TRAKYA SINIRLARINDA
Barışa Oyna
Edİrne’nİn mazİsİnden - Bizim sınıfımızın yarısı Yahudi’ydi. *** - Roman aileler çocuklarını çok fazla mutlu edemiyorlardı arkadaşlar işin açıkçası. Yoksulluktan gelen bir toplum ve Roman ailelerinde çocuk çok önemlidir, bunun da altını çizerek belirteyim. *** - Ceviz oynamaya geldim odana.
Günümüzün oyuncularına - Başta az kişiyle daha güçlü olmak lazım. *** - Yahudi ne demek? *** - Ben kara olduğum için Yunanistan’a, İstanbul’a gidemem.
Barışa Oyna, BoMoVu derneği çalışmasıdır. Bu kitap, BoMoVu tarafından Mart 2018’de İstanbul’da basılmış ve yayımlanmıştır. Bu kılavuz, içeriği değiştirilmeksizin ve BoMoVu kaynak gösterilerek çoğaltılabilir.
Konsept, Araştırma ve Metin: Nil Delahaye, Eleni Nadin Diker Uygulama: Nil Delahaye, Burcu Ayan, Anıl Berkay Vardıoğlu Metin Düzeltme: Ferhat Kılıç, Cansu Kılınçarslan Kapak Resmi: Ayşe Merve Kamacı
Sayfa 7, 11, 16, 19 Fotoğrafları: Erdinç Habip Sayfa 21, 23, 24, 27 Fotoğrafları: BoMoVu
Sayfa 12: “A new map of ancient Greece Thrace, Moesia, Ilyricum and the isles adjoyning”, New York Halk Kütüphanesinden Arka Kapak Görseli: Çağıl Kayan Widegren
Destekleyen:
Bu kitap Sivil Düşün AB Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. Bu kitabın içeriğinin sorumluluğu tamamıyla BoMoVu’ya aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.
ÖNSÖZ 2016 yılının Mayıs ayında Barışa Oyna çalışmasının ilk serüvenine çıkıp Güney Kafkasya yollarına düştüğümüzde çok heyecanlıydık. Ülkenin en uç köşeleri olan sınır illerinde, karşı taraf ne kadar uçsuz bucaksız görünürse görünsün, arada mutlak bir sınır çizgisinin varlığını bilmenin duygusal karmaşasıyla yeni yeni tanışıyorduk. Bu çalışmayı yazarken sınır bölgelerdeki çocukların algılarıyla ilgili çok kafa yormamıza rağmen oraya gittiğimizde çok şey öğrendik. Türkiye’nin batı ucunun bile çocukların algısında komşu ülkelerden daha yakın olduğu gibi... Bu nedenle ikinci çalışmamız için Edirne’ye gittiğimizde bizi nelerin beklediğini biraz daha iyi biliyorduk. Amacımız çocuklara en kolay yoldan farklılıkların değerli olduğunu anlatmak, yaşadığımız topraklarda büyük kısmı kaybedilmiş olan çeşitliliği onlara yeniden anımsatmak ve sınırın diğer tarafında ya da başka köylerde, şehirlerde, ülkelerde onlarla benzer oyunları oynamaya devam eden eski oyun arkadaşlarından bahsetmekti. Bunu dramatik bir dille değil, oyunların sağladığı mutluluk anları içerisinde, bu anlarla ilişkilendireceklerini umduğumuz sohbetler ederek yaptık. Barışa Oyna programını hazırlarken ortak kültürel mirasın bir parçasını oyunlarda aradık. Bu mirası sahiplenmek bizim için, bir zamanlar birlikte güzel vakit geçirdiğimizi hatırlatmak anlamına geliyor. Demek ki sadece kavga etmeyi değil, birlikte gülmeyi, öğrenmeyi, paylaşmayı da içimizde taşıyarak biliyoruz. Kıyımlar, örgütlü hedef almalar, pogromlar hafızalarımıza korkunun gölgesini düşürürken içimizdeki çocuksu gülüşmelerin yer aldığı sıcak bir duyguyu hatırlayıp korkuya dil çıkarmak da adaletle ilgili olsa gerek. Bu program, çocukların tanımadığı ya da unuttuğu insanlar hakkındaki fikirlerini yeniden düşünmelerini amaçlarken, oyun oynayarak ne kadar da çok eğlendiklerini hatırlamaları, beden hafızalarına mutlu bir iz bırakmak için geliştirildi. Aralık 2017 Eleni ve Nil
İÇİNDEKİLER
Giriş 1- Trakya’nın Mazisinden Bize Gelen 2- Barışa Oyna 3 - Edirne Oynuyor 4 - Oyunlar ve Çözümlemeleri 5 - Pratik Bilgiler Teşekkür
GİRİŞ Barışa Oyna, BoMoVu ekibi tarafından çocuklarla çalışmak üzere geliştirilen beden hareketi odaklı bir oyun programıdır. Spor yoluyla barışma yaklaşımını temel alarak oluşturduğumuz bu program ile beden hareketinin getirdiği diyalog gücünü geleneksel çocuk oyunları vasıtasıyla Türkiye’nin sınırlarından olan Trakya’da yaşayan çocuklarla paylaştık. Bu programın öncelikli amacı, oyunların bünyesinde barındırdığı özgürlük alanından faydalanarak çocukların sınır ötesi algısını iyileştirmektir. Bunu yaparken kültürel mirasın önemli bir parçası olan geleneksel çocuk oyunlarını kendimize araç edindik. Sporun bünyesinde barındırdığı hoşgörü, kapsayıcılık, eşit haklar, erdem, haz, mutluluk, sevgi ve saygı gibi değerleri oyunlar aracılığıyla ön plana taşıyarak, çocukların çevreleriyle kurdukları ilişkide sosyal içermeyi temel alan barışçıl bir ortamın gelişimine katkıda bulunmaya çalıştık. Barışa Oyna, beden hafızası dediğimiz kavrama dayandırılan bir araç. Beden odaklı yaklaşımı sayesinde, çocukların kendi ve ötekilerin bedenleri üzerinden birbirlerini konumlandırmaları ve her bir kişinin hem kendi özgünlüğü ve farklılıklarıyla değerli olduğu hem de takım içerisinde toplumla bütünleştiğini ortaya koyduk. Bedenin de bir hafızası olduğu inancıyla, çocukların bedensel hafızalarında “öteki” ve “ötedeki” çocuklara dair güzel bir anı ve iyimser duygular bırakmaya çalıştık. Bu programı özellikle sınır bölgelerde, yani öteki algısının daha pragmatik olduğu yerlerde hayata geçirdik. Çünkü sınırda yaşamak, herhangi bir çizginin bir tarafında bulunmanın verdiği güven hissiyatını biraz çelişkili ve karmaşık hale getirirken insanın öteki tarafa her baktığında kendi doğrusunu tekrar kurgulama ihtiyacını doğal bir hale getirir. Tarafsız olmanın yaşamsal koşullardan dolayı mümkün olmadığı bir yerde öteki taraf hakkında konuşmak, fikirlere sahip olmak ve öteki tarafa dair duygular beslemek kendi varlığını koşullandıran durum haline gelir. Barışa Oyna, Trakya sınırlarında yaşayan çocuklara sınırın öteki tarafındaki hayata dair edindikleri olası ön yargıları kırmak ve
