1993_032

Page 1


pe

cy a

KAPIMIZ SİZE AÇIK

Evet, Osmanlı Bankası'nın kapısı size açık. Burada işinizi geliştirmek için ihtiyaç duyduğunuz sağlam desteklere kavuşacaksınız. Osmanlı Bankası, her şeyden önce en yakın dostunuzdur. Sizin, hedeflerinize güvenle ulaşmanızı sağlar. Çünkü Osmanlı Bankası, çözümleri görüp, hızla karar verir, hızla harekete geçer. Çünkü Osmanlı Bankası, müşterisine verdiği önemi ayrıntılarda da gösterir. Hemen bugün, size açılan bu kapıdan girerek Osmanlı Bankası'na ilk adımı atın. Sonraki adımları birlikte atalım.

OSMANLI BANKASI


M

E

R

H

A

B

A

İnsana saygı... Emeğe, üretime saygı... Bir dünya görüşü, bir var oluş nedeni; kendine saygı... yansımalarını yaşamın her noktasında gördüğümüz bu doğru zaman zaman tersi biçimleriyle de karşımıza çıkabiliyor. Tıpkı 14-21 Kasım 1993 tarihli EP Dergisi'nin 101. sayfasında karşımıza çıkıveren "İşte Devleti Soyan Sanatçılar" başlıklı talihsiz yazı gibi. Yazının altında imzası olan İzmit Bayazoğlu'na bu ve benzeri konularda birtakım önerilerimiz var bu sayımızda. Dergi olarak Bizi uzun zamandır rahatsız eden bir başka nokta ise, bir yılı aşkın bir zamandır gerekli işlemlerin gerçekleşmediği Türk Tiyatrosu Yasası Tasarısı idi. Bu sayıdan başlayarak önümüzdeki ayılarda bu konu sonuçlanana kadar, bir dosya halinde çeşitli görüşler yayımlamaya devam edeceğiz, yetinmeyip paneller, konferanslar gerçekleştireceğiz. Panel lafı geçer geçmez bu aya lir aklımıza gelen ilk hoş haber, takip edebildiğimiz kadarıyla sezonun ilk tiyatro panellerinin bu Onun içinde gerçekleştirilmiş olması. Biri Çisenti Sanat Topluluğu tarafından, diğeri Evrensel Kültür merkezi tarafından düzenlenen bu panelleri Türk Tiyatrosu adına sevindirici kabul ediyor, derginizde yer veriyor ve arkasının kesilmemesini diliyoruz. Minik tiyatro seyircilerimize de, kendileriden birinin, 5,5 yaşındaki Deniz Demirkanlı'nın izlediği ilk operaya ilişkin düşüncelerini

pe cy a

anlattırdık. Minikler, sayfamız hepinize açık, izlediğiniz oyunları bize yazın. Sağlıcakla kalın.

Mustafa Demirkanlı

İ Ç İ N D E K İ L E R

12 Haberler 14-15 Gazetecilik Ciddi İştir Mustafa DEMİRKANLI Nalân ÖZÜBEK

18

5'den 7'ye • İ. Hakkı YÜKSELEN

16

20-21

İstanbul'un Gözleri Mahmur

Hoşgeldin Amerika Yankı EYÜBOĞLU

22-23 Beni Dünya Kadar Sev Nalân ÖZÜBEK 24 Şeytanistan Zafer DİPER 25 Parasız Yaşamak Pahalı

Nalan MANYASLI

26

Canım Cennette

Ayşe ATEŞ 28-29 Canlanan Mekân Ayşe ATEŞ M. Taner ÇELİK

34

Candan Can Koparmak

30

Zihni KÜÇÜMEN 27 Tam Sayfa Ölüm İlanı

Kapıların Dışında

Musa AYDOĞAN

35

Savaş AYKILIÇ 32-33 Lozan Musa AYDOĞAN

Sandalyeler

36 Nihavent Longa Bora ÖZKULA 38 Benimle Oynar mısınız? Hüseyin ERDOĞAN 39 Ferhad ile Şirin Tiyatro Yasası

Yasemin DİLBER 46

40-41

Kitapta Tiyatro

Rostov Festivali'nin Ardından

Hüsnü Zıya ŞEN

Yabancı Yönetmen, Yerli Yönetmen ve Tiyatromuz

47 50

Nihal Geyran KOLDAŞ 42-44

Paris Mektubu Bir Opera Yapalım

Coşkun TUNÇTAN Deniz Demirkanlı

K a p a k : Savaş Çekiç Sahibi : Tiyatro Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. adına Enis Bakışkan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Mustafa Demirkanlı Y a y ı n Koordinatörü: Nalân Özübek Danışma Kurulu Başkanı: T.Yılmaz Öğüt Danışma Kurulu: Gökhan Akçura, Orhan Alkaya, Rutkay Aziz, Yılmaz Onay, Dikmen Durün Uçarer Görsel Danışman: Savaş Çekiç Teknik Yönetmen: Sinan Şanlıer Hukuk Danışmanı: Av. Fikret İlkiz Katkıda Bulunanlar: Ayşe Ateş, Musa Aydoğan, Savaş Aykılıç, M. Taner Çelik, Deniz Demirkanlı, Yasemin Dilber, Zafer Diper, Hüseyin Erdoğan, Yankı Eyüboğlu, Nihal Geyran Koldaş, Zihni Küçümen, Nalan Manyaslı, Bora Özkula, Hüsnü Ziya Şen, Coşkun Tunçtan, I. Hakkı Yükselen Abone ve Satış: Koray Avşar Dağıtım: Emin Şenol A n k a r a Tem.: Yalçın Günaydın İzmir T e m : Ali Rıza Özbilgiç Tel: 84 52 20 İzmit Tem. Kocaeli Bölge Tel 241090 A l m a n y a T e m : Levent Beceren, Berlin Tel: 49.30.61 52020 V i y a n a Tem.: Uğur Özkan, Wien Tel: 432225051220 Aset Hazırlık: Tiyatro Yapım Tel: 243 35 33 Baskı: MÜ-KA Matbaası Tiyatro Y a p ı m Yayıncılık Ltd. Şti. Hayriye Cad. Çorlu Ap. No: D.10 80060 Galatasaray/İstanbul Tel: 243 35 33-293 72 77 Fax : 252 94 14 Abone Bedeli: Yıllık 100.000.- TL. Yurtdışı : 50 DM Banka Hesap No: T.İş Bankası-Cihangir Şb. 197245 Katkılarından dolayı TİYAP'a ve TOBAV'a teşekkür ederiz. Tiyatro.. Tiyatro...

3


a

pe cy


cy a

pe


• tiyatro afişleri sergisi Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Grafikerler Meslek Kuruluşu ve Tiyatro... Tiyat­ ro... Dergisi'nin işbirliği ile hazırlanan Tiyatro Afişleri Sergisi 7 - 29 Aralık tarihleri arasında, Antalya Devlet Ti­ yatrosu Sergi Salonu'nda izlenebilir. Hatırlanacağı üzere 11-26 Kasım tarihleri arasında da Diyarbakır Devlet Ti­ yatrosu Fuayesi'nde gerçekleştirilen sergide Yurdaer Altıntaş, Mengü Ertel, Turgay Belli, Bülent Erken, Sadık Karamustafa, Savaş Çekiç ve Yeşim Demir'in eserlerinden oluşuyor. Sergi sezon boyunca Devlet Tiyatroları fua­ yelerinde yer alacak. • studio oyuncuları atölye çalışmalarından yetişen kadrolarıyla yeni bir Beckett daha sahneleyecekler. Ge­ çen sezon Şahika Tekand'ın rejisiyle Beckett'in Mutlu Günler'ini sahneleyen topluluk bu yıl da Mutlu Günler'in yanı sıra Beckett'in beş kısa oyunundan oluşan bir gösteri gerçekleştiriyor. Nefes, GelGit, Sözsüz Oyun 1, Sözsüz Oyun 2, ve Oyun adlı kısa oyunlardan oluşan bu gösteriyi Şahika Tekand yönetiyor.

• kodak ödülleri Türkiye'de ilk kez düzenlenen Kodak Düğün ve Portre Fotoğrafları Ödülleri adlı yarışması dereceye giren profesyonel fotoğrafçılar Conrad Otteli'nde düzenlenen bir kokteylle basına ve davetlilere açıklandı. Hüseyin Yalvaç'ın birinci olduğu yarışmanın jüri üyelerinden ünlü İngiliz fotoğrafçı Ray Lowe, Türkiye'deki fotoğraf standartının herhangi bir Avrupa ülke ile boy ölçüşebilecek düzeyde olduğunu ifade etti.

• ali poyrazoğlu'ndan ücretsiz tiyatro eğitimi

a

• aksanat günleri Aralık 1993 programı açıklandı. Büyük ekranda video filmleri, Laser-disc'ten klasik mü­ zik konserleri, caz, bale, opera gösterileri, saydam gös­ terileri, sergi, panel ve söyleşi gibi etkinliklerin yer aldığı programda 4 Aralık'ta Hollanda Dans Tiyatrosu tarafın­ dan sergilenen Stravinsky'nin Askerin Öyküsü - Psalms Senfonisi adlı bale gösterisi de var. Akbank Plastik Sa­ natlar Uzmanı olarak Aksanat Galerisi'nin yöneticiliğini yapan Semiramis Sokul'un çalışmalarından oluşan 50'ye yakın tablo 14-30 Aralık tarihleri arasında Akbank Bebek Sanat Galerisi'nde, Alaettin Aksoy'un resimlerinden olu­ şan sergi ise 18- Aralık 15 Ocak tarihleri arasında Aksanat'ta izlenebilir.

gazete manşetlerini uzun süre işgal eden bir olaydan hareketle yazan Zuckmayer'in tatlı-sert üslubu ile Almanya üzerindeki kara bulutlara dikkati çeken ilk sanatçılardan biri olduğunu ifade ediyor. Oyun, 17 Aralık Cuma akşamı ilk kez tiyatroseverlerin karşısına çıkacak.

pe cy

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek kültür merkezi haline getirilen Tarık Zafer Tunay Kültür Merkezi (eski Beyoğlu Evlendirme Dairesi) bu sezon Ali Poyrazoğlu'na tahsis edildi. Binada sinema, konferans ve sergi salonundan sonra, ücretsiz eğitim verecek bir tiyatro okulu da açıldı. Okulda Ali Poyrazoğlu AHmet Gülhan, Rutkay Aziz, Korhan Abay ve Levent Kazak gibi tiyatrocular ders verecek. Ali Poyrazoğlu, okulda "demokratik, özgür ve öğrencilerle birlikte daha yaratıcı bir eğitim verileceğini" ve "kâr amacı güdülmeyeceğini belirtti. 2 yıl kadar sürecek eğitim boyunca yaklaşık 2 öğrenciye tiyatro, sinema ve TV oyunculuğu dersleri verilecek. Derslerde görev alacak hocaların dışında kendi alanlarında tanınmış sanatçılar, yönetmenler ve oyun y zarları da birer hafta süreyle çeşitli seminerler verece Okula lise mezunu olan ve genel kültür sınavını geçe öğrenciler kabul edilecek. Ali Poyrazoğlu, Merkez'de bir de kukla tiyatrosu oluşturacak. Çalışmalar sonunda çağdaş bir kukla tiyatrosuna dönüşecek bir ekip yetiştirme amacıyla kukla yapımı, oyun yazarlığı ve oynatmacılığıyla la ilgilenen kişilere olanak sağlanacak; kuklacılıkla ilgili teorik-pratik dersler verilecek.

• d.e.ü. güzel sanatlar fakültesi Tiyatro Bölü­ mü Deneme Topluluğu Cari Zuckmayer'in Bir Alman Masalı adlı oyununu sahnelemeye hazırlanıyor. Oyunun çevirisi Vural Ülkü'ye, rejisi ve müziği Özdemir Nutku'ya ait. Köpenick'li Yüzbaşı adıyla da bilinen oyun 1983 yı­

lında da sergilenmek istenmiş ancak Sıkıyönetim tarafın­ dan yasaklanmıştı. Bir Alman Masalının 20. yüzyılın başlarındaki ll.Wilhelm dönemine ve bu dönemde ortaya çıkan militarizme ve faşizme eleştirel bir bakış olduğunu belirten Prof. Dr. Özdemir Nutku; bu oyunu 1906 yılında 6

Tiyatro... Tiyatro...

• antalya'da kurulan animasyon çocuk tiyatrosu 2 Ekim 1993'te perdelerini açtı. Antalya Belediyesi Tiyato Okulu'nda eğitimci olan Veysel Diker tarafından kurulan Animasyon Çocuk Tiyatrosu her cumartesi farklı bir oyunla Belediye Kültür Salonu'nda çocukların karşısına çıkacak. Diker, Animasyon Çocuk Tiyatrolarının yeni yöntemlerin denendiği ve oyuncu katılımının en üst düzeyde tutulduğu bir teknik olduğunu; bunun da klişeleşmiş


cy a

Beş çocuk tiyatrosundan çok farklı ve çocukların iç dina- nu, bir skeçler dizisi olarak değil, epik anlatım biçimleriyle bezemiş, gazete kupürleri, slaytlar ve yabancılaştır­ miklerine uygun olduğunu belirtiyor. ma unsurları ile yüksek tempolu bir minimüzikal haline ttyd Tiyatro ve TV Yazarları Derneği'nin son Genel getirmiş. Her episod için özgün olarak bestelenen müzik kurulu'nda seçilen yeni yönetim göreve başladı. Recep oyuna bir bütünlük getiriyor. Şirin Dağtekin'in sahne ta­ Enginer(Başkan), Kenan Işık (2. Başkan), Sabahat Emir sarımı birbirini tamamlayan prizmalar esprisi içinde pra­ Genel Sekreter), Refik Erduran, Turan Oflazoğlu, Güntik ve renkli bir çalışma. ner Dilmen ve Nezihe Araz'dan oluşan Yönetim Kurulu ükemizde ödenekli ya da ödeneksiz tiyatroların sanat • tiyatro mie - şeker portakalı "Biz hepimiz ço­ cuklarımızın dayak yemediği, mutlu olduğu bir dünya politikalarının Türk Tiyatro sanatının gelişmesine hız kaiçin ufak da olsa bir katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. Siz zandıracak anlayışı içermekten uzak" olduğunu vurgulade bize katılın." Tiyatro Mie ve ÇİKORED'in ortak çağrıla­ dı. Ayrıca yeni yönetim, yurtdışından 9 yabancı yönetmen getirilmesine işaretle, "Uluslararası platforma rı böyle bitiyor. Çocukları İstismardan Koruma ve Reha­ onanın, yabancı yönetmen transfer etmekle değil, bilitasyon Derneği ÇİKORED ile Tiyatro Mie'nin ortak ya­ irk yönetmenleri yabancı ülkelere göndermekle müm- pımı olan Şeker Portakalı Vasconcelos tarafından yazılmış. Şebnem Güler'in oyunlaştırdığı ve Salim Dörtkün" olduğunu belirtti. can'ın sahneye koyduğu oyunun müziği Kâmil Güler'e, muazzez menemencioğlu'nun 30. sanat yılı koreografisi Doğan Aybay'a ait; sahne tasarımı ise Siber, kutlaması etkinliklerinden ilki 9 Aralık 1993 Perşembe Sumru Bilge tarafından gerçekleştirilmiş.'Türkiye'de ilk günü saat 16.00'da Atatürk Kitaplığı'nda yer alıyor. İs- kez bir çocuk oyunu ile Dayağa Hayır! mesajını vermeyi tanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları oyuncularından Ani ve çocuklar ile ana-babaların eğlenmeleri yanı sıra bu Bekkaya, Tilbe Batum, Rıdvan Çelebi ve İstanbul Devlet konuda düşünmelerini de hedefleyen Tiyatro Mie, VasTiyatrosu sanatçılarından Işıl Yücesoy, Muazzez Menemencioğlu'nun Pembe Gözlükler adlı oyununu seslendirecekler. Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Sekreteri Gülsüm Akyüz'ün açış konuşmasını yapacağı etkinlikte Gülsüm Akyüz ve Zühtü Bayar da Menemencioğlu'ndan eserler sunacaklar.

İstanbul belediyesi şehir tiyatroları'nda Fik-

pe

ret Terzi'nin yazdığı Gölgenin Canı adlı çocuk oyunu, 20 Kasım 1993'ten bu yana Üsküdar Musahipzade Sahnesi'nde çocuk seyircilere perde açıyor. Gölgenin Camı'nda geleneksel tiyatromuzda önemli bir yere ship olan Karagöz sanatının, anlatım olanaklarından ve karakterle-

rinden yararlanılmakta. Oyunda müzik ve dans önemli bir işleve sahip. Oyunun yönetmeni Cem. Davran. Müziğini Cem Erman'ın, koreografisini Ebru Anıt'ın gerçekleştirdiği oyunun dekorunu Nurullah Tuncer, kostümlerini ise Aysel Doğan gerçekleştirdi. enis fosforoğlu tiyatrosu Aralık ayında Altunizade Kültür Merkezi'nde Biraz Bakar mısınız Bayan adlı oyunu sergilemeye başlıyor. Oyunun alt başlığı ise Kır-

sal Kesimden Kente Kadın. "Bu oyunu sahnelemek için eminist olmak gerekmiyordu. İnsan hakkının kadını erkeği olmaz diye çıktık yola..." diyor Fosforoğlu. Biraz Bakar mısınız Bayan, genç bir yazarın ilk oyunu. Daha önce mizah öyküleri de yazan Zeki Keskin bu ilk tiyatro alışmasında kadına ve kadının başına gelenlere ülkemiz kesitinde bir bakış açısı getirmiş. Enis Fosforoğlu yönetmen olarak oyunu yorumlarken genç bir kadronun başına geçmiş; oyuncu olarak da tekstin istediğii dinamizmi dokuz genç oyuncuyla birlikte sürüklüyor. Fosforoğlu, kolaylıkla alışılmış kabare formuna dönüşecek bir oyu­

concelos'un evrensel oyunu Şeker Portakalı'ndan yola çıkarak bu oyunu gerçekleştirdi." Bir gönüllü kuruluş olan ÇİKORED, M. Ü. Tıp Fak. Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Oğuz Polat başkanlığında doktor, peda­ gog, hukukçu, psikolog, eğitimci ve gazetecilerden olu­ şuyor. ÇİKORED kamuoyunu bu konudan haberdar et­ mek ve aydınlatmak ayrıca her türlü istismar olgusunda çocuktan yana tavır alarak medikal ve hukuki girişimler­ de bulunmayı hedefleyen bir kuruluş.

• . sanat kurumu tiyatro ödülleri Sanat Kurumu'nun yıllardır düzenlemekte olduğu geleneksel Tiyatro Ödülleri belli oldu. Ayşegül Yüksel, Atila Sav, Uğur Bilge, Tiyatro... Tiyatro..

7


a

pe cy


pe cy a


elele vererek sanata merhaba demekteler." İlki bu yıl 17 24 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan I. Sa nat ve Kültür Şenliği'ni düzenleyen Ankara Büyük Kole ji'nin genç sanat emekçileri söze böyle başlıyorlar. Car Şenliği Oyuncuları'nın Anne adlı çocuk oyunu ile katıla­ cağı şenlikte ayrıca Çan Tiyatrosu Bilgiç ile Üşengeç adlı çocuk oyunu ile, Tiyatro Özgün Deneme O Noktasındaki Kadın ve Doğmamış Çocuğa Mektup, Gülüm Pekcan Dans Tiyatrosu Av, Altındağ Drama Kursiyerleri Eften Püften Bir Oyun ve Büyük Kolej de Herkes Bize Bakıyor adlı oyunları ile şenlikteki yerlerini alacaklar Ağırlığın tiyatroda olacağı şenlikte şiir ve edebiyat dün­ yasının birçok ismini görmek; ayrıca panel, konferans resim, heykel ve karikatür sergisi ve konserler gibi çeşitli sanat etkinliklerini izlemek de mümkün olacak. • nüans tiyatro, 16 Ekim'de Murat Yener Yıldırım'ın yazdığı ve Murat Kemal Kaya'nın yönettiği Dıgıdık Kov­ boylar adlı müzikli danslı çocuk oyunu ile perdelerini aç­ tı. 'Kıssadan hisseler' vermek yerine, eğlendirirken eğit­ meyi ve çocuklarda araştırma bilincini geliştirmeyi hedefleyen Nüans Tiyatro, Dıgıdık Kovboylar'da sevgi­

cy a

Önder Can ve F. Turgut Erden'den oluşan Seçici Kurul'un yaptığı değerlendirmede: En İyi Oyun Yazarı: Ödüle değer yapıt bulunamadı. Övgüye Değer Oyun Yazarı: Adem Atar-Yaşar Seyman (Hüznün Coşkusu Altındağ) En İyi Yönetmen: Müge Gürman (Woyzeck - Ankara Devlet Tiyatrosu) Övgüye Değer Yönetmen : Mustafa Avkıran (Godot Gel­ di- Bursa Devlet Tiyatrosu) En İyi Kadın Oyuncu: Tomris Çetinel (Hüznün Coşkusu Altındağ - Ankara Devlet Tiyatrosu) ve Gülenay Akşar (Bahar Noktası - Ankara Devlet Tiyatrosu) Övgüye Değer Kadın Oyuncu: Bu dalda ödül verilmedi En İyi Erkek Oyuncu : Kamuran Usluer (Çıkmaz Sokak Çocukları - İstanbul Şehir Tiyatroları) ve Şahap Sayılgan (Bir Şehnaz Oyun - Ankara Devlet Tiyatrosu) Övgüye Değer Erkek Oyuncu: Levent Şenbay (Gecenin Kulları - Ankara Devlet Tiyatrosu) ve Yıldıray Şahinler (Çıkmaz Sokak Çocukları - İstanbul Şehir Tiyatroları) En iyi Çevirmen: Ali Neyzi (Çıkmaz Sokak Çocukları) En İyi Dekor ve Giysi: Gül Emre (Hüznün Coşkusu Altın­ dağ) En İyi Yapım: Uyarca (Şakir Gürzumar - Ankara Devlet Tiyatrosu) Jüri Özel Ödülü: Yücel Erten (Don Guavanni) Onur Ödülü: Uğur Mumcu ödüle değer görülmüşlerdir. Ödüller Aralık'ta düzenlene­ cek bir törenle sahiplerine verilecektir.

pe

• ankara birlik tiyatrosu Etkinliklerini beş yıldır İs­ tanbul'da sürdüren ve geçen sezon Kocamustafapaşa'daki bir sinemayı restore ettirerek beş yüz kişilik bir kültür merkezi oluşturan Ankara Birlik Tiyatrosu, sezonu Ana oyunu ile açtı. ABT Kültür Merkezi'nde Aralık ayın­ dan itibaren, Zeki Göker'in yazıp yönettiği Ben Devletim Oynatmam... adlı oyun başlıyor. 23 yıldır politik tiyatro yapan ABT'nin, bu süre içinde başından geçen olaylar güldürü süzgecinden geçirilerek sergilenen oyun, yirmi kişilik bir kadro ile oynanıyor ABT Kültür Merkezi'nde Aralık ayında her Cumartesi-Pazar ücretsiz çocuk sine­ ması da var. Kültür Bakanlığı'nın arşivinden alınan çizgi ve konulu filmler, küçük izleyicilere ücretsiz oynatılıyor. Ayrıca yine Cumartesi-Pazar günleri ABT Çocuk Tiyatro­ su Adını Çocuklar Koysun adlı müzikli, danslı bir çocuk oyunu sergiliyor. ABT Çocuk Kulübü de yetmiş üyesi ile resim, tiyatro, bale, İngilizce ve müzik çalışmalarını sür­ dürüyor.

• I. sanat ve kültür şenliği Sanatın yoksullaştığı ülkemizde gençliğin sanata, sanatçıya sahip çıkması genç sanat emekçileri olan bizleri sevindiriyor. İşte buna bir örnek başkent Ankara'dan. Ankara'nın özel eğitim ku­ rumlarından Büyük Kolej, eğitimin yalnızca müfredat programıyla olmayacağı anlayışıyla, öğrencisi, eğitimcisi 10 Tiyatro... Tiyatro...

nin ve aklın gücüyle her kötülüğün üzerinden gelinebile­ ceğini vurguluyor.

• değişen dünyanın - tiyatronun yeni söylemi nasıl olmalı 20 Kasım 1993 Cumartesi günü Bilar'da Çisenti Sanat Topluluğu tarafından Çağdaş Söylemde Tiyatro baş lıklı bir panel düzenlendi. Aşağıda Deniz Atamtürk'ün kaleme aldığı bant çözümünü veriyoruz. Bilar'da düzenlenen panele, Kumpanya adına katılan Ke­ rem Kurdoğlu, tek kişilik mutluluklar teknolojisine giden dünyada, sahne üstü gerçekliğin bir teknoloji gerçekliği­ ne dönüştüğünü, Kumpanya'nın da Batı'nın tercih ettiği teknolojik üstünlüğe tepki olarak, insanın insana direk teması ile oluşan, tiyatronun 'ilkel' iletişim biçimini göre­ ce derinleştiren, samimi ve dürüst kılan bir formu baz al­ dığını söyledi. Bu tavır itibarıyla da, popüler kültürün bir parçasını teşkil etmelerinin mümkün olmadığını belirte­ rek, bugüne değin dünyayı değiştirmeye yönelik tiyatro yaparken, artık kendi gettosunu oluşturan ve kendi get-


İtalya, Lüksemburg ve Yunanistan'ı da kapsamına alarak yaygınlaşma çalışmalarını sürdürüyor. Bu ülkeler başta olmak üzere, Asya'da da (Japonya, Singapur, Kore ve Tayvan) etkinliklerini sürdüren grup, bu yılki AsyaAvrupa turu kapsamına Türkiye'yi de almış. Uluslararası Drama Grubu amacını, yabancı dilde faaliyet gösteren bir tiyatro organizasyonu olarak, kaliteli tiyatro oyunlarını orijinal dilinde her ülkede gösterebilmek ola­ rak tanımlıyor. Victoria döneminin en büyük yazarı olarak kabul edilen Charles Dickens'ın Noel kitaplarının ilki olan Bir Noel Şarkısı (1843), kısa zamanda olağanüstü bir başarı sağ­ ladı. Bu ilk Noel kitabıyla Dickens, günümüz edebiyatın­ da geleneği, rituelleri, hareket ve neşesiyle, tatil olarak adlandırdığımız, hayatımızın vazgeçilmez özel parçacıkla­ rından belki de en özeli olan "Yeni Yıl"ı -Noel'i- bir mit olarak yeniden yarattı. Masalın konusu kısaca, karşılaştığı her insana sadece korku ve ürkü veren aksi ve kötü huylu bir tüccarın, bir Noel gecesi, evinde tek başınayken gördüğü düşlerin et­ kisiyle yeniden çocukluğunun saflığına ve iyi yürekliliği­ ne dönmesi: Geçen Yıl, Gelecek Yıl ve Bu Yıl adında üç hayalet, kendi geçmiş ve geleceğinde, bu zamanlar ara­ sındaki yolculukta tüccara kendi hayatını yeniden yaşatı­ yor. Çocukluğu ve geleceği arasında dönen karşılaştır­ ma, tüccarın silkinip yeniden kendini bulmasını sağlıyor. Noel'in kutsallığına ve bütün pırıltısına rağmen örtemediği yoksulluk, o özel iyilikler anında bile varlığını sürdü­ ren kalpsizlik bu oyunda müzik ve dansla zenginleştirilen bir görsellikte ele alınmış. 1850'lerin atmosferini yenilikçi ve çok hareketli bir bi­ çimde sahneye yansıtan Uluslararası Drama Grubu'nu, İngilizce olarak bir hafta süreyle Taksim Sahne'sinde, gündüz ve akşamları seyretme imkanı var.

pe cy

a

tosuyla birlikte var olmayı hedefleyen bir tiyatro yapmayı amaçladıklarını belirtti. Kerem Kurdoğlu'ndan sonra söz alan Ayla Algan ise, da­ ha çok tiyatro izleyicisi üzerinde yoğunlaşarak, tiyatro araştırma laboratuvarının, geleneksel olandan farklı ola­ rak, seyirciyi düşünsel yönden aktif kılan, kendi içinde laboratuvar çalışmasını yapabilen, birey olma çabası içinde yalnızlaşan insanı baştan ele alarak yazarın, oyun­ cunun ve seyircinin yerini yeniden saptamayı amaçlayan bir çalışma yaptığını belirtti. Özellikle kültürlerarası düz­ lemde, pek çok unsurun biraradalığıyla ortaya çıkan ti­ yatronun dil sorunu üzerinde durarak, görsel ve işitsel unsurlarda evrensel bir söylemin belirlenmesinin önemi­ ni vurguladı. Panele Studio Oyunculan'ndan katılan Şahika Tekand ise, tiyatro topluluğu değil, oyuncular topluluğu oldukla­ rını ve daha çok oyunculuğu tartışmak üzere yola çıktık­ larını söyledi. Ancak tartışmanın sadece tiyatroya, oyun­ culuğa ya da görselliğe yönelik olmasının, sınırlılığı nedeniyle yanlış olduğunu, integralin bütünü bağlamın­ da sanatın, sanatçının ve son kertede düşüncenin ne ol­ duğunun tartışılmasının daha sağlıklı olduğunu söyledi. Şahika Tekand, eski ve yeni formları tartışma konusu olarak seçmekten çok günümüz düşüncesini bulup orta­ ya çıkarmanın yararını vurgulayarak, sanatçı ve sanat kavramları üzerinde yoğunlaştı. Panele Çisenti Sanat Topluluğu'ndan katılan Enver Aysever, öncelikle sanat ürününün doğruluğunun ve dürüst­ lüğünün önemini belirterek, gösteren ile görücü arasın­ daki etik bağın değerine ilişkin konuşmasını sürdürdü. Bunun sağlanabilmesi için de, gündelik var oluşuyla sa­ natçı kimliği arasında tutarlı bir ilişki olması gerekliliğini savundu. Yazarın, yönetmenin, oyuncunun, müzikçinin ve dekorcunun ortak bilinciyle ürün veren Çisenti Sanat Topluluğu'nun, seyircinin imgelemine yönelerek, salon­ da sezgi yoluyla var olan seyirciyi, felsefi platforma taşı­ mayı, böylelikle de seyirciyi günlük yaşamında düşünsel anlamda var edebilmeyi amaçladıklarını belirtti. Enver Aysever, sanat ve sanatçının varlığını tehdit eden birta­ kım kurumları eleştirerek, bu anlamda kurumlaşmaya karşı olduklarını belirtti. Çisenti Sanat Topluluğu'nun ön­ cülüğünde, 80 kişinin katılımıyla Bilar'da gerçekleştiri­ len panel, benzerlerinden farklı olarak, izleyicilerin zih­ ninde yeni soru işaretleri oluşturması bakımından çok dikkat çekiciydi.

