1993_027

Page 1


cy

pe a


M

E

R

H

A

B

A

a

İstanbul, festivale doymuyor; Sinema Festivali, Tiyatro Festivali derken 21. Uluslararası İstanbul Festivali başladı. Haziran ve Temmuz aylarında müziğin her türlüsüne doyacağız. Böylesi kapsamlı festival için özel sayılar hazırlamak bizim için oldukça zor oluyor, zorluğu doğrudan ilgi alanımızın dışında olmasından kaynaklanıyor ama böylesi bir etkinliğin dışımızda kalmasına da gönlümüz elvermiyor. Çok eksikliyiz belki ama müzik dostları bizi yanlız bırakmıyor, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da konusunun uzmanları sizlere pırıl pırıl bir dergi hazırladı. Bu yıl festival özel sayılarımızı ikiye çıkardık, önümüzdeki ay da İstanbul Fes­ tivali özel sayısı olarak çıkacağız. Bu özel sayımızda tiyatroyu tamamen boşlamadık tabi, Mehmet Atak dergimiz için tiyatro eleştirmenleriyle konuştu, onların değerlendirmesi ve beğendikleri oyunları topladı. Sonuçta 'tiyatro eleştirmenlerinin seçtikleri' listesi oluştu. Liste çarpıcı sonuçlar içeriyor. Değerlendirme eleştirmenlere, yorum ise sizlere ait. Biz sadece on­ larla sizin aranızda köprü görevi görüyoruz. Bunun dışında Paris ve Atina Mektupları ile tiya­ tro haberlerimizin tiyatroyla aranızdaki bağları sıcak tutacağını umarız. Daha sıcak ilişki kur­ mak isteyen okurlarımıza ENKA'nın Yaz Kültür Etkinlikleri ile Bakırköy Belediyesi Tiyatosu'nun Yunus Emre Kültür ve Sanat Merkezi'nde birçok oyunun yeniden sergileneceği müjdesini vere­ biliriz. Ve tiyatrodan bir yıldız daha kaydı.__Geçtiğimiz günlerde yıllarını tiyatroya vermiş, değerli sanatçı Handan Adalı'yı da yitirdik. Önümüzdeki ay İstanbul Festivali özel sayımızın ikincisinde buluşmak dileğiyle, müziğin her türlüsüne doymanızı dileriz. M u s t a f a

D e m i r k a n l ı

cy

İ Ç İ N D E K İ L E R

İstanbul Festivalinde Klasik Müzik Şöleni-I • Evin Büyüleyici Seslerinden Biriyle Randevu • Füsun Koçoğlu

pe

Pop • Hülya Tunçağ-Burak Eldem-Can Eray- Şuada Longar

İlyasoğlu

12.13

16.25

İstanbul Festivalinde Caz ve

26.29

Yüzyılımızın En

Doyumsuz 6 Resital • Ayşe Ateş

Türk Müziğindeki "Geleneksellik" ve İstanbul Festivali'ndeki Örnekleri Üzerine • Gönül Paçacı

38.39

Çağdaş Bale & Modern Dans = Lar Lubovitch • Yasemin Dilber

Sezonunun Ardından Eleştirmenler Ne Diyor? • Der. Mehmet Atak Mektubu • Coşkun runçtan

50

Atina

Mektubu

46.47

40.44

Haberler

Tiyatro

48.49

Paris

• Alkmini Diamandopulo

K a p a k : Savaş Çekiç S a h i b i : Tiyatro Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. adına Enis Bakışkan S o r u m l u Y a z ı İşleri M ü d ü r ü : Mustafa Demirkanlı Yayın

K o o r d i n a t ö r ü : Nalân Özübek Görsel

D a n ı ş m a n : Savaş Çekiç T e k n i k Y ö n e l m e n : Sinan

Şanlıer

H u k u k D a n ı ş m a n ı Av. Fikret İlkiz K a t k ı d a B u l u n a n l a r : M. Atak, A.Ateş, A. Diamandopulo, Y. Dilber, B. Eldem, C. Eray, E. ilyasoğlu, F. Koçoğlu, S. Longar, G. Paçacı, H. Tunçağ, C.Tunçtan, D a ğ ı t ı m : Emin Şenol A b o n e ve Satış: Nuray Avşar İ z m i r T e m . : Ali Rıza Ozbilgiç A l m a n y a Tem.:

Levent Beceren,

Tel:

84 52 20

Berlin Tel: 4 9 . 3 0 . 6 1 5 2 0 2 0

4 3 2 2 2 5 0 5 1 2 2 0 O f s e t H a z ı r l ı k : Tiyatro Yapım Tel: 243 35 33 Y a y ı n c ı l ı k Ltd. Şti.

İ z m i t T e m . Kocaeli Bölge Tiy. Tel 2 4 1 0 9 0 V i y a n a Tem.: Uğur Özkan, VVien Tel: Baskı:

MÜ-KA Matbaası

Hayriye Cad. Çorlu Ap. No: 3 D. 10 8 0 0 6 0 Galatasaray/İstanbul

77 F a x : 243 74 14 A b o n e B e d e l i : Yıllık

Tiyatro Yapım

T e l : 243 35 33-243 72

1 00.000.-TL. Yurtdışı : 50 DM Posta Çeki H e s . : Tem Yapım - 655

0 7 4 B a n k a H e s a p N o : T.iş Bankası-Cihangir Şb. 197245

K a t k ı l a r ı n d a n d o l a y ı TİYAP'a t e ş e k k ü r e d e r i z .

Tiyatro... Tiyatro

3


cy

pe a


a

pe cy


pe cy a


a

cy

pe


istanbul festivalinde klasik müzik şöleni • I Evin

İ L Y A S O Ğ L U

Genelde Festival tanıtım programlarında yo­ rumcuları anlatmaktayız. Bu kez yorumlanacak müziği, programların içeriğini tanıtalım dedik. Açılış konseri 19. yüzyılın baştacı olmuş opera aryalarından örülü bir mozaik. Montserrat Caballe, Rossini, Verdi ve Gounod gibi romantik operanın bestecilerinden örnekler sunacak. Otello'dan "Salce, salce" ve "Ave Maria"yı din­ lerken gözleriniz yaşarabilir.

cy a

Eski bir Festival dostu olan I Musici. ilk dinle­ tisini yine tümüyle Vivaldi'ye ayırmış. Hatta bütün kış her fırsatta çalınan Mevsimler bile var programda. Hani şu dört mevsimi prog­

ramlı müzik yöntemi ile betimleyen, kemanın solistliğindeki konçertolar. Bence I Musici'nin ikinci dinletisi daha renkli: Paisiello ve Giordani gibi 18. yüzyılın iki Napoli'li bestecisi, Boccherini gibi Madrid'de ya­ şamış bir saray bestecisinin ve 19. yy.4n ünlü opera bestecisi Rossini'nin oda müziği yapıtla­ rı var. Berlin Filarmonisi Dörtlüsii'ne Benal Tanrısever piyanosu ile katılıp kimi yapıtları beşli hali­ ne getirecek. Schumann'ın ve Ulvi Cemal Erkin'in piyanolu beşlileri çalınacak.

pe

Karadeniz Oda Orkestrasına Fidan Kassimova

/ Musici iki dinletiyle katılıyor Festival'e. Birini tümüyle Vivaldi'ye ayırmış grup ikinci dinletisinde Schumann ve Ulvi Cemal Erkin'in piyanolu beşlileri çalınacak.


a

pe cy


ingiliz besteci Purcell'dan Azeri besteci Karayef'e uzanan ezgiler söyleyecek. Akbank Oda Orkestrası nda ise Devlet Sanatçımız Ayla Erduran ile ünlü Rus kemancı Igor Oistrakh Bach'ın ikili keman konçertosunu çalacaklar. Çaykovski'nin Yaylı Çalgılar Serenadı da Fran­ sız Virtüözlerinin programından sonra bir kez daha yorumlanacak. Eugene Sarbu-Bruno Canino keman-piyano ikilisi çok sık çalınmayan güzelim iki yapıtla başlıyorlar programlarına: Debussy'nin ve Grieg'in sonatları. Brahms'ın Scherzo'su ve Beet­ hoven'in 9 numaralı sonatı ile klas.ik-romantik bir çizgi getirecekler. Steven Isserlis-Maggie Cole çello-klavsen ikilisi de J.S. Bach ve Boccherini'nin yapıtlarıyla zamana özgü tınıları du­ yuracaklar. Yılların eskitemediği klavsenci ve besteci George Malcolm (1917) klavseninde bu çalgı için yazılmış en görkemli yapıtları çalı­ yor: J.S. Bach'ın italyan Konçertosu, Rameau'nun La minör Süiti gibi.

a

Org, belki de bildiğimiz en eski çalgısı müzik tarihinin. Orgcu Wayne Marshall ilginç bir programla geliyor St. Antuan Kilisesine: J.S. Bach dışında programının çoğu yirminci yüzyıl

Saraydan Kız Kaçırma'da Alexandra Coku'yu izleyeceğiz

pe cy

bestecileri ile örülü. Orga yeni bir ses getire­ cek. Klasik gitar severler Angel Romero'nun J.S. Bach'tan Albeniz'e uzanan renkli müziğin­ de duygulanacaklar. Bir de çağdaş müzik se­ verler için ilginç bir program var. Vurma çalgı­ lar uzmanı Evelyn Glennie. Piyano (ki o da bir vurmalı çalgı) eşliğinde Chopin uyarlamasın­ dan günümüze dek sesler getiriyor. Flütçümüz Şefika Kutluer de parlak yapıtlardan oluşan bir program hazırlamış: Carmen Fantazisi. Doppler'in Macar Pastoral Fantezisi gibi. Misa Flamenca. Flamenko sevenler için unu­ tulmaz bir program. Paco Pena bu kez Academy of St. Martin in the Fields'in korosu vur­ ma çalgılar ve dansçı Javier Cruz eşliğinde güneşin doğduğu saatlerdeki renkleri suna­ cak!

Eugere Sarbu'ya Canino piyano'suyla eşlik edecek

Hâlâ Saraydan Kız Kaçırma operasını görmedinizse, mutlaka bu yıl bir fırsat yaratın. Artık Festival ile özdeşleşen bu opera Mozart'ın Mehter müziğinden etkilendiği, ritmsel ve vurgusal çalgıları kullandığı, harem dekorları ve hayalindeki Türk tiplemesiyle çizdiği "şarkılı oyunu". Topkapı Sarayı'nın kapısı önünde gör­ kemli bir saray ortamı yaratılıp dünyanın dört bir yanından turistlere ilginç geliyor. Bence Attila Manizade gibi neredeyse yirmi yıldır bu oyuna emek vermiş "Osmin"i ve Aydın Gün'ün sahnelemesini hala görmedinizse bu yıl kaçır­ mayın. •


pe cy a


Montserrat Caballe: İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası

yüzyılımızın en büyüleyici seslerinden biriyle randevu Füsun

Montserrat Caballe'nin olağanüstü sesini ve tekniğini dinleyince, sanatçının bu yeteneği­ nin dünyaca keşfedilmek için birkaç yıl da ol­ sa beklediğine inanamıyor, insan. Evet, Caballe dünyaca tanınan bir yıldız ol­ mak için, 20 Nisan 1965 tarihine kadar bekle­ mek zorunda kaldı. New York Carnegie Hall'da konser temsili yapılan, Donizetti'nin Lucrezia Borgia operasında Lucrezia rolünü söyleyecek olan Marilyn Horne hastalanınca, yerine Caballe'yi, bu tanınmayan ancak bir­ kaç Amerikalı otoritenin dinleyip beğendiği ispanyol sopranoyu çağırdılar. O gecenin so­ nunda sanatçı, artık Amerika'nın ve dünyanın tanıdığı bir yıldız olmuştu. Bu başarısı, Met­ ropolitan Operası'nda Gounod'un Faust operasındaki Marguerite'i söyleme olanağı sağla­ dı. Başarılı temsillerden sonra, kariyerine dünyanın en önemli sahnelerinde ünlü şefler yönetiminde söyleyerek devam etti. Birçok festivale davet edildi, resitaller, konserler verdi. 1988 yılında, rock topluluğu Queen'in solisti Freddie Mercury ile opera sanatçıları için pek olağan karşılanmayacak bir çalışma yaptı. Barcelona adlı albümde yer alan Fred­ die Mercury ve Mike Moran bestelerini, Fred­ die Mercury ile birlikte seslendirdi. Rock ile operanın birleşimi olarak ele alınabilecek olan bu çalışmanın parçalarından biri olan Exercises in Free Love'ı, 1987'de Covent Garden'daki resitalinde bis parçası olarak söyledi ve kendisini dinleyenleri şaşırttı. Bir­ çok başarı ve onur ödülünün sahibi olan Ca­ balle, 1966'da İspanyol Hükümeti'nin verdiği en büyük onur ödülü olan Dona Isabel La Ca-

cy a

Evet, bu randevu 13 Haziran Pazar günü, sa­ at 20:00'de gerçekleşecek. Yer Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon. Klasik müziği, özellikle de operayı seviyorsanız 21. Uluslararası İs­ tanbul Festivali'nin açılış konseri sizin için biçilmiş kaftan. Çünkü sahneye çıkan sanatçı, yüzyılımızın en etkileyici seslerinden biri, Montserrat Caballe olacak.

KOÇOĞLU

pe

Uluslararası İstanbul Festivali, 20 yıldır oldu­ ğu gibi bu yıl da, bizleri dünyaca ünlü müzis­ yenlerle buluşturuyor. İspanyol soprano Montserrat Caballe de bunların ilki olacak. Sanatçı, şef Jose Collado yönetimindeki, İs­ tanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşli­ ğinde Rossini, Massenet, Gounod, Verdi, Cilea ve Boito'nun operalarından bölümler seslendirecek. 12 Nisan 1933'de Barcelona'da doğan Ca­ balle, küçük yaşlarda da şarkı söylemeye aşı­ rı düşkündü. Müziği seven ve küçük Montserrat'ın bu konudaki yeteneğini farkeden ailesi onu hemen destekleyerek, sekiz yaşın­ dayken yoğun bir müzik eğitimine başlaması­ nı sağladılar. Liceo Konservatuarı'nda teori, tarih, armoni ve kontrpuan çalıştı. Altı yıllık şan eğitiminin ardından, 20 yaşında Liceo Madalyası'nı kazandı. Aynı yıl, Pablo Cassals'ın El Pessebre oratoryosunun dünya prömiyerinde sahneye çıktı. İlk opera rolü ise, 23 yaşındayken Basle Operası'nda oyna­ dığı Mimi idi. İsviçre, Almanya, Hollanda ve İtalya'da kariyerini başarıyla sürdürdü. O dö­ nemdeki repertuarı; Aida, Salome, Renata, Ariadne, Tatyana, Eva ve Elisabeth gibi roller­ den oluşuyordu.


a

pe cy

tolica'yı almıştır. 1965'ten itiba­ ren, özellikle Bellini ve Donizetti repertuarın­ da uzmanlaşır. Mükemmel tek­ niği, pürüzsüz sesi ve olağa­ nüstü müzikalitesiyle dinleyen­ leri kendinden geçiren Caballe, bel canto gele­ neğinin en usta yorumcularından biri. Repertua­ rında 100'ü aş­ kın opera bulu­ nan sanatçı, bunların 80 ka­ darını kaydet­ miştir. Rossini, Belli ve Donizetti'nin tanınma­ yan operalarının ortaya çıkarılma­ sında ve seslendirilmesinde gözardı

edilmeyecek ça­ ba harcamıştır.

