ARTVIN’DE
Artvin’in yaşlılarından... Kuşlar şarap içer mi, Kedi terle biçer mi Nişanlı oldum diye, Sevda benden geçer mi? Gittun gurbeti gezdun, Madenin fukarası Gene cebinde yoktur, Bir güzelin parası (Hopa - Xigoba Köyü) “Sen poşasın senin bizim kızla işin ne diye!’’ oysa ki beni dövenler de kendi komşularımızdı. (Hopa - Merkez) Kızlarla erkekler beraber oynardık. Ayrım yoktu. (Sarp - Sınır Köyü) Biz dilimizi adetlerimizi unutmuşuz. Bir tek giyim kalmış. Yazma takarlar beyaz yazma var bizde. Annem yıllarca devlet memurluğu yaptı beyaz oyalı yazması ile. Renkli giyinmeyi severler. Hemen çingene derler. (Kemalpaşa) Biz çocukken daha korunaklı olduğu için kapı önlerinde oynardık. Annelerimiz de kapı önlerinde otururdu. Biz oyunlarımızı Lomlarla oynardık. (Artvin - Merkez) …Günümüz çocuklarına Gürcistan’a gittiğimizde onları kırmamak lazım, “Hristiyansın, yanlış yapıyorsun” dememek lazım. (...) Çünkü sana nasıl davranılmasını istiyorsan, ötekilere de öyle davranmalısın. Sınırdan geçip gelseler, iyi insanlarsa anlaşırız! Ben yapamam, benim yeteneğim yok… Herkes benimle dalga geçer. (Şavşat’ta çocuklar)
KÜNYE Barışa Oyna, BoMoVu Derneği çalışmasıdır. Bu kitap, BoMoVu tarafından Şubat 2019’da İstanbul’da basılmış ve yayımlanmıştır. Bu kılavuz, içeriği değiştirilmeksizin ve BoMoVu kaynak gösterilerek çoğaltılabilir.
Orijinal fikir: Nil Delahaye ve Eleni Diker Metin: Alçay Çelik, Nil Delahaye, Emre Çetin Gürer, İlknur Hacısoftaoğlu, Selçuk Açıkgöz ve Cansu Kılınçarslan Metin düzeltme: Gülcan Küçük Resimleyen: Karen Fung Tasarım: Gözde Mimiko Türkkan Mizanpaj: Aysel Kazıcı
Destekleyenler:
Bu kitap, Canada Fund for Local Initiatives ve Women Win destekleri ile hazırlanmıştır. Bu kitabın içeriğinin sorumluluğu tamamıyla BoMoVu’ya aittir.
İÇİNDEKİLER Önsöz
4
Giriş
5
I - ARTVİN’İN GEÇMİŞİ VE BUGÜNÜ 8 1 - Artvin’den Kültürel Çeşitliliğe - Emre Çetin Gürer 10 2 - Artvin’in Eski Çocukları - Alçay Çelik ve Nil Delahaye 14 3 - Artvin’de Geçmişin Çocuklarının Toplumsal Cinsiyet İlişkileri - İlknur Hacısoftaoğlu 18 II - BARIŞA OYNA METODU 22 4 - Barışa Oyna Nedir? - Nil Delahaye 24 5 - Barışa Oyna’da Eleştirel Pedagoji - Selçuk Açıkgöz 30 6 - Çocuklar ile Sözlü Tarih Yöntemi - Cansu Kılınçarslan 38 7 - Çocuklar, Fiziksel Aktivite ve Toplumsal Cinsiyet - İlknur Hacısoftaoğlu 44 III - ARTVİN’DEN OYUNLAR 50 1 - Çatı Başında Çırağı 2 - 32 Yılanı Evirdin Çevirdim 3 - Koco 55 4 - Biz 57 5 - Cüz 59 6 - Cilika 61 7 - Surux 63 8 - Kız Taklası 66 9 - Yüzük Kimde 68 10 - Tombilis 71 Teşekkür
72
51 53
ÖNSÖZ Barışa Oyna projesi kapsamında gittiğimiz Artvin yolculuğunda, Barışa Oyna’nın il il yayılması için bir serüvenin devamını gerçekleştiriyor olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. 2016’dan bu yana gittiğimiz her kasabada ve her köyde yeni bir çocukluk anına değmenin sevinci ve hüznüne ortak oluyoruz. Sınırın çekilmesiyle Sarp köyünün ve diğer köylerin nasıl bir bilinmezlik içinde kaldıklarını ve ‘öteki tarafa’ dair hikayelerini belleklerimize alarak yol alıyoruz. Tellerin ayırdığı çocukların, bir gün bir arada olacaklarına dair inancımızla ve barışa olan özlemimizle bunu gerçekleştirirken, gücümüzü Barışa Oyna’nın gücünden alıyoruz. Amacımız, çocukların dillerinin, kültürlerinin değerli olduğunu hatırlatmak. Unutturulmaya yüz tutmuş dillerini, oyunlar aracılığıyla yeniden yüksek sesle konuşabilmeleri için cesaretlendirmek istiyoruz. Bu oyunları, kültürün temsiliyeti olarak gördüğümüz, kendi dedelerinden ve ninelerinden dinliyor ve dinlediğimiz oyunları bugünün çocukları ile oynuyoruz. Bildikleri oyunların isimleri bugün farklı olsa da oynarkenki mutlulukları ve merak dolu gözleri söz söylemekten çok daha kıymetli oluyor. Gürcistan’nın, Hemşin’nin, Kars’ın oyunlarını oynayan Şavşatlı çocuklar, komşu ilçeleri ve ülkeleri tanıyor. Sınırın ayırdığı çocuklar tel örgülerin varlığına oyunlarla cevap oluyor. Biz büyüklerin inanmakta zorlandığı bir arada yaşamı Gürcistan’nın oyunlarını oynarken inşaa ediyorlar. Onların hislerine ortak olarak savaşın değil barışın, üretmenin, birlikte öğrenmenin mümkün olduğunu görüyoruz. Barışa Oyna’nın bizim için önemini tekrar tekrar hatırlamış oluyoruz. Oyunlarla tanımadıkları dilleri, halkları tanıyor, söyleyemedikleri kimliklerini söylüyor, unuttukları ya da unutturulan insanları hatırlıyorlar. Biliyoruz ki dedelerin ve nenelerin anlatılarında gizli kalmış olsa da bir aradalığın anahtarı mevcut. O anahtar; tanıma, iletişim ve kabulden geçiyor. Neden mümkün olmasın ki?
Alçay Çelik
4
GİRİŞ Gülcan Küçük Barışa Oyna, BoMoVu Derneğinin sınır bölgelerinde yaşayan çocuklara yönelik geliştirdiği bir yöntemdir. Şu ana kadar bölgenin eski oyunlarını araştırdığımız yerler: Kars, Ardahan, Edirne, İzmir, Mardin, Rize ve Artvin oldu. Ayrıca çocuklarla buluşup uygulama yapma şansı edindiğimiz aynı şehirlere bir de Diyarbakır’ı eklemek istiyoruz. 2016’dan bu yana BoMoVu ekibi, Barışa Oyna uygulamasıyla bu bölgelerde 340’ın üstünde çocuğa ulaştı ve çocuklarla birlikte, sınırda yaşamanın ötekiye olan bakışı nasıl etkilediğini anlamaya çalıştık. Hayatın her alanında maruz bırakıldığımız ve kimi zaman da yeniden ürettiğimiz güç ilişkilerini oyunlarla birlikte konuştuk. Barışa Oyna yöntemi, 2018 itibariyle, sınırda yaşayan çocuklarla çalışan öğretmenler, eğitmenler, sivil toplum çalışanları ve öğrencilere ulaştırılmak üzere atölyeler biçimini alarak yayılmayı sürdürüyor. Bu atölyelerde sadece eski çocuk oyunları değil; toplumsal cinsiyet, kültürel çeşitlilik, sözlü tarih çalışması, eleştirel pedagoji gibi konular ele alınıyor ve katılımcılarla tartışmaya açılıyor. Bu kitapçığı, Artvin’de yaptığımız 3 günlük atölye sonucu geliştirdik. Bu kitapçığın amacı, öğretmen ve eğitimcilerin BoMoVu’nun geliştirdiği bu yöntemi, kendi deneyimlerinden yola çıkarak istedikleri şekilde uygulayabilmelerini sağlamaya çalışmaktır. Elinizdeki bu kitapçığın amacına ulaşması için mümkün olduğu kadar kullanışlı bir hale getirmeye çalıştık. Üç bölümden oluşan bu kitapta Artvin’in kültürel çeşitliliği, Barışa Oyna metodunu ve oyun çözümleme önerileriyle birlikte Artvin’in eski çocuklarının oynadığı oyunları aktardık. Kitabın birinci bölümünde üç metinle Artvin’i ele aldık. İlk olarak, Emre Çetin Gürer, çeşitli kaynaklardan beslenerek Artvin’den Kültürel Çeşitliliğe metninde Artvin’in tarihine kısa bir yolculuk yaparak burada yaşayan halkın zenginliklerini anlatıyor. Sonrasında Alçay Çelik ve Nil Delahaye’nin Artvin’in Eski Çocukları metninde, Ekim 2018’de yaptığı bir sözlü tarih çalışmasında elde edilmiş olan bilgiler önceki makaleye bir ayna tutuyor; insanların kendilerini nasıl tanımladığı, birbiriyle nasıl ilişkilendiği ve çocukluklarından bu yana bu ilişkilerin nasıl evrildiğini görüyoruz. Ve son olarak Artvin’de Geçmişin Çocuklarının Toplumsal Cinsiyet İlişkileri metninde İlknur Hacısoftaoğlu, Artvin’de yaptığımız görüşmeleri inceleyerek toplumsal cinsiyet ilişkilerini ele alıyor ve Artvin’in sosyal yapısındaki belirgin güç ilişkilerinin hangi tür biçimde ortaya çıktığını görüyoruz. 5
İkinci bölüm, Barışa Oyna metodunu ve yaklaşımını içeren dört metinden oluşuyor. İlkinde, Nil Delahaye, ‘Barışa Oyna Nedir?’ sorusuna cevap vermeye çalışıyor. İkincisinde, Selçuk Açıkgöz, Barışa Oyna’nın yöntemsel perspektifini Barışa Oyna’da Eleştirel Pedagoji Yöntemi metninde, çocuklarla uygulanabilecek örnek alıştırmalarla birlikte aktarılıyor. Barışa Oyna’nın kaynak aldığı yereldeki sözlü anlatımlar ve bu anlatımların nasıl bir yönteme karşılık geldiğini ise, Çocuklar ile Sözlü Tarih Metodu yazısıyla Cansu Kılınçarslan tarafından aktarılıyor ve sınıf ortamında çocukların kendi tarihlerini araştırmalarına araçlar öneriyor. Ve son olarak, Çocuklar, Fiziksel Aktivite ve Toplumsal Cinsiyet metniyle İlknur Hacısoftaoğlu, beden ve toplumsal cinsiyet ilişkisini, çocukların kendi aralarındaki ilişkiyle birlikte açıklıyor. Üçüncü bölüm, Artvin’in oyunlarını içeriyor. Bu bölüm, sözlü tarih çalışmasında derlediğimiz oyunların hikayeleri, kuralları ve oyun sonrasında çocuklar ile yapılabilecek sohbet önerileri içeriyor. Bu kitapçığın işe yarayacağını umuyor, öğretmen ve eğitimcilere kolaylaştırıcı bir kaynak olmasını diliyoruz. İyi okumalar ve iyi oyunlar!
6
7
IARTVİN’İN GEÇMİŞİ VE BUGÜNÜ
8
9
Artvin’den Kültürel Çeşitliliğe[i] EMRE Çetİn Gürer
BoMoVu’nun 12-14 Ocak 2019’da Artvin’de düzenlediği Barışa Oyna atölyesi bu bölgenin kültürel çeşitliliğini, konunun ruhuna uygun çoğulcu bir katılımla tartışma imkanı sundu. Kültürel çeşitlilik denince ne anlıyoruz? Artvin’de kültürel çeşitlilik ile neyi kastediyoruz? Bu konuları topluluk olarak soruşturabildik. Bu yazı o soruşturmada ortaya çıkan bilgi, yaklaşım ve soruları aktarmanın yanı sıra dili döndüğünce bölgenin kısa bir tarihçesini sunmayı amaçlamakta. Tarihçe Artvin şehrinin ismi birçok dilde aynı etimolojik kökenden geliyor. Türkçedekine benzer Gürcücede [ართვინი] Artvini, Lazca’da [ართვინი] Artvini ve Ermenice’de [Արդվին] Ardvin olarak geçiyor. Kelimenin kökeninin, Gürcüce ve Ermenicede “tarla veya verimli toprak, bağlık ve kent” anlamına gelen Artavani kelimesinden geldiği düşünüyor (Öztürk, 2018). Yerleşimin Osmanlı döneminde kullanılan eski adı Livane, Latince bir kadın adı olan ve “doğmak, ay” anlamlarını taşıyan Levana kelimesiyle ilişkilendiriliyor (Öztürk, 2018). Artvin bölgesinde ilk yerleşimlerin MÖ 3000 - 2000’li yıllara uzandığı, orada yaşayanlarca bulunan balta ve diğer kesici aletlerle bulgulanmış ancak Bronz Çağı’na dair kapsamlı arkeolojik çalışmalar yapılmamış. Bölgede varlığı bilinen ilk medeniyetler konusunda da Türkçe ve yabancı kaynaklarda çelişkili bilgiler bulunmakta. Artvin Valiliği’nin resmi sitesinde, “Artvin’e egemen ilk kavim Türklerin ataları olarak kabul edilen Hurrilerdir. MÖ 2000 tarihinden başlayarak Hurriler Artvin ve çevresinde site devletleri kurmuşlardır” (Artvin Valiliği, 2016) ibaresi geçmekteyken, İngilizce kaynaklarda bölgedeki ilk medeniyetin Gürcü Kolhida Krallığı olduğu belirtilmektedir (‘Artvin’ Wikipedia). Yine valiliğin sitesinde, Hurriler’den sonra Hititlerin ve arkasından Türk soyundan Urartu Krallığı’nın geldiği belirtilmesine rağmen, İngilizce kaynaklarda Hititler’in bölgedeki varlıklarından bahsedilmemekte ve MÖ 9.yy’da Kolhida’yı takip eden Urartu krallığının Asurcada Ararat anlamına gelen Urartu kelimesinden gelen bir Ermeni krallığı olduğu söylenmektedir (Mover, 2019). İngilizce ve Türkçe kaynakların mutabık olduğu nokta, Urartu krallığının bölgedeki hakimiyetini İran dillerini konuşan göçebe bir medeniyet olan İskitliler’in devraldığıdır. MÖ 6. yy’da bölge önce Pers egemenliğine, 4. yy’da da Büyük [i] Bomovu Artvin atölyesi katılımcılarına ve konuşmaları detaylarıyla not edip metnin son halinin üzerinden geçen Gülcan Küçük’e teşekkürler. 10
İskender’in seferleriyle Roma himayesine girmiştir. Büyük İskender’in ölümüyle Anadolu’da birçok küçük beylik oluşur ve bu dönemde Artvin, Ermeni Arsak Hanedanlığına bağlanır. MÖ 1. yy’dan itibaren ise, Artvin önce Pontus Krallığı’na, oradan da Pontus’un Roma tarafından zaptıyla önce Roma, sonra da devamı olan Bizans İmparatorluğu’na geçmiştir. MS 7.yy’da 3. Halife Osman döneminde İslam orduları bölgeye girmiş ve Artvin 7 – 8. yy’da bir süre Müslümanlar ve Bizans arasında el değiştirmiştir. Bölgedeki bu güç değişimleri, Gürcü İmareti (İberia) Krallığı’nın ön plana çıkmasını sağlamış ve 8. yy’da bölge İmareti hakimiyetinde girmiştir. 11. yy’a kadar devam eden İmareti egemenliği, 1064’te Selçuklu akınlarıyla sarsılmış ve sonraki beş yüzyıl Artvin Gürcü Krallığı, Selçuklular ve bölgedeki küçük beylikler arasında hakimiyet savaşlarına tanık olmuştur. Bu durum 16.yy’ın başında Safaviler, yüzyıl ortasında da Osmanlılar’ın bölgeye hakim olmasıyla değişmiştir. Artvin 19.yy başındaki 1928-9 Osmanlı - Rus Savaşına kadar Batum sancağına bağlı Livane ili olarak Osmanlı himayesinde kalmıştır. 93 Harbi olarak da bilinen 1877-8 II.Osmanlı - Rus Savaşından sonra ise Ayestefanos Antlaşmasıyla Artvin, Rusya’nın egemenliğine girmiştir. I. Dünya Savaş’ında Artvin, büyük acıların yaşandığı güç bir cephe olmuştur. O dönemde bir süre Gürcistan ve Ermenistan arasında el değiştiren Artvin, 1917’de çekilen Ruslar ve 1918’de yapılan Brest Litovski Antlaşmasıyla tekrar Osmanlı’ya bırakılmıştır. Aynı sene İngiliz ordularını takiben bölge, Gürcistan’a geçmiş ancak Gürcistan Rus ilhakına maruz kalınca bölge Rus - Osmanlı antlaşmalarına tabii kalmıştır. 1921’de Kars Antlaşmasıyla yeni kurulmakta olan Türkiye’ye dahil olmuş, 1924 yılında Artvin, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ili ilan edilmiştir. II. Dünya Savaşı ve sonrasındaki Soğuk Savaş’ta Artvin, Sovyetlerin hakimiyet iddia ettiği bölgelerden olsa da, Kars ve Moskova Antlaşmalarında çizilen sınır değişmemiştir. Bu anlatılan özet tarihçe, kuşkusuz Artvin’in tarihine sınırlı, yalnızca devletler ölçeğinde bir yaklaşım getirebilmekte. Şehrin derinlikli tarihine orada yaşayan insanların, farklı toplulukların yaşayışlarına nüfus etmeden girmek mümkün değil. Yine de Artvin’den gelip geçmiş bunca medeniyetin bilgisi, bölgenin geçmişteki ve günümüzdeki kültürel çeşitliliğine dair bir his oluşturabilmekte. Bomovu’nun Artvin’deki atölyesinde, bu hisle, kültürel çeşitlilik nedir ve Artvin özelinde bu çeşitlilikten ne anlıyoruz konularını tartışma imkanı bulduk. Yazının devamında bu topluluk soruşturmasında oluşan yaklaşımları kendi yorumlarımla paylaşacağım. Kültürel Çeşitlilik Topluluk soruşturmamız sırasında kültürel çeşitliliğin en temel tanımı farklı kültürlerin bir arada yaşaması şeklinde belirginleşti. Bu farklılığı anlamaya çalıştığımızda karşımıza din, mezhep, inanç, etnisite, cinsiyet, dil, yaşam tarzı, algılayış ve yaş üzerinden çıkan farklılıklar ve bu farkların oluşturduğu çeşitli kültürel gelenek ve görenekler, alışkanlıklar, kurallar, yaşayış biçimleri, aidiyet ve değerler çıktı. Bir aradalık noktasında ise ilk birleştirici öğe, coğrafi birliktelik, yani aynı top11