• bir noel şarkısı 6-11 Aralık arası İstanbul Devlet Tiyatrosu Taksim Sahnesi'ne, Uluslararası Drama Grubu'nun sahneleyeceği, Charles Dickens'ın A Christmas Carol (Bir Noel Şarkısı) adlı oyunu geliyor. 1978 yılında, Almanya'nın Münih şehrinde oluşturulan (The International Drama Group) Uluslararası Drama Grubu, bugün Avusturya, İsviçre, Hollanda, Belçika, İs­ veç, Finlandiya, Norveç, Danimarka, İspanya, Fransa,

• çocuk oyunları seçkisi kitap olarak yayımlandı. Çocuk oyunları amatör/profesyonel toplulukların kullanı­ mına sunmak amacıyla Tuncer Cücenoğlu tarafından derlenen Çocuk Oyunları Seçkisi I adıyla bir kitap ya­ yımlandı. Özellikle orta dereceli okullar ile halk eğitim merkezlerinden gelen taleplerin değerlendirilmesi sonu­ cunda ortaya çıkan Çocuk Oyunları Seçkisi'ni Artı Dersanesi yayımladı. Kültür Bakanlığı'na bağlı kütüphanelere, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı orta dereceli okullara ve tüm Konservatuvarlara birer adet ücretsiz olarak dağıtı­ lacak olan kitapta 5 oyun yer alıyor: Ülkü Ayvaz'ın Tene­ ke Şövalyeler, Samet Behrengi-Salih Kalyon'un Bir Şef­ tali Bin Şeftali, Muharrem Buhara'nın Ayının Fendi Avcıyı Yendi, Ümit Denizer'in Keloğlan ve Ferdi Merter'in Kuklacı. Seçki'yi derleyen Tuncer Cücenoğlu kita­ bın yayımlanmasıyla ilgili olarak şunları söyledi: "Bu tür yararlı yayınları yalnızca Kültür Bakanlığı'ndan beklemek doğru değil. Hangisine yetişsinler? Özel kuruluşlar, özel­ likle özel öğretim kurumları da bu tür yayınları gerçekTiyatro... Tiyatro... 11


Eleştirip kültür hayatımıza katkıda bulunmalıdırlar. Bunun ilk başarılı örneğini Artı Dersanesi verdi. Yöneticileri kut­ luyorum. Ancak Kültür ve Milli Eğitim Bakanlıkları da bu tür kuruluşları övecek, onları maddi olarak değil ama manevi yönden destekleyecek/özendirecek davranışlarda bulunmalıdırlar ki diğer benzeri kuruluşlar da bu tür et­ kinlikleri gerçekleştirsinler." • tiyatro biletinde % 50 indirim Devlet Tiyatroları sendikalı memur ve işçilere tiyatro biletinde % 5o indi­ rim yapıyor. Yerli ve yabancı, nitelikli eserlerle toplumun sanat ihtiyacını karşılamakla görevli Devlet Tiyatroları bu hizmeti sağlama ve yaygınlaştırma amacıyla Ankara, İs­ tanbul, İzmir, Bursa, Adana, Trabzon, Diyarbakır ve An­ talya illerindeki (8) merkezde ve merkezlere bağlı turne illerinde yoğun olarak sürdürdüğü sanat etkinliklerine sendikalı memur ve işçilerin katılımını daha da arttırmak amacıyla 1 Kasım 1993 tarihinden bu yana bilet fiyatla­ rında indirim uygulamaya başladı. Yeni uygulamaya gö­ re sendikalı memur ve işçiler biletleri % 50 indirimli ola­ rak alabilecekler. En az 40 kişilik gruplar halinde gelinmesinde ise bu indirim % 75 olarak uygulanacak.

• prof.dr. sevinç sokullu 12 Kasım 1993 tarihli dilekçesiyle ASITEJ Türkiye Merkezi Yönetim Kurulu üyeli­ ğinden istifa etti. "1990 yılında kurulan ASITEJ Türkiye Merkezi'nin kurucu ve o tarihten bu yana da Yönetim Kurulu üyesiyim. Ancak, ASITEJ Türkiye Merkezi'nin otomatiğe bağlanmış şekilde çalışmaya başladığını fark etmiş bulunuyorum. Bu yıl içinde yapılan çalışmalarda sevap hanesinde hiçbir katkım olmadığı gibi günah ha­ nesinde de hiçbir sorumluluğumun bulunmadığını gör­ düğümden bu durumun saptanmasına hizmet edeceği ümidiyle Yönetim Kurulu üyeliğinden çekilmeye karar ver­ diğimi saygılarımda bildiririm."

pe cy

a

• tiyatrohane 4 Aralıkla Direniyoruz adlı oyunla İstanbullu tiyatroseverlere, Müjdat Gezen Kültür Merkezi'nde perde açıyor. Direniyoruz, tarih boyunca egemen güçlere, baskılara başkaldırmış, direnmiş, düşünce ve inançlarından ödün vermemiş insanların oyunu. Prometheus'tan Jan Dark'a, Danton'dan Ana'ya, Şeyh Bedret­ tin'den Dimitrov'a, Deniz Gezmiş'ten Uğur Mumcu'ya kadar geniş bir yelpaze içeren oyun, hiçbir kişisel çıkar gözetmeden direnen insanların öyküsünü anlatıyor. Me­ tin Balay'ın yönettiği oyun her pazar 15.00'te Müjdat Ge­ zen Kültür Merkezi'nde izlenebilir. Tiyatrohane cumartesi günleri de Metin Balay'ın kurgulayıp yönettiği Sevdaname adlı oyunu sergiliyor. Sevdaname Aristophanes, Plautus, Moliere, Shakespeare, A. Vefik Paşa, Musahipzade Celâl, Çehov, Marivaux, Güntekin, Buchner ve Brecht'in oyunlarından seçilmiş sahnelerden oluşan sev­ gi ve sevmek üzerine bir kolaj çalışması.

masının gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 4-7 yaş grubu yani okul öncesi çocuğu ile 7-12 yaş grubu okul dönemi çocuğunun algılama, dikkat, ilgi odakları çok farklıdır. Bu farklılığın boyutları oyun süresinin uzunluğu kısalı­ ğından, dekorda kullanılan renge kadar uzanmaktadır. Bu nedenle, Antalya Devlet Tiyatrosu oyun seçimi öncesi kendi bünyesi içinde yıllarca çocuk tiyatrosu yapmış ele­ manları arasından oluşturduğu bir kurulla hazırlığa giriş­ miş, bu hazırlığın uzantısı olarak pedagogların, ruh bi­ limcilerin, çocuk bakım uzmanlarının çağrılı olduğu konferanslar düzenlemiştir. Edinilen bilgi ve görgülerin ışığında Salih Yakın'ın yazdığı Mavi Masal 4-7 yaş gru­ bu, Ali Meriç-Metin Balay ikilisinin yazdığı Gozort adlı oyun ise 7-12 yaş grubu için sahnelenmek üzere seçil­ miştir."

• antalya devlet tiyatrosu'nda Mavi Masal ve Gozort isimli çocuk oyunları başladı. 21 Kasım'da sergi­ lenmeye başlayan Mavi Masal'ı Salih Yakın yazdı ve Yasemen Büyükağaoğlu yönetti. Dekor-kostüm çalışmaları­ nı Selçuk Gürışık, ışık tasarımını ise Selahattin Yazar yaptı. Çocuk oyunu seçiminde farklı bir titizlik gösteril­ mesi gerektiğini dile getiren ADT Taner Çelik'in kaleme aldığı bültenlerinde şu açıklamada bulunuyor: "Çocuk ti­ yatrosu denilince çoğunlukla genellemeye gidilerek oyunlar seçilmekte, seçilen bu oyunlar çocukların belli yaş dönemleri gözetilmeden sahnelenmektedir. Bu uy­ gulama beraberinde yanlışları da getirmektedir. Sağlıklı, gerçekten yararlı bir çocuk tiyatrosu yapılması düşünül­ düğünde belli yaş gruplarının hedef kitle olarak ele alın12 Tiyatro... Tiyatro...

• kktc devlet tiyatroları Geçtiğimiz sezon Tayfun Orhon'un yazdığı ve İ. Rahmi Dilligil'in sahneye koyduğu Bir Kavanoz Kahkaha oyunu ile Hüseyin Rahmi Gürpınar4ın romanından Rahmi Dilligil'in uyarlayıp yönettiği Şıpsevdi adlı müzikalini bu sezon da sergilemeye de­ vam ediyor. Tiyatronun Müdür muavini Çetin Özen, bü­ yük bir özveri ve imkânsızlıklara karşı koyarak ayakta durmaya ve seyircisine düzeyli, hoş oyunlar sergilemek için çaba harcayan K.K.T.C. Devlet Tiyatroları'nın , Türki­ ye Cumhuriyeti Kültür işbirliği Protokolü çerçevesinde bir sezonluk konuk yönetmen olarak gönderilen i. Rahmi Dilligil'in yönettiği her iki oyunun da Kıbrıslı izleyiciler ta­ rafından büyük bir ilgi gördüğünü ve benzer işbirliği ça­ lışmalarının devamına ihtiyaçları olduğunu dile getiriyor.


pe cy a


devleti soyan sanatçılar haberi ciddi bir iştir, gazetecilik daha da ciddi... Mustafa

DEMİRKANLI

pe cy a

Belki de sansasyon yaratmak -son yıllarda moda olduğu gibi- prim yapmayı düşledin. Belki de böyle düşünmedin ama bu duruma düştün. Bir iki örnek vereyim. (Yanlışlarının tiyatro ile ilgili olanlarının tamamını çerçeve içinde ayrıca veri­ yoruz.) Birim Tiyatro'nun Genel Sanat Yönetmeni Müge Gürman, yepyeni bir oluşum için aylardır soluk­ suz çalıştığı gibi, Hamlet'in provalarının sonuna da yaklaştı. Gürman, geçen yıl sahnelediği Woyzeck'le de Sanat Kurumu Ödülü'nü aldı. Yanlışı­ nın nerede olduğunu biliyor musun? Şanlı, Mü­ ge'nin eşinin soyadı. Yani, Müge Gürman Şanlı Kime sorsan bilirdi. Yazının içinde de, Müge Gürman'ı övüyorsun. Hadi artık karar ver, Müge safra mı, yoksa sahiplenilmesi gereken bir sa­ natçı mı?

Gazeteci'nin birinci görevi haber vermek, eleştiri yapmak, aksaklıkları ka­ muoyuna iletmek olmalı, haber yaratmak değil. Eleştirinin hedefi kişiler olduğu gibi kurumlar da olabilir. Her ikisinde de eleştiriye hedef alınanın kişilik haklan (kurumsal saygınlığı) sonuna kadar korunmalı, bilgilerin doğruluğu defalarca kontrol edilmelidir. Kulaktan dolma bilgilerle makinanın başına oturup, tuşlara gelişigüzel basmak, atılan okları çokça ken­ dine döndürür. Bu belki kişinin kendi tercihidir, ama yazının yayımlandı­ ğı kurumu da zora sokabilir. Aynı EP'nin "Devleti Soyan Sanatçılar" başlığıyla kapağa çıkardığı haberde olduğu gibi. Sevgili Ümit Bayazoğlu; önemli bir işe soyunmuşsun, ama emek verme­ den, araştırma gereği bile duymadan, eline geçen bilgileri telaşla, doğru­ latmadan kullanmışsın, verdiğin bilgiler baştan aşağı yanlışlarla dolu.

14

Tİyatro... Tiyatro...

Tomris Oğuzalp ise kısa süre öncesine kadar Müdürlük görevini sürdürüyordu, şu anda ise Aşağıdakiler'in provasında. Eleştiri tahtasına yatırdığın kurumun İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü'nün soyadı Çeyrekbaşı (oğlu) yok, belki çocuğunun soyadı Çeyrekbaşıoğlu olur. Parandello yazarsan Pirandello'ya ayıp olur de­ rim... gibi, gibi. İstanbul Devlet Opera, Bale ve Tiyatrosu'nun eleştirilecek yanları tabii ki var. Ama önyargısız yaralamayı hedef alarak yapmasaydın, önemli bir iş başarmış olabilirdin. Kurumları yıpratmak, hele hele eksik bilgilenme­ den dolayı sanatçıları yaralamak, biz gazetecilere hiç ama hiç yakışmıyor. Zaten bir avuç insan kültürsüz-sanatsız bir topluma minik soluklar verme savaşındalar. İçlerindeki olumsuz bir iki örneği, bütüne yansıtarak, oluşturmaya çalıştı­ ğın imajın sana bile ne denli zarar vereceğin unutmamak zorundasın; unutmamalısın da. Böylesi talihsiz bir yazının yayınlanmış olması, EP'yi ve yönetenlerini de yeterince üzmüştür sa­ nırım. Tepkilerini bize ulaştıran kurumların, ya­ nıtlarını da yayımlıyoruz. Umarım, bir daha böylesi sıkıcı bir yazı yazmak zorunda kalmayız.


EP Ekonomi Politika Dergisi'nin 51. sayısında çıkan "Devleti Soyan Sanatçılar" başlıklı haber yazı ile ilgili olarak Tiyatro Oyuncuları Derneği TODER Yönetim Kurulu aşağıdaki açıklamayı yapmak gereğini duymuştur. EP Dergisinde çıkan yazı gerçekleri tahrif amacına yönelik, gazeteciliğin temel prensipleri ile çelişkili ve kasıtlıdır. İçinde derneğimiz üyelerinin ve bir çok değerli sanatçı arkadaşımızın isimleri kullanılan bu karalama yazısında amaç, ülkemiz sanatını aşağılamak, sa­ natçılarını yıpratmak, dolayısıyla ülkemizin hayat damarlarından birini kopartmaktır. Çalışmadan para aldıkları (!) ve devleti soyduk­ ları (!) gerekçesiyle kamu oyuna şikayet edilen ve bu yapılırken gazeteler arasındaki çıkar ve tiraj kavgasına alet edilen, kullanılan, tahkir edilen sanatçı üyelerimiz ve arkadaşlarımız için duyduğumuz üzüntü, basın için duyduğumuz kaygı ile pekişmektedir. Hemen her isimde yapılan ve iyi niyetli olduğuna inanamıyacağımız hatalar basının yasal sorumluluklarıyla bağdaşmıyacak büyüklüktedir... ...Habere konu olan arkadaşlarımız yasal yoldan haklarını tabi ki arayacaklardır. Basın dünyasında, sürekli olarak birbirlerini yalancı­ lık ve sahtekarlıkla suçlayan insanların, yalnızca emeklerinin karşılığını devletin uygun gördüğü kadarıyla alıp çalışan insanlara bulaş­ malarının altındaki gerçek nedenler, Ümit Bayazoğlu'nun aczine ve komikliğine düşmemek için etraflıca araştırılarak kamuoyuna açıklanacaktır.

a

Devletin sanatçı sıfatını layık gördüğü sanatçıların ortalama 11.000.000 TL- maaş ile yaşamaya çalışırken, ek işleri (ki hepsi sanat­ sal nitelik taşımaktadır) yaptıkları gerekçesiyle suçlanmasını anlamak mümkün değildir. Ülkemizde tiyatro, opera, bale, müzik, TV, sinema, seslendirme ve sunuculuk konularında tüm kültürel hizmeti üstlenen sanatçı sayısı 2000'i geçmemektedir. Üstelik bunları Avrupa standardının çok altında parasal karşılıklarla yapan, futbol maçları için alınmayan fonları ödeyerek ve sanatsal ek işlerle sağ­ ladıkları birikimlerini, görgü bilgi edinme adına harcayan insanları bu denli kolay karalamak 60.000.000'luk bir ülkede 30 binde bir çıkan sanatçıyı hırpalamak, küçük düşürmek, soyguncu diye vasıflandırmak, ancak benzeri nüfusa sahip ülkelerin yüzlerce kat altın­ da sanatçıya sahip ülkenin dergi yazarlarına yakışır. Derginin ve haberin sorumlularını, habercilik açısından kasıtlı, gerçeklik açısından yetersiz, onursal açıdan da düzeysiz olan bu habe­ ri yeniden araştırıp gerçeği kamuoyuna anlatmaya davet ediyoruz. Böylece onlara gerçekten gazetecilik yapma fırsatın da sağladığı­ mıza inanıyoruz Ahmet Gülhan • TODER Yönelim Kurumlu Başkanı

pe

cy

Eskiden, çocukluğumuzda basında çıkan haberler çoğunlukla asparagastı. Çünkü iletişim yeterince gelişmemişti., muhabirler kitleyi yanıltmayı bir sorumsuzluk olarak görmüyorlardı. Amaç, kitlenin dikkatini çekmek ve yayını satmaktı. İçinde bulunduğumuz dönem­ de 20-30 yıl öncesine benzer olaylar yaşanıyor. Bir muhabir çıkıyor asılsız bilgilerle dolu bir haber yapıyor. Yapıcı hiçbir öneri ve pro­ je getirmiyor. Bu anlamda işi yapan insanlarla konuşmuyor, onu koşullandırmış olan sözde basın "dehalarının" düşünceleri doğrultu­ sunda haber yazıyor. Üzücü olan, yazının konusunun sanat olması. Biz yaşamın sanatsallaştırılması üzerine görüşler üreten bir kuruluş olarak, basında üslubun nasıl sanatsallaşacağını tartışmak istiyo­ ruz. Aksi taktirde, bu az da okunsa topluma yanlış imaj vermeyi neredeyse 'sorumluluk' olarak seçmiş kurumlar, genel ulusal bir bi­ lincin oluşması doğrultusunda, biz sanatçıların iğne ile kuyu kazarcasına oluşturmaya çalıştığımız "artistik yaşam" anlayışıyla hep çeli­ şecekler. Türkiye'de saygın gazetecilik anlayışının temsilcilerinden olan Milliyet gazetesinin yan organını, gazeteyle bütünleştirerek kınıyor, üzüntülerimizi ve kırgınlığımızı belirtmek istiyoruz. Sanatçılarımız, kendilerine yapılan bu asılsız saldırıya karşı haklarını korumak için mahkeme kapılarına taşınmaktalar. Oysa biz Milliyet gazetesi ile, bu devlet kuruluşlarının sevk ve idaresi ile işletme biçimi üzerine ka­ lıcı, üretken çalışmalar yapabilecek düzeyde girişimler de başlatabilirdik. Üzüntümüz, sadece bizlerin hedef alınması değildir. Üzüntü­ müz, hâlâ sanatı bir yaşam biçimi olarak algılayamamış ve incelmiş bir namusa ulaşamamış, sorumluluk sahibi, aydın bir toplum ol­ maya özlem duymamızdandır. Üzgünüz... TOBAV YÖNETİM KURULU

HABERE KONU OLAN TİYATROCULAR'IN TİYATRO İÇİ UĞRAŞILARI Turgut Savaş Müd. Yrd. Gülizar Irmak Diyarbakır'da Benimle Oynar mısınız'ı yönetiyor. Tomris Oğuzalp Aşağıdakiler oyununun provasında. Geçen sezon başlarına kadar İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürüydü. Gülen Çehreli Geçen yıl Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'da oynadı, bu yıl Birim Tiyatro çalışmalarında Hamlet'in provasında. Arşen Gürzap geçen yıl Afife Jale'de oynadı. Can Gürzap geçen sezon Kedi oyununu yönetti. Deniz Perk Gökçer geçen sezon Yüzyüze'de oynadı. Cengiz Baykal geçen sezon Ya­ şar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'da oynadı. Serpil Tamur geçen sezon 7 Kadın'da oynadı. Atilla Olgaç geçen sezon Macbeth'de oyna­ dı, bu sezon Abdülcambaz'ın provasında. Işıl Taylor Hamlet'te provalarda Gökalp Kulan Kapıların Dışında'da oynuyor. Mustafa Yavuz Antalya'da Kadı'da oynuyor. Esen Dündar Özman Kapıların Dışında'da oynuyor. Bilge Çelik Abdülcambaz'da provada, daha önce de Sersem Kocanın Kurnaz Karısı'nda oynadı. Müge Şanlı Gürman Woyzeck'ie Sanat Kurumu ödülü aldı, Hamlet'i yönetiyor. Birim tiyatro Genel Sanat Yönetmeni. Ahmet (Cem) Kurdoğlu Abdülcambaz'da provada. Umut Demirdelen Abdül­ cambaz'da provada. Tunç Günbay Kapıların Dışında'da oynuyor. Işıl Cılızoğlu (Yücesoy) 7 Kadın'da oynadı, şu sıra Âbdüicambaz'da povada Metin Beyen geçen sezon Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'da oynadı. Nişan Şirinyan Kapıların Dışında'da oynuyor. İlkay Dağdeviren Saran, Emir Tayla, Melek Gökçer, Alev Sezer, Altan Günbay ve Kürşat Alnıaçık'ın bu sezon şu ana kadar herhangi bir projede yer almadıklarını biliyoruz, önümüzdeki günler için bilgimiz yok. Tiyatro... Tiyatro...

15


hüzünlü bir istanbul şarkısı Nalân ÖZÜBEK

İSTANBUL BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI Yazan: Melisa Gürpınar Yönetmen: Hakan Altıner Yön. Yrd: Füsun Akatlı Özgün Müzik: Esin Engin Sahne-Giysi Tasarımı: Ayşen Aktengiz, Sabahat Çolakoğlu

pe cy

Dans Düzeni: Eftal Gürbudak

"Zaman, bahçelere karşı çok acımasızdır; hep onların üstün­ de esip savurur ve ilkin bahçe­ leri dağıtır. İşte İstanbul'da da böyle oldu. Zaman; bahçeleri kuruttu, parkların bir kapısın­ dan girdi öbüründen çıktı, dere­ lerde karşıdan karşıya geçti, Boğaz'ın akıntılarına karıştı, Tekfur Sarayı'nın yıkıntılarında dolaştı ve bir uçurumdan aşağı­ ya itiverdi İstanbul'un insanla­ rını. Toprak; iğne deliğinden geçti, yok oldu, çiçekler kılıçla biçildi, renkler kokular uçtu, her şey evrenin sessizliğinde harmanlandı."

a

İSTANBUL'UN GÖZLERİ MAHMUR

Işık: İlhan Ören, Vahit Geyik, Ahmet Güveli

Oynayanlar: Hümeyra, Ayla Algan, Toron Karacaoğlu, Serra Yılmaz, Berrin Koper, Mehmet Gürhan, Metin Çoban, Zeynep Irgat, Derya Kurtuluş, Aziz Sarvan, Burteçin Zoga

16

Tiyatro... Tiyatro...

1960 kuşağı şairlerinden Meli­ sa Gürpınar, zamanın İstan­ bul'a neler ettiğini böyle dile getiriyor Yeni Zaman Eski Ha­ yat adlı oyununda. Bu sezon aynı sözleri duyacağımız bir başka yer ise İBŞT Üsküdar Musahipzâde Celâl Sahnesi. Ka­ sım 1993'te perde açmış olan Melisa Gürpınar'ın Yeni Zaman

Eski Hayat" adlı oyunu, İstan­ bul'un Gözleri Mahmur adlı şi­ irsel öyküsü ve Küçük Bir İstan­ bul Öyküsü adlı TV dizisi senaryosundan oluşturulmuş bir kolaj; İstanbul'un Gözleri Mahmur. Oyun, 1900'lerin ilk yıllarından bugüne, İstanbul'un değişik mekânlarını, yaşam biçimlerini ve bu biçimler arasındaki ayrım­ ları gözler önüne seriyor. Esin Engin'in müziklerini yaptığı on şiirin olayların arasına titiz­ likle serpiştirildiği bu müzikle oyun, bir komedi, ancak güldü­ ren değil, yalnızca gülümseten bir komedi. Yönetmen Hakan Altıner'in deyişiyle "komik öğe­ lerin altı çizilmeden yapılan bir komedi." Yaşı uygun olanlara zaman za­ man özlemle "Aah ah, neydi o günler!", zaman zaman da "Ne sıkıntılar çekildi o yıllarda," de­ dirtecek İstanbul'un Gözleri Mahmur müzikli oyunu, genç kuşaklara ise, şu sıralar hayal bile edemeyecekleri geçmiş ger­ çeğini belgeliyor adeta. İşte tam da bu noktada yönetmen Hakan Altıner, en çok önemsedikleri konuyu vurguluyor: "Oyunda; eski İstanbul yaşam tarzını ser­ gilerken ne bir geçmişe öykün­ me, dertlenme, geçmişe ilişkin duyguları harekete geçirme, ne de eskiye yerinme ve yeniyi sa­ vunma gibi bir çıkış noktamız var. Melisa Gürpınar'ın kentsoylu-şiirsel havasından sapmaksızın, "eski İstanbul buydu, ama bitti', diyoruz, hepsi o."


cy

pe a


rüzgâr kapıyı örtünce... i. Hakkı YÜKSELEN

DORMEN

TİYATROSU

Yazan: Gerard Lauzier Türkçesi: Gencay Gürün Yönetmen: Haldun Dormen Yön. Y r d : Leyla Üner, Engin Yüksel Sahne Tasarımı: Osman Şengezer Giysi Tasarımı: Güler Yiğit

cy

Oynayanlar: Şebnem Sönmez, Metin Serezli, Güneş Berberoğlu, Kerem Atabeyoğlu, Gülen

Karaman, İsmet Üstekin, Nejat Birecik, Suat Sungur, Engin

pe

Yüksel, Şebnem Özinal

Çok sayıdaki lavabo, kapı kilidi ve kamyonet tablosunun yaratıcısı res­ sam Yan, kendisini heyecandan titre­ ten bir aşk buluşmasına hazırlanırken 'korkunç' bir aksiliğe kurban gider: 'Kötü' bir rüzgar, karşı dairenin kapısı­ nı hızla kapar; hem de yarı çıplak komşu kadının dışarıda bulunduğu bir sırada. Üstelik anahtar da içeride kal­ mıştır... İşte bu olay, Yan'ın kâbusu­ nun da başlangıcı olur; küçük bir aksi­ lik tam bir felaketler zincirine dönüşür. Dormen Tiyatrosu'nda 1993-94 sezo­ nunun ilk oyunu 5'ten 7'ye işte böyle başlıyor. Gerard Lauzier tarafından ka­ leme alınan oyunu Gencay Gürün Türkçe'ye kazandırmış ve Haldun Dor­ men sahnelemiş. 'Komik' her zaman hayatın içinde, ha­ yatın temelinde yatan çelişkilerde giz­ lidir. En 'ciddi" görüntüler, ilişkiler, beklentiler, sözler ve kurumlar bazen küçük bir aksiliğin ardından ters yüz olup, bir komediye dönüşüverirler. Ciddi beklentilerle dolu hayatımız, içinde yaşamak zorunda kaldığımız genel saçmalık yetmiyormuş gibi kimi zaman daha da saçmalaşır, içinden çı­

a

5'DEN 7'YE

18

Tiyatro... Tiyatro...

kılmaz bir hal alır. Sanki 'hain' bir el bir düğmeye basmıştır. Tıpkı 5'ten 7"ye oyunundaki kahramanların başına gelenler gibi... Olayların gerçek nedeni bir türlü anlatılamaz, tüm açıklama ça­ baları yeni aksilikler nedeniyle yarım kalır, kuşkular, yatışmak bir yana, da­ ha da artar. Çünkü küçük bir terslik hayatın bir başka boyutunu ortaya çı­ karmıştır. Artık yürürlükte olan farklı bir mantıktır. 'Komik' çoğu zaman 'bana gülün' diye ortaya çıkmaz. Çelişkiyi 'yakalamak', yorumlamak ve bir ölçüde de 'abart­ mak' gerekir. Trajik olaylar bazen o şe­ kilde dizilir, kırılarak aynaya yansır ki ortaya bir komedi çıkar. Bu andan iti­ baren yere düşenlere (her anlamda) olduğu gibi, acı çekenlere, bu durum­ dan kurtulmaya çalışanlara da güleriz. Aynı, sahnedeki 'talihsiz ressam' Yan'a güldüğümüz gibi. 5'ten 7'e bir dizi ters rastlantıya ve yanlış anlamaya dayalı bir komedi. Olay örgüsünün görece basitliğine ve metindeki diyalogların fazlaca espri yüklü olmamasına karşın olayların bel­ li bir diziliş ve tempo içinde, iyi bir reji, usta ve başarılı oyuncuların yorumları ile sahnede yeniden üretilmesi, ortaya güzel bir oyun çıkartıyor. Seyirciye de bol bol gülme fırsatı veriyor. Son olarak söylenmesi gereken birkaç söz daha var: Birçoğunda olduğu gibi, bu oyunda da, bana göre doğrudan anlatılmayanlar, anlatılanlardan çok daha önemli... Üzerinde çok taraflı 'aşk' ve çıkar ilişkilerinin kol gezdiği, ancak yalan ve kurnazlığın ayakta tuta­ bildiği 'kutsal aile' kurumu gibi; her şeyin sahteleştiği bir dünyada 'sanatçı' imajının, sanatın ve sanatgücünün üzerine çıkması gibi; yasa temsilcileri­ nin yasaları, karşısındakinin kimliğine göre yorumlaması gibi... Zaten gerçe­ ğin yerini yaratılmış imajların aldığı bir çağda yaşamıyor muyuz?..


pe

cy a

Tiyatro Şinasi Schiller Moliere Çehov Kemal Özakman Stanislavski Ionesco Aksal Racine Beckett Ibsen Dilmen Bilginer Pinter Taner Ertuğrul Brecht Shaw Shakespeare Dışbank Yaşam tiyatroyla güzel, Dışbank'la güvenli!

DIŞBANK


bir sürece kurban edilenler Yankı EYÜBOĞLU HOŞGELDİN H A D İ YEDİTEPE

AMERİKA

Ç A M A N OYUNCULARI

Yazan: Haluk Işık Yönetmen: Macit Koper Sahne Tasarımı: Feyza Zeybek Giysi Tasarımı: Feyza Zeybek

ya görüşü... ne olursa olsun, bü tün bunlar tiyatroca dile gelmi yorsa, getirilmiyorsa, bence yaz dıklarınızın hiçbir anlamı olamaz Kısaca tiyatro sonuç olarak elbetti sanattır. Ama tiyatro, yöntem ola rak bilimdir ve sanatta -hele tiyat roda- rastlantısallığa yer yoktur.

• Genel anlamda tiyatro ve oyun yazarlığı üstüne düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Beni en çok yoran galiba işin ikinci boyutu. Yaşam ve insan üstüne bir sözüm olduğunu biliyorum. Konu yu bulmakta güçlüğüm de yok. Bir oyun yazmaya kalktığımda, kişileş tirme, olaylar dizisi, mekân sorunu... hepsi bir yana, bütün bunlar tiyatro adına en iyi biçimde söyle me kaygısı beni çok daha fazla uğ raştırıyor, yoruyor. Yine de hızla çalışan bir yazarım galiba.

pe cy a

Müzik: Oktay Şenol

Haluk Işık'ın kaleme aldığı ve Ma­ cit Koper'in sahneye koyduğu Hoşgeldin Amerika adlı oyun Yeditepe Oyuncuları'nda 3 Aralık'ta başlayarak sahnelenecek. Oyunun yazarı Haluk Işık'la arkadaşımız Yankı Eyüboğlu oyun ve oyun ya­ zarlığı üzerine görüştü.