İstanbul'da ve­ receği konserde kendisine eşlik edecek olan is­ tanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası'nı Jose Collado yönetecek. Buffol (Valencia)'da doğan Colla­ do, Valencia'daki Conservaturio Superior de Musica'da keman,kompozisyon ve orkestra şefliği eğitimi gördü.

1976-79 yılları arasında Valencia Orquesta Municipal'in yöneticiliğini yaptı. Daha sonra, kariyerine uluslararası düzeyde devam eden Collado, aralarında Viyana Filarmoni, Londra Kraliyet Filarmoni, İngiliz Oda Orkestrası, Vi­

yana Devlet Operası, New York Metropolitan Operası Orkestrası gibi orkestraları yönetti. 1985'te, Piero Cappuccili ile birlikte İtal­ ya'dan "Applause d'oro" aldı. Beste dalında ise, 1984 yılında Madrid Maestro Villa ödülü­ ne layık görüldü. 13 Haziran'da AKM Büyük Salonu'nda ger­ çekleşecek bu müzik olayını,klasik müziği, özellikle de operayı sevenlere şiddetle öneri­ yorum. •


cy a

pe


a

cy

pe


yağmur ormanlarının şovalyesi;

st i n g

1978 17 Kasım, The Police'in ilk albümü Outlandos D'Amour piyasaya çıktı. 1979 Ağustos, ilk filmi ûuadrophenia'nın galası yapıldı. Film NME tarafından yılın en iyi ingiliz fil­ mi olarak nitelendirilirken, Films Revievv Sting'in oyununu, James Dean'den bu yana rastlanmayan nitelikte buluyor, filmi izlemek için başka bir ne­ den yoksa bile, Sting için izlemeye değer olduğu­ nu ekliyordu. 1979 Eylül, 2. albümün ilk single'ı Message İn A Bottle piyasaya çıktı. Yine bir Sting bestesi olan parça, yıl sonunda NME tarafından yılın en iyi 6. single'ı seçilip, topluluğun tarihindeki en popüler şarkılar arasına girdi. 1979 Ekim, The Police topluluğunun ilk '1 numa­ raya yükselen albüm'ü olacak, 2. albümleri Regatta De Blanc piyasaya çıktı. 1979 Kasım, Sting'in 2. filmi olan Radio On adlı yapımın galası yapıldı. Bu filmle birlikte, Sting ilk kez bir film için şarkı söylemiş oluyordu.

cy

a

1951 2 Ekim, İngiltere, Newcastle'da doğdu. 1969, Ekonomi, Coğrafya ve ingilizce'den aldığı (A) dereceleriyle, St. Cutbert's Katolik Lisesi'ni bitirdi. (Bir süre ne yapacağına karar veremeyip, sonunda öğretmen okuluna girdi, İngilizce ve müzik dallarında sertifika aldı.) 1970, The Riverside Men adlı ünlü bir Newcastle caz topluluğuna katıldı, topluluk 1976 yılında da­ ğılıncaya kadar da onlarla çalmayı sürdürdü. 1972, İlk grubu, Last Exit'i kurdu. 1974, Grubu Last Exit ile birlikte, bir rock müzi­ kalinde çalarken, ilk karısı Frances Tomelty ile ta­ nıştı. 1 Mayıs 1976da evlendiler. 1976 Temmuz, Öğretmenliği bırakıp, yalnızca müzikle ilgilenmeye karar verdi. 1976 23 Kasım, İlk oğlu Joe dünyaya geldi. 1976 Aralık, Sting, Last Exit ile birlikte, seyrek konserlerinden birini verirken, dinleyiciler arasın­ da bulunan Steve Copeland'in ilgisini çekti ve o karşılaşma, The Police topluluğunun temelini at­ tı.

pe

1977 Ocak, Karısı ve çocuğunu alıp, Londra'ya taşındı ve Steve Copeland ile birlikte, ilk The Po­ lice provalarına başladılar. Topluluk ilk dönemlerinde, tam olmasa bile, Punk akımı içinde kabul edildi. Yine aynı dönem­ de, topluluğun müzikal lideri tartışmasız Steve Copeland'dı. 1977 Mayıs, ilk single'ları Fall Out'u çıkardılar. 1977 Haziran, Andy Summers aralarına katılınca geçici bir süre için 4 kişilik bir topluluk oldular. 1977 Ağustos, Henri Padovani'nin gitardaki ye­ tersizliği, Andy Summers aralarına katıldıktan sonra bir sorun olmaktan çıktı ve Sting istediği gibi besteler yapmaya başladı. Bu arada, toplu­ lukta Copeland'in hızlı rock şarkıları, yerini Sting'in melodik bestelerine bırakmış, topluluğun yeni lideri Sting olmuştu. Bu gelişmelerden ra­ hatsız olan Padovani The Police'den ayrıldı. 1978 9 Nisan, Bir Sting bestesi olan Roxanne, topluluğun menajerliğini yapan Miles Copeland'i etkiledi ve AI3M Şirketi ile anlaşma yapmalarını sağladı. 9 Nisan 1977 tarihinde de, Sting'in mü­ zik yaşamında temel taşlardan biri olan Roxanne, topluluğun 2. single'ı olarak piyasaya çıktı.

1979 Aralık, Aralarında, en iyi albüm dalında Reggatta De Blanc'ın, en iyi şarkı dalında Messa­ ge In A Bottle'ın da bulunduğu, 5 dalda Grammy adaylığı kazandılar. 1980 25 Mart, The Police Topluluğu, başladıkları büyük dünya turnesi çerçevesinde Hindistan'da bir konser veriyor ve böylelikle bu ülkede konser veren ilk batılı rock grubu oluyordu. Aynı turne içinde Atina'da da konser verildi. Bu konserle de, 1969 yılında gelen Rolling Stones grubundan beri, Atina'da konser veren ilk rock grubu oldu­ lar. 1980 3 Ekim, 3. The Police albümü Zenyatta Mondatta piyasaya çıktı. 1981 Eylül, 4. The Poliçe albümü Ghost İn The Machine piyasaya çıktı. Sting bu albümün birkaç parçasında saksafon çalıyordu. 1982 Ağustos, Sting ve karısı Frances arasında kara kediler dolaştığı söylentisi yayılırken, sanat­ çı Trudie Styler ile birlikte Adnan Kaşıkçının bir partisine giderken magazin basınına yakalandı. 1982 Eylül, The Police grubunun inanılmaz yük­ selişi ve ilk iki filminin başarısından sonra, Sting sayısız film teklifi almaya başlamıştı. Bunların arasında Francis Ford Coppola'nın The Jazz SinSting'i 4 Temmuz akşamı İnönü Stadyumu'nda izleme şansını bulacağız


pe cy a


tı. Sting bu filmde, Melanie Griffith ve Tommy Lee Jones ile birlikte oynuyordu. 1988 Eylül, insan Hakları Şimdi! Dünya Turnesi'ne katıldı. Özellikle Güney Amerika Konserleri, tam bir şöle­ ne dönüştü. Arjantin konserlerine katılan binlerce Şilili ve Arjantinli kadın They Dance Alone şarkı­ sında Sting'e katılıp, gözyaşları içinde dansettiler. Turnenin sembolü haline gelen bu şarkı sıra­ sında 25 anneyi, kardeşi, eşi sahneye davet etti ve Peter Gabriel'le birlikte, hepsiyle tek tek dansetti. 1989, Save The Forest Turnesi, Amazon Yağmur Ormanları nın yokedilmesine karşı savaşımıydı Sting'in. Turne boyunca Kayapo Kabilesi'nin üye­ leriyle birlikte dolaşıp Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Japonya ve Avustralya'da konserler verdi. 1989, John Dexter'in yönettiği 3 Kuruşluk Opera ile, Broodvvay'de ilk rolünü aldı. Müzikalde, MacHeath adlı kahramanı canlandırıyordu. 1990, Uluslararası Af Örgütü'nün, 1990 yılında Şili ve Uruguay'da düzenlediği konserlerde yerini aldı. Sinead O'Connor, Peter Gabriel, Wynton Marsalis gibi isimlerin bulunduğu kadro, yine in­ sanlık için söyledi şarkılarını. 1991 Ocak, 4. solo Sting albümü Soul Cages pi­ yasaya çıktı. 1992 Ağustos, 10 yıllık bir beraberlik ve boy boy çocuğun ardından, Sting ve Trudie Styler gör­ kemli bir törenle dünyaevine girdiler. 1993 Mart, Sting bir kez daha dinleyicileriyle bir­ likte. Sanatçının 5. solo albümü Ten Summoner's Tales piyasaya çıkıyor. Albümün içinde çoktan hit olmuş It's Probably Me adlı parça da yer alırken, diğer parçalar, öncelikle şarkı sözle­ riyle gerçek bir ozanla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha bize gösteriyor. Özellikle Heavy Louds But No Rain, şairliğinin doruk noktalarından biri. 1993 4 Temmuz, Sting, David Sancious, Dominic Miller, Vinnie Colaiuta, William A. Galison ile birlikte İstanbul - İnönü Stadyomu'nda 21. Ulus­ lararası İstanbul Festivali çerçevesinde vereceği konserle İstanbullu hayranlarına seslenecek. •

pe

cy

a

ger adlı filmi, John Boorman'ın ünlü Excalibur'u da bulunuyordu. Bu arada Royal Shakespeare Company yapımı Tempest'da oynaması istenmiş, Ghost Runner filminde bir maratoncuyu canlan­ dırması önerilmişti. Hepsine hayır diyen sanatçı, oyunu küçük bütçeli bir İngiliz filminden yana kullandı ve çıkardığı oyunla övgü yağmuruna tu­ tulduğu Brimstone & Treacle adlı bu film, 1982 Eylül'ünde izleyici önüne çıkarıldı. 1983 10 Haziran, The Police'in en karanlık, aynı zamanda da en iyi albümü olarak nitelenecek Synchronicity albümü piyasaya çıktı. Albümden, bir Sting bestesi olan Every Breath You Take ina­ nılmaz ilgi gördü ve zirveye oturdu. Bu arada al­ büm 17 hafta tepede kaldı. 1983 Aralık, Topluluğun, 1984 yılının birlikte ge­ çirecekleri son yıl olacağını açıklaması, hayranla­ rında şok etkisi yarattı. 1984 13 Aralık, Film olarak beğenilmeyen ancak Sting'in oyunculuğuyla ön plana çıktığı bilim­ kurgu filmi Dune'un galası yapıldı. 1985 25 Şubat, Sting yeni kurduğu topluluğuyla Ritz Klubü'nde ilk konserini verdi. 1985 17 Haziran, ilk solo albümü Dream Of The Blue Turtles piyasaya çıktı. Aynı dönemde, sevgi­ lisi Trudie Styler'dan Jake adlı oğlu dünyaya gel­ di. 1985 Temmuz, Live Aid konserlerine katıldı. 1985 1 Kasım, Jennifer Beals ile başrolleri pay­ laştığı The Bride filminin galası yapıldı. Yine film pek beğenilmezken, Sting kendinden söz ettirdi. 1985 Kasım, Meryl Streep'in başrolde oynadığı ve Sting'in ön­ de gelen rollerden birini üstlendiği Plenty filmi gösterime çıktı ve bir hayli ilgi gördü. 1986 Haziran, 2. solo albümü Bring On The Night piyasaya çıktı. 1986, The Conspiracy Of Hope Tour yardım kon­ serlerine katıldı. 1987 Ekim, Ününü zirveye taşıyan albümü Nothing Like The Sun piyasaya çıktı. 1988 5 Şubat, Yeni filmi Julia & Julia'nın galası yapıldı. 1988 Mayıs Stormy Monday filmi gösterime çık­

ağlayan saksafon; david sanborn Ünlü aranjör, besteci, piyanist ve orkestra şefi Gil Evans'a göre; David Sanborn sağlam bir tek­ niğe sahip, ama en önemlisi son derece duygu­ lu ve heyecanlı bir alto saksafon tonu var... Tıp­ kı sanki ağlayan, inleyen bir insan sesi... Evet, en sonunda, Fusion ya da kökenine iner­ sek Soul-Caz'ın megastarı David Sanborn da is­ tanbul Festivali'nde...

_18

Tiyatro... Tiyatro...

Sanborn, 30 Temmuz 1945'de Tampa'da doğ­ du. Ancak hastalıklı bir çocuktu... Uzun zaman çelik ciğer içinde kaldı. Tedavi için ailesiyle bir­ likte havası nemli olduğundan St. Louis'ye gitti. Burada, bir doktor üfleme çalgı çalmasını öner­ di. Böylece, okul orkestrasında alto saksafon çalmaya başladı. 14 yaşında ilk kez Blues'cu Albert King ve Little Minton'ın arkasında çaldı. St.


a

pe cy


Louis'den ayrılarak, Northvvestern Üniversite­ sine girdi. 1965-1967 yılları arasında lowa Üniversitesi'nde yine müzik üzerine eğitim gördü. Daha sonra Kaliforniya'ya giderek, Paul Butterfield Band'e girdi. 1972 yılına kadar bu toplu­ lukla birlikte VVoodstock Festivali dahil birçok konsere katıldı. 1972-1973 arası, Stevie Wonder ve Rolling Stones'la konser turuna çıktı. Plaklarına da katıldı. Yine aynı yıl, David Bovvie'nin konser ekibine katıldı. Bunu, Brecker Brothers ile yaptığı Fusion çalışmaları izledi. 1975 yılında ilk kendi top­ luluğunu kurdu... O zamandan bu yana başarı grafiği sürekli yükseldi... David Sanborn'un ba­ şarısı iki yönlüydü; sanatsal ve parasal... Çün­ kü, hem caz hem de pop sanatçılarının daima birlikte çalışmak istediği bir alto saksafoncuy-

du... Uyumlu kişiliği ve yumuşak, duygulu alto tonu, onu aranılan bir sanatçı durumuna getir­ mişti. 1980lerde, en sık plak yapan yorumculardan biriydi. 1990 başlarında fusion sevdası biraz ha­ fifledi ve modern cazın derinliğini keşfetti... Bir yandan, üç dizilik leather Weapon' filmleri­ nin fon müziğinde yanık alto saksafon tonuyla dramatik sahneleri güçlendirirken, diğer yan­ dan, "Upfront" gibi salt caz kokan ciddi albümler de gerçekleştiriyordu. Bize göre, David Sanborn, gerçek kişiliğini 1990larda buldu... Çünkü, etkileşimin kökenin­ de bir Jackie McLean ve en önemlisi bir Charlie Parker yatıyor... Sanıyoruz, onu bu yönüyle fes­ tivalde dinleme olanağını bulacağız. • Hülya TUNÇAĞ

