1993_026

Page 1


cy a

pe


M

E

R

H

A

B

A

pe cy a

5. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali başladı. Daha kısa zamanda, daha yoğun bir programla gerçekleşecek olan festivalin tüm oyunlarını usta kalemlerin tanıtımlarıyla sunuyoruz. Haziran ve Temmuz sayılarımızı ise 2 1 . Uluslararası İstanbul Festivali Özel sayıları olarak çıkacağız. Tüm gös­ terilerin geniş tanıtımlarının yer alacağı sayılarımızda yine alanının usta kalemlerini bulacaksınız. Tiyatro sezonu sona erdi, ama sezonun dalgalanmaları bitmedi. Her yıl, sezon sonunda verilen Avni Dilligil ödülleri bu yıl tiyatro dünyasını oldukça fazla bir biçimde karıştırdı. Ödüllerin veriliş biçimine karşı çıkan bir grup tiyatrocu bundan sonra verilecek ödüllerden kendilerinin muaf tutul­ masını isterken, birçok ödül almış tiyatrocular ise ödüllerini iade ettiler. Ödüller, özendirmek için­ dir, tiyatroya katkı sağlamak içindir ve güzeldir. Ama tartışmalar ve suçlamalar ödüllerin gerçek işlevini ortadan kaldırır. Gönlümüz bu tartışmaların önümüzdeki yıllara taşınmamasını diliyor. Şehir Tiyatrolari'nın gelenekselleşen Gençlik Günleri'nin 9 ncusu da Mayıs ayında gerçekleşiyor. Geniş bir izleyici kitlesine ulaşan bu etkinlik gençler için doyumsuz günler olmaya devam edecek. Bu sayımız eski sayılarımızdan çok daha kalın olarak yayınlandı, kapak ise daha kalın ve selofonlu, bundan sonraki sayılarımız aynı kalınlıkta olmayacak belki ama derginizin kapağı elinizdeki gibi ola­ cak. Daha şık, daha güzel. Size yaraşır şekilde. Bir de tatsız gelişme, dergiyi aldığınıza göre artık biliyorsunuz. Bu sayıdan itibaren fiyatımız 10.000 TL. oldu. Bu kaçınamadığımız bir zorunluluktu. Fakat dergimizi bundan böyle gazete bayilerinde de bulabileceksiniz. Bu _sayımızın satış gelirini Festival Komitesi'ne bıraktık, çorbada bizim de tuzumuz olsun diye. İstanbul Festivali Özel Sayılarımızdan sonra, tekrar tiyatroyla buluşmak dileğiyle hoşçakalın der, iyi seyirler dileriz. M u s t a f a

D e m i r k a n l ı

İ Ç İ N D E K İ L E R

6 - 1 2 Haberler 22-24

15

5. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali

Yunanistan • Alkmini Diamandopulo 2 8 - 2 9

Costinescu 3 4 - 3 5 İ s p a n y a • Yankı Eyüboğlu 93 • Ayşegül Yüksel 4 6 - 4 7

38-40

2 2 - 2 4 Endonezya • Teoman Kumbaracıbaşı

Polonya • Kenarı Uçar

Romanya • Beatrice

Şeyh Bedrettin • Nalân Özübek 42-43

Bahar Noktası • Musa Aydoğan 4 8 - 4 9

Woyzeck • Engin Üzmen

Sakıncalı Piyade 50-51

Hüzzam

•Sevda Şener 5 2 - 5 3 Uyarca »Atilla Sav 5 5 - 5 6 Fayton Soruşturması • Nalân Özübek 5 8 - 5 9 Gitmeden Önce • Mehmet Atak 6 0 - 6 1 Troyal »Hayati Asılyazıcı 6 1 - 6 3 Ayşe Ateş 6 6 - 6 7 Dün Dündür »Gökhan Akçura

68-69

Uçlar» Yasemin Dilber

64-65

Paris Mektubu • Coşkun Tunçtan

70

Mutlu Günler • Tiyatro

Kitapları • H. Zafer Şahin Kapak :

Savaş Çekiç

Sahibi : Tiyatro Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. adına Enis Bakışkan Sorumlu Yazı İşleri M ü d ü r ü : Mustafa Demirkanlı Y a y ı n Koordinatörü: Nalân Ozübek Danışma Kurulu Başkanı: T.Yılmaz Öğüt Danışma Kurulu: Gökhan Akçura, Orhan Alkaya, Rutkay Aziz, Genco Erkal, Aziz Çalışlar, Fikret İlkiz, Tamer Levent (TOBAV Temsilcisi) Yılmaz Onay, H. Zafer Şahin, Ali Taygun, Işık Yenersu Görsel Danışman: Savaş Çekiç Teknik Y ö n e t m e n : Sinan Şanlıer K H u k u k Danışmanı Av. Fikret ilkiz K a t k ı d a Bulunanlar: H. Asılyazıcı, M. Atak, A. Ateş, M. Aydoğan, B. Costinescu, A. Cırım, A. Diamandopulo, Y. Dilber, Y. Eyüboğlu, T. Kumbaracıbaşı, A. Sav, S. Şener, C.Tunçtan, K. Uçar, E. Üzmen, A. Yüksel D a ğ t ı m : Emin Şenol İzmir Tem.: Ali Rıza Ozbilgiç Tel: 84 52 20 İzmit Tem. Kocaeli Bölge Tiy. Tel 241090 A l m a n y a Tem.: Levent Beceren, Berlin Tel: 49.30.6152020 V i y a n a Tem.: Uğur Özkan, VVien Tel: 432225051220 Ofset Hazırlık: Tiyatro Yapım Tel: 243 35 33 Baskı: MÜ-KA Matbaası Tiyatro Y a p ı m Yayıncılık Ltd. Şti. Hayriye Cad. Çorlu Ap. No: 3 D. 10 80060 Galatasaray/İstanbul Tel: 243 35 33-243 72 77 Fax : 243 74 1 4 Abone Bedeli: Yıllık 100.000.-TL. Yurtdışı : 50 DM Posta Çeki Hes. : Tem Yapım - 655 074 Banka Hesap N o : T.iş Bankası-Cihangir Şb. 197245 K a t k ı l a r ı n d a n dolayı TİYAP'a teşekkür ederiz.

Özür ve Düzeltme: Nisan sayımızın kapak tasarımı Bülent Baran'a aittir, düzeltir, özür dileriz. Tiyatro. Tiyatro..

3


a

cy

pe


a

pe cy


• k o z a t i y a t r o s u k u r u l d u Yaklaşık 6 ay önce Kadir Gültekin önderliğinde kurulan Koza Tiyatrosu sezonda Kadıköy Halk Eğitim Merkezi nde Kandemir Konduk'un yazıp Ka­

Tiyatro EGİT-SEN, ilk oyun olarak Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı ve "Avni Dilligil En iyi Yazar" ödülünü kazandığı Dosya adlı oyunu hazırlıyor. Bilindiği üzere Cücenoğlu'nun Dosya'sı daha önce Levent Kırca Hodri Meydan Tiyatrosu, Yugoslavya Prizen Tiyarosu ve 1992-93 sezonunda ise Ankara Halk Oyuncuları Tiyatrosu tarafından sergi­ lendi/sergilenmekte... Dosya, yolsuzluk dosyaları hazırlarken kendisi için bir gerçekdışı dosya hazırlanarak susturulan bir yöneticinin traji-komik öyküsü­ nü içeriyor. Dolayısıyle güncelliğini ülkemizde hiç yitirmeyecek bir konu... Tiyatro EGİT-SEN Dosya'yı Haziran ayı içinde sergilemeye başla­ yacak.

• sarıyer halk eğitim merkezi' nin

düzenlediği ve bu sene 11.si yaşanacak olan "Boğaziçi Amatör Ti­ yatrolar Şenliği" 30 Nisan ve 16 Mayıs arasında gerçekleştirildi. Bir gösteri günleri olmanın ötesinde, amatör tiyatronun ürünlerini dir Gültekin'in yönettiği İnsanlığın Lüzumu Yok adlı oyunu sergi­ ledi. Mayıs ayında da Altunizade Kültür Merkezi'nde aynı oyunu sergileyen topluluk yeni sezona yeni bir oyunla birlikte bir de ço­ cuk oyunu hazırlıyor.

• istanbul üniversitesi öğrenci k ü l t ü r m e r k e z i 12-23 Nisan 1993 tarihleri arasın­

cy a

da, Üniversite ve Amatör tiyatroların katılımı ile bir tiyatro şenliği gerçekleştirildi, İstanbul Üniversitesi Oyuncuları, Sarıyer Halk Eği­ tim "Merkezi, iktisat Sahnesi ve Kibele Sanat Topluluğu'nun katıldı­ ğı şenlik i. Ü. Öğrenci Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.

tuncer cücenoğlu'nun Abdi İpekçi ve Avni

Dilligil Yazar ödüllerini kazandığı Çıkmaz Sokak, Çorum Bölge Ti­ yatrosunda başlıyor. Çıkmaz Sokak Çorum'daki Devlet Tiyatrosu Salonu'nda 24 Mayıs 1993 tarihinden itibaren sergilenmeye baş­ lanacak. Nail Demirin yönettiği Çıkmaz Sokak'ta Semra Dinçer, Nail Demir ve dönüşümlü olarak Mehtap Karakuş ve Füsun Has oynuyorlar. Işık düzeni Sinan Büyük'e, müzik uyarlama ise Serpil Türkmen'e ait. 24 Mayıs 1993 Pazartesi günü başlayacak olan Çıkmaz Sokak turnelerle yakın çevreye izletilecek.

pe

• m i f t o k (Marmara Üniversitesi iktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Tiyatro Kulübü) bu yıl Frisch'in Biedermann ve Kundak­ çılar adlı oyunuyla sahneye çıktı, murat Özdoğan'ın yönettiği oyu­ nu Mayıs ayı içinde 4 kez sergileyen topluluk önümüzdeki sezona yeni bir oyun hazırlıyor.

t i y a t r o eğit-sen k u r u l d u Eğitim ve Bi­

lim Emekçileri Sendikası İstanbul 1. Nolu Şubeye bağlı olarak "Ti­ yatro EGİT-SEN" adıyla yalnızca eğitimcilerin görev aldığı bir top­ luluk kuruldu. Genel Sanat Yönetmenliği'ni M. Ziya Oktay'ın yaptığı Tiyatro EGİT-SEN'de genel düzenlemeyi 1. Nolu Şube Eğitim Sekreteri Saliha Yıldız gerçekleştiriyor. Tiyatro... Tiyatro...

olduğu kadar, sorunlarını da kapsayan ve somut sonuçların alın­ masına yönelik bir organizasyon olma çabasını güden şenlikte onbeş topluluğun, on dokuz oyunu sergilendi.

• istanbul sanat tiyatrosu kurul­

du Onbeş kişilik kadroya sahip olan tiyatronun kurucuları Mehmet Dilaver, Selma Akyol, Oya Karaca. Topluluk Mart ayında sergilemeye başladıkları Cem Yalının Orda Kimse Var mı adlı oyununu yaz dönemi ve 1993 - 1994 sezonunda da sürdürecek. Orada Kimse Varmı'nın yönetmeni Selma Akyol. Dekorlarını Yu­ suf Savaşçı hazırladı. Bu oyunun yanısıra 1993 - 1994 sezonuna iddialı bir güldürü hazırlayan İstanbul Sanat Tiyatrosu oyun çalış­ malarıyla birlikte genç yeteneklere tiyatro eğitimi de veriyor, İs­ tanbul Sanat Tiyatrosu kapılarının tiyatroya gönül veren herkese açık olduğunu belirtiyor.

• t i y a t r o a... k u r u l d u . Tiyatro A..., Alternatif - Absürd - Avangard kelimelerini de isminde muhafaza ediyor. Ti­ yatro A... ilk olarak Eugene 0'Neill'in Kahvaltıdan Önce İle Sam Shepard'ın Yaban Sevgi ve Sesler adlı oyunlarını Haziran'a hazır­ lıyor. Üç oyun ustalıklı bir biçimde içiçe geçirilerek tek bir gösteri oluşturulmuş. Provalarını izlediğimiz gösterinin dramaturji ve reji­ si Arif Akkaya'ya ait. Değişik bir mekânda gerçekleştirilecek olan gösteri, Sıraselviler Pera Andon Bar'ın bulunduğu binanın en üst katında her defasında sadece 9 kişi tarafından izlenebilecek şekil­ de sergileniyor. Oyun haftanın ilk üç günü hariç, her gün 21:00'de izlenebilir.

mistik a m c a çocuk t i y a t r o s u , şeb­

nem Gülerin yazıp Ali Çoban'ın yönettiği Gülücükler Sirki adlı oyunu 20 Mayıs'tan itibaren istek Vakfı salonlarında sergilemeye başlıyor. 20 Mayıs'ta Vakfa ait Kartal Uluğbey Özel Deneme Lisesi'nde sergilenecek olan oyun sırasıyla 21 Mayıs'ta Balmumcu Deneme Lisesi'nde; 26 Mayıs'ta istek Vakfı Özel ilkokulu, Acıbadem'de; 28 Mayıs'ta Gaziosmanpaşa Kaşkarlı Mahmut Özel Dene­ me lisesi'nde; 10 Haziran'da ise Beyhan Aral Lisesi Büyükada'da izlenebilir. Oyunlar saat 15.00'de başlıyor.


a

pe cy


• i s i m s i z t i y a t r o İki Ağaç adlı gösterisiyle 6 Mayıs'ta Yıldız Üniversitesi Yaz Şenliği'nde, 7 Mayıs'ta

cıoğlu. Dekor ve ışık tasarımı Ali Rıza Özbilgiç tarafından gerçekleştirilen oyunun müzikleri ise Hüseyin Çebi'ye ait. Atmosfer olarak büyük bir çöplükte oynanan oyunda seyirci de aslında oyuncu. Oyunun turne yapacağı yerler ise şun­ lar: Akhisar, Salihli, Uşak, Milas, Muğla, Fethiye, Burhaniye, Bergama. Oyunun, daha sonra da büyük kentlerde açık ha­ valarda sahnelenmesi planlanıyor.

• istanbul üniversitesi iktisat f a ­ k ü l t e s i t i y a t r o k u l ü b ü kuruluşlarının 5. yı­

Fransız Kültür merkezi'nde seyirci karşısına çıktı. Farklı geçmişleri olan iki otoportrenin 'yol' da karşılaşma­ sıyla başlayan özgün çalışma, parçalanmış insan varlığının bütünleşmeye yönelik eylemlerini gündeme getiriyor. Nadi Güler ve Yaşar Nezih Eyüboğlu birlikte oluşturdukları gösterilerinde, benzerlikleri ve farklılıklarıyla iki kimliğin ça­ tışmasına çözüm arıyor.

• yıldız t e k n i k üniversitesi oyun­ c u l a r ı ' n d c ı n i k i o y u n . Dünyanın en iyi oyun

• enis fosforoğlu

yönetiminde, sezon boyunca Altunizade Kültür Merke­ zi'nde devam etmekte olan ti­ yatro kursları sona erdi. Kur­ siyerler, 26 Nisan'da yine Fosforoğlu yönetiminde dü­ zenledikleri bir resitalle serti­ fikalarını aldılar. Üsküdar Be­ lediye Başkanı Niyazi Yurtseven'in de katıldığı resi­ talde 28 kişiden oluşan kur­ siyerlerin her biri tek başları­ na ve/veya diğer arkadaşlarıyla birlikte hazırla­ dıkları, çeşitli oyunlardan se­ çilen bölümler sundular. Ser­ tifikaların bir kısmını da kendisi veren Yurtseven, ko­ nuşmasında, Altunizade ben­ zeri kültür merkezlerinin ço­ ğaltılması yolunda çalıştıkla­ rını vurguladı.

pe

cy a

yazarlarından ikisi daha Türk Tiyatro repertuarına kazandırı­ lıyor. Y.T.Ü. oyuncuları Frank Wedekind'in tek perdelik Te­ nor ve John Whiting'in yine tek perdelik Hayır, Neden adlı oyunları Hamdi Alkan rejisi ile Atatürk Kültür Merkezi Oda Tiyatrosu' nda 14-16 Mayıs tarihleri arasında sahneleyecek­ ler. ikisi bir arada gösterime girecek olan oyunlardan Tenor, Coşkun Büktel tarafından Almanca aslından değil İngilizce çevirisinden Türkçeye aktarıldı. Hayır, Neden ise Cevat Çapan tarafından İngilizce aslından çevirildi. • i z m i r s a n a t t i y a t r o s u sezon başından bu yana sahnelediği oyunuyla turneye çıkıyor. Arka Bahçe İzmir Sanat tiyatrosu'nun bu sezon oynadığı ilk tur oyunu. Bilgesu Erenus'un yazdığı oyunun yönetmeni Faruk Boya-

lında üç ayrı oyun sergiliyor. Yönetmenliğini Celâl Erdem Evirgenin yaptığı, Bernard Shaw'ın Kırgınlar Evi adlı oyun 11 Mayıs'ta yönetmenliğini Ahmet Dalkılıçlar'ın yaptığı, Frederich Dürrenmatt'ın Fizik­ çiler adlı oyun 12 Mayıs'ta yönetmenliğini Murat Şaylan'ın yaptığı, İstanbul iktisat Sahnesinin yazdığı Ya Deve Çık­ saydı adlı oyun 12 Mayıs'ta Karaca Tiyatro'da prömiyer yaptı.

k i m , k i m e , n e y i , niye...? Yukarıdaki sorulara, artık hiçbir yanıt bulamadığım için, tüm ödül mekanizmalarıyla aramdaki, zaten zayıf olan son bağ­ ları da yitirmiş durumdayım. Bu yüzden, üyesi olduğum ve ödül veren tüm seçici kurullardan, ayrılıyorum. Beni bu kararı almaya, yeniden "sıfır noktası'nı bulma çabasının yönelttiğini de, ilgilenenlerin bilmesini isterim Orhan Alkaya Tiyatro...Tiyatro...


pe cy a


cy a

pe


• A v n i D i l l i g i l Ö d ü l l e r i 6 Nisan Perşem­

Zobaroğlu'dan oluşuyor. Cumhuriyet, Milliyet ve Aydınlık Gazeteleri ile Nokta Dergisi'nde yer alan açıklamalara göre eleştirilerin ağırlıklı hedefi En iyi Çeviri Ödülü alan jüri üyesi Seçkin Selvi ile 7 ayrı dal­ da ödül alan İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sa­ nat Yönetmeni Gencay Gürün. Eleştirilerin odaklandığı bir başka nokta ise jüri üyelerinin çoğunun yönetmelikle pek fazla ilgilenmemesi. Seçkin Selvi konuya ilişkin " Bu ödül katılımla olmadığı için çekilmem de söz konusu değildi, başkalarının yaptığı gibi sıra oylamaya gelince kapı dışına mı çıksaydım." şeklinde açıklamada bulunurken Gencay Gürün tartışmayla ilgili ola­ rak görüşlerini şöyle açıkladı: " Ödül jürileri bağımsızdır. Kimseye hesap verme zorunluluğu yoktur. Her ödülden sonra memnun ve gayrımemnun olanlar bulunur. Bu doğal­ dır. Bizim de geçen yıllarda haksızlığa uğradığımızı düşün­ düğümüz çok oldu. Ama jürilerin tarafsızlığını hiç tartışma­ dık. Tiyatronun çeşitli sıkıntılar içinde bulunduğu günümüzde bir avuç tiyatrocunun birbirini yıpratmaya ça­ lışmak yerine yapıcı eylemlerin içinde olmaları, kendilerinin de, tiyatronun da daha yararına olmaz mıydı? Jürinin Şehir Tiyatrolan'na eğilimli olduğunu iddia etmeleri ise, tamamen mantık dışıdır. Aynı jürinin geçen yıl Şehir Tiyatrolan'ndaki çok iddialı ve başarılı oyunları adeta görmezden gelerek bü­ tün ağırlığı Devlet Tiyatrosu'na vermesi bu mantıkla nasıl izah edilebilir? Avni Dilligil Ödülleri de hiçbir maddi kazanç beklemeden tiyatroyu gündeme getiren, tiyatrocuları yürek­ lendiren güzel bir girişimdir. Tiyatrocuların böyle bir girişi­ mi ancak desteklemesi beklenir." Tepkiler protestoya imza atan sanatçıların yanısıra jüriden istifalar ve ödül iadeleri şeklinde de sürüyor. Jüri üyelerin­ den Sevgi Sanlıyla başlayan istifalar Haluk Şevket Atase­ ven ve Hayati Asılyazıcıyla devam etti. Ödül iadeleri ise 1986'da ödül alan Arif Akkaya, 1982de ödül alan Hadi Çaman, 1978'de ödül alan Zeliha Berksoy, 1987de ödül alan Kartal Sanat İşliği'ne ait. •

cy

a

be günü Cemal Reşit Konser Salonu'nda düzenlenen bir tö­ renle dağıtıldı. Nüzhet Birsel, Melisa Gürpınar, Seçkin Selvi, Hayati Asılya­ zıcı, Haluk Şevket Ataseven, Yaşar İlksavaş ve Kami Suveren'den oluşan jürinin değerlendirmesi sonucu; En Başarılı Yapım Tartuffe Şehir Tiyatroları; En Başarılı Yönetmen Gencay Gürün Şehir Tiyatroları; En iyi Kadın Oyuncu Nedret Güvenç Şehir Tiyatroları; En iyi Erkek Oyuncu Cüneyt Türel Şehir Tiyatroları; En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu Hikmet Körmükçü Şehir Ti­ yatroları; En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oktay Kaynarca Tiyatro Stüdyosu; En iyi Oyun Yazarı Memet Baydur Şehir Tiyatroları; En iyi Çeviri Seçkin Selvi Kent Oyuncuları; En iyi Dekor Duygu Sağıroğlu Tiyatro Stüdyosu; En İyi Kostüm Sadık Kızılağaç Dormen Tiyatrosu; En İyi Işık Önder Arık Devlet Tiyatrosu; En İyi Müzik Server Acim Devlet Tiyatrosu; En İyi Müzikal Evita Şehir Tiyatroları; En İyi Özgün Yapım Ali Harikalar Diyarında Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu; En iyi Uyarlama Ahmet Levendoğlu Tiyatro Stüdyosu; Olağanüstü Yorum Yıldız ve Müşfik Kenter Kent Oyuncula­ rı; Jüri Onur Ödülü Macide Tanır Tiyatro Kare; Jüri Özel Ödülü Müjdat Gezen; Jüri Özendirme Ödülü Nedim Saban Tiyatro Kareye verildi.

