Cadı kazanı sayı 38

Page 1

Sayı 38 TEMMUZ EYLÜL

Mağaraya dair

2015 Yıl: 6


Yayın Kurulu

Mağaraya Dair...

Mehmet Sait Taylan

Temmuz ayı içindeki en önemli etkinlik 3.Uluslararası Mağara Fotoğrafçılar Toplantısının orga nizasyonuydu. Dernek üyelerimizinde organizasyonda yer aldığı etkinlik, Kastamonu Pınarbaşı, Küre Milli Parkı mağaralarında gerçekleşti. Bu organizasyonda emeği geçen tüm mağaracı arkadaşlara teşekkürlerimizi sunarız. Türkiye mağaracılığının yüzünü ağartan bir etkinlik oldu.

Hakan Eğilmez Ender Usuloğlu

Katkıda Bulunanlar HÜMAK-Mehmet Çolak Murat Eğrikavuk

Prof.Dr. İlhan Kayan Özgür Can Sönmez

Mehmet Sait Taylan Ender Usuloğlu

Fotoğraflar (E nder Usuloğlu)

Ön ve Arka Kapak: Taşeli

Yaz ayları aynı zamanda Sait hocamızın çok güzel bir sürprizine sahip oldu; o da derneğimizin ismi ASPEG bilimsel yayınlarda anılacak. Sipahiler mağarasında keşfedilen yeni bir çekirge türüne ismimiz verildi. Burada kısaca haber niteliğinde vermekle idare ttik, esas bilimsel makale DİP dergisinde çıkacak. HÜMAK’tan bir o kadar gırgır ama bir o kadar da gerçekçi diyebileceğimiz kampta nasıl efsane olunur tüyolarını vermekle gurur duyarız . Temmuz ayında Yarık düdenine yaptığımız etkinlikte bulduğumuz bir cula deliğinde şanssız bir kaza geçirdik. Bu kazadaki psikolojik arka planı, arkadaşımız Ender Usuloğlu’ndan alacağız. İnşallah bir daha kaza yaşamayız diyelim. Birebir ilintili olmasa ile ilgi alanımıza giren ve 2002 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya Bölümü Prof.Dr. İlhan Kayan hocamızın bir makalesini paylaşıyoruz. Özgür Can Sönmez arkadaşımız ise askeriye’den gördü araştırdı ve kat kat giyinme usüllerini bizimle paylaştı, teşekkür ediyoruz. İyi okumalar!

Bu dergide yer alan yazılar ve fotoğraflar, kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Websitemiz: www.aspeg.org.tr Facebook: ASPEG grup sayfası ve dernek sayfası Bize ulaşmak ve(ya) mağaracı olmak istiyorsanız: cemyurek@gmail.com

2


Temmuz-Eylül İçindekiler

Kampta Nasıl Efsane Olunur? Sayfa 4

Bir Kazazedeye Müdahale Etme.. Sayfa 6

Jeoarkeoloji Sayfa 10

3. Uluslararası Mağara Fotoğrafçıları Toplantısı Sayfa 14

Giyim Methodolojisi Sayfa 18

Fotoğraf: Ender Usuloğlu

Troglophilus ASPEGİ Sayfa 16

3


HÜMAK’tan Kampta Efsane Olmanın Tüyoları

4


Kampta Efsane Olmanın Tüyoları Bunları yapan 2 seneye kalmaz başkan oluyor.. 1- Kampta iyi yemek yapan her zaman sevilir. Makarnanın ötesine geçin. Domatesli bulgur pilavıyla başlayabilirsiniz. Evden hazır malzemelerle gidip kampta ortamı şenlendirebilirsiniz. Örneğin haşlanmış tavuk, fasulye, nohut vs. menünüzü zenginleştirir. Sulu yemek de her zaman makbuldür. Patates yemeği basittir ama candır. Bi kampın son gecesinde gece ateş başında kalanlara işkembe çorbası yapılmıştı, o kadro full başkan oldu. Kısır gönülleri çeler, dosttur. Biraz düşünüp kamp öncesinde hazırlık yaparsanız douyurucu ve gülümseten menüler

yaratmanız işten bile değil. Mesela Eskişehir’deki kampın pazar sabahı için ıspanaklı pide yaptırmayı düşünebilirsiniz. Hatırladığım kadarıyla ilçe merkezi yakındaydı. İki cengaver sabah hazırlanan pide içini (kısaca p.iç) yakınlarda bir fırına götürse, kampta herkes mutlu olur.

2- Ateş başında şarkı-türkü söyleyeni herkes sever. Sesinizin güzel olmasına gerek yok, listenizde güzel şarkı-türkü olursa sesi güzel olanlarla söyler mest olursunuz. Mesela eskişehir için “Haziranda Ölmek Zor” şarkısına çalışıp gidin, 15-20 kişi hepberaber söyleyin, hatta bunu da kaydedip paylaşın, tüm grup olarak efsane olacağınızın garantisini veririm. “Bu son olsun” demeden kamptan döneni de dövüyorlarmış. 3- Kampta yardım için koşturan canı gönülden sevilir. Mağaraya girecek ekibin hurcunu hazırlayan, çıkışında gece bile olsa ekibi karşılayan, kendi çadırından önce arkadaşının çadırını kurmaya yardım eden, odun toplamaya gidenin peşine takılan, odundan dönen ekibin yardımına