raklar üzerinde yaşamak oldu. Yalnız konunun zorlu kısmı bu bir aradalığın nasıl yaşandığını sorgulamaya çalıştığımızda ortaya çıktı. Kültürel çeşitlilik, farklılıkların sahiplenilip, kutlanıp özgür bırakıldığı, o farklardan bahsetmekten çekinilmediği bir ortamda mı yaşanabilmektedir, yoksa bir aradalığın ‘bir’liğine vurgu yaparak farklar paranteze alındığında, birlikte başka bir bütün oluşturulduğu inancıyla mı yeşerebilmektedir? Her iki yaklaşımda da farklılıklar birer zenginlik olarak tanımlanmakta ancak bir aradalık koşulları çoklu veya tekçi bir yaklaşımla açıklanmaktaydı. Tartışmadaki bu ikilik, kültürler arası güç ilişkilerine ve egemen bir kültürün alt kültürleri ezme, yok sayma ve asimile etme pratiklerini masaya yatırdığımızda çoklu yaklaşımdan yana meyletti denebilir. Özetle, farkların açıkça yaşanamadığı ve bir arada yaşamanın sadece benzerlik ve ortak kültür üzerinden kurulabildiği bir toplumda, bu birlik kendini çeşitliliğin üzerinde gören hakim bir kültürde eklemlenip diğer kültürler üzerinde bir baskı unsuru yaratabilmekte ve bu kültürel çeşitliliğe zarar verebilmektedir. Bu açıdan bakıldığında kültürel çeşitliliğin yaşanıp korunabilmesi, farklılıkların hem bir değer hem de bir hak olarak belirlenip açık ve özgürce yaşanabilmesine bağlıdır diyebiliriz. Egemen bir kültürün varlığında çeşitliliği oluşturan alt kültürlerin devamı farklara vurgu yapabilmeye bağlı görünmektedir. Ancak bu farklar, hem geçmiş hem bugünde kırılma noktaları oluşturabilmekte ve çatışmalara sebep olabilmektedir. Bu da soruşturmamızda açılan sorulardan bir diğerini, kültürel çeşitliliğin olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğu sorusunu doğurdu. Bir yanıyla farklı renklerle bezenmiş bir bahçe, yollarını ve mekanlarını paylaşan farklı yolcular gibi olumlu metaforları akla getiren, korunmaya değer, hayatı ve toplumları zenginleştiren bir özellik olarak olumlandı; diğer yandan da savaşlara, ayrımcılıklara, kıyım ve düşmanlıklara yol açabilen tehlikeli bir zemin olduğunun altı çizildi. Genel eğilim ise, bütün zorluklarına rağmen kültürel çeşitliliğin olumlu olduğu, çatışma ve ayrımcılıklara mahal vermeyen çoğulcu bir düzlemde farkların kabullenilmesi ve özgürce yaşanabilmesinin bir toplum için vazgeçilmez bir değer olduğu yönündeydi. Kavramın İngilizce tanımına baktığımızda egemen kültür – alt kültür ikiliğinin kültürel çeşitlilik açısından önemli bir nokta olduğu tekrar ortaya çıkıyor. En temel tanımıyla kültürel çeşitlilik baskın bir kültürün altında yaşayan birçok etnik, dinsel, dilsel topluluğun ve farklı kültürel kimliklerin var olduğu bir toplumun özelliği olarak kullanılıyor (‘Cultural Pluralism’ Wikipedia). Baskın bir kültürün olmadığı bir kültürel çokluk halinde ise farklı bir kavram, “çokkültürlülük” (multiculturalism) kullanılıyor. Artvin özeline baktığımızda baskın bir kültürün yanı sıra birçok farklı kültürün de yaşamakta olduğunu, bu anlamda bölgenin kültürel olarak çeşitli olduğu sonucuna vardık. Artvin’in Kültürel Çeşitliliği[ii] Artvin’de yaşayanların tümünün Laz olduğuna dair genel bir yanlış algı mevcut. Halbuki, Lazlar kendi dilleri ve gelenekleri olan Artvin’de yaşayan birçok 12
farklı halktan biridir. Lazların yanı sıra Poşa veya Lom diye adlandırılan, yüzyıllar önce Hindistan’dan Anadolu’ya geldikleri bilinen Roman kökenli bir halk da Artvin’in önemli bir parçasıdır. Lomlara ek olarak, Artvin’de hatırı sayılır bir Hemşin nüfusu vardır. Hemşinliler, müslümanlaşmış bir Ermeni halkıdır ve dilleri Ermenicenin bir lehçesidir. Bölgede tabir edildiği şekliyle Karaçadır Kürtleri, Ahiska Türkleri, Megreller gibi birçok farklı topluluk da Artvin’de yaşamaktadır. Ekonomik sebeplerle Artvin’e göçen Kürt ve Gürcü topluluklar olduğu gibi, Artvin nüfusunun önemli bir kısmı da büyük şehirlere ve yurt dışına göç etmiş, ama Artvin’le olan bağları devam ettiğinden göç ettikleri bölgelerden Artvin’e farklı kültürel etkileşimler getirmektedirler. Tarihsel olarak burada kök salmış ama savaşlar nedeniyle Artvin’den göç etmek zorunda kalmış topluluklar olan Ermeniler, Rumlar, Gürcüler ve Ruslar, Artvin’in bugünkü kültürel çeşitliliğine gerek tarihi yapıları gerek kuşaktan kuşağa anlatılan hikayeleri, dilde ve göreneklerdeki izleriyle katkı sunmaktadırlar. Kaynak Akyüz, Latife. n.d. “Liminal alanlar olarak sınırlar: Türkiye-Gürcistan sınırında ekonomik yaşam ve etnik kimliklerin sınır deneyimleri,” 21. “Artvin.” 2018. In Wikipedia. https://en.wikipedia.org/w/index.php?title=Artvin&oldid=857873352. “Artvin (il).” 2018. Vikipedi. https://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Artvin_(il)&oldid=20153820. “Artvin İli Tarihi.” n.d. Erişim 10 Ocak 2019. http://www.neyiilemeshur.com/ artvin/artvin-tarihcesi-2564.html. Artvin Valiliği. 2016. “Tarihçe.” 2016. http://artvin.gov.tr/artvin-ili-tarihcesi. Avetisyan, Vigen. n.d. “City of Artvin – From the History of Armenia | Art-ATsolum.” Erişim 9 Ocak 2019. https://allinnet.info/history/city-of-artvinfrom-the-history-of-armenia/. “Cultural Pluralism.” 2018. Wikipedia. https://en.wikipedia.org/w/index.php?title=Cultural_pluralism&oldid=847450723. Mover, Goldberg. n.d. “Armenian History - The History of Armenia through the Centuries.” Erişim 11 Ocak 2019. http://www.littlearmenia.com/ html/little_armenia/armenian_history.asp. Öztürk, Özhan. 2018. “Artvin (Livane, Artavani) Tarihi.” Özhan Öztürk Makaleleri. 15 Ocak 2018. http://ozhanozturk.com/2018/01/15/artvin-tarihi-livane/. Toktas, Sule, and Nihat Çelik. 2017. “Border Crossings between Georgia and Turkey: The Sarp Land Border Gate.” Geopolitics 22 (March): 383–406. https://doi.org/10.1080/14650045.2016.1219998. [ii] Bu bölümde bahsedilen halkların bir nebze daha detaylı açıklaması için bakınız: Barışa Oyna Rize Kitapçığı 2018, Gürer “Rize’nin Kültürel Çeşitliliği”. 13
Artvin’nin Eski Çocukları Alçay Çelik ve Nil Delahaye
“Kim ondan önce gelir kaleyi vurursa bağırıyor. Ben kazandum ben kazandum! Ebe, onlar kaleye ulaşmasın diye onları yakalamaya çalışıyor. Gizlenenlerin yerini kim söylerse o kaybetmiş olur, oyundan atılır. Ebe gördüğünün ismini bağırmaz. Yakalamaya çalışır. Çocukluğumu çok özlüyorum. Keşke o günlere gelsek.”
Artvin’de Hopa, Sarp, Kemalpaşa, Şavşat ve merkezde birçok köye gittik ve bu köylerde yaptığımız görüşmeler, anlatıcıları bazen unutamadıkları çocukluk günlerine götürdü.Ve bazen de kimseyle konuşamadıkları kendilerine ve dillerine dair anılara götürdü. Doğaya, yaşama ve geçmişe dair ne varsa cümlelerinin içine gizlenmiş duruyor. Tekil ve biricik her bir yaşam, bize aynı zamanda birliktelikleri ve ortak deneyimleri anlatıyor. Çocukluğa dair her bir anı uzaklara götürüyor, gülümsemelere neden oluyor. Bize düşen bu anlara şahit olabilmekti. Yaptığımız ilk görüşmede “cilika” diye adlandırılan salıncakta geçirdiği zamanı hatırlayan teyze, çocukluğunu şu şekilde hatırlıyordu: “Nişanlanmadan öncesine kadar ben oyun oynadım. 20 yaşından öncesine kadar oynadım yani oyun. Her bayram cilika mutlaka oynardık. Bayramlara özel bir oyundu bu. Şimdiki zaman gibi değildi, çarşıya gitmezdik biz.”
Aynı teyze, köydeki yaşamın artık değiştiğinden ve herkesin içinde bir çarşı merakı olduğundan bahsediyor. Bu merak, çarşının da ötesine, yanı başındaki “yabancı ülke”ye ne kadar kolay uzanabileceğini başka bir görüşmeci aktarıyor: “Boş bir günde bir kere hududa kadar gittim. Çizginin bir tarafında onların askerleri var bir tarafında buranın askerleri var. Merak ediyordum nasıl bi yer gidenler çok anlatıyor ama müsait olup gitmiyoruz. Oradan gelenler oluyor, bu köye de gelenler oldu. İşçiler zaten o taraftan geliyor onlarla Hemşince konuşuyoruz. Onlar da biliyor Hemşince. Herhalde müslümanlar da. Bizim dili konuşuyorlardı. Orada yaşayanlar geldi sanki akrabamız gibiydiler yemeğimizi yediler sarıldık çok güzeldi. Hiç demedik bunlar Gürcistan’dan mı gelmiş Hopa’dan mı gelmiş anlamazdın o kadar benziyorduk birbirimize.”
14
Hiç gitmediği Gürcistan onun için yine de çok yabancı bir yer değil, aynı dili konuşuyorlarsa aynı dini paylaşmaları gerekir gibi bir düşünce ile bir yakınlık hissinden bahsediyor.. Sınırdan bahsederken yalnızca, sınırın iki tarafında bekleyen askerlerden bahsediyor. Yabancı olmaya dair kurgu’nun aynı yemekleri yiyorsak, aynı dili konuşuyorsak ortadan kalkmış olduğunu ifade ediyor. Dolayısıyla orada bekleyen asker de, kimisine göre, fiziki bir sınırın simgesi olmaktan öteye gidemiyor. Sınırın çizilmesine sebep olan zorlu dönemlerden dolayı hayatı sınırın her iki tarafında bölünmüş başka bir görüşmeci ise sınıra dair anılarını şu şekilde anlatıyor: “Ateş yakardık ışık versin diye. Fakirdik. Harp etkilemiş her yeri. Ben yoktum o vakitler ama anlattılar. O fakirlik herkesi ve her yeri etkilemiş. Sonra Ruslar gelip demişki “harp bitti memleketinize artık gidebilirsiniz.” Biz zaten o zamanlar Batum’a gidip bir şeyler satar ve yiyecek parası bulurduk. Gizli götürürdük, hükümet karşı çıkardı, acımazdı. Hangi hükümet zaten bize acıdı ki? Hükümet hep 15 yaşındadır. Yaşlanmaz onlar. Acıması da yoktur hep gençtir hep der ki: Çok çalış az ye!”
Gürcistan’da yaptıkları ticaretin gizli gizli yapıldığını söylerken sesi değişse de bildiği başka bir gerçekten daha bahsediyor. Kendi yaşamadığı dönemde çıkmış olan savaşın etkilerinin onlara yansıdığını söylüyor. Başka bir görüşmeci, sınırla olan ilişkilerin çocukların hayatında nasıl yer ettiğini anlatırken: “İnsanların aklında oluşmuş bir algı ile başlamakta fayda var. Rusya kötü ülke. Büyükler korkardı o korku bize de yansırdı. Parmağını şimdiki Sarp Sınır kapısına doğru çevirdiğinde hemen parmağını indir diye uyarırlar. Niye orayı gösteriyorsun? Ordan bir şey mi gelecek? Ne var orada? Yaşlıların korkusu bize geçiyordu yoksa biz nerden bilirdik ki orada ne var, biz çocuktuk sonuçta. Onlar savaşı yaşamıştı ya da yaşayanlardan dinlemişlerdi.”
Sınırın insanların hafızalarında korkulacak bir şey olması eskiye dayanıyor. Sınır kapısı kapalı olduğu yıllarda Hopa sahilden sınırı elle göstermenin engellendiği dönemlerde iyiden iyiye ‘öteki taraf’ algısı yaratılmış. Öyle ki bu korku, savaşı yaşmayanlara kadar etki edecek düzeyde gelişmiş. Başka bir görüşmeci bu kez sınırın ötesi ile kurduğu yakınlığı anlatırken, aynı sınır içinde yaşanan ayrımı anlatıyor: “Lazlarla oynamazdık onlar ayrıydı, bizden değillerdi. Hemşinliler birdik. Evlilikler de olmuyordu. Şimdi kim kime belli değil. Benim gelin Hemşin ama ta Kırgızistan’dan geldi. Ben Hemşinli getirdim. Bilerek yaptım.”
15
Lazlar ve Hemşinliler aynı coğrafyayı paylaşmış olsalar bile büyük oranda birbirlerinden “uzak” durmaya çalıştıklarını anlatıyor. Evliliklerin dahi yaşanmadığını anlatırken bugün bunun daha da azaldığını artık herkesin herkesle evlenebileceğini anlatıyor. Geçmişten bugüne az ya da çok süren bu ayrılık, ilişkileri öylesine belirlemiş ki bugün dahi, iki halk arasında yapılan evlilikler çok kolay gerçekleşmiyor. Laz genç bir görüşmeci kendi evliliğini anlatıyor: “Bizim evliliğimiz de çok sıkıntılı oldu. Birimiz Laz, birimiz Hemşinli, itiraz edenler oldu. Benim annem biraz karşı çıktı. Kültürler farklı, nasıl olacak diye? Kaba Hemşinliler diye düşünüp istememişler. Eskiden Lazlar da Hemşinlilere çok çektirmiş ondan bence. Yanmış bir köprü varmış oradan indirmiyorlarmış Hemşinlileri.”
Bu iki halk arasında, bazen akan derenin yükselmesi geçit vermemiş bir arada olmalarına, bazense “bizden olan ve olmayan” ayrımı ayırmış onları. Bu bilinmezlik, ulusların tanımladığı kimlikler arasında sıkışıp kalmalarına benziyor. Hemşinli bir görüşmeci: “Ben ne olduğumuzu bilmiyorum, o kadar. Ermeni miyiz neyiz?”
Tanımlanan Ermeni kimliğini bilen fakat kendini ne tam orada ne de tam burada gören Hemşinlileri tarif etmeye çabalıyor. Hemşinlilerin Ermenilerle bağını kurarken “gizlenmesi gereken” kimliğini de bir yerde ifşa ediyor. Ermenistan’dan gelenlerle anlaştıklarını söyleyerek, “Ermenistan’da prof(esör) geldi buraya. Konferans verdiler buraya dair.” diyen görüşmeci, dillerinin daha fazla kabul görmeye ihtiyacı olduğunu da ekliyor. Lazlar ve Hemşinliler gibi kimliksel bir sıkışıklık yaşayan bir halk olarak Lomlar karşımıza çıktı. Yörede Poşa olarak bilinen Lomlar, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşayan diğer Rom ve Dom Çingeneleri gibi ağır ayrımcı muamelelere maruz kalıyor. “Biz kendimize hep Lom dedik. Fakat onlar Poşa kelimesini, bizi ezerek aşağılayarak demişler. Lisede bir kız arkadaşım vardı, Lazdı. Bizi yan yana görünce kendi Laz komşularım sokak ortasında beni dövdü. “Sen Poşasın senin bizim kızla işin ne!’’ diye... Oysaki beni dövenler de kendi komşularımızdı. Çok büyük bir darbe vurdular bana.”
Öteki olarak görülen Poşalar; iş yaşamında sokakta, ikili ilişkilerinde birçok başka biçimde bu ayrımcılığı yaşamaya devam etmişler. Ardeşen’de ölen bir halk ozanına mezar yeri verilmediğinden cenazenin Şavşat’a aktarıldığını anlatırken, görüşmeci kendi çocuklarının bu acıları yaşamaması için başvurduğu yöntemi anlatıyor: 16
“Ben çocuklarımın psikolojisini bozmamak için siz Lomsunuz demedim. Şimdi zamanı değil. Arkadaşları diyormuş, o da soruyor ‘’Baba Lomlar kötü insanlar mı?’’ Ne diyeceğini bilmek, anlatmak zor oluyor tabi ki.”
Bugün benzer şeyi yaşayanların Kürtler olduğunu düşünen görüşmeci bu konuda hassas davrandıklarını söylüyor. Ancak bizimle çocukluk anılarını paylaşmak isteyen bir Kürt bulamadık.
