İÇERİK
YAYIN EKİBİ
EDİTÖRDEN
Funda ORUÇ
Dönüşen Gerçekler
EDİTÖRDEN / Dönüşen Gerçekler Funda ORUÇ s.3
KOORDİNATÖR & EDİTÖR: Funda ORUÇ
KAVRAMSAL ÇERÇEVE / Kurgusal Gerçekler, Dönüşümler Seyhan BOZTEPE & Denizhan ÖZER s.4
GRAFİK UYGULAMA: Şerife ASLAN
YENİ DÜNYA VE DÖNÜŞÜM SÜREÇLERİ Seyhan BOZTEPE s.5-6
FOTOĞRAFLAR: Tuncay ALPI
BAŞKANIN MESAJI Ülgür GÖKHAN s.7 KOORDİNATÖRÜN GÖZÜYLE / Sanatın Yaratıcılığı ile Zenginleşeceğiz İsmail ERTEN s.8
http://fundaoruc.wordpress.com
SANAT YÖNETMENİ: Ali KILIÇ
ÇEVİRİLER: Begüm AYDIN, Nurhan SÖZER
SON OKUMA: Nilgün YÜKSEL
BASIM YERİ: Aynalı Gazetecilik ve Matbaacılık / ÇANAKKALE TEL: (0286) 213 85 86
Çanakkale’ye geldiğimde bienal henüz başlamamıştı.
Herbiri “gerçeklik”e dair farklı öneriler sunan fotoğraf
Erkenden gelmem hazırlık, açılış ve sergileme süreç-
kareleri gibi her an hayatımızda aslında. Kendi
lerini gözlemleyip bienalle birlikte kenti de yaşama
gerçeğimizi oluşturmak için tek yapmamız gereken, en
PFELDER ile RÖPORTAJ s.13-14
fırsatını verdi. Geldiğimde sergi mekanlarından biri
çok beğendiğimiz kareyi seçip, geliştirip, uzun metrajlı
olan “Er Hamamı” neredeyse harabe halindeydi. Her-
hayat filmine dönüştürmek.
ŞİNASİ GÜNEŞ ile RÖPORTAJ s.15-16
biri farklı ülkelerden gelip yabancı oldukları bir kültürü algılamaya çalışan sanatçılar, İngilizce konuşmakta
Bu gerçekler arasında benim için en çarpıcı olanı, farklı
BÜYÜ-CÜ Didem ELİF s.17
güçlük çeken gönüllü asistanlar, herkesi ve herşeyi
kültürlerden gelen sanatçılarla zaman zaman iletişim
idare etmek durumunda kalan, yeri geldiğinde asistan
sorunu yaşamamıza rağmen, yabancı dil bilmeyen
gibi çalışan küratörler... Düşünceler, nesneler, hatta
çocukların birbirleriyle bizlerden daha iyi iletişim kurup
UĞUR DÜNDAR ile SÖYLEŞİ s.20-21
mekan, şekillenmek için doğru zemini arayan “havada
kaynaşmasıydı. Bienal sanatçılarının çocukları olan Ata
kalan cümle”ler gibiydi. Bu belirsiz “gerçeklik” duru-
ve Yan Peter sanki uzun zamandır birbirlerini
Rahmi ÖĞDÜL s.21
munun nasıl “kurgu”lanıp neye “dönüşeceği”ni merakla
tanıyorlardı. Kapak fotoğrafındaki Yan Peter ve adını
izledim ve “hamama giren terler” atasözünün çıkış
bile bilmediğim Çanakkale’de yaşayan bir roman çocuk
ONUR DEMİRBASA ile RÖPORTAJ s.22
kaynağını da böylelikle keşfetmiş oldum...
aynı mahallenin çocukları gibi futbol oynuyorlardı. Bu
KURGUSAL GERÇEKLİĞİN PERFORMANSI Ceren SELMANPAKOĞLU s.23-24
Bu süreç, gerçeklik kavramı üzerine düşünmek için de
inandığım, kültürlerarası iletişim-etkileşim köprüsü
en uygun zamandı. İç içe geçmiş birbirinden hem
olma misyonunun Çanakkale Bienali’nde hayata
bağımsız, hem de birbirine bağımlı hayatlar ve ilişkiler
geçtiğinin önemli göstergelerinden biridir. Aynı zamanda
ağı vardı önümde. Bienal ekibinin neredeyse nefes
Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın söylediği
almadan son sürat çalışmasına karşın yerel halkın
“Barış, Kültürümüz Olsun” mesajına da anlamlı bir
zaman kavramı diye bir şey yokmuşcasına herşeyi ağır
göndermedir. Bugün bienal aracılığıyla atılan kültür,
çekimde yaşaması, atıl durumdaki mekanların sergi
sanat, barış köprüsünün temelleri üzerine, yarın
alanına dönüşmesi, sanatçıların eserleriyle önerdiği
yetişkin birer birey olacak o çocuklar sütunları inşa
gerçeklik durumu, Er Hamamı’nın olduğu mahallede
edecek.
2. ÇANAKKALE BİENALİ - KURGUSAL GERÇEKLER, DÖNÜŞÜMLER Özgen YILDIRIM s.9-12
SIMONE ZAUGG ile SÖYLEŞİ s.25-26 DENİZHAN ÖZER ve SEYHAN BOZTEPE ile SÖYLEŞİ s.27-31 BİENALE GÖNÜL VERENLER s.32-33 ÇOCUK ATÖLYESİ s.34 DRAMA İLE RESİM ATÖLYESİ Sevinç ÇİFTÇİ s.35
fotoğraf karesi bienallerin sahip olması gerekliliğine
oturabileceğimiz başka mekan olmadığı için -hayatımda ilk defa- bir kıraathanede sanatçılarla birlikte “emekli amcalar”la otururken sahip olduğumuz sıfatlardan arınıp “kendimiz”e dönüşmemiz... Gerçekten neydi
Kendimizle, farklı kültürlerle, sanatla, hayatla .barışıp “kendimize” dönüşmemiz dileğiyle “Barış, Kültürümüz Olsun”.
gerçek olan?
3
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Seyhan BOZTEPE & Denizhan ÖZER Bienal Küratörleri
Kurgusal Gerçekler, Dönüşümler
SEYHAN BOZTEPE
YENİ DÜNYA VE DÖNÜŞÜM SÜREÇLERİ Sanatçı & Çanakkale Bianeli Küratörü
Günümüz insanının yaşantısını irdelediğimizde, kendi doğal gerçeğinden uzaklaşarak, kurgusal gerçeklerin girdabında sürüklendiğini görürüz. Binlerce yıllık tarih sürecinden sıyrılıp gelen insanlığın uygarlık düzeyi ne olursa olsun, yaşantısı tartışmalı bir konu halini almıştır. Savaşlar, insan hakları ihlalleri, bireysel şiddet uygulamaları, tüketim çılgınlığı, para spekülasyonları, kirletilen çevre, eğitimsizlik, ekonomik bozuklukların yarattığı kaotik durum ve bunun gibi birçok etken hayatın akış yönünü değiştirmiş, insanı başkalaştırmıştır. Modern insanın hayatına baktığımızda, gereksiz bir sürü sorunla uğraşıp, enerjisini ve zamanını boşa harcayarak, yaşayış durumunu tartışmalı bir hale getirdiğini görürüz. Gelişen bilimsel çalışmalar, teknolojide kat edilen yolla güçlenip doğaya hükmeden insanın kendi gerçeğine sırt çevirmesi, kısacası modern yaşam içindeki insanı ilgilendiren durumlar, kurgusal gerçeklerdir ve bu gerçeklerin kabullenilmesi için sistem; eğitimi, sanatı, ve medyayı kullanarak bu düşünceyi besleyip geliştirmiştir. Yaşam, felsefeden, düşünceden koptuğu için yüzeysel olarak ele alınmıştır. Kurgusal gerçeklerin yarattığı bu durum her ne kadar negatif bir ortam yaratsa da, yaratılan bu etkiye karşın oluşan içgüdüsel ya da bilinçli tepki hayat içinde yeni yollar açarak yeni dönüşümleri sağlamaktadır. İşte yüz yüze bırakıldığımız kurgusal gerçeklerin karşısında duran bir başka gerçek de budur ve dönüşümün verilerini insan hayatının içine yavaş yavaş iterek, tükenmekte olan umutlarımıza pozitif bir destek sunmaktadır.
4
Yeşim ŞAHİN
Bireysel, farklı bakış açılarıyla sosyal gerçekliğin her düzlemde ve her durum için sorgulandığı günümüzde, toplumsal yapılar ve bu yapıların işleyiş süreçleriyle ilişkili deneyimlerin ne kadarının manipülatif etkilerle realize olduğunu, ne kadarının sosyal gelişim ve doğal dönüşümler olarak biçimlendiğini kestirmek güç. Güç ve karmaşık diyebileceğimiz ilişkilere dayalı pozisyonların şekillendirdiği yönetsel kabiliyeti bulunan, yaratılmış ve yaratılmakta olan toplumsal dokuların sağlamlığı ya da düşük dirençli alanlarının yırtılma noktasına gelmişliği; sürecin yönünü, ömrünü, ve dahi dönüşeceği, yeniden örüntüleneceği, yamanacağı yeni dokuyu belirleyebilecek bir bilinçle hareket eder.
Marek SCHOVANEK
Ali KILIÇ
Boudrillard; değişen ya da değiştirilmekte olan toplumsal yapılanmalara dayalı olarak sistemin artık herkesten üretken olmasını değil “oyunu oynamasını” istediğini belirterek, toplumsal kurgu içinde bireylere ve farklı toplumsal kesimlere belli rollerin kendilerinden bağımsız biçildiğine vurgu yapar. “Sistemin merkezileştirilme ve bir teknokrasi piramidine
dönüştürülme süreciyle birlikte öğrenciler, gençler ve daha ilk baştan bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde saf dışı bırakılanlarla, çizgi ötesi (marjinal) ve merkez dışına itilenlerin (periferi) bulunduğu, yitirilmiş duygular ve sorumsuzlukla karşılaşılan bir yerde, her türlü toplumsal kategoriyle, bölgesel, etnik ya da ayrı dilleri konuşan cemaatlere önemli görevler düştüğü sonucuna varılmaktadır. Oyun dışı bırakılanlarsa doğrudan oyun kuralına karşı çıkmaktadırlar. Toplumsalın bir parçası olmaktan yoksun bırakılanlar, yalnızca kendilerini sömüren sistemi değil aynı zamanda kapitalizmin toplumsal gerçeklik ilkesini de başarısızlığa uğratmaktadırlar. Ayrı kefeye konulan, farklı muameleye tabi tutularak, birer uyduya dönüştürülen bütün bu kategorilerin, zaman içinde yapısal bir koda dönüştürülen sistemle birlikte, anlamlarını yitirmiş birer terim olarak kendi kaderlerine terk edildikleri görülmektedir. Bundan böyle ayaklanan kategorilerin amacı bu kod, bu ayrımlamalar, kopmalar, farklı muameleye tabi tutulmalarla, bu yapısal ve hiyerarşik karşıtlıklar üzerine oturtulan stratejiyi saf dışı
5
BAŞKANIN MESAJI bırakmaktır.” diyerek de toplumsal kesimleri bu bağlamda kendine göre mercek altına alır ve bu şartlarda gerçekleşmesi neredeyse olanaksız önerilerini sıralar. Milenyum sonrasında birden bire, dünyada sosyal yaşam öngörülerinde üretim süreçlerinin merkeze çekildiği, kutsandığı ve aksi dengelerin devreye sokulması yoluyla egemen yapının sağlamlaştırılması ve korunmasının hedeflendiği 20. yy’ın devamı gibi görünmeyen bir sosyal yapılanmanın emareleri belirir. Yeni dünya düzeni başlığı altında, günümüzde halâ üretim ve tüketim ilişkilerinin sanayi toplumunda olduğu şekliyle aynı paralelde değerlendiren, klasik üretim-tüketim ilişkileri, barış içinde, demokratik ve eşitlikçi sosyal dengeler ve yaşam standartlarının her geçen gün yükselmesinin olumlandığı ideallerin geliştirilmekte olduğuna dair birçok spekülatif söylem bulunmaktadır. Ancak 21. yy'ın başından beri bütün bu söylemlerin aksine, bizi küresel sosyal sistemin yeniden kurgulanarak bu kurguyu uygulama süreçlerinin başlatıldığına ikna edecek önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Basit bir okumayla, soğuk savaş sonrası başladığı ileri sürülen bu yeni döneme dair tasarım süreçlerinin uygulanması ile dünyada var olan, insanlığın gereksinim duyduğu ve gitgide tükenen her türlü kaynağın geçmişte kalmış köhne bir kapitalist savurganlık içinde sömürü ideolojisi ile de olsa dünyada yaşayan her insanla paylaşma devrinin kapandığını görmek mümkündür.
