Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım!(2)
sf 12-13
Rojava’da özerklik meşru ve demokratiktir Rojava genelinde Erfin kantonu, Kobani kantonu, Cizire kantonu olarak ortaya çıkan özerklikler Kürt ulusu ve bölgenin diğer milliyetleri açısından olumlu bir gelişmedir. Emperyalistlerin ve yerli uşak sınıfların çıkarları doğrultusunda yok sayılarak oluşturulmuş devlet projeleri açısından önemli bir gelişmeye işarettir. Burada yaşayan çeşitli ulus ve milliyetlerden halkların varlığının hiçe sayılarak oluşmuş olan politik - siyasal uygulamalarında sonudur. sf 16-17
Halkın Günlüğü
1-15 ŞUBAT 2014 Yıl: 3 Sayı: 76 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
Suriye ve emperyalizmin
katliamcı rolü f DÜNYA
14
Suriye kelimenin gerçek anlamında adeta kan gölüne dönmüş durumdadır. Esad gericiliği ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) isimli emperyalist destekli muhalif klik gericiliği, karşılıklı olarak büyük katliamlar gerçekleştirdi. Suriye halkı muhalefet ve iktidar eksenli gerici önderlikler tarafından acımasızca kırıldı, kırılmaya devam ediliyor. Bu çatışmada her iki tarafta haklı ve desteklenecek durumda değildir. Yaşanan çatışma ve katliamlar doğrudan emperyalist oyunların ürünüdür. Çatışmanın perde arkasındaki güçler ABD emperyalizmi ile Rus emperyalizmidir.
Söz-yetki-karar Dersim halkına
AKP Cemaat çatışmasında yeni ‘perde’ açıldı
Kriz yeni çatışmalarla boyutlanıyor 17 Aralık operasyonuyla başlayan AKP ile Gülen Cemaati arasında devam eden çatışma, bu kez de çeşitli sermaye çevrelerinin AKP’yi destekleyen ve karşı çıkan açıklamalarıyla giderek boyutlanan yeni çıkar çatışmalarını gündeme getirdi. Bugün TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON, ASKON ve TÜMSİAD arasındaki çelişki ve çatışmaların arka planında, emperyalist sermaye çevrelerinin kendi aralarında ve rakip sermaye
02
Ukrayna emperyalist dalaşın bir başka adresidir
15
çevrelerinde yaşadığı çıkar çatışmaları bulunmaktadır. Bu çatışmaların borsaya ve ekonomiye yansıması halkın yaşam koşullarını giderek zorlaştırırken, emperyalist tekelci sermayenin yoğunlaşması ve derinleşmesine uygun ve ona hizmet edecek bir süreç geliştirilmekte ve ilerletilmektedir. Buradan çıkan sonuç, halka daha fazla sömürüyü ve baskıyı koşullayan bir işlev görmektedir.
YDK’lı avukat tacize uğradı
22
02 güncel haber
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
Söz yetki karar Dersim Dersim Demokratik Halk Dayanışması, 30 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde Dersim merkez ile üç ilçedeki belediye başkan adaylarını açıkladı Dersim Demokratik Halk Dayanışması, 30 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde merkez ve üç ilçe belediye başkan adayını açıkladı. Büyük bir coşkunun olduğu adayların tanıtım açıklamasında Dersim Demokratik Halk Dayanışması (DDHD), Dersim Merkez’de Ali Tacer, Ovacık’ta Fatih Mehmet Maçoğlu, Hozat’ta Kahraman Kılıç, Mazgirt’te de Tekin Türkel’le seçime girecek. Sanat Sokağı’nda bir araya gelen kitle buradan “Söz yetki karar Dersim halkına” , “Dersim onurdur onuruna sahip çık”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” , “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” sloganlarıyla Seyit Rıza Parkı’na yürüdü. Parkta davul-zurna eşliğinde halaylar çeken kitle, büyük coşkuyla ““Söz yetki karar Dersim halkına” sloganını defalarca kez haykırdı. Dersim Demokratik Kültür Derneği Başkanı ve aynı zamanda DDHD sözcüsü Tahir Demirtaş kitleyi selamlayarak, DDHD adına açıklama yaptı. Demirtaş, Dersim halkının tüm gerici dayatmalara karşı birlikte sorunları omuzlayıp kendi kendini yöneterek kazanmaya devam edeceğini açıkladı.
Dersim halkı faşist saldırılara boyun eğmeyecek Dersim her karış toprağının bombalandığı, insanların katledildiği, topraklarından sürgün edildiğini, derelerinde, akarsularında yapılmak istenen barajlarla yok edilmek is-
tenen bir kent olduğunu hatırlatan Demirtaş, “Dersim direndikçe her defasında siyasal gözaltı saldırılarıyla yiğit oğulları, kızları hücrelere atıldı, yozlaştırma ve asimilasyon politikalarıyla kimliğinden, dilinden, yaşam biçiminden zorla uzaklaştırılmak istendi. Her türlü saldırılara karşı Dersim halkı dik durmasını bildi ve yaşamın her alanında faşist baskılara karşı alternatif mücadele yöntemleri geliştirdi.” dedi. DDHD’nin faşizme ve her türden gericiliğe karşı kararlı mücadelenin sonucunda ‘söz yetki karar Dersim halkına’ şiarıyla doğduğunu vurgulayan Demirtaş sözlerini şöyle sürdürdü: “Gerici düzen partilerinin halkın kan can pahasına yarattığı Dersim’i yağma ve talan etmesine, yerel yönetim mekanizmalarını rant kapısı görenlere karşı, halkın kendisini ifade ettiği, karar alma süreçlerine katıldığı ve bizzat bu kararların uygulanmasında tek yetkili merci, Dersim Demokratik Halk Dayanışması’dır. DDHD tüm demokrasi güçlerinin birliğini sağlamaya, birlikte mücadele etmesini büyütmeye dönük bir oluşumdur. İşte bu büyük aile kendi yönetim mekanizmalarını geliştirerek, içerisinde oluşturdu halk meclisleriyle Yerel Seçimlerde ‘Söz Yetki Dersim halkına’ şiarıyla tüm geri dayatmalara karşı bağımsız adayla seçimlere giriyoruz.”
kalacaktır. Çünkü söz konusu olan Dersim halkının geleceğidir ve bu gelecek düzen partilerine teslim edilemez.” dedi.
DDHD büyüyerek kazanmaya devam edecek
Dersim halkı DDHD etrafında kenetlenmelidir!
DDHD’nin bölgedeki tüm demokrasi güçleriyle birlikte olmaya ve gücünü yeni birlikteliklerle büyütmeye devam edeceğini dile getiren Demirtaş, “Bizler dayanışmayı ve birlik anlayışını ilkelerimizden taviz vermemek kaydıyla sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz. Her kim ki bizi ilkelerimizden vazgeçmeye çağırırsa, çağrısı cevapsız
Dersim halkına geleceğine sahip çıkması için çağrıda bulunan Demirtaş şu sözlerle konuşmasına devam etti: “Dersim Demokratik Halk Dayanışması Dersim’de yapılmaz denileni yapmak için yola çıkmış ve çok büyük bir mesafe kat etmiştir. 2009’dan bu yana oluşturduğu halk meclisi platformlarıyla, Dersim’in demokrasi kültüründe yeni
bir mevzi yaratmıştır. Masa başı pazarlıklarla seçime girme ve ayak oyunlarına karşı söz, yetki ve karar halka anlayışını demokrasi mücadelesi içerisinde ete kemiğe dönüştürmüştür. Tüm halkımız geleceği hakkında söz sahibi olmak için tüm yönetim kademelerinde tek başkan koltuklarını parçalamalı; her kararın ortak alındığı halk meclislerini savunmalıdır.”
‘Tutuklu arkadaşlarımızı selamlıyoruz’ Bir önceki yerel seçimlerde DDHD çatısı al-
Hrant Dink ülke genelinde 7 yıl önce katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, ülke genelinde yapılan kitlesel eylemlerle anıldı Hrant Dink katledildiğinden bu yana ilk kez Malatya’da, doğduğu evde anıldı. Malatya Kız Meslek Lisesi önünde toplanan kitle ellerinde Hrant Dink’in fotoğraflarıyla Dink’in doğduğu eve yürüdü. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında Dink’in katillerinden hesap sorulacağı vurgulandı.
İstanbul: Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın polis tarafından bariyerlerle kapatılmasıyla Dink’i anmaya gelen kitle Gezi Parkı’nın yan tarafındaki boş alanda Ermenice ve Türkçe “Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeni’yiz” , “Unutmayacağız Affetmeyeceğiz”
yazılı pankartının arkasında toplandı. Yürüyüşe geçen binlerce kişi “Yaşasın halkların kardeşliği” , “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz” , “Faşistler vuruyor AKP koruyor” sloganlarını attı. Yürüyüş sırasında yapılan açıklamada Armenak Bakırciyan (Orhan Bakır), Ahmet Kaya, Ceylan Önkol ve Gezi Ayaklanması’nda şehit düşenlerin isimleri okunurken, katledilen insanların halkın mücadelesinde yaşadığı anlatılarak katillerin üzerine yüründüğü belirtildi.
DHF: Katil devlet hesap verecek Anmaya birçok devrimci-demokratik kurum katılırken Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) da “Katil Devlet Hesap Verecek” pankartını açarak, üye ve taraftarlarıyla alandaki yerini aldı. Agos Gazetesi önüne gelen kitle adına Hrant’ın arkadaşı, Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya bir açıklama yaptı.
Kaya açıklamasında, bu konuşmayı demokrasi penceresinden bakabilenlerin anlayabileceklerini, demokrasi mücadelesine inanmayanların anlamayacağını belirterek şunları söyledi: “Bizler, 19 Ocak’ta düştük, kanadık. Neredeyse yüz yıl boyunca hayatlarımızda asılı duran ve devletin yüzünü asan bir tartışmayı bitirecek olan insanın da buralardan gidişi üzerinden tam yedi yıl geçti. Bu siyasi cinayetin satrancındaki tüm hamleleri, vezirini, şahını ve piyonunu görebiliyoruz artık. İstihbaratıyla, güvenlik birimiyle, medyasıyla artık tanıdığımız korunaklı bir şemsiyenin altında gayet nizami bir cinayet işlendi.” Açıklamanın sona ermesiyle anma eylemi sona erdi. Anmanın ardından kitle Taksim’e yürüdü. DHF’liler Fransız Konsolosluğu önünde bulunan iskele demirlerine “Katil Devlet Hesap Verecek” pankartını astı.
Hrant Dink, Zeytinburnu Balıklı Ermeni Mezarlığı’nda bulunan mezarı başında da anıldı. Mezarlıktaki anmaya Dink’in ailesi ile dostları katıldı. Dink’in mezarına çiçekler bırakılırken, dini tören yapılarak dualar edildi. Törenin sonunda daha önceki törenlerde olduğu gibi Dink’in arkadaşı Malik Yalçın tarafından şiir okunmasıyla anma sona erdi. Ankara: Ankara Dayanışması’nın çağrısıyla Birgün Gazetesi Ankara Temsilciliği önünde toplanan kitle, Güvenpark’a yürüdü. Yürüyüşün ardından Ankara Dayanışması adına Ermenice-Türkçe yapılan basın açıklamasında, devlet kontrolünde yapılan katliamlara dikkat çekildi. Güvenpark’ın merdivenlerine karanfil ve Hrant’ın fotoğraflarının yer aldığı dövizler bırakılarak eylem sonlandırıldı. Yürüyüş sırasında kitle, “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz” , “Faşizme inat karde-
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
03
halkına ‘Bütün yönetim koltukları halkındır’ Dersim, Hozat, Mazgirt ve Ovacık Belediye başkan adaylarının büyük bir ailenin yarattığı demokrasi kültürünün sonucu ortaya çıktığına değinen Demirtaş sözlerine şu ifadelerle devam etti: “Tek koltuklara karşıyız bütün yönetim koltukları halkındır şiarıyla çıktığımız bu yolda halkın iradesini taşımakla yükümlü olan Dersim Bağımsız Belediye Başkan adayımız Ali Tacer’dir. Sadece seçimi değil geleceğimiz için halkımız DDHD etrafında kenetlenmeli, açtığı yolun devamını getirebilmeli ve yenilemez en büyük gücün örgütlü bir halk gerçekliği olduğunu gösterebilmelidir.
‘Sistem partileri tabela partisi olacak’
tında faaliyet yürüten, verdikleri emekle halkın gönlünde taht kuran ve daha sonra ise polis komplosuyla tutuklanan DHF üyelerini hatırlatan Demirtaş, “2009 yerel seçimlerinde yarattığımız demokrasi şöleninde bağımsız adayımız Murat Kur Dersim Belediyesi Meclis Üyesi Ali Mükan ve yine dayanışma üyelerimiz Evrim Konak, Mustafa Aytaç ve tüm arkadaşlarımızı buradan büyük bir coşkuyla selamlıyoruz.” ifadelerini kullandı.
Demirtaş’ın ardından söz alan Dersim Belediye Başkan Adayı Ali Tacer ise yaptığı konuşmada, “Sistem partileri tabela partisi olacak. Dersim bizimdir bizim kalacak” dedi. Tacer konuşmasında şunları dile getirdi: “Dersim’in dağları, sokakları bizim. Sokaklarda başlattığımız mücadeleyle yerel yönetimde halkın iktidarlaşmasının önünü açacağız. Aslında en basit ve kolay görev bizim görevimiz olacak. Gerçekleştirdiğimiz halk meclisleri bizleri yöneten bir organ olacak, bizler de sadece belediyede o meclisin bir koordinatörü olarak görev yapacağız. Bu vesileyle halkımızın bize gösterdiği teveccühten dolayı teşekkür ediyor, saygılarımızı sunuyoruz.”
anıldı şimsin Hrant” , “Faşizme karşı omuz omuza” , “Türk, Kürt, Ermeni yaşasın halkların kardeşliği” sloganlarını attı. İzmir: İzmir’de Alsancak Garı’nda bir araya gelen yüzlerce kişi “Dünden Bugüne Hukuksuzluk AKP İle Sürüyor Hrant’ın Katili Faşist Devlettir” yazılı pankartı açarak Türkan Saylan Kültür Merkezi’ne yürüdü. Yürüyüş sonunda yapılan basın açıklamasında Dink’in katledilişinin üzerinden 7 yıl geçmesine karşın, Dink katliamından sorumlu olanların hiçbirinin yargılanmadığı belirtildi. İzmir Müzisyenler Derneği ve Mora Çalanlar Grup üyelerinin, Kürtçe, Türkçe ve Ermenice ezgilerini kitleyle paylaşmasının ardından anma sona erdi. Eskişehir, Antalya, Samsun ve
Amed gibi illerde de Hran Dink anmaları yapıldı. Roboski, Reyhanlı ve Gezi Ayaklanması’ndan ülkemizde yaşanan pek çok katliama kadar yaşanan gerçekler göstermektedir ki, devletin katliamcı geleneği devam etmektedir. En ufak hak arayışına dahi tahammül edemeyen faşist T.C devleti, kendisine tehdit olarak gördüğü devrimci, demokrat ve aydınları sokak ortasında katlederek halkın üzerinde korku salabileceğini sanmaktadır. Hrant Dink’in katledilişinin üzerinden 7 yıl geçmesine karşın, dava dosyasında hiçbir ilerleme sağlanamazken, tam tersine katiller devlet eliyle korunup kollanarak hapishanede sefa içerisinde yaşatılmaktır.
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
MKP 3. KONGRESİ VE İBRAHİM KAYPAKKAYA (I)!
G
eçmiş tarihsel köklerimiz ve bizleri bugünlere kadar taşıyan ideolojik, politik ve örgütsel öncellerimize doğru ve bilimsel bir yöntemle yaklaşarak onları yaşatmalıyız. Zira komünist ideoloji ve bilimimiz, dogma değil tam da bir eylem kılavuzudur. Onun iki temel özelliği olarak proletarya ve emekçilerin hizmetinde olması ve uygulanabilirliği, somut koşulların somut tahlili prensibiyle sürekli ilerletilmesini gerektirmektedir. Özellikle TürkiyeKuzey Kürdistan’da hareketimiz ve Partimizin kurucu komünist önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın tezlerini ve görüşlerini ele alışımızda da bilimsel olmak durumundayız. Ne yazık ki, yoldaşın bilimsel tutumu ve ruhuna uygun olarak onun özüne sarılmak yerine ardılları olarak genellikle lafzına tutunulmuştur. Aynı şekilde‘Kaypakkaya diyor ki’ ile başlayarak sürekli alıntılar silsilesi eşliğinde basmakalıp ve değişmez bir ikonlaştırma çizgisi ve siyaseti izlenmiştir. Kaypakkaya yoldaş sonrası yaşadığımız ve mücadele yürüttüğümüz süreçlerin objektif ve sübjektif somut verili koşullarını doğru ve bilimsel olarak tahlil etmek yerine önder yoldaşın kendi tarihsel koşullarında son derece doğru ve bilimsel olan programatik görüşlerine uydurmak için kendimizi sürekli zorladık. Oysa Kaypakkaya yoldaşın, izlenmesi ve sürdürülmesi gereken tam da doğru ve bilimsel yöntemi (metot) ve çizgisiydi. Bilinmelidir ki, Kaypakkaya yoldaşın bizlere bıraktığı en büyük miras, tarihsel köklerinin üzerinden-hareketimizin Kültür Devrimi’nin ürünü olmasına yönelik önemli vurgu vb-doğru ve bilimsel olarak yükselerek burjuva medeniyetçi paradigmadan (burjuva tarih anlayışı ve onun teori- ideoloji-çizgi ve siyasetinden, burjuva uygarlıkçı ve aydınlanmacı anlayışlardan, Avrupa merkeziyetçilik vb.lerinden köklü olarak kopuş) köklü bir şekilde koparak ezilen ve sömürülenlerin tarih ve gerçeklikleri üzerinden komünist bir doğruluşla yükselmesini bilmesidir. Öyle olmasaydı Partimiz ve hareketimiz, Ermeni, Dersim vb diğer soykırımlar ve Kürt vd katliamlara karşı çıkmaz ve çıkamazdı. Öyle olmasaydı Jön Türkçü, İttihatçı ve Kemalist cumhuriyetçi mirası kökleriyle reddetmez, reddedemezdik. Öyle olmasaydı Pir Sultanlar, Şeyh Bedreddinler, Babailer ve ezilen Kürt ulusu vd. lerinin ilerici, kahraman, demokratik ve devrimci aynı zamanda son derece haklı ve meşru miraslarına sahip çıkamazdık. Ve nitekim öyle olmasaydı bugün bizzat uluslararası emperyalist dünya sisteminin Ilımlı İslam ideoloji ve politikası düzleminde tekçi- faşist Türk Sünni- İslam eksenli anlayış, çizgi, teori ve pratik politikalarına köklü olarak karşı gelemezdik. İşte bütün bunlar ve izlediğimiz çizgi ve yönelimimiz, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da komünist önderimiz Kaypakkaya ile birlikte yeni nitel bir tarih bilinci ve tarihsel doğruluş olarak göndere çekilmiştir. MKP 3. Kongresi tam da böylesine bir öze ve içeriğe sarılarak hareket etmiş ve bu doğrultudaki kararlılığını göstermiştir. Kongre, böylesine bir tarihsel mirasa komünist bilinçle sahip çıktığını ve bunun ilerletilmesi sorumluluğunu ilan etmiştir. Biz komünist-
ler son derece doğru ve bilimsel bir tarihsel mirasa sahibiz. Kaypakkaya her şeyden önce komünist ideoloji ve bilim olarak ulaştığımız seviye itibarıyla Marksist-LeninistMaoist’tir. Ve bu bilimsel sosyalist yöntem üzerinden, onun yaşayan canlı ruhu olan somut koşulların somut tahlilini doğru ve bilimsel olarak uygulamasındadır. Yoksa komünist Kaypakkaya yerine olsa olsa devrimci bir Kaypakkaya olabilirdi. Maalesef önder yoldaşı geriye çekmek isteyenler niyetlerinden bağımsız olarak yanlış anlayış, çizgi, ideolojik yönelim ve gerek kendi hareketi içerisinde gerekse de pratik politikalarıyla söz konusudur. Şimdi çok net bir şekilde ifade edebiliriz ki, Kaypakkaya yoldaşı yanılmaz otorite olarak kavrayıp bizzat onun tezlerini nicel ve nitel olarak ilerletme sorumluluğunu üstlenmek yerine, Kuranı Kerim gibi ayetler ve hadisler silsilesi şeklinde hayata yaklaşanlar mı, yoksa yoldaşın bilimsel tutumu ve ruhuna uygun olarak lafzına değil de tam da özüne sarılarak mücadelede ısrar edenler mi, doğru ve bilimseldirler. Açık ki saatlerini durdurarak ve tabii ki Kaypakkaya yoldaşı dokunulmaz, yanılmaz ve onun ortaya koyduğu ve mücadelesini can bedeli yürüttüğü tezlerini ise sürekli surette değişmez şeklinde görerek, algılayarak ve kavrayarak hareket etmek, komünist önder yoldaşa ve son derece doğru ve bilimsel mirasına vurulan en büyük engel kilididir. Kaypakkaya yoldaşın bilimsel tutumu ve ruhuna, çizgisine, özüne ve yöntemine sarılamayanlar tabii ki Gezi Haziran Ayaklanması ve direnişinin tecrübelerinden yeterince doğru ve bilimsel dersler çıkaramazlar. Tabii ki yaşanan objektif koşullar tarafından eskiyerek geriye düşmüş ve değiştirilmesi gereken fikirler, stratejiler ve mücadele yöntemleri yerine doğru ve bilimsel olarak somut koşulların somut tahlilini yeterince yapamazlar. Ve önceden ortaya koydukları reçeteler, siparişler ve değiştirilemez kanunlarla hareket ederler. Oysa doğa, toplum ve her şey hareket halinde ve sürekli değişim içerisindedir. Çelişme zemininde mücadele, nicel ve nitel dönüşümler ve değişimler her bir şeyin gerçekliğidir. Kaypakkaya yoldaş da kendisinden önceki tarihsel sürece ve komünist harekete bu şekilde yaklaşmıştır. Bizler de geçmiş tarihsel süreçlerimize ve kurucu komünist önder Kaypakkaya’ya aynı şekilde yaklaşmalıyız. Her şey tarihseldir ve bu tarihsellik içerisinde bir artma ve azalma gösterilerek ve sıçramalı şekilde sürekli nicel ve nitel olarak ilerletilmelidir. Özellikle nitel olarak ilerlemek zorundayız. Fikirler, tasarılar, programlar, asgari ve azami toplum projelerimiz, bu hedeflediğimiz devrim, sosyalizm ve komünizme gidişte mücadele yolu, niteliği ve stratejisi, temel taktikleri hiç değişmeden kalamazlar. Marks’tan Mao’ya ve oradan Türkiye-Kuzey Kürdistan’da İbrahim yoldaş başta olmak üzere diğer komünist yoldaşlarımızın öğrettikleri budur. Parti 3. Kongresi bu temelde eşikten geçen önemli bir atılımdır. Şan olsun köklerimize doğru ve bilimsel bir yönelimle sahip çıkarak TKP(ML)’den MKP’ ye böylesi bir tarih üzerinden yürüyerek ilerleme azmiyle donanarak mücadele kararlılığına.
04güncel haber
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
Hak gasplarına karşı mücadeleyi Hakkari’den Sincan’a sürgün edilen çocuk tutsaklara yönelik işkenceler artarak devam ederken, Gebze Kadın Kapalı Hapishanesi’nde kadın tutsakların darp edilmesi, Yeni Demokrat Kadın tarafından yapılan eylemlerle protesto edildi 18-19 Aralık 2013 tarihlerinde Hakkari’den Sincan Çocuk Hapishanesi’ne sürgün edilen D.A, S.D. ve H.D. adlı çocuk tutsaklara yönelik işkence, taciz ve kötü muamelede değişen bir şey olmadığı ve işkencelerin giderek yoğunlaştırıldığı ortaya çıktı. İHD Ankara Şubesi Cezaevi Komisyonu’ndan avukatlarla görüşen çocuk tutsaklar, işkence ve kötü muamelenin devam etmesi halinde açlık grevine başlayacaklarını açıkladı. İHD Ankara Şubesi Cezaevi Komisyonu tarafından 23 Ocak’ta yapılan görüşmede Hakkari’den sürgün edilen D.A., S.D. ve H.D. adlı çocuk tutsaklar, hapishanede kendilerine yönelik işkence ve kötü muamelenin devam ettiğini açıkladı.
Çocuk tutsaklara yönelik işkenceler devam ediyor Geldikleri 18 ve 19 Aralık 2013 tarihlerinden itibaren gardiyan ve askerler tarafından küfür ve hakarete maruz kaldıklarını belirten çocuk tutsaklar, ilk geldiklerinde çıplak aramaya maruz kaldıklarını, son olarak da Hakkari’de isyan çıkardıkları için haklarında açılan dava kapsamında 16 Ocak’ta Sincan Adliyesi’ne götürülerek ‘yargılandıklarını’ aktardı. Adliyeye götürülen çocuk tutsaklar, hapishaneden kolları arkadan bilekten bükülerek çıkarıldıklarını ve adliyeye geldiklerinde de yine bileklerinin bükülerek indirildiklerini ifade ederek adliye içerisinde H.D.’in ameliyatlı olması nedeniyle “Canım acıyor” demesi üzerine kendilerine tekme atıldığını belirtti. Adliyeye gidiş ve gelişte yol boyunca kendilerine “Teröristler, AKP’ye taş atarken iyi miydi” denilerek hakaret ve işkence yapıldığını ve H. D.’nin ameliyatlı kolunun bilinçli olarak sıkıldığını belirtti. Ayrıca Hakkari Hapishanesi’ndeki çocuk tutsakların direnişinin gerekçe gösterilerek her birine 5’er günlük hücre ‘cezası’
Gezi Şehit ve Gazi Platformu kuruldu
verildiğini açıklayan çocuklar, hapishaneye geldikleri tarihten itibaren C-10 koğuşuna geçmek için dilekçe verdiklerini belirtti. Çocuk tutsaklar, bunun dikkate alınmadığını belirterek hastaneye götürüldüklerinde de işkenceye maruz bırakılarak hakaretlere maruz kaldıklarını açıkladı. Hak gaspları sürerken çocuk tutsaklar kendilerine yönelik kötü muameleye karşı suç duyurusunda bulunacaklarını belirtti.