Oynayanlar: Hadi Çaman, Volkan Saraçoğlu, Yurdan Edgü, Mesut Akusta, Zuhal Gencer, Oktay Şenol, Hülya Şen, Fatih Akyol, Meliha Savaş, Okay Şenol, Belma Özdemir, Eda Bido, Sevda Ferdağ

Neden yazar olunur? Sanırım ilk neden, insanın kendini 'tanımla­ mak' gereksinimi. Ama bu yet­ mez. En azından inandığı bir var oluş gerekçesi de olmalı yazacak insanın. Dünya görüşü, yaşam içinde durduğu yer, birikimleri, et­ kilenme kaynakları ve boyutu ile bunları anlamlı bir tepkiye dönüş­ türme çabası da gerekli yazar ol­ mak için. Elbette en az bunlar ka­ dar önemli olan bir başka şey, eylem alanı olarak seçtiğiniz sanat dalının gereklerini bilmeniz, yerine getirmenizdir.

• Hoşgeldin Amerika için neler söyleyeceksiniz?

Oyunu beş altı yıl düşündüm. Bu süreçte başka işler de yaptım el bette. Hoşgeldin Amerika'yı önce kafamda yazdım. Kâğıda dökmek yalnızca üç günümü aldı. Bir yazar Belki de bu nedenle genel olarak olarak söyleyeceklerimi oyunda Dramatik Yazarlık, üniversite dü­ söyledim gerçi, ama yine de çıkış zeyinde ve tiyatro okullarında ders yolumu, varmak istediklerimi anHoşgeldin olarak verilmektedir. Ben galiba latmaya çalışayım. 'okullu yazar' kuşağının ilk temsil-. Amerika, sonuçlarını her alanda yaşadığımız bir sürecin başlangıcı­ cilerinden sayılıyorum. nı anlatan bir dönem oyunudur Yazmaya kalkmak -ki ülkemizde Bir geçiş sürecinde, bu sürece kur­ bir medeni cesaret işi olduğu söy­ ban edilen insanları anlatmaya ça­ lenir- bu işin ilk basamağı. Söz lıştım. Bu genel tema şemsiyesi gelimi söyleyecek sözüm varsa ve birçok yan temayı da kapsıyor kuş­ bunu söylemeye karar vermişsem, kusuz. Söz gelimi birer genelev ka­ tiyatroca konuşmak zorundayım. dını bile olsalar, Amerika'ya 'layıTıpkı şiirin şiirce, resmin resimce ğınca' hoş geldin demek için, bir konuşması gerektiği gibi. Düşün­ ülkenin önce kadınlarını sunması celer, beklentiler, önermeler, dün­

20 Tiyatro... Tiyatro...


pe cy a

Oyunlardan biri.

Bir oyun yazarı olarak beni öncelikle'insan' ilgilendiriyor. Acısı, Sevinci, hüzünleri, kırgınlıkları, aptallıklarıyla insan.Yazma aşamasında uykularımı duman etse de, benim dengelerimi alt üst etse de dizilmiş, itilmiş, dışlanmış, yaşama kattığı demirin sürekli dip taradığı insanlar beni daha çok ilgilendinDr. Külrengi Sabahlarda idam cezasıyla yüzyüze getirilmiş insanları anlatmıştım, Hoşgeldin Ameka'da genelev kadınlarını, şu ünlerde yazdığım oyunda da yaşamlarını sokağın ve gecenin belirlediği çocukları yazıyorum. Elbette bu, insanlara ve yaşama bakışımı belirleyen pencerelerim sayesinde. Biz belgesiz, bu nedenle bilgisiz bir toplumuz. Galiba hüzünlerimizin, sevinçlerimizin, isyanlarımızın, duyarlıklarımızın anlık olmasının nedeni bu. Hoşgeldin Amerida biraz da bu genellemeye inat oIsun diye yazıldı. Oyunum Mars-

hall Yardımı'nı, Amerika'nın ülke­ mize 'merhaba' demesini, dış poli­ tikadan ekonomik yapıya, o deği­ şim sürecini yaşamaya -yararlan­ maya- umut beslemeye çalışan in­ sanları anlatmaya çalışıyor. Bunu yapıp yapamadığımı ancak oyunumu okuyarak ya da izleyerek anlayabilirsiniz.

• Biraz da yazar-oyun-oynayan topluluk üstüne konuşabilir mi­ yiz? Kültür Bakanlığı Ödülü'nü aldıktan sonra profesyonel her yazar gibi oyunumu alacak tiyatroları bekle­ meye başladım. Bu arada yetkili bir tiyatrocu bayan, oyunumu bir turne aralığında okuyup hiçlemeye kalktıysa da önemsemedim. Belki başka bir yazı konusu ama, eleştiri ile kötülemeyi birbirinden ayırmalı­ yız. Neyse... Derken, bir geceyarısı Hadi Çaman aradı. Bildiğiniz sevecenliği ve iç­ tenliği ile Hoşgeldin Amerika'yı istedi, verdim. Şimdi tümünü çok

sevdiğim bir grup, Macit Koper'in yönetmenliğinde oyunu çalışıyor­ lar ve galiba söyleşimiz yayımlan­ dığında oynanıyor olacak. Yapıtıyla kendisi arasında "çocu­ ğum, evladım" gibisinden akraba­ lık bağı kuran bir yazar değilim ben. Oyun metni tiyatro olayının ateşleyicisidir, ama her şeyi değil­ dir. Yönetmen, dramaturg, oyun­ cular, tasarımcılar ve elbette izle­ yiciler, o oyunu yeniden boyutlandırır, ete kana büründürür. Yeditepe Oyuncuları'na güveniyorum. Canla başla çalıştıklarını gördüm, yaşadım. Üstelik bir özel tiyatro için -günümüz koşullarında- hayli rizikolu bir oyun aldılar. Salt bu­ nun için bile onları alkışlıyorum şimdiden. Ve inanın nasıl bir oyun olacağını çok merak ediyorum. Üstelik bu benim İstanbul'a ilk merhabam olacak. Bakalım İstanbul bana "hoş geldin" diyecek mi?

Tiyatro... Tiyatro... 21


yüksek s e s l i

bir oyun Nalan ÖZÜBEK

T İ Y A T R O

A Y N A

Yazan: Dinçer Sümer Yönetmen: Metin Belgin Yön. Yrd: Mürsel Yaylalı, Filiz Coşkuner Sahne Tasarımı: Ali Yenel Giysi Tasarımı: Günnur Çaraş Müzik: Nurettin Özşuca

Oynayanlar: Dilek Türker, Mümtaz Sevinç

• Önce sizin oyuna bakışınızı öğ­ renebilir miyiz, Sayın Dilek Tür­ ker? Beni Dünya Kadar Sev, örgüsü çok güzel bir oyun. Söylemek istedikleri ise benim dünya görüşümle bire bir örtüşüyor ve toplumsal kaygımızı di­ le getiriyor. Endüstri toplumunun insan ilişkileri, giderek medya cana­ varının da yönlendirmesiyle, insanı var eden tüm güzellikleri yok eden, bir yalan-dolan örgüsüne dönüş­

pe cy

[şık: Erdem Özipek

14 Aralık 1993 tarihinden itibaren sergilenmeye başlayacak bir başka oyun da 1993 Kültür Bakanlığı Tiyat­ ro Ödülü sahibi Dinçer Sümer'in Di­ lek Türker - Tiyatro Ayna için yazdığı Beni Dünya Kadar Sev. İSTEK Vakfı Balmumcu Kültür Sanat Merkezi'nde sergilenecek oyunun iki oyun­ cusu Dilek Türker, Mümtaz Sevinç ve yönetmeni Metin Belginle söy­ leştik.

a

BENİ DÜNYA KADAR SEV

22 Tiyatro... Tiyatro...

mektedir. Bu, yakın ilişkilerde de ya şanınca insanın kendine yabancılaşmasını getiriyor. Bir tiyatro oyuncu sunun bile bu noktaya gelebileceği görüyoruz; ki tiyatro, insanın kendi gerçeğini en güzel ve en doğru biçimde ifade etmesidir. İşte Ben Dünya Kadar Sev'de, kendimizi bu bağlamda gözden geçiriyoruz, geçe çek yaşamda olduğu gibi, düşünce lerimizin süzgecinden geçirilmiş espi rilerle, şarkılarla. Yüksek ses düşünüyor, düşündürüyor; yüksek sesle konuşuyor, yüksek sesle şarkı söylüyoruz. Kendimizi, kendi çevre mizi, sanat dünyamızdan insanları da eleştiriyoruz. Kariyerist kaygılar taşıyan ve kariyerist etkiler yaşayan tiyatro dünyasındaki ikilemleri de veri yoruz açıkcası ve bundan dolayı da korkmuyoruz. Kendi adıma diyebili rim ki, sevgisizliğin yarattığı bu paradoksal duruma meydan okuyorum sevgisizliğe, ilgisizliğe, bir adım daha ileri giderek se yircisizliğe mey dan okuyorum; ve bu oyunda da korkusuzluğu yaşa maya çalışıyorum Bir insanın, bir sa natçının beslendiği değerleri kaybet memeye çalışıyo rum ve eğer kay bedeceğim bir zaman gelirse de yargılanmaktan korkmuyorum. Bu oyunda yaptığımı bir tanıklıktır ve genel bir doğru olarak biliyorum tanıklığımızın kişi ligimizde biriktir diklerini yeniden


Betime dönüştünü bildiğimiz noktada aynı kimliklerimizle var olmayı sürdürebiliriz. Üstelik biz umutlu insanlarız; tüm yanlış yönlendirmelere rağmen in-

sanın tükenmezline, yeniden indisini bulup, inkar etmesini sevgi

temeline oturtunca, bir şeylerin daha kolay çözüleceğine inanıyoruz Çünkü potansiyel sevgi güçlerimizin farkındayız.

a

için eski bir sevdadır. Dört yılı aşkın bir süre özel tiyatrolarda çalıştım ve özel tiyatro gerçeğini; ne denli önemli ve zor olduğunu biliyorum. Uğur Mumcu'nun dediği gibi, des­ teklenmesi gereken tek özel sektö­ rün özel tiyatrolar olması gerektiği­ ne inanıyorum. Sonuç; Tiyatro Ayna'da değerli sanatçı arkadaşım Dilek Türker'le Beni Dünya Kadar Sev oyununda Latifi, Mustafa'yı ve Aydın'ı yaşıyorum ve insanı dünya­ lar kadar sevin, diyorum.

pe cy

Sayın Mümtaz Sevinç, sizin Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncusu olduğunuzu, bu sezonda Ankara'da Bahar Noktası'nda rolünüzün oluğunu ve Beni Dünya Kadar Sev'e konuk olarak katıldığınızı biliyoruz. Bu katılımın hikayesini dinleyebilir miyiz?çalışmalar süresince olsun, oyun sergilendiği müddetçe olsun birtakım zorluklar olmadı mı, olmayacak mı? Ebette çok zor bir işe soyunduk. Bu sadece bana değil, Tiyatro'ya da programın hazırlanmasında birtakım zorluklar getirdi, getirecektir de. Ancak -sayısı gittikçe azalmakta olannitelikli ve sorumluluk taşıyan bir tiyatrodan, böyle bir oyun için teklif gelince tüm bu zorlukları göze alabiliyor insan, Benim yaşadığım buydu. Beni Dünya Kadar Sev'de dile getirilen ortak dert; günümüz ve gelecekteki insanın sorunları. Dil çok açık ve çağdaş bir anlatıma sahip. Bağın ritmini, soluk alış verişini çok iyi yakalamış ve satırların altında çağa dair her şey var. Böyle olunca da her şey kolaylaşıyor; çok paylaştığımız bir şeyi çok severek yaşar hale geliyorsunuz. Aynı dili konuştuğumuz insanlarla aynı dertleri dillendir­ ğinizi görüyorsunuz ve ortaya hoş her şeyin çıktığına/çıkacağına inanıyorsunuz. Doğru bir buluşmanın gerçekleştiğini çalışmalarda görüyoruz. Öte yanda, özel tiyatro benim

• Sayın Metin Belgin, siz de Dev­ let Tiyatrosu sanatçılardansınız ve bu oyunu konuk olarak yöneti­ yorsunuz. Sizin oyuna ilişkin söy­ lemek istediklerinizi öğrenebilir miyiz? Beni Dünya Kadar Sev, benim Dev­ let Tiyatroları dışında yönettiğim ilk oyun, biliyorsun daha önce İstanbul ve Bursa'da Kontrabas'ı, Antalya'da Lozan'ı sahnelemiştim. Çalışmaların beni en çok heyecanlandıran ve çok önemli olduğuna inandığım tarafı, üçümüzün aynı anda aynı şeyi düşü­ nüyor olması. Bu, oyunun zorlukları­ nı törpüleyen bir durum. • 6 karakterli bir oyunu 2 oyuncu­ dan izliyoruz. Bunun sağlanabil­ mesi için ne tür teknikler kullandı­ nız?

var, inandığım iki 'sağlam' ve dene­ yimli oyuncu ile çalışıyorum. Kafa­ mızda var olan her şey çalışmaları­ mıza doğaçlamalarla yansıyor ve doğru olan aynı anda hepimiz tara­ fından yakalanıyor. Taban tabana zıt iki ayrı tiyatronun (epik tiyatrodramatik tiyatro) öğelerinden, ipuç­ larından yararlanıyoruz ve başka bir oyunculuk anlayışı çıkıyor; çağdaş anlamda bir tiyatro gerçekleştirme­ ye çalışıyoruz. Ayrıca tüm karakter­ ler arasında organik bir bağ, ortak özellikler var: Sevgisizlik, yalnızlık, çıkarcılık gibi. Bu ortak özellikler ki, toplumsal düzenin oluşturduğu bas­ kılarla var olmuştur. Biz asıl bunu verebilir, yansıtabilirsek oyun ama­ cına ulaşmış demektir. Bir başka şansımızın da son yıllarda tiyatro müziğiyle ciddi boyutlarda kaynaş­ mış olan Nurettin Özşuca olduğuna inanıyoruz. Oyunda, müziklerini Nu­ rettin Özşuca'nın yaptığı 5 şarkı var. Episod sonlarında yer alan tüm bu şarkılar, sahnelerin yorumlanmasını sağlayan bir müzik halinde çıkıyor karşımıza. Tiyatroda görmeyi iste­ mediğim 4. duvarı, kulisi de kaldı­ rınca -ki seyirciyle sıcak iletişimi ke­ sen, hatta iletişimi koparan bir şeydir bu- ortaya keyifli bir çalışma çıktı diyebilirim.

Öncelikle 'şunu belirtmekte fayda Tiyatro...

Tiyatro...

23


dinliyordu şeytan sivri sakalında keder Zafer DİPER

ŞEYTANİSTAN B İ Z İ M

T İ Y A T R O

Yazan: Nâzım Hikmet Oyunlaştıran: Zafer Diper Yönetmen: Zafer Diper Yön. Yrd: Ayşe Balcı Müzik: Şanar Yurdatapan

Kurdakul

pe cy a

Yazınsal Danışman: Şükran

Nâzım Hikmetin şiirlerinden Zafer Diper'in oyun/aştırdığı ve yönettiği Şeytanistan 4 Aralık'ta Eski Maçka Ma­ den Fakültesi'nde başlıyor. Oyunu sizler için dergimize Zafer Diper yazdı. Bildiğiniz gibi, 12 Eylül sonrası (pro­ fesyonel tiyatro bağlamında) Nâzım Hikmet'i ilk kez sahneye getiren Bizim Tiyatro'dur. Bundan daha önemlisi belki de, Nâzım'a bakış; yapıtlarından oluşturulan kurgunun, bilinesi (özlenesi) Nâzım kimliğiyle örtüşmemesi, ayrıksılığı olayıdır. Adını Nâzım koydu­ ğumuz oyun, 1987-88 döneminde AST salonunda sahnelendi. 1993-94 dönemine gelindiğinde, şim­ diki Şeytanistan'ın, geçmiş Nâzım'la benzeşen bir tek kareciği olmaması dışında aralarındaki en büyük ayrım; birinin "kurgulama", diğerinin de "oyunlaştırma" olmasında yatıyor ka­ nımca. Nâzım bir kurguysa, Şeytanistan bir oyun...

Sahne Tasarımı: Selahattin Güney Oynayanlar: Nazan Diper, Özden Ayyıldız, Zafer Diper

Şeytanistan'ın çıkış noktası, Nâzım'ın Fakir Bir Şimal Kilisesinde Şeytan ile Rahip'in Macerası adlı yapıtı. İkinci Dünya Savaşı... Kilisede bir pa­ zar sabahı... Köyde kimseler kalma­ mış, herkes cephededir... Rahip ayin­ de "beyannameyi" okumakta... Derken,

24 Tiyatro... Tiyatro...

birden Şeytan beliriveriyor ve onu iğvasıyla (ayartmasıyla), kilisede kalakalmış iki kadından biri Jokond'a, diğeriyse Si-Ya-U'ya dönüşüyor; Rah de Cellat-Yargıç'a. Yanarak yok edildiğinde Jokond, Şeytan'ın uyarımıyla liseye dönüşüveriyorlar yeniden; sana hiçbir şey olmamışçasına, kalınan aynı noktaya... Beyannameyi bıraktığı yer den okurken, yine Şeytan'ın iğvasıyla bu kez önce İtalyan Halk Mahallerinden birine, oradan da Taranta B bu'nun Afrikasına (o bölgeye), "o" kir Piklerle dönüşüyorlar. Mussoli faşizmiyle öldürülüp-yakılma'nın biriminde; gene Şeytan'la ve gene aynı yer-zaman'a oyuncularla, ki başlangıç noktaları hep o ilk mekân olan; ve orda şeytan'ın soyut varlığı gibi duran, gerçekte aynı noktaya,gelinmiş izlenimin karşın, her seferinde -geçmiş zaman diliminde de olsa- bir ileriyi duyumsama-yaşama-yorumlama ve gösterme anlatısında somutlanıyor oyuncu bireylerin kimliklerinde. Kilisede mekân oluşturan nesneler, oyuncuların kulla nımıyla dönüşüp-değiştirme aracın tüm nesnelliğin (soyutlayarak somutlanmanın) aracılığına dönüşüyor. Bu yöntemsellik, içerikle biçim birlikteliğini, oyunun biçemini var ediyor. Kuşkusuz böylesi bir anlatıyı özetlemek olarak değil, bu dar alana sıkıştırılmak zorunluluğunda olan anlatışla. Görünen o ki tutulan notlar-tartışılar ve deneysel tavır-yaklaşımla elde edilen sonuçlar hem metinsel olsun, hem oyun yönetimine değgin, sanırız bir kitapçığı oluşturur boyutta. Ancak bir diğer yönüyle de olay kısaca çok açık: 30.Ölüm Yılı'nda Yurttaş Nâzım için (Yurttaş Na zım'a bir adama)... İzlendiğinde kolayca algılanabilir ya, ne ki anımsatmada geçilemeyecek: Nâzım Hikmet'ten bu oyun değil; ondan yararlanılarak yapılmış bizce oldukça özgün bir çalışıma Şeytanistan...


parasızlık insana neler yaptırır Nalan MANYASLI lim: "Şakir bey evli, tek çocuklu, tek karılı ve tek kayınvalideli olup, devlet sektöründe, henüz özelleştirilememiş memurluğunu sürdürmekte, ay­ başlarında memurların aldığı epik maaşı almakta; ev kirası, taksitler, çocuğun okul masrafları gibi sarsın­ tıları her ay yeni baştan yaşamakta­ dır." Karısından çekinmekte, kayınva­ lidesinden ölesiye nefret etmekte, çocuğuna yatırım gözüyle bakmakta­ dır. Futbol hastası olmasa da, bu sporun insanlar üzerindeki etkisinin farkındadır. Yetişme çağındaki oğlu­ nu futbolcu yaparak milyarlık trans­ ferlerden pay almak ister ama oğlu­ nun futbolcu olacağına ondan başka inanan ya da destek veren olmaya­ caktır..."

cy a

Özel tiyatrolar içinde bir çeşit reper­ tuar tiyatrosu görüntüsü sunan Or­ taoyuncular sergilediği güncel ya da güncelleştirilmiş oyunlarla her za­ man izleyicinin gözünde ayrı bir ye­ re sahiptir. Ortaoyuncular'ın bu ka­ dar sevilmesi, izlenmesi ve sözcük dağarcığımızı geliştirmesinde, kuru­ cusu, hemen her oyunun yazarı, yö­ netmeni, oyuncusu bazen de müzis­ yeni ve dekor-giysi tasarımcısı olarak çalışan, Türk Tiyatrosu'nun çalışkan adı Ferhan Şensoy'un payı yadsınamaz. Ferhan Şensoy Ortaoyuncular'ın re­ pertuarına iki yeni oyun kattı. Ancak bu yenilik oyunların bu kadroyla ilk kez sergilenmesinden kaynaklanı­ yor. Aslında ikisi de yıllanmış olan bu yapıtlardan Parasız Yaşamak Pahalıyı Ferhan Şensoy 10 yıl önce Sadri Alışık için yazmış. Doktorlar gözlerindeki bir rahatsızlık nedeniyle Alışık'ın sahneye çıkmasını sakıncalı bulunca, yapıt, Şensoy'un arşivinde bekleyen onlarca yapıt içindeki yeri­ ni almış, ta ki bu sezona değin. Or­ taoyuncular'ın yeni sezondaki ikinci yeni oyununa da kısaca değinelim. Şensoy'un 1974'te Kanada'da Fran­ sızca olarak yazdığı ve sahneye koy­ duğu Şu Gogol Delisi (Gogol Du­ ruşması) o yıl yazarına ve oyuncusuna ödül getirmiş. Ünlü Rus yazar Nikolay Gogol'ün, Bir De­ linin Güncesi öyküsünün kahramanlarınca yargılanmasını konu edi­ nen oyunda Derya Baykal Şensoy oynuyor.

PARASIZ YAŞAMAK PAHALI ORTAOYUNCULAR Yazan-Yöneten: Ferhan Şensoy Yön. Yrd: S. Günaydın, C. Karakaş Müzik: F. Şensoy, A. Maral Müzik Düzenleme: Alper Maral Orkestra: Alper Maral, Selim Sesler, Hasan Köseoğlu Dekor ve Giysi: Ferhan Şensoy Işık: Hüseyin Ulaş Oynayanlar: Ferhan Şensoy, Celal Belgin, Bican Günalan, Figen Evren, Mert Baykal, Caner Alkaya, Serap Günaydın, Resul Demir, Ali Çatalaş, Yavuz Pekman

pe

Yapıtlarını, dil ince­ liklerine dayanan mizah öğeleriyle besleyen, yıllarca sahnede kalan oyun­ larını da bu yolla güncelleştiren Fer­ han Şensoy, özelliği­ ni bu çalışmasında da sürdürüyor. Fut­ bol takımlarımızın uluslararası başarı­ ları, Tanju'nun İstanbulspor'a geçişi, İSKİ, rüşvet, pembe diziler, vb. bu bağ­ lamda oyunda deği­ nilen konular arasın­ da.

Parasız Yaşamak Pahalı içimizden birinin, Şakir'in öyküsü. Belki çoğu­ muzdan daha soytarı, daha acınılası bir insanın gülünç öyküsü ama bu ülkede yaşayan insanlar için hiç de yabancı değil. Yazarına kulak vere­

Parasız Yaşamak Pahalı'dan çıktığı­ nızda Şensoy'un di­ namizmi ile Bican Günalan'ın mimikle­ rini anımsayacaksı­ nız. Gülümseyin! Tiyatro... Tiyatro..

25


b i r damat aranıyor Zihni KÜÇÜMEN

C A N I M CENNETTE G.ÜLKÜ • G. ÖZCAN TİYATROSU

Yazan: Paul Bilhaud - Maurice Hennequin Çev.-Uyarlayan: Zihni Küçümen

Sahne Tasarımı: Selahattin Taşdöğen

cy a

Yönetmen: Gazanfer Özcan

Fransızca oyunun 1921'de basılmış kapağına bakıyorum: "Le Paradis/Piece en trois Actes/par Paul Bilhaud, M. Hennequin et Barre/1921/Nouvelle Edition" yazıyor. Yani yukarıda adı ge­ çen üç yazar tarafından yazılmış Cen­ net isimli üç perdelik bir piyes. Niçin 72 yıl önce yazılmış bir oyunu uyarlıyoruz? İşte bütün sorun burada! Çünkü bugünün bulvar güldürüleri bu tiyatronun yapısına da, seyircisine de biçem ve içerik olarak hiç mi hiç uy­ mayacak, uyarlanamayacak, çok ama çok başka tellerden çalıyor. Batı toplu­ mu, daha doğrusu Batı kentsoylu se­ yircisi, insan ilişkileri, töreleri, dünya­ ya ve olaylara bakışları, inançları hatta şekilci ve genel de olsa, ahlâk anlayı­ şıyla bu tür tiyatrolarımızın seyircile­ rinden çok değişik bir yapıya ulaşmış­ tır. Doğaldır ki bu seyirciye sunulan yeni "bulvar tipi" oyunlar'da bu tür ti­ yatrolarımızın seyircisinin beğeni ve anlayışıyla hiç mi hiç çakışmamaktadır.

Işık Tasarımı: Yunus Gecedoğan

Fransız vodvil ve güldürülerini uyarla­ mak İkinci Meşrutiyet'i izleyen yıllarda başlayıp daha sonra Darülbedayi'nin oyun dağarına da girerek günümüze kadar uzanan bir etkinliktir. Birçok uyarlamacı, Fransız bulvar oyunları ya­

pe

Oynayanlar: Aliye Tölâk, İlter Akçebe, Gönül Ülkü Özcan, Gazanfer Özcan, Sait Genay, Fulya Özcan Ündüz, Teoman Aksoy, Toygun Ateş, Gazanfer Ündüz, Ahenk Demir, Bora Tungaip, Kâmil Demir

zarları Georges Feydeau, Maurice Hennequin, Alexandre Bisson, Pierre Veber ve Jean de Letraz'ın hemen tüm oyun­ larını dilimize uyarlamışlardı. Oysa bunlardan en çok uyarlanan G. Feydeau'yu düşünelim: Çağının lonesco'su sayılan bu yazarın biçemi, uçarılığı, bi­ ze hiç uymayan çok hızlı mekaniği, kur­ gusu, tipleri, dili bile bize o kadar uzak, o kadar yabancıdır ki... Canım Cennette'ye gelecek olursak, E. Labiche'le başlayan sonradan görme kentsoylu­ nun, Paris'e yeni yerleşen taşra zengi­ ninin gösteriş budalalığı, yüzüne gözü­ ne bulaştırdığı zamparalık hevesleri bu tür güldürülerin ana malzemesidir. Ca­ nım Cennette de aynı izleği bir başka çerçevede işlemektedir: Bir taşra zengi­ ni (hacıağa) İstanbul'da bir yıllığına da­ yalı döşeli bir villa kiralayıp kızına 'seç­ kin' bir damat aramaya başlar. Aradığı, aslında, otuz yıllık, 'cehennem' diye ni­ telediği evlilik yaşamında, bir kerecik olsun cennetin kapısını aralamak, yani evlilik dışı bir ilişkide bulunabilmektin Bunu yapabilir mi? Yapamaz! Çünkü kentsoylulara yönelik eleştiri ve taşla­ ma olgusu sonunda gene o kentsoylu seyirciye sunulacağı için, tüketim poli­ tikası gereği, onun önyargılarının da okşanması gibi bir çelişkiye yol açmış­ tır. Bu tür oyunların sonunda kentsoy­ lunun ahlâk anlayışı kurtarılamazsa, o yazarlar seyirci bulamayacaklarını ör­ nekleriyle biliyorlardı. Nitekim G. Feydeau'nun en iyi birkaç oyunu bu ne­ denle beş on temsilden sonra afişten indirilmiş, E. Labiche ise gene aynı ne­ denlerle uzun yıllar unutulmaya bırakıl­ mıştı. 32. yılına giren G.Ülkü/G.Özcan Tiyatro­ su ve onun içinden doğan bazı tiyatro­ lar, -Muammer Karaca ve Sururilerin, Totoların, İstanbul Tiyatrosu'ndan son­ ra- bizce artık son 'uyarlama vodvil' ti­ yatrolarıdır. Burun kıvıranlar da dahil, herkes lütfen dikkat buyursun, onlarla birlikte bu türün -sevabıyla günahıylatiyatro tarihimize karışacağını söylemek "Kâhinlik sayılmaz kanısındayım.

26 Tiyatro... Tiyatro....


pe cy a


a

cy

pe


pe a

cy


cy a

pe


a

cy

pe


a

cy

pe


cy

pe a


1 9 6 3

1 9 6 4

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

1. GODOT'YU BEKLERKEN • Samuel Beckett • Yön. Asaf Çiyiltepe 2. GİZLİ ORDU • Brendan Behan • Yön. Güner Sümer 3. ÖLÜ CANLAR • Nikolai Gogol • Yön. Asaf Çiyiltepe 4. MEZARSIZ ÖLÜLER • Jean-Paul Sartre • Güner Sümer

1 9 6 4

1 9 6 5

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

5. YOSMA • Ruzante • Yön. Güner Sümer 6. SULTAN GELİN • Cahit Atay • Yön. Asaf Çiyiltepe 7. CEHENNEM DANSI • August Strindberg • Yön. Semih Sergen 8. AYAK BACAK FABRİKASI • Sermet Çağan • Yön. Güner Sümer

1 9 6 5

1 9 6 6

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

cy a

9. BOZUK DÜZEN • Güner Sümer • Yön. Güner Sümer 10. SAF ADAM VE KUNDAKÇILAR • Max Frisch • Yön. Oben Güney 11. BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ • Nikolai Gogol • Yön. Genco Erkal 12. ARTURO Uİ'NİN ÖNLENEBİLİR YÜKSELİŞİ • Bertolt Brecht • Yön. Asaf Çiyiltepe 13. KELOĞLAN • Birkan Özdemir • Yön. Birkan Özdemir 14. KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ • Hüseyin Rahmi Gürpınar • Yön. Güner Sümer

1 9 6 6

1 9 6 7

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

pe

15. PAZAR GEZİNTİSİ • Georges Michele • Yön. Genco Erkal 16. 72. KOĞUŞ • Orhan Kemal • Yön. Asaf Çiyiltepe 17. DURDURUN DÜNYAYI İNECEK VAR • Newley ve Briousse • Yön. Birkan Özdemir-Genco Erkal 18. ALİŞ HARİKALAR DİYARINDA • Carrol • Yön. Birkan Özdemir 19. KÜÇÜK BURJUVALAR • Maksim Gorki • Yön. Güner Sümer 20. ZENGİNİN MACERALARI • Tunca Yönder-Birkan Özdemir • Yön. Birkan Özdemir

1 9 6 7

1 9 6 8

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

21. MÜFETTİŞ • Nikolai Gogol • Yön. Ergin Orbey

22. SARIPINAR 1914 • R. Nuri Güntekin-Turgut Özakman • Ergin Orbey 23. MAYIN • FiKret Otyam • Yön. Ayberk Çölok 24. DURAND BULVARI • Armand Salacrou • Yön. Güner Sümer 25. OTLAK • Erol Aksoy • Yön. Ergin Orbey 26. KÜÇÜK PRENS • Exupery • Yön. Üstün Kırdar

1 9 6 8

30.

