sf 12-13
‘Sıfırladın mı oğlum!’ Metal işçileri mücadeleyi büyütüyor Birleşik Metal-İş Sendikası, metal patronlarının sendikası olan MESS’in 3 yıllık sözleşme vb dayatmalarına karşı grev kararı aldı. 29 Ocak’ta 10 şehir ve 22 fabrikada 15 bin işçi greve çıktı. Gazetemiz yayına hazırlandığı sırada patronların sendikası olan MESS’in imdadına yetişen Bakanlar Kurulu, “milli güvenliği bozduğu” gerekçesiyle grevi 60 gün süreyle ertelediğini belirten bir karar aldı. Sf. 10-11
Halkın Günlüğü
1-15 ŞUBAT 2015 Yıl: 3 Sayı: 96 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.org
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
Yargıtay DHF üyelerinin hapis ‘cezasını’ onayladı f GÜNCEL
02-03
Devletin sistematik saldırılarının hedefi olan Demokratik Haklar Federasyonu Dersim örgütlülüğüne yönelik 13 Kasım 2012 tarihinde gerçekleştirilen baskınlarda gözaltına alınan ve aralarında Tunceli Barosu Başkanı Uğur Yeşiltepe’nin de olduğu 6’sı tutuklu 8 DHF üyesi hakkında verilen ‘örgüt üyeliği cezası’ Yargıtay tarafından onandı. Adeta bir hukuk komedyasına dönüşen ‘TC’ mahkemelerince 1 Mayıs, 18 Mayıs, 8 Mart ve Dersim Katliamı’nı protesto etmek onlarca yıl hapis ‘cezasına’ çarptırılmak için yeterli görüldü.
Şengal’de Kanton tartışmaları
Yunanistan’da kazanan kim! 25 Ocak’ta Yunanistan’da yapılan parlamento seçimlerinde kendisini ‘radikal sol’ çizgide tanımlayan Syriza, oyların yüzde 36.38’ini alarak birinci parti olarak çıktı. Seçimlerin ardından ilk icraatının AB ve IMF’nin ‘kaygılarını da gidermek’ olduğunu açıklayan Syriza lideri Tspiras, AB’yle ‘iyi ilişkiler’ geliştirmeye hazır olduklarını belirtti. Tspiras’ın açıklamaları, Syriza’nın nasıl bir ‘sosyalist’ çizgiyi temsil ettiğini açıkça ortaya koyarken, Avrupa’yı etkisi altına alan ekonomik krizden çıkmak için yeni bir dönemin başladığını ve kemer sıkma politikalarına da artık son verileceğini id-
06
Nepal’de güncel siyasal gelişmeler ve görev!
dia etti. Yükselen halk muhalefetini burjuva sınırları içerisinde tutup eritmenin en etkili araçlarından olan ve Avrupa’da daha önce de defalarca denenen “sosyal devlet- sosyal parti’’ olgusu şimdi Yunanistan’da hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Syriza’nın seçimleri kazanmasıyla birlikte sistemin sınırlarını aşma potansiyeli taşıyan halkın öfkesi, sistem içerisinde eritilirken, Yunanistan devrimci ve komünistlerine düşen esas görev bütün gerici kurumları alaşağı edecek sosyalist devrimi inşa etmek için mücadeleyi daha fazla yükseltmek olacaktır.
09
Kil ocağı istemiyoruz
18
02 güncel haber
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
Yargıtay DHF üyelerinin hapis ‘cezalarını’ onadı Dersim’de Maoist Komünist Partisi (MKP)’ne üyesi oldukları iddiasıyla 13 Kasım 2012 tarihinde gözaltına alınan 6’sı tutuklu 8 DHF’li hakkındaki ‘örgüt üyeliği cezası’ Yargıtay tarafından onandı. DHF ‘cezaların’ onaylanmasını protesto ederken, Tunceli Barosu da Tunceli Barosu Başkanı Uğur Yeşiltepe hakkında verilen ‘cezanın’ onanmasına karşı eylemdeydi Devletin devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlara yönelik çok yönlü saldırıları devam ediyor. Her türlü hak arayışını ve emek mücadelesini zor yöntemleriyle boğmak isteyen devlet en temel haklar olan ifade özgürlüğü, yürüyüş vb hakları dahi hiçe sayarak terörize etmekten geri durmuyor. Kukla tiyatrosu misali kurduğu mahkemelerinde kendi çalıp kendi oynayan devlet sözde ‘hukuk devleti´olduğu iddiasını korurken, hükmünü önceden vermiş olduğu davalarda kendi yasalarını kendisi hiçe sayıyor. İşte bu davalardan biri de devletin sistematik saldırılarının hedefi olmaktan kurtulmayan Demokratik Haklar Federasyonu Dersim örgütlülüğü oldu. Bilindiği gibi 13 Kasım 2012 tarihinde MKP üyeliği iddiasıyla Dersim Demokratik Haklar Derneği üyelerine yönelik yapılan polis baskınları sonucunda toplam 8 kişi gözaltına alınmış bunlardan Hasan Doğan Kılıç, Zafer Güven, Öner Yeşil, Ali Mükan, Mustafa Aytaç ve İbrahim Yolcu tutuklanmış, Uğur Yeşiltepe ve Yıldız Ataş’ın ise tutuksuz yargılanmasına karar verilmişti.1 Mayıs, 18 Mayıs, 8 Mart ve Dersim Katliamı’nı protesto etmek gibi yasal ve meşru eylemlere katıldıkları için örgüt üyesi ilan edilen DHF’li tutsaklara verilen 6’şar yıl üçer aylık hapis ‘cezası’, 20 Ocak 2015’de Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylandı.
Dersim’de ‘cezalara’ karşı ortak eylem Dersim’de DHF, BDP, HDP, ESP ve EMEP’in çağrısıyla Tunceli Barosu’nda düzenlenen basın toplantısında, Tunceli Barosu Başkanı Avukat Uğur Yeşiltepe'ye verilen hapis 'ceza'sının Yargıtay tarafından onaylanması protesto edildi. Basın toplantısında özel yetkili Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’nin Dersim Baro Başkanı Avukat Uğur Yeşiltepe’yle ilgili bu ülkede
gerçek anlamda hukuk güvenliğinin ve güvencesinin kalmadığını, hukuku savunanların dahi güvencesinin olmadığını ortaya koyan bir karar verdiği kaydedilerek ” Dersim Baro Başkanı Avukat Uğur Yeşiltepe’nin ‘ceza’landırılmasına gerekçe sayılan tüm eylemler, Dersim halkı tarafından da sık sık dile getirilen demokratik taleplerle gerçekleştirilen eylemlerdir. Dersim ’38 Kırımı’nı anma etkinliği, Sivas Katliamı’nda hayatını kaybedenleri anma eylemleri,1 Mayıs, Newroz etkinlikleri gibi etkinlikler bu halka mal olmuş, halkın değerleri haline gelmiş etkinliklerdir. Bu etkinliklerin suç olarak görülmesi Dersim halkı tarafından kabul edilmeyeceği gibi tarafımızdan da asla kabul edilmeyecektir.” denildi. 23 Ocak’ta ise Dersim Sendikalar Plartformu’nun çağrısıyla Dersim Barosu binası önünde bir araya gelen aralarında DHF ‘nin de bulunduğu kitle, Dersim Baro Başkanı Avukat Uğur Yeşiltepe için basın açıklaması gerçekleştirdi. Yapılan basın açıklamasında, “Yeşiltepe bu coğrafyanın evladıdır. Bu coğrafyada bunca sorunlar yaşanırken, sessiz durması mümkün değildir. ‘Ceza’ alan müvekkillerini savunmak ve açıklama yapmaktan daha doğal bir durum olabilir mi? Ayrıca 1 Mayıs, Newroz gibi etkinliklere katılmak suç ise ülkemizde milyonlarca işçi ve memur bu suçu işliyor. Yargılayabilecekler mi? İnsan haklarının temeli, hukuk ve hukukun güvenliğidir. Gezi protestolarında öldürülen halkın evlatlarının hangisinin faali cezalandırıldı. Ali İsmail Korkmazın failleri 4-10 yıl arasında cezalar aldılar. Hrant Dink davası hala sürüncemede. Berkin Elvan’ın katilleri açığa çıkarılmadı. Bakanlar aklanmak için yüce divana gönderilmediler. “ denile-
rek Dersim halkı işçi ve emekçiler olarak bu kararı kabul etmediklerini kaydetti.
Mücadelemizi sonuna kadar savunacağız Dersim Munzur Radyo’da ‘siyaset ve gündem’ programına konuk olan DHF Temsilcisi, Av. Eylem Cevahir, Özgür Ulaş ve Yıldız Ataş son süreçte ‘cezaları’ Yargıtay tarafından onaylanan DHF’li tutsaklar üzerine sohbet gerçekleştirdi. Yapılan konuşmalarda devletin ‘operasyon’ adı altındaki saldırısı ve davanın gelişim süreci aktarılırken, Dersim ‘38 kırımını anma etkinliği, Sivas Katliamı’nda hayatını kaybedenleri anma eylemleri,1 Mayıs, Newroz etkinlikleri, mezar ziyaretleri, 18 Mayıs anmasına katılma ve Dersim'de baraj ve HES’lere karşı düzenlenen etkinliklere katılmak gibi eylemlerin örgüt propagandası ve üyeliği olarak sayıldığı kaydedildi. DHF temsilcisi yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Verilen bu ‘cezalar’ DHF’ye verilmiştir. Devlet kendi Alevisini, Kürt’ü ve sosyalistlerini yaratmak istiyor. Bizler bunun karşısında olduğumuz için kurumlarımıza ve derneklerimize baskınlar düzenleyip dernek çalışanlarımıza baskılar yaparak sindirme politikası uygulamaktadır. Ülke genelinde ise dernek çalışanlarımızın, üyelerimizin aileleri telefonla aranıp evlerine gidilerek 'çocuklarınız terör örgütüne yardım ve yataklık etmektedir aileler olarak engellemezseniz bizler engelleyeceğiz ve kötü sonuçlara da katlanmak zorunda kalırsınız' tehditleri savrularak göz dağı verilmek istenmektedir. DHF olarak bizler bu baskı ve sindirme politikalarına karşı asla boyun eğmeyeceğimiz gibi demokratik meşru mücadelemizi sonuna kadar savunacağız.”
“Savunma susmayacak” Tunceli Barosu da 24 Ocak’ta “Savunma Susmayacak” pankartını açarak yaptığı basın açıklamasıyla Av. Uğur Yeşiltepe’ye sahiplendi. Sanat Sokağı'nda bir araya gelen aralarında DHF üye ve taraftarlarının da olduğu kitle, İnsan Hakları Evrensel Anıtı önüne gelindiğinde anıt önünde 5 dakikalık oturma eylemi yaparak “Baro Başkanı yalnız değildir” , “Savunma susturulamaz susmayacak” , “Adaletsizliğe teslim olmayacağız” , ”Dersim Barosu faşizme karşı” sloganlarıyla Seyit Rıza Meydanı’na yürüdü. Meydanda yapılan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:“Yeni bir düşman ceza hukuku uygulamasıyla karşı karşıyayız. Evrensel insan hak ve özgürlükleri açısından, sicili son derece karanlık olan devletin hukuk sistemi tarihine karanlık bir karar daha eklenmiş oldu. Devletin muhalifleri bertaraf etmenin bir aygıtı olarak çalışan yargı mekanizması, bu kararla bir kez daha hepimize gözdağı vermektedir. Polisin, özel yetkili savcının ve mahkemenin hedefi haline gelen Dersim ilinin savunmanlığını üstlenen meslektaşımız da bir süre sonra avukatlığını üstlendiği müvekkilleriyle birlikte polis fezlekesi parçası haline getirilmiştir. Polisin muhalif olduğu için fezlekenin kodladığı birçok yurttaşın ve meslektaşın ve özel yetkili savcılıkla talimat kabul edilip iddianamelerde sanık haline getirilip, bu iddianamelerin özel yetkili mahkemelerce gecikmeksizin karara bağlanıp uygulanması düşündürücüdür. İktidarın aynı fikri, kendisiyle paylaşmayan toplumsal kesimlerin kapısına bir şafak vakti polis fezlekeleriyle dayandığı, meydanlarda sesini yükselten kesimleri gazla copla silahla saldırdığı bir düzenin
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
ileri demokrasi olduğunu savunan bir anlayış olduğunu savunan devlet, baro başkanına verdiği ‘ceza’yla da ne kadar ileri demokrasi işlediğini bir kez daha göstermiştir. Düşman ceza hukuku ilkelerini referans alan bu mekanizmanın ve onun en üst organı olan 9. Ceza Dairesi’nin kararları yok hükmünde kabul edilmelidir. Bizler avukatlar olarak bu davanın takipçisi olacağımızı ve savunmayı her zaman savunacağımızı buradan beyan ediyoruz.”
DHF, Mazgirt ve Ovacık Belediye Başkanlarından basın toplantısı DHF Dersim örgütlülüğü, Ovacık Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu ve Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel DHF davasında verilen ‘ceza’ların Yargıtayca onanmasıyla ilgili bir basın toplantısı düzenledi. DHF temsilcisinin konuyla ilgili yaptığı bilgilendirmeden sonra söz alan Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu şöyle konuştu: “Yüzyıllardır emeksermaye çelişkisi devam etmektedir. 1972’den beri Türkiye -Kuzey Kürdistan’da
03
bu çelişkiyi derinleştiren faşist düzene karşı mücadele eden Kaypakkaya Hareketinin temsilcisi olan DHF yasal ve demokratiktir. 2009’dan buna faşist saldırılara göğüs geren DHF bugün de bu saldırıları boşa çıkaracaktır. Biz bu saldırıları bertaraf edeceğimiz gibi kurumlaşarak mücadelemize devam edeceğiz. Demokratik haklar mücadelemizi derinleştirerek büyüteceğiz.” Maçoğlu’nun ardından söz alan Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel ise şunları söyledi: “Bu karar insan haklarına ve özgürlüklerine sığmamaktadır. Demokratik zeminde yapılan anma ve etkinlikler nasıl oluyor da bir illegal örgüt olan MKP’yle ilişkilendirilebiliyor. DHF, tüzüğü İçişleri Bakanlığı ve illerdeki Valilik makamlarının onaylamasıyla oluşan derneklerdir. Bu dernek asimilasyona ve yozlaşmaya karşı Cemaat- AKP işbirliğine karşı durmuş bir dernektir. Ülke genelinde polisin sudan nedenlerle hazırladığı fezlekelerle tutuklanarak hapishaneye konulan onlarca DHF üyesine onlarca yıl 'ceza' verildi. Şahsım ve başkanlığım adına alınan bu kararı kınıyorum.”
İzmir’de DHF üyesine ve ailesine polis tehdidi Ülke genelinde DHF üye ve taraftarlarına yönelik polis baskıları giderek artarken, İzmir’de de DHF üyesi Selvihan Salar ve ailesi siyasi polis tarafından tehdit edildi Son dönemde devlet tarafından Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üye ve taraftarlarına yönelik gerçekleştirilen tehdit ve ajanlaştırma politikalarına bir yenisi de İzmir’de eklendi. DHF üyesi Selvihan Salar’ın ailesi, İzmir’de siyasi polisler tarafından aranarak tehdit edildi. Daha önce de bu tür tehdit, taciz, korkutma ve sindirme politikalarını uygulayan siyasi polis bu girişiminden sonuç alamayınca, DHF üyesi Salar’ın kardeşi üzerinden tehdit, taciz ve sindirme politikalarına
devam etti.
Salar’dan suç duyurusu Siyasi polisin telefon aramaları ile ‘ev ziyaretlerinin’ ardından savcılığa suç duyurusunda bulunan Salar’ın net tavrı sonucu aynı yöntemi yineleyen polis, kardeşi üzerinden aileye psikolojik baskı yapmaya devam etti. “Kendisi yetmiyormuş gibi kardeşi de eylemlere gitmeye başladı, onu bari kurtarın vb.” söylemler dile getiren siyasi polis, bu tarz tacizlerle devrimcileri yıldırmayı amaçlamaktadır. DHF İzmir Örgütlülüğü, DHF üyesi Salar ile ailesine yönelik tehdit ve baskıların ardından yaptığı açıklamada, faşist devletin kolluk güçlerinin DHF üye ve taraftarlarına yönelik hayata geçirmeye çalıştığı baskı, şantaj, ajanlaştırma ve tehdit politikalarının örgütlü mücadeleyle bertaraf edileceğini vurguladı.
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
100. YILINDA ERMENİ SOYKIRIMI VE YOL ÜSTÜNDE KADAVRALAR!
T
üm kirli ve çirkinliğiyle kanlı bir tarih olarak 24 Nisan 1915 Ermeni Soykırımı’nın 100. yılına girmiş bulunuyoruz. Bütün özel mülkiyet sistemlerinin olduğu gibi Osmanlı ve TC’nin tarihi de soykırımlar tarihidir. Milyonlarca köleler, köylüler, kadim topluluk ve medeniyetler, kadın ve değişik cinsel kimlikler, ulus ve azınlıklar, farklı inanç kesimleri, vahşi politikalarla kıyımdan geçirildi, göçe zorlandı ve kültürel soykırımlara uğratıldı. Bu temelde Jön Türk, İttihat ve Terakki, Kemalizm derken AKP iktidarına kadar Osmanlı’dan TC’ye tekçi Türk egemenlerinin inkar ve imha, asimilasyon, fiziki ve kültürel soykırım eksenli teorik pratik politikaları bugün de özünden hiç bir şey kaybetmeden sürgit devam etmektedir. Böylesi bir tarihsel gerçeklik içerisinde yüzüncü yılına giren Ermeni Soykırımı, ezilen ve sömürülenlerin bellekleri ve tarihinden hiç silinmediği gibi, her yaşanan gün ve anda lanetlenmeyi de hak etmektedir. Ancak geçmiş tarihsel süreçlerden bugüne yol üstünde kadavraların olduğunu da geçerken vurgulamak isteriz. Burjuva medeniyetçi paradigmanın kültür, düşünce, tarih, ideoloji, felsefe, siyaset, devlet, ulus vb eksenli teori ve pratiklerin farklı biçimlerde hala savunucuları söz konusudur. Bu tekçi ve ötekileştirici gerici bayrak altında nice uluslar, azınlıklar, ezilen inanç grupları, işçi ve devasa boyuttaki yoksul köylülük ve emekçiler, kapitalist uygarlık paradigması temelinde sürekli baskı ve zulümden geçirilirken alkışladılar. Ezen ve sömüren sınıf diktatörlüklerinin mazlumlara yönelik baskı ve zulümleri, inkar ve imha politikaları eskiye karşı yenilik, gericiliğe karşı ilericilik, ilkelliğe karşı modernlik adına uygulamaları sevinçle desteklediler. Kapitalizmin burjuva medeniyetçi paradigması çerçeveli tarih, uygarlık, sözde ilerici- gerici eksenli zırva bilinçleri ve yönelimleri, tekçi ulus konseptli devlet ve bu düzlemdeki bütün egemenlik anlayış, çizgi ve ideolojik politik uygulamaları, nasıl devrimci ve komünistlerin çizgi ve yönelimi olabilir? Asla ezilen ve sömürülen kitlelerin, devrimci ve komünistlerin bir tercihi ve çizgisi olamazlar. Mezepotomya ve Anadolu’nun kadim toplulukları, ulusları ve azınlık milliyetleri, ezilen inanç kesimleri düzleminde Asuri, Keldani, Ezidi, Süryani, Ermeni, Yahudi, Kürt, Alevi vd lerine yönelik Türkçü ulus endeksli faşist kıyım politikaları ilericilik adına burjuva medeniyetçi paradigmanın ürünü olarak gerçekleştirilmiştir. Bütün bu meselelerde devrimci ve komünist hareket içerisindeki hatalı çizgiler ve siyasetleri, faydacı ve eklektik oportünist politikaları, yukarıda vurgusunu yaptığımız kapitalist dünyanın konjonktürel atmosferlerinden beslenerek bugünlere kadar gelmiştir. Dünyanın verili koşullarının objektif basıncı doğru bir siyaset ve çizgiye, bağımsız ideolojik siyasi duruşa sahip olmayanları tahrip etmektedir, etti de. Tarihsel basıncıyla şekillenen hatalı yanlış çizgiler ve siyasetler elbette kabul edilemez. Ermeni sorununu Ermeniler yaratmadı, Asala yaratmadı, aynı şekilde Kürt sorununu da Kürtler yaratmadı, PKK yaratmadı. Şengal ve Kobanê’de yaşananları, ezilen ve sömürülenler yaratmadı. Günümüz dünyasında bütün ulusal ve azınlık milliyetlere, ezilen inançlara yönelik eşitsizlikleri yaratan emperyalist kapitalist dünya sistemi ve onun sömürü ve zulüm politikalarıdır. Osmanlı’dan TC’ye soykırım ve katliamlar, münferit ve tesadüfi, sadece bir kralın, bir grubun, bir düzen partisinin özel tercihi değil emperyalist kapitalist dünya sisteminin bir bileşeni olarak tüm Türk egemenlerinin tek ulus ve İslam devlet projelerinin ortak paydasıydı. Bu planda sömürücü egemen sınıfların tüm blokları ve klikleri birleşti. Tekçilik, tek devlet, tek millet, tek dil, tek bayrak, tek vatan bugün de olduğu gibi dün de tüm Türk egemenlerinin ortak yönelimiydi. Herkes Türkleştirilecek ve herkes Müslümanlaştırılacak, Türk ve Müslüman olmayanların her türlü varlığının talan edilmesi ve mallarına el konulması Tanzimat’tan bugüne Türk ulus devlet projesinin stratejik bir karakteristiğidir. Nitekim soykı-
rımlardan geçirilirken mallarına da zorla el konulduğunu vurgulamak isteriz. Hem devlet ulusu hem de ulus devleti, homojen ulus projeleri vb bunların tümü kapitalist pazarın ve sermayenin ihtiyacı olan argümanlarıdır. Ulusal eşitsizliklere tam hak eşitliği zemininde son verme yerine anayasal burjuva devlet yurttaşları eksenindeki yönelim fiili eşitsizlikler ortamına karşın hukuki sözde özgür yurttaş, kapitalist sömürüyü gizleyen bir perdeden ibarettir. Ulus ve milliyet, bazılarının iddia ettiği gibi bir inanç birliği, bir zihniyet birliği değildir ya da eşitsizlik-ler gerçeğine karşın cins, renk ya da sınıfın kaynaştığı ulvi bir kategori değildir. Emile Durkheimcı bu tür tek bir ulus yaratma zihniyeti Kemalistlerin, Mussoliniler ve Hitler’in de rehberiydi. Kapitalizmin ihtiyacı olarak vatan denilen pazar görülmek durumundadır. Bütün bu gerici tarih ve sözde uygarlıkçı burjuva medeniyetçi paradigma teşhir ve tenkit edilmesi gerekirken ne yazık ki hala ondan çeşitli biçimlerde medet umanlar vardır. Bizzat sorunların kaynağı olan ve hala sorun yaratarak eşitsizlikler, inkar ve imha, tekçi egemen ulus devlet konseptli projelere biat çağrıları yapılmaktadır. Bununla örtüşecek şekilde faşist TC’ye ’bu acılı tarihle yüzleşme’’ çağrıları yapılmaktadır. Ve yine uluslararası sermaye güçleri ve lobilerinden uzak durulup, ‘barışçıl yol’ eksenli mücadele salık verilerek tam da emperyalist kapitalizmin halihazırdaki eşitsiz ve tekçi düzeniçi sınırlarına entegre olma çağrıları ve nakaratları yinelenmektedir. Şıracının şahidi bozacı misali tarih boyunca günümüze kadar bütün zulüm ve sömürü politikalarının bizzat yaratıcıları ve ortakları, kesinlikle çözüm mercileri ve projeleri kapsamında görülemez ve kabul edilemez Uluslararası tekelci sermayenin mevcut koşullarda merkezileşmesi ve derinleşmesine uygun olarak dünya genelinde ve tabii ki Ortadoğu ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’da tekçiliğin yeniden üretimi süreci devam etmektedir. Bugün ’’Türkiyelileşme’’ argümanıyla uluslararası emperyalist sermayenin ihtiyaçları, yayılma planları, emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilen tarihten günümüze Ermeni, Kürt vd tüm soykırım ve katliamlar gerçekliğine karşın bu yönlü maiyetleri, yeni milli terbiye planlarını, özür, ’’anayasal vatandaşlık’’ gibi kullanılan ifadelerin tasfiyeci içeriği açıktır. Aynı günün iki köklü ve temelden farklı yöneliminden biri olarak 24 Nisan 1972’de kuruluşu ilan edilen Maoist Komünist hareketimiz tüm bu hatalara karşın, keskin bir kopuşu ifade etmektedir. Maoist hareketimiz Ermeni, Dersim vd soykırımlar, Kürt vd katliamlara karşı çıktı. Jön-Türkçü, İttihatçı ve Kemalist cumhuriyetçi mirası kökleriyle reddetti. Pir Sultanların, Şeyh Bedrettinlerin, Selçuklu ve Osmanlıya başkaldırmış Börklüce Mustafaların, Babailerin, Baba İshakların, İnce Memedlerin, ezilen Kürt ulusunun isyanlarının, Karayılanların vd lerinin ilerici, kahraman ve devrimci miraslarına sahip çıktı. Bu, dünya ve Türkiye- Kuzey Kürdistan gerçekliğinde yeni nitel bir tarih bilinci ve tarihsel doğruluştu. Bu doğruluşun önderi ve komünizmin özüne sarılan Kaypakkaya yoldaş, devrimci metotla gerçeği tüm dünyada ve tarihte ilk kez formüle ediyordu. Nitekim bu nitel çıkış çok geçmeden karşılığını buluyor ve Maoist komünist gelenek Orhan Bakır, Nubar Yalım, Manuel Demir, Hırant Dink,İmam Boztaş ve ismini sayamadığımız Ermeni yoldaşlarla buluşuyordu. Komünistler, tarihin devrimci mücadelede bir silah haline getirilmesini öngörür ve bu temelde ezilen ve sömürülenlerin tarihinin ilerici yönlerini referans alır. Bu temelde yol üstünde kadavralara karşı da genetik kodları üzerinden yükselerek mücadelesini doğru ve bilimsel olarak güncelleştirir. Bu bilinçle tarihin ve insanlığın başına gelmiş en büyük felaketlerden biri olarak Ermeni Soykırımı‘nı lanetlerken Ermenilerin ve diğer bütün ulus, azınlık milliyet ve ezilen inanç kesimlerine yönelik tarihi haksızlıkları kınıyor, somut ve güncel haklı talepleri ve en demokratik meşru haklarının savunucusu olarak mücadelemizin birer parçası olarak görüyoruz.
