ISTANBUL

Page 1

Görüntülü Gezintiler

İ K İ K I TA B İ R Ş E H İ R FOTOĞRAFLAR YAMAN YAŞINEL



İstanbul ışık ışık İstanbul rüzgar rüzgar sevdiğim kah bir lodos, denizlerden esen ılık mı ılık kah ustura gibi deli bir poyraz bırak saçlarını rüzgarlarına İstanbul‘un bu şehirde aşksız ve rüzgarsız yaşanmaz İstanbul bulut bulut sevdiğim kimi beyaz mı beyaz ince, tül gibi kimi katran misali kara bulutları da insanlarına benzer İstanbul‘un inanma sevdiğim, inanma bulutlara İstanbul yağmur yağmur sevdiğim kah ince ince kah bardaktan boşanırcasına hele bir yağmur yağmaya görsün ölürcesine yaşanır bu şehirde sevdiğim ve yaşanırcasına ölünür

İstanbul deniz deniz sevdiğim bir çakır mavi bir camgöbeği tuzlu su üstünde irili ufaklı tekneler kayıklar, yelkenliler, mavnalar kalleştir denizleri İstanbulun sevdiğim İstanbul kadar İstanbul kadeh kadeh sevdiğim içtikçe içesi gelir insanın sarhoşluğu tutuşup yanmaya benzer ve bir gölgedir yalnızlık meyhanelerinde seninle dolaşır, seninle gezer Ümit Yaşar Oğuzcan







bdülhamit aracılığı ile İstanbul da yapılan ve Eminönü ile Karaköyü birleştirmede köprü görevi gören Galata da pek çok meyhane ve restaurant bulunmaktadır. Dünden bugüne Haliç‘i birbirine bağlayan Galata Köprüsü İstanbul‘un tarihi kültürünü ve eğlence anlayışını tüm ayrıntılarıyla yanıtsıyor. Galata Köprüsü romantizm kokan mükemmel manzarası ile eski dönemlerde özellikle birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuş ve turist sayısını her geçen gün arttırmıştır. Köprüdeki pek çok nargile cafe restaurant gençlerin öğrencilerin ve turistlerin uğrak mekanları arasında … Ayasofya ve Sultan Ahmet Meydanı‘na uzanan Galata da bir yandan çayınızı yudumlayabilir, bir yandan da Türk Mutfağının muhteşem lezzetlerini keşfedebilirsiniz. Özellikle tarihi eğlence mekanları açısından oldukça zengin olan Galata‘da akşam deniz manzarası eşliğinde iş toplantılarınızı ya da özel kokteyllerinizi keyifli zamanlara dönüştürebilirsiniz. İstanbul eğlencelerin de ayrı bir yeri olan Galata da Kupa Restaurant, Dersaadet ve Maxigala gibi pek çok seçkin restaurantları ve fasıl meyhaneleri bulabilirsiniz.