4- Kampta sorun çıkarmayan ve sorun çözebilen kişiler sevilir sayılır, el üstünde tutulur. Kampta sorun çıkarmayın. Gerekirse kendi konforunuzdan vazgeçin ama sorunun bir parçası olmayın. Herhangi bir nedenle sorun çıkıyorsa (düşenler, küsenler, üşüyenler, aç kalanlar vs.) o sorunu çözmeyi kendinize iş edinin. 5- At, sezgileri güçlü bir hayvandır. Efsane olmakla popüler olmayı birbirine karıştırmayın. Gürültülü bir arap atı olmak yerine mağrur bir sütçü beygiri olun ama ne olursa olsun at olun. HÜMAK Fotoğraflar: Mehmet Çolak

koşan, kendi malzemesinden önce kulüp malzemesini temizleyip toplayan, yerinden kalkmaya üşenene gidip yemek çadırından ton balığı getiren, kuru çorabını arkadaşına veren, üşüyen arkadaşını çadırda ortaya yatıran ve buna benzer şeyleri karşılık beklemeden yapan kişiler efsane olur ve eninde sonunda yaptığı iyilik karşılık bulur. 5


BİR KAZAZEDEYE MÜDAHALE ETME VE ARDINDAN MAĞARAYA GİRME PSİKOLOJİSİ Ender Usuloğlu

6


Tam bir yıl öncesinde takvime işaretlediğimiz ve ASPEG’in son yıllarda bulduğu ve araştırdığı derin mağara adayımız Yarık Düdeni için temmuz 2015’de Sivastı Yaylasındayız. Yarık düdeni’ni 2006 yılında başka bir yaylada araştırdığımız Macar düdeni etkinliği esnasında bulmuştuk. Bulmuştuk ama bu mağaraya ilk iple girme fırsatını tam 5 yıl sonra 2011’de Taşeli bölgesinde yaptığımız etkinlik esnasında kalan son 2 günde yaptık. 2011 Kasım ayında yayla’ya vardığımızda köylüler sahile inmişti bizde bir aşağı yaylanın ismini vermiştik düdene. Ekmelen. 2014 Ekim’de ufak bir grupla gelene kadar, Yarık düdenin ismi Ekmelen olarak kaldı sonra köylülerden ismini öğrenince, Yarık düdeni demeye başladık. Köylülerin isim verme şeklide enteresan. Düden fay çatlağında oluştuğu ve girişin son kısmında yüksek dar ve kanyon gibi bir giriş olduğu için hakikaten, yer yarılmış gibi. Bildiğin yarık. Bu sefer, DEUMAK ve AKÜMAK’tan mağaracı arkadaşlarla 10 kişiyiz. Yarık düdeni -224 m derinlikte ve bizde düden gittiği sürece bu gezide daha da derinlere doğru araştırmamızı derinleştirmek istiyoruz. Tam bir yıl öncesinde takvime işaretlediğimiz ve ASPEG’in son yıllarda bulduğu ve araştırdığı derin mağara adayımız Yarık Düdeni için temmuz 2015’de Sivastı Yaylasındayız. Yarık düdeni’ni 2006 yılında başka bir yaylada araştırdığımız Macar düdeni etkinliği esnasında bulmuştuk. Bulmuştuk ama bu mağaraya ilk iple girme fırsatını tam 5 yıl sonra 2011’de Taşeli bölgesinde yaptığımız etkinlik esnasında kalan son 2 günde yaptık. 2011 Kasım ayında yayla’ya vardığımızda köylüler sahile inmişti bizde bir aşağı yaylanın ismini vermiştik düdene. Ekmelen. 2014 Ekim’de ufak bir grupla gelene kadar, Yarık düdenin ismi Ekmelen olarak kaldı sonra köylülerden ismini

öğrenince, Yarık düdeni demeye başladık. Köylülerin isim verme şeklide enteresan. Düden fay çatlağında oluştuğu ve girişin son kısmında yüksek dar ve kanyon gibi bir giriş olduğu için hakikaten, yer yarılmış gibi. Bildiğin yarık. Bu sefer, DEUMAK ve AKÜMAK’tan mağaracı arkadaşlarla 10 kişiyiz. Yarık düdeni -224 m derinlikte ve bizde düden gittiği sürece bu gezide daha da derinlere doğru araştırmamızı derinleştirmek istiyoruz. Gezinin 3.gününde hem Yarık düdeninde hem de Cula Deliği diye köylülerin ihbar ettiği başka bir mağarada çalışmalar devam ederken, kaza haberi geldi. Daha doğrusu Mustafa (13-14 yaşlarında) çoban “Abi, Umut abi seni çağırıyor acele gel!” deyince eyvah dedim bir şey oldu. Bir dakika önce Anıl ve köylü çocuklarla oturmuş yemek yaparken onlara dünya nasıl şekillenmiş, Pangae kıtasını ve bu dağlar nasıl oluşmuş onu anlatırken, bir dakika sonra panik bir haldeyiz. Buradaki “panik” tanımını açmam lazım. www.türkcebilgi. com’a göre paniğin anlamı. “Panik, had, aşırı ve normalin dışına taşmış korku hali. Aniden başlayan otonom (SempatikParasempatik) sinir sistemi aktivitesiyle birlikte baş dönmesi, çarpıntı, titreme, sararma, terleme, kusma, idrar yapma ve dışkılama arzusu söz konusudur. Ani başlayan nöbetin süresi genellikle sınırlı olmakla birlikte, birkaç dakikadan birkaç saate kadar sürebilir. Bu süre içinde kontrollü zihni faaliyet imkansızdır ve panik olan gayesizce dolaşır durur. Şahsiyetini kaybetmiş gibidir ve gerçekleri değerlendirme kabiliyeti kalmamıştır. Nöbet, panik olanı takatsiz bırakır.” Benim kast ettiğim panik ise bu panik değil. Panikten kastım, serinkanlılığını kaybetmekle beraber, yukarıdaki gibi kontrollü zihni faaliyeti imkansız hale getiren psikolojiden bahsetmiyorum. Bu ikisi arasında