04
güncel haber
AKP ile Cemaat krizi derinleşiyor AKP ile Gülen Cemaati arasında emperyalizme uşaklık temelindeki iktidar dalaşı farklı boyutlarda devam ediyor. AKP iktidarının devlet nezdinde önemli avantajlarını da kullanarak Gülen Cemaati‘ne yönelik tasfiye politikaları yeni biçimler alarak kamuoyuna da yansımaktadır Özellikle AKP içerisinde ittifak halindeyken birlikte birçok tasfiye ve katliam politikalarına imza atan her iki hakim sınıf kliğinin (AKP-Gülen Cemaati) son yıllarda kendi içerisinde ayrışma ve iktidara sahip olma temelindeki dalaşı önceki süreçlerindeki kirli politikalarını deşifre etmeye kadar vardırmış bulunmaktadır. Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in Bugün Gazetesi‘ne verdiği röportajda, 8 Kasım 2009 tarihinde otobüse molotof atılması sonucu 18 yaşındaki Serap Eser’in öldürülmesini MİT’in yaptığını söylemesi, kamuoyunda aslında çok önceden bilinen bir tartışmayı da yeniden gündeme getirdi. Her iki kliğin koalisyon süreci içerisindeki kirli çamaşırların ortaya dökülmesi, kitlelerde tekçi faşist Türk devletinin gerçek kirli ve katil yüzünün görülmesi açısından olumlu olmuştur. İ. N. Şahin’in devlet nezdinde giderayak etkisini yitirmesi karşısında son kirli çamaşırları da birer birer dökerek AKP’yi zayıflatma adına Türk devletinin nasıl da senaryolar ve provakasyonlar yaratarak katliam gerçekleştirdiğini de kamuoyunun dikkatine çekmesi açısından öğretici olmaktadır. Maoist komünistler açısından hiç de şaşılacak bir durum söz konusu değildir. Osmanlı’dan TC’ye ve bugünlere kadar uzanan Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaşında birbirlerine karşı kullandıkları yöntemler ve argümanlar sürekli söz konusu olmuştur. Aynı şekilde Türk devletinin bekası için nasıl da kucaklaşarak ortaklaştıkları ve kutsal devletlerini korumak için nasıl da kol kola ezilen ve sömürülen kitlelere karşı- devrimci politikaları birlikte gerçekleştirdikleri de bir o kadar sabittir. Bu açıdan Osmanlı saray oyunlarında da Jön-Türk, İttihat ve Terakki, Kemalizm’de de tüm çirkinlikleriyle ayak oyunlarının ve kirli politikaların gerçekleştirildiği bir o kadar sabittir. Demek ki AKP iktidarının da özellikle CHP ve Gülen Cemaati‘ne karşı sürdürdüğü politikaların Türk hakim sınıf klikleri arası dalaştan öte bir anlam ifade etmediği anlaşılmalıdır. Bu eksende nasıl ki başta Kemalist askeri vesayete karşı Gülen Cemaati‘yle kol kola girerek dalaşıp iktidar icra ettilerse ve nasıl da Dersim Katliamı vs üzerinden CHP‘ nin tek parti diktatörlüğü-
ne yöneldilerse iktidarını daha da sağlamlaştırarak onu daha da güçlendirip uzun erimli kılmak için bizzat kendi suç ortağı Gülen Cemaati‘ne yönelmesi de kaçınılmaz bir durumdu. Nitekim ’’paralel devletle mücadele’’ adı altında AKP iktidarının Gülen Cemaati‘ne yönelik tasfiye operasyonları da bu kapsamda değerlendirilmelidir.
İdris Naim’den giderayak itiraflar! İ. N. Şahin niye muhalif bir medyaya kendi içişleri bakanı olduğu dönemdeki Türk devletinin katliamını deşifre etmektedir? Durum çok açıktır ki kılıçlar zaten epeydir çekilmişken tasfiye de giderayak devletin önemli, temel ve stratejik bir kurumu olan MİT’in katliamını eleştirmektedir. Bu çok açık, AKP iktidarına siz beni- bizi tasfiye ettiniz ve hala bize yöneliyorsunuz ben de sizi zayıflatmak için birlikte olduğumuz dönemdeki kirli yanları açıklarım demektedir. Bu deşifrasyon durumunun, bu örnekle bitmeyeceği de görülmektedir. Nitekim AKP iktidarının Gülen Cemaati‘ne karşı tasfiye politikaları tüm hızı ve yoğunluğuyla sürerken karşı tarafın da eli armut toplamamakta ve gücünün yettiği oranında karşı atışlar yapmaktadır. İ. N. Şahin’in devletin başka katliamlarına yönelik açıklamalarda bulunması da bizleri hiç şaşırtmamalıdır. Diğer yandan katil Naim’in imana gelerek saflarını ezilen ve sömürülen kitlelerden yana belirlediği yönlü yanılsamalarda da bulunulmamalıdır. Elbette insanların kendi sömürücü zalim sınıfsal karakterlerinden arınarak halk saflarına iltihak etmeleri iyi bir şeydir. Ancak İ. N. Şahin’de bu durumun esamesi görülmemektedir. Onun tek derdi AKP’den öç almaktır ve bunun için de devletin katliamlarını kamuoyuna açıklayarak kendince öç almaktadır. En büyüğünden en küçüğüne kadar Türk hakim sınıf klikleri arası çelişkiler de ortaya dökülen kirli çamaşırlar TürkiyeKuzey Kürdistan işçi ve emekçilerinin tekçi faşist Türk egemenlik sisteminin gerçek yüzünü görmesi açısından iyidir. Tekçi faşist devletin bu tür deşifrasyonu üzerinden teşhir kampanyalarıyla daha fazla zayıflatılması ve kitlelerle arasındaki makasın daha da açılması önemli görevlerimiz arasındadır. Diğer her bir şey de olduğu gibi bu yönüyle de gerçeklerin devrimci olduğu bilinciyle ezilen ve sömürülen halk kitleleri son derece haklı ve meşru demokratik mücadeleleriyle burjuva devlet mekanizmasını parçalayarak kültür devrimleri perspektifi ve yönelimiyle tüm kirliliklerinden arınarak ilerleyişini sürdürecektir. Zira sosyalist devrimimiz aynı zamanda Kültür Devrimi niteliğinde bir devrim olacaktır ve Kültür Devrimleri‘yle de azami programımız olan dünya genelinde komünizme varılacaktır.
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
AKP yolsuzluk Kamuoyunda ‘17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ olarak bilinen ve bu ‘operasyonda’ adı geçen AKP’li 4 eski bakan hakkında Mecliste yapılan oylamada, eski bakanların Yüce Divan’a gönderilmemesi kararı çıktı Mecliste yapılan oylamada 4 AKP milletvekili hakkında çıkarılan Yüce Divan’a gönderilmeme kararı kamuoyunun beklediği bir karar olması nedeniyle dikkat çekti. Zira yolsuzluk ve rüşvet suçlarına karışan sadece bu 4 eski bakanın gösterdiği reflekslerde açığa çıkıyordu.
‘17 Aralık operasyonu’nda ne olmuştu? 17 Aralık soruşturması, 17 Aralık 2013 günü Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın gözaltı talimatları ve ilgili mahkemelerin arama kararlarının yerine getirilmesiyle kamuoyunun duyduğu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele ve Mali Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından gerçekleştirildi. Rüşvet ve yolsuzluk soruşturması aralarında iş adamları, bürokratlar, banka müdürü, çeşitli düzeyde kamu görevlileri ve 61. Türkiye Hükümeti kabine üyesi dört bakan ile üç bakan çocuğunun olduğu kişiler hakkında, "rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık" suçlarını işledikleri iddiasıyla yürütülen soruşturmadır. Şüphelilerin ev ve işyerlerinde arama yapılarak ele geçirilen çeşitli eşya ve paralara el konuldu. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Oğuz Bayraktar, işadamı Ali Ağaoğlu, Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan ve Rıza Sarraf gözaltına alındı. Soruşturmada ismi geçen bakanlardan biri de Egemen Bağış’tı.
Paylaşılmayan iktidar Bu soruşturmadan sonra her ne kadar dört bakan görevden alınmış olsa da AKP, bunu bir sivil darbe girişimi olarak değerlen-
direrek karşı saldırıya geçti. Karşısına aldığı ise iktidarının büyük ortağı Gülen Cemaati’ydi. Ne de olsa koalisyon çatırdamış, işler karışmış ve kılıçlar kınından çekilmişti. Gülen Cemaati gücünü göstermek için ilk kılıcı çeken oldu. Yıllardır gördüğü ve ortak olduğu pislikleri bir anda ortaya saçtı. AKP iktidarı, şok içindeydi. Bilal paraları taşımaktan helak olmuştu. Ve Fethullah Gülen bir çırpıda AKP tarafından ‘iblis’ olarak ilan edildi. Oysa birlikte epey iş yapmışlardı. Devrimcilere, aydınlara, Kürt yurtseverlere ve AKP ile Cemaati teşhir eden gazetecilere karşı birçok ‘operasyona’ imza atmışlardı. Darbelerle yüzleşme, sorumluların cezalandırılması, askeri vesayetin kaldırılması adı altında “Ergenekon operasyonları” adını verdikleri bir dizi ‘operasyonla’ Kemalistlerin belini kırmışlardı. Fakat sıra iktidarın nimetlerini yemeye gelince kavga başladı.
AKP’nin Yüce Divan korkusu O kavga hala sürerken, öte yandan AKP kendini aklama telaşına düştü. Bu telaşın son halini, 17-25 Aralık 2013 ‘operasyonlarının’ ardından yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan AKP’li 4 eski bakan Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar için Meclis Genel Kurulu’nda yapılan oylamada görüldü. Meclis’te 21 Ocak günü yapılan oylamada AKP’li eski bakanlar Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar hakkında Yüce Divan
05 ve YüceDivan
kararı çıkmadı. Yolsuzluk ve rüşvet iktidarının Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kadar uzandığı gerçekliği ülke kamuoyunda iyice teşhir olan AKP iktidarının, Cemaate yönelik gerçekleştirdiği ‘operasyonlardan’ yolsuzlukları soruşturan savcıları görevden almaya kadar inşa ettiği süreçle birlikte iyice açığa çıkan bir gerçeklik, AKP’nin yolsuzlukların üzerini örteceğiydi. Bu oylamadan çıkan sonuçlarla birlikte AKP’nin yolsuzluk ve rüşvet iktidarı olduğu gerçekliği kamuoyunda bir kez daha teşhir oldu. Meclis’teki Genel Kurul öncesinde nasıl bir konuşma yapacakları dahi tartışma konusu olan AKP’li eski bakanlardan Zafer Çağlayan, genel kurul oylamasına katılmadı. Egemen Bağış, Erdoğan Bayraktar ve Muammer Güler ise kürsüye çıkmazken, bulundukları yerlerden kısa açıklamalar yaptı.
Eski bakanlara AKP koruması İlk oylama eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan hakkında yapıldı. 517 oyun kullanıldığı oylama sonucu, 244 kabul, 264 ret ve 7 çekimser oy kullanıldı. Eski bakan Çağlayan’ın Yüce Divan’a gönderilmesi yönünde karar alınan oylamada, AKP grubunun 40 fire vermesi dikkati çekti. Eski İçişleri Bakanı Muammer Güler için yapılan oylamada 258 ret, 241 kabul oyu çıktı. Bu arada 6 oy çekim-
ser, 4 oy boş ve 4 oy da geçersiz sayıldı. Eski Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış için yapılan oylama sonuçları ise 245 kabul, 255 ret, 7 çekimser, 4 geçersiz ve 6 boş oy çıktı. Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar hakkında yapılan oylamada 288 ret, 219 kabul, 3 çekimser, 2 geçersiz ve 3 boş oy kullanıldı. Bu sonuçlarla birlikte AKP’li eski bakanların dördü için de “Yüce Divan’a gönderilmemesi” kararı alınmış oldu. Eski bakan Güler oylama sonrasında önemli olanın 276 oy olduğunu belirterek “Oylar o rakamı bulmadı, hayırlı olsun” dedi.
İdris Baluken değerlendirme Oylama sonrasında bir değerlendirmede bulunan HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, “Genel kuruldaki oylama sonucu her 4 bakanı aklayan değil, daha çok zan altında bırakan bir tabloyla sonuçlanmıştır” dedi. Baluken, AKP grubunda ortaya çıkan firelere ilişkin de şunları söyledi: “AKP hesaba katmadığı bir siyasi tabloyla şoka uğramıştır. Siyasi yansımaları da şüphesiz ağır olacaktır. AKP’de kazanlar kaynamaya başlamıştır. Erdoğan Bayraktar dışında salt çoğunluğa ulaşan bakan olmadı. Bu sonuçlar önümüzdeki günlerin önemli gündemi olacak” ifadesinde bulundu.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
KOBANÊ’DE TERS KÖŞE OLAN AKP
K
obanê’de yaşanan barbar saldırı salt IŞİD gericiliğiyle sınırlı değildi, değildir. Kimi emperyalist güçler doğrudan bu barbarlığın yaşanmasında rol alırken, kimi emperyalist güçler de kendisine angaje bir Kobanê yaratma hayaliyle görünürde olumlu rol aldı. Emperyalist güçlerin iki cephede pozisyon gösteren durumu aralarındaki çelişkilerin ürünü olup bölgedeki nüfuz hesaplarının gereğidir. Faşist “TC’’ devleti ise AKP iktidarı vasıtasıyla IŞİD denen bu barbar gericiliği açık-kapalı her biçimde destekleyerek ve bu desteği devam ettirerek rol oynadı, oynuyor. AKP’nin aldığı bu pozisyon bir taraftan IŞİD’le dine dayalı doku benzerliğinin ürünüyken, diğer taraftan ve esasta da bölgede gerçekleşmesi muhtemel ve mümkün olan bir Kürt yönetimine veya Kürdistan’ın bir parçasının daha fazla statü elde etmesinden duyduğu gerici rahatsızlık ve hatta korkudur! AKP’nin oynadığı bu rol ya da aldığı pozisyonun IŞİD yanlısı-IŞİD’i destekleyen konumda olması; rehinelerin takas yoluyla kurtarılması, yakın zaman önce IŞİD tarafından kaçırılan sınır karakolu subayının aynı biçimde gizli görüşme ve anlaşmalarla geri alınması, yaralıların tedavi edilmesi, otellerde konuk etmeler, tırlarla gönderilen silahlar ve paralar, Esad’a karşıtlık adı altında diğer güçler gibi IŞİD’i de eğitip silahlandırması vb olarak kamuoyunca alenen bilinenlerdir. (Ki, Esad iktidarının yıkılması için emperyalist güçlerden taviz alamayınca, IŞİD silahını kullanarak haklılıklarını kanıtlayıp, kendilerince emperyalistlere dediklerini kabul ettirme hayalleri AKP’yi tam bir IŞİD destekçisi-işbirlikçisi yaptı…) Dahası, dünya kamuoyu da AKP iktidarının bu rolünü yerinde görerek tespit etmekte, gerekli uyarıları vermektedir. Özellikle IŞİD üyelerinin “Türkiye’’ sınırını kullanarak engelsiz olarak giriş çıkış yaptıkları ve birçok IŞİD üyesinin “Türkiye’’ üzerinden diğer ülkelere giriş yaptığı net olarak açığa çıkmış bir durumdur. Japonya’nın kendi vatandaşlarını IŞİD’in elinden kurtarmak için AKP iktidarının aracı olmasını istemesi de boşuna değildir. Dünyadaki kanının ne olduğunu okumak açısından Japonya’nın bu tavrı yeterlidir. Özellikle AKP’nin IŞİD’in elindeki rehineleri kurtarırken, nasıl ve hangi yollarla, hangi ilişkilerle IŞİD’e ulaştığı sorusu dikkat çeken bir noktadır. İbre AKP ile IŞİD ilişkisini açıkça göstermektedir… Gelişmeler genel olarak (ulusal ve uluslararası alanda) AKP aleyhine seyretmektedir. Mevcut durumdaki gelişme ve eğilimi böyle tespit etmek yanlış olmaz. AKP bunu görüyor ve her noktada uç çıkışlarla, açıklamalarla, aldığı tavırlarla vb bu durumu değiştirmeye ve hiç değilse bura üzerinden yaptığı demagojiyle kendi tabanını sağlam tutmayı amaçlayarak, içerde kimi baskı politikalarıyla birlikte, kuru sıkıdan ibaret siyasete sarılmaktadır. Tam da bu zamanda Kürt güçleri Kobane’deki gerici IŞİD barbarlığını püskürtüp bir zafer kazandı. Şehrin yerleşim alanından olmak kaydıyla Kobanê IŞİD gericiliğinden temizlendi. Bu haber Kürtler’de kutlama sevinciyle karşılanırken, tüm ilerici, aydın ve devrimci dünyayı da sevindirdi. Kobanê’de IŞİD’e karşı mevcut zafer uluslararası alanda da etki yarattı. Bu etkiye karşı AKP iktidarı da kimi sözcüleri vasıtasıyla “Yavuz hırsız’’ misali “Umarız oraya yaptığımız yardımları unutmazlar’’ diyerek yüzsüzlüğün daniskasını sergiledi. Daha önce “Kobane düştü, düşecek’’ diyerek el ovuşturan ve her fırsatta Kobanê’nin düşmesi için elinden gelen tüm düşmanlığı yapıp IŞİD’i destekleyen bu AK yüzsüzler, Kobanê’de yaşanan mevcut zafer karşısında kaleden çıkarak penaltı atıcılığına geç-
mek istiyor. Tüm düşmanlık ve saldırganlık politikaları bugünkü zafer karşısında açıkça iflas ederek ters köşe olmasına yol açtı. İşte bu durum karşısında tüm yaptıklarını bir anda unutarak kendine pay çıkarma yüzsüzlüğüne başvurmaktadırlar. Utanmadan, sıkılmadan… Sanki, alenen yaptıkları Kürt düşmanlığı ve IŞİD dostluğu olmamış gibi, o insanlara yaptıkları yardımlardan söz etmekte, yüzsüzlüğü daha da ilerletip “iyiliklerinin’’ kadrinin bilinip bilinmeyeceğinden dem vurmaktadırlar. Siyaset bu kadar kirli, bu kadar yüzsüz, bu kadar hayasız olabilir. Ve burjuva siyasetten başka hiçbir siyaset kültürü ve etiği bu yüz karası duruma düşemez. Halkın belleği iyi kaydeder. Kimin dost, kimin düşman olduğunu unutmaz halk. Kim yardım etti, kim saldırdı iyi bilir, iyi kaydeder o bellek. AKP Kobanê zaferi karşısında yaptığı kimi açıklamalarında “Şark kurnazlığına’’ benzer siyaset tarzıyla “U dönüşü’’ yapmaktadır. Kobanê üzerine kurduğu tüm hayalleri, beklentileri ve düşleri Kürtlerce kazanılan zaferle birlikte suya düştü. İddiaları, propagandaları, gayretleri ve tüm kurguları zaferin tesiriyle alabora olup soğuk sulara gömüldü. Dolayısıyla “U dönüşüyle’’ pozisyon almaya çalışan AKP, altında kaldığı saldırganlık politikası garabetinden sıyrılmak için, daha önce; “Onlar da terörist, PKK de terörist. Onların IŞİD’den ne farkı var, onlar da teröristtir bizim için…’’ diyen AKP iktidarı, şimdilerde Kobanê’ye selam göndermekten sakınmamakta, utanç duymamakta ve değerbilir kesilerek “yaptığımız iyilikleri unutmazlar’’ diyecek kadar derin bir şuur soku yaşamaktadır. AKP’nin Kobanê zaferi karşısındaki “U dönüşü’’ manevrası Davutoğlu’nun Amed konuşmasında da aynı sahtekarlığı, aynı arsızlığı ve aynı çirkefi sergiliyordu. Amed’deki mitingde konuşan Davutoğlu, Kobanê’ye selam göndermektedir. Zafer elbette sizleri dize getirecektir ancak sizin direnişe düşmanlığınız ve IŞİD destekçiliğiniz asla unutulmayacaktır. Paralel yapı argümanından başka silahı kalmamış, yolsuzluk ve hırsızlıkta nam salmış, gerçekleştirdikleri katliamları örtbas ederek haklamış ve faşist baskıyla buna uygun yasal düzenlemelerde her gün bir adım ileri giderek halkın yaşamına karabasan gibi çöken bu Sunniİslam eşrafının tasını tarağını toplayarak işgal ettiği alandan çekilmesinin günleri yakındır. Bu seçimler bu hesaba sahne olacaktır. Sonuç olarak, Kobanê’de kazanılan zafer şahsında direnen Kürtler ve tüm devrimci demokrat güçleri kutluyor, daha büyük başarılara koşacaklarına olan inancımızı belirtiyoruz. Mevcut zafer sınırlı da olsa, henüz tam zaferden söz edilmese de kazanılmış olan bu zafer, son derece anlamlı ve büyüktür! Ve inanıyoruz ki, direnen Kürtler daha büyük zaferler elde ederek IŞİD ve onun destekçisi tüm gericileri yenecektir! Nihai zafer direnenlerin olacaktır! Nitekim Ezidi Kürtlerin kendi kendini yönetme hedefiyle Şengal’de gerçekleştirdiği toplantı, Batı Kürdistan’da Kanton modeliyle yeni bir statünün yürüyüş halinde olduğunu gösteriyor. Ve orada da Ezidi Kürtlerin kendi kaderleriyle ilgili adımları gerici reaksiyonlara muhatap olmaktadır. Barzani’nin bu reaksiyonu, AKP’nin Kürtlerin elde edeceği ve ettiği statüler karşısında duyduğu rahatsızlıkla benzer ve kardeştir. Ama Kürtler büyük mücadeleleriyle Büyük Kürdistan ya da Demokratik Birleşik Kürdistan olasılığına doğru ilerlemektedir. Bu ilerleyişin durdurulması kolay ve nihai anlamda mümkün olmayacaktır. Zafer, Kürdistan ve tüm dünyada proletarya önderliğinde ezilen sömürülen halk kitlelerin olacak! Kobanê zaferini selamlıyoruz!
06
güncel haber
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
‘İç Güvenlik Paketi’ ve faşizm! “İç Güvelik Paketi” olarak adlandırılan yasa tasarısı, Meclis İçişleri Komisyonu tarafından kabul edildi. Paket kısa süre içinde Meclis Genel Kurulu’nda görüşülerek onaylanmak üzere hazırda bekletiliyor Ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı ve emperyalizme bağlı karakteri gereği devlete hâkim sınıflar ve uşakları tarafından yürütülen ekonomi politikalar da bu gerçekliğe uygun sürdürülmektedir. Bu politikalar halklara sömürü, açlık, işsizlik ve ölüm vb. getirmektedir. Diğer tüm gerici sistemler gibi Türk hâkim sınıflarının sistemi de gerici ve faşizmle mustariptir. Bundan dolayıdır ki uyguladıkları saldırılar ve sonrasında kanunlaştırdıkları tüm yasalar kendi güvenliklerini sağlamaya ve halkları ezmeye, bastırmaya yöneliktir. Bugün çıkarılan “paketler” bunun içindir. Dolayısıyla “istikrar” kavramının çokça dillendirildiği günümüzde aslında somut olarak “istikrarsızlık” hâkimdir ve ülkemiz hakim sınıfları iktidarı da bu istikrarsızlığı bilmesine karşın halka yalan söylemektedir. İşte bizim gibi ülkelerde gerici-faşist hâkim iktidarların, ‘istikrarı sağlamasının’ tek yolu: faşizmdir! Havuçların çokça tüketildiği ortamda tepkisi çığ gibi büyüyecek kitlelere sopayla ayar vermek yani.
‘İç Güvenlik Paketi’nde neler var? Polise “olağanüstü yetki” verilen “İç Güvenlik Paketi”nde Türk hâkim sınıflarının ezilen halklara karşı kendi güvenliğini sağlama maddeleri yer alıyor. Yeni yasayla birlikte polis artık toplumsal 'olaylarda' silah kullanabilecek. Yüz kapamaya hapis ‘cezası’ verilebilecek. Valiler polise talimat verebilecek. ‘Yasa dışı toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin’ dağıtılmasında, gerektiğinde boyalı su da kullanılabilecek. Hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Emniyet Genel Müdürü veya İstihbarat Dairesi Başkanının yazılı emriyle, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespit edilerek dinlenip, sinyal bilgileri değerlendirilirken; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde verilen yazılı emir, artık 24 saat yerine 48
saat içinde yetkili ve görevli hâkimin onayına sunulacak. ‘Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinde’, "havai fişek, molotofkokteyli ve benzeri el yapımı patlayıcılar, demir bilye ve sapan" bulundurulması ve taşınması yasak olan maddeler kapsamında ele alınacak. Toplumsal 'olaylarda' bulundurulması ve taşınması yasak olan suç aletlerini taşıyanlara verilecek ‘cezalar’ artırılacak. Bunları taşıyanlar, 2 yıl 6 aydan 4 yıla kadar hapis ‘cezasına’ çarptırılabilecek.
Aç çocuğu dövmek burjuvazinin ‘adaleti’ Şirinevler Burger King şubesinde müşteriden arta kalan patatesi yemek isteyen Halil isimli Suriyeli bir çocuk, şube müdürü tarafından dövüldü. Yaşanan saldırıya karşı tepkiler gelişince Burger King, bahsi geçen müdürü işten çıkardığını açıklayarak tepkileri engellemeye çalıştı
AKP iktidarı köşeye sıkıştıkça saldırılarını arttırıyor “İç Güvenlik Paketi”yle getirilen yasalar burjuva basının gündeme yansıttığı ve tartıştırdığı gibi yeni midir? Berkin Elvan’ı, Nihat Kazanhan’ı, Ümit Kurt’u katledenler, Roboski’de, Gezi Ayaklanması’nda, Kobanê serhıldanlarında katliam uygulayan anlayış, yalnızca katliamları meşrulaştırdı. Türk hâkim sınıflarının devleti, pratikte uyguladığı katliamları, teorilerine de uydurarak yasallaştırmak istiyor. Toplumsal eylemlerin baskısını üzerinde hisseden AKP iktidarı, köşeye sıkışmış durumdadır. “Eceli gelen köpek, cami duvarına işer” misali, halka uygulanan terörde aynı oranda yükseltiliyor. AKP iktidarının gün yüzüne çıkan yolsuzlukları, katliamları, IŞİD’e verilen destek, gözaltı ve tutuklama terörü, artan faşist baskılarla birlikte halkın haklı mücadelesini engellemek isteyen Türk hâkim sınıfları, yeni yasalara sarılıyor. “Yeni” olarak atfedilen yasalar, halkın uzun zamandır yaşadığı gerçekliğin, hukuk kılıfına geçirilmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla bu saldırı yasalarına karşı da halkların haklı, meşru ve militan mücadelesini örgütlemek ve karşı durmak, önemli ve kaçınılmaz görevlerden biri olarak karşımızda duruyor.
Ülkemizde özellikle son yıllarda yaşanan emperyalist saldırılarla birlikte giderek artan göçmenlik olgusu, ırkçılık olgusuyla başa baş gitmeye başladı. Öncesinde de özellikle Romanlara karşı ayrımcı ve ırkçı politikalar söz konusuyken özellikle Irak, Suriye, Türkmenistan, Afrika ülkeleri, Güney Amerika ülkeleri vb. yerlerden artan göç olgusuyla birlikte ülkemizde yok sayılan ırkçılık daha görünür oldu. Kuşkusuz göçmenlik olgusu paralelinde yeni tipte bir yoksulluğu da beraberinde getirdi. Ülkemizde zaten oldukça fazla olan sokaklarda yaşamaya ve ‘dilenmeye’ mâhkum edilen insanların sayısı giderek arttı. İşte bu iki olgunun yan yana geldiği nokta Burger King’de Suriye’den savaş nedeniyle ailesiyle birlikte ülkemize göç etmek zorunda kalan Halil isimli bir çocuğun, bir müşteriden arta kalan patatesleri çöpten alıp yemek isterken şube müdürü tarafından dövülmesi oldu. Okuyunca kulağa bir ‘Kemalettin Tuğcu Hikayesi’ gibi gelse de bu ülkemizde gayet sıradan bir ‘olay’ olarak yaşanan günlük adaletsizlik bilançosuna eklendi. Üstelik bu olayın ortaya çıkmasını sağlayan sadece orada bulunan insanların bu saldırıyı görüntüleye-
rek yayınlanması. Oysa biliyoruz ki sokaklar nice ‘görünmez Halil’le dolu.
