuş olur. Kahramanlara gerek duyulan bir ülkede, herkes kendisine düşen şu ya da bu ölçüdeki bir görevi savsaklamış demektir. Çünkü her kahraman, başkasının yap­ madığını, yapamadığını yapmak zorunda kalan adam demek değildir midir? Ülkemizi "kahramanlara gerek duymayan" bir ülke yapmamız çok mu güçtür? • . . Cumhuriyet Gazetesi, 7 Şubat 1984

Uğur MUMCU


pe cy

a

Marketing Türkiye Okuyucu Portresi, Fotoğraf: Cengiz Çambel

Ali Tara. Tara Productions ortaklarından. Film yönetmeni. İstanbul Konservatuarı Tiyatro Bölümü mezunu. "Media Studies" üzerine master yaptı. 1992 EPICA ödülü sahibi. Marketing Türkiye profesyonel hayatının


Ç e t i n ETİLİ

sev dünyayı

pe cy a

Ş a r k ı l a r l a danslarla Açılıyor perdemiz Neşeyle k a h k a h a y l a Çocuklar hoşgeldiniz.

Ş a r k ı l a r l a , d a n s l a r l a b u a y d a S e v D ü n y a y ı a d l ı oyunun perdelerini açıyoruz. A y n ı m a h a l l e d e o t u r a n Zeliş, Ü n a l , Tuna ş a r k ı l a r s ö y l e y i p oyunlar oynamaktadır.

Paylaştıkça a r t a r Y ü r e k l e r d e sevinçler Azalır p a y l a ş ı r s a k Kederler üzüntüler.

N e ş e l i bir şekilde o y u n l a r ı n ı s ü r d ü r ü r l e r k e n , tam o s ı r a d a bir fırtına ç ı k a r . Tuna, Ünal e v l e r i n e k a ç a r l a r . A y a k k a b ı s ı ­ nın t e k i n i k a y b e d e n Zeliş onu a r a r k e n f ı r t ı n a y a k a p ı l ı r . Fır­ tına onu küçücük a ğ a ç l a r ı n , k o c a m a n meyvelerin o l d u ğ u bir b a h ç e y e sürükler. Z e l i ş ' i n evine d ö n e b i l m e s i için S i h i r l i Kentte y a ş a y a n S i h i r b a z O z ' u bulması g e r e k i r . Zeliş y o l a k o y u l u r . Yolda K o r k u l u k , Teneke A d a m ve A s l a n ile a r k a ­ daş olur. K o r k u l u k , Teneke A d a m ve A s l a n da Zeliş ile Si­ h i r l i Kent'e g e l i p S i h i r b a z O z ' d a n i s t e k l e r d e b u l u n a c a k l a r ­ dır. Korkuluk - "Akıl i s t i y o r u m b e n , her şeyi bilmek i ç i n . " 42 Tiyatro... Tiyatro...


Teneke A d a m - "Ben sevmek için bir yürek i s t i y o r u m . " Aslan - " G ö r ü n t ü m e b a k m a y ı n b a n a da cesaret g e r e k . " der ve hep b i r l i k t e ş a r k ı l a r ı n ı s ö y l e y e r e k y o l a koyulur­ lar...

Sihir kente gidiyoruz Umutla dört yabancı Işıklı gözlerinden Yitirmeden inancı

cy

a

Z e l i ş ' i n a y a ğ ı n d a k i sihir­ li a y a k k a b ı l a r ı n peşinde o l a n c a d ı ise o n l a r ı hiç r a h a t b ı r a k m a z . Sürekli z o r l u k ç ı k a r ı r . Bakalım d o s t l a r ı m ı z bu c a d ı d a n k u r t u l a b i l e c e k mi? Zeliş evine d ö n e b i l e c e k mi? Aslan c e s a r e t i n e , Korkuluk a k ı l a , Teneke A d a m da seven bir y ü r e ğ e k a v u ş a b i l e c e k mi? İnsan umudunu y i t i r m e d i ğ i sürece tüm z o r l u k l a r ı aşar. Korkuluk, c a d ı d a n kurtulurken a k ı l l ı o l d u ğ u n u , Teneke A d a m a ğ l a d ı ğ ı z a m a n bir y ü r e ğ i o l d u ğ u n u , A s l a n c a d ı y ı k o v a l a r k e n cesareti o l d u ğ u n u a n l a r . G e l i n bu s i h i r l i kentte hep b e r a b e r d o s t l a r ı m ı z l a y o l c u l u k e d e l i m .

pe

Sonsuz bir yolculuktur Sevgiye giden her yol Umuttur mutluluktur Sevgiyle saran her bir k o l .

Ve oyunun s o n u n d a v e d a şarkısına hep b i r l i k t e k a t ı l a l ı m . . .

Sıcak bir veda sözü Şimdi bizden sizlere Bir çocuğun gülüşü Kalsın yeter bizlere.,.