6
Bu durum aslına bakılacak olursa “yeni global bir devrimdir”. Ancak bu devrimle hedeflenen insanlığın şimdiye dek üzerinde hemfikir göründüğü bir çok hümanist değerin ortadan kalkarak, günümüzün adalet anlayışı ile hiç uyuşmayan, yani değer olarak her anlamda adaletsiz bir adaletin aldığı, lükse dayalı tüketim unsurlarından en temel ve yaşamsal öneme sahip gereksinimlere kadar birçok konuda kitlelerin yokluklarla karşılaşacağı bir dönemin başlatılmasına neden olacak bir devrimdir bu. Tabii ki şu ana kadar da dünyadaki varolan bu kısıtlı kaynaklardan “neden?” bütün insanlığın yararlandırılmak istendiğine bir anlam veremeden. Bu acil dönüşümün en önemli gerekçesi, seri üretim yöntemleri gelişmeye başlamadan sanayi devrimi gerçekleşmeden farkına varılamayan, belki de bu son dönemlerdeki inanılmaz hızla yürüyen tüketim süreçleri yoluyla gündeme gelen kaynakların kısıtlılığı konusudur. Dünyadaki her türlü kaynağın azalmasının gündeme gelmesiyle hâkim güçler tarafından yeniden kurgulanan sistemle, kapitali elinde tutanlar, teorisyen ve profesyonel yönetim kadroları dışında hiç kimsenin ortalama bir yaşam standardının olamayacağı netleşmiştir. Bütün bu fotoğraf içinde, egemen kararların uygulanması konusunda her zaman en sıkıntılı süreçlerin yaşandığı bölgelerden birinde bulunan, hiçbir biçimde homojen sosyal bir yapının bulunmadığı, bundan dolayı da dönüştürülebilmenin en
hızlı gerçekleştirilebildiği hızlı toplumsal refleksi de aynı homojenlikte veremeyen, sürprizlerle dolu bir ülke olan Türkiye, bu yeni süreçte de bir merkez biçiminde algılanabilir. Osmanlı sonrası belki bu tür süreçlerin hızlanabileceğini de hesaba katarak milliyetçi ve dine dayalı bir homojenliğin sağlanması yolunda bazı uygulamalar gerçekleştirilmiş olsa da kültürel çeşitliliğin getirdiği farkla çok eskilere dayandırdığı gelenekçi duran sosyal yapı, genel sistematik dönüştürme girişimlerine karşı kısmi dirençler vermektedir. Bu dünya düzeni ile ilişkili konuların ülke içindeki basit sosyal veya siyasal durumlarmış gibi algılanması, bu sistemin içinde idealleri uğruna samimiyetle çabalayan birçok farklı unsurun da aslında genelde aynı amaç için çalıştığını söylemek abartılı olmayacaktır. Kaldı ki makro boyutta da dünyada birbiriyle çatışma içinde duran gruplar bilerek veya bilmeden yeni dünya kurgusu için birlikte çalışmaktadırlar. Bilimsel olarak sosyolojik süreçlere belli oranlarda dahil edilen bu türden kurgulamaların, sosyal yapıları nasıl etkileyeceği, kendi rayından çıkarıp belki yeni sistem önerisini geliştiren güçlerin de hiç arzulamayacağı bir noktaya gelebilmesi mümkündür. Her zaman kontrolden çıkma olasılığı olan buna benzer durumlar, geçmişte büyük savaşlar ve istenmeyen olaylar biçiminde insanlığı ve dünyayı toptan tehdit edecek boyutlara bile varabilmiştir.
Ülgür GÖKHAN Çanakkale Belediye Başkanı
Kanada, Kore, Japonya gibi çok farklı ülkelerden 56 sanatçının katılımıyla gerçekleşmiştir. 2008 yılında ilki gerçekleşen bienal, kent ve pek çok kentli için çok yeni bir kavramdı. Biraz da tedirgin bir merak duygusuyla, yeni tanıştıkları bienali sevdi Çanakkaleliler. Artık hepimiz bienali olan bir kentin hemşerileriydik. Kentimizdeki roman yurttaşlarımızın yoğunluklu yaşadığı Fevzipaşa Mahallesinde bulunan eski palamut depolarında sergilenen eserleri mahalleli sahiplendi. Birbirlerinin dillerini bilmeyen insanlar, bienal ile yakaladıkları dostluklarda ortak Çanakkale, ülkemiz koşullarında
bir dil geliştirdiler, sessizce gülümseyerek anlaştılar.
değerlendirildiğinde insanlar, yaşam biçimleri, sosyal statüler arasında derin farklılıkların
Bienalle birlikte, yerel yönetim anlayışımızın ayrılmaz bir
olmadığı, herkesin, her kesimin bir arada saygı
parçası, aynı zamanda insanları, farklılıkları, kültürleri bir
içinde, huzurlu, dingin yaşam sürdüğü bir kenttir.
araya getirmenin belki de en doğru yolu olan sanat aracılığı ile varolan demokrasi ve barış kültürünün gelişmesine de
Bu kentte farklı kültürler hoşgörü ve barış içinde
katkı sunacağımıza inancım sonsuzdur.
sürdürürler hayatlarını. Bu unsurlar Çanakkale’deki birlikte hareket etme ve
Çanakkale; sadece somut sanatsal ürünlerin ötesinde, içinde
katılımcılık anlayışının altyapısını oluşturmuştur.
farklılıkları, karşı duruşları, başkaldırıları, meydan okumaları
Bu alt yapı da kente, üniversite-turizm ve kültür
da içeren, izlemekle birlikte düşündüren, sorgulatan, farklı
kenti olmak gibi bir misyon yüklemiştir.
bakış açıları sunan değişik performansların sergilendiği bir bienali düzenlemek için çok doğru bir yerdir. Doğru bir yerdir
Bu misyonun üzerine oturduğu ayakları
çünkü Çanakkale geçmişinden bugüne taşıdığı çok
güçlendirmek adına, 2008 yılında kentimizde
kültürlülüğü bir zenginlik olarak benimsemiş ve bu mirasla da
gerçekleştirilen bienali, Çanakkale Belediyesi
farklı kültürlere ve farklı bakış açılarına her zaman hoşgörü
olarak destekledik ve yeniliklerin, değişimlerin,
ve saygıyla yaklaşmıştır.
dönüşümlerin hoşgörüyle kabul gördüğü kentimizde 2008 yılında ilk kez düzenlenen bien-
Bu yıl 20 Eylül - 10 Ekim 2010 tarihleri arasında “Kurgusal
ale hep birlikte ev sahipliği yaptık.
Gerçekler, Dönüşümler / Fictional Realities, Transformations” temasıyla 2. Çanakkale Bienali Slovenya, İran, Almanya,
Sanatla yoğrulmuş bir yaşamı tercih etmiş, ulusal
Fransa, İngiltere gibi değişik ülkelerden 70'in üstünde
ve uluslararası sanat arenasında ciddi deneyimler
sanatçının eserleri ve performanslarıyla gerçekleşecek.
kazanmış, belediyemizce 47 yıldan bu yana düzenlenen Uluslararası Troia Festivalini değişik
Bienal bizlere, ülkemize, kentimize, kentimizin adının
temalarda düzenledikleri sergilerle renklendirmiş
sanatla birlikte ulusal ve uluslararası arenada anılmasına
iki heyecanlı küratörün, neden Çanakkale'de de
önemli katkılar sunacaktır.
bir bienal olmasın sorusuna cevap, Çanakkale Belediyesi'nden gelmiş ve 1.Çanakkale Bienali Türkiye'nin yanı sıra, Fransa,Norveç, İran,
Bienal senindir, benimdir, hepimizindir...
7
KOORDİNATÖRÜN GÖZÜYLE Sanatın Yaratıcılığı İle Zenginleşeceğiz
İsmail ERTEN 2.Çanakkale Bienali Koordinatörü
ÖZGEN YILDIRIM
2.ÇANAKKALE BİENALİ KURGUSAL GERÇEKLER, DÖNÜŞÜMLER Holder JOHN
Selahattin YILDIRIM
Haydar ÖZAY
Sosyolog & Sanat Yazarı ozgenyil@gmail.com http://ozgenyildirim.blogspot.com
Fazla değil, 15 yıl kadar önce, yani 1990’ların ortasında bu kent 2. İstanbul olmayı hayal edenlerin, göç alıp Metropol olmayı isteyenlerin, İstanbul ve Bursa sanayisinin fazlalık artıklarını talep edenlerin söylemleriyle çalkalanıyordu. Bu söylemler bir kent misyonu oluşturuyordu. Çanakkale bölgesi bugünlerde artık “hassas alan” olarak tanımlanıyor. Çanakkale, kültür, tarih, doğal özellikleri ve tüm yerel değerleri tüketmeden ve geliştirerek, “hassas alan” olma özelliğini sürdürecek. Bugünün Çanakkale’si kendini turizm, üniversite, nitelikli tarım gibi misyonlara kilitlemiş gözüküyor. Kentin çok kısa sürede değişen yeni vizyonu, farkındalık yaratarak, bilinçli politikalar oluşturmayı, stratejik değerleri belirleyip planlama yapmayı gerektiriyor. Bunları yapabilmek ve yapmak, yaratıcılık ve zenginleşme ile mümkündür. Çanakkale’nin son 15 yılı kültür ve sanatın kent yereline aktığı birçok pratikleri öne çıkartır. Katılımcı ve çok ortaklı süreçlerle yaşama katılan
8
bu pratiklerin bazıları şunlardır: - Çanakkale Evleri Yaşatma Projesi, - Çanakkale Yerel Tarih Grubu, - Troia Dostları Arkeoloji Buluşmaları, - Tarihi Kentler Birliği, Yerel Gündem 21/ Kent Konseyi/ Kent Eylem Planı, - Korfmann Kütüphanesi, - Çanakkale Kent Müzesi, - Çanakkale Kenti Kültür Aksı Geliştirme Projesi, - Çanakkale 2010 Kültür Girişimi. Şimdi bu kent, hiç olmadığı kadar sanatla buluşuyor. Bu buluşma, kentin üretim aktörlerinin sanata olan ilgisinin varlığını da bizlere gösteriyor. Sanata katılım ve izleme de önemli niceliksel verileri bizlere sunuyor. Bu kentin sanat üreticileri ile sanat yararlanıcıları rüştünü ve meşruluğunu ispat etmiştir. Yeni bir Çanakkale hayali, yeni bir “kurgusal gerçeklik” yaratmaktadır. Bu kurgusal gerçekliğin sahiciliği ve olabilirliği, hedeflediğimiz iyi yaşamlara “dönüşümler” sağlayacaktır.