eni caminin planı, Mimar Sinan‘nın Şehzade Camiinde kullandığı planın daha ayrıntılı bir şeklidir ve ortada büyük bir kubbeyi tutan dört ayak ile, yanlarda dört yarım kubbeden meydana gelmiştir. Kare bir alanı kaplayan bu merkezi kubbe ile dört yarım kubbenin köşelerinde kalan boşluklar, küçük tam kubbelerle örtülmüştür. Yalnız avlu tarafında mevcut olan alt ve üst galerinin ilavesiyle bina dikdörtgen bir şekil almıştır. Kuzeydoğu ve güneybatı uzun cephelerinde dıştan ve içten ufak sütunlara dayandırılmış ufak galeriler ve maksureler vardır. Cami alçak bir yerde kurulduğu için, oldukça yüksek bir su basmanın üstüne inşa edilmiştir. Buraya merdivenlerle çıkılmakta ve cümle kapılarından içeriye girilmektedir. Cami, diğerlerinde olduğu gibi bir harım ile şadırvan avlusundan ibarettir. Bu avlu kare bir alanı kaplamakta ve her kenarda altışardan toplam 20 sütun bulunmaktadır. Bu direkler 24 kubbeyi taşımaktadır. Avlunun ortasında gayet sanatlı sekiz köşeli, istalaktitli başlıklara ve kemerlere dayanan kubbeli bir şadırvan vardır. Bu avludan oldukça nefis istalaktitlerle süslenmiş cümle kapısını geçerek içeri girildiğinde, caminin dört ayak üzerine oturmuş büyük kubbesini ve insanda sonsuzluk duygusu meydana getiren kavisinin altında kademeleşerek onu tutan yarım kubbeleri ve tali kemerler görülür. Cümle kapısının önündeki iç galeri 8, 12, 16 kenarlı ayaklara oturmakta ve biraz yayvan olan kemerler galeriyi esas harımden kısmen ayırmaktadır. Yan ve arka galerilere, yanlardaki istinat duvarları içindeki merdivenlerden çıkılmaktadır. Koridorun doğu tarafında meyilli bir tahtıravan yolu vardır ki, Bahçekapı‘nın yanında açılan büyük kapıdan buraya çıkılır. Bu meyilli yolun sırtı Gömlekli kuleye dayanmakta ve burada bulunan zaviyeye yakın bir kıvrım yapan sur duvarlarına dayanmaktadır. Gömlekli kulenin içi dolu olduğundan, üstü o tarihlerden itibaren bahçe olarak kullanılmıştır. Bu mahfilin en önemli özellikleri planının, alçı pencerelerinin, çinilerinin, tezyinatının ve inşaatının çok orijinal oluşudur. Camiin üçer şerefeli oldukça mevzun olan iki minaresi vardır ve camiyi şadırvan avlusundan ayıran büyük cümle kapısı duvarının iki ucuna inşa edilmişlerdir.









akı içmek, her insanın, hayatının her noktasında bulunan, yaşama dair ve yanındaki duruşlarından biridir. Rakı içmek, mideye alkol göndermek ve damarlarda dolaşmasını sağlamak değildir. Rakı içmek için, kocaman yürek, akıl, sevgi ve dolu bir yaşam gerekir. İçmeyi ve felsefesini bilmek gerekir. İçtikten sonra, nara atmışsan, ona buna saldırmışsan, zor kullanmışsan, rezil olmuşsan; sadece, alkol seni kötü yapmış demektir. Rakı içmek başka şeydir. Bir şölen gibidir. Bilinçtir. Bilinci hiç kaybetmemektir. Kendini daha bir disipline edebilmek, saygına daha bir dikkat etmek, sevgine daha bir coşku katmak, dünya görüşünü at gözlüğünden kurtarmak demektir. Rakı içmek sohbettir, sabırdır, sevmektir. Karşındakini dinleyebilmek, hoşgörüdür. Kalbini açmak, samimi olmak demektir. İnsana saygı demektir. Çoğu insan, yaşama dair ve birlikteki duruşunda, bir rakı sofrasının sohbetinin tadını, çoğu kez, başka yerde bulamamıştır. Oradaki eğitimi de ... Uzayıp giden gecede, masadaki meze, esen rüzgâr, bir vapurun çığlığı, yanımdaki dostlar, bir dostun dilinden dökülen mısralar, sohbetin coşkusu ve keyfi, şu hicaz şarkı, çiçekçi kızın yüzündeki çaresizlik, buzlu bademcinin kurnazlığı, Despina‘nın yaşam öyküsü; beni, eğiten, yücelten, duruşumu sağlamlaştıran hayat bağlarım olmuştur. Rakı içmek sarhoş olmak demektir. Sallanmışım; kime ne! dilim dolanmış; kime ne!..,sevgiliyi anmışım; kime ne!.., eli elimde, Aşiyan‘da,sarmaş dolaş, bir o yana, bir bu yana; kime ne!.., yağmur başlamış; ayakkabılar, çoraplar fora, sağanakta yalınayak; kime ne! Bütün bu düşüncelerle sofraya oturduğunda; önce minik bir yudum alacaksın. Dilinle, bir yudum rakıyı, ağzının her noktasına ulaştırıp, damağında da gezdirdikten sonra; dilinin altına saklayacaksın. Sonra, derin bir nefes alıp minik yudumu yutacaksın. Koklamadan olmaz; koklayacaksın. Göreceksin... Normal ısıdaki rakıya buz atmak olmaz. Soğukça rakıya attığın bir parça buzun çözülmesini seyredeceksin. Büyük keyiftir. Bir yerlere alır, götürür insanı. Sofrada tartışma, iddia hiç olmaz. Sohbet vardır, paylaşım vardır. Gülmek vardır... Keyif vardır... Sohbetin derinliklerinde, huzur dolar içine. Bak bakalım neler aldın bu sofradan. Bunu soracaksın kendine. Sormazsan olmaz, bulamazsan hiç olmaz. Sohbete rakı, rakıya sohbet eşlik eder. Gece bitmeye yüz tuttuğunda, komşu masalardan korolar başladığında; ben, bu mutluluğu yaşadığıma, sevdiğime, sevildiğime, yanımda güzel insanların bulunmasına; bir kez daha şükrederim. Yüreğimin biraz daha büyüdüğünü fark ederim... İşte ben rakıyı böyle içerim diyeceksin ...