SEV

DÜNYAYI

Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları Yöneten: Salih Kalyon Yön. Yard.: Yurdan Edgü Müzik-Koreografi: Oktay Şenol Dekor-Kostüm: Jamil Amir Işık-Efekt: Hakan Bekalan Oynayanlar: Ebru Çelik, Mesut Akusta, Tarkan Yılmaz Güngör Varlı, Yurdan Edgü, Okay Şenol Yer: Rüştü Uzel Tiyatro Salonu Tiyatro...Tiyatro.. 43


don giovanni mozart kokteyllerinin en lezzetlisidir S.Arda

AYDOĞAN

"O, müzik sanatında ulaşılmazlığın sim­ gesidir. Şiirde Shakespeare'in olduğu gibi onun sanat evreninde belirişi, açık­ lanması olanaksız bir mucizedir." diyor Goethe, büyük deha Mozart için;

nuşturduğu müzikle konuyu en güzel şekilde anlar ve kendinizi Mozart'ın kah neşeli, alaylı, hırçın, kah hüzünlü, kibir­ li, dramatik dünyasında bulursunuz.

Gerçekten de 200 yıldır müziği ile in­ sanları büyülüyor. Bununla da kalmayıp opera sanatını bir çağlayanı andıran ve­ rimliliği ve müzikal fantezilerindeki eş­ sizliği ile döneminin katı kurallarından sıyırıp erişilmesi güç düzeylere çıkartı­ yor. Ayrıca bestelediği operaların adeta rejisörlüğünü de yapıyor. Rol müzikle kanaviçe gibi işlenip sanatçı ve seyirci­ ye en mükemmel şekilde sunuluyor. Operalarında sözü anlamasanız da ko­

İşte bu tadı Ankara Devlet Opera ve Ba­ lesi 21 Ekim 1992 günü Mozart'ın Don Giovanni operasıyla sundu.

Mozart operaları bir başka tattır.

pe

cy

a

Don Giovanni, Lorenzo da Ponte tara­ fından "Dramma Giocoso-Eğlenceli Oyun" olarak metni yazılan oyun, Mo­ zart tarafından "Opera Buffa-Gülünçlü Opera" olarak bestelenmiştir. Çapkınlık­ larıyla ün salmış Don Giovanni aslında insanlığın sonsuz ihtirasını, huzursuz­ luğunu, zayıf taraflarını, gururunu, ka-

44

Tiyatro... Tiyatro..


rarsızlık ve alaycılığını belirten bir sem­ bol olarak düşünülmelidir. Mozart, mü­ ziğinde bu unsurları belirtmeye çalış­ mıştır. Don Giovanni, Mozart kokteyl­ lerinin sadece biri ve en lezzetlisidir. Bu lezzeti Ankara'da kendine has biçimi ile seyircilere sunan rejisör ise Yücel Erten'dir. Kendisi daha evvel iki defa opera sahne­ lemek istemiş ama şans Ankara'da Don Giovanni ile yüzüne gülmüş. Bir rejisör olarak ilk defa opera sahneleyen Erten bunu çok heyecan verici, zevkli, dikkat ve emek isteyen bir iş olarak yorumlu­ yor. Daha önceleri tiyatroda "Barış", "Keşanlı Ali Destanı", "Üç Kuruşluk Ope­ ra" gibi müzikal yapıtlar sahnelese de "operadan aldığım tat ve lezzet bir baş­ ka" diyor.

cy a

Don Giovanni operasını Yücel Erten ken­ di arzuladığı opera biçimine göre sahne­ lemiş. Bu konuda sanatçı şunları söylü­ yor: "Artık tiyatro, müzik/opera ve dans sanatları içiçe geçerek, birbirlerinin ala­ nına eğilerek, yepyeni biçimler ortaya koyuyor. Sahne sanatında türler genetik mühendisliğini hatırlatan bir biçimde birbirleriyle uzlaşma yolu arıyor ve yeni açılımlar gösteriyor." Bu görüş doğrul­ tusunda rejisörün operada bir biçim arayışı içinde eseri başarıyla sahneledi­ ğini görüyoruz.

pe

Yönetmen sahneleyişini iki ana doğrultuya oturtuyor. Kendi deyimiyle "kuru reçitatifleri konuşma özetine çevirerek izlenebilir bir drama örgüsüne çevirdik. Müzikal bölümleri operanın orijinal di­ linde, yani İtalyanca olarak koruduk. Böylece yüksek müzik zevkine ulaşabil­ meyi sağladık", diyor. Ayrıca sanatçı, orkestrayı çukurda gizlemek yerine sah­ ne üstünde şefle birlikte izlenebilecek bir konuma getirmiş. Ve bu şekilde An­ karalı operaseverlerin beğeni ve eleşti­ rilerine sunmuş. Kanımca sanattaki bu biçimsel arayışlar bizi, çok sesli bir sanat icrasına gelişti­ rerek götürecek, düşsel, görsel ve zihin­ sel zevkimizi, tadımızı ve gücümüzü da­ ha da arttıracaktır.