Pardon, burjuvazinin ‘vicdanı’ mı dediniz? Büyük tepkilere yol açan saldırı Şirinevler’de yaşandı. 11 yaşındaki Halil isimli Suriyeli bir çocuk Burger King’de müşteriden arta kalan patatesleri yemek için almaya çalışırken, Şube Müdürü Ömer E. tarafından darp edildi. Çocuğun darp edilmesine çevrede bulunan halk tepki gösterirken, çocuğun fotoğrafları sosyal medyada paylaşıldı. Gelen tepkiler üzerine Burger King, tepkileri ve protestoları engellemek için bir açıklama yayınlayarak Şube Müdürü’nü işten çıkardığını açıkladı. Dünya kamuoyuna da yansıyan saldırı sebebiyle İngiliz Independent Gazetesine konuşan Burger King Şirketinin sözcüsü “meydana gelen olay” konusunda Burger King şirketinin bilgilendirildiğini aktararak “Bu çalışanın hareketleri ne Burger King marka değerlerini ne de bağımsız olarak bu lokantanın sahibi olup işleten bayinin değerlerini yansıtıyor. Bayi, bu çalışanın işine hemen son verdi ve olayın hemen ardından özür diledi” dedi.
‘Sadaka vererek’ susturmaya çalıştı Öte yandan Halil ve ailesinin savaş nedeniyle 2 yıl önce Halep’ten Yenibosna’ya geldikleri, annesinin konfeksiyon atölyesinde çalışırken babasının ise sokakta karton topladığı ortaya çıktı. 13 ve 10 yaşındaki 2 kardeşiyle bütün gün İstanbul sokaklarında dolaşarak insanlardan yemek ve para istediğini anlatan 11 yaşındaki Halil, Burger King şube müdürünün burnuna yumruk ve yüzüne tokat attığını, ayaklarını ise tekmelediğini söyle-
güncel haber
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
07
Şengal’de Kanton tartışmaları IŞİD tarafından 2014 yılı içerisinde işgal edilen ve büyük bir katliamın yaşandığı Şengal’de, IŞİD’in bölgeden uzaklaştırılması sonrası KDP ile PKK arasında Kanton tartışmaları başladı
di. Yaşanan saldırı bir yandan burjuvazinin ‘ahlakını’ ve ‘adaletini’ bir kez daha ortaya koyarken Halil’i döven şube müdürünün Halil’in babasına 100 lira ‘sadaka’ vererek babasını susturmaya çalıştığı ancak babanın parayı kabul etmeyerek müdürün yüzüne fırlattığı ortaya çıktı. Darp saldırısının yaşandığı şubenin sahibi Onur Gözen basına yaptığı açıklamada, “marka değerinin daha fazla zedelenmemesi” için konunun ayrıntılarıyla ilgili bilgi veremeyeceğini iddia ederken, Gözen’in Başakşehir Belediyesi’nde AKP’den belediye meclis üyesi olduğunun ortaya çıkması ise dikkat çekti.
Burger King protesto edildi Halil adlı çocuğun dövülmesi kamuoyunda uzun süre tartışılırken, Burger King’i protesto etmek için çeşitli eylemler gerçekleştirildi. SDP üyeleri, İzmir ve Mersin’de Burger King önünde protesto eylemleri düzenledi. İzmir Alsancak'taki Sevinç Pastanesi önünde toplanan SDP’liler "Çocuklar Öldürülüyor Öldürülmeyenler Dövülüyor" pankartı arkasında, “Burger King'e boykot, çocuklara patates" , "Zam zulüm işkence işte AKP" , "Çocuklara uzanan eller kırılır” sloganlarıyla caddenin sonundaki Burger King'e yürüdü. Burger King önünde basın açıklaması yapan eylemciler, Cizre'de çocukları öldürenler ile Burger King'de Suriyeli çocukları dövenlerin aynı anlayışın temsilcileri olduğunu belirtti. Açıklamanın ardından Burger King'e kızartılmış patates ve boyalı su atılarak eylem sonlandırıldı. Mersin’de ise Burger King’e “Burger King Şube Müdürü Çöpten Patates Toplayan Küçük Bir Çocuğu Döverek Hastanelik Etti Sizi Tarihin Çöplüğüne Gömeceğiz” yazılı pankart asılarak “Yaşasın halkın adaleti” , “Hesaplaşma günü korkunç olacak” sloganları atıldı. Burger King tepkilerden korktuğu için eylemcileri engellemedi. Burger King’i protesto etmek amacıyla yapılan bir diğer eylem ise Burger King’in aranarak sipariş verilmesi, kapıya gelen firma çalışanı emekçiye bunun bir eylem olduğunun belirtilmesi ve nedenleri anlatılarak sipariş iade edilmesi şeklinde oldu.
Suriye’de dört yıl önce başlayan iç savaş süreci sonrası, Batı Kürdistan’da inşa edilmeye çalışılan özerk bölgelere yönelik bizzat emperyalist güçler ve TC-Ürdün-Katar-Suudi Arabistan gibi uşak iktidarlar tarafından eğitilip, silahlandırılan ÖSO, İŞİD, El-Nusra gibi gerici örgütler tarafından yoğun saldırı ve kuşatmalar gerçekleştirilmişti. Özellikle IŞİD gerici-barbar güçleri tarafından Güney ve Batı Kürdistan’da yönelik gerçekleştirilen gerici kuşatmalar sonrası binlerce kişinin katledildiği, on binlercesinin evlerini terk etmek zorunda kaldığı büyük bir vahşet yaşanmıştı. Rojava bölgesinde geriletilen IŞİD gerici güçleri bu kez Güney Kürdistan’da bulunan ve Ezidilerin yaşadığı Şengal bölgesine saldırarak burada büyük bir katliama imza atmıştı. Şengal’de gerçekleşen IŞİD kuşatmasına karşı özellikle HPG-YPG güçleri tarafından yapılan savunma ve direniş sonrası, burada daha büyük katliamların yaşanmasının önüne geçilmiş, IŞİD büyük oranda geriletilmişti. IŞİD gerici güçleri tarafından yapılan Şengal kuşatması sonrası, KDP önderliğindeki Peşmerge güçlerinin savunma alanlarını terk edip, halkı gerici IŞİD güçleriyle başbaşa bırakması ve HPG-YPG güçlerinin gösterdiği direniş ve savunma pratiği sonrası, Şengal halkı içerisinde PKK’ye karşı ciddi bir sempatinin gelişmesine vesile olmuştu. Şengal’de IŞİD gericiliğinin kırılması sonrası KDP ile PKK arasında Şengal’de özerklik-kanton tartışmaları yaşanmaya başladı. IŞİD gerici güçleri ile YPG-HPG-Peşmerge-Ezidi güçleri arasında devam eden çatışmaların
gölgesinde süren tartışmalar, Şengal halkının geleceği ve kuracağı yeni yönetim modellerine dair önemli bir sürece işaret ediyor. 14 Ocak tarihinde 200 delegenin katıldığı meclis kuruluş toplantısı, Şengal dağında gerçekleştirilmişti. Birçok Kürt kurumu ve Ezidi temsilcisinin katıldığı toplantı sonrası Ezidilerin örgütlenmesi için beş temel komite kuruldu. İttifak ve Örgütlenme Komitesi, Savunma Komitesi, Maliye ve Ekonomi Komitesi, Diplomasi Komitesi ve Hakikatları Araştırma Komitesi isimleri adı altında yapılacak çalışmalarla her alanda örgütlenmenin hayata geçirilmesi kararlılığı ifade edildi. Yapılan toplantı sonrası 27 kişiden oluşan bir geçici meclis kurulduğu ilan edildi. Şengal Ezedileri Meclisi-Geçici Kurucu Meclisi adıyla kurulan meclis, Kürdistan’da yaşayan bütün Ezidilerin bu çalışmalara dahil edilmesi hedefiyle çalışmalarını devam ettireceğini açıkladı.
KDP’den meclis çalışmasına sert tepki Şengal’de kuruluş çalışmalarına başlayan Şengal Meclisi’ne dönük KDP’den sert tepki geldi. KDP yöneticileri ve bu partiye yakın internet sitelerinde yapılan açıklamalarda, ‘Ezidi Kürtlerin PKK tarafından Şengal’de kurulmak istenen demokratik özerklik çalışmalarına tepki gösterdiğini‘ iddia etti. Şengal Kaymakamı Meyser Haci de yaptığı açıklamayla Ezidilerin sadece % 2’sinin ‘Kanton‘ çalışmasını desteklediklerini ifade ederek, Kürdistan Bölgesi dışında hiçbir yönetimi tanımayacaklarını belirtti. KDP’nin Şengal dağı sorumlusu Kasım Şeşo ise tepkisini, “Toplantıya katılanlar yoldan çıkmıştır ve Ezidi Kürtleri temsil etmiyor. Biz, hiç kimsenin Ezidi Kürtler adına Meclis kurmasını kabul etmeyiz. Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, Ezidileri koruduğu için biz ondan başkasının liderliğini kabul etmeyiz” sözleriyle dile getirdi. KDP cephesinden gelen yoğun ve sert tepkiler üzerine
bir açıklama yayınlayan KCK; Kürdistan’da bağımsız bir kanton kurma hedeflerinin olmadığını ifade etti. Yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Dış İlişkiler Komitesi, Yürütme Konseyi Üyelerimiz ve Eşbaşkanlık bu tür iddiaların doğru olmadığını, Şengal'in Güney Kürdistan'dan koparılmak istendiğine dair açıklamaların gerçek dışı olduğunu defalarca ifade etmiştir. Hareketimizin genel düşüncesine uygun olarak Şengal'in Güney Kürdistan federasyonuna bağlı özyönetime sahip olabileceğine dair değerlendirmelerimiz olmuştur" Açıklamada, "Şengal'deki toplantı tamamen Ezidi halkımıza aittir ve kendi öz iradeleriyle bazı kararlar almışlardır. Kuşkusuz bu kararlar en başta da Ezidi toplumunun kendi iradesiyle pratikleştireceği kararlardır. Ancak tüm Kürdistan halkını ilgilendirdiğinden tüm ulusal güçlerle tartışılarak ve belli bir koordinasyon içinde pratikleşebilecek hususlardır. Şengal'de PKK'nin toplantı yaptığı, yaptırdığı ve Şengal için kararlar aldığı iddiası doğru değildir. Basın-yayın üzerinden aldığımız bilgilerden anlaşıldığına göre Şengal toplantısından bir kanton kurma kararı alınmamıştır. Sadece öz yönetim, öz savunma, ekonomi ve daha başka konularda komisyonlar kurulmuş ve çalışmaların başlatılması kararlaştırılmıştır." denilerek Kürdistan ulusal güçleri arasından yaşanan sorunların tartışılarak çözülmesi gerektiğine vurgu yapıldı. KCK yetkilileri tarafından daha önce yapılan açıklamalarda savunulan kanton düşüncesinden vazgeçildiği görülen yeni açıklamalarda, KDP ve diğer Kürt güçleriyle ortak hareket etme ve birlikte karar alma vurguları ön plana çıkarılıyor. Şengal’de hala devam eden IŞİD tehdidine karşı fiili mücadele devam ederken, Ezidi halkına zarar verecek böylesine tartışma ve saflaşmalarda söz-yetki-kararın bizzat Ezidi halkına bırakılması ve Ezidilerin kendi kaderini kendisinin tayin etmesi temel ilke olarak savunulmalıdır.
08 dünya haber
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
Komşuda bir hayalet(mi) ya da güler yüzlü kapitalizm(mi)! Sırtını ezilen emekçilere yüzünü ise emperyalist- kapitalist sisteme dönen bir hareketin doğaldır ki bizler nezdinde selamlanacak, alkışlanacak bir tarafı yoktur Başta Türkiye- Kuzey Kürdistan olmak üzere dünyanın dört bir yanında kendisini soldan yana tanımlayan milyonlarca kişi 25 Ocak Pazar günü Yunanistan’da yapılan parlamento seçimlerine dair büyük bir heyecan ve bekleyiş içerisindeydi. Zira kendisini “radikal sol” bir çizgide değerlendiren ve kimilerince daha da ileri gidilerek ’’sosyalist’’ olarak isimlendirilen bir oluşum, Syriza, Avrupa’da çok uzun bir süre sonra ilk kez seçimlerin galibi olarak 1. parti olma şansını elde ediyordu. Beklentiler boşa çıkmadı. 25 Ocak tarihinde gerçekleştirilen parlamento seçimlerinden Syriza oyların % 36. 38’ini alarak 149 milletvekiliyle seçimleri birinci parti olarak tamamladı. Gerçekleştirilen seçimlerde Yeni Demokrasi % 27. 81 ile 77 milletvekili, faşist Altın Şafak % 6. 29 ile 17 milletvekili, Po Tami % 6. 04 ile 16 milletvekili, Yunanistan Komünist Partisi (KKE) % 5. 50 ile 15 milletvekili, Bağımsız Yunanlar(ANEL) % 4. 73 ile 13 milletvekili ve PASOK % 4. 66 ile 13 milletvekili çıkardı. Tek başına hükümet kurmak için en az 151 milletvekilinin kazanılması gereken Yunanistan seçim sisteminden dolayı Syriza, tek başına hükümeti kuramayacağı için aradığı koalisyon ortağını da seçimlerden bir gün sonra buldu; sağcı Bağımsız Yunanlar(AKEL) Partisi. Ülkemizde özellikle HDP bileşenleri tarafından büyük bir coşkuyla karşılanan ve HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ tarafından selamlama mesajı gönderilen Syriza gerçekten de bahsedildiği gibi Yunanistan emekçileri- ezilenleri açısından kurtuluş umudu mudur?
‘Avrupa Birliği’yle çatışmayacağız‘ Seçimlerden hemen ardından açıklamalarda bulunan Syriza yöneticileri, verdikleri mesajlarla AB ve IMF tarafından gelen kaygıları da büyük oranda gidermiş oldu. Seçim sonrası bir açıklama yapan Syriza lideri Tspiras ‘Seçimlerde, Yunanistan’daki elit, oligarşik ve anti- demokratik güçler kaybetti. AB‘yle kalıcı ve adil bir çözüm için müzakereye hazırız. Kötümser kehanetleri yalancı çıkaracağız. AB‘yle ne karşılıklı bir felaketi getirecek bir çatışma olacak buna karşı ne de yaşadığımız tahakküm devam edecektir. Felaket getiren kemer sıkma politikaları geride kaldı. Yunan seçim sonuçları Avrupa’nın artık değiştiğine işarettir‘ diyerek önümüzdeki dönem politikalarına dair ipuçlarını veriyor. Seçim sonrası açıklama yapan ve Syriza’nın önde gelen yöneticilerinden olan Teodoros Dritsas da, Genelkurmay Başkanı’yla polis teşkilatı
müdürünü arayarak ‚orduya ve polise güveniyoruz‘‘ mesajını yayınladı. Ardından seçimin galiba Syriza liderinden ‘AB‘yle iyi ilişkiler geliştirme‘ mesajları gelirken muhatapları da boş durmayarak aynı içerikte mesajlar yayınlamaya başladı. Almanya Merkez Bankası Başkanı Jens Weidmann ve Belçika Maliye Bakanı Johan Van Overtveld yaptıkları açıklamalarda, yeni Yunan hükümetinden beklentilerini dile getirerek verilen sözlerin tutulması gerektiğine vurgu yaptı. Syriza 2012 seçimlerinde ilan ettikleri, kemer sıkma politikalarına son verme, Troyka(AB-IMF-Avrupa Merkez Bankası) sürecini sonlandırıp, var olan borçları ödememe politikalarından da büyük oranda vazgeçmiş durumda. Borçların ödenmeyeceği söylemi yerini, makul şartlar altında ödeme söylemine bıraktı. Zira Syriza lideri Tsipras, 20 Ocak günü Ginancial Times Gazetesi‘nde yayınlanan makalesinde şu sözleri sarf ederek neyi amaçladıklarını net bir şekilde ifade ediyordu: “Partim Syriza, politik istikrar ve ekonomik güvenlik için yeni bir toplumsal sözleşmeyi garanti ediyor. Kemer sıkma paketlerini sonlandıran, toplumsal uyumu, demokrasiyi geliştiren ve orta sınıfların kendi ayakları üstünde durmasını sağlayacak politikalar öneriyoruz. Bu, Eurozone’u güçlendirecek ve Avrupa projesini kıta üzerindeki tüm yurttaşlar için çekici kılacak tek yoldur. Korkunun demokrasimizi öldürmemesi için, kemer sıkma politikalarını sonlandırmak zorundayız. İlerici ve demokrasi güçleri Avrupa’yı değiştiremezse, Marine Le Pen ve onun aşırı sağ ittifakları bizim için onu değiştirecek. Avrupalı partnerlerimizle, açık, dürüstçe ve eşitler olarak müzakereler yürütme görevimiz var. İki tarafın da silahlarını sallamasına gerek yok. Vergi ödemekten kaçınan ekonomik oligarşiye karşı mücadele
edeceğiz. Toplumsal pazar ekonomisi kapsamı içinde sosyal adalet ve sürdürülebilir büyümeyi sağlayacağız.”
Gerçekle yanılsamalar Oldukça köklü sol bir gelenek ve sınıf mücadelesi tarihine sahip olan Yunanistan’da özellikle Euro bölgesine girişle başlayan ve 2004 Olimpiyat yarışmaları sonrası artan ekonomik ve toplumsal kriz dalgası, 2008 yılında ABD’de patlak veren ve tüm Avrupa’yı etkisi altına alan ekonomik krizden sonra tam bir karmaşaya yol açtı. Bu tarihlerden sonra Troyka tarafından Yunanistan’a dayatılan ve dönemin hükümetleri tarafından kabul edilen kemer sıkma politikaları sonrası, Yunanistan ezilenemekçileri cendereye alınarak mevcut krizin faturası ödetilmeye çalışıldı. Tüm bu süre boyunca yükselen halk muhalefeti, sınıf mücadelesi kendi mecrasını arayıp, Yunanistan ve AB burjuvazisi için korkulu bir hale geldiği aşamada Syriza, ardından girdiği seçimlerde oylarını arttırarak bugünkü başarısını yakaladı. Yaslandığı tabandan gelen devrimci taleplerle AB burjuvazisinin tehditleri arasında siyaset yürütmek zorunda kalan Syriza, burjuva sosyal niteliğine karşın, özellikle Troyka’yla olan ilişkilere dair getirdiği radikal söylemler sonucunda geçen seçimlerde, AB tarafından yapılan tehditlerle son dakikada kaybettiği hükümet olma şansını bu kez ciddi bir başarı elde ederek kazandı. Mevcut emperyalist-kapitalist sistem ve kurumlarıyla herhangi bir derdinin olmadığını her seferinde ifade eden Syriza, amaç olarak “daha adil bir sömürü çarkı’’ istemini ifade ediyor. İşsizliğin rekor seviyede olduğu (% 27), ülkenin bütün kaynaklarının AB emperyalistleri (özellikle Almanya-Fransa ikilisi) tarafından talan edildiği, yaşam seviyesinin her geçen gün gerilediği ve ülke yönetiminin bizzat Troyka
tarafından yönetildiği bir ortamda, gerçek anlamıyla sosyalist talep ve hedeflerin geniş kitleler içerisinde kabul göreceği gerçekliğine sırtını dönerek, bunun yerine kapitalist sömürü sürecinin biraz daha yumuşatılması perspektifiyle hareket eden bir hareket gerçekliği olarak karşımızda duruyor Syriza. AB emperyalizmi, IMF, NATO, gerici Yunanistan kurumları ve sömürü ağıyla hiçbir şekilde ters düşmeyen ve tüm bu kurumlara bağlılıklarını yineleyen Syriza’dan Yunanistan halkına gerçek anlamda çözüm beklemek büyük bir saflık olacaktır. Yükselen halk muhalefetini burjuva sınırları içerisinde tutup, eritmenin en etkili araçlarından olan ve Avrupa’da daha önce de defalarca denenen “sosyal devlet- sosyal parti’’ olgusu şimdi Yunanistan’da başarılı bir şekilde hayata geçiriliyor. Bu projeyle bir yandan sistem sınırlarını zorlayıp aşma potansiyeli taşıyan halkın öfkesi sistem sınırları içerisinde eritilirken, diğer yandan ise “sol- sosyalist’’ görünümlü bir oluşumun dayandığı sosyal taban üzerinde ilerideki süreçlerde yaratacağı olumsuz etki, bir bütün olarak komünist-devrimci haneye yazılıp, yeniden sağ partilerin itibar kazanmalarına vesile olunacaktır. Burjuvazinin mecbur kalmalarına ve gerçek özünü bilmelerine karşın, “radikal sol” söylemlerle büyük bir başarı elde eden Syriza gibi oluşumlara yaklaşımı dahi aynı zamanda bir bütün gelişecek olan komünist- devrimci dalgaya karşı korkularının da göstergesidir. Yunanistan’da devrimci iktidar mücadelesinin başarıya ulaşması için oldukça olumlu bir hava mevcut. Halkın kabaran öfkesini sandıklara hapseden Syriza gibi oluşumlara karşın, sokağın gücüne güvenerek devrimci iktidar mücadelesini adım adım örüp emperyalist-kapitalist sistemden bir kopuş acil görevler arasındadır. Sosyal reformcu politikalarla kapitalist düzenin kıyısından, köşesinden dolanıp kısmi iyileştirmeleri merkezine koyan bir projenin Yunanistan ezilen-emekçilerine kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Yunanistan’da bütün gerici-burjuva kurumları alaşağı edip, sosyalist nitelikte bir devlet kurumsallaşması Yunan komünist-devrimcilerinin önündeki en önemli görevdir. Sırtını ezilen-emekçilere yüzünü ise emperyalist-kapitalist sisteme dönen bir hareketin doğaldır ki bizler nezdinde selamlanacak, alkışlanacak bir tarafı yoktur. Böylesine bir hareketin HDP ve benzerleri tarafından büyük bir coşkuyla karşılanmasına ise şaşmamak gerekiyor. Zira HDP’yle ülkemizde hedeflenen de “güler yüzlü bir kapitalizm’’ yaratma düşüdür. Niyetlerin gerçekler yerine geçirilmeye çalışıldığı ve muazzam kavram ve algı karmaşasının yaratılmaya çalışıldığı şu günlerde doğru ve bilimsel tahlillerle doğru yerde konumlanıp, doğru tavırlar almak anın devrimci görevlerindendir.
dünya haber
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
09
‘Emperyalist savaşlar ve kadın’ dır" denildi.
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH), İsviçre Zürich Kantonu'nda bulunan Alevi Derneği’nde, “Emperyalist Savaşlar ve Kadın” konulu bir söyleşi gerçekleştirdi ADKH 11 Ocak’ta Zürih Alevi Derneği’nde gerçekleştirdiği “Emperyalist Savaşlar ve Kadın” konulu söyleşinin ilk bölümünde, ADKH’nin amaçları, çalışmalarının tanıtımı yaptı. ADKH adına yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Kadının toplumsal sistem içerisinde her alanda ikinci cins konumuna karşı mücadele yürütür, kadın kapitalizme ve emperyalizme karşı çıkar.” ADKH’nin dönemsel olarak ele aldığı şiddet ve cinsel sömürüye karşı kampanyaların dile getirildiği söyleşide, ADKH'nin hazırlamış olduğu “Emperyalist Savaşlar ve Kadın” konulu sinevizyon gösterimi yapıldı. ADKH bu çalışmayı, Kobanê’de direnen kadınlar, Ocak ayı içerisinde katledilen Lenin, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, 19 Ocak'ta katledilen Hrant Dink, Paris’te katledilen üç Kürt kadın devrimci Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez şahsında dünyayı güzelleştirmek
Savaşsız bir dünya mümkün mü?
uğruna yaşamlarını yitirenlere atfettiğini vurguladı. Ardından savaşların güncel olarak yaşamın bir gerçekliği olduğu, savaşların kaynağı, emperyalistlerin Ortadoğu'daki emellerinin yanı sıra Suriye-Irak savaşında IŞİD'in esir aldığı Ezidî kadınlara ve IŞİD karanlığına karşı mücadeleyi büyüten YPJ'li kadınlara değinildi. Söyleşide IŞİD karanlığının kadını “cinsel meta” olarak görmesi, Ezidî kadınları esir olarak “pazarlamasına” dikkat çekildi. En
ilkelinden en modern zamanlara kadar tüm savaşların ortak özelliğinin kadınların topraklar gibi ganimet olarak görülmesi olduğu dile getirilerek savaşların hem sınıfsal hem de ataerkil yönüne değinildi. Kadına yönelik cinsel şiddet IŞİD'in kaçırdığı kadınlara dair çıkardığı, “kullanma kılavuzu(!)” maddeleriyle tartışıldı. Söyleşide, "Kadının kendisine biçilen rolü, onu meta olarak gören anlayışa karşı verdiği en güzel yanıt Kobanê'de, Rojava’da mücadelenin öncüsü olması-
ADKH'nin gerçekleştirdiği söyleşide katılımcılara, “Savaşsız bir dünya mümkün mü, hangi toplumsal sistemde ve bunun gerçekleştirmenin araçları nelerdir?” soruları yöneltilerek tartışmalar yürütüldü. Söyleşi bölümünde heyet olarak Kobanê sınırına giden, ADHK temsilcisi, Suruç'taki gözlemlerini aktardı. Telefon bağlantısı üzerinden Kobanê'de cephe savaşında hayatını kaybeden kadın gerillanın kardeşi, görüşlerini dile getirdi. Kız kardeşinin sadece kendi yaşamı ya da o bölge için değil evrensel olarak kadına yönelik tüm bu geri anlayışlara karşı çıkmak için Kobanê direnişine katıldığını, cephede yaralandığını ve yine yoldaşlarını kurtarmak için çatışmaya devam edip ölümsüzleştiğini anlattı. Söyleşinin sonuç bölümünde ise savaşsız dünyanın mücadelesini yürütmenin yanı sıra, bu anlamda savaş ve barış kavramlarını ne kadar iç içe olduğuna dikkat çekildi. “Kobanê güncel olarak bunun somut örneğidir. Kadın ise o bölgede, onu biçimlendirmeye çalışan toplumsal rolleri alaşağı etmiştir. ADKH olarak bu mücadeleyi destekliyor ve sahipleniyoruz” ifadeleriyle söyleşi sonlandırıldı.
Nepal’de güncel siyasal gelişmeler ve görev! Nepal’de zamanın Maoist hareketinin önemli bir bileşeni parlamentoya demir attı. Oysa parlamento da dâhil temsili parlamenter cumhuriyetin her türlü biçimine karşı doğrudan işçi ve emekçilerin iktidarının tesis edileceği Halk Komünleri, Konseyleri ve Sovyetleri perspektifiyle hareket edilmelidir 008’de Nepal’de kralın devrilmesinden bu yana anayasa tartışmaları sürgit devam etmektedir. Hatırlanacağı gibi anayasayı belirleme noktasında özellikle ordunun durumuna ilişkin ciddi tartışmalar yürütülmüş ve Maoist hareket içerisinde önemli bir tasfiye süreci yaşanmıştı. Anayasa tartışmaları kapsamında kısa bir süre önce parlamento partileri arasında fiziki şiddete varan kavgalar yaşanmıştır. Şu anda “merkez sol ittifak’’ argümanıyla iktidarda olan kliğin sunduğu “yeni’’ anayasa taslağına karşı parlamenterist reformist BNKP(M)’ in başını çektiği muhalefetin parlamento kürsüsüne saldırısıyla yeni bir boyut kazanmıştır. İktidar partisinin girişimini engellemek isteyen muhalefet milletvekilleri kürsüye hücum etmiştir. Bunu durdurmak için gerici güvenlik güçleri parlamento kürsüsü önünde duvar örerek karşılamıştır. Yaşanan arbedeler karşısında çeşitli yaralanmalar da olmuştur. Muhalefet durumundaki 30 siyasi partiden oluşan ittifak
2
aynı süreçte ülke genelinde genel grev çağrısında bulunarak süreci karşılama reaksiyonu göstermiştir. Okullar ve işyerlerinin kapandığı ve ulaşımın durduğu ülke genelinde çekişmeler daha da alevlenmiştir. Başkent Katmandu’da hükümet karşıtı protestolara saldıran polisle protestocular arasında çatışmalar yaşanmıştır. Gerici polisin karşı- devrimci saldırıları akabinde yaklaşık elli protestocu gözaltına alınmıştır. Bizzat halk kitlelerinin içerisinde yer aldığı ve alacağı genel direnişler, genel grevler ve mücadelelerin hiç kuşkusuz ki belli sonuçları olacaktır. Bu temelde ülke genelindeki genel grev karşısında da belli gelişmelerin yaşanacağı tartışma götürmez.