İstanbul yeni lezzetler tatma eğiliminde olan ziyaretçiler açısından dünyada bulunan bir cennettir. Üç imparatorluğun başkenti ve yüzyıllardır kültürlerin buluşma noktası olarak geçen süre mutfağının çeşitliliğinde yansıtılmaktadır. Fast food büfelerinden şık kafelere, sokak yemeklerinden geniş bir

yelpazeye yayılan restoranlarına yayılan çeşitlilik sayesinde macerayı seven bir gurmeyi arasından seçim yapabileceği çok fazla seçenek beklemektedir. Menüler mezeler, mevsimlik taze balık, kebaplar, bir Sultanın ağız tadına uygun yemekler, tatlılar, çeşitli yerel özel yemekler ve ithal edilmiş lezzetler

ile tat alma duyularınızı büyüleyecektir. Bir İstanbullu için Kanlıca nasıl yoğurt ile eşanlamlı kullanılıyorsa Vefa da boza ile eşanlamlıdır. Boğazda balık yemek bir etkinliktir ve bir tabak köftenin tadını çıkartmadan Sultanahmet’e yapılan bir ziyaret eğlencenin yarısını kaçırmak de-


mektir. Dünya üzerindeki pek çok metropol ile benzer şekilde İstanbul da zengin bir sokakla satılan yiyecek kültürüne sahiptir. Sokakta satılan yiyecekler açısından mutlaka uğranması gereken bir durak olan İstanbul’da dışarıda yemek yemek günlük hayatın bir parçasıdır. Sokak

satıcılarından caddelerdeki küçük büfelere kadar İstanbul’un sokak yemekleri çok sayıda seçenek sunmaktadır. Bu ister fırından yeni çıkmış bir simit olsun isterse bir balık ekmek motoru, havada her zaman cezbedici bir koku asılı bulunmaktadır. İstanbullular günün herhangi bir saatin-

de hızlı bir kahvaltı için, öğle yemeği için, arada küçük bir atıştırma yapmak için ya da uzun bir gecenin sonunda bu sokak satıcılarına uğrarlar.