bir yerdeki psikolojik durumdan bahsediyorum. Korku’nun henüz yer etmediği ama endişenin olduğu ve bir an önce kaza mahalline yetişme (kazazedenin durumunu bilmediğimiz için) acelesinin karışımı bir durum söz konusu. Hemen ilkyardım çantaları (bir büyük bir de her ekibin mağaraya soktuğu ufak çantalar) , kasklar, alüminyum battaniyeler ve polar ceketlerimizi aldık. Mustafa’nın ardına düşmeden, Cula deliğinin girişinden telefonun çektiğini bildiğim için hemen caminin arkasındaki tepeye tırmanıp, Umut’u aradım. Umut’a kazazedenin içeride mi olduğunu, teknik malzeme getirip getirmeyeceğimizi sordum, Umut, hayır bir şekilde beraberce, yardım ettim, çıkardık, mağara ağzındayız deyince bana ilk rahatlama geldi. Umut’u kazazedeyi kontrol etmesini söyledim, şokta olup olmadığını anlamak için göz bebeklerinin reaksiyonuna bakmasını rica ettim. Hemen kampa indik, Nihal’ı kampta sorumlu bırakıp yola çıktık ama ben hala serinkanlılıkla benim tanımladığım panik hali arasında gidip geliyorum. Mustafa’nın ardından 40 dakikalık yolu, koşar adım, 21-22 dakikada tamamlayıp, mağaranın ağzına vardım. İlk gördüğüm Umut’tu, abi ben her şeyi not aldım, rapor halinde atacağım gibilerinden bir şeyler söyledi. İkinci görüntü ise sağ gözünün üzerinde açık bir yara yüzünün yarısı kanlı Eylül’ü ve yanında Eray’ı görünce oturur pozisyonda, içim buruldu. Kötü oldum. Hala serinkanlılık’la panik çizgisinde panik çizgisine daha yakın duruyorum. Hemen ilk yardım çantasını açtı Umut. Anıl ayakkabılarından dolayı biraz daha yavaş tempoda arkadan geldiği için henüz varmamıştı. Oksijen, gazlı bez v.b. şeyleri aramaya başladık. Ben hemen Eylül’e nasılsın? iyi misin? ne oldu bitti kaza nasıl oldu gibi sorularla bilincinin açık olup olmadığını anlamaya çalıştım ve çok düzgün cevaplar alınca bir anda ama bir anda serinkanlılık-panik 7


çizgisindeki psikolojik seviyem serinkanlılığa evrildi ve psikolojik olarak acayip rahatladım. Kafasına taş düşen bir kişide her şey beklenebilir, beynin farklı yerleri vücudumuzun farklı yerlerini kontrol ettiği için, Eylül’ün çok aklı başında cevaplar vermesi, en azından dışarıdan ve göründüğü kadarıyla, beyine hasar gelmemişti. İlk defa birine ilk yardım uygulamasında bulundum. Daha evvelden BÜMAK’tayken selde kalan ve omzu çıkan İlker arkadaşımızı bir şekilde kurtarmıştık ve “kurtarma” sorumluluğunu daha evvelden yaşamıştım ama kazazedeye müdahaleyi ilk defa burada yaşadım. Zor dostum zor. Bilinçli bir karşılıktan sonra artık çok rahatlamış olarak ilk yardımı uyguladım, kah Umut kah yetişen Anıl yardım ediyordu. Bu sefer de, ambulansa ulaştırma telaşı başladı. Uzun uğraşları anlatmayayım burada bir şekilde 112 acil ve ambulans yaylaya geldi ve yanımıza sedyeli 112 personeli 3-3,5 saat sonra gelebilmişti. Eylül, paramedik’in sorduğu yaşınız kaç cevabına verdiği kısa ve öz “18” lafı birden aklıma kızım Elif’i getirdi. Kızımdan 1 yaş büyüktü. Allah’ım kızım yaşında Eylül. Gezi sorumlusu olarak yeterince psikolojik baskı vardı şimdi birde kızımın yaşında bir kızın hayatı söz konusuydu. Genç olduğunu biliyordum ama 18 olduğunu bilmiyordum. Yayla’ya indirene kadar devamlı yanında eşlik ettim, kah koluna girdim, kah sırta alındığında bir şekilde taşıyan da tökezlemesin diye devamlı yanındaydım. Sorumluluğun verdiği o ağırlık üzerimdeydi gene. Bir şekilde kazasız belasız ambulansa vardık. Sabah 3,5 gibi yatmıştım ki bir saat sonra Deniz’ler Yarık düdeninden çıktı. Eylül Deniz’in arkadaşı olduğu için çadırlara baktı arandı kimse olmadığı için beni uyandırdı. Ben de Deniz’e kötü haberi olabildiğince sakin bir üslupla ilettim ve durumu anlattım. Kendimi, hastane holünde merakla bekleşen 8