Protesto eylemleri toplum içerisindeki saflaşmaları hızlandıracaktır 605 üyeli parlamentoda üçte iki çoğunluğa sahip olan hükümetin yasalaştıracağı yeni anayasa taslağına karşı muhalefetin karşı çıkmasıyla birlikte Nepal’de parlamentodaki çekişmenin genel grevle birlikte ülke geneline yayılmasıyla bizzat toplum içerisinde de bir saflaşma sürecini hızlandıracağı söylenebilir. Yaşanan gelişmelere karşın hükümetin kendi anayasasını elindeki parlamento çoğunluğuna dayanarak “yasalaştırıp’’ çıkaracağına ilişkin ısrarı da orta yerdedir. Parlamenterlerin hangi yasayı çıkarırsa çıkarsın bizzat halkın doğrudan muhalefetinin yükseltilerek bu yasaları paçavraya çevireceği de bilinmelidir. Nitekim kitlelere dayanmayarak kendi dar grupçu ve yanlış düzeniçi politikaları sonucu başarısızlıkların yeterince yaşandığı da bir o kadar gerçek olgudur. Özellikle reformizme iyice oturan Prachanda- Bhattarai ikilisinin çizgisi de tam bir yenilgi yaşayarak süreç işlemiştir. Bütün
bu yaşanan tasfiyeci reformizm sürecinde kuşkusuz ki ilerici bir konumda duran Kiran- Gaurov çizgisinin de önemli rolleri olmuştur. Zira özellikle daha ilk süreçlerde başta önderlik meselesi olmak üzere strateji ve taktik, amaç ve araç, devrim ve evrim, ittifaklar vb meselelerde ciddi kırılmalar yaşanmış ve bütün bunlara karşı liberal ve oportünist politikalar izlenerek süreçler doğru devrimci anlayış ve pratiklerle karşılanmamıştır. Bu durumdan kaynaklı olarak ise araçlar amacı, taktikler stratejiyi yiyip bitirerek reformist süreç iyice gün yüzüne çıkarak kendini göstermiştir. Dolayısıyla Halk Savaşı’nın daha ilk süreçlerinden itibaren ortaya konan genel devrimci çizgi ve yönelimden yavaş yavaş uzaklaşarak reformizme iltihak etmiştir. Sonuç itibarıyla da Nepal’de zamanın Maoist hareketinin önemli bir bileşeni parlamentoya demir atmıştır. Şimdiki durumda ise muhalefete düştüklerinde can kurtaran olarak bizzat halk kitlelerine giderek basınç oluşturma derdinde olunmaktadır. Oysa parlamento da dahil temsili parlamenter cumhuriyetin her türlü biçimine karşı doğrudan işçi ve emekçilerin iktidarının tesis edileceği Halk Komünleri, Konseyleri, Sovyetleri perspektifiyle hareket edilmelidir. Nepal’de Halk Savaşı’nın kazanımlarını yiyerek değil bizzat bu kazanımlar üzerinden bizzat devrimci zor aygıtı feodal- burjuva devlet mekanizmasını parçalarak doğrudan halkın iktidarı için radikal devrimci mücadele yürütülmelidir. Bu bilinçle gerçek çözüm parlamentoda değil bizzat kitlelerin devrimci silahlı savaşıyla kazanılacaktır. Bu perspektifle parlamenterist ve reformist düzeniçi anlayış ve pratik politikalara karşı ideolojik mücadele yürütülürken, iktidar hedefli devrimci savaş yükseltilerek zafere ulaşılacaktır.
10
emek analiz
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
Metal İşçİlerİ greve çıktı
DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın çağrısıyla bir araya gelen metal işçileri, Metal Eşya Sanayiciler Sendikası (MESS)’nın dayattığı güvencesiz ve düşük ücretli toplu iş sözleşmesine karşı ülkenin birçok yerinde greve çıktı. Dora ve Good Year Lastik işçileri de sendikal hak ve özgürlükleri için sürdürdüğü mücadeleye devam ediyor Komprador tekelci burjuvazinin oluşturduğu MESS, işçilere güvencesiz, düşük ücretlerle çalışma koşullarını dayatırken işçiler bu dayatmalara kabul etmeyerek ülkenin birçok yerinde greve başladı. Metal işçilerinin grevi devam ederken, diğer iş kollarında da grevler devam ediyor. DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İşçileri Sendikası (Birleşik Metal-İş), 14 Ocak’ta DİSK binasında düzenlendiği basın toplantısında greve gitme kararı aldığını kamuoyuna duyurmuştu. Basın açıklamasını DİSK Genel Başkanı Kani Beko yaptı. Beko, metal işkolunun ekonomide kapsadığı alan nedeniyle grup toplu iş sözleşmelerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu, bu yüzden Metal Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS)’nın toplu iş sözleşmesinin kendilerine dayatıldığını belirtti. Yerli ve yabancı metal sektöründe sendikal mücadelenin etkisinin yüksek olduğunu, bu yüzden 12 Eylül cuntasının ardından DİSK'e bağlı sendikaların kapatıldığını ifade ederek şunları söyledi: “Uyguladıkları zam yönetimi tüm işyerlerine farklı yansımasına rağmen, zammın farklı bir yöntemle dağıtılması teklifimize bile karşı çıktılar. Birleşik Metal-İş Sendikası’nın bu dönem en çok öne çıkardığı başlık, düşük ücretli işçilere iyileştirme yapılması idi. Çünkü işyerlerinde aynı işi yapan işçilerin ücretleri
arasında hiçbir şeyle açıklanamayacak kadar büyük uçurum oluşmuş durumda. Ücret zamları öncesinde ücretlerde bir iyileştirme yapılarak daha adil bir ücret dağılımı talep ettik. MESS ise imzaladığı sözleşmelerle ücretler arasındaki makası daraltmak yerine iyice açtı. Bununla da yetinmedi, 6 zammın 5’inde yüzdeli zam yöntemi kullanarak makasın daha da açılmasına neden oldu.”
‘İşçiler kazanıncaya kadar direneceğiz’ Ardından Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, Türk Metal Sendikası, MESS’in anlayışı doğrultusunda hareket ederek işçilerin aleyhine hareket ettiği belirtti. 42 işyerinde 15 bin işçiyle 29 Ocak’ta greve gidileceği kamuoyuna duyuruldu. Birleşik Metal İş’in 29 Ocak’ta 14 ilde 42 iş yerinde 15 bin işçiyle greve gideceğini açıklamasının ardından, İzmir Delphi Dizel patronu işçilerin örgütlü mücadelesi karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. İşçilerin iradesini tanıyan Delphi Dizel patronu, patronlar sendikası olan MESS’ten ayrıldı. Birleşik Metal-İş Sendikası ile İzmir Delphi Dizel patronu arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri ayrı yapılıyor. Grev öncesi işçiler direniş hazırlıklarını başlatırken, patronlar sendikası MESS’te işçilerin meşru grevini kırmak yönünde kapsamlı saldırılarını sürdürme hedefindedir. Alstom, Kroman Çelik, Sarkuysan, Yücel Boru, Çayırova Boru ve Dostel Fabrikalarında grev oylaması yapmak isteyen MESS direnişi kırmaya çalışıyor. Grev oylaması isteyen Sarkuysan patronu, işçilerin hayır oyu vermesi için tek tek arayıp tehdit ettiği belirtildi. Birleşik Metal-İş’e üye metal işçileri 29 Ocak günü 10 şehirde ve 22 fabrikada greve çıktı. 19 Şubat’ta fabrika sayısının 42’ye, greve çıkan işçi sayısının da 15 bine çıkacağı belirtiliyor. 50 bin işçinin çalıştığı, 500’e yakın fabrikanın bulunduğu İzmir Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Schneider Fabri-
kası da grevin başladığı yerlerden. İşçiler grev nöbet çizelgelerine adının yazılmasını istediklerini gönüllü olarak bildirdiklerini, özellikle kadın işçilerden büyük istek olduğunu söyleyen Schneider işçisi Raşit Ekin, çevre fabrikalardan çalışan işçilerden de büyük bir destek aldıklarını ve bu grevin büyüyeceğini ifade etti. Ekin, “Önümüzdeki hedef grevi ayakta tutmayı ve grev esnasında diğer örgütsüz fabrikalarda örgütlenmeyi nasıl sağlarız. Bunu düşünüyoruz. Biz bu grevden kazanımla çıkacaksak yalnızca kendi toplu sözleşmemizi imzalayarak çıkamayız” dedi.
Bursa’da binlerce işçi alanlara çıktı Mudanya Prysmian'da örgütlülüğü bulunan Birleşik Metal-İş, grev pankartlarını fabrikaların girişine astı. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)'nun da aralarında olduğu Mudanya Halk Meclisi ve Mudanya Belediyesi işçileri, Mudanya İskelesi’nden fabrika önüne sloganlarla yürüyerek greve çıkan işçilere destek verdi. Fabrika içerisinden sloganlarla dışarı çıkan işçiler dışarıda bekleyişini sürdüren kitleyle birleşerek direnişi büyüttü. Fabrika önünde yapılan basın açıklamasını Birleşik Metal-İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Ayhan Ekici gerçekleştirdi. Ekici, yaşanan süreci aktararak greve ilişkin bilgi verdi. Ardından işçiler grev pankartlarını fabrikanın girişine astı. Grev gözcülerinin yerlerini almasının ardından topluca Mudanya İskele Meydanı’na yürüdü. Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde işçiler örgütlü bulundukları fabrikalara pankart astı. Cengiz Makine, Sarkuysan, Çayırova Boru, Kroman Çelik ve Yücel Boru işçileri, “MESS Dayatmalarına Hayır” pankartıyla 3 ayrı koldan Cumhuriyet Meydanı’na yürüdü. Birleşik Metal-İş Sendikası Başkanı Adnan Serdaroğlu, yürüyüş ardından yapılan mi-
tingde şunları söyledi: “Metal işçileri yeni bir Kavel direnişi yaratacak ve tarih yazacak. İşverenler dev olarak görülebilir ama bizim karşımızda cücedir. Artık korkunun ecele faydası yok. Birleşik Metal-İş Sendikası her türlü bedeli öder ve bedel ödetmeyi de bilir.” Gebze’de işçi grevleri sürdüğü sırada Alstom, Schneider, Bekaert ve Dostel Makine patronları MESS’ten ayrıldı. İstanbul’da Ejot Tezmak ve Paksan işçileri de fabrikalara pankart asarak greve başladı. Mersin’de Çukurova inşaat ve Çimsataş işçileri greve gitti. Gazetemiz yayına hazırlandığı sırada metal işçilerinin grevi devam ediyordu.
Dora Otel ve Good Year işçileri direnişi büyütüyor Sendikalı oldukları için işten atılan Dora Otel işçilerinin mücadelesine destek vermek amacıyla oluşturulan Dora Otel İşçileriyle Dayanışma Platformu, bu hafta Talimhane Caddesi’nden başlayıp Dora Otel önüne yaptığı yürüyüşle, turizm sektöründeki kölece koşullara karşı örgütlenme çağrısı yaptı. Şubat ayında yapılacak olan ve tüm turizm sektöründeki işçileri kapsayan, “Turizm işçilerinin sorunlarını ve çözümlerini konuşuyoruz” başlıklı foruma katılım çağrısı yaptı. Lastik-İş Sendikası Sakarya Şube Başkanı İsmail Öztürk düzenlediği basın toplantısında Good Year Adapazarı Fabrikası’nda çalışan 750 işçinin greve gitmeye hazırlandığını söyledi. İş güvenliği, çalışma koşulları ve ücretler konusunda herhangi bir tavizin söz konusu olamayacağını söyleyen Öztürk, Good Year patronunun uzlaşma sağlamak istiyorsa bu talepleri yerine getirmesi gerektiğini belirtti. Aksi halde Sakarya fabrikasında 750, ülke genelinde ise 4 bin işçiyle greve gideceklerini açıkladı.
emek haber
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
11
İşçİ katlİamları devam edİyor İşçi katliamları her geçen yıl artarak devam ediyor. Antep’te 3 Suriyeli işçi katledilirken, İSİG Meclisi 2014 yılındaki işçi katliamlarına ilişkin hazırladığı raporu kamuoyuna açıkladı
tamamı Suriye göçmeniydi ve hepsi kayıt dışı çalışmaktaydı. İşçilerden 3’ü hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden işçilerden ikisi kendilerini yangından kurtarmak isterken 4. kattan atladı. Yangın merdiveni bulunmayan iş hanının ise katliama davetiye çıkaran bir durumda olması dikkat çekti. Tekstil atölyesinin sahibi olan 2 kişi ise gözaltına alındı.
Ülkemizde her yıl yüzlerce işçi güvencesiz, sağlıksız ve örgütsüz iş alanlarında hayatlarını kaybediyor. Patronlar, azami kâr hırsı uğruna, işçilerin kanı üzerinden daha fazla gelir elde etmenin hesabını yaparken, hâkim sınıflar ise, yine kendi katliamlarını ‘aklamanın’ yollarını arıyor. “Bu işin fıtratında bu var” , “Güzel öldüler” , “Tüm dünyada böyle şeyler yaşanıyor” denilerek katliamlar normalleştirilmeye çalışılıyor. Tabi hâkim sınıflar bu uğurda dini kullanmayı da ihmal etmiyor. “ Fazla tedbir Allah’a güveni sarsar” denilerek vaazlar veriliyor. Bu vaazlarla işçi katliamları “kader” oluyor. İşçi katliamları devletimizin mahkemelerince de “aklanarak”, yeni katliamlara davetiye çıkarılıyor. Patronlar, kâr hırsıyla önce işçileri katlediyor. Sonra kendini, devlet, mahkeme ve bürokrasi eliyle aklıyor. Bundandır ki Soma Holding, yeni ihaleler kazanabiliyor, Soma Madenleri sahibi Can Gürkan zararının tazminini isteyebiliyor.
2014 yılı işçi katliamları raporu açıklandı
Antep’te 3 Suriyeli katledildi İş güvencesi olmaksızın, örgütsüz, asgari ücretin dahi altında çalışmak zorunda olan binlerce göçmen ise, sermaye sınıfının ilk hedefi haline geliyor. Özellikle Suriye’deki iç savaş nedeniyle ülkemize gelmek zorunda kalan binlerce kişi, her koşulda çalışmak zorunda kaldığı için, asgari ücretin dahi altında ücretlerle çalıştırılıyor. Antep’te yaşanan katliam ise bunun yalnızca küçük bir göstergesidir. Antep’te 4 katlı bir iş hanının en üst katında bulunan tekstil atölyesinde yangın çıktı. Tekstil atölyesinde çalışan işçilerin
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG Meclisi) bir rapor hazırlayarak işçi katliamlarına dikkat çekti. İSİG Meclisi 2014 yılında, 1886 işçinin katledildiğini açıkladı. Rapora göre ayrıca iş gücü sayısı 29 milyon 181 bin kişiden oluşuyor. İş gücü nüfusunun yüzde 35’i ise herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan yani sigortasız çalışıyor. Raporda dikkat çeken bir başka ayrıntı ise katledilen 1886 işçiden 54’ünün çocuk işçi, 53’ünün ise göçmen işçi olması. Raporda göçmen işçilerle ilgili şu ifadelere yer verildi: “Bugün Türkiyeli nüfusun neredeyse 40’ta biri oranında ‘en ucuzundan emek ve çıplak beden sömürüsüne açılmış’ erkek, kadın ve çocuk iki senedir ‘iş piyasasının’ kuralları çerçevesinde yaşıyor. Sadece İstanbul’daki Suriyeli göçmen işçi sayısının 300-400 bin olduğu dile getirilmektedir.” Meslek hastalıkları nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısının ise sadece 29 olduğu belirtildi. Raporda meslek hastalıkları nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısının açıklanan rakamların çok üzerinde olduğu belirtilerek şu ifadelere yer verildi: “Meslek hastalıklarından her yıl iş kazalarında ölenlerin 6 katından daha fazla ölüm olduğu halde kendileri hâlâ ortada yok... Meslek hastalıkları çağın gizlenen bir salgınıdır. Bu öyle bir salgındır ki
her yıl tüm dünyada 2 milyondan fazla, her gün 5500, hatta her dakika 4 kişinin ölümüne neden olan bir salgındır.” “İş cinayetleri inşaat, maden, tarım ve taşımacılık işkollarında; mevsimlik çalışmanın, sendikasız, örgütsüz ve güvencesiz çalışma koşullarının hakim olduğu işkollarında yoğunlaşmıştır.” denilen raporda, örgütsüz, sendikasız, güvencesiz çalışma koşullarının işçi katliamları üzerindeki etkisine dikkat çekildi.
‘Kadın işçi katliamlarını bilmiyoruz’ Raporda, işçi katliamlarında katledilen kadınlarla ilgili ise şu ifadelere yer verildi: “Elimizdeki bilgiler ışığında 2014yılında yaşamını yitiren 1886 işçinin131’i kadın işçidir.Bu da yüzde 7 oranına tekabül ediyor. Kadınların çalışma yaşamına katılımının düşük olduğunu düşündüğümüzde kadınların iş cinayetlerindeki mutlak rakamın düşük olmasına
aldanmamak önemlidir. Ama tekrar altını çizelim. Bilmiyoruz. Aynı meslek hastalığı verileri gibi kadın emeği görünmez kılınmaya çalışılıyor. Kadın emeğinin en bilinen biçimi olan ‘ev hizmetleri’ 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda kapsam dışında, 5510 Sayılı SSGSS Ya-
sası’nda ise belirsiz bir durumdadır.”
Raporda birçok talep yer aldı Raporda, “İş yasalarının ev hizmetleri, güvenlik, esnaf, çiftçi, göçmen işçi gibi tüm çalışan kesimlerin yaşadığı iş kazalarını kapsaması; Bütün iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenebilir olduğunun bilinciyle, yaşanan işçi ölümlerinin ‘iş kazası’ değil ‘iş cinayeti’ olarak tanımlanması; yaşanan işçi ölümlerinde adaletin sağlanması, sorumluların en ağır biçimde cezalandırılması” gibi birçok talep yer alırken, “taleplerin hayata geçirilmesi için işçileri açlık ile ölüm arasında bir tercihe zorlayan politikalara doğrudan bir karşı çıkış örgütlenmelidir. Pratik olarak ise işçilerin örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalıdır. İşçilerin sendika seçme özgürlüğü ve iş güvencesi sağlanmalıdır. İşyerlerinde işçi sağlığı ve güvenliği kurulu işler hale gelmeli; kurul işçi sağlığını etkileyen üretimin her hususuna müdahale edebilmelidir. Kurulun en az yarısını işçiler oluşturmalıdır. Yine sendikalar, meslek odaları ve uzmanların oluşturduğu heyetler söz ve karar sahibi olmalıdır...” denildi.
1-15 ŞUBAT Halkın Günlüğü
AKP iktidarı, Erdoğan, ailesi ve yakın çevresi yiyicilik, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve para cenneti yaratarak para içinde yüzüyor. Hatta “gemiciklerle’’ yüzüyor… Ve bu paraların halk kitlelerinin emeğinin gaspıyla, azgın sömürüyle, haracın modern adı olan vergiyle elde edilmesinden daha öteye, alenen yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık zinciri içinde araklandığı bir gerçektir Devrimci mücadele ve hareketin tüm ajitasyon-propagandası ve hatta eyleminde gerici faşist devletin veya hakim sınıfların siyasi teşhirinin yürütülmesi istisna taşımaz bir özelliktir. Özellikle bu teşhirin somut olgu ve gelişmeler üzerinden yürütülmesi çok daha etkili ve isabetlidir. Siyasi iktidar perspektifiyle hareket eden devrimci yapıların düzenin siyasi teşhirini etkili olarak yapması dolaysız olarak devrimci mücadelesinin gereği ve kopmaz parçasıdır. Devrimci hareketler açısından bu durum tartışma götürmez şekilde yürütülen bir görevken, bu görevin etkili olarak yerine getirilmesi tamamen tartışmalıdır. Oysa düzenin ya da hâkim sınıfların siyasi teşhirinin etkili yapılması kitlelere burjuvazinin gerçek yüzünü göstererek gerici düzenden kopup düzen dışı arayışlara yönelmesini sağlamak ve dolayısıyla devrime katılmalarını sağlamak için son derece önemli devrimci bir eylemdir. Bugün yaşanan klikler çatışması ve özellikle de AKP-Cemaat ittifakının parçalanıp keskin çatışmaya dönmesi düzenin karakter ve niteliği hakkında fevkalade yeterli bir teşhir malzemesinin deşifre olmasına yol açmıştır. AKP iktidarı ve Erdoğan ise kendi başına son derece zengin bir rezerv durumundadır. Yani hâkim sınıflar cephesinin içinde bulunduğu durum proleter devrimcilere avantajlar sağlayarak adeta bir fırsat durumu temsil etmektedir. Ancak itiraf etmek gerekir ki, son derece uygun ve pozitif olan bu şartlar devrimci hareket ve proleter devrimciler tarafından yeterince ve doğru değerlendirilmemektedir. Bu da işin negatif yanı… Bakın, “TC’’ devletinin gerçek yüzünü gösteren anlamda, bu süreçte ortalığa neler saçıldı. Elbette hepsini burada sıralamak mümkün değil, fakat belli başlı birkaç örneği aktarmak gerekli olup yeterlidir de.
Erdoğan ve Cemaatin iktidar dalaşı
Yüksek yargıdan alt yargı organlarına kadar geniş yargı ağının devlette örgütlenen Gülen Cemaati (moda adıyla paralel yapı) tarafından ele geçirilmiş. Aynı zeminde her düzeyde ve tamamen bencil kliksel ya da cemaatsel hesap ve hırslar uğruna mümkün olan en geniş ölçekte hukuksuz dinlemeler gerçekleştirilmiş. Dönemin başbakanı Erdoğan; ‘’Ne istediler de vermedik’’ diyerek itiraflarda bulunurken, devlet içindeki bu ikinci veya gizli örgütlenmenin doğrudan AKP’yle ittifak ve ortaklık içinde gerçekleştirildiği açığa çıkmış oluyordu… Aynı yapı (Cemaat ya da paralel) yargı TİB dışında, polis içinde de ciddi bir ağ oluşturacak şekilde örgütlenerek kadrolaşmış. Belli sayıda milletvekiline sahip olduğu da deşifre olan bilgilerdendir. Bunlarla da yetinmemiş, üniversite ve diğer tüm sınavların soruları bu paralel yapı tarafından çalınarak kendi adamlarının devlet bürokrasisine yerleştirilerek kadrolaşmasını pervasızca yapma amacıyla kullanıldığı Erdoğan’ın itiraflarıyla açığa çıktı. Ki bunların esasta AKP-Gülen Cemaati ittifakıyla ortaklaşa yapıldığı bilinmez bir sır değildir. Askeri aracın yoluna mayın döşeyip patlatarak askerlerin ölümüne neden olup eylemi PKK’nin üstüne yıkarak kirli savaşlarına gerekçe yaratma planları, üst düzey komutanlara suikast düzenlenmesi, orduya kumpas kurulması, halk otobüsüne MİT elemanlarınca Molotofkokteyli atıp genç insanların ölümüne neden olmak ve halka yönelik bu eylemi PKK’nin üstüne yıkarak PKK’yi teşhir etmek… MİT tırlarıyla taşınan silah ve paralar… “Deniz Feneri’’… Ve işte ayakkabı kutularına doldurularak odalara dizilen paralar, milyarlar… Bakan ve bakan çocuklarının ihalelerdeki yolsuzlukları, Erdoğan ve oğlu Bilal’in sıfırlamaya çalıştığı milyarlar… Rıza Sarraf’ın altın kaçakçılığı ve bakanlara verilen rüşvet ve yedi yüz bin liralık saat… Bu skandal sonrasında bakanlıktan istifa etmek zorunda kalan ama vekillikleri süren eski bakanların AKP iktidarı tarafından ‘aklanması’… Evet elimizden geldiğince özet ve kısa tutmaya çalıştığımız bu kirlilikler hâkim sınıflar devleti ve düzenlerinin deşifre olan yüzünün bir kısmı olmakla birlikte, açığa çıkan bu kirlilikler devletin gerçekliğinin sadece görünen bir kısmıdır… Ancak bu kadarı bile devlet ve hakim sınıfların siyasi teşhirinin yapılması için yeterlidir. Tekrar etmekte fayda var ki, bu zengin materyale karşın devrimci hareket buradan etkili bir teşhir yürütüp, bu elverişli olanağı doğru kullanamamaktadır. Etkili bir siyasi teşhir için etkili argümanların seçilmesi ve çarpıcı olan gerçeklerin gündemleştirilmesi şarttır. Ama bu teş-
‘Sıfırladın m hir faaliyetinin sistemli bir çalışma olarak yürütülmesi de bir o kadar şarttır. Kısacası alelade bir şekilde bir şeyler dillendirip geçip gitmek gerçek anlamda teşhire yol açmaz, etkili olmaz ve etki de yaratmaz. Ama uzun süre ve sistemli bir şekilde çarpıcı ‘skandal’ ya da yaşananların kullanılmasıyla kitlelerde doğru bir yargı yaratılabilir, hâkim sınıfların gerçek niteliği anlatılmış olabilir. Örneğin, dönemin başbakanı Erdoğan durum basına düşünce panikliyor ve kriptolu telefonuyla(tabi kriptolu telefonun dinlendiğini henüz bilmemektedir!) oğlu Bilal’i arayarak “Sıfırladın mı oğlum?’’ diye soruyor. Bilal de “neyi baba’’ diye soruyor. Ve bu sohbet daha önce aile çevresine dağıtarak paraları ortadan kaldırma şeklinde Bilal’e Erdoğan tarafından verilen görevin yerine getirilmesi üzerine devam ediyor. Buna ister montaj, ister şantaj ve isterse komplo-darbe denilsin
ama bir gerçek var ki AKP iktidarı, Erdoğan, ailesi ve yakın çevresi yiyicilik, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve para cenneti yaratarak para içinde yüzüyor. Hatta ‘’gemiciklerle’’ yüzüyor… Ve bu paraların da halk kitlelerin emeğinin gaspıyla, azgın sömürüyle, haracın modern adı olan vergiyle elde edilmesinden daha öteye, alenen yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık zinciri içinde araklandığı bir gerçektir. Sorun şu; demokratik alan mücadelesinde bu teşhirin gerektiği gibi önemsenerek yürütülmediği açık. O halde bu eksikliği gidererek derhal hâkim sınıfların-AKP iktidarının siyasi teşhirini gerçekleştirmek ertelenemez bir görevdir. Dahası bu teşhirin her vesileyle yürütülmesi, ta ki gündemleştirilene kadar ısrarla aynı ajitasyon-propagandanın yaygın olarak yürütülmesi gerekmektedir. Bu teşhir çalışmasında “Sıfırladın mı oğlum?’’ sözü adeta bir slogan haline ge-
perspektif
dırdığı MİT elemanları vasıtasıyla) bir halk otobüsüne insanları yakarak öldürmek üzere Molotofkokteyli atıyor. Ne yazık ki, istediği gibi de insan öldürüyor! Bundaki amaç, kamuoyunu belli bir doğrultuda yönlendirmek ve yönetmek, hazırlanan bu kamuoyuyla birlikte bu tür eylemlerin kitlelerde yarattığı etkiyle gündeme gelip hasıl olan şartlarların olgunlaştırılmasıyla belli politika veya saldırıların gerçekleştirilmesinin zeminini yaratma,(tıpkı dışişleri toplantısında, Suriye’yle çatışma-savaş çıkarmanın zeminini yaratmak için, “gerekirse Suriye tarafına geçip iki roket ‘Türkiye’ tarafına sallatırız’’ konuşmasında olduğu gibi…) ve Kürtlere veya PKK’ye karşı Türk toplumunda kin ve nefret duyguları yaratmak, dolayısıyla PKK’yi teşhir etmek amaçlanmaktadır. Evet bunlar için AKP iktidarı, gencecik bir kızı-kadını alçakça katletmekte tereddüt etmemektedir… Olağan koşullarda bu skandalın açığa çıkmasıyla birlikte bakandan başbakana ve dolayısıyla hükümete kadar genişleyen bir istifayı gündeme getirirdi. Ama AKP iktidarı bundan önceki katliam ve komplolarındaki gibi bu durumda da tınmadı. Gariptir ki, devrimci hareket ve halk kitleleri de henüz bir protesto, pratik-eylemsel bir tavır ortaya koymuş değildir. Nitekim MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın savcılık tarafından ifadeye çağırılması da bu ve benzeri MİT vukuatlarından dolayıydı…
mı oğlum!’ tirilerek, tüm yürüyüş ve protestolara taşınmalıdır. Hatta duvar yazıları özellikle bu “sloganla’’ doldurulmalıdır. Zira bu “slogan’’-söz bir hırsızlığı somut olarak ifade eden bir sözdür. Herkes onun ne demek olduğunu yakından bilecek, hatırlayacaktır. “Sıfırladın mı oğlum?’’ sözünü mümkün olan herkesin okuyup duyacağı biçimde en geniş şekilde kullanıma sokmakla birlikte, sosyal medyada fenomen haline getirmek önemli bir çalışma olacaktır.