pe

Ödül dağıtımının hemen ardından başlayan tepkiler ise ha­ len sürüyor. Tepkilerini, "Ödüllendirmede kriter tiyatro sa­ natı oluncaya kadar, bu ödüllerden muaf tutulmak istiyo­ ruz." şeklinde ifade eden sanatçılar: Tiyatro Yazarları Derneği, Peker Açıkalın, Suna Akbel, Nes­ lihan Aka, Nilgün Akçaoğlu, Arif Akkaya, Ayda Aksel, Mus­ tafa Alabora, Zafer Algöz, Yasemin Alkaya, Kürşat Alnıaçık, Raik Alnıaçık, Duygu Ankara, Üstün Asutay, Mehmet Atak, Merih Atalay, Mustafa Avkıran, İsmet Ay, Orhan Aydın, Deniz Başoğlu, Cengiz Baykal, Derya Baykal, Emre Baykal, Ke­ mal Bekir, Metin Belgin, Zeliha Berksoy, Taner Birsel, Gö­ nen Bozbey, Rüçhan Çalışkur, Meral Çetinkaya, Sema Çeyrekbaşı, Güzin Çorağan, Tayfun Çorağan, Füsun Demirel, Halil Doğan, Erol Durak, Ülkü Duru, Ali Düşenkalkar, Naz Erayda, Zafer Ergin, Erdoğan Ersever, Mehmet Esatoğlu, Funda Eskioğlu, Zuhal Gencer, Deniz Gökçer, Seray Gözler, Nadi Güler, Yaşar Güner, Ayşe Günşıray, Müge Gürman, Binnaz Gürses, Süheyla Güzel, Aylin Güzelbeyoğlu, Kenan Işık, Nihat ileri, M. Ali Kaptanlar, Murat Karasu, Kartal Sanat işliği, Bülent Kayabaş, Mehmet Keskinoğlu, Can Kolukısa, Selma Kutay Köktürk, Jülide Kural, Kerem Kurdoğlu, Fikret Kuşkan, Filiz Kutlar, Bengisu Müftüoğlu, Dündar Müftüdğlu, Mücap Ofluoğlu, Meral Oğuz, Atilla Olgaç, Levent Öktem, Füsun Önal, Aslı Öngören, Re­ ha Özcan, Esen Özman, Uğur Polat, Alev Sezer, Şerif Sezer, Ali Sürmeli, Şahika Tekand, Kartal Tibet, Haluk Toksöz, Sevtap Tokyay, Erdal Tosun, Gülsen Tuncer, Çimen Turunçoğlu, Mine Tüfekçioğlu, Ali Uyandıran, Dilaver Uyanık, Musa Uzunlar, Mübeccel Vardar, Fehmi Yaşar, Sumru Yav­ rucuk, Ender Yiğitel, Selçuk Yöntem, Işıl Yücesoy, Aylin

• n ü a n s t i y a t r o etkinliklerine başladı. Kasım 1992'de kurulan Nüans Tiyatro hedeflerini "anaokullarından ilkokula, ilkokuldan gençliğe ve yetişkinlere kadar sürecek evreyi tamamlamak" şeklinde vurguluyor. Bu evrenin ilk ba­ samağı olan Çocuk Tiyatrosu etkinliği ile de gösterime baş­ ladıklarını dile getiriyor. Topluluğun 17 ve 23 Nisan'da Ankara-Mithatpaşa Gösteri Merkezinde ücretsiz çocuk şenliği kapsamı içinde sergilediği Gak Karga 003 adlı müziklidanslı çocuk oyununun yazarı Murat Yener Yıldırım, yönet­ meni ise Gürhan Güngören. •

Tiyatro... Tiyatro...


• istanbul b e l e d i y e s i şehir t i y a t ­ r o l a r ı ' n in 9. gençlik g ü n l e r i Bu yıl

Antov Çehov'un Boğulan Adam Ya Da Bir Demet Çehov adlı oyunla, Tiyatro İstek John Patrick'in Deli Fişek adlı oyunuyla, yılların mim ustası ve tiyatro sanatçısı Taner Barlas bir mim gösterisiyle aramızda olacak. Gençlik Günleri iki tiyatro okulunu da ağırlıyor bu sene. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bö­ lümü Turgut Özakman'ın toplumsal güvenceden yoksun bir konumda, günlük yaşam savaşı verme süreci içinde yaşanan duyarlıkları, tepkileri, düşleri, düş kırıklıklarını, öfkeyi ve sevecenliği dile getirerek; aile ilişkileri içinde insanca değerlere sıkı sıkıya sarılmak yoluyla gerçekleş­ tirilebilen "Uzlaşma"nın öyküsünü işlediği Ocak adlı oyu­ nuyla, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyat­ ro Bölümü Yıldız Kenter'in yönettiği Shakespeare Shakespeare adlı kolaj ve Haldun Dormen'in yönettiği Müzikallere Selam adlı oyunla katılıyorlar. Ayrıca Gençlik Günleri İstanbul dışından katılan grupları ağırlamanın keyfini de yaşıyor. Uludağ Üniversitesi Ti­ yatro Kolu insan psikolojisinin yaşadığı sıkıntıları anla­ tan İki Nöbetçinin Sıkıntıları ve Euridice'nin Elleri ile,Gebze Belediyesi Tiyatro Topluluğu, Haldun Taner'in Ayışığında Şamata adlı oyunuyla, geçen sene de Genç­ lik Günleri'ne katılan Hayrabolu Belediyesi Tiyatro Kolu ilginç bir denemeyle çıkıyor karşımıza aslında tek kişilik olan Aziz Nesin'in Çiçu adlı oyununu efekt çalışmalarını da sahne üzerine oyuncu olarak getiriyor. Gaziantep Be­ lediyesi Tiyatrosu müziklerle çerçevelediği Ekrem Erkek'in Oyuncu Var Oyuncu Yok adlı oyunlarıyla, Bilkent Üniversitesi Tiyatro Topluluğu Lautreamont'un Maldoror'un Şarkıları adlı kitabından dokuz bölümün oyunlaş­ tırmasından ve bazı bölümlerin estetik ve görsel yapı­ da sahneye koyulmasıyla ortaya çıkan aynı adlı oyunla, Muğla Belediyesi Tiyatrosu Aziz Nesin'in Sen Gara De­ ğilsin adlı oyunuyla, Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatro­ su gençlik sorunlarını işleyen Ah Şu Gençler adlı oyu­ nuyla, 40 kişilik oyuncu ve teknik kadrosuyla katılan Ortadoğu Teknik Üniversitesi ise W.Shakespeare'in Ba­ har Noktası adlı oyununu Can Yücel çevirisiyle katılıyor. Gençlik Günleri'nde ayrıca iki bale grubu var. Şehir Ti­ yatroları Dans Birimi Murat Ersan, Ziya Azazi, Mustafa Kaplan ve Altin Naska koreografileriyle 4 dans sergili­ yor, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü klasik bale repertuarından seçmelerle katılıyor.

pe cy

a

9.su gerçekleştirilen İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrola­ rı bünyesindeki Gençlik Günleri kırkın üzerinde amatör tiyatro ve dans grubunu misafir ediyor. İstanbul içinden şenliğe katılan gruplar; Erendüz Atasü'nün 1986 Benazus Özel Ödülü öyküsün­ den aynı adla Aslı Öngören tarafından oyunlaştırılan Yaşlı Bir Genç Kız adlı oyun, Saint-Benoit öğrencileri ve eski mezunlarından oluşan Şok Tiyatrosu, Uğur Aktaş'ın İnsan-ı Kalem adlı oyunuyla, yaklaşık 12 senedir tiyatro çalışmalarını Fransa'da sürdüren TiyatroMiyatro, Marguerite Duras'ın Parkta adlı oyununu, Arzu Bigat'ın rejisiyle Fransızca olarak sergileyecek, Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları Frank Vedekind'in Te­ nor, John Whiting'in Hayır, Neden? adlı oyunlarını Hamdi Alkan'ın yönetiminde sergiliyorlar, her iki yazarın Türkiye prömiyeri olması oyunları oldukça ilginç kılıyor. Sarıyer Belediye Tiyatrosu Atilla Alpöge'nin Çürük Elma adlı oyunuyla, Paldır Kültür Tiyatrosu Seden Edgünün yazdığı Can Doğan'ın yönettiği 2 perdelik Rock Müzikal, Tiyatro-Mizah Grubu Philip King'in Papaz Kaçtı adlı oyunuyla, Kangal Sanat Tiyatrosu Bunu Ona Ulaştırın adlı oyunuyla, Yedi Bölge Oyuncuları Melih Cevdet Anday'ın Mikadonun Çöpleri adlı oyunuyla, Tiyatro Tiyat­ ro Grubu Woody Allen'in iki oyunuyla Big Boy ve Kapıyı Ölüm Çalıyordu, ortaokul ve lise öğrencilerden oluşan Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Gençlik Tiyatrosu Feces adlı doğaçlama oyunlarıyla, Adım Tiyatro Yaşadığım İs­ tanbul adlı şiir, öykü ve danstan oluşan çalışmalarıyla, Kartal Sanat Tiyatrosu Muzaffer izgü'nün yazdığı Bekçi adlı oyunla, İstanbul Yakası Telefon Baş Müdürlüğü Ti­ yatro Topluluğu Turgut Özakman'ın Bir Şehnaz Oyun'uyla, İstanbul Üniversitesi Oyuncuları Dinçer Sü­ mer'in Eski Fotoğraflar adlı oyunuyla, İstanbul Teknik Üniversitesi Teknik Sahne, F. Dürrenmatt'ın Büyük Rumulus adlı oyunuyla, Yıldız Sanat Tiyatrosu, Lady Augusto Gregory'nin Kulaktan Kulağa adlı bir perdelik farsı ile, Maarifliler Tiyatro Grubu Adalet Âğaoğlu'nun Evcilik Oyunu'uyla, Marmara Üniversitesi iktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tiyatro Kulübü, Max Frish'in Bay Biedarman ve Kundakçılar adlı oyunuyla, Folklor ve Turizm Tanıtma Derneği Atilla Alpagöz'ün Çürük Elma adlı oyunuyla, Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Haldun Ta­ ner'in Vatan Kurtaran Şaban adlı oyunuyla, Tiyatro As, Aziz Nesin'in Hadi Öldürsene Canikom adlı oyunuyla, Koza Tiyatrosu H. Duver Nois'in Yalnız adlı oyunuyla, Tiyatro Çağrı, Luigi Pirandello'nun Ağzı Çiçekli Adam adlı oyunuyla, Tiyatro-Atölye Melih Cevdet Anday'ın Ölüler Konuşmak İsterler adlı oyunuyla, iki oyuncusuy­ la şenliğimize katılan Sıradan insanlar Grubu Bundan Başka İstanbul Yok adlı oyunlarıyla, Soru İşareti Oyun­ cuları lonesco'nun Kel Şarkıcı adlı oyunuyla, Yüksel Gözen Tiyatro Atölyesi Cephede Piknik adlı oyunla, İs­ tanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Tiyatro Kulübü G. Bernard Shaw'un Kırgınlar Evi ve F. Dürrenmatt'ın Fi­ zikçiler adlı oyunlarıyla, Çağdaş Repertuar Tiyatrosu, T i y a t r o . . . Tiyatro...


cy

pe a


pe cy a


5. uluslararası istanbul tiyatro festivali oyunu. Buradaki kriter ise değişik mekânlarda, farklı yorumlar­ la, araştırmaya yönelik çalışma­ lar. Davet edilen oyunlar Gitme­ den Önce (BİLSAK Tiyatro Atölyesi), Fay­ ton Soruşturma­ sı (Kumpanya), Uçlar (Tiyatro Grup), Troya 1 (TAL) ve Mutlu Günler (Studio Oyuncuları). Festivalin bu yılki yabancı ko­ nuklarını ise Yu­ nanistan'dan Attis Tiyatrosu, Romanya'dan Masca Tiyatro­ su, Polonya'dan Vişnevski Tiyat­ rosu, İspan­ ya'dan Yeni Ti­ yatro Topluluğu­ mun yanısıra yi­ ne ilk kez bu yıl başlatılan Bir Ül­ ke Bir Tiyatro uygulaması oluşturuyor. Bu uygula­ ma başlığı altında izleyeceğimiz ilk gösteriyi Endo­ nezya'nın geleneksel tiyatrosundan iki örnek verecek olan Wayang Orang Bharata Topluluğu su­ nuyor.

pe

cy a

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından, Kül­ tür Bakanlığı h mayelerinde dü­ zenlenen 5. Uluslararası İs­ tanbul Tiyatro Festivali, ilk kez bu beşinci yılın­ da 'ya yapıla­ mazsa' endişesi yaşamadan/ yaşatmadan gerçekleştirildi. Bir ülke tiyatro­ sunun geniş ufuklara açıla­ bilmesinin sayı­ lı yollarından birinin de ulus­ lararası festival­ ler olduğu gözönünde bulundurulduğu nda Türk Tiyat­ rosu adına üzüntü yaratan bu durum geçtiğimiz yıl­ larda maddi olanaksızlıklar nedeniyle son haftalara kadar hep soru işaretleriyle birlikte anılma­ ya mahkûm ediyordu Tiyatro Festivali'ni. Bu yıl ise Festival bazı yenilikler, değişiklikler de getiriyor. Bu değişikliklerden biri İstanbullu tiyatro izleyicisi­ nin büyük oranlarda izleme şansı olmadığı 5 Ankara oyunu; Ankara Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği Ba­ har Noktası, Woyzeck, Hüzzam ve Uyarca adlı oyunlarıyla AST'ın Uğur Mumcu anısına sahnelediği Sakıncalı Piyade. Festival programında bu yıl yapılan bir yenilik ise Öteki Tiyatro başlığı altında toplanan 5 İstanbul

Bu yıl ayrıca Kültür Bakanlığı tarafından davet edilen ünlü tiyatro sanatçısı Tuncel Kurtiz, Avusturya'da biraraya getirdiği çok uluslu topluluğuyla, Nâzım Hikmet'in Şeyh Bedrettin Destanı'nı çarpıcı yoru­ muyla sergileyecek. • Tiyatro... Tiyatro...

15


pe cy a


cy a

pe


a

cy

pe


Endonezya'dan Wayang Orang Bharata: Andman Dbong ve Arjuna Wiwaha

Uzakdoğu'dan p ı r ı l t ı l ı bir esinti T e o m a n

K U M B A R A C I B A Ş I nü de Mahabharata'tan bir bölüm sunacak. Ramayana'dan alınan öykü Kral Rama'ya karısı Shinta'yı kurtarmak için yardım eden Maymun Tanrı Anoman Dbong'un kahra­ manlığını anlatıyor. Mahabharata'dan alı­ nan öykü, Arjuna Wiwaha ise iyilik ve kötü­ lük arasındaki çatışmayı anlatan bir görsel şölen.

cy a

Bu yıl Uluslararası İstanbul Tiyatro Festiva­ li Komitesi yeni bir uygulama daha başlatı­ yor; Bir Ülke Bir Tiyatro. Önümüzdeki yıl­ larda da devam ettirilmesi düşünülen bu uygulama farklı ülkelerin geleneksel tiyat­ rolarından örnekler sunmasını içeriyor. Bu kapsamda ilk kez bu yıl Endonezya'yı; Uzakdoğu'dan pırıltılı bir esinti de denilebi­ lecek iki ayrı gösterisiyle Wayang Orang Bharata adlı topluluğu izleyeceğiz. Wayang Orang Bharata 1960'da kurulmuş ve bugün Endonezya'da bu geleneksel gös­ teri türünü yaşatabilen iki büyük topluluk­ tan biri.

pe

Yaşamını 1973'ten bu yana Bharata Vakfı'nın desteğiyle sürdüren topluluğun sa­ natçıları, Java ve Bali Tiyatrosu'nun, bir di­ ğer deyişle, ritüel dans tiyatrosunun beşiği olarak kabul edilen Yogyakarta'lı. Wayang Orang'ın tarihine baktığımızda ise başlangıç noktasının klasik saray dansları olduğunu görüyoruz. Geleneksel Java Tiyatrosu'na verilen isim olan Wayang Orang ancak 19. yüzyılda saray duvarlarını aşarak halkın arasına karışabilmiş. Bu saray dans­ larının aralarına sokulan dizeler zamanla öykülere dönüşmüş. Wayang Orang ve da­ ha fazla güldürü ağırlıklı bir gösteri türü olan Ketropak 1955-1965 yılları arasında altın çağlarını yaşamış, 1965'ten sonra ise ülkenin gelişen yaşam koşulları nedeniyle gittikçe önemini yitirmeye başlamış. Şimdi bu geleneği sürdürebilen sadece iki büyük topluluk var ve Wayang Orang Bharata da onlardan biri.

Topluluk 25 Mayıs Salı günü AKM Büyük Salon'da ünlü Hindu Destanı Ramayana'dan bir bölüm, 26 Mayıs Çarşamba gü­

Topluluğun yöneticisi Laksmi G. Hadi'nin gruba ve gösterilerine ilişkin, Tiyatro Dergisi'ne gönderdiği yazıyı sunuyoruz: "Ülkemiz Endonezya'yı, 5. Uluslararası İs­ tanbul Tiyatro Festivali'nde temsil etme çağrısı bizim için büyük bir şeref ve mutlu­ luktur. Bu sunum Endonezya kültürünün, Java'ların Wyang Orang adını verdikleri ge­ leneksel sahne sanatlarının zenginliklerin­ den biridir. Grubumuz 1972'den beri Jakarta'da, Bharata adı verilen sırada, 1961'de Panga Mukti adındaki Wayang Orang grubu tarafından kurulan grubun bir kurumu niteliğindedir. Aktör ve aktrislerimiz sahnede doğup bü­ yüdükleri, geliştikleri gibi doğal ve yete­ nekli insanlar. Jakarta kentinin gelişirken kozmopolitenleşmesi oyuncularımızın her gece sahneledikleri oyunlarda, geleneksel tarzı tercih etmelerine sebep oldu. Wayang Orang en mükemmel devrini 1950'lerde yaşadı ve şimdi kendini bozu­ yor. Ben kurumun başındaki kişi olarak bu duruma üzülüyor, kendimde bu sanatın ge­ liştirme ve koruma sorumluluğunu hissedi­ yorum. Ülkemizdeki ve özellikle tiyatro festivali yö­ neticilerinin destek ve yardımlarıyla gele­ neksel Java Sahne Sanatlarıyla ilgili düşle-


cy a

Üç-dört saatlik büyüleyici gösteriden bir an..

Anoman Dbong hikayesinde maymun ve geyiğin dansı, Java dansının orijinal hay­ van hareketlerine uyarlanmış şeklidir. Aynı illüstrasyon ateşte de kullanılmıştır.

Oyunumuz meşhur Ramayana ve Mahabharata öyküsünün iki parçasından oluşuyor, Anoman Dbong ve Arjuna Wiwaha. İki öy­ kü de şeytanın fazilet tarafından altedilişini anlattığından, büyük felsefi değer taşıyor.