yakınlarına kötü haberi veren doktor gibi hissettim. Deniz son derece soğukkanlılıkla karşıladı. Bu soğukkanlılığını acayip takdir ettim çünkü benimde onun kadar soğukkanlı olmam gerekiyordu ama ben serinlik seviyesinde kalmıştım. Yemek ısıtıp servis ettikten sonra biraz da havayı dağıtmak için Yarık’ta ne yaptınız, nereye kadar gittiniz gibi sorular sorarak, muhabbet ettik. Daha sonra bir şekilde Deniz’le beraber Alanya’ya indik hastanede Eylül’ü ziyaret ettik, annesi ve babasıyla tanıştık. Umut’la kampa döndüğümüzde, dernek yönetimi, Yarık Düdenindeki döşemeyi toplamayın bırakabilirsiniz gibi pozitif bir yaklaşım sergiledi. O zamana kadar aldığım sorumluluğu artık dağıtmam kanaati geldi, geziye katılan arkadaşlara durumu anlatıp, döşemeyi toplayalım mı toplamayalım mı kararını beraberce alalım dedim. Göz önünde tutmamız gereken noktalar: 1. Dernekte önümüzdeki aylarda buraya gelip -300 m derinliğe inip döşemeyi toplayacak sınırlı sayıda insan var zaten yarısından çoğu burada dedim ve birçok insan Ağustos ayında yok ya tatilde ya da başka etkinliklerde. 2. Öne sürülen önerilerden biride Eylül’de yapılacak Morca Düdeni Etkinliğin ilk3 günü bu iş için ayıralım. Bu Morca etkinliğinin odak noktasını bozacağı için zaten bu geziye gelenler Morca’ya da gelecekleri için bunun farkında idiler. Sonuçta oturup karar verdik ve tam 1 gün dinlendikten sonra kamptaki mağaracıların fiziksel ve ruhsal hallerine göre iş planı yapıp girmekti ve bizde bunu yaptık ve sorunsuz bu işi hallettik. Istanbul’da mağaracı arkadaşlarımızdan birisi niye bırakmadınız malzemeyi, ben olsam böyle bir kazadan sonra ellerim titrerdi ben girmezdim dedi.. Ben de, ne yapayım ağlasa mıydım dedim. Beni duyarsız olmakla niteledi. Halbuki benim

hayatımda ilk defa bir kazazedeye ciddi anlamda ilk yardım müdahalesi yaptığımı, otuz yıllık mağaracılık tecrübemde sadece ikinci defa “kurtarma” yaptığımı ve baştan sona benim sorumlu olduğum bir gezi ve kurtarma operasyonunda neler çektiğimi, yaşadığımı bilmeden konuşuyordu. Kimsenin empati yapmasını beklemiyorum çünkü böyle bir tecrübeyi yaşaması lazım empati yapabilmesi için veya böyle bir durumda bir kişinin yaşamadan empati yapması beklenemez. Bir mağaracı olarak benim ruh halim sanırım, kazazedenin durumunu öğrenene kadar kendi tarifim deki panikten serinkanlılığa doğru bir geçiş. Bu arada kelime oyunu da yapmıyorum soğukkanlılık demiyorum serinkanlılık diyorum. Serinlik kavramı hala içinde bir sıcaklık taşıyor. Kazadan sonra hemen mağaraya girme psikolojisinde de aslında benim için çok daha iyi oldu, kendime geldim, rahatladım. Soru soran bakışları görüyorum? Nasıl yani diye? Cevap, mağara içinde ilerlerken, mağaradan başka bir şey düşünmediğim için kafam rahatlıyor o yüzden. Mağaranın o sakin serin ortamı ve ekibin ahengi ve yapılan iş, seni sadece mağara odaklı olmanı sağlıyor. Ayrıca, kafamın hep bir yerinde “mağaracılık keşiftir ve keşif olan bir etkinlikte riskleri sıfırlayamazsın, her zaman bir risk vardır” görüşü yer ettiği için, sanırım başkalarına duyarsız gelebiliyorum. Allah korusun ölümlü bir kaza olsaydı hemen 1-2 gün içinde mağaraya girebilir miydim? Bırak mağaraya girmeyi, acaba tanışıklığımızın olduğu, bildiğimiz, bizim arkadaşımız olan birisini mağaradan çıkarmak için ne kadar serinkanlı olabilirdim, kesinlikle bilmiyorum ve bilmekte istemiyorum. Hiçbir zaman da bilmeyeyim.


9


ARKEOLOJİ, JEOLOJİ COĞRAFYA; Yeni Yaklaşım JEOARKEOLOJİ Prof. Dr. İlhan KAYAN Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü

10


ARKEOLOJİ, JEOLOJİ, COĞRAFYA Yeni bir yaklaşım: JEOARKEOLOJİ Jeoarkeoloji, yer-doğa bilimleri araştırmalarından sağlanan bilgilerin arkeolojik araştırmalarda ve bulguların değerlendirilmesinde kullanılması anlamına gelen yeni bir bilimsel yaklaşımın adıdır. İlgi alanı çok geniş, kapsadığı konular çok çeşitlidir. Bu nedenle farklı uzmanlık dallarından bakıldığında farklı yaklaşımlarla algılandığı, konu ve anlamının henüz tam olarak şekillenmediği görülmektedir. Tartışılan konulardan biri, jeoarkeoloji’de ağırlığın hangi bilimde olduğudur: Jeoarkeoloji jeoloji’nin mi, yoksa arkeoloji’nin mi bir alt dalıdır? Burada kelime yapısı bakımından “jeo”, “arkeoloji”nin önünde bir sıfattır. Buna göre jeoarkeoloji, arkeoloji içindedir. Ancak jeoarkeoloji çalışanlar arkeologlar değil, hep yer-doğa bilimcileridir. Ayrıca jeoarkeoloji’deki “jeo” öneki sadece veya öncelikle jeoloji’yi çağrıştırmaktadır. Halbuki jeoarkeoloji kapsamındaki araştırma konularına bakıldığında bunlar çok çeşitli doğa bilimleridir ve özgün anlamıyla “jeoloji” bunlardan sadece biridir. Ancak başka bir yaklaşımla jeoloji de zaten tek bir konuyu değil, yerbilimleri bütününü temsil etmektedir. Özgün anlamıyla jeoloji yerkabuğunun bilimidir. Yerkabuğu, 6370 km lik yerküre yarıçapının sadece 50 km den ince bir üst bölümünü kapsamaktadır. Jeoloji bunun yapısını (litolojik özelliklerini), farklı yapı birimlerinin istif düzenini (stratigrafi) ve yapıyı şekillendiren hareketlerini (tektonik) inceler. Kuşkusuz bu özellikler yerkürenin kabuk altındaki katmanları ile doğrudan ilişkilidir. Arkeolojik araştırma yapılan bir alana ait jeolojik bilgiler gerekli, bazen çok önemli olabilir. Örneğin mimaride kullanılan taş türleri, keramik yapılan kil yatakları, maden yatakları