TKMP Ocak ayı hak gaspları raporunu açıkladı Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP) 28 Ocak Salı günü Ankara’da bulunan Adalet Bakanlığı Ek Hizmet Binası önünde yaptığı basın açıklamasıyla Ocak ayı hak gaspları raporunu açıkladı. “Hapishanelerde Yaşanan Hak Gasplarına Son Verilsin” pankartının açıldığı eylem sırasında, Sincan Hapishanesi’nde çocuk tutsaklara yapılan işkencelere de dikkat çekildi. TKMP tarafından açıklanan Ocak ayı hak gaspları raporunda şu ifadeler yer alıyor: “-Havalandırmaya takılan kameralar gözetleme, dikizleme, psikolojik işkencenin bir parçası, taciz etme biçimidir. İnsan onuruna, kişiliğine açık bir saldırının olduğu son uygulamadır. 6 Kasım günü kamera takılan havalandırmalarda kameraların sökülmesi talebi kabul edilmeyen siyasi tutsaklar, kameraları kendi olanaklarıyla sökünce saldırıya maruz kaldı. Yaralı ve hasta tutsaklar da dahil her tutsak tek başına kalacak şekilde tecrit amaçlı ayrı ayrı hücrelere alındı. Hasta tutsak Erol Zavar ve yaralı tutsak Serdar Polat da gardiyanların fiziki saldırısına uğradı. -Çocuk ve Gençlik Hapishanesi’ndeki mahpus çocuklar yeni yıla işkence altında girdi. Bir süredir sürekli yeni sevkler ve sevk edilen çocuklara yapılan çıplak aramalar ve benzeri onur kırıcı muamelelerle gündeme gelen hapishanede, yılbaşı izni nedeniyle görüşme yapan aileler çocuklarını yara bere içerisinde buldu. Tutsak çocuklara gardiyanlar tarafından çeşitli işkenceler yapıldı ve çoğu çocuk başka hapishanelere sürgün edildi. -Slogan atma, protesto hakkı kapsamında Anayasa Mahkemesine taşınmıştır. İdare bu nedenle bir süredir bu gerekçeyle ‘ceza’ vermeye ara vermişti. Fakat havalandır-
malara kamera takılmasından önce bu uygulamaya ön hazırlık kapsamında tekrar slogan atmaktan soruşturma açıp ceza vermelere hız vermeye başladı. Bu nedenle peş peşe soruşturmalar açılmış durumda. -Yönetmelik vb. de ‘şüpheli hali’ gibi bir şarta bağlanmış olan ve doktor tarafından yapılabileceği belirtilen çıplak arama dayatması yeni tutuklanan her kişi için rutin bir arama halini almıştır. Aramaları doktor vb. değil döverek zorla asker ve gardiyanlar yapmaktadır. Bu hapishaneye özgü bir olay değil, tüm hapishanelerdeki genel bir uygulama olarak görülmektedir. -Günün herhangi bir saatinde gelinip ‘kamerayı sökmeye uğraşıyorsun’ bahanesiyle havalandırma kapatılabilmektedir. Yasal herhangi bir dayanağı olmamasına karşın, o kişinin havalandırması kapatılarak keyfi bir hücre ‘cezası’ fiilen uygulanmaktadır. ‘Kamerayı sökmeye çalışma’ bahanesi baskın aramaların gerekçesidir.
Gezi Ayaklanması sırasında polis saldırılarında yaşamını yitiren Gezi direnişçilerinin aileleri ve yaralananlar bir araya gelerek, Gezi Şehit ve Gazi Platformu’nu kurdu
Basın toplantısına Gezi Ayaklanması sırasında yaralanan Volkan Kesen Bilici, Beycan Taşkıran, Mehmet Ayvalıtaş’ın ağabeyi Muharrem Ayvalıtaş, Sami Elvan, Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Özdemir Aktan ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şube Üyesi İlknur Alcan katıldı.
Gezi Ayaklanması’nda polisin saldırıları sonucu hayatını kaybedenlerin aileleri ile yaralanan direnişçiler bir araya gelerek, Gezi Şehit ve Gazi Platformu’nu kurdu. Platform, 21 Ocak’ta İstanbul Barosu’nda düzenlediği basın toplantısında kamuoyuna açıklama yaparak kuruluşunu kamuoyuna duyurdu.
Platform adına yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Yaşadığımız düzende en ufak bir hakkı elde etmek için dahi ağır bedeller verildiğinin bilincinde olan biz halklar, ayaklanmada en gençlerimizi şehit verdik. Canlarımızı, gözlerimizi, ciğerlerimizi verdik. Kafatasımız parçalandı. Ethem Sarısülük, Ab-
Ortak mücadele alanı
Bazı hücrelere aynı gün içinde 4-5 baskın arama yapılıp, eşyalar dağıtılıp gidilmektedir. Aramadan ziyade mevcut durum bir tacize dönüşmüştür. -Tutsakların idarede bulunan paraları ortak hesapta faiz vb. ile kullanılıp gelir elde ediliyor ve bu gelir tutsaklara gerisin geri aktarılmıyor.”
Gebze’de kadın tutsaklar darp edildi İzmir Yeni Demokrat Kadın, Gebze Kadın Hapishanesi’nde kadın tutsaklara karşı yapılan saldırıları ve şiddeti, İHD İzmir Şubesi’nde düzenlediği basın toplantısıyla protesto etti. Gebze Kadın Hapishanesi’nde ’Devrimci avukatlara özgürlük’ yazılı kokartları taktıkları için DHKP/C davasından ‘yargılanan’ kadın tutsaklara işkence yapılmasının ardından, tutsaklara sloganlarla destek veren Yeni Demokrat Kadın
dullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Zeynep Eryaşar, Medeni Yıldırım ve Hasan Ferit Gedik göğe yükselenlerimiz oldu.14 yaşındaki Berkin Elvan hala yaşam için direnişte.”
‘Hepsinin hesabını soracağız’ TBB Başkanı Özdemir Aktan da bir konuşma yaparak şunları söyledi: “Savaşlarda bile sağlık birimleri korunurken, maalesef bu alanlardaki sağlık birimleri polis baskınına uğradı, gaz bulutları arasında kaldı. O günleri unutmadık, unutmak mümkün değil. Ancak bir arada olmak zorundayız. Hekimler de bu mücadelenin içinde olacak. Hekimler yine sağlık hizmeti sunmaya devam edecek.”
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
05
yükseltelim
saldırılar bugün ne ilk ne de son biliyorum. Fakat biz ailesi olarak yapılan bu saldırılara karşı mücadelemizi sürdüreceğiz” Basın toplantısı bütün kadın kurumlarının kadın tutsaklarla dayanışmayı yükseltme çağrısıyla sona erdi. Yapılan basın toplantısına Demokratik Kadın Hareketi ile ESP de destek verdi.
‘Onursuz arama işkencesine son’
üyesi ve TKP/ML davasından yargılanan tutsaklara da işkence yapıldı. Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “YDK’lı Kader Fındık, hakkında açılan dava için mahkemeye götürüldüğü sırada askerlerin aramasını kabul etmediği için saldırıya uğramış ve darp edilmiştir. Mahkemede kadın tutsaklar protesto haklarını savunarak ‘Bu bir protesto biçimidir. Keyfi uygulamayı yapılan saldırıyı, işkenceyi, tedavi hakkımızın engellemesini protesto etmek amaçlı yapılan bir eylemdir’ diyerek eylemin meşruluğunu ifade etmişlerdir’’ Basın toplantısında Kader Fındık’ın ablası Çiçek Fındık’ın da söz alarak şunları söyledi: “Kardeşimin duruşunu, mücadelesini sahipleniyorum. Tutsaklara karşı yapılan
Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan’da söz alarak “Bizim çocuğumuz da kalkacak, bugün değil ama yarın hepsinin hesabını soracağız” dedi.
Platformun kuruluşuna emek verenler Gezi Şehitleri ve Gazileri Platformu, Gezi Ayaklanması sürecinde yaralanan Volkan Kesen Bilici, Burak Ünveren, Beycan Taşkıran, Selim Polak, Uğur Yıldırım, Sarp Vahabi, Erdal Sarıkaya, Hülya Arslan, Çağdaş Küçükbattal, Semih Sağlam,
Yeni Demokrat Kadın, Partizan Tutsak ve Şehit Aileleri, İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu, İHD İstanbul Şubesi Kadın Komisyonu, 28 Ocak’ta Gebze Kadın Kapalı Hapishanesi önünde basın açıklaması yaparak, YDK faaliyetçisi ve TKP/ML davasından ‘yargılanan’ kadın tutsaklara yönelik taciz ve şiddeti protesto etti. Yapılan eylem sırasında “Onursuz Arama İşkencesine Son” pankartı açılarak basın açıklamasının okunmasına geçildi. Basın açıklamasında hapishanelerde bulunan tutsaklara yönelik baskılara dikkat çekilerek darp edilen kadın tutsakların avukatlarıyla görüşmelerine ve olayın üzerinden bir hafta geçmesine karşın vücutlarında çeşitli morlukların bulunduğu belirtildi. Açıklamada hapishane müdürüyle yapılan görüşmede müdürün kadın tutsaklara yönelik saldırıyı kabul etmesine karşın suçu askerlere attığı anlatıldı. Açıklama şu ifadelerle sona erdi: “Kadın tutsaklara yapılan saldırının sorumlusu Gebze Hapishanesi, asker ve TC Devletinin kendisidir! Tutsaklardan elinizi çekin! Kadın düşmanlığından vazgeçin! Çünkü biz kadınların arasında dört duvarınızın hiçbir anlamı yoktur. Tutsaklarımıza yönelik saldırılara karşı kadın dayanışmasını büyütecek ve kadın tutsakları yalnız bırakmayacağız. Aksi takdirde o karakolu ‘karakolunuzu’ başınıza yıkarız!“
Murat Cantop, Okan Göçer, Hakan Barış Yaman ile Berkin Elvan’ın ailesi ve uzun süre komada kalan Mustafa Ali Tombul’un ailesi ile direniş sırasında öldürülen Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert’in ailelerinden oluşuyor. Basın açıklamasına Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nin de aralarında olduğu çok sayıda devrimci, demokratik, yurtsever ve ilerici kurum katıldı.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
DEVRİMCİ SINIF ÖRGÜT VE PARTİLERİ HASIM DEĞİL SINIFDAŞTIR!
K
omünist veya devrimci parti / örgütler arasındaki ilişki sadece ideolojik eleştiriyle sınırlı değildir. Hele eleştiri amacını aşmış, yıkıcı, yerici ve teşhir ihtivası edinen (ideolojik) mücadele biçimi hiç değildir. Öte yandan burun sürtmeye, üstünlük sağlamaya ve devrimci veya komünist yapıları adeta hasım gören yaklaşım tarzı da bu ilişkinin fersah fersah uzağındadır. Bu yöntem ve ilişki biçiminin esasta küçükburjuva ideoloji ve kültüre denk geldiği açıktır. Komünist ya da devrimci güçler arasındaki ilişki buzlarla kaplanmış bir alan da değildir. Bilakis dostane, sıcak ve içten bir iklimin zeminidir bu alan. Mesafelerin açık olması, anlamsız sınırların koyulması, tüm ilişkinin resmi çerçevede tarif edilerek işletilmesi komünist / devrimci güçler arasında niteliklerine uygun ilişkinin olmadığını ortaya koyar. Köklü bir doğrudur ki, devrimciler ve proleter devrimciler en azından çok uzun zamandır aralarındaki ilişkiyi ‘’ideolojik mücadele’’ veya ‘’eleştiri’’ adı altında sergiledikleri aymazlık üzerinden biçimlendirmektedirler. Oysa komünist ve devrimci güçler arasındaki ilişki çok daha anlamlı ve ortak sınıf çıkarları ekseninde çok daha derin muhtevaya sahiptir. Bire bir olmasa da genel içerikte ortak hedeflerden ve ortak düşmandan söz etmek son derece güçlü bir zemine sahip olup tamamen doğrudur. Hiçbir teorik zorlama ya da ideolojik dokudaki farklı renkler bu gerçeği karartmaya yetmez. Ve elbette ki, reformist, revizyonist, sendikalist-ekonomist, anarşist gibi sağ / sol tasfiyeci niteliği egemen olarak üzerinde taşıyan bilumum MLM dışı akımlar bu çerçevenin dışındadır. Devrimci örgütler arası ilişkiden kastımız, gerçekte devrimci olan yapılar arası ilişkidir. Komünist ve devrimci güçler arası ilişkinin sadece ideolojik ayrılıklar üzerinden kavranarak yürütülmesinin sakatlığı ülke devrimci hareketinin mevcut ilişki pratiği tarafından kanıtlanmaktadır. Salt eleştiri yürütme ve bu eleştirileri de teşhir, karalama, gözden düşürme, hepten olumsuzlama ve hatta yer yer baskı uygulamaya varan ‘hasım’ görme tutumlarıyla sürdürme mevcut ilişkinin niteliğidir. Kısacası devrimci örgüt ve partilerin her biri kendisi dışındaki devrimci güçleri devrimci davranış-eylem veya çizgileriyle olumlama gibi bir tavra rastlamak mümkün değildir. Salt eleştiri olarak algılanan devrimci güçler arası ilişki gerçeği bu yapıların eylem birliklerine vb gitmesi ya da ortak mücadeleler zemininde buluşması da pek tabii ki mümkün olmamaktadır. Bu durumda devrimci sınıf güçleri arasında birliğin sağlanamaması da anlaşılır olmaktadır.
Olumsuz olan bu tavır tutumun arka planı gizem değildir. Dar grupçu kültür, devrimci örgütlere karşı üstünlük sağlama aymazlığı ve devrimci örgütler zemininden beslenme realitesi ya da arzusu bu kültürün pratik temellerindendir. Başka bir devrimci örgüt kitle içinde teşhir edilerek söz konusu kitlenin söz konusu devrimci örgüte gitmemesi hedeflenerek bu kitle kazanılmak istenmektedir. İstisna da olsa bazı devrimci örgütlerin bu davranışı tipiktir ve kitlesini motive etmek vb uğruna neredeyse düşmanın teşhirine denk gelecek biçimde devrimci örgütler teşhir edilmektedir. Oysa devrimciler teşhir edilip gözden düşürülerek devrimin örgütlenemeyeceği açıktır. Zira devrim, devrimci kitlelerin bir bölümünü karşısına alarak gerçekleştirilebilir bir eylem değildir. Devrimcilerin olumlanmasıyladır ki halk kitleleri devrimcilerin yanında yer alarak devrime yürüsün. Devrimin propagandası objektif olarak devrimci güçlerin de kitleler içinde propagandası anlamı taşır. Tabii ki devrimci güçlerin devrimci nitelikleri ve eylemleri itibarıyla bilinçli olarak propaganda edilmesi de gereklidir. Bu devrimci güçlerin gelişmesi ve devrimin daha da güçlenmesi demektir. Devrimcilerin teşhiri ise sadece kitlelerin devrimcilerden uzaklaşmasına sebeptir. Unutulmamalıdır ki, her devrimci gelişme ve devrimci dinamik devrime hizmet ederek onu daha da güçlendirip yakınlaştıracaktır. Devrimci güçlerin / örgütlerin kendi aralarında sağlam, samimi ve çok daha yakın devrimci ilişkiler tesis etmesi gereklilikten de öteye zorunludur. Ortak düşman ve ortak hedefler paydası bu ilişkinin mümkün olan en ileri düzeye çekilmesi için yeterli zemindir. Devrimci sınıf güçleri olarak daralma ve yabancılaşmaya son verip değerler zeminimizde kesin adımlar atalım. Devrimci örgütler açısından tartıştığımız ilişki biçiminin en ileri niteliği ve en yakın ilişki biçimi ise yoldaşlar arasındaki ilişkidir, ilişki olmak zorundadır. Bazen zedelenen bu ilişki örgütleri önemli oranda zayıflatarak gerilemelerine yol açmaktadır. Devrimci örgütler kendi arasında gerekli ilişkileri sağlayamadan günümüz şartlarında devrimci kitleleri birleştirip ilerletemez ve devrimci mücadelede ciddi ilerlemeler sağlayamazlar! Aynı biçimde yoldaşlar yoldaşlık ilişkisi ve bilincini tam doğru tesis etmeden parti ve örgütlerini hedef ve amaçları doğrultusunda geliştirip büyütemezler! İdeolojik mücadele ile devrimci ortaklık, eleştiri ile birlik zemini ayrı olarak değerlendirilmesi gereken olgulardır. Biri ötekine feda edilmemelidir.
06 haberyorum Önümüzdeki süreçlerde AKP’ye karşı ondan uzaklaşarak ya da mesafesini arttırarak Cemaatin CHP, MHP veya başka alternatif tercihler içerisinde bulunabileceği veya yakınlaşarak ekonomik, örgütsel ve siyasal düzlemlerde belirli uzlaşmakoalisyon ve çeşitli ortaklıklara girebileceklerini söyleyelim Uluslararası emperyalist sisteme bağımlı komprador tekelci kapitalist faşist Türk devleti ve hakim sınıf kliklerinin devlet içerisinde etkili devlet olma ve kurumsallaşma amaçlı çıkar çatışmaları sürgit devam etmektedir. Devletin temel kurumları içerisinde belirleyici ve daha etkili olma uğraşları ve yönelimleri tüm çıplaklığı ve çirkefliğiyle günbegün tescillenmektedir. Gerek devlet ve temel kurumları içerisinde gerekse de dışında görünerek aslında tam da devlet içerisinde devlet olarak kurumsallaşmış örgütlenme ve bireyler arasındaki çelişki ve çatışmalarda, başta TürkiyeKuzey Kürdistan halkları olmak üzere açık ki devrimci ve komünistlerin herhangi bir tarafı olamaz- olmamalıdır. Zira faşist Türk hakim sınıf klikleri arasındaki çatışma ve çelişkilerin bir tarafı olmak için ezilen ve sömürülenler yararına hiçbir somut gerekçe ve neden objektif olarak ortada yoktur. Aksine sömürücü zulüm düzeni ve çirkefliklerini görmek, yolsuzluk ve rüşvet üzerinden vurgunlar ve bizzat halkın emekleriyle yaratılan değerlerin nasıl da çarçur edilerek rant peşinde olduklarını bizzat kendi dalaşlarıyla öğrenmek için son derece objektif ve somut veriler sunmaktadırlar. Devletin yasama, yürütme ve yargı kurumlarında bir imam efendidir almış başını gidiyor. Yargının imamı, ordunun imamı, emniyetin imamı, hükümetin imamı vs.
Çıkar çatışması sürüyor Faşist Türk hakim sınıfları ve klikleri arasındaki çelişki ve çatışmalar Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) düzleminde de sürmektedir. Hâkim sınıflar ve klikleri arasında öteden beri devam eden iktidar çelişkileri ve çatışmaları çeşitli süreçlerde oldukça şiddetli geçmektedir. 1960-19701980 olarak onar yıl arayla emperyalist stratejiler konseptli darbeler ile şiddetleri tüm çıplaklığıyla yaşanmıştır. Hatırlanırsa HSYK’nın düzenlenmesine ilişkin AKP ile Kemalist kanat arasında ciddi tartışmalar sürmüş ve hükümetten yana esen kitle rüzgârını da arkasına alan AKP endeksli politikalar belirli boyutlarıyla hayata geçirilmiştir. Birkaç yıl önce gerçekleştirilen referandumla da HSYK da AKP hükümetinin etkisi daha da pekiştirilmişti. Tabii ki günden güne başta Kemalist klikler olmak üzere etkisini de esasta yitirmişti. İşte son günlerde özellikle ‘17 Aralık Operasyonu’ olarak bilinen Türk hâkim sınıfları içerisindeki hâkim-ana unsur olan AKP’ye yönelik yolsuzluk ve rüşvet kapsamında bakanların çocukları ve AKP endeksli şirketler içerisinde bulunan Ağaoğlu vb iş çevresine yönelik, savcı ve emniyetin operasyonuyla klikler arası çelişkiler bir üst aşamaya sıçradı. Bunun üzerine harekete geçen AKP
hükümeti bu operasyonda dolaylı ya da doğrudan rol oynayan başta savcılar ve emniyet müdürleri olmak üzere yargı ve emniyet birimlerine yönelik görevden alma, yer değiştirme vb ile keskin bir şekilde tasfiye operasyonuna yöneldi. AKP ile Gülen Cemaati arasındaki çelişkili çatışmalar ve tasfiye operasyonları, bizzat devlet kurumları ve bazı vakıf vb.ler üzerinden sürüyor. Kızlı erkekli öğrenci evleri, dershaneler derken AKP içerisinde Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen bazı milletvekillerinin istifası, yargıda bazı başsavcı ve görevlilerin görevden alınarak değişik yerlere tayini, İstanbul başta olmak üzere bazı emniyet müdürleri ve bölüm şeflerinin görevden alınmaları, görev yeri değişiklikleri vb yoğunluklu olarak devam etmektedir. Bu durumun önümüzdeki süreçlerde de farklı biçim ve düzeylerde devam edeceği söylenebilir. Özellikle önümüzdeki yerel seçimler süreci ve anayasa tartışmaları, Kürt Ulusal Hareketi başta olmak üzere ezilen ulus ve azınlıklar ve inançlara yönelik mevcut statükoyla sürdürülemez vaziyetteki duruma ilişkin çeşitli düzeylerdeki reformlar eşliğinde tasfiye politikalarında hakim sınıf ve kliklerin çelişkilerinde kendini göstereceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu tasfiye operasyonunun daha da genişleyerek yoğunluklu olarak devamı gelince iyice rahatsızlık hisseden başta paralel devlet düzleminde görülebilecek ya da değerlendirilebilecek güçler olan Gülen Cemaati ve Kemalist kanat gecikmeksizin harekete geçerek bunun savuşturulması için çeşitli pratik adımlar atmıştır. Gülen Cemaati’ne yakın bazı yargı mensupları, milletvekilleri ve medyadan güçler tasfiyeyi engellemek için özellikle AKP ve Erdoğan’a ve yargı kurumuna, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve emniyet birimlerine basınç yaratmaya çalışsa da pek başarılı olduğu söylenemez. Kemalist kanadın artıkları olarak Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu’nun HSYK tasarısı düzleminde özellikle hapishanede tutulan Ergenekon tutuklularının serbest bırakılması olmak üzere yargı sistemine yönelik öneri projesiyle görüşme ve tartışmalar yürütülmüş fakat tam olarak anlaşma sağlanamamıştır. Kemalistler TBB başkanı Feyzioğlu ile harekete geçerek İ. Başbuğ ve Doğru Perinçek ziyareti ile cumhurbaşkanı ve meclis başkanıyla görüşmesinin ardından basın açıklamasında ‘’görüşme ve önerimiz, kesinlikle ırkçı terör örgütü elebaşı vd.lerinin affıyla ilgili değildir’’ diyerek faşist ve hakim sınıf-klik karakterini açıkça beyan etmiştir. Bu noktada CHP’li Mustafa Balbay ve hemen akabinde BDP’li milletvekillerinin tahliyeleriyle tartışmaların iyice alevlenmesi karşısında rahatsızlıkları daha da artan MHP ve Kemalist kanadın kurumsal artıkları boş durmayarak çeşitli düzeylerde girişimlerde bulunmuştur.