rock müzik türkçe de yapılır diyor,

cy a

bulutsuzluk özlemi

pe

Yıllardır Türkiye'de müzikle uğraşan insanların bir türlü bitiremedikleri tartışmadır: Rock müzik Türkçe söylenir mi, söylenmez mi? Bir dönem ço­ ğunluğun görüşü, Türkçe'nin ses yapısının, hiçbir biçimde rock müziğin ritmi ve akış hızıyla bağda­ şamayacağı, dolayısıyla bu müzikle uğraşanların ingilizce söylemek zorunda oldukları yolundaydı. Gerçekten de Türkçe rock yapma iddiasında olan kimileri öylesine içeriksiz, sığ ve kötü dizelerden oluşan şarkılar üretmişlerdi ki, bu düşünceye hak veriyordu insanlar. Ama birileri de çıktı ve şunları söyledi: "Ben bu ülkede yaşıyorsam, bu dili konu­ şuyorsam, bu dille duygularımı anlatıyorsam; yaptığım müzikte başka bir dili kullanmam kadar anlamsız bir şey olamaz. Türkçe rock yapmak zor olabilir ama marifet, zor olanı gerçekleştirmek." Nejat Yavaşoğulları tarafından seksenlerin ortala­ rında kurulan Bulutsuzluk Özlemi, işte bu yolu se­ çen gruplardan biri. Lennon-McCartney ekolü uzantısındaki klasik rock çizgilerini kullanarak oluşturdukları 'sound'u, yaklaşık sekiz yıldır Türk­ çe şarkılar için kullanıyorlar ve bunda bir hayli de başarılılar. Bugüne dek yaptıkları üç albüm ve çok sayıda konserle, Türk rock dinleyicisini yakalama­ yı başaran sayılı ekiplerden biri durumundalar. 1986 yılında istanbul'da (o zamanlar bodrum ka­ tındaki eski yerinde olan) Taksim Sanatevi'ne gi­ denler, Bulutsuzluk Özlemi'nin müziğiyle de tanış­ tılar. Gitar ve vokalde Nejat Yavaşoğulları, piyanoda Sina Koloğlu, basta Kanöz Ozan ve da­ vulda Filiz Sümbülkaya'dan kurulu topluluk, Beat­ les klasikleriyle başladığı programın ikinci yarı-

sında kendi bestelerini seslendiriyor ve izleyicinin tansiyonunu yükseltmeyi gerçekten iyi biliyordu. Nejat, yetmişli yılların başlarından beri müzikle içiçeydi. Hatta bir ara Eurovision Şarkı Yarışması'na bile katılmış, daha sonra oluşturduğu çeşitli gruplarla Türkçe rock yapma çabalarını sürdür­ müştü. Bulutsuzluk Özlemi'nin şarkılarının tümü­ nün söz ve müziği de ona aitti. "Güney'e Giderken", "Evinde Gitarın Var Mı?", "Kütürdet Beni Rutubet", "Hezarfen Ahmet" ve "Bulut­ suzluk Özlemi" gibi parçalarıyla topluluk, yavaş yavaş İstanbul'da adından söz ettirmeye başladı. Bu arada, çeşitli kentlerde düzenlenen festivallere katıldılar ve birçok yerde konserler verdiler. Ken­ dilerini albüm yapmaya hazır hissettikleri anda, ilk stüdyo çalışmaları geldi gündeme: Bulutsuzluk Özlemi adıyla yaptıkları kaset, 1986 sonbaharında yayımlandı.

Aynı yıl Antalya'da düzenlenen 1. Akdeniz Akdeniz Müzik Festivali'ne konuk olarak çağrıldı Bulutsuz­ luk Özlemi. Antalyalı gençlerin gösterdiği büyük ilgiyle de Festival'in flaş topluluğu oldu. Her ne kadar TRT denetimini aşamadığı için televizyonda boy gösteremese de, rock dinleyicisi kesimin fa­ vori topluluğu olmayı başarmıştı. Nejat Yavaşoğulları, rock müziğin içi boş şarkılar­ la geçiştirilemeyecek denli yoğun ve aktif bir an­ latım gücüne sahip olduğuna inanan, klasik bir rock tutkunu. Bu nedenle topluluğun şarkıları, özellikle ikinci albümle birlikte net bir tavırın altını çiziyor: Demokrasi, özgürlük, barış, sivil toplum ve "Genç Türkiye". 1990 tarihini taşıyan ikinci al-


cy a

pe


a cy

Bulutsuzluk Özlemi'ni 23 Haziran Çarşamba akşamı Açıkhava Tiyatrosu'nda izleyebilirsiniz.

pe

bümleri "Uçtu Uçtu", bu anlamda ayakları yere ba­ san, sağlam ve başarılı bir Türk rock'ı örneği. Al­ bümde cezaevlerindeki güç koşullarda yaşayan insanların yaşamındaki trajik görünümleri dile ge­ tiren "Cezaevinde Bayram Görüşmesi"; yasakların, baskının ve "olağanüstü haller'in artık kabak tadı verdiğini haykıran "Acil Demokrasi" ve Pinochet darbesini anlatan "Şili'ye Özgürlük" dikkati çeken parçalar arasında. Bulutsuzluk Özlemi'nin son albümü, geçen yıl ya­ yımlanan "Güneşimden Kaç". Kadrosunda son yıl­

larda çok sık değişiklikler yaşayan topluluk, her şeye karşın 'sound'unu korumayı başarıyor, çün­ kü Bulutsuzluk Özlemi müziğinin mimarı, hâlâ Ne­ jat Yavaşoğulları. Şu sıralar dördüncü albümünün hazırlıklarını sürdüren topluluğun İstanbul Festivali'ne çağırılması, organizasyon ilgililerinin isa­ betli kararlarından biri. Böylece, dünyaca ünlü toplulukların arasında, asla onlardan aşağı kalma­ yacak bir Türk rock grubu izlemenin de keyfini yaşayacağız. • Burak ELDEM

manhattandan brezilya'ya transfer;

manhattan transfer

21. Uluslararası İstanbul Festivali kapsamında iz­ leyeceğimiz bir başka topluluk da, 20 yılı aşkın bir süredir caz müziğindeki başarısını sürdüren Manhattan Transfer. Topluluğu Count Basie Or­ kestrası ile birlikte , 27 ve 28 Haziran'da Açıkha­ va Tiyatrosu'nda izleyebileceğiz. Manhattan Transfer'in kuruluşundaki en önemli 22

Tiyatro-..

Tiyatro...

rol halen grup liderliğini yürüten Tim Hauser'e aittir. Troy/New York'lu olan ve Ocean Township'te büyüyen Tim Hauser gençlik yıllarında Disc-Jockey'lik dahil birçok işte çalıştı. 1950'li yılların sonunda, bir rythm ve blues topluluğu olan The Criterions'da yer aldı. Jim Croce'la bir folk grubunda da çalışan Tim Hauser, 1972 yılın-


a

cy

pe


larında Reno Svveeney's'de bir hayli isim yapmış­ lardı. Newsweek dergisinde haklarında bir yazı çıktıktan sonra Atlantik plak şirketi sahibi Ahmet Ertegün grubu dinledi ve grup Atlantik şirketiyle günümüze dek süren antlaşmasını o tarihte imza­ lamış oldu. Manhattan Transfer 1975 yılında ilk albümünü çıkardı; Los Angeles ve Chicago'da konserler verdi; TV programlarına çıktı ve tüm bunları Japonya ve Avrupa turneleri izledi. 1975'te kendi adlarını taşıyan albümü, 1976'da Corning Out'u, 1978de de Manhattan Transfer Live albümlerini piyasaya sundular. 1979'da gru­ bun kurucularından Laurel Masse topluluktan ay­ rıldı; aynı yılın mayıs ayından itibaren de gruba Cheryl Bentyne katıldı. Babası klarnetçi olan Bentyne, 16 ile 20 yaşları arasında babasının grubunda şarkı söylemiş, daha sonra da New Deal Rhytm Band'da yer almıştı. 1979 yılında Manhattan Transfer, Jay Graydon'un prodüksüyonluğunu üstlendiği Extentions adlı albümleriyle büyük başarı elde etti. Özellikle VVeather Repot'un ünlü Birdland yorumuyla dik­ katleri çeken topluluk başarılarına 1981'de Mecca for Moderns, 1983'te Bodies and Souls, 1984te Bop Doo Wopp, 1985te Vocalese al­ bümleriyle sürdürdü. 1986 yılı Tokyo konserleri­ nin bir derlemesi olan Manhattan Transfer Live ise 1987'de piyasaya çıktı. Manhattan Tranasfer aynı yıl içinde büyük başarı elde ettiği Brazil adlı

a

da New York'ta Heyvvood Henry'nin çalıştığı bir lokalde şarkı söyleyen Laurel Masse ile tanışınca bugünkü Manhattan Transfer grubunun ilk temel­ leri atılmış oldu. Diane Davidson adlı bir Blues şarkıcısının verdiği partide Hauser ile Masşe Janis Siegel ve iki arkadaşından oluşan Laurel Canyon vokal üçlüsünü dinlediler. Buffola/New York doğumlu ve daha önce The Young Generations adlı bir vokal üçlüde çalışan Janis Siegel'in de katılmasıyla üçlü 1972 yazında grup hazırlıklarına başladı. 12 yaşından beri profesyonel çalışmakta olan Si­ egel, daha önce Nashville'de Diane Davidson ile bir albüm doldurmuş, 14 yaşında Coltrane ile ca­ za ilgi duymuş, Chris Connor, Anita O'Day, Johnny Hartman, Ella Fitzgerald ve Vi Reed'i çok dinlemiştir. Tim Hauser, Laurel Masse ve Janis Siegele çalışmalarını dört kişilik bir vokal grup olarak sürdürmek istiyorlardı. Laurel Masse'nin kocası aracılığıyla Alan Paul ile tanıştılar. Neark'ta doğan ve sonradan New York'a yerleşen Paul o sıralarda Jim Jacobs ve VVaren Casey'in ünlü müzikali Grease'de Johnny Casino rolünü oynuyordu. Dörtlü 1 Ekim 1972de Manhattan Transfer olarak resmen biraraya geldi ve çalış­ malarına başladı.

pe cy

Beş buçuk aylık bir çalışma sonunda grup Trude Heller, Maxs Kansas City gibi çeşitli gece kulüp­ leri ile kabarelerde söylemeye başladı. 1974 son­

Manhattan Transfer İstanbul Feslivali'ne iki akşam misafir oluyor. 27 ve 28 Haziran akşamları Açık Hava Tiyatrosu'nda olacaklar.


albümünü de piyasaya sundu. Topluluğun ayrıca Vocalese Live ve Gene Piselli ile birlikte doldur­ duğu Jukin adlı albümleri de bulunmaktadır. Night in Tunisia parçasındaki yorumlarıyla 1986 yılında en iyi caz vokal yorum dalında Grammy ödülü alan Manhattan transfer, Jon Hendricks'in Freddie Freeloader, Bobby McFerrin'in Spontaneous Invitations, VVeather Report'un Procession albümlerinde de yer aldı. Manhattan Transfer'in kadın vokalistlerinden Janis Siegel grubun dışında da bazı çalışmalar yap­ maktadır. 1982de Experiment in VVhite, 1987de At Home ve 1989da Fred Hersch ile birlikte Short Stories albümlerini yapan Siegele ayrıca, Richie Cole, Robert Kraft, Jay McShann ile çalış­ tı. Beaux Arts Yaylı çalgılar Dörtlüsü ile de bir klasik albüm hazırladı. Janis Siegel ayrıca ilhan Mimaroğlu'nun çevirileri ile Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi bazı Türk şairlerinin şiirlerini de Atlantik Plak Şirketinden piyasaya çıkardı. Count Basie Orkestrası

cy

a

Manhattan Transfer Grubu, yazımızın başında da belirtildiği gibi istanbul'daki konserlerini Count Basie Orkestrası eşliğinde verecek. Caz tarihinin en önemli müzisyenlerinden biri olan Count Basie'nin 1984 yılında ölmesinden sonra sanatçının adını taşıyan orkestrası, bazı değişikliklere karşın faaliyetini günümüze kadar sürdürdü. Önce That Jones, daha sonra da Frank

Foster Count Basie Orkestrası'nın geleneğini şef olarak sürdürdüler. 1990 yılında George Benson'un da yer aldığı Big Boss Band albümü ile Grammy Ödülü alan Orkestra, son olarak 1992 yılında Live At El Morocco albümünü gerçekleş­ tirdi. Frank Foster (Şef) 1928'de Cincinatti/Ohio'da doğan tenor ve sopra­ no saksofoncu, besteci ve düzenleyici Frank Fos­ ter, llberforce Üniversitesini bitirdikten sonra Detroit'de VVardell Gray ve Elvin Jones'la çalıştı. 1953 yılında Count Basie Orkestrası'na katıldı. 1964 yılına kadar bu orkestrada kaldıktan sonra serbest çalışmaya başladı ve 1970-72 yılları ara­ sında yeniden Elvin Jones'la çalıştı. The Loud Minorty gibi çeşitli grupları yönetti, 1983'ten sonra da Frank Wess Beşlisi'nde yer aldı. 1986da ise That Jones'dan Count Basie Orkest­ rası'nın yönetimini devraldı. Basie is Our Boss, Fearless Frank Foster, The Loud Minority, Shiny Stockings, Frankly Speaking (Frank Wess ile) gi­ bi önemli albümler yaptı. Eşlik ettiği müzisyenler arasında Chris Connor, Coleman Havvkins, Dianne Schuur, Donald Byrd, Eddie Locakjavv, Ella Fitzgerald, Jimmy McGriff, Horace Parlan, Illinois Jacket, Joe l\lewmann, Joe VVİlliams, Lionel Hampton, Sarah Vaughan, Benny Carter, That Jones, Thelonious Monk, Tony Bennett gibi ünlüler sayılabilir. • Can ERAY

70. yılda barışa davet;

pe

türkiye & polonya caz topluluğu Turkish-Polish Jazz Formation (Türkiye/Polonya Caz Topluluğu), tanınmış Türk ve Polonyalı müzis­ yenlerin Polonya-Türkiye Dostluk ve Barış Antlaş­ masının 70. yıldönümü kutlamaları nedeniyle ilk defa biraraya gelerek oluşturdukları bir müzik gru­ bu... Konserlerindeki standart caz parçalarının yanısıra Türk ve Polonya etnik motiflerinden esinlenerek bestelenmiş parçalara da yer verecek olan grubun amacı, cazın insanları her türlü antlaşmadan daha kolay biraraya getiren evrensel bir müzik olduğu­ nu göstermek... Grupta yer alan sanatçılar şunlar: Okay Temiz - Vurmalı Sazlar, Besteci * İmer Demirer - Trompet * Neşet Ruacan - Gitar * Tuna Ötenel - Saksafon, Piyano * Remzi Emek - Trombon * Sibel Köse - Vokal * Ergüven Başaran - Saksafon * Henryk Majevvski - Trompet * Jan Ptaszyn Wroblewski - Saksafon, Besteci ve Aranjör * Henryk Miskievvicz - Saksafon * Thomasz Szukals-

ki - Saksafon * Robert Majevvski - Trompet * Andrzej Jagodzinski : Piyano * Janusz Szprot - Keyboard, Aranjör * Zbignievv Rombel - Bas * Marcin Jahr - Davul Türk motifli parçaların beste ve düzenlemesi Ali Perret tarafından yapılmış, Janusz Szprot grubun sanat yönetmenliğini üstlenmiş. Projenin koordi­ natörlüğünü ise Ahter Kıral yürütüyor. Ankara Büyükşehir Belediyesinin desteği sayesin­ de gerçekleştirilen proje ayrıca Kavala Şirketler Grubu, Ankara Sheraton Oteli, Mim Kollektif, Po­ lonya Büyükelçiliği ve Polish Jazz Society tarafın­ dan da destek görüyor. Provalarına 14 Haziran'da Ankara Sheraton Oteli'nde başlayacak olan grup, istanbul Festiva­ linden başka Ankara ve Bursa'da da konserler ve­ recek. Cazseverler için hoş bir deneyim olacağını düşünüyoruz. •