bedensel hafızalarında bir aradalık duygusunu bir anı olarak bırakmayı amaçladı. Bu el kitabı aracılığıyla beden odaklı öğrenim anlayışını yaymak, sınır bölgelerde ve çocuklarla çalışan sivil topluma bu anlamda katkıda bulunarak onlarla dayanışmak ve deneyimlerimizi paylaşmak istedik. BoMoVu– Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi Derneği, sporu tüm nitelikleriyle sosyal faydaya dönüştürerek ihtiyaç sahibi grupların spora erişimini sağlamayı kendine misyon edinmiş bir sivil harekettir. Bizce spor ve beden hareketi, bir sosyal güçlendirme aracıdır. Kişisel gelişimin yanı sıra bizim için sporun önem arz eden yanı, kitlesel refah potansiyelidir. 2014’ten bu yana BoMoVu ekibinin kurucuları ve sporun bu gücünün farkında olan insanlar olarak çeşitli gruplara yönelik çalışmalar yürütüyoruz. Refakatsiz göçmen çocuklara yönelik Muay Thai boksu atölyesiyle başlayan, ülkenin doğusunda mültecilerle yaptığımız Capoeira atölyeleri ve kadınlara yönelik uzun vadeli geliştirilen spor programlarıyla devam eden maceramızda sporu sosyal faydaya dönüştürme yoluna girdik. Bu anlayışın yaygınlaşması gerektiği ve elde ettiğimiz bilgilerin paylaşılarak daha çok insana dokunabileceği düşüncesiyle BoMoVu ağını Ağustos 2015’te kurmaya karar verdik. Bu ağ sayesinde, spor ve beden hareketi alanlarında bir gönüllülük ve dayanışma kültürü geliştiriyoruz. Aynı zamanda tüm spor alanlarında görülebilen ayrımcılıklarla mücadele ediyoruz. Sporu sosyal faydaya dönüştürürken insanlara kariyer imkanı veya sağlıklı yetişmenin ötesinde kendi vücut bütünlüğü hakları konusunda farkındalık kazanmaları ve bununla beraber gelen sosyal güçlenmeyi deneyimlemelerine yönelik çalışmalar yürütüyoruz.
1- TRAKYA’NIN MAZİSİNDEN BİZE GELEN Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan Krallığı arasında yaşanan şiddetli çatışmalar sonucu 1362’de Osmanlı topraklarına katılan Edirne, 200 sene boyunca bir imparatorluğun başkentliğini yapmıştır. 1800’lerde iki defa Rusların işgaline uğramış, 1900’lerde Balkan Savaşları’nda Trakya ikiye ayrılmış ve Edirne’nin bulunduğu topraklar Osmanlı’da kalmıştır. 1920’lerde Yunanların himayesine girip Yunan-Türk savaşları sonucu yeniden geri alınmıştır. Bu topraklar durmadan el değiştirmiş, sık sık yeniden çizilen sınırlarla farklı kimliklere bürünmüştür. Edirne, 1893 ile 1930 yılları arasında göçe zorlanan ve Balkanlar’dan çoğunlukla Trakya ve Marmara bölgesine göç eden on binlerce muhacire ev sahipliği yapmıştır. 14. ve 15. yüzyıllarda Rumeli vilayetine göç eden Roman halkını ve 1492’de İspanya’dan zorla göç ettirilen Yahudi halkını içinde barındırmıştır. Ancak 1934 yılının yaz aylarında Edirne ve çevresinde hızla yayılan, dönemin medyası tarafından Yahudi aleyhtarlığı olarak tabir edilen antisemitizm dalgası sonucu Trakya Olayları diye anılan, binlerce Yahudiyi göçe zorlayan acı olaylar yaşanmış ve Türkiye’nin yakın tarihinin gizlenen, bilinmeyen ya da öğretilmeyen bir travması olarak Yahudi cemaatinin hafızasına kazınmıştır. Değişen sınırlar, içinde yaşayan toplumların sınır ötesi algısına yansımış ve kuşaktan kuşağa aktarılan bilinmez bir tarihin ön yargılarını bugüne kadar taşımıştır. Toplumsal hafıza, bir toplum için varoluşsal değerdedir. Unutulan ya da kaybedilen değerleri hatırlamak, acıları sahiplenmek ve inkar etmemek, beraberliğin olduğu barış dönemlerini hatırlamak, bir toplumun iyileşmesini, iyiye gitmesini sağlayacaktır. Edirne, bölgenin yaşayan en eski halklarından olan Romanlar başta olmak üzere, yeni göç dalgalarıyla gelen çeşitli etnik kökenlerden insanların birlikte yaşadığı bir şehir... Yunanistan ve Bulgaristan’a sınırı, kağıtsız göçmenlerin zorla ülkelerine geri gönderilmek üzere tutulduğu merkezlerden birini içinde barındırması, Avrupa’ya güvenli geçiş umuduyla sığınmacıların akınına uğrayan fakat hüsranla son bulan eylemlerin yaşandığı kritik konumu Edirne’yi, bir iyileşme sürecinde daha da önemli hale getirmektedir. Biz BoMoVu olarak, spor ve beden hareketini kullanarak insanların dünyaya bakma biçimlerini ve davranışlarını etkileyebileceğimize inanıyoruz. Sporu ve beden hareketini sosyal faydaya dönüştürmek için programlar geliştiriyoruz ve aynı zamanda toplumun her alanında olduğu gibi sporun içinde de var olan ayrımcılıklarla mücadele ediyoruz. Ayrımcılık ve ön yargılarla mücadele araçları çoğunlukla dil ve sözlü anlatımı kullanırken beden, hareket ve bir
beden olarak var olmak ve ötekinin beden olarak var olduğunu tanımak yeni gelişmekte olan araçlar arasına girmeye başlıyor. Barışa Oyna programı, 2015 yılının Aralık ayında Anne Frank House’un “Ön yargı, ayrımcılık ve eşit haklar hakkında eğitmenlik” seminerinden ve BoMoVu ekibi üyelerinin spor ve beden hareketini sosyal faydaya dönüştürme yolunda yaptıkları bireysel çalışma deneyimlerinden yola çıkılarak geliştirilmiştir. Bu programın öncelikli amacı, oyunların bünyesinde barındırdığı özgürlük alanından faydalanarak çocukların sınır ötesi algısını iyileştirmektir. Bunu yaparken kültürel mirasın önemli bir parçası olan geleneksel çocuk oyunlarını kendimize araç edindik. Sporun bünyesinde barındırdığı hoşgörü, kapsayıcılık, eşit haklar, erdem, haz, mutluluk, sevgi ve saygı gibi değerleri oyunlar aracılığıyla ön plana taşıyıp çocukların çevreleriyle kurdukları ilişkide sosyal kapsayıcılığı temel alan barışçıl bir ortamın gelişimine katkıda bulunarak bu bölgede yaşamaktan kaynaklı öteki olarak algıladıkları bütün kimlikler hakkında edindikleri ön yargıları tanımalarına ve sorgulamalarına yardımcı olmayı amaçlıyoruz.