AKP iktidarını korumak için her şeyi yapıyor Bizzat AKP iktidarında bakanlık yapmış birinin, daha açıkçası AKP iktidarının eski içişleri bakanı İdris Naim Şahin’in bakanlığı döneminde konumu gereği bilgisine açık olan bir skandalı açıklaması, AKP iktidarına keskin bir kılıç gibi inmesi gereken bir silah gibidir. Neydi İ. N. Şahin’in açıklaması: “2009 yılında İETT otobüsüne
atılarak Serap Eser adlı lise öğrencisi genç kızın otobüste yanarak ölmesine sebep olan molotofkokteyli MİT elemanı attı.’’ Evet bu açıklama bilgisi AKP iktidarı ve burjuva devlet geleneğinin gerçek yüzünü sergilemekteydi. Burjuva gerici sınıflarda iktidar olma, hükmetme ve nüfuz sahibi olma gibi konularda her yolun mubah olduğu ve hiçbir kuralın olmadığı, aynı zamanda ahlaki değerlerin sıfır olup değerler adına her şeyin para ve çıkar olduğu gerçeği bu skandalla bir kez daha doğrulanmış oluyor. Belli bir politikanın uygulanmasının gerekli şartlarını yaratmak için kendi sivil vatandaşlarını katledip PKK’nin üstüne atarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışan hâkim sınıflardan (somutta AKP iktidarından) her şey beklenir ve bu onun gerici karakterinin yansımasıdır. Dikkat edip bir kez daha altı kalın olarak çizilmeye değerdir ki; AKP iktidarı MİT vasıtasıyla (ya da PKK’ye sız-
AKP iktidarına karşı ortak mücadele örülmeli Skandal üzerine sayfalar dolusu yazıp konuşmayı gerektirmeyecek kadar yalın, yorum gerektirmeyecek kadar çıplak ve ürpertici ama bir o kadar da gerici faşist sınıfların gerçek niteliğini deşifre eden bir olaydır. Dolayısıyla vahamet derecesinde olup infial uyandırması gereken bu sınıfsal gerçeğin AKP iktidarına karşı kullanılabilecek güçlü bir silah olduğu söylenebilir. Mevcut durumda AKP’nin en zayıf halkası tam da bu faşist ve komplocu icraattır. Devrimci hareketin, gerçeklerin açığa çıkması ve katledilen kadının hesabının sorulması argümanlarıyla pratik protestolar geliştirmesi gerekli olduğu kadar, yerinde olacaktır. Bu protestoların daha geniş kitlelerden destek bulacağı da açıktır. Aynı biçimde istifa eden ya da ettirilen dört bakanın aklanması esasta “Paralel yapının darbe girişimidir’’ yalan manevrasıyla sağlandı. Bu bakanların (çocuklarıyla birlikte) rüşvet almadığı, yolsuzluk ve hırsızlık yapmadığı söylenemedi. İlgili kara yüzleri aklarken, “bunlar temizdir’’ diyerek ve buna inanarak aklamadı. Bilakis inanmadı ve sadece “darbe’’ argümanıyla aklanması mecliste garanti altına
alındı. Bu tavır esas olarak bakanların rüşvet ve yolsuzluk batağında olduğunu zımnen kabul edip deklare etmektir. Çünkü bakanlar rüşvet almamıştır, yolsuzluk yapmamıştır, hırsız değiller diye itiraz edip aklama yoluna bu tavırla gidilmiyor. Tersine, ‘’darbe’’ gerekçesi kullanılıyor. Yani, AKP bunlar rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluğa bulaşmış ama iktidara karşı bir darbe girişimi olduğu için bu bakanları aklıyoruz demektedir. AKP dört bakanı aklayarak, kendisinin de rüşvet ve yolsuzluk batağında olduğunu tasdik etmiş oldu. (Bir bakanın AKP’yle ilgili bilgiler ortalığa saçılır sözü manidardır elbet…) Kısacası, “Sıfırladın mı oğlum?’’ yazısının ya da sloganının yanında dört bakanın aklanmasına da göndermede bulunabilinir. “Sıfırladın mı Oğlum?’’ sloganına cevaben, ‘’Oğlum bak git!’’ sloganı eklenmelidir. Bazen yalnızca bir söz çok şeyden daha etkili olabilir… Demokratik devrimci çalışmaların yürütülmesinde yukarıda özetlediğimiz materyal zemini elverişli şartlar sunmaktadır. Devrimcilerin yoğunlaşması gereken zemin budur. Ancak ne yazık ki, genel olarak devrimci harekette birbiriyle uğraşma, içte didişme hastalığı mevcuttur. Bu hastalık kimi durumlarda bir vaka niteliğinde seyretmektedir. Bazı densizler gerici faşist devlet ve hâkim sınıflarla uğraşma yerine devrimciler ve komünistlerle uğraşmayı esas işleri olarak görüp, bunu meslek edinmiştir. Bu gereksizler ciddiye alınmamalı ancak gittikleri kitle ilişkilerinde yürüttüğü gerici propagandalar bu kitlelerin yanında çürütülerek yanıtlanmalıdır. Devrimcilerin teşhir edilip karalanmasıyla devrimci çalışma yürütülmüş olamaz gerçeği kitlelerin içerisinde yüzlerine vurulmalıdır. En önemlisi de ajitasyon-propaganda yapıp örgütlenecekleri zeminin hakim sınıfların kokuşmuş devleti ve siyasi düzenleri olduğu salık verilerek, devrimcilerin karalanması, hakaretlere ve ağır ithamlara maruz bırakılmasıyla devrimci olunamayacağı ve devrimcilik yapılamayacağı anlatılmalıdır. Özellikle bazı gelişmeler devrimci güçlerin birleşme ve ortak hareket etmelerini şartlarken, böylesi zeminde devrimciler arası sorunları kaşıyarak ve devrimcilere her türlü ağır hakaretle saldırarak siyaset yapmaya çalışmak ahmakların işi olabilir, gerçek devrimcilerin değil… Evet her şeye karşın rağmen bizler gerici faşist hâkim sınıfları ve devletlerini hedefimize koyarak siyasi teşhirine yoğunlaşmalı, özellikle bugünkü şartlarda bütün demokratik alan çalışmalarımızda bu teşhiri somut olay ve toplumun bilgisi dahilinde olan sembolik kavramlar üzerinden yürütmeliyiz. Bizleri ileri taşıyacak olan devrimci çizgi ve devrimci çalışmalardır.
14
dünya haber
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
Davos ve sömürülenleri bekleyen tehlikeler! Davos’ta fikir alışverişi ve ön hazırlıklarının yapıldığını söyleyebiliriz. Bu temelde çok kutuplu emperyalist blok devletler arasında rekabetin karşılıklı kartlar kullanılarak daha da yoğunlaştırılacağı ve sürdürüleceği tartışma götürmez Yeni Küresel Birliktelik sloganı altında bu yılki Dünya Ekonomik Forumu kapsamında Davos’a emperyalist devletler ve onların stratejik uşak devletlerin tepe noktasındaki temsilcileri ve bunların uluslararası kurum üyeleri katılmıştır. Forumda dünya genelindeki başta ekonomik kriz olmak üzere egemenlerin siyasi krizleri ve bizzat dünya halkları ve ezilen uluslara yaşattığı sömürü ve zulümleri gözden geçirerek yeni saldırı politikalarında beyin jimnastiği yapılmıştır. Yaklaşık iki bin beş yüz katılımcının yer aldığı forum kapsamında sömürücü ve zulümkar yüz kırk ülke devletinin önde gelen politikacıları ve çok sayıda şirket yöneticileri de iştirak etmiştir. Evet Davos”ta ikiyüzlülükleriyle tam da vahşi kapitalizmin demokrasicilik oyunu sahnelenmiştir.
‘One minutte’ devamı bir Davos daha Dört gün süren forumun önemli gündemleri arasında özellikle Fransa Paris’teki son saldırı ve dünya genelinde yaşanan bölgesel savaşlar da yer almıştır. Her ne kadar adına Yeni Küresel Birliktelik deseler de dünyadaki bütün her şeyi ama her şeyi tekleştirici ve ötekileştirici yönelimlerini tüm çıplaklığıyla görmek mümkündür. Zira bizzat burjuva devlet paradigmasının ve onun tekçi uygarlık, tarih, kültür, felsefe, çizgi, ideoloji, siyaset, örgüt ve düşünce imtiyazı ve eşitsizlikleriyle Davos’ta tam bir sahne oyunu ya da vizyon sergilenmiştir. Uzlaşmacı tasfiyeci reformizmin ideolojik politik kulvarda dünya genelinde ana akım olarak karşıdevrimci yönelim politikası Davos’ta da gözden geçirilmiştir. Şimdiki durumda uluslararası emperyalist blok güçlerin üç ana kampa ayrılarak rekabet hali Davos’ta da kendini göstermiştir. Ortadoğu’da, Filistin, İran,Irak, Suriye, Libya, dört parçadaki Kürdistan, Ukrayna, Avrupa, Amerika, Yunanistan vd bölge ve alanlarda yaşananlar emperyalist bloklar arası rekabetin önemli çelişkili savaş hallerini kanıtlayan somut nesnel gelişmeler olarak Davos’a da yansımamazlık edemezdi. Nitekim forumda Paris’teki son katliam ve sonraki gelişmeler, radikal İslam eksenli kamuoyuna yansıyan- yansıtılan tehdit algısı, petrol fiyatlarındaki düşüş, ABD ve AB emperyalistleri ile Rusya emperyalizmi arasındaki Ukrayna, Suriye vd üzerinden yükseltilen çelişkiler, Euro borç krizinin yeniden ortaya çıkma
olasılığı, Avrupa’da yükselen gerici milliyetçilik ve iç faşizm olgusu, bizzat emperyalist kapitalist dünya sisteminin yarattığı doğa katliamları, kadın katliamları ve LGBTİ bireylere yönelik aynı tondaki gerici ve karşı- devrimci politikalar vb vd birçok konu ve nokta, emperyalist efendiler ve uşakları tarafından masaya yatırılmıştır. Bu yıl 45.si düzenlenen Forumun 1. Büyüme ve İstikrar, 2. Krizler ve İşbirliği, 3. Toplum ve Güvenlik, 4. İnovasyon ve Sanayi şeklinde dört ana başlık altında toplandığı ve buna paralel internetin geleceği, siber ekonomi, kadınlar ve cinsel yönelimlere ilişkin politikalarda diğer başlıklar olarak tartışmalarda yer almıştır. Teknoloji ve internet meselesine ilişkin olarak özellikle e-ticaret sektörünün önemli temsilcileri de forumda yer almıştır. Yahoo, Microsoft, Facebook, Google’ın önemli temsilcilerinin forumda yer alarak görüşme, çeşitli paylaşımlar ve anlaşmalar yaptığı söylenebilir. Forumun kurucusu ve başkanı bu anlamda ’’küresel gündem, bölgesel gündemler ve endüstri gündemine ilişkin tüm ana konulara hitap eden güçlü bir program
hazırladık’’ demiştir. Sömürü ve zulümler itibarıyla bütün sorunları yaratan efendilerin sorun çözen algı operasyonu ve manipülasyonuyla yaratılan yanılsamalara asla kanılmamalıdır. Egemenlerin küresel riskler kapsamında devletler arası rekabet çelişkileri ve anlaşmazlıklar, devlet idarelerindeki yönetim başarısızlıkları, ekonomik ve siyasi nedenlerle ilgili olarak ülke yönetimlerinin çökmesi, işsizlik ve dünyayı küresel düzeyde etkileyen tehlikeler vd hususlar olarak belirlendiği söylenebilir. Ukrayna’da gerici Devlet Başkanı Petro Poroşenko ise özellikle yaşanan bombalama ve şiddet olayları karşısında Davos’tan erken ayrılmıştır.
Sermaye dalaşları büyürken birleşik mücadele esas alınmalıdır Önemli tartışma konularından diğer birkaçı da Ortadoğu ve enerji konularıdır. Ortadoğu’daki devletlerin en yüksek düzeydeki temsilcilerinin katılımı ise bu duruma yönelik çeşitli görüşmelerin gerçekleştirildiğini gösterir niteliktedir. Önü-
müzdeki süreçlerde Rusya emperyalizmi önderliğinde Suriye, Batı Kürdistan vb alanlarda yaşanan savaş ve gelişmelere yönelik Moskova’da gerçekleştirilecek olan toplantının bir nevi Davos’ta fikir alışverişi ve ön hazırlıklarının da yapıldığını söyleyebiliriz. Bu temelde çok kutuplu emperyalist blok devletler arasında rekabetin karşılıklı kartlar kullanılarak daha da yoğunlaştırılacağı ve sürdürüleceği tartışma götürmez. Emperyalist efendilerin Davos vb toplantı ve bu eksendeki örgütlenmelerinin dünya halkları ve ezilen uluslarına daha fazla şiddet ve sömürüden başka bir getireceği şey yoktur. Zira tüm tarihsellikleriyle sömürü ve zulümlerin temel kaynağı özel mülkiyet çıkarları ve daha fazla kar hırsıdır. Emperyalist dünya sistemi karşısında proleter dünya devrimi ve onun her bir ülke ve yerelde devrimci komünist mücadele gerçek alternatif çözümü temsil etmektedir. Bu bilinçle çözüm Davos’ta değil, dünya halkları ve ezilen ulusların devrimci komünist birleşik örgütlenmesi ve mücadelesiyle sosyalizm ve komünizmdedir.
dünya haber
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
Ukrayna’da güncel gelişmeler
15
istikrarsızlığın kaynakları ve çözüm!
Ukrayna ve doğusundaki özerklik ilan eden bölge ve alanlar başta olmak üzere halk kitlelerinin, emperyalist kapitalist dünya sistemine ve onun gerici tüm rejimlerine karşı devrimci savaşları yürüterek doğrudan kendi iktidarlarını kurmaları gerekmektedir Kısa bir süre önce Ukrayna’da çetrefilli gerçekleştirilen genel seçimlerde zaten önceden belli olan istikrarsızlığa çözüm olamamıştır. Başka da düşünülemezdi zaten. Zira uzun yıllar emperyalist kapitalist dünya sisteminin bir o yana bir bu yana rekabetinde oyuncak haline gelen Ukrayna gerici rejimi ve yönetimlerinin istikrar sağlama iradesi de söz konusu olamazdı. Bu açıdan özellikle son yıllarda iyice açığa çıkan emperyalistler arası çelişki ve rekabetin bir yansıması Ukrayna’da daha belirgin hale gelmişti. ABD ve AB emperyalist bloğu ile Rusya- Çin endeksli emperyalist blok arasındaki ekonomik rekabet ve pazar dalaşı Ukrayna’da yönetimin bir o yana bir bu yana değişmesiyle bugünlere kadar gelmiştir. Ve özellikle Ukrayna’nın doğu kesimlerindeki Kırım, Donetsk, Luhangsk gibi bölge ve alanlarında Rusya emperyalizmi yanlısı milliyetlerin ABD ve AB emperyalist güçler yanlısı yönetime karşı isyanı belli ayrılıklarla bugüne kadar gelmiştir. Buralarda Ukrayna yönetiminden ayrılarak kendi özerk yönetimlerini oluşturan güçler arası anlaşımazlık her ne kadar belli göreceli yumuşak üslup ve argümanlar kullanılarak sürse de özellikle son süreçlerde tarafların hakimiyetindeki bölge ve alanlarda ard arda gerçekleşen şiddet ve bombalama eylemleri ve tabii ki yaşanan ölümlerden kaynaklı karşılıklı suçlayıcı açıklamalarla durum daha da sertleşmiş görünmektedir.
Halkları katleden ve coğrafyaları çıkarları için tarumar edenler Hatırlanacağı gibi Kiev merkezli gerici Ukrayna iktidarı ve yönetiminin kısa bir süre önce gerçekleştirdiği seçimler öncesi ve hemen sonrasında karşılıklı yumuşama hali söz konusuydu. Ve hatta özellikle Rusya emperyalizmi ve ona yakın duran Ukrayna’nın doğusundaki ayrılık ilan eden özerk yönetimlerin önderlikleri kendi haklarını garanti altına alınması kaydıyla kendileri katılmasa da bu seçimleri kabul edeceklerini ilan etmişti. Aynı şekilde karşılıklı yumuşama rüzgarları estirilirken aslında hiç de devreden çıkmayan uluslararası emperyalist güçlerin karşılıklı sert sözleri ve yaptırımlarıyla durum tersine dönmüş ve tarafların karşılıklı operasyonları ve şiddetiyle savaş hali daha da güncelleşmiş oluyordu. Çatışmalar daha da geniş alana yayılma göstermiştir. Aynı zamanda ekonomik ve ticari geçiş bölge ve alanlara da sıçrayarak liman kentlerine doğru genişleme özelliği göstermiştir. Havaalanları, liman kentleri ve ulaşım noktalarına yönelik karşılıklı şiddet eylemleri, Ukrayna ve doğusundaki ayrılan güçler arasında tam bir savaş haline evrilmiş durumdadır. Ve bütün bu yaşananlar kesinlikle AB ve ABD emperyalist bloğu ile Rusya-Çin eksenli emperyalist blok arasındaki bölgesel savaş olarak ifade edilebilir. 16 Ocak’ta uluslararası Donetsk havaalanına saldırı olmuş, akabinde çatışmalar Karadeniz kıyısında stratejik önemdeki liman kenti Vovorossiyal’a sıçramıştır. 24 Ocak’ta ise Mariupul kentine atılan füzeler sonucu 30 kişinin hayatını kaybetmesiyle birlikte taraflar birbirini suçlamıştır. AB ve ABD uşağı Proşenko Davos’taki toplantıdan erken ayrılarak Kiev’e dönmüş ve bu saldırılardan Novorossiyalı milisleri sorumlu tutmuştur. Donetsk Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ise bu suçlamayı yalanlamıştır. Bütün bu yaşananlar karşısında emperya-
list efendilerin arka bahçesindeki yedek uluslararası kurumsal mekanizmaları devreye soktuklarını da görüyoruz. AGİT(Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) sadece sivil gözlemcilerin gönderilmesiyle savaşın önlenemeyeceğini uluslararası barış gücünün de gönderilmesinin zorunlu olduğunu beyan etmiştir. Rusya emperyalizmi Dışişleri Bakanı Lavrov ise ölümlerden ve çatışmaların devam etmesinden Kiev yönetiminin sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Acil toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ise anlaşma sağlanamamıştır. Birleşmiş Milletlerin yaptığı açıklamaya göre 2014 Nisan ayından itibaren 5 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Uluslararası finans merkezlerinin önemli bir parçası olarak spekülatif sermayedar Soros ise Avrupa’nın kendi geleceği için de Kiev yönetimindeki Ukrayna’ya destek olması gerektiğini belirtmiştir.
Stratejik uşaklık için yaratılan savaş ortamı Çok kutuplu emperyalist bloklar Ukrayna üzerinden ellerindeki bütün olanaklarıyla karşılıklı olarak birbirlerini vurmak istemektedir. Uluslararası emperyalist sermayenin halihazırdaki merkezileşmesi ve derinleşmesi kapsamında Ukrayna örneğinde olduğu gibi rekabet ederek ulaşabildiği tüm bölge ve alanlarda tam bir hakimiyet savaşı yürütülmekte ve sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırma savaşı sürdürülmektedir. Dolayısıyla emperyalistler arası çelişki ve rekabetin sonucu olarak Ukrayna ve dünyanın diğer bölge ve coğrafyalarında yaşanan gelişmelerde göstermektedir ki gerçek anlamda barışı tesis edemeyeceklerdir. Ki eşitsizlikler ve haksızlıkların bizzat kaynağı olan emperyalist kapitalizmin gerçek barışı ve demokratik bir çözümü getirmesi de asla düşünülemez. Dolayısıyla Kiev merkezli Ukrayna yönetimi ve doğusunda özerklik ilan eden taraflar arasındaki savaşın doğrudan özneleri ve asıl tarafları bizzat emperyalist devletlerdir. Daha açıkça ifade edecek
olursak AB emperyalist blok devletleriyle ittifak halindeki ABD emperyalist bloğu ile başını Rusya- Çin emperyalistlerinin çektiği Şangay Beşlisi emperyalist bloğu arasındaki ekonomik çıkarlar üzerinden gelişen jeostratejik ve siyasal çelişki ve savaş hali olarak tasavvur etmek doğru olandır. Ukrayna ve doğusundaki özerklik ilan eden tarafların da vesayet rejimleri olarak tasavvur edilmesi gerekmektedir. Bu noktada Kırım, Donetsk, Luhangsk gibi özerklik ilan eden güçlerin her ne kadar belirli haklı ve demokratik yanları söz konusu olsa da halihazırdaki yaşanan savaş vesayet savaşı olarak da bir içerik taşımaktadır. Kiev merkezli Ukrayna yönetimi ise AB ve ABD emperyalist güçlerin stratejik uşağı konumu tartışmasız bir gerçektir.
Gerici tüm rejimlere karşı devrimci mücadeleyi büyütelim Taraflar önümüzdeki süreçte de boş durmayacak ve kozlarını alabildiğince kullanarak hakimiyet kurma savaşını boyutlandırarak sürdürecektir. Ta ki egemenliklerini iyice tesis edene kadar… Dolayısıyla rüzgar eken fırtına biçer özdeyişinden hareketle uluslararası emperyalist devletler tüm anti- demokratik uygulama ve politikalarıyla barış ve çözümün merkezi değil tüm sorunların yaratıcısı olarak görülmelidir. Emperyalist kapitalizm oynadığı tüm kirli ve çirkef oyunlardan bazen kafaları dönse de kapitalizmin daha fazla kar ve rekabet mantığı bugünkü düzlemde yaşanan dünya krizinin de önemli etkisiyle ya saldırganlaşmaya ya da batmaya mahkumdur. Bu gidiş hatlarında tabii ki doğrudan tüm insanlık ve dünya halkları da çok ağır etkilenmektedir. Bu bilinçle Ukrayna ve doğusundaki özerklik ilan eden bölge ve alanlar başta olmak üzere halk kitlelerinin emperyalist kapitalist dünya sistemine ve onun gerici tüm rejimlerine karşı devrimci savaşlarını yürüterek doğrudan kendi iktidarlarını kurmaları gerekmektedir.
16
güncel haber
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
Yüz binlerce kişi: ‘Buradayız Ahparig’ dedi 19 Ocak 2007 Agos Gazetesi önünde devlet tarafından katledilen Gazeteci Hrant Dink aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da olduğu çok sayıda devrimci demokratik ve yurtsever kurumun yanı sıra binlerce kişi tarafından anıldı. DHF, Hrant Dink’in vurulduğu yere Kaypakkaya geleneğinin şehitlerinden Ermeni komünistleri; Armenak Bakırcıyan (Orhan Bakır), Nubar Yalım, Manuel Demir ve İmam Boztaş’ın fotoğraflarını bıraktı Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni gazeteci Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de Agos Gazetesi’nin önünde Ogün Samast tarafından katledildi. Katliamı gerçekleştiren Samast’ın tutuklanmasının ardından Yasin Hayal ile polis muhbiri Erhan Tuncel de tutuklandı. Bu tutuklamalar ve yargı sürecinin başlamasıyla birlikte, devletin bütün kurumları organize hareket ederek katliamı gerçekleştirenleri ‘aklama’ çabasına girdi. Hrant Dink’in katledilmesini protesto eden ve katliamın arkasındaki devlet gerçekliğini kamuoyuna teşhir eden kitleleri çeşitli manevralarla oyalamaya çalışan devlet, burjuva hukuk sisteminin tam bir aldatmacadan ibaret olduğu gerçekliğini de dava süreciyle birlikte açıkça göstermiş oldu.
Hrant Dink davası görüldü Hrant Dink’in katledilmesine ilişkin verilen kararın Yargıtay tarafından kısmen bozulmasının ardından 18 sanığın yargılandığı davanın duruşması, 23 Ocak’ta Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda görüldü. Duruşma öncesi adliye önünde toplanan "Hrant'ın Arkadaşları" adına basın açıklaması gerçekleştirildi. Yapılan açıklamada devletin Hrant Dink’i katledenleri açığa çıkarmamak için her şeyi yaptığı belirtilerek,"Saklanan deliller, gizlemek isterken her şeyi ortaya döken zavallıca yazışmalar ve ‘Adalet’ saraylarında verilen her karar içimizi biraz daha kararttı" denildi. İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya sanıklardan Erhan Tuncel ile Dink ailesinin avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu katıldı. Mahkeme heyeti, duruşmada Dink Ailesinin avukatlarının taleplerinin tamamını reddederken, katliam günü Ogün Samast’ın arkasından gittiği görülen kişinin azmettirici Yasin Hayal’in ağabeyi Osman Hayal olup olmadığının belirlenmesi için TÜBİTAK'tan rapor beklendiğini açıkladı. Mahkeme heyeti davanın yeni duruşmasını 28 Nisan 2015 tari-
hine erteledi. Öte yandan firari sanık Ahmet İskender halen yakalanmadı. 28 Nisan’daki duruşmada karar açıklanırsa İskender’in dosyasının ayrılacağı belirtildi. Hrant Dink katledilişinin 8. Yılında İstanbul, Ankara başta olmak üzere çok sayıda ilde sokaklara çıkan yüz binlerce kişi tarafından yapılan eylemlerle anıldı. İSTANBUL: Hrant Dink, İstanbul’da bir araya gelen binlerce kişi tarafından “Buradayız Ahparig” denilerek anıldı. Anmaya katılan kitle her yıl olduğu gibi bu yıl da Türkçe, Kürtçe ve Ermenice “Hepimiz Hrantız hepimiz Ermeniyiz” dedi. 19 Ocak günü Taksim Gezi Parkı Divan Oteli’nin bulunduğu tarafta bir araya gelen aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da olduğu çok sayıda devrimci, demokratik ve yurtsever kurum, “Yaşasın halkların kardeşliği” , “”Katil devlet hesap verecek”, “Hepimiz Hrantız hepimiz Ermeniyiz” , “Biz bitti demeden bu dava bitmez” , “Faşizme inat kardeşimsin Hrant” sloganlarıyla Agos Gazetesi önüne yürüdü. “1915’ten Hrant’a Soykırım Sürüyor” pankartının ve Hrant Dink’in fotoğrafının taşındığı yürüyüş kortejinin en önünde Dink'in eşi Rakel Dink, çocukları ve ağabeyi yer alırken, Berkin Elvan’ın ailesi ile çok sayıda HDP Milletvekili de yürüyüşe katıldı. Yaklaşık bir saat süren yürüyüşün ardından Agos Gazetesi önüne giden binler, gazete önünde bekleyen kitleyle birleşti.