Üç-dört saat boyunca süren oyunda karak­ terler kendilerine özgü ve orijinal oluşlarını korurlar. Danslar ve müzik dışında karak­ terler makyajla da yansıtılır ki bu makyaj mask boyama tekniğiyle modern bir biçim­ de direkt yüze uygulanır.

pe

rim gerçeğe dönüşüyor. Bu sanatın guru­ runu koruma savaşını verme adına bu ça­ lışma Wayang Orang Bharata için çok önemli bir olay.

Gösteri, müzik, dans, makyaj gibi tüm sa­ natların bileşkesi olan geleneksel bir tiyat­ rodur. Arjuna Wiwaha hikayesinde, Arjuna şövalyesi, sahip olduğu doğaüstü güç ve cesarete karşın, tavırlarındaki nezaketi ve yakışıklılığını belirtmek için bir kadın tara­ fından canlandırılır.

Son olarak, oyunumuzu festival progra­ mında sunmayı dört gözle beklediğimizi iç­ tenlikle eklemek istiyorum. Bu kesinlikle, geleneksel Endonezya sanatına, uluslarara­ sı bakışta büyük gelişmeler sağlayacak­ tır.

RAMAYANA - MAHABHARATA Wayang Orang Bharata Yönetenler: Puraoma - Tjokroprawnoi E n d o n e z y a

20


a

cy

pe


Yunanistan'dan Attis Tiyatrosu: Dörtlü

aynı bedende birbirini yokederken "hiç"e varmak A l k m i n i

DİAMANDOPULO önümüzdeki güz sezonu kendi tiyatromuz açılacak ve başkentte yerleşmemiz gerçekleşecek. • Birlikte çalıştığınız arkadaşlara ilişkin bazı bil­ giler verebilir misiniz? Aslında eski grup çekirdeğini oluşturan arkadaşlarda çok az değişiklik oldu. Biz daha fazla bir ailenin kişi­ leri gibiyiz, aynı düş içinde, aynı amaç peşinde, aynı istek ve heyecanı paylaşıyoruz. Grubumuzun üyeleri arasındaki ilişkiler genellikle tiyatro sanatçıları ara­ sında süregelen ilişkilerden farklıdır, ilk zamanlar, örneğin Vakhes zamanında olduğu gibi, aynı evin odalarını paylaşmamız, birarada yemek hazırlama­ mız, bazen bütün gece süren provalar yapmış olma­ mız, bir taraftan bu yaşam tarzı, diğer taraftan kollektif faaliyetimiz, bir yaşantı olarak varlığımıza ve aramızdaki ilişkilere damgasını vurdu, onlara belirli bir içerik verdi. Başka bir deyimle biz, birbirimizi sa­ nat etkinliğimizin dışında kolluyor, birbirimiz için il­ gileniyoruz. Bu çok önemli bir noktadır, bizi daha güçlü kılıyor, yeni girişimlere yönelmemize, neden oluyor. Bir anlamda da, sistemden ayrı kalışımız, bi­ ze ayrı bir güç katıyor. • Biraz da kendinizden ve özgeçmişinizden söz edebilir misiniz? Ben burada bir dramatik okulu bitirdim ve sonra, ay­ nı yıl, yani 1972 de, kendimi Berlin'de buluverdim. Doğu Berlin'in Tiyatro Akedemisi'nde okudum, beş yıl süreyle Berliner Ensemble'da pratik çalışmalarımı tamamladım. Sonra Selanik'e döndüm ve burada ti­ yatro atölyesinde çalıştım. Lorca, Sartre, Mrozek gi­ bi yazarlarla Brecht'in 4-5 oyununu sahneledim. At­ tis Grubunu kurmadan evvel, otuz yaşındayken, Kuzey Yunanistan Tiyatrosu'na ait devlet okulunun müdürüydüm. 1975, 1976 ve 1977 yıllarında Del­ fi'de Antik Dram Festivali'nin müdürü olarak bu fes­ tivali organize ettim. Bu yıl, bu festivale yeniden başlıyorum. Diğer taraftan Akdeniz Uluslararası Ti­ yatro Enstitüsü'nün ikinci başkanıyım ve aynı za­ manda bu kuruluşun Yunanistan bölümünün sorumlusuyum. • Şimdi de reji anlayışınızdan biraz söz edebilir misiniz? Ben rejisörden fazla kendimi eğitmene yakın bir rol­ de görüyorum. Genellikle teknik donatımı yüklü bir sahne üzerinde oyun sahnelemekten çekindim. Bir bakıma mali olanaklarım yüzünden, fakat en çok ide­ olojik nedenlerle, aktöre, bedenine ve varlığına yönelmişimdir. Çıplak tiyatro yapıyorum, aktör her şeydir ve bu anlamda ben onun eğitmeniyim. Ben

pe cy

a

• Sayın Terzopulos, kurduğunuz Attis Tiyatro Grubu'nun geçmişi hakkında Türk seyircisine biraz bilgi verir misiniz? Attis Tiyatro Grubu 1985'te Delfi kentinde kuruldu. Aşağı yukarı 70 Yunanlı aktör arasında yaptığım odisyon sonucu, beş oyuncu seçtim. Hemen Delfi'deki Workshop'ta çalışmaya başladık. 1985 yılının sonlarına doğru belirli bir konumuz olmaksızın be­ den ve ses üzerinde çalışmalara koyulduk, altı aylık bir çalışmadan sonra bir metin ele aldık: Evripidis'ten Vakhes. En çok Kuzey Yunanistan olmak üzere ülkeyi dolaştık, açıkhavada bedensel eğitime koyulduk. Diğer taraftan ülkenin kuzeyinde hâlâ ya­ şamakta olan bazı halk törelerimiz, bazı dioniziak formlar üzerinde çalışmalar yaptık, çeşitli ses ve melodi kaynaklarını araştırdık. Pek çok açıkhava se­ mineri düzenledik. Dönüşte, Atina'da sekiz aylık bir çalışmadan sonra, Delfi'de bir premiyerimiz oldu. Çok başarılı idi. Ardından birçok ülkeye daha gittik. Her yerde izleyici bizi çok olumlu karşıladı. Bu yüz­ den gerek sanat bakımından gerekse maddi bakım­ dan grubumuzun gelişimi sağlanmış oldu. Yalnızca devletin desteğine bağlı kalmak gereğini duymadığı­ mızdan herhangi bir ödün vermek zorunda kalma­ dık. Böylece bu tiyatro çekirdeği bir stüdyoya ve bir çalışma mahalline kavuşmuş oldu. ikinci temsilimiz Heiner Mueller'ın "Medeamaterial"ı ve ardından "Quartet'i oldu. Sonra Aeschylos'un "Die Perser" adlı trajedisi geldi. Bu arada benim yurtdışında bazı ça­ lışmalarım oldu: Stuttgart'ta Fassbinder'in "Freiheit in Bremen" adlı yapıtını, bu yıl ise Moskova'nın Taganka Tiyatrosu'nda quartet'i sahneledim. Buna pa­ ralel olarak prova yapmadığımız vakit, grubumuz Workshop çalışmalarını sürdürmekte ve sürekli ola­ rak belirli bir konuyu araştırmaktaydı. Bu çalışmala­ rımıza ilişkin birçok yazılar çıktı, Teorisyenler, üni­ versite profesörleri tarafından antik trajediye yaklaşımımızla ilgili çalışmalar yayınlandı, birtakım dokümanter filmler çevrildi, hatta bunların bazısı ödül dahi kazandı, işimizin değeri anlaşıldı, 3-4 ödül aldık, Schaubuehne, Berliner Ensemble gibi dünya­ nın belli başlı tiyatrolarında bütün temsillerimizi sahneye çıkardık. Geçen yıl Berlin'de yirmi gün sü­ reyle Öuartet'le Die Perser'i oynadık. Heiner Mueller bizim grupta Promete rolündeydi. Gelecek yıl ise kendisi Attis Grubuyla bazı çalışmalar yapacak ve Attis'in bir temsilini sahneye koyacak. Bütün dünya­ yı, taşrayı dolaştık, Atina'da ise zaman zaman ancak yirmi gün kadar süren temsiller verebildik. Fakat

22


cy

pe a


Bunu Avrupa'da sahnelediğim zaman yaparım. Oysa burada bir araştırma hücresinden söz edebiliriz, da­ ha genel bir araştırmaya girişiyoruz, aktöre ilişkin daha öteye götüren bir şeyler arıyoruz. Bazen istiyerek, örneğin bir ay için, temsilde aranılanın dışına çıkıyoruz. Bazen şu veya bu oyuncunun ifadesinde bir eksiklik olunca, üzerinde durup o bölümü özellik­ le işliyoruz. Kendimize bu lüksü sağlayabilmemiz çok büyük önem taşıyor. • Festival ve ödüller hakkındaki görüşlerinizi açıklar mısınız? Kanımca, bir görüşü aksettiren, çerçeveleri bulu­ nan, bir konuyla ilgili olarak düzenlenen festivaller daha önemlidir. Böyle bir festivale katılmak, her şeyi içeren bir festivale katılmaktan daha enteresandır. Ödüllere gelince; ödüller bir sanatçının yoluna kesin bir yön vermez, hiç sanmam, fakat diyelim ki sanat­ çıyı bir tür değerlendirme anlamını taşır. Diğer taraf­ tan ödülün, sanatçıya gereğinden fazla güven getir­ mesi olasılığı, aksine sanatına zararlı dahi olur. Bu ödüllerin mali yönden bir katkıları olursa, sanatçının çalışmaları desteklenmiş olur. Fakat ödüllerin, sa­ natçının seyrini kesin olarak belirledikleri iddia olu­ namaz. • Anladığım kadarıyla, Quartet'te görüntüden başka sözün de önemi büyüktür. Yunanca bilme­ yen seyirci için, örneğin İstanbul seyircisi için ne gibi bir çözüme başvurdunuz? Evet, söz önemlidir, bunun iki türlü çözümü olabilir. Genellikle, quartet'i oynadığımız ülkelerde kitap o ülkenin diline çevrilmiş bulunuyordu, İstanbul'a ge­ line, Quartet Türkçeye çevrilmemiştir, bunun için ben şöyle bir çözüm buldum. Temsil esnasında oyu­ nun bazı, diyelim beş altı yerinde, ağır ağır konuşan bir kişinin sesinden, örneğin şöyle bir şey duyula­ cak; "Şimdi Markiz Merteuil Valmont'u oynamakta­ dır, şu ve şu nedenlerle, işte bakın Valmont rakip aracılığıyla Markiz'i nasıl rezil ediyor." Bu suretle, bu aşk oyunu, vahşi bir ontolojik oyuna ve sonunda bir kaosa dönüşüyor." -Müller Quartet'in başında şu iki satırı yazdı: "Bu temsilde sergilenen olay, Fransız ih­ tilali evvelsi bir soylular salonunda veyahut Üçüncü Dünya Harbinden sonra, bir yeraltı sığınağında, dün­ yada bu iki kişiden başka herkes öldükten sonra geçmektedir." Ben ikinci şıkkı seçtim. Moskova'daki temsilde de öyle.yani yeryüzünde onlardan başka kimse kalmamış, insanlar yokolmuş, ancak kendileri bunun farkında değil, nefret iliklerine kadar işlemiş, dönüp çevrelerine bakmaları gerekirken, onlar nihai çarpışmaya geçiyor. Bu belirli bir noktadan itibaren, aynı kişinin nefsinde yeraldığı görülen ezeli rekabet­ tir. Dişiyle erkek aynı varlıkta birbirlerini yokediyorlar ve bir'e indirgemeye geçtik mi, hiç'e de varıyo­ ruz. Türk seyircisinin sahnede göreceği çok güzel görüntüler var. Ben bir önsöz hazırlayıp İstanbul'a gönderiyorum. Diğer taraftan şu da var: insan çok kez bazı şeyleri hissiyle de yakalar. •

pe cy

a

"Şu güzel ve geniş senografi mahalline gideceksin, şu ağır kostümler sırtında, şu beş hareketi yapıp şunları söyleyeceksin" diyecek dekoratör, oyun dü­ zenleyicisi değilim. Aktör her şeydir. Bir de müzikle giysiler. Benim çalışmamda ışık geniş yer tutar. Kostüm gerçekçi değildir, temsile ilişkin görüşü­ müz, kostüm tasarımının temelini oluşturur. Benim görüşüm daha çok beden anlatımına dayanır, ses ise ifadesini bedenin içinden almalıdır, şöyle ki se­ sin doğmasına olanak veren beden kısımları, ekojen noktalar, izleyici tarafından da görünür olabilmelidir. Aktör bunları işlemelidir. Vakhes'de ses üzerinde böyle bir çalışma yapmıştım. Sesi de, sözcüğü de, tümceyi de çok zor beden duruşlarının içinden ara­ dım. Başka bir deyişle, aktör iki ayağı üzerinde dura­ rak 20 dakika sürece bir monolog söyleyip falanca hareketi yapmıyor. Aktör bedensel bir ifadeden, bir 'gestus'ten yola çıkarak, bedeninin imgesini farklı­ laştırmaya çalışıyor, bu farklılaşma sonucu, söz de sürekli olarak farklılaşıyor. Bu değişim tabii bir şe­ kilde gerçekleşiyor, yani yöntem mekanik değil tabii­ dir, insanda, insanın bedeninde her şey vardır, be­ den her şeyi yapabilir. Yeter ki bu yolun kapısını açacak gerekli anahtarlar bulunsun. Heiner Mueller benim işim için, "Terzopulos, bedenle ses birliğine ulaşılmasını sağlayan, kayıp anahtarı aramaktadır." dedi. Bunu temsilde görebiliyoruz: Belirli bir şey aranmakta olduğu anlaşılmaktadır. Bunun meyvesini de görüyoruz. • Heiner Mueller'le Berlin'de tanıştınız. İş birliği­ niz nasıl başladı ve ne gibi ortak çalışmalarınız oldu? 1972 de Berlin'e gittiğimde, kantinde ilk karşılaştı­ ğım kişi, kantinin bir köşesinde birasını içen Heiner Mueller oldu. tanıştık, arkadaş olduk. Mueller Beriiner Ensemble'in Dramaturji Bölümü'nün sorumlusuydu. Yazarlığa başlamış bulunuyordu, çok iyi bir anındaydı. 1972'den sonraki yıllarda çok yapıt verdi. Bu verimli devrini yakından izledim. Kendisini sık sık evinde ziyaret ederdim. Az çok felsefesinin etkisi al­ tında kaldım. Daha okuldayken Almanya'da Zwieckau'da Schlacht adlı yapıtından bir metni sahneledim: Sindoni. Sonunda Mueller'in bir yapıtını sahnele­ mek sırası gelince, Mueller, antik Yunan trajedisin­ den esinlenen "Medeamaterial"i önerdi. Sahneledim ve dünyanın birçok yerinde büyük başarı kazandı. • Provalarınız uzun sürer mi? Bir yapıtı işlerken provalarımız aşağı yukarı 6-8 ay sürer. Turnelerimizin bize verdiği maddi olanaklar sayesinde kendimize böyle bir lüksü sağlayabiliriz. Zaten kendi stüdyomuz var. Aktör seviyesinin yük­ selmesine nasıl olsa yaramıyan televizyon ve diğer medyalara çıkmak gereği bizler için söz konusu ol­ madığından, günde 6 veya 8 saat entansif bir çalış­ ma yeterli oluyor. Bu bakımdan süre çok uzundur. Çünkü işimiz daha fazla araştırma niteliğindedir. Şöyle diyelim: Elime bir metin aldığımda, çalışmanın amacı, yalnızca bir temsili gerçekleştirmek değildir.

DÖRTLÜ (Kuartet) ATTİS TİYATROSU Yazan: Heiner Mueller Yöneten: Theodoros Terzopoulos Y u n a n i s t a n 3 4

Tiyatro...Tiyatro...


a

cy

pe


a

cy

pe


a

cy

pe


Polonya'dan Wisniewski Tiyatrosu : Kamaşma

söz yerine aksiyonla sergilenen oyun Kenan

hilinde izleyeceğimiz oyunu Kamaşma. Kamaşma, Tolstoy'un Bir Atın Öyküsü adlı hikayesinden, yine Wisniewski tara­ fından sahneye uyarlanmış bir oyun. "Bu öyküyü yeniden anlatmaya 1980'de Lyubimov'un uyarlamasını seyrettiğim­ de karar vermiştim. Oyundan çıkınca öyküyü bir kez daha okudum ve Tols­ toy'un zekasına bir kez daha hayran ol­ dum, çünkü." diyor, Wisniewski.

pe

cy

a

Bu yıl Uluslararası İstanbul Tiyatro Fes­ tivali kapsamında izleyeceğimiz ilk oyun, Grotowski, Szajna, Kantor gibi ti­ yatro adamları yetiştiren Polonya'dan. Festival izleyicilerinin bir başka şansı da Polonya'dan gelecek oyunun yönet­ meninin Polonya Tiyatrosu'nda bu isim­ lerin hemen ardında yer alması, bu isimlerden sonra Polonya'nın yetiştirdi­ ği en önemli tiyatro yönetmeni olarak kabul edilmesi; Janusz Wisniewski ve Wisniewski Tiyatrosu. 1949 Polonya doğumlu olan Janusz Wisniewski Var­ şova Tiyatro Akademisi Sahne direktör­ lüğü Bölümü'nü bitirdi. 10 yıla yakın bir süre 'Teatre Nowy' ile çalıştı. 1983te yazdığı, yorumladığı ve sahne düzenini yaptığı The End of Europe (Avrupa'nın Sonu) ile BİTEF Tiyatro Festivali'nde büyük ödülü, Fight Between the Carnival and the Lent oyunu ile Polonya Dı­ şişleri Bakanlığı ödülünü aldı. Danimar­ ka, İsrail, Almanya, İspanya, İngiltere turnelerine çıkan "The End of Europe" 1985'te Edinburg Fringe Festivali Özel Ödülü'ne hak kazandı. 1987'de yazdığı Hasta Adamın Duası adlı oyun yine tüm Avrupa kentlerini dolaştı ve Salzburg Festivali'nin yıldızı olarak nitelendi. Ka­ ra Tren adlı oyunu ise 1989'daki Batı Almanya turnesinde yılın en başarılı oyunu olarak tanımlandı.

UÇAR

1988'de Varşova'da kendi topluluğunu kuran yönetmenin Festival programı da28

Tiyatro... Tiyatro...

Kamaşma ilk kez 1989'da Varşova'da sahnelenmiş ve 1990'da da Toronto ve Hamburg Uluslararası Festivalleri'ne ka­ tılmış, yine 1990'da Edinburg Festivali'ne çağrılarak Fringe Bölümü'nde bi­ rincilik ödülü almış bir oyun. Bu satırları yazarken henüz izleyemediği­ miz oyuna ilişkin edindiğimiz tüm bilgi­ ler, farklı ülkelerin basınında yer alan görüşler, oyuncuların yanısıra, maskla­ rın, kuklaların da müzikle, dansla bü­ tünleştiğini, adeta canlandığını düşün­ dürüyor. Oyun süresince seyirciye geçen o estetik dinamizmle verilense, bir 'insanlık sirki'nde olunduğu hissi. Eleştirmenlerce "Yönetmen tiyatrosunun izlenmesi gereken örneklerinden biri" olarak kabul edilen oyunun yönetmeni ise, reji anlayışına ışık tutacak şekilde; "Oyunda çok şey anlatılıyor ama söz­ cüklerle değil. Anlatımda tek araç söz değil ki...", diyor.

Sadece Polonya Tiyatrosu'na değil, dünya tiyatrosuna da imzasını atmış in-


a

pe cy

Usta yönetmen Wisniewski'nin yönettiği, Kamaşma, sözün yerini aksiyonun aldığı bir tiyatro şöleni

sanlar arasında yer alan Wisniewski, yönetmenliğinin yanısıra başarılı bir sahne tasarımcısı ve ressam olarak da tanınıyor.

Henüz seyredemediğimiz bu eserin ori­ jinalinden ve basında yer alan bilgiler­ den yola çıkarak söyleyebileceğimiz şeyler arasında bu oyunun bir Toltsoy eseri olduğunun hatırlanması, kendi ül­ kesi dışında birçok ülkede ödüller alan bir yönetmen tarafından sahnelendiği­ nin unutulmaması ve sergilendiği her kentte çok büyük ilgi gördüğü var.

Seyredilecek oyun, inanılmaz bir müzik eşliğinde, atların adeta dansettiği, düze­ nin acımasızlığılığını vurguladığı, çalış­ tığı, üzülüp sevindiği, ağlayıp güldüğü, bir kenara itildiği ve öldüğü olgularının tümünü, yani neredeyse yaşam sürecin­ de bir insan için geçerli olabilecek tüm olguları içeren, görselliğin, inceliğin, groteskin kucak kucağa yaşandığının at­ larla canlandırıldığı çarpıcı bir oyun. Festival Komitesi'nin deyimiyle 'sözün yerini aksiyonun aldığı bir tiyatro şöle­ ni. •

KAMAŞMA (Dazzle) WISNIEWSKI TİYATROSU

Yazan: Tolstoy Yöneten: Janusz Wisniewski P o l o n y a

Tiyatro... Tiyatro...