İsmail Erten’in koordinatörlüğünü, Seyhan Boztepe ve Denizhan Özer’in küratörlüğünü üstlendiği 2. Çanakkale Bienali 20 Eylül-10 Ekim tarihleri arasında 12 farklı mekânda gerçekleşti. Fevzipaşa Mahallesi Metruk Mekânlar, Halk Bahçesi Su Deposu, Belediye Eski Deposu, Eski Ermeni Kilisesi, Eski Er Hamamı, Korfmann Kütüphanesi, Erkan Yavuz Deneysel Sanat Atölyesi, Yazar ve Sanatçı Evi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Kültür Evi (ÇOMÜ), Kordon Marina, Kordon Marina Çekek Yeri ve bienalin açılışının gerçekleştirildiği Çanakkale Deniz Müzesi seçili mekânlar olarak bienal sürecinde kullanıldı. Ulusal ve uluslararası 70’in üzerinde sanatçı ve sanat çalışmaları yer aldı. Küratörler, bienalin kavramsal çerçevesini “Kurgusal Gerçekler, Dönüşümler” olarak belirlerken yaşamın her an’ında hakikatten uzaklaşıp yeniden ve yeniden üretilen, kurgulanan gerçekliklerin izini sürmek ve onlar üzerinde mini farkındalıklar yaratmak üzere yola çıktılar. Onlara bu yolda eşlik eden sanatçılar ve sanat yapıtları bu farkındalık sürecinin birer ara durağı olurken yapıtlar ile karşılaşan sanatseverler aktörler olarak sorgulama
sürecine müdahil oldular. 2. Çanakkale Bienali’nin ara duraklarından ilki Fevzipaşa Mahallesi’nde bulunan metruk mekânlardan Palamut Deposu’dur. Açık alan projesi ile bienalde yer alan Alman sanatçı Pfelder, “Ev Tavuğu” isimli enstalasyonu ile dikkatleri üzerine çekti. Sanatçı mekânı bir evin oturma odasına dönüştürürken aynı zamanda ev sakinlerini insandan tavuğa dönüştürdü. Oturma odasının sakinleri tavuklardır. Sanatçı tel örgülerle sınırları belirlerken genel algıyı da tersine çevirmiştir. Tel örgülerden oturma odasını izleyen seyirciler, sanki kendileri kapalı bir mekânda tutsakmış, ancak oturma odasında bulunan tavuklar günlük rutinlerini özgürce sürdürüyorlarmış gibi algılamaktadır. Artık özgür olan tavuklardır, izleyici ise tutsak. Bienal mekânlarından bir diğeri olan Belediye Eski Depo’sunda sergilenen, öne çıkan çalışmalardan ilki Selahattin Yıldırım’ın “Yüz” isimli büst çalışmasıdır. Çalışmasının dikkat çeken özelliği genel algının tersine hasarlı, darbeli bir yüz tipolojisinin oluşturulmuş olmasıdır. Güzelin
Bu kente iyi bir “sanat bienali” çok yakışacaktır. 9
Anna JAKUPOVICH
estetiği sanatçı tarafından iğrendirme estetiğine taşınmıştır. Büstün arka tarafına sanatçı bir takım müdahalelerde bulunmuştur. Büstün ön tarafındaki hasarlı yüz arka tarafındaki popüler kültür olgularına atıfta bulunan müdahalelerle dönüşümünü tamamlamıştır. Diğer çalışma ise Alman Sanatçı Holger John’un duvara yapmış olduğu büyük ebatlı çizimlerdir. Deponun bir duvarı sanatçının çizimlerine ayrılmıştır. Çizimlerden izleyiciye imge bombardımanı yapılmaktadır. Din, savaş, insan, uzay imgelerinin yanında modern yaşamın bir takım verilerine de atıfta bulunan sanatçı, anlam katmanlı bir çalışma oluşturmuştur. Birçok sanatçının çalışmalarına ev sahipliği yapan Er Hamamı’nda öne çıkan çalışmalardan ilki Alman sanatçı Anna Jakupovich’in enstalasyonudur. Duvara yerleştirdiği küçük ebatlı tuvallerini yere konumlandırdığı maketle tamamlayan sanatçı, tuvallerin genelinde tek bir nesneyi resmediyor. Bu nesne bir kol saati olduğu gibi bir duvar saati de olabiliyor. Zaman kavramından yola çıkan sanatçı onu
10
Meryem DENİZKIRAN
“ev” imgesiyle mekansal boyuta taşıyor. Çalışmanın zaman ve mekân boyutunu “ayna” imgesi izleyiciye projekte ediyor. Sanatçının enstalasyon çalışmasının kavramsal çağrışımlarını ise şu cümleler belirliyor: “Belki de, bir soru ile anlamsız bir ayna birbirine refakat eder: Bir nokta bir izi takip ederken hiçbir güvence sunmaz… Evin artık bir ev değil. O artık gezintide. Evini görmek ne kadar da dokunaklı!” Er Hamamı’nda sergilenen başka bir çalışma Meryem Denizkıran’ın ses enstalasyonu ve heykel çalışmalarıdır. Hamamın bahçesinde 3 heykeli bulunan sanatçının heykellerini tek bir enstalasyon olarak da algılayabiliriz. Alexander Calder etkisinin görüldüğü heykellerde nesne mekân ilişkisi çok boyutlu olarak ele alınmıştır. Heykelin bütünü birçok parçaya bölünerek çok katmanlı mekân algısı elde edilmiştir. Hamamın içinde yer alan ses enstalasyonunda ise, sesin oluşturduğu titreşimler, asılı duran nesneleri hareket ettirmekte ve estetik görüntüler oluşturmaktadır. Korfmann Kütüphanesi’nde Electronic De/coll/age (Wolf Vostell’a
Rıfat ŞAHİNER
Saygı) isimli video çalışmasıyla Rıfat Şahiner yer aldı. Sanatçı çalışmasında, sessizlik-gürültü”, “durağanlık-hareket” ve “gerçeklik-sanallık” dikotomilerinden gerçek ile kurmaca arasındaki ilişkiyi görünür kılmaya çalışıyor. Görünürlülük durumunu, yırtılma, parçalanma, belleksizleştirme, dil sürçmesi ve iletişimsizlik kavramlarını referans olarak alıyor. Sanatçının videosu 9 ayrı karenin aynı anda izleyiciye aktarılmasıyla oluşturulmuştur. Her bir kare içine konumlandırılan figürler “iletişim” teması etrafında konuşmaya başlıyor. Bir süre sonra tüm konuşmalar birbiri içine giriyor ve ses kirliliği oluşuyor. Bu kirliliğe ekranın dışından giren bir el müdahale ediyor ve tek tek karelerin üzerindeki suretleri yırtıyor. Yırtılan her kare hem suret hem de ses olarak devreden çıkıyor. Sanatçı son bir müdahale ile bölük pörçük kalan tüm ses ve suretleri devre dışı bırakıyor. Böylece geriye sadece hiçbir şey olan poster parçası kalıyor. Erkan Yavuz Deneysel Sanat Atölyesi, 7 video çalışmasının gösterim merkezi olarak bienale mekan
Şinasi GÜNEŞ
desteği sağladı. Gösterimi yapılan video çalışmalarından ilki, Ali Umut Ergin ile Fransız sanatçı Lorand Revault’un ortak yapımı olan “Denge” isimli videodur. Videoda beyaz bir fonun önünde duran figür, bitkin bir şekilde bir süre sonra yürümeye başlar. Belirli bir mesafeyi kat eden figür aniden durur. Figür ayakta durmaya devam ederken eş zamanlı olarak oluşturulan figürün yarı saydam ikinci görüntüsü, ana figürden ayrılır ve yere sırt üstü yatar. Bu esnada ana figür ayakta durmaya devam eder. Bir müddet sonra yerde yatan yarı saydam görüntü ayağa kalkarak ana figürle çakışır. Ekranda sadece ayakta duran figür kalır ve bitkin bir şekilde tekrardan yürümeye başlar. Bu kurgu video boyunca sürekli kendini tekrarlar. Buradaki “denge” kavramı ana figürün bedeni, görüntüler akarken ortaya çıkan yarı saydam figürün ruh’u simgelemesiyle ilintilidir. Beden ve ruh arasındaki uyum ya da uyumsuzluk bu videonun genel konteksini oluşturur. Gösterimi yapılan video çalışmalarından bir diğeri Şinasi Güneş’in “Şeker ve Ben” isimli videosudur. Video, kristal
Umut GERMEÇ
parçacıkları gibi parlayan kesme şekerlerden oluşturulmuş bir yapının üzerinde duran figür ile başlıyor. Arka fonda modern zamanlara hâkim olan endüstriyel sesler işitiliyor. Bir müddet sonra şekerler hareket etmeye ve sonrasında erimeye başlıyor. Şekerler eridikçe yapının üzerinde duran figür sarsılmaya başlıyor. En nihayetinde tüm yapıyı oluşturan şekerler yerle bir oluyor. Bu yerle bir oluş arka fonda yer alan sesin kesilmesine neden oluyor. Geriye yalnızca dibe doğru sürüklenen figürün hareketsiz bedeni kalıyor. Figür hareketsiz bir şekilde varoluşunu yitiriyor. Artık ortada uğruna mücadele edecek ne bir “güç/iktidar” ne de “ego/ben” kalıyor. Yazar ve Sanatçı Evi’nde Umut Germeç’in “Kırmızı Bir Gül Yontardım Ağzında” isimli bir video çalışmasının da yer aldığı enstalasyonu sergilendi. Sanatçı, enstalasyonunda ahşap bir masada oturan başı canlı gül demetinden oluşturulmuş bir figür yerleştirmiştir. Figür masanın üzerinde duran kâğıda bir şeyler karalıyormuş gibi konumlandırılmıştır. Bu kâğıdın üzerinde “kırmızı bir gül yontardım
Ardan ÖZMENOĞLU
ağzından” cümlesi yazmaktadır. Figürün bulunduğu masanın karşı duvarında ise bir video yerleştirilmiştir. Videoda bir bayanın kırmızı rujlu dudaklarından sürekli “kırmızı bir gül yontardım ağzından” cümlesi dökülmektedir. Enstalasyonun detaylarında kırmızı renk hâkimdir. Sürekli tekrarlanan ve kulağa yerleşen “kırmızı bir gül yontardım ağzından” cümlesi, izleyici üzerinde çift yönlü bir etki oluşturmaktadır. Bu çift etki ya aşırı duyarlı hale gelme ya da duyarsızlaşma ile sonuçlanmaktadır. 18 Mart Üniversitesi Kültür Evi’nde Ardan Özmenoğlu’nun üzerinde “Havada Kalan Cümle” yazılı olan neon çalışması sergilendi. Çalışma minimal yapısı ve sergilendiği konum açısından bir hayli dikkat dışı bir alanda yer almaktaydı. Çalışmayı fark edebilmek için başınızı kaldırıp merdivenlerin üzerine bakmanız şarttı. Ancak fark edildiğinde izleyici sempatik ve naif bir çalışma ile karşılaşmaktaydı. Çanakkale Deniz Müzesi’nde sergilenen çalışmalardan ilki Çek Cumhuriyeti’nden Marek Schovanek’in heykelidir. Sanatçı,
11
PFELDER ile RÖPORTAJ
İstanbul Dans Tiyatrosu (Enstalasyon: Dilara AKAY)
alışveriş merkezlerinde malzemeleri taşımak için gerekli olan tekerlekli arabaların üzerinde yer alan ve içine 1 euro ya da 1 lira atılarak tekerlekli sepetin kilidini açan aparatı bir sanat nesnesine dönüştürmüştür. Sanatçı bu aparatın her iki ucuna kelepçe yerleştirmiştir. İçine bozuk para atıldıktan sonra kilidini açan aparat bu iki kelepçeyle bireyleri kendine tutsak etmektedir. Diğer bir çalışma ise Hakan Onur’un kavramsal tuval çalışmalarıdır. “Yalnız Bir Koyun I” ve “Yalnız Bir Koyun II” isimli küçük ebatlı iki tuval tezhiplerle süslenmişken aynı zamanda yalnızlık üzerine ortak temayla insana özgü açılımlar sunmaktadır. “Evlilik Üzerine Çeşitlemeler: Evlilik Teklifi” tuvalinde sanatçı, çiftler arasındaki iletişim boyutuna dikkat çeker. Aynı zamanda romantik göndermeleri olan bir sahneyi de tuvaline yerleştiren sanatçı bir mizahsenle kompozisyonunu tamamlar. Yoğun bir şekilde koyun figürü kullanmıştır sanatçı. Hemen üzerinde de 2 ayrı metin yer almaktadır. Evlenme teklifi ve boşanma üzerine. 2. Çanakkale Bienali yukarıda
Hakan ONUR
Marek SCHOVANEK
değindiğim gibi birçok farklı mekân ve burada yer veremediğim 70’in üzerinde sanatçının çalışmalarını izleyici ile buluşturdu. Bienalin açılış gününde gerçekleşen dans performansları ve müzikal performanslar dizisi bienalin farklı sanat disiplinleriyle daha da renklendiği ve pekiştiği etkinliklerdi. Çanakkale Deniz Müzesi’nde çağdaş dansçı Onur Demirbasa’nın “arınma” ismini verdiği dans performansı yer aldı. Demirbasa, bienalin konseptine uygun olarak belirlediği dans içeriğini öz’e dönüş ile tamamladı. Eski Ermeni Kilisesi’nde İstanbul Dans Tiyatrosu’nun gerçekleştirdiği dans performansına sanatçı Dilara Akay’ın enstalasyonu eşlik etti. Kilisenin tavanından aparatlarla tutturulan pembe renkli uzun ve kalın materyal, aynı zamanda kilisenin tabanına boğum boğum yerleştirilmiştir. Estetik bir görüntü oluşturan bu enstalasyonu dans topluluğu elemanları performanslarının bir parçası haline getirmişlerdir. Bu materyal doğum, yaşam ve ölüm üçlemesinin arasındaki bağı temsil etmektedir. Bienalin dans performansları, Tolga Tüzün’ün mekân, sanal enstürmanlar ve insanları içeren müzikal performanslar dizisiyle tamamlanmıştır.
Kavramsal ve uygulama olarak çok yönlü bir çalışma hazırladınız. Çalışmanızdan ve neden bu kadar komplike bir iş olduğundan bahseder misiniz? Çanakkale’nin roman mahallesinde (eski Yahudi mahallesi) çatısı ve tavanı olmayan ve kafanızı kaldırdığınız zaman gökyüzünü görebildiğiniz bir alan var. Romanların tavuklarının yaşadığı yer orası. Oraya yerleştiler ve tamamen möbleli bir oturma odasında serbest bir şekilde yaşıyorlar. Oturma odalarında kanepe, yemek masası, büfe, dolap, televizyon ve halı gibi herhangi bir oturma odasında bulabileceğiniz her eşya var. Ziyaretçiler tavukları görmeye geldikleri zaman, alana giriyorlar ve bir kafes içerisinde kısılıyorlar. Onların deneyimlediği bu durum gerçekliği anında değiştiriyor. Bir anda tavuklar serbest, onları izleyen insanlar ise kafese kısılmış hale geliyorlar. “Ev Tavuğu” enstalasyonu var olan gerçekliği alıp, bir kaç ufak ve basit değişiklikle onu tamamen yeni bir şeye çeviriyor. Bakış açımızı değiştiriyor ve Çanakkale Bienali ziyaretçilerine yeni ve beklenmedik bir hayat deneyimi sunuyor. Mekan olarak neden Roman mahallesini seçtiniz?
Eski Ermeni Kilisesi
12
Funda ORUÇ
ve farklılığını hissettim ve tamamen büyülendim. Roman mahallesini gezerken o alanın özel atmosferini ve farklılığını hissettim ve tamamen büyülendim. Her zaman heyecan verici ve ilginç kamusal alanlarda çalışmaktan çok hoşlandığım için de bu alanda çalışmaya karar verdim. Metruk mekanın eski yahudi mahallesi oluşunun vermiş olduğu tarihi dokusu ve günümüzde roman mahallesi oluşu farklı katmanlarda işlev gören bir müdahale için mükemmel bir arkaplan oluşturdu. Politik, sanatsal, tarihi ve bienal ziyaretçilerine özel ve hiç beklenmedik deneyimler yaşatması gibi farklı katmanlardan bahsediyoruz burada. Çalışmanızın hazırlık süreci ve sergileme sürecinde yerel halkla (Romanlar) etkileşiminiz nasıldı, neler deneyimlediniz, zorluk yaşadınız mı? Bölgede yaptığım enstelasyon çalışması çok hızlı bir şekilde gerçek bir dayanışma örneği haline geldi. Romanlar alanın temizlenmesine yardımcı oluyorlar, mobilyaları getiriyorlar, mekanı dekore ediyorlar ve alana kendileri yerleştiriyorlardı. Ve ben bu konuda onlara güvendim, bu işleri onların halletmesine izin vermeye karar verdim. Sonuç mükemmel oldu. Başta hiçbirşey beklemiyordum, her türlü olasılığa açıktım. Bu beraber çalışma sürecinin sonucu benim için muhteşem bir deneyimdi ve ortaya çıkan sonuçtan çok tatmin oldum.