Erdoğan 17 Aralık’ı değerlendirdi MHP’nin katı ve ilkeli duruşu devam etmektedir. AKP’nin teklifiyle ilgili görüşmeyi dahi uygun bulmamıştır. MHP “Başbakan 12 Eylül referandumuna evet diyen herkesi kandırmıştır. 3,5 yıl önce ‘HSYK’nın yapısını değiştiriyoruz, hakim ve savcılar artık kendi kaderlerini tayin hakkına kavuşacaklar’ demişti. Başbakan’ın dünü yalan, bugünü riya, yarını da kapkaradır, kendisi ‘baş yalan’ ünvanını çoktan almıştır, başbakan ananas üzerinden Türkiye İş Adamları ve Sanayici-
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
Kimin
HSYK’sı? ler Konfederasyonu (TUSKON)’n a saldırmakta, Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD)’a da vatan hainliğini layık görmektedir, bu kendini bilmezliktir’’ diyerek HSYK ile ilgili görüşmeleri dahi kabul etmemiştir. Bilindiği gibi Öcalan BDP üzerinden yakın süreçte gönderdiği mesajında AKP ile Gülen Cemaati arasındaki çelişkinin uzlaşmayla sonuçlanması dileği ve temennisinde bulunmuştu. BDP ise HSYK ile ilgili görüşmelere açık fakat tamamen Adalet Bakanlığı’na bağlanmasına karşı olduğu beyanıyla süreci geçiştirici bir çizgi ve yönelim izlemektedir. Bu noktada iki şart olarak HSYK’ya seçilecek üyeler için kaynakların çeşitliliğinin sağlanması, en geniş temsiliyetin aranması ve demokratik mekanizmalardan seçilen üyelerin mutlaka parlamentodan geçmesi şeklinde ifade etmiştir. BDP’nin “barış görüşmeleri” endeksli tavır ve tutumları, Deniz Baykal’ın Cumhurbaşkanı ve Meclis başkanıyla görüşmeleri, TBB başkanının görüşmeleri ve önerileri, Cumhurbaşkanı Gül ve meclis başkanı Çiçek’in görüşme ve müzakereleri, AKP hükümeti- çeşitli bakan
ve milletvekillerinin beyanları ve girişimleri de göstermektedir ki yaşanan çelişki ve çatışmalar, devletin hâkim sınıfları ve klikleri arasındaki nüfuz sağlama ve kurumsallaşmalarını yasal düzenlemelerle güçlendirme girişimleridir.HSYK üzerinden yaşanan tartışma ve çelişkiler net bir şekilde faşist Türk hakim sınıfları ve kliklerini adres göstermektedir. Yoksa halk kitlelerini, ezilen ulus ve azınlıkları, ezilen inanç grupları ve kesimlerini hiç kimsenin düşündüğü yoktur. Aksine ezilen ve sömürülenleri, kendi özel mülkiyet çıkarları ve rakip hakim sınıf klikleri üzerinde etki icra etmeleri için kalkan olarak kullanmak istemektedirler. AKP hükümeti ve Erdoğan, muhalefeti ve Gülen Cemaati’ni zayıflatmak için emniyet ve yargı kurumunda daha fazla etkili olmanın yasal politikalarını yürütmektedir. Erdoğan, Cemaate karşı dik ve saldırgan duruşunu sürdürerek şunları söyledi: “17 Aralık Türkiye için bir kara lekedir. Bu komplo, hazırlık aşaması, uygulama şekli, dışarıdan ve içeriden aldığı destek talimatlar boyutuyla diğer tüm darbe girişimlerini geride bırakmıştır. Başarılı olsaydı faiz, silah,
haber yorum
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
AKP’nin HSYK ile ilgili düzenleme teklifi karşısında başta Gülen Cemaati olmak üzere muhalefetteki CHP ve MHP’nin bu konudaki politikalarının da örtüştüğünü vurgulayalım. AKP karşıtı hepsinin de HSYK noktasında ortak özelliği ve kaygısı HSYK’nın AKP ve hükümeti içerisindeki Adalet Bakanına bağlanmasına karşı duruşlar içerisinde olmalarıdır. Önümüzdeki süreçlerde AKP’ye karşı ondan uzaklaşarak ya da mesafesini arttırarak Cemaatin CHP, MHP veya başka alternatif tercihler içerisinde bulunabileceği veya yakınlaşarak ekonomik, örgütsel ve siyasal düzlemlerde belirli uzlaşma-koalisyon ve çeşitli ortaklıklara girebileceklerini söyleyelim. Bunun ekonomik çıkar temelinin de son derece güçlü veriler sunduğunu söyleyebiliriz. Örneğin cemaate yakınlığıyla bilinen Memduh Boydak, TÜSİAD Başkan Yardımcısı olarak görev yürütmektedir. Aynı şekilde başta CHP olmak üzere MHP vd bazı muhalif düzen partilerinin AKP’ye karşı Gülen Cemaati ile çeşitli düzeylerde temaslara girerek belirli ölçülerde uzlaşmalar içerisinde bulunabilecekleri göz önünde bulundurulmalıdır.
AKP giderek saldırganlaşmaktadır
savaş ve kaos kazanacaktı ve 17 Aralık operasyonu kazansaydı yerli ve milli olabilir miydi? Dünyanın hiçbir yerinde bir yargı mensubunun kendi ülkesinin istihbarat teşkilatına husumet beslediğine şahit olunmaz, bütün yapılanlar örgüt saikiyle oluyor ve sahte delillerle mahkum edildiklerini bugün daha net görüyoruz, bunlar vücuda girmiş virüs- dış güçlerin maşası ve gözü dönmüş gizli örgüttür, AKP ve hükümet hedef alındı, saldırılar milli birlik ve kardeşliğimize yöneliktir, darbenin mimarı olan örgüt daha öncede milli istihbarat teşkilatımıza yönelmiş ve MİT müsteşarını devre dışı bırakma girişiminde bulunmuşlardır, linç edilmek istendik, ancak milletimiz kararlı bir duruş sergiledi, acırsanız acınacak duruma gelirsiniz, gelin parti kurun ve milletin oyuyla temsil edilin,HSYK düzenlemesi yargıya müdahale değil, yargı içerisindeki illegal örgütlenmeye yönelik mücadeledir, yolumuza devam edeceğiz, imam hatiplere destek verenler dış güçlerin maşası olmadılar, devlet içinde devlet olalım demediler, muz cumhuriyeti kurmak için destek vermediler, Müslüman Müslüman’ a tuzak kuramaz, bırakalım başka insana da tuzak kuramaz, sahte peygamberlere kanmayın, onlar dış güçlerin-finans merkezlerinin maşası oldular, biz milletimizin ve 72 milyonun çıkarlarını temsil ediyoruz, kendi mensubu olduğu vakıflara baksın ana muhalefet partisi, kendi partisi soruşturmayla partiden attığı Sarıgül’ü şimdide kurtarıcı olarak
aday gösteriyor, TÜSİAD dış güçlerin maşalığını yapmakta ve vatana ihanet etmektedir, ananas cumhuriyetçileri şu anda çok büyük bir soygunu ve milli irade hırsızlığını yapmaktadırlar vb’’ Kılıçdaroğlu ise cevabında şunları dile getirerek kendince süreçteki etkisini sürdürdü: “Ortada darbe yok yolsuzluk var, HSYK’ya yönelik AKP’nin yasa teklifiyle HSYK’da tek AKP egemenliği amaçlanıyor, yargıya müdahale edilmemeli, siyaset yargı üzerine baskı kurmamalı, teklif görüşmelerinin durdurulması ve gündemdeki rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarının hiçbir şekilde engellenmemesini istiyoruz, samimi bulmuyor ve HSYK önerisini kabul etmiyoruz, asıl vurguncunun başı Erdoğan’dır, Sarıgül dosyasının yeniden gündeme getirilmesi AKP’nin çaresizlik ve yolsuzlukları örtme girişimidir’’ Faşist devlete ve hakim sınıf kliklerine yakınlığıyla bilinen bazı sendika ve Sivil Toplum Kuruluş (STK)’ları adıyla TOBB, Türk-İş, Hak-İş, TİSK vb.ler ortak açıklamayla ‘ayrışma değil bütünleşme zamanı’ diyerek sömürücü ve zulüm düzeni bileşenlerine çağrı yaptı. Hiç kuşkusuz, kendi efendileri ve çıkarlarına uygun olarak halk düşmanı karakterleri gereği şimdilik uzlaşma politikası sürdürürken bu politikalarının sürgit devam edeceği söylenemez. Çelişki ve çatışmaların daha da yoğunlaşmasına paralel olarak ya birini ya da öteki faşist klikleri tercih edecekleri şüphe götürmez bir tarihsel ve güncel gerçeklikleridir.
Gülen Cemaati’ne yakın bazı polis teşkilatı mensupları, savcıların ve mahkemelerin talimatlarını dinlememiş, operasyonlara da katılmamışlardır. Bu durum başını Erdoğan’ın çektiği AKP hükümetinin daha da saldırganlaşmasına ve sadece üslubuyla değil bizzat soruşturma açma, görevden alma ve tali görevlere düşürme vb operasyonlarla daha da sert bir şekilde tasfiye girişimini arttırmıştır. Sorunun ana halkasını sömürücü ve zulüm düzeninin daha rahat kontrol edilebilir bir HSYK oluşturmaktadır. Bu kapsamda her iktidar, her parti, legal ya da illegal, yüzeyinde veyahut da en altlara kadar giden derin ya da paralel her devlet örgütlenmeleri kendi HSYK’sını kurup kendi yargısını hakim ya da etkili kılmak için politika yürütmektedir. Tabii ki, yasal ya da perde arkasında yürütülen bütün bu girişimlerin bizzat odağında ve stratejik emperyalist politika ve perspektifler bulunmaktadır. Yoksa bütün gelişmelerden uluslararası emperyalist devletlerin bihaber olduğunu tasavvur etmek önemli bir yanılgı ve saflık olurdu. Milli Güvenlik Kurulu’ndan tutalım cumhurbaşkanı ve başbakanına, meclis başkanından bakanlıklara, askeriyesinden istihbarat ve polis teşkilatına, AKP’sinden CHP ve MHP sine, Anayasa Mahkemesi’nden HSYK’sına, başsavcılıklardan savcılıklara, Yargıtay’dan Danıştay’a, savcılıklardan barolar birliğine ve devletin organları olan yasama, yürütme ve yargı vd temel kurumları bizzat devletin bekası için işbölümü temelinde birer bekçidirler. Bu kapsamda faşist Türk hakim sınıfları ve klikleri arasındaki kavgalı çelişkinin, arka planında emperyalist kapitalizmin hiç olmadığı söylenemez. Zira epeydir devam eden uluslararası emperyalist sermayenin derinleşme ve merkezileşmesi ekseninde Türk devleti temel kurumlarının ve üst yapısından alt yapıya bütün toplumsal kesimin emperyalist tekelci sermayenin çıkarlarına göre yeniden yapılandırılmasına uygun olarak bu sürecin işletildiğini de ifade edebiliriz. HSYK’daki
07
tartışmaların ve düzenlemenin de bu kapsamda değerlendirilebileceği düşünülebilir. Nitekim AB emperyalist blok sözcüleri de bu uyum söylemlerine işaret etmiş ve çeşitli telkinlerde bulunmuşlardır. Zira Venedik Komisyonu bu noktada “Yargı kurulu üyelerinin önemli bir çoğunluğu bizzat yargı tarafından seçilmelidir. Kurulun demokratik meşruiyetini sağlamak amacıyla kalan üyeleri üstün hukuki niteliklere sahip kişiler arasından parlamento seçmelidir” demektedir. En son gelişme ve tartışmalar neticesinde AKP, HSYK teklifi konusunda partiler arasında uzlaşma olursa ona uyacaklarını, olmazsa bazı maddelerin çıkarılarak teklifin seçim tatilinden önce yasalaştırılacağını ifade etmiştir. Bu da esasta bir uzlaşmanın olmayacağını göstermektedir. Türk hakim sınıfları ve kliklerinin hükümet ve iktidar olma mücadelesinde her şey-her yol mubahtır. Zira uluslararası emperyalist sermayeye bağımlılık temelinde özel mülkiyet çıkarları uğruna yapmayacakları, yapamayacakları şey yoktur. Büyüğünden küçüğüne, ana partisinden ana ve yavru muhalefetine, hükümetinden tüm düzen partilerine, faşist devletin tüm temel kurumlarına kadar hem birbirleriyle TürkiyeKuzey Kürdistan halklarına karşı pekala kısa sürede ortaklaşabilirken, birbirlerini çeşitli süreçlerde pekala alt ederek üstünlük sağlayabilmektedirler. Tarihsel ortaklıkları bizzat kanlı tarihlerinde ve haksız nesnel gerçekliklerinde objektif olarak sabittir. Faşist devletin bekası adına her kim anda hakim ve belirleyici ise bizzat hakim sınıf kliklerini dahi gözünü kırpmadan tasfiyeden kaçınmamaktadır. Öyle değil midir ki kendi başbakanını idam ettiren, suikastlar düzenleyen, infaz eden, her türlü hile ve entrikalarla muhalefeti bastıran ve soruşturmalara tabi tutan. Bütün bunları da zamanı gelince mağdur rolleriyle yine payanda olarak kullanan bizzat devletin ta kendisidir. Halk kitlelerini büyük yanılsamalarla kendi sömürü ve zulüm çarkının dişlileri olarak kullanan yine faşist devletin aynı tarihsel kökten beslenerek palazlanan devamcılarıdır. Komünist önder İbrahim yoldaş, Türk hakim sınıf kliklerinin öteden beri belli başlı özelliklerine ilişkin hükümete gelince merkeziyetçi ve devletçi, muhalefete düşünce hür teşebbüsçü ve özgürlükçü kesildiklerini vurgulayarak bugün de geçerliliğini koruyan durumunu açık bir biçimde ifade etmiştir. AKP hükümeti HSYK’yı değiştirerek Gülen Cemaati ve Kemalist kesime karşı daha fazla üstünlük sağlayabilir ancak bu dalaştan demokratikleşme ve gerçek adalet beklemek büyük bir saflık olur. Ne Avrupalı emperyalist patentli ne de faşist Türk hakim sınıfları ve kliklerine hizmet amaçlı bütün politikalar, asla halk kitlelerinin yararına değildir. Bu bilinçle Söz- Yetki- Karar İktidar doğrudan halk kitlelerine, halk meclislerine, halk konseylerine-sovyetleri-komünlerine şiarıyla Sosyalist Halk Savaşı’na katılalım. Faşist devletin sömürücü ve zulüm düzenine, bütün aldatmacalarına ve demagojilerine karşı, halk kitlelerinin örgütlü mücadelesini yürüterek proletarya ve emekçilerin iktidarı için savaşalım.
08 güncel
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
Komprador tekelci burjuva faşist cephede saflar Günümüzdeki siyasi çalkantıların- AKP ve Gülen Cemaati, TÜSİAD ve AKP tartışmaları vb- tamamen hem devlet hem de ülke dışındaki bütün faaliyetlerinde emperyalist kapitalizme daha fazla yaslanarak etkinliklerini arttırma ve kendi iktidarlarını daha fazla tesis etme girişimleri olarak görebiliriz AKP ile Gülen Cemaati arasındaki kavga, faşist Türk komprador hakim sınıflarına mensup ekonomik örgütlenmeler arasındaki çelişki ve yönelimlerini de doğrudan etkilemektedir. Gülen Cemaati’nin ekonomik örgütlenmesi TUSKON tedirginliğini korurken AKP ve hükümetini destekleyen ve bizzat ön ayak olan MÜSİAD, TÜMSİAD ve ASKON ise böylesi bir süreçte etkinliğini daha fazla arttırmaktadır. Uluslararası emperyalist tekelci sermayeye bağımlı ekonomik kurumsallaşma ve örgütlenmeler de tıpkı dünya genelindeki emperyalist kapitalizmin kendi içindeki çelişki ve klikleşmeleri ve de rekabetleri gibi bir gerçekliğe sahiptir. Hem ekonomik hem örgütsel ve hem de siyasi kulvarlarda hem birlik hem de çelişki ve rekabet halinde bir süreç izlemektedir. Özellikle 1990’lara kadar faşist Kemalist kanadın katı merkeziyetçi kesimi hakimiyetinde Türk devleti, emperyalist kapitalizme ekonomik bağımlılık ilişkisini başkaca da alternatifi olmayan ve aslında başka örgütlenmelere de türlü zorluklar çıkarmasından kaynaklı esasta TÜSİAD kapsamında ekonomik örgütlenmesini sürdürmekteydi.1960’lardan itibaren Koç, Eczacıbaşı, Sabancı vd. komprador klikler bizzat uluslararası emperyalist sermayenin palazlandırılarak teşvik edilmesi ve güçlendirilmesi perspektifiyle hakimiyetlerini sağlamışlardır. Bunun yanında on yıllardır anti-Kemalist, anti-laik vb propagandalarla muhafazakar İslam eksenli ekonomik örgütlenmelere de yasal anlamda türlü engeller çıkarılıyor, aşırı vergilendirme ve çeşitli kovuşturmalar eşliğinde alternatif ekonomik gelişmelere izin verilmeyerek örgütlenmelerinin önü kesiliyordu. Refah Partisi eksenindeki ekonomik örgütlenmeler ve şirketlere yönelik uygulamalar eşliğinde 28 Şubat Post Modern Darbesi aslında tam da emperyalist kapitalizme stratejik uşaklıkta hakim haldeki ekonomik ve siyasi cenahın bir operasyonu olarak da ifade edilebilir. Fakat Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Osmanlı’dan bu yana klik çatışmaları ekonomik, örgütsel ve siyasi alanda sürgit devam ederek bugünlere kadar gelinmiştir. Elbette bunun tarihsel kökleri ve sebepleri vardır. Zira her sınıf ya da her farklı sınıfa ait ara tabakalarda dahil kendini hakim hale getirmek için hareket etmekte ve bunda başarılı ya da başarısız olmaktadırlar. Uluslararası emperyalist sermayenin yo-
ğunlaşması ve derinleşmesine hizmet etmekte kendini yenileyemeyen ve sürece ayak uyduramayan ekonomik örgütlenmeler ve siyasi partiler, koalisyon hükümetleriyle bile sürdürülemez gerçekliklerini değiştirememiş ve uluslararası emperyalist kapitalizmi başta da ABD emperyalizmini yeni arayışlara ve uygulamalar yöneltmiştir.
AKP emperyalistlerin desteğiyle geldi Siyasi istikrarı bir türlü yakalayamayan ve dünya ve ülke gerçekliği sürecine yönelik konseptlere ayak uyduramayarak önünde engel haline gelen irili ufaklı bir dizi uşak partilerle yürünemeyeceği ayan beyan ortada iken tam da 28 Şubat darbesi ile bizzat Refah Partisi’nin içerisinden çıkarılarak ve dışındaki bazı kesimleri de dahil ederek AKP’nin emperyalistler tarafından bizzat peydahlandırıldığını söyleyebiliriz. Tabii ki AKP piyasa sürülürken ondan önce TÜSİAD dışında muhafazakar İslam eksenli çeşitli ekonomik örgütlenmelerin iyice uluslararası bir niteliğe doğru evrildiğini ve kompradorlaşarak önemli aktörler haline geldiklerini de vurgulayalım. İşte bu yönelim ve gelişmenin başını ABD emperyalizminin çektiği emperyalist dünya sisteminin İslam ülkelerine yönelik ılımlı İslam eksenli konseptlerinin ürünü olarak bir değişime tabi tutulduklarını da vurgulayalım. İşte bu tarihsel gerçeklikleriyle günümüze kadar çeşitli biçimlerde varlığını sürdüren emperyalist dünyanın uşak iş sektörleri ve örgütlenmeleri arasında da çeşitli düzeylerde rekabetleri de sürgit devam etmiştir. Faşist Türk komprador tekelci burjuvazinin Türkiye-Kuzey Kürdistan’da en eski ekonomik örgütlenmesi olan Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) uzun süre tek belirleyici komprador kurumsal sektör olarak varlığını sürdürmüştür. Fakat bu durum sürgit devam edemezdi ve uluslararası emperyalist sermayenin yoğunlaşması ve derinleşmesine uygun olarak dünya ve tabii ki Türkiye-Kuzey Kürdistan gerçekliğindeki değişimlere ve yeni ekonomik ve siyasi örgütlenmelere ihtiyaç duyacaktı. Bu temelde 1990’larda milli burjuvazini sağ kanadından karşı-devrimci sınıflarında ilk süreçte yer aldığı- bu durumunu çok geçmeden kısa bir süre sonra yitirerek komprador tekelci burjuvaziye dönüşmüşlerdir-Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) kurulmuştur. Akabinde ise 1998’de Anadolu Aslanları İş Adamları Derneği (ASKON) kurulmuştur. Gülen Cemaati’ne endeksli Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) da bu süreçlerde kurularak etkinlik kurmaya başlamıştır. TUSKON gibi cemaat geleneğinden çıkan Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜMSİAD) ise 2005 de kurulmuştur. Özellikle Gülen Cemaati’ne yakınlıkları noktasında TUSKON ve TÜMSİAD’ın Türkiye-Kuzey Kürdistan dışındaki yatırımlarıyla emperyalist sermayenin uzantısı olarak rol üstlenmeleri belirli avantajları da ortaya çıkarıyordu. Tabii ki MÜSİAD ve ASKON’ a karşı bü-
yüme ve etkinlik açısından daha fazla baskılanma yaratma olanağına sahiplerdi. Gelinen aşamada iyice kılıçların çekilmesine paralel olarak MÜSİAD’ın AKP ve hükümetiyle ilişkilerinde önemli bir avantaja ve oldukça geniş olanaklara sahip olarak öne çıktığı söylenebilir. MÜSİAD’ın yedi bini aşan üyesi, otuz beş bin işletmesi ve bir buçuk milyona varan istihdamıyla ülke içi ve yurt dışında arkasına AKP hükümetini de alarak daha fazla etkili hale geldiğini ifade edebiliriz. Aynı şekilde devletin tüm ekonomik politik teşkilatlanmalarında önemli bağlayıcılık özelliğe sahip kurumsal mekanizmalarda da AKP endeksli inisiyatifin giderek güçlendiğini vurgulayalım. Mesela Türk özel sektörünün en önemli örgütlenmelerinden İstanbul Ticaret Odası (İTO), İstanbul Sanayi Odası (İSO) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)’nin kurduğu Türk devletinin Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecindeki ihtisas kuruluşu İktisadi Kalkınma Vakfı(İKV)’ nın başkanlığına MÜSİAD eski başkanı Ömer Cihad Vardan seçilmiş ve getirilmiştir. Bütün bu gelişmeler, AKP’nin ve tabii ki o eksenli MÜSİAD’ın yaklaşık son on yıl içerisinde İTO ve İSO’da etkinliğinin artmasının sonucudur. Bu anlamda her ilerleyen süreç içerisinde adım adım AKP ve onunla daha da palazlanarak güçlenen ve ayrı bir ekonomik mekanizma oluşturan şirket organizasyonlarının güçlenerek çıktığını görmekteyiz. Bu temelde önümüzdeki süreçte de bu yoğunlaşma içerisinde olunacağı kuşku götürmez bir gerçekliktir.
TUSCON HSYK’daki değişimi istemiyor HSYK üzerinden tartışmalar daha da alev-
lenerek kılıçlar çekilmiştir. Bu noktada Cemaatin iş adamları örgütü TUSKON “…ülkemizde yaşanan süreçte adli kovuşturma ve yargılamada yakınları bulunanların kovuşturmayı yapan emniyet ve yargı mensuplarını görevlerinden aldıklarını ve bunu ülke çapında bir personel ve bürokrat kıyımına dönüştürdüklerini büyük bir şaşkınlıkla gözlemlemekteyiz. Bu açıklamaya sebep teşkil eden son gelişmede ise TBMM’ye sevk edilen bir yasa tasarısıyla zaten ağır ithamlar ve basın yoluyla baskı altında tutulan yargı mensuplarının, hukuki tarafsızlığını ve bağımsızlığını imkansız hale getirecek, atama ve soruşturmalarını tümüyle Adalet Bakanı’na bağlayacak bir düzenleme getirilmeye çalışılmaktadır… HSYK üyeleri ve ülkemizin önde gelen hukukçuları tarafından yargının yürütmeye bağlanması anlamına geldiği için Anayasa’ya aykırı olduğu ifade edilen bir yasal düzenlemeyle HSYK’nin yapısının ve işleyişinin değiştirilmesine karşı olduğumuzu açık bir şekilde ifade etmek istiyoruz… Erklerin işleyişinde büyük bir sıkıntıyı ortaya çıkaran ve devletimizin geleceğini tehdit eden bu hususta… herkesi yargının bağımsızlığını zedeleyecek adımlar atmamaya davet ediyoruz..İtibarsızlaştırma kampanyasını kınıyoruz’’ demektedir. Mevcut durumda AKP ve Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen ASKON ise “Karşılıklı bir reaksiyon var. Bu çatışmanın şiddeti artarsa herkes zarar görür. Yakalanan ekonomik istikrara sahip çıkmalıyız’’ diyerek sürece yaklaşmaktadır. Bugün TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON, ASKON ve TÜMSİAD arasındaki çelişki ve rekabetlerin mahiyeti de uluslararası emper-
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
09
yeniden tutuluyor!
yalist sermayelerin hem kendi aralarındaki hem de rakip sermayelere karşı çelişkilerden bağımsız ele alamayız ve onlarsız düşünemeyiz. Diğer yanıyla bizzat emperyalist kapitalizmin uzantıları olarak bütün bu komprador tekelci burjuva kliklerin gerek Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, gerekse de Afrika, Ortadoğu ve Asya’da birbirlerine karşı daha etkinlik kurmak ve ekonomik çıkarlarını ve tabii ki karlarını arttırmak için kıyasıya rekabet içerisinde olduklarını belirtelim. Günümüzdeki siyasi çalkantıların- AKP ve Gülen Cemaatleri, TÜSİAD ve AKP tartışmaları vbtamamen hem devlet hem de ülke dışındaki bütün faaliyetlerinde emperyalist kapitalizme daha fazla yaslanarak etkinliklerini arttırma ve kendi iktidarlarını daha fazla tesis etme girişimleri olarak görebiliriz.