1 9 6 9

1 9 6 9

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

27. VICTOR YA DA ÇOCUKLARIN İKTİDARI • Roger Vitrac • Yön. Güner Sümer 28. HEYKEL • Lady-Augusta Gregory • Yön. Ergin Orbey 29. ALLI İLE GÜLLÜ • Ayme ve Hilly • Yön. Üstün Kırdar ESKİCİ DÜKKANI • Orhan Kemal • Yön. Güner Sümer 31. SİMAVNALI ŞEYH BEDRETTİN • Orhan Asena • Yön. Ergin Orbey

1 9 7 0

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

32. SINIRDAKİ EV • Slawomir Mrozek • Uyar. Orhan Duru • Yön. Güner Sümer 33. LİNÇ • Kerim Korcan • Yön. Ergin Orbey


A N K A R A

S A N A T

T İ Y A T R O S U

Yılmaz

Onay

AST'ın otuz yılının ilk anından itibaren her zaman, bir şekilde onunla birlikte o l d u m . Yan yana, iç içe, paralel çalışarak, birlikte çalışarak, tartışıp dayanışarak. Öyle ki, AST'ın

pe cy

a

doğrudan elemanı olmadığım halde çevrede pek çok kimsenin beni AST'ın elemanı zan-

Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti • Bertolt Brecht • Yön. Yılmaz Onay • 1970-71

nettiği o l m u ş t u r . AST ilk kurulduğunda, biz Ankara Deneme Sahnesi çalışmalarını y ü r ü t ü ­ yorduk. Ama kurucular ve oyuncularla daha önce İTÜ Tiyatrosu'nda, Genç Oyuncular'da, İstanbul festivallerinde birlikteydik. Özel profesyonel tiyatroların g e l i ş i m i n i n esas belir­ leyici ağırlığı, zaten o alternatif amatör tiyatro hareketlerinden d o ğ m u ş t u r . Biz, Deneme Sahnesi'nde bu alternatif t u t u m u n ancak gişeye bağımlı olmama koşuluyla mümkün o l d u ­ ğu savını sürdürmekteydik; ama bu, AST'la bir karşıtlık değil, yan yana, omuz omuza bir çalışma ortamı yaratıyordu. Çünkü anlayış ve amaç ortaklığı vardı. Ayrıca o zamanlar, amatör t i y a t r o n u n alternatif niteliği bir romantizm değil, dünyada da bir sanat hareketi gücündeydi. İstanbul, Erlangen, Nancy Uluslararası Festivalleri bu güce ve bu sava dayalı yürüdü yıllarca. AST'la işbirliğimizde de, biz AST Salonu'nda provalar yaptık, oyun oyna-


dık, AST bizden oyuncular aldı, vb. AST'ın ilk sanatsal çıkışlarından Godot'yu Beklerken oyununa çok az seyirci geldiği hal­ de, Sanat Sevenler Derneği'ndeki açık oturumda insanların nasıl tıklım tıkış yerlerde oturduğunu hiç u n u t m u y o r u m . Herkes oyundan derin yorumlar çıkarırken, rahmetli Sevgi Soysal'ın (o zaman soyadı Soysal değildi) cesur bir d ü r ü s t l ü k l e : "Neler söylüyorsunuz siz? Bu oyun, absürd bir bulvar'dır, işte o kadar!" deyişini de hiç u n u t m u y o r u m . Sonra AST, ilk andaki seyirci sorunlarını aşıp tam tersine seyirci ile bütünleşen; ve yal­ nız seyirci ile de değil, yazarla, basınla, öteki sanat dallarıyla da bütünleşen önemli bir tiyatro hareketinin öncüsü oldu. İlerici özel t i y a t r o l a r hareketiydi bu. Resmi engellerle karşılaşması da kaçınılmazdı. AST'ın karşılaştığı pek çok kovuşturma ve yasaklama olayı, t i y a t r o n u n sansasyon kovalamasından değil, yönetimlerin sanata karşı olan baskıcı t u t u ­ mundan kaynaklanmıştır.

cy a

Bir örnek: 12 Mart Dönemi'nde benim sahnelediğim Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti için AST, tam dört aylık bir prova süresini g ö ğ ü s l e m i ş t i . Niçin? Böyle bir oyunun çalışıl­ masında işin sanatsal yönünden hiç ödün vermemek için. Ayrıca yasal bir açık vermemek adına, oyunda anlamı eksiltmeyecek sözcük detaylarında da çok dikkatli davranıldı. Örne­ ğin, ' o r d u ' sözcüğünün başına 'Alman' sözcüğünü eklememiz anlamı hiç d e ğ i ş t i r m i y o r d u . Evet, oyun buna rağmen beşinci oynanışında gene de yasaklandı; ama birçok da ödül al­ dı. Dahası, Sıkıyönetim oyunun kendisini yasaklayamadı. Çünkü kolay yoldan suçlayabile­ ceği hiçbir ucuz çıkıntı y o k t u , ancak AST'ın faaliyetini yasakladı. Bu ise, o y ö n e t i m i n sa­ nat düşmanı faşizan niteliğini itiraf etmek zorunda kalışının tarihsel kanıtı o l d u . Peki ne yapmalıydı AST? 12 Mart yönetimiyle uzlaşmak için Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti oyununu oynamaktan kaçınmalı mıydı? Hayır, bence çok tutarlı bir seçimdi AST'ın yaptı­ ğı; çünkü aynı zamanda dört aylık bir prova yükünü omuzlamaktan da kaçınmamıştı. AST'ı AST yapan budur işte.

pe

Daha öncesinden ve daha sonrasından da örnek çok. Ben, doğrudan içinde olduğum ça­ lışmalardan söz edeceğim. Gelelim 12 Eylül'e. Küçük Adam N'oldu Sana? ile başka tiyat­ rolara da cesaret veren ilk çıkışı gene AST yaptı. Ama sanatsal kaliteyi yüksek tutmak için oldukça pahalı bir prodüksiyonu ve ağır riskleri göze alarak yaptı bunu. Sonra, özel tiyatrolara devlet yardımı döneminde de AST'ın dikkate değer bir yaşantısı o l d u : Bir Halk Düşmanı gibi bir dünya klasiğini oynadığı için devlet yardımının k e s i l d i ğ i n i , zamanın ba­ kanı basına itiraf etmek zorunda kaldı. Bu da maske düşüren bir ' i l k ' t i . AST otuzuncu yıldönümüne ulaştı. Başarılarıyla, sorunlarıyla, g ü ç l ü k l e r i y l e , heyecanlarıyla ve her zaman bir köşe taşı olarak. Artık, yalnız AST'ı eleştirmekle hiçbir sorunun çö­ zülmediğini görmek gerek. Çünkü AST, en şiddetli tartışmalara g i r d i ğ i zamanlarda bile, en yakın sanat dostlarının kimler olduğunu çok iyi b i l i y o r d u . Otuzuncu yılında da böyle­ dir. Ama artık tiyatro ve sanat sorunlarımızın niteliği d e ğ i ş t i . AST'ın, bunları da aşarak kırkıncı, ellinci yıllarını kutlayacağı inancıyla..

2


A N K A R A S A N A T T İ Y A T R O SU 1 9 6 3 - 1 9 7 3 Özdemir

Nutku

pe cy

a

1962 yılının güzüydü. Bulutlu bir gün. Sıraselviler'de bir binanın çatı katında açılan Arena adlı yeni tiyatronun ilk temsiline gidiyordum. O güne değin Türk seyircisinin alışmamış olduğu bir oyun oyna­ nıyordu; bu, gerçeküstücü, öfkeli Fransız yazarı Alfred Jarry'nin Kral Übü'süydü. Ergun Köknar'ın Übü Baba'yı canlandırdığı bu oyunu Asaf Çiyiltepe (1934-1967) sahnelemişti. Acaba bu Asaf'ın sö-

Godot'yu Beklerken • Samuel Beckett • Yön. Asaf Çiyiltepe • 1963 • AST'ın ilk oyunu

zünü ettiği, hayalindeki tiyatroya bir başlangıç mıydı? Parayı tarih romanları yazarı Abdullah Ziya Kozanoğlu koymuştu; çekirdekten gazeteci Bülent Akkurt da tiyatronun yönetiminden sorumluydu. Ama topluluğun beyni Asaf Çiyiltepe idi. Asaf'ı Mavi Dergisi'ni yayımladığımız dönemden tanıyordum. Du­ yarlı bir ozandı, Yunus Nadi şiir ödülünü kazanmıştı. 1956'ya kadar sürekli dostluğumuz, onun Fran­ sa'ya, benim Almanya'ya gitmemle bir süre için kesildi. 1960 yılının başında yeniden biraraya geldik. İlerici, sanat niteliği yüksek bir tiyatro kurmak istiyordu. Ama bu kolay bir iş olmadığından, önce İs­ tanbul Şehir Tiyatrosu'na girdi. Muhsin Hoca'nın değer verdiği çocuklarından biri oldu. Arena Tiyatrosu'nun ikinci oyunu Attila Tokatlı'nın dilimize kazandırdığı Marcel Ayme'nin Başkalarının Kellesi


pe

cy a

oldu. Sonra Selahattin Hilav'ın Caragiali'den çevirdiği Kayıp Mektup sahnelendi. 1962/63 dönemin­ de, Arena'nın seyirci sayısını artıran, Genco Erkal'ın başrolünü oynadığı Aslan Asker Şvayk geldi. Asaf, Ankara seyircisinin bu oyuna gösterdiği büyük ilgi üzerine, durumu yeniden gözden geçirdi ve düşlerindeki tiyatrosunu Ankara'da açmaya karar verdi. Sermet Çağan'ın evindeydik. Sermet, Seçkin ve ben, Asaf'ın coşkuyla Ankara seyircisini anlatmasını dinledik. Bir ara, İstanbul'da Küçük Sahne'de oynamayı düşündü, ama o iş olmayınca, kesin kararını verdi: Ankara'ya yerleşecekti; ve yerleşti de. 1963 yılının Ağustos ayında, Ankara Ihlamur Sokağı 7/2'de, o sırada yeni yapılmış olan bir binanın zemin katı kiralanarak tiyatro durumuna getirildi. Aynı yılın Eylül ayında Beckett'in Godot'yu Bekler­ ken adlı oyununun provaları Asaf Çiyiltepe'nin yönetmenliği altında başladı. İki buçuk ay sonra, 19 Kasım'da özel bir gösteri düzenlendi. Uygulama üzerinde eleştiriler alınıp son düzeltmeler yapıldık­ tan sonra, Ankara Sanat Tiyatrosu adı verilen bu yeni topluluk, tiyatro yaşamına girdi: 6 Aralık 1963... Topluluk, yeni kurulduğundan, kendisinden beklenmeyecek bir sorumluluk içinde, kısa sürede bir re­ pertuar tiyatrosu oldu. Tiyatro, bu ilk döneminde dört seçme oyunla Ankara seyircisinin karşısına çıktı: İlk oyunu Godot'dan sonra, Güner Sümer tarafından çevrilen ve sahnelenen Brendan Behan'ın Gizli Ordu'su, Asaf'ın sahnelediği Gogol'ün Ölü Canlar'ı ve Güner Sümer tarafından sahneye konulan Sartre'ın Mezarsız Ölüler'i... Bu, o dönemde, yeni kurulan bir özel topluluk için fevkalâde güzel bir çıkıştı. Tiyatronun sanat yönetmeni Asaf Çiyiltepe tavrını daha başta belirlemişti: "Aslında, sanatın gücü bütün savaş araçlarının elde edeceği sonuçlardan daha etkin sonuçlar verir. Ama bütün bunlar tavizci olmayan, sözünden dönmeyen kişiler, sanatçılar içindir. Çünkü toplumların kendini gördüğü alandır tiyatro. Kendi sorunlarının, kendi ezgilerinin bilincine yaklaştırır toplumu" Her yıl en az dört oyunla perdelerini açan AST, 1964/65 döneminde, yerli oyunlara da yer verdi. Ca­ hit Atay'ın Sultan Gelin ile Sermet Çağan'ın Ayak-Bacak Fabrikası oynandı. Topluluk, iki yıl sonra ço­ cuk bölümünü de açtı. Bu, tiyatro tarihimiz içinde ödeneksiz bir özel topluluğun kurduğu ilk çocuk tiyatrosuydu. 1965 yılının Kasım ortasında, Birkan Özdemir'in yazıp sahnelediği Keloğlan Masalı, çağdaş bir yorumla ele alındı. Bu oyun, emeksiz zengin olma hayallerini kamçılayan, alışılagelmiş türden bir çocuk oyunu değildi. Çocuk tiyatrosu anlayışında yeni bir aşamaya gelinmişti. 1966 yılının Şubat ayında, Asaf, Brecht'in Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi'ni sahneye çıkardı. Al­ man faşizmini parodik bir biçimde ele alan bu oyun, Hitler'in sahneye çıkışından Avusturya'yı işgali­ ne kadar olan dönemi içerir; ve bunu Chicago gangsterlerinin yaşamına parallellik kurarak geliştirir. O sırada, ülkemizde henüz faşizmden pek söz edilmiyordu, ama AST daha 1966'da, faşizmin ülke­ mizdeki ilk belirtilerini haber verme görevini yerine getirmekteydi. Bu da gösterir ki, AST yöneticile­ rinin algılama ve bilinci ülke için büyük bir duyarlık taşıyordu. 1965/66 döneminde topluluk oyun sa­ yısını altıya çıkardı. Yine yabancı oyun ve yerli oyun yüzdesi yarı yarıyaydı. 1966/67 döneminde, AST tarihinin en acı olayı oldu: Asaf Çiyiltepe, bir Anadolu turnesi sırasında, 2 Haziran 1967de geçirdiği bir trafik kazası sonucu koma halinde hastaneye kaldırıldı, ama ne yazık ki kurtarılamayarak 7 Haziran günü aramızdan ayrıldı. Ölümünden iki ay önce Asaf şunları yazıyordu: "Dünya bloklarının halklardan habersiz pazarlıklar yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Düşman gösterilmek istenenlerle dost gösterilmek istenenler bizim dışımızda birleşmişlerdir. Nasipsiz küçük halkların so­ nunu hesaplamaktadırlar. Ve politikacılar bu tasarının ülkemizdeki uygulayıcılarıdırlar. Başka ülkele­ rin sanatçıları bu gerçeği gösterdiler. Aralarında bu yüzden hayatını kaybedenler oldu. Sıra bizim ül­ kenin kahraman sanatçılarındadır." Asaf öldü; ama o ve arkadaşlarının başlattığı turne 12 Haziran'dan itibaren yine de sürdü. AST sanatçıları üzgündü. Çiyiltepe gibi bir tiyatro adamını yitir­ mişlerdi. Onun bıraktığı mirası en iyi biçimde ileriye götürmeliydiler. Gorki'nin Küçük Burjuvalar'ını, Orhan Kemal'in 72. Koğuş'unu, çocuk oyunlarını arka arkaya sahneye çıkardılar. AST beşinci yaşına


cy

a

Asaf'sız girdi. Kuruluşundan itibaren Asaf'ın başta bulunduğu ilk dört yıl için­ de dokuz yerli, on yabancı oyun oynan­ mış, seyirci sayısı 44.676'dan 193.931'e çıkartılmıştı. AST çalışanlarının övülecek yanı, Asaf'ın ölümünden sonra duraklayıp dağılmama­ ları, tam tersine, topluluğun kurucusu­ nun istediği gibi daha ileriye ve yeniye doğru atılımlar yapmalarıdır. 1968/69 döneminde Gogol'ün Müfettişi, Turgut Özakman'ın Sarıpınar 1914'ü, Orhan Asena'nın Simavnalı Şeyh Bedreddin'i o dönemin unutulmayan gösterileridir. 1968 yılında AST, 1 milyon sermayeli bir Ayak Bacak Fabrikası • Sermet Çağan • Yön. Güner Sümer • 1963-64 anonim şirket oldu ve 1400 hissesi tane­ si 500 liradan satışa çıkarıldı" Tiyatroseverlere satılan bu hisseler anaparanın % 70'i idi. Benim de davetli olduğum 11 Aralık günü düzenlenen basın toplantısında, 1966 yılı çalışmaları üzerine bilgi verildi ve AST'ın Ankara yöresinde toplusözleşme imzalayan ilk tiyatro olduğuna işaret edildi. Daha sonra hep birlikte AST'ın Menekşe Sokağı'nda yeni açtığı Deneme Stüdyosu'na gittik. Bu stüdyo ile AST, "çocuk tiyatrosu kadrosunu ortaya çıkaracak" bir okul kurma girişimi içindeydi. Bu da o zamana kadar hiçbir özel tiyatronun düşünmediği, düşünmüş olsa bile gerçekleştirmemiş olduğu bir konuy­ du. Bu stüdyoda birçok genç yetenek AST kadrosu için yetiştirilmiştir.

pe

1977 yılında genç yaşta yitirdiğimiz değerli sanatçı-yazar Güner Sümer, o dönemde (1969) maddi olanaklar açısından çok güç olan bir oyunu, Armand Salacrou'nun Durand Bulvarı'nı başarılı bir bi­ çimde sahneledi. Hatta oyunun açılış temsiline oyunun yazarı Salacrou da geldi. Ne ki, bu oyun, An­ kara Cumhuriyet Savcılığı tarafından kovuşturulmaya başlandı. O yıldan sonra da Ankara Sanat Tiyatrosu'nun başı beladan kurtulmadı. Ülkede faşizan baskılar artmış, AST da bu baskının hedeflerinden biri olmuştu. Mahkeme, bilirkişi seçti. Bilirkişi, Avu­ kat ve tiyatro eleştirmeni Ömer Atilla Sav, Hukuk Fakültesi Ceza Kürsüsü'nden, o dönem doçent olan Dr. Eralp Özgen ve ben vardık. Bilirkişi, oy birliği ile suç unsuru bulunmadığı sonucuna varınca, bu oyunun temsilleri de yeni­ den başladı. 1970 AST için badireler yılı oldu. Toplu­ lukta bir süreden beri için için süren ve mart ayı içinde su yüzüne çıkan anlaş­ mazlık AST'ın uzun bir süre çalışama­ masına neden oldu. Sanatçılar greve git­ tiler. Bu, tiyatro sanatçılarının tarihimiz içindeki ilk grevidir. Grev, yaz aylarında

Gizli Ordu • Brendan Behan • Yön. Güner Sümer • 1963-64

5


Küçük Burjuvalar • Maksim Gorki • Yön. Güner Sümer • 1966-67

da sürdü. Grev bittikten sonra AST yeni bir kadroyla yeniden çalışmaya başladı. Özellik­ le 12 Mart fırtınası içinde, doğruyu göster­ mekten çekinmeyen topluluk, faşizme karşı oyunlarıyla ilgi çekmeyi sürdürdü. 1972 yı­ lında Brecht'in Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti sahnelendi ve ilk temsiller verildi. Bu da tiyatronun Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatılmasına neden oldu. Tiyat­ ronun kapısına kırmızı mühürle kilit asılmış­ tı. Hemen yanında tiyatronun bir duyurusu yer alıyordu: "4.4.1972 gününden itibaren Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti ve Nafile Dünya adlı oyunlarla ilgili olarak Ankara Sıkı-

pe cy

a

yönetim Komutanlığı'nın 6/34/14267 sayılı emirleriyle tiyatromuz süresiz olarak kapatılmıştır-AST". Bu duyurunun alında bir not vardı: "Tiyatromuz faaliyete geçtiğinde elinizdeki biletler geçerli olacak­ tır." Uzun bir süre sonra AST yeniden açıldı. 1972 güzünde dava beraatle sonuçlandı. Ağır bir parasal bu­ nalımın içine girilmişti; ama topluluk çizgisinden ayrılmadı, hiçbir sapma göstermeden yoluna de­ vam etti. 1972/73 döneminde İsmet Küntay'ın 403. Kilometre ve Evler Evler adlı oyunları ile Bilgesu Erenus'un El Kapısı topluluğa yeni bir hava getirdi. Aynı dönem Rutkay Aziz Yönetim Kurulu Başkan­ lığıma seçildi. 1973/74 döneminde, Rutkay Aziz ön plana geçti. Anlaşmazlık üzerine, Erkan Yücel topluluktan ayrıla­ rak Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu'nu (D.A.S.T.) kurdu. Topluluk deneysel çalışmalarını sürdürür­ ken, yeni yerli oyunları da repertuarına aldı. Bunlar arasında Erenus'un Nereye Payidar, Ömer Polat'ın Aladağlı Mıho, 804 İşçi ve Vasıf Öngören'in Zengin Mutfağı adlı oyunları büyük ilgi gördü. Ankara Sanat Tiyatrosu'nun kuruluş yılı olan 1963'ten 1973'e kadar 21 yerli, 1972/73 döneminde provalar sırasında yasaklanan Jan Dark Olayı dışında 23 de yabancı oyun sahneleyip seyirci karşısı­ na çıkardığını görüyoruz. Topluluğun en çok yerli oyun oynadığı dönem, 1970/71 olmuştur; bir se­ zonda altısı yerli, ikisi yabancı tam sekiz oyunla seyirci karşısına çıkılmıştır. AST topluluğunun ilk on yılı, hem zorluklar hem de başarılarla doludur. Topluluk başarısını ileriki yıl­ larda da sürdürmüştür. AST'ta parlayan ve sonra ünlenen birçok sanatçı vardır. Ama ne yazık ki bun­ ların bir kısmını genç yaşlarda yitirdik. Önce Asaf, sonra Güner, 1992'de Ayberk, bu yıl da Yaman, bizleri derin acılara boğdu. Bu sanatçıların sahne üzerinde giderek yükselen performanslarına tanık olan biri olarak büyük bir keder duyuyorum. AST tiyatro tarihimiz içinde yerini almış önemli bir kuruluştur. Önemli olan AST topluluğunu bugün­ lere getiren özeleştiri yeteneğinin yitirilmemesidir. İleride, daha iyi bir tarihsel uzaklık kazandığımız­ da, bu topluluğun önemi daha da iyi ortaya çıkacaktır. Ancak yazımı bitirirken bir şeye dikkat çekmek isterim. Ankara Sanat Tiyatrosu'nun, son yıllarda sermayeden yediği gözleniyor, işlerini eski presti­ jiyle götürüyor. Giderek daha az oyun oynuyor, eski oyunları tekrar tekrar sahneye çıkarıyor. Benim bildiğim o dinamizmi kalmadı. Sanatçıları yorgun savaşçılar halinde... Vakitlerini daha çok seslendir­ mede harcıyorlar. AST hâlâ benim bildiğim ruhunu yitirmediyse, şöyle silkinip kükremeli ve eski et­ kinliğini yeniden kazanmalıdır. Ankara Sanat Tiyatrosu'nun otuzuncu yılını içtenlikle kutluyor, kırkıncı, ellinci yıllarında da onlarla olmak istiyorum.


A N K A R A S A N A T T İ Y A T R O S U 1 9 7 3 - 1 9 8 3 Ayşegül

Yüksel

pe

cy

a

AST'ın ikinci on yılı Türkiye'nin toplumsal ve politik açıdan en sancılı dönemine rastlar. 12 Mart sonrasından başlayıp 12 Eylül sonrasına uzanan bu süreçte, AST'ın politik-toplumsal-ekonomik sorunlar bağlamında daha keskin bir tutum içine girdiği görülür. Temel çizgileriyle, emekçi sını­ fından yana ve faşistçe uygulamalara karşı olan bir tutum... Eski ve yeni, yerli ve yabancı birçok yazar bu tutumu yansıtan yapıtlarla AST'ın en savaşımcı yıllarını destekler. Gişe kazancı dışında hiçbir güvencesi olmayan AST'ı bu on yıl boyunca -sayıca azalmış olsa da- yine seyircisi yaşatır. Rutkay Aziz'in Genel Sanat Yönetmeni, yönetmen ve oyuncu olarak topluluğa en yoğun biçimde

403. Kilometre • İsmet Küntay • Yön. Rutkay Aziz • 1972-73

hizmet verdiği dönemdir bu; sanatçının saçlarına ilk akların düştüğü dönem. 1973-83 yılları ara­ sında sahnelenen 27 oyundan 11'inde yönetmen olarak Rutkay Aziz'in imzası vardır. AST'ın ikinci on yılında oyunları en çok sahnelenen yazar Bertolt Brecht'tir. İlk k e z 1971'de ser­ gilenen ve sahneye çıkarılışından birkaç gün sonra AST'ın kapatılması için gerekçe sayılan Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti 1973'te yine Yılmaz Onay'ın sahne düzeniyle yeniden sahnelenir. AST'ın 1973'te başlatılan tiyatro kurslarının ilk ürünü olan Carrar Ana'nın Silahları da yine bir Brecht oyunudur. 1974'te, Rutkay Aziz'in sahne düzeniyle sunulan ve büyük ilgi toplayan Ana (Gorki-Brecht) da, Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti gibi Sıkıyönetim engeline takılır. Her iki Brecht oyununun da baş oyuncusu olan Erkan Yücel ve Ana'yı oynayan Meral Niron, başka oyun­ cularla birlikte tutuklanırlar, işkence görürler. A S T bir süre daha kapatılır. 1976'da Rutkay Aziz'in sahne düzeniyle sunulan 1871 Komün Günleri gelir gündeme. Hans Eisler'in, Brecht'in oyununun ilk sahnelenişi için yazdığı özgün müziğin kullanıldığı bu yapım AST'ın tarihinin en parlak sahne olayları arasında yer alır; ancak, nedense seyircinin ilgisini çekmez.


pe

cy

a

Rutkay Aziz 1978'de Tak-Tik'i sahneler. Pek çok ünlü sanatçının katkısıyla oluşturulan (Çeviri: Can Yücel; Müzik: Timur Selçuk; Dekor: Güner Peyman; Danslar: Altan Tekin) bu Brecht yapımı öteki Brecht oyunlarının başarısına ulaşmaz. AST, politik tiyatro yapan topluluklara pek göz açtırılmadığı bir dönemde beş Brecht oyunu sahnelemiş, bu oyunlardan dördünün Türkiye prömiyeri­ ni yapmıştır. AST'ın ikinci on yılını belirleyen bir başka özellik, Türk Tiyatrosu'nun ve folk sanatlarının gele­ neksel özelliklerinden yararlanarak deneysel çalışmalar yapan yazarlarımıza kucak açmasıdır. Ömer Polat'ın seyirlik köylü oyunu geleneğinden izler taşıyan (Erol Demiröz'ün sahnelediği) Aladağlı Mıho'su 1975'in en çarpıcı yapımları arasında yer alır. 1980'de Mehmet Akan'ın yazıp sah­ nelediği Hikaye-i Mahmut Bedreddin ise Anadolu insanının söyleyiş ve hareket biçimlerinde yan­ sıyan şiirsellik ve kıvraklık üstüne kurulmuştur. Oktay Arayıcı'nın, Rutkay Aziz tarafından sahnelenen Rumuz Goncagül'ü de orta oyunu geleneğini çağdaş tiyatroculuk anlayışıyla buluştu­ rur. Vasıf Öngören'in, geleneksel tiyatromuzun açık biçim-göstermeci özellikleriyle Brecht Tiyat­ rosu'nun epik-diyalektik biçimini birleştirdiği iki tartışma oyunu olan Zengin Mutfağı (1977) ve Oyun Nasıl Oynanmalı'yı (1979) yine Rutkay Aziz sahneler. Rana Cabbar'ın usta işi bir yorumla öne çıktığı bu yapım hemen tüm yönleriyle ödüle değer bulunur. AST bu sancılı on yıl içinde iki özgün Nâzım Hikmet oyunu getirir sahneye. Ergin Orbey'in yoru­ muyla sunulan Ferhad ile Şirin'de Ferhad'ı Rutkay Aziz oynar. Ülkemizde yetişmiş en parlak oyunculardan biri olan Meral Taygun, bu yapımda Mehmene Banu rolündeki görüntüsü, sesi ve ustalıklı yorumuyla tiyatro tarihimize geçer. 1980'de Metin Balay'ın sahnelediği ve AST Gençlik Tiyatrosu'nun ilk ürünü olan Kafatası aynı yıl yapılan O.D.T.Ü. Amatör Tiyatro Şenliği'nin en vu­ rucu yapımı olarak öne çıkar. Yine bu on yıllık dönemde Bilgesu Erenus'un Nereye Payidar, Ömer Polat'ın 804 İşçi, Uğur Mumcu'nun Sakıncalı Piyade, Muzaffer İzgü'nün Sınırda-Duvar oyunları Türkiye'de ilk kez sahnelenir. Günümüzden on beş yıl önce sunulan ilk Sakıncalı Piyade yapımı bugün izlediğimize oranla çok daha neşeli ve alaycıdır. O yıllarda Uğur Mumcu aramızdadır çünkü... 1973-83 yılları arasında AST'ta iki de tek kişilik gösteri sergilenir. Deniz Türkali, Ataol Behramoğlu'nun yazdığı, müziğini Maksut Göksu'nun yaptığı, Rutkay Aziz'in sahnelediği İyi bir Yurttaş Aranıyor (1981) ile, uzunca yıllar sürdürdüğü tek kişilik müzikli gösterilerin ilk uygulamasını ya­ par. Kerim Afşar, Sait Faik'in öyküleri ve Orhan Veli'nin şiirlerinden derleyip yorumladığı ve daha sonra Devlet Tiyatrolan'nda yıllarca sürdürdüğü Yaşasın Edebiyat (1982) adlı gösteriyi AST için oluşturmuştur. AST bu dönemde faşizmin 'gelişme taktik­ leri 'ni sergileyen iki Alman oyununu başarı­ lı yorumlarla sunar. Doğu Alman yazar Hedda Zinner'in Dimitrof'u (1974) Rana Cabbar'ın sahne düzeniyle, Şener Kökkaya'lı, Savaş Yurttaş'lı, Erol Demiröz'lü ve Rana Cabbar'lı bir oyuncu kadrosuyla su­ nulur. (Erkan Yücel AST'tan ayrılarak Anka­ ra Halk Tiyatrosu'nu kurmuştur ya da kur­ mak üzeredir o sıralar.) Yılmaz Onay'ın Hans Fallada'dan uyarlayarak sahneye koy­ duğu Küçük Adam Ne Oldu Sana?(1981) sergilendiğinde

ise

Dimitrof'un

kadrosunun

Pazar Gezintisi Georges Michele Yön. Genco Erkal 1966-67


pe cy

a

asları AST'tan ayrılmışlardır. Onay'ın bu il­ ginç sahne çalışması, tiyatroda yetişme dö­ nemini tamamlamış olan Altan Erkekli'ye ve profesyonel oyuncu olarak sahneye ilk kez çıkan Nurseli Çamlıbel'e (İdiz'e) başarının yolunu açar. 1970'lerin son yıllarında tiyatrosuz kalarak birkaç yıl Menekşe Sineması'nda oyun sergi­ leyen AST, ikinci on yılın son tiyatro döne­ mini iki parlak yapımla noktalar. Turgut Özakman'ın Resimli Osmanlı Tarihi oyunu­ nun dünya prömiyeri AST'ta yapılır. Yapımın yönetmeni Ergin Orbey'in 'yıldızı' ise beş başka sanatçıyla birlikte Devlet Tiyatrola­ rı'ndan -yaşı gelmeden- emekli edilen Ertan Savaşçı'dır. Bu çok tutulan yapımı, Rutkay Aziz'in sahnelediği ve Devlet Tiyatroları'nca saf dışı edilen (Alp Öyken, Ferdi Merter, Ke­ rim Afşar, Mümtaz Sevinç, Ertan Savaşçı) sanatçılarla desteklenmiş düzeyli bir kadro­ nun sunduğu Maksim Gorki'nin Yaz Misafir­ leri izler.