Suada LONGAR


a

pe cy


pe cy a


a

cy

pe


a

cy

pe


a

pe cy


Piyano; Aldo Ciccolini / Flüt; Şefika Kutluer Viyolonsel; Steven Isserlis - Klavsen; Maggie Cole Keman; Eugene Sarbu - Piyano; Bruno Canino Klavsen; George Malcolm / Gitar; Angel Romero'dan

doyumsuz 6 resital Ayşe

ATEŞ

a

nin güçlü bir savunucusu olarak ün yap­ tı ve Erik Staie'nin eserlerini plağa dol­ duran ilk piyanist oldu. 1949'dan bu ya­ na birçok uluslararası yarışmalarda ödül aldı. Ravel ve Debussy'e tüm program­ larında her zaman yer veren sanatçı 1992'nin başında da Debussy'nin piya­ no bestelerini içeren son plağını yayın­ ladı.

pe

cy

Şefika Kutluer

Aldo Ciccolini, Piyano

Aldo

Ciccolini

İlk ödülünü 1940'da bestecilik dalında alan Aldo Ciccolini, 90'lı yıllarda dünya çapında en iyi piyano ustalarından biri olarak tanınmıştır. Müzik yaşamına pi­ yano ile başlayan Ciccolini ilk orkestra konserini Chopin'in Fa Minör Konçertosuyla verdi. 1947'de doğduğu kent olan Napoli'de Konservatuarda ders vermeye başladı. Dünyada Fransız piyano müziği­

Halen İzmir Devlet Senfoni Orkestra­ sının flüt solisti olan sanatçı öğrenimi­ ne Saki Şarıl ile başladı. Eğitimine 1979'da üstün başarıyla mezun olduğu konservatuardan sonra Viyana ve Roma'da devam eden Kutluer, Amerika ve Avrupa'nın birçok kentinde konserler verdi. 22 Haziran'da Aya İrini'de dinle­ me şansını bulacağımız bu ünlü sanatçı­ mız 1969 doğumlu Igor Longato'nun pi­ yanosu ile birlikte çalacak. Steven Isserlis

Tahminen 1745 yapımı bir Guadagnini viyolonsel ile çalacak olan Steven Isser­ lis 1965 Londra doğumlu. Ünlü Rus pi­ yanisti Julius Isserlis'in oğlu olan sa­ natçı viyolonsel eğitimini Uluslararası Viyolonsel Merkezi'nde Jane Cwan ile yaptı. Eleştirmenlerce dönemin en başarılı sa­ natçılarından biri olarak kabul edilen Is­ serlis sık sık dünyanın önde gelen or­ kestralar ve şefleriyle konserler ve


ran'da. J.S. Bach, Rameau ve Handel, eserlerini sunacağı ünlü bestecilerin bir kısmı. Angel

Romero

pe cy

a

26 Haziran'da AKM Büyük Salon'da izle­ yeceğimiz İspanyol gitar ustası, ünlü virtüöz Angel Romero Malaga (İspan­ ya) da dünyaya geldi. 6 yaşından itiba­ ren resitaller vermeye başladı ve ilk Amerika temsilini verdiğinde henüz 16 yaşındaydı. Resital ya da solo sanatçısı olarak verdiği her temsilde muazzam tekniğini ve müzik yeteneğini ispatlayan sanatçı müzikseverlerin, basın ve müzik merkezlerinin sürekli ilgi odağı oldu. Sanatçı 1991-92 sezonunda Kuzey Ame­ rika'da Washington Ulusal Senfoni Or­ kestrasınla, Ravinia Festivali'nde Chica­ go Senfoni'yle, Erich Kunzel yönetimindeki Rochester Senfoni, Phonix Senfoni ve Charleston Senfoni Orkestralarıyla temsiller verdi. Romero ayrıca, dünyaca ünlü besteci Joaquin

Şefika Kutluer. flüt

resitaller vermekte. 1982'de Kabalevsky'nin ikinci viyolon­ sel konçertosunu İngiltere'de ilk kez seslendiren Isserlis 27 Haziran'da Aya İrini'de yine dünya çapında ünlü Maggie Cole'un klavseni ile birlikte J.S. Bach'ın Gamba Sonatı 1. ve 2. eserleri­ ni, Britten'in Viyolonsel Süiti (No. 3) ile Boccherini'nin Sol Mijör ve Do Minör sonatlarını seslendirecek. George M a l c o l m

İngiliz müzik yaşamının en önemli isim­ lerinden biri; George Malcolm. 30 Hazi­ ran Çarşamba günü AKM Konser Salonu'nda izleyeceğimiz George Malcolm, uzun yıllar müzikseverlerce klavsenci, piyanist, şef ve koro yöneticisi olarak İngiliz müzik yaşamında adını unuttur­ madı. 75 yaşını aşan sanatçı, müziğin, sanatın yaşı olmadığını ispatlarcasma bir klavsen şöleni sunacak 30 hazi­

Steven Isserlis, viyolonsel


ile başladı. Repertuarında klasik keman edebiyatı­ nın tüm konçertoları ile Alman, Fransız, italyan, Rus ve Romen bestecilerinin eserlerini barındıran Sarbu, dünyanın beş kıtasında ve yine dünyaca ünlü or­ kestralarla birlikte sayısız konserler ver­ di. 1982'de Avrupa'nın en iyi oda orkestra­ sı müzisyenlerini biraraya getirdi ve Av­ rupa Ustalar Orkestrası'nı kurup, yönet­ ti. Orkestra ilk konserini Londra'da Royal Festival Hall'da verdi. Daha sonra da Vivaldi'nin "Mevsimler", Mozart'ın Sol Majör Keman Konçertosu dahil bir­ çok bestesini plağa doldurdular. Sarbu ayrıca Halle Orkestrası eşliğinde Sibelius'un keman konçertosunun da kaydını yaptı.

George Malcolm, klavsen

cy

a

Eugene Sarbu, 23 Haziran'da ünlü İtal­ yan piyanist Bruno Canino ile Brahms'ın Scherzo'su, Beethoven'in 9. Sonat'ı, Debussy'nin Sonat'ı ve Grieg'in 3. Sonat'ını sunacak. •

pe

Rodrigo'nun 90. doğum yılı kutlamala­ rında Jesus lopez Cobos yönetimindeki Cincinnati Senfoni Orkestrası'yla bir temsil verdi. Dünya çapında parlak bir sanatçı ve dö­ neminin en önemli klasik gitarcılarından biri olarak kabul edilen Angel Romero'nun Festival kapsamında sunacağı eserler: Mudarra - Fantasia, Sanz - İs­ panyol Süiti, J.S. Bach - Chaconne, Giuliani - Rosiniana No. 119, Lauro - 5 Dans ve Albeniz - Leyenda Ve. Eugene Sarbu 21. İstanbul Festivali kapsamında izle­ yeceğimiz ve ilk resitalini 6 yaşında ver­ miş olan bir diğer sanatçı da Eugene Sarbu, Dünyanın en ünlü kemancıları arasında yer alan Sarbu kemana, beş yaşında, profesyonel kariyerine ise 1978 yılında peşpeşe kazandığı birçok ünlü yarışma

Angel Romero, gitar


Türk müziğindeki "gelenekselIik" ve İstanbul Festivali'ndeki örnekleri üzerine alternatif bir yazı Gönül

giden büyük meydan saz ve sesle dolu. Ağaç­ lardan al bayraklar sarkıyor. Semai kahvesi muhitin göbeğinde. Ağaçların altında bir ma­ sanın etrafına oturduk. Eski istanbul'un lehçe­ sinden şetaretine kadar bütün ruhuna vâris olan tâbiler sesleriyle ortalığı çınlatıyorlar... Burada eski İstanbul canlı bir levha gibi. Klar­ net tiz ve yanık sesiyle bir taksim tutturdu. Ka­ ğıthane 400 senelik hatıralarıyla hava halinde esiyor. İnsan dinledikçe maziye karışıyor, ruh bir çocuk sevinciyle ürperiyor. Çifte nara ve darbuka ile artık Türk şevki içinde kaybolu­ yor..." Ahmet Rasim ise Fevziye Kıraathanesindeki sazın "adabı ile, eller dizde, hareketsiz" dinlenildiğini ve faslın iki makam üzerine ortalama 4 saat sürdüğünü yazar, ikinci Meşrutiyet'in ilanından sonra halka veri­ len ilk konserin sanatkarı ise Tanburi Cemil Bey'dir. 0 tarihlerde zaten fonograflarda onun çaldığı kovanlar her tarafta yaygınlıkla dinlenilmektedir. Aşağı yukarı aynı yıllara rastlayan bir zamanda da Rauf Yekta Bey ve Ahmet Mithat Efendi arasında İstanbul gazetelerinde Türk musikisi­ nin ilmi temelleriyle ilgili bir tartışma sürmek­ tedir. Rauf Yekta Bey daha sonra yazdığı bir yazıda "İstanbul halkının bu polemikleri ilgiyle takip ettiğini" belirtmektedir. 0 günlerde bilimsel yönü sığ olmakla birlikte, hem işitsel hem de fikirsel boyutlarda halkın gündeminde oldukça geniş bir yer tutan musi­ ki, sözlü kültürümüzün önemli bir şubesidir. Musikinin yapısının toplumun kültürel yapısıy­ la birebir ilişkide bulunuyor olması, düzeyin her devirde korunması endişesini de getirmiş­ tir. Dede Efendi'nin "oyunun tadı kaçtı" ifade­ sinden, Şakir Ağa'nın piyasa üslubunda çalı­ nan musikiye kızıp kemanını kırmasına... ve giderek Ibn'ülemin'in yukarıdaki satırlarına ka-

pe

cy

a

"... Musiki devletlerin teşevvüş (karışıklık) ve ihtilalleri vaktinde zayi olan sanayiin akdem (daha önde) ve evvelidir. Çünkü hal-i teşev­ vüşte ruhun ezvâkından (zevklerinden) ziyade cesedin ihtiyacatına hizmet etmek zaruri oldu­ ğundan, ruha taallûk eden musikiye ancak sü­ kün ve asayiş vaktinde hizmet edilebilir." ibn'ülemin Mahmut Kemal, İbn-i Haldun'un tarihinin mukaddimesinde yer alan ve siyaset sosyolojisi ve sosyo-kültürel değerlendirmeler içeren bu ifadeyi hatırlatarak, kendi dönemin­ deki (bu yüzyılın ortaları) müzik algılayışını ve ortamını kıyaslamış ve şöyle 'şekva' etmiştir: "idrak ettiğiniz muharebelerden, ahlaken girif­ tar olduğumuz teşevvüşattan sonra musikinin uğradığı musibet, gözümüzün önündedir. Bül­ büller sustu, kargalar ötmeye başladı, esatizei elhan (nağmelerin üstadları) sükut etti. Meygede (şarap evi) hanende ve sazendeleri söy­ lenmeye başladı. Henüz usul tutmasını bilme­ yenler, hatta okuduğu şarkıların hangi makamdan olduğunu anlamayanlar; besteler, semailer, şarkılar tanzimine kalkıştılar. Bir kı­ sım halk, kaideye muvafık ve takdir ve tevkire layık bedayi-i musikiyyeden hazetmez oldu. "İlmi şerifi musikiyi" -hiçbir suretle şerif ve arif olmayan- birtakım cehelenin adi eserlerin­ den ibaret zannederek onlara mail oldular. Zi­ ra havas nabud (yok) oldu. Avam meydana çıktı."

PAÇACI

Bu keskin saptayımdan daha önceleri, (şimdi­ lerde verdiğimiz adla) geleneksel Türk Müziği'nin toplum hayatıyla içiçeliğini ise çeşitli kaynaklardan izlemek olasıdır. Müsteşriklerin ifadelerinin yanısıra hemen akla geliveren isimler Mehmet Tevfik Bey, Sadri Sema (Aydoğdu), Refik Ahmet Sevengil, Reşat Ekrem Koçu, Müsahipzade Celal, Ahmed Rasim...dir. Yahya Kemal Bayatlı 1922 yılında tevhid-i efkar'da şöyle yazmaktadır: "... Caddeden denize


a pe cy

Geleneksel müziğimizde, topla söyleyişin resmi bir kurumdaki ilk örneklerinden: Dâru'' Elhan Fasıl Heyeti (1926) Muallim Sedat Bey (Öztoprak) İdaresinde (üstte), istanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu (Altta).


pe cy a


pe cy

a

dar. Bugün yazılan bu anlamdaki her ifadenin peşin bir pesimizmi de içeriyor olması "gelene­ ğin" kesintisiz süren tek boyutu belki de. İnsan bu noktada 20 yıl son­ rasını düşünmek bile is­ temiyor. Şimdi bugün kalkıp, "te­ mel kültürel değerlerin sağlıklı olarak aktara­ bildiği ortamlarda, çağ­ daşlığı algılıyabilmenin olanakları giderek artar" diyecek olsak peşin bir karamsarlık kuşatır dört yanımızı. Sırça köşkle­ Olmalıydı: Kani Karaca, dini musikimizin en önemli kaynak sanatçılarından biridir. Mahfuzatındaki dini ve din dışı pek rinde oturup, ütopyaları­ çok nadide eser ve musikiye hakimiyetinden mümkün nı yaşamaktan zevk alan olduğunca yararlanılmalıdır. bencil ve hayalperest es­ ki zaman sanatçılarıyla aynılaştığımızı hatırlatır, uyarırız fısıltıyla kendimizi. "Bir dokunup bin ah işitilen" bu değerlendirmelerin her şeye rağmen sürdürülmesi ve "geleneğin" düşünsel boyutta da olsa yaşayan bir şeylerinin olması gerekmektedir aslında. Daha makro bir perspektiften bakılacak olursa; temel mantık olarak, toplumsal kimliğin oluşum ve ifade edilme süreci ve araçları yönlerinden söylenecek şeyler aşağı yukarı aynıdır. Toplumun kendini tanıması ve tanımlaması, farklı toplumlarla ilişkileriyle bağlantılı olarak değerlendirilmelidir. Türk toplumunun Orta Asya'dan itibaren başlayan sürecini gözönüne alırsak; önce Çin-İran'la çatışmaları, daha sonra Yakın Doğu'ya yapılan göçler ve İslamiyeti kabul edişleriyle farklı bo­ yutlar kazanan bu çatışmalar Osmanlı imparatorluğu'nu dünya ölçeğinde güçlenme noktasına getirmiştir. Bu dönemde Osman­ lı, Doğu-Batı ilişkilerini dengeleyen ve denetleyen bir durumda­ dır. Bu denge unsurlarının Batı lehine değişmeye başla­ ması 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı'da yeni bir ilişkiler sistemi geliştirilmesi zorunlu­ luğunu doğurmuş, seçilen yolda "Batı'ya uyum" için ge­ reken kurum ve kuralların oluşturulması şeklinde ol­ muştur. Tanzimat, Meşrutiyet dönemleri ve nihayet Cumhu­ riyet bu siyasal tercihin ke­ sinleşmesi yolunda tedricen toplumun geçirdiği aşamaları teşkil eder. Olmalıydı: Alaaddin Yavaşça, düzeyli üslubuyla Türkiye Cumhuriyeti de yeni Klasik Türk Müziği icrasında akla ilk gelen isimlerdendir. bir kimlik oluşturmak ve dün-