17
Artvin’de Geçmişin Oyunlarında Toplumsal Cinsiyet İlişkileri İlknur Hacısoftaoğlu
Çocukluğun; oyun oynamamıza izin verilen, yetişkinliğin kuralları ve normlarının sınırlandırıcılığından uzak, özgürce davranabildiğimiz bir zaman dilimi olduğu söylenir. Çocukların yetişkinlere oranla duygularını ifade etmede daha esnek bir alana sahip oldukları kuşkusuz doğru fakat özgürce sıfatıyla tanımlarken biraz daha dikkatli olmalıyız. Çocukluk, atfettiğimiz anlamın aksine yetişkinlerin dünyasındaki karmaşa ve güç ilişkilerinden bağımsız kalamaz. Bu yüzden çocuk oyunları da o kültürdeki değerlerden, değişimlerden ve güç ilişkilerinden etkilenir. Marziye Meşkini’nin yönettiği “Roozi ke zan shodam (The Day I Became a Woman)” filmi çocukluğun kültür tarafından çizilen sınırlarını çok çarpıcı biçimde bize anlatır. 9 yaşındaki Hava’nın en yakın arkadaşıyla oynayabileceği son günü anlatır ilk öykü. En yakın arkadaşı bir oğlan çocuğudur ve bulunduğu bölgede 9 yaşından sonra bir kız çocuğunun bir oğlan çocuğuyla oynaması kabul edilmez. Anlatı boyunca Hava’ya öğlen vaktinin geldiğini haber verecek güneş saatini gözleriz. Güneş saatinin çubuğunun gölgesi yok olduğunda Hava’nın çocukluğu da yitecektir. Toplumsal cinsiyet normları ve davranış kalıplarının öğrenilmesi Hava’da olduğu gibi pek çok kültürde çocukluk döneminde başlar. Erken dönemde oyun yoluyla sosyalleşmedeki ayrışma gender segregated bir toplumsal yapının kalıcılığında önemli bir etkiye sahiptir (Jacklin, 1974). Çocuğun oyun yoluyla sosyalleşmesi sırasında cinsiyete göre bir ayrışmanın nasıl yaşandığı, içinde bulunulan kültür ve zamanla yakından ilişkilidir. Bazı kültürlerde filmin anlatıldığı bölgede olduğu gibi çocuklar kesin olarak belirlenmiş bir yaştan sonra dini nedenlerle ayrıştırılırlar. Bazen de sınır bu kadar keskin değildir ama çocuğun yaşı içinde bulunduğu kültürle ilişkili olarak ayrışmanın nasıl yaşandığıyla ilişkilidir. Çocukların oyun dönemindeki bu ayrışma farklı kültürlerde çalışılmış, sosyalleşmenin insanın yaşamına, eylemine nüfuzunun derinleşmesiyle yani yaşla birlikte ayrışmanın arttığı bulunmuştur (Munroe ve Romner 2006; Harkness ve Super, 1985). Diğer yandan ayrışmanın yoğunluğu toplumların toplumsal cinsiyet düzeni açısından hangi durumda olduğuna göre değişmektedir. Örneğin Afrika’da birbirine benzer fakat toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından ayrışan iki toplulukta yapılan çalışmada, daha eşit cinsiyet rollerine sahip toplulukta, çocukların birlikte oynama eğilimlerinin daha fazla olduğu görülmüştür (Fouts, Hallam, and Purandare, 2013). Çocuk oyunlarında toplumsal cinsiyete dayalı ayrışma, 18
sadece kültürlere göre değil aynı zamanda tarihsel süreç içinde de değişiklik gösterir. Tarih içinde bu konuda önemli değişimlerin yaşanmasına neden olan önemli gelişmelerden biri modernleşmeyle hızlanan kentleşmedir. Türkiye, geç modernleşmiş bir ülke olarak kentleşmeyi görece hızlı deneyimlemiştir ve İstanbul dışındaki bölgelerde kırsal yaşam çok uzunca bir süre baskınlığını korumuştur. Kent alanında kamusal ve özel alanın birbirinden ayrılması ve bu alanlardaki ayrışmanın cinsiyetliliği çocuk oyunlarına da yansır. Oysa kentleşme öncesinde ve bugün dahi kent dışı kırsalda, ev ve etrafı yaşamın kurulduğu mekanlardır ve ev ve etrafının, yaşam alanını ve iş alanını birlikte oluşturduğu bu mekanlarda; kadınlar ve erkekler, kızlar ve oğlanlar kamusal ve özel olarak ayrışmamış bir mekânda birlikte oyun kurma olanağına daha fazla sahiptir. Bu yüzden kültürel yapı kadar coğrafi yapı ve mekân kullanımı arasındaki ilişkinin de etkili olduğu kent dışı alanlarda oyunlar ayrı ayrı oynandığı kadar birlikte de oynanır. BoMoVu tarafından Barışa Oyna Projesi kapsamında Artvin yöresinde gerçekleştirilen sözlü tarih görüşmelerinde, anlatıcıların çocukluklarında, kızların ve oğlanların bir arada oynadığı çok sık dile getirilmiştir. Lale’ye göre oyunların kız oğlan ayrı ayrı oynanması yeni bir durumdur. “Biz oyunlarımızı karışık oynardık” diyen Lale gibi Mustafa da çocukluklarında çelik çomak, körebe, halat çekme gibi oyunları kız oğlan beraber oynadıklarını söyler. Benzer biçimde Ayşe çocukluğunda kızların ve oğlanların bir arada oynadıklarını söyler. Yoldere köyünde çocukluğunu geçiren Ayşe, odun keserken görüşmecilerle karşılaşır. Özlemle andığı ve 16 yaşında evlendikten sonra çocukluğuyla birlikte terk ettiği köyünde oynadığı oyunları anlatırken kız - oğlan ayrışmadıklarını belirtir: Biz aşağı köyde büyüdük. Yoldere köyünde çocukluğumu geçirdim. Evlenince geldim. 16 yaşında geldim. Aynı köy kültür aynı sokakta, köyde beraber oynardık. Erkek kız ayrı yoktu. Aynı sıralarda oturduk. Hala görüşüyoruz o zaman ayrı gayrı yoktu.
Artvinli bir Lom olan Ahmet, kız oğlan birlikte ama kendi aralarında oynadıklarını anlatır. Bölgede etnik ayrışmanın Lazlar, Hemşinler, Lomlar arasında görüldüğü Artvin’de, azınlık durumundaki Lom çocuklar ancak Lom çocuklarla oynayabilirler. Oyunların birçoğu birlikte oynansa da ayrı ayrı oynanan oyunlar da mevcuttur. Ayrışma kızların ve oğlanların kabul edilen toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranmalarına dönük erken sosyalleşme örüntüleriyle paralellik gösterir. Ayrı oynanan oyunlardan biri Şemse tarafından anlatılan gelin oyunu’dur. Odunların küçük küçük bez ile bağlanarak gelin yapılmasıyla oynanan oyun, kız çocukları için gelecek yaşama hazırlıktır. Oğlanlardan farklı olarak kızlara, en önemli rollerinden biri olarak sunulan “gelinlik” çocuk oyunlarında güzelleştirilir ve bir 19
özlem, varılacak bir nokta olarak erken dönemde öğrenilir. Oysa Şemse’nin de, Ayşe’nin de anlatılarında karşımıza çıktığı gibi gelin olduktan sonra çocukluk biter ve kadının meşakkatli görevleri başlar. Gelin oyunu literatürdeki kızların oyunlarının anlatıldığı diğer çalışmalara benzer biçimde ev içinde oynanır ve bez bebek gibi kullanıldığı için aynı zamanda kızların yetişkin bir kadın olduğunda sorumlulukları haline gelecek olan bakım rolleriyle de ilişkilidir. Say oyunu ise anlatıcılardan Hakan’ın, sadece oğlanların oyunu olarak ifade ettiği oyundur. Bu oyun erkeğe ait olarak görülen para ya da benzeri bir karşılıkla oynanan oyunlardan biridir. Kibrit kutusundan elde edilen sayların en çok kimde biriktiğinin kazananı belirlediği bir oyundur. Görüşmelerden ortaya çıkan bilgiye göre, Artvin bölgesinde, geçmişte, farklı etnik gruplarda olsalar da kızların ve oğlanların çoğunlukla bir arada oynadıklarını göstermektedir. Ayrı ayrı oynanan sınırlı sayıdaki oyun ise kız ve oğlanların yetişkinlikte gerçekleştirmeleri beklenen etkinlikleriyle ilişkilidir.
Kaynak Fouts, Hillary N., Hallam, Rena A. and Purandare, Swapna (2013) Gender Segregation in Early Childhood Social Play among the Bofi Foragers and Bofi Farmers in Central Africa, American Journal of Play, 5 (3), 334-356. Harkness, Sara, and Charles M. Super. (1985). “The Cultural Context of Gender Segregation in Children’s Peer Groups.” Child Development 56:219–2. Jacklin, Carol N., and Eleanor E. Maccoby. (1978). “Social Behavior at ThirtyThree Months in Same Sex and Mixed-Sex Dyads.” Child Development 49: 557–6. Munroe, Robert L., and Ruth H. Munroe. (1997). “Logoli Childhood and the Cultural Reproduction of Sex Differentiation.” In African Families and the Crisis of Social Change edited by Thomas S. Weisner, Candice Bradley, and Philip L. Kilbride, 299–314. 20
21
IIBARIŞA OYNA METODU
22
23
BARIŞA OYNA NEDİR? Nİl Delahaye
1. Sınır Bölgelerde Yaşayan Çocuklara Yönelik Bir Oyun Programı Sınır denilen bölge, çeşitli açılardan ele alınabilir ancak Barışa Oyna projesinde bir bölgeyi ikiye ayıran bir çizgi olarak “sınır”, ağırlıklı olarak üç biçimde karşımıza çıkıyor: •
Bir toplumu ikiye bölen bir çizgi olarak sınır: Yaşamsal pratikleri zorlaştıran bir çizgidir; alışveriş, akraba ziyaretleri, dolaşım, haberleşme, tarla sürme, düğün, bayram, doğum, cenaze gibi haberlerin toplumun öbür tarafta kalanına ulaştırılmanın koşullandırır. Bu koşullar pasaport, vize, vergilendirme gibi evrak ve maddi işlemler veya militarize bölgelerde fiziksel şartları zorlaştıran deneyimler olabilir. Mesela Sarp/Sarpi köyünde sınırın her bir tarafında duran haklın 1990 yılına kadar, birbirine el işareti yapması dahi yasaktı.
•
Ülkenin bütünlüğünün korunması gerekliliği üzerinden bölgede yaşayan insanların görevlendirildiği bir yer olarak sınır: Maddi olarak militarize bölgeler ve manevi olarak düşman propagandası yapılan bölgelerde, orada yaşayan halk ülke bütünlüğünün korunması için görevlendirilir. Bunu mesela Karadeniz bölgesinin geçmişi üzerinden örnekleyebiliriz: Sovyetler Birliği’nin Karadeniz’i bir iç göl haline çevirme arzusu veya Sovyetler Birliği ile “Özgür Dünya” arasında tampon bölge görevi gören Türkiye’nin önemi her iki tarafta talimatlı bir şekilde Türk ve Rus karşıtlığı propagandasına sebep olmuştu.
•
Ben ve öteki’yi tanımlamanın gerekliliğini mecbur kılan ve kendi bütünlüğünü tanımlamak için ötekinin farklılıklarının daha çok önem kazandığı bir yer olarak sınır: Kimlik soruları etrafında sınırı belirlemek, öteki’yi ve dolayısıyla da kendi kimliğini belirlemek için bir araç olabiliyor. En kaba tabiriyle, Türkiye tarafında yaşayanlar “Müslüman” iken, Gürcistan tarafında yaşayanlar “Hıristiyan” olurlar.
Sınır, kültürel anlamda geçişkenliklerin en kuvvetli olduğu yerler. Sınırın her iki tarafındaki yemeklerin ve müziklerin, ülkenin diğer ucundaki yerlere göre birbirlerine çok daha yakın olduğunu söylemek mümkün. Birinin nerede başladığının ötekinin nerede bittiğinin tanımlanmasına siyaset karar verir ama insan pratiklerinin nerede başlayıp bittiğini kestirmek pek mümkün değildir. 24
Bu tabloda, çocukların rolü önemli. Her iki toplumun da sınırın bir yanında yaşadığını düşündüğümüzde, bu toplumu aslında birleştiren de birçok unsur olabileceğini öngörebiliyoruz. Sınır boyunda yaşayan insanlar aynı köyü paylaştıysa en azından bu sınır çizilene kadar birçok kültürel öğeyi birlikte paylaştığını da varsayabiliyoruz. Bu kültürel öğelerden biri de çocuk oyunları. Çocuklar genellikle aynı köyde aynı oyunları oynuyorlar. Ve bu sınır, buna dair çok bir değişiklik getiremiyor. Tabi sınırın tarihine ve ne kadar geçişken olduğuna bağlı olarak belki zaman içerisinde bu oyunlar gerçekten değişebiliyor ama asırlar boyu çocuklar aynı oyunları paylaşıyorlar. Dolayısıyla, bir sınır bölgesinin geleneksel çocuk oyunları aslında ulusötesi bir mirası da temsil ediyor. Oyunların ikinci bir özelliği ise, çocukların kendi kültürü olması. Nasıl da toplumun her bir grubunun farklı kültürel alışkanlıkları, inançları, adetleri, yemekleri, dilleri olabiliyorsa çocuklara ait olan bir kültür unsuru da çocuk oyunları. Bu anlamda Barışa Oyna, çocuk oyunlarını araç edinirken çocukların kendisine ait bir varlık olan oyunlar üzerinden bir kendi aralarında paylaşımda bulunmaları amaçlanıyor. Bu anlamda, dışarıdan gelmiş ve yeni öğrenmeleri gereken bir şey üzerinden değil de zaten kendi içlerinde bulunan, kendilerinin bir parçası olan oyunlar üzerinden etkileşimde bulunmaları içeriden gelen bir “güçlenmeye”1 sebep olabiliyor. 2. Çocuk Oyunları Oynama Eylemi Öncelikle çocukların ne amaçla oyun oynadıklarını anlamaya çalışabiliriz. Oyunlar dünyanın her yerinde, daha sonra üzerinde duracağımız üzere, farklı biçimler aldığına göre, oyun eylemine tek bir tanımla açıklamak kolay değil. Kendi içinde bir faaliyet olduğu gibi oyun, başka faaliyetleri biçimlendirebilen bir bakış açısı da denilebilir. İnsan yaptığı her şeyi oyunlaştırabilir, oyun haline getirebilir. Ciddiyet gibi, oyun da bir karakter veya bir işi ele alma biçimidir. İlk anlamıyla “oyun”, yine ciddiyetle veya oyuncu bir şekilde ele alınabilir. Bu anlamda Montaigne, oyunun çocukların en büyük ciddiyetle yaptıkları iş olduğunu söyler. Mutlak bir doğru olmamakla birlikte, yani bir çocuk oyun oynarken bunu oyuncu bir biçimde de yapabilir, Montaigne’in parmak bastığı nokta oyun faaliyetinin kendisinin gayet ciddiye alınacak, boş vakit harcamak değil, iş yani emek verilen bir şey olduğuna dikkat çekmektir. Belki gün gelir, çocukların görünmez emeği olarak oyunlara üretkenlikleri tarafından da bakılır. O anlamda oyun, kendi içinde tutarlılığı olan, özgürce kabul edilmiş ancak bağlayıcı kuralları olan bir iş olmakla 1 Siyah, sömürge altındaki, Üçüncü Dünya veya “Küresel Güney” kadının güçlenmesi üzerine çalışan feminist teorisyenlerin “güç” kavramını sorgulaması sonucu sosyal kalkınma çalışmalarının tepeden aşağıya yöntemini eleştirerek, güç içeriden gelirse güçlenme olabileceğini ortaya koyuyor: https://www. cairn-int.info/article-E_RTM_200_0735--empowerment-the-history-of-a-key-concept.htm
25
beraber, çocukların kendilerine ait olan bir alandır. Çocuk oyunlar aracılığıyla kendini besleyecek bir alan kurar. Oyunların zorlayıcı fiziksel koşulları ve stratejik gereksinimleriyle kendi kapasitelerini geliştirecek bir alan bulurlar. Bu yüzden oyun, çocuk gelişiminde büyük rol oynar. Belki de bundan dolayı çocuk oyunlarının çoğu, dünyanın her bir yanında birbirine benzer. Çünkü herkesin benzer şeyler öğrenme ihtiyacı olduğunu düşünebiliriz. Ancak oyunların parçası olduğu somut olmayan kültürel mirasın peşine düşerken, bu evrensel ön kabule tamamen teslim olmamanın altını çizmek lazım. Yerelde, küçük de olsa farklılıklar içeren çocuk oyunları, hem kültürel hem de fiziki koşullar çerçevesinde ortaya çıkarlar. Bu anlamda çocuk oyunları, fiziksel eylemler çeşitliliği içinde biraz daha organik, biraz daha yerel ve bir toplumun kendi ihtiyaçlarını belirlemesi çerçevesinde çocuklarının donanım kazandığı bir alan olarak ortaya çıkıyor. 3. Çeşitliliği Öğrenmek Buradaki amaç, çocukların önyargılarını konuşabilmek, kendilerini güvende hissedebilecekleri ve aslında hiçbir zaman soramadıkları soruları, onlara basmakalıp biçimde öğretilen şeyleri sorgulayabilecekleri bir ortam yaratmak. Mesela ‘sinagog’, çocukların belki her gün önünden geçtiği bir yapı ama aynı zamanda ne olduğunu soramadığı bir şey. Çocuklar, somut kültürel mirasa dair bir şeyi görüyor olabilir ama anlamlandıramadığı, sormadığı bir şeyi konuşma fırsatına kavuşmuş oluyor. Çocuklar aynı zamanda oyunda fiziksel bir aktivite yapmış oluyor ve oyunlarda çeşitli taktikler de geliştirebiliyorlar. Mesela İzmir’de Yahudi bir teyzeden dinlediğimiz ve bir halatı daire şeklinde tutarak oynanan körebe oyununda bir çocuğun boyu daha kısaysa, ebe onu yakaladığı zaman, arkasında başka bir arkadaşı onu yukarı kaldırıyor. Dolayısıyla ebe uzun boylu birini hayal etmeye çalışıyor. Çocuklar arasında bu türden bir dayanışma halleri olduysa onları konuşmak, olamadıysa da neden olamadı? Ebenin kimi yakaladığını tahmin etmesi çok mu kolaydı? Acaba onu zorlaştırmanın bir yolu var mıydı? Halatın zorlayıcı tarafları oldu mu? Halat gibi bir sınırın olması, bizi fiziksel olarak nasıl zorladı? Hayatımızdaki sınırlar nedir? Bunun gibi sorularla çocuklarla kurulan diyalog genişletilebilir. Yani kısacası eleştirel pedagoji yöntemiyle Barışa Oyna’nın amacı: - Güç ilişkilerini anlamak: kız/erkek, siyah/beyaz... - Sınır algısını esnetmek - Eski ve yeni çeşitliliği geri öğrenmek Oyunu oynadıktan ve sohbet ettikten sonra, belki çocukların aklında Yahudi, hala düşman veya yabancı algısı uyandırmaya devam edebilir. Ancak çocuklar, Sara teyze diye birini ve onun hikayesini biliyor ve onun sayesinde oyun 26
oynayabileceğini de biliyor. Düşman ya da yabancı bildikleri ile ilgili bir duyguyu daha katmış oluyoruz. Yani düşmanlık veya nefret gibi duygular nasıl yer alabiliyorsa çocukların veya yetişkinlerin içinde, oyun oynamanın ve bize bir oyunu aktaran bir kadın sayesinde bu oyunu oynuyor olabilmenin verdiği zevk de duygu olarak diğer duyguların yanında yer ediniyor. 4. Duygusal Öğrenim Beden Hafızası Oyun oynayarak öğrenen insan, bu öğrenimini sağlayınca doğal olarak eğitimin klasik araçları olan sınıf ortamı, oturur pozisyon ve kağıt ile kalem değil; bedenin sağladığı tüm yetileri odağına alır. Dil öğreniminde beden merkezli bir anlayışın mümkünatını araştıran Laroy’a göre, “bedenin kendisi bilgidir, başka bir şeyin bilgisi olmaktan çıkar.” Bu anlayışa göre beden, hem öğrenen hem de öğretilen şey olur. Dil öğreniminde daha sezgisel bir çizgiyi takip eden Laroy, aslında tınıların ve seslerin yarattığı anlamın sezgisinden, hissinden bahsediyor. Yine aynı yazara göre, “Öğrenim, bedenin araç olduğu bilgiye erişimi değil, bedenin kaynağı olduğu bilgiyi hedefleyebilir.” Bedenin kaynağı olduğu bilgi olarak hisler, duygular tam da dil öğrenimindeki gibi, öğrenimin hedefi olur. Kısacası, “beden hafızası” olarak adlandırdığımız şey, bedenin kaynağı olduğu bilgi olarak duygulardır. Yoğunluklar taşıyan bedenlerin içinde var olan duyguları oyunlar aracılığıyla yüzeye çıkarmak ve bu duyguları bilgi olarak bedeninde saklamak. Bu duyguları yaşamış olan beden, onları hafızasında saklar ve bilgisi dahiline koyar. Bu anlayışa göre, beden ne kadar çok yoğunluk taşıyorsa, insan o kadar donanımlıdır. Bu anlamda, Barışa Oyna modeli, çocukların beden hafızalarında saklayacakları duyguları hedefler ve çocukların donanımını ve hassasiyetini taşıdıkları yoğunlukları çeşitlendirmeyi amaçlar. Yine Viviane Laroy’ın teklif ettiği öğrenim anlayışında beden, “ötekiler hakkında nasıl hissettiğimizin ve ötekilerin bizim hakkımızda nasıl hissettiğinin göstergesidir.” Barışa Oyna’da ötekiler hakkındaki duygular, beden hafızasında öğrenimi hedeflenen duygular arasındadır. Özellikle sınır bölgelerinde ama sadece oralarda değil, homojenleştirilme süreci yaşamış tüm bölgelerde, ötekiler hakkındaki duygular oyunlar aracılığıyla yeniden ortaya çıkarılmaya çalışılır. Çok da eskiye dayanmayan zamanlarda insanların ne hissettiği ve bunları nasıl hissettiğini anlamak Barışa Oyna’nın sözlü tarih çalışmasıyla oyunlar üzerinden biriktirmeye çalıştığı bir zemin oluşturuyor. Yaşlılarla sohbetler esnasında, onların çocukluklarında oynadıkları oyunları sorarken, yani bulundukları fiziksel bir aktiviteyi sorarken kaçınılmaz bir şekilde ve tam da fiziksel bir aktivite söz konusu olduğu için, çocukken nasıl hissettiklerini sormuş oluyoruz. Bu anlamda çocukluklarından bahseden yaşlılar o duyguları tekrar yaşayarak heyecanlanabiliyor. Bu duygu, bu heyecan aslında, daha sonrasında çocuklarla uygulama yaparken aktarılabiliyor. Bu anlamda, nesiller 27
arası yoğunluklar aktarımı niteliği taşıyan Barışa Oyna, bu aktarımı kültürel mirasın parçası olan oyunlar aracılığıyla gerçekleştiriyor. ‘Eskiden buranın insanları böyle heyecanlanır, böyle gülerlerdi’ diyebileceğimiz ve çocuklara kendi yörelerine ait tarihi bilgi verebileceğimiz bir alan oluşturuyor. Yüzyıllık Ah! kitabında sözlü tarih çalışmalarıyla Diyarbekir ve çevresinde Ermenilere dair hafızanın arayışına çıkan Çelik ve Dinç, Ermenilerle Kürtler arasında kirvelik ilişkisi sayesinde yasal çerçevenin dışında iki toplumun birbiriyle akrabalık ilişkisini nasıl inşa ettiklerini anlatıyor. Kirve olan kişinin duygusu, somut bir öteki iken akraba kadar kendisinden olma duygusu, Laroy’ün hedeflenen bilgi olarak niteleyeceği bir yoğunluktur. Tarihin duygular vasıtasıyla aktarılması aslında ‘duyguların arkeolojisi’ denilen bilimsel alana da tekabül ediyor. Tarih yazımına sözlü tarih yönteminin getirdiği itirazı benzer sebeplerle duygu arkeologları dile getirmiş; Duygu arkeolojisi, güçlü olanın tarihine karşı, tarihe geçecek anı yaşarken güçsüz taraftakinin de ne hissettiğini anlama arayışıdır. Mesela duyguların arkeolojisi alanı, istila öncesi mal ve can varlığının kaybı korkusu yanında, kadınların cinsel şiddete maruz kalma korkusunun tarih içerisindeki anlatımını mümkün kılmaktır. Örnek niteliğindeki bu olgu, benzer durumlar eşiğinde olanlar arasında birbirini kurtarma, canı pahasına saklama, ele vermeme, kaçmasına yardımcı olma gibi bir nevi kahramanlık öykülerinin altında yatan duyguları araştırmak, yine gizli kalan tarihsel gerçekler arasında yer alıyor. Öyle ki, idam tehdidine rağmen binlerce yıldır aynı toprakları paylaştığı komşusunu o anda kurtarma cesareti, mesela nasıl bir duygunun göstergesidir? Edirne’de yaşayan yaşlı amcanın çocukken oynadığı oyunları anlatmaya “bizim sınıfımızın yarısı Yahudi’ydi” diye başlaması sadece demografik bilgi taşıyan bir cümle değil, gözlerinin dolmasına ve yutkunmasına sebep olan bir hatırlama anıdır aslında. Tarih araştırılırken duyguların arkeolojisi, aynı zamanda bu kişinin ifadesiyle birlikte gelen gözyaşlarının görmezden gelinmemesidir. Barışa Oyna, iyimser bir yaklaşımı benimseyerek yerelin tarihi duyguları açısından başka bir yöntemle araştırılmadığı sürece tüm geçerliliğini koruyan bu sevgi duygusunu günümüz çocuklarına mümkün olduğu kadar gerçek biçimiyle aktarmaya çalışıyor. Barışa Oyna’nın eski oyunlar aracılığıyla aradığı duygu, ‘barış ve çeşitliliğin duygusu’ aslında... Yani sınıfının yarısı Yahudi olan amcaya o çocuklarla ne oynadıklarını sorduğumuzda, birlikte yaşamayı nasıl müzakere ettiklerini anlamaya yönelik ipuçları verebiliyor.
