BİRİNCİ BÖLÜM Gideceğini bile bile sevmek vardır bir de; sanki aşka hazırlanırmış gibi vedaya hazırlandığın…
“Anneeee! Anne oldu. Sonunda beklediğim oldu.” Genç kadın daha eve adımını atmadan, bahçenin ortasında küçük bir kız çocuğu gibi bağıra çağıra merdivenleri tırmanıp, sonunda evin demir kapısına ulaştı. Çocukluğundan kalma davranışlarından biriydi eve girmeden annesine seslenmek ve cevap vermeyeceğini, daha doğrusu veremeyeceğini biliyor olsa da hiç vazgeçmemişti alışkanlığından. Nihayet kapıyı açıp eve adım attığında, bir yandan beş yaşındaki yaramaz çocuklar gibi neşeyle sıçrıyor bir yandan da lanet topuklu ayakkabılarının bağcığını çözmeye çalışıyordu. Bu iki çılgınca işi bir arada yapamayacağının farkına vararak zıplamayı bıraktı ve bağcıklarını çözdüğü gibi holü geçip, evin iç merdivenlerini tırmanmaya başladı. Annesinin odasına ulaştığında dudaklarından önce gözlerinin içi gülüyordu. Bakıcıyı es geçip önce yatakta yatan kadına yaklaştı ve yanağına sulu bir öpücük kondurdu. “Deli kız, bugünkü mutluluğun kaynağı ne? Mahalleyi ayağa kaldırdın yine!” Annesinin sorması gereken soruyu yıllardır olduğu gibi yine bakıcı sormuştu. Moralinin bozulmasına izin vermeden annesinin ellerini elleriyle sarıp öpücüklere boğdu ve diğer kadına döndü. “Sonunda oldu Ayla teyze! Sonunda!” Ayla Hanım kızı gibi sevdiği Afra’yı gülen gözlerle süzdü. Yıllardır yaptığı hizmetle artık bakıcı değil ailenin bir üyesi gibi olmuştu. Hem Afra’yı büyütmüş, hem de yıllarca evin genel sorumluluğunu üstlenmişti. Kardeşi gibi sevdiği Neriman Hanım felç geçirince de onu kimseye emanet edememiş, her şeyiyle Afra ve kendisi ilgilenmeye başlamıştı. “Sonunda olan ne deli kız? Adam akıllı anlatsana şunu… Bak annen de merak etti.” Afra mavi gözlerini yeniden annesine çevirdi. Konuşamasa bile aynı renge sahip mavi gözleri ilgiyle kendisine bakıyordu. Derin bir nefesi salıvererek, konuşmak için bekledi bir süre… Niyeti onları heyecanlandırmaktan çok, olayın doğruluğuna kendisini bir kez daha inandırmaktı. Haberi aldığında şirkette duramamış, bu güzel haberi paylaşabileceği hayatındaki iki önemli insanın yanında almıştı soluğu. Yıllardır sabırla beklediği, üzerinde durmadan çalıştığı iş sonunda gerçekleşiyordu ve buna inanmak için kesinlikle derin bir nefesten daha fazlasına ihtiyacı var gibiydi. “Devrim…” Telaffuz ettiği isim bir an duraklamasına sebep oldu ve kocaman gülümsedi. “Devrim
Demir sonunda iş teklifimi kabul etti. Şirketimizle toplantı yapmak istiyor.” Ayla Hanım gözlerini devirmekten kendini alamadı. “Bu muydu yani?” dedi sitemle. Kızın bağıra çağıra eve girmesinin ve aylardan sonra gözlerinin gülücükler saçmasının sebebi bu kadar basit miydi yani? Hayal kırıklığıyla yüzünü buruşturdu. “Ben de adam evlenme teklifi falan etti sanmıştım.” Ayla Hanımın kimden bahsettiğini üçü de çok iyi biliyordu. Neriman Hanım avuçlarındaki eli sıkmaya çalışıp güç vermek istedi. Çabaları boşuna bir çırpınış olsa da Afra anlamış, annesinin pamuk ellerine bir öpücük daha kondurmuştu. Afra, Ayla Hanımın söylediklerinin moralini bozmasına izin vermedi ve ikisine de kararlı gözlerle baktı. “Yakında o da olacak teyzem. Hem de çok yakın bir gelecekte…” Sözlerinden çok gözleri yansıtıyordu kararlılığını ve o gözlerde ufacık bir serzeniş yoktu. Afra yerinden kalkarak, “Ben hazırlanıp çıkayım, biraz işim var,” dedi ve kapıya yöneldi. “Yine nereye?” diye soran elbette Ayla Hanımdı ve Afra cevap veremeden kendi sorusunu kendi cevapladı. “O mendeburu görmeye gidiyorsun değil mi?” Afra cevap vermek yerine başını salladı. Söyleyebilecek bir sözü yoktu ne de olsa. İçindekileri kelimelere