2- BARIŞA OYNA Barışa Oyna programı aracılığıyla gerçekleştirilen aktiviteler çocukların öğrenmeye en açık oldukları yaşta tecrübe ettikleri fiziksel haz, sosyal ve kültürel deneyim ile oluşturacakları ortak bir farkındalık bağışlamayı hedefliyor. Barışa Oyna eğitim programı ile Kafkasya ve Trakya sınırlarında gerçekleştirdiğimiz ve el kitabı ile teorileştirdiğimiz çocukların deneyimlerinden edindikleri farkındalığı, hayatlarında “düşman” yakıştırmasıyla birçok yerde duyacakları ama tarihsel olarak birlikte var oldukları halkların isimlerini, küçük yaştayken pozitif ve mutlu bir an içerisinde ilk kez duymuş olacaklar. Bu sayede deneyimsel ve dolayısıyla içgüdüsel olarak iyimser bir bağ kurabilecekleri “ötekiler” ile karşılaştıklarında hissettikleri çeşitli duygular arasında bir de bedensel hafızalarında yer etmiş olan bu pozitif deneyim olacak. Barışa Oyna, bedensel hareketin ve duyuların kullanıldığı, eşit haklar ve barışma değerlerini hedefleyen, somut olmayan bölgesel kültürel mirasın bir parçası olan oyunları temel alan bir öğrenme aracıdır.
YÖNTEM Bu programda, bedeni bir öğrenme aracı olarak görmekten çok, deneyimleme esnasında bedenin insanın kendisi olduğu ilkesi temel alınmaktadır. Beden, duyguların meydana geldiği mekandır. Bu duygular insanları ve aldıkları kararları yönlendirir. Barışa Oyna aracı, çocuklarda “öteki” ve “sınırın ötesinde yaşayan” olgusu hakkında oluşturulan bu duyguların biçimlenmesinde barış ve iyimserliğe doğru yol gösterici olur. Barry van Driel, Merike Darmody ve Jennifer Kerzil’in hazırladığı ve Avrupa Birliği tarafından yayınlanan “Avrupa Birliği’nde Çocuk ve Gençlerde Tolerans, Çeşitliliğe Saygı ve Sivil Sorumluluğu Güçlendirmek için Eğitim Politikaları ve Pratikleri” başlıklı raporda, empati ve sosyal-duygusal öğrenimin önemi şu şekilde aktarılır: “Sosyal ve duygusal öğrenim, başkalarına karşı empati duygusunun geliştirilmesi, tolerans ve çeşitliliğin desteklenmesi için kullanılan güçlü araçlardan biridir. (...) Deneyim, tavırları kuvvetle etkilediği için, bu tür programlar deneyim esaslı faaliyetleri kullanarak başkasına vasi olmak, başkalarına yardım etmek için araya girmek ve çatışma çözümlemesine yönelik becerilerin öğrenimi ve uygulanması amacıyla kullanılabilir.”1 Ayrıca, “öteki” algısını kurmakta en çok kullanılan araçlardan biri bedenimizdir. Viviane Laroy’a göre, beden “ötekiler hakkında nasıl hissettiğimizin ve ötekilerin bizim hakkında nasıl hissettiğinin göstergesidir.” Yine aynı yazara göre, “Beden, öğrenenlerin dünyayı yeniden organize etmelerine ve şekillendirmelerine müsaade verir.” Deleuze’ün tanımına göre, insanlar bir bedene sahip değil, kendileri yoğunluklar taşıyan bedenlerdir. Bu bakış açısına göre, “bedenin kendisi bilgidir, başka bir şeyin bilgisi olmaktan çıkar. Bu halde, öğrenim, bedenin [çeşitli araçlarla] araç olduğu bilgiye erişimi değil, bedenin kaynağı olduğu bilgiyi hedefleyebilir.”2
1 Barry van Driel, Merike Darmody and Jennifer Kerzil, Education Policies and Practices to Foster Tolerance, Respect for Diversity and Civic Responsibility in Children and Young People in the EU, NESET II report, European Union, March, 2016. 2 Viviane Laroy, The Body in a Pedagogy of Being, in Humanising Language Teaching, November 2002.
