Görüntülü Gezintiler
Yaman Yaşınel / Ebru Özmeriç
BOZCAADA KÖYÜ OLMAYAN TEK İLçE
Figen ve Bülentin Deniz Evinde “Boklu Sardalya” ve rakı aleminin yorgunluğunu daha tam üzerimizden atamadan ertesi sabah erkenden Bozcaada‘ya gitmek icin yola çıktık. Ebru‘nun iskele şuracıkta sözüne uyarak taksi çağırmadan yayan gitmeye karar verdik. 6-7 kere tekrarlanan az kaldı nerdeyse geldik sözlerine sonunda isyan ederek bir vasıtaya binmeye çalıştım. Ama ne gezer, görünürde bir at arabası bile yoktu. Zar zor durdurabildigimiz bir minibüsün şöförü nereye gideceğimizi duyunca bizi 100-200 metre sonra arabadan indirdi. Neyse oflaya puflaya Feribot iskelesine geldik. Vapuru beklerken bir çay bahçesinde kahvaltı edip sabah kahvemizi içtik. Daha sonra vapura binip ver elini Bozcaada dedik. Yaklaşık 40 dakika sonra adanın önlerine geldik. Türkiye‘nin 3. büyük adası, Çanakkale ilinin bir ilçesi olan Bozcaada‘nın enteresan bir özelliği ise, Türkiye‘de köyü olmayan tek ilçe olmasıymış. Feribot adaya yanaştıkça büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Görünürde kale ve çorak bir tepeden başka bir şey yoktu. Hatta geldiğimiz feribottan inmeden dönmek istemedim desem yalan olur. Ama gezi dönüşü ada hakkındaki fikrim olumlu yönde değişti.
Bozcaada bugüne kadar gördüğüm adalar arasında en karakterli ve özgün olanı. Ana kıtalara meydan okuyarak denizin ortasında tek başına ayakta duran adalara, kopuk ve zor koşullarına rağmen yaz kış adalarını terk etmeyen adalılara saygısı sonsuz, tam bir ada düşkünüyümdür zaten. Fırsat buldukça yeni bir adaya kaçıp, telaşsız ada zamanına geçmek, adanın özgür ruhundan bir parmak bal çalmak ve de adalıların kalender yüreğine dokunmak en huzur verici ferahlatıcı deneyimdir benim için. Bozcaada doğası, insanları ve ruhu ile tam anlamıyla büyüledi beni. Şimdiye kadar gördüğüm yunan, italyan, ispanyol ve türk adaları arasında, en orjinal ve en karakterli olanı şüphesiz Bozcaada oldu.
Ada gezintimizin ilk durağı çocuk parkının karşısındaki, kırmızı kesme taştan yapılmış, inşa tarihi kesin bilinmemekle birlikte, 1700 yıllarında yapıldığı tahmin edilen Alaybey camisi oldu. Caminin avlusunda 14 mezar bulunan ufak bir mezarlık var. Bunlardan biri Osmanlı’da sadrazamlık yapmış olan Halil Hamit Paşa’ya ait. Cami avlusuna yuvarlak kemerli bir kapıdan giriliyor. Bu kapının üzerinde, önünde ve arkasında dikdörtgen birer kitabe bulunuyor ama yazıları okunamayacak derecede silinmiş. Arkadaki kitabe 1903 (1321) tarihli olup, caminin bu tarihte onarıldığını veya yenilendiğini gösteriyor.
Kanaatimce Bozcaada’yı Bozcaada yapan kesinlikle hala kendinden ödün vermemiş olan evleri ve sokak-ları. Sokak aralarında pek çok yıkık
dökük ev olmasına rağmen restore edilmiş evleri görünce insan bayağı seviniyor. Hala ilk halleri ile ayakta duran evler ise en güzelleri, renga-.