gibi. Bu durumda arkeolojik değerlendirmelere yardımcı olmak, katkıda bulunmak için yapılan jeolojik çalışmalar “arkeolojik jeoloji” olarak da adlandırılmaktadır. Arkeoloji insanlık tarihinin derinliklerine inen ve kültür gelişiminin karanlık dönemlerini, o dönemlerden kalan çeşitli insan eserlerini inceleyip yorumlayarak, dolaylı yoldan aydınlatmaya çalışan bir bilimdir. İnsanın doğada biyolojik anlamda herhangi bir memeli canlı olarak var oluşundan, bugünkü modern niteliğine evrimi kuşkusuz aklını kullanması ve teknoloji üretmesi ile paralel gelişmiştir. Yaşamak için, hayatı kolaylaştırmak ve daha iyi yaşamak için, üstün ve hakim olmak için üretilen aletler, araçlar, yapıtlar bu teknolojik gelişimi belgelemekte, simgelemektedir. İşte bu nesnelerin bulunması, bilimsel yöntemlerle incelenmesi, yorumlanması ve bunları kullanan insanların yaşama düzenleriyle, kültürleriyle ilgili bilgiler üretilmesi arkeolojinin amacı ve konusudur. Buna göre arkeolojinin bilgi aracı, aslında insanların yaşama biçimlerini yansıtan, onların nesnel eserleridir. İnsanların yaşama biçimini şekillendiren ise öncelikle üzerinde yaşadıkları yeryüzünün özellikleridir. Tarih öncesi çağlarda en eski insan topluluklarının bir alanda varlığı doğrudan oradaki yeryüzü özelliklerine, yani o alanın coğrafyasına bağımlı olmuştur. Örneğin yerşekilleri (jeomorfolojisi), iklimi uygun olmayan, yeterli su ve besin kaynakları bulunmayan alanlarda insanların barınması düşünülemez. Yerleşme öncesi insan topluluklarının yaşama düzeni bir yana, özellikle bunların bir yere yerleşmesinin, üretim yapmasının ön koşulu doğrudan uygun doğal ortam ve doğal kaynaklara bağlı olmuştur. Sonra da farklı alanların coğrafi çeşitliliği, oralarda yaşayan insanların yaşama biçimlerini, kültürlerini etkilemiş ve çeşitlendirmiştir. Böylece bir alandaki arkeolojik buluntularla

o alanın coğrafi özellikleri arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Buna göre, arkeolojik araştırmalarda gerekli olan bilgi sadece jeolojik olmaktan çok coğrafidir. Coğrafya (Geography) yeryüzü bilimidir. Burada yeryüzü, jeolojinin konusu olan yerkabuğunun yüzeyidir. Bu yüzey, üzerinde iklim olaylarının, hayatın kaynağı olan suyun dolaştığı, insanın yaşadığı, etkinliklerini gerçekleştirdiği canlı (dinamik) bir alandır. Arkeolojinin araştırdığı eski kültürleri şekillendiren de buradaki dinamik sistemdir. Bu nedenle yeryüzünün dinamik niteliği arkeolojik bakımdan da büyük önem taşımaktadır. Böylece zaman (kronoloji) ve zaman içinde çeşitli etkileşimlerle meydana gelen değişmeler, arkeolojide ve yer-doğa bilimlerinde önemle üzerinde durulması gereken ortak bir unsurlardır. Coğrafya yeryüzünün bugünkü fiziksel özelliklerini (yerşekilleri, iklim, su, toprak, canlılar örtüsü), farklı coğrafi mekânlardaki insan topluluklarını, onların yaşama biçimlerini (kültürlerini), etkinliklerini ve bütün bunlar arasındaki ilişki ve etkileşimleri inceler. Ayrıca bütün bu unsurların bugünkü özelliklerinin kökeni, gelişimi, değişimi yine zaman boyutu içinde değerlendirilir. Bu durumda arkeoloji ile geçmişin coğrafyası (paleocoğrafya) arasında büyük bir yakınlık ve ilişki olduğu açıktır. Öte yandan arkeoloji ve arkeolojik araştırmalara ilginin belirgin bir artış gösterdiği yaklaşık son yarım yüzyıllık dönemde arkeolojik araştırmaların yöntem ve niteliğinde önemli gelişmeler olduğu dikkati çekmektedir. Bunlardan çoğu kendi içinde bakıldığında arkeoloji ile doğrudan ilgisi görülemeyen fizik, kimya, biyoloji gibi doğal bilim alanlarında geliştirilmiş araştırma yöntemleridir. Arkeoloji araştırmalarında bunlardan yararlanılabileceği görülmüş ve değerlendirilmişlerdir. Ayrıca arkeoloji bu yeni yöntemler için adeta bir uygulama, deneme 11