Roman mahallesini gezerken o alanın özel atmosferini
13
ŞİNASİ GÜNEŞ ile RÖPORTAJ
Funda ORUÇ
gerçekleşti. Aynı ekipçe 2008 yılında "44. Uluslararası Troia Festivali" kapsamında 1. Çanakkale Bienali/ Şeffaf Yanılsamalar, ardından da 2. Çanakkale Bienali “Kurgusal Gerçekler, Dönüşümler” geldi. 2010 İstanbul Kültür Başkenti projelerine paralel bir projeler dizisi olan Çanakkale 2010 Etkinlikleri kapsamında “12 ayda 12 tema” başlığıyla çeşitli etkinlikler düzenlenirken, eş zamanlı olarak da sanat projeleri hayata geçirilmiştir. Bu süreç hale işlemektedir. Dolayısıyla şehrin kültür sanat bağlamında ciddi bir altyapısı oluştu. Türkiye’de üç büyük şehri çıkardığımızda Çanakkale’yi bu sene kültür-sanat ortamının en yoğun yaşandığı şehir olarak rahatlıkla belirleyebiliriz. Çanakkale halkının çağdaş yapısının olması ve şehrin konumunun uygunluğu batı ile entegrasyonun sağlanmasında büyük bir avantaj olarak görünüyor. Çanakkale Bienali’nin yerel-ulusal-uluslararası boyutlardaki sanatsal rolü ve yeterliliği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Çanakkale’de daha önce birçok etkinlikte yer almış bir sanatçı olarak Çanakkale’nin kültür-sanat ortamını ve Türkiye’deki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanatın dolaşım ağı ve tüketilebilirliği bağlamında düşünüldüğünde merkez olarak İstanbul şehrinin kendisi dışındakileri dışladığı(Anadolu’yu- periferiyi) bir dönemde birçok farklı şehirde bienaller yapılmaya başlandı. İşte İstanbul’a bağlı kalmadan gerçekleşen Çanakkale Bienali de bir anlamda kendi başına varolmanın-yetebilmenin bir örneğini beraberinde getiriyor. Anadolu’da gerçekleştirilen diğer bienallere nazaran Sinop Bienali ile birlikte Çanakkale Bienali öne çıkıyor. Türkiye’de kültür sanatın dolaşımını düşünürsek yüz bin nüfusu olan bir şehirde oluşan tablo gayet olumlu görünüyor. Bu bağlamda ilk akla gelen Çanakkale insanının bilinçlenmesinde önemli katkısı olan geleneksel Troia Festivali. Halen sürerliliği devam ediyor. İlk ciddi kırılma 2007 yılında “Sınır Çizgisi” sergisi ile oldu. Troia Festivali Çanakkale Belediyesi'nin gerçekleştirdiği “44. Uluslararası Troia Festivali” kapsamındaki etkinliklerden biri olan “Sınır Çizgisi” sergisi, küratör Denizhan Özer ve Seyhan Boztepe tarafından 85 Türk ve yabancı sanatçının katılımıyla
14
1. Çanakkale Bienali tanıtım açısından yetersizdi. Buna nazaran 2. Bienal’in küratörleri ve organizasyon ekibi daha hazırlıklı görünüyor. Çanakkale ve İstanbul’da bienalin basın açıklaması yapıldı. Bienali içeren bir bültenin hazırlanması, geçmişe yönelik yapılan tüm sergilerin bir kitap içerisinde toplanıyor olması, yerel basında çıkan haberler, çıkan ve çıkacak olan yazılar bunların göstergeleri. Fakat tanıtım esnasında on-line ortamın yeterince kullanılamaması ileti trafiğinin zayıflığı, ekonomik olan tanıtım ağının yeterince kullanılamadığını gösteriyor. Bienalde basılı yayının zayıflığı ve tanıtım amaçlı kullanılması gereken bir bienal standının olmaması da bir handikaptı. Uluslararası ortamdaki on-line ve basılı yayın ağından da istifade edilmemesi ne kadar yurtdışından sanatçı katılımı olsa da bienalin yerel ölçekte bir tanıtım ile sınırlı kaldığını gösteriyor. Çanakkale Bienali’ne sanatçı olarak katılma kararı vermenizin nedenleri nelerdir? Çanakkale şehri ile eskiden buyana bir irtibatım ve bağım vardı. Bu ilişki neticesinde şehre karşı büyük bir sevgim oluştu. Bir başka neden de, midesine düşkün biri olarak peynir tatlısını tekrar tadabilme ihtiyacından kaynaklı.
15
DİDEM ELİF Ayrıca, sanatın dolaşım ağının Anadolu’ya yayılımı için önemlilik arz ettiğinden dolayı bienale iştirak etmeye karar verdim. Bunun yanı sıra Çanakkale’de daha önce birkaç film çekmiş olup burada gerçekleşen birçok sergiye katılmıştım. Çanakkale de en son “Uluslararası Ziyaretçiler Video Art Etkinliği”ni gerçekleştirmiştim. Bütün bunların etkileşimi ile kurulan yakınlık da tercih yapmamda etkili oldu.
BÜYÜ-CÜ Yazar www.didemelif.com
Sizce Çanakkale şehrinde kültür sanatın gelişimi göz önüne alındığında gelecekte neler yapılmalı? Öncelikler içinde arşivi olan bir güncel sanat merkezi kurulmalı. Dışarıdan gelen her yabancının bu alandaki eksikliklerini giderecek donanıma sahip olmalı.
Çanakkale’de hava kararmaya başlıyor. Bienalin ana mekanlarından biri olan Depo’dayım. Kapıdan içeri girer girmez karşıma çıkan -darbelerle yoğrulmuş- heykel, ritmik biçimde kafamın içine giriyor. Uzaklaşma dürtüsüyle sağa yöneliyorum. Bu silahlar! Ne tehditkar, ne de vurucu… Onlar mı beni, ben mi onları ateşliyorum? İçimde müzik, deponun içinde savruluyorum. Karşımda, tepeden inen onlarca birbirine geçmiş kağıt işler, astığım kirli çamaşırlarım gibi. Oysa bilirim hiçbir zaman kurumaz onlar. Arkamı dönüyorum. Gene de duyuyorum, kirli sular yere damlıyor, şıp şıp…Bense karşımda duran mumlar gibiyim. Karanlık aydınlanıyor, ben eriyorum. Birkaç metre yanımda bir taş var. İçimdeki taş kadar büyük. Şu an görmüyorum ama nerede olduğunu biliyorum. Orada kalsın istiyorum. Ben özgürüm nasılsa. Yürüyebilirim, dilediğim gibi dolaşabilirim. Hatta çekip gidebilirim. Ama kaldım burada. Tam burada. Büyü-cü’nün karşısında. Taşlaştım. Ne fark eder, özgürüm.
Güncel sanat müzesi açılmalı ve buna paralel olarak güncel sanat galerileri oluşturulmalıdır. Kamusal alanın düzenlenmesine yönelik olarak, mimari-peyzaj düzenlemelerinin yanı sıra tüm kıyı şeridi ve parklar heykeller ile donatılmalı.
Burada büyü-cü, büyü yapan kişi anlamına gelmiyor. İnsanı büyüten
bir ruhtur o. Üstelik sana nasıl büyüyeceğini dayatmayan bir üslup kullanır büyü-cü. Büyüyüp, büyümemek sana kalmıştır. İçine girmek, ya da dışında kalmak. Hepsi senin seçimin. Zaten sahnedeki büyü-cü, kendi devinimleriyle süzülmektedir bir başına. Arkasında kalan kanatlı heykelin kanatlarını alıp sırtına takmıştır sanki. Bir melek gibi yumuşaktır hareketleri. Kıskanılacak kadar kendidir. Tolga Tüzün’ün yaklaşık kırk beş dakika süren performansı, alıştığımız klasik müzik anlayışının dışındaydı. Bu yüzden izleyenlere de, bildiğinin sınırını zorlayan bir deneyim sunuyordu. Mekanın dört bir yanından gelen dijital sesler, içimize girip,kendi kafa seslerimizle konuşmaya başlayarak bizi sarsıyordu. Sahne düzeni de Tolga Tüzün’ün müziği kadar doğaçlama gerçekleşti. Deponun ağ tutmuş demirden olan yan duvarı, ince uzun mumlarla dolduruldu. Mekandan çıkarken ayaklarım yorulmuştu, sırtım ağrımıştı, kafam karışmıştı, beynim karıncalanmıştı. Ama biraz büyümüştüm.
2010 etkinlikleri kapsamında çıkartılan yayınların daha sonraki süreçte de tekabuliyeti sağlanmalı ve sanat yayınlarının belli aralıklarla çıkartılabileceği yayın ağı ve buna bağlı olarak bir yayınevinin oluşturulması gerekiyor. Özel galerilerin açılması ve desteklenmesi şart. Kısacası gelişime çok açık olan Çanakkale şehrinin cazibe merkezi haline getirilmesi gerekiyor.
16
Eski Er Hamamı
17
d Ca
4
Halk Bahçesi
se
Sk . a kC
Paşa Cad.
. ıC ad
et
Bl
v. 9
ad . kC
oğl
ür
irci
çimenlik Kalesi
Çanakkale Otogarı
uC
at
Dem
ad.
1
At
İnö
nü
Ca
d.
3
7
Dizdar
Cd.
9. Yazar ve Sanatçı Evi Umut Germeç (video-enstalasyon) Tina MacCallan (interaktif resim) Uğurcan Akyüz (dijital fotoğraf) 10. Korfmann Kütüphanesi Rıfat Şahiner (video) Tita Bonatsou (foto) Arman Tadevosyan (resim) Lisa Benson (foto)
PTT
ÇANAKKALE DEVLET HASTANESİ
10
Atatürk Cad.
8. Erkan Yavuz Deneysel Sanat Atölyesi Ali Umut Ergin-Lorand Revault (video) Francois Dereaux (video) Roger Guaus (video) Jun’ichiro Ishii (video) Şinasi Güneş (video) Anna Maria Pinaka (video) Turan Aksoy (video)
hu
riy
Yalı Hamamı
Caner Karakaş (enstalasyon-heykel) İstanbul Dans Tiyatrosu (Dilara akay’ın enstalasyon ile dans performansı)
8
m
Ya l
7. Eski Ermeni Kilisesi
Ca
d.
Cu
. at
Li
6. Kordon Marina Çekek Yeri
cad
ür
12
n
yum
At
k eS
Stad
İnö nü
Kilitbahirİskelesi
.
iA
Ka
Anlık etkinlikler
Ka y
Çanakkale Valiliği
hm
ril
al
Blv
ad.
ad
ş Pa et
e ys
4. Halk Bahçesi Su Deposu Dilara Akay (enstalasyon)
Piri Reis C
si
de
a
E.B
Ga zi
Gaz i Bl v Sanat Evi
6
a ıkh
ÇOMÜ ANAFARTALAR YERLEŞKESİ
ad.
5
5. Kordon Marina Anlık etkinlikler
11
Piri Reis C
d.
3. Çanakkale Deniz Müzesi: Ali Dolanbay (resim) Marek Schovanek (heykel) Lionel Loetscher (enstalasyon, resim) Onay Akbaş (resim) Ali Kılıç (heykel) Hakan Onur (resim) İlham Tibet (video) Onur Demirbasa (dans performans) Özgür Korkmazgil (resim) Resul Aytemur (resim) Selahattin Yıldırım (resim) Zory Shahrakhi (foto) Kai Bornhoeft (foto)
12. ÇOMÜ Külür Evi Nick Morley (baskı resim) Maslen&Mehra (foto) Ardan Özmenoğlu (enstalasyon) Ayda Su Nuroğlu (enstalasyon) Cengiz Uğur (resim) Evren Sungur (resim) Sevinç Çiftçi (resim) Gabriel Adams (internet üzerinden performans) Victoria Rance (foto, heykel)
Ca
2. Fevzi Paşa Mahallesi Metruk Mekanlar Pfelder (mekan düzenlemesi-enstalasyon)
11. Eski Er Hamamı Anna Jakupovich (enstalasyon-resim) Joachim Seinfeld (foto pentür) Marek Schovanek (resim) Coline Mangold (foto) Herve Szydlowski (foto) Elvan Erdin (resim) Simone Zaugg (enstalasyon) Alina Gavrielatos (estalasyon) Mienerva Cubbasa (çizim) Ahmet Sipahioğlu (3D çizim) Ceren Selmanpakoğlu (ışıklı foto-video) Gül Ilgaz (video) Hülya Toksöz (djital baskı) İbrahim Koç (enstalasyon) Meryem Denizkıran (enstalasyon, heykel) Mustafa Horasan (enstalasyon) Zeynep Bingöl Çiftçi (dijital foto) Maria Dimitriou (dijital baskı) Sylvia Lüdtke (enstalasyon) Park Byoung (enstalasyon) Deborah Metherell (foto, video) Acm (foto) Paul Eachus (çizim, foto) Bruce Allan (foto)
Asaf
1. Belediye Eski Deposu (Otogar İçi) Holger John (duvar resmi) Jesse Gagliardi (enstalasyon) Argun Okumuşoğlu (duvar enstalasyonu) Haydar Özay (resim) Selahattin Yıldırım (heykel) Tolga Tüzün (müzik performans) Yeşim Şahin (heykel) Iliko Zautashvili (estalasyon)
2
Küçük Sanayi Sitesi
Pazar Yeri Sarıça
y Cd Sarı
çay
Cd
18 MART STADYUMU
UĞUR DÜNDAR ile SÖYLEŞİ
Funda ORUÇ
Gazetecilik kökeniniz aceba oradan mı geliyor? Hayır, babamın kişiliğinden bana DNA’larla geçen bir özellik. Babam çok araştırmacıydı, okuyan bir insandı, hukuk bilgisi güçlüydü, kalemi kuvvetliydi. Ben babam kadar olamadım ama ona layık bir evlat olmaya çalıştım. Çocukken burada nasıl vakit geçiriyordunuz neler yapıyordunuz?