AMAÇ Barışa Oyna aracı, eşit haklar ve barışma değerlerini 7-13 yaş arası çocuklara aktarmayı amaçlıyor. Gelişme ve Barış için Spor BM Ajanslararası Görev Kuvveti Raporu’na (Report from the UN Inter-Agency Task Force on Sport for Development and Peace) göre spor, “bireyleri ve toplumları bir araya getirir, birleştirici unsurların altını çizer ve kültürel veya etnik ayrışmalara karşı ara bulucu olur.” Bunun pratikte uygulanmasına bakarsak Ruanda veya Güney Afrika gibi toplumun bölünmesiyle ırkçı nefretin doğurduğu büyük kayıplara yol açan etnik çatışmaların olduğu yerlerde spor oyunlarının barışma aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Çünkü spor oyunun içerisinde iken, “öteki”nin taşıdığı en büyük özelliği insan bedeniyle gerçekleştirebildiği fiziksel performanstan kaynaklanıyor. Güney Afrika örneğinde Hakikat ve Barışma komisyonlarının da kurulmasının arkasında yatan “Ubuntu” felsefesi barışma açısından birçok kapı açar. Apartheid sonrası Güney Afrika’nın ilk cumhurbaşkanı Nelson Mandela’nın araç edindiği “Ubuntu” felsefesi, sadece toplumun parçaları olarak yer edinen bireyleri, toplumsal hak ve özgürlüklerin öncelikli gözetildiği barışçıl bir düzene teşvik eder. Bu bakış açısına göre, bireyler toplum bütününün parçaları oldukları, dolayısıyla birbirlerini incittikleri zaman aslında toplumun parçası olarak kendilerine de zarar vermiş oldukları için, barışma sürecinde sadece “kurban”ın değil failin de iyileşmesi gerekir. Hatta kurban/fail ikilemesi dahi söz konusu olmuyor. Bu anlayışla iyileşme ve barışma sürecinde gruplar bir daha ikiye bölünmüş olmuyor; bir bütün olarak algılanıyor. Dolayısıyla barışma süreci artık gerçek arayışı, affetmek ya da adalet istemek gibi iki tarafın karşılıklı gerçekleştirebileceği kavramlar üzerinden değil, mağdurun ve failin yani toplumun birlik olması üzerinden tanımlanıyor. BoMoVu’nun da sunduğu barışma aracı birilerini suçlamak veya değerlendirmek üzere değil, tam tersine toplumu bir bütün olarak ele alarak bir iyileşme sürecinin parçası olmayı amaçlıyor. BoMoVu’nun beden odaklı öğrenim yaklaşımında, insanın yeryüzünde kendini ve etrafındakileri nasıl konumlandırdığını bedeni ve duyguları sayesinde yukarıda söz edilen değerler çerçevesinde öğretmeyi amaçlar. Montaigne’in tabiriyle: “Oyun, çocukların en büyük ciddiyetle uğraştıkları iştir.” Kendi içinde tutarlılığı olan, özgürce kabul edilmiş ancak bağlayıcı kuralları olan bir iş olmakla beraber oyun, çocukların kendi karar mekanizmalarıyla zorlayıcı koşul olmadan gönül verdikleri ve kendilerine ait olan bir alandır. Ciddiyetle eğildikleri bir iş olmakla beraber oyunun en temel şartı aynı zamanda ciddiye alınmama gerekliliği. Birinin sinirlenmesi üzerine “bu sadece bir oyun” dememizin sebebi algıda ciddiye alınacak gerçek dünya ve
gerçek kurallarıdır, ciddiye alınmayacak dünya ise oyunun kendi kurallarıyla kurduğudur. Bu sebeple çatışma ve düşmanlık gibi kendisinin ötesinde olaylara yol açan kavramları oyun çerçevesinde ele aldığımız zaman, onları ciddiyetinden arındırılmış bir boyuta taşımış oluyoruz. Şaka ve oyun ile yapılan başkasına yönelik eylemler, kurmaca bir gerçeklikte yani oyunda yapıldıkları zaman büyüklerin dünyasındaki var olma kurallarının izin vermeyeceği yerlere kaçmak için bir serbestlik alanı kuruyor. Bu sebeple “gerçek” veya “büyüklerin” dünyasını taklit eden oyunlarla “küçükler” kendi algı sistemleriyle o dünyayı zıtlara taşıyabiliyor. Dövüş ve şiddet içeren, itaat ve hiyerarşi sistemleri kuran oyunlar olduğu kadar aşkı ve dayanışmayı temel alan yani sevginin performans alanı haline getirildiği oyunlar da var. Aynı şekilde, takım oyunları birbirinin desteğini gerektiren ve bir kişinin değil bir grubun başarısı veya yenilgisini koşullaştıran mekanlar kapsamında da takım oyunlarını değerlendirebiliriz. Bunun ötesinde duyguların oluştuğu mekan olarak bedende günümüzde “düşman” ve “kötü” olarak belirlenen “öteki”, oyun sayesinde çatışmanın olmadığı dönemde birlikte oynanan oyunların verdiği duyguyu tekrar yaşamanın yeri oluyor. Tarih araştırmalarında siyasi, sosyo-ekonomik ve toplumsal yapıları incelerken yüzyıllar boyunca insanların nasıl beraber yaşadığını anlamaya çalışıyoruz. Peki bu insanların ne hissettiklerini de anlamamız mümkün mü?
3- EDİRNE OYNUYOR Barışa Oyna programının temelini oluşturan geleneksel çocuk oyunlarının keşfi için masa başı araştırmanın yanı sıra kısa bir ön saha araştırması yapmak üzere 2016 yılı Aralık ayında Edirne’ye gittik. Amacımız çocukluğunu Edirne’de geçirmiş farklı gruplardan yaşlı insanlarla konuşmak, hem çocukluklarına dair hatıralarını ve onların gözünden Edirne’yi dinlemek hem de eskiden oynadıkları çocuk oyunlarını öğrenmekti. Edirne esnafının yüzde sekseninin Yahudi olduğu günleri hatırlayan Kerem Bey’in anlatımlarını, Edirne’de yaşamaya devam eden tek Yahudi Can Bey’in hatıralarını, mübadeleyle gelenlerin çocukları veya 1960’larda Bulgaristan’dan ve Yunanistan’dan göç etmiş insanların topraklarına olan özlemlerini dinledik1. Bu sayede hem gidenlerin bıraktığı izleri hem de oraları geride bırakıp gelenlerin kökleriyle kurdukları ilişkiyi onların söylemlerinde araştırdık. Küçük çaplı araştırmamızı önceden kurgulanmamış tesadüfi sohbetlerle gerçekleştirdik. Kent pazarında, Saraçlar Caddesi’nde, parklarda, sinagogda ve kiliselerde karşımıza çıkan insanlara niyetimizden bahsedip onların hikayelerini dinlemeye koyulduk.