Komprador klikler arasındaki çatışma derinleşiyor Özellikle MİT müsteşarı kriziyle iyice gün yüzüne çıkan ve akabinde Gezi Parkı-Taksim Direnişi’yle gelişen Haziran Ayaklanması’yla, faşist düzen bileşenleri AKP ile diğer komprador kesimler arasındaki çelişkiler de artmış, gerek üslup gerekse de tasfiye girişimleri sistemin tüm çirkefliklerini de-yolsuzluk, rüşvet vsgün yüzüne çıkarıp halk kitlelerinin gözlerinin içine baka baka teşhire yol açmıştır. Kızlı erkekli öğrenci evleri, dershaneler vb derken 17 Aralık operasyonu adıyla AKP ile Gülen Cemaati arasındaki çelişkiler daha da yoğun-
laşarak karşılıklı tasfiye operasyonlarıyla kılıçlar çekilmiştir. Hükümet olmanın ve belirleyici etkin rol oynamanın da avantajlarıyla AKP hükümeti, kendi içerisinde ve devletin temel kurumlarında da rakip sermaye gruplarına yönelik tasfiyesini tüm şiddetiyle sürdürmeye devam etmiştir. 17 Aralık operasyonu ve hiç beklemeksizin Erdoğan önderliğindeki AKP’nin karşı hamleleri, özellikle Gülen Cemaati ve onun ekonomik örgütlenmesi TUSKON’un hükümetten kopuşunun açık beyanı olmuştur. Bu süreçlerde TUSKON’un TÜSİAD ile yakınlaşması da göz önünde bulundurulmalıdır. TÜSİAD içerisinde ve yönetiminde Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinenlerin yer aldığı söylenebilir. Özellikle HSYK üzerinden yaşanan tartışmalara yukarıdaki komprador tekelci sermaye grupları-klikleri de doğası gereği katılmıştır. Zira ilk çıkışlarından itibaren devletin bekasında yer almaktadırlar ve salt ekonomik değil bizzat onun üzerinden yükselerek uluslararası tekelci emperyalist devletlerin stratejik uşağı komprador tekelci niteliklerine uygun olarak da konumlanarak siyasetin ve devletin tam da içerisinde bulunmaktadırlar. Aynı şekilde uluslararası emperyalist tekelci sermayenin yoğunlaşması ve derinleşmesine uygun ve ona hizmet edecek şekilde süreç gelişmekte ve ilerlemektedir. Bu düzlemde içerisinden geçtiğimiz süreçte deyim yerinde ise yukarıdaki komprador ekonomik örgütlenmeler iki ana kutba ayrılmış dersek yanılmış olmayız. Gelinen aşamada muhafazakar Gülen Cemaati eksenli TUSKON ve sosyal demokrat TÜSİAD aynı kulvarda, Erdoğan’ın başını çektiği AKP hükümetine endeksli MÜSİAD, ASKON ve TÜMSİAD diğer yanda durmaktadır. Her iki ana eksenin de özü, içeriği ve biçimiyle her şeyi karşı-devrimcidir. Uluslararası tekelci emperyalist devletlere bağımlı komprador tekelci niteliğe sahiptirler. Aralarındaki çelişki, çatışma ve tartışmaların mahiyeti de karşı-devrimcidir. Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları başta olmak üzere ezilen ve sömürülen kitlelerin lehine herhangi bir yararı olmayan bu çelişki, çatışma ve rekabet içerisinde ancak ve ancak karşı-devrimi teşhir etmek için son derece somut veriler ve olanaklar sunmaktadır. Özellikle yetmez ama evet denilerek sömürücü zulüm düzenine ve sistemine yedeklenen değil karşı-devrimin bütün türevlerine karşı topyekün bir mücadele için düşmanlarımızı teşhir etmeye yarayan ve halk kitlelerinin çıkarlarını gözeten başka bir düzen ve sistemin mümkün olduğu ve olabileceğine yönelik ajitasyon ve propaganda zemini sunan özelliklere sahiptir.
YÖNELİM
≫ kazım cihan
ERMENİ SOYKIRIMI
T
ürk egemen sınıf kliklerinin ve onların dinci bloklarının, iktidar-rant kavgasında, ne adına olursa-olsun, taraf tarafgirlik ‘yetmez ama evet’ci neo-liberal ‘sol’ örneğinde de görüldüğü gibi, egemenler lehinde mevzilenmektir. Politik ilerici-demokrat karakterine rağmen, yanlış ideolojikteorik yöneliminden ötürü, bu tip gel-gitlere Ulusal Hareket’te düşmektedir. Kemalist Ergenekon, dinci muhafazakar bloklar arası klik çatışmaları, Cemaatin MİT operasyonu ve son olarak da çözülen koalisyon gerçekliğinde, Erdoğan, Gülen önderlikli dalaşta savruluşlar, somut örnekleridir. ‘’Bu ateşe benzin taşımayacağımızı bilmelidirler’’ beyanıyla ve ‘seçimlerin sonuna kadar’ mühlet koşuluyla Öcalan, yanlış bir tutum içerisindedir. Şüphesiz bu, ‘Çözüm’ denilen süreçle ilişkili bir yönelimdir. Pozisyonu gerekçelendirme tahlillerinde, KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Hozat; egemenler çatışmasını şöyle okumaktadır. ‘İsrail lobisi, yine milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri birer paralel devlettir’. Yürütme Konseyi üyesi Altun da bunu teyit etmekte, ‘süreci sabote etmek temelinde bir eylem kararı’ belirlemesiyle, durumu izah etmektedir. Daha önce 23 Subat 2013 açıklamalarında lobilerin ‘istilasi’na vurgu yapan Sayın Öcalan; “Sadece MİT kalmış, hedeflenen bizim geliştirdiğimiz diyalogtur” , “Anadolu İslamlaştıktan sonra bin yıllık bir Hristiyanlık öfkesi var. Rum, Ermeni, Yahudi Anadolu da hak iddia eder’’ Söz konusu anlayışlarla, Türk egemenlerinin, Türkİslam eksenli yayılma stratejisine meydan okunabilinir mi? Müslüman olmayan halklara yönelik, egemen ideolojik hegemonyanın, kitlelerde yarattığı ön yargı kullanılarak, faşist T.C. aşılamaz. Türk-Sünni İslam merkezli şovenizm ve gericilik deşifre edilemez, egemen devletin içeriği-niteliği ve koordinatları anlaşılamaz. Program-Strateji ve genel çizgide, ‘manevra’ ve `taktik’ adına, pragmatik ‘çözüm’cü, tasfiye planlarına entegre olmayı reddetmeliyiz. Bir halklar, kültürler bahçesi olan Anadolu, Türkleştirme-Sünnileştirme operasyonlarıyla çoraklaştırıldı. İttihatçıların bu temeldeki devlet tasavvurları, soykırım-katliamlar, sürgünlerle icra edildi. Sonuçları belli. Pontos-Ermeni-Rum-Süryani-Dersim-Kürt-Alevi soykırım ve katliamları. Tekçi inkar, katliam, kültürel soykırım devam ediyor. 24 Nisan 1915 Ermeni tehcir ve soykırımının 100. Yılının yaklaştığı bir atmosferde, Türk devlet gerçekliğinin suçlu özünü yargılamak görevi dururken (Bağımsız devrimci ideolojik-siyasi alternatifle) ‘Lobi’ saptamalarıyla, mağdurları, ‘tehlike’ göstermek, Türk-İslam egemen sınıf kliklerinin çatışmalarının mahiyetini, Müslüman olmayan halkların ‘oyunu’ ve Anadolu ihtirası söylemleriyle karşılamak, bu bahanelerle, ‘lobi’ , ‘emperyalist masa’ tesbitleriyle, soykırımcıları objektif olarak aklamaya hizmet edecektir. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın atmosferinde, ittihatçılar, genel ulusal devletler dalgasında, kendileri içinde Türk ulus devleti fırsatı ortaya çıktığı düşüncesindeydi. Pontus, Rum, Ermeni ‘temizleme’ seferberliği başlattı. Yağma ve talanla, bir Türk burjuva ‘milli ekonomi’ planın barbar-kanlı hikayesi, tüm sömürücü-egemenlerin yapısal özelliğiydi. ‘Modern’ kapitalizmin beslenme kaynaklarıydı. Avustralya’da Aborjin soykırımı istilacı İngiliz, Amerika’daki Kızılderililerin, Afrika halklarının, Asya’nın kırımlarının v.b. tümü, kapitalizmin Avrupa ‘uygarlık’ abideleridir (!). Piyasanın tekçi merkezileşme ihtiyacının sonuçlarıdır. T.C. öncelikle, Rum-Ermeni-Süryani, önce Müslüman olmayan halklar, sonra Kürt kırımları üzerinden yükseldi. Türk egemen burjuvazisinin ilkel birikimi, bu kırım ve talana dayandı. “İslam kardeşliği’’ bayrağı altında, Türk egemenleri, tamamıyla kendilerinin sorumlu oldukları soykırımda, diğer milletlerden İslam olanları da kullanmışlardır. Ezilen kitlelerdeki dinsel
ön yargıların kırılması açısından, yaşanmış tecrübelerden öğrenmek yerine, İslam müsamahakarlığı ezilenler açısından, sadece olumdur. Türk-Sünni İslam şovenizmine karşı, baş mücadele görevi, dinsel ön yargılarla ezilen-ulus-azınlıklar ve inançlara sahip kitleler saflarındaki etkilenmelere karşı, ideolojik mücadeleyi yadsımamalıdır. İçselleştirilmiş tekçi egemen dinsel hegemonya sayesinde, egemenlerin sömürü düzenlerini sürdürme ve gerekli dizaynlarla yeniden üretmelerinde, uluslar-inançlar arası eşitsizliklerinin temellerini muhafaza eden, ezen, ezilen ulus, inanç ayrımını yok saymadan, ezilenlerin meşru direnişlerinin yanında ve komünist öncülük-çözüm sorumluluğuyla, eylemiyle, yürümeliyiz. Komünist, devrimci-demokrat saflarda da, ezilen ulusların burjuvalarının egemen olmak istedikleri ‘büyük ülke’ hayalleri ve emperyalizmle uzlaşma karakterleri, gerekçe gösterilerek, ezilen ulus hareketlerinin meşruiyeti, hep tartışma konusu haline getirilmiştir. Destek bir yana, gadre uğramalarına seyirci kalınmıştır. Sosyalist devletlerin dış politika çıkarlarının temelindeki uygulamalarda da bu söz konusu olmuştur. 1920 Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi (KEYK) bildirilerinde dahi, hatalı yaklaşımların etkileri görülmektedir. Ermeni soykırımı kökten lanetleneceğine suçun faturasının bir bölümü de adeta onlara çıkarılmaktadır. Emperyalistler ‘sizi kışkırttılar-silah verdiler’ demişlerdi. Emperyalist planları deşifre etmek, Türk egemenlerinin soykırımına en ufak da olsa bir tavizi bir hayırhah tutumu gerektirmez. Zilan Kürt ayaklanmasını ‘Feodal ayrıcalık’ olarak değerlendirmeyi doğru kılmaz. İttihatçıları Kemal’i, ‘burjuva devrimci’ hareketlerini, ‘burjuva demokratik hareket’ şeklinde, değerlendirmeyi haklı çıkarmaz, çıkarmamalıdır. Dünya Komünist hareketi saflarında, Ermeni, Dersim v.b soykırımları gündemleştirme, doğru çözüm programını bayraklaştırmada, Kaypakkaya ilktir. Jön Türkİttihat-Kemalist konseptin kırımcı özünü, Cumhuriyetin inkarci-imhaci-tekçi gerici içeriği ve fasist niteligini ortaya koymada ilktir. Burjuva Cumhuriyetlerin ortak barbar-gerici özelliklerinin temelinde yatan, kapitalist sermaye medeniyeti paradigmasının, ‘yurttaşlık-hukuk-parlamento-eşitlik’ perdesini, ilericilik diye alkışlamış yanılsamalara karşı, ardılları, doğru yolda ilerlemeye devam edeceklerdir. Ermeni soykırımının yaklaşan 100.yılı, emperyalist egemenler, T.C. devlet konseptine, kapitalist medeniyet paradigmasına, neo liberal ‘demokrasi’ gericiliğine, üstün-geri ırk-cins gericilik felsefesine, inkarci-imhaci-tekçi-kapitalist-muhafazakar-dinci operasyonlara, şovenizme, burjuva ideolojisinin kitleler içerisindeki etkilerine karşı bir atılım olmalıdır. İdeolojik-teorik-politik bir mücadelede, büyük bir seferberlik kampanyası olarak ele alınmalıdır. Baska ulusların kırımlarına ilgisizlik, hiçbir ezileni özgür yapamaz!. Ermeni, Rum, Süryani gibi sayıları bugün artik binleri geçmeyen ve tamamıyla ‘temizlenmiş’ ölülerinin, Türk devletine ‘sızmış, paraleller’ değerlendirmesi, ırkçı-şoven T.C’nin emperyalizm uşağı, Türkçü-İslamcı derin gladiosunu, masumlaştırmaktan öteye geçemez. Sayin Öcalan’ın savunmalarında, Türkiye’nin ‘bölgede lider’ , ‘Orta Asya’dan Balkanlara ve Kafkaslara kadar etkili olma’ durumu için sundugu öneriler, görüşme notlarında deklare edilmişti... Bunlara “Büyük Demokratik Çözüm diyorum’’ demekteydi. Tarihsel dayanaklarını ise şöyle açıklıyordu: “1071’de Alparslan Silvan’da Kürtlerle iliskiyi nasıl düzenlediyse, 1516`da Yavuz-egemen temelde de olsa-nasıl Kürtlerle ilişki düzenlemişse, 1920’lerde Mustafa Kemal Kürtlerle nasıl ilişki düzenlemişse...Basbakana çağrı yapıyorum.. . Kendi aramızda halledelim” Açıklamalarındaki ‘İslam kardeşliği’ (Ezen-ezilen milletler meselesini, Türk egemenlerinin Kürdistan’ı ilhakini perdeleyen) ‘İslam milleti’ vurguları, Hozat-Altun söylemlerinin ‘bir dil sürçmesi’ olmadığını gösterir.
10
emek haber
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
KESK davasında 24 Başta İstanbul, Ankara ve Adana olmak üzere çeşitli illerle yapılan ev ve kurum baskınlarıyla gözaltına alınan 34’ü tutuklu 56 KESK’linin davası İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülürken, 24 KESK üyesinin tahliyesine karar verildi Başta İstanbul, Ankara ve Adana olmak üzere çeşitli illerle yapılan ev ve kurum baskınlarıyla gözaltına alınıp 34’ü tutuklu 56 KESK’linin davası İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmayla başlandı. Duruşma öncesi yapılan baskı ve keyfi uygulamaları protesto etmek isteyen KESK’lilerin bulunduğu gruba polis saldırdı. Gruba yoğun bir şekilde biber gazı sıkan polis, KESK’lilerin direnmesi üzerine ise geri adım atarak açıklamaya izin vermek zorunda kaldı. Görülen duruşmada hazır bulunan tutuklu KESK üyeleri ile tutuksuz yargılanan memurlar ve avukatları hazır bulunurken, duruşmaya çok sayıda tutuklu yakını katılarak yakınlarına destek sundu. Duruşmada söz alan memurlar haklarındaki iddiaların düzmece olduğunu söyleyip bu mahkemelerde olma sebeplerinin sadece
muhalif kimlikleri ile verdikleri emek ve demokrasi mücadelesinin olduğunu söyledi.
‘Düzenin istediği bir öğretmen olmayacağım’ Duruşmada söz alan tutuklu öğretmen Aynur Barkın öğrencilerinin gözü önünde gözaltına alındığını anlatarak bunun öğrencilerine travma yaşattığını söyledi. Öğrencilerinin özel dolaplarının dahi arandığını anlatan Barkın, hiçbir zaman düzenin istediği bir öğretmen olmayacağını anlattı. İddianamede bulunan ‘örgütsel tatil’ iddiasını yalanlayan Barkın, arkadaşlarıyla Akçay Beldesi’nde yaptığı tatilin ‘örgütsel’ tatil olarak gösterildiğini anlattı. Barkın, öğretmenlerin 7 ay tatil yapıyor gösterilip ‘suç delili’ yaratılmaya çalışıldığını fakat görev yaptığı okul müdürünün ‘aslı gibidir’ diyerek imzaladığı sınıf defterini göndererek ‘tatil yapıyor’ dedikleri tarihte derste olduğunu ispatladığını söyledi. Ardından söz alan diğer tutuklu KESK üyesi Nurcan Kısa ise yaptığı savunmada kendilerine destek vermek isteyen arkadaşlarına yönelik gerçekleştirilen polis saldırısını kınadığını söyleyerek evinin hukuksuzca arandığını söyledi.
‘Hükümet emek mücadelesini sonlandırmak istiyor’ Tutuklu yargılanan TTB üyesi Cem Coşkun ise iddianamedeki delillerin hiçbirinin suç
teşkil etmediğini söyleyerek tahliyesini ve beraatını istedi.
Duruşmada savunma yapan tutuklu öğretmen Erdal Karataş şunları söyledi: “De-
İşçilerin Ankara’ya yürüyüşü engellendi Yatağan’da maden ve santrallerin özelleştirilmesine karşı aylardır eylemlerine devam eden işçilerin yürüyüşü polis tarafından engellenirken, Yatağan işçilerine destek vermek için Ankara’da eylem yapıldı Yatağan’da maden ve santrallerin özelleştirilmesine karşı aylardır direnişte olan işçiler, özelleştirme kararının iptali istemiyle eylemlerini Ankara ’ya taşıma kararı aldı. 24 Ocak’ta otobüslerle Muğla’nın Yatağan ilçesinden hareket eden işçilerin önü, Muğla girişinde polisler tarafından kesildi. Polisin araçlarla geçişe izin vermemesi üzerine işçiler, otobüslerden inerek Ankara’ya doğru yürümeye başladı. Yatağan Termik Santrali önünde dün akşam saatlerinde bir araya gelen işçiler, Yatağan merkezine doğru “Bu daha başlangıç mücadele devam” , “Ölüm olsa sonumuz Ankara yolumuz” , “ İş ekmek
yoksa barış da yok” , “Her yer rüşvet her yer yolsuzluk” sloganlarıyla yürüdü.
‘Özelleştirmeyi durduracağız’ Yatağan ilçe merkezinde basına açıklama yapan T. Maden-İş Şube Başkanı Süleyman Girgin, özelleştirme politikalarının ülkeyi yiyip bitirdiğini söyleyerek, “Özelleştirmeyi durduracağız” dedi. “Birilerinin ayakkabı kutuları dolsun diye hayatımızdan ödün vermeyeceğiz” diyen Girgin, erteleme kararının seçimlere yönelik bir hamle olduğunu, seçimlerin ardından hükümetin özelleştirmeyi tamamlayacağını öne sürdü. Girgin son olarak “ Bugün 2 bin kişiyle gidiyoruz Ankara’ya ancak özelleştirme kararından vazgeçilmezse 20 bin kişiyle dönmemek üzere Ankara’ya gideriz” dedi. Manisa Milletvekilleri ile belediye başkanlarının da destek verdiği eylemlerde, daha sonra Ankara’ya gitmek üzere 35 otobüsle yola çıkan enerji ve maden işçilerinin yolu, 24 Ocak’ta Muğla-Aydın Karayolu Kavaklıdere Kavşağı’nda, polis-jandarma barikatı ve TOMA’larla
kesildi. Barikatın gerisinde Orman Bölge Müdürlüğü’ne ait arazözlerin de hazır bekletildiği görüldü. Yolun kesilmesi üzerine TES-İŞ ve Maden-İş sendikası yöneticileriyle polis arasında kısa süreli bir arbede yaşandı. Polis, otobüslerde arama yapılacağını söyleyerek, işçilerin yollarına devam etmesine izin vermedi. Bunun üzerine otobüslerden inen işçiler, yolun karşı şeridini de trafiğe kapatarak yaklaşık 5 saat süren oturma eylemini yaptı. Polis ve jandarma, işçilerin otobüslerle yola devam etmesine izin vermeyince, işçiler otobüslerden inerek yürüyüşe geçti.
Yolu trafiğe kapattılar Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın İçişleri Bakanı Efkan Ala’yla görüştüğü ve yürüyüşe kesinlikle izin verilmeyeceğini söyleyen bakanın, “Yaprak kıpırdamayacak, hiçbir otobüs hareket ettirilmeyecek” dediği belirtildi. Polis araçların geçişine izin vermeyince işçiler yola yürüyerek devam etme kararı aldı. Yürüyüşe başlayan işçiler, aile-
lerinin otobüsle Ankara’ya gönderilmesini istedi. Polis otobüslerin geçmesine yine izin vermeyince işçiler, yolu yeniden trafiğe kapatırken, polis ailelerin geçişine izin verinceye kadar oturma eylemi başlatma kararı aldı. İşçilerin kararlı tutumu sonucu polis önce ailelerin otobüsle gitmesine izin verdiğini söyledi ancak sonradan bu uzlaşmadan da vazgeçince işçiler, Muğla kavşağını trafiğe kapatarak eylemlerine devam etti. Saatler ilerledikçe Muğla’dan gelen devrimci ve demokratik kitle örgütleri, sendika üyeleri ve halkın desteğiyle eylemdeki kitlenin sayısı giderek arttı. Yatağan işçilerine destek vermek için 24 Ocak’ta Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na yapılan yürüyüşte Yatağan maden ve santrallerinin özelleştirilmesi ve Yatağan işçilerinin yürüyüşünün engellenmesi yapılan eylemle protesto edildi. Yapılan eyleme Türk-İş, KamuSen ve KESK’e bağlı sendikalar da destek verdi.
gençlik haber
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
11
tahliye
mokrasi ve emek mücadelesi verenler yargılanıyor. Bu ülkede demokrasi ve emek
mücadelesi verenleri ‘terörist’ olarak yargılamak alışkanlık haline gelmiş. Hükümet, emek mücadelesini sonlandırmak istiyor, buna direndiğimiz için yargılanıyoruz” Karataş, ayrıca Dink cinayeti davasında ve Roboski Katliamı soruşturmasında sanıklara dokunmayan yargının emekçileri hedef aldığını belirterek gözaltı sürecini de değindi. Gözaltına alındığı esnada çocuklara okuma yazma öğretmek için kullandıkları ’Ali ata bak’ fişinin de şifre zannedilip alındığını anlattı. Tutuklu öğretmen Sinan Eşiyok ise hakkındaki iddialara tepki göstererek iddianamede aynı gün içerisinde 4 ayrı eylemde olmakla ‘suçlandığını’ anlatarak ‘4 ayrı parçaya bölünüp 4 eylemde de bulunmadım o gün tek parça olarak okuldaydım’ dedi. İddialara kanıt olarak mahkeme heyetine imzaladığı sınıf defterini sunan Eşiyok, davanın KESK’i yıpratma amaçlı bir dava olduğunu söyledi. İddianamedeki çelişkilere dikkat çeken tutuklu öğretmen Yalçın Düzgün ise ‘beni arkadaşlarımla yılbaşı kutladım diye suçluyorsunuz. Ne yapmışız toplanıp örgütsel olarak ağaç mı dikmişiz’ diyerek hakkındaki iddialara tepki gösterdi. Akşam saatlerinde açıklanan kararda ise aralarında Aynur Barkın, Ayşe Tuncer, Berivan Doğan,Erdal Korkmaz, Sinan Eşiyok ve Yalçın Düzgün’ün de aralarında bulunduğu 24 KESK üyesi tahliye edildi. Davanın bir sonraki duruşması ise 6 Mayıs’a ertelendi.
SBS sonuçları iptal edildi Milyonlarca öğrencinin her yıl korkulu rüyası olan sınav sistemi, sistemin esasta istediği gençliğin yani geleceğin temel yapıtaşlarından biri oldu. Sınavda başarısız olma korkusu kimi öğrencileri intihara kadar sürüklemiş, kimisi dershane parasını ödeyemediği için ailesi icralık oldu, hapishaneye atıldı ve kimileri okul katkı payı harçlarını ödeyebilmek için ya kolunu pres makinesine kaptırdı ya da inşaattan düşerek öldü. Okumanın bedelinin bu kadar ağır olduğu ülkemizde YGS-LYS şifre skandalları yetmezmiş gibi şimdi de SBS sonuçlarında hata yapıldığı ortaya çıktı. Şimdi binlerce öğrenci kayıt yaptırdığı ve öğrenimine devam ettiği okuldan başka bir liseye geçme riskiyle karşı karşıya… 2013 SBS’de Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’nın Almanca ve İngilizce testlerinin cevap anahtarlarının karıştırılması üzerine 718 öğrencinin puanını yanlış hesaplaması gerekçe gösterilerek sınav sonuçları Danıştay tarafından iptal edildi.
‘MEB’in kalıcı çözümler üretmesi çok zor’ Sınavın iptaliyle ilgili açıklama yapan EğitimSen, şunları söyledi: “Danıştay’ın bu kararı, sınav sonuçları üzerinden gerçekleşen yanlı-
şın tespit edilmesi kadar, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir beceriksizliğinin daha onaylanması anlamına gelmektedir. MEB’in bu beceriksizliği yüzünden binlerce öğrenci, aldığı SBS puanına göre kayıt yaptırdığı liseyi değiştirme riskiyle karşı karşıya bırakılmıştır.” Açıklamada; yıllardır eğitim sisteminde yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretmek yerine sürekli yeni sorunlar üreten ve girilecek sınavların sayısını arttırıp, her yıl başka bir değişiklik yapan MEB’in yaptığı hatalar nedeniyle mağdur olanların sayısının gün geçtikçe arttığı ifade edildi. Açıklamada son olarak şu ifadelere yer verildi: “Eğitim sorunlarına yönelik kalıcı çözümler üretmekten çok siyasal kadrolaşma ve skandallar ile gündemde olan MEB’in mevcut yapısıyla yeni hatalara ve yanlışlara imza atması kaçınılmaz görünmektedir. Yaptığı sınavlarda cevap anahtarlarını bile doğru dürüst dağıtamayan, kendi yarattığı mağduriyetleri gidermek için somut adım atmayan Milli Eğitim Bakanlığı’nın mevcut zihniyetle eğitim sistemine yönelik somut politikalar üretmesi ve sorunlarımıza kalıcı çözümler üretmesi mümkün görünmemektedir.”