Olmalıydı: Bekir Sıtkı Sezgin, Türk Musikisi'nin klasik tavırdaki "üslup sahibi" en önemli icracılarının

mek kendini oyalamaktan öteye gitmez. Aslın­ da bugün çağdaş gelişmelere ayak uydurma önerisi (siyaset, teknoloji ve akla gelebilecek her alanda) günümüzde egemen ilişkilere uyum sağlamaktan başka bir anlam taşıma­ maktadır. Bireylerin toplum içindeki ilişkileri algılamaları açısından ve birey-toplum ortaklı­ ğının sürmesi yönünden bu etkileşim sürüp gidecektir. Düzenin "eskiyi yok sayıp, hep yeniden başla­ mak" esası üzerine kurulduğunu ve kurumlaş­ manın, devamlılığın gözardı edildiğini hatırlar­ sak, müziğimiz için yapısal olan bu özelliğin nasıl zaafa uğradığını anlayabiliriz. "Kişiyle ka­ im" olur hale gelen çoğu şey giderek yok ol­ maya ve musiki de bir fikir disiplini ve moral değer sıfatını yitirmeye başlamıştır. Artık biz­ zat üreten değil aktaran, nitelikli değil sıfat sa­ hibi insanlar yetiştiren kurumların malı olmuş­ tur musiki. Dün ve bugün arasındaki sanatsal sürekliliğin kesintiye uğramasından sonra üst yapısal restorasyonlarla temin edilmeye çalışı­ lan doğal (!) sanat ortamı samimiyetten ve inandırıcılıktan uzak olmaktadır. Türk musiki­ sinin asli karakteri olan "tavır" ve "fem-i muh­ ­in sahibi" olma özelliği kaybolmuştur. Bugün, değil kulağımızla beynimizle dahi duyabilme olanağını yitirdiğimiz -ki çok uzak değildirlerdiyelim Hacı Kirami Efendi tavrı, Kaşıyarık Hü­ samettin Efendi tavrı, Hoca Ziya Bey tavrı hat­ ta Münir Nurettin tavrına ne olmuştur? Yeni yetişen her "ses sanatçısı", adına tavır demle­ meyecek, birbirinin tekrarı ve günün aşağı yu­ karı ortalama bir söyleyiş tarzını benimsemek­ tedir. Bereket, saz musikisinde ise durum daha olumlu görünüyor. Günümüzde tavır ve fem-i muhsin sahibi olan Klasik Türk Musikisi icracıları bir elin parmak-

pe cy

a

ya konjonktüründe yeni bir konumda yer al­ mak için tüm yapılanmasını "Batı'nın genel si­ yasetine uyum" ana başlığında oluşturdu. Bu bir dönüşümdü ve doğal olarak bu dönüşüm sanat, kültür, iletişim, sosyal ilişkiler gibi top­ lumun temel dinamikleriyle uyum sağlamak durumundaydı. Ancak bunun gerçekleşmesi, acele bir tercihle Osmanlı kimliği ile uyuşmaz­ lığın ön plana çıkarılması şeklinde oldu, bu eleştiri baz alındı. Çok kısaca özetlersek ve ko­ numuzun esası olan müziğin toplumun yapı taşları arasında hangi şart ve oranlarda yer al­ dığını hatırlayacak olursak o doğal anlatım­ dan, bugün gelinmiş olan noktayı, oluşan kav­ ramsal çelişkileri ve boşlukları daha çarpıcı olarak görebiliriz. Konuya Türk müziğinin yapısı açısından baka­ cak olursak; tek tük notaya almak gayretleri haricinde- 20. yüzyılın başlarına dek sözel ak­ tarımla günümüze ulaşan müziğimiz, "gelişme" ve "ziya'a uğrama" ikilemini üreten bir zemin­ de geleneğini oluşturmuştur. Notaya geçiş ise müziğin karakterinin başka gözle algılanması ve yazılması neticesinde eserlerin icra edilir­ ken kendini yenilemesi olanağını kaldırmış, gi­ derek bu "kendini yenileme" "kendini tekrar et­ me" döngüselliğine yol açmıştır. Merkeziyetçi toplum düzeninde, toplumsal yapının temel di­ namiklerinden biri olan sanat, geleneksel dü­ zenin değişimiyle birlikte "mütekavbiliyet" problemi yaşamaya başlamıştır. Bugün ise toplumsal yapılanma modelinin uğradığı hızlı değişim, altüst olmuş olan değerler sisteminin yarattığı kargaşa, liberalizmin vahşi bir uygu­ laması, "konuşan Türkiye" maskesinin ardına sığınıp ilke ve fazilet bildiğimiz her şeye saldı­ rı... Bunların müzikteki izdüşümü bu ortamın müziksel estetiğini, "sound"unu ve "yükselen değerleri"ni yarattı. Bütün mesele bu. Her alanda durum ne ise müzikte de aynı. Bu "söylem"e alışmak durumunda kalanların işi ise hayli zor görünüyor. Doğal şartlarında oluşturulan gerçek düşün ve sanat eserleri zamana ve her türlü yıpratıcılığa dirençle karşı koyar. Sanat tarihimiz bunu doğrulayan sayısız örnekle doludur. En pragmatik yol elimizdekini korumak ve hiç değilse değerini bilmektir. Bunu kabullenmek ve her türlü önyargı, kompleksten arınarak omuzlarımızdaki sorumluluğu farketmek durumunda­ yız. Bugünün çağdaş yaklaşımı, "hoşgörü" adı­ na kritersizlik değil, bu sorumluluğun paylaşılması olmalıdır. "Ehem ve mühimmin" farksızlaştığı zeminlerde çağdaşlıktan bahset-


a pe cy

Olmalıydı: Niyazi Sayın (1927), ünü yurtdışına taşmış "komple" bir sanatçı. Son devirlerin en iyi neyzenlerinden biri olduğu tartışmasız kabul edilmektedir.

larını geçmeyecek kadar. Ve baktığımızda İstanbul Festivali programında bu anlamda bir açılıma rastlayamamak son derece üzücü. Bu çapta bir organizasyonda memleketimizin her biri kendi janrında zaten çok sınırlı sayıda olan bu sanatçılarından yararlanılmıyor olması kısaca "talihsizlik". Ayrıca örneğin, coş­ kusuyla, pırıltısıyla ve özgür katılıma olanak veren yapısıyla şöyle "usta işi" bir faslın yer alması da çok isabetli olurdu. Onun yerine, icra biçimi olarak disiplinli bir toplu söyleyiş ve çalış esasına dayanan gruplar görüyoruz. Kültür Bakanlığı'na bağlı çeşitli devlet koroları ve geleneksel müziği kaynak olarak alıp farklı yöntemlerle müzik yapan topluluklar birarada yer al­ makta. Bu toplulukların tanıtımına geçmeden evvel göze çarpan bir ek­ sikliği hemen belirtmek gerekiyor. Toplu okuyuşun günümüzde­ ki en yaygın uygulanış biçimi olan "koro"yu, müziğimizdeki ya­ pısal uyumu da gerçekleştirerek başından beri bu işin duayeni olan müzisyenlerce günümüze taşıyan (kökü Darül-elhan'a da­ yanan) icra Heyeti programda yer almıyor. Son yıllarda giderek zaafa uğrayan bu emektar heyetin en azından "tarihsel misyonu­ na binaen" programda bulunması gerekirdi.


pe

cy

a

bir değerlendirme yapmamak için konser sonrasını beklediğimiz yeni bir eser. Necdet Yaşarın sanat yönetmenli­ ğinde çalışan ve otantik icra biçimle­ rine, bireysel hünerlerin-katkıların sergilenmesine yer veren İstanbul Devtet Türk Müziği Topluluğu sıcak ve dinamik yorumuyla dikkat çeken bir topluluk. Zaten giderek artan bir ilgiyle dinlenilen konserleri de bunun kanıtı. Daha çok dini musiki örneklerini ses­ lendirmeyi tercih eden İstanbul Tari­ hi Türk Musikisi Topluluğu, Ahmet Özhan'ın solist-şefliğinde konserler vermekte. İslamiyetin ilk devirlerin­ den beri tabii bir gelişimle Türklerin elinde özel bir gelişim gösteren dini musiki, çeşitli tarikatların dünya gö­ rüşlerini ifade eden örneklerle zen­ ginleşerek muazzam bir repertuar oluşmuştur. İyi tespit edilmiş örnek­ lerin, konunun hassasiyetinin ayırdında olan kadrolarla ve özenli bir ic­ ra ile seslendiriliyor olması sevindirici bir gelişmedir. Yapısal olarak özel, işleyiş ve sürek­ lilik açısından adeta kurumlaştığını ilan etmiş,olan Ayangil Türk Müziği Orkestra ve Korosu, Ruhi Ayangil'in yönetiminde yıllardır büyük özveri ve Kudsi Ergüner (ney) ile Bruno Caillat (vurmaçalgılar) 8 Temmuz'da AKM Büyük gayretle çalışmalarını sürdürmektedir. Salonda 21.30'da izlenebilir. Çok sesli teknikle yazılmış geleneksel karakterli birçok yeni eseri repertuarında bu­ Festivalin geleneksel sanatlar bölümünde yer lunduran tek koro olma sıfatıyla ve övülesi bir alan topluluklardan dört tanesi Kültür Bakanlıazimle "hak bellediği yolda" ilerleyişine devam ğı'na bağlı olmakla birlikte icra tarzları, reper­ etmektedir. tuarları... gibi açılardan oldukça farklı özellik­ Bu bölümde ayrıca Bosphorus adıyla biraraya ler arzetmektedir: gelen birçok seçkin saz sanatçısının konseri Kültür Bakanlığı'na bağlı devlet korolarının ilki de yer alıyor. Repertuarlarını özenle oluştura­ olan İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Ko­ rak az icra edilen saz eserlerini çalacağı anla­ rosu, kurulduğundan beri Nevzat Atlığ'ın adıy­ şılan grubun, saz müziği açısından doyurucu la bütünleşerek sınırları belli bir repertuarı, bir demetle izleyicilere sesleneceği anlaşılıyor. elitist bir üslupla sunmaya özen göstermekte­ dir. 1975 yılından itibaren sürdürdüğü bu cid­ di sunumla, kendi dinleyici kitlesini oluştur­ muş ve muhafaza etmektedir. Aynı konumda olmasına rağmen klasik icraya aynı oranda yer vermeyerek -biraz da özensiz­ ce olduğunu gözlemlediğimiz- yeni eserleri seslendiren bir diğer koro da Teoman Önaldı yönetimindeki İzmir Devlet Türk Müziği Korosu'dur. Koronun programda icra edeceği be­ lirtilen eser de -tahmin etmekle birlikte- peşin

Kemence sanatçısı ihsan Özgen'in direktörlü­ ğünde, sürekli yenilenerek özgün projelere dö­ nüşen programlar seslendiren Anatolia Gru­ bu, bu yıl da Türk müziğindeki Ege ve Balkan danslarını konu olarak seçmiş. İTÜ Mezunları Türk Musikisi Topluluğunun ses sanatçısı İnci Çayırlı yönetiminde vereceği konser üniversitelerde yer alan Türk müziği korolarına bir örnek teşkil etmektedir. (Bu


pe

cy

a

bağlamdaki en eski koro İstanbul Üniversitesi korosu olup 1950'lerden beri müzik hayatımıza önemli katkılarda bulunmuş­ tur. Ancak anımsayabildiğimiz kadarıyla bu koro Festival'de hiç yer almamıştır.) Uzun yıllardır Fransa'da yaşayan Kudsi Erguner'in ney ile yapa­ cağı bireysel müziğin vurma çalgılar eşliğinde ilginç bir dinletiye dönüşeceği konser, İstanbul Festivalinin geleneksel sanatlar bö­ lümünün son etkinliğini teşkil etmektedir. Bu etkinliklerin tümünü gözden geçirdiğimizde, uluslararası bo­ yutlarda bir festivalde geleneksel müziğimizin tüm boyutlarının yeterince temsil edilemediği gerçeği göze çarpmaktadır. Her yıl değişen tür ve oranlarda düzenlenen bu bölüm bu yıl, kriterleri net olmayan bir seçim, kararsızlık ve daha açık bir ifadeyle "özensiz" bir toplamdan oluşuyor. Halbuki amaç gelenekseli tüm boyutlarıyla vermek idiyse, kitlele­ rin zaten maruz kaldığı düzeysiz müziklere olabildiğince bol al­ ternatif program yerleştirilmeliydi. Kendi insanımızın bu ihtiyacı­ nı görmek için, içinde bulunulan "kültür ve sanat" ortamının biraz farkında olmak yeterlidir. Geniş insan kitleleri ciddi biçim­ de "rastgele" müzik tüketiyor. Toplum, yaşamı düşünce yoluyla ve kavramlarla izlemek, anlamlandırmak yerine olaylarla izlemek alışkanlığını ediniyor. Medya ve görsellik bu sığlığı katmerleştiren bir imaj kültürü doğuruyor. Salt gördüğü şeye koşullanan, anlam ve imge üzerine kafa yormayan topluluklara dönüşüyoruz. Toplumsal yapı ve çeşitli etkinlik alanları arasındaki ilişkilerin iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Sanatkarlar, eleştirmenler, yayıncı­ lar (ve tabii festival düzenleyicileri) gibi bu etkileşimin tarafların­ dan biri (hatta belirleyici taraf) diğerinden habersizse ve kendi iç meselesi haline getiriyorsa bu iç hesaplaşmayı; yani izleyicisini tanımıyor ve giderek yabancılaşıyorsa sanat ve kültürün de ge­ çerliliği tartışılır hale geliyor (gelişmesi değil). Bu durum, yığınları o günkü sanatı izlemekten vazgeçirmekle kalmayıp giderek geçmişinden de uzaklaştırıyor. Çünkü devamlı­ lığın bir yerlerinden zedelenmeye başlaması konusunda kim ne derse desin halkın naif bir algısı vardır. Giderek içine protest unsurlar katarak değişik yönelimlere yol alacak olan bir tür top­ lumsal önsezi. Bugün gelinmesi gereken nokta ise, bir kültürün tüm fazlarının ustaca eklemlendiği bir bütünlüğü yaratabilmek ve bu "yerli yerindeliğin iyi değerlendirilerek ulusaldan evrensele göndermeler yapılması; bu yapılanın da kavranabilirliğe indirgenmesi olmalıy­ dı. Oysa bugün "geleneksel" diye sunduğumuz örneklerde, bu musi­ kinin doğasında barındırdığı unsurları tam bir "anlatım özgürlü­ ğü" içinde duyurabilen icralar gözetilmekte midir? Ayrıca bu gizil-denetimi sürdürecek kaç kulak var? Ülkemizde musikimizin estetiği ve geleneğe dayalı temel dinamiklerinin ayırdında olan bir jüri oluşmuş mudur? Bu temel unsurların sorgulanmadığı bir ortamda ve neye dair ol­ duğu belli olmayan tercihlerin sübjektifliğinde oluşturulmuş "geleneksel sanatlar" etkinlikleri doğrusu, pek kuşatıcı ve ümit verici görünmemektedir. • (Fikret Bertuğ'un arşivinden alınmıştır)


Lar Lubovitch İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası

çağdaş bale & modern dans = lar lubovitch Yasemin Festival kapsamında bale sevenleri biraraya getirecek bir topluluk, Lar Lubovitch 23 ve 24 Haziran tarihlerinde AKM Büyük Salo­ nu' nda gösterilerini sunacak.