Ana» Maksim Gorki-Bertolt Brecht • Yön. Rutkay Aziz • 1974-/5

Bu on yıl boyunca AST Vecdi Sayar'dan Or­ han Taylan'a, Nesrin Kazankaya'dan Maksut Göksu'ya pek çok konuk sanatçıyla çalışmış­ tır. Timur Selçuk 1975-83 yılları arasında AST yapımları için sekiz ayrı müzik bestele­ yerek tiyatro müziği yazarlığında rekora git­ miştir. 1973-83 yılları arasında çocuk oyunlarına da önem verilmiş, başta A.Ç.T.'nin kurucusu Salih Kalyon, sonra da yazar ve uyarlamacı olarak Metin Coşkun ve Yaşar Akın, oyuncu olarak da pek çok AST sanatçısı, çocuk tiyat­

rosunu yaşatıp geliştirmek için emek harcamıştır. İkinci on yılda sergilenen yirmi yedi oyundan yirmisini Türk seyircisine AST tanıtmıştır. Bu oyun­ lardan bir bölümünün daha sonraki yapımları, 1973-83 döneminde AST tarafından sunulan ya­ pımların düzeyine ulaşamamıştır. Ancak, şunu da unutmamak gerekir: AST ikinci on yılını, nere­ deyse hiç ücret almadan çalışan profesyonel ve amatör sanatçıların özverisiyle tamamlayabilmiştir. Deneyimli oyuncuların başlarını alıp gittikleri dönemlerde amatör gençler de ana kadroya alınmış ve bu nedenle, her yapımda yüksek bir oyunculuk düzeyi tutturulamamıştır. Bu sorunun bugün de aşıldığı söylenemez. Kolay kazançlara yüz vermeyen topluluk, enflasyonun özveriyle dengelenemediği günümüzde, dileriz, 1970'lerde tiyatro aşkı uğruna yapılan katkıların parasal karşılığını da sağlayabilecektir. AST artık otuz yaşındandır. Sürekli ve deneyimli bir oyuncu kadrosunu yaşatacak bir konuma ulaşmasının zamanı da artık gelmiştir.


A N K A R A S A N A T T İ Y A T R O S U 1 9 8 3 - 1 9 9 3 Atilla

Sav

pe

cy

a

Toplumsal gelişim süreci içinde kimi dönemlerin özel bir durumu oluyor. Türk Tiyatrosu'nda da bu böyle. 1961-1971 yılları tiyatromuz açısından bir 'altın çağ' sayılmaktadır. Bu, çeşitli siyasal, toplumsal, ekono­ mik ve kültürel etkenlerin kesişerek birleşmesiyle oluşan bir gelişmedir. 1961 Anayasası'nın sağladığı si­ yasal özgürlükler, düşünce, söz, inanç ve sanatın sınırlanması gibi eğilimlerin nispeten aşılmasını ve çok­ sesliliği sağladı. A S T b ö y l e bir gelişmenin ürünüdür. S a n a t ı , kültürün ve günlük y a ş a m ı n bir s ü s ü o l a gören alışkanlıklara karşı sunulan bir seçenektir. Asaf Çiyiltepe bunu, topluluğun ilk dergisine yaz­ dığı y a z ı d a şöyle dile getiriyor: " B i r tiyatro vardır kişiyi bir g e c e için mutlu kılar. K a l ı p l a ş m ı ş ölü günlerine b a ş k a bir tat katar kişinin. Bir tiyatro vardır, nice sevinç dolu günler, özlemler getirir birlikte, İşte bizim tiyatromuz bu u z u n süreli mutluluklar tiyatrosudur. Yalnız duygunun, yal­ nız içtenliğin değil, aynı zamanda aklın, direnme­ nin, insan haklarının yüceltilmesini istemeyen çı­ kabilir mi içinizden. Biz, ileride tiyatro için ömürlerini harcayacak gençlere olumlu bir ortam yaratılması için de ça­ lışıyoruz. Ülkemize girmemiş, sokulmamış, varlı­ ğı duyurulmamış bir tiyatro türünün örneklerini vermek isteğimiz biraz da gelecek günler içindir. İstiyoruz ki, böyle bir tiyatronun varlığı bilinsin, kabul edilsin. İstiyoruz ki, d ü z m e tiyatro biçimle­ ri ile halkı oyalamak artık geçer a k ç e olmaktan kurtulsun Elimizin altındaki tiyatro adı verilen aracın iyi kullanılınca ne güçlü bir silah olduğu­ nu Batı'da bilmeyen kalmamıştır. Aslında sanatın gücü bütün s a v a ş araçlarının elde edeceği so­ nuçlardan d a h a da etkin sonuçlar verir Top­ lumların kendini gördüğü alandır tiyatro. K e n d i sorunlarının, kendi ezgilerinin bilincine yaklaştı­ rır toplumu. Böylelikle yüce olur. Aşılmamış olur." A S T kuruluşundan bu yana ilerici, devrimci, y e nilikçi bir tutumu sürdürme ç a b a s ı n d a oldu h e p Dağarındaki oyunların seçiminden başlayan bu tutum, oyunların yönetimi, sahnelenişi, oynanış ve izleyiciye ulaştırılışı bakımından da kendini

Yer Demir Gök Bakır.Yasar Kemal.Yön Rutkay Aziz.1992-93 doğruladı. Sanattan ödün vermeyen bu tutum


pe cy a

kendi izleyicisini yaratmak için olağanüstü çalışkan, özverili oldu. Dünya Tiyatrosu'nun seçkin ürünleri ka­ dar Türk Tiyatro yazarları ile de işbirliği yaptı. Topluluğun temel anlayışını paylaşan yazarları kattı dağarı­ na, tiyatro yazınımıza. İlk yıllarda durup dinlenmeden, yıl boyunca Ankara'dan çevreye yayılarak, yurt düzeyinde gösteriler sunul­ du. Her gün en az bir, kimi zaman iki, üç gösteri çıkararak yıllık izleyici sayısını yüzbinlere ulaştırdı. Bu bir coşkuydu, sanatçıdan izleyiciye doğru yayılan. Aydınlar, emekçiler, öğrenciler, bürokratlar tiyatro deyince AST'ı konuşuyordu artık. 1983-1993 dönemi Türk Tiyatrosu'nda özellikli bir dönem sayılamaz. 1971-80 yılları, tiyatronun parlak dö­ nemini izleyen bir karışıklık dönemi oldu. Topluluklar içinde en küçük görüş ayrılıkları çatışma, çekişme ve bölünmelere yol açıyordu. Devrimcilik ve ilericilik yarışı kalın çizgili bir slogancılığı getirdi. İçerik yerine, uygulama ile ilgili görüş ve inanç ayrılıkları, yöntem ve biçim konusundaki başkalıklar yüzünden başlayan iç çekişmeler, kopmalara dönüşüyor; izleyici paylaşma yarışmasındaki sınır tanımazlık da bu kargaşayı kö­ rüklüyordu. Toplumun politika, ekonomi ve kültür ortamındaki bütün ayrışmalar ve çözülmeler sanata da yansıdı. 12 Eylül 1980 darbesi, bütün oluşumlara olduğu gibi kültür ve sanata da vurdu. AST için, 1983-93 dönemi kuşkusuz 12 Eylülün getirdiği bütün olumsuzlukların izlerini taşır. Devrimci, ilerici, yenilikçi bir tiyatro topluluğunun, baskı döneminde sadece gelişmesi değil, varlığını sürdürmesi bile güçtür. AST bu dönemde büyük sıkıntıları göğüsleyebildi ise, bunu inançlarına, deneyimine borçludur. AST'ın bu dönemde karşılaştığı en büyük güçlük, izleyici profilindeki değişikliktir. 1963-71 döneminde topluluğun yarattığı izleyici kitlesi, o dönemde ve onu izleyen yıllarda AST'ı hep desteklemiştir. Bu destek başta akçalı sıkıntı olmak üzere siyasal ve toplumsal engelleri aşmakta topluluğa yardımcı olmuştur; o yıl­ larda üniversite öğrencisi olan gençler, şimdi orta yaşlılığın da sonuna yaklaşan bürokratlar, serbest mes­ lek sahipleri, işadamları... Toplumun siyasal ve kültürel görüşleri ile birlikte ahlâki değer yargıları, alış­ kanlıkları, görenekleri de değişti. Tiyatro günlük yaşamın bir uzantısı, bir kişiliği geliştirme ve yeni görüşlere açılma olanağı gibi görülmekten çıktı. Kitle iletişim araçlarının güdümlediği yeni alışkanlıklar ve değer yargıları toplumu biçimlendiriyor. Tiyatro bu oluşumlardan en olumsuz biçimde etkileniyor. Çünkü tiyatro toplumla birlikte var oluyor. 1983-1993 dönemindeki bütün değişimlere karşın, AST temel doğrultusunu, ilerici, devrimci özünü değiş­ tirmedi. Oyun dağarına topluca bir göz atıldığında, önceki yirmi yıllık dönemin oluşturduğu ilkelerin korun­ duğu görülüyor. Gerek çeviri oyunlar, gerekse Türk oyun yazarları açısından bir sapma, bir temel yanılgı görülmüyor. Oyun dağarına alınan yirmi bir oyundan on dördü Türk yazarlarının, yedisi ise dünya tiyatro yazınının seçme yapıtları. Brecht'in Galile, İbsen'in Bir Halk Düşmanı, Sean O'Casey'in Silahşörün Gölgesi, Gorki'nin Sonuncular, Ayak Takımı Arasında, Howard Fast'ın Sacco ile Vanzetti, K. Hann'nın Mefisto gibi yapıtların yanı sıra Türk oyun yazarlarının da şu yapıtları yer alıyor: Bilgesu Erenus'un Güneyli Bayan, Mi­ safir, Murathan Mungan'ın Taziye, Turgut Özakman'ın Bir Şehnaz Oyun, Faruk Erem-Çetin Öner'in Bir Ceza Avukatının Anıları, Oktay Arayıcı'nın Rumuz Goncagül, Nafile Dünya, Vasıf Öngören'in Zengin Mutfağı, Yıl­ maz Onay'ın Bu Zamlar Bana Karşı, Nâzım Hikmet'in Yusuf ile Menofis, Yolcu, Yılmaz Güney-M. Balay'ın Salpa, Yaşar Kemal - N. Asyalı'nın Yer Demir Gök Bakır, Uğur Mumcu 'nun Sakıncalı Piyade. Görülüyor ki, AST Brecht, Gorki, Erenus, Özakman, Arayıcı, Nâzım Hikmet, Mumcu gibi daha önce de ya­ pıtlarını sunduğu yazarları dağarında tutarken, kattığı yeni adlarla da aynı doğrultuyu ve düzeyi tutturmaya özen gösteriyor, geleceğin izleyici kuşaklarına yönelik eğitim çabasını sürdürüyor. AST'ın asal niteliklerinden biri de yönetmen tiyatrosu oluşu ve sanatçı kadrosudur. 1983-93 döneminde AST'ın sanat yönetmenliğini Rutkay Aziz üstleniyor. Kuruluşundan bu yana Asaf Çiyiltepe, Güner Sümer, Ergin Orbey gibi tiyatro adamlarının yönetiminde çalışan topluluk, Rutkay Aziz'le de çizgisini sürdürdü. Rutkay Aziz'in sinemaya yönelik çalışmaları kimi zaman zorlaştırıcı olsa da topluluk, tutumundan özveride


bulunmadı. Dönem içinde çeşitli oyunlarda Ergin Orbey, Yılmaz Onay, Erol Demiröz, Metin Balay gibi top­ luluğun içinde bulunmuş ve çizgisini bilen yönetmenler de Rutkay Aziz'in yanı sıra oyun yönettiler. AST kuruluşundan beri bir topluluk olma çabasını sürdürmüştür. Güçlükleri, sıkıntıları aşmada inanç ve eylem birlikteliği, topluluğu ayakta ve diri tutmuştur. Son on yıllık dönemde biraz daralmış olmakla birlikte bugün de çalışan kadroyu birarada görüyoruz. On sekiz oyuncu, altı teknik adamdan kurulu kadro, özel bir topluluk için sağlam bir çekirdek ve o oranda da akçalı bir sorumluluktur. Bu kadroda Altan Erkekli, Erol Demiröz, Cezmi Baskın, Mehmet Ulay, Jale Aylanç ve Yaşar Akın'ın yanı sıra son dönemde topluluğa katı­ lan ve deneyim kazanan Nurhan Özenen, Altan Gördüm, Koray Ergun gibi sanatçılar da var. Otuz yıl bir insanın yaşamında önemli bir süre. Kurumlar için ise çok uzun sayılmasa da, tiyatroda "kurum­ laşma" sürecinin olgunlaşmasını belirliyor. AST, ülkemizin politika, ekonomi ve kültür yaşamında sarsıntı­ lar ve dalgalanmalarla geçen son otuz yıl içinde Türk Tiyatrosu'na büyük katkılar yaparak kurumlaştı. Baş­ kentle altı sahnede birden çalışabilen devletin ödenekli tiyatro kurumunun yanında AST, özgür ve özel girişimin tek ve tutarlı temsilcisi oldu. Başkentin merkezinde otuz yıldır büyük güçlükler pahasına korudu­ ğu ve giderek bir kültür merkezine dönüştürmeye çalıştığı salonunda tiyatromuza olan katkısını sürdür­ mektedir. •

pe

cy

a

Ankara Sanat Tiyatrosu birikimi, deneyimi ve geçirdiği sınavlarla saygınlık kazanmış bir topluluk olarak, toplumun desteğini almayı hak etmiştir. Otuzuncu yılına girerken AST, eski dostları Uğur Mumcu ve Oktay Arayıcı'nın oyunlarını yineliyor. Onların yanı sıra Türk izleyicisi için yeni bir yazar olan Jose Sanchez Sinisterra'nın Ay Carmela'sını sahneye çıkarıyor. AST kurulurken de sonraki yıllarda da herhangi bir devlet desteğini öngörmemişti. Böyle bir desteği; güdümleyici eğilim ve yönelimlere yol açabileceği kaygısı ile istememişti. Ancak son yıllarda özel tiyatro top­ lulukları baskı altına alan ekonomik bunalım, AST'ı da Kültür Bakanlığı'nın özel tiyatro topluluklarına özgülediği destekten yararlanmak durumunda bıraktı. Bu bakımdan AST'ın devletten en çok destek alması düşünülen toplulukların önünde geleceği kuşkusuzdur. Salon kiraları ve yapım giderleri özel toplulukları bunaltmaktadır. Devletin ödenekli tiyatrolar için harcadığı ile karşılaştırılamayacak denli küçük olan bu destek gerçekte 'sosyal devletin' sanata yapabileceği en düşük katkıdır. Kültür Bakanlığı asıl tiyatro yapıları konusuna el atmalıdır. Bütün kültür ve sanat etkinlikleri için özel yapı­ lar bulunduğu halde, tiyatrolar açısından devlet, büyük bir yoksunluk içindedir. İstanbul'da AKM, Başkent'te Büyük Tiyatro dışında bütün tiyatro balonlarında, tiyatro geçicidir, kiracıdır. Ankara'da Küçük Tiyatro'nun başına gelenler bu konuda uyarıcı ve öğretici olmalıdır. Özel tiyatroların ise en büyük sıkıntısı salondur. Tiyatro için elverişli sahne ve salonu olan yapı yok denecek kadar azdır. Kent Oyuncuları dışında hiçbir özel topluluğun sahnesi kendisinin değildir. İstanbul ve Ankara'da ellinin üzerinde özel tiyatro toplu­ luğu var. Bunlar arasında, çalıştığı yerde kiracı durumunda olanların bile sayısı sınırlıdır. Bu durumu göz önünde tutan Kültür Bakanlığı İs­ tanbul'da Küçük Sahne'yi edinerek bir çığırı başlattı. Ankara Sanat Tiyatrosu da Başkent tiyatroseverlerinin alışık olduğu bir yapıdır. Ba­ kanlığın başlattığı çığırı AST salonu ile sürdür­ mesi yerinde olacaktır. Bakanlık bu yapıyı edindikten sonra AST'ın kullanımına özgüleyerek, Türk Tiyatrosu'na otuz yıldır katkıda bulu­ nan bu seçkin topluluğa önemli bir destek sağ­ lamış olacaktır. Böylece bir sanat merkezinin, bir pasaja dönüşmesi de

önlenmiş

olur.

Ayaktakımı Arasında Maksim Gorki • Yön. Kazım Akşar • 1990-91


1 9 7 0

1 9 7 1

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

34. TOZLU ÇİZMELER • İsmet Küntay • Yön. Mehmet Keskinoğlu 35. NAFİLE DÜNYA • Oktay Arayıcı • Yön. Ergin Orbey 36. BİRİNCİ KURTULUŞTAN • Ergin Orbey • Yön. Ergin Orbey 37. HAMDİ • Der. Mehmet Keskinoğlu • Yön. Mehmet Keskinoğlu 38. SAİT HOPSAİT • Aziz Nesin • Yön. Erkan Yücel

1 9 7 1

1 9 7 2 (Ast

D Ö N E M İ

adıyla

tiyatro

yapılması

O Y U N L A R I

yasaklandı)

39. HİTLER REJİMİNİN KORKU VE SEFALETİ • Bertolt Brecht • Yön. Yılmaz Onay

1 9 7 2

1 9 7 3

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

40. EVLER EVLER • İsmet Küntay • Yön. Çetin Öner 41. 403. KİLOMETRE • İsmet Küntay • Yön. Rutkay Aziz 42. EL KAPISI • Bilgesu Erenus • Yön. Rutkay Aziz (Jan

1 9 7 3

Dark

olayı

1 9 7 4

provalar

sırasında

yasaklandı)

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

43. CARRAR ANANIN SİLAHLARI • Bertolt Brecht • Yön. Yaşar Akın-Erdal Gülver-Cezmi Baskın 44. HİTLER REJİMİNİN KORKU VE SEFALETİ • Yasaklandı ve daha sonra yeniden sahnelendi.

1 9 7 5 A S T

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

K A P A T I L D I

a

1 9 7 4

45. ANA • Maksim Gorki-Bertolt Brecht »Yön. Rutkay Aziz 46. DİMİTROF • Hedda Zinner • Yön. Rana Cabbar

1 9 7 6

D Ö N E M İ

pe cy

1 9 7 5

O Y U N L A R I

47. NEREYE PAYİDAR • Bilgesu Erenus • Yön. Rutkay Aziz • Müzik: Timur Selçuk 48. ALADAĞLI MIHO • Ömer Polat • Yön. Erol Demiröz 49. BİR ŞEFTALİ BİN ŞEFTALİ • Samed Behrengi • Yön. Salih Kalyon

1 9 7 6

1 9 7 7

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

50. 804 İŞÇİ • Ömer Polat • Yön. Rana Cabbar • Müzik: Timur Selçuk 51.1871 KOMÜN GÜNLERİ • Bertolt Brecht • Yön. Rutkay Aziz

1 9 7 7

1 9 7 8

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

52. ZENGİN MUTFAĞI • Vasıf Öngören • Yön. Rutkay Aziz 53. SAKINCALI PİYADE • Uğur Mumcu • Yön. Rutkay Aziz • Müzik: Timur Selçuk 54. AKILLI HAYVANLAR • Ahmet Tümel • Yön. Erol Demiröz • Müzik: Ünal Büyükokutan

1 9 7 8

1 9 7 9

19

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

55. TAK-TİK • Bertolt Brecht • Yön. Rutkay Aziz

1 9 7 9

80

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

56. OYUN NASIL OYNANMALI? • Vasıf Öngören • Yön. Rutkay Aziz 57. FERHAD İLE ŞİRİN • Nâzım Hikmet • Yön. Ergin Orbey • Müzik: Timur Selçuk 58. KAFATASI • Nâzım Hikmet • Yön. Metin Balay

1 9 8 0

1 9 8 1

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

59. HİKAYE-İ MAHMUT BEDREDDİN • Mehmet Akan • Yön. Mehmet Akan • Müzik: Timur Selçuk 60. SINIRDA DUVAR • Muzaffer İzgü • Yön. Rutkay Aziz-Yılmaz Onay • Müzik: Ünal Büyükokutan 61. İYİ BİR YURTTAŞ ARANIYOR • Ataol Behramoğlu • Yön. Rutkay Aziz • Müzik: Maksut Göksu

1 9 8 1

1 9 8 2

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

62. RUMUZ GONCAGÜL • Oktay Arayıcı • Yön. Rutkay Aziz • Müzik: Timur Selçuk 63. SİHİRLİ GİYSİ • Andersen • Uyar. Yaşar Akın • Yön. Yaşar Akın • Müzik: Ünal Büyükokutan 64. KÜÇÜK ADAM N'OLDU SANA • Hans Fallada • Uyar. Yılmaz Onay • Yön. Yılmaz Onay • Müzik: Timur Selçuk 65. YAŞASIN EDEBİYAT • Sait Faik-Orhan Veli • Sunan: Kerim Afşar


1 9 8 2

1 9 8 3

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

66. RESİMLİ OSMANLİ TARİHİ • Turgut Özakman • Yön. Ergin Orbey • Müzik: Turgay Erdener 67. YAZ MİSAFİRLERİ Maksim Gorki Yön. Rutkay Aziz 68. RÜYADAKİ OYUNCAKLAR • Metin Coşkun • Yön. Metin Coşkun 69. AYİNİN FENDİ AVCIYI YENDİ • Muharrem Buhara • Yön. Yaşar Akın

1

9

8

3

*

1 9 8 4 70.

D Ö N E M İ

GÜNEYLİ

BAYAN

Bilgesu

O Y U N L A R I Erenus

Yön.

Rutkay

Aziz

.

71. GALİLE • Bertolt Brecht • Yön.Rutkay Azız 72.TAZİYE Murathan Mungan Yön.Nurhan Karadağ 73. MIZIKÇI • Ali Meriç • Yön. Ali Meriç 1 9 8 4

1 9 8 5

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

74. MİSAFİR • BilgesU Erenus • Yön. Mehmet Akan 75. BİR ŞEHNAZ OYUN • Turgut Özakman • Yön. Ergin Orbey • Müzik: Cem İdiz 76. BİR CEZA AVUKATININ ANILARI • Faruk Eren • Yon. Rutkay Aziz • Müzik: Cem İdiz 77. CESUR ASLAN VE SEVGİ • Uyar. Yaşar Akın-Ayşe Özçürümez • Yön. Yaşar Akın 1985 • 1986 DÖNEMİ OYUNLARI 78. RU M U Z GONCAGÜL Oktay Arayıcı Yön. Rutkay Aziz Müzik : Timur Selçuk

1 9 8 7

D Ö N E M İ

pe cy

1 9 8 6

a

79. NAFİLE DÜNYA • Oktay Arayıcı Yön: Erol Demiröz 80. SAVAŞ OYUNU Yılmaz Onay- Özdemir Nutku Yön. Cezmi Baskın 81 .BİR HALK DÜŞMANI • Henrik İbsen • Yön. Rutkay Aziz O Y U N L A R I

82. ZENGİN MUTFAĞI «Vasıf Öngören «Yön. Rutkay Aziz 83. BU ZAMLAR BANA KARŞI • Yılmaz Onay • Yön. Yılmaz Onay 84. ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ Emmanuel Robles Yön. Altan Gördüm- Cezmi Baskın

1987 • 1988 DÖNEMİ OYUNLARI 85. SİLAHŞÖRÜN GÖLGESİ Sean O' Casey Yön. Rutkay Aziz 86. SONUNCULAR Maksim Gorki • Yön. Rutkay Aziz

1 9 8 8

1 9 8 9

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

87. SACCO İLE VANZETI • Howard Fast Yön. Rutkay Aziz

1 9 8 9

1 9 9 0

D Ö N E M İ

O Y U N L A R I

88. PIRTLATAN BAL • Aziz Nesin • Yön. Yaşar Akın • Müzik: Nurettin Özşuca 89. YUSUF İLE MENOFİS Nazım Hikmet Yön. Yılmaz Onay Müzik: Nurettin Özşuca 90. MEFİSTO • K. Mann • Yön. Rutkay Aziz 1

9 9 0

1

9

9

1

D

Ö

N

E

M

İ

O Y U N L A R I

91. AYAKTAKIMI ARASINDA Maksim Gorki. Yön. Kazım Akşar Müzik: Nurettin Özşuca 1991 1992 DÖNEMİ OYUNLARI 92. YOLCU Nazım Hikmet Yön. Rutkay Aziz 93. SALPA • Yılmaz Güney • Yön. Metin Balay • Müzik: Cem İdiz 1 9 9 2 • 1 9 9 3 D Ö N E M İ O Y U N L A R I 94. YER DEMİR GÖK BAKIR • Yaşar Kemal • Yön. Rutkay Aziz • Müzik: Zülfü Livaneli 95. SAKINCALI PİYADE • Uğur Mumcu • Yön. Rutkay Aziz-Metin Balay • Müzik: Timur Selçuk

.

,


cy a

pe


a

pe cy


p e c

y a


a

cy

pe


pe cy a


a

cy

pe


a

cy

pe


a

pe cy


cy

pe a


p e c y a


artık hiçbirimiz çocuk değiliz Ayşe ATEŞ

a

lerini kirletmeden sürdürebilmek için bir başkasını cinayet işlemeye bile ite­ bilir. Ressam ise bence aynı oyunu re­ sim satarak ve dalga geçerek sürdür­ mektedir. Resim sattıkları ve 'ti'ye aldıkları aynı kişilerdir; 'aşağıdakiler'e biraz acır biraz da kızabilir ancak. Ger­ çekte hepsi 'altkattakilerin' sırtlarında taşıdıkları bir dünyanın farklı yüzdelere sahip ortaklarıdır... Ya Saimler?.. Yarattıkları nesnelerin yabancısı, bir başkasının verdiği silah­ la ancak kendini vurabilen Saimler... Ruhları "küçümsenişin çukurundan, saygınlığın tahtına yükselecek yücelikte olduğu" halde toplumsal konumları ne­ deniyle, bunu kimsenin göremediği Sa­ imler... Ve Saim gibilerin varlığının kaçınılmaz sonucu (ve nedeni) Cevat Elliler(sanki bir tek onların soyadı vardır!) 'Tam sayfa ölüm ilanları' ancak hisse senetlerinin değerlerini etkileyen, güç­ leri ile her şeyi metalaştırmanın cezası­ nı kendileri de meta haline gelerek öde­ yen Cevatlar yani.

TAM SAYFA ÖLÜM İLANI T

İ

Y

A

T

R

O

O

M

Yazan: Süha Öztartar Yönetmen: Süha Öztartar Sahne Tasarımı: İbrahim Kanak Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Müzik: Selçuk Özüpek Oynayanlar: Serhat Akkaş, Erdal Türkmen, Süha Öztartar, İbrahim Kanak, Nurdan Akkaş

pe cy

Uzun yıllar çocuk oyunları oynayan Tiyatroom'un yetişkinler için sahneye koyduğu ilk oyun, Tam Sayfa Ölüm ilanı. Süha Öztartar'ın yazıp yönettiği, Tam sayfa Ölüm İlanında dört çocukluk arkadaşı 20 yıl sonra biraraya gelir. Koşuya belki de aynı ­oktadan başlamışlardır ama her birinin vardığı yer farklıdır. Onlar birbirini tanıyan birer yabancıdır. Dört eski arkadaşın 'tarihi' buluşması ellerinden birinin (gazeteci Sedat) özel gayretleri ve hesapları sonucu, onun evinde gerçekleşir. Eski arkadaşların oturduğu, üzeri yemek dolu masa ve masa başındaki farklı tavırları (masayı bölüşümleri) toplumsal sistemin bir simgesidir sanki. Böyle bir masada kaçınılmaz ilişki biçimi çatışmadır; ve öysi de olur... Çeşitli kanallardan ilerleyerek tırmanan karşıtlıklar bir noktada inayetle sonuçlanır. aman; 'temizleme' gücüne sahip olduğu kadar, 'kirletme' gücüne de sahip olan zaman; sonuçta hiç de masum olmayan zaman... Çünkü o, içinde bir dizi tarihsel-toplumsal süreci, üzerinde masumiyetin izi bile kalmamış bir dizi sfnıfsal-politik ilişkiyi barındıran ve varlıkları, bilinçleri bu karmaşık ağın içinde biçimlenen, 'günahsız; çocukluklarını çoktan gerilerde bırakmış insanlar... Bütün bunlar, yaşadığımız yerküreyi parsellere bölüp ayrı dünya yaratıyor. Sadece ait olanları kabul eden, diğerlerini kusan ve başkalarının kendilerini ait hissetmediği, görünmez, ancak her gün, her alanda yaşadığımız sınırlarla çevrelenmiş hiyerarşik dünyalar... Gerçek iktidarı simgeleyen 'Patron'un muhalifi gibi 'görünen' gazeteci ve onlarla dalga geçen, özellikle de 'Patron'a sürekli olarak 'insanca' şeyleri hatırlatan ressamın gerçek yerleri nedir? 'Muhalif gazeteci perde arkasını çok iyi bildiği bir oyunda kendi oyununu oynamaktadır. Öyle ki bu oyunu el­

Tiyatro...

Tiyatro...