dökemediğinde her zaman susardı ve yine öyle yaptı. Özlemişti. İçindeki özlemi nasıl tarif edebilirdi ki? Kelimelerin özlemini anlatmaya yetmeyeceğini keşfedeli bir hayli uzun zaman olmuştu. Ayla Hanım Afra’nın arkasından bakarken elemle iç çekti. Bu yaşında üstüne binen sorumluluk bir yana bir de aşk acısıyla cebelleşiyordu elleriyle büyüttüğü minik kızı. Neriman Hanımın ilaçlarını içirdi ve can sıkıntısıyla odadan ayrıldı. Afra için çok üzülüyordu. Aralarında hiçbir akrabalık yoktu ama Afra’yı Neriman Hanımla birlikte kendisi büyütmüş, her anına tanıklık etmişti. İlk emeklemeye başladığında, ilk adımını attığında, ilk kelimesini söylediğinde… Afra kendi kızı gibiydi. Tek çocuk olmasına eskiden üzülmezken şimdi keşke dediği anlar vardı. Eğer Neriman Hanım ve Tarık Beyin bir çocukları daha olsa Afra sorumluluklar altında ezilmeyecekti. Tarık Bey öldüğünde Afra henüz yirmi dört yaşındaydı ve babasının acısını atlatamadan annesinin geçirdiği felç kızın hayatını altüst etmişti. Şirketin bütün sorumluluğu genç kızın omuzlarına kalmıştı. Babası öldüğünde Afra İtalya’da okuyordu. Tarık Bey şirketini bırakacağı tek kızını en iyi şekilde okutmak istemiş, üniversiteden sonra yüksek lisans için yurt dışına göndermişti. Yaşadıklarına rağmen genç kızın azmine hayrandı. Babasına daha liseye giderken verdiği sözü sonuna kadar tutmuştu. Acılarına rağmen gidip eğitimini tamamlamış ve üç ay sonra döner dönmez şirketin başına geçmişti. Babasının bıraktığı şirketi beş yılda çok daha iyi yerlere getirmişti. Yaşlı kadını üzen şirket meseleleri değildi esasında. Her şeye rağmen Afra’nın o şirketi en iyi şekilde yöneteceğine inancı tamdı. Onun üzüldüğü Neriman Hanımın durumu ve kızın çektiği aşk acısıydı. Neriman Hanımın, eşinin ölümünden altı ay sonra geçirdiği beyin felci kadını yatağa mahkûm etmişti. Boynundan aşağısını oynatamıyor ve konuşamıyordu. Hiçbir tedavi şu ana kadar işe yaramamıştı. Afra inatla annesini iyileştirmek için her türlü tedaviye ve yurt dışı imkânlarına başvurmuş lakin hâlâ herhangi iyi bir sonuç alamamışlardı. Yeniden kederle iç çekti. Afra’nın mutlu olması için dua etmekten başka hiçbir
şeyi yoktu ve yine öyle yaptı. Kızının mutluluğu için Allah’a sığındı. Ayla Hanım akşam yemeğinde yapılacakları aşçıya söylemek için mutfağa giderken, Afra duştan çıkmış seçtiği kıyafetleri memnuniyetsiz gözlerle süzüyordu. Biraz önce beğenerek seçtiği kıyafetleri askısına asıp yeniden dolaba koydu ve elbise giymekten vazgeçerek spor kıyafetlere yöneldi. Odası oldukça canlı renklere sahipti. Kasvetten nefret eder ve ölü renklerden daima kaçınırdı. Mobilyasını bile özel olarak kırmızı renkte yaptırmıştı. Kalabalık ve dağınık bir odaya tahammülü olmadığı için geçen yıllarda holün bir kısmını odasına ek yapmış ve o bölmeyi giyinme odası olarak tasarlamıştı. Evde hazır inşaat başlamışken bir de banyo ekletmeyi ihmal etmemişti. Şirkete başladıktan sonra odasının bir kenarına çalışma masası eklemiş, genellikle odasında bulunduğu için de plazması duvardaki yerini almıştı. Evde çalışanlar dışında oturup sohbet edebileceği kimse olmadığı için odasından pek çıkmazdı. Annesinin odasını felç geçirdikten sonra hemen yanındaki odaya taşımıştı. Kendisinden birkaç adım mesafeden uzak olması fikrine katlanmak istememişti. Keyifle mırıldandığı şarkı eşliğinde koyu mavi kotuyla, krem rengi spor tarzı gömleğini üstüne geçirdi. Saçlarını kuruttuktan sonra yüzüne hafif bir makyaj yaptı. Tamamen hazır olduğuna kanaat getirdikten sonra çantasını ve telefonunu alarak odasından çıktı ve annesinin odasına geçti. Annesinin uyuduğunu fark edince bir süre uyuyan yüzünü