Ankara Devlet Opera ve Balesi yönetici­ lerini böyle bir çalışmaya imkân verdik­ leri için candan kutluyor, bu tür arayış­ ların devamını diliyoruz. •


yaşam coşkusu ile yaşam hüznünün içiçeliği

yaşam mı şiir olan, yoksa şiir mi yaşanan? özen

Halide Edip DEMİR

y u l a

ATEŞLİ

SABIR

ADSEK (Ankara Dramatik Sanat E t k i n l i k l e r i Kurumu) Yazan: Antonjo Skarmeta Çeviren: Aziz Çalışlar Yöneten: Özen Yula

Özbilgin, Sakine Aydın

Oynayanlar: Toprak Sergen,

Canberk Uçucu, Ebru Ustüntaş, Nermin Uğur

Tiyatro Bölümü'nde öğrenci.

Dekor-Kostüm: Grup Çalışması Işık: Erkan Ergin

Yer: Ankara Sanat Tiyatrosu

Üyelerinin çoğu,

Yürekli bir çıkışla Ankara Sanat Tiyatrosu sa-

• tonunda gişe açan topluluk, Skarmeta' nın Ateşli S a b ı r ' ı ile sahnede. Oyunun yönetme­ ni Özen

Yula ile

arkadaşımız Halide Edip Demir görüştü.

• Oyunun konusu hakkında kısaca bilgi verir misiniz? Oyunda ünlü Şili'li ozan Pablo Neruda'nın yaşantısının son beş yıllık dö­ nemi konu ediliyor. Ancak Neruda'nın Cumhurbaşkanı adayı seçilmesi ve sonrasında çekilmesi, aynı zamanda Paris'e Büyükelçi atanması gibi birta­ kım olaylar da veriliyor. • Kadroyu hazırlarken neleri göz önüne aldınız? Kadro, Ankara Üniversitesi DTCF Ti­ yatro Bölümü'nde Oyunculuk Anabilim Dalı öğrencilerinden oluşuyor. Dört oyuncumuz da bir yıl içinde pro­ fesyonel yaşama atılacaklar. Onlarla çalışırken mümkün olduğu kadar öğ­ rencilerin okulda teorik olarak öğren­ dikleri ya da bir kısmını pratiğe geçi­ rebildikleri bilgilerin hepsini bir arada kullandırtmaya çalıştım. • Çalışmalarınızı nasıl sürdürdü­ nüz? Öğrenci olduğunuzu biliyoruz. Bu durum beraberinde birtakım zor­ luklar getirdi mi? Tabii ek bir çalışma süresi gerekiyor­ du. Çünkü genelde psikoloji ağırlıklı çalıştığımızdan, kimi zaman ders du­ rumları ne­ deniyle sa­ baha kadar ikili çalış­ malar yapı­ yorduk. Bu ikili çalış­ malar so­ nucunda mümkün olduğu ka­ dar karşı­ lıklı güveni sağlamaya çalıştık. Çünkü

pe

Müzik: İ.Lütfü Erol

A.Ü.D.T.C.F.

cy a

Yön. Yardımcısı: Handan

ADSEK (Ankara Dramatik Sanat Etkinlikleri Kurumu) genç bir topluluk.

oyuncuyla oyuncu arasındaki güven ne kadar önemli ise oyuncu yönetmen arasındaki güven de o kadar önemli. Öğrenci olduğumuz için zaman çok kı­ sıtlıydı. Ve en önemlisi de yer sorunu­ muz vardı. • Seyircinin ilgisini nasıl buldunuz? ilk olarak ODTÜ Şenliği'nde seyircinin karşısına çıktık. Özellikle gençler ara­ sında ilgi gördü. Ama orta yaşlı ve gönlü genç olanlar da çalışmayı olum­ lu buldular. Başta pek alışılan bir bi­ çim olmadığı için, yani seyircimiz bü­ yük dekora alıştığı için bir yadırgama oldu. Oyuncular sahnedeyken seyirci­ leri alıyoruz. Bu da seyircinin farklı bir anlamda katılımını sağlıyor. • Neden Ateşli Sabır? Oyunun sinema tekniğiyle yazılmış ol­ ması ve neredeyse biyografik bir oyun olarak belirmesi beni çekti. Ve ayrıca bazı toplumlar koşut geçmişleri paylaşmışlardır. Bizim insanımıza yakın bir oyundu. Onlar Şili'li, Kara Adalı da olsa Türk seyircisi bir noktada onlarla birleşiyor ve fikir bütünlüğüne varıyor. • Oyunda birkaç oyun tekniğini bir arada kullanmışsınız. Kısaca bundan da bahsedebilir miyiz? Oyunda farklı oyun tekniklerinin kulla­ nılmasına çalışıldı. Bazı bölümlerde farklı reji teknikleri kullanıldı. Baştan sona katı bir bütünlük gözetilmedi. Belki de oyunun asal özelliği buydu. Oyuncular kimi yerde repliklerini ro­ mantik oyunculuk tekniği içinde seyir­ ciye sundular. Bu belirli bir yadırgat­ mayı getirdi. Sahne üzerinde oyun çıkartma anını yansıtırken tekrar doğal ve epik oyunculuk tekniklerini kullan­ maya devam ettiler. •Son olarak ne söylemek istersiniz? Bir sonraki oyunumuzda, Hamlet'te görüşebilmek umuduyla. •


pe cy a


a

cy

pe


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.