Faşizmin maskesi üniversitelerde düştü Ülke genelinde yoğunlaşan faşist saldırılar, Marmara ve Erzurum’daki üniversitelerde de yoğunlaşarak devam etti Sivil faşistler Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü’nde satırla Kürt öğrencilere saldırdı. Bir öğrencinin yaralandığı saldırı sonrasında Marmara Üniversitesi öğrencileri tarafından basın açıklaması düzenlendi. Marmara Üniversitesi öğrencileri imzasıyla gerçekleştirilen basın açıklaması, Türkçe ve Kürtçe olarak okundu.
Saldırılarda ÖGB-polisidare işbirliği Yapılan basın açıklamasında üniversitedeki saldırıların ilk olmadığı ve ÖGB- polis- idare işbirliği içerisinde gerçekleştirildiği ifade edildi. Daha sonra Eğitim-Sen İstanbul Üniversiteler Şubesi ile HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel saldırılara dair bir açıklama yaptı. Basın açıklaması sonrası Kadıköy Meydanı’na yürüyen öğrenciler, “Marmara faşizme mezar olacak”, “Marmara goristan ji bo faşistan” , “ Bilim içeri satır dışarı” sloganlarını attı. Yürüyüş kitlenin Kadıköy Altıyol’a ulaşmasıyla sona erdi.
DGH faaliyetçisi sivil faşistlerin saldırısına uğradı Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde okuyan Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) faaliyetçisi Serdar Özmen ve yurtsever öğrenci Orhan Öner sivil faşistlerin saldırısına uğradı. Akşam saatlerinde evlerine giderken, Cumhuriyet Caddesi Öğretmenevi’nin önünde 30-40 kişilik sivil faşist grubun bıçaklı-satırlı saldırısı sonucunda yaralanan Özmen ve Öner, yardıma gelen arkadaşları tarafından hastaneye kaldırıldı.
Yaralılar karakola götürülmek istendi Erzurum Palandöken Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Öner’in kafasına dikiş atılarak, 3 gün iş göremez raporu verildi. Saldırıya maruz kalan DGH faaliyetçisi Özmen ise Erzurum Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastanede tedavi altında olan öğrencilerin durumları iyi olduğu öğrenildi. Tedavileri sürdüğü sırada hastaneye gelen polis yaralıların ifadelerini almak için karakola götürmek istedi. Ancak öğrenciler karakola gitmeyi reddederken, polis saldırıyla ilgili bilgileri hastanede aldı. Saldırının duyulmanın ardından devrimci-demokrat öğrenciler, Erzurum Palandöken Devlet Hastanesi önünde toplanarak saldırıyı protesto etti.
‘Gerici faşist saldırılara geçit vermeyeceğiz’ Saldırının ardından Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve bileşeni Demokratik Gençlik Hareketi(DGH) de İstanbul Sarıgazi’de “Gerici Faşist Saldırılara Geçit Vermeyeceğiz” pankartı arkasında bir yürüyüş gerçekleştirdi. “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” , “YÖK-polis-medya bu abluka dağıtılacak” , “Faşizme karşı omuz omuza” sloganlarının atıldığı eyleme Partizan, ESP, AKA-DER, BDP, Halkevleri ve Halk Cephesi destek verdi. Yapılan basın açıklamasında toplumun en dinamik ve örgütlenmeye en açık mevzisinin gençlik olduğu ve bundan dolayı gençliğin liselerde, üniversitelerde çeşitli saldırılar ve baskılara maruz bırakılarak, devletin devrimci mücadeleyi sekteye uğratmak istediği vurgulandı. Son süreçte devletin DHF faaliyetçileri üzerindeki baskı ve saldırı politikalarının teşhir edildiği açıklamanın sonunda halka örgütlü mücadelenin çağrısı yapıldı.
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
Kongre kararlarını kav Bir fabrikanın, tarlanın ya da makinenin herhangi bir ulustan insana ya da işletmeye ait olması ekonomik yapıyı değiştirmez. Toplumsal üretim tarzını ve ekonomi ilişkisini de değiştirmez. Ekonomide belirleyici olan fabrikanın ve tarlanın hangi biçimde işleyerek üretim gerçekleştirdiği ve insanları hangi biçimde bir sömürüye tabi tuttuğudur 3. Kongre ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın Sosyo-Ekonomik Yapısı; Enternasyonal proletaryanın tüm dünyada azami devrim programı her bir yerde komünizm ortaklığı içerse de her bir parça ve ülkedeki sosyal-ekonomik yapısı farklı özgünlükleri taşıması nedeniyle, asgari devrim programlarının da farklılıklar göstereceğine beşiklik etmektedir. Marksizm- Leninizm- Maoizm bilimimiz, dogma değil tam da bir eylem kılavuzudur. Onun yaşayan canlı ruhu ise somut koşulların somut tahlilidir. Dünya genelinde somut koşulların somut tahliline ilişkin devam eden bir önceki yazımızda Kongre ve Emperyalist Kapitalizm Gerçekliği! Başlığı altında 3. Kongre kararlarını ortaya koymaya çalıştık. Buna paralel dünya genelinde emperyalist kapitalizmin somut ve güncel durumuna yönelik Kongre görüşlerimize paralel olarak ondan bağımsız olmayan TürkiyeKuzey Kürdistan’ın somut koşullarının somut tahlili ve günceldeki durumuna yönelik sosyo-ekonomik yapının durumuyla ilgili merkezileşmiş 3. Kongre kararlarını ve görüşünü bu yazımızda da işleyeceğiz. Yarı-feodal toplumlarda, toplumun esasına feodal ilişkiler damgasını vururken tali olarak da kapitalist ilişkilerin varlığından söz edilebilir. Dolayısıyla sosyo-ekonomik yapısı yarı-feodal yarı-sömürge statüsündeki toplumlarda öne çıkan ve çelişkiye niteliğini veren yarı-feodal ilişkilerdir. Bundan kaynaklı olarak bu tür ülkelerde feodalizm ile geniş halk yığınları arasındaki çelişki baş çelişki olarak kendini göstermektedir. Coğrafyamızda feodal ilişkiler, toprak sahip-
leriyle köylülerin karşılıklı ilişkisi temelinde ele alınmak zorundadır. İşçi sınıfının kırda ya da şehirde kapitalist biçimlerde ücret karşılığı çalıştırılarak artı-emeğin sömürülmesi açıklanmadan kapitalist sömürüden bahsetmek yanlıştır. Sosyo-ekonomi de yerli ya da yabancı işletme veya yerli ya da yabancı üretim araçları ayrımı yapmakta yanlıştır. Bu ancak bağımlılık vs gibi durum değerlendirmesi için ele alınabilecek gerekçelerdir. Bir fabrikanın, tarlanın ya da makinenin herhangi bir ulustan insana ya da işletmeye ait olması ekonomik yapıyı değiştirmez. Toplumsal üretim tarzını ve ekonomi ilişkisini de değiştirmez. Ekonomide belirleyici olan fabrikanın ve tarlanın hangi biçimde işleyerek üretim gerçekleştirdiği ve insanları hangi biçimde bir sömürüye tabi tuttuğudur. Emperyalist sermaye, ihtiyaçlarını karşılamak için artı- emek sömürüsünü gerçekleştirmek zorundadır. Bu durum kapitalist tarzdaki işçi emeğinin sömürüsüne dayalı ilişkileri yaratır. Sömürünün önündeki bütün engelleri yıkarak ilerler. Önündeki bu engel, bir dönemler bağımlı ülkelerdeki temel ayaklarından birisi olan feodalizm bile olsa, iradesi dışında onu da tasfiye ederek yıkar. Bağımsız bir kapitalizmden çok kendine bağımlı kapitalist ilişkileri geliştirir.
Osmanlı’da bağımlılık ilişkilerinin oluşumu Osmanlı, feodal bir imparatorluktu. Osmanlı sermayesi 1800’lerden itibaren kapitalist ülkelerin sermayeleri karşısında zayıf düşerek yarı-sömürge statüyle dışarıdaki kapitalizme bağımlı hale gelmeye başladı. 1838 Ticaret antlaşmaları ve kapitülasyonlarla yabancı tüccar ve şirketlere tanınan imtiyazlarla birlikte yabancı sermaye grupları Osmanlı pazarlarında serbest ticaret yapmaya ve ekonomide etkin olmaya başladı. Bu gelişmeyle zanaatçıların el üretimleriyle ürettikleri gıda, dokuma, tarım aletleri vb ürünler, Avrupalı fabrikasyon malları karşısında dayanamayarak günden güne geriledi. Böylece kapitalist ülkelerin denetimine giren Osmanlı sanayisi, ilk günlerinden itibaren kapitalist ülkelerin işletmelerine bağımlılık ilişkisi içerisinde girerek bağımlı hale dönüşüyordu. Bu durum TC’nin ilk kurulduğu süreçlerde de devam etmiştir. Kemalist hareket de 1913 sanayi teşvik kanun maddelerini sürdürmüş, 1923 İzmir İk-
tisat Kongresi, 1925 Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu, 1927 Sanayi Teşvik Kanunu vb gibi peş peşe çıkarılan kanunlarla emperyalist sermayeye bağımlılık ilişkisi ilerletilmiştir. TC devleti 1947 Truman ve 1948 Marshall planıyla ABD emperyalizminin denetimine girmeye başlamıştır. 1950’lerden itibaren çok uluslu tekellerin belirgin olarak öne çıktığı söylenebilir. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi uygulanan devletçi kalkınma modelleri üzerinden meta ve sermaye ihracıyla gerçekleştirilen sömürü politikaları, daha karlı olan ithal ikameci biçime dönüştürülmüştür.
1960’lardan itibaren emperyalist ülkelere aşırı borçlanmadan kaynaklı bağımlı olan yarı-sömürge ülkeler, dış müdahaleler sonucu yasal düzenlemelerle çok uluslu tekellere uygun hale getirilmiştir. Çok uluslu emperyalist tekeller, komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları üzerinden büyük çaplı işletmeleriyle bu ülkelere yerleşerek, ithalata dayalı denetimli yerinde üretim ve tüketim politikasını uyguladı. Bu gelişmelerle birlikte yarı-sömürgelerdeki nispeten yarı bağımsız ekonomilerin tümü tam bağımlı hale geldi. Çok uluslu tekeller, Osmanlı ve TC’nin
perspektif
vrayalım, kavratalım!(2)
1960’lara kadar devletçi modele dayalı meta ve sermaye ihracı yöntemi değişerek, ithal ikameci politikalara yöneldi.
Tarım ürünlerinin tamamı kapitalist metalara dönüştü 1960-1970’lerde gıda, otomotiv, kimya, ilaç, iletişim, ulaşım, makine imalatı, demir, çelik, tarım ürünleri, petrol sanayi, cam, deri, lastik, plastik, orman ve hayvan ürünleri, elektronik eşya, maden sanayi, çimento, haberleşme, enerji, finans alanı, silah sanayi vb bütün alanlarda çok uluslu tekeller; komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları ile birlikte büyük işletmeler
kurmaya başladı. Coğrafyamızda şu anda ekonomiye damgasını vuran 500 büyük holdingin içerisindeki Sabancı, Koç, Yaşar, Eczacıbaşı vb işletmelerin esası bu sürecin ürünü olarak palazlandırılarak ortaya çıktı. Emperyalist güçler ve kompradorlar tarafından 1960-1970-1980 yıllarında onar yıl arayla planlanan askeri darbelerle hem şiddet unsurunu kullanmış hem de dönemsel ekonomik çıkarlarına uygun olarak yasal düzenlemelere girmiştir. 1980’lere gelindiğinde coğrafyamızın ekonomisinde esasta çok uluslu tekellere bağımlı, kısmen de iç dinamikleri
üzerinden gelişen kapitalist işleyiş önemli bir değişim gösterdi. Sanayideki üretimin esası büyük işletmelerin elinde toplanmaya başladı. Ücretli emek, tarım, sanayi ve hizmetler alanında önemli oranda artmaya başladı. Ülke genelindeki sanayinin payı tarımla eşit düzeylere ulaştı. Hizmetler alanı gelişmeye başladı. Şehir nüfusu kırsal nüfusla dengeli hale geldi. Tarım ürünlerinin hemen tamamı, çeşitlenen tarıma dayalı sanayi dallarının hammaddeleri haline gelerek kapitalist metalara dönüştü. 1970’lerin ortasında yaşanan büyük ekonomik krizle, çok uluslu tekellerin sermayelerinin ihtiyacını karşılamakta tıkanan ithal ikameci politikası, yeniden düzenlenmek durumundaydı. Bu nedenle yarı-sömürge pazarların tümü çok uluslu tekel sermayelerine açılmalı ve uygun yeni düzenlemelerle güvenceye alınmalıydı. Bu stratejiye uygun olarak 1980’ lerin başında 24 Ocak Kararları, 1980 askeri faşist cuntasıyla yürürlüğe kondu. Serbest piyasa ekonomisine geçilerek emperyalist sermayeye bağımlılık ilişkisi güçlendirildi. Kamu İktisadi Teşekkülleri(KİT) nin hepsi özeleştirmeye açıldı. Özetle ülkemizdeki bütün ekonomik sektörler, özel teşvik programlarıyla yeni yasal düzenlemelerle çok uluslu tekel sermayeleri ve komprador tekelci burjuva ve büyük toprak sahiplerine tepside sunuldu. Çok uluslu tekeller, 24 Ocak 1980 sonrasında yerli işletmelerle, esas payların emperyalistlere ait olduğu ‘ortaklıkların’ yanında bizzat kendilerine ait işletmelerle sanayi, tarım ve hizmet sektörü alanlarında yerleşmeye başladı. Bu durum, ekonominin bütün dengelerini değiştirmeye başladı. Tarım, sanayi ve hizmetler alanında yer alan birçok küçük, orta ve büyük işletmeler rekabete dayamayarak ya iflas etmiş ya da boyun bükerek direkt çok uluslu tekelci sermayelere eklemlenmiştir. Şehir nüfusu, 1985 yılında kırsal nüfusu geçerek belirleyici hale dönüştü.
Feodalizm kapitalist üretim karşısında tali duruma düştü 1990’lar sürecine girildiğinde, kurulan büyük sanayi işletmeleriyle tekstil, otomotiv, gıda vb alanlarda küçük ve orta ölçekli işletmelerin büyük çoğunluğu iflas etmiş, büyük bir bölümü de büyük işletmelere yedeklenerek onların hammadde üreticileri ya da parça üreticileri şeklindeki taşeronları haline dönüşmüştür. Şehirlerdeki nüfus, kırların nere-
deyse iki katına çıkmış, büyük sanayi kolları ve onlara yedeklenen küçük ve orta ölçekli işletmelerde istihdam edilerek artı- değer sömürüsüne maruz kalan işçilere dönüşmüştür. Böylelikle üretim, yatırım, ticaret ve istihdam büyük işletmelerde toplanmaya başlamıştır. Hizmetler alanı, ücretli emek temeline dayalı olarak satış mağazaları, bankalar, ulaşım, iletişim, sağlık, eğitim vb alanlarıyla istihdam, yatırım, ticaret ve milli gelirde sanayi ve tarımın önüne geçerek gerek dünya genelinde gerekse de buna paralel Türkiye-Kuzey Kürdistan’da belirleyici hale geldi. 1990’lardan sonra Türkiye-Kuzey Kürdistan’da hem sanayi, hem tarım, hem de hizmetler alanında esasta kapitalist işleyiş, feodal üretime göre hakim hale gelerek üretime damgasını vurmaya başladı. Coğrafyamızda burjuvazi ve proletarya önderliğinde bir devrim olmadığından, feodalizm, Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak esasta çok uluslu emperyalist sermayenin etkisi olmak üzere, iç dinamiklerinde tali düzeyde etkisiyle 150 yıllık uzun bir evrimsel süreçle oldukça sancılı aşamalardan geçerek tasfiye olmuş ve kapitalist üretim karşısında tali duruma düşmüştür. 1990’lardan 2010’lu yıllara kadar geçen süreç itibarıyla da dünyada ve coğrafyamızda yaşanan önemli ekonomik, sosyal ve siyasal değişimleri de dikkate aldığımızda kapitalist işleyişin çok daha derinleştiği söylenebilir. Tabii ki bağımlılık ilişkisi de derinleşmiştir. Türkiye-Kuzey Kürdistan sosyo-ekonomik olarak uluslararası emperyalist sermayenin merkezileşmesi ve derinleşmesine uygun olarak günümüzde ekonomik- örgütsel ve siyasal açıdan çok daha bağımlılık ilişkisi içerisinde bulunmaktadır. Coğrafyamızda din vs üzerinden bir sosyo-ekonomik yapı belirlemesi de yanlıştır. Bilinir ki dünyanın en büyük dinci devletleri arasında ilk akla gelenler İsrail ve ABD emperyalist devletleridir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da feodalizmin tasfiye biçimi, emperyalizme bağımlı yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelerde ortaya çıkmış özgül ve günümüz biçimidir. Özetle Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın sosyo-ekonomisi, emperyalizme bağımlı tekelci komprador kapitalist niteliktedir.
14
dünya haber
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
Suriye gerçekliği ve emperyalizmin katliamcı rolü Suriye’de yaşanan katliam, kırım, sivil halkın katledilmesi şahsında yaşanan, on binlerce insanın ölümüne sebep olan insanlık dramı ile işkence resimleriyle kirli savaşa başvurarak işlenen insanlık suçlarından birinci dereceden emperyalist güçler sorumludur Suriye kelimenin gerçek anlamında adeta kan gölüne dönmüş durumdadır. Esad gericiliği ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) isimli emperyalist destekli muhalif klik gericiliği, karşılıklı olarak büyük katliamlar gerçekleştirdi. Suriye halkı muhalefet ve iktidar eksenli gerici önderlikler tarafından acımasızca kırıldı, kırılmaya devam ediliyor. Bu çatışmada her iki tarafta haklı ve desteklenecek durumda değildir. Yaşanan çatışma ve katliamlar doğrudan emperyalist oyunların ürünüdür. Çatışmanın perde arkasındaki güçler ABD emperyalizmi ile Rus emperyalizmidir. Çatışmanın arka plan güçleri bu emperyalist haydutlar olmasına karşın bunlar adına ölen / öldürülen Suriye halkıdır. Çatışma taraflarını görüngüde temsil eden Esad Rus emperyalizminin maşası, özellikle önderliği olmak kaydıyla muhalif kesim ise ABD emperyalizminin piyonudur. Esad ve muhalefet olmak üzere her iki kesimin peşinden giden halk kitleleri sadece aldatılmış kitlelerdir. Bu kitleler peşine takıldığı gerici güç ve önderliklere karşın, olumsuz olarak değerlendirilemez ve gerici önderliklerle bir ve aynı tutulamaz. Hatta halk kitlelerinin gerici önderliklerden bağımsız olarak muhalefetleri haklı ve ilericidir.
TC Suriye’deki katliamların sorumlusudur Evet Suriye’de yaşanan emperyalist gerici kışkırtma ve çatışma uluslararası kurgunun sahnelenmesi olmakla birlikte, savaşın tarafları da uluslararası güçlerdir. Dolayısıyla katliamların sorumluları da bunlardır. Bu uluslararası güçlere tetikçilik yapan ‘TC‘ devleti de silah aktarıp, muhalif askerleri eğiterek, çatışmayı kışkırtıp yöneterek ve muhalefete her türden desteği verip Suriye’nin iç işlerine açıktan müdahale edip taraf olarak hiç şüphesiz ki Suriyede‘ki katliamlardan doğrudan sorumludur. Emperyalist haydutlar ile Onların tetikçisi ‘TC‘ devletinin eseri olan Suriye’deki kirli savaş El-Kaide gibi gerici güçlerin Suriye’de devreye girmesine sahne olmuştur. Bütün bu emperyalist ve kukla güçler yetmiyormuş gibi El-Kaide (ve bunun Suriye temsili El-Nusra) gibi gerici fundamantalist hareketler de Suriye’deki kaotik ortamdan yararlanarak katliamlar gerçekleştirmektedir. Sivil halka yönelik katliamlara girişen El-Kaide, koyu dinci gericiliği mezhepsel düşmanlık sahasına taşıyarak alçakça katliam ve kirli şavaş yürütmektedir. El-Kaide‘nin gerçekleştirdiği katliamlardan elbette emperyalistler
ve somutta da onu ağırlayan ‘TC‘ devleti ve AKP iktidarı sorumludur. El-Kaide‘nin kural ve etik tanımayan katliamlarından El-Kaide‘ye alan açan, onu Esad iktidarına karşı destekleyen ve onun gibi ahlak / etik yoksunu emperyalist güçlerle AKP iktidarından başkası değildir. Sadece Suriye halkına / sivil halka yönelik gerçekleştirilen katliamlardan değil, ‘TC‘ devleti ile Suriye arasındaki gerginliklerden ve TürkiyeKuzey Kürdistan’a çeşitli biçimlerde sıçrayarak ölümlere yol açan gelişmelerle, El-Kaide‘nin inisiyatif elde etmesine kadar tüm kritik gelişmelerden de emperyalist gericilik ve uzantısı olan AKP gericiliği sorumludur. El-Kaide gericiliği Suriye’de sivil halkın katledilmesini reva görürken, bu katliamları ve gerici savaşların çirkin yüzü olan tecavüz ile kadın/çocuk katliamlarının caiz olduğunu açıkça ilan ederek uyguluyor. El-Kaide ve emperyalist gericilik ile AKP gericiliğinin Suriye’de altına imza atarak işledikleri insanlık suçunu lanetlerken, yaşanan drama seyirci kalmadan, gerici savaş ve saldırganlığa mücadelenin daha yüksek sesle yürütülmesinin zorunlu ve acil görev haline geldiği unutulmamalıdır. AKP iktidarının gerici savaş kışkırtıcılığı ve tüm saldırganlığına karşı en geniş kitlelerin seferber edilerek durdurulması ülke devrimci hareketinin görev ve sorumluluğudur. Suriye’deki savaş ve katliamları
durdurmanın yolu her türden gericiliğe, saldırganlığa ve savaş kışkırtıcılığına karşı mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.
Sınırdaki bombalı saldırılara zemin hazırlanıyor AKP iktidarının emperyalist güçlere maşalık yaparken Suriye halkının kırılması-katledilmesinde birinci dereceden rol oynadığı açıktır. Bu rolü ülkenin emperyalist çıkarlar-planlar uğruna Suriye ile savaşa sürüklenmesinden bağımsız değildir. Sınır kapılarında defalardır yaşanan bombalı saldırıların gerçek sorumlusu Suriye iç sorunlarına müdahale edip savaş kışkırtıcılığı yapan AKP’nin gerici saldırganlığıdır. Cilvegözü sınır kapısında 15 kişinin ölümüne yol açan patlamanın hesabı, AKP iktidarından sorulmak durumundadır. Bütün bu gericiliklere karşı mücadele ederken, bu mücadelenin Esad gericiliğini destekleme anlamına gelmeyeceği de bilinmek durumundadır. Esad‘ın gericifaşist diktatörlüğü de bütün bu katliamlardan sorumlu olup bizzat katliamlar gerçekleştiren başka bir suç kutbudur. Esad iktidarının da insanlık suçu işlediği aşikardır. Son günlerde basına yansıyan işkence resimleri Esad’ın faşist diktatörlüğünün resimleridir. Suriye’de rüzgarın Esad’dan yana estiği dönemde bu resimlerin kamuoyuna yansı-
tılması (resimler işkence merkezinde görevli Esad polisleri tarafından saf değiştirme suretiyle basına yansıtılmıştır) emperyalist oyunlardan bağımsız değildir. Emperyalist gericilik ve diğer yerli gericiliklerin hepsi aynı suçları işlemektedir. Yani Esad iktidarının gerçekleştirdiği işkenceleri resimleyerek kamuoyuna açıklamaları onların işkenceye karşı olduklarından dolayı değildir. Ya da bu türden suçlar işlemedikleri anlamına gelmez. Bilakis emperyalist gericilik ve diğer gericiler de aynı suçları işlemektedirler. Esad iktidarının Cenevre 2 toplantısının öngünlerinde zor durumda bırakılıp toplantıda istenilen kararların çıkarılması için bu işkence resimleri servis edilmiştir. Buna karşın Esad‘ın faşist iktidarının gerçekleştirdiği işkence ve katliamlar tam manasıyla insanlık dışı ve insanlık suçunun resimleridir. Suriye’de yaşanan katliam, kırım, sivil halkın katledilmesi şahsında yaşanan, on binlerce insanın ölümüne sebep olan insanlık dramı ve işkence resimleriyle kirli savaşa başvurarak işlenen insanlık suçlarından birinci dereceden emperyalist güçler sorumludur. İşte emperyalist talan ve tahakküm hırsının gerçek yüzü, işte emperyalizmin barış ve dmokrasi gerçekliği Suriye’de yaşananlar kıyımdan başka değildir.
dünya haber
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
15
Ukrayna emperyalist dalaşın bir başka adresidir! Kar / soğuk dinlemeden ve iktidarın saldırılarına boyun eğmeden sokakları boşaltmayan muhalefet, adeta sokakları ateşe vererek kararlı bir direniş sergiledi Emperyalist bloklar ve bunlar arasındaki dalaşın keskinleşmesi emperyalist dünya gericiliğinin derinleşmesinin ürünü olarak halk kitlelerinin kırılmasına daha fazla yol açmaktadır. Gerici savaşlar ve bunların halk kitlelerine katliamlar eşliğinde yüklediği ağır sonuçlar ancak emperyalizmin yeryüzünden silinmesiyle ortadan kaldırılabilir. Bu, emperyalist dünya gericiliğine karşı anti-emperyalist mücadelenin yükseltilmesi kadar, somutta parça devrimlerinin geliştirilip zafere taşınmasını şart koşmaktadır. Suriye’de yaşanan dalaşın bir benzeri de Ukrayna’da cereyan etmektedir. Coğrafyalar değişse de çatışan güçler farklılaşsa da hepsinin nedeni ve körükleyicisi emperyalist gericilik ve talan / tahakkümden bağımsız olmayan iktidar hırsıdır.