Beklerken'in müzikleri Paul ve Mary Ford ile Johnny Puleo ve Orkestrası tarafından hazır­ landı. Dansa Mikhail Baryshnikov'un VVhite Oak Dance Project adlı grubundan dansçılar da eşlik etti. ikinci yeni koreografinin müziği için Charles Ives'den sekiz parça kullanıldı. Pacific Nortvvest Balesi'yle ortak ger­ çekleştirilen bu dansın bazı gösterileri Kennedy Sanat Merkezi'nde gerçekleş­ tirildi.

a

Lar Lubovitch Dans Topluluğu 1992-93 sezo­ nu kapsamındaki 25. kuruluş yıldönümünü yepyeni danslar, birçok eski klasiğin yeni yo­ rumları ve kapsamlı bir Amerika-Avrupa tur­ nesiyle kutladı.

DİLBER

pe

cy

Topluluk geçen sezon başında 10 dansçının yeraldığı ve 1993 baharında sahnelenecek olan yeni bir eserin koreografisine başlıyor. Yine sonbaharda topluluk, bir buz pateni yar­ dım kuruluşu adına Olimpiyat buz patencileri için yıllardır hazırlamış oldukları dansların bir bileşimini sunacak. Lar Lubovitch 25. yıldönümü onuruna sekiz yıldır grup tarafından sergilenmeyen Les l\loces (1976) dahil birçok eski klasiği sahnele­ meyi düşünüyor. Kutlama yılı Ocak ayındaki Philedelphia'daki bir haftalık bir gösteri programıyla başlaya­ cak ve ilkbahardaki Amerika temsilleriyle sü­ recek. Turne, Haziran'da bir ay sürecek olan Almanya turnesi ile Dresten, Hamburg ve di­ ğer şehirlerdeki temsillerle son bulacak. Lar Lubovitch 1993 yazında, Harlem Dans Ti­ yatrosu ve Paul Taylor Dans Toplulugu'yla Amerika'ya beş haftalık ayrı bir ek turne dü­ zenleyecek. Geçtiğimiz sezon (1991-92) topluluk her biri başka bir dans topluluğuyla birlikte sahnele­ dikleri üç yeni koreografiyle oldukça verimli bir yıl geçirdi. Bu üç danstan ilki olan Güneşin Doğuşunu

Her iki dansın da ilk gösterimleri Şehir Tiyatro Merkezi'nde Nisan 1992'de ger­ çekleştirildi. Topluluğun 1991 yılından beri aralıksız sahnelediği Sinfonia Concertante'nin l\lew York'taki ilk gösterimi ise yine aynı tarihlere rastlar. Toplulu­ ğun bu önemli dansı Philedelphia Annenberg Merkezi ile 25. New York Mo­ zart Festivali'nin en önemli gösterisi olarak resital haline dönüştürülmüş bi­ çimde New York'ta sahnelendi. 13 Mayıs'ta topluluk, tüm ülke çapında yayınlanan PBS'nin Harika Gösteriler programında yer aldı. Programda 1990 yılının Fandango gösterisi yayınlandı. Lar Lubovitch Dans Topluluğu ingiltere televizyonunda da bir saatlik bir prog­ ram içinde Concerto Six Twentytwo ile North Star'ı sahneledi. Topluluğun merkezi New York'ta ol­ makla birlikte Lar Lubovitch, tüm Ame­ rika ve dünyanın dört bir yerine yaptığı turneler sayesinde dünya çapında ta­ nınmaktadır. Topluluk sahnelediği eser­ lerle Ulusal Sanat Vakfı, New York Halk


Sanat Meclisi gibi kuruluşlardan sayısız ödül ve kutlamalar almıştır.

Lubovitch'in ilk Broadvvay gösterisi 1987'de Tony Ödülü'nü kazanan Stephen Sondheim / James Lapine'in bir eseri olan Into the VVoods'un müzikal sahnelenişidir. Lubovitch bu yılın başında ise baş rolleri Al Pacino ve Sheryl Lee'nin paylaştığı bir Broadvvay yapı­ mı olan Salome'da yer alan Yedi Peçenin Dansı adlı dansın koreografisini yaptı. Lubo­ vitch şu sıralarda efsanevi besteci Jule Styne'la birlikte klasik film Kırmızı Ayakkabı­ ların müzikal sahnelenmesinde görev almak­ tadır. •

pe cy

a

Lubovitch topluluk için 50'den fazla dansın koreografisini yaptı ve koreografiler New York Şehir Balesi, Alvin Ailey Amerikan Dans Tiyatrosu ve Hollanda Dans Tiyatrosu gibi topluluklar tarafından da sahnelendi. Toplu­ luk New York Şehir Balesi'nden bir komisyon için 1988de George Gershwin'in müziği eşli­ ğinde Rhapsody in Blue'yu sahneledi. Dans, New York Şehir Balesi'nin Amerikan Müzik Festivali'nin açılış gecesinde sahnelendi. Lubovitch'in ayrıca buz dansı koreografisi dalında da önemli eserleri vardır. Lubovitch John Curry, Peggy Fleming ve Dorothy Ha­ mili gibi olimpiyat altın madalyası sahipleri­ nin koreografileri ile ünlü olimpiyat madalyası sahipleri Robin Cousins ile Rosalynn

Sumners için Uyuyan Güzel'in buz dansı uyarlamasını yaptı. Bale, Boston WGBH-TV ile ingiltere'deki Angelia TV'nin ortak projesiydi ve eser her iki ülke televizyonunda da yayınlandı.


tiyatro sezonun ardından eleştirmenler ne diyor? Bir tiyatro sezonu daha sona erdi. Ödülleri, Devlet Yardımı festivalleri, tartışmaları, kavgaları, güzellikleri, yeni oyunları ve ge­ çen sezondan kalan oyunlarıyla geldi geçti.

Sezon oyunlarının % 99'unu seyrettiğini belirten Hayati Asılyazıcı; bu sezon Macbeth, Derin Bir Soluk Al, Küçük Burjuvalar, Ferhat'ın Yeni Acıları, Aşk Mektupları, Tartuffe, Moliere ya da Kara Komplo, Vlademir Kamarov, Ali Harikalar Diyarında ve Güle Güle Godot'nun iyi olduğunu söyledi.

pe cy a

Sezon değerlendirilmesini kolaylaştırmak amacıyla dergimiz için aşağıdaki araştırma­ yı yapan Mehmet Atak ulaşabildiğimiz eleş­ tirmenlere öncelikle seyrettikleri oyunların toplam karşısındaki yüzdelerini, ardından da hangi oyunları beğendiklerini sordu.

dığı kanısındayım. Tiyatro Festivali'nin Öteki Tiyatro (Fayton Soruşturması, Git­ meden Önce, Mutlu Günler, Troya I, Uçlar) başlığıyla bir bölüm açması ülke tiyatrosu­ nun geleceğini çok pozitif bir biçimde etki­ leyecektir".

Görüşlerine başvurduğumuz eleştirmenler İstanbul kaynaklı olduğu için, değerlendir­ meleri de çoğunlukla İstanbul oyunlarını kapsamaktadır. Bir anlamda İstanbul oyun­ ları değerlendirmesi dememiz daha doğru olabilir.

Oyunların ancak % 80'ini seyredebildiğini ifade eden Mehmet Atak, "iktidar-şehvet ilişkileri bağlamında yaklaşılan klasik oyu­ nun göndermelerinin günümüz Türki­ ye'sinde nasıl karşılığını bulduğunu göste­ ren Macbeth'i, titiz bir dramaturjinin ürünü olan Gitmeden Önce'yi ve kapitalizmin yiyip bitirdiği dünyayı ele alan Derin Bir Soluk Al'ı sezonun önemli oyunları olduğunu dü­ şünüyorum" dedi. Sezon oyunlarını büyük oranda seyrettiğini belirten Gökhan Akçura, beğendiği üç oyu­ nu Gitmeden Önce, Küçük Burjuvalar ve Bir Delinin Hatıra Defteri olarak sıraladı.

Bu sezon, nihayet tiyatro yapma imkanı bu­ lup, üst üste çalıştığı için sezon oyunları­ nın ancak % 50'sini seyretme imkanı bul­ duğunu belirten Orhan Alkaya: "Yıllardır süregiden ortalamayı sarsan bir sezon ya­ şamadığımız izlenimini edindim. Ama bu sezonun büyük bir tiyatro olayını barındır­

Sezon oyunlarının % 90'ını seyrettiğini be­ lirten Haluk Şevket Ataseven: "Üzerine bir inceleme hazırladığım Ali Harikalar Diyarın­ da, Küçük Burjuvalar, Moliere, Müfettişler, birlikte çalıştığımız Kumpanya'nın Fayton Soruşturması, benim de içinde bulundu­ ğum Troya I, Konken Partisi, Çıkmaz So­ kak Çocukları, Tartuffe ve Macbeth üzerin­ de durduğum oyunlar". Dergiden, gazeteye geçmekten kaynakla­ nan aksaklıklar nedeniyle sezon oyunları­ nın ancak % 70'ini seyredebildiğini belir­ ten Halil Beytaş: "Küçük Burjuvalar ve Müfettişleri beğendim. Derin Bir Soluk Al sahnelerimizde pek rastlamadığımız titizlik­ te bir çalışmaydı. Bence bu yılın en fazla haksızlığa uğrayan oyunu 6 Derece Uzak'tı. Ters yönde bir haksızlığa uğrama da Çık­ maz Sokak Çocukları için söz konusuydu: Oyuna, pedagoji kuralları içinde dahi olsa, haketmediği bir ilgiyi göstermek , gösteri­ lene karşı yapılmış bir haksızlıktır. Sezon'un en başarılı yazarı ise Büchner'di; Woyzeck'le Zafer Diper'den bile kendini kruyabilmeyi başardı. Moliere ya da Kara


Komplo ise en pahalı ve en parlak hayal kırık­ lığıydı. Tiyatrokare ise yerini, daha ilk oyu­ nundan, 'yaşlanan bazı oda tiyatrolarının yeri­ ne aday ' olarak belirledi". Sezon oyunlarının % 65'ini seyrettiğini belir­ ten Ayşın Candan: " İstanbul'dan BİLSAK T.A.'nin Gitmeden Önce'sini beğendim. Yarım beğendiğim iki oyun da, Tartuffe ve Çok Uzak Fazla Yakın". Sezon oyunlarının % 80'inini seyrettiğini be­ lirten Hami Çağdaş, beğendiği oyunların Macbeth, Gitmeden Önce, Uçlar, Amerika Nerde Misin ve Derin Bir Soluk Al olduğunu açıkladı. Sezon oyunlarının %75'ini seyrettiğini belir­ ten Esen Çamurdan: "Beni tek ilgilendiren BİLSAK'ın Gitmeden Önce'siydi", dedi.

a

Sezon oyunlarının %60'nı seyredebildiğini belirten Cevat Çapan, beğendiklerinin Gitme­ den Önce, Küçük Burjuvalar ve Bir Delinin Hatıra Defteri olduğunu söyledi.

"Önce sezonun kepazelikleri: Bir sansasyon Gencay Gürün kanalı tiyatro yerine maga­ zin ve şovu sahneye taşımıştı. Geçmiş yıl­ larda bu kanalda bir nebze tiyatro, bol şa­ tafat varken son iki yıldır tiyatronun nebzesi kalmadı. Bu, son Moliere Ya da Kara Komplo rejisiyle iyice ortaya çıktı. Gürün'ün Çıkmaz Sokak Çocukları'yla yönet­ menlik ödülü alışı ise yıllar önce Kastelli'yi 'yılın tiyatro adamı' ilan eden Avni Dilligil Ödülü ve Gencay kanalının son rezaletidir. Gencay kanalının Devlet tiyatroları'nda et­ kileri de son yıllarda belirginleşti. Bu ku­ rumda yılın kepazeliği ise tecavüze uğradı­ ğı erkeklerden hamile kalıp 9 ay 10 gün bekleyen Nezihe Araz'ın Savaş Yorgunu Kadınlarıdır. Oresteia ile umutlandığımız Mustafa Avkıran'dan yine de umut kesmek istemiyoruz/Özel tiyatrolarda yılın kepaze­ liği ise Genco Erkal'ın geçen yıl variller üzerinde telef olmuş ekibini işsiz bırakıp sezon sonunda ürettiği Bir Delinin Hatıra Defteri karşılığı aldığı 300 milyondur. Ti­ yatromuzda '60 öncesi yaşanan sahnenin yaşamdan koparak kendi içine kapanma ve tıkanma dönemi rüzgarları esiyor yine. İs­ tanbul'da yılın önemli tiyatro olayı ise Ti-

pe

cy

Sezon oyunlarının % 90'nını seyrettiğini be­ lirten Reyman Eray : "En beğendiğim oyun Ti­ yatro Stüdyosu'nun Derin Bir Soluk Al'ı oldu. Ayrıca Kemer'lerin birlikte oynadığı Konken Partisi ola­ ğanüstü bir çalışmaydı. Evet, Evet, Evet ve Tiyatrokare'n in iki oyu­ nu, Müzik­ siz Evin Ko­ nukları ile Kendine Ait Bir Oda di­ ğer beğen­ diklerim". Sezon oyunlarının büyük bölü­ münü sey­ rettiğini söyleyen Mehmet Esatoğlu :

Tiyatro Kumpanya'nın sunduğu Fayton Soruşturması


cy a pe Bilsak

Tiyatro Atölyesi'nin

Poliakoff'un

Gitmeden

yatro Telekom'un Bir Şehnaz Oyunu'ydu. Sezon oyunlarının % 99'unu seyrettiğini belirten Melisa Gürpınar: "Bence önceki yıllara göre çok başarılı bir sezondu. Ger­ çek bir özen ve nitelik arayışı vardı. Başka

Öncesi hemen

hemen

tüm

eleştirmenlerden

olumlu

başka açıdan beğendiğim oyunlar arasında Macbeth, Derin Bir Soluk Al, Bir Delinin Hatıra Defteri, Tartuffe, Gitmeden Önce, Çok Uzak Fazla Yakın, Konken Partisi, Çık­ maz Sokak Çocukları, Moliere, MSM'nin

oy aldı.


özellikle çocukların çabaları açısından öv­ güye değer Tam Rolünün Adamı ve bir de­ neme olsa da Müge Gürman'ın Matmazel Julie'si var". Bu sezon 35 oyun seyrettiğini belirten Ya­ şar İlsavaş ; beğendiği oyunları Çıkmaz Sokak Çocukları, Çok Uzak Fazla Yakın, Konken Partisi, Ali Harikalar Diyarında ve Bir Delinin Hatıra Defteri olarak sıraladı. Sezon oyunlarının % 70'ini seyrettiğini be­ lirten Mehmet Kök: "Özel tiyatrolardan De­ rin Bir Soluk Al, Gitmeden Önce ve Mutlu Günleri, Şehir Tiyatrosu'ndan Müfettiş ve Tartuffe'u, Devlet Tiyatrosu'ndan Macbeth ve Kedi Oyunu'nu beğendim".