28
Kaynak Adnan Çelik ve Namık Kemal Dinç, Yüzyıllık Ah! Toplumsal Hafızanın İzinde 1915 Diyarbekir, 2. baskı Zan Vakfı Yayınları, 2018. Anne-Emmanuèle Calvès, Empowerment: The History of a Key Concept in Contemporary Development Discourse, Revue Tiers-Monde, 2009/4. Johan Huizinga, Homo ludens: A study of the play element in culture. Boston: Beacon Press, 1955; Türkçesi 6. baskı, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017. (Orijinal eser yayın yılı 1944, Almanya). Sarah Tarlow, “The Archeology of Emotion and Affect”, Annu. Rev. Anthropol. 2012. Vol. 41, ss. 169–85. Viviane Laroy, “The Body in a Pedagogy of Being”, Humanising Language Teaching, November 2002.
29
Barışa Oyna’da Eleştirel Pedagoji Selçuk Açıkgöz Eleştirel Pedagoji; eşitsizliklerle, ayrımcılığa maruz kalan her birey ve topluluğun yaşam deneyimlerini kendi sosyal gerçeklikleri üzerinden yeniden düşünmeye teşvik eden soru sorma/sorgulama üzerine kurulu etik bir eğitim prensibidiri. Brezilya’da 1940-50’lerde okuma yazma bilmeme oranının %75’lerde olması ve okuma yazma bilmeyenlerin oy verme hakkının elinden alınması sebebiyle, Brezilyalı eğitimci Paulo Freire eleştirel pedagojiyi temel olarak okumayazmanın öğrenilmesi için geliştirmiştir. Bu öğrenim sürecini de, bireylerin kişisel deneyim ve aşina oldukları kelimeler üzerinden sağlamaya çalışmıştır. Bu amaçla, köleliğin etkilerinin halen devam ettiği Brezilya’da, ezilenlerin okuma-yazma öğrenmesi hem de maruz kaldığı eşitsizliklerin kendilerinden kaynaklanmadığını anlamalarını sağlamayı hedeflemiştir. Eğitimi kendine bağımlı hale getiren, hiçbir şekilde bireylerin yaratıcılıklarını geliştirmeyi hedeflemeyen ve tek yönlü bir iletişim ile sunulan bilgilerin sorgulamadan kabul edildiği günümüzde de devam eden eğitim sistemini Freire “bankacı eğitim modeli” (Öğretmen: bilgi yatıran, işleyen; öğrenci: bilgi alan, öğretilen) olarak tanımlamıştır. Bankacı eğitim modelinde niyet, düşünmeyi sağlamak yerine öğrenimi mevcut baskıcı sistemle uyumlu hale getirmek ve bireyin evcilleştirilmesi üzerine kuruludur. Bu eğitim modelinde, çift yönlü iletişim mümkün kılınmaz ve yerine, sadece öğretmenin konuştuğu kendi iktidarını, kendi bilgisini tek bilgi gibi dayattığı bir yaklaşım hâkim olur. Mevcut okul sistemi içerisinde çocuklar bir süre sonra, daha az merak etmeye, daha az soru sormaya başlarlar. Buradan da çıkarabileceğimiz gibi, farklı sebeplerin de etkisiyle, çocuğun bilme merakı yavaş yavaş yıkıma uğratılır ve sessizlik kültürü yaygınlaşmaya başlar. Sahte Cömertlik de aslında burada devreye girer. Ezilen, ayrımcılığa maruz kalmış bireylerin şartlarını iyileştiriyormuş, hak-tabanlı bir anlayış benimsenmiş izlenimi yaratmak isteyen birey ve gruplar, etkide küçük gösterişte büyük aktivite ve çalışmalarla yoksun bırakılmış, baskı altında tutulan bireylerin mevcut durumlarının sürdürülmesi, ezenin kim olduğunun anlaşılmamasını sağlarlar. Ezenin gücünü sürdürmeye yarayan bu modelin karşısına ise problem tanımlayıcı eğitim yaklaşımını çıkarmaktadır. Problem tanımlayıcı eğitim yaklaşımı, farkındalığı arttırmanın en önemli yolu olarak soru soran ve yeni sorular türeterek bireyin merak etme ve sorgulama edimlerini kendi yaşamını etkileyen noktalara çekmeye çalışır. Burada soruları tasarlarken yaşanan 30
sosyal problemler (ayrımcılık, kültürel hoşgörüsüzlük, yabancı düşmanlığı vd.) çocuklara doğru soruları sorarak aktarılmalıdır. Soruların cevaplarını almak kadar bu yaklaşım da yeni soruları ortaya çıkarmak ve herkesin katılımını sağlamak önemlidir. Zekâların eşitliğine vurgu yaparak herkesin sahip olduğu bilginin önemli olduğu vurgulanır ve aktif katılım sağlanmaya çalışılır. Sorular, onları düşünmeyi teşvik edecek ama tembelleştirmeyecek şekilde hazırlanmalıdır. Bu düşünme sürecinin sonunda da kişinin kendi sosyal gerçekliklerinin farkında olmasını sağlayan eleştirel bilinçliliğe sahip olması hedeflenir. Eleştirel Pedagoji - Anahtar Kavramlar Yaş hiyerarşisini kaldırmak: Kültürel miras, sınır algısı veya bölgeyle ilişkilendirilebilecek diğer “hassas” olarak etiketlenen konuların rahatlıkla konuşulması, çocukların hem eleştirel bir bakış açısı kazanması hem de özgüven edinebilmeleri için önemlidir. Bu konuların çocuklarla konuşulmadığı çocukların bu konuları anlamayacakları onlara dolaylı yoldan öğretilmiş olacaktır. Bu durumu önlemek için çocuklarla eşit bir iletişim kurulmalıdır. Abertura (Açılma)[İ]: Bireylerin kendilerini ve sosyal çevrelerini aşağıdan yukarıya dönüştürmelerini sağlayacak mekânların ve aktivitelerin yaratılması için teşvik edilmesini temsil eder Abertura. Çocuk ve gençlerin öğrendikleri oyunları kendi sosyal ortamlarında da oynamaları, oyunlar üzerinden sohbet ortamı yaratımı için çaba sarf etmeyi ve aynı zamanda oyun alanı tasarlamayı vurgular. Uygulama sırasında kendi oyun alanlarını çizerek tasarlamalarını, daha sonra da çizimlerini yorumlamalarını isteyebilirsiniz. Yatay, çift yönlü diyalog ve herkesin aktif katılımı: Oyunlar boyunca çocuklarla çift yönlü bir iletişim kurulmalı, onları konuşmaya, akıllarına gelen soruları veya tartışmak istedikleri düşünceleri özgürce paylaşmalarına imkân sağlayacak uygun ortamlar yaratılmalıdır.
Anahtar kavramlar Eleştirel Pedagojinin anahtar kavramları “Barışa Oyna’yı” gerçekleştirirken özellikle çocuklarla kurulacak iletişimde, onlara sorulacak sorularda ve aktif katılımlarının sağlanabilmesi gibi konularda yardımcı olması için belirlenmiştir. Uygulama sırasında bu temel kavramların akılda tutulması, sohbetin çeşitlenmesine, çocukların kendilerini rahat hissetmelerine ve yaşadıkları bölgeyle ilgili yeni bilgiler ve farkındalıklar kazanmalarına yardımcı olacaktır.
[i] Gylton Da Matta, K. Andrew R. Richards & Michael A. Hemphill (2015). Toward an understanding of the democratic reconceptualization of physical education teacher education in post-military Brazil, Physical Education and Sport Pedagogy, 20:3, 329-345, DOI:10.1080/17408989.2013.837438 31
Eleştirel bilinçlilik[ii]: Çocukların içindeki sosyal hayatı anlamasına yardımcı olma ve fark etmesini sağlama çabasını ifade eder, eleştirel bilinçlilik. Üzerine konuşulan konularda, konuyu baskın söylemden çıkarma, sosyal bağlamı yeniden tasarlamaya çalışılır. Bunu yaparken, baskın söylem reddedilmez, yalnızca eşitsizlik yaratan bu söylemlerin hayatımızın merkezi olmalarını engellenmeye çalışılır. Katılan çocuk ve gençlerle oyunlar üzerinden yaşadıkları bölgedeki kültürel mirasla tanıştırılır ve bugün üzerinden sohbet etmeleri sağlanır. Eleştirel Bilinçlilik: Barışa Oyna Eğitiminden
Katılımcı: Kanıksadığımız normların dışına çıkmak önemli. Mesela toplumsal cinsiyet…
Katılımcı: ‘Poşa’yım hocam ben ondan’ diyen çocuğa ‘hepimiz insanız’ perspektifinde değil de birtakım eşitsizlik durumları tarihsel olarak nasıl ortaya çıktı, bu şimdiki zamanda nasıl sürüyor, bunları konuşabilmek önemli.
Katılımcı: Fişlerde kullanılan cümleler bizim yaşamımızda var mı? “Işık ılık süt iç.” Süt, herkes için erişilebilir miydi?
Katılımcı: Hem kendi deneyimimiz içinden yapabilmek ve hem de onun dışına çıkabilmek. Bütün insanların eşit olduğu söyleminde olduğu gibi. Sanki böyleymiş gibi anlaşılıyor olabilir sözlerimizden. Deneyimin kendisinde eşitsizlikler devam ediyorsa bunları tartışmaya açarak, konuşarak kendi gündelik yaşamımızdan ulaşmaya çalışmak gerekli. Çünkü bu olmadığında zaten herkesin sadece söylem düzeyinde dâhil olduğu tekrarlara düşülüyor. Dışına çıkıp oradan tekrar bakabilmek de değerli.
[ii] Freire, P. (2006). Ezilenlerin Pedagojisi (Çev. Dilek Hattatoğlu, Erol Özbek). İstanbul: Ayrıntı. 32
Eleştirel Pedagoji Örnek Aktiviteler[iii] Bu uygulamalar Barışa Oyna’nın içerisinde uygulanabileceği gibi, aynı zamanda derslerde veya herhangi bir sosyal aktivite de gerçekleştirilebilir. 1. Tarihi Kim Yazıyor? Amaç Farklı tarih alanları içerisinde göz ardı edilmiş, dayanışma ve toplumsal barışa katkı sağlamış tarih figürlerini hatırlamak, neden görünmez hale geldiklerini sorgulamak. Yönerge i) Öncelikle; Tarihin farklı dalları (spor tarihi, edebiyat tarihi, savaş tarihi, sinemada en sevdikleri aktörler vb.) düşünüldüğünde ilk hangi isimler akla geliyor? Sorusu yöneltilir ve herkesten birer-ikişer isim alınır.
iii) Son aşamada, hatırlamadığımız, gözden kaçırdığımız isimler kimler? Öğrendiklerimizin dışında kimler toplumsal yaşama, ortak tarihe katkı sağlamış? Bu isimlerin ortak özellikleri neler ve neden görünmezler? Soruları sorularak göz ardı edilmiş ama toplumsal barışa veya alanında farklı değerler ortaya çıkarmış isimler ortaya çıkarılmaya, hatırlanmaya çalışılır.
ii) Daha sonra bu isimlerin hangi özellikleri ile hatırlandığı sorulur?
2. Kütüphane / Kitaplık Ziyareti Amaç: Kitaplık/Kütüphanelerdeki en baskın konuların, yazarların neler olduğunu ortaya çıkararak; göz ardı edilen konuları, yazarları belirleyip tartışmak. Yönerge: Katılımcılarla birlikte yakınlarda bulunan bir kitaplık veya kütüphane ziyaret edilerek aşağıdaki sorulara cevaplar aranır: Ne tür kitaplar var kitaplıklarda, kütüphanede? Çoğunlukla kimler tarafından yazılmış? (Erkekler, Tarihçiler vb.) Seçilen kitaplar hangi yıllara, kitabevlerine ait? Hangi kitaplar hangi raflarda ve kütüphanenin hangi bölümlerinde? Ne tür kitaplar eksik, hangi konular daha az temsil edilmiş veya hiç temsil edilmemiş? Daha sonra ise, alınan cevaplar üzerinden alternatif ne tür kitapların olabileceği, kitap ve konu çeşitliliğinin sosyal gerçeklikleri anlamaya yardımcı olacak şekilde nasıl çeşitlendirilebileceği tartışılır. [iii] Monchinski, T. (2008). Critical pedagogy in the everyday classroom. In Critical Pedagogy And The Everyday Classroom (pp. 115-139). Springer, Dordrecht. 33
Barışa Oyna’da Eleştirel Pedagojiyi Kullanmak Oyunlar sırasında çözümlemenin daha net ve açıklayıcı bir şekilde çocuk ve gençlerle tartışılabilmesi için düzenlenmiş sınıflandırma ile eleştirel pedagojinin temel kavramlarından bazılarını bir araya getirerek aşağıdaki Barışa Oyna Uygulama Rotasını belirledik[iv]. Oyun çözümlemeleri aşağıdaki ana temalarla ilişkilendirilerek uygulanır ve sorular bu temalarla ilgili konuları içerebilir ancak katılımcı çocuk ve gençlerin konuşmak istediği farklı konularda teşvik edilmelidir.
Not: Sorular örnek olarak hazırlanmıştır. Bu soruların dışında sohbetin gidişatına göre sorular genişletilmeli, çocukları konuşmaya teşvik edecek, aktif katılımlarını sağlayacak şekilde çeşitlendirilmelidir.