Çanakale’de çocukluğunu geçirmiş biri olarak, Çanakkale’nin sosyal-kültürel durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çanakkale benim çocukluğumun geçtiği yıllarda da sosyal hareketlilik içinde olan ve kent içi sosyal dokunun son derece çağdaş olduğu bir kentti. Ve şimdi de görüyorum ki Türkiye’nin gerçekten okuyan, düşünen ülke ve dünya sorunlarına kafa yoran insanlarla dolu çok medeni bir kent haline geldi Çanakkale. Ayrıca üniversitenin de Çanakkale’nin kültürel dokusunu güçlendirdiğine, çok büyük katkı sağladığına, gelecekte de çok büyük yararlarının olacağına inanıyorum. Bir haberci olarak Türkiye’nin genel kültürel yapısını en iyi bilen insanlardan birisiniz. Büyük resme baktığınızda Çanakkale’deki bienalin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben Çanakkale’de bienal yapılıyor olmasını çok önemsiyorum. Çanakkale’ye yakışan bir etkinlik. Aslında bana göre kültürel yapısı itibarı ile Çanakkale hakettiği yerde de değil. Çanakkale’nin dünya ölçeğinde çok daha ses getiren, yankı yaratan etkinliklere sahne olması gerekir. Çanakkale Savaşları’nın 100. yılına
20
yaklaşıyoruz. Bu bence çok önemli bir tarih ve 100. yıl etkinliklerinin bütün dünyada ses getirecek şekilde organize edilmesi gerekir. Bunun hazırlıklarının şimdiden başlatılma olması zorunluluğu var. Şu an burada bienal var ama yankısı yok. Ben CNNTürk’de bienalle ilgili kapsamlı bir haber izledim ve oradan öğrendim açıkcası. Eğer sergilenen eserler ve sanatçılardan birkaçı saldırıya uğramış olsaydı o zaman haber olurdu. Ama Çanakkale’de böyle bir olasılık görünmüyor. Medeni insanların kenti Çanakkale. Sanata, sanatçıya, düşünce farklılıklarına saygı gösteren demokrat insanların yaşadığı bir kent. Çocukluğunuz burada geçti, o yıllardan kalma unutamadığınız bir anınız var mı? Ben ilk defa sinemaya burada gittim ve ilk gördüğüm film “Roma Tatili” idi. Audrey Hepburn başrolde oynuyordu. Yanılmıyorsam erkek de Gregory Peck idi. Bende sinema sevgisi onunla başladı. Okumayı burada sevdim, duvar gazetesi çıkarıyordum 18 Mart İlkokulu’nda el yazımla. El yazım hala güzeldir.
Çanakkale o zaman bize sonsuz oyun imkanı sunan, çok rahat vakit geçirebildiğimiz, arka semtlerde çok büyük boşlukların, futbol sahalarının olduğu bir yerdi. Mesela 18 Mart Okulu’nun bahçesinde, o çamların arasında çift kale maç yapardık. Deniz çok temizdi, o kadar temizdi ki içinde kitap açıp okunacak kadar berraktı. Koca koca kefaller dolaşırdı, ben okuldan, taş binadan, hastane bayırındaki evimimize gidene kadar birkaç tanesini yakalar, öğlen eve çantam ve balıklarla giderdim. Ayrıca babam beni hep gezdirdi, Truva Harabeleri’ni, Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı cepheleri gezdirdi, onları anlattı. Savaşın öyküsünü ben ilk defa babamdan dinledim. Ondan sonra, 18 Mart etkinliklerinde konuşurdum, okulu temsilen konuşmacı olarak seçerdi hocalarım beni. Dediğim gibi okul gazetesini çıkartıyordum ki o zaman için çok büyük bir hamleymiş, şimdi düşünüyorum da okullarda öyle çabalar göremiyorum ben. Çocukların konuşmaları ve farklı düşünceleri daha o çağlarda bastırılıyor ve kontrol altına alınıyor. Bana göre çok büyük geriye gidiş bu. Bir de çocuklar gazete çıkartacak zamanı bulamadıkları gibi, spor yapacak zamanı da bulamıyorlar. Okuldan çıkıyorlar dershaneye, dershaneden çıkıyorlar özel öğretmene, ondan sonra da eğer zaman ve takat kalırsa o çocuklar evde derslerine çalışıyorlar. Spor nasıl yapsınlar. Onun için, böyle baktığımızda Hidayet Türkoğlu ve diğerleri gibi dünya çapında sporcuların alt yapıdan gelmeleri artık çok zor. Çünkü o çocuklar spor yapmak yerine mutlaka dershaneye gitmek, ders çalışmak, özel hocadan ders almak zorundalar, böyle bir mahkumiyetin içindeler. Bu biraz da eğitim sistemimizle ilgili bir sorun ozaman? Eğitim sistemi mutlaka A’dan Z’ye değişmeli. Çocukları ezberciliğe ve test çözmeye zorlayan, aslında eğitimin gerçek işlevini yerine getiremediği bir sistem ya da sistemsizlik bu.
Şu an halktan herhangi biri olarak Çanakkale’ye gelmiş olsaydınız ne yapmak isterdiniz? İlk yapacağım iş evimizin olduğu yere gidip bakmak olurdu ve anılarımla başbaşa kalmak isterdim, en önemlisi o. Bu ilgiden rahatsız mısınız? Herkes size bakıyor. Hayır hiç rahatsız değilim çünkü ben sokakta insanların arasında dolaşarak ve o insanlara mikrofon uzatarak tanındım. Ben film setlerinde falan ünlü olan bir insan değilim. Yani sanal bir dünyadan gelmiyorum. İnsanların göremedikleri setlerde yapay sahnelerde rol alarak ünlü olmadım. Ben hayatın içinden yürüyerek geldim bu günlere, dolayısı ile benim için hiç farketmiyor. Zaten gerçek hayatımda neysem ekranda da oyum.
RAHMİ ÖĞDÜL Öğretim Görevlisi, Radyo Programcısı, Yazar http:// rahmiogdulbirgun.blogspot.com
Bu yıl ikincisi düzenlenen Bienal Çanakkale’ye çok yakışıyor. Bienal hem kenti hem de sanatı birlikte ve aynı anda keşfetme fırsatı sunuyor bize; sergi mekânlarını gezerken kentin farklı toplumsal ve tarihsel katmanlarını ve bu katmanlar arasındaki yitik bağları yürüyerek görünür kılabiliyor; bir örümcek gibi kent içinde dolaşarak, birbirinden ayrık duran unsurlar arasında ağlar dokuyor ve kenti kendinizin kılabiliyorsunuz. Sanat üzerinden kentle, kent üzerinden sanatla karşılaşmaların yaşandığı bir bienal ortamında kurulacak dostluklar da işin cabası. Sanatın çok farklı alanlarında ürünler veren sanatçılar kentin kıvrımları arasında sakladıkları yapıtlarıyla “sanatı bul, kenti keşfet” oyunu oynatıyorlar size bir bakıma. Görece küçük bir alana yayılan ve yürüyerek gezilebilen bir kent olması nedeniyle Çanakkale bu tür oyunlar için harika bir ortam oluşturuyor. Sanat ve tüm toplumsal, tarihsel kıvrımları ve katmanlarıyla kent birbirlerinin içine derinlemesine nüfus etmiş. Kentin yüzeyinde bir iz olarak duran bienal ile birlikte sanatın ve kentin derinliklerine yolculuğa çıkabilirsiniz; tabi, kazdıkça hep yüzeyle karşılaşacağınızı, derinliğin aslında farklı yüzey katmanlarından oluştuğunu unutmadan.
21
ONUR DEMİRBASA ile RÖPORTAJ
Funda ORUÇ
CEREN SELMANPAKOĞLU
KURGUSAL GERÇEKLİĞİN PERFORMANSI Sanatçı www.cerenselmanpakoglu.com
Kısaca kendinizden ve dansa nasıl yöneldiğinizden bahseder misiniz ? Mühendislik disiplininden geliyorum aslında ben, çağdaş dansla tanışmam farklı arayışların sonucunda oldu. Yaratıcılık, teknik, fizik, mimari, tasarım... Dansın tüm bunları içinde barındırdığını düşünüyorum. Genelde iki disiplinin birbirinden tamamen farklı noktalarda olduğu düşünülür, ancak bence analitik düşünce süzgecinden geçmiş birinin çağdaş dansa çok farklı bir soluk getirebileceği bir gerçek. Bizlerin malzemesi beden ve bedenlerimizin muazzam bir işleyiş sistemi var. Çevremizdeki her şey gibi bedenimizin de çalışma prensibi fizik kurallarına dayanıyor. Bu bağlamda böyle bir disiplinden gelmenin hem malzeme kullanımı hem de onu algılayıp yorumlama anlamında çok büyük yararlarını gördüm. Dans performansınızı bienal konsepti ile nasıl bağlantıladınız? Bienal için nasıl bir performans olmalı diye düşünürken, konseptini ve ismini “Arınma” olarak belirledim. Bunun iki nedeni var; birincisi kendi dans serüvenim içinde geçirdiğim dönüşüm, ikincisi ise bienal konsepti ve mekanlarının bana verdiği
22
ilham. Günümüzün yaşam koşulları içinde çok yoğun bir bombardıman altında olduğumuzu düşünüyorum. Teknoloji ve iletişimin üstümüzde oluşturduğu baskı, üretim – tüketim döngüsünün dengesizliği, hepimizin verdiği hayatta kalma “savaşı” vs. bir an durup tüm bunlardan “arınma” ihtiyacını getiriyor…
2. Çanakkale Bienali kapsamında, Gabriel Adams’ın, “Media Becomes Us” – “Medyalaşan biz” isimli performansı 24 Eylül akşamı ÇOMÜ Kültür Evi’nde, Amerika’daki Adams’ın atölyesine internet aracılığıyla canlı bağlantı kurularak gerçekleştirildi. Performansın canlı bağlantı aracılığıyla gerçekleştirilmiş olması onu başlı başına alternatif bir proje kılmakla birlikte, Adams’ın aktardığı düşünce hem Bienalin “Kurgusal Gerçekler, Dönüşümler” içerik başlığının hem de tüm zamanların ama özellikle günümüzün yırtıcı medyasının bizi nasıl şekillendirdiğinin etkileyici bir dışavurumu oldu. Salona giren izleyiciler, görüntüsü perdeye aktarılan Adams’ı mutfak masasında New York Times gazetesini sessizce okurken buldular. Manşetleri ve bazı haberleri izleyiciyle paylaşmaya başladığında izleyi-
ciler de Adams’a soru sorarak karşılık verdiler. İlk birkaç sorunun, Adams’ın Türkiye ile ilgili görüşlerini almak yönünde olması, bir yabancıyla karşılaştığımızda sorduğumuz sorularla Türkiye’nin yabancıların gözündeki kabulünü anlama refleksimizin hâlâ sürdüğünün göstergesiydi. Bununla birlikte, izleyicilerin Adams sanki oradaymış gibi hemen diyalog kurması tam da interaktif sanatın işlevini yerine getirmesini sağladı. Çanakkale izleyicisi, bir performansta olması gerektiği gibi katılımıyla performansın parçası oldu. Adams asıl performansını, yani gazeteyi yırtıp parçaları miksere koyarak hamur haline getirme eylemini başlattığında katılım devam etti. Su ekleyerek hamur haline getirdiği yırtık gazete parçaları yavaş yavaş haznede artmaya başladı ve bir süre sonra doldu. Daha sonra Adams gazete hamurunu bir
Bu bienalde performansınızın katkısı / yeri nedir? Genel anlamda bienalde çağdaş dans performansının kendine bu şekilde yer bulması çağdaş dansın giderek daha fazla ilgi gördüğü ve takip edildiği anlamına gelir ki bu bizlerin çabalarının sonuç verdiğinin bir göstergesidir. Kendi performansım anlamında soruyu ele aldığımda ise, süreç bakımından etkileşimli performansların varlığı elbette ki bienalleri çok daha doyurucu kılacaktır. Sizce çağdaş dansın geldiği nokta nedir? Çağdaş dans son derece özverili sanatçılarla çok iyi yerlere taşınma gayretiyle yolunda ilerliyor. Çok iyi işler ortaya çıkmakta ve sergilenmekte. Kendi adıma eksik olan noktanın daha fazla kişiye ulaşmak ve süregelen mekanlardan dışarı çıkıp farklı platformlarda yer bulmak olduğunu düşünüyorum. Bu bienal ve benzeri platformlar bu işlevi çok iyi yerine getiriyorlar. Bu anlamda daha çok sanatçının eserleri daha büyük kitlelere bu yollarla ulaştırılmalı.