27


mekândan çıkan oyun Ayşe ATEŞ

KUMPANYA

TİYATROSU

Proje: Naz Erayda Yönetim: Naz Erayda Kurgu: Naz Erayda, Kerem Kurdoğlu Mekân Tasarımı: Naz Erayda Müzik Danışmanı: Tugay Başar Işık Tasarımı: Feyyaz Yalçın

pe

cy

Oynayanlar: Ahmet Beyazıt, Banu Fotocan, Ertan Birgül, Nadir Güler, Zeynep Bilik, Zeynep Işıklar

Adını içeriğinden çok üretim biçimin­ den alan bir oyun Canlanan Mekân. Projenin yaratıcısı ve oyunun yönet­ meni Naz Erayda ile proje hakkında ar­ kadaşımız Ayşe Ateş görüştü. • Bu yıl gerçekleştirdiğiniz yeni oyunun adı Canlanan Mekân. Eğer yanılmıyorsam, bu ad, oyunun içeri­ ğinden çok üretim biçiminden kay­ naklandı. Doğru. Çalışmalara ilk başladığımızda bu ad, aramızda gösterinin adı olarak değil de çalışmanın kod adı olarak kul­ lanılıyordu. Çünkü gösterinin neye benzeyeceğini kimse kestiremiyordu. Yine en çok ipucuna sahip olan ben­ dim. • Galiba bu noktada bi­ ze bu projenin üretilme biçimini kısaca özetlese­ niz iyi olacak. Çünkü alı­ şılanın oldukça dışında bir yöntem kullanıyorsu­ nuz ve bunu bilmeyen bi­ ri için konuştuğumuz şeyler bir bilmeceye dö­ nüşebilir diye çekmiyo­ rum. Aslında tek cümleyle anlatılabilir bir yöntem: Bu kez her şeye dekordan başla­ dık. Tabii eğer biri yaptığı­ mız işi bu cümleyle özet­ leyecek olsa ilk itiraz edip küplere binecek olan yine ben olurdum. Kumpanya, tiyatroda tüm öğelerin bir­ birlerinden ayrıştırılamaz birlikteliğini savunuyor. Bu bağlamda bütünsel bir tiyatro dili hedeflendiğin­ de, çalışmalar esnasında, yani geleneksel deyişle 'prova döneminde', öğe­ ler arasın-daki belirleyici­ lik ilişkisinin nasıl kurula­

a

C A N L A N A N MEKÂN

28

Tiyatro... Tiyatro...

cağı önem kazanıyor. Bildik anlamda bir oyun metninden yola çıktığımız ça lışmalarda bile öğeler arasında karşı lıklı etkileşimi esas aldık. Çalışmanı bütün aşamalarında herhangi bir öğe nin bir buluşu, başka bir öğeye esin kaynağı olabilir. Örneğin ışık tasarımı nın getirdiği bir anlayış oyun metnini kısmen yeniden yazımını gerektirece fikirler doğurabilir. Ya da oyuncunu keşfettiği bir aksesuar kullanımı, sah ne tasarımcısını önemli değişiklikle yapmaya teşvik edebilir. Biz bu diya lektik yaratıcılık ilişkisini sonuna kadar korumaya çalışıyoruz. Ama tam bir be lirsizlikten başlamayı da tercih etmediğimizi belirtmek istiyorum. • Anladığım kadarıyla sadece bir proje için geçerli olan bir anlayışlar bahsetmiyorsunuz? Çok haklısınız. Şimdiye kadar hep birdik anlamda, yani sahne direktifleri ve yazılı diyaloglardan oluşan oyun metinleriyle yola çıktık, ama yine de diyalektik yaratıcılık ilişkisini hayata geçirdik. Buna rağmen her zaman ayı öğeyi, yani oyun metnini ateşleyici ola rak kullanmak sanki kurtulamadığımı bir koşullanma gibiydi. Ya da işlediğinden emin olduğumuz, denenmiş bir çıkış noktası. Artık daha büyük riskler atılmanın zamanı gelmişti. Çıkış nokta sı olarak hemen hemen hiç kullanılma yan bir öğeyi ateşleyici yapmaya kara verdik. Bir anlamda karşılıklı etkileşir konusundaki iddialarımızı da sınama olacaktık. • Belirlenmiş bir oyunu ilk olara sahne tasarımı açısından yorumla maktan söz etmiyorsunuz tabii? Kesinlikle hayır. Nasıl ki geleneksel üretim biçiminde her şey oyun yazannın kafasındakilerle önündeki beyaz kağıt arasında başlarsa, bu projede de her şey sahne tasarımcısının kafasındakilerîe gösterinin yapılacağı hacir arasında başladı. Yani benim kafamda ki düşünsel ve duygusal birikimleri Kumpanya Sahnesi arasında.


a cy

lerle yarattığım ortam arasında benzer bir ilişki var. • Kafanızdaki temanın oyuncuların doğaçlamalarına yansımasını nasıl sağladınız? Bir şekilde bir aktarım gerekmedi mi? Başlangıçta nasıl olacağını bilemediği­ miz en önemli noktalardan biri de buy­ du. Türkçe gibi bir dilde bir metin yaz­ dığınız zaman görece daha kesin anlamlar iletebiliyorsunuz. Halbuki renklerin, dokuların, biçimlerin, tuşelerin ve benzeri öğelerin diliyle bir me­ tin yazdığınızda, yani bir mekân dü­ zenlemesi yaptığınızda, algılayanın kişisel tarihine ve yorumuna çok daha açık anlamlar üretiyorsunuz. Bu tür yorum ve hissediş farklarının getirece­ ği anlam zenginliği ve derinliği özellik­ le amaçladığımız bir şeydi. Ama be­ nim kafamdaki temadan bambaşka yerlere gidilmesi tehlikesinden de korkmuyor değildik. Yine de tehlikeye atılmaya karar verdik ve oyuncular bit­ miş mekânla tanışıp çalışmaya başla­ dıktan sonra bir süre temayı açıklama­ dık. Mekânın kendi dilinin oyuncuda yaratacağı çağrışımların, kafamdaki kavramlarla çakışmasını umuyorduk.

pe

• Yani oyun metninin varlığı bile söz konusu değil? Oyun metni yazıldı. Ama neredeyse en son aşamalardan biri olarak. Üstelik bildik anlamda, diyaloglardan ve sah­ ne direktiflerinden oluşan bir metin şeklinde değil. Kerem Kurdoğlu'yla birlikte, mekândan etkilenen oyuncu­ ların doğaçlamalarından çıkan aksi­ yonların ve ilişkilerin ayıklandığı, kur­ gulandığı ve kesintisiz bir eylem bütünlüğüne kavuşturulduğu bir 'Gös­ teri Akış Planı' yazdık. • Daha önce kafanızdaki bir tema­ nın varlığından söz etmiştiniz. Bu te­ ma gösteriye taşındı mı, yoksa me­ kân düzenlemesiyle birlikte onun işi de bitti mi? Kesinlikle taşındı. Çünkü o tema bu çalışmanın içeriğiydi. Biz içerikten arınmış bir biçim denemesi yapmıyo­ ruz. İçeriğin alışılmadık bir paylaşımı­ nı uyguluyoruz. Başlangıç noktası ola­ rak bir oyun metnini kullanmakla bir mekân düzenlemesini kullanmak ara­ sında ilkesel bir fark olmadığını düşü­ nüyoruz. Bir oyun yazarının kafasında­ ki tartışmayla yazdığı metin arasında nasıl bir ilişki varsa benim kafamdaki-

Umduğumuz gibi de oldu. İkinci haf­ tanın sonunda temayı açıkladığımızda, yapılmış olan doğaçlamalarla ortak çağrışımları fark etmek hepimizi hem şaşırttı, hem kamçıladı. • Yani bir anlamda hem siz kafanız­ daki temadan hiç ödün vermediniz, hem de tema her oyuncuda ayrı an­ lamlar kazandı ve zenginleşti. Bence çok iyi bir formülasyon. Bu sa­ yede her oyuncu kendi kişisel tarihin­ den parçalar getirdi oyun alanına. Ti­ yatronun da böyle bir içtenliğe ihtiyacı var, sanırım. • Anladığım kadarıyla bir ekip ça­ lışması yapılmış ve kimlerle çalışıl­ dığı çok belirleyici olmuş? Ekip çalışması gerçekten çok önem verdiğimiz bir nokta. Özellikle tiyatro­ da her bir bireyin yapılan işi sonuna kadar sahiplenmesi gerekiyor. Oyun­ cunun üzerinde ona ait olmayan, be­ nimsemediği bir aksiyon hemen fark ediliyor ve gösteriyi aşağı çekiyor. Özellikle de bu çalışmada tek tek oyuncuların kişisel birikimleri çok önemli bir rol oynadı.

Tiyatro... Tiyatro...

29


"kapılarını sımsıkı kapattılar" Savaş AYKILIÇ

KAPILARIN

DIŞINDA

İSTANBUL DEVLET TİYATROSU Yazan: Wolfgang Borchert Türkçesi: Behçet Necatigil Yönetmen: Özgür Erkekli Yön. Y r d : Oktay Korunan Sahne Tasarımı: Orhan Alparslan

cy a

Giysi Tasarımı: Mihriban Oran

Wolfgang Borchert'in Kapıların Dı­ şında adlı oyunu 16 Kasım'dan bu yana İstanbul Devlet Tiyatrosu AKM Oda Tiyatrosu'nda sahnelenmeye başladı. Oyunun yönetmeni Özgür Erkekli ile arkadaşımız Savaş Aykılıç görüştü. • Wolfang Borchert Kapıların Dişında'run altına "Hiç kimsenin sey­ retmek istemediği, hiçbir tiyatro­ nun oynamak istemediği oyun" diye bir not düşmüş. Bu görüşe katılıyor musunuz? Evet, bu söz oyunun alt başlığı. Ayrı­ ca oyunda şöyle bir söz geçiyor: "Bu­ gün gerçeğin birazını olsun öğren­ mek isteyen var mı?" Bazı seyircilerimiz bize oyunun kendilerini sarstığını, onları vicdanları ile başbaşa bıraktığını, eski güzel hallerinden uyandırdığını söylediler. Bence bu da Borchert'in haklılığını ortaya koyan bir örnek. • Oyunu çalışırken nasıl bir çalış­ ma sistematiği izlediniz? Hem ev ödevine hem de prova döne­ minin esnekliğinin hayatiyetine ina­ nanlardanım. Okuma provalarında yorumumu ana hatlarıyla anlattım,

Işık Tasarımı: Ayhan Güldağları

pe

Oynayanlar: Cengiz Daner, Nişan Şirinyan, Oktay Korunan, Esen Özmanav, Gökalp Kulan, Tuncer Necmioğlu, Sevinç A. Çetinok, Tunç Günbay,

30

Tiyatro... Tiyatro..

çerçeveyi çizdim. Bu aşamada mese­ lem gördüğüm rüyayı paylaşmak, hep beraber aynı rüyayı görmekti. Kanım­ ca bu sağlandıktan sonra kafamızdaki reji defterini uygulamaya kalkışma­ malıdır. Elbette hazırlığım, saptadığım şeyler vardı. Doğaçlamalar ve kafamdakiler harmanlandı ve oyun çıktı. • Oyunun broşüründe reji için "An­ latımcı ve süssüz bir sanatsal tavır çabasından" söz ediyorsunuz. Biraz açar mısınız? Yaratıcının başının göklerde olması, bulutlara değmesi elbette güzel. Ama ayaklarınız yere basmıyorsa dev değil cüce olursunuz. Bu oyunu çalışırken elbette düş gücümüze sınır koyma­ dım ama fantazilerin bütüne hizmet etmesine dikkat ettim, gerekliliklerini sürekli sınadım. Sanatsal tavrımı giriş cümlemdeki gibi açıklamak gerekirse; sürekli ayak parmaklarının ucunda ol­ maya çalışmak gibi bir şey... diyebili­ rim. "Çünkü onlar bizlere daima ihanet ettiler, kalleşçe ihanet ettiler. Biz daha küçücüktük, harplere girdiler. Biz biraz büyüdük bize harplerden söz açtılar. Coşkundular, onlar dai­ ma coşkundular. Biz biraz daha bü­ yüyünce onlar bizim için de bir harp düşündüler, bizi bu harbe yolladılar, onlar coşkundular. İçlerinden hiçbi­ ri bize nereye gittiğimizi söylemedi. Hiçbiri cehenneme gidiyorsunuz demedi. İstila planları yaptılar. Ma­ dalyalar hazırladılar. Bizi cepheye sürdüler, yalnız görelim sizi, göste­ rin kendinizi dediler. Kalleşçe ihanet ettiler. Şimdi onlar kapılarını kapa­ mış evlerinde oturuyorlar. Onlar ka­ pılarını sımsıkı kapattılar. Bizler ka­ pıların dışında kaldık. Wolfgang Borchert


cy a

pe


70 yıl sonrasında, lozan M. Taner ÇELİK

ANTALYA DEVLET TİYATROSU Yazan: Ataol Behramoğlu Yöneten: Metin Belgin Sahne Tasarımı: Metin Belgin Giysi Tasarımı: Funda Karasaç Müzik: Timur Selçuk Işık Tasarımı: Selahattin Yazar

pe

cy

Oynayanlar: Haluk Cömert, Necmi Çavdarlı, 0. Halil Dağlı, Babür Nutku, Teoman Özer, Murat Sarı, Sigrid Seberich, Erdal Tosun, Musa Uzunlar

Lozan, bir antlaşmalar sistemidir. Temel antlaşma metni 149 madde­ dir. Bu temel antlaşmanın yanı sıra Boğazlar Sözleşmesi, Trakya Sınır­ ları Sözleşmesi, Ticaret Sözleşme­ si, Türk ve Yunan Ahali Mübadele­ si Sözleşmesi gibi her biri diğerinden önemli beş sözleşme, ayrıca türlü konulara ilişkin proto­ koller, bildiriler ve bunların hepsini bir noktada toplayan Sened-i Nihai (Sonuç Antlaşması) denilen son belgeyle birlikte Lozan Barış Ant­ laşması büyüklü küçüklü on yedi belgeden oluşur. Bunun nedeni olarak antlaşmanın başında da be­ lirtildiği gibi yalnız ilk dünya sava­ şının başladığı 1914 yılından itiba­ ren değil, tanzimattan, hatta kapitülasyonların kaldırılışı düşü­ nülürse, Osmanlı tarihinin çok ön­ ceki dönemlerinden beri süregelen birçok sorunun Lozan'da tasfiye edilmiş olması gösterilir. Konfe­ rans tartışmalarının kimi zaman çok sert ve çetin geçmesi, hatta bir

a

LOZAN

32 Tiyatro... Tiyatro...

ara kesilmesi, zaman zaman da kopma tehlikesi göstermesinin ne­ deni orada tasfiyesi gereken yüzler­ ce yıllık tarihsel sorunlarda aranır. "Lozan Barış Antlaşması" sorunla­ rın tasfiyesi bakımından başarılı, Musul'u, Misak-ı milli sınırları için­ de tutamaması nedeniyle de başa­ rısız olarak değerlendirilir. Şair-yazar Ataol Behramoğlu, An­ talya Devlet Tiyatrosu'nun organize ettiği Cumhuriyet'in ve Lozan'ın 70. yılını kutlama söyleşilerinde de belirttiği gibi belgesel yazımlardan tad alan, belgesel türde ürünler vermekten hoşlanan bir yazar. Lozan adlı oyununu oluştururken Lozan'da olup bitenlerden önce Lo­ zan'a yolu düşürten tarihsel olayla­ rın nedenselliğini arayıp sonuca varmaya çalışır. Bu nedenle Lozan'ı bir labirent, bir 'çıkmaz sokaklar zinciri', 'karanlık bir dehliz' olarak görür. Durumu netleştirmek için 1839 yılı­ na, Tanzimat Fermanı'nın okundu­ ğu Gülhane Parkı'na kadar iner; bu fermandan günümüze doğru yola çıkar. 1856 Islahat Fermanı'nda ko­ naklar; oradan 1876 yılına, ilk ana­ yasanın ilanına geçer. İlan edilen fermanlardan yaptığı alıntılarla Os­ manlı'nın çöküşünü hazırlayan ne­ denlerin altını çizer. Lozan oyununda Ataol Behramoğ­ lu, geçmişi anlatmaktan çok bugü­ nü anlamaya, toplumsal olandan yola çıkarak, bireysel olanı yakala­ maya çalışır. Bu yaklaşımın teme­ linde, dün Lozan'ı hazırlayan şartla­ rın günümüzde de geçerliliğini


a

pe cy

sürdürdüğü düşüncesi vardır. Behramoğlu, oyununu açık biçim' tekniğine uygun olarak düzenlemiştir. Belgeselliğin getirdiği kuruluğu, didaktikliği kırma adına bu olumlu bir seçimdir. Bu sayede olayları ve kişileri eleştirel biçimde karikatürize edebilmiştir. Bu karikatür, farkılarla zenginleştirilir; reji açısından yeni espriler üretme olanağı verir. Sahne üzerinde statikliği kırar, dinamizmi getirir. Karikatürizenin yoğun kullanıldığı sahneler İstanbul'da Bir Sokak ve Hürriyetin İlanı", "Türkiye'nin Paylaşılması", "Lozan ve Boğazlar Oturumu", "Lozan'da Bir Maskeli Balo" dur. Behramoğlu, didaktikliği kırmada balo sahnesinde olduğu gibi, 'Maskeler'i de kullanır. Maskeler, konuşmalar süresince içine girilen ruh hallerini verir. Behramoğlu, diyalog tekrarların da bir kez yapılmış olan konuşmaları değiştirmenin artık mümkün olmadığını vurgular.

Yönetmen Metin Belgin de oyunu, karikatürize etme yönünden yakalar. Belli sahnelerde öne çıkan bu anlatım zenginliğini tüm oyuna yayar. Bu bağlamda oyunu son genel prova aşamasında oyun sahneleyen bir ekibin oyunuymuş gibi değerlendirir. Sahneleri 'açık biçim'in getirdiği olanaklardan biri olan 'yabancılaştırmayı' kullanarak oyuncuları rollerinin dışına çıkartır; oyunda çalışanlar arasındaki o tatlı atışmaları, kızgınlıkları, sürtüşmeleri süsler. Danslar da iletilen anlam ve düşüncelere renk katan düzenlemeler biçiminde rejiye yardımcı olmaktadır. Metin Belgin, dekor olarak sahne­

ye soktuğu Jeep figürüne birtakım duygusal ve siyasal anlamlar yük­ ler. Jeep'in parçalarıyla sahnede metalden oluşan yapay bir atmos­ fer yaratır. Yorumda Jeep parçala­ rıyla stilizasyonu sağlar. Yap-boz taktiğiyle malzemenin plastik boyu­ tunu kullanır. Sembolik anlamda Jeep aracılığıyla Lozan'a günümüz­ den bakar. Kostümlere de stilize bir anlayışla yaklaşır. Oyunun müzikleri Timur Selçuk'a

aittir; besteleri kendi ve kızı Hazal'ın yorumuyla ses bulur. Figür­ lerden ve danstan oluşan kolajda 'clip' trüğünden yararlanılır. Sigrid Seberich'in doğaçlama çalışmala­ rıyla yönlenen figür-dans, oyunun yorumuna katılır. Lozan oyununda Lozan Ântlaşması'na Metin Bel­ gin'in yorumuyla, karalamaya kal­ kışmadan ve de göklere çıkartma­ dan yaklaşılmaktadır.

Tiyatro... Tiyatro... 33


tarihi yapıtlarda tarihe çağdaş yaklaşım Musa AYDOĞAN

ANTALYA DEVLET TİYATROSU Yazan: Orhan Asena Yönetmen: Ecder Akışık Sahne Tasarımı: Güven Öktem Giysi Tasarımı: Fatma Sarıkurt Işık Tasarımı: Ersen Tunççekiç

pe cy a

Oynayanlar: Kazım Aksar, İhsan Sanıvar, Faik Artuk, Alptekin Ertürk, Yüksel Partal, Murat Gökçer, Murat Atak, Münir Canar, Ege Aydan, Nurtekin Odabaşı, Selçuk Özdoğan, Şemsettin Zırhlı, Mehmet Ege, Güven Besimoğlu, Orhan Aral, Teoman Gülen, Tuncer Yığcı, Fikret Ergin, Tansu Aytar, Özer Tunca

Tarihi oyun yazmak hem çok kolay, hem de çok zordur. İnsanları iyiler ve kötüler diye iki kutupta toplayıp, birini yüceltip ötekini yererek kuklaya dönüştürmek, işin kolayına kaçmak­ tır. Hele bu, ısmarlama ya da yöneti­ cilere şirin görünmek için yazılmışsa tam bir komediye döner o zaman. Öte yanda tarihi oyun, bir sığınaktır baskı dönemlerinde. Ancak kimileri bunu ustaca kotarıp, söyleyeceğini söylerken; kimileri de hepten sislere gömülür, her sözcüğü bir bilmeceye dönüşür... Tarihsel gerçeklerin bire bir aktarıl­ ması da değildir, tarihi oyun. Bu ya­ zardan önce tarihçilerin işidir. Yazar insanları etiyle kemiğiyle yaşayan bi­ rer tip olarak verebilmeli; daha da önemlisi tarihin labirentlerinde yitmeksizin, geçmişten günümüze köp­ rü kurup onu geleceğe taşıyabilmelidir. Bu konuda en yetkin örnek Shakespeare'dir. Nitekim onun yapıt­ larının ilk günkü diriliğini, geçerliliği­ ni ve güncelliğini yitirmemesinin en önemli nedeni budur. Tarihi oyunlarda dikkat edilmesi ge­ reken bir başka nokta da; objektif

34 Tiyatro... Tiyatro...

olabilmektir. Hele söz konusu olan "Ulusal Kurtuluş Savaşı" ve kahra manları "Mustafa Kemal'le Çerkez Ethem" ise!.. Bu konuya ilişkin pek çok şey yazıldı. Ancak gerçek anlamda bir oyun, yok denecek kadar az. Candan Can Koparmak buna en güzel örnek. Asena, tarihi oyun konusunda kendini kanıtlamış, yetkin bir yazar. Yine onun yazdığı bu oyunda; İkinci Büyük Millet Meclisi'nin açılışından 9-11 Ocak Birinci İnönü Zaferi'ne de uzanan bir kesit sunuluyor. Bir yandan durdurulamayan düşman işgali, öte yanda işbirlikçilerin birbiri ardına patlak veren ayaklanmaları... Ve henüz değil Meclis'i, Ankara'yı; kendi can güvenliğini bile koruyacak askeri gücünü oluşturamamış Mustafa Kemal... "Düşmanı bir an önce yurttan kovmak" gibi, kutsal bir düşüncenin etrafında kenetlenmelerine karşın, değişik görüşlerin çatıştığı bir Meclis... Ve daha da önemlisi böylesi kritik bir zamanda 'Düzenli Ordu' yanlılarıyla 'Kuvay-ı Milliyeciler arasında gerginleşen, çatışmaya dönüşen ve sonunda kopan ilişkiler... Çerkez Ethem resmi tarihlerde hep bir hain olarak tanıtılır. Oysa Asena böyle değerlendirmiyor: Bir yanda onun iç ve dış düşmana karşı verdiği savaşımla Ulusal Kurtuluş Savaşı'na yaptığı büyük katkılarının, öte yanda da Mustafa Kemal'e ters düşen düşünce ve davranışlarının altını çiziyor Ve bunun kaçınılmaz olarak çatışmaya dönüşmesini veriyor. Asena yine de Mustafa Kemal'den yana tavır alıyor; Mustafa Kemal'in ödünsüz kararlılığını vur gulayarak; ülkenin kurtuluşu adına Çerkez Ethem'e tavır alıp 'candan can koparmak' zorunda kaldığını anlatıyor.


absürd'ün ardındaki yaşam gerçeği Musa AYDOĞAN

SANDALYELER ANKARA DEVLET TİYATROSU Yazan: Eugene lonesco Çeviren: Fikret Adil Yönetmen: Zühtü Erkan Yön. Y r d : Alev Buharalı

a

mesi de olanaksız olan ama yine de in­ sanın içinden söküp atamadığı özlem­ ler, tutkular; iletişimsizlik ve yalnızlıktan kaynaklanan yabancılaşma... Kısaca, küçük insanın küçük dünyasını örüm­ cek ağı gibi saran traji-komik bir kaosu sergiliyor. Hele bu insanların böylesi bir konumda yetmiş yıl birlikte yaşayabil­ mesi, komiğin de ötesinde, fars adeta. Ankara Devlet Tiyatrosu'nun genç sa­ natçılarından Zühtü Erkan'ın ilk yönet­ menlik denemesi olan Sandalyeler il­ ginç ve farklı bir reji. Eklemebudamalarla, özellikle oyunun başında ve sonunda kimi değişiklikler yapmış. Ayrıca salonu da kullanarak oyun alanı­ nı genişletmiş. Bunda absürd tiyatro­ nun korkutma ve şaşırtma yönteminin yanı sıra, sahnenin darlığının da önemli payı var.

pe cy

Kısaca; dünya -dolayısıyla yaşam- anlamsız, umutsuz ve saçma bir trajikomik kaostur diye özetleyebileceğimiz uyumsuz (Absürd) Tiyatro'nun önemli örneklerinden biri olan Eugene lonesco'nun oyunu Sandalyeler. Gelecek Yumurtalardadır, Görev Kurbanları, Yeni Kiracı ve Amedee örneği, nesneye (sandalyeler) tiyatral işlev kazandığı bir oyun. karı-kocanın yaşamından yola çıkırak; insanın iletişimsizliği, yalnızlığı, lemleri, vb. çırpınışlarının acımasız vurgulanışı Sandalyeler; mantıksız ve saçma bir kör döğüşü... Ancak lonesco yaşama ne denli absürd yoksa bile, yine de bir gerçeğin altını eziyor oyunda: Zamanla alışkanlığa, hatta işkenceye dönüşen sevgisiz birnitelik; gerçekleşemeyen, gerçekleş­

Sahne Tasarımı: Suar Seylan Giysi Tasarımı: Fatma Görgü Oynayanlar: Şahap Sayılgan, Ayşenil Şamlıoğlu, Erdinç Dinçer

Tiyatro... Tiyatro...

35


yargılamak ne kolaydır Bora ÖZKULA LONGA

BURSA DEVLET TİYATROSU Yazan: Ülkü Ayvaz Yönetmen: Murat Karasu Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Giysi Tasarımı: Gülhan Kırçova Dans Düzeni: Sibel Sönmez Işık Tasarımı: Adnan Açıkdüşünenler

pe

cy

Oynayanlar: Hüseyin Danyal, Halil Balkanlar, Meltem Evcioğlu, Bora Özkula, Erdal Gülver, Pınar Erdem, Kemal Başar

Bursa'da 1985 yılında sanatçı ola­ rak başladığı Devlet Tiyatrosu se­ rüvenini bugün artık çok yollar aşmış olarak sürdüren Murat Ka­ rasu'yla yakın geçmişte yaptıkları ve Ahmet Melik Paşa'da sergilene­ cek Nihavent Longa üzerine söy­ leştik. • Şu anda İstanbul Devlet Tiyat­ rosu Müdür Yardımcılığı ve T0BAV Genel Sekreterliği görevle­ rini sürdürüyorsun. Yakın geçmişte yaptıklarını anlatır mı­ sın? Bakırköy Belediye Tiyatrosu oyun­ cuları ile birlikte gerçekleştirdiğim Yunus Emre'nin şiirlerinden olu­ şan Bilenlere Selam Olsun adlı şiirsel oyunla sezona girdim. He­ men sezon başında Makedon­ ya'da Üsküp Halklar Tiyatro­ sunda Tuncer Cücenoğlu'nun Helikopter adlı oyununu sahnele­ dim. Oyun 17 Ekim günü 'premier' yaptı. 21 Ekim günü de sizlerle birlikte Bursa'da Nihavent Longa'nın çalışmalarına başladık. • Ülkü Ayvaz'ı daha önceden ta­

a

NİHAVENT

36 Tiyatro... Tiyatro...

nıyor muydun? Nihavent Lo ga'yı çalışmak isterken neler düşündün? Ülkü Ayvaz'ı Enka Ödülü'nü aldı Yeniden Yaratma adlı oyunu gıyaben tanıyordum. Önce büyük bir rastlantı sonucu Ülkü'yle İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdür ğü'nde birlikte çalışmaya başladı. Zaten o günlerde Kültür Bakan ğı'nın Ödülü'nü kazandı. Ama bu oyunu Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürü Feyha Çelenk'in teklifi üzerine Temmuz ayı içinde okuyabildim ve çok sevdiğim için düşünmeden kabul ettim. • Bize biraz oyunu anlatır mıydınız? Oyun 1800'lü yıllarda yaşam Yeni Osmanlılar hareketi için çok önemli roller üstlenmiş, şaşırtıcı kişiliği ve yaptıklarıyla önem kazanan ama yeterince tanımadığımız, gazeteci Ali Suavi Bey 1970'li yıllarda gazetecilik öğrencisi bir gencin tanımlanamayan bir uzamda karşı karşıya gelmeleriyle gelişen ve sonuçlanan fantastik bir öyküyü içeriyor. Öykü bu iki karakterin dışında yine farklı zaman dilimlerinde oyun kahramanlarıyla tarihsel ve teatral bir perspektif kazanıyor. Asıl şaşırtıcı olan oyun içinde 1870'lerde Ali Suavi tarafından söylenen sözleri 1970'lerde, hatta günümüzde bile geçerliliğini ve önemini koruyor olması. Bu noktada öykü tiyatro adına çok iyi bir malzeme yakalamış oluyor. Ben de oyunun yorumunda şaşırtıcı, giderek rahatsız eden noktanın üzerinde ısrarla duydum.


cy

pe a


bir sirktir yaşam Hüseyin ERDOĞAN

DİYARBAKIR DEVLET TİYATROSU Yazan: Marcel Achard Türkçesi: Yılmaz Gürsoy Yönetmen: Gülizar Irmak Müzik: Can Simer Dans Düzeni: Gülizar Irmak Sahne Tasarımı: Behlüldane Tor Giysi Tasarımı: Behlüldane Tor

pe

cy

Oynayanlar: Şuayip Ünsal, İlham Yazar, Nezih Isıtan, R. Ece Okay, Eray Eserol, Erkan Petekkaya

Marcel Achard'ın oyunu Benimle Oy­ nar mısınız? üzerine oyunun yönet­ meni Gülizar Irmakla arkadaşımız Hüseyin Erdoğan görüştü. • Neden Benimle Oynar mısınız ya da Marcel Achard? Bunun özel bir nedeni yok. Sadece tekstte ilgimi çeken taraflar vardı. Özellikle oyunun bir sirk atmosferinde geçmesi. Ama salt sirkte geçmesiyle yetinilmez tabii. Önemli olan şuydu; oyun kişilerinin sevgiyi arayışları, sev­ giyi sunma çabaları, sevgiyi sunmak için çırpınışları ve bunu yaparken de birbirlerine karşı oyun oynamaları. Oyun oynamaları, aşk için oyun oyna­ malarına dönüşüyor. Çünkü asıl konu o. Günlük yaşantımızda aşk için birta­ kım oyunlar oynanıyor. Sirk ortamı, bu oyunlara alet edilmiş oluyor, çün­ kü sirk insanında büyülü bir taraf vardır. İnsanı kendine hayran bırakan bir etkisi vardır. Bu etkiyi aşk konusu için­ de kullandınız mı, vermek iste­ diğiniz mesaj da­ ha da pekişiyor. Bu anlamda be­ nim çok ilgimi çekti oyun. • Galeri Sahnesi'ni seçme ne­ deninizde de bir benzerlik var mı?

a

BENİMLE OYNAR MISINIZ?