Ana Temalar: Sınır Algısı, Kültürel Çeşitlilik, Güç İlişkileri 1. AŞAMA: Hatırlama • Bu aşamada, katılımcı çocuk ve gençlerin sahip olunan bilgiyi ortaya çıkarmasına veya hatırlamasına yardımcı olunur. Soru sorulma bölümünden önce, oyunun hikâyesi ve geçmişinin tanıtılması başlangıç olarak kullanılabilir. • Hatırlama aşamasına ilişkin sohbet, oyuna başlamadan önce oyunun tarihi, ait olduğu bölge hakkında [iv] Bloom’un revize edilmiş sınıflandırması (2001). 34
Hatırlama: Örnek sorular
- Yaşadığınız yer hangi bölgeye ait? - Artvin’e hangi iller komşudur? - Artvin’e komşu olan ülkeler hangileri? - Artvin’de hangi halklar yaşamakta? - Bu halklar hangi dilleri konuşuyorlar/ konuşuyorlardı?
2. AŞAMA: Anlama • Hatırlanan fikir ve bilgilerin yorumlanması, özetlenmesi ve tartışılması Anlama: Örnek sorular
- Halklar hangi özellikleri ile birbirinden ayrılır? - Farklı özellikler beraber yaşamaya engel midir? - Bu zamana kadar Artvin’de yaşamış halkları neden duymamış olabilirsiniz?
3. AŞAMA: Uygulama • Uygulama aşamasında, oyunların dışında çocuklarla farklı çalışmalar yapılarak öğrendikleri bilgiler farklı ortamlarda, farklı araçlarla uygulanır. Örnek Uygulamalar Kültürel çeşitlilik, sınır veya güç temalı resim çalışması yapabilir. Uygulama: Örnek Sorular
- Bu bölgede yaşamış ve halen yaşayan tüm halkların kaç tanesini hatırlayabilirsin? - Öğrendiğin oyunlardan bölgede yaşamış halkların hangi özelliklerini çıkarabiliriz? - Yaşadığın şehrin kültürel çeşitliliğini bir çizim ile göstermek ister misin?
Bir sonraki aktiviteye öğrendikleri herhangi bir yeni bilgi hakkında (bölgede yaşayan halklardan biri, sınır ülkelerinden biri, etnik-dinsel-kültürel hakkında yeni bir bilgi) araştırma yaparak gelir ve bu bilgiyi arkadaşları ile paylaşır.
35
4. AŞAMA: Analiz ve Değerlendirme • Oyunla açığa çıkan duygular ve ifadeler küçük parçalara ayrılarak tartışılır, karşılaştırma yapılır. Anahtar kelimeler: Bilgiyi parçalarına ayırarak ilişkileri incelemek, benzerlik ve zıtlıkları ele almak Analiz Etmea ve Değerlendirme: Örnek Sorular
- Bugün oynadığınız oyunlar ile geçmişte oynanan oyunlar arasında nasıl farklar var? Farklılıklar var ise, neden oluşmuş bu farklılıklar? - Öğrendiğiniz oyunları farklı halklardan arkadaşlarınızla oynamak ister miydiniz? Neden evet, Neden hayır? Oyuna özgü diğer sorular (sınır algısına yönelik, kız ve erkek öğrencilerin oyun üzerindeki etkileşimi üzerinden güç ilişkilerinin, kalıp düşüncelerin tartışılması)
5. AŞAMA: Tasarlama • Öğrenilen bilgi yeni bir oyun tasarlamada, aynı oyunların farklı mekânlarda ve alanlarda yeniden oynanması için planlanır. Öğrenilen oyunlardan farklı oyunlar, fikirler de türetilebilir. Burada esas amaç sahip olunan bilginin yeni tasarlanan oyunda, çizimde tekrar kullanılmasıdır. Tasarlama: Örnek Sorular
- Bugün bu oyunları tekrar, herkesi dâhil ederek nasıl oynayabiliriz? - Herkesin katılabileceği bir oyun alanı çiziniz ve yaşadığımız bölgenin her yerinden sınıra bağlı kalmaksızın çocukların katılabileceği bir aktivite tasarlayınız? Bu oyun nerede oynanır, Ermenistan’dan, Gürcistan’dan, Azerbaycan’dan çocuklar nasıl katılır? Tasarlayın.
36
37
Çocuklar ile Sözlü Tarih Yöntemi Cansu Kılınçarslan Barışa Oyna’da neden sözlü tarih yöntemini seçtik ve bu yöntemi nasıl kullanıyoruz? Bu soruya yanıt ararken sosyal bilimlerden edebiyata, edebiyattan sinemaya bugün pek çok alanda yaygın olarak tercih edilen sözlü tarih yöntemine dair paylaşılanları derledik. Barışa Oyna uygulamasını gerçekleştirirken, oyunları ve hikayeleri araştırma aşamasında sizlere yardımcı olabilecek bazı öneriler ekledik. Öncelikle sözlü tarih denilen metodunun nasıl bir ihtiyaca karşılık geldiğini anlatmak faydalı olacaktır. Eski çağlardan beri aşina olduğumuz bilgi ve tarih aktarımı, sözlü geleneğe dayanır. Ancak tarihin bir aşamasında, modernleşme ve pozitivist bilim anlayışının ağırlığı altında disiplinlerin kendilerini tarif etme çabalarından tarih disiplini de etkilenmiş ve bu yaygın yöntemin kullanımı kesintiye uğramıştır. Rankeci tarih anlayışı diye ifade edilen bir dönem yaşanmıştır. Bu dönem, tarihsel bilginin ‘gerçek’liğini; belgeye dayalı, siyasi tarihin öne çıktığı dolayısıyla kralların yaptıkları savaşlar, antlaşmalar, kahramanlıklar gibi anlatılara sıkıştırmıştır. Belgeciliğin sınırlarını çizdiği yer, resmi tarih anlayışıyla uyumludur. Bu düşünce ile çatışan bir tarih yaklaşımı olarak sözlü tarih öne çıkar. Sözlü tarih yöntemi, alternatif alanın bilgisini bizlere açma iddiasındadır. Burada vurgulanmak istenen, büyük adamlar’ın yanı sıra sıradan insanın günlük hayat deneyiminin de tarih sahnesine davet edilmesidir. Bir çiftçinin tarım deneyimi, bir kadının gündelik hayatta herhangi bir alandaki deneyimi ya da kadının toplumsal konumunun mutfağa sıkışmış olduğu bilgisi, çocukların günlük eylemleri, oyunları, anıları... Bunun gibi örnekler, tam da o kişilerin deneyimlerine verilen değer üzerinden, bugün tarihe baktığımızda kendine bir yer bulabiliyor. Sözlü tarihin katkısı buna aracılık etmesi, resmi anlayışın sesini duyurmadıklarının sesini duymamıza, bilgisine sahip olmamıza imkan veriyor olmasıdır. Okullarda gördüğümüz tarih eğitimi, resmi tarih ile alternatif tarih yöntemi arasındaki ayrımı görünür kılar. Ortaöğretim, lise yıllarından bir tarih dersimizi hatırlamaya çalışırsak, sınıfta işlenen konulardan hangileri aklımıza gelir? Pek çoğumuz benzer yanıtlar vereceğiz; savaşlar, anlaşmalar, kahramanlık hikayeleri, tarihler, padişahlar, prensler, krallar, imparatorluklar… Bunlar var elbette ama aslında bizim de, o dönem orada olanların da hayatlarının çok az bir kısmına karşılık geliyor. Onlardan başka da bir hayat var, sıradan insanlar var... Savaşlar, kahramanlıklar sıradan insanların hayatlarını da etkiler. Çatışma, 38
antlaşma denildiğinde iki taraf vardır. Savaş da kahramanlık da ötekilere karşı ve/ya ötekilere rağmen olur. Ötekilerin yaratıldığı anlar, çatışmaların sonunda çizilen sınırlar Barışa Oyna projesinde gündemimize aldığımız konular. Burada bildiklerimizi aşındırırken alternatif tarih yöntemlerinden destek alabileceğimizi farkettik. Oyunları araştırırken alternatif tarih anlayışına neden ihtiyaç duyduk? Çocuk oyunları araştırırken pek çok oyun antolojisi ile pek çok yereli tanıtan yazı ve akademik çalışma ile karşılaşıyoruz. Oyun ve oyunun kurallarına erişmekte bu kaynakları çok faydalı buluyoruz. Ancak diğer taraftan bir de duygusal öğrenme dediğimiz metodu karşılayacak kaynaklara erişmek gibi bir amacımız var. Oyunun kimden öğrenildiği, oyunu oynayan kişinin neler hissettiği, o zaman buraların nasıl olduğu, kimlerle birlikte oldukları gibi aslında sıradan hikayelere de ulaşmak istiyoruz. Barışa Oyna’da, bu duyguyu da sürecin bir parçası yapabilmek için sözlü tarih yöntemini işlevsel buluyoruz. Bir Sözlü Tarih Yönteminin Aşamaları Bir sözlü tarih çalışmasına başlarken öncelikle konunun çerçevesini belirleyecek ölçüde bir ön hazırlık aşaması öneriliyor. Bu aşamada araştırma yapılacak yerelin geçmişten bugüne sosyo-kültürel açıdan değişimi, kültürel çeşitlilik açısından orada yaşanan hareketlilik ve etnik çeşitlilik gibi konularla ilgili bilgi edinmek gerekiyor. İkinci aşama görüşmelerin gerçekleşmesidir. Bu aşama görüşmelerde soruların planlanması, kayıt için kullanılacak teknolojiye karar verilmesi, bilgi vermek, izin almak gibi teknik konuların yanı sıra bu duygusal paylaşımın bir parçası olduğumuzu da hatırlamayı içerir. Üçüncü aşama görüşmenin nasıl arşivleneceği, paylaşılanların ne kadarının paylaşılacağı gibi kararları içermektedir. 1. Araştırma Tasarımı ve Ön Araştırma: Bu aşamada, araştırma konusu ve sınırları belirlenir. Belirlenen konuda, daha önce yapılmış çalışmalar incelenir. Gidilecek yer ve orada yaşayan insanlara dair bilgi edinilir. Görüşme biçimi belirlenir ve görüşmede karşılaşılabilecek olası sorunlara çözüm üretmeye çalışılır. Bu aşama, daha çok, kitaplara bağlı gerçekleştirilir. Görüşme için çok önemlidir çünkü anlatıcının hangi dönemden bahsettiğinin, bu dönemin koşullarının ve bu dönemde neler yaşandığının önceden bilinmesi görüşmelerin içeriğini etkileyebilir ve görüşmelerin çözümlenmesi aşamasında eleştirel bir okumayı mümkün kılar. Ayrıca henüz görüşmelere başlamadan önce çeşitliliği aktarabilecek görüşmeler planlamak, görüşme yapılacak kişilerle bağlantı kurmak, onlara dair izlenim verecek bilgi alabiliyorsak görüşme sorularını bu bilgilerle tekrar düşünmek bu aşama için faydalı olabilir. 39
2. Görüşme: Bu aşama sözlü tarih çalışmasının bel kemiğini oluşturur, dinamiktir; her uygulama kendi kurallarını yeniden üretir.. Yine de görüşme yapacak kişiyi rahatlatması için birtakım yol gösterici teknikleri paylaşmak yararlı olacaktır. Her görüşmeden önce soracaklarımızı gözden geçirmek, görüşme sırasında soru kağıdımıza bakmamak için önerilir. Görüşme sırasında ses kayıt cihazı kullanılacaksa, görüşme henüz başlamadan izin almak gerekir. Katılımcılar arasında bir hiyerarşi oluşmaması ya da görüşülen kişinin anlatısını etkilememesi için ilk görüşmenin, tek kişiyle yapılması önerilir. Tabii ki değişen koşullara göre birkaç kişinin katıldığı görüşmeler yapılabilir. Görüştüğümüz kişiyle akışı bozmayacak şekilde iletişim kurmak ve görüşmenin başında neyi araştırdığımızı açıkça söylemek önemlidir. Örneğin ‘oyunları ve buranın tarihini, kültürel çeşitliliğini araştırıyoruz’ bilgilendirmesini yapmak hem görüştüğümüz kişinin şaşırmasını engeller hem de görüşmenin sadece oyun kuralları etrafında şekillenmesinin de önüne geçebilir. Görüşme sırasında önerilenlerin başında görüştüğümüz kişiyi dinlemek geliyor. Görüşmeyi yapan kişinin ve görüşülen kişinin rahat hissetmesini sağlayacak koşulların oluşturulması da önemlidir. Görüşmede sohbet havası yaratacak konular seçilmeli. Bu açıdan Barışa Oyna’da zaten oyunları ve çocukluğu konuşmamız çok kolaylaştırıcı oluyor. Sorular sorarken evet – hayır gibi net bir yanıtı olan sorular yerine daha açık uçlu sorular seçmek öneriliyor. (Soru örnekleri için bkz. kutu) Görüşme bitiminde de her görüştüğümüz kişi ve bu kişinin görüşme sırasında dikkatimizi çeken davranışları ile ilgili notlar almak da önemli. Çünkü belki anlatıcının susarak ifade etmeye çalıştığı bir davranış dikkatimizi çekmiş olabilir. Nasıl biriydi, ne yapardı? Bu gibi soruların yanıtları, bir sonraki aşama olan arşivleme aşaması için de gereklidir. 3. Arşivleme: Bu aşamada, kişi kayıtları oluşturulur. Deşifrenin nasıl yapılacağına karar verilir. Bütün görüşme ya da sadece oyunlar ya da belirli bir tema deşifre edilir. Görüşmeci kayıtları ya da konu başlıklarına göre içerik tasnifine gitmek gibi tercihler olursa bu tasniflere de zaman ayırmak gerekecektir. Katılımcıların kimliğini belli etmeyecek şekilde ve izni alınarak çekilen fotoğraf ya da videolar arşive eklenir. Çocuklarla Sözlü Tarih ve Barışa Oyna Sözlü tarih, bir eğitim yöntemi olarak, yerel tarihçilik atölyelerinde ve tarih derslerinde nasıl kullanılabilir? Alternatif tarih araştırma biçimleri olduğundan bahsedip sözlü tarihi önermek ve sonrasında bunun nasıl gerçekleşeceğine dair bilgiler vermek öneriliyor. Örneğin çocuklara onların merak ettiği bir soru ya da konu başlığı önerilebilir. Daha sonra bu konuda nasıl bilgi toplayabilecekleri tartışılabilir. 40
Önerilen yöntemlerden biri, doğrudan bir sözlü tarih sürecini yönetmelerini desteklemek. Seçtikleri konuda soru sorup bunun üzerine eleştirel okuryazarlık yapabilecekleri, yaşlılarla konuşarak bilgi edinebilecekleri ve bunları tartışacakları bir ortam yaratılabilir. Yönteme dair bilgilendirme yapılarak, çocukların görüşme yapması, kendi soru taslağını hazırlaması, not almayı deneyimlemesi ve küçük bir araştırma gerçekleştirmesi desteklenebilir. Kiminle görüşecek, soru taslağı nasıl şekillenecek ve görüşme sırasında teknik ekipman kullanacak mı gibi soruların yanıtlarını atölyenin sorumlusu ya da öğretmenle birlikte araması faydalı olacaktır. Çocuk, görüşme sırasında belki başka sorular da ekleyerek gerçek bir diyalog ortamını deneyimleyebilir. Sözlü kaynakları dinleme, birinin yaşadıklarına değer verme ve oradan öğrenme tecrübesi, çok perspektifli ve birlikte düşünme uygulaması olarak görülüyor. Çocuklar, sınıfa kendi öğrendikleri hikayeleri getirdiğinde sınıftaki hiyerarşi kırılacaktır. Çünkü onun bildiğini, öğretmeni henüz dinlememiş ve bilmiyor olacak. Bu açıdan eleştirel pedagoji yöntemlerine de yakın bir uygulama olabilir. Ayrıca anlatılan hikayedeki çelişkiler üzerine bir tartışma yapılarak çok perspektifli diyalog sağlanabilir. Bir diğer alternatif, paylaşıma açık olan sözlü tarih arşivlerinden faydalanmak. Doğrudan görüşmeler yapmasalar da yapılan görüşmeleri ‘dinlemek’ ve çözümlemek de bir o kadar kıymetli olacaktır. Çünkü dinleme eylemi, empatiyi de beraberinde getirir. Kayıt çözümlemesi, çocukların dinledikleri görüşmelerde bahsi geçen konuların tarihsel bağlamına merak duymalarını da sağlayabilir. Çocuklar, anlatıcının hangi dönemde çocuk olduklarını düşünerek, o dönemde telefonun olup olmadığı gibi sorular yöneltebilirler. O dönemin yaşantısını ve koşullarını düşünüp merak ederek geçmişle bugün arasında bağlantı kurmasını sağlayabilir. Çocuklar, dinledikleri kayıttan notlar alarak öncelikli gördüğü konuları sunabilir. Sunumlar, sınıfta bir tartışma ortamı açığa çıkarabilir. Bir şeyin çerçevesini belirleyip onun etrafında konuşmak, onu sunmak gibi bir beceri kazanılmış olacaktır. Her birinin kendi duyarlılıkları ve deneyimleriyle farklı noktalara dikkat çekmesi, birbirlerini anlamalarını kolaylaştırabilir ve çeşitliliği tecrübe etmeleri için bir zenginlik yaratabilir. Barışa Oyna yöntemi bir başka biçimde, ‘oyunun kurallarını birlikte çıkaralım ve oynayalım’ gibi bir teklifle kullanılabilir. Ya da bir kayıt üzerinden ilerlenip; Sara Hanım’ın kaydını dinledikten sonra neler hissettikleri, nelerin dikkatlerini çektikleri konuşulabilir. Böylece katılımcı bir öğrenme süreci desteklenebilir, diyalog için imkan yaratılabilir. Çocuklarla yapılacak bu tür bir uygulamanın çok yönlü katkıları olduğundan bahsediliyor. Bunlardan biri, bugün medya alanında da eğitime dahil edilen eleştirel okuryazarlık. Bu yöntem, duyduğunu, öğrendiğini sorgulama becerisini destekliyor. Eğitimin tek taraflı olan ve birinden diğerine bir akış olmayan bir 41
biçimine fırsat sunuyor. Eğitmenin bilmediği, duymadığı bir konuda aktaranın çocuk olması, ilişkideki verili rollerin değişmesine fırsat tanıyor. Dinleme, konuşma ve soru sorma pratiği normal hayattaki becerileri de desteklediğinden önemli bulunuyor. Ayrıca tarih eğitimi ‘öteki’ ve ‘bizden olmayan’ ayrımcı dili inşa ederken dinleme, bunun aksine, ‘tarihsel empati’ konusunu da gündeme getirir. Peki o ne yaşadı? Dinlediği kişinin hissettikleri üzerinden bir duygudaşlık geliştirmenin çocuklar için önemli olduğundan bahsediliyor. Hem görüşme yapan için hem de anlatıcı için her türlü diyaloğun ezber bozan bir tarafı olur. Oradaki duygudaşlık kıymetli bir tecrübedir. Anlatıcı, geçmişte yaptığı bir şeyden utanç duymasa da mutluluk yani gurur duymaması hali, anlatıcı için bir kazanım. Ve sessizlikleri okuyabilmek de dinleyici için önemli bir kazanım olacaktır. Sözlü tarih yöntemiyle öğrenme deneyimi, bir yanıyla da tarihe katılma, tarih yapma deneyimidir. Birilerinin onlar için yazdığı tarihi okuma, öğrenme ve ondan sınava girmenin ötesinde, tarihi doğrudan kendisinin yazmasına fırsat tanır. Çünkü yaptığı görüşmenin kaydı, arşivlediği ya da not ettiği ödev aslında yeni bir tarih belgesi. Başka bir biçimiyle bu çalışma, çocukların daha önce pek girmediği bir yer, komşu köy vs. seçilerek sözlü tarih oraya da uyarlanabilir. Bu şekilde çocuklarda, kendi yereline ve yereldeki kültürel çeşitliliğine dair merak uyandırılabilir. Huzurevi gibi yerler, henüz çocuğun tanışmadığı kişilerle ya da kültürlerle bir araya gelmesini sağlayabilir. Kuşakların iletişimi, bu tecrübenin yine dikkate değer yanlarından biridir. Çocukların televizyonda büyük şehirlerin ışıkları ve olanaklarıyla haşır neşir olması ve kendi yaşamlarının değerli yanlarını görmemesi çok yaygın… Burada her gün oynadıkları oyunların değerli olduğunu ve kendisinin, her eyleminin değerli olduğunu hissetmelerine destek vermek de önemli bir paylaşım.