stanbul‘da güz bir sokak satıcısının tablasından yükselen dumanın burnuma çarpmasıyla kendini belli etti. Satıcı bir seyyar kestaneciydi. Küçük mangalının üzerindeki yarılmış kestanelerin kabukları kor ateşinde yandıkça içindeki kestane de yumuşuyor ve hafifçe sulanarak yenilir bir hale geliyordu. Ateşin suyu ortaya çıkarmasındaki doğanın hikmetine şaşıp kaldım. Ateş ve suyu birbirine zıt iki öğe sayan filozofların yanılgısını düşündüm. Görüşünün aldatıcılığının tuzağına onların bile düşmüş olması beni biraz olsun teselli etti. Bir avuç sıcak kestane kebabının insanı böylesine düşüncelere sevk etmesi ilginç göründü. Oysa kestane kendi halinde bir yiyecek olmuş her zaman. Akdeniz‘in bu ilginç yiyeceği sofralarda doğrusu hak ettiği yeri pek almamış. En azından ben böyle görüyorum. Kestanenin hakkının yendiğini, daha doğrusu hakkının verilmediğini düşünüyorum. Aşçıları suçluyorum. Yemek yapmayı neredeyse bir keyfe dönüştürdüğünü söyleyen kadınları ve erkekleri suçluyorum. Benim gibi yemekler üzerinde ahkâm kesenleri suçluyorum. Emile Zola‘nın kaleminin gücüne sahip olsam, sadece kestane konusunda aynı ciddiyette bir mektup kaleme alacağım, ‘‘suçluyorum’’ başlığıyla.






azı adlar vardır Manhattan, Champs Elysées, Montmartre gibi ya da Wall Street, Soho, Brooklyn gibi ... Bunlar, bir semt ya da sokak adı olmaktan çok daha fazla anlam ifade ederler. İstanbul için „ada“ sözcüğü böyledir. Mesela İstanbul halkının bir kısmı İstanbullu olmaktan başka „adalı“dır. Adanın denizi „başka“dır, „ada“lı şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiştir. „Ada vapuru“ dendi mi, , bir gemi, akla, en son gelen şeydir. , Kimi Heybeliada yı kimi Burgaz ı kimi Kınalıada yı kasteder ama hepsi kısaca „ada“ deyiverir. İşte böyledir; „sayfiye“ keyiflerini bir, çırpıda anlatan en anlamlı şifredir, „ada“ İstanbul da ... Adada bulunduğunuzun en kuvvetli emarelerinden biri kokudur: sokak aralarında dolanan şebboy esintilerinden başka, hafif tezek, ağır çam kokusu. Sizi daha iskelede karşılayacak olan bu kokular, yapılaşmaya rağmen çamların ayakta olduğunun ve motorlu taşıt trafiğinin bulunmadığının işaretleridir. Adada faytonla, bisikletle ve yürüyerek dolaşacaksınız... Birlik , Meydanında birleşen iki tepeden ve bir de Dil den oluşur Büyükada. Çamlar yoğun olarak bu , tepelerde ve Dil dedir. Çiçeklerse patikalarda, evleri bahçeli sokaklarda. Ada sokakları: tırmanması da inmesi de güzel yokuşlar. Bir kaldırımda kediler, karşı kaldırımda , kendini bilmez yeniyetme martılar... Bizans tan , günümüze, İstanbul da ne kadar mimari çeşit varsa Ada sokaklarında içiçedir. Geçmiş yüzyılın taş ve ahşap yapıları baskın kişilikleriyle hemen göze , çarpar. 1950 lilerin modern ve zarif yapıları çiçek dolu bahçelerinin derinliklerine gizlenmiş, son dönem yapılarıysa nerede bir yer bulmuşlarsa oraya pervasızca konuvermişler... Bütün pencereleri açık salonlardan, hanımefendilerin kahkahalarla , karışık konken kavgaları, TV den sokağa sarkan dizi diyalogları, İbrahim Tatlıses, yeni taverna havaları, fayton tıkırtıları, bisiklet vızıltıları ... Şöyle, bir görmeye gittiyseniz; faytona binerek , Ada yı çepeçevre dönen Büyük Tur u ya da Birlik , Meydanından dönen Küçük Tur u yapın. Sokaklar da başka zamana kalır ...