Evet, Galeri Sah­ nesi, adından da anlaşılacağı üze­ re Diyarbakır Devlet Tiyatrosu binasındaki Gü­ zel Sanatlar Galerisi'nin, yeni bir düzenleme ile sahneye dönüş­

38 Tiyatro... Tiyatro...

türülmüş biçimi. Oyun düzeni ortada Oyun, belirttiğim gibi bir sirkte geç mekte. Dekorumuzda bunu gözeterek Galeri Sahnesi'nde yeni bir çevre dü zenlemesine gittik. Çerçeve sahnede bu atmosferi yakalamak daha güç Oyunda izleyici salona girdiğinde, aslında dekorun içine -sirke- giriyor. Zora, oyunu hiçbir kısıtlamaya gitmeden tüm mekâna taşıma rahatlığına erdik • Oyunda neden bu tür oyunlar oynanıyor? Kişideki saf ve doğal yanın başkaları duyulan güvensizlik yüzünden gizlemesi, aşkın saflığı ve içtenliğine rağmen yine kendini gösteriyor. Karşılıklı bir içtenliğin birleşimiyle, yeniden oluşan 'özel' olmanın değil de, aşkın sadece bilinen, öğrenebilen, kullanılan oyunları oynanıyor. • Oyunun adı, o yüzden mi, Benimle Oynar mısınız? Evet! Sirkte oynanan bu tür oyunlardan yola çıkarak, şöyle bir genelleme yapabiliriz. Badem gözlerimiz, dolgu dudaklarımız, parlak saçlarımız, etkili bakışlarımız, güzel giysilerimiz, yeteneklerimiz ve özel niteliklerimiz; etkili mek, aşık olabilmek, sevebilmek için kullandığımız kartvizitlerimiz, oyunlarımız! "Benimle Oynar mısın?" deyişle miz... • Bir sanatçı gözüyle, sizce toplum daki genel sevgi düzeyi nedir? Bana kalırsa, toplumumuz hızla sevgi sizliğe, yabancılaşmaya doğru gidiyo Bunun nedenlerinden bir tanesi oyunumuzda da var: Kişinin kişiye duyduğu güvensizlik. İletişimsizliğin başlangıcı da bu oluyor. İnsanın insana olan aşırı güvensizliği, kendi kabuğuna çekilmesi. Kendi öz benliğini aşmakta çok, kapalı kalmas. İş böyle olunca karşılıklı bir savaşa dönüşüyor insani ilişkileri. Bu, aşkta da, sevgide de yaşanıyor. Karşılıklı temkinlilik, karşılıklı ve sürekli dikkatli davranma, kendini vermeme, birlikte bir üretim ve paylaşmaya gidememe, giderek, alttan alta bir çatışmaya dönüşüyor.


içe doğru atılan çığlık Yasemin DİLBER

FERHAD İLE Ş İ R İ N DİYARBAKIR DEVLET TİYATROSU Yazan: Nâzım Hikmet Yönetmen: O. Coşkun Irmak Sahne Tasarımı: A. Cem Köroğlu Giysi Tasarımı: A. Cem Köroğlu Dans Düzeni: O.Coşkun Irmak Oynayanlar: Burak Sayar, Servet Pandur, Mithat Erdemli, Harun Özer, Sanlı Baykent, Suna Selen, Sevda Özgömeç, Zeynep Yasa, Meltem Eserol, Hidayet Erdinç, Erdoğan Akduman, Aykut Ünal, Murat Çidamlı

pe

cy

a

Nâzım Hikmet'in Ferhad ile Şirin adlıtek başına ne anlam taşır? Bu sayı­ oyunu Diyarbakır Devlet Tiyatro- lanlardan başka özellikleri yoksa, in­ su'nda sahnelenmeye başlandı. san olmak bakımından, sıradandır­ Oyunun yönetmeni 0. Coşkun Ir- lar. Dolayısıyla dramatik değer taşımazlar. Ama onların insan özel­ mak'la görüştük. likleri varsa, dramatik değer taşıyor­ Dilimize yerleşmiş biçimi ile, Ferhad ile Şirin... Bu oyunun, sizi larsa, öncelikle bunların işlenmesi gerekir. Sonra hangi oyun için olur­ çeken yanı nedir? sa olsun, yazarın kişiliği, onun ger­ Aşk, öncelikle. Ve onun doğal uzançekliği oyuna doğrudan yansımalı. tısı olarak, acı. Ama asıl etkilendiFerhad ile Şirin Nâzım Hikmet yaz­ ğim, aşk ve acı sürecinin sonunda dığı için güzel ve değerli bir oyun de­ ortaya çıkan çığlık. Ferhad ile Şirin'de bu tür çığlığın en etkilisi, in- ğil; güzel ve değerli bir oyun olduğu için öyle. sanı en çok ürperteni var: içe doğru atılanı, boğulanı... Çığlık dışa doğru • Metnin önemli bir bölümünü çı­ atıldığı zaman paylaşılabilir, paylakarmışsınız? şım aracı haline gelebilir, el atılabilir Bazen güzelliği öne çıkarabilmek se insan biraz da bunu bilir, bunun için, güzelliği örten çaputları çıkar­ mimarı içindedir en azından, oysa içe mak gerekir. İyi bir dramaturji çalış­ doğru atılan çığlık çok farklıdır. Kişi ması, iyi bir oyun için önkoşuldur. ütün dış duyumlardan, dış yardımBu oyunun da buna özellikle gereksi­ lardan vazgeçmiştir; ve daha da ötenimi var çünkü dramatik yazarlık tek­ si bunun olanaksız olduğunun inanniklerinin uygulaması bakımından iyi nandadır. Örneğin Mehmene Banu'bir örnek olduğunu söyleyemem. nun o uzun tiradındaki düşünceler Ancak bununla birlikte evrensel dedi­ bir başkasına aktarılıyor olsaydı o ğimiz, insanın özünü yansıtan duy­ denli etkili olmazdı. gular gibi çok yoğun bir dramatik Doğrusu, bu soruyu sorarken, malzeme taşıyor. Mesela, Nâzım Hikmet'in getirdiği yorumdan, Ferhad'ın Şirin'e duyduğu aşkın, giderek toplumsallaşmasından söz edeceğinizi düşünüyordum. Oyun zaten bunun üzerine kurulu. Ama bundan ibaret değil. Oyunu bu boyutundan ibaret olarak görür,yalnızca bunun üzerine giderseniz, Ferhad ve Şirin kof bir 'dev'e, Mehmede Banu ve Vezir, giderek diğer oyun kişileri beyinsiz, ruhsuz, cüce özgürlere dönüşür. Oyunda 'insan' almaz. Oysa asal olan budur;insan. Mehmene Banu'nun sultanlığı, Vezir'in vezirliği, Ferhad'ın nakkaşlının, sevdası, Şirin'in saf, duru yüzü

Tiyatro... Tiyatro... 39


rostov f e s t i v a l i ' n i n ardından...

pe

cy a

Nihal Geyran KOLDAŞ

Ekaterinburg Tiyatrosu'nun sergilediği Dalgın Adam festivalin en ilgi çeken oyunlarından biriydi.

Bu yazı yalnız tiyatro ile ilgili olma­ malı. Tiyatro 'gerçek tiyatro' olabil­ diği o çok ender anlarda hayatımızın içinde de zamanı durduran bir 'an' yaratabiliyor. Artık seyirci için söz konusu olan bir 'estetik yaratı' filan değil. Kendi hayatında o an olan, gerçekleşen, gelişen, oyuncu ile paylaşılan 'gerçek' bir hayat 'an'ı. Bu yazı böyle birkaç 'an'ı anlatmalı. Rusya'nın güneyinde, A. Çehov'un doğduğu, büyüdüğü kente çok yakın bir kent Rostov. Moskova'da Parla­ mento bombalanırken Rostov'da ASlTEJ'in düzenlediği uluslararası bir tiyatro şenliği sürüyor. Tiyatroda nasıl kültürlerarası oluna­ bilir? Tüm kültürlerin kökenindeki ritüellerde ortak paydalar arayarak 40 Tiyatro... Tiyatro...

mı? Kendi konuştuğumuz dili geri çekerek, daha evrensel olduğu var­ sayılan görsel ve bedensel bir dille başka kültürlere ulaşmaya çalışarak mı? Bu yoldaki çabaların ürünlerini biz de son yıllarda Uluslararası İs­ tanbul Tiyatro Festivali'nde görüyo­ ruz. Rostov'da da "nasıl olmalı?" sorusu­ nun yanıtlarını vermeye çalışan 10 oyun izledim. Yalnızca ikisinden bahsedeceğim. İlk bakışta üslup ve sahneye yaklaşım açısından birbirin­ den uzakta duruyor gibi görünen bu iki oyunun ortak yanları, kendine ve sahne üzerine taşıdıkları "işlerine inanan ve bu yüzden bizim için de inandırıcı olan oyuncuları ve seyirci üzerinde hesaplan asla metinle

oyuncu arasında kurulan bağın önüne geçmeyen dramaturji anlayışı. Ev ne demek? Kendileri için önemli bir meseleyi bize açmak istiyorlar. Bir de bunu fark ettiğimiz ölçüde onları anlamak için çaba gösteriyoruz. İsveçli Skottes Müzik Tiyatrosu ve Rusya'nın Ekaterinburg kentinde Genç Seyirci Tiyatrosu. Her ikisi de (özellikle ikincisi) sözlerin de önemli olduğu bir metne dayandırmışlar oyunlarını. Her iki oyun da hem Rus seyirciler hem de festivaldeki yabancılar tarafından çok etkileyici bulundu. Bu bağ nasıl kuruldu? Biz 'yabancı' seyirciler belki söz dildeki tüm nüansları algılayamadı ama sahne ve seyirci arasındaki alışveriş köprüsü hem duygusal titresimler ve yarattığı düşünsel çağırışımlar açısından, hem de yaratılan atmosferin sahne ve salonu karşılıklı olarak etkilemesiyle çok sağlam olarak kuruldu. Belki de sorun, sözlü metin değil Sorun, sahne üzerine çıkan kişinin (aktörün) kimliği. Bu kimliğin arkasmdaki gereksinimleri. Yönetmen dramaturg-aktör üçlüsünün üç yaratıcı olarak kurdukları insani bağ. Yeni tiyatronun elinde kalan son kocanlı ve etik bir sanat olabilmek. Skoddes Müzik Tiyatrosu'nun elemanları, tüm topluluk üyeleri tarafından onay görmeyen hiçbir proje ele almıyorlar. Zaman zaman topluluk dışından yönetmenlerle çalışmalarına karşın tek bir 'artistik yönetmenleri' yok. Bu da hepsini, sürekli birlikte çalıştıkları, aynı zamanda müzisyen de olan teknisyenleri de dahil olmak üzere topluluğun sahibi


oluyor. Bu topluluk ile ilgili en iyi değerlendirmeyi belki de şu anda Rusya'nın yaşayan en önemli oyuncu yönetmeni sayılan Prof. Korogodsky yaptı: Oyundan sonra topluluğu kutyan yönetmen, "Bir yönetmen olarak sizin teknisyenlerinizin oyuncum yapmalarını ya da oyuncularımın onkadar oyuna sahip çıkmalarını çok isterdim." dedi. Saterinburg Tiyatrosu'nun oyunu Çılgın Adam ünlü Sovyet halk sanatçısı Samuil Marshak'ın dizelerinden oluşturulmuş. Ancak şiirleri an­ layamamak biz yabancı seyircileri hiç etkilemedi. Çünkü sahne üzerinde oyuncuların aksiyonu ile, reji ile, zekanın kullanımı ile yaratılan şiir bize öyle ufuklar açtı ki, daha fazlasını beklemedik bile. Ben bir yaratıcının, bir şairin hangi nedenle olursa olsun ona esin kaynağı olmuş yurDalgın Adam ünlü Rus Halk sanatçısı Samuil Marshak'ın dizelerinden oluşturulmuş.

pe

cy a

dundan kopuşun­ da, bir süre sonra yazamaz oluşun­ da kendi ülkemle ilgili birçok ben­ zerlik buldum. Bir insanın kendisi için ne kadar bık­ tırıcı, sınırlayıcı, kahredici de olsa doğduğu, büyü­ düğü, ilklerini ya­ şadığı, öğrendiği, neşeyi ve acıyı tattığı yurdu ile ilişkisinin ne ka­ dar karmaşık, yo­ ğun ve kimliği açı­ sından ne kadar belirleyici olduğu­ nu bir kez daha düşündüm. Bu oyun bunları mı anlatıyordu? Bil­ miyorum. Bugün dünyada milletle­ rin ve ırkların ye­ niden ve yeniden tanımlandığı, bü­ yük insan kitleleri­ nin mülteci olarak yaşamak zorunda Skottes Müzik Tiyatrosu'nun sergilediği Kurbağa ve Kaplumbağa bırakıldığı bir dö­

nemde birey için, içinde yaşadığı toplumla ilişkisini anlamaya çalış­ mak çok önem kazanıyor. Yaşan­ makta olan bu kaos içinde, düşün­ cemize açılan bir serin koridor oldu bu oyun. Benim için de önemli olan bu.

Her iki oyun da aslında tiyatro için yazılmamış metinlerden kaynaklan­ mış. Skoddes Müzik Tiyatrosu Ame­ rikalı yazar Arnold Lobels'in Kurba­ ğa ve Kaplunbağa Öyküleri'nden bir kolajı sahneliyor. Topluluk üyele­ ri sahneleme çalışmalarında bu kitaplardaki 'illüstrasyonlardan' çok etkilendiklerini belirttiler. Gerçekten de oyunculuklarında ve sahne plasti­ ğinde 'kitap resimleri havası' çok belirgin. Dramaturjiden ve oyuncu­ luklardan gelen seyirciyi saran 'hafif bir bilgelik' havasını üfürüyor bu tablolar. Topluluk sahne üzerine al­ dıkları teknisyen ve müzisyenleri ile yalın ve usta bir anlatımla 'gerçek dostluk, emeğin değeri, paylaşma­ nın verdiği kıvanç, huzurlu yalnızlık­ larımız, gündelik çay saatlerimizin hayatımızdaki önemli yeri' gibi 'mo­ dası geçmiş' konulara değiniyor. Ve çok iyi yapıyor!

oyunundan bir sahne

Tiyatro... Tiyatro... 41


tiyatro yasası, hangi bahara kaldı? (1)

a

Uludağ toplantılarında benimsenen düşünceler, karara bağlanan ilkeler, yeniden gündeme getirilmelidir. Bizler, o toplantılara katılanlar, başka kuruluşların, başka otoritelerin de desteğini alarak, konuyu gündemde tutmanın yollarını aramalıyız.

dı, kararlara bağlandı. Her kesimden temsilcilerin katıldığı se­ minere, Kültür Bakanlığı Müsteşar Yar­ dımcısı Gülşen Karakadıoğlu da katıldı, sorunların çözümü önerilerine akılcı katkılarda bulundu. Bakanlığın uzman danışmanları da notlar aldılar; özellikle yasal konularda aydınlatıcı şeyler söy­ lediler. Bizler, her kesimden toplantılara katı­ lanlar -yazarlar, eleştirmenler, öğretim elemanları, tiyatro yöneticileri, sanatçı­ lar, Bakanlık temsilcileri- şu üç konuda fikir birliğine vardık: 1- Genel bir tiyatro yasası taslağı ha­ zırlamak. Bu düşüncenin içinde, tiyatronun ne olduğu, ne olmadığının genel bir tarifi de yer alıyordu. Hakları neydi, görevle­ ri neydi? Devletin, genel anlamda, ti­ yatro yaşamına katkısı ne olmalıydı? Özellikle, ödenekli tiyatroların yönetici kadrolarının oluşturulması, sanatçıla­ rın uymaları gerekli ilkeler ve sahip olacakları haklar gibi, genel kavramlar karara bağlanmıştı. Ayrıca, ödenekli tiyatroların statüleri, belirlenen genel ilkeler çerçevesinde, kendilerine özgü yasalar ya da yönet­ meliklerle düzenlenecekti. 2- Tiyatro sanatçılarını şemsiyesi altın­ da toplayacak bir meslek odası kurul­

pe

cy

16-17-18 Ekim 1992 tarihle­ rinde T.C. Kültür Bakanlığı "Ulusal Türk Tiyatromuzun Ge­ leceği" ile ilgili seminerde "Türk Tiyatrosu Çerçeve Yasa­ sı" kapsamında bir komisyon oluşturarak üç gün süren ça­ lışmalarını gerçekleştirdi. Bu seminerde sunulan görüşler, öneriler bir karara bağlanma aşamasına gelmeden komisyo­ nun tekrar toplanması bekle­ nirken, Meclis'e sunulduğu, ancak henüz değerlendirmeye alınmadığı öğrenildi. Ana ge­ rekçesinin "Türkiye'de tiyatro sanatının bir bütünlük içinde gelişmesi ve yaygınlaşması, ülke kalkınmasında layık oldu­ ğu yeri alması açısından bir çerçeve yasa hazırlanması ge­ reği duyulmuştur." cümleleriy­ le ifade bulan bu yasa tasarısı­ nın hangi sebeple halen değerlendirmeye alınmadığının cevabını alana ve Tiyatro Ya­ sası çıkana kadar, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak mese­ leyi gündemde tutup, görüşleri aktarmaya, çeşitli panel, kon­ feranslarla yeni açılımlara platform olmaya devam edece­ ğiz. Recep B i l g i n e r Kültür Bakanlığı, ödenekli ve özel tiyat­ roların, kimliklerinin bir temele oturtul­ ması ve geniş kapsamlı bir "Tiyatro Ya­ sası" hazırlama girişiminde bulunmuş­ tu. İyi niyetli, Türk Tiyatrosu'nun gele­ ceğine yönelik bir girişimdi bu. Bu konuda, ortak ilkeler saptayabilmek için, bir yıl önce, Uludağ'da bir semi­ ner düzenlendi. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün çok iyi organize ettiği bu toplantıda, tiyatroların ve tiyatrocu­ ların sorunları ortaya döküldü, tartışıl­ 42

Tiyatro... Tiyatro...

ması öngörülmüştü. Bu meslek oda yasa tasarısı taslağı için, komisyon, keler belirlemişti. Böylece, sanatçı da bir düzen içinde, hakları ve görevlerini bilecekti. 3- Ayrıca, bir sanat kurulu oluşturması fikri de, karara bağlandı. Bu sav kurulu, öteki oluşumların üstünde, rafsız, sanat yetkisi taşıyan, genel tiyatro politikasını oluşturacak bir kurum olacaktı. Çalışmalarda alınan kararları içeren, de sonuç bildirgesi hazırlandı. Çalışmaların son gününde, Uludağ'a gerek Kültür Bakanı Fikri Sağlar, çalışmakla da elde edilen sonuçları beğendi ve benimsedi. Toplantılara katılanları kullandı. Düzenlediği basın toplantıların geleceğe dönük, umut verici açıklamalar yaptı. Hepimiz memnun ve umutla toplantıdan ayrıldık. Çünkü desteklemesi gereken Türk Tiyatrosu'nun geleceğini güvence altına almaya yönelen bir girişimdi. Bu konularda, Bakanlıkta, yasa tasarı hazırlandığını duydum. Bunlar hükümete sevk edildi mi, oradan Büyük Millet Meclisi'ne ulaştı mı, bilmiyorum. Bu aşamada benim önerim şu: Uludağ toplantılarında benimsenen düşünceler, karara bağlanan ilkeler, yeniden gündeme getirilmelidir. Bizler, toplantılara katılanlar, başka kuruluşların, başka otoritelerin de desteğini alarak, konuyu gündemde tutmanın yollarını aramalıyız. Hükümete, Büyük Millet Meclisi'ne, Türk Tiyatrosu adına, sesimizi duyurmalıyız. Sanırım, böyle destek, istenilen yasaların çıkarılabilmesi için bu iyi niyetli girişimlerin Kültür Bakanlığı'na da güç verecektir Y ı l m a z Onat

Tiyatro yasası üstüne çok yazdım. Yıldırım çekmek pahasına, en ısrarlı olan en açık seçik yazan, en 'riskli' çabaları yüklenen biri ben oldum galiba. Tiyatro


pe

cy

Yasası derken, gündemde olanın yalnızca Devlet Tiyatrosu Yasası olduğuğunu ben de biliyorum. Ama her şey bir anda olmuyor ki. Dahası, yetersiz görülen bu tasarının bile gerçekleşememesi tehlikeleri var. Oysa ben, tüm yetersizliğine karşın bu kadarının bile ülkemiz tiyatrosu için, hatta ülkemizdeki dile dayalı başka sanat alanları için de bir sıçrama getireceği inancını taşıdığımdan, Devlet Tiyatroları Yasası'nın bir an önce çıkması yönünde özel çaba göstermeliyiz, diyorum. Yani, ödenekli tiyatroların yapısındaki tek

a

Ama sanatsal ortam ve eleştiri ortamı ikircikli davranırsa, siyasal iradeye de kimsenin söz söyleme hakkı kalmaz. Bu son haktır üstelik, uyarmak istiyorum.

lar. Sonunda bütçe paylaşması kavga­ sı elbette olacaktır. Ama bu her uygar ülkede böyledir. Yalnız şu var: Bütçeyi paylaştıracak kurum özerktir; bizde de olabildiğince özerk olmalıdır. "Olabildi­ ğince" diyorum, dikkat ediniz. Yani, "benim şartlarım aynen yerine gelmeyecekse, hiçbir şey değişmesin", demi­ yorum. Çünkü böyle demek bence "mevcut statüko korunsun, gizli saklı ben bundan hoşnutum" demekle eşde­ ğerdir, bunu belirtmek istiyorum. Daha açık bir deyişle: Ülke sınırları darlığında, resmi yazarlık, medya ünlülüğü, show tatmini, seslendirme vb. yan gelirler, bir sanatçıyı mutlu etme­ ğe yetiyorsa, o sanatçı elbette ki statü­ konun değişmesini istemeyecektir. Ama sanatsal ortam ve eleştiri ortamı ikircikli davranırsa, siyasal iradeye de kimsenin söz söyleme hakkı kalmaz. Bu son haktır üstelik, uyarmak istiyo­ rum. Bu fırsat kaçırıldıktan sonra söy­ leneceklerin pratik bir değeri yoktur. Oysa diyelim ki bu benim kişisel tale­ bim, ben yalnız ülkem içinde değil, ül­ kem adına dünyayla tiyatro sanatı yarı­ şına girmek istiyorum ve hem kendimi, hem de ülkemdeki sanatçıları bu yarış için yeterli birikime sahip gö­ rüyorum. Bunun için bir an önce 'zor­ layıcı' yasanın çıkmasını özlüyorum. Çünkü yasa zorlayıcılığı olmaksızın iyi niyet denemeleri, tersine yanıltıcı bile olabilir kaygısındayım. Fazlasıyla açık koyuyorum belki her şeyi. Ama, bunu, karşı görüşlerin de aynı açıklıkta kon­ masını sağlamak amacıyla bilerek ya­ pıyorum. Şimdilik başka diyeceğim • yok.

merkezci işleyişin kırılıp, bağımsız birimler olarak, gerek ülkesel, gerekse dünya ortamında sanat yarışına girmeye zorunlu bir yapıya geçilmesi, ayrıntıların çok ötesinde bir soluk getirecektir, savındayım. Ve böyle bir aşama, bütün tiyatrolarımızı kucaklayacak genel bir tiyatro yasası talebini ister istemez gündeme getirecek, o düzeye de ister istemez varılacaktır inancındayım. Yeter ki ilk etapta, tam ödenekli tiyat­ rolarda birim sanat yönetmenleri -ister seçimle, ister atamayla hatta- ama mutlaka sınırlı sürelerle gelsinler ve birimler, hem bütçelerini kullanmada, hem repertuarlarında ve kadro oluşturmalarında, hem de ulusal ve uluslararası ilişkilerinde tam bağımsız olsun­

Özdemir Nutku

Ülkemizde, tiyatro konusundaki ilk ya­ sa 20 Mayıs 1940 tarihinde Büyük Mil­ let Meclisi'nde kabul edilmiş olan 3829 sayılı "Devlet Konservatuvarı Ka­ nunu"dur. İkincisi de, 1949 yılının Temmuz ayında yürürlüğe giren, 4441 sayılı "Devlet Tiyatrosu Kuruluşu Hak­ kındaki Kanun"dur. Bu yasa, kısa bir süre sonra düzeltilerek 5441 sayılı ya­ sa çıkarılmıştır. Devlet Tiyatroları, o zamandan bu yana aynı yasayla çalış­ maktadır. Aradan neredeyse yarım yüzyıllık diyebileceğimiz bir süre geç­ mesine ve önceki yıllarda birkaç kez yeni yasa tasarıları hazırlanıp B.M.M.'ne sunulmasına karşın, her gi­ rişim sonuçsuz kalmış, çağdaş Türk

Tiyatrosu'nu hızlı bir gelişime sokacak böyle bir yasa nedense bir türlü yaşa­ ma geçirilememiştir. Yeni bir tiyatro yasası 1992'den beri yeniden gündeme gelmiş ve 1993 yılı­ nın ilk yarısında, değişik kurumların temsilcilerinin katıldığı, Uludağ'da ya­ pılan bir toplantıda, Kültür Bakanı sa­ yın Fikri Sağlar'ın başkanlığında, enine boyuna görüşülmüştür. Kültür Bakanlığı'nın hazırlamış olduğu taslak üzerin­ de durulmuş, yeni öneriler getirilmiş ve bir komisyon kurulmuştur. Ancak bundan sonra komisyon işlevsiz kal­ mış, hiçbir toplantıya çağrılmamıştır. Bunun için birçok önerisi kabul edilmiş bir komisyon üyesi olarak, yasa tasarı­ sının son durumundan ve içeriğinden haberdar değilim. Kısa bir süre sonra da yasa önerisinin Meclis'e sunulduğu ancak Meclis'te ele alınmadığı haberi gelmiştir. Bu yüzden, her Meclis'e girdiğinde ka­ zaya uğrayan bu gecikmiş yasa üzerin­ deki düşüncelerimi yazmaktan başka bir şey elimden gelmiyor. Türk Tiyatro­ su'nu her şeyden önce ödenekli, ödeneksiz ayrımı yapmadan bir bütün ola­ rak düşünmek gerekiyor. Bu ilke olarak kabul edildiğinde, bir Devlet Tiyatroları Yasası'ndan değil, tüm tiyatroları kap­ sayan bir Türk Tiyatro Yasası'ndan söz etmek gerekiyor. Doğrusu da budur. Nasıl bir tek üniversite yasası varsa ve her üniversitede bu yasa uyarınca ken­ di yönetmeliğini hazırlıyorsa, ödenekli ve ödeneksiz tiyatrolar da Türk Tiyatro Yasası şemsiyesi altında kendi yönet­ meliklerini hazırlamalıdırlar. Her tiyat­ ronun birbirinden başka işleyiş özellik­ leri olabilir; bunlar yönetmelik ve yönergelerle düzenlenir. Bu temel ilkenin ışığında, ödenekli ti­ yatroların her şeyden önce yerinde yö­ netime geçmeleri gerekmektedir. Ye­ rinde yönetim, birçok yönden tiyatromuzun gelişmesine yararlı ola­ caktır. Özerklik başta olmak üzere, yö­ netim açısından büyük bir rahatlık sağ­ layacağı gibi, sanatsal rekabeti özen­ direcektir. Sanatsal rekabetse tiyatronun gelişme­ sinde en önemli etken olacaktır; ayrıca, tiyatroların işleyişlerine büyük bir hız kazandıracaklardır. Yerinde yönetilen her tiyatro ödeneğini, önerdiği prodük­ siyon ve projelere göre almalıdır. Bu­ gün verilen ödeneğin %95'i ancak sa­ natçı ve yardımcılarının ücretlerini karşılamaktadır. Oyunların hazırlanma-

Tiyatro... Tiyatro...

43


a

kültür perspektifine sahip olan uzman­ dır. Özel tiyatrolara devlet yardımı bir za­ manlar hayaldi. Devlet şimdi özel tiyat­ rolara da yardım ediyor. Ama yardım bugün de yeterli değil. Özellikle, tiyatro binası diyeceğimiz yapıların çok az ol­ duğu ülkemizde özel tiyatroların en bü­ yük sorunu yetersiz, uydurma binalar­ da çalışmak zorunda oluşlarıdır. Bu binaların bile kiraları astronomiktir. Ör­ neğin Dostlar Tiyatrosu gibi başarılı bir topluluğun altmışlı yıllardan bu ya­ na, bir yetersiz binadan başka bir uy­ durma binaya göç etmesi çok yıpratıcı bir durumdur. Öte yanda, bir başka özel topluluk, Ferhan Şensoy-Orta Oyuncular'ın bilet paralarını biriktirip eski Ses Tiyatrosu'nu onarması da övülecek bir şey, ama bu devletin sa­ nat politikası açısından da utanılacak bir durumdur. Özel tiyatroların ekonomik açmazları genellikle onların estetik çalışmalarına da yansımıştır. Bu açıdan Türkiye'de

pe

cy

sına ayrılan tutar da bütçenin %5'i ile gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Ay­ rıca sanatçılar aylıklı memur olmaktan Çıkarılmalı, birer yıl sözleşmeli olarak işe alınmalı ve gösterdikleri perfor­ mans oranında ücret almalıdırlar. Şu ya da bu nedenden sahneye çıkmayan­ ların, sözleşmeleri yenilenmemen. Bu­ na karşılık, işsiz sanatçılar için bir iş­ sizlik sigortası sistemi getirilmeli ya da bu sanatçılara ücretleri verilip tazmi­ natları kesilmelidir. Sanatçı, istekli ve rekabete hazır duruma ancak böyle bir sistemle gelebilecektir. Sanatın geliş­ mesinde en büyük etken de, bu alan­ daki "daha iyi olma" rekabetinde yerini alma çabasında izlenir. Oyunculuk mesleğini saygın ve ileri bir duruma getirmek için açık rekabete yer veril­ melidir. Bu açıdan, bu kurum resmi bir şirket kimliğini kazanmalıdır. Devlet Ti­ yatroları, ancak bu sistemle özerk bir duruma getirilebilir. Bir de, "memur sanatçı" deyimi yasadan çıkarılmalıdır. Sanatçıları memur statüsünde değil, dışarıdan sözleşmeli bir profesyonel olarak kabul etmek gerekir. Ödeneklerin saptanması için, üniversi­ telerin ilgili bölümlerinden, Tiyatro ve Televizyon Yazarları Birliği'nden, Ya­ zarlar Sendikası'ndan, TİYAP, TOBAV ve TODER gibi, burada adlarını anma­ dığım, bu konuyla ilgili diğer kuruluş­ lardan, derneklerden demokratik oyla­ mayla seçilen temsilcilerin oluşturdu­ ğu özerk bir "Sanat Kurulu" oluşturul­ malıdır. Geçen yüzyıldan kalma "Edebi Heyet" kalkmalıdır. Tiyatroya "edebi" değil, "ti­ yatrocu" Dramaturglar Kurulu gerekli­ dir. Ancak bizde dramaturgun işlevi tam olarak anlaşılmadığından, göster­ melik süs biberi kabilinden anlaşılmak­ ta, bu kişilere yalnızca oyun okutul­ makla yetinilmektedir. Oysa dramaturg, yalnızca oyun okuyup öne­ ren kişi değildir. O, sanat yönetmeni­ nin görüşü doğrultusunda tiyatronun sanat politikasını yürüten, hatta bazı konularda sanat yönetmeninin danış­ manlığını yapan, repertuarı hazırlayan, yönetmenin yorumuna uygun malze­ meyi toplayan, yazarın ve yönetmenin en yakın yardımcısı, tiyatro program dergisinin içeriğini saptayıp yayıma hazırlayan, basın ve halkla ilişkileri kotaran tiyatronun atardamarıdır. Bunun için de dramaturg adı verilen kişi, bir­ kaç yabancı dil bilen, tiyatro konusun­ da doktora yapmış, geniş bir sanat ve 44

Tiyatro...

Tiyatro...