1 Mahremiyete saygı nedeniyle gerçek isimler kullanılmamıştır.
Öğrendiğimiz en çarpıcı şeylerden biri, 1934 Trakya Olayları öncesinde sayıları dört bine ulaşan Yahudi toplumundan geriye sadece bir Yahudi’nin, şehirde kaldığı bilgisiydi. Daha da ilginci, sorduğumuz herkesin bu bilgiye vakıf olmasıydı. Bu bilgiyi ilk Edirne’nin meşhur badem ezmesi dükkanlarından birinin başında olan Kerem Bey’den aldık. Kerem Bey, 2. Dünya Savaşı sonrasında Edirne’de çocukluğunu geçirdiği dönemlerde sınıfın yarısının Yahudi diğer yarısının Türk olduğundan bahsederken o zamanın şartlarında ‘Yahudi’ kelimesinin ne kadar pejoratif bir manayla kullanıldığının ipuçlarını verdi: “Şimdi şu var, ben Yahudi falan diyorum aslında herkes milletiyle iftihar eder de, biz hani alınmasınlar diye Yahudi sözcüğünü kullanmazdık onların yanında, kırılmasınlar diye.” Ayşe Hür’ün Gayri Müslimlerin Öteki Tarihi’kitabında anlatılana göre, ülkede Türk kültürlü nüfusun yoğunlaştırılmasını öngören 1934 İskan Kanunu’yla birlikte Trakya Bölgesi’nde yaşayan birçok Yahudi aile, dükkanlarının önünde alışveriş edilmemesi için nöbet tutan, evlerine şehirden ayrılmadıkları takdirde öldürüleceklerine dair tehditler yollayan yerel faşistlerin baskısına maruz kaldı.2 Öteki olarak yaftalanan ve zulme uğrayan birçok azınlık halk gibi Yahudiler de zamanla bölgeyi terk etmeye başladı. Bu dönemden sonra nispeten varlıklı olan üç bin kadar Yahudi Trakya’dan İstanbul’a kaçarken daha yoksul olan kesim yürüyerek Yunanistan ve Bulgaristan sınırını geçmek zorunda bırakıldılar. Bu tarihten sonra bölgedeki Yahudi sayısı yavaş yavaş azalmaya devam etti. Kerem Bey’in söylediğine göre evlerini terk etmek zorunda bırakılan Yahudi ailelerden hala Edirne’ye ziyarete gelenler var: “İsrail’den hala telefon eder. Yani hayatı burada geçtiği için kopamamış. Hatırlıyorum birkaç kişi daha gelmişti, ağladılar burada. Şimdi oraya gittikleri zaman göçmen muamelesi görüyorlarmış […] Buraları çok özlüyorlar, hayatları burada geçmiş zaten.” Kerem Bey’den bu hikayeleri dinledikten sonra yine iş yerinde ziyaret ettiğimiz Can Bey’e de çocukluğuna dair anılarını sorarak sohbete başladık. Verdiği cevaplarda her ne kadar eski günlere dair özlem olsa da bunun azınlık olmakla alakalı bir duygu olmadığı hissini bize geçiren köşeli olmayan bir anlatım vardı. Örneğin ailesinin büyük kısmı İstanbul’da yaşarken hala Edirne’de kalmaya neden devam ettiğini sorduğumuzda “Ben gitmek istemedim. Edirne çok güzel.” cevabını aldık. Öte yandan, atalarının 1433 yılında Edirne’ye Romanya’dan gelen Yahudilerden olduğu bilgisini de bizimle paylaşmaktan çekinmedi. 2 Ayşe Hür, Gayri Müslümlerin Öteki Tarihi, Literatür Yayıncılık, 2016.
Bir sonraki ziyaretimizi ise Edirne’nin kadim halklarından Romanlara dair bilgi almak için Roman Gençlik Derneği’ne yaptık. Dünyada en fazla ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalan ve Holokost’ta Yahudilerle aynı kaderi paylaşan toplumlardan biri olan Romanlar, nispeten yüksek nüfuslarına rağmen Edirne’de de kuşkusuz benzer problemleri yaşıyorlar. 1934 İskan Kanunu Romanların akıbetinde de yine belirleyici etken olarak karşımıza çıkıyor. Kanunda casusların ve anarşistlerin yanı sıra, ‘göçebe Çingenlerin de Türkiye’ye muhacir olarak alınmayacağı açıkça belirtiliyor. Neyse ki 2006’da yenilenen İskan Kanunu’nun şimdiki versiyonunda bu ayrımcı tabir kaldırılıyor. Edirne’de yaşayan Romanların sayısı tam olarak bilinmese de Türkiye’de Kırklareli’nden sonra en çok nüfusu barındıran şehir olarak anılıyor. Edirne’de Romanların kurduğu toplam 25 tane dernek olduğu söyleniyor. Dernekler kendi aralarında fikir ayrılıklarına girseler de hepsinin amacı Roman halkına ve kültürüne dair iyi bir şeyler yapmak. Ziyaret ettiğimiz dernek ofisinde üç farklı derneğin başkanı ve bir kaç üyesi ile genel olarak Roman halkının durumundan, çocukluklarından, oynadıkları oyunlardan bahsettik. Sürekli gülüşmeler ve sataşmalar içerisinde birbirlerinin sözünü yeri gelince kesen yeri gelince tamamlayan hoş bir sohbet oldu.. Örneğin biri Çingenelerin kültüründen övgüyle bahsedilirken bir diğeri araya girip: “Bana Çingene milliyetçiliği yapma. [Gülüşmeler]” diyor ve “Bizim milliyetçiliğimiz ezilen halkın milliyetçiliği” cevabını alıyor. Ünlü ozanlardan Neşet Ertaş’ın aslında Roman olduğunu ama bunu hor görülmemek için sakladığını söyleyen Sercan Bey, bu gibi önemli kişilerin Roman olduklarını açıklamasının halka kendilerini kabullendirmek için iyi bir yöntem olacağını söylüyor ve aslında ince bir sitemde bulunuyor: “Ozanlık kelimesini Çingenelikle yakıştıramadığı için biz Abdalız, Aleviyiz derler, yoksa…” Onlara eski Edirne ile ilgili hislerini sorduğumuzda ise bugün çoğu kişiden duyabileceğimiz bir yanıtı alıyoruz: “[…] ekonomik anlamda da çok rahatım, özgürüm ama o günleri arıyorum işin açıkçası. O zamanki kültürü, dayanışmayı, sevgiyi, saygıyı... Bambaşka bir şeydi.” Bir sonraki ziyaretimizi Edirne’de cumartesi günü kurulan ve köy ürünlerinin satıldığı kent pazarına yapıyoruz. Burada Bulgar göçmeni bir hanımefendiyle karşılaşıyoruz. Biz neresi daha güzel, burası mı orası mı diye sorduğumuzda, hiç tereddüt etmeden “Orası” diye cevap veriyor.