izlemiş, ardından sessizce odasından çıkmıştı. Merdivenlerden aşağı inerken mutfaktan çıkan Ayla Hanımla karşı karşıya gelince tebessüm ederek yanağına bir öpücük kondurdu. “Ben çıkıyorum,” diyerek kapıya yöneldiği sırada Ayla Hanımın itiraz dolu nidasıyla adımlarına son vererek kadına döndü. “Daha ne kadar sürecek bu iş Afra? Bıkmadın mı kızım her akşam adamın kapısına pusu kurmaktan? Adamın senden haberi dahi yok.” Çocukça bir hareketle yüzünü sallandırdı. “Az kaldı Ayla teyzem. İş anlaşması olumlu sonuçlanırsa bunlara gerek kalmayacak, ben bir saate gelirim merak etme.” Bahçe kapısının önündeki parlak kırmızı renkteki arabasının kapısını açarak kendini yumuşak koltuğa bıraktı. Arabayı çalıştırmadan önce hafif bir müzik açtı. Neredeyse haftanın beş günü her akşam Beşiktaş’tan Emirgan’a geçerdi. Aslından bundan bir yıl öncesine kadar kullandığı istikamet Emirgan değil Sarıyer’di lakin sevdiği adam bir yıl önce ailesinin yanından taşınmış, Emirgan’daki bekâr evine geçmişti. Daha önce yaptığı araştırmalarda o evde Selin denen kadınla birlikte kaldığını biliyordu. Bildikleri canını sıksa da şimdilik yapabileceği bir şeyi yoktu. Evin önüne geldiğinde aracını her zamanki gibi sık ağaçların olduğu kaldırım kenarına park etti. Şansına park yeri bugün de boştu. Yüzünde hoşnut bir gülümseme oluştu. Kader sanki son zamanlarda kendisine yardım etmeye başlamıştı. Etrafı tarayıp Devrim’in arabasını aramış ama görememişti. Gözlerini hemen karşısında duran apartmanın dördüncü katına çevirdi. Yanmayan ışıklar Devrim’in henüz gelmediğine emin olmasını sağlamıştı. Kolundaki Rolex marka saatini kontrol ettiğinde kaşları hafifçe çatıldı ve telefonunu çıkartıp adamını aradı. “Nerede o?” “Her zaman geldiği barda efendim. Şimdi bir bayanla çıkıyor.”
“Tamam, sen evine gidebilirsin,” dedikten sonra can sıkıntısıyla telefonu rahatsızca yan koltuğa fırlattı. Gözleri, yaşadığı hayal kırıklığının izlerini taşıyor; dudakları, ağlamaya hazır küçük bir çocuk gibi titriyordu. Ağlayamazdı… Delicesine ağlama isteği duysa da yapamıyordu. Belki ağlasa, içindeki acıyı tamamen atacak, az da olsa rahatlayacaktı. Yüreğini cayır cayır yakan ateşler, belki gözyaşlarıyla sönecekti ama yapamıyordu. Liseye gittiği sıralarda hüsrana uğradığı çocukluk aşkı yüzünden bir kez ağlamış ve babası o gün kendisini kolları arasına alıp gözyaşlarını silmiş, ardından bir daha ağlamayacağına dair söz verdirtmişti. O günden sonra sadece bir kez, babasını kaybettiği gün ağlamıştı ve o gece babası rüyasına girmişti. O günden sonra da bir daha asla ağlamamıştı. “Benim prensesim asla ağlamamalı… Ağlamak zayıfların işidir.” Başını direksiyona gömdü. “Evet, ağlamamalı…” Kulağında çınlayan babasının sesine karşılık veriyordu sanki. “Ağlamak zayıfların işi!” Duyduğu motor sesiyle başını hızla direksiyondan kaldırdı ve gelen lacivert BMW’ye gözlerini dikti. Siyah camlara bir kez daha minnet duymuştu. Arabadan inen adama özlemle bakan gözleri, diğer taraftan inen sarışın kadınla birlikte hüsrana uğramıştı. Yaşadığı ilk hüsran olmamasına rağmen, onu ne zaman bir kadınla görse aynı yıkımı yaşıyordu. Birkaç gündür hazırladığı sunumdan dolayı gelip sevdiğini izleyememişti ve şimdi onun bir kadınla eve girdiğini izlemek nefesini kesmişti. Önce sevdiğini tepeden tırnağa süzdü. Yüzünü gizleyen sakalları yine uzundu. İtalya’da olduğu gibi değildi. Sevdiği adam güçlü kollarını yanındaki sarışının bedenine dolarken tüyleri diken diken olmuştu. Nefesi ciğerlerine dar geliyor, burnunun ucu sızlıyordu. Gözünden kayan bir damla yaşı, sanki biri görmüşçesine elinin tersiyle çarçabuk bir şekilde hışımla sildi.