ödeneksiz iyi tiyatro yapmak büyük bir özveri, emek ve sabır isteyen kutsal bir şeydir. Ama işte bu zorluklar da özel ti­ yatroların daha yaratıcı, daha dinamik ve daha girişimci olmalarına neden ol­ muştur. Sanat zor bir iştir. Ülkemizde bu işi profesyonelce yürütmek ise daha zor­ dur. Çünkü tiyatronun ne doğru dü­ rüst bir altyapısı vardır, ne de endüst­ risi. Tiyatro için gerekli olan temel malzemeler henüz ülkemizde imal edil­ miyor. Ülkemizde her türlü alet, yedek parça, armatür, hatta motor, uçak, ge­ mi, vb. endüstrisi, montaj ya da taklit yoluyla da olsa, var olmasına karşın, tiyatro için temel olan elektronik ge-

Türk Tiyatrosu'nu her şeyden önce ödenekli, ödeneksiz ayrımı yapmadan bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Bu ilke olarak kabul edildiğinde, bir Devlet Tiyatroları Yasası'ndan değil, tüm tiyatroları kapsayan bir Türk Tiyatro Yasası'ndan söz etmek gerekiyor. Doğrusu da budur. reçler, ışıldaklar, efekt aygıtları, makyaj gereçleri, ekleri, vb. hep dışarıdan ge tirtilir. Tiyatromuza yeni soluk getirerek ona dinamizm kazandıracak ve iyi oyuncu ya prim getirecek sistem, az önce de belirttiğim gibi, devletin prodüksiyonlara ödenek vermesi ve sanatçıları, sözleşmelerle bir sanat yarışına sokması dır. Böylece, 'memur sanatçılar yerine kendini her zaman hazır ve istim üstünde tutan sanatçılara, tiyatroyu ya şam biçimi olarak seçen, her an tiyatro soluyan ve tiyatro için yaşayan profesyonellere bırakacaktır. Tiyatromuzun sorunları yalnızca ödenek, bina, araç gereçle bitmiyor. Henüz tam anlamıyla etkin olan bir örgütlen me de yok. Dışarıda yazar hakkını yayınevleri koruyor ve savunuyor. Oysa bizde yazarı sömürenlerin başında yayınevleri geliyor. Sanatçının sosyal güvenliği henüz belirgin değil; işsiz kalan sanatçı yeni bir iş bulana kadar ya sürünmek ya da istemediği bir işe girmek zorunda. Sanatçı kimdir, kim değildir bunu denetleyen ve değerlendiren bir kamuoyu olmadığı gibi bir sendika ve kuruluş da yok! İleri ülkelerde gerek yazar ve sanatçı haklarının korunması için kurulmuş olan dernekler, birlikler gerekse yazarın hakkına saygı duyan yayınevleri ve tiyatronun özerkliğini zedelemeden onu denetleyebilen bir örgüt anlayışı bizim tiyatro yaşamımız da ışık tutabilir. Tiyatro yasası bütün bu sorunların yanıtını verecek biçimde hazırlanmalı ve Türk Tiyatrosu'ndaki kurumlaşmaya sağlamalıdır. (Sürecek)


cy a

pe


gerçek sanat yayınevi

kitapta tiyatro Hüsnü

ŞEN

Tiyatro yayımcılığının sorunlarını, üI-. kenin içinde bulunduğu genel sorun­ ların bir parçası olarak düşünüyorum. Ülkemizde tiyatro kitaplarını okuma geleneği gelişmemiş. Bu olgu diğer kitaplar için de söylenebilir. Ne var ki bunu tiyatro kitaplarında daha kesin çizgiler içinde gözlemliyoruz. "Tiyatro kitaplarıyla, tiyatro oyuncuları ilgile­ nir" gibi yanlış bir kanı egemen olmuş insanlarımıza. Bu yüzden tiyatro kitap­ larının satışı da şiir kitapları gibi, di­ ğer türdeki kitapların ardından gidi­ yor. Kültür Bakanlığı'nın yayınevlerinden bir bölüm kitap alması, tiyatro kitapla­ rı yayınlayanların sorunlarını kökten çözümler mi? Kuşkusuz parasal bir rahatlama sağlar. Ama bana göre, aslolan tiyatro kitaplarını (genelde tüm kitapları) okutmanın altyapısının ha­ zırlanması; bunun da eğitim ve kültür seferberliği içinde bir yeri olması, de­ mokratik kuruluşların ve aydınların çabalarıyla sağlam bir temele oturtul­ ması gerekir. Olaya günübirlik bakmadığımız zaman salt Bakanlık'ın ya da sağlanacak kısa vadeli başka desteklerin, tiyatro ya­ yımcılığının sorunlarını çözeceğine inanmıyorum. • Yayımcılık politikanız ne? Neden? Yayınevimiz, bugüne dek yüz yirmi adede yakın kitabı günyüzüne çıkardı. Bunların ikisi dışındakiler Türkiyeli ya­ zarlara aittir. Bu uygulamayı, yayın il­ kelerimizden biri olarak benimsedik. Ancak, listemizde edebiyatın diğer türlerindeki kitaplar çoğaldıkça, tiyat-

pe

cy a

Tüm zorluklarına karşın tiyatro üzeri­ ne yayıncılık yapan yayınevleri ailesi­ ne katılanlardan biri de, Gerçek Sa­ nat Yayınları... Yayınevi, tiyatro oyunlarını ayrı bir di­ zide ele alıyor. Dizide Türk oyun ya­ zarlarının yapıtları yer alacak. Yayıncı­ lık anlayışı ve çalışmaları üzerine yayınevinin sahibi ve yöneticisi Gün­ gör Gençay'la görüştük. • Tiyatro yayıncılığı nasıl başladı? Şükran Kurdakul'un 1990 yılında ya­ yınladığımız Zindandaki Şair adlı ki­ tabıyla, tiyatro yayıncılığının kapısını açtık. Bu yıl da Tuncer Cücenoğlu'nun yönetiminde, bu girişimi daha sistemli olarak yaşama geçirmeye başladık. • Tiyatro yayımcılığının, yayımcılık yaşamımızdaki yeri sizce ne durum­ da? Yayınevlerinin çoğunluğu, tiyatro ki­ tapları basımına rağbet etmemekte. 677 yayınevinin çıkardığı kitapları ta­ radığımda, ancak on beş kadarının ti­ yatro kitaplarına yer verdiğini gör­ düm. Kaldı ki bunların da bir bölümü banka ya da resmi kurumlar, bir bölü­ mü de günümüz yazarlarının yapıtla­ rından oluşmayan, yayınını bir-iki ka­ lem üzerinde yoğunlaştırmış yayınevleri. Bu olgu, tiyatro kitaplarının, hem Türkiye'deki yayımcılık paydasından ne denli küçük bir pay aldığını; hem de genel yayın içindeki yerini açık bir biçimde gösteriyor. • Tiyatro yayımcılığının sorunları neler?

Ziya

ro türünün eksikliği ve ihtiyacı daha belirgin olarak ortaya çıktı. Yayın bü tünlüğünü sağlayabilmek için de bu yıl tiyatro kitaplarına hız verdik. Çünkü biz, ülkemiz gerçeklerinin sanatçı ve bilim adamlarımız tarafından ele alındığında, nitel bir aydınlanmayan ve sorunlarının da sağlıklı bir çözüme kavuşacağına inanıyoruz. Bu bağlamda folklor ve tiyatro gibi halkla organik bağlamlı sanatlara daha ağır bir sorumluluk düşmektedir. Çünkü onların, halka yardakçılık yapmadan, işlevlerini olumlu bir biçimde gerçek leştirmesi, hem halkı ileriye doğru adım attıracak, hem de diğer sanat türleriyle buluşup kaynaşmasını sağ­ layacaktır. Bu anlayışımız çerçevesinde yayın po­ litikamız: Maddi ve manevi potansiye­ limizi insanlarımızın hizmetine akıt­ mak olarak tanımlanabilir. • Yeni projelerinizden söz eder mi siniz? Satırbaşları olarak şöyle özetleyebili­ rim: Tiyatro yayımcılığını sürdüreceğiz. Tüm kitaplarımızı, geniş çaplı, bire bir ilişkilerle okuyucuya ulaştırmayı amaçlıyoruz. Özellikle öykü, roman ve tiyatro tü­ ründeki kitaplarımızı, dış ülkelerdeki yayınevleriyle anlaşarak yurtdışına ta­ şırmayı hedefliyoruz. • Eklemek istediğiniz başka bir şey yar mı? Ülkemizde, insanı, yaşamı ve güzellik­ leri kucaklayan yazılar ve yazınerleri çoğalsın dilerim.


paris

mektubu

G e o r g e s DANIEL

pe cy

a

Bu m e v s i m i n g ü l d ü r ü çağlayanına yeni katılan çok başarılı bir temsili, PALAISROYAL t i y a t r o s u n d a s e y r e t m e k m ü m k ü n . Silence en Coulisses! ("Perde A r k a s ı n d a H e r k e s S u s s u n ! " diye de çevrilebilir). 1933'te L o n d r a ' n ı n bir k e n a r m a h a l l e s i n d e d o ­ ğan Michael Frain'in bir yapıtı. Bir y a n d a n tiyatro için k e n d i y a z d ı ğ ı ya da İngilizceye çevirdiği, bir y a n d a n da televizyon için kaleme aldığı çok sayıda o y u n l a r d a n baş­ ka, film senaryoları, r o m a n l a r ı ve h a t t a bir felsefi d e n e m e s i var. Bu o y u n u n u b e n i m Paris'te g ö r d ü ğ ü m a k ş a m , kendisi d e seyircilerin a r a s ı n d a y d ı v e s o n p e r d e k a p a n ı n ­ ca, h a l k yalnızca o y u n c u l a r ı ve y ö n e t m e n i değil, o n u da çılgınca alkışladı. Y ö n e t m e n , Jean-Luc M o r e a u , bu a l a n d a k i ustalığının nefis bir ö r n e ğ i n i bu sefer de v e r m i ş . H e r rol için seçtiği sanatçıların herbiri s a n k i sırf o kişiyi c a n l a n d ı r m a k için bu mesleğe g i r m i ş ka­ d a r başarılı! Bir de temsilin t ü m ü n e , ilk anın­ d a n son saniyesine k a d a r , öylesine baş d ö n d ü ­ r ü c ü (ama aynı z a m a n d a seyirciyi inandırıcı hızlı bir t e m p o aşılamış ki, F r a y n ' ı n yapıtı, ben­ ce bir kasırga gibi s a h n e d e n gelip geçiyor! B u n ­ d a n 11 yıl önce Paris'in b a ş k a bir t i y a t r o s u n d a d a değişik bir adla b ü y ü k başarı k a z a n a n b u o y u n u n k o n u s u şöyle de özetlenebilir: Yetenek­ siz, yarı-amatör bir g r u p o y u n c u y a , t a ş r a n ı n çe­ şitli k e n t l e r i n d e o y n a n a c a k bir o y u n d a rol veril­ miş. Y ö n e t m e n i n yetenekleri o n l a r ı n k i n d e n d a h a p a r l a k değildir! İlk p e r d e d e , o y u n u n e n son p r o v a l a r ı n d a n birini g ö r ü y o r u z ; o y u n c u l a r da y ö n e t m e n de birer beceriksizlik anıtı! İkinci p e r d e d e , aynı b ö l ü m ü n , bir ay s o n r a , belki b ü yük bir h a r i t a d a adı bile g e ç m e y e n k ü ç ü k bir kentte, yaşlılardan o l u ş a n seyirciler ö n ü n d e temsilini izliyoruz. Ama bu sefer s a h n e gerisinde, d e k o r u n a r k a s ı n d a y ı z . O y u n c u l a r ı n v e yö­ n e t m e n i n k e n d i a r a l a r ı n d a k i akıl d u r d u r a c a k | k a d a r karışık ve her t ü r l ü meslek s a y g ı s ı n d a n uzak ilişkilerine ve b u n l a r ı n temsili sürekli bal­ talayan s o n u ç l a r ı n a tanık o l u y o r u z . Ü ç ü n c ü Jean Luc Moreau p e r d e d e ise, iki ay sonra yine aynı b ö l ü m , tabii başta g ö r d ü ğ ü m ü z d e k o r u n içinde, b u kez d e ü l k e n i n a z t a n ı n m ı ş k ü ç ü k kentlerin­ d e n b i r i n d e , y ü z ü n c ü defa o y n a n ı y o r ; a m a geçen haftalar içinde o y u n c u l a r ı n arasın­ d a k i a n l a ş m a z l ı k l a r ve gerginlikler öylesine artmış ki, o y u n u n h a k k ı n ı v e r m e k artık hiçbirinin u m u r u n d a bile değil! K e n d i dertleri kafalarını o denli allak b u l l a k e t m i ş ki, temsilin temsile b e n z e r hali k a l m a m ı ş ! A m a gerçek şu ki; z a t e n a h ı m ş a h ı m bir özelli­ ği o l m a y a n bu o y u n , d a h a ilk Temsilinden, bu yeteneksiz, sanatçılar ve k e n d i n i be­ ğ e n m i ş zıpçıktı y ö n e t m e n y ü z ü n d e n z a t e n g ü m e gitmişti! Kısacası, Silence e n Coulis­ ses!, t i y a t r o içinde tiyatro. Bir temsile katkısı olan çeşitli e l e m a n l a r ı n k a r i k a t ü r i z e edilerek yansıtılması. Tabii ki bu gösterilenler gerçeğe u y g u n bir ö r n e k değil. Eğer bu m e s l e k t e yalnızca b u tür sanatçılarla b u tür yapıtlar s a h n e l e n s e y d i , tiyatro d e n e n ne­ fis olay ç o k t a n t a r i h e karışırdı! Jean-Luc M o r e a u ' n u n yeteneği s a y e s i n d e bu çok eğ­ lendirici o y u n nefis bir şekilde s a h n e y e k o n m u ş . Sanatçıların t ü m ü çok yetenekli, çok başarılı. M a d e m ki b u r a d a h e p s i n i n adını s a y m a k imkansız. Hiç o l m a z s a Eva adlı ka­ d ı n o y u n c u y u c a n l a n d ı r a n gençliğiyle, güzelliğiyle ve canlılığıyla dikkati özellikle çe­ k e n Julie A r n o l d ' u n başarılı o y u n u n u belirteyim. Coşkun TUNÇTAN Tiyatro...

Tiyatro...

47


yabancı yönetmen yerli yönetmen ve tiyatromuz

a

re, yabancı yönetmenlere sunduğu­ muz imkanların ne kadarını sunuyo­ ruz? Coşkun Büktel: Bu konuda bir seyirci olarak konuşuyorum. Dışarıdan yönet­ men gelmesi iyi de olabilir kötü de, örnek verecek olursam Heifetz'in Moliere ya da Kara Komplo'sunu beğen­ dim. Devlet Tiyatrosu'nda şu anda oy­ nanan Kassandra isimli oyununun o büyük sahneyi hâlâ işgal ediyor olma­ sı bana vatana ihanet gibi geliyor. Kassandra'yı seyrederek ne anlattığını anlayabilen biri var mı merak ediyo­ rum; ayrıca estetik de bulmadım. Bir oyun bir şey anlatamadığı sürece es­ tetik de olamaz. Buradan da anlaşıldı­ ğı gibi yabancı yönetmenlere ne karşı­ yım ne de yandaşım. Yöneticilerin yabancı yönetmen getirirken bütün eylemlerinin olduğu gibi bunun hesa­ bının sorulacağının bilincinde olmaları gerekir.

pe

cy

27 Kasım 1993 Cumartesi günü 13 Kasım'da açılan Evrensel Kültür Mer­ kezi'nde Yerli Yönetmen Yabancı Yö­ netmen ve Tiyatromuz başlıklı bir pa­ nel düzenlendi. Mehmet Esatoğlu'nun yönettiği panele Oyun yazarı Coşkun Büktel, İstanbul Devlet Tiyatroları Mü­ dürü Sema Çeyrekbaşı, Devlet Tiyat­ roları Yönetmenlerinden Özgür erkekli ve Yönetmen, kuramcı Yılmaz Onay katıldı. Evrensel Kültür Merkezi'nin bandı çözüp özetlediği bölümü aktarı­ yoruz. Mehmet Esatoğlu: Bu sezon perdele­ rimizin çoğu yabancı yönetmenlerle açıldı. Özellikle ödenekli tiyatrolarımız­ da bu çok. Bununla birlikte yeni bir tartışma başladı; birincisi her şey ithal edildiği gibi yönetmenler de mi ithal edilmeye başlandı. İkincisi yabancı yönetmenler tiyatromuza ne getirecek, acaba biz onların seçiminde doğru kri­ terlere sahipmiyiz. Çağrılan yönet­ menlerden yeterince yararlanabiliyor muyuz? Üçüncüsü, davet ettiğimiz yö­ netmenlerimize istedikleri olanakları sağlayabiliyor muyuz? Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de yabancı yönet­ menler gelirdi ancak son yıllarda bun­ da büyük bir artış oldu. Seçimler ko­ nusunda acaba hangi kriterler söz konusu; seçtiğimiz yönetmenler kendi getirdikleri projeleri burada ne kadar uyguluyorlar? Bu konuda ülkemizde önemli problemler var; prova salonu olmayan sahnelerimiz bulunuyor. On­ lardan kısıtlı saatlerde prova yapmala­ rını bekliyoruz. Bu bizim profeseyonel koşullarımız için gerekli. Peki bizim bu koyduğumuz koşullar onlara ne kadar uyuyor. Bunlar öyle problemler ki, sağlıksızlık dışarıya bile yansıyor. Kendi ülkelerinde yapıp çok başarılı oldukları projeler burada düş kırıklığı yaratabiliyor. Bir de yerli yönetmenle­ rimiz var. Acaba biz yerli yönetmenle­

48

Tiyatro... Tiyatro...

Sema Çeyrekbaşı: oyunun yönetmeni Shahroo, Roma Deneysel Tiyatro'nun kurucularındandır. Tiyatro Festivali'nde gördüğüm Pluto ve Gılgamış'tan sonra idarecilik görevi alınca peşlerine düştüm ve onları Türkiye'ye getirttim. Fakat bir talihsizlik oldu, on­ lar uçaktan indiği anda AKM'deki bü­ tün salonların ve fuayelerin Diabet Kongresi için işgal edildiğini öğren­ dim. Ardından Askeri Şura ve bilgisa­ yarcılar işgal etti. Dolayısıyla bu yö­ netmenlerle yaptığımız altı haftalık anlaşmanın dört haftası sahnesiz geç­ ti. Onlar deneysel tiyatrocu oldukları için her şeyi denemek istiyorlardı. Sahnelerin işgalini hiç anlamadılar. Bu yüzden Kassandra yönetmeni ekibini odalardan odalara, koridorlardan kori­ dorlara sürükleyerek çalıştı. Sahnede­ ki ilk akış provası 'premier' günü ol­ du. İdareci olarak bu durumdan iyi bir ders çıkarttım. Kısıtlı bir sürede ya­

bancı yönetmeni getirtip sahnesiz bı rakmamak gerekiyor. O bir hata oldu Ayrıca bir iç eğitim olması amacıyla ışıkçısı, koreografı, müzikçisi ile birlik te ekip halinde gelmelerini sağladık bir ekip yaratısı söz konusuydu. Bu anlamda son derece faydalı oldular Biz tayinen görevlerimizi yapan bir ku­ rum olduğumuz için, tayinen yapılan işler çok da kaliteli olmuyor. Bunun yanı sıra Fransa'dan bir yabancı yönetmen daha gelecek ve Moliere koya­ cak. Yılmaz Onay: Kassandra oyununda ana sorun, tekst seçimi mi yoksa ya­ bancı yönetmen mi? Bunu bir yerli yö­ netmen yapsaydı kötü de olsa böyle bir sorun çıkacak mıydı? İkinci olarak Coşkun Büktel Kassandra'yı beğenmiş olsaydı, böyle bir sorunun temeline in­ memiz gerekmeyecek miydi? Devlet Tiyatroları'ndan daha önce yabancı yönetmen getiren Şehir Tiyatroları kla­ sik oyunların neredeyse hepsi yabancı yönetmenlerce sahneleniyor. Bu adeta gelenek haline geldi. Hesap vermek meselesine gelince, yalnız sanat ala­ nında değil, her alanda herkes her yaptığının hesabını vermelidir, herkes de her yapılanın hesabını sormalıdır Ama bu hesabın soruş biçimleri, bun­ ların platformları ve formülleri nedir. Yaratıcı ve etkili olacak şekilde bu he­ sap sormanın düzeyi nasıl olmalıdır. Buradan giderek de sanatsal işleyişin kurumlaşmaları nasıl olmalı. Biraz bunlar tartışılmalı. Evrensel Kültür Merkezi: Yerli yönet­ men meselesine gelelim. Türkiye'de yönetmen yetiştiren bir kurum yok. Hiçbir tiyatro okulunun bu konuda bir çabası da yok. Bizim yönetmenlerimi­ ze de aynı olanaklar tanınmalı. Yurtdı­ şında ki uygulamaları görmeleri, ya da oralardaki yönetmen okullarına gitme­ leri sağlanmalıdır. Yurtdışına kendi


düzeyine gelebilmiş midir ona bakmak lazım.Sanat tiyatrosundan kastımız yaratıcısı belli olan demektir. Gelenek­ sel tiyatromuzun sanat tiyatrosu düze­ yine gelemediği bir aşamada, Muhsin Ertuğrul'un ağırlığına dayanarak, Batı Tiyatrosu modeli ülkemize getirilmeye çalışılmıştır. Bunu geleneksel tiyatro­ muzun hiçe sayılması veya yok edil­ mesi şeklinde eleştirmek mümkün. Ama buna karşılık tiyatronun sanat olarak kurumlaştırılması anlamında da değerini ve hakkını vermemiz lazım. Bütün yeni gelişmeler yanlışı ve doğ­ rusuyla birlikte oluyor. İstanbul Şehir Tiyatroları olarak gelişen o sürece kar­ şı da Devlet Tiyatroları oluşumu başlı­ yor. Giderek Devlet Tiyatroları oluşu­ mu Şehir Tiyatroları'nı sanki geleneksel tiyatromuzmuş gibi görme eğilimine giriyor. Bizim öğrencilik yıl­ larımızda, Devlet Tiyatroları'nın kendi­ ni dondurup daralmaya girdiği nokta­ da, Şehir Tiyatroları daha da gerilemiş durumda olduğu için ikisinin tanışıp karşılaşması, çatışması noktasına ge­ lindi. İkisinin birbirini tanımasının bazı yararları oldu. Bu bir köprü vasıtasıyla gerçekleşti: Başlı başına bir hareket oluşumuna varmış olan öğrenci tiyat­ roları ve amatör tiyatrolar. Amatör ti­ yatrolar o zaman gerçekten bir alter­ natifti. Sanatçı potansiyeli, sanatçı kapasitesi olan ve bunu mutlaka bir tez, bir uygulama olarak getirmek iste­ yen, bu anlamda biraz da dünya sana­ tı ile ilişkileri olan kişiler ancak amatör tiyatro olarak kurumlaşabiliyorlardı. Örneğin Genç Oyuncular, Gençlik Ti­ yatrosu gibi topluluklar Devlet Tiyatro­ ları ile Şehir Tiyatroları arasında köprü kurmuştur. O oluşum İstanbul Tiyatro Festivali'ni oluşturmuştur yıllarca. İs­ tanbul Tiyatro Festivali'ne o zaman şimdiki festivalden çok daha fazla sa­ yıda yerli ve yabancı topluluk katıl­ maktaydı. Oradan özel tiyatrolar potaniyeline .gelinmiştir. O potansiyel farklı yazarlar yetiştirmiştir. Ondan sonra tekrar bir donma, tekrar bir içine ka­ panma başlıyor. Özel tiyatroların eroz­ yona uğratılması, Devlet Tiyatrola­ rı'nın giderek çok genişlemiş bir merkezi yapıya ulaşarak gelişemez du­ ruma; Şehir Tiyatroları'nın yerinden yönetim deneyiminin önünün 12 Ey­ lülle birlikte kesilmesiyle bir gerileme başlamıştır. Biz burada yeni denen bir şeyi bütünüyle dünyada da yeni zan­

pe

cy a

olanaklarıyla gidebilmiş yönetmenlerimiz var. Onların oyunları birçok yerde oynanmakta. Bu yıl ilk kez bir tiyatro oyunu koymuş Özgür Erkekli var. Bir metni sahneye koymak için ne gibi çabalarda bulundu? Özgür Erkekli: Bir şeyler anlatma dergimiz olduğu için bu oyunu çalışmaya başladık; tayinen yapmadık bu oyunu. Yeniden Yapılanma Pilot uygulaması Çerçevesinde bir çalışma grubu oluşturduk. Bu oyunu gruba ben götürdüm ve arkadaşlarım tarafından kabul gördü. Sonra da Genel Müdürlük ve İstanbul Müdürlüğü tarafından imkân alanındı. Benzer problemlerle biz de karşılaştık. Ben bu mesleğin içinde uzun yıllar bulunduktan sonra bu imkanı elde ettim. Yabancı yönetmen yerli yönetmen gibi bir ayırım söz konusu olmaması gerektiği düşüncesindeyim. Ayrıca ödenekli tiyatroların görevleri açısından bir alış veriş de muhakkak gerekli. Bunun iki boyutu var. Bir de seyircinin bakış açısına göre yarar, yaramaz tartışması bir ve bu çalışmanın içinde bulunan insanların eğitimi. Bu konuda ilkesel bir saptamaya gitmek zor. Gelecek olan yönetmeni de tartmak gerekiyor. Ama insanların her zaman aynı verimlilikte alması da beklenemez. Salondan: Tiyatro dramaturjisiyle, oyunculuk anlayışıyla, sahneleme anlayışıyla, yönetmeniyle, seyircisiyle bir bütündür. İyi ürünün ortaya çıkmasını herkes ister ama ürün üzerinde tartışma yürütmek yanlıştır. Yerli-yabancı tartışması, tiyatroda kadro-yönetmen ilişkisi, tiyatronun bütünülüğünde yömetmenin işlevi ne olmalıdır gibi bir tartışmanın üzerine oturmalı. Ancak Türkiye'deki birtakım dinamiklerin varlığında ve bir çerçeve oluştuğunda dışarıdan yönetmenlerle bir şeyler yaalabilir. Evrensel Kültür Merkezi: Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde de bu tartışmalar var. Yabancı yönetmenler getiririp konservatuvarlar kurdurulunca onların geleneksel tiyatromuzdan çok az yararlandıkları, hatta onu dışladıkları tartışmaları var. Daha sonraki yıllarda Muhsin Ertuğrul'un tavrı daha farklıydı. Sansasyon yaratmak yerine sürekli sahnelerdeki problemleri izleyip ona göre eğitmenler getiriyordu. Yılmaz Onay: Bir defa geleneksel tiyatromuz gerçekten sanat tiyatrosu

nediyoruz. Hiç de yeni olmayan pek çok şey tekst olarak da, sanatsal tu­ tum ve sahne uygulaması olarak da hiç de yeni olmayan, hatta Batı'da tü­ kenme, eskime noktasına gelmiş olan şeylerin bizde gerçekten yeni gelişim­ ler olduğu yanılgısı var. Bu yeni dene­ yimleri de yapabilecek yerli yönetmen­ lerimiz varken eğer bir yabancı yönetmenler modası başlatılıyorsa, o zaman bunu eliştirmek gerekir. Bu kendi potansiyelini görmeyip reddedip ihtiyacını çok sağlıklı olmayan bir yol­ dan karşılama çabasıdır. Yabancı yö­ netmenlerle de temasın olması lazım, kuşkusuz. Ama bizden yönetmenlerin de dünya tiyatrolarında oyun sahnele­ mesi biçiminde bir karşılıklılığın sağ­ lanması bunun ideal şeklidir. Ekip eki­ be, ülke ülkeye ilişki bu tarzda kurulmalıdır. Bunun evvelinde dünya tiyatrolarının Türkiye'de daha fazla oy­ nayarak tanınması, bizim ürünlerimi­ zin de olabildiğince dünya festivalleri­ ne katılarak dünya ile bir yarış içine girmesi gereklidir. Bu düzeye geldiği­ miz zaman yerli-yabancı yönetmen tartışması gerilerde kalacaktır. Ama bu düzeye de bu merkeziyetçi yapılarla ulaşılamaz. Devlet Tiyatrolan'nın şu sıralarda yeniden yapılanma çabaları içinde bulunan yirmi dört birim oldu­ ğunu düşünelim. Sanat yönetmeniyle, repertuarıyla, her şeyiyle bağımsız ol­ duğunu düşünelim. Olması gereken bu. Bu genişlikte düşündüğümüz za­ man diyelim ki Kassandra'yı, herhangi bir birim seçmiş olacaktır. O birim başarısızlığıyla başarısıyla kendi yaptığı işin hesabını verecektir. Bir de bunla­ rın her birinin yurtiçinde, yurtdışında oynadığı oyunlarla, katıldığı festivaller­ le ve yurtdışından gelen yirmi iki tane başka yabancı topluluğun ürünleriyle hesaplaşarak çok daha iyi karar vere­ bileceğiz. Dünyanın neresinde yeni adına artık yeni olmayan, eskimenin, tükenmenin getirdiği sorunlar yaşanı­ yor? Ama yine de onun içinde, iç çatışmasıyla metnin özgün anlatımına, mesajına yani seyirciyle somut ileti­ şimde ne verip ne aldığına dayalı, aya­ ğını yere basan çabalar da var. Bunlar­ la karşı karşıya geldiğimiz zaman sorunlara gerçekçi çözümler bulabile­ ceğiz.

TIYATRO... TIYATRO... 49


Deniz DEMİRKANLI

bir opera y a p a l ı m

pe

cy a

Dün Bir O p e r a Yapalım'a gitmiştik babamla, daha önce de gitmiştik. Hadi bize de anlat dediler önce. Tam anlatmaya başladım, Nalân sorular sordu, sıkıldım ben de anlatmadım, gittim ben de babama anlattım. Bir çocuk vardı. O çocuğu bacaya sokmuşlardı, temizlikçi adamlar geldiler, sonra onu zorla bacaya attılar. Çocuklar geldi, ipleri çeke çeke, hepsi çekti. Çocuk ipe tu­ tundu, kızlar da çekti, çocuk da bacadan aşağıya düştü, kurtuldu. Üstü başı kapka­ raydı. Küveti getirdiler, koydular, herkes yıkadı. Ama seyirciler değil, öbürküler yıka­ dı. Çocuk temizlendi. Onları çıkarıp, başka elbise giydirdiler. Aslında yıkamadılar, şakadandı, perdeyi örttüler soyun­ du, öbür kıyafetini giydirdiler. Daha önce şişman bir adam bir şarkıyı anlattı. Opera ne demek diye sormuştu babam da önceden, işte onu anlattı. Şar­ kıları başka türlü söylüyorlar opera olun­ ca, uzatarak söylüyorlar. Opera, şarkılı tiyatro demek. Sahnede köpek bile vardı. Sonra erkekler böyle bir eli önde bir elini de arkaya koydular eğildiler, kızlar da böyle, elleri yanda, asker gibi eğildiler. Seyirciler alkışladı, biz de alkışladık. Bir Opera Yapalım, Çocuk Operası, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Deniz Demirkanlı; 5.5 yaşında, yazı bant çözümüdür. 50 Tiyatro... Tiyatro...


a

pe cy


a

cy

pe


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.