23
SIMONE ZAUGG ile SÖYLEŞİ
tabağa koyup ona şekil vermeye başladı. Beyin şekline dönüşen formu bir anda ekranda kafasının önüne yerleştiren Adams performansı bu şekilde bitirdi. Performansın ardından da devam eden sorular karşısında Adams performansı; medyanın, beynimizi, yani nasıl düşüneceğimizi şekillendirdiğini işaret etmek amacıyla gerçekleştirdiğini ifade etti. Ayrıca, medyayı nasıl hazmettiğimiz ya da hazmedip edemediğimiz soruları da görselleştirilerek izleyiciye aktarılan sorular oldu. Oldukça yalın bir dille içinde yaşadığımız bu kurgusal gerçekliğin medya izdüşümünü izlediğimiz performansın en çarpıcı tarafının tam da bu yalınlığı olduğu söylenebilir. Olgunun zaten apaçık ortada olduğu düşünüldüğünde bu kurgunun içinden çıkılamaz gerçekliği sanatsal bir dille fakat özellikle yalınlıkla aktarılmış oldu. Tam da medyaya karşı duruşumuz gibi, izleyiciler olarak apaçık önümüzde beynimizin nasıl şekillendirildiğini izledik ve sözlerimizle karşılık verme ya da eleştirme imkânımız olmasına rağmen yine buna sadece izleyici kalmak durumunda kaldık. İzleyicinin düştüğü bu durum, “Medyalaşan biz” performansının
24
amacına ulaştığının göstergesiydi. Tüm dünyanın ve özellikle de Türkiye’nin içinden geçtiği medya diktatörlüğü ve üstelik bunun bir dikta olduğunun dahi anlaşılamadan doğrudan sözlerimizin, görüşlerimizin bu medya araçlarının diline ve cümlelerine bürünmesi, manipülasyon ya da sosyal mühendislik çağının insanı kilitleyerek özne olmaktan çıkarması bu performansla görsel bir dile aktarıldı. Üstelik tam da televizyonun bu roldeki üstünlüğü düşünüldüğünde, Adams’ın bizzat bulunarak değil de yine bir ekran aracılığıyla, üstelik Türkiye’nin gündemindeki “Amerika’dan yönetiliyoruz” görüşünün de ironik bir izdüşümü olarak bunu Amerika’dan gerçekleştirmiş olması, planlanmamasına rağmen böylesi bir göndermeyi de kapsadı. Her ne kadar Adams bunu planlamamış olsa da çalışmanın İngilizce başlığında “us” yani “biz” İngilizcede aynı zamanda “United States” yani “Birleşik Devletler”in kısaltması şeklinde yorumlanabilmesi düşünüldüğünde bu çalışma farklı boyutlar da kazanabilir. Yani, medyanın dilinin özellikle yüzyılın ortalarından itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nden kurgulanıyor olduğu düşüncesi ya da diğer bir deyişle tüketim kültürünün, sosyal mühendisliğin ve böylece tüm
Funda ORUÇ
dünyaya müthiş bir hükmetme kurgusunun özellikle medya aracılığıyla Amerika Birleşik Devletleri tarafından yürütülmesi belki yine bu çalışmanın bize düşündürdüğü konular. Küreselleşen ya da ‘bir’leşen dünyanın; mekanların, zamanların ve insanların da artık farklılıklarını ortadan kaldırmasının bir aktarımı olarak bu performansın da farklı iki kutup arasında gerçekleşmiş olması ve dahası bütün kutuplar gibi bu iki kutbun da aynı dertten muzdarip oluşu tam da medyanın kurduğu örümcek ağının boyutlarını düşündürmeye bir kez daha aracılık etti. Görünür kılınıyormuş edasıyla televizyonla aktarılan bilgilerin aslında sadece görüntüden ya da imgeden ibaret oluşu; ne olduğunu asla bilemediğimiz gerçeğin yoğrulup istenilen biçime gazetelerdeki yorumlarla getirilmesi ve dahası bir anda bizim de ağzımızdan çıkan cümlelerin kendi görüşlerimiz olmaktan çıkıp belirlenmiş bir kurgunun cümleleri haline gelmesi Bienalin de içerik başlığı gibi bunların bilgi değil sadece ‘kurgusal gerçekler’ olduğunun vurgularıydı. “Medyalaşan biz” performansı işte bu kurgunun alternatif bir dille tekrar değerlendirilmesi gerektiğini hatırlattı.
“Rüzgarda Savrulmak” adlı çalışmanızın hikayesinden bahseder misiniz? İşe öncelikle Çanakkale’nin coğrafyası, tarihi ve şu anki durumu ile bilgi toplayarak başladım. Çanakkale’nin ve çevre yörelerin tarih boyunca bir çok politik ve ekonomik çatışmanın (Truva Savaşı, 1.Dünya Savaşı vb.) içinde bulunmuş olması gerçeği çok ilgimi çekti ve şu an Çanakkale, gelişime açık ve aydın bir şehir. Şehrin ayrıca Çanakkale Boğazı’nın verdiği stratejik değeri de çok önemli. Aynı zamanda, Çanakkale’de doğmuş ve şu an Köln’e göçmüş olan tanınmış yazar ve fotoğrafçı Mehmet Ünal ile ünlü Alman yazar Kurt Tucholsky arasında bulunan bir bağlantı ilgimi çekti. Her ikisi de seyahat, göçebe yaşam tarzı, dış göç, kimlik/kimlikler ve bir ev arayışı/bekleyişi gibi konularla yakından ilgilenmişler. “Rüzgarda Savrulmak” başlığı Bob Dylan’ın bir şarkısından alınan bir cümle. Günümüz politik sorunları ve gemi ile seyahatlerin rüzgara bağımlı olduğu Çanakkale Boğazı’nın coğrafi gerçeği bu başlıktaki anlamı betimliyor ve bir bakıma ona bağlı. Aynı zamanda rüzgarın görünmezliğinden ve rüzgar hayalinden çok hoşlandım. Rüzgarı göremezsiniz. Yalnızca hissedebilirsiniz.
Neden Mehmet Ünal’ın şiirini kullandınız? Mehmet Ünal’ın ilk kitabının/yayınının ismi “İki Yabancı Göz, Bir Kısa Bakış”. Bu Kurt Tucholsky’nin “Büyük Şehirdeki Gözler” şiirinin bir mısrası ve Kurt Tucholsky benim en sevdiğim Alman yazarlardan biri çünkü o politik durum ile ilgili güçlü gözlemler yapar ve eleştirel yazılar yazardı. Eleştirilerini yapıcı, ironik ve mizah yönü güçlü bir şekilde gözler önüne sererdi. Sonuç olarak ben bu enstalasyonda 3 cümle üzerinden odak noktamı belirledim. 1. “İki yabancı göz, bir kısa bakış”: Tuchalsky ve Ünal arasındaki bağ. 2. Seyahat. Seyahat. Gerçekten lezzetli olan toprağa aç ve susamış, sürüklenen, solmuş, küçük tehlikelerin kökleri.(Tucholsky) 3.Heryerde yabancı olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmezsiniz siz.(Ünal) Çalışmanızın nasıl gelişti, ilk planınız neydi, neleri değiştirmek zorunda kaldınız? İlk konseptimde rüzgar kumu hareket ettirmeliydi. 2.Çanakkale Bienali’nin bütün mekanlarını inceledikten sonra eski Er Hamamı’nda bir oda seçtim. Bu mekan ve mekanın atmosferi işimin göçebe yönüne tamamıyla uygundu. Eski ve terkedilmiş bir asker hamamı olan bu mekanın tabiatı gereği politik olan yönü bu mekanın en önemli özelliklerinden biriydi.
25
DENİZHAN ÖZER ve SEYHAN BOZTEPE ile SÖYLEŞİ
Funda ORUÇ
Benim çalışmamdaki en büyük sorun vantilatörler oldu. Vantilatörlerin aslında yere yerleştirilip kumu hareket ettirmesi gerekiyordu ama yalnızca çirkin bir toz bulutu oluşturmaktan başka işe yaramadılar. Bu yüzden Kum ve rüzgar kombinasyonunu iptal etmek durumunda kaldık. Şu anda rüzgar tepeden esiyor ve enstalasyonun görünmez ama atmosferik bir parçası olma görevini üstleniyor. Ben bir kara parçasında yer alan kumu alıp, her ziyaretçinin kafasında yer alan kumun gerçek hareketi konseptine uygun olarak değiştirdim. Ziyarete gelen halk duvarda yer alan yazıları okuyor ve orada bulunan minyatür karlı dağlara göre düşüncelerini şekillendiriyor. Dağlar doğal bir sınır oluşturuyor. Göçebeler ve mülteciler genellikle bu tür bilinmeyen ve pek arkadaşça görünmeyen kara parçalarından geçmek durumunda kalıyorlar. Bu da büyük bir çaba harcamak anlamına geliyor. Türk(Kürt, Ermeni) mültecilerin bu tarz hikayaleri var. Alpler üzerinden gelip İsviçre’ye ulaşmaya çalışırken sert kar fırtınaları ile karşılaşan insanların hikayeleri bunlar. Sonuç olarak, donarak ölen bazı çocukların da içinde yer aldığı hikayeler (“Umut Yolculuğu” Xavier Koller filmi). Enstalasyonumda karlı tepeler ve dağlar arasında geçen yolculuk kesin bir hikayeye sahip değil. Herkes kendi hikayesini yaratabilir ve kendi deneyimleri ya da hatıraları ile bu hikayeyi şekillendirebilir, bu işi onunla ilişkilendirebilir. “Rüzgarda Savrulmak” adlı iş terkedilmiş bir odadan ve açık bir pencereden oluşuyor. 3 cümleyi
26
Çanakkale’de bienal düzenleme fikri nasıl ortaya çıktı, öncesindeki süreçte neler yaşandı, nasıl biraraya geldiniz? simgeleyen şeyler; kara parçası ve vantilatörün hafif rüzgarı. Enstalasyon aynı zamanda Tucholsky ve Ünal’ın buluşabildiği bir mekan, gerçekte asla karşılaşmamış olmalarına rağmen hem de. Bir kısır döngü halinde devam eden tarihi sorgularken bir yandan da kişisel hikayeler ile ilgili sorular soruyor.Bu soruların tek bir cevabı yok. Birden çok cevap var. Ya da Bob Dylan’ın şarkısında dediği gibi, “Cevap, kardeşim, rüzgarda savruluyor” Çanakkale ya da yerel halkla ilgili ilginç bir anınız var mı? Bu çetrefilli durum (tarih, coğrafi durum, politika, kentsel durum, mimari yapı) sanat etkinlikleri ve belirli enstalasyonlar için oldukça ilginç bir mekan oluşturuyor. Yardım eden insanların ve ziyaretçilerin merakından çok hoşlandım. Çünkü yalnızca bakmıyorlardı. Anlamak da istiyorlardı. Ve onlar bana yaşamlarıyla ilgili, Çanakkale ile ilişkileriyle ilgili, yaptığım işi algılama biçimleri ve düşünceleri ile ilgili çok fazla şey anlattılar.
Denizhan Özer: Bundan 5 yıl önce Avrupa Kültür Derneği’nin düzenlediği bir organizasyona katıldık. Bir dizi seminerler ve atölye çalışmalarını içeriyordu. Türkiye’den sanat yönetimiyle ilgili 30 kişi bu organizasyona katıldı. Bu süreç içerisinde ben İngiltere’den gelmiştim, Seyhan da İzmir’den gelmişti, böylelikle tanışmış olduk. Daha sonra Seyhan burada (Çanakkale’de) sergiler, etkinlikler yapalım diye bir fikir ortaya attı. Madem birlikteyiz, bir şeyler yapacağız büyük bir etkinlik olsun dedim. Daha sonra Çanakkale’ye gelip birlikte mekanları gezdik. 2005’te Troia Festivali kapsamında 25 sanatçıyla “Geçmiş Zaman Düşleri” isimli bir sergi düzenledik. Bundan sonra ne yaparız deyince Seyhan, “Uluslararası bir sergi yapalım” dedi. Toplantılar, planlar yapıldı, konsept olarak “Border Line-Sınır Çizgisi”ni seçtik. Hayatımızın her alanındaki sınırları içeren bir sergi olsun istedik. Aslında bu şekilde 1. Çanakkale
Bienali’nin denemesini yapmış olduk. 14 ülkeden 85 sanatçı davet ettik, bienal gibi büyük bir etkinlik oldu. Zaten yapacaklarımızla ilgili 5 yıllık bir planımız vardı, uluslararası denememiz de başarılı olunca bu işi bienale dönüştürmeye karar verdik. Bienal yapacaksak konseptinin de işlevselliği olsun istedik. Belediye Başkanımızın sürekli söylediği bir slogan var “Barış Kültürümüz Olsun”, bu Çanakkale’nin sloganı haline dönüşmüş, savaşla değil barışla anılsın isteniliyor. Biz de barışı insanlara anlatabilmek için bienalin politik bir duruşu olsun istedik ve konsepti “Transparan Illusion/ Şeffaf Yanılsamalar” olarak belirledik. 1. Çanakkale Bienali’ni 55 civarı sanatçı ile düzenledik. Emek yoğun bir bienaldi, eleştirenler de beğenenler de oldu ama genelde olumlu tepkiler geldi ve basında çok yoğun şekilde yer aldı.Hemen 2. Bienalin hazırıklarına başladık. Yurtdışında yaşadığım ve yurtdışı bağlantılarım fazla olduğu için ben daha çok yurtdışı işlerini üstlendim. Seyhan da Çanakkale ve yurt içindeki işler ve ilişkilerle ilgilendi. Bugüne kadar geldik.
27
Bildiğim kadarıyla Seyhan bey Çanakkale’de yaşıyor.
Çanakkale’de bienal yapmanın zorlukları neler?
Seyhan Boztepe: 3 aydır Çanakkale’deyim ben, öncesinde 10 yıl İzmir’de yaşadım. Sergileri yapmaya başladığımız süreçte de İzmir’deydim.