Kaypakkaya geleneğinin Ermeni komünistleri unutulmadı DHF, Hrant’ın vurulduğu yere Hrant Dink’in ve
Kaypakkaya geleneğinin şehitlerinden Ermeni komünistler, Dink’in arkadaşı Armenak Bakırcıyan (Orhan Bakır), Manuel Demir, Nubar Yalım ve İmam Boztaş’ın fotoğraflarını bıraktı. Dink’in fotoğrafının asıldığı Agos Gazetesi önünde toplanan binlerce kişi, Dink’in katledildiği saat olan 15.05’te bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Agos Gazetesi’nden yapılan konuşmalarda, Hrant’ın katilinin bir çocuk tetikçi değil faşist Türk devleti olduğu vurgulanırken, devletin 1915’de yaptığı Ermeni Soykırımı’na, 1938’te yaptığı Dersim Katliamı’na, 1955’de devletin organize ettiği 6-7 Eylül olaylarına, Maraş, Sivas, Roboski Katliamlarına da dikkat çekildi. Konuşmalarda Gezi eylemlerinde hayatını kaybedenler, Cizre’de katledilen çocuklar ve Kobane’de şehit düşen Paramaz Kızılbaş da unutulmadı. Hrant’ın halkların kardeşliğine olan inancına vurgu yapılan konuşmalarda, Hrant’ı sahiplenmenin onun hayallerini sahiplenmek olduğu vurgulandı.
‘O sadece Ermeni halkının bir sözcüsü değil tüm Türkiye’nin sesiydi’ Açılış konuşmasının ardından söz alan şair Murathan Mungan konuşmasında devletin dünden bugüne katliamcı yönünü teşhir ederken, Kobanê direnişini de selamladı. Mungan konuşmasında Hrant Dink’in Türkiye’de katledilen 62. Gazeteci olduğunu belirterek şunları söyledi: “Dilsizliğin her çeşidinin yaşandığı bu ülkede ölenler, öldürülenler, katledilenler, biz onlardan sonra birkaç kelime daha fazla söyleyebilelim diye, dilimizdeki kilitler çözülsün diye, dilsizi olduğumuz haki-
katler içimizi daha fazla kavurup yakmasın diye öldüler.” Mungan, “O sadece Ermeni halkının bir sözcüsü değil tüm Türkiye’nin sesiydi. Ezilen, dışlanan ve sömürülen tüm kesimlerin sesi.” dedi. Anma eylemi, Dink’in vurulduğu Ergenekon Caddesi’ne Hrant Dink’in isminin verilmesi talebiyle sonlandırıldı.
Kadıköy’de meşaleli yürüyüş Hrant Dink için İstanbul’da yapılan bir başka anma da 19 Ocak’ta HDP ve HDK’nın çağrısıyla gerçekleştirildi. Akşam saatlerinde Moda’da bir araya gelerek gerçekleştirilen basın açıklamasıyla Hrant Dink’i anan kitle, ellerinde meşalelerle Kadıköy’de bulunan Surp Takavor Ermeni Kilisesi’ne yürüdü. Türkçe ve Ermenice “Hepimiz Hrantız” , “Yaşasın halkların kardeşliği” yazılı dövizleri taşıyan kitle, müzik dinletisinin ardından anmayı sonlandırdı.
Ankara’da Hrant Dink anmasına polis saldırdı ANKARA: Hrant Dink’in katledildiği gün olan 19 Ocak’ta aralarında DHF’nin de olduğu devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlar tarafından anma eylemi düzenlendi. Sakarya Caddesi’nde bir araya gelerek Adalet Bakanlı-
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
ğı’na yürümek isteyen kitlenin önü Güvenpark’ta polis tarafından kesildi. Yürüyüşe izin vermeyen polis kitleye tazyikli su ve biber gazıyla saldırdı. Polis saldırısında 20 kişi gözaltına alındı. 19 Ocak’ta Ankara’da gerçekleştirilen polis saldırısı, 20 Ocak’ta Ankara Hrant Dink Anması Tertip Komitesi’nin gerçekleştirdiği eylemle protesto edildi. Sakarya Meydanı’nda bir araya gelen kitle adına yapılan basın açıklamasında yaşanan polis saldırısıyla birlikte devletin Hrant’ın katili olduğunun açıkça belli olduğu ifade edilerek mücadele çağrısı yapıldı.19 Ocak’taki polis saldırısı nedeniyle yapılamayan basın açıklaması, Ermenice, Türkçe ve Kürtçe olarak da okundu.
‘Buradayız Ahparig’ ESKİŞEHİR: DHF’nin aralarında olduğu Eskişehir Emek ve Demokrasi Güçleri, Kanatlı AVM önünde bir araya gelerek Adalar Migros önüne sloganlarla yürüdü. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında, ülkemizde hiçbir zaman basın özgürlüğünün olmadığı belirtilerek muhalif basının daima susturulmaya çalışıldığı ancak susturulamayacağı ifade edildi. Hrant Dink’i katledenlerin cezalandırılmadığı aksine ödüllendirildiğinin belirtildiği açıklama, ülkemizde ırkçı şovenist saldırılara karşın halkların kardeşliğinin önemine vurgu yapılarak sonlandırıldı. ANTALYA: DHF’nin de bileşenleri arasında olduğu Emek ve Demokrasi Güç-
17
leri, Kapalı Yol Halk Bankası önünde bir araya gelerek sloganlarla Attalos Meydanı’na yürüdü. Basın açıklamasında Hrant’ın katledilişinin üzerinde 8 yıl geçtiği belirtilerek katliamı gerçekleştirenlerin halen açığa çıkarılmayarak katliamı devletin gerçekleştirdiğinin açıkça belli olduğu ifade edildi. Açıklamanın ardından Eğitim Sen Antalya Şubesi’nde "19 Ocak'tan 19 Ocak'a" isimli belgesel gösterimi yapıldı.
Hrant Dink Adana’da unutulmadı ADANA: İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi’nin çağrısıyla İHD önünde bir araya gelen kitle, İnönü Meydanı’na yürüyerek Hrant Dink’i andı. Basın açıklamasında katliamın 2-3 milliyetçinin işi olduğunun iddia edildiği belirtilerek katliamı devletin gerçekleştirdiği ifade edildi. Açıklama devletin Hrant Dink’in katledilmesi ile Ermeni Soykırımı’yla yüzleşmesi gerektiği ifadeleriyle sonlandırıldı. SAMSUN: Emek ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla Çiftlik Akbank önünde bir araya gelen kitle, Hrant Dink ile katledilen gazetecileri andı. Anmada yapılan açıklamada Hrant Dink’in katledilmesinin çeşitli milliyetlerden halklar için büyük bir kayıp olduğu ifade edilerek Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden 8 yıl geçmesine karşın katliamı gerçekleştirenlerin açığa çıkarılmadığı ifade edildi.
Ege Üniversitesi’nde Cizre protestosu Cizre’de katledilen çocuklar için eylem yapmak isteyen Ege Üniversitesi öğrencilerine polis saldırdı. Saldırının ardından öğrenciler, Cizre’de katledilen çocuklar için Edebiyat Fakültesi'ni 3 saat giriş ve çıkışlara kapatarak eylem gerçekleştirdi Ege Üniversitesi öğrencileri, Cizre’de bir ay içerisinde 5 çocuğun katledilmesini protesto etti. Aralarında Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) üyelerinin de olduğu Ege Üniversitesi öğrencileri, Edebiyat Fakültesi önünde bir araya gelerek Ali Serkan Eroğlu yoluna doğru "Nihat Kazanhan Ölümsüzdür" ,"Diren Cizre Ege Seninle" sloganlarıyla yürüdü. Edebiyat Fakültesi, öğrenciler yürüyüşe geçtiği sırada polis ablukası altına alındı. Polis yürüyen öğrencilerin önünü barikatlarla keserek
öğrencilerin dağılmasını istedi. Yürümekte kararlı olan öğrencilere, polis biber gazı ve plastik mermilerle saldırdı. Edebiyat Fakültesi'ne çekilen öğrenciler, polis ablukası dağılana kadar fakülte binasını kapatacaklarını belirtti. Ardından fakülte binası, öğrenciler tarafından 3 saat boyunca giriş ve çıkışlara kapatıldı. Üçüncü saatin sonunda polisin okuldan çekilmesi üzerine, "Diren Cizre Ege seninle" ,"Polis defol üniversiteler bizimdir" ,"Yaşasın devrimci dayanışma" sloganlarıyla binadan çıkan üniversite öğrencileri, fakülte önünde basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasında üniversite öğrencilerinin katliamlara sessiz kalmayacağı belirtilerek Cizre’de katledilen çocukların hesabının tek tek sorulacağı ve her türlü baskılara karşı alanlarda mücadelenin sürdürüleceği ifade edildi. Basın açıklamasının ardından, eylem halaylar ve zılgıtlarla sona erdi.
YÖNELİM
≫ kazım cihan
AKP DEPREMİN EŞİĞİNDEDİR!
G
elişmelerin eğilimi AKP aleyhine seyretmektedir. Mecliste yaşanan gelişme de bu ivmeye işaret etmektedir. Yaşanan yolsuzluk dosyaları daha önce milletvekillerine bile verilmezken, bu dosya ve belgeler şimdi not defteri yapılmak suretiyle Mecliste tüm milletvekillerine dağıtılmış durumdadır. Bu gelişme bir rastlantı mı? Mevcut şartlarda bunun bir tesadüf, bir sakarlık vb olduğunu iddia etmek saflık olur. Adı geçen belgelerden yapılıp vekillere dağıtılan not defterleri (ki, bunlar çevre dostu bir yaklaşımın ürünü olarak yansıtılmaktadır) küllenmek üzere olan yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Bu güncelleme AKP’nin bu kara yükten kolayca kurtulamayacağını gösteriyor. Aynı zamanda AKP’nin öyle ya da böyle Cemaat kamburundan sıyrılamadığını ve Cemaatin küçümsenemez bir kuşatma oluşturduğunu açıklamaktadır. Dolayısıyla inlerine girildiği de söylense, o inler hala AKP’yi hırpalama nüfuzu gösterebilmektedir. Cemaat son kozunu henüz oynamadı. Muhtemeldir ki, önümüzdeki seçimlerde yapabileceğinin azamisini yaparak AKP’yi iktidardan düşürmeyi deneyecektir. Mecliste tamamen manidar olarak hazırlanıp vekillere sunulan not defterlerinin bir sakarlık işi olmadığı, bilakis yolsuzluk dosyasında ortaya çıkan sonuçlar ve bunların yarattığı tartışmaların ürünü olarak cemaat menşeli olduğu söylenebilir. Ki, AKP’yi iktidardan düşürme planında AKP’li vekillerin yer almaması gibi bir şey düşünülemez. Gizli cemaatçiler, sonradan Cemaat tarafından satın alınanlar veya şantajla kontrole alınanlar olarak AKP’li kimi milletvekilleri AKP’nin çekilmesi muhtemel ipinde rol alacaktır. Meclisteki yolsuzluk soruşturması belgelerinin her şeye karşın milletvekillerine verilmiş olması ya da verilmesinin yolunun bulunması AKP’nin prestijini yerle bir eden ve sanıldığı kadar güçlü olmadığının mesajını veren etkili bir eylemdir. Arkasında kararlı bir iradenin olduğu da söylenebilir. Yine, eski içişleri bakanı İdris Naim Şahin’in “Küçükçekmece’deki İETT otobüsüne molotofkokteyli atarak lise öğrencisi bir kızın yanarak ölmesine yol açan kişi MİT elemanıdır” şeklindeki açıklaması da zamanlaması açısından da anlamlı ve diğer gelişmelerle bağlantılı bir eylem çizgisinin ürünüdür. Bir iktidarın kendi vatandaşlarını katletme yükünün altından kalkmasının oldukça zor olduğu açıktır. AKP’nin her derde deva gördüğü paralel yapı darbe yapmak istiyor kalkanı da bu durumda sökmeyen etkisiz bir argüman durumundadır. Dolayısıyla AKP’nin gelinen aşamada kullanabileceği etkili bir demagojik argüman kalmamıştır denile-
bilir. İşte bundandır ki, AKP yolun sonuna doğru gelmiştir-gelmektedir demek mümkün. Elbette bu kesin bir durum değil ama mevcut gelişmelerin işaret ettiği genel tablodur denebilir. AKP’yi iktidardan indirmeyi deneyecek gücün sadece Cemaatle sınırlı olduğu söylenemez. Ülke içindeki devrimci halk kitlelerini saymazsak, Kemalist kanat ve çevrelerin, TÜSİAD ve bilumum mağdur çevrelerin aynı çaba içinde olduklarını söylemek yanlış olmaz. Bunların da ötesinde belli uluslararası güçlerin de ülkedeki muhalefetle hedef ortaklığı içinde olduğu söylenebilir. AKP ve Erdoğan’ın okuduğu restler öylesine değildir. Belki de somut anlamda hepsinden daha etkili ise Kürt Ulusal Hareketi’dir. PKK ve Öcalan’ın da son süreçlerdeki açıklamaları çözüm sürecinin AKP’yle ilerletilemeyeceği, AKP’nin çözüm sürecinde samimi olmayıp oyalama/aldatma siyasetini benimsediği şeklindedir. AKP’nin ve Erdoğan’ın açıklamaları ve özellikle de gerçekleştirdiği saldırı ve katliamları da çözüm sürecine yaklaşımdaki samimiyetini vb göstermektedir. Kısacası çözüm süreci hala resmen bitirilmemiş olsa da reel olarak bir ilerleme gösterdiği veya pratik olarak işlediği de söylenemez. HDP’nin parti olarak seçimlere girme kararı ve bunun siyasi geleceğinin getirecekleri de AKP’yle işlerin rayında olmadığını ve olmayacağına işaret etmektedir. Kobanê’deki muhtemel siyasi gelişmeler ve AKP’nin bunun karşısında alacağı pozisyon da aynı kapıya çıkmaktadır yani çözüm süreci bağlamındaki ilişkilerin ve sürecin pek de yolunda gitmediğini göstermektedir. Ve eğer PKK, AKP’yle süreci bitirip AKP’nin iktidardan düşürülmesi için bir askeri ve siyasi hat izlerse AKP’nin bu seçimlerde baş aşağı olması son derece mümkündür. Özcesi, PKK cephesi de pratik olarak AKP’nin iktidardan düşürülmesi zemininde bulunmaktadır. AKP yolun sonuna gelmemiş olsa bile ciddi sarsıntılar geçireceği ve kan kaybına uğrayacağı söylenebilir. AKP’nin mevcut oy potansiyeli düşünüldüğünde içten bölünüp parçalanmalar yaşamadan ciddi oranda bir oy kaybı yaşamayacaktır. Kuşkusuz ki, Davutoğlu’lu bir AKP ile Erdoğan’lı bir AKP arasında gerek oy desteği ve gerekse de partiye vb hâkim olma ve otorite olma düzeyi açısından önemli farklılıklar vardır. Dolayısıyla bu dönem içten kazan kaldırmalar daha olanaklı ve ihtimal dâhilindedir. Abdullah Gül’ün açıklamaları, “beyaz saçlılar’’ olarak tanımlanan AKP içindeki kimi kadrolarının hoşnutsuzlukları ve bunları alenen dillendirmeleri AKP’deki çatlağa işaret ederken, bu çatlağın büyütülmesi mümkündür. İşte bu AKP iktidarının son bulması anlamına gelecektir.
18 güncel haber ‘Biz bitti demeden bu dava bitmez’ Gezi / Haziran Ayaklanması sırasında şehit düşen Ali İsmail Korkmaz’ın davasında polislere ve sivil faşistlere “iyi hal” indirimi uygulandı. Halk mahkemenin kararını sokaklara çıkarak protesto etti Gezi / Haziran Ayaklanması sırasında şehit düşen Ali İsmail Korkmaz, toplumun kanayan yarası olmaya devam ediyor. Ali İsmail Korkmaz’ın Kayseri’de görülen davasında beklenenin aksine bir sonuç çıkmadı. Katillere ‘iyi hal’ indirimi, ‘kemikleri kırılmadığı için cezada indirim’ vb. uygulandı. Ne de olsa “benim esnafım gerektiğinde alperendir”, “talimatı ben verdim” diyordu dönemin Başbakanı, günün Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan. Mahkeme Cumhurbaşkanının verdiği talimata uyarak bu talimat doğrultusunda kararını açıkladı. Görüntüleri silen esnaf suç işlemişken, görüntülerin silinmesi talimatını veren polis ise masumdu! Neticede “destan” yazmış polis teşkilatı ‘suçlu’ olamazdı. ‘Destan’ yazan polisler ise katili çoktan bulmuştu. Yaptıkları savunmada “esas katil Gezi’yi yaratanlardır” diyerek, kendilerini “akladılar”. Hiç şüphe yok ki bu “T.C.” devletinin ne ilk ne de son katliamıdır. Devlet devrimci, demokrat ve yurtseverlere karşı katliamı kolluk güçleri, sivil faşistleri vb. ile yapar, mahkemeleriyle aklar ve bürokrasisiyle ödüllendirir. Elbette “ödül” mahiyetinde kimi ceza kararları çıkmıştır. Ancak açıkça görülmeli ki bu kararlar toplumun baskısı sonucunda verilmek zorunda kalınan cezalardır. Davanın daha henüz başında Eskişehir’den Kayseri’ye kaçırılması, bunun en net göstergesidir. Elbette Gezi / Haziran Ayaklanması’yla bir kez daha gözler önüne serilen, mahkemelerin devleti koruması yeni değildir. Hâkim sınıflar her zaman mahkemeleri, hukuku elinde tutmuş ve kendine göre şekillendirmiştir. Bugün AKP iktidarından bunun aksini beklemek de yanlıştır.
Mahkeme görevini yerine getirdi 21 Ocak’ta Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme heyeti, devletin kendilerine yüklediği görevi yerine getirdi. 7. duruşmanın görüldüğü davada 1’i polis, 5’i tutuklu toplam 8 kişi davada savunma yaparak suçsuz olduklarını belirterek beraatlerini talep etti. Sanıklardan Ebubekir Harlar, "Polisler yakala dedi, yakaladım" diyerek, suçsuz olduğunu savundu. Sanık Saldoğan telekonferansla katıldığı duruşmada Saldoğan, "Ben kimseyi öldürmedim, bana verilen görev için oradaydım" dedi. Kendisinin “şerefli” bir polis olduğunu savunun Saldoğan, “Katiller, Gezi'yi yaratanlar” dedi. Saldoğan'ın sözleri, Korkmaz ailesi ve salonda bulunanların tepkisiyle karşılandı.
‘Ödül’ gibi 'ceza’(!) Verilen aranın ardından mahkeme kararını açıkladı. Mahkeme Mevlüt Saldoğan'a 13 yıl hapis cezası verirken, ceza ‘iyi hal indirimi’ uygulanarak, 10 yıl 10 aya indirildi. 12 yıl hapis ce-
zası verilen sanık polis Yalçın Akbulut’un cezası da ‘iyi hal indirimi’yle 10 yıla düşürülürken, Akbulut’un tutuklanmasına karar verildi. Mahkeme Ali İsmail Korkmaz’ın katledilmesinde polislere ‘yardımcı’ olan 3 sivile ise verdiği 8 yıl hapis cezasını yine ‘iyi hal indirimi’ uygulayarak 6 yıl 8 aya düşürdü. Hakkında 3 yıl 4 ay hapis cezası verilen Ebubekir Harlar ise ‘iyi hal indiriminden’ tahliye edildi. Sanık polisler Şaban Gökpınar ve Hüseyin Engin ise tahliye edildi.
Polis Adliye önünde bekleyen kitleye saldırdı Kararın açıklanmasının ardından İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasaka şu ifadelerle tepkisini dile getirdi: “Asıl suçlular emir verenlerdir. Dünyanın neresinde bir insanı sopalarla öldürürseniz bu kasten öldürmedir. Bu karar şunu göstermektedir, hukuk güvenliği yoktur. Adalet yara almış, kendi kendini mahkum etmiştir. Ama Yargıtay’a gideceğiz, sonuna kadar gideceğiz.” Adliye önünde bekleyen ve polis barikatına yürüyen aralarında DHF’lilerin de olduğu kitleye polis tazyikli su ve biber gazıyla saldırdı.
Halk sokaklara döküldü Ülkenin birçok yerinde sokaklara çıkan halk kitleleri, “Biz bitti demeden bu dava bitmez” sloganlarını haykırarak Ali İsmail Korkmaz davasında verilen kararı protesto etti. Okmeydanı halkı, 21 Ocak’ta Okmeydanı Sağlık Ocağı önünde toplanarak yürüyüş gerçekleştirdi. “Ali İsmail Korkmaz Okmeydanı Unutmaz” pankartı arkasında bir araya gelen Okmeydanı halkı, mahallenin sokaklarında gerçekleştirdiği yürüyüşle kararı protesto etti. Ali İsmail Korkmaz’ın ailesinin çağrısıyla 22 Ocak’ta Eğitim-Sen önünde bir araya gelen Antakya halkı, Saray Caddesi’nden köprü duraklarına yürüdü. Eskişehir’de ise halk Kanatlı AVM önünde bir araya gelerek kitlesel bir yürüyüşle Ali İsmail Korkmaz heykeline yürüdü.
Dava kararlarını protesto edenlere polis terörü Mahkeme kararını protesto edenlere karşı polis saldırıları da artarak devam etti. Kadıköy’de bulunan Boğa Heykeli’nde bir araya gelen kitle, gerçekleştirdiği yürüyüşün ardından basın açıklaması yaptı. Açıklamanın ardından polis kitleye saldırırken, Mehmet Ayvalıtaş Parkı’na çekildi. Polis saldırısında 5 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar bir süre sonra serbest bırakıldı. Diğer bir saldırı ise Ankara Güvenpark’ta yaşandı. Basın açıklaması yapan kitleye, polis saldırdı. Bu eylemlerin yanı sıra İstanbul Sarıgazi, Dersim Hozat ve İzmir başta olmak üzere çok sayıda il ve ilçede sokaklara çıkan halk kitleleri, Ali İsmail Korkmaz davasında verilen kararı protesto etti.
Aile temyize başvurdu Avukatlar mahkeme kararını Korkmaz ailesinin isteği üzerine temyize taşıdı. Avukat Ayhan Erdoğan tarafından Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen temyiz dilekçesinde, tüm sanıklar için mahkeme kararının bozularak sanıkların yeniden yargılanmaları talep edildi.
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
‘Kil ocağı Asla kil ocağı kurdurtmayacağız diyen ve Büyükşehir Yasası’yla mahalleye dönüştürülen Gökdere ve Kaynaklar Köyü’nü DHF ve Halkın Günlüğü Gazetesi olarak ziyaret ettik Neo-liberal kapitalist sistemin giderek genişleyen küresel ağzı yerel sistemlerin kan damarlarına dek ulaşmaya başladı. Öyle ki; üçbeş ağaç, birkaç çiçek, böcek, ot ve su birikintisine, hayat bulup yeşertmeye çalıştığımız minimum alanlara nüfuz etmeye başladı. Uluslararası boyutlarda üretim yapan fabrikaların hammadde ihtiyacını yerel sistemin üzerine yüklemek! Örneğin, dünyayı bir inci üzerine oturtun. İnci tanesinin tahammül edeceği muazzam basıncı bir kez düşünün. Posası çıkar, değil mi? Neo-liberal azman çevremizdeki inci tanelerine saldırmaya başlamıştır. Soma-Yırca Köyü’nün posasını bir gecede çıkardılar. Orman Kanunları terk-i diyar ediyor, kanunsuzluk çığ gibi. Köylerin başına yağmur niyetine taş ocakları ve kil ocakları yağıyor! İzmir Batı Beton Şirketi’nin devasa ihtiyacına karşılık inci taneleri, küresel sıklet altında kaderine terk edildi. İnci tanelerimizin ikisi son günlerde çok sessiz! İzmir ili Buca ilçesine bağlı Gökdere Köyü ile Kaynaklar Köyü’nden bahsediyoruz. Çevremizde mantar gibi açılan taş ve kil ocakları ormanları sahipsiz bulup tepesine yerleşmiş. Çevre felaketi değil, felç edilen mikro ölçekli çevremiz söz konusu. İnci tanesi üzerine inen dünya bize misal! Büyükşehir Yasası marifetiyle bir gecede mahalle kuruluverdi. Gökdere Mahallesi, Bornova, Kaynaklar’ın Merkez Mahallesi ve Cumhuriyet Mahallesi de Buca manzumesine üç inci tanesi oluverdi. Mahalleye dönüştürülen Gökdere ve Kaynaklar Köyü’nü DHF ve Halkın Günlüğü Gazetesi olarak ziyaret ettik. Önce Gökdere Köyü’ne uğrayıp muhtar ve köylüleri dinledik.
Köyünüzde kil ocağı kurulmak isteniyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Gökdere Muhtarı Atanan Budak: “Derdimiz çok büyük. İzmir Batı Beton Şirketi, kil ocağı açmak için, ÇED raporu dahi ol-
madan kapalı kapılar ardında Orman Bakanlığı’na başvurmuş. 350 000 metrekare alanı bakanlıktan kiralamış. Köyümüze 300 metre mesafede. Bakın! İşte şurası. Burnumuzun dibinde kil çıkaracaklar. Bu güzelim ata-dede yadigârı köyde artık yaşanır mı? Maden arama ruhsatlarını bize ibraz edeceklermiş. ÇED raporu alınamazmış. Bize geldiler tabi. Toplantı yapalım diye ricacı olunca kendi felaketimize dair bilgi sahibi olduk. Köylü kabul etmedi. Direndik. Toplantılara kimseyi katmadık. Bize ‘Bölgeyi rafa kaldırdık’ dediler. Sevindik ama sevincimiz bir hafta sürdü. Bir hafta sonra özel harita şirketine ihale etmişler işi. Ellerinde ölçüm aletleriyle geldiler. Sağı solu ölçüyorlar. Köylü durumu anladı, haritacıları derhal kovdu. Geldikleri gibi gittiler. Biz kil ocağı istemiyoruz! Asla yaptırmayız, direneceğiz. Kilin tozu dumanı altında ne börtü böcek, ne de insan yaşar. Asla kil ocağı kurdurtmayacağız.
İlgili kurum ve örgütlerden; belediye, baro ve TMMOB’dan destek aldınız mı? -Biz Bornova’ya bağlıyız. Bornova Belediyesi bizimle hiç ilgilenmedi. Ancak komşu köyümüz Kaynaklar’ın çabalarıyla Buca Beledi-
19 istemiyoruz’ 1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
-Çok doğru. Sit alanı ve kil ocağı… Tarih bizim zenginliğimizdir. Asla vermeyeceğiz. Desteğinizi bekliyoruz.