29


a

pe cy


a

pe cy


Romanya'dan Masca Tiyatrosu: Palto

drama aktöründen hareket aktörüne B e a t r i c e

bir çalışma gerektiriyordu. Oyuncular genel bir eğitimin yanısıra pandomim ve palyaçoluk ala­ nında, dans ve akrobasi alanında özel eğitim gördüler ve çok çalıştılar. • Oyuncular Masca Tiyatrosu'nda mı aldı­ lar bu eğitimi, yoksa geçmişleri mi var? Elbette hepsi normal tiyatro eğitimini tamam­ lamış hatta 1 veya 2 yıl geleneksel tiyatrolarda çalışmış aktörler ama bizim biçimimize özgü her şeyi burada beraber çalıştık, beraber oluş­ turduk. Her şeyi beraber yaptık. Masklarımızı, kostümlerimizi bile kendimiz hazırladık. • Pandomimin tiyatrodaki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bazılarına göre tiyatro sözle başlamıştır, bazı­ larına göre ise hareketle. Ben insanla başladı­ ğını düşünüyorum. Tiyatro, bir iletişim kura­ bilme yolu, fikir alış-verişinde bulunabilme yolu, bir varolma, bir yaşama biçimidir. Pan­ domim ise bizatihi bir sanattır ve kendine özgü kuralları vardır. • O halde bir pandomim okulu eksikliğin­ den söz edebilir miyiz? Yoo, hayır. Böyle bir okul var zaten, daha doğ­ rusu Tiyatro Okulu'nda öğrenciler bu alanda bir eğitim alıyorlar. Tapalaga, Pittis gibi yurtdı­ şında bu alanda çalışan profesyonel aktörleri­ miz de var, hatta şu anda bile genç bir arkada­ şımız Marcel Marceau'dan kurs alıyor. Birkaç yıl önce amatörler için Puppet Theatre'da bir pandomim okulu başlatmıştık, yöneticiliğini ben üstlenmiştim, ancak bu legal bir statü ta­ şımıyor. • Gösterilerinizin oluşumu sürecinde ne tür problemlerle karşılaşıyorsunuz? Bu tiyatroda her şey biraz farklı işliyor. Örne­ ğin, biz dramaturjiyi reddediyoruz. Dekoru ro­ manlardan, kısa hikayelerden, bizzat yaşamın gerçekliğinden yola çıkarak oluşturuyoruz. De­ kor yapıldıktan sonra yoğun bir araştırma ça­ lışması başlıyor. Sonrası ise kollektif bir labo­ ratuar, tam bir ekip çalışması. Grupta, şu anda

pe cy a

• Bize kısaca grubunuzu tanıtır mısınız? Masca Tiyatrosu bir 'gesture', bir pandomim tiyatrosudur. 1990 Mayıs'ında Kültür Bakanlığı desteğiyle kurulmuştur. Ağustos 1990dan bu yana tiyatromuz, altı ak­ tör, iki yönetmen bir çevre düzenleyicisi ve iki teknisyeni ile birlikte 7 oyun sahnelemiştir. Ayrıca, 1990'da,"Uluslararası Palyaçolar Festi­ valine (Fransa), 1991'de "Deneysel Tiyatrolar Festivali"ne (Kore), 1991'de'Tiyatro Festiva­ line (Tunus) ve 1992de "İmaj Tiyatroları Fes­ tivaline (Budapeşte) katılmıştır. Bu yıl, İstan­ bul'daki festivalden sonra Fransa ve Madagaskar'a gideceğiz. • Tiyatro anlayışınızdan, izlediğiniz çizgi­ den bahseder misiniz? Tiyatroda 1989'dan bu yana, tıpkı sosyal ya­ şamda olduğu gibi, çok şey değişti. Bugün bi­ le, her şey, güçlükle yakalayabildiğimiz bir he­ defe yönlendirilmiş durumda. Aynı hareket gerçeğin bir aynası olan tiyatroda da var ve gerçeği göğüsleme cesareti olan pek azımız da bomboş bir tiyatroda buluverdik kendimizi. Sahne üzerinde yaptığımız her şey, hareket gi­ bi, sözler gibi, ki bizi kahraman yapmıştır, ar­ tık bazı şeyleri kanıtlamış durumda. Öyle bir bölge vardı ki, belki de bizim dışımızda hiç kimse, bir şeyleri kanıtlamayı düşünmemişti bile. Bu, aktörün sanat bölgesiydi. Benzer ha­ reketleri National Theatro'da Andrei Şerban'ın Trilogy'sinde de gördük ancak onda da kulla­ nılan dil yeterince yeni değildi. Tiyatro okulun­ da da ufak denemeler yapıldı, ancak hiçbiri ye­ terli değildi. Bu noktada, drama aktörünü, hareket aktörüne dönüştürmemiz gerektiğini, beden dilini kul­ lanmamız gerektiğini düşündük ki bu çok baş­ ka, çok farklı bir şeydi. Klasik tiyatrodan, örne­ ğin bir Hamlet monologundan çok daha fazla prova gerektiren bir tarzdı bu. Oyuncunun çok derin, çok parlak ve etkileyici olmasını gerekti­ riyordu, öncelikle. Herhangi bir oyun hazırla­ nırken gereken ön eğitimden çok daha farklı

C O S T I N E S C U

32

Tiyatro... Tiyatro...


pe

cy a

herkesten çok bilen ben olduğum için yönetme­ nim, şefim. Bir zaman gelecek oyunculardan bi­ ri beni geçecek ve tabii ki o lider olacaktır. • Palto'ya ilişkin ne söylemek istersiniz? Palto, bana çok sıcak ge­ len, benim için çok de­ ğerli bir oyun. Yaşamı­ mın çok zor bir anında oluşan bir oyun. İlk ver­ siyonunu yaptığımda Na­ tional Theatre'da aktör­ düm. Film ve Tiyatro Sanatları Enstitüsü öğ­ rencileriyle yaptım. So­ nuç tam bir fiyaskoydu. Meslekdaşlarım, eleştir­ menler, hep olumsuz yaklaştılar. Tabii öğren­ ciler de şimdiki aktörle­ rim kadar başarılı değil­ lerdi. Zaten iki gösterimden sonra oyun yasaklandı. Daha sonra Masca Tiyat­ rosunda sahneledim ve gerçek bir başarı kazan­ dı. Palto'nun 5 versiyonu var ve hepsinde de sıfır­ dan başladık. Zaten bi­ zim düşüncemize göre, gösteri yaşayan bir şey­ dir ve yaşayabilmesi için de emek sarfetmek gerekir. Her gün yıkanmalı, saçı taranmalı, üs­ tü başı düzeltilmeli yani bakılmalıdır. Ayrıca bazı sahnelerin yeniden ele alınması, özellikle bu gösteri için çok faydalı oldu. • Uluslararası festivaller hakkında ne dü­ şünüyorsunuz? Geniş bir tiyatro dünyasında, tiyatro oluşu­ munda bulunmak her zaman için fayda getirir düşüncesindeyim. Festivallere sadece oyunu­ nuzu sunmak için gitmiyorsunuz zaten, aynı zamanda diğer tiyatro insanlarıyla buluşmaya,

fikir ve deneyim alış verişinde bulunmaya gidi­ yorsunuz. Uluslararası bir festival birde böyle bir olanak sunuyor insana. Ben Uluslararası İstanbul Festivali'ne ilişkin fazla bir şey bilmi­ yorum, sadece iyi ve güçlü bir organizasyon olduğunu duydum. Palto'nun Festivale davet edilmesi ve Komite'nin bu konuda ısrarlı olma­ sı ise beni çok mutlu etti. Bizim için 2 gösteri sunacağımız bu 4 gün enteresan olacak. Uma­ rım, biraz önce de değindiğim gibi sadece ver­ mekle kalmayıp teatral pillerimizin de şarj edil­ mesini sağlayacak. •

PALTO MASCA TİYATROSU Yazan: Nikolay Gogol Yöneten: Mihal Malaimare

Romanya Tiyatro... Tiyatro...

33


İspanya'dan La Compania de Teatro Nuevo: Kum Kadın

dram sanatının tiyatro içinde yeniden keşfi Yankı

EYÜBOĞLU kuyuya döküldüğünü farkeder. Başlangıçtan itibaren, kadının bir mahkum, bilinmeyen bir güç tarafından yönetilen bir köle olduğunu görmüştür ve bunu kadının da anlaması için ona yardım etmeye çalışır. Kadın bu kaçışı olmayan kum yüzünden kendi­ sinden önce başka insanların da kumun kurba­ nı olarak öleceğini bilmektedir ve durumu ka­ bullenmiştir. Sadece sonu şiddetle biten ve vücutlarını bir an için birleştiren, bağlayan vahşi bir aşkın koruyabildiği...

a

İstanbul Tiyatro Festivali çerçevesinde bu yıl ilk kez bir İspanyol topluluk izleyeceğiz; La Compania de Teatro Nuevo (Yeni Tiyatro Top­ luluğu). İsimleri gibi gerçekten de yeni olan topluluk 1989da Jaroslaw Bielski ve Socorro Anadon tarafından kurulmuş. La Compania de Teatro Nuevo'nun kuruluş amacı İspanya'ya genç ve kalıcı bir tiyatro topluluğu kazandır­ mak ve özgürce belirlenmiş ilginç bir repertu­ arla izleyicinin karşısına çıkmak; tiyatroda yeni biçimlere yönelmek. Topluluğun 23 ve 24 Ma­ yıs tarihlerinde Kenter Tiyatrosu'nda sahnele­ yecekleri oyun ünlü Japon yazar Abe Kobo'nun bir yapıtından, La Mujer de la Arena'dan (Kum Kadını) uyarlanmış. Oyun ya­ zarın rejisiyle Tokyo'da da sahnelenmiş ve Yomiuri Ödülü'nü kazanmış. Pek çok dile çevri­ len bu eser sinemaya da uyarlanmış ve 1964te Cannes'de Jüri Özel Ödülü'nü almış.

pe

cy

Kadının tam tersine erkek devamlı durumu reddeden bir isyankarlık gösterir. Kuyudan kaçmaya çalışır ama nafile. Adamlar tarafından tutulur ve tekrar kadının yanına götürülür. Kö­ lelik durumunu kabul eder.

Kum Kadın'ı uyarlayan ve sahneye koyan Ja­ roslaw Bielski, Polonya'lı bir yönetmen. Tiyat­ ro Dergisi için hazırladığı yorumunu aktarıyo­ ruz: "Kum Kadın toplumla, insani oluşlarla ve ha­ yatla ilgili çok güçlü metaforik bir makine işle­ vi görür. Mecazın hareket ettiği çıkış noktası birçok ipucundan oluşur. Eserde geçenler herhangi bir yerde de görülebilir: Japonya'da olduğu kadar İspanya'da ve Türkiye'de de. Bir entomoloji profesörü boş zamanlarında bilme­ diği bir bölgede böcek avlar. Geceyi geçirecek bir yeri olmadığı için tanımadığı bir adamın davetini kabul eder. Bu tanımadığı adam, ken­ disini küçük bir evde oturan yalnız bir kadının karşıladığı, bir kuyunun yanına götürür. Profe­ sör ip bir merdivenden inen kadının kumu bir taraftan öbür tarafa atmaktan başka hiçbir şey yapmadığını görür. Ki bu kum, Kafka şatosu­ nun korumaları gibi değişik bir madenin ma­ dencilerine benzeyen iki adam tarafından ta­ şınmaktadır. Profesör dehşetle kumun tekrar

34

Tiyatro... Tiyatro...

Kobo Abe metninde, bizi Sisifo'nun mecazi bir şekilde adamın kendi kendine içine düştüğü tuzaktan kurtulamayışını anlattığı çalışmaların­ daki gibi bir durumla karşı karşıya bırakır.

Bu mücadelede iki değişik hareket birbirinden ayırdedilir. Kadın -belki de tecrübesinden dola­ yı- bu durumu kabul eder ancak bu arada da kendini korumaya ve itaat etmek zorunda kal­ dığı olası şeylerden kendine pay çıkarmaya ça­ lışır. Adam; kendini henüz bu duruma düşmüş biri olarak kabul etmez ve kontrol edemediği bu durum karşısında isyan eder, bütün kapasi­ tesini kullanmaya çalışır fakat kendisini çevre­ leyen tanımadığı bu güçlere karşı koymanın imkansızlığını ve kendi güçsüzlüğünü görür, ilginçtir ki, adam yenilmez bir güçle mücadele etmeye başlayınca kadına geri döner, onun cinselliğine sığınır. Yerleşik olanla, sonradan gelen; medeniyetler arasındaki çatışma, cinsiyetler arasındaki diya­ log yetersizliği keşfedilmiş olan, güçliülüğüyle sahiplenilmiş olan ve hayatın sırrı hakkında bir şeyleri ortaya koyan bir örnek olarak bakabiliriz Kum Kadına.


a cy pe KUM KADIN COMPANIA NUEVO DE TEATRO Yazan: Kobo Abe Yöneten: Jaroslaw Bielski

İspanya


pe cy a


ay cep


pe cy a


a

pe cy


a

cy

pe


pe cy a


p

a y c e


pe cy a


Gerald Genta kimdir? Saat ve gözlük sektöründeki katkıları ne olmuştur? Son yılların en önemli saat yaratıcılarından biridir. Genta belki de en önemlisidir. Bugün Genta saatini ve gözlüğünü taşıyan şahıslar ayrıcalık taşırlar. Tıpkı Japon İmparatoru, Brunei Sultanı gibi... Saatleri ve gözlükleri çok özel galeri ve gözlükçülerde dünyanın en pahalı takılan olarak sunulur. Seçkin

müşterileri

ve

de

kalitede

en

üstünlük,

hatasızlık

ve

garanti

özellikleriyle temayüz etmişlerdir. Genta saat, gözlüklerini alanlar artık geriye bakmazlar. Onlar artık Genta dünyasına girmişler, eksklusivite (exclusivete) müstesnalık mertebesine ulaşmışlardır. İtalyan asıllı bir anne babadan İsviçre /Cenevre'de dünyaya gelen

Genta,

Piguet,

Patck Philippe,

Bulgari

gibi

cy a

isimlerle tasarımcı olarak çalıştı. 1969'da fabrikasını kurdu ve mekanik saatlerin kendi adıyla imaline başladı. Senede 5000 adet saat üretmekte ve de umumiyetle siparişle çalışmaktadır. 1990 yılında İtalyan bir firma ile gözlük sektörüne yönelen Genta kendi tarafından tasarlanan gözlük koleksiyonunda saatteki çizgilerini kullandı ve de yine saat koleksiyonundaki aynı adlarla adlandırılan Gefica, Gold & Gold, New Classic gibi modellerine yön verdi. %

pe

100 garanti veren tek ülke Japonya'da kaplamaları yapılan gözlükler dünyada ilk defa 2 mikron nikel-palladium ve 4 mikron altınla toplam 6 mikron olarak gözlük sanayiinde en üst noktaya ulaşıldı. Teknik tasarım ve birleştirici parçalar ise Alman / Avusturya ortak firmaların işbirliğiyle meydana getirildi. Çok özel bir çift deri kılıfıyla ve de garanti sertifikasıyla müşteriye sunulan gözlükler 24 ay garanti ve servis hizmeti özelliği taşır.

İTHALAT VE DIŞ TİCARET A.Ş.

Ankara Cad. Pamir Han Kat: 5 No: 16 34420 Sirkeci- İSTANBUL Tel: 512 19 55 - 520 71 71 Fax: 519 47 34


a

cy

pe


Avusturya'dan Tuncel Kurtiz ve Ekibi: Şeyh Bedrettin

her insan bir kâinat gibidir, onda her şey mevcuttur N a l â n

• Sayın Tuncel Kurtiz, tüm performans­ larınız için genelliyebileceğiniz bir ça­ lışma biçiminden söz edilebilir mi?

fark olmadığını görüyorsun. Bunu sahne üzerinde vermeye çalışmak var, bunun için başka bir ritm arıyorum, o ritmi de bizim ayinlerimizde buluyorum. Ayin dün­ yanın her yerinde var. İnsanlar biraraya geliyorlar ve coşkuyla, ya tabiatın doğur­ masını kutluyorlar ya da başka bir şeyi, ama ayin hep var. Şeyh Bedrettin'de de insan oluşumuzu kutlayacağız, insan ol­ duğumuzu hatırlıyacağız. Çünkü unutmu­ şuz insan olduğumuzu. Artık hareket bile etmiyoruz. Petrol medeniyetinin son in­ sanları olarak biniyoruz otomobilimize gi­ diyoruz, sürekli bir yerlere, bu sabah be­ nim buraya gelişim gibi. Herkes asabi, sinirli, uykusuz. Zaten uyku artık uyku ol­ maktan çıkmış, kimse rüya bile görmü­ yor, gördüğü rüyayı da kimse kimseye söylemiyor artık. Bu medeniyetin sonuna geldik çünkü, ayin de o. Petrol medeniye­ ti sonuna geldi dayandı artık, benim için. Kaybolmaya yüz tuttu. İnsanı tekrar bira­ raya ancak tiyatroyla getirebiliriz. Bu t i ­ yatro da bir ayindir aslında. Tiyatronun temeli ayindir zaten.

pe cy

a

Bir kere, ne biliyorsam, bana doğru diye ne öğretmişlerse, hepsinin yanlış olduğu­ nu öncelikle kabul ediyorum, hiçbir kural tanımıyorum, yeni kurallar da koymamaya çalışıyorum. Onun için de yaptığım oyu­ nun kostümüne kadar, her an her şeyi değiştiriyorum. Mesela Şeyh Bedrettin'in premiyerinde, Viyena'da, Kara Şaman oy­ nadım, üç gün sonra punk oynadım. Mü­ zikte de öyle, notayla çalışmıyorum, me­ sela.

Ö Z Ü B E K

• Festival çerçevesinde izleyeceğimiz Şeyh Bedrettin Gösterisi'nin oluşumuna ilişkin ne söylemek istersiniz? Şeyh Bedrettin günümüz için bir ayin. İn­ sanlar biraraya geliyorlar ve Nâzım'ın Bedreddin şiiriyle günümüz için bir ayin yapıyorlar. Bedrettin günümüz için çok önemlidir hâlâ. Yahudi, Hıristiyan, Müslü­ man, hepimiz bir Allanın kuluyuz. Bütün bu dinler softaların elinde kullanılmış bir­ takım aletlerdir. Gelin hep beraber olalım. Dünyadaki bütün renkler, bütün ırklar, hepsi insandır. Yine Bedrettin'in sözüyle, "her insan bir kainat gibidir, onda her şey mevcuttur." Bütün bunlar yıllarca yıllarca kafamda var, '56'lardan beri. ilk 1956'da okumuştum bu destanı, babamın mahzen­ de çürüyen bir sandığının dibinde bul­ dum, o zamandan beri hep kafamda, der­ ken yıl 1976 atom fiziğine gidiyorsun, Einstein'a gidiyorsun. Atom parçalanıyor ve her parçada aynı enerjiyi görüyorsun,

38

Tiyatro... Tiyatro...

• Biraz da bu destanın ilk oluşumun­ dan, tarihçesinden bahsedebilir miyiz? İlk olarak 1966'da Yılmaz Güney'le film yapmayı düşündük, olmadı. 1989 Berlin Tiyatro Günleri'nde bir happening olarak çıkıverdi. Filipinli bir piyanist, Brezilyalı bir gitarist, bir Brezilyalı ritm section, bir Alman kadın, ben ve sunucu Daniella, bir denbire ortaya çıkıverdik daha doğrusu. Hiçbirisi bir şey bilmiyor Bedrettin hak­ kında. Piyano başladı, gitar başladı, Dani-


a cy pe ella Almanca bir şeyler söyledi. Bir pandomimci kız vardı, o fırladı sahneye. Me­ tin Sarıhanlı katıldı. Tam doğaçlama, ben de uçmaya başladım. Biz içiçe girdik.