ve gelişme alanı olmuştur. Bunlardan çoğu jeoloji veya yerbilimleri ile de doğrudan ilgili değildir. Ancak yere, yer araştırmalarına uyarlandıkları için arkeolojide hepsi “jeoarkeoloji” içinde toplanmakta veya algılanmaktadır. Bunlar bu yazının çerçevesine sığmayacak kadar çok çeşitli konular ve yöntemlerdir. Aşağıda bunlardan başlıcalarına örnekler verilmekle yetinilecektir. Kuşkusuz arkeoloji araştırmalarının temel yöntemi kazılardır ve eski kültürlerin değerlendirilmesi için gerekli olan insan eseri nesnelere ulaşılmasının bugün için başka bir yolu da yoktur. Ancak günümüzde kazı yapmadan da yeraltındaki bazı insan eserlerini belirlemek mümkün olabilmektedir. Örneğin bir arkeolojik alanda uzaktan algılama (remote sensing) yöntemleriyle yapılan taramalarla yüzey ve yüzey altına ait bazı bilgiler sağlanabilmektedir. Bunun için havadan alınan fotoğrafların (hava fotoğrafları), özellikle toprağın nem ve bitki örtüsünün farklılık gösterdiği değişik zamanlarda çekilmiş olanların karşılaştırmalı incelenmesi yüzey altındaki örtülü yapı izlerinin belirlenmesinde ve kazı için uygun yer seçiminde yararlı olabilmektedir. Son yıllarda özel uydulardan alınan görüntülerle veya çeşitli yer radyasyonu kayıtlarıyla (image) da geniş alanlar taranabilmektedir. Arkeolojide uzaktan algılama yöntemlerinin önemli bir bölümünü jeofizik ölçümler oluşturmaktadır. Bunlar amaç ve yerin özelliklerine göre sığ yüzey altı katmanlarının elektrik, manyetik, radar, sismik gibi yöntemlerle taranmasına dayanmaktadır. Böylece üstü örtülmüş yapı temelleri, genel olarak kent dokusu, yollar, savunma sur veya hendekleri, su yolları, çanak-çömlek veya maden işleme atölyeleri kazı yapılmadan belirlenebilmektedir. Son yıllarda gelişen bilgisayar teknolojisi, yüzeye ait birçok bilginin üstüste çakıştırılması, ilişkilendirilerek yorumlanması 12

imkânlarını artırmıştır. Bu yöntem GIS (Geographical Information Systems) veya Türkçe olarak CBS (Coğrafi Bilgi Sistemleri) adıyla en geniş anlamda her türlü bilginin değerlendirilmesinde büyük kolaylık sağlamaktadır. Yine hızla gelişen GPS (Global Positioning System) yöntemi uydularla bağlantı kurularak topoğrafik ölçümlerin büyük bir hassasiyetle yapılmasını sağlamakta ve gerek yüzey araştırmalarında, gerekse kazı alanlarında ölçüm işlerini büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Uzaktan algılama yöntemleri yüzey altına ait yararlı bilgiler vermekle birlikte bunlar büyük, daha çok mimari kalıntılarla sınırlı kalmaktadır. Kültür alanının dağılışı, özellikle üstü örtülerek derinlerde kalmış yerleşme katmanlarının, örneğin bir höyükte kültür tabakalarının ne kadar derine indiğinin belirlenmesinde uzaktan algılama teknikleri bugün için yeterli olamamaktadır. Daha önemlisi, kültür tabakalarının niteliklerinin, hangi dönemlere ait olduklarının, başka bölgelerle olan kültür ilişkilerinin belirlenmesi, nesnel eserlere doğrudan ulaşılmadan mümkün değildir. Bunun da tek yolu arkeolojik kazılardır. Ancak geniş alanlarda yoklama (test) niteliğinde araştırmalar yapmak, özellikle eski kültür tabakalarının dağılımını ve eski doğal çevrenin (paleocoğrafya) özelliklerini belirlemek amacıyla delgi sondajlardan yararlanılabilmektedir. Bunun için çok çeşitli araç veya aletler bulunmaktadır. Örneğin Troya kazılarında el burgusu ile 8-10 m derinliklere, Unimog iş makinesine takılan hidrolik burgu takımıyla 20 m, son yıllarda kullanılan kompresör tabancasıyla yerine göre 30 m lere kadar inilmesi mümkün olabilmiştir. Burada yapılan delgi sondajların sayısı 2001 yılında 285 e ulaşmıştır. Bunlardan 30 kadarı da kepçe ile açılan 2,5 m kadar derinlikte çukurlardır. Bu tür sondajların doğrudan kazı alanında yapılması genellikle mümkün olamamaktadır. Çünkü belirtilen sondaj takımlarının taşlı

dolgularda ilerlemesi mümkün değildir. Buna karşılık çevredeki alüvyal birikinti alanlarından bu yolla önemli sedimantolojipaleocoğrafya bilgileri elde edilmiştir. Örneğin 15.000 yıl kadar önce bugünkünden 100 m kadar alçakta bulunmuş olan deniz seviyesinin 6000 yıl kadar önce bugünkü seviyesine yükseldiği, bu sırada Troya batısındaki Karamenderes vadisine sokularak güneye doğru 17 km kadar uzunlukta, 3-4 km kadar genişlikte bir körfezin oluştuğu, sonra bunun alüvyonlarla dolmasıyla bugünkü ovanın şekillendiği belirlenebilmiştir. Bu gelişim sırasında 5000 yıl kadar önce Troya’nın bir kıyı yerleşimi olarak geliştiği, Troia VI döneminde (Günümüzden 3700- 3250 yıl önce) çevrenin bir delta kıyı düzlüğü durumuna dönüştüğü anlaşılmıştır. Bu döneme ait eski akarsu yatakları, bunlarla Troya yerleşmesi arasındaki alanın arazi kullanımı hakkında birçok yeni bilgi elde edilmiştir. Arkeoloji araştırmalarında kuşkusuz en önemli konulardan biri de tarihlendirmedir (dating). Arkeolojide bunun klasik yöntemi, başta pişirilmiş killi topraktan yapılan eşyaların (çanak-çömlek) malzeme, şekil, renk, bezeme gibi özelliklerinin karşılaştırmalı değerlendirilmesine dayanır. Ancak günümüzde çok çeşitli fizik, kimya ve biyoloji bilgilerinden yararlanılarak geliştirilmiş tarihlendirme yöntemleri bulunmakta ve uygulanmaktadır. Örneğin C14 çok yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Pişmiş toprak eşya üzerinde “thermoluminescence”, üstü alüvyonlarla örtülmüş yüzeylerin tarihlendirilmesinde “optical stimulated luminescence” yöntemlerinden yararlanılmaktadır. Çürümeden kalabilmiş ahşap buluntulardan ağaç halkaları incelemeleri ile sağlıklı kronoloji değerlendirmeleri (dendrokronoloji) yapılabilmektedir. Uygun sedimanlar içindeki polenlerin incelenmesi ve istatistik yöntemlerle değerlendirilmesi hem kronoloji, hem de çevredeki