TEKERLEMELER Sohbetlerimiz sırasında bir sonraki bölümde sıraladığımız çocuk oyunları ile ilgili bilgi toplarken aynı zamanda çocukluklarından hatırladıkları tekerlemeleri de sorduk. Edirne merkezde büyüyen Kerem Bey, eskiden çok oyuncak olmadığı için çocukların daha yaratıcı olduğunu, oynanan oyunların ve tekerlemelerin de radyo ile iletişim bile kısıtlıyken gündemden ne kadar etkilendiğinden bahsetti. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında söyledikleri tekerlemelerden bazıları şöyle: “On bombom-bar- dı-ma-nın-dan kaç bom-bar-dı-man is-ter- si-niz e-fen-dice-ği-miz ça-buk söy-le-yi-niz” “Eni beni dosi dosi safrangosi saframbos saframbos Fransız dost İngiliz Germen dost iki tavuk bir kel horoz” Roman derneklerinden Ahmet Bey’in aklına da ne anlama geldiği ve hangi dilde olduğunu bilmediği bir tekerlemeyi annesine söyletmek geldi: “İndon dini zalikatini zalikatikitom bom.” Kısa Edirne turumuzda öğrendiğimiz tekerlemeler bu kadarla sınırlı kaldı. Biz de tekerlemelerin sorduğumuz yaş grupları için hatırlanması zor olduğu gerçeğiyle barışıp elimizdeki bilgilerle yetinmeye karar verdik.
4- OYUNLAR VE ÇÖZÜMLEMELERİ CEVİZ OYUNU (Siirt yöresinde KIBAB olarak biliniyor) Cevizler eşit sayıda en az birer kişiden oluşan iki takıma dağıtılır. Toprağa yumruk büyüklüğünde bir çukur kazılır ve oyuncular bir buçuk metre mesafeye yerleşir. Takımlardan biri tek, diğeri çift sayıyı seçer. Her takım sırayla cevizlerini topluca çukura doğru atar. Eğer cevizleri atan takım çifti seçmişse ve çukura attığı cevizler de çift olarak çukura girerse karşı taraftan o kadar ceviz alır, tek düşerse kendisi o kadar ceviz vermek mecburiyetinde kalır ve tersi tek sayıyı seçmiş olan takım için geçerli olur. Takımlardan biri cevizlerinin hepsini kaybedince oyun biter. Çözümleme için soru önerileri: - Sizce bu oyun kabiliyet istiyor mu? - Sadece kabiliyetli olanlar mı kazanıyor? - Şans nedir? Kader nedir? - İnsanlar bir şeyleri ne kadar kontrol edebilir? - Kendi kaderini tayin etmek ne demek? - Bir insan nasıl ve nerede doğduğunu seçemiyor. Bu da kader mi? - Sınırın diğer tarafında doğanların kaderi nasıl olabilir? - Burada farklı kökenden doğmuş olanların kaderi nasıl olabilir? HALAT ÇEKME 6-7 metrelik sağlam bir halatın ortasından başlayarak eşit sayıda her iki ucuna oyuncular yerleşip halatı tutarlar. Her iki taraf halatı kendine doğru çekerek karşıdaki takımı öne doğru düşürmeye çalışır. Başarılı olmaları için takımın oyuncularının anlaşarak aynı anda çekmeleri gerekir. Özellikle bu anlaşma sözlü değilse ve karşı takımın anlayamayacağı bir şekilde olursa karşıdakileri şaşırtma olasılığı doğar. Takımlar belirlenirken orantısız güç durumlarını engelleyecek şekilde yapılması gerekir. Çözümleme için soru önerileri: - Aynı anda halatı çekebilmek için nasıl anlaştınız? - Sizce güç bir gerçeğe tekabül ediyor mu? - Karşı tarafı etkilemek gücü arttırabilir mi? - Karşıdakini sadece fiziksel gücümüzle mi etkileyebiliriz? Başka güçlerimiz var mıdır? - Bir şeyleri kendimize doğru çekmeye çalıştığımız durumlar var mı hayatta? (Mesela birisiyle tartışırken nasıl haklı olmaya çalışıyoruz?) - Karşıdakiyle bir arada olmak için onu illaki kendimize çekmemiz gerekir mi? - İki zıt birlikte yaşayabilir mi?
BEŞ TAŞ (Suriye’de AMRA olarak biliniyor) Bu oyun 5 tane yassı ve birbirinin üzerinde dengede durabilecek taş, tenis topu misali bir top gerektirir. Grup iki takıma ayrılır. Üst üste dizili taşların her bir yanına 10 adım ötesinde birer çizgi çekilir ve takımlar o çizgiyi geçmeyecek şekilde sıra halinde durur. O iki çizgiye eşit mesafede ve taşlara yine 10 adım ileride olacak şekilde bir kişinin sığabileceği bir daire çizilir. Birinci takımdan biri daireye girip elindeki topla taşları vurup devirmeye çalışır. Takımın taşları devirmek için 3 farklı oyuncuyla en fazla 3 vuruş hakkı vardır. Taşları deviremezse top atma sırası diğer takıma geçer. Taşlar devrilirse ama vuran takım dağılır ve taşları yine üst üste dengede duracak şekilde dizmek için uğraşırken öbür takım atılmış olan topu bulup taşları dizen takımdan oyuncuları top ile hedefleyerek oyundan çıkarmaya çalışır. Oyuncuları azalan takım taşları büsbütün vurulmadan dizdiyse kalan oyuncularla bu sefer karşı takımın topla taşları devirmesini ve dizmeye çalışmasını seyredip top ile engellemeye çalışır. En son elenen takım oyunu kazanmış olur. Çözümleme için soru önerileri: - Bu oyun hangi kabiliyetleri gerektiriyor? - Oyunda takımlar strateji kurmaya çalıştı mı? Nasıl? - Grup halinde ama her birinin farklı bir görevi olunca nasıl oluyor? - Gerçek hayatta da herkesin farklı bir işi aynı amaç ile yaptığını görüyor musunuz? Mesela nerede? - Her kişinin başka şekilde değer katması mümkün mü? - Böyle düşünürsek o zaman “üstün”denilen biri oluyor mu yine?