Sezon oyunlarının % 70'ini seyrettiğini be­ lirten Sibel Pekçe, beğendiği oyunları Macbeth, Uçlar, Troya I, Derin Bir Soluk Al ve Bir Delinin Hatıra Defteri olarak sıralar­ ken Çok Uzak, Fazla Yakın'ı tekst olarak beğendiğini ama reji olarak beğenmediğini söyledi. Zaman problemi nedeniyle, özellikle yeni arayışlar içindeki oyunları seçerek izlediği­ ni belirten Zehra İpşiroğlu; bu sezonun göreceliğinde seyretme oranının % 60 ci­ varında olduğunu belirtti. "Ortaoyuncular'ın Güle Güle Godot'sunu sahneleme olarak çok beğendim. BİLSAK'ın Müfettiş­ lerini ve metin olarak beğenmememe rağ­ men Gitmeden Öncesini, gene metin ola­ rak pek beğenmememe rağmen güncelliği ve çok titiz bir sahneleme olduğu için Ah­ met Levendoğlu'nun Derin Bir Soluk Al'ını, oyunculuk ustalığı açısından Bir Delinin Hatıra Defteri ve Genco Erkal'ı, bir de kla­ siklere çağdaş bir yorum getirdiği ve dü­ şündürücü bir oyun olduğu için Kenan Işık'ın Macbeth'ini beğendim.

cy a

Bu sezon az oyun seyredebildiğini belirten Sevin Okyay: "Bu yıl İstanbul'da izlediğim oyunlar arasında beni en çok etkileyen Ke­ nan Işık'ın Macbeth'i oldu. Çünkü klasik bir oyunun, kendi bağlamından kopmadan, çağdaş ve kişisel bir bakışla yorumlanarak yaşatılabileceğini gösteriyordu. Bu genelde tiyatro adına çok umut verici bir şey. Ayrı­ ca eksiklikleri olduğunu düşündüğüm hal­ de, Gitmeden Önce'nin de hakkını teslim etmek gerekiyor".

lu Günler, Konken Partisi, Küçük Burjuva­ lar ve İnsan Bahçesi."

pe

Sezon oyunlarının % 80'ini seyrettiğini be­ lirten Zeynep Oral: "En kötü oyunda bile il­ gimi çeken bir şeyler oluyor. Olumlu an­ lamda ilgimi çekenler: Macbeth, Bir Delinin Hatıra Defteri, BİLSAK'ın iki oyunu (Gitme­ den Önce, Müfettişler), Konken Partisi ve Mehmet Baydur'un oyunu (Vlademir Kamarov). Adalet Ağaoğlu'nun Çok Uzak, Fazla Yakın'ı yazımı ve oynanışı açısından çok iyi, yönetimi açısından o kadar iyi de­ ğildi. Kötüye örnek olarak da Moliere'i gös­ terebilirim. Genelinde, güzellikler ve heye­ can verici olaylar açısından bu yılda, geçen yılki yüksek oran yoktu". Sezon oyunlarının % 99,5 'unu seyrettiğini belirten Tahir Özçelik: "Amatörler dahil bu sezonun oyunları belli bir düzeyi tutturu­ yorlar. Ama genelde çocuk oyunları çok düşük düzeydeydi. Beğendiklerim: Mac­ beth, Ali Harikalar Diyarında, Fayton So­ ruşturması, Bir Delinin Hatıra Defteri, Mut-

Yılın bir bölümünü ABD'de geçirdiği için kaçırdığı oyunlar olduğunu belirten Sevgi Sanlı: " Öncelikle Macbeth'i beğeniyorum. Kimsenin üzerinde durmadığı Amerika Nerde Misin'i ilginç buldum. Artık insanlar kendi kendilerine ödül verdiklerine göre, kendi çevirdiğim Yedi Kadın'da Cem İdiz'in müziğini, Aydın Teker'in koreografisini, Engin Cezzar'ın toparlamasını, kadınların gayretlerini özellikle Işıl Yücesoy'u çok be­ ğendiğimi söyleyebilirim. Bunlar dışında Derin Bir Soluk Al başarılı, Ali Harikalar Di­ yarında eğlenceliydi. Konken Partisi'nde iki usta oyuncuyu yeniden birlikte görmek he­ yecan vericiydi. Müziksiz Evin Konukları, bana Macide Tanır'ı yedi yıl sonra sahnede görme mutluluğunu yaşattı. Ferhat'ın Yeni Acılarının telif oyun olarak üzerinde dur­ mak gerekir. Tartuffe'de Cüneyt Türelin oyununu beğendim. Gerisi beni ilgilendir­ medi". Sezon oyunlarının % 90'ını seyrettiğini be-


lirten Hilmi Zafer Şahin: "Özel tiyatrolar­ dan Kumpanya'nın Fayton Soruşturması çok iyi bir çalışmaydı. Müziksiz Evin Ko­ nukları ve Şahika Tekand'ın Mutlu Günleri de beğendiklerim. Devlet Tiyatrosu'ndan Küçük Burjuvaları, Şehir Tiyatrolarından da Tartuffe ve Moliere'i beğendim". Bu sezon fazla oyun seyretme şansı olma­ dığını belirten Dikmen Gürün Uçaner: "iz­ leyebildiklerim içinde en çok Gitmeden Önce'yi beğendim. Macbeth, benim için ilginç bir çalışmaydı. Çok güncel bir konuyu irde­ lemesi ve oyunculuk açısından Tartuffe hoştu. Bir Delinin Hatıra Defteri, Konken Partisi ilk ağızda diğer aklıma gelenler. Ay­ rıca Uçlar da aklı başında bir çalışmaydı".

Engin Cezzar'in yönettiği Yedi Kadın'dan bir sahne

İstanbul'a geleli henüz üç ay olduğu için oyunların büyük kısmını seyredemediğini belirten Nesrin Ulu: " Seyrettiklerimden tercihim, Ölüm ve Kız ile Ferhat'ın Yeni Acıları". •

cy a

ELEŞTİRMENLERİN SEÇTİKLERİ: 1- GİTMEDEN ÖNCE (BİLSAK T A ) , MACBETH (Kenan Işık) 13 oy 2- BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ (Genco Erkal), DERİN BİR SOLUK AL (Ahmet Levendoğlu)10 oy 3- KONKEN PARTİSİ (Yıldız-Müşfik Kenter) 8 oy

4- KÜÇÜK BURJUVALAR (Nesrin Kazankaya), TARTUFFE (J. L. Martin Barbaz) 7 oy

pe

5- ALİ HARİKALAR DİYARINDA (Ali Poyrazoğiu), ÇOK UZAK FAZLA YAKIN (Yıldız-Müşfik Kenter, Adalet Ağaoğlu) 5 oy 6- FAYTON SORUŞTURMASI (Kerem Kurdoğlu), MÖLIERE YA DA KARA KOMPLO (Leonid Heifets), MUTLU GÜNLER (Şahika Tekand), UÇLAR (Özkan Schulze), MÜFETTİŞLER (Alp Giritli), 4 oy 7- ÇIKMAZ SOKAK ÇOCUKLARI (Gencay Gürün), FERHAT'IN YENİ ACILARI (Raik Alnıaçık), TROYAI (Beklan Algan) 3 oy 8- AMERİKA NERDE MİSİN (Dilek Türker), MÜZİKSİZ EVİN KONUKLARI (Nedim Saban), VLADIMIR KAMAROV (Engin Uludağ), GÜLE GÜLE GODOT (Ferhat Şensoy) 2 oy 9- 6 DERECE UZAK (Tunç Yalman), BİR ŞEHNAZ OYUN (Mine Çalışkaner), EVET EVET EVET (Hadi Çaman), İNSAN BAHÇESİ (Orhan Alkaya), KEDİ OYUNU (Can Gürzap), KENDİNE AİT BİR ODA (Semih Fırıncıoğiu), MATMAZEL JULIE (Müge Gürman), ÖLÜM VE KIZ (Müşfik Kenter), TAM ROLÜNÜN ADAMI (Savaş Dinçel), YEDİ KADIN (Engin Cezzar) 1 oy Not: Eleştirmenlerin İstanbul dışı oyunları çok fazla izleme olanağı bulamamış olmaları nedeniyle değerlendirmeler bir anlamda İstanbul oyunlarıyla sınırlı kalmıştır. Belirtmekte yarar görüyoruz.


pe cy a


• yunus e m r e kültür ve sanatm e r k e z i açıldı. Bakırköy Belediyesi tarafından tiyat­ romuza kazandırılan Uluslararası Yunus Emre Kültür ve Sa­

n a t f e s t i v a l i 7 Haziran'da başladı. Dokuz yıldır kültür şenliği adıyla gerçekleştirilen etkinlikler bu yıl kültür ve sanat festivali adı altında devam ediyor. 18 Haziran'a dek sürecek olan festival kapsamında 55 etkinlik gerçekleş­ tirilecek. Bu etkinlikler konser, tiyatro, sinema, dans, sergi, saydam gösterileri, panel, forum ve seminerlerden oluşu­ yor. Festivale katılan tiyatro topluluklarından Kadıköy Ana­ dolu Lisesi Tiyatro Kolu 8 Haziran'da Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım adlı oyunu sergiledi. Ardından Galatasa­ ray Lisesi Tiyatro Topluluğu bir doğaçlama çalışması ger­ çekleştirdi. 11 Haziran'da ise Grup Tepki, Tepki adlı oyunu sahneleyecek. Festivale Ali Poyrazoğlu da Ali Harikalar Di­ yarında ile katılıyor.

• 6. uluslararası y a p ı k r e d i genç­ l i k f e s t i v a l i 19-28 Mayıs 1993 tarihleri arasında

pe cy

a

nat Merkezi'nin açılışı dolayısıyla düzenlenen etkinliklere İstanbul Devlet Tiyatrosu 4 oyunla katılıyor, İstanbul Devlet Tiyatrosu Şenliğinde 4-5 Haziran günleri Memet Baydur'un yazdığı, Can Gürzap'ın yönettiği Düdük­ lüde Kıymalı Bamya; 11-12 Haziran'da A. Gelman'ın yazdı­ ğı, Çetin İpekkaya'nın yönettiği Yüz Yüze; 18-19 Haziran ta­ rihlerinde B. Schottenfeld'in yazdığı ve Engin Cezzar'ın yönettiği Yedi Kadın; 25-26-27 Haziran günleri ise Aishylos'un yazdığı, Mustafa Avkıran'ın yönettiği Oresteia se­ yirci karşısına çıkacak. Tiyatronun yanısıra konser ve sergi etkinliklerinin de yer alacağı merkezde 13 Haziran Pazar günü Nielsen Beşlisi, 20 Haziran'da MSÜ Devlet Konservatuvarı, 23 Haziran'da da istanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, Pop Orkestrası birer konser verecek. 15 Haziran'da da MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Görüntü Satanları Bölümü Tiyatro Dekoru ve Kostümü Ana Sanat Dalı öğrencilerinin yapıtlarından oluşan sergi açılacak. • s a k ı n c a l ı p i y a d e 93 turnede. Nisan or­ tasından itibaren Ankara'da sahnelenen Sakıncalı Piyade 93 Mayıs sonunda Uluslararası İstanbul Festivali kapsamında, istanbullu tiyatroseverlere 4 oyun sergiledi. İstanbul'un ar­ dından Bolu ve izmit'te de seyircilere ulaşan oyun 11 Hazi­ ran'da izmir Açıkhava Tiyatrosu'nda sahnelenecek. Uğur Mumcu'nun aynı adlı eserinden sahneye uyarlanan Sakın­ calı Piyade 93'ün yönetmenliğini Rutkay Aziz ile Metin Balay, çevre düzenlemesini Fethi Köse ve koregrafisini mehmet Yıldız üstlendi. Oyunun müziği ise Timur Selçuk'a, şarkı sözleri de Çiğdem Talu'ya ait. • n â z ı m h i k m e t i n yaşamını konu alan Yanar Elleri adlı oyun sahneleniyor.Ölümünün otuzuncu yılı nede­ niyle Nâzım Hikmeti anmak amacıyla Kültür Bakanlığı ve Devlet Tiyatroları Vakfı'nın birlikte organize ettiği Yanar El­ leri adlı eseri Nihat Asyalı yazdı. Yönetmenliğini Yılmaz Onay'ın üstlendiği oyunda Ankara'daki tüm sanat kurum ve kuruluşlarından katılan sanatçılar rol aldı. Nâzım Hikmetin 19 yaşında Bolu'da öğretmenlik yaptığı günlerden başlayıp gelişen olaylar, tutukluluk dönemleri ve ardından da Türki­ ye'den ayrılışı ile ölümünü konu alan oyun belgelere dayalı bir eser. Yanar Elleri Ekim ayında Devlet Tiyatroları perde­ lerini açana kadar Ankara'da Şinasi Sahnesi'nde sahnelene­ cek.

istanbul'da gerçekleşti. Tiyatro, müzik, dans, bale gibi ol­ dukça geniş bir yelpazede, pek çok etkinliğin yer aldığı Festival'e Japonya, A.B.D., Fransa, Antiller, Avusturya, Yuna­ nistan, Arjantin, Rusya ve Türkiye'nin yanı sıra çeşitli

• galatasaray lisesi kültür ve sa­

Akdeniz ülkelerinden yaklaşık 100'ü aşkın sanatçı katıldı. Festival programındaki konser, gösteri ve söyleşiler 10 gün boyunca AKM'nin yanısıra Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde de dönüşümlü olarak sunuldu. Festivalin tiyatro etkinliklerine Rusya Cumhuriyeti'nden ka­ tılan Young Spectators Tiyatrosu 1937den bu yana kesin­ tisiz olarak çalışmalarını sürdürüyor. Kendilerini aktif ve ya­ ratıcı tiyatronun öncüleri olarak tanımlayan topluluk ülkemizde ilk kez bir oyun sergiledi: Ünlü Rus hikayecisi Pyot Yershovv'un yazdığı Hörgüçlü At. Oyun, yazarın 175. Doğum Yıldönümü nedeniyle yeniden yorumlanarak sahne­ lendi. Yapı Kredi Gençlik Festivali çerçevesinde izlediğimiz bir di­ ğer tiyatro topluluğu da Dorbirn Aktionsteater Avustur­ ya'nın en önemli 'deneme tiyatrosu' topluluklarından biri


olarak kabul edilen Dorbirn Aktionsteatre, özellikle Avrupa'daki uluslararası tiyatro festivallerinin değişmez konuk­ larından. Laboratuar çalışmaları ile sergiledikleri deneme türündeki oyunları, yorumları, sahne tasarımı, kostüm ve oyun müziklerinin yanısıra seçtikleri konuların güncelliği ve oyunculuk anlayışları, topluluğun bir ekol olarak kabul edil­ mesine neden olan özelliklerin başında geliyor. Türkiye'de ilk kez izlediğimiz topluluk Lessing'in ünlü eseri Bilge Nathan'ı sergiledi. Yönetmen Martin Gruber, Bilge Nathan'da üç ayrı dini ve kültürü karşılaştırıyor ve bir fark bulmanın zorluğunu anlatıyor. Oyuncular üç ayrı dil, din ve kültürden seçilmiş ve en önemlisi de dilsel engellerin aşıldı­ ğı, kültürel bariyerlerin kırılmaya çalışıldığı bu oyunda Bilge Nathan'ı ilk kez bir kadının oynaması.