S.B: Çanakkale yaklaşık yüz bin kişinin yaşadığı eğitim düzeyi yüksek bir şehir. Tarihi binaların yoğunluklu olarak olduğu bir şehir. Ancak burası çok fazla insanların bildiği bir şehir değil, çünkü burada insanlar kalmamış, burayı geçiş alanı olarak kullanmışlar. Çanakkale küçük bir kent, çağdaş sanat büyük kitlelere ulaşamıyor. İstanbul’da da, diğer yurt dışı bienallerinde de bu sorunlar yaşandı. Bunu da bu bienalde şöyle aştık; gençlere ulaştık, bunu çok yükseklerde, kimsenin ulaşamayacağı bir şey olmaktan çıkarıp, herkesin izleyebileceği, halkla buluşabilen, insanların gezip, dolaşıp, kendilerine katabilecekleri bir şeyleri bulacakları bir etkinlik olarak tasarladık. Çanakkale ve İstanbul’da basın toplantısı, tv ve radyo programları yaparak insanları hazırladık. “Bienal nedir?” sorusunu kendi kendilerine sormaya başladılar ve burada belli bir eğitim düzeyi de olduğu için, şimdi ciddi anlamda halka nüfuz eden, halkı kendisine doğru çeken, halkın merakını uyandıran bir şey haline dönüştürdük bunu. İkincisi, Çanakkale Belediyesi dışında bir destek yoktu kaynak olarak. Ortak çalışma, fedakarlık yapma, maddi olmasa da hem sanatçıların, hem sanat piyasasındaki bazı galerilerin bu işe sıcak bakmasıyla, gönüllülük esasına dayalı bir ruh yakaladık ve o bizim para dışındaki ikinci finansmanımızı oluşturdu.
İkiniz de Çanakkale dışında yaşıyorsanız neden bienal düzenlemek için Çanakkale’yi seçtiniz, İzmir olabilirdi mesela? D.Ö: Benim iki çocuğum var burada, Seyhan’ın da çocuğu var. Bir anlamda bu etkinlikleri Çanakkale’de yapmamız çocuklarımızın burada yaşamasından kaynaklandı. Çocuklarımız burada okuyor, yetişiyor, bu şehre bir katkımız olsun istedik. S.B: Zaten o seminerlerden sonra Denizhan’ı aramamın gerekçelerinden biri Çanakkale’ye geliyor gidiyor olmasıydı. Çanakkale Belediyesi’nden Troia Festivali kapsamında sergi düzenlemem için teklif geldiğinde ilk aklıma gelen kişi Denizhan oldu. Sonra İstanbul’da görüşüp konuştuk ve Çanakkale’yi buluşma noktamız yaptık. Bir de Çanakkale böyle bir etkinlik için elverişli bir yer. Binlerce yıllık bir kültür birikimi var, bunun üzerine birşeyler koymak gereki- yordu. Belediye’de bize tam destek verdi bu süreçte. D.Ö: Belediye başkanının sanata ve sanatçılara bakışı da çok önemli bu arada. Bir konuşmasında “gerektiğinde siz beni de eleştirebilirsiniz, çünkü siz sanatçısınız”dedi. Sanatın, sanatçının özgürlüğünü bu kadar net bir şekilde vurgulayınca biz de kendimizi tutamadık. Yer Çanakkale, binlerce yıllık kültürü üzerinde taşımış bir şehir, çocuklarımız burada, güç birliği yapabiliyoruz...
Mustafa HORASAN
28
D.Ö: Bence, bizim 3 ana sorunumuz var. Benim en çok zorluğunu çektiğim sorun mantalite farklılığı. Mesela Avrupa’da bir bienal yapılırken her şey 2 yıl öncesinden ayarlanır, biz her ne kadar Seyhan ile bunu iki yıl öncesinden düşünmeye başlasak da diğer faktörler nedeniyle herşeyi son dakikaya bırakma mantığı ile hareket ediyoruz, yani her şey burada “last minute”,
Caner KARAKAŞ
son dakika, her şey böyle işliyor. Bu sefer, yurt dışındaki insanları ikna etmek çok zor oluyor. İkinci bir şey, çağdaş sanat konusunda çok radikal bir takım eserleri henüz sergileyemiyoruz, ama bunun zaman içerisinde anlaşılacağını düşünüyorum. Bir başka sorun ise maddi desteğin azlığı. Ancak maddi yetersizlikler dünyada unutulmuş dayanışma kültürünü yeniden canlandırdı. Ne oluyor, para az, o zaman emek yoğun çalışıyoruz, emek yoğun çalışırken başta en yakınlarımızdan ya da bu çevrede bu işi sahiplenmek isteyen insanlardan destek alıyoruz. Tabii ki hem bu destekle birlikte, biraz da para olsa ve biraz da önceden başlasak, hedeflerimizin belki daha ilerisine gideceğiz, çok daha iyi olacak. Bu yılki bienalin konseptini belirlerken aklınızdaki şey neydi? D.Ö: Konsepti belirlerken 5 yıllık planımız çerçevesinde, Çanakkale bir dünya bienali, dünya sorunlarına biraz el atan bir şey olsun dedik. Daha önceki bienal konseptimiz “Şeffaf Yanılsamalar”dı, bu da onun devamı niteliğinde olsun istedik, o yüzden “Kurgusal Gerçekler”i denedik. Bir baktık ki çevremizde savaşlar var, şiddet var, tecavüz var, ekonomik kriz var, göç var bir sürü sorun var. Medya tehdidi var, her şey var. Aslında bunların hepsi bir kurgu çerçevesinde hayatımızı belirliyor, şekillendiriyor. Burada politik bir durum var. Madem böyle bir politik durum var, o zaman biz sanatçıların böyle bir konseptle karşılarına çıkalım, bakalım, sanatçılar bu konuda nasıl bir dönüşüm
Ceren SELMANPAKOĞLU
öneriyorlar bize ya da sanatçılar nasıl bir eleştiri getiriyorlar, ne türde eserler üretiyorlar ve karşımıza çıkıyorlar, bunu görelim dedik. Zaman zaman çok politik ya da çok ağır işler olabilir denildi, baktık ki sanatçılar da aşağı yukarı bizimle aynı düşünüyor, mesela orta kuşak sanatçılar daha dünya savaşlarını, şiddeti vs.yi konu alan konular seçtiler. Gençler bugünün, medya vs. gibi kendilerine yakın konulara değindiler. S.B: Kurgusal gerçekler evrensel bir durum, yani dünyanın her yerinde yaşanan bir durum bu. Kurgulanmış gerçekler üzerinden toplumsal hareketler gerçekleşiyor, gücü elinde tutan merkezlerin sana işaret ettiği, kurguladığı gerçekleri sen yaşıyorsun. Ve tabi yaşadığın bu durum senin üzerinde bir dönüşüme yol açıyor, hem toplumsal, hem bireysel olarak seni dönüştürüyor. Kentleri dönüştürüyor, dünyayı dönüştürüyor, insanları dönüştürüyor, toplumları dönüştürüyor. Çanakkale birçok sorununu halletmiş olmasaydı belki de daha lokal, daha acil bir sorun üzerine de eğilinebilirdi ama Çanakkale’nin durumu gereği ve hem dünyanın her yerinden gelebilecek insanların geçtiği böyle bir su yolu üzerinde hem de İstanbul’un başucunda kurulu bir kent olması dolayısı ile dünya sorunlarını konuşması kaçınımazdı. D.Ö: Tabi bir de bunu düşünürken en önemli çıkış noktalarımızdan bir tanesi şuydu: “Biz bu bienali yaparken, Çanakkale’yi bir taşra kenti olarak mı düşüneceğiz, yoksa Çanakkale hakikaten dünya sorunlarına kafa yoran, gerçekten batılı, hayata farklı bir şekilde bakan, biraz gelişmiş bir şehir olarak mı düşüneceğiz?”
İbrahim KOÇ
29
S.B: Mesela, “Geçmiş Zaman Düşleri” kente yönelik bir şeydi, kentin değerlerini ortaya çıkaran, kentin şu ana kadar yaptığı birikimleri sorgulayan bir sergiydi. Bu olaylar, Çanakkale hakkında bir tespitti. Dedik ki burası bir sınır noktası. Yani batıda mı doğuda mı nerede bu kent? Bunu sorguladık “Border Line” ile. “Şeffaf Yanılsamalar”da dedik ki “Evet, Çanakkale’nin yönü batıya doğrudur ve bu ruhla hareket eden bir kenttir, şu an’a kadar yaşadığı, doğu mantalitesi ile de yaşadığı şey aslında batılı gözüyle yaşanmış ya da batılı yaşam biçimiyle yaşanmış şeylerdir.” Kurgusal Gerçekler, Dönüşümler” başlığı altında dijitaldeforme olmuş görüntüler, ses enstalasyonları gibi teknoloji ve bilgi çağını yansıtan işlerin ağırlıkta olacağını düşünmüştüm. Ancak diğer bienallerde olmadığı kadar çok resim çalışması vardı. Bunun sebebi nedir? D.Ö: Birincisi dünyada resme geri dönüş var, bu trendi yakalamak istedik. İkincisi senin bahsettiğin mantıkta işlere de ulaştık ama bazılarını teknik olarak kuracak durumumuz yoktu.
Mesela 7 ekranlı bir video-enstalasyon da kurabilirdik ama onun için teknik ekip ve senkron sorununu çözecek ekipman gerekliydi. İşte onun için az önce bahsettiğimiz gibi sorunlardan biri de para. Sadece gönüllülük yetmiyor. S.B: Kurgu derken senin anladığın anlamda bir kurgu söz konusu değildi zaten. Akıl ortaklığıyla oluşmuş bir kurgudan bahsediyoruz, manipülasyon öncesi bir plan. Bir bakıma paranoya üzerine kurulmuş bir bienal konsepti bu. Yani birilerinin bir gerçek algısı yaratıp insanları bu gerçeğe inandırdığı üzerine. Bunu anlatabilmek için sanatçının herhangi bir malzemeyi kullanıyor olması yeterli. Öyle teknolojik bir malzeme ihtiyacı yok. Birilerinin olaylar üzerinde karar verdiği, toplumsal gidişin belli noktalara kanalize edildiği bir kurgudan bahsediyoruz. Burada 2 sergi ve 2 bienal tecrübesi yaşadınız, bu birikiminizle karşılaştığınız sorunları aşmak için 3. Bienalde neler yapmayı planlıyorsunuz? S.B: Şimdi biz yeni bir oluşuma gidiyoruz. Ben bu bienalin direktörüyüm aynı zamanda. Bienal direktörlüğünü bu yeni oluşumu oluşturabilmek için üstlendim. Artık burada yaşıyorum ve bu bienalin bizden sonra devam edebilmesi, bayrağı teslim edebilmemiz için, kurumsal yapıya kavuşması gerekiyor. Özellikle Çanakkale’de yaşayıp çalışan ve Denizhan gibi uluslararası dolaşımda insanların oluşturduğu bir yönetim kuruluyla dernek-vakıf türü bir yapı bienali yürütmek konusunda görevli olacak. Bu STK yurtdışına projeler yazacak, uluslararası sanat ve kültür destekçileri ile işbirliği yapacak, aynı zamanda yereldeki destekçilerini tesbit edip kaynağını ve mekanlarını oluşturacak. Bu kaynak ve mekanlar üzerinden 3. bienalin alt yapısı hazırlanmış olacak. Bienalin kavramsal çerçevesi ilk altı ayda belirledikten sonra artık uygulamayla, eserlerin gelmesiyle ilgili teknik konular 1 yıl öncesinden çözümlenecek. Bu STK gönüllü inanların kayıt yaptırması, küratörlerin, direktörlerin, yönetim kurulunun değişmesiyle daha sonraki bienallerin de sorunsuz bir şekilde uygulanmasını ve sürekliliğini sağlayacak. O zaman bu Çanakkale’ye hibe edilmiş bir proje / üretim olacak diyebilir miyiz? S.B: Yani kendi ayakları üzerinde durması için yapmamız gereken son şey buydu ve kendi ayakları üzerinde durduğunda bizim de burada işimiz bitmiş olacak.
Yeşim ŞAHİN
30
D.Ö: Zaten benim kurduğum Koridoor’un da misyonu buydu. Birşey yaratmak, kendi ayakları üzerinde duracak hale getirmek ondan sonra çekilmek. Son yıllarda Türkiye’de birçok kentte bienal düzenlenmeye başladı. Sinop, Mardin, İzmir, Antakya, Çanakkale... Bir anda böyle bir bienal furyasının başlama sebebi nedir sizce? S.B: Bu kentleri söylerken çok dikkatli olmak lazım, hatta bazıları için var mı acaba diye de tartışmak lazım. İçlerinde samimi olanlar varsa onlar üzerinden gitmek lazım. Sinop, Mardin ve Antakya’da yapılacak olanlar bizim için çok önemli. Hadi bienal yapalım deyipde bir yerde bienal yapılıyorsa başarıya ulaşma şansı çok az. Ama burada yaşanan durum gibi belli bir süreç ve birikimi yaşadıktan sonra kent hazır olduğunda bienal yapıyorsan şansı daha yüksektir. Kentin bienal için uygun bir kent olup olmadığı da çok önemli. Tarihsel dokusu, sosyal yapının bu işe katkısı, halkın etkileşime açık olup olmaması gibi... Dışarıdan gelip bir yerde bienal yapabilirsin, ondan sonra da geri dönersin. Ama sonrasında o kentle nasıl bir ilişkiye girer bienal, o kent onu kabul eder mi, yoksa ten uyuşmazlığı mı olur? Onu bilemiyoruz. D.Ö: Özellikle 80 darbesi sonrasında Özal hükümetiyle birlikte Türkiye’ye liberal ekonomi sistemi geldi. Liberal ekonomiyle kapitalist sistem iyice yerleşti. Kapitalist sistem içinde doğal olarak finans kapitali merkezini İstanbul’a kaydırdı. Her ne kadar Türkiye’nin politik başkenti Ankara olarak gösterilse de para ve güç İstanbul’a gidince herşey İstanbul’a kaydı, sanat da buna dahil. İstanbul’da bir bienal yapıldı ve herşey İstanbul’da dönmeye başladı. Durum böyle olunca Anadolu’daki diğer kentler geri kaldı. Bir anlamda İstanbul’a tepki olarak belki bienal fikrini ortaya attılar, bu bir. İkincisi, devletin eskiden sanata desteği vardı, bu destek bitince şehirler kendi başlarına kaldılar. Uzun bir süre, yani 80 sonrasındaki 30 yıllık bir süreç boyunca kentler pek birşey yapamadılar, lokal değerleriyle uğraştılar. Fakat öyle bir noktaya gelindi ki kendi gerçeklerini görerek, kendi içlerindeki gücün farkına vararak bu işe yöneldiler. S.B: Alt yapıyı tamamlayınca üst yapıya geçme ihtiyacı duydular. D.Ö: Bu da bienallerin tetiklenmesini sağladı. Üçüncüsü, bienallerin kent kimliğine verdiği katkının farkına vardılar. Şu an için Türkiye’de 3 bienal var diyebiliriz; İstanbul, Sinop, Çanakkale. Diğerleri bana göre bienal adayları. Olup olmayacağını bilmiyoruz. Mesela Mardin yaptı, olacak mı olmayacak mı henüz bilmiyoruz. Umarım olur, devam eder, bu bizim hoşumuza gider, o da ayrı bir konu.