bitki örtüsü değişmeleri hakkında kıymetli bilgiler sağlayabilmektedir. Arkeolojinin önemli konularından biri de farklı alanlarda gelişen kültürler arasındaki ilişkilerdir. Bunun için de klasik yöntem, belli kültürleri temsil eden çanak-çömlek türü eşyanın dağılımıdır. Böyle eşyaların yapımında kullanılan kil mineralleri içindeki parmak izi niteliğinde iz elementlerin (trace elements) gelişmiş fizik yöntemleriyle belirlenmesi (izotop analizleri), bunların kökeninin bulunmasını ve dağılımının izlenmesini sağlamaktadır. Aynı yöntem obsidyen, sileks gibi çok eski çağlarda alet yapımında kullanılmış taşların, bakır, kalay, altın, gümüş gibi belli çağlara simge olmuş madenlerin, çeşitli çağlarda mimaride ve sanatsal eserlerin yapımında kullanılmış olan granit, mermer gibi taşların köken ve dağılımlarının belirlenmesinde de kullanılmaktadır. Yukarıda değinilen ve en geniş anlamıyla hepsi “jeoarkeoloji” kavramı içinde toplanan araştırma yöntemlerinden Türkiye’deki arkeolojik araştırma ve kazıların pek çoğunda yararlanılmaktadır. Bunun için arkeoloji araştırma ekiplerine ilgili alanlardan uzmanlar katılmaktadır. Örneğin Troya projesinde böyle çeşitli bilim alanlarından katılan uzmanların sayısı 100 ü geçmektedir. Ancak özellikle tarihlendirme ve izotop analizlerinden çoğunun Türkiye’de seri olarak yapılması mümkün olamamaktadır. Bunlardan çoğunun, teknolojisi devamlı gelişme durumundadır. İzlenmesi, uygulanması zor ve pahalıdır. Bu nedenle genellikle yabancı meslektaşlarımızla işbirliği içinde çalışılmakta, bir yandan arkeolojik araştırmalara yararlı katkılar sağlanırken bir yandan da arkeolojik araştırma projeleri çeşitli yeni tekniklerin geliştirilmesinde uygulama ve deneme ortamı oluşturmaktadır. Bu işbirliği, çeşitli bilim alanlarındaki yeni gelişmelerin daha yakından izlenmesi ve genç araştırmacıların

yetişmesi bakımından da yararlı olmaktadır. Sonuç olarak yeryüzü insanların yaşama ve yaşamak için gerçekleştirdikleri her türlü etkinliğin mekânıdır. Bu nedenle, geçmişte de, bugün de yeryüzündeki her türlü oluşum ve özellik insan yaşamını etkilemekte, yaşama biçimini şekillendirmektedir. Bugün bu ilişkiler bütün çeşitliliği ile coğrafya çerçevesinde toplanmaktadır. Geçmişteki ilişkiler ise insanların nesnel eserlerine yansımış olmasından yararlanılarak arkeolojide incelenip değerlendirilmektedir. Jeoarkeoloji bu ikisini buluşturmakta, birleştirmektedir. Jeoarkeolojinin kelime anlamı, gerçekteki uygulama anlamını tam karşılamamaktadır. Ancak jeoarkeoloji belli bir yaklaşımı k ısaca ifade eden, gittikçe yaygınlaşan, kabul gören bir terim olarak kullanılmaktadır. Buna bir konu sınırı çizmeye ve katı tanımlaması yapılmış bir çerçeveye yerleştirmeye zorlamanın bir gereği ve yararı bulunmamaktadır. Jeoarkeoloji gelişen, bilim alanları arasında gelişmeyi teşvik eden, yeni, çok alanlı (multidisipliner) bir bilimsel araştırma ortamı oluşturmaktadır.

Müzeler Genel Müdürlüğü’nün her yıl düzenlediği “Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu” bildiri kitaplarının “Araştırma ve Arkeometri” projelerine ait olan ciltlerinde, Jeoarkeoloji’nin çeşitli uygulamaları ve elde edilen sonuçlar yayımlanmaktadır. Troya Projesinin her yıl yayımlanan “Studia Troica” serisinde jeoarkeoloji konularında çeşitli uygulama çalışmalarına örnekler bulunabilir. “Verlag Philipp von Zabern, Mainz”basımı 10 cilt. Institut für Ur- und Frühgeschichte und Archaologie des Mittelalters der Universitat Tübingen. Germany. Bu makale aşağıdaki dergiden alınmıştır. TOPLUMSAL TARİH : Cilt 18, Sayı 101, Sayfa 64-66, Mayıs 2002