KÖREBE Herkes çember şeklinde dizilir. Bir ebe belirlenir ve ebenin gözleri bir bezle bağlanır. Diğer oyuncular körebenin etrafında sessizce bekler. Körebe yönünü şaşırana kadar kendi üstünde döner durur. Yönünü şaşırdıktan sonra ileri yürüyüp karşısına çıkan kişiye dokunarak kim olduğunu çıkartmaya çalışır. Sıradan gitmemesi için ebenin kişiden kişiye geçerken başka bir yöne doğru gitmesi gerekir. Eğer grup birbirini iyi tanımıyorsa öncesinden “isim-hareket” gibi tanışma oyunları yapılabilir. O durumda ebenin ismini veya o kişinin yaptığı hareketi hatırlaması yeterlidir. Çözümleme için soru önerileri: - Körebenin sizi tanımaması için ne yapmanız gerekti? Sessiz kalmak zor oldu mu? İnsan heyecanını nasıl gizleyebilir? - Körebe olan dokunduğu kişileri nasıl tanıdı? - Görme engeli olan kimseyi tanıyor musunuz? - Bir duyu eksik olunca insan çevresiyle nasıl ilişki kurabiliyor? HARİTA - SURİYE’DEN OYUN Grup iki takıma ayrılır. Bir obje seçilir ve takımlardan biri gözlerini kapatırken öbür takım bu objeyi saklar. Sonra saklayan takım hiç bir kelime kullanmadan, yere veya bir kağıda objenin yerini gösteren krokiyi (yani “harita”yı) çizer. Diğer takım ise krokiden bakarak objeyi bulmaya çalışır. Rekabet amaçlanmaz, obje bulunabilirse tüm grup kazanır. Çözümleme için soru önerileri: - Bu oyunda takımlar ikiye ayrılsa dahi herkesin birlik içinde hareket etmesi gerekli, sizce kazanan ve kaybeden olmaması oyunu nasıl etkiliyor? - Gerçek hayatta da kazanan ve kaybeden olduğunu düşünüyor musunuz? - Bu oyuna benzeyen ilişki biçimleri olabiliyor mu? Örnek verebilir misiniz? - Sizce politika nedir? Ne işe yarar? - Sizce savaş nedir? Ne işe yarar? - Yanında yaşadığınız sınır sizce politikayla mı yoksa savaşla mı çizildi? - Suriye’de neler olduğunu biliyor musunuz? Sizce oradaki çocuklar bu oyunu hala oynayabiliyorlar mıdır?
AYŞI - SURİYE’DEN OYUN Bir ebe seçilir. O ebe birine dokunduğu zaman belirlenmiş olan bir “hapishane” bölgesine cezalı olarak gönderilir. Ebe bu hapishaneyi korumaya çalışır, aynı anda diğer çocuklar hapishanedekilere dokunarak onları kurtarmaya çalışır. Dokunduğuna “Ayşı” yani “yaşa”! diye bağırır ve onu özgür bırakır. Çözümleme için soru önerileri: - Ebe kendini nasıl hissetti? - Hapishanedekiler nasıl hissetti? - Son serbest kalan nasıl hissetti? - Bir insan kendine bir rol alınca bunu bir görev gibi hissetmeli mi? - Bir kişi görevinin ciddiyetine kapılıp kendinden geçebilir mi? - Hangi mesleklerde bir insana büyük bir yetki veriliyor? - Sorumluluk nedir? BALIK AĞI Ebe seçilir. Ebe başkasına dokunduğunda onunla el ele tutuşarak birleşir. Artık ellerini ayırmadan bütüncül bir biçimde hareket ederler. Dokundukları diğer kişiler de bu ağa eklenir ve son kişi yakalanıncaya kadar oyun devam eder. (Eller ayrıldığında birisi yakalansa bile geçerli değildir. Ağ beraber hareket etmelidir.) Çözümleme için soru önerileri: - İlk ebe bir strateji düşündü mü? - İlk hedefi nasıl seçmek gerekir? - Herkesin birlikte hareket edebilmesi için neler gerekli? - Birlikte hareket edebilmeyi başarmak nasıl bir duygu veriyor? - Son kalanlar nasıl hissetti? - Bir kalabalığın karşısında durmak nasıl bir durum? - Organize bir hareketin karşısında bir kişi kendini savunabilir mi?
11.50 Çember şeklinde dizilip avuçlar birbirinin içine saat yönüyle sağdaki avuç sağdakinin üstüne, soldaki avuç soldakinin altına konur. Saatler 1’den 11’e kadar ve 11’e gelince 10 dakikalık dilimlerle sırayla saati sayarak soldakinin avucuna sağ eliyle dokunur. “1, 2, 3, 4… 11, 11.10, 11.20, 11.30, 11.40, 11.50” diye sayarak ebe seçilir. Ebe tekrar 1’den 11’e kadar saydıktan sonra çevresindekileri kovalamaya başlar. Birisini yakaladığında da onu tutarak 11’e kadar sayar ve yakaladığı çocuk da ebe olur. Herkes yakalanıncaya kadar oyun devam eder. Çözümleme için soru önerileri: - Ebe olan başkasını da ebe yaptığı zaman diğerleri kaçmakla meşgul oldukları için kimin ebe olduğunu bilmiyor. Kimin ebe olduğunu nasıl anlayabildiniz? - Ebe olan ve olmayanın davranışları nasıl değişiyor? - Biri kendinden emin biri tedirgin olunca genel davranışlara nasıl yansıyor? - Gerçek hayatta da bir durumdan veya bir kişiden kaçmaya çalıştığınız oluyor mu? Bu sizi nasıl hissettiriyor?
KURTBABA İki çocuk “anne” ve bir kurtbaba seçilir. Diğer herkes “yumurta” olur. Yumurtalar dizilip bir yere oturur. Anneler yumurtalara birer renk seçer ve kulağına söyler. Kurtbaba gelir: - Tık tık tık - Kim o? - Kurtbaba! - Ne istiyorsun? - Yumurta! - Ne renk istiyorsun? - Xxx (renk söylüyor) - Koş! /veya/ çatladı gitti! (Eğer daha önce yakalandıysan çatladı gitti der o zaman kurtbaba başka bir renk söyler.) Rengini duyan yumurta koşmaya başlar ve kurtbaba peşinden koşar. Kurtbaba yumurtayı yakalarsa o da onunla birlikte kurt olur. Yakalayamazsa annesi “anneye gel!” diye bağırır. Yumurta tur attıktan sonra annenin kucağına atlayıp güvenli bölgeye gelir, tekrar oturabilir yerine, yumurta olmaya devam eder. Tüm yumurtaları yedikten sonra “anne” hariç herkes kurtbaba olmuş olur, oyun biter. Çözümleme için soru önerileri: - “Anne” karakteri hayatınızdaki birilerine benziyor mu? - “Anne” karakteri ile gerçek hayatta anne olan kişiler arasında bir benzerlik var mı? - Anne olmak ne demek? (çocuklar ya pratikte “doğurmak” üzerine düşünebilir ya da duygusal anlamda onlar için ne anlama geldiğini anlatabilir) - (Duygusal anlamda anlatılanlardan yola çıkarak) Sizce bu aynı şeyleri babalar da yapabilir mi? - “Kurtbaba” karakteri hayatınızdaki birilerine benziyor mu? - Neden ismini “kurt - baba” koymuşlar? - Sizce dünyanın her yerinde kadınlar ve erkekler aynı şekilde mi davranıyor? - Sizce dünyanın her yerinde anneler ve babalar aynı şekilde mi davranıyor? - Değilse sizce erkeklerin ve kadınların davranışları doğuştan mı geliyor yoksa sonradan öğrenilen bir şey var mı?