Kendilerinden izin isteyip komşu köy, Kaynaklar Köyü’ne giderek KaynaklarÇevreyi ve Doğayı Koruma Derneği (ÇEVDER)’nin binası önünde dernek üyesi Eyüp Mardin’le görüştük. Eyüp Mardin: ÇED raporları
yesi’nin Kent Konseyi kısmen ilgilendi. Broşürlerimizi filan basıyorlar. Sadece bu. Bizleri arayan soran yok. Sahipsiz kaldık. Ama yaşamak için direneceğiz. Ayrıca kil ocağı açmayı düşündükleri yer tarihi sit alanıdır. Eski Yunandan kalma yerleşim yeri orası. Tarih bizim zenginliğimiz, kat be kat haklıyız.
Bergama’daki Zeus Sunağının akıbetini hatırlayalım. Osmanlıdan aldıkları taş ocağı ruhsatına dayanarak at ve eşeklerle tarihi eserleri sahile dek taşımışlar. Gemilere yükleyip Berlin kentine götürdükleri sunağın tıpa tıp benzerini kurmuşlardı. Taş fiyatlarına gitti muhteşem Zeus Tapınağı! Yoksa bu adamların sit alanı içindeki kil ocağını açma ısrarları tarihi eser kaçakçılığına kılıf olmasın! Tarihi tekerrür ettirmek niyetinde olanların Osmanlıcılığı böyle olmalı. Aman dikkatli olalım. Kil taşıyan kamyonların içinde heykellerin nicesi gömülebilir. Bir düşünün diye sorduğumuzda köylülerden gelen yanıt şöyle oldu:
dahi olmadan kapalı kapılar ardında, işletme ruhsatı alanlar ÇED raporu alabilmek için köylüyü bilgilendirmek zorunda oldukları için köye geldi. Bizimle toplantı yapmak istediklerini söyleyince onları tersleyip kovduk. Bizden öyle tepki gördüler ki analarından emdikleri süt boğazlarından geldi o gün! Turistik yerlerimiz çok. Çevremiz düğün salonları, çay bahçeleriyle doludur. Palmiye düğün salonuna gelen bir grup; ‘Burada parti yapıp eğleneceğiz’ diyerek para ödeyip salonu tutmuşlar. İçimizden üç-beş kişiyi götürüp orada güya bildirim yaparak görüntülerini de çekip akıllarınca ÇED raporu alacaklar. Palmiye Düğün Salonu önünde barikat kurduk. Kimseye geçit vermedik. Daha sonra Masal Cafe’yi ve Buca’daki Altıneller Düğün Salonu’nu denediler. Bizimle iletişime geçmelerine asla izin vermedik. Şu sıra biraz duruldu. “Vazgeçtik” diyorlar ama sil baştan tekrar başlayacaklar. ÇED raporu için mecburlar. ‘Köpek bok yemekten vazgeçmez’ der büyüklerimiz. Tekrar gelecekler. Çimento için kil malzemesi lazım. Onlar da mecbur, biz de mecburuz. Burası yaşam alanımız. Burada tarım yapıyoruz. Çevremiz turistik bölge. Altındağ Semti’nde halk çamaşır asıyor. Rüzgâr varsa topluyor. Toplamayanın çamaşırı beton tutuyor, bilir misiniz? Kil tozları tarım alanlarımızı verimsizleştirecek. Meyvelerimiz, sebze, bağ, bahçe ve zeytinlerimiz ne hale gelir? Halka faydası yok, zararı var ama yatırımcısına büyük kar kazandırıyor. Gökdere Köyü’yle biz (Kaynaklar Köyü) örgütleniyoruz. Kil ocaklarının yapılmaması için elimizden ne gelirse yapacağız.
Kaynaklar Köyü ÇEVDER’in Başkanı Arif Şen: 350 000 metrekarelik alanda kil arama ruhsatı almışlar. ÇED raporu almak için ‘bilgilendirme’ ihtiyaçlarının önünde azimle direndik. Başaramayınca geri adım
atarak ‘caydık’ dediler. Basına ‘tamam, kil ocağı açmıyoruz’ açıklamasını yaptılar. Buca Kaymakamlığı bize ‘kil ocağından vazgeçildi’ dedi. Onlara; ‘halk duyarlı, yaptırmayız’, dedim. Ancak; su uyur sermaye uyumaz, derler. Fırsat kolluyorlar. Uyanık olmak lazım! Ayrıca Buca Eski Belediye Başkanı Ercan Tatı zamanında (2010 yılı) EKS Madencilik Buca Limitet Şirketi’ne taş ocağı ruhsatı verilmiş. Bir de İzmir Büyükşehir Belediyesi Katı Atık Bertaraf Tesisi kurulması için aynı yer seçilmiş. Buralar tarihi ve doğal sit alanıdır. Tahtalı Barajı içme suyunun su havzası bizim ormanlık alanımızdadır. 2010 yılında Buca Belediyesi’nin verdiği taş ocağı ruhsatına ve katı atık bertaraf tesislerine karşı amansız mücadele vermiştik. Sonunda geri adım attırdık. Hukuki karar mahkemeden ‘Doğal karakteri korunacak, yapılamaz’ şeklinde çıktı. Yargıtay’a temyiz kararı için başvurdular ama gayretleri tutmadı. Yargıtay, kararı bozmadı ve kazandık. Bizim adımız Kaynaklar. Kaynağımız çok ya! El Hariri adlı Lübnanlıya doğal kaynak suyumuzu satmak istediler. Karşımıza yine Ercan Tatı çıktı. Başımıza bela oldu. Suyumuzu şişeleyip satacaklar. Eylemler yaptık ve izin vermedik. Kaynaklara saldırıyorlar! Kaynağın özünde gözleri var, bize sormadan satıyor, pazarlıyorlar. Oysa öz bizim. Ben burada doğdum. Nüfusumdaki hane numaram 1’dir. Dedem, dedemin dedesi… Buralıydı. Bu çınarların olduğu yerde su pınarları vardı. Yazın karpuzu suya koyardık. Çaat! Eder çatlardı karpuz. Öyle soğuk… O zaman köyde çeşme yoktu. Buradan kovalarla, testilerle evlerimize su taşırdık. Babam 1976’da Kaynaklar Köyü’nün muhtarıydı. Gürlek Mevkii’ndeki 4,5 km mesafedeki yerden; şu dağları aşa, aşa imece usulüyle köyümüze su getirdik. Devlet sadece boru verdi. Daha sonra da suyumuzu Lübnanlıya satmaya kalktılar. Bu suyu Lübnanlıya satarsak dedelerimize ihanet olmaz mı? Ayrıca “Kil Ocaklarına Hayır” adlı dergi çıkarma aşamasındayız. DHF ve Halkın Günlüğü Gazetesi olarak kil ocağına karşı mücadele eden köylülere, kendi sorunlarına sahiplenenin kendi iradeleri olması gerektiğini önemle belirterek her türlü desteğe hazır olduğumuzu ve yanlarında olacağımızı belirterek yanlarından ayrıldık.
YOLA YOLCU
≫hıdır uludağ
SİZ DEĞİL MİYDİNİZ !?
D
Charlie Hebdo Katliamı’ndan hemen sonra, timsahlar Paris’ e üşüştü. Neden? Gözyaşları dökmek için. IŞİD’i, El Nusra’ yı, El Kaide’yi kısacası bütün fundamentalistleri, ırkçıları, faşistleri koynunda besleyip büyüten ve dünya halklarının başına bir bela olarak salan siz değil miydiniz ki boy boy, kol kola en ön saflarda timsah gözyaşları dökme sefilliğinde bulunuyorsunuz. Dünyamızı karanlığa gömmek isteyen sizler değil misiniz? Daha düne kadar IŞİD’i silahlandıran ve bu gayri insani eylemlerinize devam ederek, on binlerce mazlum Kürt halkını, Ezidileri, Keldanileri, Alevi ve Şiileri, Türkmen halkını katlettiren, Fransa, Almanya, İngiltere, Amerika ve bunların çanak yalayıcıları olan devlet başkanları, başbakanlarının insan hakları ve demokrasiye dair inandırıcılığı olabilir mi? O halde bunların Paris’teki özgürlük ve insan hakları eyleminde işleri ne? Hem de hiç yüzleri kızarmadan en ön safta yer alarak. Ortadoğu halklarının ve dünyanın öbür ucundaki Nijerya halkının katliamı için Türk gemilerinin, TIRlarının silahlar taşıdığını, fundamentalist çetelerin silahlandırıldığını sağır sultan bile biliyorken, İslami faşizmin yılmaz savaşçısı ve AKP iktidarının başı zatın özgürlük yürüyüşünde işi ne? 6 yaşındaki kız çocukların evlendirilebileceğine fetva veren, hamile bir kadının sokağa çıkmasını yasaklama aymazlığında bulunan, okullarda kızlı erkekli karma eğitime karşı olan, kadının çalışma hayatına atılmasını, ekonomik “bağımsızlığını” elde etmesini istemeyen kısacası bütün aklı sadece belden aşağı olan bir zihniyetin insan hak ve özgürlüklerinden dem vurması inandırıcı olabilir mi? Amaç belli. Hem halkların, devrimci demokratların katledilmesinde baş rolü oynuyorlar, hem de demokrasiden yanaymış gibi görünerek, yarattıkları terörün ceremesini halklara yüklüyorlar. Sözüm ona terörün önüne geçmek adına, demokratik haklar ve özgürlükler bir bir kısıtlanıyor. Öte yandan halklar birbirlerine düşman kılınıyor. Amaç “terörü” önlemek değil, çok daha sinsice halkın baskı altında tutulmasıdır. Bir başka noktanın altının çizilmesi gerekiyor; yüz binler, milyonlar haklı olarak Paris için ayağa kalkarken, Nijerya’da yakılarak canice katledilen iki binden fazla insanın görmezlikten gelinmesi düşündürücü değil midir. Yoksa onların derileri siyah da ondan mı? Ama herkes bilir ki acıların rengi yoktur. Bütün acılar aynı renktedir. Paris’teki acıların paylaşıldığı kadar, Nijerya’daki, Ortadoğu’daki ya da ne bileyim dünyanın herhangi bir yerindeki halkların acılarının da paylaşılması adına milyonların ayağa kalkması gerekmiyor mu? Görev, katliamların baş mimarlarıyla kol kola girerek sınıf kinimizi heder etmek değildir. Görev, söz konusu acıları iliklerine kadar yaşayan dünya halklarıyla omuz omuza olmaktır.
20
güncel
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
‘Tecrit öldürüyor F Tipi hapishaneler 2011 Aralık ayında Dersim’de tutuklanan DHF’li tutsak Hıdır Yıldız’a hapishane yönetimi tarafından kontrol edilerek gönderilen mektuplar üzerinden soruşturma açılırken, İnsan Hakları Derneği’nin hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle gerçekleştirdiği oturma eylemlerinde Mehmet Yamaç ile hapishanede ağır hastalıklarına karşın tahliye edilmeyerek katledilen hasta tutsakların durumuna dikkat çekildi Hapishanelerde hak gasplarının giderek arttığı bir süreçten geçiyoruz. Faşist Türk devletinin devrimci, komünist ve yurtsever tutsaklara uyguladığı tecride karşı mücadele yürüten tutsakların, mektup ‘cezaları’, telefon ‘cezaları’ ve görüş yasaklarıyla haberleşme hakları gasp edilmektedir. Tutsakların yaşam alanlarını gözetim altına alarak tecridi daha da derinleştirmeye çalışan devlet, kamera ve kelepçeli muayene dayatmalarıyla tecridi daha da derinleştirerek tutsakları devrimci kimliğinden uzaklaştırmak istemektedir. Devrimci tutsaklar, bütün baskılara karşın, devrimci irade ve kararlılıktan ödün vermeden mücadeleyi sürdürüyor.
DHF’li tutsak Hıdır Yıldız’a soruşturma açıldı Bu tutsaklardan biri de Kastamonu İnebolu M Tipi Hapishanesi’nde tutulan DHF’li tutsak Hıdır Yıldız. 2011 Aralık ayında Dersim’de tutuklanan Hıdır Yıldız’ın ailesine ve arkadaşlarına gönderdiği mektuplar, hapishane yönetimi tarafından kontrol edilmesine karşın suç unsuru sayılarak soruşturma açıldı.
‘Dersim ismi iade edilsin’
148. F oturması hayatını kaybeden tutsaklar için İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, 17 Ocak Cumartesi günü hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle gerçekleştirdiği oturma eylemlerinin 148.sinde ağır hastalıklarına karşın tahliye edilmeyerek katledilen hasta tutsakları andı. Galatasaray Meydanı’nda yapılan oturma eyleminde, “Tecrit Öldürüyor F Tipi Hapishaneler Kapatılsın” , “Hapishanelerde Ölüm İstemiyoruz Hasta Tutuklular Serbest Bırakılsın” yazılı pankartları açan insan hakları savunucuları, “Hasta mahpuslar serbest bırakılsın” , “ATK elini mahpuslardan çek” sloganlarını attı. Eylem sırasında Lütfü Taş, Haşem Arduçlu, Abdülmecit Arslan, Mehmet Canpolat, Tamer İldirim ve Hüseyin Karakuş’un devlet tarafından bilinçli olarak katledildiği belirtildi. İHD adına yapılan açıklamada, hayatını
DEDEF, Taksim’de düzenlediği basın açıklamasıyla, Dersim isminin iade edilmesi talebiyle mektup kampanyası başlattığını duyurdu 1937-38 Dersim Katliamı’ndan önce 1935 yılında çıkarılan “Tunceli Kanunu”nda Dersim ismi değiştirilmişti. Dersim’i Türkleştirme çabası içinde olan Kemalistler bunu başaramayınca, Dersim halkı tehlike olarak görülmeye başlanarak katliam planları yapılmaya başlandı. Dersim halkı devletin yıllardır süren asimilasyon politikalarına karşı direnmeye devam ediyor. Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF) Dersim adının iadesi için mücadeleye devam ediyor. DEDEF, Dersim isminin iade edilmesi talebiyle 18 Ocak’ta Taksim Galatasaray Lisesi önünde basın
kaybeden hasta tutsakların hapishane süreçlerine dair bilgiler verildi. 12 Ocak’ta hayatını kaybeden Mehmet Canpolat’ın hapishane, hastane ve ATK süreçlerinin anlatıldığı açıklamada, Canpolat’ın haftalarca yoğun bakımda kalmasına karşın tahliye edilmediği ifade edildi. Açıklamada savcılığın Canpolat’a ilişkin tutumu ise şu ifadelerle aktarıldı:”Kızının yanında kalma talebine savcılık cinsiyetçi bir bakış açısıyla, ‘Kız başına senin ne işin var bir erkeğin yanında’ olmuştur. Ölüm döşeğindeyken bile yanı başında sevdikleri değil, jandarmalar vardır. Bel fıtığı raporu veren doktorlar, savcılar, hapishane, ATK el birliğiyle Canpolat’ı öldürmüştür. Hepsi suçludur.” İnsan hakları savunucularının yıllarca idamın kaldırılması için mücadele ettiklerinin belirtildiği açıklamada şu ifadelerle sona erdi: “İdam kalktı. İdam kalktığından beri, Türkiye hapishanelerinden her gün tabutlar çıkıyor. O halde
açıklaması gerçekleştirdi. “Dersim İsmi İade Edilsin” yazılı pankart arkasında bir araya gelen kitle, “Dersim Onurdur Onuruna Sahip Çık” sloganı attı. Dersim isminin iade edilmesi talebiyle yurtiçi ve yurtdışında kampanya başlattıklarını vurgulayan DEDEF adına yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Dersim ismi hem ülke içinde hem ülke dışında çeşitli tartışmalara neden olan bir konu. Dersim isminin iade edilmesiyle ilgili postanelere gidilerek Dersim isminin iade edilmesiyle yazılan mektuplarda Tunceli yerine Dersim ismi geçiyor.”
‘Asimilasyon saldırılarına karşı Dersim sahiplenilmeli’ Konuşma yapan DEDEF başkanvekili İmam Karataş ise şunları söyledi: “Biz Dersimliler, neredeyse yüzyıldır devletten bizim olanı istiyoruz. Dersim isminin iade edilmesini istiyoruz. Dersim
bu ölümlerin anlamı ne?, Takdiri ilahi mi?”
149. F oturmasında Mehmet Yamaç’a özgürlük istendi İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, 24 Ocak’ta hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle başlattığı oturma eylemlerinin 149. Haftasında, ağır hastalıklarına karşın tahliye edilmeyen hasta tutsak Mehmet Yamaç’a özgürlük istedi. Oturma eyleminde 1922 Aralık 2000’de gerçekleştirilen hapishaneler katliamından bu yana ciğerlerinden rahatsız olan Mehmet Yamaç’ın sağlık durumuna ilişkin bilgiler verildi.
Mehmet Yamaç ağır hastalıklarına karşın tahliye edilmiyor İHD adına yapılan açıklamada 19 yıldır müebbet hapis ‘cezası’ nedeniyle hapishanede tutulan Yamaç’ın, 19 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishaneye eş zamanlı olarak yapılan saldırılarda, Adana’nın
ismi bize bizi hatırlamamızı ve toplumsal belleğimizi diri tutmamızı sağladığı gibi tersinden de devletin dayattığı isim olan ve devletin tunç-eli olan Tunceli ismi bizlere Türkçe konuşmayı, Türkçe yaşamayı, Türk olmayı, Sünni olmayı ve Tunceli ismi üzerinden Dersim’i ve Dersim tarihini tüm yönleriyle toprağa gömmeyi ve nihayetinde biz Dersimliler’i tarihten silmeyi amaçlamış ve tarihten silemediği gibi toplumsal belleğimizi oluşturan kültürel birikimlerimize önemli darbeler vurmuştur.” DEDEF’in başlattığı kampanyada Avrupa Dersim Dernekleri Federasyon (ADEF) de “Dersim ismi iade edilsin mektup kampanyasına katıl” başlığını taşıyan bir açıklama yayınladı. ADEF, Türkiye-Kuzey Kürdistan, Avrupa ve dünyanın birçok ülkesinde yaşayan Dersimlilerin ve ezilen halkların mektup göndererek bu kam-
Halkın Günlüğü 1-15 ŞUBAT 2015
kapatılsın’ “19 yıldır Yamaç’ın tedavisi keyfi olarak engelleniyor. Onlarca doktora gitmesine karşın, hepsi farklı hastalık teşhisleri koydu” denildi. Açıklamada Yamaç’ın ailesinin Van’da olması nedeniyle Van Hapishanesi’ne sevk talebinin engellendiği kaydedilerek, “Tüm insanlığı, hepimizi tehdit ediyor. Bütün bu uygulamalar aynı zamanda topluma da gözdağıdır. Bu duruma kulaklarımızı tıkayarak gözlerimizi kapatarak asla kurtulamayız. Hapishanelerde zulüm, ölüm ve işkence var. Tutsakları öldürmemek için dur diyelim. Bunun için sıra bize gelse de gelmese de susmayalım” dedi. Ceyhan Hapishanesi’nde ağır yaralandığını ifade edildi. 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı sırasında Yamaç’ın göğüs kafesinin kırıldığı belirtilen açıklamada, “Tam 19 yıldır tedavisi yapılmıyor. Kırılan göğüs kafesinin kırık kaburgaları üst üste binmiş ve göğsün üzerinde kaynamıştır. Atılan kimyasal bombalar ve gazlar nedeniyle akciğerinin bir bölümü yanmıştır. Verilen yanlış ilaçlar nedeniyle midesinde çok sayıda yara meydana gelmiştir.” denildi.
Hasta tutsakların mücadelesini yükseltelim Basın açıklamasında Yamaç’ın 23 Ocak 2013’de Erzurum H Tipi Hapishanesi’nden Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edilmesi sırasında kalp krizi geçirdiği belirtilerek,
panya destek vermesini istedi. ADEF’in açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Kampanyanın birinci ayağında Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Dersimliler ve Dersim dostları Dersim’e mektup gönderecek. Yalnız gönderilecek mektuplarda alıcının adresi yazıldıktan sonra, il hanesine Tunceli yazılmayacak, Dersim yazılacaktır. Dersim devlete göre olmayan bir yerdir, mektuplar devletin bir kurumunun eliyle adreslerine ulaşırsa devlet Dersim isminin meşruluğunu tanımış sayılacaktır. İkinci adım olarak; elimizdeki mektupları göz önünde bulundu-
Zafer işareti yaptığı için fotoğrafı verilmedi Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutulan Fehmi Kahraman’ın zafer işaretiyle çekilen fotoğrafına Photoshop sansürü uygulandığı ortaya çıktı. Kahraman’ın görüşüne giden Selin Demirel, vasisiyle zafer işareti yaparak fotoğraf çektirmişti. Kahraman’ın kendisine gönderdiği mektupta durumu öğrenen Demirel, hapishane yönetimi tarafından photoshop yapıldıktan sonra fotoğrafı alabileceğini öğrendi. Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi yönetiminin uygulamasına tepki gösteren Demirel, “Sevdiklerimizi hapishanelerden zafer işaretleri eşliğinde alacağız. Hapishaneler becerebiliyorlarsa o zaman da photoshop yapsınlar” dedi.
rarak hukuki süreç başlatacağız. Elimize geçen her mektup bizim için ve davayı takip edecek hukukçularımız için birer delil sayılacaktır. Bunca çabaya karşın, halen Dersim ismi iade edilmez ise; üçüncü adımda Dersim’de faaliyet yürüten siyasi partilerimizle ve devrimci kurumlarımızla durumu değerlendirerek, Dersim’i referanduma götürmek istiyoruz.” ADEF, mektup kampanyasına katılmak isteyenlerin Dersim Kültür Derneği Moğoltay Mahallesi Eski Belediye Hizmet Binası No: 1 Dersim adresine mektupları gönderilebileceğini belirtti.