Ana mekânın duvarlarında asılı olan büyük yuvarlak hat levhaları, Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde 1847-1849 yılları arasında yapılan onarımlar sırasında dönemin en ünlü hattatlarından Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmıştır. 7,5 m. çapındaki yuvarlak hat levhaları, kenevirden yapılmış yeşil zemin üzerine, altın yaldız ile yazılmıştır. Allah (c.c), Hz. Muhammed (s.a.v), Dört Halife; Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ile Hz. Muhammed‘in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin isimlerinin yazılı olduğu levhalar, 8 adettir. Levhaların ahşap askıları hafif ve dayanıklı olması nedeniyle ıhlamur ağacından yapılmıştır.Bu hat levhalarının İslam Dünyası‘nın en büyük hat levhalarından olduğu bilinmektedir.



atih Sultan Mehmed’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesinden sonra 1460 yıllarında yapımına başlanan ve 1478 yılında tamamlanan Saray Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasındaki tarihi İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu’nda bulunan 700.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmed’den itibaren otuzbirinci padişah Sultan Abdülmecid’e kadar yaklaşık dört yüz yıl süreyle imparatorluğun idare, eğitim ve sanat merkezi olarak kullanılmıştır. 19. yüzyılın ortalarında hanedanın Dolmabahçe Sarayı’na taşınması ile terkedilmiş olmasına rağmen önemini her zaman korumuştur. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra, 3 Nisan 1924 yılında müze haline getirilen ve Cumhuriyet’in ilk müzesi olan Topkapı Sarayı Müzesi, günümüzde yaklaşık 400.000 metrekarelik bir alan kaplamaktadır. Kara tarafından Fatih’in yaptırdığı Sur-i Sultani, deniz tarafından ise Doğu Roma surları ile şehirden ayrılan Topkapı Sarayı, mimari yapıları, koleksiyonları ve yaklaşık 300.000 arşiv belgesi ile dünyanın en büyük saray-müzelerinden biridir. Ayasofya tarafındaki saltanat kapısından girilen ve birbirinden geçilen dört avlu çevresindeki mimari yapılardan oluşan Saray’ın etrafı bahçeler ve meydanlarla çevrilidir. Sarayın ilk avlusu olan ve halkın başvuru için girebildiği birinci avluda (Alay Meydanı) Cebehane olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi, Darphane, Fırın, Hastane gibi sarayın dış hizmet yapıları bulunurdu.






ahve ve kahvehanelerin sosyal yaşamın ayrılmaz bir parçası olmasıyla birlikte, dünyada hiçbir içeceğin sahip olamadığı yaygınlıkta bir kültür de doğmuştur. İstanbul’da 1554’te ilk kahvehanenin açıldığı günden beri kahve, sanata ve kültüre katkıda bulundu. Sayısız sanatçı, öğrenci ve öğretmen bu kahvehanelerde bir araya geldi; kitaplar okundu, piyesler oynandı, sohbetler edildi. Üstelik sadece İstanbul’da değil, dünyanın her yerinde kahvehaneler entelektüellerin buluşma yeri, kahve ise sanatçıların en sevdiği ortak içecek oldu. Alexandre Dumas, André Gide, Molière, Victor Hugo, Honoré de Balzac, Voltaire, Ludwig van Beethoven, Immanuel Kant gibi sanatçı ve düşünürler için kahve bir yaşam biçimi haline geldi. Sohbetini ve paylaşımını dünyanın her yerine beraberinde taşıyan kahve, pek çok sanat eserine de ilham verdi.