42
Taslak Sorular — Çocukluğunuz nerede geçti? Çocukluğunuz Artvin’de mi geçti gibi evet ya da hayır soruları sorulmamalı. — Çocukken Artvin’in neresinde oturuyordunuz? Çocukluğu Artvin’de geçmediyse: — Ne zaman, nasıl geldiniz; hatırlıyor musunuz? Kaç yaşındaydınız? — Çocukken, boş zamanlarınızda, neler yapardınız? — Oyunlar oynar mıydınız? Mesela bu soruda, katılımcı, oyun oynadığını söylemediyse ne yapıyordu? Bahçe işleri yapıyor muydu, sorulabilir. — Çay toplamaya ara verdiğinizde ne yapardınız? Belki çay toplarken kendisinin oyun demediği bir ürün toplama yarışını anlatacak ve bunu konuşmak mümkün olacak. — Çocukken hangi oyunları oynardınız? — Kız ve oğlan çocuklar beraber mi oynardı, siz neler oynardınız, onlar neler oynardı? Oyunlar farklıysa; — Farklılıklar nelerdi? — Kız çocuklarının oyun oynamalarına çevreden baskı olur muydu? Ne derlerdi? İzin alamazsa bunu aşmak için ne yaptıkları anlaşılmaya çalışılabilir. — Çocukluğunuzun Artvin’inde kimler yaşardı? Farklı diller, dinler var mıydı? — Tanışır mıydınız? Beraber oynar mıydınız? — Hangi dilleri duyardınız? — Hemşince, Lazca sizin için ne anlam ifade ediyor? — Sınıra hiç gittiniz mi? Geçtiniz mi? — Sınırın öteki tarafından yiyecekler geliyor mu? Oraya ait yemekler biliyor musunuz? Eğer bildiğimiz sınırın diğer tarafından gelen çocukluğa dair hatırlatıcılar varsa, onlar üzerinden soru kurgulanabilir. — Çocukken sınırın diğer tarafından neyi merak ederdiniz/ şimdi neyi merak ediyorsunuz? — Sınır kapısının açılmasından sonra hayatınızda neler değişti?
43
Çocuklar, Fiziksel Aktivite ve Toplumsal Cinsiyet İlknur Hacısoftaoğlu Toplumsal cinsiyet, her ne kadar sınırlar meselesinden çok farklı görünüyor olsa da aslında sınırlarla çok da ilişkili. Çünkü toplumsal cinsiyet kimliğimizi kuran başat ögelerden biri ve aslında sınırlarımızı, neyi nasıl yapacağımızı belirleyen yaşamımızdaki en önemli kimliklerimizden biri. Toplumsal cinsiyet kimliğimiz yani kadın ya da erkek olmamız durumu. Fransız feminist Simon de Beauvoir’ın ikili cinsiyetlerin ne anlama geldiği ile ilgili bir cümlesi var: ‘Kadın doğulmaz, kadın olunur.’ Peki, Beauvoir’ın döneminde cinsiyet algısı nasıldı? Cinsiyetler tarih boyunca değişmiş olsa da, aslında 1960’lardan beri cinsiyetlerin değişebilirliğinden söz ediyoruz, intersex kelimesini son 10 yıldır kullanıyoruz ya da erkekliğin değişebileceğini son yıllarda konuşuyor olduk. 1960’larda cinsiyetin çok kadim olduğu, tarihten bu yana geldiği ve hiç değişmediği, bunların tamamen statik var oluş biçimleri olduğu zannediliyordu. Sosyal bilimlerde, kadınlar ve erkekler üzerinden bir kategorizasyon yapılıyordu. Sosyolojide, hanehalkı üzerinden araştırmalar yapılıyordu ve kadınlar, çalışmaların içinde dahi yoktu. 1960’lardan itibaren feministler “kadınların var olduğunu” anlatmaya çalışırken ve eşitsizlikten bahsederken vurgulamaları gereken çok önemli bir nokta vardı: Cinsiyetin değişebilirliği. Bu değişebilirlik içinde anlatılması gereken ilk şeylerden biri, aslında hepimizin XX ya da XY kromozomlu doğuyor olmamıza rağmen bunun ne anlama geldiğini doğduğumuz andan itibaren, yaşarken öğrendiğimizdir. Bu yüzden Simon de Beauvoir’ın söylediği çok önemliydi. Kadın doğmuyoruz aslında. Yani sizin bu böyle olur dediğiniz ve kadın böyle olur diye atfettiğiniz şeyler bizim toplumsal yaşamla birlikte öğrendiğimiz şeyler. Kadınlar olarak, doğduğumuz andan itibaren nasıl yürünmesi gerektiğini, nasıl konuşulması gerektiğini, ilişkilerimizi nasıl kurmamız gerektiğini, başımızı nasıl eğmemiz gerektiğini, gözlerimizi nasıl kırpmamız gerektiğini… Bütün bunları, bedensel eylemlerimizin en ince ayrıntısına sızan şeyleri doğduğumuz andan itibaren öğreniyoruz. Bütün bunlar kadına atfettiğimiz şeyler diyordu Simon. Bizim toplumsal yaşam içinde öğrendiğimiz ve toplumsal yaşam içinde bize biçilen role sığdığımızda kabullendiğimiz kimlikler. Daha sonraki dönemde, toplumsal cinsiyet arasındaki ayrım ortaya konuluyor. Sex ve gender olarak ayrılıyor. Bizde de 1980’lerde gender kelimesi feministler 44
tarafından toplumsal cinsiyet olarak çevriliyor. Ve şu kastediliyor; cinsiyet denilen şeyle doğuyorsunuz fakat bu cinsiyete biçilen anlam ve roller, toplum içinde şekilleniyorsa eğer biz buna cinsiyet değil, toplumsal cinsiyet diyelim diyorlar. Dolayısıyla cinsiyet ve toplumsal cinsiyet, sex ve gender, kelimeleri arasındaki fark sosyal bilimler için önemli bir fark haline geliyor ve bugün biz sosyal bilimler içerisinde toplumsal cinsiyet kavramını kullanıyoruz. Cinsiyet kavramını tercih edenler de var, Judith Butler gibi. Butler, cinsiyetlerin aslında biyolojik ikilikler üzerine kurulu olmasının da bir kurgu olduğunu söylüyor. Ve dünyanın bütün bu ikilikler üzerine kurulu olmasının da sorunlu olduğunu, onu icra etmenin kendisiyle ilişkili olduğunu söylüyor. Bu farklı bir bağlamda değerlendirilebilecek bir şey. Buradan almamız gereken şey şu: Cinsiyetlere dair hiçbir şey değişmez değil. Tarihsel olarak da görüyoruz, toplumsal olarak da, bütün dünyada kadın için ya da erkek için doğru olanın ya da makbul olanın ne olduğu sürekli değişiyor. Örneğin Osmanlı padişahlarında takılar çok önemli. Fatih’in küpeli bir portresi var ama Trabzon’da on yıl öncesine kadar küpe takarsan şiddete maruz kalınabiliyordu. Dolayısıyla erkeğin ne olduğu da değişiyor. Erkeğin nasıl görünmesi, nasıl davranması gerektiği değişiyor. Dolayısıyla Simon’dan sonra Fausto Sterling diyor ki, sadece kadın doğulup kadın olunmuyor aynı zamanda erkek doğulmaz erkek olunur. Erkek olmanın kendisini de öğreniyoruz. Bugünkü kadın olmak ve erkek olmak noktasına nasıl gelindi, Kentleşme ve modernleşme, mekansal ayrılmayı beraberinde getirdi. Bu ayrışma en çok cinsiyetler üzerinden kuruluyor: Kamusal alan ve özel alan. Bu ayrım modernleşme ve kentleşme ile birlikte bizim yaşamımızı şekillendiriyor. Kamusal alan: devlet tarafından sınırları çizilen ve erkeklere ait bir alanken, özel alanın kendisi kadınlara aittir ve mahremdir. Kentleşme ile birlikte kamusal alan ve özel alan yeniden tariflenmesi gereken iki kavram oluyor. Köydeki yaşamdan farklı olarak farklı alanlar kuruyoruz kent yaşamı içinde ve sizin sınırlarınız belirlenmiş oluyor. Modernleşme ile değişen köy hayatında ev ve tarla arasındaki alan birbirinden ayrılmış değil, hepsi iç içe. Dolayısıyla yaşam alanı olarak kurgulanan şey cinsiyetlerin de bir arada olduğu, çalışılan alanla ev alanı arasında farkın belirginleşmediğini söyleyebiliriz. Oysa özel alanla kamusal alan ayrımı modernleşme ile birlikte, iki ayrı alan sunuyor. Dışarı çıktığınız, para kazandığınız bir kamusal alan var ve daha sonra da akşam eve geri döndüğünüz özel alan var. Bu sınırlar, bir süre sonra cinsiyetlere dair kurgularımızı da etkilemeye başlıyor. Özel alanın içindeki kadın, evi korumakla, çocuğa ve erkeğe bakmakla yükümlü. Çocukların ve erkeğin bakımı tamamen kadının alanı olmuş oluyor. Tarih öncesi gibi gelen ev kadınlığı, modernleşme ile birlikte bizim hayatımızda dahil olan bir kurgudur. Sanki mağarasında çocuğa bakan bir kadın ve elinde avıyla mağaraya dönen bir erkek varmış gibi. Aksu Bora’nın aktardığı antropolojik çalışmalar bize gösteriyor ki mağaralarda yaşanan dönemde daha çok bitkilerle ve küçük hayvanlarla besleniyorlar. Avlanma dediğimiz şeyin çok ritüelistik bir anlamı var. Köy yaşamını ele alırsak; kadın tarladadır, evdedir, her yerdedir. Orada bir ayrım yok. Bu kadın için ev 45
kadını diyebilir miyiz? Ama modernleşme bize böyle bir fikir veriyor ve bir fikrin herkes tarafından icra edilemiyor oluşu onun güçlü olmayacağı anlamına gelmiyor. Örneğin; Viktorian dönemde korseli kadınlar var. Korse takmamak köylü olduğu anlamına geliyordu. Korse de bizim kendi bedenimiz içindeki sınırlarımızı gösteriyor. Korse takan kadınların bir çoğu bel sorunu yaşıyorlar. Korsenin bir diğer ilginç yanı da korsenin düğmelerinin başkası tarafından kapanmaya uygun tasarlanması. Giyinebilmek için dahi tamamen başkasına ihtiyaç duyuyorsun. Bununla birlikte, evdeki kadının beyaz, şeffaf tenli, narin ve kırılgan olduğu kurgusu ortaya çıkmaya başlıyor. Dışarıdaki erkekse güçlü ve kaslı, ailesini koruyan erkek. Zayıflık idealini düşünürsek; Ne kadar az dışarıda çalışırsa o kadar şeffaf tenli, beyaz ve narin. Bir estetik değer olarak beyazlık da o dönemden kalmış. Bu o kadar güçlü bir düşünce haline gelmiştir ki bizi etkileyen cinsiyet kimliği bu olmuştur. Daha sonraki dönemde ise; kadınların bronzlaşması tatile gidebildikleri anlamına da geliyor. Kozmetik sektörü ve tüketimle birlikte hızla değişen bir güzellik normları oluşuyor. 20. yüzyılın başlarında İstanbul’un kantocularına baktığımızda İstanbul beyefendilerinin bu kadınların peşinden koşturduklarını görüyoruz. Ama bugünkü güzellik normlarıyla onları güzel olarak değerlendirmemiz çok mümkün değil. Ya da Afrika’da kilolu kadınlar, daha güzel bulunuyor çünkü kilolu kadınların zengin olduğu, karınlarını doyurabildikleri anlamına geliyor. Ataerkillik tarin çok eski dönemlerinden beri var olan bir şey, kapitalizmle kimi zaman birbiriyle çatışır ama çıkarları için her zaman bir aradadır. Bir tüketim stratejisi olarak kıvrımlara uygun kotlar üreterek kalçalı kadına uygun da üretim yapılabildiği gibi ataerkinin zayıf kadın idealine de uyan kadın temsillerinin de oluşturulduğunu söyleyebiliriz. Modernleşme ile birlikte kadın, ev kadını olarak özel alana sıkıştığında kadınlar daha fazla şey talep etmeye başladılar. Ve kapitalizm enformal sektörde esnek ve ucuz işgücü olarak kadınlara ihtiyaç duydu. Bu istihdam alanı içinde kadına; terzilik, öğretmenlik, kuaför, hemşirelik, psikolog, sekreter, hostes, seks işçisi, sivil toplum çalışanı gibi kadınlık rolleriyle ilişkili çeşitli meslekler uygun görülürken polis, mühendis, mimar, doktor, dövüş sporları antrenörü, bilim insanı, pilot, şoför gibi beden yoğun ya da mekanik beceri gerektiren meslekler için kadına uygun görülmediğini söyleyebiliriz. Özel alandaki varoluş biçimi kamusal alandaki var oluş biçimini de etkiliyor. Belirli bir cinsiyetin yoğun olarak bulunduğu ve o cinsiyete göre tanımlanan ‘homososyal’ erkek alanlar, kadınlar için uygun olmuyor ve meslek olarak da görülmüyor. Tüm bunlarla beraber çok güçlü bir kadın hareketi de var. 20. yy ile birlikte istihdam alanı içinde yer almaya başlıyorlar. Nasıl ki özel alan ve kamusal alan mekansal olarak birbirinden ayrışıyorsa aynı biçimde kamunun özele sızması da söz konusudur. Evin içinde mutfak, banyo, yatak odası gibi bütün bu ev içindeki alan, armağan edilmiş bir alan 46
gibi evin içişleri bakanı denilerek kadının sorumluluğa bırakılır. Antre ve salon bu anlamda kamusal alana geçiş gibidir. Erkeğin özel bir yeri vardır. Kadının ise kendisine sağlanan sınırlı iktidar alanı içinde erkeği mutlu etmek ve konforu sağlamakla yükümlüdür. Bu bir karşılıklı anlaşma gibidir. Deniz Kandiyoti buna “ataerkil pazarlık” diyor. Kadınlar da sınırlı iktidar alanlarında var oluşları için pazarlık yapmak durumundadır. Bu pazarlık içinde de o konforu sağlamak vardır. Viktoryen dönemde karşımıza çıkan ve bugün hala etkili olan bir düşünce var: Özel alanda kalan iffetli kadın, özel alanın dışında olan kadın iffetsiz kadın… Erkek iffetsiz kadınla ‘daha özgür’ bir biçimde ilişki kurar; iffetsiz kadın, sadece cinsellik için değil, kendi kimliklerinden sıyrılıp daha rahat iletişim kurabildiği kadındır. Ekmek getiren adam rolünün dışına çıkabildiği bir kadınla iletişim kurar. Ve aynı zamanda, evin içinde iffetli kadınla birtakım rolleri vardır ve onları devam ettirir. Kamusal yaşam; normlarla, kültürel değerlerle düzenleniyor. Erkeklerin kamusal yaşamda onlar için uygun görülmediği rollerde olması erkeklik krizini doğuruyor ve homofobiyle de ilgili olarak tehlikeli görülüyor. Ataerkillik, kadınların ve erkeklerin her ikisi için de sınırlar çiziyor. Benzer bir biçimde kadınların nasıl kadın olunması gerektiği ile ilgili de normlar var ve bu normlara karşı hareket etmeleri lezbiyenlerin kadınlığının sorgulanması, şiddet göstermesi ve tecavüz edilmeleri ile sonuçlanabiliyor. Oğlanların ağlamaması ve kız ve oğlan çocukların belirli oyunları oynaması gerektiğini öğretiyoruz. Değişmez kabul edilen toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin, Bell Hooks’un Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi kitabındaki metinle ilgili kendimize ve katılımcılara sorular yöneltebiliriz.
Bir akşam babam kardeşimin teneke bilye kutusunu çıkarmasına izin verdi. Ben de oynamak istediğimi söyledim ama erkek kardeşim “kızlar bilyelerle oynamaz” diyerek bunun bir erkek oyunu olduğunu belirtti. Bu, benim dört ya da beş yaş aklıma bir şey ifade etmedi ve bilyeleri toplayıp, birbirlerine vurarak oynama hakkımda direttim. Babam bana durmamı söylemek üzere araya girdi. Dinlemedim. Sesi gittikçe yükseldi ve birden beni kaptığı gibi, sineklikten koparttığı tahta parçasıyla dövmeye başladı. Bir yandan da “Sen sadece küçük bir kızsın. Sana bir şey yapmanı söylediğimde, o şeyi gerçekten yapacaksın” diyordu. Ne yapmış olduğumun farkına varmam için beni dövdü de dövdü. Hiddeti ve şiddeti herkesin dikkatini çekti… Bu dayaktan sonra odadan kovuldum, karanlıkta yalnız oturmaya mahkum edildim. Annem acımı yatıştırmak üzere yatak odasına geldi, yumuşak güneyli sesiyle; “Seni uyarmaya çalıştım. Sadece küçük bir kız olduğunu ve kızların oğlanların yaptığı şeyleri yapamayacağını kabul etmen gerekiyor.” Bell Hooks Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi
47
Metne dair üç temel soru sorulabilir: 1. Bilye neden erkek oyunudur? 2. Baba, bu ceza ile ne anlatmak istiyor? 3. Annenin buradaki rolü nedir?
Tüm bu soruları yanıtlarken; Kızlar ve oğlanların bir arada oynamasını sağlamak, onların bir arada ancak güçlenebileceklerini söylemek çok önemli. Bu durumun şimdilerde değiştiği söylense de bu coğrafya, bir aradalığı yeniden şekillendirmek için uygun olduğunu unutmamakta fayda var. Hangi oyunun hangi cinsiyete ait olduğunu söylemez ve bir arada oynamaları sağlanırsa bu ayrım ortadan kalkmış ve bir arada zevk almaları sağlanmış olur. Ve umuyorum bu coğrafyanın fiziksel koşullarında kız ve oğlanların bir aradalığı, başka yerleri de aynı biçimde şekillendirir.