TUTSAK PARTİZAN
≫ cafer çakmak
CÜRET VE DAİMA CÜRET
A
ğır ve tedirgin adımlarla bürodan (buna dernek, sendika, kültür merkezini de ekleyebiliriz) çıkar. Endişelidir. Puhu kuşunun keskin bakışlarıyla etrafını kolaçan eder. Karşı kaldırımda afili güneş gözlüklü kirli sakallı adamın hafiye olabileceğini aklından geçirir. Kendisine interpolde dahil tüm istihbarat servislerinin fellik fellik aradığı eleman muamelesi yapar. Romanlardan bilincine monte ettiği birkaç demode konspirasyon numaralarını anımsar. Üç adım yürür, kaldırımın köşesine geldiğinde eğilip ayakkabı bağcıklarını bağlarmış gibi yaparak arkasını yoklar. Hay aksi, karşıdan zihniyet özdeşliği yaptığı yoldaşı gelir. Görmezden gelse ya. Mecburi istikamet selam verir. Karşıdaki sorar; “ Nereden geliyorsun?” Metaforik kodlar devreye girer; “Dükkandan geliyorum, işler kesat” Karşıdakinin de zihniyet kodları aynı olduğundan, “Ben de diğer dükkana uğradım bu öğle. Yakında pilav günü varmış” karşılığını vererek kurguladıkları oyunu fire vermeden, pot kırmadan oynarlar. Katıldığı demokratik gösteride yoldaşı gözaltına alınıp tutuklanır. Yoldaşı mahpusta “densizlik” yaparak mektup yazar. Evham düşkünü mektubu alır almaz panikler. Bir koşum mektubu gönderen yoldaşının ailesinin kapısında soluğu alır. Aileye ultimatom verir; “ Ne yapıyor o, hepimizi kodese mi tıkacak. Söyleyin adıma, adresime mektup göndermesin. Ne istiyorsa size söylesin temin ederim.” Paranoyayı derinleştirip zirveye çıkarır. Sıkı sıkı tembihler aileyi: “Ziyaretlerde adımı zikretmeyin, yerin kulağı var.” Aksilik bu ya, ne olmuş nasıl olmuşsa, gıyabında tutuklama kararı çıkmıştır. Hatırı sayılır entelektüellerimizden İsmail Beşikçi’nin 18 yıl mahpus damında dünya meseleleriyle hemhal olduğunu ve sistemin kırmızı çizgilerini ihlal eden kelimeler ürettiğini aklına dahi getirmez. Yıllarca hapishanelerde direnen ve üreten komünistleri, devrimcileri bilmezlikten gelir. Mahpusta kalacağı bir yıl düşüncesi kabus olur. Rotayı mülteciliğe kırar. Minareyi çalan kılıfını da uydurur zihniyeti ortaya çıkar. İmdadına yetişir, “proletarya mücadelesi enternasyonaldir.” Vecizeyi bütünlüğünden koparıp rotasına mesnet yapar. Demir atar dış bir ülkeye. Mitomani şahı gizemciliğin biçilmiş kaftanıdır. Ara ara pazar değerini canlı tutmak emeliyle mahlasla mektuplar yazar, telefon görüşmelerinde bulunur. Sırra kadem basmıştır, nerede olduğunu sormayın, idrakımız yetmez onun yaptığı işlere mühim insandır vesselam. Müdavimi olduğu gazeteyi bayiden, bürodan, kitapçılardan almaz. Takip edilebilir. Beş aracıyı devreye koyarak gazeteye ulaşır. Sokak gösterileri, mitingler, boykotlar, grevler… Aman ne hacet, deşifre olur alimallah! Hicvin tonlarını serpiştirdiğimiz mizaha mazhar bu pratikler ne yazık ki münferitte olsa kimi yoldaşlarımızın/ aktivistlerin zihin parametrelerine ayna tutuyor. Münferit olması göz ardı edeceğimiz anlamına gelmiyor. Gelmemeli de. Zira bu çelişkinin farklı versiyonlarına başka pratiklerde rastlıyoruz. Bu anlayışın izdüşümleri de bulunuyor. Egemenler başkalarının selameti ve sistemini yeniden ve yeniden üretmek amacıyla korkuyu da üretir. Epizodik korku hikayesi kundakta başlar. Annenin çocuğa söylediği; “Akşama baban gelsin yaramazlıklarını bir bir söyleyeceğim” cümlesi ‘ceza’ tehdididir. Baba figürü korkunun nesnesidir. ‘Ceza’ terbiye kırbacıdır. Sisteme uyumlu “normal” birisi olmanın kodları korkuyla enjekte edilir. Evin kapısından sokağa adım attığında toplum (ve en yakın çevresi) korkuyla sarıp sarmalar. Toplumdan dışlanma korkusu kızgın kurşunlar fırlatan demir aletlerin korkusundan daha da tesirlidir. Aforoz ve tecrit “normali” üreten nizam kelimeleridir. Toplumsal çoğunluğun kabul görmediği bir fikriyata meyledip dile getirildiğinde, aforoz ve tecrit işlevsellik kazanır. Eğitim tedrisatı korkuyu bilincin imbiğine katre katre damıtır. Din azar ve lanetle korkunun surlarını örer. Bilinç surların arasında esir tutulur. Bütün bu korkuları, merkezde üreten, hangisini hangi tonda pompalayacağına karar kılan devlettir. Devlet korkunun hem öznesi hem de nesnesidir. Kitlelerin homurtularını örgütlü güce dönüştürüp ayaklanacağından ödü patladığından korku haresini örerek kendini güvenceye almaya, sistemine uyumlu “normal/ kabul görülen” bilinçleri ideolojik aygıtlarıyla biteviye üretir. Korku olağan ve anlaşılır bir olgudur. Korkusuz insan yeryüzünde bulunmaz. Korku sarkaçlı bir kelimedir. Bir yönü olumluluğa, bir yönü karanlığa bakar. Farklı farklı nitelikleri de bulunur. Nobran davranarak başkalarını kırıp dök-
mekten de sakındırabilir. Aşırılığa, erkenci çıkışlara, plansız programsız edimlere mani olup onları hesaplı kitaplı yapmanızı da sağlayabilir. Burada değindiğimiz, özgürlüğün / özgürleşmenin önüne set çeken korkulardır. Bu korkuların üstüne üstüne yürüyerek onları parçalamalıyız. Yukarıda verdiğimiz örneklerde korku hakimdir. Bununla birlikte bu malul düşüncede hareket eden yoldaşlarımızın demokratik haklar ve özgürlükler mücadelesinde bilinçlerinin berrak olmayışı esas sorundur. Korkuyu yıkabiliriz. Yakın dönemde Gezi Ayaklanması’nda yüz binlerce insan korkusunu yıktı. Ama anlayış sorunları kısa bir sürede yıkılmadığından bunlarla hayli uğraşmamız gerekir. Unutulmasın ki demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde kazandığımız her mevzi dişimizle tırnağımızla, büyük bedellerle, uzun mahpusluklarla söke söke kazandığımız değerler ve alanlardır. Ne hor kullanma lüksüne sahibiz ne de önemsizleştirip gerisine düşme. Bu çıtaya balkonda güneşe serilen, kırmızı biberlerin komünizm propagandası yapıldığı savlanarak mahkemelere intikal ettirildiği, yoksulluğu anlatıp edebiyata taşıdığımızda yazarlarımızın komünizm propagandasıyla yargılanıp hapse atıldığı ve komünizm kelimesinin yasak olduğu günlerden geldik. Mücadelenin geçmişi, kazanılan mevzilerin değerini bilmeyen onları sahiplenip ilerletmede eksik duruş sergiler. Gazetelerimiz, bürolarımız, sendikalarımız, derneklerimiz, vakıflarımız ve mahpus devrimciler/ yoldaşlarımız ve de bütünlüklü olarak demokratik haklar ve özgürlükler alanında kazandığımız alanlar, mevziler değerlerimizdir. Sahiplenmeli, savunmalı ve ileri taşımalıyız. Gazetemizi ulu orta her yerde, otobüste, vapurda, trende, metroda, okulda ve fabrikada tereddüt etmeden okumalıyız. Mahpuslarla yazışmaktan çekinmemeli, onlarla içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye köprüler kurmalıyız. Demokratik kurumlarımızı, yayınlarımızı gözaltında, mahkemelerde savunmaktan tereddüt etmemeliyiz. Aksini yapanlar; fişleneceği çekincesiyle mahpuslara yazmaktan çekinenler, kitleler içinde, gözaltı ve mahkemelerde demokratik kitle kurumlarını sahiplenmekten, savunmaktan imtina edenler ya da çekinenler; birincisi konumları ne olursa olsun kitlelere önderlik edecek niteliğe ve cüretine sahip değildir; ikincisi niyetlerinden azade devletin ekmeğine yağ sürüp mücadeleyi pasifleştirip sisteme yedekler. Devlet, demokrasi, devrim mücadelesinin özneleri üzerinde baskı ve tahakküm kurarak eritmek amacıyla ötekileştirme ve tecrit politikası uygulayarak yayınlarımıza, demokratik kitle kurumlarımıza yasa dışı muamelesi yapıyor. Bunda paradoks yok. Devletin varlık koşulu kazanılmış hakları gasp etmek, yok saymak ve hükümsüz kılmaktır. Demokrasi ve devrim özneleri de, hak ve özgürlükleri savunmaktan imtina ve tereddüt edenlerin bilinçlerinde bu hak ve özgürlükler yasak ve meşru değildir. Yayınlarımız ve demokratik kurumlarımız yasaldır. Bu hakkı da egemenler lütfedip bahşetmemiştir. ‘Haklar verilmez alınır’ sözü tüm mücadele tarihinde hükmünü sürmüştür. Tam da burada, demokratik hak ve özgürlüklerimize politik bir saldırı olduğunda, yani pratikte yayınlarımız, kitle kurumlarımız vb. kapatılmaya çalışıldığında üretim alanlarında grev, toplu iş sözleşmesi yasaklandığında vs. tüm gücümüzle ister bir kişi olalım isterse yüz kişi bu saldırıları geri püskürtme politikası uygulayarak toplumsal sinerji yaratmalıyız. Gözaltına alınan ve tutuklanan tüm devrimcileri, komünistleri sahiplenmeliyiz. İkincisi ve en önemlisi, hak ve özgürlükler mücadelesi parlamenter sersemlikle ve yasalarla sınırlı değildir. Böyle düşünenler mücadelenin boynunu en başta büker. Düşüncelerimiz, hak ve özgürlük mücadelemiz meşrudur. Düşüncelerimizi eğilip bükülmeden, kem küm etmeden savunmalıyız. Önder İbrahim yoldaş, döneminde kolay kolay kimsenin cüret etmeyeceği el yakan konularda fikirlerini haykırmaktan sakınmadı. Bizde sakınmamalıyız. Hangi alanda olursak olalım; gazeteci, avukat, muhtar, belediye başkanı, akademisyen, sendikacı, öğretmen vs. kitlelerle demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde ön saflarda yer almalıyız. Yasaları geçersiz kılmak, alan açmak da bu radikal mücadeleyle olur. Gezi Ayaklanması’nda bu yönde dersler çıkarmalıyız. Yargılama, gözaltı ve tutuklamalar, bunları devlet düşünsün, binleri, on binleri, yüz binleri, milyonları hapislere kapatsın. Sonunu hızlandırır. Örnek Kürdistan serhildanları.. 6-7 Ekim serhildanı…
22
kültür sanat
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
Guernica’dan Kobanê’ye
devrimci sanat-edebiyat Her devrim bir yıkım ise bu yıkımın altından, bu cayırtı ve cızırtıların, bağırış ve hawarların, feryatların, figanların, zılgıtların ve sloganların altından yükselen yeni hayatı yazmanın, çizmenin, söylemenin zamanı. Sinemada, tiyatroda, edebiyatta, müzikte ve resimde devrimin ellerini, gözlerini, sesini, soluğunu derin derin, estetiğin ve yaratıcılığın tüm olanaklarıyla işleme, üretme ve yaratma zamanı İspanya İç Savaşı’nın tüm hararetiyle devam ettiği günlerde, faşist Almanya’nın savaş uçakları İspanya’nın Guernica şehrini bombalayarak yerle bir etti. Yıkıntıların arasında yüzlerce insan hayatını kaybetti. Katliam haberi yayıldığında Avrupa’nın çeşitli kentlerinde milyonların katılımıyla protesto gösterileri düzenlenir. Büyük Picasso’da bu katliam karşısında duyduğu acı, öfke ve sanatçı duyarlılığıyla o ünlü tablosu Guernica’yı yapmaya başlar. Tablo bittikten kısa bir süre sonra tüm dünyada tanınır hale gelir. O kadar ki İspanya İç Savaşı denince ilk akla gelenlerin arasında bu tablo da vardır. Rivayet odur ki Nazi subayları Paris’te Picasso’nun atölyesini basar. Faşist subaylardan biri Guernica’nın karşısına geçip dikkatlice tabloyu izledikten sonra Picasso’ya dönerek, kibirle, kinle, küçümseyerek “bunu siz mi yaptınız” diye sorar. Picasso bu, tarihin dili, dilin tarihi, geri durmaz, durdurulamaz, “hayır” der, “siz yaptınız”. Yukarıdaki örnek yaşadıklarımıza ne kadar uyuyor değil mi? Karşı-devrimin paramiliter güçleri Kobanê’ye saldırdı. 134 gün boyunca devam eden saldırı ve kuşatma sonucu, yüzlerce genç kadın ve erkek hayatını kaybetti. 26 Ocak itibarıyla Kobanê devrimci kuvvetleri, kentin denetimleri altında olduğunu açıkladı. Yurtsever-devrimci halk zafer kutlamaları için sokaklara döküldü. Önümüzdeki günlerde sis dağıldıkça geride kalan tabloyu daha net görebileceğiz. Aslında şimdiden görünen, yakılıp yıkılmış, harabeye dönmüş Kobanê’yi görmek mümkün. Guernica’nın yaşadıklarına benzer bir yıkımı yaşıyor Kobanê. Kahramanlık, direniş ve devrimci
dayanışmanın dorukları yaşandı. 134 günde yoksul Kobanê halkının emekçi kadın ve erkekleri, toprakları ve onuru için canlarını feda etmekten geri durmadı.
Kobanê’ki kazanımın devrimci sanat ve edebiyata yansıması Kobanê direnişi ve kazanımı diplomatik, askeri, siyasi, ekonomik, güncel ve tarihsel birçok sonuç doğurmuştur, doğuracaktır. Bütün bunlar elbette farklı değerlendirme konularıdır. Bunların yanında elbette sanat ve edebiyat alanında da önemli sonuçlar çıkaracağını ve Kobanê’nin, Rojava Devrimi’nin yeniden inşasında ve devamında sanat ve edebiyatta önemli bir rol üstlenecektir, üstlenmek durumundadır. Bir Picasso çıkacak yeni bir Guernica yapacak demiyoruz ama, yeni Picassolar çıkacak kendi dilleri ve kendi özgünlükleriyle bu direnişin ve zaferin sanatını yaratacaktır. Edebiyatını yapacaktır. Daha şimdiden müzikal anlamda bazı eserlerin çıktığını görüyoruz. Bunlar değerli olmakla birlikte devrimin ilk dönem eserleri gibi duruyor. Notlar da derinleşecek mutlaka. Tuvale vurulan boya da renklenecek. Kağıda kazınan imge de güçlenecek. Öyle olmak zorunda. Her devrim, devrimci gelişme beraberinde bu yenilikleri çıkaracak atom altı parçacıkları da savurur. Buyuralım. Devrimden umut, direniş, öfke, acı, sancı, ayrılık, kazanmak ve kaybetmek, ilerlemek ve gerilemek, korku ve cesaret, ağlamak
ve gülmek, kadın olmak ve kadın olmak istemek, yaratmak, inanmak, gücenmek, beklemek, sarılmanın her türlüsü, savrulmanın her türlüsü, açlık, yokluk, çocuk olmak, yaşlı olmak, engelli birey olmak, ölmek ve yaşamak, insana ait olan ne varsa işte o ve daha fazlası fışkırıyor. Bu kaynak sanata ve edebiyata aktıkça evrenselleşecek ve ölümsüzleşecek, Kobanê yiğitlerinin ve şehitlerinin huzur içinde yaşamaya devam edecekleri yer de bu sanatın içinde bu edebiyatın içindedir kuşkusuz. Sürekli devrimci süreçlerin geriliğinden kaynaklı devrimci-toplumcu sanatın, edebiyatın da geriliğinden, itibar kaybından, örgütsüzlüğünden ve yaratıcı olmayışından yakınıyoruz. Şimdi “bırakın yakınmayı” demenin de zamanıdır. İşte gürleyerek ileri atılan devrim ve devrimciler. İşte her devrim bir yıkım ise bu yıkımın altından, bu cayırtı ve cızırtıların, bağırış ve hawarların, feryatların, figanların, zılgıltların ve sloganların altından yükselen yeni hayatı yazmanın, çizmenin, söylemenin zamanı. Sinemada, tiyatroda, edebiyatta, müzikte ve resimde devrimin ellerini, gözlerini, sesini, soluğunu derin derin, estetiğin ve yaratıcılığın tüm olanaklarıyla işleme, üretme ve yaratma zamanı. Şimdi. Şimdi değilse ne zaman? Tembelliğe hakkı olmayan bir adım öne!
Yazarların devrimci örgütlülüğünün önemi Sınır boylarında dayanışmanın sürdüğü
günlerde edebiyatçılar “Türkiye Koridoru Aç” talepli geniş bir basın açıklaması düzenledi ve ardından Suruç’a giderek dayanışmada bulundu. Yine başka bir grup edebiyatçı ve yazar da sınıra giderek çadırlarda yokluk ve zorluklar içinde yaşayan halkımızın yanında oldu. Bu gidişten bir de “Kobanê Öyküleri” kitabı çıktı. İyi de oldu. Daha da lazım. Bunlar ve benzeri girişimler uzun zamandır toplumsal gelişmeler karşısında sus pus duran edebiyat ve sanat dünyasına eminiz kan taşımıştır. Ancak yetersiz olduğunu, giderek bir örgütlülüğe, birliğe dönüşmesi gerektiğini de belirtmek gerekiyor. Anlaşılan güçlü, ciddi, üretken, belirli duyarlılıklarla bir araya gelinmiş, toplumla, halkla bağları güçlü ve devrimci bir çıkışa ihtiyaç her zamankinden daha fazladır. Neden olmasın? Yazarların, edebiyatçıların devrimci örgütlülüğü neden olmasın? Olsun hem de hemen. Şimdi bize düşen bu devrimci rüzgârı yaratanların hatıralarıyla büyütüp üretmektir. Henüz Rojava devrimi sonlanmış değil. Ortadoğu ve ülkemiz yeni gelişmelere gebe. Şimdi Kobanê için her çevre ve her kesim “inşa” çağrıları yapmaya başladı. Sanatçı ve edebiyatçılar da bu inşaya katılmalıdır. Sözle, yazıyla, şiirle, resimle, sahneden, perdeden, akarak kaynayarak, yıldız olup parlayarak
Deniz Faruk Zeren
kültür sanat
1-15 ŞUBAT 2015 Halkın Günlüğü
23
Karanlığa yumruk sallamak Burjuva ve küçük burjuva akımlar buz dağının görünen yanıyla ilgilenip, kitleleri de böyle eğitirken, buz dağının arkasındaki fırtınalara veya iç çelişki ve çatışkılara gözlerini kapatabilmektedir. Oysa her maddede, her eylemde belirleyici olan iç yasalar ve iç çelişkilerdir Devrimcilerin, hele de komünistlerin günü kurtarmak gibi bir burjuva anlayışa sahip olmaması gerektiğini herkes bilir veya bu tür söylemlerde bulunur. Ama söylemle pratik bir uyum içinde değilse, söylenenin tersi yapılıyorsa, söylemin çok fazla bir anlamı kalmıyor. Ne yazık ki günümüzde benzer durumlarla fazlasıyla karşılaşabiliyoruz. Günü kurtarmak ama yarını hiç hesaba katmamak adına üretilen gayri bilimsel teoriler, alınan kararlar ve sınıf savaşımına uymayan örgütlenmeler pekala seçilebilmektedir. Bu yüzdendir ki karanlığa yumruk sallamanın ötesine geçilememektedir. Kitleleri bilinçlendirme eylemi yerine, onların sadece vicdanlarına, feodal veya küçük burjuva duygularına seslenmek neredeyse vazgeçilmez bir hal almış durumdadır. Özellikle bulunduğumuz süreçte, her türden gericiliğin ve emperyalizmin koltuk değneği durumundaki revizyonistler, tasfiyeciler ve parlamenteristler materyalist dünya görüşünün kitlelere ulaşmasının önünde ciddi bir engel oluş-
turmaktadır. İşçi sınıfı içindeki bu burjuva kişilikler, devrimcilik adına günü kurtarma, sistemle uzlaşma politikalarını halka empoze etmenin gayreti içindedir. Bilimsel değerlendirme, okumaaraştırma ve inceleme gibi vazgeçilmez değerlerin yerine; basit, sıradan ve takılan at gözlükleriyle sadece önünü görebildiğin kadarıyla sorunlara çözüm bulunmaya çalışılıyor.
Belirleyici olan iç yasalar ve iç çelişkilerdir Bu durum, bilginin sadece algı aşamasına denk düşer. Bununla yetinmek hem günü kurtarmak olur, hem de doğru sonuçlara ulaşmayı imkansızlaştırır. Algısal bilgi,maddenin ya da şeylerin dış, yani sadece görünümleriyle ilgilenir. Oysa bir adım daha atıp şeylerin iç ilişki
ve çelişkilerini anlamak gerekiyor. Ama burjuva ve küçük burjuva akımlar buz dağının görünen yanıyla ilgilenip, kitleleri de böyle eğitirken, buz dağının arkasındaki fırtınalara veya iç çelişki ve çatışkılara gözlerini kapatabilmektedir. Oysa her maddede, her eylemde belirleyici olan iç yasalar ve iç çelişkilerdir. Dış çelişkiler veya görünümlerle yola koyulduğunuzda, bazı istisnalar hariç esasta yanlış sonuçlara ulaşırsınız. Yani nesnel gerçekliği daha doğru, daha derinden kavramak için şeylerin özünü ve iç yasalarını tümevarım diyalektik yöntemiyle öğrenmek zorundasınız. Böyle düşünüp hareket etmeyenler, devrim mücadelesini yönetme yetisine de sahip olamaz, daha da önemlisi mücadeleyi onanmaz bir çıkmaza sokar.
ANTAGONİZMA
Teoriler esas itibarıyla çıplak gözle görülenler üzerinde inşa edilir, görünenlerin perde arkası veya iç çelişki ve yasaları hesaba katılmazsa; bu, doğrudan doğruya sistemin devamına hizmet etmek olur. İçsel gelişmeleri es geçip, dışsal gelişmeler önünde şapka çıkartmak MLM ideolojiden sapmak anlamına gelir. Gerek uluslararası alanda ve gerekse Türkiye Kuzey Kürdistan özgülünde “devrimcilik” adına bu türden sapmalarla fazlasıyla karşı karşıya bulunmaktayız. Revizyonizm, reformizm ve tasfiyecilikle mücadele edilmeden, emperyalizme ve onun yerli uşaklarına karşı mücadeleyi işçi sınıfının iktidarıyla taçlandırmak ve komünizme evrilmek hiç de sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.
≫ muzaffer oruçoğlu
‘TAK!’ GİTSİN
I
Kobane'de akıl dogmayı yendi. Dogma Kürt kentini işgal edecek, cihat yasalarına göre direnen ve boyun eğmeyenlerin boyunlarını kesecek, kadınları paylaşacak, artakalanları kapatacak, pazara sürüp satacaktı. Kent, İslami köleliğin kara çarşafına girmedi, onu yırttı ve savurup varoşların dışına attı. İnsanlık, dinin tahakkümünü kabul etmiyor, Fransız devriminden bu yana, hiçbir şeyin eleştiri üstü olmadığını savunuyor. İslam ise diğer semavi dinler gibi doğuşundan bu yana kutsal değerlerin özgür yorum ve eleştiriden ari ve üstün olduğunu, dokunulmazlığını savunuyor. Nasıl olacak şimdi? Hadi çözün. Tüm bu gelişmeler
nasıl gerçekleşti? Aklın ve gözün cinnetiyle, gemlenemez güzel ve derin orospuluğuyla ve de dahası kol emeğiyle gerçekleşti. Zindanlar, cellatlar, kanaralar rağmına... Tüm bu bilimsel ve teknolojik, felsefi ve artistik hamlelerin yarattığı maddi nimetleri tepe tepe kullan, saraylar sofralar kur, angut gibi yut ama bu gelişmelerin özgürleştirdiği aklı da türbana sok, asırlar öncesinin dogmalarıyla terbiye et, uyut. Hallacı Mansur farklı bir şey mi söyledi çek dara, bitsin. Ravendiler, Sühreverdiler, Nadajlı Sarı Abdurrahmanlar, Molla Kabızlar farklı yorumlar mı getirdi, yatır satıra, geçir urgana gitsin. Fazıl Tebriziler hurufi rüyalar mı görmeye başladı, yığ odunları cami avlusunda, yatır üzerine yak gitsin. Aleviler farklı yorum mu getiriyor, derin kaz kuyuları, kapat çürüsün.Turan
Dursunlar aklını mı konuşturuyor, tek kurşuna ‘tak!’ gitsin. Aziz Nesinler Sivas’ın Müslüman Mahallesi’nde salyangoz mu satıyor, çevir pazarı yak gitsin. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm. Sen sağ ben selamet Bu minval üzre insan, yirmi birinci yüzyılın aklını ve vicdanını ne kadar tırtıklar ve tepeler bilemiyorum. Çok gezdim, çok içtim, çok kaşındım, çok öksürdüm, mümkünatı, yokluğu ve uçkuru sağlam ve zaif olan çok nesneye rastladım. Zaman Gargantua'sının işeyip de sürükleye sürükleye, tarihin mezbelesine atmadığı tek bir nesneye rastlamadım. Mesele yanılmıyorsam budur. Tabi herkes özgürdür. Beğenmeyen istediği yerde durabilir; İdo'nun it damının arka tarafı da dahil.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL Dadmendî û wijdana bûrjûwaziyê: Lêdana zarokê birçî (!)
Li Burger Kîngê Şirinevlerê zarokek bi navê Halîl, xwes birince ku ji kirîgerê mayî bixwe, ji alî midurê wê kargehê ve hatê lêdan. Piştî nerazîbûna gel jî kompaniya Burger Kîng daxuyeniyek da ku ew midurê ji kar derxistiye Li welatê me, tevî êrişên emperyalîzmê ku van salên dawî hê zêdebuyî, taybet jî piştî zêdebûyina koçberiyê, rewşa nijadperestiyê jî tev bilind kir. Berî vê jî, taybet li ser Mirtiban polîtîkayên cihêtî û nijadperestî di rojevê de bûn, lê piştî rewşa Iraq, Sûrî, Tirkmenîstan, welatên Afrîqa, welatên Afrîqa ya Başûr hwd û koçnberiyê kul i van deran hatin tevî van yekan, nijadperestî jî li welatê me hê zede bû. Bêguman koçberî, zelûliyeke nûjen jî bi xwe re anî. Ev rewş, însanên ku li kolanan dijîn û “parsetî” dikin jî gihan bi hijmareke gelek mezin. Îja gava ku ev herdû rewş li ser hev kom bûn, di heman deme de bu sedema lêdana zarokeke Sûrî, ku ew zarok li Burger Kîngê, xwestîbû pîçek birince kul i ber kirîgerek paşve mayî bixwe û zikê xwe têr bike... Gava însan ev nûçeyê dixwîne, wekî çirokeke Kemalettin Tuğcu tam dide, lê di rastiyê de rewşeke xirab ya ji welatê me ye û dî bîlanço ya nedediyê de cihê xwe ya taybet girt. Li ser vê
jî, sedema aşkere bûyîna ev bûyerê, hin kesên kul i wêderê derban dibûn ev bûyer dîtin û bi qamera qeyd kirin ewana bûn. Lê bele em zanin ku, kuçeyên welatê me, gelek “Halilên nayên dîtin” ve têr û tijî ye.
Biborînin, we got “Wijdana Bûrjûwaziyê”? Ew bûyerê ku rastî nerazîbûnên mezin hat, li Şirinevlerê hate jiyîn. Halilê 11 salî, dema xwest ku birincen ji kirigeriyek paş ve mayî bixwe, ji alî midûrê Burger Kîngê Ömer E.’yê ve hate kutan û birîndar bû. Ji kutandina Halîlê re gele kul i wan deran digeriyan nerazîbûnên xwe nîşan dan. Wêneyên zarokê li ser medyaya civakî hate parve kirin. Piştî ve yekê, li ser medyaya civakî jî şêwazên nerazîbûnê zêde bûn. Piştî van nerazîbûniyê Burger Kîng, ji bo pêşîgirtina van nerazîbûn û protestoyan daxuyaniyeke çapemeniyê belav kir û bilev kir ku midûrê xwe ji kar dûr daniye. Ev êriş, raya giştî ya dunyayê jî deng veda, û piştî van dengvedandinê berdevkê Burger Kîngê, ji rojname ya Indipenditê re daxuyaniyek da û got: “Me li derheqa vê bûyerê, navenda kompaniya Burger Kîngê agahdar kiriye. Ev tevgeriya Midûrê, ne li gorî şert û mercên kompaniya Burger Kîng e, ne jî ew marqayê me ku li Tirkiyê temsil dike taybet xudana wê dikan jî ji bo vê tevgerê nikarin bên rexne kirin, çi ku evana tev li vê tevgerê nabin û napejirînin. Xu-
dana wê dikanê heman gav ew xebatkarê xwe ji kar dûr xist û piştî ev bûyerê ji her kesî lêborîna xwe xast”.
Dayîna “bi sedeqe” bêdengî xwestin Ji van wêdetir, diyar bû ku Halil û malbatâ wî, 2 sal bere Ji Helebê bire bûne û hatine Yenibosna’yê. Dayika wî li kargehê konfeksiyonê dixebite û bavê wî jî li kuçeyan qartonan difroşe. Li gorî agahiyên ku Halil bixwe daye, xwe jî rojê heta êvarê li kolan û kuçeyan diğere û li însanan pare û xwarin dixwaze. Halil got, midûrê Burger Kîngê ji pozê wî re kulma xwe lêdaye, bi tepikê xwe jî çokên wî re lêxistiye. Ev bûyer, careke din “exlaq” û “wîjdan”a bûrjûwaziyê derxist holê. Ji wê wêdetir, derket holê ku midûrê Burger Kîngê, 100 panot ji bavê Halîl re daye ku bila bêdeng be, denge xwe dernexîne û ji kesekî re qala vê bûyerê neke. Lê aşkere bû ku bavê Xelîl jî ew pare hilnedaye û li ser ruçikê midûr re avêtiye. Xudan a wê dikanê ya Burger Kîngê Onûr Gözen jî daxuyaniyek da çapemeniyê û got: “ji bo ku nirxa marqa yê zede xirab nebe, di derbarê vê mijarê de zede agahiyên berfireh nikare bide. Di vê navberê de balkêşiyek jî zelal bû, ku Gözen, li şaredariya Başakşehirê, ji partiya AKP’ê, endama meclîsê ye.
Nerazîbûn û Çalakiyên Protestoyê Lêdana Halil di rojeva raya giştî de de-
meke direj hate nîqaş kirin. Ji bo protestokirina Burger Kîng jî curbecur çalaki pêk hatin. Endamen SDP’ê, li Îzmîrê û li Mêrsînê li ber Burger Kîngê çalakiyên protestokirinê lidarxistin. Ew SDP’îyan ku li Alsancakê, li ber Sevinç Pastanesî kom bûn, di bin pankarteke “Zarok tên Kuştin, yên din jî lêdan Dixwin” nivîsîye de dirûşman avêtin. Bi dirûşmên; “Boykotkirina Burger Kîngê, ji bo zarokan kartol”, “Zam, Zilm û îşkence, ew e AKP”, “Destê ji zarokan dixe bila bişkê” ve jî heta dawî ya kolanê meşiyan. Çalakvanan, li ber Burger Kîng daxuyaniyeke Çapemeniyê xwendin û gotin, yên kul i Cizîr zarokan dikujin û li Burger Kîng’ê lêdidin, xwedî heman şêwaz in û nûnera heman hişmendiyê ne. Piştî duxuyaniyê, li ser Burger Kîngê kartolên qelandî û avên bi boyaq avêtin û çalakiyê bidawî kirin. Li Mêrsinê jî panqarteke sernivîsî hilgirtin û li ser wê panqartê, “Midûrê Burger Kîngê, Zarokek ku li çopê kartol kom dikir lêda û birîndar kir, emê jî we biavêjin li çopê dîrokê” nivîsandin. Di dirûşmên xwe de jî, “Bijî dadmendiya gel”, “Dê rojâ hêsabê hêwilnak be” vegotin. Burger Kîng jî, bi tirsa girseyê, nerazîbûniya wan asteng nekir. Çalakiyeke din jî bi şêweyeke din pêk hat. Di vê çalakiyê de jî, li ser telefonê xwestekek li Burger Kîngê hate kirin, lê piştre gava ku ew xwestek hat ber dêrî jî, ji xebatkarê Burger Kîngê re agahî hate dayîn û xwestek paş ve hate zîvirandin.