♣♣♣♣
Devrim daha arabadan iner inmez kırmızı Hyundai marka arabayı fark etmişti. Etrafta o kadar araba varken gözü her defasında o arabaya takılıyordu. Selin’le yaşadıklarından sonra iyice paranoyaklaşmaya başladığını hissediyordu. Araba pekâlâ mahalleden birine de ait olabilirdi. Arabadan inip yanına gelen kadınla kırmızı arabayı umursamamaya çalışıp, kadını kendine çekti ve apartmandan içeriye girdi. Yaklaşık bir yıldır – yani Selin yakalandığından beri- kafasını daima meşgul etmeye çalışıyor, çoğunlukla da bunda başarılı oluyordu. İş yerinde eskiye göre daha fazla vakit geçiriyor, akşamlarıysa mutlaka oyalanacak bir kadın buluyordu. Aklını meşgul etmenin yolu işlerden ve kadınlardan geçiyordu. Daireden içeriye girdikleri gibi kadının dudaklarına yapıştı. Hiç gecikmeden aldığı karşılıkla, ayakları otomatik olarak yatak odasının yolunu tutmuştu. Konuşmaya ihtiyaç duymuyordu. Kadınlarla konuşmak demek, düşünmek demekti ve Devrim’in istediği son şey düşünmekti.
Afra saatini yeniden kontrol etti. Bu gece neden diğerlerinden farklıydı? Yatağındaki kadın diğerlerinden daha mı tutkuluydu acaba? Saat gecenin yarısını geçmişti. Kafasını yeniden daireye
çevirdi ve dudağının kenarını ısırdı. Şimdi oraya çıkmak, o kadını saçlarından sürüklediği gibi evden kovmak istiyordu. Bu ilk değildi; Devrim’in geceyi kadınlarla geçirmesine alışmıştı ama Devrim genelde iki saat sonra kadınları evden postalardı. Kadınlarla daha fazla vakit geçirmezdi. Bu gece bir şeyler farklıydı ve ne olduğunu bilmemek kabaran öfkesine hiç yardımcı olmuyordu. Selin’den kurtulmuş olmasına rağmen, kadının ruhunun rahatsız edici bir şekilde aralarında olduğunu hissediyordu. Gözlerini apartmanın kapısından bir an olsun ayırmıyor, kadının gidişine tanık olmak istiyordu. O kapıya takılı kalmak kadına yıllar öncesini hatırlatmıştı. Bir zamanlar aynen bu şekilde Devrim’in kapıdan içeriye girmesini, gününü aydınlatmasını beklerdi. Yaşadığı ironi kendisine hakaret gibiydi. Altı yıl boyunca arpa boyu kadar yol gidememişti. Ne acıydı! Ömrü daha ne kadar beklemekle geçecekti, merak ediyordu. Devrim’i ilk kez İtalya’da staj yaptığı şirkette tanımıştı. Aslında onu daha önce gazetelerde görmüş, fakat ilgisini hiç çekmemişti. Türkiye’de dibinde bulunan adamla ilk kez İtalya’da yüz yüze gelmişti. Gazetelerde hakkında yazılanlar gibi bir adam olmadığını kısa zamanda anlamıştı. Yakışıklı ve karizmatik olması şirkette herkesin ilgisini çekiyordu ama Afra’yı etkileyen onun görüntüsünden çok, kendinden emin tavırları, çalışan olsun patron olsun herkese aynı mesafede davranması ve kulağa müzik gibi gelen ahenkli ve boğuk sesiydi. Hele insanın içine işleyen gözleri ve tatlı bakışları çoğu zaman titremesine sebep olurdu. Bir yıl boyunca onu birçok kez görmüştü. Bir zaman sonra onu görmek için saatleri hatta dakikaları saydığını kendine acı da olsa itiraf etmişti. Cesaretini toplayıp onunla bir kez konuşmak istediği esnada adamın ülkeden ayrıldığını öğrenmişti. Yüksek lisansını bitirip ülkesine döndüğünde onu bulmayı ve konuşmayı aklına kazımış, her gece neler