Seçilmiş örnek kaynaklar: BUTZER K.W. 1964. Environment and Archaeology: An Introduction to Pleistocene Geography. Chicago: Aldine. BUTZER K.W. 1982 Archaeology and Human Ecology. New York: Cambridge University Press. HERZ N., GARRISON E.G. 1998. Geological Methods for Archaeology. Oxford Universty Press.7 RAPP G.Jr., GIFFORD J.A. 1985. Archaeological Geology. 435 pp. Yale University Press. RAPP G.Jr., CHRISTOPHER L.H. 1998. Geoarchaeology. 274 pp. Yale University Press. T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve 13


Dünya çapında adını duyurmuş mağara fotoğrafçılarını bir araya getiren organizasyonun ilki 2011 yılında Fransa’da Olargues bölgesinde, ikincisi 2013 yılında İtalya Trieste’de yapılmış. Yaklaşık bir hafta süren etkinlikte uluslararası katılımcılar, hem bölge mağaralarında fotoğraf çalışmaları gerçekleştiriyor hem de deneyimlerini, bilgilerini paylaşma fırsatı buluyorlar. Organizasyon bölgenin doğal güzelliklerinin tanıtılmasına da önemli bir katkı sağlıyor. Bu önemli organizasyonun üçüncüsü, 25 Temmuz - 1 Ağustos tarihleri arasında Küre Milli Parkı’nda gerçekleştirilecek ve 15 ülkeden alanlarında adını duyurmuş 44 mağara fotoğrafçısı katılacak. Mağara fotoğrafçılığı, zor bir sportif disiplin olan mağaracılık ile fotoğraf sanatını bir araya getiren, az sayıda meraklının uzmanlaşabildiği özel bir uğraş. Sıfır doğal ışık ortamının fotoğrafçılık açısından teknik zorluklarının üzerine, fiziksel koşullar oldukça sıradışı. 14

Katılımcılar Küre Milli Parkı mağaralarına zaman zaman derinlere iplerle iniş yaparken, yeraltı göllerini şişme botlarla geçmeleri, bazen de traverten duvarlara tırmanmaları gerekecek. Ortamlar çoklukla ıslak ve nemli, bazen çamurlu ve her zaman soğuk. Gereken kapsamlı fotoğrafçılık ekipmanları için hiç ideal değil. Etkinlik, Türkiye’nin önemli mağaracılık kulüp ve dernekleri tarafından desteklenmekte BUMAD Boğaziçi Uluslararası Mağara Araştırma Derneği ASPEG Anadolu Speleoloji Grubu Derneği OBRUK Mağara Araştırma Grubu ve Dergisi İTÜMAK İstanbul Teknik Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü Basın bildirisi Hazırlayan Murat Eğrikavuk


15


“Troglophilus aspegi”

16


“ASPEG” İSMİ BİLİM DÜNYASINDA” Derneğimiz, Bartın Sipahiler Mağarası’ndan bulunan ve yeni tanımlanan “Troglophilus aspegi” Taylan & Sirin 2015 isimli mağara çekirgesi türüne isim kaynağı olmuştur. Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Doç Dr. Deniz Şirin ile birlikte yürütülen çalışmada, Bartın Sipahiler Mağarası’ndan toplanan türün ülkemizde daha önce tanımlanan mağara çekirgesi türlerinden farklı morfolojik özelliklere sahip olduğu tespit edilmiştir. Uluslar arası hakemli ve SCI kapsamındaki “Journal of Entomological Research Society” dergisinin, 17(2): 51-57 sayısında basılan makalede, yeni mağara çekirgesi türünün isminin kökeni aşağıdaki gibi açıklanmıştır; “Etymology. The new taxon takes its name from the Society of Anatolian Speleological Group (ASPEG) which is a cave research society in Turkey and supports researches including one of the authors of this paper, who is also a member of the society” “Troglophilus aspegi” türü şu ana kadar yalnızca bu Sipahiler Mağarası’ndan tespit edilmiştir. IUCN (Uluslar arası Doğa Koruma Birliği)’ne bu türün endemizm düzeyi ile ilgili rapor sunulmuştur. Ülkemizin de imzaladığı birçok uluslar arası antlaşmalara göre, bir alanda endemik bir tür bulunması o alanın korunması için öncelik oluşturmaktadır. Bu ve bunun gibi makalelerin mağara korumacılığı açısından da önemli olacağı öngörülmektedir. Ülkemizde sadece sportif değil, bilimsel mağaracılığın öncülerinden olan ASPEG Derneği’nin gelecekte de bu tarz makalelere imza atması ümidiyle… Yazı ve Fotoğraflar Dr. Mehmet Sait TAYLAN

17


GİYİM METHODOLOJİSİ ÖZGÜR CAN SÖNMEZ

18


Özgür Can Sönmez arkadaşımız eski bir BÜMAK’lıdır. Mağaracı olan Özgür Can Sönmez Akdeniz Üniversitesi Mağara Araştırma Kurucu Üyesi’dir ve yıllarını mağaralara ve mağaracı yetiştirmeye adamıştır. Biyoloji mezunu olan Özgür, işi gereği devamlı olarak arazide gezdiği için birçok değişik iklimde çalışmak zorunda kalmıştır bu da onu özellikle askeri alanda

geliştirilen üst üste giyinme kavramını araştırmaya itmiştir ve kendisi de bulduklarını bizimle tablo halinde paylaşmıştır. Bizim gibi devamlı arazide olanlar için oldukça ilginç ve yararlı bir bilgi paylaşımı.

19


20


21


22


Tuluntaş Mağarası, 1990’ların başı, MAD’la beraber mağaraya girerken (Ender Usuloğlu)

Ali Aytan’ın ilk mağarası, Çatalca, sürünürken..(Ender Usuloğlu)

ESKİLERDEN !!! 23


24


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.