alat İstanbul‘un Fatih ilçesinde Haliç kıyısında Ayvansaray ile Fener arasında bir semttir. Balat adı, muhtemelen Baltacı Balat dan gelmektedir ve surlardaki Blaherna Sarayı‘na yakınlığından ötürü semt bu adla tanınmıştır. İstanbul tarihinde Balat‘ın özel önemi, İspanya‘dan gelen Yahudilerin buraya yerleştirilmesi ve yakın zamanlara kadar buranın başlıca Yahudi mahallesi olarak varlığını sürdürmesidir. İspanya‘da Engizisyon‘dan kaçan Sefardim kolundan Yahudiler II. Bayezid‘in davetiyle İstanbul‘a gelmişlerdi. Yahudi evlerinden günümüze kalan örnekler mahallenin içlerine doğru çoğalır. Bunlar genellikle üç katlı, dar ön yüzlü, ikinci ve üçüncü katlarında cumba gibi çıkmaları olan binalardır. Eski Balat kapısından içeri girildiğinde sağ tarafta Yanbol Sinagogu, az ilerisinde de Makedonya‘nın Ohri kasabasından gelen Yahudilerin yaptırdığı Ahrida Sinagogu bulunur. Balat‘ın en eski sinagogunun burada olduğu sanılmaktadır ancak bugünkü yapı 19. yüzyıl ortalarından kalmadır. Semtte ayrıca Ayios Strati Ortodoks Kilisesi bulunur. Semtteki başlıca cami Mimar Sinan‘ın eseri olan Ferruh Kethüda Camii‘dir. Caminin az ilerisinde ise aslen bir Rum Ortodoks kilisesi olan ama 1629‘da Ermeni-Gregoryen toplumuna verilen Surp Hreşdegabet Kilisesi bulunur.








apalı Çarşı dünyanın en eski ve büyük kapalı çarşısı İstanbul şehrinin merkezinde yer alır. Dev ölçülü bir labirent gibi, 60 kadar sokağı, üç binden fazla dükkanı ile Kapalı çarşı, İstanbul’un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir. Adeta bir şehri andıran, bütünü ile örtülü bu site zaman içerisinde gelişip büyümüştür. 15. yüzyıldan kalan kalın duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki yüzyıllarda, gelişen sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak bir alış veriş merkezi haline gelmiştir. Geçmişte burası her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatının sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarşı idi. Her türlü değerli kumaş, mücevherat, silah, antika eşyalar, konusunda nesillerce uzmanlaşmış aileler tarafından, tam bir güven içinde satışa sunulurdu. Geçen yüzyılın sonlarında deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalı Çarşı eskisi gibi onarılmışsa da, geçmişteki özellikleri, yozlaşarak değişikliğe uğramıştır. Kapalı Çarşı günün her saatinde hareketli ve kalabalıktır. Esnaf, ziyaretçileri ısrarlı olarak kendi mağazasına çağırır.Çarşı girişinde gelişen konforlu, büyük mağazalar Türkiye’de elde imal edilen ve ihracatı yapılan hemen bütün eşyayı satışa sunmaktadır. El halıları ve mücevherat geleneksel Türk sanatının en güzel örnekleridir. Bunlar kalite ve orijin belgeleri ile satılır ve dünyanın her tarafına garantili gönderme yapılır. Halı ve mücevheratın yanında meşhur Türk işi gümüşten yapılmış eserler, bakır, bronz hediyelik ve dekoratif eşyalar, seramik, oniks ve deriden mamul, üstün kaliteli, Türkiye hatıraları zengin bir koleksiyon oluştururlar.










Yaman Yaşınel 1956 yılında İstanbulda doğdu. Saint Benoit Lisesinden mezun olduktan sonra Grafik Tasarım eğitimini Bremen Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisinde tamamladı. 1988 den beri Almanya‘da GrafikTasarımcı ve Fotoğrafçı olarak çalışmaktadır.



Görüntülü Gezintiler

Osmanlı Devleti arması ya da Osmanlı arması, 19. yüzyılda Birleşik Krallık geleneğindeki nişanlardan etkilenilerek Osmanlı Devleti için hazırlanmıştır. Öncesinde, padişah tuğraları devlet nişanı yerine geçiyordu. Osmanlı nişanının son hali, 17 Nisan 1882‘de Sultan II. Abdülhamit tarafından yürürlüğe konmuştur. Osmanlı Devlet Nişanı‘nın içinde iki tane bayrak vardır. Kırmızı zeminde hilal ve yıldız bulunan bayrak Osmanlı Hanedanı‘nı, yeşil zemindeki bayrak halifeliği simgelemektedir. Terazi, Osmanlı adaletini, terazide bulunan kitaplar da adaletin kaynağı olan Osmanlı kanunnamelerini ve Kuran‘ı temsil etmektedir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.