Alina GAVRIELATOS
31
BİENALE GÖNÜL VERENLER
Bana anlatırsanız unuturum, Bana gösterirseniz hatırlarım, Beni dahil ederseniz, anlarım…
Bu bienalde genç arkadaşlarımın aktif görev almalarıyla, bienalin genç, dinamik, akılcı, sorgulayan bir yapıya büründüğünü düşünüyorum. Bienal tarihine 3 ay kala internet ortamını etkin bir şekilde kullandık, görev almak isteyen üniversiteli arkadaşlarımızın çokluğu bizler adına gelecek için mutluluk vericiydi. Güzel sanatlarda okuyan birçok arkadaşımızın gönüllü olarak çalışmasının yanısıra; matematik, tıp, kimya, arkeoloji, sosyoloji gibi farklı bölümlerde okuyan arkdaşlarımızın bienale katılımı da ülkemizdeki sanatın geleceği adına umut verici bir durumdu. Önemli olan bu arkadaşlarımın elinden birilerinin tutması, kaldırması. Gençler çalışıyor, okuyor, sorguluyor... Laf kalabalığına gerek yok, içlerindeki cevheri çıkarmak önemli, görev vermek önemli, yeteneklerin ortaya çıkarılabilmesi önemli. Böylelikle ülke refaha erecektir, kimsenin kuşkusu olmasın. Sözlerimi sonlardırmadan, öncelikle bu deneyimi yaşamamıza vesile olan küratörlerimiz Seyhan BOZTEPE ve Denizhan ÖZER’e, hemen ardından her an yanımızda olan çok değerli sanatçılarımıza ve ekip arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum.
Marmara Üniversitesi, İngilizce Mütercim – Tercümanlık Bölümü’nden bu sene mezun oldum. 2. Uluslararası Çanakkale Çağdaş Sanat Bienali’ne katılma amacım öncelikle Çanakkaleli olmam, Çanakkale aşığı olmam ve bu şehir için yapılan iyi işlere bir katkı sağlamak istememdi. Bienalin uluslararası olduğunu öğrendiğim zaman, gelen sanatçıların bu şehri iyi tanıması, Türk misafirperverliğini hissetmesi ve yüzlerinde gülümseme ile buradan ayrılıp, Çanakkale’nin emin adımlarla bir dünya şehri haline geldiğini anlaması adına, İngilizcemin de yardımı ile bir şeyler yapabileceğimi düşündüm. Tamamen gönüllülük esasına dayanan bu proje bana, emek vermenin, işbirliği içinde çalışmanın ve iyi dostluk ilişkilerinin, hem insanların hem de toplumun yaşayışı adına ne kadar büyük mesafeler kaydettirebileceğini bir kez daha öğretti. Aynı zamanda 2. Çanakkale Bienali çok güzel arkadaşlıklar kurmamı, keyifli ortamlarda güzel sohbetler yapmamı ve birden çok bakış açısının her zaman insanın ufkunu açtığını öğretti. Bu projede yer aldıktan sonra, hayatıma nasıl yön vereceğime de karar verdim, kısacası 2. Uluslararası Çanakkale Çağdaş Sanat Bienali’nin hayatımdaki önemi benim için çok büyük. Benim için bu etkinliği keyifli hale getiren ve geleceğimle ilgili kararlarımda büyük pay sahibi olan Denizhan Özer, Seyhan Boztepe ve Ceren Selmanpakoğlu’na ve yaptığımız her işi beraberolduğumuz için eğlenceli hale getiren, güzel anlar paylaştığım bütün gönüllü arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Bu üç kısa cümle içinde bulunduğumuz çağdaş sanat buluşmasının amacını kısaca özetliyor aslında... Keşke bu kaliteli buluşmaları daha sık yapabilsek… Eserlerin izleyiciyle buluşacağı mekanların hazırlanmasından, hepsi birbirinden değerli ellerden çıkan çalışmaların sağ salim yerine ulaştırılmasına kadar geçen süreçte aktif görev almış olmak inanılmaz bir deneyim kattı hayatıma. Neresinden başlamak gerek kazanımlarımı ifade etmek için bilemiyorum. Birbirinden yetenekli sanatçılarla yaptığım tadına doyamadığım sohbetleri mi söylesem, düşüncelerinin ince ürünleri olan eserlerinin şehrimize yaptığı büyüyü mü anlatsam, gecesini gündüzüne katarak çalışan güler yüzlü ekibimizin eğlenceli anılarından mı bahsetsem, sanata yabancılaştırılmaya çalışılan toplumumuzun bu tuzaklara karşı ne kadar dik durabildiğinden çıkarttığım derslere mi değinsem, bilemiyorum.
2. Çanakkale Çağdaş Sanat Bienali, Çanakkale'nin bana kazandırdığı en güzel organizasyonlarından biri. Hem bana, hem diğer öğrencilerine ve de halkına farklı yorumlar, farklı görüşler ortaya koyma ve çağdaş sanatı yakından tanıma fırsatı verdi. Çağdaş sanata ve sanatçılarına verdiği önemi bir kez daha göstermiş oldu. Farklı ülkelerden sanatçılarla tanışmak, sohbet etmek, çalışmalarını izlemek bile gurur veren bir duygu. Çünkü o kadar şanslıyız ki dünyanın tanıdığı sanatçılarla birlikte hareket ettik. Evet belki uykusuz kaldık, yorulduk ama böyle bir organizasyonda hiçbir beklentimiz olmadan büyük bir gayretle çalıştık. Halkımızın çağdaş sanata olan ilgi ve merakını takdir ettik ve çalışmalara kattıkları birçok farklı yorumlarla karşılaştık. Bu da insanların sanata ne kadar duyarlı olduğunu bizlere göstermiş oldu. Berat ATAKMAN / ÇOMÜ GSF Grafik Öğrencisi, Gönüllü GÖNÜLLÜLER: Adem Yavuz BAĞ, Ayşe KOYUNCU, Ayşegül BÜLBÜLOĞLU, Ayşegül Esin DEMİR, Başak KÖSE, Begüm AYDIN, Berat
Çanakkale tarihiyle, yaşayan güzel insanlarıyla, coğrafi dokusuyla hep farkını ortaya koyan bir şehir olmuştur. Şimdi de uluslararası sanat buluşmasında yaptığı başarılı ev sahipliğiyle bu farkı tüm dünyanın sanat gözünü üzerine çekerek tekrar hatırlattı. Bir Çanakkaleli ve sanat eğitimi alan ressam adayı olarak şehrimle ve parçası olduğum bu organizasyonla gurur duydum.
ATAKMAN, Beyhan KESKİN, Betül KANAT, Büşra KIRDAGEZEN, Cüneyt YAĞCI, Çağatay DEMİRTAŞ, Deniz GÜNDÜZ, Derya Deniz MUHSİNOĞLU, Didem SÜTHAN, Dilan GEMALMAZ, Döndü DOĞAN, Duygu ŞİMŞEK, Duygu ÜNAL, Duygu YILDIZ, Ebru GÜÇLÜ, Eda SEMERCİOĞLU, Ela TAVLI, Emre ÖZENER, Eray ÇALIŞIR, Eray ULUDOĞAN, Eray UYSUN, Eren UYSAL, Esin OK, Gönül OKUMUŞ, Gülşah ÇETİN, Handan KET, Hasan GÜLBAY, İsmail DÖNMEZ, Kaan ÜNER, Kadriye UYSAL, Mecnun
Emeği geçen herkesin eline sağlık... Denizhan ve Seyhan Hocama ayrıca teşekkürler. Bir dahaki bienalde buluşmak üzere...
BOZDAĞ, Meriç KURGUN, Merve ŞEN, Mert DAĞHAN, Nurhayat YALÇIN, Nurten KÖROĞLU, Oğuz BALCI, Olgu BABAT, Öznur CENGİZ, Pınar CUMALI, Sebahattin TORBALI, Şahika YAR, Tuğba TÜTÜNCÜ, Tuğba YAKULİ, Umut Şükran
Hasan GÜLBAY ÇOMÜ GSF Resim Öğrencisi, Bienal Sekretaryası
32
Begüm AYDIN Gönüllü
Esin OK ÇOMÜ GSF Resim Öğrencisi, Gönüllü
AYDIN, Yasemin SAADET, Yıldırım İNCE, Yıldırım ŞAHİNER, Zeynep Ceren KÖSE.
33
ÇOCUK ATÖLYESİ ÇOCUK ATÖLYELERİ VE ETKİNLİK PROGRAMI Mekan: Yazar ve Sanatçı Evi İsmetpaşa Mah. Hasan Mevsuf Sok.No:39
SEVİNÇ ÇİFTÇİ
DRAMA İLE RESİM ATÖLYESİ Ressam & Drama Lideri
“Herkes Resim Başına” Çocuklar ve gençler ile tuval üzerine resim uygulamaları. Eğitmen : Tina McCallan Tarih : 22-23 Eylül 2010 Saat : 11:00-19:00 “Drama ile Resim Atölyesi” Çocuklar ve gençler ile drama ile resim uygulamaları. Eğitmen : Sevinç Çiftçi Tarih : 23 Eylül 2010 Saat : 14:00-16:00 “Yakın Resimler” Çocuklar ve gençlerle resim uygulamaları Eğitmen : Göksun YENER Tarih : 28 Eylül 2010 Saat : 14:00-16:00 “Konuşan Renkler” Çocuklar ve gençler ile kağıt üzerine resim uygulamaları. Eğitmen : Tuncay TOPÇU Tarih : 30 Eylül 2010 Saat : 14:00-16:00
Mekan: Çömlekkale Atölyesi Aynalı Çarşı No:18 “Çocukça Seramikler” Normal gelişim gösteren ve farklı gelişim gösteren (otistik, zihin engelli, down sendromlu...) çocukların ve gençlerin katılabileceği çömlekçi çarkında kil şekillendirme. Eğitmen : Ergün ARDA Tarih : 01-02 Ekim 2010 Saat : 14:00-16:00
2. Çanakkale Bienali “Çocuk Atölyesi Etkinlikleri” kapsamında 23 Ekim’de yapılan, oyun ve yaratımın bir arada gerçekleştiği bu çalışmada eğlenceli, üretken bir zamanı paylaştık. Isınma aşamasında dikkat ve duygu egzersizleri yaptıktan sonra asıl çalışmada çocuklar kendi bedenlerinden yola çıkarak resimler yaptılar. Bu resimlere kendi öz yaşamlarından detaylar eklendi. Yaptıkları resimlerden ortak bir öykü kurgulandı. Çocuklardan iki ayrı grup oluşturuldu ve bu gruplar ortaya çıkan öyküyü doğaçlama olarak canlandırdılar. Ortak Öyküden Bir Kesit “Bir gün bir ülkede kocaman mavi bir canavar varmış. Küçücük insanlar onu çok seviyorlarmış. Ama canavar onları sevmiyormuş. Canavar bir kitap bulmuş. Kitabın adını internetten indirmiş. Kitabın adı “Kehanetler”miş. Okumaya başlamış, boşver futbol oynayalım demiş. Ormana gitmiş çiçeklere böceklere bakmış, televizyon izlemiş. Kitabın içinden at çıkmış, adı “Pegi”ymiş. Bir kız görmüş, Facebook’a girmişler sevgili olmuşlar. Sonra çocukları olmuş, playstation yiyormuş...”
25 Ekim’de Atölye Programları kapsamında Mavitay üyesi 17 çocukla 2. Çanakkale Bienali gezildi. Ressam ve Drama Lideri Sevinç Çiftçi, Mavitay Yöneticisi Erdinç Alnıak, Bienal Küratörleri Seyhan Boztepe ve Denizhan Özer rehberliğinde gerçekleştirilen gezi sırasında çocuklarla çağdaş sanat üzerine konuşuldu. Katılımcı çocuklardan gezi boyunca bienalin ne olduğu sorusuna cevap bulmaları istenildi. Bunu yaparken herhangi bir ön bilgi verilmedi. Bienal’deki işler yorumlandı/tartışıldı ve çeşitli drama çalışmaları yapıldı. Sergi sonunda Mavitay’da çocukların bienal izlenimlerinden yola çıkarak resim ve afiş çalışmaları gerçekleştirildi.
MAVİTAY ÇOCUKLARIN KÜLTÜR EVİ 2. ÇANAKKALE BİENALİ PROGRAMLARI 1. Çocuklar ile 2.Çanakkale Bienali ziyaretleri. Tarih: 25 Eylül 2010 2. Çocuklar ile güncel sanat kavrayışları ve uygulamaları içerikli atölye çalışmaları. Tarih: 02-03 Ekim 2010
34
35