48
49
IIIARTVİN’DEN OYUNLAR
50
Çatı Başında Çırağı Hazırlık: Oyun dış mekanda, genellikle kış aylarında oynanan bir oyundur. Eskiden mekan olarak hayvan ahırları seçilirmiş. En az 5 - 6 çocuk ile oynanan oyun için yumuşak bir zemin tercih edilir. Oyuna Giriş: Lomların göçebe yaşamlarını bırakarak yerleştikleri Şavşat’ın mahallesinde oynanan bu oyunu, Lom bir amca anlatmıştır. Hindistan üzerinden göçen ve geleneksel kıyafetleri rengarenk olan Lomlar göçleri süresince, karşılaştıkları halkların dillerinden kelimeler alıp kendi dillerini zenginleştirmişler. Artvin’de Poşa olarak bilinen Lom halkı tüm Mezopotamya, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde geniş bir alanda yerleşmiş durumda. Tüm dünyada, Lomların kültürleri, bulundukları her yörenin kültürlerine büyük katkılar sunmuştur. Oyunun Amacı: Rakam tahmin etmeye çalışmak. Yönerge: Oyunculardan biri ebe seçilir ve ebe, ellerini ve dizlerini yere koyarak, emekler biçimde, bank pozisyonunu alır. Bir diğer oyuncu, ebenin sırtına biner ve: “Çatı başında çarığı / Eskimiş bir ağaç yarığı / Ağaç ağaç kaç ağaç?” tekerlemesi söylenir. Ebenin sırtına binmiş olan oyuncu, tek elinin parmakları ile bir ile beş arasında bir sayı gösterir. Ebe havaya kalkan parmak sayısını bilmeye çalışır. Ebe parmak sayısını tahmin ederse ebe olmaktan çıkıp, parmak sayısı bilinen kişi ebe olur. Eğer bilemezse aynı ebe ile oyuna devam edilir. Çözümleme Önerileri: • Şavşat’ta kış aylarında ahırda oynanan bu oyun gibi sizin de kışın özel olarak oynadığınız bir oyun var mı? Geçmişte oynanan oyunlar ile bugünün karşılaştırılması yapılabilir. Hangi koşulların çocukların oynadığı oyunların mekanlarını değiştirdiğini, ne gibi bir değişim olduğu üzerine konuşulabilir. • Sizler de rengarenk elbiseler giymeyi sever misiniz? Bu soru ile kıyafetlerin nasıl değişken, tercihlere göre tasarlanabilen ve imajın inşasında nasıl bir rol oynadığı konuşulabilir. Geleneksel olarak rengarenk giyinmek ve farklı kültürel kimlikler üzerine konuşulabilir. Yetişkinlerin giyimi ve aralarındaki farklar konuşulabilir. Kıyafetler sayesinde nasıl farklı görünümler 51
kazanabildiğimiz konuşulabilir. Bu konu üzerinden toplumsal kimliklerinden ekonomik sınıfa kadar çeşitli alanlara girilebilir.
cinsiyet
• Göçebe hayat ne demek? Göçebe olsaydınız yanınızda ne götürürdünüz? Göçebeliğin kelime anlamı ve alternatifi olan “yerleşik hayat” üzerine eşitleyici sohbetler edilebilir. Göçebeliğin bir tercih olduğu ve yerleşik hayata nazaran dünyaya farklı bir bakış sunduğu konuşulabilir. Objeler, toprak ile mülkiyet ilişkisi dışında ilişkilenme biçimlerinin mümkünlüğü konusu gündeme getirilebilir. • Lomlar Hindistan’dan Şavşat’a göç etmek için nerelerden geçmiş olabilirler? Bu konu ile sınırların geçişkenliği ve zamansallığı ele alınabilir. • Ebenin parmak sayısını tahmin etme olasılığı nedir? Bu soru ile çocuklar olasılıkları hesaplamaya çalışırken mantık üzerine birbirleriyle sohbet edebilirler. • Fiziksel olarak kendinden daha ufak olan ebenin sırtına çıkarken dikkatli oldunuz mu? Bu soru üzerinden çeşitli fiziksel özellikler ve bu özellikler ışığında kendisinden daha ufak olana dikkat ederek oyunu daha keyifli hale sokmanın ihtimalleri konuşulabilir.
Çatı Başında Çırağı 52
32 Yılanı Evirdim Çevirdim Hazırlık: Oyun, tüm çocukların birlikte çember şeklinde oturabileceği büyüklüğünde bir mekanda oynanmalıdır. Oyuncuların sabit bir sayısı yoktur. Olabildiğince kalabalık oynanması oyunu zorlaştırır ve daha eğlenceli hale getirir. Oyuna Giriş: Artvin’de hayvancılıkla uğraşanlar, Nisan - Eylül aylarında Ardahan ile sınır olan Bilbilan gibi yaylalara çıkarlar. Çocuklarla nenelerin ve dedelerin birlikte vakit geçirdiği bu yüksek rakımlı yaylalarda, elektriğin olmadığı ve suyun dereden güğümlerle taşındığı anlatılır. Ahıskalı bir teyzenin anlattığı bu oyunu, büyüklerle küçükler birlikte oynarmış. Oyunun Amacı: Takılan lakapları akılda tutarak ve dil sürçmeden tekerlemeyi doğru sırada söylemek. Yönerge: Tüm oyuncular çember şeklinde otururlar. Birinci turda çemberdeki bir kişi “32 yılanı evirdim çevirdim, (çemberdeki oyunculardan birinin adı söylenir) ağzına koydum. O yemez, (çemberdeki başka bir oyuncunun adı söylenir) yer.” tekerlemesini söyler. Adı söylenen ikinci kişi tekerlemeye “Ben yemem, 32 yılanı evirdim çevirdim…” diye başlatarak başka oyuncuların isimleriyle aynı şekilde devam eder. İkinci turda, aynı tekerleme, bu kez kendisinden önce adı geçen diğer oyuncuların da adı aynı sırayla söylenir. Üçüncü turda ise her oyuncu kendi adının önüne koyacağı bir lakap seçer. Seçilen lakaplar ile yine ikinci turdaki gibi sırayla anılan lakaplı adlar ile tekerlemeyi söyler. Çözümleme Önerileri: • Bu oyunu çocukluğunda yaz aylarını yaylada geçiren Ahıskalı bir teyzeden dinlemiştik. Sizce yaylada oynanan bu oyunda neden yılanlar var? Bu soru ile yaylanın nasıl bir yer olduğu; o coğrafyada yaşayan canlılar ve bitki örtüsü konuşulabilir. Yaz aylarında yaylaya neden çıkıldığı üzerinekonuşulabilir. • Oyunda tekerlemeleri söylemek, takma isimleri akılda tutmak zorlayıcı oldu mu? Bu soru ile unutmak, hatırlamak gibi kavramlar üzerine konuşulabilir. Bu konuşma esnasında duygu durumları,bir şeyi nasıl unuturuz ya da onu yeniden nasıl hatırlarız, konuşulabilir. 53
• Bu oyunda birbirinizi beklemek sizi zorladı mı? Sıra size bir an önce gelsin ve tekrar tekerlemeyi söylemek istediniz mi? Oyun esnasında birbirimizi beklemek gibi oyuna dair teknik bir şeyden bahsederken kuralların onlarda yarattığı etki üzerine ve birbirini dinlemenin anlamaya dair konuşulabilir. • Kendinize seçtiğini lakabı neden seçtiniz? Çocukların kendilerine yakıştırdığı veya başkalarının onlara yakıştırdığı tanımlayıcı özellikler üzerine konuşulabilir. Çocuğun kendini güçlü veya zarif bir obje/canlı ile özdeşlik kurması üzerine sebepleri sorulabilir. Başkasının bakışı ile kendisinin vermek istediği imaj arasında sahip olunan seçim hakkı konuşulabilir. Bunun üzerinden de, yeniden lakap seçebilseyidin, ne seçerdin, sorusu yöneltilebilir..
54
Koco Hazırlık: Oyun, harman ya da çayır gibi zemini düz ve yumuşak olan açık alanlarda en az 3, en çok 6 kişiyle oynanır. Koco denilen 5 cm çapında uzunluğu 10 cm olan bir silindir şeklinde odun kesitine ve bir değneğe ihtiyaç vardır. Oyuna Giriş: Bu oyunu, eski adıyla “Şavşeti” şimdiki adı Şavşat olan Gürcülerin de yaşadığı bu ilçede, eski çocuk oyunlarını merak edip yazıya döken yaşlı bir amcadan dinledik. Çocuklar ve yetişkinler tarafından oynanan “koco” Gürcüce ‘ahşap çit’ anlamına gelir. Bu oyunu anlatan amca, bir zamanlar faaliyette olan Köy Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra öğretmen olmuş, emekliliğinde yerel gazetelere gazeteci olarak katkı sunmuştur.. Onunla yaptığımız görüşmede,, çocukların teknolojik aletlerle fazla vakit geçirirken sosyalleşme ve temel iletişim becerilerini geliştiremediklerinden bahsetti. Eski çocuk oyunları teknolojiden uzak, daha sağlıklı nesillerin yetişmesine katkı sağlayacaktır, dedi. Bu oyunun bir benzerinı, Rize’de Hemşinliler, “med değnek” adıyla oynarlar. Oyunun Amacı: Oyuncular elindeki koco’yu yere çizilmiş bir dairenin içine düşürmeye çalışırlar. Ebe ise elindeki değnekle koco’yu uzaklaştırmaya çalışır. Koco’yu daire içine sokana kadar oyun devam eder. Yönerge: Yazı-tura veya başka bir yöntem ile ebe belirlenir. Yere 1 buçuk metre çapında bir daire çizilir. Daireye 3-4 metre uzaklıkta bir çizgi çizilir, oyuncular bu çizginin arkasında dururlar. Oyuncular ellerindeki koco’yu fırlatarak dairenin içine düşürmeye çalışırlarken, dairenin dışında duran ebe ise elindeki değnek ile koco’yu daireden uzaklaştırmaya çalışır. Koco’yu daire içine sokmayı başaran oyuncu oyunun galibi olurken diğer oyuncular da kocoyu daire içine sokuncaya kadar oyun devam eder. Tüm oyuncular kocoyu daire içine sokmayı başarana kadar oyun sürer. Çözümleme Önerileri: • Amcaya göre, teknolojiden uzak durmak ve iletişim becerilerinin gelişmesi arasında nasıl bir ilişki var? Siz de buna katılıyor musunuz? Oyunun doğada oynanması üzerinden eskiden çocukların doğa ile ilişkileri üzerine konuşulabilir.
55
• Bu oyunun Gürcülerdeki adı koco iken, Hemşinlilerde adı neden med oluyor? Oyunun başka yörelerde değişen isimleri üzerine konuşulabilir. Başka kültürlerde isim değişirken kuralların aynı olması veya benzemesinden yola çıkarak kültürel çeşitlilik üzerine konuşabilme imkanı yaratabilir. • Koco’yu ilk kez atarken ile sonraki denemeleriniz arasında farklı teknikler geliştirmeye çalıştınız mı? Oyunun nasıl öğrenildiği ve insan vücudunun ihtiyaçlara yönelik nasıl farklı tavırlar alabildiği üzerine konuşulabilir. Tekniğin deneyerek geliştirilebildiği üzerine konuşulup, hayatın farklı alanlarında da bu tür deneyimler yaşayıp yaşamadıkları sorulabilir. Kendi kendine öğrenme üzerine sohbet edilebilir. • Oyunu kazanınca veya kaybedince neler hissettiniz? Bu, sizce bir yetenek oyunu mu? Kazanmak ve kaybetmek ile ilgili değişen duygu durumları üzerine konuşulabilir. Oyunun yetenekle ilişkisi sorgulatılırken yeteneğin güç ile ilişkisi üzerine de sohbet edilebilir. Kuvvet ile beceri üzerine düşünürken toplumsal cinsiyet rollerine atfedilen farkların gerçeklikten ne kadar uzaklaşabildiği durumlar konuşulabilir.
Görsel: Koco Oyunu
56
Biz Hazırlık: Oyun dış mekanda oynanır. Ucu yuvarlak olan tahta ve çiviye ihtiyaç vardır. Çivinin toprağa saplanması için toprak alan gerekli olacaktır. Oyun en az 2 oyuncu ile oynanır ve istenildiği kadar kalabalık olabilir. Oyuna Giriş: Bu oyunu, Hopa’da çocukluğunu geçirmiş genç arkadaşlardan dinledi. Çocukken Hemşinliler ve Lazlar bu oyunu birlikte yaylada oynarlarmış. Arkadaşlıkları büyüdükten sonra da devam eden bu gençler büyüklerinin iki halk arasındaki gerginlikleri gülerek anlatıyorlar. Oyunun Amacı: Oyunun amacı kullanılan odun parçasının ucundaki çiviyi toprağa sokabilmektir. Sıra kendisine geçen oyuncu çiviyi toprağa sokmayı başaramaz ise sıra, diğer oyuncuya geçer. Yönerge: Bir tahta parçasının ucunu yuvarlak olacak şekilde yontmak gerekir. Bu sivri olmuş odun parçasının ucuna bir çivi çakılır. Oyuncu, ucunda çivi olan tahta parçasını toprağa sokması gerekir. Toprağa sokamazsa sıra bir diğer oyuncuya geçer..Odun parçası, toprağa atış biçimine göre isim değiştirir: İman, koca karı, el üstü, tek el, çift el, yumruk, ara, baş, diş, hergiç 1, hergiç 2, hergiç 3..., hergiç 8’e kadar devam eder. Çözümleme Önerileri: • Hemşinliler ve Lazlar arasında neden gerginlikler yaşanmış olabilir? Bu arkadaş grubu bunun üstesinden nasıl gelmiş olabilir? Halklar arasında yaşanan gerginliklerin nasıl oluştuğu ve bunların sonraki nesillerde nasıl üstesinden geldiği üzerine tahminler yürütülebilir, çocuklar buna dair duygularını paylaşabilirler. • Hopa’da oynanan bu oyunda “hergiç” gibi anlamını bilmediğimiz kelimeler hangi dile ait olabilir? Çocuklara anlamları üzerinden başka kimlik ve dillerin varlığı üzerine konuşabilme şansı doğabilir.
57
• Sizce neden yaylada oynayan çocuklar böyle bir oyun uydurmuş olabilirler? Bugün sizler buna benzer bir oyun oynuyor musunuz? Geçmiş oyunlar ile bugünün oyunlarını kültürel karşılaştırması yapılabilir ve bunun üzerine sohbet edilebilir. • Oyunda kullandığınız tahta, ilk atışta toprağa saplandı mı? Giderek farklı atış şekilleri mi denediniz yoksa daha güçlü atmayı mı? Oyunda tahtayı toprağa saplayamamak ya da saplamanın başarı ya da başarısızlık gibi duyguları yaratıp buna karşı nasıl tavır aldıkları konuşulabilir.
58
Cüz (ÜçTaş) Hazırlık: Bir tahta oyunu olan cüz, 2 oyuncu ile oynanır. Her bir oyuncu için onbir adet fasulye ve mısır tanelerine ve bir tebeşire ihtiyaç vardır. Kağıdın üzerinde kalemle çizerek oyun tahtası oluşturulabilir. Kapalı mekanda oynanır. Oyuna Giriş: Eski adıyla Xigoba, bugünkü adı Başoba olan bir köyde dinlediğimiz bu oyun, satrancın yerel bir versiyonudur. Bu oyunu bize aktaran Hemşinli amca, kültürel mirasını korumak için çaba harcadığını anlattı. Oyunda kullanılan mısır ve fasulye taneleri, Hopa gibi deniz kıyısındaki Karadeniz ilçelerinin önemli besin kaynağıdır. Oyunun Amacı: Oyunda taş olarak kullanılan 3’lü fasulye ya da mısır tanelerinin yan yana gelmemesi gerekir. Yönerge: Yere 4 eşit parçaya ayrılmış biraz büyükçe bir kare çizilir. Oyunda bu karelerin köşeleri kullanılır. Oyuncularda biri fasulyeyi seçer, diğer ise mısırı. Sırası ile elindeki taşları tahtaya yerleştirerek hamle yapılır. Oyunda 3 mısır ya da 3 fasulyeyi yan yana getiren oyuncu, mısır ya da fasulyelerini kaybetmiş olur. Oyuncular, karşıdakinin taşlarını 3’lemesini zorlamaya çalışırken kendileri 3’lü yapmamaya özen gösterirler. En çok mısır ve fasulye toplamış olan oyunu kazanır. Çözümleme Önerileri: • Bu oyunu Başoba köyünde Hemşinli bir amca anlattı. Hemşinli ne demek biliyor musunuz? Oyunun adına cüz demişler, sizce cüz ne demek? Bu soru sayesinde Artvin’de mevcut olan kimlikler ve diller üzerine konuşabilme imkanı doğabilir. • Bu oyunda mısır ve fasulye konularak oynanmış. Neden acaba? Yerine ne konulabilir? Bu soru ile temel besin kaynaklarının yöreye ve döneme göre nasıl çeşitlilik gösterdiğini, farklı yerlerdeki besinlerin tarım imkanlarına göre nasıl farklılık gösterdiği konuşulabilir. Farklılaşan coğrafyalardan bahsedilebilir. Grubun içinde başka yörelerden gelen çocukların o yörenin coğrafyasını betimleyerek orada hangi besinler olabileceği üzerine tahmin yürütülebilir.
59
• Bu oyun daha fazla oyuncu ile nasıl oynanabilir? Bu oyunun çizgileri arttırılması taş niyetine geçecek başka bir besin daha kullanılması, oyuncu sayısı arttırılması ya da farklı taktikler uygulamanın mümkün olup olmadığı üzerine konuşularak daha çok oyuncu ile yeniden oynanabilir. • Aynı dili konuşmayan bir çocuk ile bu oyun oynanabilir mi? Bu soru ile, mesela sınırın diğer tarafından Gürcistan’dan gelen çocuklar ile oyun sayesinde sözsüz iletişim kurulabileceği konuşulabilir. Oyuncuların sınırın öte tarafındaki veya başka yerlerden gelen çocuklar ile olan geçmiş deneyimleri, diğer çocuklara aktarılabilir.