söyleyeceğinin provasını yapmıştı. Ta ki, babasının hastaneye kaldırıldığını öğrenene kadar… Alelacele Türkiye’ye dönmüş, dönüşünden iki gün sonra babası vefat etmişti. İlk kalp krizini atlatan vücudu ikincisini kaldıramamıştı. Ardından hayatı sanki bir düşüşe geçmişçesine her şey tepetaklak olmuştu. Zor zamanlarında bile tutunduğu insan Devrim’di. Gidip okulunu bitirmiş, döndüğünde şirketin başına geçmişti. Babasının ölümünü kaldıramayan annesi dönmesinden iki ay sonra felç geçirmişti. Hayatını yeniden inşa etmeye, her şeye yetişmeye çalışırken bile İtalya’da kalbine izinsizce sızan adam her şeyi olmuştu. Hoşlanma sandığı geçici duygularının aslında geçmeyen bir yara olduğunu kendine çok geç itiraf etmişti. Kararlıydı; kalbindeki yarayı iyileştirmenin tek yolu Devrim’di ve o adam mutlaka kendisinin olacaktı. Hayatında hiçbir şeyi bu kadar çok istememişti. Ve ne olursa olsun yolundan dönmeye niyeti yoktu. İmkânsız aşklara inanmazdı. Aşkı için savaşmayan insanların uydurduğu bu bahane kendisi için geçerli değildi. Afra savaşmayı seçmişti, kaçmayı değil… Aradan bir saat daha geçmiş ve kadın hâlâ çıkmamıştı. Koltuğuna büzüldü. Dudakları titremesine rağmen, gözlerindeki yaşlar inatla akmıyordu. Devrim, Afra’yı hayatına dâhil ettiğinde bu saçma hayatı sona erdirecekti. Şu an bir şey yapamıyor olması, gelecekte yapamayacağı anlamına gelmiyordu. Başaracaktı. Ne olursa olsun sonunda kazanan kendisi ve aşk olacaktı. Yıllarca bunun için sabretmişti ve sabrının meyvelerini elbette yiyecekti. Gönülsüzce buna inanmak istiyordu, inanmalıydı. Yoksa Afra’yı hayata bağlayan o tek ipte kopacaktı ve o buna hazır değildi.
♣♣♣♣
Devrim yatakta uyuyup kalan kadına tiksintiyle baktı. Defalarca dürtmesine rağmen kadın uyanmamıştı. Sinirle çalışma odasına yöneldi. Evinde, hatta yatağında uyuyan bir kadına tahammül edemiyordu. Kafasını yeterince oyaladıktan sonra çekip gitmesi gerekirken, kadın sızıp kalmıştı. Allah kahretsin! Bir daha eve kadın getirirken iki kez düşünmesi gerekiyordu. Uykusu henüz gelmediği için kafasını işlerle meşgul etmeye karar verdi ve sekreterinin bugün getirdiği dosyayı çantasından çıkardı. Yarınki toplantıdan önce Acar şirketini daha ayrıntılı incelemesi gerekiyordu. Siyah dosyanın kapağını açtı ve dosyanın ilk sayfasına konulmuş fotoğrafları eline aldı. Eline almasıyla yerinden ışık hızıyla kalkması bir olmuştu. Pencereye yaklaşarak aşağıya baktı ve tekrar elindeki fotoğrafa döndü. Fotoğraftaki kadını tanımadığına emindi fakat kırmızı Hyundai markalı arabayı iyi tanıyordu. Yeniden dosyaya döndü ve sahibinin bilgileri olan sayfayı aramaya başladı. Ev adresini kontrol edince kaşları daha da çatıldı. Gözleri birer buz kütlesine dönmüş, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Afra Acar!” diye mırıldandı düşünceyle. İsim şirket dışında tanıdık gelmemişti. Yeniden cama ilerledi ve plakayı okumaya çalıştı. Fotoğraftaki kadını dikkatle süzdü. İki aracın plakası aynıydı ve kadının evi de, şirketi de Beşiktaş’daydı. O arabanın hemen hemen her gece burada olmasının nedeni neydi? “Afra Acar, kimsin sen?”