Sonra Ruhr Bölgesi'nde 80 kadar Türk Kürt, Alman, Çekoslavak, Alaskalı, İtalyan işçi ve memur takımıyla çalışmaya başla­ dım. Onlarla Pazar günleri mesela 10 saat


Amerikan Hükümeti'nin ilgili bakanlığı yurtdışına gönderdiği Amerikan sanat grubuna bir de Türk dahil ediyor, bizim yeğen. Dansediyor Mehmet. Kasetlerini, dansını gördükten sonra bu yerleşti içi­ me. Doğum, hayat ve ölüm içindeki o gü­ zelim spirali harikulade bir noktaya götür­ dü. O sahneyi ben oynamıyorum. Yani Bedrettin'in Sultan'ın karşısında kendi ölüm fermanını vermesi, niçin benzinin sarardığı, o bölümü oynamıyorum bile. Neden diyeceksin, o bölümü anlatamıyo­ rum da onun için oynamıyorum, işte ora­ ya mesela bir dans lazım belki. Sonra bir büyük proje olarak Karaburun Dağları'nda yapmak istediğim bir şey var. 200 tane koyun istiyorum, 200 tane de keçi olsa, 5-10 tane de deve olsa, bunların çıngırak­ ları da olsa. Böyle bir spiral Çizsem, bü­ yüyen, büyüyen ve giderek ikinci spirali yaratan, devinsin ve bunların aralarında ben olayım. Hep birlikte Nâzım'ın şiirini devinerek söyleyelim kendi seslerimizle Çanların arasında. Bir tarafta da Alman ve İngiliz grubum olsun, onlar da alüminyum bir platform üstünde kontrbas, saksafon ve piyano eşliğinde oynasınlar oyunu, mesela. Binlerce insan da gelsin seyret­ sin. Böyle bir de hayalim var işte.

pe

cy

a

çalışıyorduk. Güzel, enteresan bir çalışma çıktı ortaya. Daha sonra Viyena'da ise 3040 kadar genç oyuncuyla çalıştım ve ara­ larından yedisini seçtim. Bir Meksikalı, iki Alman, üç Avusturyalı, bir de Roman­ ya'da büyümüş bir Alman. Birden elimiz­ de dört dil oluştu; Türkçe, Almanca, İs­ panyolca, Romence. Bunlardan da yararlandık, bu diller arasındaki o müthiş ahenkten de yararlandık. Almanca, İspan­ yolca ve Romence de kullanıyorum. Türk olan bir arkadaş daha var, soprano. Onun da'sesinden yararlanıyorum. Ben Türkçe oynuyorum, başka bir ritmle, onlar benim korom oluyorlar, onlar Almanca oynarken ben onların korosu oluyorum. Çünkü ben onlara bakınca kendimi görüyorum, onlar bana bakınca kendini görüyorlar. Yine Bedrettin'in sözü, "nereye baksam kendi­ mi görüyorum" diyor. Biz de öyle, bir olu­ yoruz, ama hepimiz hürüz. Hepimiz birer yıldızız yani, her birimiz kendi devinimi­ mizi sürdürürken büyük bir uyum içinde­ yiz, kainatta olduğu gibi. Öyle güzel olu­ yor ki birdenbire bir Romence duymak, birden bir İspanyolca bir gazele girmek çok hoş oluyor. Ne güzel zenginlikler bunlar, keşke Afrikalı arkadaşlarım da olabilseydi bu projenin içinde. Keşke da­ ha başka milletlerden insanlar da olsaydı, içiçe olsaydık Bedrettin'in felsefesi için­ de, çünkü Bedrettin bir yerde diyor ki "şu kainatın güzelliğine bakın", bir yerde de "her insan bir kainattır, her insanın içinde altı milyar yıldız vardır" diyor. • Şeyh Bedrettin'i daha nerelere taşı­ mayı düşünüyorsunuz? Caza doğru götürmek istiyorum, içine dans koymak istiyorum. Benim bir yeğe­ nim var Mehmet (Sander), şu anda Los Angeles Festivalinde seçici kurulda.

Başka projeler de var tabii. Örneğin Mak­ sim Gorki'nin Ayaktakımı Arasında da be­ nim için bir ayindir, Çehov'un Dağ Yolu da bir ayindir. Benim seçtiğim piyesler vardır. Her piyesi de yapmam tabii ki, ben hayatımı verdiğim şeyleri yaparım, her şeyi de bilmek zorunda değilim. Son yıl­ larda geldiğim nokta, bir Dostoyevski, bir Tolstoy, bir Gorki, bir Çehov, bir İbsen, belki bir de Shakespeare. Şimdilik bura­ lardayım, belki başka şeyler de çıkar, bi­ lemiyorum. •

ŞEYH BEDRETTİN Yazan: Nâzım Hikmet Gerçekleştiren: Tuncel Kurtiz Oynayanlar: Tuncel Kurtiz ve Ekibi

Avusturya


pe cy a


Ankara Sanat Tiyatrosu: Sakıncalı Piyade 93

sakınamadığımız sakıncalı piyade A y ş e g ü l

salonu tıka basa dolduran bir seyirci kitlesine sergileniyor. Oyunun yeniden sahnelenmesine karar verme yo­ lunda sancılı bir dönem yaşadı AST. Mumcu'nun yapıtını, yazarının ölümünün yüreklerimizde açtı­ ğı yara henüz kanarken sahneye getirmek, gişe kazancına yönelik bir duygu sömürüsü olarak yo­ rumlanır mı? 12 Mart döneminin kısa bir süresini kapsayan yapıt, o dönemi yaşamamış olan genç kuşaklar üstünde onbeş yıl önceki vurucu etkisini yapar mı? Kısacası, oyunu yazarının ölümünden hemen iki ay sonra sahneye getirmenin artıları ve eksileri neler olabilir? Bir yandan sa­ nat görevi bilinci, öte yandan Uğur Mumcu'ya duyulan saygıya ters düş­ meme kaygısı nedeniyle Sakıncalı Pi­ yade, 30'uncu sanat yılını dolduran topluluğu belki de en çok zorlayan oyun oldu. Sonuç, her yaştan seyirci­ den yürekten alkış alan, alabildiğine özentisiz ama her bakımdan özenli ve duyarlı, eski yorumlanış biçiminden çok farklı, çok daha yalın, yepyeni bir Sakıncalı Piyade. Rutkay Aziz ve Metin Balay'ın sahne düzeniyle oluşturulan yapımda Timur Selçuk'un ilk yapım için bestelediği özgün müzik kullanılıyor. Şarkı sözle­ rinin yazarı -artık aramızda olmayanÇiğdem Talu. Yalçın Emiroğlu'nun, bir episoddan ötekine büyük bir hızla ge­ çilmesini sağlayan işlevsel ve anlamlı çevre düzeni içinde şaşırtıcı bir hare­ ket ustalığıyla göz açıp kapayıncaya dek bir rolden bir başkasına geçen do­ kuz sanatçıdan çoğu ilk yapımda da yer almış. (Yaman Okay ise artık ara­ larında değil.) 1978 yapımının Sakın­ calı Piyade'si Rana Cabbar'ın yerine ise Mehmet Ulay geçmiş. Yeni yapımı eskisinden ayıran temel özellik, tüm çabaların, bir tiyatro olayı yaratmak yerine, Uğur Mumcu'nun duyarlığını sahnede yansıtmak üstün­ de odaklaştırılmış olması. Bu nedenle,

pe

cy

a

Uğur Mumcu'nun unutulmaz yapıtı Sakıncalı Pi­ yade onbeş yıl önce Ankara Sanat Tiyatrosu sa­ natçılarının üstelemeleriyle yazarı tarafından oyunlaştırılmış ve Rutkay Azizin sahne düzeniyle sergilenmişti. AST oyunu bir kez daha, ama bu kez, 12 Mart 1971'den, alçakça bir suikasta kur­ ban gittiği 24 Ocak 1993 gününe dek, haksızlık, zulüm, mantıksızlık, hukuk dişilik, bağnazlık, na­ mussuzluk ve Atatürk devrimlerini hiçe sayma gi­ rişimleri karşısında, 'sakıncalı" kimliğini bayrak gibi taşıyarak savaşım veren Mumcu'nun anısına sahneye çıkardı. Oyun başladığı günden bu yana

YÜKSEL


cy a

pe

oyunu oluşturan episodların tek tek vurgulanma­ sı yerine, tümünün, hızlı bir akış içinde, sanki Mumcu yirmi iki yıl önce tutmuş olduğu bir anı defterini bundan iki üç ay önce yeniden okumuş da olayları bir kez daha gözünde canlandırıyormuş gibi sunulması yeğlenmiş. Mehmet Ulay da, yazı masasının başına oturduğu anlarda, Sakın­ calı Piyade'yi 1990'ların Mumcu'sunu düşünerek oynuyor. Olaylara yılların ötesinden bakılması so­ nucunda Uğur mumcu'nun 'kara alay'ı bir oranda keskinliğini yitirerek buruk gülmeceye dönüştü­ rülmüş. Böylece kahkaha üretmektense gülümse­ meyle yetinme yolu seçilmiş. Bugünün bakış açısından izlendiğinde, Mumcu'nun eleştirdiği çarpık hukuk mantığının ve

devlet yönetimi anlayışının, oyunda yer alan -ve artık Türkiye'nin gündeminde olmayan- kişilerle sınırlı olmadığı 12 Mart'tan 12 Eylül'e ve günü­ müze uzanan süreç içinde ne denli belirleyici bir rol oynadığı gözler önüne seriliyor. Sahnedeki 12 Mart dönemini izlerken, Türkiye'nin son yirmi yılı da film şeridi gibi geçiyor gözlerinizin önünden. Boş yere yaşlanmadığınızı anlıyorsunuz... Oyunun son sahnesinde ise hepimiz (sanatçılar ve seyirciler) bugündeyiz. Dinmek bilmeyen yağ­ murun sırılsıklam ettiği şemsiyelerin ardından dostça gülümseyen Uğur Mumcu'yu hepimiz da­ kikalarca alkışlıyoruz. AST 'insana saygı' ile 'sanata saygı'yı buluşturu­ yor. •

SAKINCALI PİYADE 93 ANKARA SANAT TİYATROSU Yazan: Uğur Mumcu Yöneten: Rutkay Aziz - Metin Balay Oynayanlar: Mehmet Ulay, Erol Demiröz, Yaşar Akın, Altan Erkekli, Koray Ergun Mahir İpek, Şehsuvar Aktaş, Zafer Elgin, Ali Erkazan Müzik: Timur Selçuk Koreografı: Mehmet Yalız Dekor: Yalçın Emiroğlu


a

cy

pe


a

cy

pe


Ankara Devlet Tiyatrosu: Bahar Noktası

antik yunan döneminden ege'ye... M u s a

A Y D O Ğ A N Periler Ece'si Müzeyyen'i eşek kılığına soktuğu bir esnafa aşık eder, intikamını alır ondan. An­ cak istediğini elde ettikten sonra düzeltir bu çarpıklığı. Bir an ölümlülerle ölümsüzleri ayıran çizgi yok olur, çakışır adeta. Halkı temsil eden esnaf da sergiledikleri oyunla yaşadıkları topluma ayna tutarlar. Bu karmaşık düğümü sonunda yine ölümsüzler çözer. Babaron ve Babacan Bican (Cin); bilerek-bilmeyerek ilkin kördüğüme dönüştürüp, sevenleri de sevdiklerinden uzaklaştırmalarına karşın, durumu düzeltir sevenleri birbirlerine kavuştururlar. Yücel Erten Bahar Noktasını Ege'ye kaydırarak bir Akdeniz sıcaklığı ve canlılığı kazandırıyor oyuna. En önemlisi oluşturduğu 'barış adası'yla; farklı dil, din ve ırktan halkların birarada kardeşçe yaşabileceğini, yaşaması gerektiğini vurgulayarak günümüz dünyasında yaşanan utanca misilleme yapıyor. Öte yanda periler dünyasını, dokunulmazlık zır­ hına bürünmüş doğaüstü bir güç olarak değil; etiyle kemiğiyle -ama masalın o gizemli büyü­ sünü yoketmeden yansıtıyor. Sanki kendilerin­ den biriymiş gibi gülüyor izleyici onlara. Esnaf ise birbirleriyle olan sıcak ilişkileri ve sergiledikleri tuluat tiyatrosuyla; farklı kültürle­ rin, bir başka deyişle Anadolu'nun zengin ve renkli mozaiğine ayna tutuyor. Ayrıca ikibinbeşyüz yıl önce bu topraklarda filizlenen tiyat­ roya da olan vefasını dile getiriyor. Tüm zorluk­ lara ve olumsuzluklara karşın, yine de tiyatronun yaşadığını, yaşayacağına ilişkin öz­ veriyi vurguluyor. Birlikte, devingen, sıcak ve canlı bir oyunculuk sergileniyor Bahar Noktas"nda. Farklı dünyaların insanları ustaca can­ landırılıyor. Özellikle diyalektdeki başarı ve tavırlardaki ayrıntılarla toplumun insan mozaiği

pe

cy a

Bir Yaz Gecesi Rüyası Shakespeare'in ünlü bir komedisi. Aşkın zıt ama yine de birbirini bütünleyen iki ayrı yüzünü; hem acı hem de mutluluk veren büyülü çekiciliğini anlatan bir aşk masalı. Periler ve insanlar... Bu iki farklı dünyanın ken­ di içindeki çatışmaların birçok noktalarda ça­ kıştığı ve düşle gerçeğin sarmallaştığı fantastik bir komedi. Bahar Noktası ise bu masalın yakın tarihdeki Osmanlı toplumuna aktarılması. Müsahipzade Celal'in Moliere uyarlaması. Can Yücel'in deyi­ miyle, 'bir Shakespeare oyunundan çok, Türk­ çe söylenmiş Shakespriyen bir masal Yücel Erten'in deyimiyle de, 'Ozanın ahbapça Shakes­ peare'in koluna girip, O'nu yüzyıllar öncesin­ den yakınımıza getirmesi'... Belki de bunların tümü, ama farklı, alışılmışın ötesinde bir ürün. Asıl öykü Antik Yunan dönemi Atina'da geçme­ sine karşın, Can Yücel bunu bir ölçüde Osmanlı İstanbul'una taşımış. Yücel Erten de, 20. yüzyıl başlarındaki Ege'ye: Türk-Rum, MüslümanHıristiyan ayrımının yapılmadığı, dolayısıyla halkların kardeşçe yaşadığı 'barış adaları'na kaydırmış. Mekân, zaman ve kişilerin değişimine karşın, Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası'ndaki öykünün aynısı Bahar Noktası. Adanın varlıklı ve asil gençlerinden İskender'le Eleni.birbirlerini sev­ mekte. Ancak Eleni'nin babası Egeus onların evlenmelerine karşı çıkar ve İskender, Vali Ko­ püş Paşa'ya şikayet eder. Çünkü ö kızını Dimitriye vermek istemektedir. Zaten Dimitri de aşıktır Eleni'ye. Oysa Dimitri'yi Hediye sevmek­ tedir. Hem de umutsuz bir aşkın pençesinde, adeta dişi kaplan gibi koşturmaktadır onun ar­ dından. Öte yandan periler dünyasında da benzer çatış­ malar yaşanmaktadır. Göz koyduğu 'parlak oğ­ lanı' vermediği için, Periler Sultanı Dabaron, Tiyatro... Tiyatro...


pe cy a

renkli bir biçimde yansıtılıyor. Dekor yalın, pratik ve işlevsel. Sah­ nenin gerisine yerleştirilen sütunlar bölgenin tarihi ve kültürel zenginliği­ ne ayna tutuyor. 'Cinli koy' ve kıyıya vuran 'tekne'yle bir yandan Ege'nin çarpıcı doğal güzelliği, öte yanda pe­ rilerin gizemli dünyası yansıtılıyor. Ve kırık dökük görünümüyle de tek­ ne, 'dokunulmazlık' zırhını delip komikleştiriyor perileri. Ancak minyatür havuz denizi simge­ lemekten uzak, adeta bir yama gibi kalıyor sahnenin ortasında. Bu yüz­ den teknenin olmadığı tablolarda sahnede büyük boşluk doğuyor. Bu boşluk doldurulmalı, özellikle deniz daha belirgin, daha çarpıcı biçimde verilmeliydi. Bu mümkün olmadığın­ dan, efektten verilen dalga sesleriyle sahne derinliğinde düşsel bir deniz yaratılabilirdi örneğin. Kostümler zaman ve mekânı çağrış­ tırmakla birlikte, salt bununla sınırlı kalmıyor. Akdeniz'i içine alan daha geniş bir mekan çiziyor, zamanın ötesine taşıyor ve oyunun yorumlan­ masına katkıda bulunuyor. Bahar Noktası yukarıda da belirtti­ ğim gibi, farklı ve ilginç bir söylememetin. Yücel Erten ise, eklemebudamalarla daha da ilginçleştiriyor oyunu. Bir dönemi canlı bir biçimde yansıtıp sıcak bir komedi yaratmakla kalmıyor; dostluk, kardeşlik ve barı­ şa ilişkin önemli mesajlar iletiyor gü­ Geçen yıl Romanya'dan Bir Yaz Gecesi Dönümü Rüyası adıyla izlediğimiz oyunu, bu kez Ankara nümüze. Ayrıca bir yanda komedinin Devlet Tlyatrosu'ndan, Can Yücel'in çevirisiyle Bahar Noktası adıyla izleyeceğiz 'kof bir güldürü olmadığını kanıtlarken, öte O'nu?.. Kuşkusuz sanat dünyasında olumlu ve yanda Shakespeare'in de böyle yorumlanıp oy­ olumsuz yaklaşanlar olacaktır Bahar Noktananabileceğini gösteriyor. sı'na. Ancak tiyatroya canlılık getirmesi açısın­ Shakespeare'i bu denli değiştirmek doğru mu? dan, oyunun böylesi bir tartışmayı başlatması Ve böylesi bir oyun ne ölçüde yansıtılabilir da önemli. •

BAHAR NOKTASI ANKARA DEVLET TİYATROSU Yazan: William Shakespeare Çeviren: Can Yücel yöneten: Yücel Erten Oynayanlar: Sönmez Atasoy, Zeynep Eronat, Şükrü Üstün, Nihat Hakan Güney Zühtü Erkan, Levent Ülgen, Gülenay Aksar, Tülay Bursa Adnan Erhaş, Mehtap Öztepe, Esra Acu, Zafer Çankaya, Fatoş Acu Alpay İzbırak, Mümtaz Sevinç, Mustafa Uğurlu, Günaydın Yaltırak, Levent Niş, Savaş Tamer, Sabahattin Özkan Dekor: Suar Seylan Kostüm: Sevgi Türkay Tiyatro... Tiyatro.

47


Ankara Devlet Tiyatrosu: Woyzeck

ayrıcalıklılar ve sıradan insanlar, "hayatın gücü" hangisinde? Engin

zeck'i tuzağa düşürmek isteyen bir mekândır. Ancak doğa diğer anlamı içinde oldukça güçlü bir kavramdır. Bir yandan Marie'nin cinselliğinde, diğer yandan da normal insanların vücut işlevlerinde orta­ ya çıkar. Woyzeck, üzerinde deneyler yapan dokto­ run test tübü yerine, çok sıkıştığından duvara idrarı­ nı yapıp rahatlar. Woyzeck'in yüzbaşıyı traş ettiği sahneye Müge Gürman'ın yaptığı ilaveyle Woyzeck yüzbaşıyı banyo küvetinde yıkarken ayaklarının altını sünger taşıyla kazır ve yüzbaşı elinde olmadan kah­ kaha atar. Aynı kişi daha ağır çalışan içgüdülerini ya­ ni cinselliğini, kontrol altında tutabildiğini belirtir. Yani maddi durumu daha iyi olanlar kendilerini adeta hadım ederlerken fakirler tavşanlar gibi çoğalmakta­ dırlar.

pe

cy

a

Woyzeck'i İrfan Şahinbaş Deneme Tiyatrosu'nda sahnelemek çok iyi oldu çünkü çerçevesiz ve nere­ deyse bütünüyle çıplak sahne bir "tearum mundi" vü­ cuda getiriyor ve seyirciyi bir insanlık trajedisine ha­ zırlıyordu. Rejisör Müge Gürman'ın da belirttiği gibi, bir sıra koltuğun kaldırılmasıyla seyirciler diğer grup seyircileri değil, oyunun gerçeğe dönüştürülmek üzere olan derinliklerini görüyorlardı. Oyunun etkisi, oyun başlamadan önce belirtiliyordu çünkü bir köşeye atılmış bir oyuncak bebek görüyor, onun acıklı yalnızlığını hissediyor ve onu teselli et­ mek ve ona bir yuva vermek istiyorduk. Ancak hem gerçek hayattaki hem oyundaki insanlığın çaresizliği içinde, onu seyretmekten başka bir şey yapamıyorduk. Bir ara bebeğin, Woyzeck'in küçük oğlu olduğu­ nu öğrendik ve hem onun hem de anne ve babasının, bebeğin bu tür bir varlığa sahip olmasıyla daha mı az, daha mı çok acı çektiğini merak etmeğe başladık. Oyunun dünyasında başlıca iki grup insanın varlığını farkettik; ayrıcalıklılar ve sıradan kişiler. Birinci gru­ bu temsil eden yüzbaşı, doktor ve bando seti ma­ kam, para, boş zaman ve saygınlık sahibiydiler. Bu kişiler kötü değildiler, sadece duyarsız ve insanlık kavramının sıcaklığından mahrumdular; ayrıca sıra­ dan insanların kaderini ellerinde tutuyorlardı. Sıra­ dan kişiler fakir, zavallı ve durumlarından haberdar­ dılar, doğal içgüdülerine göre hareket ediyor, ızdıraplarını sevişme ve içkiyle azaltmağa çalışıyor­ lardı. Bu kişiler dünyayı bilinçsiz bir şekilde milyar­ larca insanla dolduran bir 'hayat gücü'nü temsil et­ mekteydiler.