Cüz Oyunu
60
Cilika Hazırlık: Cilika, eskiden köydeki büyük ve güçlü bir ağaca monte edilen salıncaktır. Salıncağı yapmak için olabildiğince kalın bir halat kullanılır. Oyuna Giriş: Sahil boyunca Gürcistan’a doğru giderken Kemalpaşa ve Sarp yerleşimleri mevcuttur. Sınır açılıp geçişler kolaylaştırıldığından beri sınırın iki tarafından diğer tarafa yerleşen çok. Diller karışıyor, adetler benzeşiyor. Bu oyun, köyde çocukların bayram gününde köyün dışında bir araya gelip sırayla sallandıkları bir oyunmuş. Oyunda kullanılan halatı, yetişkinler ağaca asarmış. O gün, bütün köy çocuklarının beklediği bir günmüş. Hepsi sırayla sallanmak için sabırsızlanırlarmış. Yönerge : Bir ağacın en sağlam dalından halatı yukarıya fırlatarak geçirip iki ucu birbirine bağlanır ve salıncak haline getirilir. Çocuklar sırayla halata binip sallanırlar. Çözümleme Önerileri: • Sizce bu oyunu sınırın diğer tarafındaki çocuklar da oynuyor olabilir mi? Bu soru ile, salıncak gibi tüm dünyada çok yaygın olan bir oyunun sınırların ötesinde varlığını düşünmek mümkün olacaktır. Aynı şekilde sınırın diğer tarafında bulunması mümkün olacak başka oyunlar da sorulabilir. • Sirk sanatlarında akrobatlar Cilika’yı kullanırlar, havada figürler yaparlar. Oyunda ne tür figürler denediniz? Bu soru ile basit bir araç kullanarak insanların bedenlerinin yaratıcılığı sayesinde nasıl sanat yaptıkları konuşulabilir. Sanat yapmanın ne demek olduğu, oyun ile sanat arasındaki sıkı bağ konuşulabilir.
61
Cilika Hakkında Hemşince Ninni: dozila zizila yes nestim an ver ella cilika bulika im tsakes bidziliga dozila zizila yes işnum an tustera cilika bulika himi kune danoğa nani nani ooo o nani nani ooo o dozila zizila gat udoğ medzenoğa cilika bulika medzenoğ terçadoğa dozila zizila terçadoğ u tatroğa cilika bulika himi açvin xepoğa nani nani ooo o nani nani ooo o dozila zizila açveniye heluna cilika bulika tuşiye garmiliga dozila zizila dağas lusi hadiga cilika bulika himi niyaz desnoğa nani nani ooo o nani nani ooo o Yazan: Mahir Özkan
62
Surux / Askinkila
Hazırlık: Oyun dış mekanda oynanır. Yere çizmek üzere düz zeminde tebeşir, toprak zeminde çubuk kullanılabilir. Yerde ayak ile sürüklenecek yassı bir taşa ihtiyaç vardır. En az 2 kişi, en çok 6 kişi ile oynanabilir. Oyuna Giriş: Surux, Hemşincede “yerde sürükleme” anlamına gelir. Bugünkü seksek oyunun kurallarına benzeyen bu oyunu, Hopa’nın köyü olan Başoba, eski adıyla Xigoba köyünde Hemşinli yaşlı bir teyzeden dinledik. Teyzenin çocukluğunda, çay zamanında kız çocuklarının bir araya gelerek oynadıkları bir oyunmuş. Bostana, çaya küçük yaşta gittiklerini anlatan teyze, boş bir vakit bulduklarında köydeki kız arkadaşlarıyla surux oynamak için sabırsızlandığını aktarıyor. Bu oyun aynı zamanda Gürcistan’ın doğusundaki dağlık bölgesinde “Askinkila” adıyla bilinir. Askinkila, Gürcüce “tek olan” anlamına gelir. Oyunun Amacı: Bu oyunda, ayak ile sürüklenen yassı taş yere çizilmiş olan kutuların sınırlarını geçmeden bir uçtan diğer uca götürülmelidir. Bu oyunun amacı, taşa hiç el sürmeden sıfırdan sekiz numaralı kutuya kadar taşı götürmek. Yönerge: Yere resimdeki gibi yani seksek oyunundaki gibi 1’den 8’e kadar rakamların olduğu kutular çizilir. Oyuncular sırasıyla taşlarını 1’den 8’e giden kutulara taşlarını atıp diğer kutulara tek ayak üstünde atlarlar. Taş, çizgilere değdirmeden ayakla sürüklenerek atılır. Çizgilere taşı değdiren ya da tek ayağı değen sırasını kaybeder. Sekizinci kutuya taşını ulaştıran oyunu kazanır. Taşı her defasında havada kalan tek ayak ile yeniden sıfıra atıp sıfırdan bir sonraki kutuya atmak gerekir. Çözümleme Önerileri: • Bu oyunu bize Xigoba’da yaşayan yaşlı bir teyze anlattı. Sizce ismini neden surux koymuş olabilirler? Surux kelimesinin anlamını hatırlıyor musunuz? Bu soru ile Surux anlamı üzerine konuşurken aynı zamanda hangi dilde kullanılmış, eski çeşitliliği konuşma fırsatı doğabilir. Aynı zamanda değişen köy isimleri,bu köylerin sakinleri ve tarihleri konuşulabilir. Köylerin isimlerinin neden değiştirildiği ve bazı yerlerde neden hala eski isimleri kullanıldığı konuşulabilir.
63
• Gürcistan’ın dağlık bölgelerinde surux oynunun aynısını Gürcistanlı çocuklar askinkila adıyla oynuyorlar. Sizce sınırın iki tarafında da oynanan bunun gibi başka oyunlar da olabilir mi? Bu soru ile kültürel öğelerin sınırın iki tarafını buluşturması üzerine konuşulabilir. Sınırı geçmiş olan çocuklar veya Gürcistan’dan bu tarafa gelmiş olanlarla tanışmış çocuklar deneyimlerini anlatabilirler. Sınırların neden olduğu ve neyi ayırdığı konuşulabilir. • Sizce Xigoba’daki teyze, surux oynunu neden yalnızca kız arkadaşları ile oynamış olabilir? Bu soru ile çocuklarla toplumsal cinsiyet ilişkileri bağlamında, kız ve oğlan çocuklarının oyunlarının neden birbirinden ayrıldığınınyla konuşulmasına imkan tanır. Böylece çocukların cinsiyet algılarına ve oyunların cinsiyet üzerine etkilerine dair konuşma şansı olabilir. • Hem tek ayak üstünde durmak hem de çizgilere değmemek nasıl hissettirdi? Sizi zorladı mı? Tek ayak üstünde dengeyi bulmanın gerektirdiği kabiliyet ve konsantrasyon konuşulabilir. Fiziksel kapasitelerin sadece güç ve kuvvette değil; dinginlik ve kontrol ile öne çıktığı konuşulabilir. İnsanların çeşitli vücut yapılara sahip olduğu ve bu çeşitlilikte herkesin farklı alanlarda kabiliyetleri olduğu konuşulabilir.
64
Surux Oyunu
65
Kız Taklası Hazırlık: 4 çocuğun kasa vaziyetini aldığı oyun en az 5 çocuk ile oynanır. Oyun, ne kadar kalabalık olursa o kadar iyidir. Jimnastik minderleri veya toprak gibi yumuşak zeminlerde oynanmalıdır. Oyuna Giriş: Artvin’in Şavşat ilçesinde emekli öğretmen amcadan dinlediğimiz bu oyuna eskiden kız taklası denirmiş. Bugün ise beden eğitimi derslerinde kasalardan atlayarak oynanır. Aynı oyunu “taklacı güvercin” ismi ile Ermenistan sınırında Anili bir amca da anlattı. Oyunun Amacı: Bank pozisyonunda duran arkadaşlarının üzerinden atlamak. Yönerge: İki çocuk karşılıklı başlarını öne eğer ve kolların yardımı ile kenetlenerek bank pozisyonu alırlar. Her iki yanında duran iki çocuk daha sırtları dönük bir şekilde kolları ile onları destekler. Diğer çocuklar birer birer çocukların sırtı üzerinden takla atarak dönerler. Yanlarda duran çocuklar takla atanın yana doğru düşmesini önlerler. Çözümleme Önerileri: • Bu oyunun neden Şavşat’ta ve Ani’de farklı isimleri var? Farklı koşullarda yaşayan insanların kız ve oğlan çocuklara farklı değerler atfettiği üzerine konuşulabilir. • Bu oyunu bugün kız - erkek birlikte, kasalardan atlayarak beden eğitimi derslerinde oynuyorsunuz. Ne farkı var? Dün ile bugünün kültürel değişimi üzerine konuşulurken oyunlarda ki toplumsal cinsiyet ilişkilerine dair de konuşulabilir. Hem kültürel hem toplumsal cinsiyet gibi karşılıklı birbirinden etkilenen iki toplumsal olgu üzerine konuşmuş olunur. • Atlarken ne hissettiniz? Kasa şeklinde duran oyunculara güvenebildiniz mi? Oyuncular arasında ağırlık, hız, zarar görme veya zarar verme ihtimalleri üzerinden olası korku, güvensizlik veya şüphe duyguları konuşulabilir.
66
• Atlayamayanlar oldu mu? Neden? Atlayamayanları desteklemek için kasa şeklinde duranlar kendiliğinden veya atlayacak olanın ricası üzerine eğilmişse bu yardıma dayalı davranış konuşulabilir. Herkesin çeşitli fiziksel özelliklere sahip olması ve sabit bir kasa yerine de koşullara göre kendini ayarlayabilen çocukların atlayanlara destek olması çeşitlilikleri gözetmeye nasıl yardımcı olduğu konuşulabilir. • Normal hayatta kime güvenirsiniz? Bu kişilere neden güvenirsiniz? Öğretmen, ağabey, abla, anne, baba gibi yol gösterici olarak gördüğümüz kişilere neden güvendiğimiz konuşulabilir bilgi sahipliği, sevgi veya saygı duymak gibi sebeplerden sorgulamadan hiyerarşisini kabul ettiğimiz kişilerin varlığı dışında kendimizin de kontrol altına alabileceğimiz güven sebeplerimiz var mı? Düşme olasılığı üzerinden mesela zeminin yumuşaklığını kontrol ettik mi?
67
Yüzük Kimde? Hazırlık: Oyun, en az 6 kişi ile oynanır. Kalabalık olması oyunu daha keyifli hale getirir. Oyunun oynanabilmesi için bir yüzük ve oyuncuların çember şeklini alabileceği büyüklükte bir alan gerekir. Oyuna Giriş: Hopa merkezde Laz bir amcadan dinlediğimiz bu oyun, soğuk kış gecelerinde soba etrafına toplanıp oynadıkları bir oyunmuş. Amca, televizyonun evlerine girmediği yıllarda bu oyunu oynadıklarını anlattı. Evli birinin parmağından yüzüğü çıkarılıp oynadıkları bu oyun, inanışa göre bekar birinin galibiyeti gerçekleşirse kısa zamanda evlenirmiş. Eskiden oyuncular yüzüğü sakladığını şüphelendikleri kişiye dayak atarlarmış. Günümüzde ise herkesi güldürecek daha yaratıcı yaptırımları oyuncular kendileri belirler. Oyunun Amacı: Oyunun amacı, oyunculardan birine verilmiş olan yüzüğün kimde olduğunu tahmin etmektir. Yüzüğün kimde olduğunu bulabilmek için oyuncuların beden dili okunabilir ya da oyunculara sorular yöneltilebilir. Yönerge: Bir kişi başkan seçilir. Çember şeklinde oturan oyuncuların gözleri kapalıyken başkan aralarında gezer ve bir kişiye yüzüğü gizlice teslim eder. Tüm oyuncular ellerini yüzük saklıyormuş gibi kapalı tutar. Gözler açıldıktan sonra grupça yüzüğün kimde olduğu tartışılır, gruptaki oyuncuların tepkileri ve davranışlarından yüzüğü kimin sakladığını bulunmaya çalışılır. O süreçte başkan sohbetleri yönetmek ile görevlidir. Oyuncular müzakere sonucunda, yüzüğü sakladığını düşündükleri kişilerin ellerini açmasını ve yüzüğü göstermesini talep ederler. Eğer yüzük o kişide değilse oyun devam eder. Oyun, yüzüğün bulunmasıyla sonlanır. Oyun boyunca yüzüğü sakladığı ortaya çıkan kişinin eğlenceli bir hareket yapması grup tarafından talep edilir. Sonraki turda, yüzük elinde olan kişi başkan olur ve oyun yeniden oynanır. Çözümleme Önerileri: • Bu oyunu Laz bir amcadan dinledik. Siz Lazları tanıyor musunuz? Hiç Lazca dilini duydunuz mu? Bu soru ile Lazlarla ilgili başlayan sohbet sayesinde Hopa’da yaşayan bütün halklara dair sohbet etme şansı doğabilir.
68
• Yüzüğün kimde olduğunu anlamak için nelere dikkat ettiniz? Duyguları anlamaya, gizlemeye dair konuşulması için sorulacak bir soru olabilir. Böylece hem oyunun içeriği hem de tüm bu süreci nasıl yönettikleri üzerine konuşulabilir. • Duygularını gizlemeye çalışmak zor oldu mu? Nasıl yaptınız? Normal hayatta duygularınızı gizlemeye çalıştığınız anlar oluyor mu? Bu soru ile çocuklar arasında duygular ve toplumsal anlamda duygulara atfedilen değerler konuşulabilir. Saklanan, gizlenen duyguları belirterek onların (kıskançlık, imrenme, ağlama isteği, aşık olma gibi) neden saklanılması gerektiği konuşulabilir. “Duygusallığın” ise kimlere atfedildiği, erkeklere nazaran kız çocuklarının duygusal olduğu kanısının neye dayandığı ve gizlemeye zorlansalar da erkeklerin de duygusallıkları olduğu konuşulabilir. • Yüzüğün bir kişide olduğundan şüphelenildiğinde onu ortaya çıkartmak için ne tür yöntemler kullandınız? Bu soru, oyun süresince çocuklar arasında geçen sohbetler gözlemlenerek daha detaylı sorulabilir. Mesela bir grup tek bir çocuğa yüklendiyse baskı yaratma yöntemi karşısında, tuzak sorular sorarak çocuğun kendini ele vermesini sağlamak gibi beceri isteyebilecek yöntemler kullanılmışsa bunun üzerine konuşulabilir veya bu yöntemler önerilebilir. • Yüzük elinde olmadığı halde şüphe duyulan ve elleri açtırılan çocuklar neler hissetti? Haksız yere bu baskıya maruz kalmanın nasıl bir his olduğu üzerine konuşulabilir. Bunun üzerinden kanıt olmadıkça bir kişiyi şüphe üzerinden suçlamanın ne tür yaptırımlara yol açabileceği konuşulabilir. • Başkası suçlanırken, yüzüğü elinde saklayan neler hissetti? Aynı tema üzerine tarafların nasıl bir ilişki biçimine girdiği ve yüzüğü tutanın başkası suçlandıkça onlara katılması veya tam tersine kenara çekilmesinin sebepleri konuşulabilir.
69
Yüzük Kimde
70
Tombilis Hazırlık: Dış mekanda oynanan bu oyunda, üst üste dengede durabilecek dokuz adet taş seçilir. Ve bir tane top gerekmektedir. Kalabalık oynanan bu oyun, en az 4’er kişiden oluşan iki takım ile oynanır. Oyuna Giriş: Lazların ‘tombilis’ diye adlandırdıkları oyun, Türkiye’nin başka yerlerinde ‘dokuz taş’ diye bilinir. Tombiliks veya dombala gibi değişik adlar ile de bilinir. Bu oyunu çocukluğunu Hopa’da geçirmiş Laz bir amcadan dinledik. Oyunun Amacı: Dokuz taş yıkıldığında taşları yıkan takım yıkılmış olan dizili taşları tekrar dizerken bunu, diğer takımın atacağı toptan kaçarak yapması gerekir. Yönerge: İki takım belirlenir. Dokuz tane taş üst üste koyulur. Dizili taşlara eşit mesafelerde duran çocuklardan biri, taşları top ile devirir. Taşlar devrilince oyun başlar. Taşları topla devirmiş olan takımın amacı, taşları tekrar üst üste dizmektir. Diğer takım ise birbirine topu atarak taşları dizen takımı top ile vurmaya çalışır. Top ile vurulanlar elenirken takımın geri kalanı taşları dizmeye devam etmeye çalışır. Takımlar ardından yer değiştirerek oyunu tekrar oynar. Çözümleme Önerileri: • Tombilis oyununu daha önce hiç duydunuz mu? Sizce ismi hangi dilden gelmiş olabilir? Yaşadıkları yerde farklı dillerin kullanılmasıyla ilişkili olarak kültürel çeşitlilik üzerine konuşulabilir. • Tombilis oyunu sizin oynadığınız herhangi bir oyuna benziyor mu? Tombilis oyununun bugünkü oyunlarla bağını kurarak eski ile yeni arasındaki ilişkiyi konuşmak mümkün olabilir. • Oyunun takım oyunu olması size neler hissettirdi? Oyunda ‘kaçmak, kazanmak’ neler hissettirdi? Oyunda takım olmanın çocuklarda ne hissettirdiğini konuşurken bir yandan da ‘kaçmak, kazanmak’ gibi kavramlarla güç ilişkilerinin onlarda yarattığı etki üzerine konuşma imkanı doğabilir.
71
Teşekkür Barışa Oyna, basit prensipler üzerine kurulu olan ve temelini sınıra ve “öteki”ye dair bakışı iyileştirme çabasını hedef edinmiş bir projedir. Sözlü tarih yöntemi ile yaptığımız görüşmelerde dinlediğimiz her oyun; yaşanmışlıklara, acılara ve anılara tanık olmamıza olanak tanıyor. Bu durum bizi de o hikayenin bir parçası yapıyor. Bu programı, tam da o yaşanmışlıkların parçası olmak ve kaybolanın değerini yeniden hatırlatmak niyetiyle uyguluyoruz. Bizi, anılarına, hüzün ve mutluluklarına ortak eden Artvin yaşlılarına teşekkür ediyoruz. Barışa Oyna’yı yetişkinlerle paylaşmak üzere bize ev sahipliği yapan ve bu çabamızda bizi yalnız bırakmayan Şavşat Çocuk Belediyesinden Filiz Hanım’a, Ertuğrul Bey’e, Şavşat Offroad Dağcılık ve Fotoğrafçılık Kulübünden Melih Bey’e, Şavşat Kültür Turizm ve Dayanışma Derneği ve Şavşat Spor Kulübüne minnettar olduğumuzu belirtmek isteriz. Deneyimlerini bizimle ortaklaştıran, atölyeye katılıp değerli fikirleriyle içeriğini zenginleştiren arkadaşlara; Figen’e, Burcu’ya, Ufuk’a, Sibel’e, Canan’a, Aliye’ye, Uğur’a, Eda’ya, Sinem’e, Duygu’ya, Nisa’ya, Mutlu’ya, atölyenin son gününde bize Nusaybin’deki Barışa Oyna deneyimlerini aktaran Canan’a teşekkür ederiz. Ayrıca çabalarından dolayı Ayşe ablamıza güzel yemekleri için, Karagöl gezisinde bize eşlik eden Cihat Turizm’e, konaklama ve ulaşımda bize yardımcı olduğu için Laşet Motel’e ve Alemdar abimize teşekkürlerimizi sunarız. Gürcistan’da çocukluğunda oynadığı oyunları bizimle paylaşarak bu kitabın zenginleşmesinde katkıda bulunan Ketevan Zazanashvili’ye teşekkür ederiz. Birlikte oyun oynamanın yeniden mümkün olduğu bir dünya dileğiyle.. Artvin’nin çocuklarına sevgilerle... BoMoVu
72
Bomovu.org
facebook.com/bomovu
iletisim@bomovu.org
instagram.com/bomovu