• istanbul b e l e d i y e s i şehir t i y a t ­

cy

a

r o l a r ı Çehov'un ünlü oyunu Vanya Dayı ile turnede. 7.izmir Festivali kapsamında İzmir - Açıkhava Tiyatro­

ise aşağıda aktarıyoruz. "Uluslararası festivallerin entellektüel buluşmalar olduğunu düşünüyorum ve bu bence çok önemli, istanbul Tiyatro Festivali için de aynı şey geçerli. Ancak yeterli sayıda oyun olmadığını da ifade etmek isterim. Pek önemli gibi görün­ mese de, bence bir başka eksiklik de Festival Kulübü olarak adlandırabileceğimiz bir yerin bulunmaması. Bu bir nevi lo­ kal ya da bar olarak Festival Komitesi tarafından düzenlene­ bilirdi. Bunun maddi getirişinin ötesinde oyunlarla ilgilenen herkesin biraraya gelerek fikir alışverişinde bulunmasını ko­ laylaştırabilirdi. Sahnesi olmayan, her türlü şekilde kullanılabilecek -ki böy­ lelikle tiyatronun gelişmesine de hizmet eden- mekânlarda oyun izlemek beni ayrıca mutlu etti. İngiliz Tiyatroları'nın en iyileri de bu tür mekânlarda gelişti. Oyunlara ilişkin ise dil sorunundan dolayı pek fazla bir şey söyleyebileceğimi sanmıyorum, ilk gördüğüm oyun Fayton Soruşturmasıydı ve en heyecan verici oyundu diyebilirim, gerçi ben yeni oyunlar izlemeyi severim, bu da etkilemiş olabilir. Düşünce çok genişti, iyi ve enteresan fikirlerle doluydu. Tabii bunları İngilizce broşüre göre söyleyebiliyo­ rum. Keşke tüm oyunlarda böyle bir kolaylık düşünülseydi. Kerem Kurdoğlu akıllı bir yönetmen. Söylemek istediklerini 2-3 stil birden, karma bir tarz kullanarak anlatmış bu hoşu­ ma gitti, oyunculuklar da inandırıcıydı. Daha önce İngiltere'de izlediğim Gitmeden Önce'yi tekrar izlemek de çok iyiydi ama artık oldukça eski bir oyun. Me­ kân seçimi çok etkileyiciydi, oyuncular, özellikle Ceysu Ko­ çak, çok iyiydi. Sakıncalı Piyade'nin seyiricisinin -içeriğinden dolayı sanı­ rım- oyundan çok etkilendiğini gözlemledim. Çok çok iyi bir Brechtien oyunculuk vardı. Woyzeck'i izleyemediğim için çok üzgünüm.

pe

sunda sergilenecek olan Vanya Dayı, ülkemizde bugüne kadar dört oyun yönetmiş olan Rus yönetmen Leonid Heifets sahneledi. Geçtiğimiz yıllarda yine İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolan'na 2 Çehov oyunu ile, bu yıl da Bulakov'un Moliere ya da Kara Komplo eserini yöneten Heifets'in bu yorumu, Tilbe Batum'a 1991-1992 Avni Dilligil En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü kazandırmakla kalmayıp, ilk gösterime girdiği tarih olan 15 Ekim 1991'den bu yana tüm gösterimlerinde seyircinin de yoğun ilgisini topladı. Vanya Dayı, 17 ve 18 Haziran tarihlerinde İzmirli tiyatroseverler için sergileniyor.

• fransız kültür m e r k e z i ' n d e bu ay üç ayrı oyun sergileniyor. 9 Haziran'da Erendiz Atasü'nün öyküsünden uyarlanıp Nuran Oktar'ın yönettiği Yaşlı Bir Genç Kız, 23 Haziran'da Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı öğrencilerinin Doç. Zeliha Berksoy yöneti­ minde sahneledikleri Jean Tardieu'den seçilmiş 7 kısa oyun ve 25 Haziran'da da H. Hilmi Bulunmaz'ın yazıp yö­ nettiği Düş. • t i y a p (Tiyatro Yapımcıları Derneği) tarafından, İngil­ tere'de uygulanan özel tiyatrolara destek yönetmeliğine iliş­ kin görüşmeler yapmak üzere The Arts Council Of Great Britain'de Deputy Drama Director olarak görev yapan Paul Barnard'ı davet etti. 24-30 Mayıs tarihleri arasında ülkemiz­ de bulunan Mr. Barnard görüşmelerinin yanısıra bu tarih­ lerde Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sergilenen oyunları da izledi. Paul Barnard'ın özel tiyatrolara destek üzerine verdiği bilgi ve görüşlerini önümüzdeki sayılarda daha kapsamlı olarak ele alacağız. Barnard'ın izlediği oyunlara ilişkin görüşlerini

• g a z i a n t e p tiyatrosu çağdaş

o y u n c u l a r t o p l u l u ğ u kuruldu. Topluluğun Genel Sanat Yönetmeni Hüseyin Akkaya, hedeflerine iliş­ kin; "insanı düşünmeden alıkoyan, robotlaştıran çok kanallı TV'lerin, bol yarışmaların yaşandığı günümüzde sanatın önemi ve sorumluluğu içindeyiz. Bu amaçla sanatın insanı dönüştürebileceğine inanıyoruz. Tiyatromuz çağdaş oyun yazarlarının yapıtlarına yer verecektir. Sergilenen oyunlar­ dan öz ve biçim açısından estetik değere ulaşmak ve çağı yakalayan oyunları repertuarına almayı hedeflemiştir." Çağdaş Oyuncular ilk olarak Turgut Özakman'ın yazıp Mustafa Özaslan'ın yönettiği Fehim Paşa Konağı isimli müzikli oyun ile Muharrem Buhara'nın yazıp Hüseyin Akkaya'nın yönettiği Konuşan Hindi müzikli çocuk oyununu sahneliyorlar. •


paris mektubu

G e o r g e s DANIEL

pe

cy

a

Paris'in büyük ve görkemli tiyatroları arasında Mogador'u da saymak şart. Özellikle 1981'den beri burada sahnelenen her yeni temsil, ne türde olursa olsun, onbinlerce se­ yirci çekiyor, kimi zaman yıllarca afişte kalıyor. Bunun başlıca nedeni, bence, burayı yöneten Fernand Lumbroso'nun kalite açısından büyük titizliği. Tiyatroyu ve tiyatrocu­ ları çok iyi tanıyan bu deneyli örnek müdürde, şu ya da bu temsil başarılı olabilir mi konusunda şimdiye dek onu yanıltmayan çok ince ve yararlı bir önsezi var. Maksim Gorki yalnız Rusya'nın değil, dünyanın en büyük yazarlarından. Kaleminden çıkmış yaklaşık 20 oyun arasında en tanınmış, kuşkusuz, Türkiye'de Ayak Takımı Arasında adıyla bilinen dram. Büyük bir kentte, yer altında, harap, pis, karanlık, havasız bir mah­ zende yanyana ve üstüste dizilmiş ranzalarda ve bunların arasında kalan küçük bir alanda bir arada yaşayan, kadınlı erkekli, herbirinin geçmişi başka türlü ve herbiri artık toplumca kenara atılmış, her yaştan her baştan bir avuç insanın içler acısı yaşamını yansıtan bir yapıt. Sahne için yazılmış en büyük şahaserlerden biri. Bu oyun Magador'da, Les Bas-Fonds adıyla, ülkenin en ünlü tiyatro adamlarından Robert Hossein ta­ rafından ustaca sahneye konulmuş. Hem toprak altındaki meskeni, hem de onun üstün­ deki yapılarla çevrili avluyu gösteren dekor unutulamayacak kadar başarılı. Oyuncuların tümü rollerini içtenlikle canlandırıyor. Birkaç kez görülmeye değer bir temsil. Daha çok uzun süre afişte kalacağı da kesin gibi. • Paris'in en küçük tiyatrola­ rından birine boşuna Poche adını vermemişler. Bu sözcük fransızca "cep" demek. Ama bu Cep Tiyatrosu'nun müdürlüğünü, yıllardan beri, yetenekli oyuncu ve yönetmen Eti-

Ayak Takımı Arasında nın dekoru


cy a pe

La Peau Trop Fine'ın oyuncuları ve

oyunun yazar-yönetmeni

enne Bierry ile eşi Renee Delmas üstlendiklerinden, her mevsim başkentte sahnelenen ilgi çekici oyunlar arasında mutlaka, en azından, Poche'ta afişlenen bir yapıt da vardır. İki üç yıldan beri tiyatronun bodrumu da ufacık bir tiyatroya dönüştürüldü. Böylece ar­ tık Poche'un üstüste iki salonu var ve her gün, aynı anda, iki ayrı temsil sunabiliyor. Halen üst salonda, çeyrek yüzyıldan fazladır Paris'e yerleşmiş olan ve her oyunu, çeşitli ülkelerde büyük yankılar uyandıran Polonyalı Slawomir Mrozek'in Les Emigres (Göç­ menler) adlı dramı oynanıyor. Tek dekorlu ve iki kişilik bu oyun, doğdukları büyüdük­ leri ülkeden şu ya da bu nedenden ötürü ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmiş insanların yaşadıkları zorlukları yansıtıyor. Aynı çatı altında, sıkıntılar ve kuşkular içinde günle­ rini geçiren iki göçmeni Jean-Claude Durand ve Jean-Jacques Moreau seyircileri çok etkileyen bir içtenlikle canlandırıyorlar. Yirmi yıl önce yapılan bu oyunun bu süre bo­ yunca dünyada beliren bunca siyasal ve toplumsal gelişmelere karşın güncelliğinden zerre kadar yitirmediği de kesinlikle beliriyor. Alt salonda ise, Jean-Pierre Bisson'un yazıp kendi sahneye koyduğu La Peau Trop Fine (Aşırı İnce Deri) oynanıyor. Tek de­ korlu, üç genç kişili (1 kadın, 2 erkek) bu yapıtın konusunu anlatmak kolay değil, hatta olanaksız. Kişilerin arasındaki konuşmaların içeriği, tam anlamıyla, "daldan dala atla­ ma". Ama oyuncular her repliği öylesine bir canlılık, öylesine bir esprili hava içinde söylüyorlar ki, seyirci bir an olsun sıkılmıyor. Temmuz'da buluşmak üzere hoşçakalın Türk Tiyatroseverler. • Coşkun TUNÇTAN


atina mektubu

cy

a

Bu kez bir süre için Selanik'e kadar uzanıyoruz. Üçlü repertuarlı deneme sahnesinde Erik Romer'in Mi Bemol Üçlüsü oynanıyor. İki kişilik, taptaze bir gençlik serüvenini konu alan, hafif bir rüzgâr esintisi gibi akıp giden bir piyes. Rolleri paylaşan, biri kadın diğeri erkek genç sanatçıların duyarlı yorumlan sayesinde canlı, heyecan dolu bir oyun, başarılı bir temsile tanık oluyoruz. Selanik Devlet Tiyatrosu'ndaki üç sahneden biri yüz kusur kişilik bir cep tiyatrosudur. Spiros Galeos'un İnsana Yakışan Ölüm adlı oyunun konusu tabii ölümdür. Ancak yazarın konuya yaklaşım açısı, böyle bir konunun tuzakla­ rından uzak kalmasını ve aynı zamanda insan onuruna çeşitli yönlerden ışık tutmasını sağlıyor. Beş sanatçı, inandırıcı, duygusallık ve abartmadan arı oyunlarıyla seyirciye ka­ liteli bir temsil sunuyorlar. Tekrar Atina'ya dönüyoruz. Sahneden inen bazı piyeslerin yerini, Bruckner, Ionesco, Per Olov Enkvist, Pavel Kohut, Nikolai Erdman, M. Duras, Bernard Pomeranz, Italo Svevo, Bernard Marie Coltes, Heiner Müller gibi yazarların ve yerli yazarlardan Yakovos Kampanellis, Tanasis Valtinos, Panayotis Mentis'in imzasını taşıyan eserler alıyor. Devlet Tiyatrosunda oynanan, Ionesco'nun Kral Ölüyor piyesin­ de başroldeki aktör, vaktiyle Ionesco sahnelemiş bulunan, rolünün ve piyesin ağırlığım hakkıyla taşıyan usta bir sanatçı. Baş aktörü, Devlet Tiyatrosu'nun diğer aktörleri olum­ lu bir şekilde destekliyor. Rejisör oyunun dramatik unsurlarına özellikle ağırlık vermeyi uygun bulmuştur. Yirmi kusür yıl evvel Paris Theatre De La Huchette'te gördüğüm pi­ yesle kıyaslamak hem yersiz hem de olanaksız; aradan çok zaman geçti. Kentin, merkez­ den uzakça bir mahallesinde, Amore Tiyatrosu'nda, Bruckner'in Gençlik Hastalığı oy­ nanmaktadır. Hızlı tempolu bir oyun, eski ifade kalıplarından sıyrılmış yeni nesil bir topluluk. Aynı tiyatronun ikili repertuarının öbür piyesi, Per Olov Enkvist'in Links'in Saati'dir. İlk olarak 1988'de Stockholm'da sahneye çıkmış, bu arada onbeş lisana çevril­ miştir. Hapiste bulunan katil bir gencin itiraf ve hayallerini, kutsallık hakkındaki inanış­ larını ve çevresindeki kişilere etkisini konu alan ermetik bir eser. Seyirciyi her an tetikte bekleyen; hatta bazen bir şok etkisiyle sarsan piyeste, üç oyuncu adeta rol resitali ver­ mektedir. Enkvist'in bir makalesinden kısa bir alıntı yapmayı uygun buluyorum: ".. İyi bir tiyatro metniyle olan ilişkimizde ... Bir öge.. Her metinde gizlenen bir sır vardır. Bu­ nu aramaktan asla vazgeçmemeliyiz. Vazgeçecek olursak silahları teslim etmiş oluruz. Ancak bu sırrı bulduğumuzu sanırsak, o zaman bir şeyler yok oldu demektir.." Son olarak Panayotis Mentis'in Playmobil adlı piyesine değinmek istiyorum. Sanat Ti­ yatrosu'nun ikili repertuarının bu ikinci oyununda, yazar, bazı gençlerin, çeşitli sloganların etkisiyle, kendi aralarında dahi birleşemedikleri belirsiz bir model peşinde şuursuzca yola çıkmaları ve bundan doğabilecek sonuçları, her türlü didaktik öğeden uzak kalarak, sorumluluk yükleme yoluna gitmeksizin, gözönüne sermeyi başarmakta­ dır. Biri kadın, altı genç sanatçı ile ortayaşlı bir adamdan oluşan -gençlerin katıksız argo konuştuğu- topluluk, inandırıcı ve canlı oyunu sayesinde, seyirciye kaliteli bir temsil sunmaktadır. •

pe

Efi Stamuli ve Dimitros Naziris

Alkmini DIAMANDOPULO


pe cy a


a

cy

pe


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.