Ukrayna’da muhalefet günlerdir eylemde Ukrayna’da muhalefet ‘erken seçimlerin yapılması, başbakan ve bakanının istifa etmesi’ talepleriyle biçimlenen iktidarın değişmesi uğruna günlerdir sokaklarda eylemdedir. Kar / soğuk dinlemeden ve iktidarın saldırılarına boyun eğmeden sokakları boşaltmayan muhalefet adeta sokakları ateşe vererek kararlı bir direniş sergiledi. Yapılan eylem ve direnişe daha fazla dayanamayan başbakan neticede istifa etmek zorunda kaldı. Fakat bu istifa muhalefetin dinmesine yetmedi. Diğer taleplerini ileri süren muhalefet sokaklardan geri çekilmiyor… Ukrayna muhalefet / iktidar çatışmasının kronik olduğu ülke durumundadır. Putin’in müdahalesiyle kurulan Rusya yanlısı Sarkaçvili iktidarı AB’li emperyalistlerin hedefi olmaya devam etti. Defalarca gerçekleştirilen denemeler Putin’in elinde tuttuğu gaz kozu avantajıyla başarısız kaldı. Daha önce AB’li emperyalistlere bağlı olan iktidar Putin Rusya’sının gazı keserek iktidarı zor durumda bırakmasıyla el değişip Rusya yanlısı mevcut iktidar kuruldu. Ne var ki, iktidar çatışması son bulmadı. Putin iktidarı Ukrayna’da kendi
yanlısı iktidarı iş başına getirmek için AB yalısı iktidara (ve AB’li emperyalistlere) karşı esasta gaz avantajını yumuşak baskı olarak kullanırken, AB’li emperyalistler tüm denemelerinde nail olmayınca daha köklü bir kitle ayaklanmasını planlayarak devreye koydu.
Putin’den AB’li emperyalistlere mesaj AB’li emperyalistlerin (ABD emperyalizmini de bağımsız tutmamak lazım) bu planı önemli bir başarı gösterdi. AB’li emperyalistlerin desteklediği muhalefet kararlı bir direniş sergiledi. Nitekim bunu gören Putin, AB’li emperyalistlere açıktan ellerini Ukrayna’dan çekmeleri mesajını vermekten geri durmadı. Buna karşın muhalefet gösteri ve direnişini kesmeden sürdürdü. Neticede başbakan istifa etmek zorunda kaldı. Bu istifa muhalefetin geri çekilmesine yetmedi. Devam eden muhalefetin belli bir sonuç alması olası gözükmektedir. Fakat buna karşın Ukrayna’da suların durulacağı veya Rusya yanlısı iktidarın AB’li emperyalistler denetimindeki iktidarla kesin el değiştireceğini söylemek zor. Zira Rusya önemli bir koz olarak gaz kartını elinde tutarken, Rusya’nın toparlanarak elde etmiş olduğu güç, Ukrayna’yı kolayca kaptır-
mayacağını göstermektedir. Dahası AB’li emperyalistler de Rusya’nın gaz kozuna fazla karşı koyacak durumda değildir. ABD emperyalizminin AB’li emperyalistler lehine rol oynayan pozisyonu onların Ukrayna’da Rusya’ya karşı planlara girmesine güç vermektedir. Ancak Rusya emperyalist dalaşta ağırlığını koyarak gücünü kanıtlamış durumdadır. ABD emperyalizmine geri adım attırmayı başaran Rusya önemli avantajlara sahiptir. Gücü de bu avantajlarda önemli bir yer tutmaktadır. Kısacası Ukrayna’da kronik hal alan muhalefet veya iktidarın paylaşılması sorunu kolayca bitecek gözükmüyor. Mevcut durumda çeşitli tavizlere de dayansa Ukrayna’daki iktidar veya çatışma sorunu bir anlaşmayla ileriye ertelenecektir. Yeni çıkarlar, güç dengelerindeki yeni gelişmeler veya herhangi bir kesimin yaşayacağı iç / dış sorunlar (ki, bunlar karşıt güç tarafından fırsata dönüştürülecektir) çatışmanın yeniden devreye sokulmasını gündeme getirecektir. Ne var ki, mevcut direnişin Rusya lehine bir sonuçla neticelenmesi, Rusya’nın pozisyonunu ve elini çok daha fazla güçlendirecektir. Ukrayna’da Rusya yanlısı iktidarın değiştirilmesi kolay olmayacaktır ve olsa bile ömrü uzun olmayacaktır.
‘Bu dünya benim renklerimi taşıyacak kadar güçlü değil’ Ülkemizde ve dünyada baskılara maruz bırakılarak yaşam hakkı tanınmayan, toplum tarafından dışlanan, yok sayılan, katledilen ve her türlü baskıya maruz bırakılan LGBT (lezbiyen,gay, biseksüel, trans) bireyler devlet ve toplum baskısının cenderesinde var olma savaşı veriyor. Bu zorlu savaşta en ön saflarda yer alan ve LGBT’lerin hakları için mücadele veren Azerbaycanlı İsa Şahmarlı da karşılaştığı baskılar sonucunda kendisini LGBT bayrağına asarak intihar etti. İsa Şahmarlı Azerbaycan’da LGBT’lerin hakları için mücadele veren Azad LGBT derneğinin üyesiydi. Derneğin önde gelen aktivistlerinden olan 20 yaşındaki Şahmarlı Bakü’de çalıştığı ofiste arkadaşları tarafından ölü bulundu.
‘Hepiniz ölümümde suçlusunuz’ Çok defa aile baskısının birçok LGBT gencini
intihara sürüklediğini belirten Şahmarlı ölmeden önce verdiği bir röportajda “Ümit ediyorum ve bir gün göreceğim ki Bakü’nün gökyüzünde LGBT bayrakları dalgalanacak. Esas görmek istediğim şey de eşcinsel bir çiftin el ele Bakü’de rahat rahat gezebilmesi” demişti. İsa Şahmarlı’nın sosyal medyada paylaştığı veda mektubu şöyle: “Gidiyorum. Hepiniz hakkınızı helal edin. Bu ülke, bu dünya bana göre değil. Ben mutlu olmaya gidiyorum. İslam Seferli Sokak 59. Kapıyı açık bırakıyorum. Anneme de deyin ki, onu çok seviyorum. Hepiniz ölümümde suçlusunuz. Bu dünya benim renklerimi taşıyacak kadar güçlü değil. Elveda.” Karşılaştığı baskılar sonucu intihar eden Şahmarlı’nın cenazesi de baskılara maruz kaldı. Cenazesini toprağa vermek için doğduğu köye giden arkadaşları bazı köylüler
tarafından taşlandı. Azerbaycanlı LGBT eylemcileri İsa Şahmarlı’nın öldüğü 22 Ocak ‘ı “Onur Günü” ilan etti.
Şahmarlı için eylemler İsa Şahmarlı’yı anmak ve LGBT’lere yönelik baskıları protesto etmek için dört ilde eylemler düzenlendi. Gaziantep’te ZeugMadi’nin çağrısıyla yapılan eyleme LGBT eylemcileri ile devrimci, demokratik ve yurtsever örgütler destek verdi. Eylemde İsa Şahmarlı için mumlar yakan kitle, Azerbaycan’da eşcinselleri simgelemek için kullanılan “mavi” sözüne ithafen yakalarına mavi kurdeleler taktı. İstanbul’da ise Hevi LGBT’nin çağrısıyla Galatasaray Lisesi önünde bir eylem gerçekleştirildi. İsa’nın anısına mumlar yakarak adını yaşatma sözü veren eylemciler adına ortak bir basın açıklaması yapılarak LGBT’lere yö-
nelik baskılar teşhir edildi. Ankara’daki eylem ise Yüksel Caddesi’nde yer alan İnsan Hakları Anıtı önünde yapıldı. Gökkuşağı bayrakları taşıyan LGBT eylemcileri, “Susma haykır eşcinseller vardır” , “İsa ölmedi kavgamızda yaşıyor” , “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganlarını attı. Kaos GL, Pembe Hayat, T-Der ve Gökkuşağının Kızılı örgütleri adına yapılan ortak basın açıklamasında LGBT’lerin kapitalistheteroseksist sistem tarafından yok sayıldığı, iktidar eliyle eğitim ve istihdam süreçlerinden dışlandıkları, örgütlenmelerinin engellendiği, geleceklerinin ellerinden alınarak ölüme sürüklendikleri ifade edilerek “Direneceğiz, dünya bütün renklerini kabul edene dek!” dendi. İsa’yı anmak için diğer bir eylem ise Mersin 7 Renk grubunun çağrısıyla Mersin’de yapıldı.
16
güncel
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
Rojava’da ilan edilen özerklik
Rojava genelinde Erfin kantonu, Kobani kantonu, Cizire kantonu olarak ortaya çıkan özerklikler Kürt ulusu ve bölgenin diğer milliyetleri açısından olumlu bir gelişmedir. Emperyalistlerin ve yerli uşak sınıfların çıkarları doğrultusunda yok sayılarak oluşturulmuş devlet projelerinin sonucu açısından önemli bir gelişmeye işarettir Burjuva tekçi medeniyet paradigması dünyanın birçok bölgesinde ezilen uluslar, milliyetler ve çeşitli inanç gruplarının oluşmasına vesile oldu. Tarihsel olarak sınıf temelli devletli toplumların yani egemen olanın doğal eğilimi olan yayılmacılık, kapitalist moderniteyle siyasal ve ekonomik olarak yeni bir temelde helezonik bir aşama geçirdi. Emperyalizm çağı ise, ezilen ulus milliyet ve inanç grupları ve yeni toplumsal gelişmelerin ürünü olarak toplumsal cinsiyetler ve sosyal toplumsal birimler ile ezilen sınıflar açısından çok daha kapsamlı bir zapturapt altına alınma sistemidir. Ortadoğu halkları da dünyanın başkaca coğrafyalarında yaşanan tekleştirme operasyonları ve düzenlemelerine maruz kalmıştır. Ortadoğu devlet oluşumlarında bariz olarak açığa çıkan bu gerçek çeşitli ulusların ve inanç gruplarının merkezde olduğu diğerlerin ise tarih dışına itildiği özneleşmeden geriye itildiği bir ezilme ve yok sayılma temelinde gelişmiştir. Bu durum emperyalist politikaların ve ulus milliyetçiliği temelinden bağımsız değildir. Bütün katliam, imha ve yok sayma pratiklerinin dayandığı temel dünyanın her alanında egemen olan mülkiyetçi sınıfların, emekçilerden ve dünya kaynaklarından daha büyük sömürüler elde etme amacından ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda, yok sayma ve tarihin öznesi olma bağlamında ezilenlerin ileriye çıkmaları ve kendisi olmayı yaşama hakları ile egemenlerin dünyanın fiziksel ve sosyal temelde sömürüsü arasında, her zaman yoğunluğu değişen ama sürekliliği mevcut olarak devam eden bir çelişme bulunmaktadır. Bu da dünyanın ezilen halkları, ulusları ve inanç grupları ile sosyal toplumsal tabakaları ve emperyalizm arasındaki bir siyasal çelişme olarak ortaya çıkar. Ortadoğu’daki tarihsel siyasal gelişmeler trendinin dayandığı temel de budur. Bunun için yerel halkların bütün kimlikleri ve ekonomik siyasal - kültürel aidiyetleri bir baskı ve imhayla ele alınarak suni temelde nesnel olmayan bir içerikle bölge ele alınmıştır. Nesnel olan ise, aidiyetlerin varlığını tanıma ve sömürünün her türlü biçimine karşı temelden bir eşitlik ve insanların ihtiyacını merkez edinen bir toplumsal tasavvura sahip olmayı gerekli kılar. Sömürünün her türlü biçiminden
beslenerek kendini var eden ve var etmeyi gelecek zamanlarda korumak isteyen mülkçü sınıfların zihniyeti bu eksende hareket etmez- edemez. Doğasıyla azami düzeyde her türlü ayrıcalığın lehine birikmesiyle palazlanan sınıflar ancak ve ancak insanlığı ezen ve ezilenler biçiminde kutuplara ayırıp derinleştirerek ezilenler cephesini de geniş bir yelpazede sosyal, siyasal ve kültürel vs. biçimde sosyal grupların oluşmasına vesile olur.
Rojava’daki özerk yönetimler Ortadoğu’nun çeşitli ulus, milliyet ve inanç gruplarına mensup çeşitli toplumsal gruplardan oluşan halk kitleleri de bu anlayışın ürünü olarak bölme parçalama ve yönetme yönelimine bağlı olarak birbirlerine cellatlık yaptırılacak siyasal yönelimlere sokulmuştur. Tarihin içinden geçtiğimiz bu kesitinde Suriye’de emperyalist kutupların bir nevi temsil savaşına dönüşen gelişmeleri içerisinde, emperyalistlerin çıkarlarıyla uyuşmayan ve halklar adına önemli ve olumlu manada gelişmelerde yaşanmaktadır. Ehvenişer siyasetinden ziyade eşitlik ve kendini var etme ve var olmadan dolayı haklarına sahip çıkma bağlamında önemli pratik gelişmeler yaşanmaktadır. Rojava genelinde Erfin kantonu, Kobani kantonu, Cizire kantonu olarak ortaya çıkan özerklikler Kürt ulusu ve bölgenin diğer milliyetleri açısından olumlu bir gelişmedir. Emperyalistlerin ve yerli uşak sınıfların çıkarları doğrultusunda yok sayılarak oluşturulmuş devlet projelerinin sonucu açısından önemli bir gelişmeye işarettir. Burada yaşayan çeşitli ulus ve milliyetlerden halkların varlığının hiçe sayılarak oluşmuş olan politik - siyasal uygulamalarında sonudur. Bu bağlamda var olmanın demokratik karşılığı olarak bölgenin yerleşik halklarının geliştirmiş olduğu bu çözüm mevcut olan siyasal kültürel yok sayma ile dayatılan ve var edilmek istenen yeni yok sayma biçiminden fersah, fersah ileri ve olumlu bir yönelime sahiptir. Kendi kendini yönetim ve bölge temelli özerklik adımı ulusların kendi kaderini tayin etme ilkesi bağlamında olumludur. Özerk bölge yönetimleri ve buna içeriğini veren toplumsal sözleşme ve yönetim organizasyonu pratikleri, bölge gerçeğinin şimdiki seyrinde emperyalist ve bölge ülkelerinin dayattığı nüfuz projeleri bağlamında değerlendirildiğinde inkârın aşılması ve kaderini tayin etme çerçevesinde sahiplenmek ve bu çerçevede eleştiri, öneri ve destekleri ele almak gerekmektedir.
Tarihsel haksızlık aşılmaktadır Tarihsel haksızlık ve inkârcılık pratik olarak bir aşılma süreci içerisindedir. Kantonların özerklik ilanı bu anlamda hiçte küçümsenmeyecek kadar önemli bir gelişme olarak görülmelidir. Kanton sistemi kapitalist devletlerin bazılarında uygulanan bir modeldir. 23 kantondan oluşan İsviçre Kantonlar
Konfederasyonu’dur. Kantonlar, Belçika’dan İspanya’ya, çeşitli özel biçimlerle, devlet sınırları altında çeşitli çapta yönetim organizasyonu olarak mevcut halde uygulanan bir model durumundadır. Bu anlamda kanton sistemli bir özerklikten bahsederken, sosyalist temelde bir özerklik ve öz yönetimden bahsedildiği veya bu anlama geldiğine dair bir belirleme yapmak hatalı olacaktır. Demokratik temeldeki yönelimi görülmekle beraber, sosyalizm sadece ulusal sorunun belirli bir çözümüyle sınırlandırılmayacak kadar geniş bir toplumsal içeriğe sahiptir. Üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, üretici güçler ve üretim ilişkileri ve toplumsal üretimin bölüşümüyle yeniden üretim alanlarından, bununla beraber üst yapı alanı içine alan çok daha geniş bir çerçeveye sahip olan, toplumsal yaşamı yeni bir yönelimle ele alan bir mahiyete sahiptir. Bu bağlamda ulusal sorunda bir demokratik tutum olumlu iken, sosyalizm yaklaşımına hizmet eden olumlu bir içeriğe sahipken yeniden belirtmek gerekir ki, sosyalizm bununla sınırlandırılamaz. Başka bir açıdan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği teorik temeli referans alan PYD tarih ve toplum çözümlemeleri, demokratik modernlik paradigmasını icra
edecektir. Bu vesileyle demokratik modernitenin izdüşümü olacak olan pratiklerin de niteliğini göreceğiz. Ve bu belirlemelerin niteliğini pratik anlamda örnekleriyle daha açık olarak görüp değerlendirme imkânına da kavuşmuş olacağız. Bu vesileyle toplumsal projenin temel işleyişlerine dair olumlu veya olumsuz bağlamda daha bilimsel eleştiriler yürütme imkânı da ortaya çıkmış olacaktır. Yukarı da bahsettiğimiz çerçevenin ötesinde somut olarak önemli olan kanton temelli özerlik ile başta Kürt ulusu ve bölgenin diğer milliyetleri olarak Ermeni, Asuri ve Arap halklarının ulusal eşitsizliğini ortadan kaldıracak lehte ve aleyhte bir ayrıcalığa dönüştürülmeden kendi kaderlerini tayin etmiş olmalarıdır. Bu ulusal sorun bağlamında demokratik bir tutumdur. Yine bariz ve açık bir durum var ki emperyalist blokların her kanadı da bu tablodan memnun değildir. Yani emperyalistlerin tasavvurlarıyla örtüşmeyen bir adım olarak da, mevcut paylaşım savaşı ve diplomasi alanının dışında bir gelişmedir 3 bölge temelinde gelişen Rojava kanton özerkliği. Kürtlerin bağımsız iradelerini hiçe sayılarak Lozan vari bir çerçevede teslim alınmak istenmelerini, bu durum-
güncel 17
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
meşru ve demokratiktir
dan bir memnuniyetsizlik olarak okumak durumundayız. ABD merkezli Suriye dizaynında Barzani etkisiyle bir kabul sınırına Rojava siyasal yönelimi çekilmek istenirken, diğer yandan Rusya merkezli çözümde ise mevcut Baas rejiminin geleceği açısından bir belirsizlik ve tehlike durumundan dolayı Rojava’daki gelişmeler daha alttan ele alınmaktadır. Rusya’nın Cenevre 2’de Kürtlerin olmasına dönük işaretleri yani söylemleri bunu kanıtlamaktadır. Rusya cepheyi daraltmak istemektedir. Her iki kesim içinde şunu söylemeliyiz ki kendi merkezinden hareketle bir ara politik süreç işletmektedirler. Suriye’deki gelişmeler çok daha sert şekilde ilerleyecek ve bu tablo içerisinde Rojava gerçeğini nasıl ele alacaklarına dair daha geniş uygulamalarına hep beraber şahitlik edeceğiz. Sözün özü Rojava’daki gelişmelerin mevcut durumda emperyalistler için bir kabul çerçevesi bulunmamaktadır. Çeşitli yönelimlerle ezme, hizaya getirme ve uluslararası güç merkezleri olarak bir çıkarına çekme yönelimi biçiminde devamlı olarak uygulanacak adımlar atma ihtimali çok yüksektir. Bölgenin özerk yönetimleri ve PYD merkezli Kürt konseyinin bağımsız iradelerini koruyarak diplomasi yürütme-
leri gittikçe daha hayatiyet kazanacak. Çünkü ‘de fakto’ olarak görülen Rojava’dan daha öteye geçen bir gerçekle yüz yüzeler, bu anlamda özerk kantonlar olarak yeni durumun diplomasisi çok daha çetin geçecek ve emperyalistler kısa vadede bu durumu kabul etmeyeceklerdir. Daha çok bu durumu sonlandıracak yeni pratikler icra edeceklerdir. Bu süreç zarfında gelişmeler içerisinde diplomasi siyasetini devamlı resetleme olasılıkları çok yüksektir. Mevcut durumu koruma bağlamında hem büyük imkânlar bulunmaktadır. Hem de daha kötüye götürecek büyük tehlikeler bulunmaktadır. Bu anlamıyla özerk kantonların genel siyaseti ve gelişmeler içerisinde PYD politik adımları çok önemli bir yerde durmaktadır. Bölgeye yayılmış ve başka sorunlarla birleşen bölgesel kriz sürecinde imkân ve olasılıklara doğru yaklaşılırsa kazanımların gelişip derinleşmesi kaçınılmazdır. Bu anlamıyla ilk gelişme durumunda mevcut kanton temelli özerlik olumlu olup, mevcut dayatmalar ve kıskaca alma yaklaşımını da gerileten ileri bir toplumsal içeriğe sahiptir.
Rojava’yı ve özerk kantonları savunmak
Bu gerçekliğin içerisinde hiç de atlanılmaz yeni sorumluluklar demokrat, devrimci ve komünistlere çıkmış durumdadır. Demokratik karakteri güçlü olan bu adımlar Ortadoğu halklarının sosyalizm temelinde ilerlemesi için de önemli gelişmeleri beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda emperyalistlerin ve çevre ülkelerinin oluşturmak istediği kendi çıkarına Suriye’den, halkların Suriye’sine durumuna dönüştürmek için ortaya çıkan demokratik adımları sahiplenip geliştirmek durumundayız. Geliştirmek tam da sosyalist perspektifin oluşması anlamına geldiği gibi diğer bir anlamı da demokratik niteliğinin derinleştirilmesidir. Rojava’da ortaya çıkan mevcut demokratik gelişmeleri içeren adımların desteklenmesi önemli bir yer tutmaktadır. Rojava’nın ezilmesiyle karşılaşacak mevcut dünya gerçeği, emperyalist bloklar ve onların uzuvlarını ezmeden geri adım atmayacaktır. Türk devletinin sürekli İslamcı grupların silah ve finans destekleri sadece Esad’a endeksli adımlar değildir. Rojava bunların en önemli sorunu durumundadır. Türk devleti Rojava’yı ezmeyi taşeronlarıyla sağlamak istiyor. Bu gerçek içerisinde yaptıklarımız veya yapabileceklerimiz ya bu durumu zorlaştıracak veya biraz daha kolaylaştıracaktır. Yapamayacağımız her şey TC ve emperyalistlerin Rojava kantonları üzerinde her türden baskının artarak çoğalmasına bir anlamda alan açacaktır. Ambargolarla halkın geçim kaynaklarını daraltmak biçiminde baskıdan, desteklediği gruplar ile özerk bölgelere yayacağı askeri operasyonlara, diplomatik taarruzlarla bağımsızlığını kırmaya ve iradeyi teslim almaya kadar çok çeşitli ve kapsamlı adımların dozaj düzeyinin yükseltilmesi için daha tepkisiz bir alanın oluşmasından başka ne isteyebilirler ki. Dayanışma, demokratik adımların korunması ve geliştirilmesi için çok önemli bir yerde durmaktadır. Temel mesele ülke devrimini yükseltmek ve emperyalistlerin uşağı egemen komprador tekelci burjuva sınıfı alaşağı etmektir. Yalnız bu hedefe ulaşmanın şimdiki gerçeğiyle var olan diğer gerçeklerle ilişkilenme arasında doğru bir yaklaşıma sahip olmak durumundayız. Ana hedefimize ulaşma süreci içerisinde başkaca gelişmelere karşı uygun tutumlarında pratikleşmesi, bu genel hedefle birlikte sağlam bağlar içermektedir. Tarihte çeşitli dayanışma pratikleri bulunmaktadır, bunlar bize referans olmalıdır. Örneğin Kore iç savaşında Çin komünist gönüllülerinin Kore demokratik devrimci sürecinde yerli gericiler ile emperyalist işgalcilere karşı cephelere gidişleri ve savaşta Kore’nin ezilen yığınlarıyla omuz omuza savaşmaları önemli bir pratik değer taşımaktadır. Veya Türkiye Kuzey Kürdistan devrimci tarihinde Filistin kamplarına eğitime giden devrimcilerin İsrail işgaline karşı pratik çatışmalarda yer alma gerçeği de hafızamız da kayıtlıdır.