ESKİ MİNDER Bir çocuk yüzünü duvara döner diğer çocuklar onun sırtını okşayarak şarkı söyler: Eski Minder Yüzünü göster Ya da bir poz ver Güzellik mi Çirkinlik mi Havuz başında heykellik mi Han-gi-si! Eski minder birini söyler veya aklına gelen başka bir poz söyleyebilir (pilli manken, pilsiz manken, vs.) Diğerleri poz verdiğinde eski minder arkasını döner ve en beğendiğini seçer. O seçilen kişi eski minder olur. Çözümleme için soru önerileri: - Neye göre güzel / çirkin diyoruz? - Herkes aynı şeyleri beğeniyor mu? - Farklı insanların zevkleri tartışılabilir mi? - Biz tartışırsak onlar da bizim sevdiklerimizi tartışabilir mi?
5- PRATİK BİLGİLER GRUPLAR 10 kişilik gruplar ile çalışmak idealdir çünkü sırayla topun atıldığı veya belli görevlerin oyunculara verildiği takım oyunlarında herkesi oynatmak mümkün oluyor. Ayrıca grubun yönetimi ve herkesin kendini ifade edip diğerlerinin dinlemesine müsaade eden bir sayıdır. Grupların yaş, cinsiyet, fiziksel görünüş (cüsse, boy, vs.) bakımından çeşitlilik arz etmesi toplumsal güç ilişkileri, empati, oyunda saygı ve sevgi farklı olmanın boyutlarını tartışmak için kolaylık sağlıyor. MALZEME Temel olarak, tüm oyunların ihtiyaçlarını karşılayacak malzemeler: - Gözleri kapatacak bir fular - Greyfurt büyüklüğünde bir top - Üst üste durabilecek büyüklükte ve şeklinde yassı taşlar - Cevizler veya ceviz büyüklüğünde bilyeler - Kaleleri ve çizgileri belirlemek için uzun ve belirgin ip veya yere çizmek için tebeşir MEKAN Mekanın oynanabilir olması açısından düz bir alan ve düşmeler olabileceği öngörüsüyle çimen gibi yumuşak bir zemini olması artı unsurlardır. Ancak en önemli unsur, çocukların güvende ve rahat hissederek kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir mekan seçmek olacaktır. Bunun için seçilen mekan kapalı ise akustiğin herkesin birbirini duyabileceği bir şekilde düzenlenmiş olması, açık ise sessiz bir ortam olması önemlidir.
UYGULAYICILARIN HAZIRLIĞI Oyunları ve çözümlemeleri yönetecek uygulayıcıların Barışa Oyna programının hedeflerine ulaşması bakımından şiddet veya küfür olmadığı sürece çocukların çatışmalarına ve ilişkilerine müdahale etmemesi gerekir. Bu sayede çözümleme yapılacağı zaman yaşanan durumların çocuklar tarafından değerlendirilmesi sağlanabilir. Ayrıca iyilik veya kötülük konusunda etik çerçeve oturtmaya çalışmaktan kaçınılmalı ve çocukların kendi değerleri çerçevesinde fikir yürütmeleri teşvik edilmelidir. Empati ve duygular vasıtasıyla çocukların insani değerlerini kendi belirtmeleri önem taşımaktadır. Anlık sıkılmalar, oyunu bozma girişimlerine karşın ise uygulayıcıların esnek, spontane ve yaratıcı olmaları destekleyici olacaktır. Uygulayıcıların en az 2 kişi ve ikisinin veya en azından ikisinden birinin kadın olması sistematik olarak güçsüz olduğuna inandırılan kız çocuklarına ilham ve örnek teşkil edebilir. O anlamda uygulayıcıların çocuklarla oyuna katılması, koşup terlemekten kaçınmamaları gerekir.
TEŞEKKÜR
Barışa Oyna, çok basit prensipler üzerine kurulu olmakla birlikte duygusal anlamda bize çok da yoğun süreçler yaşattırıyor. Uğraştığımız, eğildiğimiz, avuçlarımızın içine alıp değerli gördüğümüz ufak sözler, bakışlar, sesler, çocukluklarını anlatırlarken yaşlıların gözlerindeki ışıltı ve büyük hüzün bu programın temelinde yatıyor. Sorgulamadan iyi niyetimize hemen güvenen ve çocuksu bir merakla eski oyunları öğrenmek isteyen Erdinç Habip’e, bize Edirne’nin kapılarını açtığı için teşekkür ederiz. Bizi çocuklarla buluşturup Edirne’nin çeşitli mahallelerinde çocukların ufkunu yağlı güreş vasıtasıyla açan büyük kalpli AZ 81 Spor Kulübü başkanı Rıza Ürütürkcü’ye minnettarız. Geçmişlerini hicran ve kahkaha ile anlatan Edirne yaşlılarına teşekkür ederiz. Son olarak da sınırın diğer tarafında yaşayan veya dünyanın başka yerlerine göçmüş olan eski oyun arkadaşları özlemle selamlıyoruz. Tekrar birlikte oynadığımız bir dünya dileğiyle…
Barışa Oyna programı, 2015 yılının Aralık ayında Anne Frank House’un “Önyargı, Ayrımcılık ve Eşit Haklar Hakkında Eğitmenlik” adlı seminerinden ve BoMoVu ekibi üyelerinin spor ve beden hareketini sosyal faydaya dönüştürme yolunda yaptıkları bireysel çalışma deneyimlerinden yola çıkılarak geliştirilmiştir. Bu programın öncelikli amacı, oyunların bünyesinde barındırdığı özgürlük alanından faydalanarak çocukların sınır ötesi algısını iyileştirmektir. Bunu yaparken kültürel mirasın önemli bir parçası olan geleneksel çocuk oyunlarını kendimize araç edindik. Sporun bünyesinde barındırdığı hoşgörü, kapsayıcılık, eşit haklar, erdem, haz, mutluluk, sevgi ve saygı gibi değerleri oyunlar aracılığıyla ön plana taşıyarak çocukların çevreleriyle kurdukları ilişkide sosyal kapsayıcılığı temel alan barışçıl bir ortamın gelişimine katkıda bulunarak bu bölgede yaşamaktan kaynaklı öteki olarak algıladıkları bütün kimlikler hakkında edindikleri ön yargıları tanımaları ve sorgulamalarına yardımcı olmayı amaçlıyoruz.