UZMEN

Bu sahnenin arkasında duran evren henüz tam şekli­ ni bulmamış bir taslaktan ibarettir ve bu taslak ancak yüzyılımızda biraz daha şekillenecektir. Din, önemli bir güç olarak görünmek yerine kelimelerin ya da bir aziz resminin arkasında saklanan, etkili sesler veren fakat aslında boş olan ses-fikir-ümit bileşimidir. Ama belki, erdem gibi, din de zenginler içindir, fakirler için aşırı lükstür. Oyundaki maddesel dünya şehir ve doğa olarak kar­ şımıza çıkar. Şehir insanların kendilerini ve sevdikle­ rini korudukları ve bu amaçla biraraya geldikleri bir yerdir. Doğa ise insanların kendilerini yeniledikleri ve huzur buldukları bir yerdir fakat bu oyunda şehir, in­ sanlara eziyet edilen ve doğa da insanları ve Woy­ Tiyatro... Tiyatro...

Oyun bu kadar ilerlediğinde Woyzeck'le Marie'nin çocuğu artık taş ya da bez bebeklikten çıkar ancak gene de konuşmamakta ve dilsiz bir hayvan gibi ızdırabını içinde tutmaktadır. Gene de onun bu sessizli­ ği, annesi ve babasının yakınmaları kadar etkilidir. Burada hem yazarın hem Müge Gürman'ın kolay duygusallıktan kaçındığını görüyoruz. Burada seyir­ ciler göz yaşı dökmeye zorlanmazlar, bütün insanları içine alan bir trajedinin içine çekilirler. Doktorun, yüzbaşının dostu olma işlevi dışında baş­ ka bir işlevi daha vardır ki bu da bencil, yararsız ve insanlıktan uzak ilimi temsil etmesidir. O belki de Kral Lear oyununda Lear'ın hayalindeki, ona "Regan'ı bir kesip biçsinler ve kalbini ve çevresini iyice araştırıp doğadaki bu katı kalpleri yaratan nedenleri bulsunlar" (III.IV) dedirten doktorları temsil eder. Le­ ar belki insanları kötü yapan nedenleri merak etmek­ tedir fakat Woyzeck üzerinde deneyler yapan bu dok­ torun bulmak istediği şey nedir? insanların gerçek mahiyeti mi, ızdırabın ne olduğu mu, yoksa bir insa­ nın ne dereceye kadar alçalabileceğini ölçmek mi? Doktorun hiçbir somut sonuca varamıyacak becerik­ sizliği seyirciyi bu tür bir araştırmaya yönlendirir mi ve o zaman seyirci acaba neyle karşılaşır? Herhalde sebepsiz ve sonsuz bir ızdırap. Bu prodüksiyonda anlamsız ve değişmez ızdırap çocuğun oyuncak atıy­ la da temsil edilir. Atın parasını Woyzeck sınırlı ola­ naklarıyla öder ve bu at çocuğun hiçbir zaman sahip olamıyacağı eşyalarını ve sevgiyi canlandırır. Oyunda din adamı gibi evli bir çiftin bulunmayışı in-


pe cy a

sandan ziyade bir hayvan toplumu karşı­ sında olduğumuzu ya da kendini yokluğa mahkûm etmek üzere olan bir toplumla karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Bu toplum esneklikten uzaktır ve daha iyi bir geleceğe yönelme gücüne sahip de­ ğildir. Oyundaki en önemli çift olan Woy­ zeck ve Marie, bilinçsiz bir şekilde kendi­ lerine cephe almış olan topluma karşı duramazlar, Woyzeck dans edenleri sey­ rederek ve Marie'yi gezmeğe çıkararak topluma katılmak istese de bunlar boş is­ tekler olarak kalır. Bu tamamlanmamış fakat sembolik, allegorik ve çelişkili yönlerle dolu oyun renk, ahenk ve hareket kazanmak için düş gü­ cü ve yaratıcılık sahibi bir rejisör bekle­ mekteydi. Oyunda gizli duran his ve dü­ şüncelere can verilmesi gerekiyordu. Senaryonun çıplak hatları hayata kavuş­ turulmayı özlüyordu. Bir yandan günlük hayatın eğlence arzusunu ve aynı anda Fransız İhtilali'nin kana susamışlığını gözler önüne seren panayır sahnesi, so­ rumsuz hareket dolu ve cehennemi hatır­ latan meyhane sahnesi, insanların hayatı biraz daha çekilir hale getirme çabalarını hatırlatırken Müge Gürman, düş gücünü ve cesaretini ortaya koyarak senaryodaki renk, ses ve hareket öğelerini seferber etmiştir. Oyundaki çapraz ilişkileri ve te­ maları, çeşitli değer yargılarını, sahne tekniğine hakimiyeti, renk, ses ve hare­ ket kullanmasındaki ustalığıyla Müge Gürman canlandırmış ve bu arada aktör ve aktrislerin kendi katkılarını ortaya dök­ melerine yardım etmiştir. Aktörler rejisö­ re, bir orkestradaki müzisyenlerin şefe katıldıkları gi­ bi katılmışlardır. Bu arada Müge Gürman aktörlerin kişisel yorumlarına da olanak tanımış ve böylece prodüksiyonunu daha da zenginleşlirmiştir. Müge Gürman'ın ve bütün aktör ve aktrislerin nüanslarını vurgulamamız zordur ancak doktora yüzbaşı arasın­ daki tutarlı ve gerçeğe son derece yakın tenis oyu­ nunda Burak Sergen ve Cemil Özbaşar, toplumun iki seçkin kişisi arasındaki kısır çekişme zengin sporu­ na dönüştürdüler. Ali ipin, toplumun heyecan ve umutlarını ortaya çıkaran bandonun şefi olarak fizik­

sel güç ve hünerini sergiledi ve iki kez Meltem Kes­ kin meyhane sahnesinde fiziksel ve sanatsal gücüyle toplumu yöneten yeraltı güçlerinin çekiciliğini sergi­ ledi. Fatma Öney'in anne rolü seyircilerin yüreğini acıyla burarken Woyzeck rolünde Erdal Küçükkömürcü, sıradan insanı canlandırmasındaki virtüyözesiyle bizi etkiledi. Prodüksiyonda Küçükkömürcü insanlığı sadece yüce yönleriyle canlandırmaz -zaten bu o ka­ dar zor değildir- fakat onu gülünçlüğü ve acıklı acizli­ ği içinde adeta yeniden yaratır.

WOYZECK ANKARA DEVLET TİYATROSU Yazan: Georg Büchner Çeviren: Tayfun Erdoğmuş - Müge Gürman Yöneten: Müge Gürman Oynayanlar: Erdal Küçükkörmükçü, Cemil Özbayer, Burak Sergen, Fatma Oney Ali İpin, Turgay Tanülkü, Rengin Samurçay, Meltem Keskin, Yıldıral Akıncı Kurtuluş Şakirağaoğlu, Can Öztopçu, Ümit Aslan, Mustafa Mutlu Osman Hacımustafa, Adan Büyüktürkoğlu Müzik: Kemal Günüç Dekar: Cem Köroğlu Kostüm: Nur Üzmen


Ankara Devlet Tiyatrosu: Hüzzam

hem direnen bir soylu hem de toplumdaki değişime kurban olmak S e v d a

göstermeye hem de eşiği atlamakta zorluk çeken insanın bazen gülünesi bazen açması halini ser­ gilemeye elverişlidir. Bu durumdaki insan, be­ nimsediği olumlu değerleri korumakta direniyorsa saygı uyandırır. Direnme, uyumsuzluğa ve inada dönüşme noktasında gülünç olur. Gülünç duruma düşen kişinin başını dik tutmaya çalış­ ması ise hüzün vericidir. Güner Sümer, acıyı da, hüznü de aşırı duygusallığa düşmeden oyunları­ nın atmosferine sindirmeyi başarmış bir yazar­ dır.

a

Güner Sümer'in tek kişilik oyunu Hüzzam Devlet Tiyatroları repertuarının demirbaşlarından biri ol­ du. Hüzzam'ı Olcay Poyraz yönetti, Maral Üner ise sahnede bir kez daha yarattı. Bu oyun, yaşa­ mının son dönemecindeki bir eski İstanbul kadı­ nının dününü ve bugününü sergilerken seyirciyi yaşam savaşımının anlamı ve bu savaşımı veren insanın dramı üzerinde düşündürüyor. Güner Sümer (1936-1977) şiir, Öykü, oyun yaz­ mış, tiyatro sanatına gönül vermiş, pek çok oyun yönetmiş, dikkatli gözlem gücü ve ince duyarlılı­ ğı ile sanatını yarınlara uzatabilmiş bir yazar. Hız­ lı bir değişim sürecine girmiş toplumlarda insa­ nın eski düzen ile yenisi arasındaki sıkışmışlığının dramını tiyatro dili ile en iyi anla­ tanlardan biri. Bu dramı yaşayan kişiye anlayışla, sevecenlikle yaklaştığı halde hatalarını gözden kaçırmıyor, bu hataların üretildiği :oplum yapısı­ nı eleştirmekten geri kalmıyor. Hüzzam'ın kahramanı Mahpeyker bir Osmanlı paşasının kıymetli torunudur. Nazlatılarak büyü­ tülmüştür. Yanlış bir evlilik yapmış, yoksul düş­ müştür. Şimdi son.sığınağı olan evini ve işini yitirmek üzeredir. Mutlu çocukluğunu, sorumsuz gençliğini anımsar. Geri dönüşlerle canlandırılan bu anı sahneleri onun yetişme koşullan hakkında bilgi verir; Osmanlı Dönemi İstanbulu'nda mevki sahibi varsıl kesimin yaşam biçimini, değer yar­ gılarını tanıtır. .0 günlerin yaşamı ile bugünkü ya­ şam arasında bir karşılaştırma yapmamızı sağ­ lar. Nelerin değiştiğini gösterir. Artık yaşlanmış, yalnız kalmış olan Mahpeyker bu değişimin getir­ diği zorlukları göğüslemek zorundadır. O, hem toplumdaki değişimin kurbanı olarak acınacak in­ ce bir insan, hem de kendi bireyciliği içinde çev­ resini, koşullarını tanımamakta direnen bir soylu kalıntısıdır.

ŞENER

pe

cy

Hüzzam'ın bir özelliği de tiyatromuzda hiç de sık rastlanmayan bir biçimde insanı karakter boyut­ ları ile işlemiş olmasıdır. Bu oyunda dikkatimiz, sıradışı ruhsal sorunları olan özel bir insana de­ ğil, yaşadığı döneme tanıklık eden bir toplum üyesine yönlendirilmiştir. Gerçekçi ve tutarlı bir biçimde sergilenen Mahpeyker karakteri düşün­ cemizi hem kendi özel gerçeğine, hem de onu yoğuran etik normlara, bu normları üreten top­ lum yapısına çeker.

Tiyatro yazınında farklı değerler sistemleri ara­ sında kalan, değişime ayak uyduramayan insanın çıkmazı pek çok oyuna malzeme olmuştur. Bu çeşit eşik durumları hem toplumdaki gelişimi 50 Tiyatro... Tiyatro...

Hüzzam'da Maral Üner'i, sanatının hünerlerini bi­ len, bu hünerleri yaratıcılığının anlatım aracı ola­ rak kullanan deneyimli bir oyuncu olarak görüyo­ ruz. Maral Üner, Güner Sümer'in Mahpeyker'ini canlandırırken onu yeniden yaratmaya özen gös­ teriyor. Bu karakteri, yazarına ihanet etmeden ki­ şisel bulguları ile zenginleştiriyor. Belli ki Maral Üner eski İstanbul kültürünü, bu kültür içinde ye­ tişmiş insanı iyi incelemiş. Böyle bir birikimin kadına getirdiği inceliği, kırılganlığı tanımış. Fa­ kat aynı birikimin bir sınıf insanda yarattığı öteki­ lere tepeden bakma alışkanlığını, bencilliğini, be­ ceriksizliğini de görmezden gelmemiş. Bu karışımdan seyirciyi duygulandırırken düşündü­ ren bir kompozisyon yaratmış. Bu oyunda insa­ nın karmaşık yapısını ve toplumun ikilemlerinin tutarlı ve inandırıcı biçimde işlenmesi, yazarın da, oyuncunun da ortak özelliği olarak dikkati çekmektedir. •


pe cy a


Ankara Devlet Tiyatrosu: Uyarca

"ana düzen'e uymayanlar "kara düzen'e Atilla

toplumumuzun entelektüel proletaryası ara­ sında, insanların yararlanmadığı düşünceler ambarında yitip gittim." Bilim adamının bilgisinden, becerisinden ana düzen yararlanmazsa ne olur? "Kara düzen"e yardakçı olur. Kapitalist toplum düzeninde, ana düzene koşut bir ikinci düzen, bir "yeraltı" evreni var. Bir "kara düzen"dir bu. Doc, istedi­ ği yerde tutunamazsa, "istendiği yer"e geçmek zorunda kalanlardan. Bir adam öldürme şebe­ kesinin öldürdüklerini yok etmesi gerek. İş ne denli aşağılık olursa olsun üretim (!) in artık­ larını temizlemek, izlerini yok etmek gerek. Doc'un yapay virüsü bu işe çok elverişlidir. İz bırakmadan yok eder; artıklarını da kentin ka­ nalizasyonuna verir. Yerin beş kat altındaki laboratuvarın bilimsel üretimi budur!

pe cy a

Bir bilim adamıdır Doc. Bir biyolog. En say­ gın, en etkili bilim kurumlarında okuyarak üs­ tün bir düzeye erişmiş. Uğraşı, yaşamı irdele­ mek, gizlerini çözmek. Çalışmaları sonucunda bir yapay virüs üretmiş. Bir yüksek okulda ders veriyormuş. Özel sektör böylesini kaçırır mı? En yüksek ücretleri ödeyerek "transfer" etmiş. Ünü ve birikimi de aldığı ücreti haklı kılıyor muş. Sonra? ilk ekonomik bunalımda, firma kapının önüne koymuş onu. Hem de bi­ limsel araştırmadan artırılan ödeneği "tanıtma"ya harcamak için. Dürremantt, Doc'un ağ­ zından açıklıyor: "Kentlerimizin tortusu içinde

SAV

Dürrenmatt'ın kapitalist düzene yönelttiği sert eleştiri, bir "kara güldürü"ye oturuyor. Kapitalist toplumda iki gerçek vardır: Güç ve ölüm. Güç "us" tan, ya da bilimden değil, pa­ radan kaynaklanıyor bu düzende. Doc'un pat­ ronu "Boss"tur bu nedenle. Aynasız (Cop) da işin verimini artıran, geliri yükselten aracı. Organizatör.

Dürrenmatt'ın kara düzeni birbirini sevmeyen, birbirine yabancılaşmış, birbirini yok eden in­ sanlardan kurulu. İnsanoğlu ölümsüzdür: öl­ dürücüdür. Adam öldürmek de bir "iş"tir bu düzende. Hem de verimli, kazançlı bir iş. Ölü­ leri ise çürütmemek, kokutmamak gerek. Ar­ tıklarını doğaya yüklemektense, yok etmek daha iyi. işin gereğine de uygundur. Hem iz bırakmaz, hem yaşamı kolaylaştırır. Ölümle şaka olur mu? Ölüm "bağışlayıcı" de­ ğildir. Onunla oynayanları da yok eder. Dür­ renmatt'ın kara güldürüsü bu tersinleme (iro­ ni) den yola çıkıyor. Çağdaş Tiyatro'nun iki ünlü İsviçreli yazarı var: F. Dürrenmatt ile Max Frisch. Dürren-


matt'la ilk karşılaşmamız "Fizikçiler" le olmuş­ tu. (1963-64) Sonra öbür oyunlarından bir kısmını da izledik: Yaşlı Hanımın Ziyareti, Göktaşı, Strindberg Oyunu, Beşinci Frank gi­ bi. Tanışlığımız derinleşti. "Uyarca" Yücel Erten'in çevirisi. Erten "Der Mitmacher"i uyarca diye Türkçeleştirmiş. Uyaroğlu ile kokarca arasında bir sözcük türet­ miş. Doc, katılandır, ayak uydurandır, düzene uyandır. Belki "yardakçı" demek daha doğru olurdu. Yücel Erten sözcük türetmekten, yeni sözcükleri kullanmaktan hoşlanan bir çevir­ men. Hem de bir tiyatro adamı. Oyunun nite­ liklerine uygun bir dil bulmayı amaçlamış. Çe­ virisi oyuncuyu da, izleyiciyi de yormayan türden.

cy

Sürekli damlayan su sesi, bir asansör izleyici­ yi yerin beş kat altındaki laboratuvara çekiyor sanki. İlaç kokusuyla karışan küf kokusu sah­ neden salona yayılıyor gibi. Dekor ve giysiler yönetmenin yorumunu besliyor. Doc'a giydiri­ len kasap önlüğü de, gangsterlerin giysileri de iyi tasarımlar.

a

Uyarca'nın yönetmeni Şakir Gürzumar. Titiz çalışan bir tiyatro adamı. Doğru bir yorumla, başarılı bir sahne üstü çalışması ile çıkıyor iz­ leyicinin önüne.

Gürzumar oyunun sonunda Doc dışında her­ kesi temizleyen gangsterlerin ardından sahne­ yi iki cüceye bırakıyor, bu, oyunun grotesk gülmecesinin doruğu oluyor bence.

pe

Uyarca'yı, ilk bölümün sonunda anlaşılmaz bulanlar çok. Oysa ikinci bölümü hazırlıyor yazar. Biraz sabır! Düşündüren ve gülümse­ ten, vurucu bir güldürü buluyoruz karşımızda. Doğru yorumlanıyor ve başarıyla oynanıyor.

UYARCA

ANKARA DEVLET TİYATROSU Yazan: Friedrich Durrenmatt Çeviren: Yücel Erten Yöneten: Şakir Gürzumar Oynayanlar: Atsız Karaduman Erol Kardeseci, Tarık Ünlüoglu Güneş Gürzumar, Cahit Öztüfekçi Serhat Nalbantoğlu, Mithat Erdemli Tuncer Salman Dekor: Sertel Çetiner Kostüm: Gülümser Erigür Işık: Ersen Tunççekiç


a

cy

pe


Tiyatro Kumpanya: Fayton Soruşturması

demokrasinin gerçekleşebilirliğini tartışan mitolojik bir polisiye N a I â n

feri geliyor aklıma. Piyanoyla canlı olarak çalı­ nan müzik bu oyun dolu atmosferi tam anla­ mıyla bütünlüyor. Kimi zaman kabare, kimi za­ man tango, kimi zaman marş kılığına bürünen özgün şarkılar dinliyoruz. Müzik, adeta bir oyuncuymuşcasına kılıktan kılığa giriyor, oyuncularla oynaşıyor. Kadroyla ilgili karar vermek güç. Başarılmış çok önemli noktalarla başarılamamış noktalar birarada. En önemli özellikleri yapılan işi sahiplenmişliklerİ; seyirci bunu hemen hissedi­ yor. Tiyatro sanatı için çok önemli. Gösterinin yapısı gereği çok zor bir oyunculuğun altına girmişler. Zaman zaman, kalkışılan zor işin üs­ tesinden hakkıyla gelinemediği oluyor. Ama olumsuz anlamıyla "amatör" bir kadro değil karşımızdaki. Henüz oyunculuğun teknik so­ runlarıyla tam hesaplaşmamış, henüz "olgun­ laşmamış", ama önemli bir kadro var karşımız­ da. Oyuncunun kendi bedeninin bütün olanaklarına hakim, hareket eden, ses çıkaran, konuşan, şarkı söyleyen, müzik yapan bir ens­ trüman olarak algılandığı bütüncül bir oyuncu­ luk anlayışı hedeflenmiş. Henüz o noktaya va­ rılmamış da olsa başarmaya azimli, inanmış, çalışkan bir toplulukla karşı karşıya olduğumu hissediyorum. Bu da onları tiyatromuz için çok önemli bir kadro haline getiriyor. Oyunda karşımıza çıkan rol ve oyuncu ilişkisi alıştığımızın çok dışında. Otuzu aşkın oyun ki­ şisi beş kişilik bir kadro tarafından dönüşümlü olarak oynanıyor. Brechtyen tiyatroda sıkça rastladığımız, bir oyuncunun birçok rolü oyna­ ması gibi değil buradaki teknik. Aynı oyun ki­ şileri her sahnede başka bir oyuncu tarafından yorumlanmış. Hem ortak yönleri olan, hem de her oyuncunun kendi farklılığını getirdiği yo­ rumlar izliyoruz. Böylece seyirci şahit olduğu tarihsel olayları kişiliklerin bir sonucu olarak

pe

cy

a

Lacivert bir hacmin siz dahil her şeyi insancıl bir sıcaklıkla sarıp sarmaladığı büyük bir oda­ dayız. Aslında kolaylıkla 150-200 kişilik alışıl­ dık bir tiyatro salonuna da dönüştürülebilecek bir mekân burası. Ama sanki kasten "oda" kim­ liği korunmuş. Odaları oda yapan hiçbir şey gizlenmemiş. Oyun alanı olarak ayrılmış kı­ sımda da bizim bu odaya girmek için geçtiği­ miz kapılardan var. Seyirci olarak bizim dün­ yamızla gösteri için hazırlanmış dünya birbiriyle aynı. Bizim için hazırlanmış mekân uzanıp oyun alanını da sarmalıyor. Ya da tam tersi. Kendimizi hiç tanımadığımız birilerinin hiç tanımadıkları birileri için yaptıkları bir ti­ yatroya "gitmiş" gibi değil, Kumpanya'nın "oyun odasına misafirliğe "gelmiş" gibi hisse­ diyoruz. Bir iki metre ötemizde başlayan, yüzlerce çu­ valdan oluşmuş bir yığın var. Oyunun bu çu­ val yığını üzerinde oynanacağı anlaşılıyor. Oyun alanını çevreleyen düşey ip yumakları bildik anlamda bir kulis oluşturmuyorlar. Sah­ ne arkasındaki işleyişi gizlemeye yarayan pa­ nolara benzemiyor bunlar. Hem oyunun nere­ de başlayıp nerede bittiğini kesin bir dille bize gösteriyorlar, hem de "sahne arkasındaki işle­ yişi olduğu gibi görebilmemizi sağlıyorlar. İp­ ten sarkıtların dışında kalan duvarlarda askılar ve askılara asılı rengarenk kostümler, aksesu­ arlar görünüyor. Sanki tiyatronun deposuna girmemize izin verilmiş gibi sıcak bir ayrıcalık duygusu bizi yalayıp geçiyor. Ve oyun başlıyor. Oyuncu kadrosunun her şeyden önce kendileri için, keyif almak için oynadıklarını görüyorsu­ nuz. Bu bize de büyük bir keyif veriyor. Çocuk­ luğumda ters çevrilmiş sandalyelerin üzerine çarşaf örterek misafirlere sergilediğimiz Kara­ göz Hacivat gösterilerinin "oyun" dolu atmos­

Ö Z Ü B E K

Tiyatro... Tiyatro.