renk camları, parmaklıkları ve ihti-şamlı tahta kapıları ile tam bir göze hitap eden renk oyunu
Terk edilmiş bir evin kapısının önünde çıkmış bir incir ağacı, bu ocağa incir ağacının dikildiğini mi simgeliyor acaba? Kapı numarası hala yerinde, 29 ve dimdik ayakta. Yanında hem terk edilmiş hem de yarı yıkılmış evin kapısı yan yatmış ve kapı No’su 69. Aklımız karışıyor, acaba bu evde neler yaşandı. Yasak aşklar ve güncel konu aldatmalar bu evde, sadakat karşı komşuda mıydı? Ada’nın yerlileri ve sakinleri inanılmaz sahip çıkmışlar özgünlüğüne ve doğasına. Gözü bozan tek bir bina, kuralına uymayan tek bir yapılaşma yok adada. Merkezdeki Rum ve Türk mahallerindeki taş ve ahşap evler sıkı sıkıya korunuyor, ancak orjinal mima-risine uygun restore izni alınabiliyor, kaçak yapılaşma veya proje değişikliği ağır cezalar ile denetleniyor. Adanın geriye kalanında ise bağ ve çiftlik evleri tek katlı 80 metrekare alan ile sınırlı. Kaç dönüm araziniz olursa olsun ancak 80 metrekare hakkınız. Boz, safran, kahve renkli taşlardan bağların arasında kaybolmuş, hepsi doğa ile uyumlu rüya gibi evler çıkıyor karşınıza. Ranta kurban gitmiş Bodrum ve Alaçatı’yı düşündükçe içim sızladı. Keşke her yer Bozcaada gibi ilkeli olabilse …
Çınaraltı kahvesi İskele’den adanın meydanına doğru ilerlediğimizde kocaman bir çınar ağacı bizi karşıladı. Güneşli bir Bozcaada zamanı, canınız güzel bir türk kahvesi içip serin serin oturmak isterse mutlaka buraya gelin derim. Keyifli bir kahve molası için gerçekten birebir Çınaraltı Cafe. Kahveyi özel kılan, içine katılan damla sakızı ve yanında getirilen acıbadem likörü ile çikolatalı kurabiyesi. Kahvenin köpüğü sakızdan kaymak gibi oluyor, sanki bütün fincan sırf köpük! İç iç bitmiyor. Damla sakızlı kahvenin içilmesi ardından, ağız içerisinde bıraktığı hafif acıyı alması için acıbadem likörü doğru bir tercih. Eğer acıktıysanız ve canınız değişik bir şeyler çekiyorsa buranın kaşarlı veya kıymalı çiğbörekleri olsun, gözlemeleri olsun, patlıcanlı börekleri olsun hepsi birer kıymet, hepsi birer doğa harikası.
Bu adanın asıl sahipleri kediler, bunu fark etmemek imkansız. Dolaşıp duruyorlar sokaklarda, mutlu mutlu, sarhoş sarhoş… Şarap fabrikaları var Bozcaada’da. Sokaklar şarap kokuyor. Kediler susayınca su yerine şarap içiyor sanki. Biraz şehla bakmaları o yüzden, hafif sallanarak yürümeleri de… Çok sevdim ben bu sarhoş kediler adası’nı …
Belki de hayatınızda seyredebileceğiniz en büyüleyici günbatımları adanın batı ucunda bekliyor sizi. Önünüzde uçsuz bucaksız Ege Denizi, yanınızda ihtişamlı duruşlarıyla rüzgar gülleri ve terk-edilmiş bir deniz feneri. Burnunuzda yabani kekik kokuları ve yüzünüzü okşayan vazgeçilmez ada rüzgarı … Gündüze son noktayı koymak için Batı Burnu’nu ziyaret etmek bir gelenek haline gelmiş adada. Kimisi yanında bir piknik sepetiyle kimisi sadece bir ada şarabıyla yerini alıyor gün batımına doğru. Tüm gün tek başlarına dönen rüzgar güllerinin etrafı heyecanlı bir kalabalıkla doluveriyor bir anda. Güneşin batmasıyla ayrı bir güzelliğe bürünüyor burun. Etrafta herhangi bir yerleşimin, dolayısıyla yapay ışığın olmaması, yıldızları çok net seçebileceğiniz karanlık bir ortam sağlıyor. Gökyüzünde belki de daha önce görmediğiniz kadar çok yıldız, dev kanatlarıyla ama neredeyse fısıltıyla dönen rüzgar gülleri ve sadece deniz fenerinin yanıp sönen ışığı ortamın büyüsünü arttırıyor. Yaz dönemi boyunca hergün günbatımı saatine doğru merkezden kalkan minübüsler tüm adayı dolaştırdıktan sonra burada güneş batana kadar mola veriyor. Kendi aracı olmayanlar bu fırsatı kaçırmamalı !
Hep zamana yenik düştük, esiri olduk anlamsız koşuşturmaların. Sonunda birbirimizi tanıdık, geçen zamanı unutmadan geleceğe kollarımızı açtık. Mutluluk anlatılmaz, sevdiğinle birlikte yaşanır.