Bölüm 1 Korkuyordu. Söz konusu onunla konuşmak olduğunda kelimeler boğazında düğümleniyordu Rüya’nın. Kelimeleri şaşırıyor, cümleleri birbirine dolanıyordu. Kaçınılmaz bir biçimde saçmalıyordu. Herkes sıkıcı geçen toplantıya pürdikkat kesilmişti. Rüya işine büyük bir disiplinle bağlı olsa da bu kez kendini veremiyordu. Başını kaldırıp yazı tahtasının önünde dikilen adama baktı. Genç adamın kaşları çatılmış, yüzünde de herkesi kendisinden aşağı gördüğünü gösteren bir ifade vardı. “Ne düşündüğünüz umurumda değil. Ben ne diyorsam, o olacak!” Adamın kati sözleri karşısında Rüya hariç kendisini dinleyen herkes adeta buz kesmişti. Rüya’ysa bakışlarını önündeki deftere çevirip gülümsemişti. Zorbalığa dahi asalet katıyor bu adam diye geçirdi içinden. Kendisini bildi bileli zor şeylerin peşinden gitmeyi sevmişti. Acı ve çelişkiler hastalıklı bir heyecan veriyordu ona. Çoğu zaman kendine bile söylemese de hayatı zor yoldan yaşamayı seviyordu. Ruhundaki bu karmaşaya rağmen daha önce hiç âşık olmamıştı Rüya ve her ne kadar zoru sevse de belki de hayatında ilk defa aklından geçenlerden korkuyordu. “Rüya Hanım?” Adamın sesi kulaklarında öyle şiddetli çınlamıştı ki Rüya’nın elindeki kalemle çöp adamlar çizdiği defteri yere düştü. Genç adam, kızın oturduğu yere doğru yönelirken, sözlerinin dinlenmemesine tahammül edemeyen yanı öfkeyle doldu. Eğilip yere düşen defteri alırken, “Kimse benim toplantımda uyuyamaz,” diye homurdandı. Rüya, yüzünün kıpkırmızı olduğunu tahmin ederek adeta sandalyesine gömüldü. O an olduğu yerde sihirli bir kapının açılmasını ve o kapıdan girerek salondan kaçıp gitmeyi hayal etti. Genç adam, onun utandığını gösteren tavrından dolayı adeta zevk alıyormuş gibiydi. Rüya’nın gözlerine bakıp defteri havaya kaldırdı. “Anlattıklarımı dinlemeyecek kadar dikkatinizi verdiğiniz projeniz hakikaten çok ilginçmiş. Neden bu defteri alıp kafanızdan geçen düşünceler hakkında bize bir sunum yapmıyorsunuz?” Rüya neredeyse ağlayacaktı. Utanmaktan ziyade, adamın tepkisinin bu denli alaycı olmasına içerlemişti. “Özür dilerim Arel Bey. İnanın sizi dinliyordum.” Arel’in yüz ifadesi yumuşar gibi olsa da öfkesinin geçmediği her halinden belli oluyordu. Rüya’ya daha fazla yaklaştı. Kızgın olduğu kadar şaşkındı da aslında. Bu genç kız daima övgüyle örnek göstereceği mükemmel bir personeldi. Onun hakkında yanılmış olabileceği düşüncesi karşısında kan beynine sıçratmıştı adeta. “Yüzüme bakmadan, bu saçmalıkları çizerek mi dinliyordun?” Rüya, “Suçluyum. Çünkü size o kadar âşığım ki yüzünüze bakamıyorum. Gözlerinize dalar ve suçüstü yakalanırım diye çok korkuyorum,” demek istiyordu. Kelimeler bu defa haklı sebeplerle boğazına takılmıştı. Dilinin ucuna gelen onca söze rağmen sadece, “Gerçekten sizi dinliyordum dinliyordum,” diyebildi. Arel bir müddet durdu. Rüya, bu adamın katı tavrı karşısında şefkat beklentisiyle endişe içinde Arel’in gözlerine baktı. Bu defa Arel kaçırmıştı gözlerini. İş çevresinde “Otoriter Despot” lakabıyla anılırdı genç adam. Zira