Ambargo delinmelidir Bu örnekleri yeni konjonktürel süreçte yeni biçimlerle geliştirmek durumundayız. Açık ki destek mitingleri önemli bir işleve sahiptir, bu da desteğin biçimlerinden bir tanesidir. Uygulanmalı ama onunla sınırlı kalınmamalıdır. Rojava’daki sürece dair iki yönelim pratikleştirilmelidir. Birincisi dayanışma koordinasyonunun geliştirilmesidir. Dayanışma koordinasyonu çok geniş ihtiyaçları karşılayacak şekilde olasılıklarında hesap edildiği bir yelpazede ele alınmalıdır. Rojava’ya uygulanan gıda ambargosunu delecek gıda temini için ulaşımı sağlayacak bir alan geliştirmelidir. Ayrıca dayanışma koordinasyonu kanton, yani özerk bölge hükümetlerinin siyasal alanda temsiliyetini güçlendirecek adımlar atılmalıdır. Bunun için konferanslar düzenleyerek siyasal yok saymayı geriletip gündemleştirici bir rol oynanmalıdır ve dayanışma meclisleri ile siyasal alanlar yaratılmalıdır. Başka biçimlerde sağlık ihtiyaçları ve hekimlik ihtiyaçları için gönüllüler oluşturup bölgeye gönderme çalışmaları geliştirmelidir. Ziraat alanından, en genel olarak mühendislik alanlarına karşı gönüllü emek ve destek üniteleri sağlanmalıdır. Sosyal alan ihtiyaçları çok çeşitli olduğu için geniş ele almaktan ziyade bu anlamda dayanışma koordinasyonun yelpazesi geniş olmalıdır. Siyaset yok saymanın ortadan kaldırılması içinde onlarca araç geliştirebilinir. 2. Yönelim ise Rojava’nın askeri saldırılarla geriletilmesine karşı Türkiye Kuzey Kürdistan’ın çeşitli ulus ve milliyetlerine mensup ilerici demokrat devrimcileri yine bir pratik gelişme kat etmelidir. Bu anlamda basın yayın merkezlerinin bütün araçlarından buradaki ezilme harekâtına karşı bir bilinç oluşturulmalıdır. Ayrıca Türk devletinin bu anlamda uyguladığı konsept teşhir edilerek kitlelerde bir duruş geliştirilmelidir. 2. Yönelimin en önemli aracı da direniş koordinasyonun geliştirilmesidir. Bunun tam anlamı Rojava’yı cephede savunmak anlamına gelmektedir. Türkiye Kuzey Kürdistan devrimci komünist hareketi birleşik veya özgün adımlarla gönüllüler taburlarını pratik hedefler olarak geliştirmelidir. Her cephede ezme hareketine karşı seferber olunmalıdır. Rojava’nın siyasal çizgisindeki eksiklikler veya sosyalist perspektif yetersizliği bunlardan geri durmaya yol açmamalıdır. Gerçekler devrimcidir ve pratik dönüştürücüdür. Maoistlerin Kürdistan Alt Programı ve Birleşik Kürdistan’ın giderek gelişen bir olgu olduğu tespiti ile program ve pratiğin gelişmelere göre ilerletilmesi perspektifi pratik olarak önemli bir anlama sahiptir. Tarihsel gelişmeler bu tespitin bilimsel dayanaklarını güçlendirmektedir. Ve bölgesel koordinasyonlar için mevcut durum önemli nesnel bir temeldir. Suriye krizi oldukça genişleyen ve derinleşecek olan bölge krizi tarzındadır. Tüm hazırlıklar gerçeğin geliş yönüne göre şimdiden geliştirilmelidir.
18
güncel
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
Cellatlar kapışmasından Emperyalizm gerçeğini sadece lafızda tekrar edip, özünde kavramayanlar bir avuç tekelci devletin, dünya tekelci burjuvazisinin, dünyanın çoğunluğunu oluşturan ulus ve halkların üzerindeki haydutluğunun içerik ve biçimlerini anlayamazlar. Esas olarak hataya düşerler. Oysa Lenin’in emperyalizm teorisini kavrayan herkes dünya ölçeğinde her önemli ekonomik ve siyasi meseledarbeler ya da devletin reorganizasyonu- emperyalizm dikkate alınmadan tartışılamaz. Ne yazık ki burnunun ötesini göremeyen küçük burjuva anlayışların yüksek teorileri, güya geniş sosyolojik tahlilleri- ki devrimci sınıfsal düşünceden yoksundur- Türk devleti ve hükümetindeki gelişmeleri ve yeniden düzenlemeleri hatalı değerlendirmişlerdir. Genel anlamda emperyalizm olgusu kabul edilmesine karşın, iç çelişki ve düzenlemeleri emperyalizm bakış açısıyla değerlendirmemişlerdir. Emperyalizmin yarı sömürgelerdeki taşeronu olan komprador burjuvazi ve büyük toprak sahibi sınıfların mutlak iktidarı neredeyse unutulmuşkenunutturulmuşken, AKP’nin çöküşü start aldı. Malum küçük burjuva devrimciliğin teorik kapsamında, bir tek iktidar görünür oldu. Varsa yoksa her şeyin sahibi AKP iktidarı. Anti-AKP’cilik bu zeminde gelişti. Faşist Türk devleti ekonomik, siyasi ve politik olarak emperyalizme bağımlıdır ve kukladır. Devlet iktidarı bürokratik rantçı ve askeri yapısıyla işbirlikçi hakim sınıfların çıkarını korumaktadır. Diğer ifadeyle emperyalist dünya burjuvazisinin çıkarlarını korumakla mükelleftir. Eğer bu içerik ve biçim iç ve dış bağlantılarıyla işbirlikçi yapıda olmasaydı yarı sömürge tanımı anlamsız olurdu. Gerek emperyalist haydut ülkelerde, gerekse de yarı sömürge niteliğinde olan ülkelerde devlet iktidarında somutlanan sınıf iktidarıdır. Komünist hareket bu temeli iyi bildiği içindir ki devrimci sınıf iktidarı programına bağlı olarak, gerici sınıfların koruyucu zor gücü olan devleti yıkıp parçalamayı esas alır. Komprador tekelci sınıfları ve onların kukla devletini ideolojik, siyasi ve politik olarak esas hedef yapmayan dönemine göre halk kitlelerini bir süreliğine en iyi kandırma göreviyle hükümet olan partiyi-partileri (koalisyon hükümetleri), devlet ve hakim sınıfların üstünde bir güç olarak görmek hatalı olduğu gibi, MLM anlayışın da çarpıtılmasıdır. Nitekim en güçlü olan partiler rollerini oynayıp, ihtiyaca cevap verme vasfını kaybedince yerine başkaları geçer. Kalıcı olan devrimle ancak yıkılabilecek hakim sınıflar ve devleti kalır.
Bağımlı-kukla devletin yürütmesinde olan parti-partiler, uluslararası tekelci burjuvazinin çıkarlarını koruyabildikleri sürece o koltuklarda oturabilirler. Kullanma süreleri bittiyse gönüllüce gitmezlerse emperyalist babalarının sopasını yiyerek giderler. Tabii ki antiemperyalist oldukları için değil… Bir dönem güçleri tartışılmaz olan emperyalizmin uşakları halkların düşmanı Saddam, Mübarek ve diğerlerinin durumu buna örnektir. 1946’dan sonra ABD’nin Ortadoğu ve geniş anlamda dünya üzerindeki hakimiyeti halen devam ediyor. Kemalist tek parti dönemi de dahil günümüze kadar emperyalizme uşaklık eden hükümetlere tanık olduk. AKP de uşaklıkta sınır tanımıyordu ancak tahtı aniden sallandı. Elbette şimdiye kadar ittifak gücü olan Cemaat’in komünizm düşmanı lideri Gülen’in beddualarıyla değil, ABD’nin AKP’nin üstünü çizmesiyle tahtı sallanmıştır. Bütün gücüyle kendini korumaya kalkışsa da kaçınılmaz sondan kurtulamayacaktır. Türk devletinin bürokratik yapısının düzenlenmesi, siyasetin yeniden şekillendirilmesi Ortadoğu’daki gelişmelerden Kürdistan’daki ilerlemelerden ve emperyalistlerin kendi aralarındaki dalaşlarından bağımsız düşünülemez. Unutmayalım ki Türk devleti coğrafi bakımdan Ortadoğu devletidir. 1920’lerde Ortadoğu ve Türk devletinin sınırlarını belirleyen, yapılandıran ve yön veren emperyalizmin 21. Yüzyıl’da aynı görevini ve hakimiyetini daha vahşice sürdürüyor. Ortadoğu’da isyan, ayaklanma ve iç savaş dalgası, ezen ve ezilen güçlerin yeniden konumlanmasını zorunlu kılmıştır. Sadece AKP gitmeyecek, devlet bürokrasisi de bu çatışmanın içinde yeniden düzenlenecektir. Milliyetçi siyasetle “Dış mihrakların Türk devletine karşı komplosu” olarak hırsızlığın üstünü örtmeye yönelik bütün gücünü kullanan R.T. Erdoğan’ın trajedisi sadece gülünç tekrarları hatırlatacaktır. AKP büyük bir demagojiyle güya askeri vesayete, çetelere, karanlık odaklara, yolsuzluklara ve ayrımcılığa karşı, halka demokrasi ve özgürlük vaatleriyle gelmişti. Kürtlere ise çözüm iradesi olarak kendini sundu. Kürt Ulusal Hareketi (KUH) bu yalana halen inanıyor olmalı ki, AKP ile “paralel devlet” söyleminde ortaklaşmışlardır. Uzlaşma adına bütün gerçekleri tersyüz etmek burjuva siyasetine uygundur. 12 Eylül Anayasası’na dayanan faşist AKP hükümeti, darbe dönemleri gibi baskı yöntemlerini yoğunlaştırdı. On yılı geçkin sürede binlerce Kürt katledildi ve
binlercesi hapishanelere atıldı. Roboski Katliamı tek başına bile AKP’nin faşist niteliğinin, faşist cumhuriyetin Kürtlere karşı sürdürdüğü kanlı savaşta, tarihinden hiçte kopmadığının göstergesi ve kanlı tekrarıydı. Bu nedenle “kaçınılmaz kaza” deyip kapattılar. Buna karşın AKP’den çözüm beklemeye devam eden KUH ve küçük burjuva destekçileri açısından büyük yanılgı sürüyor. Günümüzde pek kimseler Anadolu burjuvazisinden bahsetmez olsa da bizler
on yıl bu çarpıtmaları dinledik. Çünkü AKP’nin büyük işbirlikçi burjuvazinin değil, Anadolu burjuvazisinin temsilcisi olduğu propagandası yapıldı. Bu yalan tutmadı değil. Birçokları sermaye gruplarının sermaye hacimlerine, büyümelerine, kar oranlarına ve üretimdeki paylarına bakmak yerine AKP’nin, MÜSİAD’ın, Anadolu burjuvazisinin temsilcisi olduğuna toplumu inandırmaya çalıştı. Böylece her alanda AKP ezilenlerin ve mağdurların temsilcisidir den-
güncel
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
19
halka demokrasi çıkmaz
mek isteniyordu. Neyse ki uluslar ötesi ekonomik veri ve istatistikleri ülkedeki sermayenin hangi büyük komprador ailelerin elinde toplandığını açıklıyordu. TÜSİAD’ın o meşhur aileleri olan Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Doğuşlar vd. sermaye postasını ve üretimdeki paylarını ellerinde tutmakla kalmamış, AKP hükümeti döneminde büyümüş karlarına hiç olmadığı kadar kar katmışlardır. Yıllar içinde modern kent yaşamının bir
parçası olmaya sürüklenen, kentlere yığılan muhafazakar, dindar, kapalı köy toplumunun yoksul milyonları, modern toplumsal yaşamın düşünsel, kültürel, ahlaki, politik ve dinsel tutumuyla karşı karşıya geldi. Kentlere yığılan ancak modern kent yaşamına henüz ulaşamayan, çelişki yaşayan işsiz, eğitimsiz, sağlıksız ve güvenceden yoksun milyonların kopamadığı feodal ahlaki anlayış, davranış, tutum ve düşünceye
sahip yığınlar sadece ekonomik sömürüye açık olmakla kalmazlar. Kitlelerin politik ve siyasi olarak da sistemle uyumlulaştırılması gerekmekteydi. 1980’lerdekinin tam aksine toplumun dinsel, muhafazakar gelenekler, ahlaki karakterini henüz güçlü şekilde koruduğu potansiyelin siyasette temsil edilmesi gerekiyordu. Yoksul insanların dinle kutsallaştırılmış milliyetçilikle sisteme yedeklenmesi ancak muhafazakar olan ancak zorunlu olarak demokrasiyi de ileri süren bir parti tarafından ancak sömürülebilirdi. Kentlere yığılan ancak kentleşemeyen, başından beri dinle harmanlanmış Türk milliyetçi ideolojinin hakim olduğu bir toplumda zorunlu olarak üst yapıda-siyasette- karşılığını bulur, bulmalıydı. AKP bu nedenle sermayedarların değil, yoksulların; baskıcı katliamcı devletin değil özgürlükçü demokrat, çoğulcu ve kapsayıcı anlayışların temsilcisi olarak halka pazarlandı. AKP siyasi duruşunu, kadının bedeni duruşu ve biçimi üzerinden topluma pazarladı. Başbakan ile bakanların arkasında, kitlelerin karşısında türbanlı kadın, dindar, muhafazakar olmanın, kadını eşit ve insan olarak görmeyen feodal ahlak anlayışının burjuva siyaset arenasında kutsanarak yeniden kitlelerin geri bilinçlerine sunulmasıydı. Faşist AKP hükümetinin görmek istediği karı-koca çekirdek ailesi özünde, gerçekleştirilmesi gerektiğine inandığı devlet düzeninin ta kendisiydi. Çünkü çekirdek aile devletin küçük birimidir. Bu nedenle kadın bedeni üzerinden dönen ahlak anlayışı özünde, feodal kapalı köy toplumunun dini ve ahlaki değer yargılarının, kent yaşamında kadın üzerinden egemen kılınması çabasıdır. Unutulmamalı ki Gezi halk hareketiyle gerek kadının isyanı, gerekse de ortaya konulan sınıfsal, demokratik ve devrimci tavır, AKP’nin dayandığı anlayış ve yönetim tarzını sarsmıştır. AKP sadece modernleşemeyen toplumun en geri düşünce ve davranış tarzına hitap edip siyasete çekmekle yetinmemiştir. Aksine feodal, dinsel, muhafazakar, geri geleneksel ahlaki değer ve düşünceleri topluma dayatmaya kalkmıştır. Toplumsal sınıfsal bilinç ve seviye bu çelişkiyi direniş tutumuyla yanıtlamıştır.
Rantçı bürokratik devlet bir bütündür Devlet, tüm varlığı boyunca bir sınıf damgası taşıyan zor örgütü ya da aracıdır. Nasıl ki hükümetin etkin olarak
içinde olduğu Ergenekon ve diğer operasyonlarla askeri-sivil bürokrasiyi yeniden düzenleyip, bir kısmını tasfiye ederken devlet aracı kullanıldıysa bugün de AKP’nin tahtı sarsıldı. Bu sarsılma aynı zamanda hakim sınıfların, siyaset arenasını yeniden düzenleyeceklerine çoktan karar vermiş olduğunu gösteriyor. AKP’nin ittifak gücü olan Cemaat -ve bütün dini gericilik bu ittifakın içindeydi- bugün CHP ile yan yana gelmiştir. Bilindiği gibi laikliğin olmadığı, İslam dininin devlet tekeline alındığı, İslamiyet’in Türk milliyetçi ideolojisinin kutsal tanrısal destek gücü olduğu yerde CHP’yi laikliğin temsilcisi olarak gösterenlerin elbette Cemaat-CHP ittifakına şaşırmış olmaları gerekirdi. Fakat taşlar yerinden oynadı ve burjuvazinin siyaset güçleri yeniden hazırlanıyor, gerçekte olan ise bütün bu düzenlemelerde kullanılan bürokratik rantçı faşist devletin, ne kadar çarpıcı şekilde emperyalizmin denetiminde olduğu gerçeğidir. Devlet bir bütündür. Her tarafından dökülen çürümüş, kokuşmuş çeteci ve katliamcı bu devlete karşı ezilen, sömürülen işçi sınıfı, emekçi köylü halk kitlelerini devrimci sınıf bilinciyle donatmak, silahlandırmak, mücadeleye atılmaya hazır hale getirmek, öne çıkanları daha da militanlaştırmak görevine kilitlenmelidir. Geride kalmış bütün hükümetler gibi AKP de yolsuzluk ve hırsızlık yaptı. Ölüm çanı çaldı ve cenazesi kılınacaktır. Hükümetler darbelerle, komplo ve oyunlarla, seçimlerle düşüp gidebilirler ama gerici hakim sınıflar ve devlet iktidarı ancak devrimci zor araçlarıyla yıkılabilir. Bu iki olguyu karıştıranlar, devrim amacına bağlı kalamazlar. Halk demokrasisi halkın eseridir. Cellatlardan demokrasi ve çözüm beklenemez. Nerede Roboski’nin, Gezi’nin, Maraş’ın, Çorum’un, nerede 19-22 Aralık katilleri?.. Hapishanelerde kelepçelenen binlerce devrimci hangi demokrasinin eseridir. Devrimci işçi sınıfı iki kötü celladın kavgasında taraf olamaz. Çünkü cellatların ve kendi sınıf düşmanlarının bilincindedirler. Çünkü devrimci proletaryanın kendi yolu ve amacı vardır. Ne Kuzey Kürdistan’da devrim değil entegrasyon diyen uzlaşmacı çizgi, ne de Gezi ruhunu parlamento ve yerel seçimlere taşımanın ötesinde bir ufka sahip olmayan reformizm ve oportünizmin aksine, bütün isyan ve direniş ruhunu çürümüş faşist devletin yıkılması zorunluluğuna bağlayan mücadelemizi ileri taşıyacağız.
20
kültür sanat
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
YÇKM: 6. Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği’nde buluşalım 23 Şubat’ta Bağcılar Olimpik Spor Salonu’nda düzenlenecek 6. Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği’ni düzenleyen Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM) ile etkinliğe dair fikirlerini aldığımız bir röportaj gerçekleştirdik 23 Şubat’ta düzenleyeceğiniz 6. Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği aynı zamanda Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM)’nin 20. Yıl etkinliği olarak görülebilir mi? YÇKM: Öncelikle bu şenliği YÇKM’nin 20. Yıl etkinliği olarak yorumlamıyoruz. YÇKM’nin 20.yıl etkinliğini yaz aylarında yapmayı düşünüyoruz. 20. Yıl etkinliğinin kurumumuzda tartışmaları başladı. Bu tartışmaları olgunlaştırıp genişletmeyi ve 20. Yıla dair nasıl bir etkinlik organize edeceğimize YÇKM’nin yanında olan tüm dostlarımızla birlikte karar vermeyi düşünüyoruz. Demokratik Haklar Şenliği, halkın kendi iktidarını yaratabilmesinin, kültürel bir değişim ve dönüşüm mücadelesinin bugünden yürütülmesiyle mümkün olabileceği
bilinciyle, emekçi halkların kendi kültür ve sanatsal üretimini esas alarak bunu geniş kitlelerle buluşturmak amacıyla düzenlenen bir şenliktir. Daha önce 5 yıl boyunca geleneksel olarak düzenlediğimiz Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği’ni, 4 yıllık bir aradan sonra bu yıl 23 Şubat Pazar günü Bağcılar Olimpik Spor Salonu’nda emekçi halkımızla buluşturacağımızdan mutluluk duyuyoruz. Şenlik çalışmalarınız başladı mı? Bu çalışmaları nasıl organize ediyorsunuz? YÇKM: Evet, çalışmalarımıza İstanbul’da Demokratik Haklar Federasyonu’nun çalışmalarının olduğu yerellerde halkla toplantıları örgütleyerek başladık. Bu toplantılarda komisyonlar oluşturarak şenlik çalışmalarımızı başlatmış olduk. Bu toplantılarda öne çıkan şeyler neler oldu? YÇKM: Genel olarak 4 yıldır bir beklentinin olduğunu ve bu etkinliğin düzenlenmesinin yarattığı heyecanı güçlü bir şekilde hissettik. Halk toplantılarında bu şenliğin hep birlikte örgütlenmesinin öneminin vurgusu da ayrı bir heyecan yarattı bizde. Ayrıca toplantılarda şenliğimizin siyasal alt yapısına yönelik vurgular da yapıldı. Şenliğimizin kampanya şeklinde ele alınıp örgütlenmesi gerektiği konusunda hem fikir
olundu. En önemli nokta ise tüm dostlarımızın bizimle el ele verip bu çalışmaları omuzladıklarını görmek oldu. Bu çalışmalarımızda bize omuz veren tüm dostlarımıza ayrıca şenliğimizi birlikte organize ettiğimiz Sultangazi Dersimliler Derneği’ne sizin aracılığınızla bir kez daha teşekkür ediyoruz. Şenliğin siyasal alt yapısından bahsedebilir misiniz? YÇKM: Dünyada ve ülkemizde yaşanan emperyalist saldırılara, yoksulluğa, işten atılmalara, hak gasplarına, sömürüye ve zulme karşı; işçiler, işsizler, yoksul köylüler, öğrenciler, kadınlar ve tüm ezilenler olarak, omuz omuza vermek ve tarihimizden aldığımız güçle mücadeleyi yükseltmek önümüzde duran öncelikli görevlerimizdendir. Bu minvalde şenliğimizi ülkemiz ve dünyadaki güncel gelişmelerden bağımsız ele alamazdık. Ülkemizde AKP hükümeti ve temsil ettiği gerici hâkim sınıfların sömürü ve zulüm saltanatına karşı Taksim’den başlayıp ülkemize ve dünyaya dalga dalga yayılan “Faşizme karşı omuz omuza” şiarı, şenliğimizin ana temasıdır. Şenliğimizde Gezi Ayaklanması’nda yitirdiğimiz Ethem, Medeni, Atakan, Ali İsmail, Abdullah, Mehmet’le , 16 Haziran sabahı
evinden ekmek almak için çıktığı sırada polisin attığı gaz bombasıyla başından vurulan, yaklaşık sekiz aydır hastanede yaşam mücadelesi veren Berkin Elvan’la, 28 aralık 2011 yılında Roboski’de katledilen 34 Kürt köylüsüyle birlikte olacağız.. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? YÇKM: Son aylarda egemenlerin kendi arasındaki çıkar dalaşı sonucunda kamuoyuna bilinçli bir şekilde “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” olarak yansıtılan talan, bu köhnemiş düzenin içerisinde yaşanan gerçeklerin sadece küçük bir parçasıdır. Bu talana, bu soyguna, bu köhnemiş düzene, karşı şenliğimizde tek yürek ve tek ses olup dayanışmayı büyütmek için ve egemenlerin yozlaştırma politikalarına, emekçi halkların arasına ırkçılık ve şovenist tohumlar ekerek düşmanlaştırma politikalarına karşı; mücadeleyi yükseltmek, halkların kardeşliğini haykırmak için 23 Şubat’ta Bağcılar Olimpik Spor salonunda düzenleyeceğimiz 6. Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği’ne tüm halkımızı bekliyoruz. 6. Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği’ne dair verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz. YÇKM: Biz teşekkür ederiz.
21 Mavi Ring filmi gösterime giriyor Ömer Leventoğlu’nun Mavi Ring adlı filmi 21 Mart’ta Başka Sinema ve M3 dağıtımıyla sinema perdesine çıkıyor Yönetmen Ömer Leventoğlu’nun Fuat Kav aynı adlı kitabından esinlenerek çektiği uzun metrajlı film Mavi Ring izleyiciyle buluşuyor. Filmin ön gösterimi 20 Şubat’ta Beyoğlu Sineması’nda yapılacak. Mavi Ring, 50. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde 2013 Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması Behlül Dal Jüri Özel Ödülü’nü aldı.
Doktor Pınar hayatı yeniden sorguluyor Filmin konusu şöyle: 1989 yılında ölüm orucunda olan siyasi tutsakların bir hapishaneden başka bir hapishaneye sürgününün anlatıldığı yolda geçiyor. Kentli, orta
sınıf ve mazbut bir aile ortamında yetişmiş olan Doktor Pınar, Devlet Hastanesi’nde uzman doktor olarak çalışmaktadır. Doktor Pınar, bir gece yarısı, çalıştığı hastanenin başhekimliğinin resmi yazısıyla kendisini bir hapishanenin toplu sevkinde görevli bulur. Doktor Pınar’ın katıldığı sevk, ölüm orucunda bir ayını doldurmuş olan siyasi tutsakların kanlı bir saldırıyla teslim alınıp, toplu halde başka bir hapishaneye sürgün edilmesini anlatıyor. Şiddet dolu bu yolculuk, Dr. Pınar’ın; iktidar, insan, adalet, ahlak ve vicdan gibi temel konularda ciddi bir sorgulamaya girmesine yol açacaktır. Bu yolda herkes başka bir yolculuk yapmaktadır: Tutsaklar için ölüme karşı direniş demek olan bu yolculuk, saldırıyı yürüten Binbaşı Mustafa için intikam yolculuğu, Dr. Pınar için ise hayatı, insanı ve devleti yeniden tanıyacağı bir keşiftir.
Tiyatro oyununa sansür! Kocaeli Belediyesi, Kırmızı Yorgunları adlı oyunda oynayan BarışAtay’ın ‘iktidar aleyhine konuşmasını’ gerekçe göstererek oyunun gösterimine izin vermedi. Emek Sahnesi’nden twitter aracılığıyla yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Hemen her fırsatta dile getirdiğimiz, kamuoyunun dikkatini çekmeye, farkındalık yaratmaya çalıştığımız, iktidarın; sanat ve sanatçı üzerindeki baskısı malumunuz. Özellikle; son 12 yıllık tek parti iktidarı döneminde, tiyatrodan sinemaya, müzikten TV dizilerine, resimden heykele, edebiyattan arkeolojiye kadar, sanat, edebiyat ve insanı ilgilendiren her disiplinde, iktidarın; baskıcı, yasakçı ve sansürcü zihniyetini görmek mümkün. Bunun son örneğini; Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kültür Sosyal İşler Daire Başkanı Ali Yeşildal’ın keyfi yasağı sayesinde bir kez daha yaşamış olduk. Özen Yula’nın yazdığı Beyti Engin’in rejisörlüğünde sergilediğimiz ‘Kırmızı Yorgunları’ oyunumuzun oyuncularımızdan Barış Atay’ın, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kültür Sosyal İşler Dair Başkanı Ali Yeşildal’a göre ‘iktidar aleyhinde çok konuştuğu gerekçesiyle’ 5 Şubat
2014 akşamı Gebze Osman Hamdi Bey sahnesindeki temsilinin gerçekleştirilemeyeceği belirtilmiş, daha sonra Osman Hamdi Bey Sahnesi yöneticilerinin Ali Yeşildal ile yaptıkları görüşmeler sonucunda, oyunun ya da oyuncuların, sahnenin aylık programında adlarının geçmemesi şartıyla (!) oynanmasına izin verildiği tarafımıza iletilmiştir.”