55


pe

cy a

görmüyor insani boyut­ larından arınmış, ki­ şiliksiz ta­ rihsel kari­ katürler de değil karşı­ mızdaki. Sanki aynı tarihsel fi­ gürün içini doldurabilec ek birçok olası kişiliği birden sey­ rediyoruz. Nötr kos­ tümler üze­ rine takılan çarpıcı ak­ sesuarlar, oyuncular arasındaki rol trafiğini şaşırtıcı bir yetkinlikle netleştiriyor. Oyun kurgusunun onca karmaşıklı­ ğına rağmen, kimin, nerede, hangi rolü oynadığı hiç zorlanmadan izleniyor. Oyunun konusunu ve düşünsel tartışmasını izle­ mek ise bir çaba gerektiriyor. Seyirci oyunu izlerken sürekli olarak bazı sorulara yanıt bulmaya çalışıyor. Bu sorular oyunun polisiye kurgusuna dair çok yüzeysel sorulardan yazarın tartıştığı politik meselelere ilişkin önemli sorulara kadar çok geniş bir yelpaze oluşturuyor. Seyircinin en çok cevap bulmaya çalıştığı nokta ise oyunda birbirinden tamamen bağımsızmış gibi görünen ve paralel bir kurguyla sunulan iki farklı öykünün birbiriyle nasıl bir ilişki kurulduğu sorusu olu­ yor. Seyirci bu temel sorusuna hiçbir zaman tat­ min edici bir cevap bulamıyor. Çünkü bu ilişki­ nin kurulma biçimi aslında oyunun temel tartışması. Başka bir deyişle, oyun, seyircisini tartıştığı konularda yoğun bir "cevap bulma" ihti­ yacı içinde bırakıyor. Oyunun karmaşıklık düze-

yinde biraz aşırıya kaçıldığını düşünsem de, "önemli sorunları seyircisiyle birlikte sorgula­ yan" bir tiyatro dili yaratmakta başarılı olun­ muş. Kumpanya bu oyunu "demokrasinin gerçekleşebil'rliğini tartışan mitolojik bir polisiye" olarak tanımlıyor. Seçtikleri biçim gerçekten yaratmak istedikleri tartışma ortamına hizmet ediyor. Kumpanya'nın işlerinde en belirgin yan da bu zaten. Hiç alışılmadık gösteri biçimleriyle çıkı­ yorlar karşınıza. Ama birçok "deneysel" çalış­ manın aksine, Kumpanya'da gördüğünüz her bir yeniliğin altında çok iyi düşünülmüş bir amaç olduğunu hissediyorsunuz. Kısacası hedeflediklerini henüz tam anlamıyla gerçekleştirememiş, ama ne amaçladığını çok iyi bilen, tiyatromuz için çok önemli hedefleri olan ve bu doğrultuda önemli bir ilerleme kay­ detmiş bir topluluk var karşımızda, insan içinde bir heyecan hissediyor. •

FAYTON SORUŞTURMASI TİYATRO KUMPANYA Yazan-Yöneten: Kerem Kurdoğlu Oynayanlar: Kerem Kurdoğlu, Nadi Güler, Zeynep Işıklar Ahmet Beyazıt, Gülsüm Soydan Işık: Neşet Kırcalıoğlu, Müzik: Cem İdiz Çevre Düzenleme: Naz Erayda Koreografi: Murat Akaoğlu Tiyatro... Tiyatro..


cy a

pe


Bilsak Tiyatro Atölyesi: Gitmeden Önce

bir riya olarak ahlâk üzerine Mehmet

ensest olgusunu (ki bu üst metindir) ne reddedilecek bir aykırılık boyutunda, ne de bir manada pasivize etmek olan 'bu­ nu da kabul etmeliyiz' aykırılık boyutun­ da ele alır. Sınıfsal boyutunu incelikle koyup, egemen erkin varlığını sürdüre­ bilmesinin önsel kuramsal boyutu bir ri­ ya olarak ahlâka son derece bilinçli ve sert bir kamış atar.

a

Tiyatro sanatı adına geçtiğimiz sezonun en önemli gelişmelerinden biri BİLSAK Tiyatro Atölyesi'sinin ekip çalışmasıyla sahneleyip, oynadıkları Gitmeden Önce'ydi. 1984 yılında, ayrı eklerden ti­ yatrocularla, antroloji, estetik, semiyoloji, mekân ve insan, dramaturji gibi kuramsal çalışmalar ve gövde-sesmüzik-psikoloji konularında atölye ça­ lışmaları yapan topluluk, dokuz yıldır tam bir atölye tiyatrosu mantığıyla ça­ lışmalarını sürdürüyor. Sevim Burak'ın İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar oyu­ nunu sahneledikten sonra ilgi odağı ha­ line gelen topluluk birbuçuk yıldır da Rus asıllı İngiliz yazar Poliakoff'un Git­ meden Önce'sini sahneliyorlar Bizde henüz hiçbiri sahnelenmemiş "Prettiy Boy", "Sad Best Up'",'"The Carnation Gang", "Clever Soldiers", "City Sugar", "Stravvbery Field", "Amerikan Days", "Shout Across The River" gibi oyunları bulunan Polikaoff'un oyun yazarlığına kısaca göz atalım: Bu tekstler mutlaka çift katmanlıdır. Üst katman gündelik reel yaşamdan bir kesittir. Karakterlerin dialogları -daha doğrusu yabancılaşma­ nın üst raddesindeki varlıkları sebebiyle monologları- da gündeliğin realitesindedir. Alt katmanda ise Poliakoff insan de­ ğil, statüko olan hastalarını kanapeye yatırmaya meraklı bir psikiyatr gibidir. Asla slogan atmayan, asla pankart taşı­ mayan, devletine yönelik, devletinden bağımsız, pervasız, sert ve fazlasıyla bi­ linçli bir kakaç çocuktur Poliakoff.

ATAK

pe

cy

Topluluk, tekstin dramaturjisi üzerine uzun ve detaylı bir çalışma yapmış, bu belli. Ama sınıf boyutunu bu çalışmada epey geride tutmayı seçmişler. Oyuncu­ luk, daha doğrusu ekip oyunculuğu üze­ rine yaptıkları çalışma ise sonuçta, biz­ de pek görmeye alışık olmadığmız düzeye erişmiş. Zaten oyunculuğunu karakter üzerine geliştirmiş bir ekip BİLSAK. Her üç oyuncu da tam bir bir­ liktelik içinde canlandırdıkları karakter­ lerin, sınıfsal boyutunu sezdirip, psiko­ lojik boyutuna özenle oturtuyorlar. Rejide çoğu kez repliği, mizansenle teksip etmeyi seçmelerine rağmen, bunun altından falso vermeden, başarıyla kal­ kıyorlar. Belki yapılabilecek en çok eleş­ tiri, topluluğun tekstin üst metnini biraz yumuşak ve biraz estetik bir kasvet içinde yorumladıkları olabilir.

Poliakoff Gitmedön Önce'de ele aldığı Tiyatro... Tiyatro...

Üstünde durulması gereken bir diğer husus ise Gitmeden Önce'yi bir discoda oynayan BİLSAK'ın, rejisi, oyunculuğu, mizanseni, atmosferiyle disco ciddi hiç­ bir değişiklik yapmadan tümden oyunun dekoru haline getirebilmeleri. Velhasıl BİLSAK'ın Gitmeden Önce'si Türk Tiyat­ ro tarihine kalacak bir çalışma. •


cy a pe G İ T M E D E N ÖNCE BİLSAK TİYATRO ATÖLYESİ Yazan: Stephen Poliakoff Çeviren: Nihal Geyran Koldaş Gerçekleştirenler: Emre Baykal, Nihal Geyran Koldaş, Ceysu Koçak


Tiyatro Araştırma Laboratuarı: Troya 1

troya içinde vurdular beni H a y a t i

ğında görülen dünya tiyatrosunda TAL'ın ilginç bir yeri olduğudur. TAL, üstelik böyle bir kanıtlamanın içine de girmiyor; özellikle kendi araştırmaları­ nın ışığında tuttukları mekân, çağdaş tiyatroya gönderme yaptığını kanıtlıyor. Evrensel boyutu salt Troya l'de odak­ lanmıyor, duyarlıklarla kaynaşma yolu­ na girmesiyle yorumsal anlayış böyle bir boyut getiriyor. Yaptığı araştırmay­ la hem toplumla, hem de tarihle özdeşleşiyor.

a

Tiyatro Araştırma Laboratuarı (TAL), 14-29 Mayıs 1993 günleri arasında ger­ çekleşecek 5. Uluslararası İstanbul Ti­ yatro Festivali'ne kollektif bir çalışma ürünü olan Troya I (Troya İçinde Vur­ dular Beni) adlı oyunla katılıyor. Beklan Algan'ın yönettiği oyunda, Ayla Algan ve Erol Keskin rol alıyor. TAL'ın gösterimi Harbiye'deki Askeri Müze'de sergilenecek.

A S I L Y A Z I C I

pe cy

Ülkemiz tiyatrosunda deneysel çalışma­ larıyla bilinen Beklan Algan, bu kez Ti­ yatro Araştırma Laboratuan'nı kurdu ve TAL Şehir Tiyatroları bünyesinde de­ ğişen dünyada, değişen tiyatro üstüne ilginç gelişmeler ortaya koyuyor. Tiyatrodaki insan ilişkisinin önemi, elbetteki Aıitik Yunan Tiyatrosu'ndan bu yana önemini ve geçerliliğini sürdürü­ yor. Değişen toplumda, değişen tiyatro yöntemleriyle kotarılan Troya I ya da Troya içinde Vurdular Beni, çağdaş t i ­ yatro anlayışıyla ortaya çıkarılan so­ nuçlarla, kendi izdüşümünde toplumsal çözümlemeler, insan ilişkileriyle daha kapsamlı bir çözümlemeye götürmekte­ dir. Troya'nın tarihsel olgusu, çok dü­ zeyli olarak araştırılıyor. Troya I, ger­ çek özünün çözümlenmesine dayan­ maktadır denebilir. Troya, olgusunda geleneksel ve fantastik rengi, insanlı­ ğın evriminde araştırılıyor. Doğaçlama­ nın soyut bireşiminden tarihsel çağrışı­ ma gönderme yapılıyor. Aslında, TAL'ın yaptığı en büyük gön­ derme, çağdaş dünya tiyatrosuna yapı­ lıyor. Temellendirilen çalışmaların ışı­

TAL'ın dünya tiyatrosunda elbette ki yeri var. Bu yer rastlantısal değil, in­ san onurunu, erdemini ve yaşam felse­ fesinin çiziminde yatan bir araştırma­ nın ürünüdür Troya I. Arama içinde araştırmanın yöntemleri uygulanarak kurgusu yapılıyor oyun-olayın. Sözgeli­ mi, bu savımızı doğrulayan önemli ek­ sen atılımının en büyük ve belki de görkemlisini TAL, 1993-94 tiyatro dö­ neminde Goethe'nin Faust'uyla gerçek­ leştirecek, Faust çalışmasına deneysel tiyatronun büyük ustalarından Jozef Szajna katılacak. Deneysel çalışmaları­ nın ötesinde, çağdaş tiyatroda araştır­ macı Szajna'nın TAL'ın çalışmalarına katılması, bu araştırma tyatromuzun dünyadaki konumuna artık gönderme yapmayacak. Çağdaş dünya tiyatrosu­ nun içinde yer alacak. Szajna, Devlet Tiyatroları ile de işbirliği yapmakta, önümüzdeki dönem, Ankara'da İzler adlı yeni bir çağdaş oyununu sahneye koyacak, dekor ve giysilerini yapacak.

Bütün bunlardan şu sonuç çıkıyor: TAL kendi temel çizgilerini geniş bir biçim-


pe

cy

a

de genelleştirmekte, tiyatro adına dün­ ya tiyatrosu'na gönderme yapmaktadır. Bunda da, oyuncunun 'konumu' ve 'ya­ ratıcılığı ön planda tutuluyor; kuşku­ suz tiyatro sanatının ilk temel ilkesidir bu iki öğe. Ayla Algan ve Erol Keskin, böylesi bir güçlüğü üne eriştikten son­ ra kullanıma sokmaları, bedensel ve ruhsal çözümlemelerle alabildiğine ya­ ratıcılığı başarıyla götürmeleri için ola­ ğanüstü bir çaba gösteriyorlar. Yaş or­ talamaları, böyle bir çalışmayı gerçekleştirmelerine aslında engel ola­ bilirdi. Ne var ki, tiyatromuzun iki yet­ kin oyuncusu Ayla Algan ve Erol Keskin'le yine bugüne dek sahnelediği oyunlarla nitel ve nicel denemeleriyle başarılı olmuş bir yönetmen Beklan Al­ gan TAL ve daha doğrusu üçlü kendini yenilemekte ve deneysel çalışmanın güçlüklerle dolu evresinde böyle bir aşamayı özgül biçimde gerçekleştir­ mektedirler.

Nesneleri kullanma özelliklerini taşıyan oyuncuların ya da oyunculuğun ruhsal çözümlemeye önem verilişi ağırlık ka­ zanıyor. Dekor, giysi, müzik ve ışık aza indirgenerek yoruma ağırlık kazandırılı­ yor: Tema çağdaşlık biçimlendiriliyor, doğallıkla oyunculuk önde görülüyor. Biçimsel olarak böyIeliği var. "Kültürlerarası' tiyatro dili, kuşkusuz Troya I 'de özü tanımlıyor. Yaklaşımı da 'mitos' ve 'ritüller' sağlamaktadır. 5. Uluslararası Tiyatro Festivali'nin i l ­ ginç ve özgün bir çalışması Troya 1 (Troya İçinde Vurdular Beni) •

TROYA 1 (Troya İçinde Vurdular Beni) TİYATRO A R A Ş T I R M A L A B O R A T U V A R I

Yöneten: Beklan Algan Oynayanlar: Ayla Algan, Erol Keskin Derçekleştirenler: Beklan Algan, Ayla Algan, Erol Keskin


Tiyatro Grup: Uçlar

sustuğumuz sürece tecavüzler bitmez Yasemin

edememenin tıkanıklığını yaşıyorsunuz. İzleyiciyi bu duygu ve düşünsel boyuta taşı­ yan öge sadece mekân olamaz gibi geliyor bana, kaldı ki izleyiciyle bu kadar içiçe olma­ nın dezavantajları daha fazla. Kabullenmesi zor bir gerçekliği bu denli yakından, üstelik de oldukça gerçekçi bir biçimde yaşamak birçok izleyiciye itici gelebilirdi. Tiyatro Grup bu riski ortadan kaldırabilmeyi başarmış.

cy

a

Tiyatro Grup, Festival programına William Mastrosimone'nun Uçlar adlı oyunuyla katı­ lıyor. Mastrosimone'nun, ülkemizde sahnele­ nen ilk oyunu, Uçlar, yönetmeni Özkan Schulze'un ise Türkiye'deki ilk reji çalışması. 27-28 Mayıs tarihlerinde Eski Yeşil'de sergi­ lenecek olan oyun, zaman düzlemi olarak te­ cavüze uğrayan bir kadının, saldırı sonrasın­ da yaşadığı, yaşayabileceği birkaç saati almış, mekân ise kadının evi ve oyunu izledi­ ğiniz sürece gerçekten de kadının evinde ol­ duğunuzu hissediyor, bu birkaç saati onunla paylaşıyorsunuz. Yaşananların birinci dere­ ceden görgü tanığı olmanın oluşturduğu duygularla, jüri üyesi olup gidişata müdahele

DİLBER

pe

Yazarın, gerçek bir tecavüz kurbanının o an­ daki duygularından yola çıkarak oluşturduğu oyun, tecavüz konusunu aklımıza gelebilecek her boyutuyla irdelemiş. Oyunun bu konuya her ne kadar çözüm getirmek gibi bir kaygısı

Özdemir Çiftçioğlu ve Derya Alabora tecavüz sahnesinde


olmadığı düşünülse de, sadece bir fantazi ola­ rak kabul edilse de ya­ şanabilir bir gerçekliği ortaya koymakla zaten bir çözüm sunmakta­ dır. Yönetmen Schulze'un oyunun broşü­ ründe yayınlanan düşüncesi de bu para­ lelde ele alınmalıdır.

pe

cy

a

"Tecavüzü yaşayan ka'dın, ilk önce 'yalnızca kendisine olduğunu' düşünür; suçu kendi­ sinde arar ve susar. Oysa, en azından üç kadından biri,tecavüzü yaşamıştır. Yalnız de­ ğildir. Yalnız olmadığı­ nı bilen kadın, 'teca­ vüzde yaşadıklarım' taşımayı öğrenecek ve yararlı bir yaşam sür­ dürebilecektir. Kadının bir mesleği de 'annelik' ise, çocuklarımızın sağlığı için önce bizim değişmemiz ve değiş­ tirmemiz gerekir, yaşa­ Mastrosimone'un Uçlarında Derya Alabora-ile Zerrin Sümer oyunun bir sahnesinde dıklarını unutmak, gör­ mezden gelmek, çocuklarımızın geleceğini le kalmayıp, broşürde de çarpıcı bir haklılık­ korumaz. Sustuğumuz sürece, tecavüzlere la ifade etmiş: "Abi, hem tecavüz ediceksin, ortam yaratırız." hem alkışlıyacaklar, ohh! Tıpkı gerçek hayat Oyunda, beraber yaşadığı insanları dahi ken­ disine uzun bir süre inandıramayan Derya Alabora başarılı bir oyunculukla, izlediğiniz her şeyi yaşayarak oynadığına sizi hemen inandırıyor. Sürekli tırmanan bir temponun 'partner'ı Özdemir Çiftçioğlu ise, bu talihsiz rolün (kötü adam) hakkını fazlasıyla vermek-

gibi..." Oyunun kurgusu gereği daha silik ka­ lan diğer iki oyun kişisi ise, bence, oyunu sürekli besleyen ve o tempoda izleyicinin arada bir soluk almasını sağlayabilen iki ki­ şi. Zerrin Sümer ve Özden Çiftçi bunu çok iyi başarmışlar. •

UÇLAR TİYATRO GRUP Yazan: Wiliiam Mastrosimone Çeviren: işdar Gökseven Yöneten: Özkan Schulze Oynayanlar: Derya Alabora, Zerrin Sümer Özden Çiftçi, Özdemir Çiftçioğlu Dekor: Ali Yenel Tiyatro... Tiyatro...

63


Studio Oyuncuları: Mutlu Günler

anlatılmaya değmez bir yaşam öyküsü Ayşe

yaşıyormuş gibi, sıradan eylemlerle dol­ durarak anlamlı kılmaya çalışan, elinin al­ tında bulundurduğu çantasına tıktığı öte­ beriyle gündelik gereksinmelerini karşılayarak oyalanan, gitgide güçsüzleşen belleğinde anılar bulmakta zorluk çe­ ken, ama yine de yaşamakta direnen ev­ rensel insandır.

a

Festivalin Öteki Tiyatro başlığı altında iz­ leyeceğimiz bir oyunu da 1989 sonunda yitirdiğimiz, dünya tiyatrosuna derin ve uzun bir soluk getirmiş olan Samuel Beckett'in son uzun oyunu; Mutlu Günler. 20 ve 21 Mayıs günlerinde Studio Tiyatrosu'nda sergilenecek oyun, eleştirmenlerce cesur bir tiyatro girişimi olarak nitelendiri­ liyor.

ATEŞ

İkinci düzlemde ise 'toplumsal' kimliğiyle dile gelir insan. Bu düzlemde Winnie, hiç­ bir şey üretmeden yaşamış bir küçük bur­ juva kadınının 'boş' dünyasını yansıtır. Za­ manı süslenmekle, güzelleşmeye çalışmakla doldurmuş, bölük pörçük anı­ larında giydiği güzel giysiler, ettiği dans­ lar, küçük kaçamaklardan başka hiçbir şey kalmamış, evlilik yaşamının ve sevginin tekdüzeleştiği aşamada, kocasıyla olan ilişkisini onu gündelik konulardaki titizlikleriyle tedirgin ederek sürdüren, incir çe­ kirdeği doldurmayan konularla ilgilenen Winnie, kocası, aynası ve durmadan giyip çıkardığı şapkasıyla uğraşarak yaşar varo­ luş bunalımını. G.C. Barnard'a göre Win­ nie 'sahte' bir kişiliktir. Güvensizlik içinde sürdürdüğü 'ikinci elden' yaşam duygu­ sallık üstüne kurulmuştur; eylemleri ve düşünceleri kalıplaşmış, sözleri ise klişe­ leşmiştir. Gerçekten de Mutlu Günler, Beckett'in başka ozanların dizelerini en çok kullandığı oyunudur. İyi bir eğitim görmüş Batılı bir küçük burjuva olan Win­ nie, sık sık duraklamalarla kesilen ve bö­ lük pörçük sözcükler, sözcük kümeleri ve kısa tümcelerden oluşan söylemine sık sık Shakespeare'den, Milton'dan, Thomas

pe cy

'Oyuncu oyunu'na tipik bir örnek olarak verilebilecek Mutlu Günler'de, seyirci, 2 saate yakın bir süre bir insanın varolma ve varolduğunu kanıtlama çabasını payla­ şıyor Şahika Tekand'la. Oyunun yönet­ menliğini de üstlenen Şahika Tekand, sah­ neyi Cem Bender'le paylaşıyor.

Oyunun genel değerlendirmesini Ayşegül Yüksel'in Samuel Beckett Tiyatrosu kita­ bından yaptığımız bir alıntıyla sunuyoruz. "Mutlu Günler, Godot'yu Beklerken gibi, içiçe geçmiş üç ayrı anlatım düzleminde yer alır. İnsanın 'evrensel' konumunu dile getiren ilk düzlemde, 'ölüm'le noktalan­ ması kaçınılmaz olan yaşamın ilerlemiş bir aşaması sergilenir. Yılların getirdiği fizik­ sel güçsüzlük, yaşam içindeki etkinliğin gitgide azalışı, günlerin sınırlı ve tekdüze eylemlerle daha bir durağanlaşması, ey­ lemsizliğin yarattığı boşluğu 'daha çok konuşma'yla doldurma çabası, gitgide daha bir yalnızlaşma... Winnie, yattığı yerde ar­ tık kimseden ilgi görmeyen, bu nedenle de gereksiz gevezeliklerle kocasının ilgisini çekmeye çalışan, tekdüze bir akış içinde geçip giden zamanı, sanki eski günlerde

64

Tiyatro... Tiyatro...


a pe cy

Gray'den, R. Herrick'ten dizeler katar. Ki­ mi başka İngiliz ozanlarından aldığı dizele­ ri de yalan yanlış anımsayarak sıralar. Böylece, Winnie'nin bilincindeki çözülüş içinde, Batı uygarlığının şiirini oluşturan 'dil' de, şiir içindeki bağlamından koparı­ larak Winnie'nin 'kendi kendisini aldatma' oyununun törensiliğine renk katma işlevi­ ne indirgenir. Üçüncü anlatım düzleminde ise bir gro­ tesk oyuncunun bir başka grotesk oyun­ cunun yardımıyla oynadığı 'oyun' izlenir. Bu 'oyunsu' düzlemde, birinci ve- ikinci düzlemde oluşan anlamları iyice soyutlaştırarak, yaşamın 'düşsel' (aldatıcı) niteliği­

ni, kukla tiyatrosu kişileri, sirk palyaçoları ya da müzikhol tipleri gibi simgesel bir anlatımla dile getiren, insanın, denetleyemediği 'yaşam' ve engelleyemediği 'ölüm' karşısındaki güçsüzlüğünü gösteren, söy­ lenmesi gereken sözlerin hep geciktirildi­ ği, söyleşim ortamının söylenmeye değer olmayan sözlerle oluşturulduğu, 'trajik'le 'komik' arasında dönüp dolaşan, 'yaşam­ dan büyük' bir gösteri sergilenir. Mutlu Günler'i katıksız bir 'oyuncu oyunu' yapan bu anlatım düzlemidir. Sahnede somut gerçeği canlandırmaktan çok, çağrışımlar uyandıran bir gösteri sunan, oyunu oyun­ su bir yaklaşımla sergileyen oyuncunun oyunu..."

M U T L U GÜNLER STUDIO OYUNCULARI Yazan: Samuel Beckett Çeviren: Akşit Göktürk Yöneten: Şahika Tekand Oynayanlar: Şahika Tekand, Cem Bender Dekor: Esat Tekand T i y a t r o . . .T i y a t r o . . .

65


G Ö K H A N

ŞENLİK

A K Ç U R A

NOSTALJİSİ

İstanbul Belediyesinin 1933-1939 arasında düzenlediği ve "Kırkgün, Kırkgece" diye adlandırılan İstanbul Festivali'nin kapsamında tiyatro gösterileri yer alırdı. Bu şenliklerin en debdebelisi 1937yılında yapılmıştı. Üçüncü istanbul Festivali programında şu tiyatro gösterilerinin bulunduğunu görüyoruz:

pe cy a

• 1 Ağustos Pazar. "Naşid"in iştirakile Çiftçi Düğünü, 4 perdelik şarkılı oyun, Büyükdere Aile Bahçesinde, saat 21'de • 3 Ağustos Salı Eminönü Halkevi tarafından temsil Delbazlık. Saat 21'de Fransız Tiyatrosu'nda (şimdi Ses Tiyatrosu olan bina) • 4 Ağustos Çarşamba. Şehir Tiyatrosu temsili Tosun, saat 21'de Kadıköy Süreyya Bahçesinde • 5 Ağustos Perşembe. Halk Opereti tarafından, Zozo Dalmas'ın iştirakile temsil Pipiça, saat 21'de Taksim Bahçesinde. • 6 Ağustos Cuma. Naşid'in iştirakile Çifte Keramet. 3 perdelik vodvil, saat 21'de Bebek Bahçesinde • 10 Ağustos Salı. Naşid ve Kavuklu Ali tarafından Kanlı Nigâr - Orta Oyunu Karagümrük'te Özen Bahçesinde • 11 Ağustos Çarşamba. Şehir Tiyatrosu temsili Büyük Hala. Taksim Bahçesinde, saat 21'de • 13 Ağustos Cuma. Şehir Tiyatrosu temsili Lüküs Hayat. 3 perdelik operet. Tepebaşı Bahçesinde, saat 21'de • 17 Ağustos Salı. Naşit temsili Kıtırcı. 3 perdelik şarkılı oyun. Tepebaşı Bahçesinde, saat 21'de • 19 Ağustos Perşembe. Halk Opereti Halime. Zozo Dalmas'ın iştirakile Taksim Bahçesinde, saat 21'de • 25 Ağustos Çarşamba. Naşit temsili Kudret Helvası. Taksim'de Camlıköşkte, saat 21'de • 27 Ağustos Cuma. Şehir Tiyatrosu temsili Saz-Caz. Taksim Bahçesinde, saat 21'de. Sizlere bu zengin programlı eski şenlikten fotoğraf sunamıyoruz. Ama Festival Komitesi tarafından gazeteci Vahid Ramiz Hiç'e verilmiş olan serbest giriş kartının bir örneğini sunuyoruz. Yandaki sayfada ise, 1954 yılında Gülhane Parkı'nda yapılan "Bahar ve Çiçek Bayramı" çerçevesinde Şehir Tiyatrosu tarafından 3 Haziran - 22 Temmuz tarihleri arasında oynanan Shakespeare'in "Bir Yaz Gecesi Rüyası" adlı oyununun afişini görüyorsunuz. Bildiğiniz gibi bu yıl da festivalde aynı oyun Can Yücel uyarlamasıyla Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından oynanıyor ("Bahar Noktası"). Şenlikler tekerrürden mi ibaret ne!

66

Tiyatro... Tiyatro...


a

cy

pe


paris mektubu

G e o r g e s DANIEL

pe cy

a

Mayıs ayında Paris'teki tiyatroların tümü oyunlarını sürdürüyorlar. İşte son gördükle-, rimden birkaçı. Paris'in en büyük, en görkemli tiyatrolarından biri Odeon. 209 yaşın­ da! 1784'te Beaumarchais'nin Figaro'nun Düğünü'nün birinci temsili vesilesiyle ilk seyircilerini ağırlayan bu yapının geçmişinde, tiyatro tarihinin en önemli olayların­ dan birçoğuna rastlanıyor. Birkaç yıldan beri, binanın adına Le Theatre De L'Europe (Avrupa Tiyatrosu) sözcükleri de eklendi. Başkentin devlet tiyatrolarından biri olan Odeon'un müdürü halen Lluis Pasqual. Lope De Vega, İspanyol Tiyatrosu'nun altın çağı sayılan 16. yüzyılda, o ülkenin oyun yazarlarının en ünlülerinden. Yaklaşık 2400 oyun yazdığı biliniyor! Bunlardan bugün yalnızca 500 kadarı tanını­ yor. Lluis Pasqual bu mevsim Odeon'da onun Le Chevalier D'olmedo (Olmedo Şö­ valyesi) adlı oyununu sahneye koydu. Dörtyüz yıl önceki İspanyol Tiyatrosu'nun ti­ pik bir örneği bu oyun. Kimi sahneler çok komik, kimileriyse adamakıllı dramatik. Romantik bir aşk sahnesinin hemen ardından bir adamın tek başına beş altı kişiye karşı kılıçla kıyasıya dövüştüğü bir sahne geliyor örneğin. Seyircinin dikkati bir an olsun gevşemiyor. Genç sevgililer rollerinde Jean-Marc Barr ve Isabelle Candelier duygulu ve etkileyici oyunlarıyla özellikle başarılılar. • Paris'in büyük tiyatroların­ dan biri de Eldorado. Kimi zaman müzikal yapıtların, kimi zaman da sözlü tiyatro­ nun seyredildiği bir yer. Halen müdürü Jean-Claude Poulard. Alain Reynaud - Fourton çağdaş bir güldürü yazarı. Ayrıca film senaryoları ve ünlü yayınevlerinin beğenip bastığı romanları var. Eldorado'da halen Monsieur Amedee (Bay Amedee) adlı güldürüsü oynanıyor. Bu yapıtını kendisi sahneye koymuş. Bay Amedee tatlı bir oyun. Yaşlı ve temiz kalpli, emekli ve dul öğretmen Amedee, akşamın birinde, tamamen raslantı sonucu, Pa­ ris'in bir caddesinde kaldırım yosmalığı yapan genç ve güzel bir kadınla karşılaşıyor ve onu kendi evine (çap­ kınlık yapmak niyetiyle değil, yalnızca dostluk duygu­ suyla) getiriyor. Bu candan davranışının sonuçlarını ön­ ceden bilebilseydi herhalde o kadınla tanışmaktan bile kaçınırdı! Günden güne hiç beklemediği olaylarla karşı­ laşıyor, hiç istemediği durumlara düşüyor. Kadın önce onun evine yerleşiyor, sonra iki meslekdaşını da yanına alıyor. Bu yosmaları çalıştıran adamlar da tehlikeli bir şekilde araya giriyorlar. Kısacası yıllardır, tek başına, sakin ve temiz bir yaşam sürmüş olan Amedee, kısa sü­ rede, bir ücretli cinsel ilişkiler yuvasının yöneticisi ha­ line gelmekten kendini kurtaramıyor!.. Eldorado Tiyat­ rosu, bu oyuna koşan seyircilerle her akşam tıklım Annie Jousfer ve Miclıel Gatabru Bay Amedee'de. ıklım. Salon saatlerce kahkahadan kırılıyor. Temsilin bu başarısında Amedee'yi canlandıran ünlü Michel Galabru ile yazgısının bir akşam evine soktuğu kadın rolündeki yetenekli ve çekici Annie Jousier'nin payları çok bü­ yük. Görüşmek üzere, hoşçakalın Türk Tiyatroseverler. • Coşkun TUNÇTAN Olmedo Şövalyesi'nde Jean-Marc Barr ve Isabelle Cana


a

pe cy


TİYATRO

KİTAPLARI Aziz Çalışlar Tiyatro Kavramları Sözlüğü Boyut Tiyatro Yayınları İstanbul, 1992 231 sayfa, 45.000 TL

H. Zafer ŞAHİN

a

Sözlükler ulusların belleğinde önemli yer tutarlar. Tarihsel olan ve geleceğe ilişkin her şey sözlükler aracılığıyla ad ve anlam kazanır. Dilin gücü o ulusun toplumsal devinimiyle doğrudan ilişkilidir. Ekonomik, siyasal, teknolojik, bilimsel, sanat­ sal vb. alanlardaki yenilikler, gelişmeler sözlüklerin kapsamını genişletirken, o dili kullananların uzmanlık alanlarında çalışanlara da hem kuramsal hem de pratik olarak geniş olanaklar sağlar.

leri hem de yeni gelişmelere uygun olarak dilimize giren terimleri tanımlama amacını taşıyordu. Diğer alanlar gibi tiyatromuz da bu yöneliş içinde yer aldı. Tiyatro Terimleri Sözlüğü (2), Gerçekçi Tiyatro Sözlüğü(3), Gösterim Sanatları Terimleri Sözlüğü(4) ti­ yatromuz adına sözlük oluşturma uğraşısının üç örneği. Boyut Tiyatro Yayınları, oyun dizilerinin yanısıra Tiya­ tro/Kültür Dizisi'nin ikinci kitabı olarak Aziz Çalışların hazırladığı Tiyatro Kavramları Sözlüğü'nü 1992 yılının sonlarında yayınladı. Kitabın önsözünde bu çalışmanın Tiyatro Kitapları Sözlük Dizisi'nin ilk kitabı olarak yayımlandığı, tiyatroya ilişkin değişik sözlüklerin bu kitabı izleyeceği, böylece tiyatronun 'tüm bilgileriyle sınıflandırılmış' olacağı belirtilmekte. Aziz Çalışlar, kitabının önsözünde sözlüğün içeriğinden de sözetmekte. Buna uygun olarak, tiyatro kavramlarının seçiminde ve tanıtılmasında tiyatro tari­ hine ilişkin açıklamalarda bulunulmamış, yalnızca ku­ ramsal açıdan açıklamalar getirilmiş; özel adlara ayrı bir madde açılmamış; ulusal nitelikli adlar ve kavram­ ların yalnızca genel tiyatro kuramları içinde yer alabile­ cek olanları maddeleştirilmiş; tiyatro dışındaki diğer gösterim sanatlarına ilişkin terimler çalışmanın dışında tutulmuş; tiyatronun en yaygın ve geçerli ka­ vramlarına, terimlerine yer verilerek Tiyatro Kavram­ ları Sözlüğü'nün 'temel başvuru kitapları'ndan biri olması sağlanmıştır.

cy

Böylesi kapsam ve içeriğe sahip olan sözlük, Türk Dil Kurumu Sözlüğü tarafından "Bir dilin bütün ya da belli bir çağda kullanılmış sözcük ve deyimlerini abece sırasına göre alarak tanımlarını yapan, açıklayan ya da başka dillerdeki karşılıklarını veren yapıt" (1) olarak tanımlanıyor.

pe

ilişkiler karmaşıklaştıkça, insanın gündelik yaşamına yeni sözcükler, terimler ve kavramlar girmekte. Hele hele bizim gibi değişim ve dönüşümü hızlı yaşayan uluslar için 'şeylerin adlandırılmasında anlaşma, ol­ dukça önemli. İşte bu noktada sözlüklerin işlevi to­ plumsal yaşamımızdaki yeri daha bir belirginleşmekte. Ülkemizdeki bir ana sözlük oluşturma uğraşı, son yıllarda uzmanlık alanlarının sözlüklerini oluşturma yö­ nelişini gündeme getirdi. Böylesi bir çaba hem bilinen­

Tiyatro Kavramları Sözlüğü, tiyatro çalışanları için olduğu kadar, diğer sanat alanlarında uğraş verenlerin, tiyatroya ilgi duyanların yararlanabileceği bir çalışma. Eğer önsözde belirtildiği gibi yayımlanacak yeni sözlü­ kler olacaksa, bu ilk kitapla başlayan çalışma, sanat, kültür ve tiyatro yaşamımıza önemli bir katkıda bulu­ nacaktır. • (1) Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1983, s. 1083 (2) Metin AND-Haldun TANER-Özdemir NUTKU, Tiyatro Terimleri Sözlüğü,Türk Dil Kurumu, Ankara, 1966 (3) Aziz ÇALIŞLAR, Gerçekçi Tiyatro Sözlüğü, May Yayınları, İstanbul, 1978 (4 ) Özdemir NUTKU, Gösterim Sanatları Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1983

FARS Komedyaya altlaşık bir oyun türü. Tragedya üçlemesin­ den sonra güldürülü art oyun olarak yer alan satyr oyunları uzantısında, ortaçağ dinsel tiyatrosunda art oyun olarak ortaya çıkmış olan Fars'ın türsel kökenleri, Eski Yunan'da Dor Farsı ile Eski Roma'da Atellan Farsı'na kadar götürülebilir; açık saçık halk doğaçlamalarına, groteks kalıp tiplere ve günde­ lik yaşamın gülmece dolu havasına dayanan Atellan güldürüsü, Fars'ın ön biçimi olarak alınabilir. Komedyanın tersine, gülünç-olanı fiziksel eylem ve durumlardan çıkaran; kalıplaşmış durumların, çeşitli kavga sahnelerinin fantazi-dolu çeşitlemeleri içeren, stereotip oyun kişilerine dayanan, dil oyunlarıyla eylemi yürüten Fars, tuluat tiyatrosunun başlıca oyun türüdür. Fars'ın içeriği gülünç durumlara dayanır; Fars'ın özünü gülünç-olan oluşturur. Gülünç-olan, komedyadaki gibi komik-olan dolayısıyla düşündürmeye değil, salt güldürmeye yol açar. Bu nedenle, Fars durumları ile Fars oyun kişileri, abartılmıştır; olaylar dizisi, fiziksel eylem biçiminde yer alır; öykü hızla yürür; olaylarda, durum ya da eylemde raslantısalllık, kurallılıkmış gibi kendini ortaya koyar. Fars'ın yalnızca güldürmece olarak değil, eleştiri yüklü güldürmece ya da polemik aracı olarak yer aldığı da görülür. 15. yüzyıldan sonra bütün Avrupa'da yayılmış olan Fars, İspanya'da entremes biçiminde varolmuş, Alman romantik tiyatrosunda taşlama ve parodi amaçlı kullanılmış, 19. yüzyıl Fransız tiyatrosunda vodvil ve fars-komedya biçiminde yaygınlık kazanmış, 20. yüzyılda güldürü tiyatrosuyla eşanlamlı kullanılmaya başlanmış, saçma ti­ yatrosunda saçma Fars, tragifars ya da grotesk Fars özelliğini kazanmıştır. • Tiyatro Kavramları Sözlüğü

TİYATRO

70

Tiyatro... Tiyatro...

KAVRAMLARI


a

pe cy


pe cy a


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.