aksaklığa, verdiği görevin zamanında yerine getirilmemesine tahammülü yoktu. En çok bu nedenle yönetim kurulunun gözdesiydi Arel. Henüz otuzlu yaşlarında olmasına rağmen kitaplığı başarı ödülleriyle doluydu. Mükemmeliyetçiliğe kendince rahatsız edici bir boyut kazandırmıştı. Dışarıdan her ne kadar böyle görünse de aslında çok yalnızdı genç adam. Hiddetinin ardında büyük mücadeleler gizliydi. Sahip olduğu onca başarıya rağmen kendine sık sık hayattan asıl istediğinin ne olduğunu soruyordu. Rüya’nın artık engel olamadığı gözyaşları yanağına
döküldü. Ne yapacağını şaşırmıştı. Birkaç metre ötesinde bulunan kapı gözünde büyüyordu. Ayağı kalksa, sanki ayakları birbirine dolanacak ve yere kapaklanarak daha çok rezil olacaktı. Arel, Rüya’nın gözyaşları karşısında mağlup duruma düşmüştü. “Lütfen ağlamayın.” Rüya gözyaşları nedeniyle Arel’in daha da fazla öfkeleneceğini düşündü. Onları saklamak adına başını öne eğip, “İzin verirseniz, çıkmak istiyorum,” dedi. Arel, gözlerini kızdan alıp toplantı salonuna baktı. Herkes, tıpkı Rüya gibi başını öne eğmiş, kendisiyle göz teması kurmaktan kaçınıyordu. Ben ne zaman bu denli korkulacak biri oldum diye geçirdi içinden. Haksız değildi bu düşüncesinde. İnsanlar nefret etmekten ziyade, korkarlardı ondan. Arel hoşlanmıyordu bu düşünceden, ama bir keresinde babası ona “Sevilen bir ezik olmaktansa, herkesin saygı duyduğu bir düşman ol,” demiş ve Arel de farkında olmadan düşman olmayı seçmişti. Babası ona hiçbir zaman bir seçim hakkı vermemişti. Başka zaman olsa, kimsenin gözünün yaşına bakmazdı, ama bu kızda kendine itiraf etmekten kaçındığı başka bir şey vardı; Rüya’nın yüzündeki ifade karşısında Arel afallamıştı. “Lütfen,” dedi gözleriyle kapıyı işaret ederek. Genç kız, sanki teşhir ediliyormuş gibi utanç içinde, ağır adımlarla kapıya doğru yürüdü. Bir yanı itiraz etmek, açıklamak istiyordu durumu. Ama ne diyebilirdi ki? Küçük çocuklar gibi ağlamıştı bir kere. Arel’i daha fazla öfkelendirmemek adına nazikçe kapattı kapıyı ardından. O sırada Arel’in işle ilgili azarlarına devam ettiğini duydu, sanki hiçbir şey olmamış, az önce kalbini kırmamış gibi devam ediyordu toplantısına. Kendisine çok kızdı Rüya. Hangi ara bu kadar aptallaşmıştı, bilmiyordu. İçindeki bu Arel sevdasını söküp atmazsa, çok yakında hayatı yerle bir olacaktı. Arel, az da olsa az önceki olay nedeniyle kendisini suçlu hissediyordu, bu kızda anlayamadığı, adını koyamadığı bir şey vardı, ama bir oda dolusu çalışanına Rüya’nın gözyaşlarından dolayı kendini suçladığını belli edemezdi. O an daha da öfkelendi. Neden kapıyı çarpıp çıkmamıştı ki sanki? Neden kafa tutmamıştı ona? Belki de Rüya en hassas yanımı biliyor diye düşündü. Belki de verilecek en sert yanıtın, kendisini dünyanın en boktan insanıymış gibi hissettirecek bakışlarla sessizce çekip gitmek olduğunun farkındaydı. Babası da ona aynı şeyi yapmamış mıydı? Çalışanlarından birinin elini havaya kaldırıp söz hakkı istemesiyle sıyrıldı düşüncelerinden. Fazla uzatmadan da bitirdi toplantısını.