‘Baskılara boyun eğmeden mücadelemiz sürecek’ Açıklamada ayrıca sanatın ve sanatçının, tarihin hiçbir döneminde böylesine baskılar nedeniyle yılmadığı ve yılmayacağı belirtilerek özel tiyatrolara karşı devam ettirilen tutum protesto edildi. Açıklamada son olarak sanattan uzak bir toplum yaratmaya çalışanlara karşı, her şeye karşın inatla mücadele ederek baskılara boyun eğmeyen sanatçılar olduğu ifade edildi. Oyuncu Barış Atay ise konuyla ilgili twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Sanata sansür ve yasak kabul edilemez. Gebze Osman Hamdi Bey Sahnesi’nde Kırmızı Yorgunları oynayamayacaktır” diyerek tepkisini dile getirdi.
ANTAGONİZMA
≫ muzaffer oruçoğlu
24 OCAK VARTİNİK BASKINI VE ALİ HAYDAR YILDIZ
H
ayatımın unutulmaz anı. Menzil ve yaşam hakkı vermeyen haşin bir kış. Geyiklerini mağaralarına kapatan sisli, boranlı yüce zirveler. Yarı yıkık bir ev ve halkın korkarak, ‘sizi öldürecekler, gidin buralardan,’ diye mırıldana mırıldana acıdığı, destek vermeye çalıştığı bir avuç silahsız gerilla. Ve seher öncesinin toz karı hafif hafif ırgalayan rüzgarı ve tüfek şakırtıları. Sık sık kopan çığlarını dinlediğim karşı dağ ve geyikleri ne alemdedir, oradan çığ koptu mu bilemiyorum. Uçurum kıyısında ilerleyerek ileride Ermeni evlerinin kalıntılarına doğru ineyim diyorum. Mermi sağanağı altında kendimi taa aşağılara, dereye atıyorum birden. Taş gibi yuvarlanarak, düşerek iniyorum buzlu sulara kadar. Dereye doğru yuvarlanış ve toz kar, beni ve diğer iki arkadaşı kurtarıyor. Ama bana öyle geliyor ki bizi asıl kurtaran, Ali Haydar’ın attığı el bombasıyla sıktığı tek kırma mermisidir. Fehmi Altınbilek’i ve müfrezesini tam siper toz karlara yatırıp bize biraz daha uzaklaşma fırsatı veren Ali Haydar’ın bu karşı koyuşudur. Beş kişilik grupta iki el bombası ve iki kırma (av tüfeği) vardır. Ali Haydar ile nöbetçinin dışındaki üç kişi (İbo, ben ve Süleyman Yeşil) silahsızdır. Derede buzlu sular içinde iki kişiyiz. Aşağıya inemiyorlar, kurşun sıkıyor, arada bir de el bombası atıyorlar. Yukarda, kömün çevresinde iki yaralı var. İbo ve Ali Haydar. İbo kaçmış, Ali Haydar orada, kanlı karlar üzerinde. Sırığa bağlayıp dağdan indirecekler. Feci bir şekilde ölecek. Mirik’ten ve Kutu Deresi’nden geçerken manzaranın fecaati karşısında kadınlar bakıp bakıp ağlayacaklardır. 24 Ocak Vartinik Baskını’nı nedendir bilemem, ben hep Ali Haydar’ın adıyla özdeşleştirmişimdir. Üç kişilik Dersim Bölge Komitesi üyesi ve askeri sorumlusu olduğu ve de Vartinik’te müfrezeye karşı cesurca direndiği için mi? Sanmıyorum. Beni en çok onun saf, çocuksu ve romantik kişiliği etkilemiştir. Sırtını kayaya yaslar, kötü bir sesle Ali Ekber Çiçek ile Mahsuni’den türküler okurdu. ‘Bizim üç şeye ihtiyacımız var,’ derdi, ‘kitaba, tüfeğe ve transistörlü radyoya. ‘Zaman zaman dağdan iner, Elazığ’a, Karakoçan’a ve Dersim merkezine giderdi. Toplam bir yıllık dağ hayatında, gittiği yerlerden dağa tüfek getiremedi, hatta yanılmıyorsam kitap bile getirmedi ama Almancılardan bir transistörlü radyo alıp getirdi. Sırtını dağlara verdi, cıgarasını tüttürerek bol bol türkü dinledi. Bana sürekli Che Guevara’yı anımsatmıştır. Zekiydi. İnsanların komik yanlarını anlatır ve en çok kendisi gülerdi anlattıklarına. Ailesi oldukça yoksuldu. Yanılmıyorsam, ünlü direnişçi Xıdır Ağa’nın torunu olduğunu söylerdi. Roşnik Köyü’nde akrabaları vardı. 38’e dair kırım hikayelerinden söz ederdi. Vartinik’in karşısında, sulu bir mağarada çürük bir saz bulmuş, tartışmıştık. Ben sazın Ermeni, o ise sazın çürüme derecesine bakarak 38 kırımından kalma olduğunu savunmuştu. Gördüğümüz her kemiği, her harabeyi de aynı min-
val üzre tartışıyorduk. Bana, ya ‘ Dersimlilerin Ermenileri kırdığını sanmıyorum, ‘ der, ya da ‘bu evler küçük, taşlar ise düzenli ve biçimli değil, burası Ermenilere ait olamaz,’ diye karşı çıkardı. Girdiği her mağaraya öldürülen bir devrimcinin adını verirdi. Gezmiş mağarası, Çayan Mağarası, Suphi Mağarası.... Bir gün Kureyş (Bostanlı) Köyü’nün arkasındaki derede, Çayan mağarasındayım bir baktım Ali Haydar geldi. ‘Köyde cem var, halk gelmiş, kalk gidip ceme katılalım,’ dedi. Süleyman Nakış’ın evinin önünden geçip, cem evine vardık. Cemin dedesi Kızılkanlardan, Kureyşanlı ve bizim güvenilir bir sempatizanımız. Dallıbahçe Karakol başçavuşunun da tavla arkadaşı. Bizden başçavuşa, başçavuştan da bize bilgi getirip götürüyor. Tabii ki bizden verdiği bilgiler uydurma. Aksi takdirde mağarayı bastırırdı. Karakolu, dedenin sayesinde karakol kadar tanıyoruz. Cem, Düzgün babanın babası Kureyşin evinde oluyor. Cemevi’ne girdiğimizde halk ayağa kalktı, bizi saygıyla karşıladı. Şaşırdım ve bu durumu dedenin marifetine yordum. İçeride ve dışarıda elli altmış insan var. Evin dışına bir de nöbetçi dikmişler. Yerde oturma yok. Duvara dayalı uzun tahta oturaklar var. Her neyse oturduk. Evin önünde kesilen kurbanın etleri torbaya dolduruldu. Herkes avucunu açtı, biz de açtık. Önce etler, sonra da bir başka torbada bekleyen bozuk paralar avuçlara pay edildi. Aslan payı bize düştü tabi ve utandık. Gülbenkler, konuşmalar, küslerin barışması derken cem bitti. İki yaşlı bizi bir kenara çekti, ‘sizlerden bir ricamız var,’ dedi birisi, ‘Düzgün Baba ziyaretinde kurbanın kesilip etlerin paylaştırıldığı sırada, gençler birbirlerine giriyorlar, çirkin kavgalar oluyor, oraya bir iki adamınızı gönderirseniz, onları dinlerler, bu kavgalar da olmaz.’ İhtiyarları efendice dinledikten sonra ‘tamam,’ dedik, ‘önceden haberimiz olursa, göndeririz.’ Ali Haydar halkla iletişim kurmakta, gençleri dağa yönlendirmekte ve kaçanları ikna edip geri getirmekte oldukça yetenekliydi. ‘ Şu köyde şu genç var. Onu dağa çekersek kaçmaz, ama anasını karşımıza alırız. En iyisi o köyünde örgütlü olarak kalsın. Şu anda toplam üç öğretmen iki ebe örgütlü. Elazığ, Karakoçan ve Dersim merkezinde birer komite kurmamız gerekiyor. Keban baraj inşaatından gidip dinamit ayarlamam gerekiyor. Bir komite de orada oluşturursak işlerimiz kolaylaşır.’ Düşünce sistemini bu tip pratik işlerler üzerine oturtmuştu. El bombalarını birlikte yapıyor, küllüklerden bulduğumuz eski tokyo lastiklerine harfleri birlikte oyuyor ve bunlarla el ilanlarını birlikte basıyorduk. Ama bunları mıntıkalardaki adamlara götürüp veren hep oydu. Gece gündüz dağlarda tek başına gezen, kolayca yol bulan, ilişki bulan azimli bir insan. Karınca gibi... Şaşılacak derecede iyimser, cesur ve sempatik. Yoktan var edişin adamı. ‘Halk, anlattıklarımızda kendi dertlerini bulursa bizi dinler ve anlatacağımız çözüm yolunu daha kolay kavrar’ın adamı. 24 Ocak’ta aklıma gelen ilk adam odur.
22
kadın
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
12 yaşındaki çocuğa tecavüzü halk engelledi
Adliye önünde eylem
nen binlerce kişi, Adliye binası önünde toplanarak gece geç saatlere kadar protesto eylemi yaptı. Eylemde tecavüzcünün korucu kimliğine dikkat çeken halk sık sık attığı sloganlarla sistemin çürümüşlüğünü teşhir etti. Daha sonra Elazığ – Dersim Karayolu’nu bir süre trafiğe kapatan kitle, “Dersim faşizme mezar olacak” sloganını attı. Halkın yoğun tepkisi üzerine panikleyen kolluk güçleri, ilçedeki polis ve askerler yetmeyince, Dersim merkezden ilçeye takviye çevik kuvvet ekipleri getirerek çember oluşturdu. Pertek halkının büyük öfkesi karşısında tecavüzcü korucuyu, nasıl koruyacağını bilemeyen devlet halkı ‘ikna’ etmek için Dersim Vali Yardımcısı Kenan Keskin, Emniyet Müdürü Hayati Yılmaz ve Jandarma Komutanı Albay Yurdakul Akkuş’u da getirdi. Şehrin ‘üst düzey devlet görevlilerinin’ halkla konuşarak dağılmaları yönünde ‘ikna’ etme çabalarına karşı halkın öfkesi dinmedi. Uzun süre Adliye’den çıkarılamayan Hamit P., Adliyeden çıkarıldığı sırada halk tecavüzü girişiminde bulunan korucuyu linç etmek istedi. Bu esnada Pertek İlçe Emniyet Müdürü Nurettin Gezerel kafasına isabet eden taş sonucu yaralandı. Hamit Polat Adliye’deki işlemlerinin ardından tutuklanarak hapishaneye gönderildi.
Daha sonra Hamit P.’nin Pertek Adliyesi’ne sevk edildiğini öğrenen halk Adliye binası önünde toplanarak bir yürüyüş gerçekleştirdi. Hamit P.’nin Pertek Adliyesi’ne sevk edildiğini öğre-
Hamit Polat isimli korucunun bir çocuğa tecavüz girişiminin ardından Dersim Kadın Dayanışması (DKH)’nın da bir
Dersim’in Pertek ilçesinde aynı zamanda minibüs şoförü olan bir korucu, 12 yaşındaki bir kız çocuğuna minibüste tecavüz etmek istedi. Halk korucuya müdahale ederek tecavüzü engellerken, ardından kitlesel bir protesto eylemi gerçekleştirildi Dersim’in Pertek ilçesinde aynı zamanda minibüs şoförlüğü yapan bir korucu, 12 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz etme girişiminde bulunurken, halk tarafından engellendi. Pertek’in Çataksu Köyü ve mezralarında taşımalı sistemle öğrenim gören öğrencileri, Pınarlar Köyü’ndeki Gaziosman Paşa İlköğretim Okulu’na getirip götüren aynı zamanda köy korucusu olan minibüs şoförü 40 yaşındaki Hamit P. adlı korucu, 21 Ocak’ta ders bitiminde öğrencileri köylere bırakırken minibüste en son kalan 12 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz etmeye çalıştı. Kız çocuğunun çığlıklarını duyan halk, olay yerine gelerek hemen müdahalede bulundu. Hamit P.’yi minibüsten indiren halk, tecavüzcü korucuyu Pınarlar Karakolu’na teslim etti.
DKH: Hamit Polat cezalandırılsın
toplantı düzenleyerek tecavüzcü korucunun cezalandırılmasını istedi. Toplumumuzda kadınların tacize-tecavüze maruz kaldığı dönemleri unutmadık. ‘38’de kadınlar devlet yetkililerinin tecavüzlerinden kurtulmak için kendilerini kayalıklardan aşağı atmışlardır. Yine OHAL dönemlerinde yaşanan taciz ve tecavüzler dün gibi aklımızdadır. Böyle bir durumda, devlet parasıyla kardeşlerine silah tutmaktan çekinmeyen korucuların getirilip bu denli hayatımıza sokulmasının bu tür olayları çoğaltmaktan başka anlama gelmeyeceği bilinmelidir. Koruculuk kaldırılmalı, Hamit Polat cezalandırılmalıdır. “ Yapılan açıklamada 4 yıl önce de eski AKP ilçe başkanı Rıza Çolak’ın 14 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz girişiminde bulunurken yakalandığı ancak tutuklu yargılanmaya başlanmasına karşı Çolak’ın şu anda serbest olduğu vurgulandı. Devletin her daim kendi tecavüzcülerini koruyacağının bilindiği belirtilerek Dersim halkına bu davanın takipçisi olması çağrısı yapıldı. Toplantı “Erkek adalet değil, gerçek adalet istiyoruz” sözleriyle sonlandırıldı.
Tecavüzde ‘ruh sağlığı raporu’ bir yıl sonra verilmeliymiş (!) Her daim erkek egemen anlayışı koşullayan sistemin bir parçası olan hukuk, her zamanki gibi akla ziyan kararlarıyla bu anlayışın koruyuculuğunu yapmaya, tecavüzcüleri korumaya devam ediyor. 23 Haziran ’12’de Dersim’de iki erkeğin tecavüzüne uğrayan bir kadın olayın
üzerinden 7 ay geçmesinin ardından 23 Ocak 2013’te Fırat Üniversitesi Hastanesi 6. İhtisas Kurulu Başkanlığı’ndan “Ruh ve beden sağlığı bozulmuştur” raporunu aldı. Raporu değerlendiren Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi, iki sanığı da “beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel istismar” suçundan mahkûm etti. Ancak sanıkların karara itiraz etmesi üzerine Yargıtay 14. Ceza Dairesi “Ruh sağlığının bozulup bozulmadığına ilişkin rapor için tecavüzün üzerinden 1 sene geçmeliydi.” diyerek kararı bozdu ve genç kadına tecavüz travmasını yeniden yaşatacak olan muayenenin yeniden yapılmasını istedi. Yargıtay’ın bozma kararı şu sözlerle açıklandı: “Adli Tıp Kurumu’nun bilinen uygulamalarına göre 18 yaşından büyük olan mağdurların ruh sağlığındaki bozulmanın tespiti için 1 sene beklenmesi ve her iki sanığın eylemlerinin mağdureye etkisini değerlendirecek şekilde rapor istenmesi gerektiği gözetilmeden nüfus kaydına göre 18 yaşından büyük olan mağdurenin beden veya ruh sağlığının bozulup bozulmadığının tespiti bakımından 23.01.2013 tarihli muayeneye istinaden Fırat Üniversitesi Hastanesi 6. İhtisas Kurulu Başkanlığı tarafından düzenlenen rapor hükme esas alınarak sanıklar hakkında TCK’nın 102/5.maddesinin uygulanması kanuna aykırıdır”.
23 YDK’lı avukat tacize uğradı kadın
1-15 ŞUBAT 2014 Halkın Günlüğü
Yeni Demokrat Kadın üyesi avukat Aylin K. yanında staj gördüğü avukat Sedat Yurtdaş’ın tacizine maruz kaldı. Aylin K. Yurtdaş hakkında suç duyurusunda bulunurken, çok sayıda kadın örgütü Yurtdaş’ın cezalandırılması için eylemler yaptı Kadınların hayatının her alanında erkek egemen sistemin baskıları sonucu, tacize ve tecavüze maruz kalması herkesçe bilinmektedir. Erkek egemen sistemin araçlarından cinsel şiddet yoluyla kadını, yaşamın her alanında kendi sistemine biat ettirme çabası sadece evde ve sokakta değil iş alanlarında da kadınların karşısına çıkıyor. ‘Eşit işe eşit ücret’ alamayarak kadın emeğinin sömürülmesi yetmezmiş gibi kadınlar çoğu kez tehditle patronların, şeflerin ve yöneticilerin tacizlerine maruz kalıyor. Taciz edildiğini beyan eden kadınlara karşı erkekler çoğunlukla kendilerini ‘yanlış anlama, teklif’ gibi söylemlerle‘savunmaktadır’. Bu sebeple ne hukuk ne de toplum ve aile tarafından destek bulamayacağını ve hatta muhtemelen ‘tahrik etmekle’ suçlanacaklarını’ bilen kadınlar için, çoğu kez tacizi saklamaktan başka bir seçenek kalmıyor. Ancak iş yerinde tacize maruz kalan Yeni Demokrat Kadın (YDK) üyesi bir kadın, bilinçli bir tavır sergileyerek iş yerinde, evde, sokakta ve yaşamın her alanında kadına yönelik her türlü cinsel saldırıya karşı bilinçli mücadeleyle karşı konulabileceğini gösterdi. Amed’de yanında staj gördüğü avukat Sedat Yurtdaş tarafından tacize maruz kalan YDK üyesi Aylin K. tacize karşı susmayarak, Diyarbakır Barosu’na ve Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
YDK: Tacize karşı suskun değil öfkeliyiz Konuyla ilgili açıklama yapan YDK üyeleri Aylin K.’nın yanında staj gördüğü ve kendisine tacizde bulunan avukat Sedat Yurtdaş’ın yurtsever, devrimci ve demokrat
kamuoyu tarafından yakından bilinen siyasi bir kimliğe sahip olduğunu belirtti. Bu nedenle, Yurtdaş’ın iftira, komplo ve karalama propagandası vb. söylemleriyle karşılaştıklarını belirten YDK, şunları söyledi: “Yaşanan bu tacizin sesli bir şekilde dile getirilmesiyle, ‘yurttan sesler korosu’ şeklinde tacizciyi aklamaya ve tacize maruz bırakılan arkadaşımızın kişiliğini sorgulamaya kadar varan erkek yaklaşımlar ortaya çıkmıştı. Kadına ikinci bir mağduriyet yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayan ve yine devrimci ve demokrat maskeler altına gizlenen bu yaklaşımlar, ne yazık ki tacizi teşhir sürecinin zorlu, fakat bir o kadar da gerekli bir süreç olduğunu bize yeniden hatırlatmıştır. KESK ve Sine-Sen örneklerinin ardından, şimdi Sedat Yurtdaş ve Hasan Özgün isimli tacizcilerin bulundukları / geçmişte bulundukları siyasi yapıların ardına nasıl ustaca gizlenerek devrimci kadınlara cinsel şiddet uyguladıkları bizler için öğreticidir. Bu süreçlerde olayın üstünü örtbas ederek tacize uğrayan arkadaşlarımızı kapı kapı dolaştıran; soruşturma kendini dayattığında sessiz sedasız bir süreç işletmeye çalışan mekanizmalar bu tacizin işbirlikçileri olacaktır.
Bütün bu eril mekanizmalara karşı verilecek en büyük yanıt örgütlü bir kadın mücadelesi olacaktır. Bizler bu süreçte Antakya’daki KADEM’li arkadaşımızın destekçisi olduğumuzu, maruz bırakıldığı tacize ilişkin yürütülecek mücadelenin bir parçası olacağımızı buradan belirtiyoruz. Bütün kadın / kadın kurumlarını tacize karşı ortak mücadeleye, yaşanan tacizleri teşhir etmeye çağırıyoruz.”
Kadın örgütlerinden tacize karşı ortak mücadele Aylin K.’nın tacize maruz kalmasının ardından YDK’nın devrimci demokrat kamuoyuna çağrı yapmasıyla çeşitli kadın örgütleri bir araya gelerek Aylin K.’yı sahiplendi ve tacize karşı mücadeleye çağırdı. Kadın örgütleri Amed’de konuyla ilgili yaptığı basın açıklamasında, çok sayıda kurumla görüşmeler yaptıklarını, adı geçen şahsın devrimci, demokrat ve yurtsever kamuoyu tarafından yakından bilinen siyasi kimliğe sahip bir kişi olması nedeniyle iftira, komplo ve karalama propagandası vb. söylemlerle karşılaştıklarını belirtti. Açıklamada Yurtdaş’ın YDK’nın yaptığı açıklamayı yayınlayan siteleri teh-
dit ederek kadınların mücadelesini engellemeye çalıştığını söyledi. “Düştüğü yanılgıyı dile getirmek boynumuzun borcudur. Biz kadınlar için taciz kişinin statüsünden tamamen bağımsız gelişen ezen-ezilen ilişkisidir. Bu ilişkide bizler için, aksi ispat edilinceye kadar kadın beyanı esastır. Bu ilkeyle bizim için kimin doğru ya da yanlış söylediğine indirgenemez ve masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği yönünde bir hukuksal tartışmanın konusu da olamaz. Kadın beyanını esas almak, kadının yorumunu değil, kadının ezme ezilme ilişkisini açığa çıkaran deneyimini esas almak, bu ezilme biçimini bir gerçeklik olarak kurmaktır.” denilen açıklama, kadın örgütlülükleri olarak bu ve benzer davaların takipçisi olacaklarını ve kadınları yalnız bırakmayacakları sözüyle sonlandırıldı. Birçok kadın ve LGBT örgütünün imzaladığı bir diğer açıklamada ise Sedat Yurtdaş’ın avukatlık mesleğinden ihraç edilmesi, çalıştığı STK’lardan uzaklaştırılması, hakkında yürütülecek ceza soruşturmasında en ağır cezanın verilmesi ve stajyer avukatların üzerindeki cinsel taciz ve mobbingin son bulması talep edildi.
Kadınlardan takipsizlik kararına tepki Aylin K.’nın savcılığa ve baroya şikayeti nedeniyle, Cumhuriyet Savcılığı konuyla ilgili takipsizlik kararı verdi. YDK takipsizlik kararını Amed Adliye Sarayı önünde gerçekleştirdiği bir basın açıklamasıyla protesto etti. “Erkek Yargı İşbirliğine Son Tacize Sessiz Kalma Suça Ortak Olma” yazılı pankart açan kadınlar adına yapılan açıklamada verilen kararın kadınlara ‘tacize-tecavüze uğrasan da sessiz kalmalısın’ mesajı vermek anlamına geldiği vurgulandı. Açıklamada ayrıca “erk”ek yargının erkekleri ödüllendirdiği belirtilerek bu düzene boyun eğilmeyeceği ve cinsel şiddetin teşhir edileceği ifade edildi. Sedat Yurtdaş’ın daha önce de birçok kadına aynı saldırıda bulunduğu ve bu kadınların baskılardan dolayı durumlarını kadın kurumlarına bildirmelerine karşın, resmi makamlar önünde bu baskıları dillendirememesinin Sedat Yurtdaş’ın tacizci olduğunun bilindiği gerçekliğini örtmediği açıklandı.
Ölümle tehdit edilen kadını akrabaları katletti Ölüm tehdidi aldığı için kaçarak Kadın Sığınma Evi’ne yerleşen ve 8 aylık hamile olduğu tespit edilen Hacire Göv, iki akrabası tarafından sığınma evinden alındı ve boğularak katledildi Ülkemizde kadın katliamları had safhadayken sözüm ona kadınları korumak
isteyen devletin tüm kurumlarıyla erkek egemen zihniyeti koruduğu ve geliştirdiği aşikâr. Devletin sözde kadınları ‘korumak’ için açmış olduğu kurumların da ne kadar işlevsel oldukları gün gibi ortada. Öyle ki Sığınma Evi’nde kalan bir kadın akrabaları tarafından kolaylıkla alınarak katledilebiliyor. Urfa’nın Viranşehir ilçesine bağlı Tekmeli Köyü’nde yaşayan 19 yaşındaki Hacire Göv, şiddet gördüğü ve ölümle tehdit
edildiği gerekçesiyle Diyarbakır Kadın Sığınma Evi’ne götürülerek koruma altına alındı. Sığınma evine gelen H.G ve C.G adlı iki akrabası Hacire Göv’ün eve dönmesini istediklerini söyleyerek sözde ‘ikna’ etti. Bunun üzerine iki akrabasıyla yola çıkan Hacire Göv’den bir daha haber alınamadı.
Hacire Göv 8 aylık hamileydi Hacire Göv’den haber alınamaması üze-
rine aile fertleri jandarmaya haber vererek yardım istedi. Arama çalışmalarına başlayan jandarma, köyün yaklaşık 2 kilometre yakınlarındaki 20 metrelik bir kuyudan Hacire Göv’ün cansız bedenini çıkardı. Boğularak kuyuya atılan Hacire Göv’ün 8 aylık hamile olduğu tespit edildi. Cinayeti itiraf eden H.G ve C.G gözaltına alındı.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL