Nesnel şartlara uygun değişim devrimcidir! sf 12-13 Dershaneler ve AKP-Cemaat kapışması Dershanelerin kapatılması, ya da özel okullara çevrilmesi üzerine yürütülen tartışmaların arka planında Cemaat-AKP kapışmasının olduğu artık bariz olarak görülmektedir. Zira bu doğrultuda yürütülen ve giderek “kardeşiz” zemini dışında sürdürülen tartışmayaçelişkiye esas olarak devlete kimin hâkim olacağı ya da tam hâkimiyet kuracağı gerçeği kaynaklık etmektedir. sf 18-19
Halkın Günlüğü
1-15 ARALIK 2013 Yıl: 3 Sayı: 72 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
Kadınlar şiddete dur dedi f GÜNCEL
8-9
İHD’nin verilerine göre son 7 yılda kadın katliamlarında %1400 artış oldu. 2013 yılının ilk dokuz ayında ise 842 kadın katledildi. 60 yıl önce Trujilo Diktatörlüğüne karşı direnen Mirabel Kardeşlerin, diktatörlük tarafından 25 Kasım 1960’da vahşice katledilmesinin ardından Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü olarak ilan edilen 25 Kasım’da aralarında Demokratik Kadın Hareketi’nin de bulunduğu kadınlar başta İstanbul, Dersim, Ankara, İzmir, Amed olmak üzere ülkenin birçok yerinde sokaklara çıkarak kadın katliamlarına, erkek egemen cinsiyetçi politikalara hayır dedi
Devletin çete örgütlenmeleri
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
AKP’den ‘yeni’ hamle
ya da bilindik çelme Güncel konuların başında gelen meselelerden biri hiç şüphesiz ki Kürt ulusal sorunu ve bu eksende yaşanan gelişmelerdir. “Tıkandı”, “Sonuca yaklaştık” beyanları eşliğinde sürdürülen “barış” görüşmelerinde Barzani’nin Amed’e getirilmesi yeni tartışma ve gelişmeleri de gündeme getirdi. Kuşkusuz ki; Barzani-AKP işbirliğinde yürütülen süreçin birden fazla başlığı bulunmaktadır. Ancak
02
Baskılar için her gün yeni bir gerekçe yaratılıyor
görünürlük kazanan konuların başında, AKP’nin PKK karşısında özellikle de muhataplık konusunda elini güçlendirmeyi hedeflediği aşikardır. Bununla birlikte bir dizi ekonomik anlaşmayla Güney Kürdistan üzerinde söz sahibi olma hedefiyle, yaklaşmakta olan yerel seçimler nezdinde de Barzani ve Perver’in bölgedeki etkisi bir nevi seçim yatırımına dönüştürülmek istenmektedir.
05
NKP-Maoist’ten büyük boykot başarısı
20
02 güncel haber
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
Devletin çete örgütlenmeleri savaşma, silahlı çatışmalara girme gibi özel bir görev ve hedefle hareket etmezler. Bu tür çatışmalardan kaçınırlar. Zira bu tür çatışmalar devrimci mücadelenin hedeflerini saptırıp çatışma eksenini yanlış yöne kaydırarak devleti hedef olmaktan çıkarır, en azından devletin bir dönemde olsa unutulmasını sağlar. Bundan hareketle bu tür çatışmalar yeğ değil ve sakınılır,bu türden çatışmalardan sakınılmalıdır da. Ancak çetelerin devrimci faaliyetleri engellemesine, devrimcilere baskı uygulamasına, hele hele yaralama ve öldürmesine asla müsamaha gösterilemez. Dolayısıyla bu çetelerin başlarına dönük militan bir yaklaşımla onlara hadlerini bildirmek şarttır. Diğerlerinin sinmesi içinde çete elebaşlarına bu tavrın uygulanması şarttır. Sessiz kalındıkça bu tavır zayıflık olarak algılanmakta ve devrimcilere baskı uygulayarak faaliyet yürütmeleri engellenmektedir. AKP’nin sinsi oynadığı kesindir. Gerici çıkarları uğruna sivil kitleleri ve halkı karşı karşıya getirip çatıştırmaktan çekinmemektedir. Örneğin, bir kısım gösteri ve eylemde görüldüğü gibi, Gezi ayaklanması döneminde de açıkça görüldü ki, kitlelerin karşısına kendi işbirlikçisi, yandaşı vb olan kitleleri çıkararak birbirlerine vuruşturmaktan kaygı duymamaktadır. Bilakis bunu her vesileyle yapmaktadır. Gezi ayaklanmasında ‘’Onlar beş yüz bin toplarsa, ben de bir milyon toplarım’’ tehdidinde bulunan ve gerçekten de karşıt gösteriler düzenleyerek kitlelerde kutuplaşma ve çatışma zemini yaratan AKP / Erdoğan, fırıncı ve diğer esnafın sıradan esnaf tepkisiymiş gibi gösterici kitlelere palalarla saldırdığı, polisle birlikte göstericileri döverek öldürmeye cüret etmelerini sağlamış oldu.
Özellikle devrimci örgütlenme ve faaliyetlerin güçlü olduğu yerlere-semtlere çeteler yerleştiriliyor, her bakımdan bu çeteler destekleniyor ve devrimcilere saldırtılıyor. Zaten hedef de bu çetelerin devrimciler karşısına çıkarılarak böyle bir çatışmanın yaratılıp devrimcileri oyalamak, çetelerle uğraştırmak, devlete karşı yönelimden kısmen de olsa uzaklaştırmaktır Devlet en kirli işlerini her zaman kendi çete örgütlenmesi ve dışındaki çeteleri, kiralık katilleri, ucuz tetikçileri kullanarak yaptı. Devletin bu tarz örgütlenmesi öteden beri var olageldi. Tarih bunun kanıtlarıyla doludur. Çok geriye gitmeden ülkede Ulusal Hareket ile komünist ve devrimci harekete karşı yürütülen savaşta bunun örneklerini görebiliriz. Özel Harp Dairesi’nden JİTEM’e ve bunların yaygın örgütlenmesi olarak mafya birimleri ile diğer suç çetelerine kadar bir dizi ölüm mangası, katliamcının katilin, tetikçinin kullanıldığı Susurluk’ta çıplak olarak ortaya çıktığı gibi, yüzlerce komünist, devrimci ve Kürt yurtsever ve işadamlarının kaybedilmesi,katledilmesi, daha da çarpıcı olarak Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Eşref Bitlis, Cem Ersever gibi bir dizi komutanların ve siyasetçilerin öldürülmesinde de açığa çıktı. Mevcutta devam eden yargılamalarda gündeme gelen itiraflar devletin örgütlenerek faaliyette bulunduğu bu karanlık dehlizleri gözler önüne serip kirlilikleri ifşa etmektedir. Devletin çeteler ve bu türden örgütlenmelerde kullanarak suçlar işlettiği unsurları yeterince kullandıktan sonra bir çöp gibi kenara attığı bilinmektedir ve özellikle çeteler veya suç güruhları bu gerçeği unutmamalıdırlar. Söylenebilir ki, bugün yapılan yargılamaların önemli bir kısmı bu gerçeği yansıtmaktadır. Yargılanan kimi çeteJİTEM vb mensupları devlete bu işleri yaptıklarından pişmanlık duyduklarını vb söylemektedirler. Yaşadıkları akıbet karşısında devletlerini daha iyi tanımış oluyorlar ama biraz geç kaldıkları çok açıktır…
AKP’nin çetelerden farkı yoktur Çeteler veya suç güruhlarıyla mücadele adına konuşan AKP’nin bunlardan faksız olmadığı, tek farkının kendi çetelerini örgütlemek olduğu söylenebilir. Yani AKP aynı devlet geleneği ve örgütlenmesini esas olarak sürdürmektedir. Roboski Katliamı’ndan Fransa’daki cinayetlere, Gezi ayaklanması ve değişik gösterilerde kitlelere saldırttığı sivil faşist çetelerine, hatta Madımak Katliamı’na kadar sıralanabilir bir yığın vukuatı AKP’nin aynı öz üzerinden örgütlendiğini göstermektedir. Ancak AKP’nin daha sinsi ve ‘’akıllıca’’ davrandığı söylenebilir… Minareye birçok kere kılıf uydurmayı başardı yani… AKP burjuva politika ve yönetim açısından
başarılı bir grafik izlemektedir. Çeteleri devrimcilerin üzerine salarak hem devrimci faaliyetleri önlemiş oluyor, hem bu işlerde devlet kolluk kuvvetlerini yıpratmamış oluyor ve hem de devrimcilerin devletle çatışmasının önü saptırılmış,hedef şaşırtılarak devlet tehlike karşısında korunmuş oluyor. Özellikle devrimci örgütlenme ve faaliyetlerin güçlü olduğu yerlere-semtlere çeteler yerleştiriliyor, her bakımdan bu çeteler destekleniyor ve devrimcilere saldırtılıyor. Zaten hedef de bu çetelerin devrimciler karşısına çıkarılarak böyle bir çatışmanın yaratılıp devrimcileri oyalamak, çetelerle uğraştırmak, devlete karşı yönelimden kısmen de olsa uzaklaştırmaktır. Ki bu türden çatışmalarda devletin kurtarıcı olarak devreye girmesi de kitleler nezdinde puan toplaması anlamına geliyor. Devlet daha önce Gazi Mahallesi’nde ve birçok yerde çeteleri kullandı. En son olarak Ümraniye’de kullanmaktadır. Bu çetelerin devlet destekli olup polis güvencesinde olduğu her bakımdan bellidir. Gece gündüz fark etmeksizin bu çeteler silahlarla so-
kaklarda insan kurşunluyor, sokakta silahlı çatışma yapıyor, çeteleri protesto etmek için toplanan kitleye ateş edip insanları yaralıyor ve öldürüyor ama polis bu çeteleri bir türlü engelleyemiyor!!! Dahası çetelerin bu denli pervasızlaştıklarına bugüne kadar tanık olunmamıştır. Tarihte hiç görülmediği kadar çeteler cüretle devrimcilere, halka, örgütlere saldırmaktadır. Daha da önemlisi sistemli olarak saldırmakta ve adeta sindirip kovmayı kesin olarak hedeflemektedir. Silahlı saldırılarını bu denli pervasızca sürdürmelerinin, insan öldürüp yaralamanın anlamı budur. Bu da devlet ve iktidarın desteğini göstermektedir. Hem bu cüretkar saldırıları ve hem de yakalanmamaları ve şehir ortasında gözler önünde silahlı çatışmalara girip insan öldürmeye varan rahat davranışları arkalarında devlet ve devlet polisinin olduğunu işaret etmektedir.
AKP gerici çıkarları gereği sivil kitleleri ve halkı karşı karşıya getirmek istemektedir Komünist ve devrimciler elbette çetelerle
AKP’nin çeteleri kullanması yoğun bir şekilde teşhir edilmelidir Gülsuyu’nda sergilenen pervasızlık Gazi’de yapılan saldırılardan destek almıyor denemez. Gazi’de devrimcilere silahla saldırıldı ve insanlar yaralanıp öldürüldü. Burada ciddi bir misilleme tavrı görmeyen çeteler cesaret alarak bu kez de Ümraniye’de saldırdı. Hem de daha pervasız… Ümraniye’de adeta devrimcilere meydan okuyarak sergilenen gerici pratik anladığı dilden yanıtlanmayınca çeteler güç aldı. En son Okmeydanı’nda saldırdılar. Burada DHF ve Halk Cephesi militanları çetelere gerektiği gibi karşılık verdi. Ancak mesele çetelerin saldırısının cüret bulup yaygınlaşmasıdır. Bu durumun devletten bağımsız olduğu asla düşünülemez. Özetle, AKP iktidarının çeteleri kullanması yoğun bir şekilde teşhir edilmelidir. AKP çetelere dönük bu politikasından vazgeçmezse yaşanacak olumsuzluklardan sorumlu olandır. Çetelere çağrı ve uyarılar yapılmalıdır. Onlarla çatışma gibi bir derdimizin olmadığı ancak bu yaklaşımlarını sürdürdükleri takdirde kendilerine karşı acımasız olunacağı ifade edilmelidir.
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
03
Ayvalıtaş ile Korkmaz’ın duruşmaları ertelendi Gezi Direnişi sırasında 1 Mayıs Mahallesi’nde bir aracın çarpması sonucu yaşamını yitiren Mehmet Ayvalıtaş’ın davası 21 Kasım’da görüldü. İstanbul Anadolu Adliye Sarayı’nda görülen davanın duruşmasında, Ayvalıtaş’ın katilinin tutuksuz yargılanmasına karar verilerek duruşma 5 Şubat’a ertelendi Mehmet Ayvalıtaş davasının duruşması 21 Kasım sabah saat 10.00’da İstanbul Anadolu Adalet Sarayı’nda görüldü. DHF’nin de bileşeni olduğu Taksim Dayanışması adliye önünde “Mehmet Ayvalıtaş İçin Buradayız Katillerin Peşindeyiz.’’ pankartını açtı.
Ayvalıtaş ailesinin duruşmaya alınmaması protesto edildi Adliye önünde bekleyişini sürdüren kitle, Ayvalıtaş ailesinin duruşmaya alınmaması ve adliye içerisinde bulunan kitleye saldırı haberini öğrenince kapılara yüklendi. Sivil polisler, Özel Güvenlik Birimleri ve kitle arasında arbede yaşandı. Avukatların itirazı sonucu mahkeme heyeti, aileyi mahkeme salonuna aldı. Kitle Adliye önündeki bekleyişini sürdürürken, “Hepimiz Mehmet’iz öldürmekle bitmeyiz”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları atıldı. Ethem Sarısülük davasında olduğu gibi duruşma salonuna 13 silahlı polis alındı. Avukatların ve ailelerinde itirazıyla polisler duruşma salonundan çıkarıldı. Avukatlar; mahkeme heyetinden, duruşma salonuna silahla giren polislerin tespit edilmesini istediyse de mahkeme heyeti bunu reddetti. Gazeteciler de duruşmanın yapıldığı salona sokulmadı. Taksim Dayanışması, duruşma devam ettiği süre içerisinde adliye önünde forum düzenledi. Forumda söz alan Okan Göçer, bu davanın Mehmet Ayvalıtaş’ın değil halkın davası olduğunu belirterek diğer bütün davalara da sahip çıkılması gerektiğini belirtti.
Gezi Direnişi şehitlerinin aileleri de Ayvalıtaş ailesine destek verdi Ayvalıtaş’ın ailesine Berkin Elvan, Ethem Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz’ın aileleri de destek verdi. Forumda Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan kısa bir konuşma yaparak, “ Bu dava hepimizin davasıdır biz kazanacağız” dedi. Ahmet Taner ise mahkemenin seyriyle ilgili yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Silahların gölgesinde bir yargılama yapıldı. Ancak adil yargılama ilkesinde aranan, silahların eşitliği ilkesi uyarınca savcı ve hâkime tanınan ortam ve mekân avukatlara sağlanmadı. Avukatlar tıka basa vaziyette, biber gazı yemiş bir şekilde duruşma salonuna girdi. Bu yargılamanın ihlalidir. Mahkeme madem kapıları kapatacaksa gizlilik kararını alsın, gizlilik kararı almıyorsa da, sayın avukat arkadaşlarımız daha büyük bir yargılama salonu istedi. Büyük yargılama salonu talebi kabul edilmedi. Bu nedir, duruşmasının aleni ilkesinin ihlalidir” Mahkeme sanığın tutuksuz yargılanmasına karar vererek duruşmayı 5 Şubat 2014 tarihine erteledi. Karara tepki gösteren kitlenin Adliyeye girmek istemesi üzerine, Adliye binası içinde bekletilen çevik kuvvet polisleri kitleye saldırdı.
Ali İsmail Korkmaz’ın davası Kayseri’ye kaçırıldı Güvenlik bahanesiyle Eskişehir’den Kayseri’ye taşınan Ali İsmail Korkmaz’ın 20 Kasım’da görülecek duruşması yine aynı bahanelerle 3 Şubat 2014 tarihine ertelendi. Gezi Direnişi sırasında polisler ve sivil faşistler tarafından dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın duruşması, Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, “Yakın duruşma günlerinin dolu oluşu ve talimatların muhtemel dönüş süreleri göz önüne alınarak” 3 Şubat 2014 tarihine ertelendi. Korkmaz ailesinin avukatlarından Ayşegül Kumaş, dava için gelecek yıla tarih verilmesini eleştirerek şunları ifade etti: “İddianame zaten çok hızlı hazırlanmıştı. Birçok talebimiz yerine gelmedi. Şimdi de davayı şubat ayına atarak ortamı soğutmaya, insanlara bu davayı unutturmaya çalışıyorlar. Bu da bir hukuksuzluktur.”
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
AHMET HOCA’YI ANIYOR ONDAN ÖĞRENİYORUZ
D
eğerli dostumuz, yoldaşımız Ahmet Polat (Ahmet Hoca) yakalandığı kanser hastalığı sonucu 19 Kasım 2013 günü Ankara’da yaşamını yitirerek
ölümsüzleşti Uzun mücadele tarihi boyunca defalarca maruz kaldığı ağır işkenceler ve bunları aratmayan hapishane koşulları ‘’Ahmet Hoca’’ yoldaşın sağlığı üzerinde ciddi tahribatlar bırakarak bedeninin kansere yenilmesinde büyük rol oynadı… Ölümsüzlüğü vesilesiyle Ahmet Polat yoldaşın anısı önünde saygıyla eğilirken, her türden zulüm ve işkenceyi sınıf bilinci ve kinimizle lanetliyoruz. O’nun yaşamı ‘’sıradan’’ değildi. O, devrim ve komünizm mücadelecisi bir devrimci olarak yaşadı. Aramızdan ayrılışı devrim davasının kaybıdır… Doğrusu yanlışıyla Ahmet Hoca yoldaşın yaşamı öğrenilecek bir yaşamdır. Son yıllarda partimizle örgütsel bağı olmasa da Ahmet Polat tarihimizin parçasıdır. Devrimci faaliyet ve yaşamına partimiz saflarında başlamış, devrimci yaşamıyla partimize büyük emekler vermiş ve partimiz saflarında yürüttüğü uzun mücadele tarihi boyunca büyük bedeller ödemiş olan Ahmet Hoca’yı tarihimizin parçası ve bir devrim emekçisi olarak sahipleniyor, sahiplenmekten onur duyuyoruz. Yaşamının büyük bir bölümünü devrime adamış, devrim ve komünizm mücadelesi uğruna büyük bedeller ödemiş ve uzun yıllar partimizde faaliyet yürüterek partimize değerli emekler katmış olan Ahmet Hoca hiç tereddütsüz devrimci bir dostumuz, yoldaşımızdır. Onun partimizden örgütsel olarak kopması devrimci yaşamını, devrim ve partimize emeklerini, yoldaşlığını yok saymamıza gerekçe olamaz. Doğrusuyla hatasıyla Ahmet Hoca değerimiz ve yoldaşımızdır. Nasıl ki doğru tarih bilincimiz gereği tarihimizdeki hata ve olumsuzlukları dışımızda ele almayarak sahipleniyoruz, öyle de bu tarihimizde yer almış, emek vermiş, bedel ödemiş olan Ahmet Hoca’yı da aynı bilinçle sahipleniyoruz. Her şeyden önce O bir devrimci, devrimci mücadelenin bir emekçisi ve devrimci mücadelenin ortak değeridir. Hataları da olsa O’nun devrime emekleri ve ödediği ağır bedellerle devrimci bir değer olduğu, yoldaşımız olduğu ve tarihimizin bir parçası olduğu inkar edilemez gerçektir. “Ahmet Hoca” yoldaşın partimizle örgütsel bağlarını koparması Parti 1. Kongremize denk gelmektedir. 1. Kongrede ortaya konan bir dizi karar ve görüşle birlikte bazı örgütsel meseleleri eleştirerek partimizden örgütsel olarak kopmuş ve ayrı örgütlenmeye girişmiştir. Ne ki ayrı örgütlenme girişimleri başarılı olamayınca bir süre sonra TKP/ML ile örgütsel ilişkilere girmiş ve faaliyetlerini bu yapı içinde sürdürmüştür. Ölümsüzleşmesine yakın zamanlara kadar TKP/ML içinde faaliyetler yürütmüştür. Devrim davasına bağlılığı ağır bedellere karşın devrimci mücadelede gösterdiği ısrar ve istikrara paralel olup olumlu bir çizgidir. Düşmana karşı tavizsiz oluşu da bu olumlu çizgisinin göstergelerindendir. Devrimci ajitasyon ve propaganda etkinliklerindeki ‘’gençlik heye-
canı’’ O’nun diri devrimci ruha sahip olduğunun göstergesiydi. Kırıcı ve yıkıcı özellikten uzak olup tam anlamda yapıcı bir özelliğe sahipti. Daha birçok olumlu özelliğinden söz etmek mümkün. Ancak amacımız olumluluk seceresi çıkarmak olmadığı için bunları sıralama gereği duymuyoruz. Olumluluklara özet olarak değinmemizin sebebi özellikle O’nun yaşamından ve olumlu özelliklerinden öğrenme maksatlıdır. Onlarca yıl ve hatta yaşamının büyük bölümünü mücadeleye adamış bir yaşamdan genç nesillerin öğreneceği birçok tecrübe ve özellikler vardır. Ama öğrenmek sadece olumluluklardan edinilmez. Aynı zamanda hatalardan da öğrenilir. Ahmet yoldaşın ders edinip öğrenmemiz gereken hatası partiden kopma tavrı ve bu tavrın gerekçelerinin ayrılma tavrı için son derece cılız olması gerçeğidir. İkna edici ve haklı zeminde olmayan ayrılma tavrı O’nu zayıflatan ve siyasi yaşamında sergilediği istikrarı zaafa uğratan hatasıydı. Devrimci yaşamda istikrar gösterip örgütsel yaşamda bu istikrarı zayıflatmak önemli hatası oldu yoldaşın. Ki ayrılma tavrının haklı gerekçelere oturmaması nedeniyle ayrılma tavrını hata olarak telakki edip O’nu zayıflatan ve siyasi yaşamdaki istikrarını zayıflatan olduğunu söylüyoruz. Ayrıldıktan sonra bir önceki örgütsel ve siyasi performansını yakalayamaması ve örgütsel varlık sürdürememesi de bu hatasını kanıtlamaktadır. Oysa örgütsel tavırda istikrarını korumuş olsaydı daha etkin ve verimli bir örgütsel süreç ve mücadele pratiği sergileyebilirdi. Hatalı zeminde ayrılmakla siyasi yaşamını yaraladı. Kısacası “Ahmet Hoca” yoldaşın hataları ve olumlu özellikleriyle bütün olan yaşam tecrübesi tüm devrimci militanlara ışık tutmalıdır. Çizgide yaşanan bir kırılma nasıl ki zor düzeltilirse, siyasi yaşam ve çizgide yaşanan istikrarsızlık da o kadar zor tamir edilir. İstikrar her çizgi ve amaç için büyük önem taşır. Güvenin kaynağından biri istikrardır. Birikim sağlayıp çizgileşmenin kaynağı istikrarlı olmaktır. Sonuç olarak, tüm komünist ve devrimciler gibi değerli dostumuz Ahmet Hoca da salt doğrulardan ya da salt hatalardan ibaret değildir. Gerçek dışı övgü hakaretin ikinci yüzüdür. Devrimciler ve komünistler buna tenezzül de etmezler. Gerçekçi olup hata ve olumluluklardan söz etmek objektif ve bilimsel tutumdur. Bu bilinçle Ahmet Hoca yoldaşın olumlu özelliklerinin yanı sıra hatalarından da söz etmekten sakınmadık. Komünist ve devrimcilerin değeri yaptıkları hatalardan vb değil, proletarya ve halk kitlelerinin kurtuluş mücadelesi ya da komünizm davası karşısındaki tavır ve tutumlarıyla ölçülür. Mücadele edip etmedikleri tayin edici ayraçtır. Hatalar ölü olmayan her nitelikte insanın gösterdiği eksiklik veya taşıdığı zayıflıktır. Maharet hata yapıp yapmamakta değil, ağır bedeller pahasına da olsa mücadele edip etmemektedir. Hoca yoldaş devrimci dürüstlükle mücadele etti, bunu yaparken yetersizliklerinden dolayı hatalara da düştü. Bu hataları gizlemek anlamsızdır. Burada yaptığımız bundan başka bir şey değildir. Bitiririrken Ahmet yoldaşı ve O’nun şahsında devrim ve komünizm şehitlerini saygıyla anıyoruz!
04 güncel haber
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
“Kızlı-erkekli” yasaklar Başbakan’ın “kızlı-erkekli evleri denetleyeceğiz” sözleriyle Valiliklere genelge göndermesinin ardından bazı apartlara ve evlere baskınlar düzenlendi, komşuları tarafından ihbar edilen öğrenciler evlerinden çıkarılmaya çalışıldı. Devlet baskısıyla birleşen toplumsal baskıyla öğrenciler üzerinde bir psikolojik çember oluşturarak ‘muhafazakar bir nesil’ yetiştirmenin ilk adımları atıldı Gün geçmiyor ki AKP iktidarının yeni bir nimetiyle karşılaşmayalım. Bir yandan yaptığı ‘balkon konuşmalarında’ ‘hoşgörü naraları” atan, “hepimiz kardeşiz’ şarkısını şakıyan Başbakan Erdoğan ve hükümeti diğer yandan da gittikçe daha da pervasızlaşarak halkın boynuna taktığı ilmiğini sıktıkça sıkıyor. İşte bunun son örneği de Başbakan’ın ‘kızlı-erkekli evlerle’ (!) ilgili yaptığı açıklamalar oldu. Deyim yerindeyse devlet ‘bir tek yatak odasına’ girmiyordu. Artık o da olacak. Bilindiği gibi bir süre önce AKP’nin grup toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan muhafazakar demokrat bir parti olduklarını öne sürerek “Biz kızların, erkeklerin devletin yurtlarında karışık kalmasına müsaade etmedik, etmiyoruz. Kız ve erkeklerin aynı evlerde kaldığı ihbarlarını bir kenara atamayız. Valiliklerimizle, emniyet teşkilatımızla bu tür ihbarları değerlendirip ihbarların üzerine gidiyoruz. Buralarda nelerin olduğu belli değil. Karmakarışık. Türlü şeyler olabiliyor. Bir muhafazakâr demokrat iktidar olarak, bizler bu duruma müdahil olmak zorundayız. Bu yaşam tarzına müdahale değildir. Kimse bunu bu şekilde yorumlamasın.” demişti. Erdoğan’ın bu sözleri kısa sürede yankısını buldu;
evden çıkartmalardan, komşu baskıları ve ev baskınlarına başbakanın iddialarının aksine açıkça toplumda gerek somut gerekse psikolojik baskılarla siyasi iktidarın istediği bir tarzda yaşam dayatılmaya başlandı.
Ev baskınları, evden çıkartmalar ve çok yönlü baskılar Tophane ve Galata çevresinde birçok öğrenci evi ve apart işletmeye baskın düzenleyen polisler buraları mühürledi. İstanbul-Tophane’de yaşayan yüksek lisans öğrencisi Özge Altın’ın evine evde bulunmadığı saatte gelen 30 kadar polis, sivil polis, zabıta ve maliye memuru ev sahibine ‘iki üniversiteli kadının’ yaşadığı ihbarını aldıklarını ve evin apart olup olmadığını kontrol edeceklerini söyledi. Altın ancak akşam okuldan döndüğünde aynı apartmanda yaşayan ev sahibinin Altın’a durumu anlatmasıyla olaydan haber-
dar olabildi. İstanbul’daki baskınların ardından Ankara-Seyranbağları’nda da üniversite öğrencileri, ihbar hatlarına şikayet edildi. Ankara’da kiraladıkları evde yaşayan 3 üniversite öğrencisi, apartmanda yaşayanlar ve ev sahibi tarafından “Yaşamınız bizim ahlak yapımıza uygun değil” denilerek evden çıkarılmak istendi. Bir süre sonra da polise ihbar edildi. Manisa’da oturan üç kadın öğrencinin evini basan polis gençlere Kabahatler Kanunu’nun ‘Çevreyi rahatsız etmek’ maddesinden para cezası kesti. Gençler polisin kendilerine “Kaç kişi kalıyorsunuz?”, “Kızlı-erkekli mi oturuyorsunuz?” şeklinde sorular yönelttiğini belirtti. Polis evde misafir olan iki erkek arkadaşlarıyla birlikte oturan gençlere 155 ihbarını delil olarak göstererek 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun ‘Çevreyi rahatsız etmek’
maddesinden 88’şer lira para cezası verdi. Afyon’da ise Yeşilyol ve 2’nci Dumlupınar caddelerinde öğrencilerin yoğun gittiği kafelere polis tarafından baskın yapıldı. Kafelerde oturanların tek tek üstünü arayan ve kimliklerini toplayarak GBT’sine bakan polis ikametgâh adreslerini tespit etmeyi de imal etmedi.Kafe işletmecileri ve öğrenciler ilk defa polisin böyle bir uygulamasına tanık olduklarını belirterek tepki gösterdi ve “Hedef öğrenci evleri” dedi. “Kızlı-erkekli kalınamaz” sözleri bir diğer karşılığını ise Konya’da buldu. Konya’da bir grup öğrenci evde ‘kızlı-erkekli’ kaldıkları gerekçesiyle ev sahibi tarafından evden atıldı. Evden atılan öğrencilerden Z.Y. “Kızlı-erkekli aynı evde kalıyoruz diye evden atıldık. Dönem ortasında yeni bir ev bulmamız çok zor. Biz sadece okumaya geldik. Aynı evde kız-erkek birlikte kalıyoruz diye başka anlamlar çıkartılmaması
İzmir DHF davasında yine tahliye çıkmadı İzmir DHF davası, avukatların mahkeme heyetini zor durumda bırakan savunmasına karşın, 13’ü tutuklu 22 kişinin yargılandığı davada mahkeme heyeti tutuklu DHF’liler hakkında tahliye kararı vermedi. Duruşma 9 Ocak 2014 tarihine ertelendi 13’ü tutuklu 22 kişinin yargılandığı Demo-
kratik Haklar Federasyonu (DHF) ve İzmir Demokratik Haklar Derneği davasının duruşması 13 Kasım’da İzmir Bayraklı Adliyesi’nde görüldü. Savcı ve hakim heyetinin elinde patlayan ses kaydı dışında başka hiç bir delilin bulunmadığı iddianameyi ve yargılama sürecini avukatlar yaptıkları etkili savunmayla boşa çıkardı. Ancak mahkeme heyeti 13 DHF’linin tutukluluk halinin devamına karar vererek duruşmayı 9 Ocak 2014 tarihine erteledi.
Avukatların etkili savunmasına karşın tahliye kararı verilmedi
13 Kasım’da görülen duruşmada DHF’liler ve avukatlar, demokratik haklar mücadelesi ve DHF’nin işleyişine yönelik yalan ve çarpıtmalarla dolu polis fezlekesini bire bir iddianameye çeviren savcıya yönelik verdiği cevaplar ders niteliği taşıyordu. Avukatların etkili savunmasına karşın mahkeme heyeti kendi yaslandığı hukuku dahi çiğneyerek tutuklu 13 DHF’liyi tahliye etmedi.
Haklarında hiçbir somut delil yok Öyle ki ellerinde sadece telefon ve ortam
dinlemesiyle oluşturulan ve aralara polisin masa başında serpiştirdiği “illegal örgüt” kurgusu dışında hiçbir somut olgunun olmadığı davada, mahkeme heyeti tamamen resmi defterlere işlenmiş dernek faaliyetlerini ilgilendiren konuşmaları “kuvvetli suç şüphesi” olarak değerlendirerek avukatların tahliye taleplerini reddetti. Mahkeme heyeti davanın duruşmasını 9 Ocak 2014 tarihine erteledi. Dava sonrası DHF üyeleri ve aileler, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur”, “İçerde dışarıda hücreleri parçala” sloganlarını attı.
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
dönemi başladı gerekir. Bu süreçten sonra öğrenciler daha da tedirgin olacaktır. Daha çok insanın evlerden atılacağına şahit olabiliriz. Ve artık kira kontratlarında da kızlı-erkekli kalınmaz maddesinin konulacağını düşünüyoruz” dedi.
Okullarda öğrencilere baskılar artıyor İzmir Aliağa’da bulunan Alp Oğuz Anadolu Lisesi’nde 11. sınıf öğrencileri kız, erkek ayrılarak farklı farklı sınıflarda sınavlara sokuldu. Öğrencilerin aktardığına göre sınava girecek 11. sınıfları kız-erkek ayırarak sınava sokmaları üzerine sınav sonrasında neden böyle bir uygulama yapıldığını soran öğrencilere bir öğretmen kendilerine Milli Eğitim‘den gelen bir yazı üzerine bu uygulamaya başvurduğunu be-
lirtti. Çatalca Çok Programlı Lisesi’nde ise müdür yardımcısı 15 yaşındaki M.N.’nin velisini okula çağırarak M.N.’nin okuldaki bir erkek arkadaşıyla yan yana otururken kolunu samimi bir şekilde erkek bir arkadaşının omzuna attığını iddia eden, ‘Kızınız buraya aşk yaşamaya mı geliyor?’ diye sordu. Yaşananlar üzerine M.N. ve babası müdür yardımcısını, müdür yardımcısı da M.N.’nin babasını savcılığa şikâyet etti. Öte yandan M.N.’nin annesinin tansiyon haplarını içerek intihara teşebbüs ettiği kaydedildi. M.N.’nin babası kızının artık okula gitmek istemediğini belirterek “Kızımın bu olayın yaşandığı hafta sınavları vardı. Hiçbirine giremedi.Kızım bir daha o okula dönmeyeceğini söylüyor” dedi.
güncel haber
05
Baskılar için her gün yeni bir gerekçe yaratılıyor En son yaşanan RedHack gözaltıları gösterdi ki, devlet bu gözaltılarla ilgili çeşitli gerekçeler yaratarak karşıtına saldırı aracı olarak kullanmaktadır. Sinema ve dizi oyuncusu Barış Atay’ın da aralarında bulunduğu 15 kişi 22 Kasım’da gözaltına alındı Gezi Direnişi’yle birlikte açığa çıkan isyan dalgası devleti, özelde ise AKP hükümetini büyük kaygıların içine itti. Bu korkularından kaynaklı her gün yeni bir kılıfla muhaliflere ve devrimcilere karşı baskılar yapıldığını öğreniyoruz. Faşist baskılar ve AKP hükümetinin Ilımlı İslam Projesi çerçevesinde toplumu dönüştürme hamleleri, tepkilerin birikimine neden oldu. Bunun yanı sıra yine AKP hükümetinin beslendiği tabanın nabzına göre şerbet vermesi ve tüm topluma bu şerbeti içirmeye kalkması bardağı taşıran son damlalar oldu. Gelinen aşamada Gezi Parkının yıkılıp yerine bir AVM’nin yapılması, isyanlar için çıkış noktası oldu. Birikmiş tepkiler bir anda yılmaz eylemlere dönüştü.
AKP hükümeti direnişi bastırmak için çeşitli yöntemleri devreye koydu
ESP’lilere binlerce yıl hapis ‘cezası’ 9’u tutuklu 26 ESP’linin yargılandığı davada 7 kişiye müebbet hapis ‘cezası’ verilirken, diğer yargılananlara ise 7 ile 31 yıl arasında değişen hapis ‘cezaları’ verildi Tutuklu bulunan yüzlerce gazetecisiyle dünyada bir ‘demokrasi cenneti’ olmaya aday olan ülkemiz, her gün yeni tutuklama haberleriyle gündemdeki yerini koruyor. Ülke bir yandan ‘paket paket demokratikleştirilirken’ bu ‘demokrasiden’ nasibini alamayan sosyalistler, devrimciler, yurtseverler sömürüye, baskıya, zulme, inkara karşı mücadele yürüttükleri ve örgütlendikleri için binlerce yıl hapis ‘cezalarına’ çarptırılıyor. Bir yandan anayasada sözde toplanma, örgütlenme, ifade özgürlüğü hakkı tanınırken, diğer yandan bu haklarını kullananlara karşı baskılar pervasızca sürdürülüyor. İşte bu davalardan biri de 8 Eylül 2006 tarihinde kamuoyuna ‘MLKP operasyonu’ adıyla servis edilen tutuklamaların ardından açılan dava oldu. 4 Kasım’da sonuçlanan davada 6’sı gazeteci 26 kişiye binlerce yıl hapis ‘cezası’ verildi.
“Kahrolsun faşizm, yaşasın mücadelemiz” İstanbul10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasında, Atılım Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek, Genel Yayın Koordinatörü Sedat Şenoğlu, gazetenin yazarları Arif Çelebi, Bayram Namaz, Ziya
Ulusoy ve Özgür Radyo eski genel yayın koordinatörü Füsun Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu 26 ESP’liye müebbetle, 7 ila 31 yıl arasında değişen hapis ‘cezaları’ verildi. Ali Hıdır Polat, Naci Güner, Ziya Ulusoy, Bayram Namaz, Arif Çelebi, İbrahim Çiçek, Füsun Erdoğan’a müebbet hapis ‘cezası’ verilirken, ayrıca MLKP’nin yaptığı 155 eylemden dolayı yaklaşık 3 bin yıl hapis ‘cezası’ bu ‘cezalara’ eklendi. Diğer hapis ‘cezaları’ ise şöyle: Serkan Gündoğdu: 13 yıl, 1 ay, 15 gün, Arzu Torun: 14 yıl 3 ay, Bilgi Tağaç: 11 yıl 9 ay, Elif Almakça: 29 yıl 1 ay 15 gün, Erkan Salduz: 21 yıl 9 ay 15 gün, Fatma Siner: 10 yıl 7 ay 15 gün, Fethiye Ok: 10 yıl 7 ay 15 gün, Hasan Ozan: 14 yıl 4 ay 15 gün, Hatice Bolat: 29 yıl 1 ay 15 gün, Mehmet Ali Polat: 31yıl 5 ay 15 gün, Meral Siner: 7 yıl 6 ay, Rıza Bozkurt: 7 yıl 6 ay, Sedat Şenoğlu: 7 yıl 6 ay, Seyfi Polat: 37 yıl 9 ay, Soner Çiçek: 10 yıl 7 ay 15 gün, Sultan Ulusoy: 14 yıl, 4 ay 15 gün (Tahliye edildi),Turaç Solak: 30 yıl, 1 ay, 15 gün, Uğur Kayacı: 10 yıl, 1 ay 15 gün. Mahkemede hapis ‘cezalarının’ açıklanmasının ardından, “Kahrolsun faşizm, yaşasın mücadelemiz” sloganları atıldı.
Devleti idare etmekle yükümlü AKP hükümeti bu isyanlar karşısında adeta bir çaresizlik yaşadı. İsyanı sönümlendirmek için attığı her adım ters tepti. Ve nihayetinde bildik eski tarz yolu seçtiler. Topluma ‘ibretlik’ uygulamaları devreye soktular. Tutuklamalar, ev baskınları, gözaltılar, işten atmalar, basına yönelik baskılar, vergi denetçilerinin Gezi Direnişi’nde hükümetin yanında yer almayan şirketlerin üzerine salınması vb baskılar devreye sokuldu. Gezi Direnişi’ne katılan sanatçılara ekonomik kayıplar yaşatıldı. Kimilerinin oynadığı diziler yayından kaldırılırken, kimilerine de uyuşturucu kullanmak veya satmak yaftası yapıştırıldı. Ve onlarca insan direnişe katıldığı için, çeşitli gerekçelerle tutuklandı. Bu tutuklamalar en son RedHack baskınlarıyla başka bir boyuta ulaştı. Oyuncu Barış Atay’ın aralarında bulunduğu 15 kişi RedHack üyesi olduğu iddiasıyla gözaltına alındı. Dört günlük gözaltından sonra Barış Atay ve 8 kişi savcılıktan serbest bırakılırken, 5 kişi ise tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi. 5 kişi de mahkeme tarafından serbest bırakıldı.
RedHack twitter üzerinden açıklama yaptı Tablo bir siyasi hedef gözetildiğini gösteriyor. Gerek savcılıkta bırakılan Barış Atay gerekse gözaltıların hemen akabinde Twetter üzerinden açıklama yapan RedHack bu operasyonun baskı aracı olarak devreye konulduğuna dair açıklamalar yaptı. Konuya ilişkin Twetter üzerinde bir açıklama yapan RedHack şu görüşlerini kamuoyuyla paylaştı: “Savaşa, adaletsizliklere, soyguna karşı onurlu duruş gösteren birini daha aldı. Bize ulaşamayınca çıldıran iktidar salyalarını akıtmaya devam ediyor. Alakası olmayanları almayı meslek edindiler. Haksızlığa boyun eğmeyenler yalnız bırakılmaz bu topraklarda. Öfkemizi bileyenler; ne Barış Atay’ın ne de diğer aldıklarınızın bizimle bir alakası yok. 14’ümüz de yerimizde duruyoruz. Korkun bu halktan. İkinci bir Utku yaratıp ülkenin gündemini değiştirmekte usta olan AKahPe bekle bizi, sessizliğimiz gürültülüdür. Gezi hıncına iktidar; sanatçı, devrimci, avukat, öğrenci avıyla devam ediyor. Susan dilsiz şeytandır”
‘Bu hukuksuzluğun hesabı sorulacaktır’ Barış Atay ise Adliye çıkışında şu açıklamayı yaptı: “Bu hukuksuzluğun hesabı sorulacaktır. Hiçbir şeye dayanmayan bir suçlamaydı. Bazı şeylerin sebebi belliydi. Ama hiç kimse geri adım atmayacak. Mahkemeye çıkarılan beş kişiyi de bekleyeceğiz öyle gideceğiz. Buradaki muhabir arkadaşları tenzih ederek söylüyorum, sizin çalıştığınız medya firmalarının patronlarının basiretsizliği olmasaydı, bu işler buraya kadar gelmezdi. İktidar delil göstermeden gözaltına alıyorsa, Hopa’da, Reyhanlı’da, ODTÜ’de, Roboski’de, Armutlu’da, Gazi’de, Gezi’de haber yapmadığınız, kulağınızı tıkadığınız için oluyor. Ben sadece şunu söylüyorum. Tarih hepimizi yazacak. Ama şimdiye kadar görülmemiş bir biat kültürüyle yaşayan medya patronlarını affetmeyecek bu tarih. Ben bu medya patronları adına utanıyorum. Nasıl serbest bırakıldığımızı sorarsanız, bu ülkede tecavüz ve uyuşturucu madde kullananlar dışında kimse serbest bırakılmıyor.”
06 analiz yorum
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
‘Barış Süreci’ ve Barzani’nin
Karmaşıktır çünkü emperyalist paylaşım savaşlarında pay edilerek bölünmüş Kürdistan’ın parçalarında emperyalist stratejilerden bağımsız olmasa da ciddi gelişmeler yaşanarak Birleşik Kürdistan eğilimini kamçılamıştır. Kürtler bulundukları parçalarda yönetimsel, özerk gibi statüler elde etmektedir Türkiye-Kuzey Kürdistan’da aktüel-güncel konuların başında gelen meselelerden biri hiç şüphesiz ki Kürt ulusal sorunu ve bu eksende yaşanan gelişmelerdir. Bu düzlemdeki gelişmelerin somut ifadesi ‘’Barış Süreci’’ ve bu sürecin ‘’tıkanması’’ tartışmasıdır. Kısacası ‘’Barış Süreci’’ daha karmaşık hal alarak düzlükten çıkıp engebeli yola girmiş bulunmaktadır. ‘’Tıkanma’’ ya da girilen engebeli yol, çıkar ve hesap eksenli siyasi manevra ve taktiklerin devreye sokulması halidir. Bu halden sorumlu olan ya da süreci ‘’tıkanmaya’’ taşıyan aktör AKP iktidarıdır. Zira AKP kendisinin öngördüğü ‘’Barış sürecine’’ karşın, bu süreci her yönüyle siyasi iktidarına kaldıraç yapmayı amaçlamaktadır. Sürecin ‘’tıkanmasını’’ sağlayan ve bilinçli olarak buraya sürükleyen AKP iktidarı süreç karşısındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyerek, atması gereken adımları atmayarak ve zımnen de olsa verdiği söz ya da taahhütleri (ki, Öcalan ile görüşmeler bir pazarlığın-uzlaşmanın açık ifadesidir ve bu pazarlık süreci karşılıklı sözlerden vb muaf değildir, olamaz da) yerine getirmeyerek süreci isteyerek tıkamıştır.
AKP iktidarı Rojava’daki Kürt yönetimi karşısında gerici pozisyondadır Genel geçer doğru olarak, AKP’nin daha fazla ödün koparmak için dayatmalarda bulunduğu ve egemen güç olmanın avantajlarını kullanarak süreci tamamen inisiyatifinde yürütmek istediği için süreci ‘’tıkama’’ noktasına getirerek Öcalan veya PKK üzerinde baskı kurmayı ve böylece süreci istediği gibi biçimlendirmeyi düşündüğü söylenebilir. Ancak bu genel olarak doğru da olsa, süreç bu kadar yalın değil, bilakis karmaşık ve çok yönlüdür. Karmaşıktır çünkü emperyalist paylaşım savaşlarında pay edilerek bölünmüş Kürdistan’ın parçalarında emperyalist stratejilerden bağımsız olmasa da ciddi gelişmeler yaşanarak Birleşik Kürdistan eğilimini kamçılamıştır. Kürtler bulundukları parçalarda yönetimsel, özerk gibi statüler
elde etmektedir. Öte yandan parçalanmış durumdaki Kürtler arasında sorunlar mevcuttur. Örneğin Kürt ulusal konferansı gerçekleştirilememiştir ve bunun sebepleri öyle ya da böyle bellidir. Ya da Rojava Kürt gerçeği bütün Kürtler tarafından benimsenmemekte, sorun olarak görülmektedir. Ki bu da ABD emperyalizmi ve ‘’TC’’ devletinden bağımsız bir durum değildir. Yine AKP iktidarının seçim sürecine dönük politikaları ve taktik siyasetleri bulunmaktadır. Hatta iç sorunlarının da sürece etki yaptığı veya AKP üzerinde baskı yarattığı söylenebilir. Aynı zamanda AKP iktidarı Rojava Kürt yönetimi karşısında son derece gerici pozisyonda durarak PKK’den bu konuda ödünler koparmayı amaçlamaktadır. Öcalan AKP’ye bir şans daha vermekten söz ederken, dört aylık bir izleme sürecini önüne koymaktadır. Ki bu süreç yerel seçimler üzerine AKP’nin yaptığı hesaplara kolaylık tanımakta ya da yol açmaktadır. BDP sürece kendi cephesinden müdahale eden siyasetler üretmekte, AKP üzerinde baskı oluşturmak için seçimlerde CHP ile ittifak vb söylemleri alttan alta geliştirmektedir. AKP kendi içinde (cemaatle) açıktan ciddi sorunlar yaşayan bir döneme girmiş ve muhteme-
len bu sürecin sonunda AKP aleyhine gelişmeler büyüyecektir. (Ki, cemaat cephesinden ‘’biz de susmayacağız’’ yanıtı verildikten sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın sakınmadan yaptığı açıklamalar gündeme gelmiş, 2004 yılında AKP iktidarı döneminde, MGK’da cemaatin etkisinin bitirilmesine dönük karar basına servis edilmiştir. Bülent Arınç’ın açıktan başlattığı anlaşmazlık süreci şimdilik bu gelişmelerle devam etmektedir. Edecektir de…) AKP iktidarı güttüğü siyaset ve izlediği taktik politikalarla kendi tabanını güçlü tutmaya ve muhafaza etmeye çalışmaktadır. Bu amaçla ‘’Barış Sürecinde’’ belli eğilimler sergilemekte, hem kitlesine ve hem de diğer milliyetçi vb kesimlere mesaj vermektedir. Anayasa yapma çalışmaları da bir biçimiyle süreçteki politikaları etkilemektedir. Özetle sürecin daha karmaşık ve çok yönlü gelişmeler barındırdığı bu özellikler itibarıyla bile kolayca iddia edilebilir.
Süreç Kürt Ulusal Hareketi için ciddi tehlikeler taşımaktadır Şüphesiz ki, sürecin Kürt Ulusal Hareketi için ciddi tehlikeler taşıdığı söylenebilir ki, tasfiye planı bu tehlikenin en açık kanıtıdır. Ulusal Hareket AKP’nin oyunlarını ve
dolayısıyla sürecin tehlikelerini bildiğini söylese de, silahlı niteliğinin tasfiye olmasına dönük stratejik çizgide ve tabii ki taktikte de bir sorun yaşadığı açıktır. ‘’Tıkanma’’ realitesinin taktiksel bir süreç olduğunu tekrar etmek gerekir. Sürecin uzlaşma zemininde neticelenmesi stratejik eğilimdir. Bu eğilim ulusal harekette mevcut olup, AKP açısından da tasfiye amacında kabul gören durumdadır. Öte taraftan Öcalan’ın dört aylık gözleme süreci öngörmesi de sürecin stratejik olarak ‘’tıkanmadığının’’ aleni bir ifadesi durumundadır. Ki KCK adına yapılan açıklamalar sürecin ‘’tıkanmasına’’ dönük belli vurgular yapsa da stratejik olarak silahlı mücadelenin benimsenmediği vurgusuyla da aynı gerçeği ifade etmektedir. ‘’Tıkanma’’ ya da belirsizlikler ihtiva eden süreçte yaşanan bazı gelişme ya da adımları anlamak, içinden geçilen süreci anlamak ve anlamlandırmak için önemli veriler sunmaktadır. Sürecin ‘’tıkanmasında’’ birçok neden sıralanabilir fakat bazı nedenler bunlar arasında tayin edici yerde durmaktadır. Örneğin Rojava Kürt yönetimi AKP ile PKK arasındaki somut müzakere sürecinde en büyük anlaşmazlıkların başında gelmek-
analiz yorum
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
Amed ziyareti! etkisini gösteren aktörler olarak kullanıldı. Ki bu isimlerin KDP / Barzani çizgisinde ya da Barzani yanlısı olduğu bilinmektedir. Ve elbette ki, bunlar Öcalan ve BDP’nin zayıf halkaları durumundadırlar. Bütün bunlarla yetinilmeyip Ahmet Kaya’nın da dost / kardeş olarak Erdoğan tarafından Amed konuşmasında ölüm yıl dönümü vesilesiyle de olsa güncelleştirilmesi Erdoğan’ın yaptığı siyasi manevralardan bir diğeriydi. Böylece Kürt kitlelerine, sol eğilimli kesimlere hitap ederek bunların da sempatisi toplanmış ve PKK kitlesinden bir kısım daha koparılmış olacaktı. İbrahim Tatlıses’in Şivan Perver ile birlikte sahneye çıkarılması da aynı hesaplardandı. Zira Tatlıses de Kürt’tür ve önemli bir kesim tarafından, en azından hemşerileri tarafından sevilmektedir. Yani Tatlıses de PKK kitlesinden bir kısmını koparan bir aktör olarak sahneye çıkarıldı. Yani PKK / Öcalan’a (Kürtlere) karşı yine Kürtler çıkarılarak mesaj verildi. ‘’Rojava’da geri adım atmazsanız, sizi devre dışı bırakarak sizin dışınızdaki Kürtlerle bu meseleyi hallederiz denmek istendi. Öyle ki AKP iktidarı Amed sürecini her anlamıyla olabildiğince kendi lehine işleterek yaklaşan yerel seçimler sürecinin küçük çaplı fakat büyük yankı uyandıran çalışmasını Kuzey Kürdistan’da da yapmış oldu. Amed gösterisinin bir özelliği de ekonomik ilişki ve anlaşmalar ayağıydı. Ki bu da siyasi plan ve hedeflerden bağımsız bir şey değildir.
Güney Kürdistan’la ”TC” devleti stratejik ilişkilerini geliştirmektedir
tedir. “Tıkanma’’ gerçeği esasta bu konuda yaşanmaktadır. Sınıra duvar çekmekten tutalım da Barzani’nin Amed’e getirilmesine kadar yaşanan gelişmelerin önemli bir kaynağı Rojava konusundaki uyuşmazlıktan ileri gelmektedir. Şivan Perver’in Barzani ile birlikte getirilmesi de Barzani’nin getirilmesinin etkisinin büyütülmesi ve bu bağlamda PKK’ye verilmek istenen mesajın ya da oluşturulmak istenen baskının daha da büyütülmesine dönüktür. Barzani’nin Amed’e getirilmesi elbette manidardır, Amed hasbelkader seçilmiş değildir. PKK’ye Kuzey Kürdistan’ın başkenti olarak görülen Amed’den ve tabii ki Barzani gibi Kürt ulusuna mensup bir lider üzerinden mesaj vermek boş bir hamle değildir. Barzani ve Şivan Perver’in AKP’nin bu oyununa iştirak etmesi ise Kürtler açısından başka bir ironidir… Kısacası, AKP iktidarı Rojava konusunda geri adım attıramadığı PKK’ye / KCK’ye, “Eğer böyle devam ederseniz ben de Barzani’yi öne çıkarır sizi boşa düşürürüm ve Kürt ulusal sorununda Barzani’yi muhatap alırım’’ demek istedi. Barzani ile yapılan anlaşmaları vb saymazsak, siyasi anlamda verilmek istenen temel mesaj buydu. Kürdistan sözünün telaffuz edilmesi de Bar-
zani rolünün Kürtler içinde öne çıkarılmasına dönük bilinçli bir tercihti, PKK’ye verilmek istenen mesajın bir parçasıydı. Barzani Kürdistan lideri olarak takdim edilmiş oldu ve fiilen Öcalan’ın pozisyonu hedeflenmiş oldu.
Baskının arttırılması için Şivan Perver, Leyla Zana, Osman Baydemir gibi isimler sürece dahil edildi Amed oyunu, Rojava’ya dönük hesaplardan Güney Kürdistan’ın ekonomik vb anlaşmalarla kontrolde tutulması ve PKK’ye karşı elde edilmiş bir silah olarak kullanılması, Barzani faktörünün öne çıkarılarak PKK / Öcalan’ın etkisinin Kürt ulusu üzerindeki etkisinin zayıflatılması gibi bir dizi burjuva gerici siyasetin sahnesi olmakla birlikte, bu oyunun “tıkanma sürecinde’’ PKK / Öcalan üzerinde bir baskı ve dayatma unsuru olarak kullanıldığı açıktır. Baskı gücünün arttırılması için Şivan Perver’in dahil edilmesinin yanı sıra, Leyla Zana, Osman Baydemir, Altan Tan gibi isimler de bu amaçla ve elbette bilerek bu oyuna dahil olanlardır, dahil edilenlerdir. Bunlar Barzani’nin Kuzey Kürdistan’daki dayanak-desteklerini temsil eden veya
Erdoğan-Barzani görüşmesinde imzalanan anlaşmalarla Güney Kürdistan’ın “TC’’ devletiyle stratejik ilişkiler içinde olmasını veya kalmasını sağlayan derinliktedir. Bu anlaşmalardan bilinenleri, ora petrolünün ‘’TC’’ sınırları üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması ve buna uygun ulaşım hatlarının yapılmasını içermektedir. Bu vasıtayla ‘’TC’’nin Güney Kürdistan üzerinde bir kontrol ve etkisinden söz etmek tamamen mümkündür. Ki bu anlaşma ve ilişki Barzani güçlerinin Rojava / PYD ve PKK güçlerine karşı kullanılması ya da bu vasıtayla Kürtlerin önemli bir güç itibarıyla bölünmesini de hedeflemektedir. Zira petrol hattıyla ilgili sağlanan anlaşma stratejik, kalıcı bir ilişki ve işbirliğini koşullamaktadır. Burada bir noktaya dikkat çekelim ki, “TC’’ devletinin Güney Kürdistan’ı doğrudan veya gerçek anlamda kendisine bağımlı hale getirmesinden söz etmek doğru olmaz. Erdoğan ile Barzani arasındaki bu anlaşmanın dolaylı olarak ABD tarafından sağlandığı ve ABD emperyalizminin çıkarlarına uygun olarak ABD’ye bağımlı güçlerin bir anlaşması olduğu unutulamaz. Zira ABD emperyalizmine karşın Barzani’nin böyle bir anlaşma ve ilişkiye girmesi ve aynı biçimde AKP iktidarının da ABD emperyalizmine karşın Güney Kürdistan’da stratejik ekonomik ilişkiler kurması düşünülemez.
07
Barzani bir Kürt olarak Erdoğan’ın elinde bir maşa olmayı kabul etti Erdoğan veya AKP iktidarı daha önce hakaret edip aşağıladığı Barzani, Kürdistan’ın lideri olarak ve bizzat Erdoğan tarafından değerli kardeşi olarak karşılanıp takdim edildi. Barzani bunca aşağılanmışlığı unutarak Kürtlere (PKK) karşı AKP / Erdoğan’ın yanında yer almakta sakınca görmedi. Barzani bir Kürt olarak AKP’nin elinde Kürtlere karşı bir maşa olmayı kabul etti. Ancak Erdoğan’ın “beş gün’’ önce kardeşim diye ağırladığı Esad’ı “beş gün’’ sonra düşman ilan ettiği unutulmamalıdır. Şimdi kardeşim diye takdim ettiği Barzani’nin ne zaman düşman ilan edileceği bilinmese de düşman ilan edileceği kesindir… Barzani’nin Amed’e davet edilmesi ve bu davetin zamanlaması bir rastlantı değildir. Bu başından beri anlamlı bir gerçek olarak bilinendi. Yukarıda söylediğimiz gibi bu davet ve yeri son derece manidar olup PKK / Öcalan’a baskı kurmak ve mesaj vermek amacını taşıyordu. Fakat BDP gibi Kürt siyasi partisi bu durumu anlamak istemezmiş gibi ziyaret karşısında nasıl tavır alacağı noktasında bocaladı, belirsizlik sergiledi vb. Oysa Barzani ve Perver’in neden Amed’e getirildikleri sır değildi. En azından AKP’ye destek verdikleri ve AKP siyasetiyle geldikleri, bunun da geldikleri yer ve zaman bakımından taşıdığı anlamların boş olmadığı açıktır. Ne ki, BDP ne tavır takınacağında bocalamış, kaygı ve çekincelerin etkisinde kalmıştır. Barzani’nin “Barış sürecini’’ PKK ve Kürt ulusu lehine desteklemek için Amed’e gelmediği, bilakis AKP’nin politikalarını destekleme pozisyonunda geldiği açıktır. Kürt cephesinin tavrı da buna uygun olarak keskin olmalıydı… AKP iktidarı PKK üzerinde ne kadar baskı oluşturursa oluştursun Kürt ulusal sorununda PKK olmadan ya da PKK’yi devre dışı bırakarak istediği sonuca ulaşamayacağını çok iyi bilmektedir. Bundandır ki, bir taraftan PKK’ye karşı oyunlar çevrilip baskı kurulmaya çalışılırken, diğer taraftan PKK’ye hitap eden mesajlar verilmektedir. Örneğin, Erdoğan’ın Amed konuşmasında tüm tutsakların dışarı çıkacağı günlere atıfta bulunan sözleri PKK’nin talepleri arasında ciddi bir yer tutarken, bunun PKK/Öcalan cephesinde tutacağını iyi bilmektedir Erdoğan. Süreç kısmen PKK’nin aleyhine, AKP’nin lehine seyreden bir durum gibi gözükmektedir. Ancak AKP’nin iç çatlak ve çelişkileri düşünüldüğünde AKP’nin her şeye karşın zayıflayıp gerileyeceği açıktır. PKK açısından şunu söyleyelim ki, PKK’nin bu noktadan sonra kaybedeceği fazla bir şey yok. Zaten askeri olarak tasfiye olmasını kendisi de siyaseten benimsemektedir. Dolayısıyla tasfiye saldırısına maruz kalması onun daha fazla şey ‘’kaybedeceği anlamına gelmiyor.’’Kısacası PKK’nin de önemli avantajları vardır ve bu avantajlar AKP’nin iç çatlaklarıyla bir arada düşünüldüğünde PKK daha avantajlı duruma geçecektir.
08 kadın haber
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
Kadınlar 25 Kasım’da şiddete karşı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde kadınlar ülkenin birçok yerinde kadın katliamlarına ve kadına yönelik her türlü şiddete dur demek için alanlardaydı Bundan 60 yıl önce Trujilo Diktatörlüğüne karşı direnen Mirabel Kardeşler, diktatörlük tarafından 25 Kasım 1960’da vahşice katledildi. Bu sebeple 39 yıl sonra 1999 yılında 25 Kasım tarihi “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslar arası Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak ilan edildi. Ancak gerek ülkemizde gerekse de dünyada kadına yönelik şiddet azalmadı. Aksine emeği yok sayılan, tacize, tecavüze maruz bırakılan ve vahşice katledilen kadına yönelik şiddet katmerleşerek devam ediyor. Kadınlar 25 Kasım’da alanlara çıkarak ‘kadına yönelik şiddete hayır’ dedi ve tüm kadınları örgütlenerek erkek egemen sistemin şiddetine karşı mücadeleye çağırdı
İHD’li kadınlar: 2013 yılının ilk dokuz ayında ‘intiharlar’ hariç 842 kadın katledildi İHD’li kadınların 25 Kasım’da yaptığı yazılı açıklamaya göre son 7 yılda kadın katliamlarında %1400 artış oldu. Resmi rakamlara göre 20022011 yılları arasında 4410 kadın katledildi. 2013 yılının ilk dokuz ayında ise 842 kadın katledildi. Koruma talebiyle polise veya savcılığa başvuran kadınların % 73’ü, sığınma evlerindeki kadınlarınsa % 27’si katledildi. Kadınların istediği eşitlik ve özgürlük taleplerinin özellikle hükümet tarafından hiç dikkate alınmadığı kaydedilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Aileyi koruyan ve erkeği merkezine alan bir dünyayı gözeten politikalar Türkiye’de de kadınları ikincilleştirmekte, toplumun, ailenin ve erkeğin nesnesine dönüştürmektedir. Son on yılda kadına yönelik şiddetin artması hükümetin muhafazakâr karakteriyle bağlantılıdır.”
Kadınlar İstanbul’da alanlardaydı İstanbul Sarıgazi’de aralarında Demokratik Kadın Hareketi (DKH)’nin de bulunduğu kadınlar 23 Kasım’da Sarıgazi Vatan İÖO’nun önünde toplanarak buradan “Kürtaj haktır, Uludere Katliam”, “Görünmeyen emek, sesini yükselt”, “Erkek vuruyor, devlet koruyor”, Jin jiyan azadi” sloganları eşliğinde Demokrasi Caddesi’ne yürüdü. Yapılan basın açıklamasında “Dönemin iktidar partisi AKP’nin devlet eliyle hayata geçirdiği politikaların büyük bir kısmı kadına yöneliktir. 4+4+4 kanunuyla çocuk gelinleri çoğaltan devletin erkek egemen zihniyeti, 3 çocuk çağırısıyla bizleri kuluçka makinesi olarak görmüştür/görmektedir. Bununla da hızını alamayan Başbakan, bu defa da kürtaj hakkımızı elimizden almaya çalışmıştır. Şimdi de karşımıza kadın istihdam paketini al-
layıp pullayıp, kadının görünmeyen emeğini daha da bir görünmeyen kılmak için uğraşmaktadırlar!” ifadelerine yer verildi. İstanbul Kadın Dayanışması’nın çağrısıyla, 24 Kasım Pazar günü Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü vesilesiyle Kadıköy Altıyol’da “Kadın Düşmanlığına, Şiddete, AKP’ye Meydan Okuyoruz” pankartı arkasında toplanan kadınlar, kadın katliamlarına dur diyerek Beşiktaş İskelesi’ne yürüdü. Yürüyüş sırasında “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” , “5 çocuk değil iş istiyoruz” , “Kadın düşmanı AKP istifa” sloganlarını atan kadınlar iskelede yaptıkları açıklamada, Rojava’da çetelerin Kürt kadınlarına yönelik katliam ve tecavüzlerine dikkat çekti. İstanbul’da 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü nedeniyle bir diğer eylem de 25 Kasım
akşamı Galatasaray Lisesi önünde yapıldı. 25 Kasım Kadın Platformu üyesi yüzlerce kadın, erkeklerin ve devletin kadınlara uyguladığı şiddeti protesto eden bir eylem gerçekleştirdi. Türkçe ve Kürtçe “Erkek Devlet Şiddetine Karşı İsyandayız” yazılı pankartı açan kadınlar yürümek isterken, polis TOMA’larla barikat kurarak yürüyüşü engelledi. “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” , “Polis defol, bu sokaklar bizim” sloganlarıyla polisi protesto eden kadınlar, polis barikatı önünde eylem yaptı. Kadınlar alkışlar, sloganlar ve zılgıtlarla bir süre daha bekleyişini sürdürdü. Platform adına Kürtçe ve Türkçe olarak hazırlanan basın açıklamasında devletin ve erkeklerin kadınlara yönelik şiddetine dair örnekler verilerek, AKP ve Başbakan Erdoğan’ın kadın düşmanı politikaları ve açıklamalarına dikkat çekildi. Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “AKP’nin
Franfurt’ta ‘Cinsel sömürüye karşı diren Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)’nin “Cinsel sömürüye karşı diren mücadele et!” şiarıyla başlatmış olduğu kampanyanın bir parçası ve aynı zamanda Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü vesilesiyle Almanya Frankfurt kentinde ilk panelini düzenledi. Panele LGBTT İstanbul Temsilcisi Cirüsk (Kıvılcım) Arat, Almanya’dan Sosyal Pedagog Seyhan Taşdemiroğlu ve ADKH Temsilcisi katıldı. Fuhuş sektörüne bakış açısı, fuhuş, seks işçiliği ve köleliği, ataerkillik kavramları, aile ve ahlak tanımları, LGBTT’lere bakış açısı ve yaşadıkları sorunlar, göç ve fuhuş konuları ele alındı.
‘Her türlü şiddetinizle barışmayacağız’ ADKH temsilcisi, kadın mücadelesi için neden böyle bir kampanyaya ihtiyaç duyduklarını belirterek amaç ve hedeflerini anlatan bir sunum gerçekleştirdi. Temsilci konuşmasında ayrıca, kutsal fahişelikten bugüne uzanan tarih, toplumsal bakış açısı ve bugün dünyanın üçüncü kar sektörü haline gelen insan (beden) ticaretine karşı mücadele yöntemlerini aktardı. ADKH temsilcisi konuşmasını şu ifadelerle bitirdi: “Bu kampanyayla amacımız gözler önünde olan ama görülmeyen boyutu göstermek istedik. Fuhuşu gönüllü ya da zorla yapan kadını ötekileştirmeden çözümü veya ortadan
kaldırılması noktasında ne kadar aciliyet taşıdığını birlikte tartışalım istedik. ‘Cinsel sömürüye sessiz kalma diren mücadele et’ şiarıyla kampanyamızı başlattık. Ve cinsel sömürünün bir kısmı olan, bedenlerin metalaştırıldığı fuhuşu ön plana çıkardık. Ama vurgulanması gerekir ki, cinsel sömürü sadece fuhuş alanında değildir. Kadın bedeninin medyada sunuluş biçimi, pornografik içerikli reklam panolarında obje olarak kullanılması ve bunu normal olarak gösterilmesi de cinsel sömürüdür’’
‘Patronsuz pezevenksiz bir dünya istiyoruz’ LGBTT temsilcisi Cirüsk (Kıvılcım) Arat konuşmasında, bu sorunları konuşurken ata-
erki ve patriarka tartışılmadan geçilemeyeceğini vurguladı. Ancak günün özgünlüğünden dolayı esas sunumunu genel anlamda translara uygulanan şiddet, devlet şiddeti ve LGBTT’lilerin yaşadığı sorunlar, maruz kaldıkları saldırı ve cinayetlerin sistem ve hukuku aracılığıyla nasıl cezasız bırakıldığını vurguladı. Arat konuşmasında şunları söyledi: “Toplumsal yaşamın tüm kapılarının kapandığı bir alanda geriye tek bir seçenek kalıyor (biz bunun başına zorunlu kelimesini koyuyoruz) oda zorunlu seks işçiliği. Peki bu toplumsal yaşamın tüm kapılarını kapatanlar kimler; genel ahlakın iki yüzlü bekçileri yani erkekler, erk sistemidir.. Şimdi artık şiddete karşı ses çıkarırken bir kez daha düşünmek ge-
kadın haber 09
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
alanlardaydı evli-evli olmayan, çocuklu-çocuksuz, başı açık-kapalı, meşru-gayri meşru gibi ikiliklerle kadınlar arasında kurmaya çalıştığı hiyerarşiye karşıyız. Emeğimizin ucuzlaştırılmasına, yoksulluğumuzun artırılmasına, daha da güvencesiz, erkeklere daha bağımlı hale getirilmemize karşı çıkıyoruz.”
Dersimli kadınlar ‘kadın katliamlarına dur’ dedi Dersimli kadınlar DKH’nin de dahil olduğu Dersim Kadın Platformu(DKP)’nun çağrısıyla, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü vesilesiyle sokaklara çıkarak eylem yaptı. DKP’nin çağrısıyla “Tacize Tecavüze Savaşa Yoksulluğa Kadın Katliamına Çocuk İstismarına Duvarlara Dur De” yazılı pankart arkasında toplanan Dersimli kadınlar, Sanat Sokağı’ndan Seyit Rıza Meydanı’na alkışlar ve “Cinsel ulusal sınıfsal sömürüye son” , “Jin jiyan azadi” , “Direne direne kazanacağız” sloganları eşliğinde yürüdü. Seyit Rıza Meydanı’nda DKP adına basın açıklaması okundu. Açıklamada 4 sene önce zihinsel engelli bir kıza otomobilin içinde tecavüz etmeye çalışırken yakalanan AKP Ovacık eski ilçe başkanı Rıza Çolak davasının birkaç gün önce görüldüğü ve mahkemenin iktidarın hizmetkârını koruduğu ifade edilirken yakın zamanda Mazgirt’te meydana gelen 5 yaşındaki bir kız çocuğuna taciz vakasına değinilerek Dersim’de kadına yönelik şiddete dair örnekler verildi. Basın açıklamasında kadına yönelik şiddetin hayatın diğer alanlarında yaşanan şiddetten bağımsız ele alınamayacağı belirtilerek şiddeti onaylayan ve meşrulaştıran zihniyetin değişmesi gerektiği ifade edildi. Açıklamada AKP hükümeti döneminde kadının yalnızca eve hapsedilmekle kalınmadığı aynı zamanda kadına yönelik şiddetin, taciz, tecavüz ve katledilmesinin giderek arttığı bir dönemin yaşandığı anlatıldı. Açıklama şu ifadelerle sona erdi: “Şiddet yasası, sığınma evi ve şiddet önleme ve izleme merkezleri yönetmelikleri kadınları değil, ‘aile’yi korumak üzere kurgulandı; ‘Dayak yiyecek olursan buna bas’ dercesine ellerine verilen
‘panik butonlarıyla’ kadınlarla dalga geçildi. Basın yoluyla kadın cinayetleri, tacizler, tecavüzler meşrulaştırıldı. Onların elinde olan ne varsa kadının aleyhine oldu. Kadınların hamilelikleri denetim altına alınıyor, kürtaj olmak isteyenler fişleniyor, sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi şimdi de üniversiteli genç kadınlara zorla gebelik testi yapılıp ailelere bildiriliyor. Yurt sorununu çözmek yerine kızlı erkekli ev gündemi yaratarak öğrenciler üzerinde baskı yaratan AKP hükümeti; kızlı erkekli birlikteliği ‘aile’ kurumuna taşımak için sadece bu baskıyla kalmıyor, öğrenim kredisi bursunu silme vaadiyle teşvikte de bulunuyor. Bu da yetmiyor en az üç çocuk istiyor; kadınları kuluçka makinesi olarak görmekten vazgeçmiyor. Evde çalışan kadının emeği yok sayılırken, ‘kadın istihdam yasası taslağı’ ile çalışan kadınlar da eve kapatılmak isteniyor; bu taslakla kadınlara asıl işin evdeki eş, çocuk, yaşlı, hasta ya da engelli bakımıdır deniyor. Tüm bunları yap, asıl işini aksatma ama düşük ücretli, güvencesiz, örgütsüz, itaatkâr emeğini sömüreyim deniyor.” Basın açıklamasının ardından kitle alkışlar ve sloganlar eşliğinde eylemini bitirdi.
Kadınlar şiddete dur dedi Kadınlar Mersin, Ankara, İzmir, Antakya, Muş, Kars, Iğdır, Doğubeyazıt, Hakkari, Batman, Mardin, Siirt ve Silopi’de de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü vesilesiyle sokaklara çıktı. Iğdır’da yapılan eyleme BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan da katıldı. Buldan, “Biz kadınlar bundan sonra daha sık bir araya gelerek, örgütlenerek ve tek yürek olarak alanlara çıkıp her türlü şiddete karşı olduğumuzu ilan edeceğiz. Kadına yönelik şiddet uygulayan hiç kimseye oy vermeyeceğiz. Bu şiddeti onaylayan iktidar partisine oy verilmeyecek bundan sonra. Çünkü biz biliyoruz ki bu ülkeyi yönetenler isterlerse kadınlara yönelik yasalar çıkararak her türlü şiddetin önüne geçebilirler. Ama ne yazık ki bu hükümet yasalar çıkarmayarak bu şiddeti onaylamak durumda kalıyorlar” dedi.
mücadele et’ paneli rektiğine inanıyorum. Zulmün, katliamın ve acının hayatın birer parçası olduğu bir coğrafyada özgürlük, adalet, hak temelli arayışların toplumun tüm kesimleri için olmalıdır. Çünkü bir kesime uygulanan şiddet dönüp dolaşıp toplumun tüm kesimlerini vurur. O şiddet dönüp dolaşıp kadınları, LGBTT bireyleri, Kürde, Alevi’ye, devrimciye, Romen’e, Çerkez’e, Laz’a ulaşıyor. Ve bir bakıyorsunuz ki yaşadığımız coğrafyanın her yeri şiddetle iç içe. Patronsuz ve pezevenksiz bir dünya istiyoruz, yani sınıfsız bir dünya istiyoruz. Yaşamak istiyorsak örgütleneceğiz.’’
‘Kapitalizmi ayakta tutan militarizmdir’ Seyhan Taşdemiroğlu ise konuşmasında şun-
ları söyledi: “Irkçılık, şovenizm ve militarizm kapitalizmi ayakta tutuyor. Bir kadının toplumda tek başına yaşama ve ayakta durma özgürlüğü vardır. Kadına günümüzde değersiz damgasını kapitalist olan egemen ataerkil sistem tarafından vuruluyor. Erkek egemen toplumun temel noktalarından bir tanesi kapitalizm ve onu ayakta tutan sistemlerden biri de militarizmdir. Bunun 4. sütun noktası ise kadın sömürüsüdür. Bu durumda kapitalizm, ırkçılık ve sekssizim ortaya çıkıyor. Bu üç nokta koloniyel kapitalist anlayışın ırkçı şovenist düşüncenin sonucudur.” Panel sorular ve fikirlerin beyan edildiği bölümle devam ederken, farklı bütün fikirlerin özgürce ifade edildiği tartışma süreciyle sonlandırıldı.
Avrupa’da 25 Kasım eylemleri Avrupa’nın birçok kentinde aralarında Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)’nin de bulunduğu kadın örgütleri 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde eylem ve etkinlikler düzenledi 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü vesilesiyle bir açıklama yayınlayan Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) “Her türlü şiddetinizle barışmayacağız. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz’’ başlığını taşıyan bir açıklama yayınladı. Açıklamada kadına yönelik şiddetin boyutlarına ve nedenlerine değinen ADKH, “Kızlı erkekli ‘Bu daha başlangıç mücadeleye devam’ şiarıyla eşitsizliğe karşı Gezi Parkı’nda siyasetin dilini ataerkillikten çıkarıp kendi siyaset dilini, kültürünü ve tarzını yansıtan kadınlardan Rojava’da alt kimlikle ötekileştirilen, yok sayılan bir ulusun kadınları ayaklandı özgürlükleri için. Uzun bir sessizlikten gelen kadın mücadele tarihiyle bir köprü kurdu. Kollontay’dan, Kurupskaya’ya, Olga’dan Roza’ya kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve uluslararası dayanışma günü olan bugüne adını veren Mirabel kardeşlerin “Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz’’ sözleri bizleri yüreklendirmeli. Kadına yönelik şiddete karşı örgütlü mücadeleyi yükseltelim! Gelecek ellerimizdedir; Elini ver sesini kat geleceğe yürüyelim!” ifadelerini kullandı.
Duisburg, İnnsbruck ve Zürih’te eylemler ADKH, Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH), SOLWODi, Yeni Kadın, MLPD, Courage, TKSE, IGM,Ver-di kurumlarının ortak organize ettiği 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Hayır mitingi Duisburg merkezinde gerçekleştirildi. Açılış konuşması ve söylenen marşla başlanan mitinge, katılımcı tüm kurumların konuşmalarıyla devam edildi. Konuşmalarda; cinselliğin metalaştırılması, savaşlarda kadının durumu, insan ticareti, kadınlara yönelik işyerlerinde MOBBİNG uygulamaları ve Suriye-Rojava’daki kadınların durumuna değinildi. Yapılan tüm konuşmalarda kadın mücadelesinin ortaklaşması vurguları yapılarak, kadın dayanışmasının ön plana çıkması çağrıları yapıldı. Erkek egemen anlayışın her alanda kırılması ve emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı şiddete karşı, kadının söyleyeceği sözün daha yüksek çıkması gerektiği belirtildi. ADKH mitingde stant açarak yürütmüş olduğu “Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma, Diren Mücadele Et! “ kampanyasının broşürlerini ve 25 Kasım’a dair çıkardığı bildirilerin dağıtımını yaptı. Miting coşkulu sloganlarla ve kısa bir yürüyüşle sona erdi. Tirol Demokratik Kadın Platformu (ADKH, Yeni Kadın, LIlith Innsbruck, Dersim eyaleti Doğa ve Kültür Derneği, Sosyalist Innsbrucklu Öğrenciler Derneği) 22 Kasım Cuma akşamı Innsbruck Üniversitesi’nde, Kadına Yönelik Her Türden Şiddete Son Sempozyumu düzenledi. Yeni Kadın temsilcisi “Ev içi görünmez emeği görünür kıl”, ADKH temsilcisi “Fuhuşa ve çocuk pornosunu durdur, bedenimiz bizimdir” konu başlıklarında sunumlar yaptı. İstanbul LGBT Derneği Temsilcisi Kıvılcım Arat da ötekileştirilen LGBT’lerin genel sorunlarına değindi. Sempozyumun sonunda dinleyicilerden gelen sorular yanıtlanırken, yeni düşünceler de dile getirildi. Fuhuşa karşı mücadele yöntemleri tartışıldı. Sesiyle sanatçı Ajda Varli de sempozyuma destek verdi. Fuhuşa karşı alternatifler ve ‘Seks köleliği-işçiliği’ kavramları üzerinde sıklıkla sorular yöneltilirken, ortak yapılan bu eylemin devamının getirilmesinin önemine dikkat çekildi. 25 Kasım Pazartesi günü ise bir yürüyüş gerçekleştirildi. İsviçre Demokratik Kadın Hareketi ve Yeni Kadın Zürih’te 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde ortak bir eylem örgütledi. Paradeplatz’da basın açıklaması yapan kadınlara, İsviçreli kadın örgütleri de “Keine Frau ist Illegal” (Hiçbir Kadın İllegal Değildir ) pankartıyla destek verdi. Açıklamanın ardından ADKH’nin, geçtiğimiz eylül ayında “Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma, Diren, Mücadele Et” şiarıyla başlattığı kampanyası ve Yeni Kadın’ın “Ev İçi Emeği ve Esnek Çalışma Sistemi” konulu kampanyasıyla ilgili bildiri dağıtımı yapıldı.
10 AKP’nin 2014 yılı programı emek haber
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
Hükümetin 2014 yılı programı; Çalışma barışı adıyla haklarımız gasp edilmeye çalışılıyor? Gün geçmiyor ki işverene teşvik ve işçilere müjde adı altında taslak metinleri oluşturulmasın. İş yaşamımızın koşulları her geçen gün daha da zorlaştırılarak bizlerden kesilen her ücret işverenlere teşvik olarak aktarılıyor. Bizleri sistemin bir parçası haline getirebilmek için sadece üret, düşünme sloganı beynimize kazınmaya çalışılıyor. Kadın istihdam paketleri, daha çok doğur, daha çok evlen, daha çok çalış, daha çok tüket ve daha çokları denilirken bir yandan da daha az ücret, daha az hak nidaları her gün gazete manşetlerini süslüyor. Elbette ki bunları oluşturabilmenin en iyi yolu yasa taslakları oluşturmak. Oluşturulan taslakların tamamı sermaye sahipleriyle kapalı kapılar arkasında hazırlanıyor. Ve yasal bir statü verilerek adalet karşısında boynumuz kıldan ince oyunu bizzat sahneleniyor. Son dönemde Yargıtay’daki yapısal değişiklikten mütevellit birbiri ardından dönen işçi davaları, işverenlerin iştahını kabartıyor. Elinde hiçbir şeyi kalmayan işçi ise şaşkına dönmüş nasıl ay sonunu getirsem diye düşünüyor. Hükümetin 2014 yılı programı 2 Kasım 2013’te Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Programda hedeflenen bazı başlıkları şöyle sıralamak mümkündür. Esneklik ile güvence arasında denge sağlanması: Hükümet esnek çalışmayı yasalaştırarak, sosyal güvenlik uygulamalarını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. İlk olarak kamuda uygulanmaya konulan bu sistemin amacı angarya işlerde daha yoğun çalışmaktır. İş yaşamında esnek çalışma mo-
delleri geliştirilerek iş güvencesi tamamen ortadan kaldırılmaktadır. Özel İstihdam Büroları (ÖİB)’na geçici işçi (kiralık işçi) çalıştırma yetkisi verilerek işçiler modern köleliğe yasal olarak zorlanacaktır. Bu uygulamalarla özellikle kadınlar üzerinde evde, uzaktan ve yarı zamanlı gibi esnek çalışma biçimleri yaygınlaştırılacaktır.
Verimliliği esas alan ücret sistemi: Mevcut politikalarla ücretlerin sürekli gerilediği, işsizlik oranın arttığı, taşeron uy-
gulamaların doruk noktasına çıktığı, ülke emekçilerinin vergi yükü altında ezildiği, zenginle yoksul arasındaki uçurumun dağlar kadar olduğu bir durum söz konusudur. Açlık sınırının 1100 lira olduğu ülkemizde 4 kişilik bir ailenin normal yaşayabilme koşullarında eline geçen meblağın 3348 lira olması gerekmektedir. Yani bu açıdan bakıldığında temel insani ihtiyaçlarını bile karşılayamayan işçilerin daha çok sömürülerek sermayenin kar oranı arttırılmaktadır.
Kıdem tazminat fonu kurulması: Kıdem tazminatlarına devletin el koyması… Sanki işçileri taşeron çalışmaya kendileri zorlamıyorlarmış gibi “Milyonlarca işçi kıdem tazminatından yararlanamıyor, bizse tüm işçilerin yararlanmasını istiyoruz” yalanlarıyla ortaya atılan, müjdelerle işçilerden alınarak sermayeye peşkeş çekilmeye çalışılan kıdem tazminatı. Yandaş sendikaların bile vazgeçemediği kıdem tazminatı, hükümet tarafından
Ahmetler Köyü Antalya’nın Manavgat İlçesi’ne bağlı Ahmetler Kanyonu’nda yapılan Hidro Elektrik Santrali (HES)’ne karşı köylülerin başlattığı mücadele sürüyor. Halkın Günlüğü Gazetesi olarak direniş çadırlarını ziyaret ettiğimiz Ahmetler Köyü halkı, HES’e karşı verdiği mücadeleyi anlattı.
Antalya’nın Manavgat İlçesi’ne bağlı Ahmetler Kanyonu’nda yapımına devam edilen hidroelektrik santraline karşı köylülerin başlattığı mücadele sürüyor. Halkın Günlüğü Gazetesi olarak çadırlarını ziyaret ettiğimiz Ahmetler Köyü halkı direniş sırasında yaşadıklarını bizlerle paylaştı. Kanyonda yaşayan halk, 2011 yılından beri HES’lere karşı mücadele yürütüyor. Çadır kuran köylüler günlerdir nöbet tuttuklarını, jandarma ve taşeron şirket köylerinden gidene kadar mücadeleden geri adım atmayacaklarını ifade ettiler.
emek haber
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
11
üzerine inatla kaldırılmaya çalışılmaktadır. Sendikasızlaştırma, sendikaları işlevsizleştirme politikalarına paralel olarak iş güvencesi ortadan kaldırılacaktır.
Ekonomik sosyal konseyin bileşiminin değiştirilmesi: Konseydeki işveren sayısının artırılarak sermayenin egemen olduğu bir sosyal konsey kurulmasıdır. 2010 yılındaki anayasa değişikliğiyle anayasal bir kuruluş olan ESK da yeşil sermaye ağırlıklı KOBİ’lerin işçilere karşı üstünlüğünü ve yaptırımını arttırmaktır.
İlaç ve tedavi masraflarının akılcı hale getirilmesi: Özelleştirmeler, kamusal alanın tasfiyesi, özellikle eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanında yaşanan köklü değişiklerle emekçilerin kazanılmış haklarına dönük saldırılar, son dönemlerde hız kesmeden devam etmiştir. Bu kapsamda işçilerin daha ellerine geçmeden kesilen vergiler, temel tüketim maddelerinden alınan KDV ve ÖTV yetmemiş olacak ki ilaç ve tedavi masraflarında devlet katkısının en aza indirilerek bu ücrette işçilerden alınacaktır. Ve böylece sağlık iyice paralı hale gelmektedir. Özetle ifade edecek olursak; hükümetin yürürlüğe koyduğu bu programda gelir dağılımındaki eşitsizliğin azaltılacağı tamamen yalandır. Aksine işsizlik ve yoksulluk daha da artacaktır. Bizlerden alınan her kuruş yine bizlere gaz, gözaltı, baskı, açlık ve sefalet olarak dönecektir. Biz işçi ve emekçiler olarak 2014 programını herkese güvenceli gelecek şiarıyla alanlarda karşılayacağız. Ücret adaletsizliğinin giderilerek kadrolu istihdamın sağlanması için mücadelemize devam edeceğiz.
DHF ve Grup Munzur’dan Punto Deri’ye dayanışma ziyareti Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve Grup Munzur Punto Deri işçilerini ziyaret ederek direnişe destek verdi Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) 23 Kasım’da Punto Deri işçilerine dayanışma ziyaretinde bulunarak direnişe destek verdi. Zeytinburnu Gazipaşa İlköğretim Okulu önünde “Sendikal Hak Engellenemez, Punto Deri İşçileri Yalnız Değildir” pankartı açan DHF üyeleri, flamalarla Punto Deri işçilerinin grev alanına yürüdü. Yürüyüş sırasında “Punto Deri işçileri yalnız değildir” , “Yaşasın sınıf dayanışması” , “Yaşasın halkların kardeşliği” , “Gün gelecek devran dönecek patronlar işçiye hesap verecek” sloganları atıldı.
Punto Deri işçileri yalnız değildir Punto Deri işçilerinin bulunduğu alana gelindiğinde, DHF üyeleri direnişteki işçiler tarafından coşkuyla karşılandı. Punto Deri işçilerini temsilen Ramazan Aygün bir konuşma yaparak şunları
söyledi: “104 gündür burada direniyoruz. Anayasal hakkımız tanınmadığından direniyoruz. Bizi desteklemeye gelen DHF üyeleri hoş geldiniz.” Karşılamanın ardından DHF adına yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Hâkim sınıfların hayatımızın her alanında yoğunlaştırdığı sömürü, baskı ve hak gasplarının bir örneği burada Punto Deri işçileri şahsında yaşanmaktadır. Emekçilerin en insani ve kazanılmış olan haklarının en önemlisi, iş haklarının gasp edilmesine yönelik bu saldırıyı direnişle göğüsleyen işçi arkadaşlarımızla bir arada olmak ve güçlerine güç katmak için buradayız. Biz DHF olarak: ‘Her gün daha da derinleşen sömürü ve hak gasplarına karşı direnç göstermenin, işçilerin ve emekçilerin geleceği açısından ne kadar önemli olduğu bilinciyle, bu dostlarımızla bir arada olmak, bu dostlarımızla soluklarımızı, direncimizi ve sınıfsal düşlerimizi birleştirmek için buradayız.” DHF üyeleri açıklamanın ardından Punto Deri işçileriyle halaylar çekerek zılgıtlarla dayanışmayı büyüttü.
Grup Munzur Punto Deri işçilerini ziyaret etti 27 Kasım’da da Grup Munzur üyeleri Punto Deri işçilerine destek ziyareti yaptı. Grup Munzur ezgilerini işçilerle birlikte seslendirerek halay çekti. Grup Munzur adına yapılan bir açıklamada, hapishanelerdeki hasta tutsakların durumuna dikkat çekildi. Ağır sağlık sorunlarına karşın tahliye edilmeyen Abdullah Kalay ve birçok devrimci hasta tutsağın serbest bırakılması talep edildi. Grup Munzur ziyarette açıklamasına şu ifadelerle devam etti: “Bugün yüz günü aşkın bir süredir direnişte olan Punto Deri işçilerinin direnişlerini sahiplenmeye geldik. Grup Munzur mayasını ezilenlerin direnişinden almıştır. Bizim söylediğimiz türküler içinde ezilen halkların direnişini barındırıyor.” Punto Deri işçileri, Punto Deri patronunun direnişleri karşısında direncinin kalmadığını belirterek bu yüzden de anlaşmayı imzalayacağına inandıklarını belirtti. Grup Munzur son olarak Punto Deri işçilerini ziyaret etmeye devam edeceklerini açıkladı.
halkı HES’e direniyor Ahmetler Kanyonu üzerinde yapılacak olan HES’e karşı yürütülen mücadelenin içinde yer alan Havva Vural, yaşadıkları toprakların yıllardır talan edilmeye çalışıldığını belirterek köylerinde HES’e karşı yürüttükleri mücadeleyi anlattı. Ekonomik olarak tarım ve hayvancılıkla geçinen köylüler, Akdeniz Bölgesi’ne 6 ya da 8 ay boyunca yağmur yağmadığını belirterek bu yüzden bölge halkının yaşamını derelerden akan suyla idame ettirdiğini belirtti. Köylüler hangi nedenle olursa olsun rant uğruna hiç kimsenin
halkın yaşam alanlarını talan etmeye hakkı olmadığını belirttiler.
‘Jandarma sayımız az olunca saldırıyor’ Kanyonun kendileri için önemine dikkat çeken Vural, direnişe yönelik 20 gün önce jandarma ve Özel Güvenlik Birimleri (ÖGB)’nin coplu, silahlı ve dipçikli saldırısına maruz kaldıklarını açıkladı. Bu saldırılar sırasında 3 kişinin yaralandığını belirten Vural, saldırılar üzerine kanyonun bulunduğu alanda çadır kurarak direnişi büyüttüklerini söyledi.
Vural sözlerine şu ifadelerle devam etti: “Bunun üzerine bizde kanyonun bulunduğu yere çadır kurmaya karar verdik.15 gündür de işimizi, evimizi ve çocuğumuzu bırakarak gece gündüz çadırda bekliyoruz. 4 gün önce cenazemiz olmasına rağmen cenazeyle ilgilenmesi için köyde dört kişi bıraktık. Jandarma çadırda sayımızı az bulduğu zaman saldırıyor. Aynı zamanda tarihimize de saldırıyorlar. 100 yıllık tarihi olan su değirmeni de yok olacak. HES’in kurulmasıyla beraber köyümüzün gelişeceğini
ifade ediyorlar onların yalanlarını biz HES’in kurulduğu yerlerden iyi tanıyoruz. Doğamıza, köyümüze ve suyumuza sahip çıkarak mücadelemizde ısrar edeceğiz. Köyümüzün kurutulmasına izin vermeyerek HES şirketi Ahmetli Köyü’nden gidene kadar mücadelemize devam edeceğiz.” İfadelerinde bulundu. Köylüler, Ahmetler Kanyonu’nda sürdürülen direnişin basına yansıtılmadığını anlatarak gelenlerin de yaşananları olduğu gibi halka anlatmadığını belirtti.
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
Nesnel şartlara uygun Kuşkusuz daha dar manadaki değişimler de belli bir ciddiyet taşırlar ve bu bağlamda ciddi olarak mütalaa edilmelerinde hiçbir sakınca yoktur. Ancak yaşanan değişimin, değişime giden partiyi niteliğinden mi arındırdığı yoksa niteliğini muhafaza ederek strateji ve taktiklerinde mi değişim yarattığı can alıcı sorundur “Her şey yolunda” diyerek halinden memnun olan bir parti ya da örgütün (ve bireyin) her hangi bir arayışa girmesi, araştırma ve analiz yapması, zayıflıklarından kurtularak kendisini yenilemesi ya da nesnel ihtiyaçlar temelinde yeni siyaset ve stratejiler belirlemesi vb vs düşünülemez. Ki kendisini yeterli, eksiksiz, mükemmel, en iyi vb gören bir anlayış bu bakış açısıyla gelişmesinin önüne aşılmaz engeller koymuş demektir. Yenilenen durum karşısında araçların yenilenmesi, değişen şartlarda siyaset ve stratejilerin değişmesi, nitel gelişmeler paralelinde yeni niteliklerin benimsenerek pozisyon alınması bilimin yoludur. İlerlemeye, gelişmeye ve değişime ayak diremek boş ve batıldır. Gerçeğin devrimci olduğu sözü karşılıksız değildir, yaşam deneyiminden çıkmış derin bir doğrudur. Kavranması elzemdir. Tüm şartların gelişmesine ve değişmesine rağmen eski gelenek ve tarzımızı terk etmeyi genellikle tercih etmeyiz. Bu insandaki maneviyat duygusundan ileri gelir. Ama biz komünist ve devrimciler manevi bağlılıklardan ziyade bilimsel gerçeklere dayanmak, bunları esas almak zorundayız. Aksi halde devrimci gerçek bizi silip süpürerek bir kenara atar. Geçmişe (eski) ve geleneklerimize ne kadar bağlı olsak da ve bunların muhafazasında tam bir muhafazakar olsak da, gerçek tüm yaşamı değiştirdiği gibi bizlerin geçmişteki geleneklerimizi, görüş, analiz ve tespitlerimizi, nihayet siyaset ve stratejimizi, hatta taktik ve araçlarımızı eskiterek değişime zorlar ve onları geride bırakarak ileriye doğru ilerler. Geçmiş yaşamımızdan kopmak acı da gelse, kopmak tercih değil bir gerçeklik ya da zorunluluktur. Hiçbir şey bu değişim-
den muaf değildir. ‘’Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir.’’
Somut tahlil ve nesnel gerçeğe uygun bilimsel adımları benimsemek gerekir Değişime dair bu genel geçer doğruları tekrarlamak elbette ki gerçekleştirilen her somut değişimin nesnel gerçeğe uygun olduğu anlamına gelmez. Bilakis her değişim veya yenilik tespiti, değerlendirmesi veya kararı somut olarak mütalaa edilmesi gereken konudur. Zira genel doğru somut için isabetli olmayabilir. Yenilik veya değişim denen şey ya da bu doğrultuda alınan karar ve bu kararın içeriği nedir? Bu soruya yanıt verip bu içeriğe bakmadan tavır tutum belirlemek, tespit ya da eleştirilerde bulunmak kuşkusuz ki hatalı yaklaşımdır, bilimsel anlayış ve metot açısından yanlıştır. Yoldaşlar her şeyimiz iyi, yeterli, eksiksiz ve dolayısıyla değişikliğe, yenilenmeye, yeni tespit ve tahlillere gerek yok demektedirler. Oysa birçok sorun ve eksiklik mevcuttur. Bunlar hatalı politika ve adımlarla yürünmesine gerekçe olarak başarısızlıkları koşullayan temeli oluşturmaktadır. Hiçbir şey değişmedi, yeni tespit ve tahlile gerek yok diyen yaklaşım da, tepeden tırnağa her şey değişti diyerek hiçbir taşı yerinde tutmamak üzere yola çıkan yaklaşım da özünde aynı kapıya çıkan sübjektif yaklaşımlardır. (ikinci yaklaşımın aynı çıplaklıkla parti içinde görüldüğü söylenemez.) Ancak parti içinde öteden beri hiç bitmeyen bir tartışma var ki, bu tartışmada bu iki eğilim de şu ya da bu biçimde yansımaktadır. (Kaypakkaya’nın söyledikleri harfi harfine doğrudur üstüne bir şey söylemeye gerek yoktur yaklaşımı ve Kaypakkaya’nın söyledikleri kırk yıl öncesine aittir bugün hepsi geçersizdir yaklaşımı hep var olageldi.) Bir tek şeye dokundurmayan hassasiyet ve tersinden her şeyi yerle bir eden uçukluk da kabul edilemez. Burada bir parantez açalım ki, Kaypakkaya yoldaşın teorisi tamamen doğrudur. Somut tespit ve tahlilleri de o günün şartları için tabii ki doğrudur. Bu anlamda yukarıdaki sözlerimiz Kaypakkaya yoldaşın tahlil, tespit ve teorisinin yanlışlar taşıdığı anlamına gelmez. Ancak tali durumda bazı hatalı yanlarının olduğu söylenebilir. Dahası o dönem yaptığı tahlil ve tespitlerin belli
bir kısmı günümüz şartları ve gelişmeleri karşısında geçersizleşmiştir. Ne dogmatik önyargıyla kafadan ret tavrı ne de bunun tersi sınırsız, ilkesiz veya karşılıksız olarak her şeye kucak açan ne söylediği belirsiz bir değişim / yenilik modası… Bu iki hatalı tutumu reddederek somut tahlil ve nesnel gerçeğe uygun bilimsel adımları veya tutumu benimsemek yeğdir. Yoldaşlar genellikle iki doğruyu karşı karşıya koyarak tartışma hatasına düşmektedir. İkinci olarak manevi bağlılıkla açık bilimsel olgu ve devrimci gerçek karşısında kapalı devre dururlar. Üçüncü olarak hiçbir ölçü tanımadan sınırsız bir şekilde ve kontrolsüz olarak bir değişim rüzgarına kapılarak her şeyi eski / eskimiş diyerek öznelci tavırla en alımlı vitrin olmaya ya da hayal ettikleri böyle bir vitrin yaratmaya çalışırlar. Bunların hepsi tersten ya da düzden hatalı görüş ve yaklaşımlardır.
İsim değişikli kuşkusuz ki bir mantığa, bir arka plana sahiptir Kırmızıçizgilerini duygusal bağlar üzerinden kuran belli (bugün az da olsa
var) yoldaşlar bir sözcüğün bile değiştirilmesine kati reaksiyon gösterip her şeyin olduğu gibi değiştirilmeden komünist topluma kadar savunulup götürülmesini istemektedirler. Ki bunlar değiştirilmemiş bu reçetelerle komünizme yürünebileceğine de inanmaktadırlar. Aidiyet duygusunu anlamak mümkün ama son tahlilde nesnel gerçeği ve bilimsel yolu takip etmek durumundayız. Çünkü bizler nostaljik gruplar ya da gelenekçiler topluluğu değil bir komünist partiyiz ve toplumsal sorun ve sınıfsal çelişkiler üzerinden örgütlenerek devrim ve giderek komünizmi hedeflemekteyiz. Bu amaçlarımız gereği sürekli ilerlemek, ihtiyaç doğduğunda değişerek yenilenmek durumundayız. Değişim ve gelişmeye kapalı olmak, ilerlemekten de muaf kalır. Hatırlanacağı üzere 1. Kongrede birçok yenilik-değişim gibi, partinin adı da değiştirilmişti. Bazı yoldaşlar salt bu isim değişikliği nedeniyle ciddi kırılmalar yaşadı. Bazı yoldaşlar diğer eleştirilerle de birlikte bu zeminde partiden koptu. Ancak bu yoldaşlar esasta tek-
perspektif
n değişim devrimcidir!
rar partiye döndü. Yan ayrılma tavırlarının hatalı olduğunu gördüler. İsim değişikliği kuşkusuz ki bir mantığa, bir arka plana sahiptir. Dolayısıyla basit bir sözcük değişimi olarak telakki edilemez. Ancak bir ayrılık gerekçesi olacak kadar olmazsa olmaz değerinde bir sorun da değildir. Dahası 1. Kongre döneminde bir bardak suda fırtınalar koparıldığı bilinmektedir. Her türden yenilik ve değişim karşısında tahammülsüz olan yoldaşlar öncelikle içeriğe bakmak durumundadırlar. Değişmezlik teorisi nereye kadar sürdürülebilir? Sürdürülemez çünkü bunun nesnel zemini yoktur. Dünya çapında olduğu gibi her parçada da gelişmeler ve değişimler kesintisiz bir süreç olarak işlemektedir. Bu diyalektiğin dışında kalmak mümkün müdür? Değişim ve yenilenmeye (yeni görüşlere sahip olma, yeni tespitlerde bulunup yeni kararlar alıp uygulamaya) karşı olanlar özünde ya da objektif olarak zayıf, güçsüz, etkisiz ve silik olan mevcudiyetten memnun olup bu durumun sürdürülmesinden yanadır. Gelişip ilerlemekten korkanlar yeni
adımlar atmaktan da korkarlar. İleriye doğru olan değişim ve yenilikleri kesinlikle desteklemek devrimci görevdir. Geriye dönük değişimlere karşı çıkmak da bir o kadar devrimci görevdir. Fakat ileriye dönük değişime karşı çıkmak objektif olarak gerici ve tersinden geriye dönük değişime karşı çıkmamak da aynı derecede gerici olur! İleri hedeflere dönük somut gerçeğe uygun değişimler devrimcidir. Bu nitelikteki değişimlerden korkmak esaret zincirlerini kırmayan dar görüş ufkudur. Partimiz en azından 1.Kongresiyle önemli değişim ve yeniliklere gitti. Ancak partimizin genel niteliği, doğrultusu vb değişmedi. Bilakis partimiz pozitif yönde gelişti. MLM teori de değişimlere, yeniliklere uğradı. Marksizm aşamasından değişimler yaşayarak Leninizm ve ondan sonra da Maoizm aşamasına ulaştı. Görüldüğü gibi bir gelişme çizgisi yaşanmış ve bu değişimler-gelişmeler sayesinde ilerlemeler sağlanmış. Tüm yaşam bu diyalektikten ibarettir. Sürekli bir değişim ve ilerleme çizgisi… Demek ki değişimleri peşinen reddetmek doğru
değil, yanlıştır. Yeterince açık konuştuğumuzu düşünüyoruz. Buradan sonra meseleyi toparlamakta fayda var. Değişimden söz ede geldik. Değişim karşısında genel tutum değişimin niteliğiyle alakalı ve anlamlıdır. Evet değişim var ama bu değişim neyi ne kadar değiştiriyor, değişen nedir? Bu soruyu sabitlemeden doğru yere varılamaz. Eğer değişim devrimci teorinin evrensel ilkelerini ihtiva ediyorsa burada ciddi bir meseleden söz etmek her bakımdan anlaşılır ve haklıdır. Kuşkusuz daha dar manadaki değişimler de belli bir ciddiyet taşırlar ve bu bağlamda ciddi olarak mütalaa edilmelerinde hiçbir sakınca yoktur. Ancak yaşanan değişimin, değişime giden partiyi niteliğinden mi arındırdığı yoksa niteliğini muhafaza ederek strateji ve taktiklerinde mi değişim yarattığı can alıcı sorundur. Ve değişim karşısındaki tavrımız bu ana noktalarda biçimlenmek durumundadır. Şayet söz konusu değişim partinin niteliğini ilgilendiriyorsa, yani Marksist teori ve ilkelerin iğdiş edilmesi vb meselelerinde ise, durmayıp sesimizi yükseltmemiz haklı ve doğru olur. Yok bu değil de partinin niteliği korunarak sadece somut koşullara göre belirlenen unsurlarda yani devrimin niteliği ve bu çerçevede tahlil ve tespitler yaparak izleyeceği yeni strateji ve siyasetlerde değişim söz konusu ise bunu sadece muhasebe etmek ve isabetli olup olmadığını tartışmakla yetinmek genellikle yeterlidir.
Partinin ideolojik-siyasi niteliği sağlam zeminde ise, hata ve yanlışlarını düzeltmesi tamamen mümkündür Devrimin zora dayalı gerçekleşmenin (zor ilkesinin) kesin kabulü, proletarya diktatörlüğü ilkesinin kesin kabulü, komünist partisinin devrimdeki önderliğinin kesin kabulü, proletarya diktatörlüğü şartlarında devrimin sürdürülmesinin kabulü gibi MLM temel ilkelerde bir değişim, revize ve erozyon söz konusu değilse yaşanan değişim partinin niteliğini bozmazbozmamıştır. Partinin niteliği bozulmamışsa mesele sorunların doğru/yanlış zemininde tartışılması çemberini aşmaz-aşmamalıdır. Zira partinin niteliği MLM ise, göreli tahlil ve tespitleri somut meselelerdir ve bunlar
iki çizgi mücadelesi ekseninde ele alınarak tartışılırlar. Partinin ideolojik-siyasi niteliği sağlam zeminde ise, hata ve yanlışlarını düzeltmesi tamamen mümkündür. Tabi somut meselede hata ve yanlış olduğu takdirde… Örgütsel nitelikte partinin program, strateji ve temel taktikleri gibi meseleler belirleyicidir. Dolayısıyla gerçekleştirilen değişim programa vb tekabül ediyorsa, burada partinin örgütsel-askeri nitelikteki değişiminden haklı olarak söz etmek gerekir. Örgütsel çizgisi, politikası, stratejisi, taktikleri ve hattı değişmiştir. Ama bu değişim partinin MLM ölçüler karşısındaki niteliğini bozmaz. Dahası değişim adımında, örgütsel nitelikte gerçekleştirdiği değişim ileri doğru ve somut şartlara uygunsa bu değişim ilerici ve devrimcidir. Yani partinin örgütsel niteliği, bu değişimle somut şartlara uygun hale getirilerek geliştirilmiştir. Dolayısıyla bu değişimden rahatsız olmak anlamsız, memnuniyet duymak yerindedir. Daha yalın ifade edersek, MLM teori ve Kaypakkaya’nın ideolojik-politik-örgütsel mirası esasta ve genel olarak savunuluyorsa, somut koşulların tahlili noktasında ortaya çıkan yeni şartlar kabul edilerek buna uygun bir strateji ve siyaset benimseniyorsa, burada partideki değişimi doğru yere oturtmak gerekir. Partinin MLM temeli ve komünist niteliklerinde bir problem olmadığı halde, örneğin “devrimin yolu şu değil de budur’’, ‘’somut şartlar şu değil de budur’’ demesi ciddi bir değişimdir ama onun genel niteliğini iğdiş eden düzeyde değildir. Hele bu değişim bilimsel zeminde yükselmekte ise, iğdiş etmek bir yana parti bu değişimle daha da güçlendirilmiş demektir. “Parti elden gitti’’ yaygarası gülünç olur. Ki daha çok partiyi izlemekle yetinenlerin bu türden hezeyanlarına tanık olunmuştur, olunacaktır da… Ancak ilerlemek isteyenler değişmek, değişime ayak uydurmak zorundadır. Değişime ayak direyenler tutuculardır. Bütün mesele partinin nasıl konumlanacağı ve devrim ihtiyacı karşısında nasıl bir pozisyon alacağı meselesidir. Partinin bu sorularda tavrı bilimsel gerçeğe bağlı olarak nettir. Parti mevcut şartlarda ve genel emperyalist dünya gericiliği ile onun uzantısı olan faşist gericilik şartlarında politik savaş partisi niteliğinde biçimlenmektedir!
14
gençlik haber
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
‘Üniversiteler bizimdir bizimle özgürleşecek’ YÖK’ün kuruluşunun 32.Yıl dönümü olan 6 Kasım’da alanlara çıkan üniversite öğrencileri, 12 Eylül askeri faşist cuntasının kurduğu YÖK’ü protesto eden eylemler gerçekleştirdi YÖK’ün kuruluşunun 32.Yıl dönümü olan 6 Kasım’da ülke genelinde alanlara çıkan üniversite öğrencileri, 12 Eylül askeri faşist cuntası tarafından kurulan YÖK’ü protesto etmek için eylemler düzenledi. Yapılan eylemlerde ‘eşit, bilimsel, parasız, anadilde eğitim’ talepleri hep bir ağızdan haykırıldı. YÖK’ü protesto eylemlerinde “Eşit, parasız, bilimsel anadilde eğitim” , “Üniversiteler bizimdir, bizimle özgürleşecek”, “Faşizme karşı omuz omuza” , “ YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek” , “Katil devlet hesap verecek” sloganları atıldı. “Özgür Dil, Demokratik Üniversite- Zimane Azad Zaningehen Demokratik” , “Ali İsmail Korkmaz Yaşıyor Üniversite AKP’ye Direniyor” , “Elbet Bir Bildiği Var Bu Çocukların Kolay Değil Öyle Genç Ölmek” , “Ranta Yola YÖK’e Karşı Üniversite Ayağa’’ yazılı pankartları taşındığı protesto eylemlerinde, Gezi Direnişi sırasında katledilenlerin fotoğrafları da taşındı. İSTANBUL: YÖK’ün kuruluşu İstanbul’da düzenlenen kitlesel bir mitingle protesto edildi. Üniversite Forumlarının çağrısıyla bir araya gelen üniversite öğrencilerine, aralarında Demokratik Gençlik Hareketi’nin de bulunduğu gençlik örgütleri destek verdi. Beyazıt Meydanı’nda toplanan kitle, Gezi direnişi sırasında katledilen devrimciler için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Mitingde Eğitim Dayanışması ile Üniversite Emekçileri adına Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Şube tarafından yapılan açıklama-
larda YÖK’ün kuruluş sürecinden günümüze yaşanan gelişmelere değinildi. Üniversite Forumları adına yapılan açıklamada ise YÖK’ün üniversiteler üzerindeki baskılarına vurgu yapılarak devletin üniversitelere konuşlanıp gençliğin Gezi Direnişi’yle yükselen dinamizmini ÖGB ve kolluk kuvvetleriyle kırmaya çalıştığına dikkat çekildi. Açıklamada son olarak şu ifadeler yer aldı: “YÖK yetmiyormuş gibi üniversitelerimize Ali İsmail Korkmaz’ın katillerini sokmaya çalışıyorlar. Bu Gezi’de devlete zor zamanlar yaşatan üniversite geçliğinden ne kadar korkulduğunun bir göstergesidir. Üniversiteler kendini padişah sanan rektörlerin çiftliği haline getiriliyor. Bizleri niteliksiz anti- bilimsel bir eğitimin parçası haline getirmeye çalışıyorlar.” ANKARA: Ankara Kızılay’da YÖK’ü protesto etmek için yürüyüş yapmak isteyen Dev-Genç üyesi üniversite öğrencilerine polis biber gazıyla saldırdı. Kızılay Yüksel Caddesi’nde bir araya gelen Dev-Genç üyelerine yapılan saldırının ardından ara sokaklara dağılan üniversite öğrencilerinden çok sayıda kişi gözaltına alındı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde dekanın odasını işgal eden Dev-Genç üyesi üniversite öğrencileri, odanın kapısını kilitleyerek polisin içeriye girmesini engelledi. Polisin odaya gaz bombası atarak saldırması sonucu,13 üniversite öğrencisi gözaltına alındı. Gazdan etkilenen bazı üniversiteliler ile çalışanlar ambulanslarla hastaneye kaldırıldı. Ankara’daki YÖK’ü protesto eylemleri sırasında toplam 32 kişi gözaltına alındı. YÖK’ün kuruluş yıl dönümünde Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi (DTCF) Dekanlığı’na girerek, pankart açan 8 Dev-Genç’li öğrenciden 7’si Ankara Adliyesi’nde tutuklanırken, 1 öğrenci de adli kontrol kararıyla serbest bırakıldı. İZMİR: 6 Kasım’da YÖK’ün kuruluş yıl dö-
nümünü protesto etmek için Kıbrıs Şehitleri Caddesi girişinde toplanan üniversite öğrencileri, önce ÖSYM binasına, ardından da Basmane Meydanı’na yürüdü. Sloganlar eşliğinde yürüyen üniversiteliler, Gezi Direnişi sırasında katledilenleri anarken, polis Basmane Meydanı’na yaklaşan üniversite öğrencilerinin yürüyüşüne izin vermeyeceğini söyledi. Yapılan görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine basın açıklamasının yapılmasına karar verildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Öğrenciler üniversitelerin en kalabalık bileşenleridir. Dolayısıyla üniversite yönetiminde söz hakkımızın olması zaruridir. Fakat bunun böyle olmadığını yakın geçmişte ODTÜ’de gördük. İnsanları yakmayı gelenek haline getirmiş olanlara söyleyecek sözümüz var. Demokratik ve özerk üniversite taleplerimizle alanlara çıkmaya devam edeceğiz” ANTALYA: Akdeniz Üniversitesi’nde 6 Kasım günü yapılan YÖK eylemi için kampüs içerisinde bulunan Gözlemevi’nde toplanan üniversite öğrencileri, sloganlarla Yakut Çarşısı’na yürüdü. Çarşıda toplanan üniversite öğrencileri, YÖK’e karşı hazırladıkları tiyatro gösterimini sundu. Ardından Rektörlük’e yürüyen üniversite öğrencilerine Özel Güvenlik Birimleri (ÖGB) ile polis saldırdı. Saldırı sonucunda aralarında 1 Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) taraftarının da bulunduğu 5 kişi gözaltına alındı. Gözaltıların ardından kampüste toplanan üniversite öğrencileri, arkadaşlarının serbest bırakılması talebiyle basın açıklaması düzenledi. 7 Kasım’da savcılık sorguları yapılan öğrencilerden 4’ü savcılıkta serbest bırakılırken, Süleyman Kaymaz ise tutuklanma talebiyle sevk edildiği mahkemede serbest bırakıldı. ESKİŞEHİR: YÖK’ün kuruluşunun 32. Yılında eylem yapan üniversite öğrencileri, Rektörlük’e yürüdü. Rektörlük önünde yapılan basın açıklamasında, YÖK’ün meşru olmadığı belirtilerek YÖK’ün ‘eşit, parasız,
bilimsel ve anadilde eğitimin’ önünde engeller oluşturduğuna dikkat çekildi. Açıklamada Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin halen halkın arasında dolaştığı belirtilerek, Korkmaz’ın katillerinden hesap sorulması için mücadele çağrısı yapıldı. Açıklamanın ardından kısa süren müzik dinletisi yapılarak eylem bitirildi. TEKİRDAĞ: Çorlu’da bulunan Namık Kemal Üniversitesi’nde düzenlenen YÖK’ü protesto eylemine aralarında DGH üyelerinin de bulunduğu üniversite öğrencileri katıldı. YÖK’ün kuruluşunun 32. Yılı nedeniyle Çorlu Mühendislik Fakültesi önünde düzenlenen basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “YÖK’ün üniversiteleri sermayenin arka bahçesi haline getiren, uygulamaların kanıtı niteliğindedir. Bologna süreci ve benzeri uygulamaların ortağı YÖK, bilim alanı üniversitelerin sermayenin çıkarlarına uygun bilgi ve becerilerle donatmayı ana hedef haline getirmiştir. Üniversitelerin bilim ve teknoloji üretmeleri için gerekli olan ‘bağımsız çalışma’da YÖK’le birlikte ortadan kalkmıştır.” KOCAELİ: YÖK’ün kuruluşunun 32. Yılı nedeniyle Sosyal Tesisler önünde bir araya gelen aralarında DGH’lilerin de bulunduğu Kocaeli Üniversitesi öğrencileri, sloganlarla Rektörlük binasına yürüdü. Öğrencilerin yürüyüşünü ÖGB engellemeye çalıştı ancak üniversite öğrencileri, ÖGB barikatını aşarak Rektörlük binası önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamanın ardından çekilen halaylarla eylem sonlandırıldı. Bu illerin yanı sıra çok sayıda ilde YÖK’ü protesto eden eylemler düzenlendi.
gençlik haber 15 Devlet destekliyor, sivil faşistler saldırıyor 1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
Gençliğin kendi özgül alanlarında örgütlenmesini hazmedemeyen devlet bugünlerde üniversiteler üzerinden gençliği sindirmek ve baskı altında tutmak adına kendi beslediği sivil faşist ve çeteleri üniversitelerde öğrencilerin üzerine azgınca saldırtıyor Son günlerde üniversitelerde artan faşist saldırılar sonucunda birçok öğrenci yaralandı veya gözaltına alındı. Üniversitelerde devlet tarafından korunan sivil faşistler genelde devrimci demokrat öğrencileri özelde ise Kürt öğrencileri hedef tahtasına oturtmuş durumdadır. Hafta içinde İstanbul, İzmir, Sivas ve Afyon gibi illerde saldırılara uğrayan devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler, basın açıklamaları ve yürüyüşlerle saldırıları protesto etti.
Marmara Üniversite’sinde faşizme geçit yok Marmara üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğrencilere saldıran sivil faşistler, hafta içinde de otobüs durağında bekleyen 5 üniversite öğrencisine sopalarla saldırdı. Saldırı sonucunda 2 öğrenci başından ve burnundan yaralandı. Üniversite içerisinde sıklaşan faşist saldırıları protesto etme amacıyla Marmara Üniversitesi Göztepe Yerleşkesi’nde bir eylem düzenlendi. Düzenlenen eylem öncesinde çevik kuvvet ve TOMA’lar üniversite kapısında hazır bekletildi. Adeta olağanüstü hal ilan edilen üniversitede sık sık üst aramaları yapılarak öğrenciler üzerinde baskı yaratılmaya çalışıldı. İktisat Fakültesi önünde “ Faşizme karşı omuz omuza” sloganlarıyla bir araya gelen üniversiteliler, bütün kampüslerden eyleme katılım çağrısı yaptı. Öğrenciler can güvenlikleri olmadığını belirterek, öğrenim özgürlüğü istediklerini açıkladı. Marmara Üniversitesi öğrencilerine, İstanbul Üniversitesi Forumu da “Diren Marmara, Beyazıt seninle” sloganlarıyla destek verdi. Yapılan basın açıklamasında her yıl yaşanan saldırıların tesadüfî olmadığı belirtilerek üniversite yönetimi, Özel Güvenlik Birimleri (ÖGB) ve polisler tarafından desteklenen faşistlerin, üniversite öğrencilerinin can güvenliğini tehdit ettiği ifade edildi. Gezi Direnişi’ne de dikkat çeken üniversite öğrencileri, “Unutmayın diren-
meyi iyi biliriz” diyerek “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganını attı.
Marmara Üniversitesi’nde baret hediye edildi Marmara Üniversitesi’ne hediye getiren öğrenciler, yerleşke kapısına “Bu üniversitede can güvenliğimiz yok” diyerek baret bıraktı. Ardından Kadıköy Boğa Heykeli’ne doğru yolu trafiğe kapatarak yürüyüşe geçen üniversite öğrencileri, Ali İsmail Korkmaz’ın katillerini üniversiteye sokmayacaklarını belirterek “Marmara faşizme mezar olacak” sloganlarıyla eylemi sonlandırdı. Afyon’da okuyan devrimci demokrat yurtsever öğrencilere, sivil faşistler tarafından linç girişiminde bulunuldu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde okuyan, devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler, Şuhut Kavşağı yakınlarında sivil faşistler tarafından saldırıya uğradı. Öğrencilerin kendilerini savunması üzerine, saldırı boşa çıkarıldı. Saldırıdan sonra tekrar toplanan yaklaşık 150 kişilik faşist bir grup bir kez daha yoldan geçen üniversite öğrencilerine saldırı girişiminde bulundu. Öğrenciler yakında bulunan bir dükkana sığınırken, olay yerine gelen polisin faşistlere hiçbir müdahalede bulunmaması dikkati çekti. Bunun üzerine öğrencilerin BDP
milletvekillerini aradığı ve bu sayede dükkandan çıkarılarak evlerine bırakıldığı öğrenildi.
Yalova’da faşist saldırılar protesto edildi Yalova’da devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler, son günlerde tırmanışa geçen faşist saldırıları protesto etti. Demokratik Öğrenci Derneği’nin çağrısıyla bir araya gelen ve aralarında Demokratik Gençlik Hareketi üye ve taraftarlarının da bulunduğu üniversite öğrencileri, son dönemlerde devrimci, demokrat ve yurtsever öğrencilere yönelik faşist saldırıları protesto etti. Vanlı depremzedelerin yaşadığı sorunlarla, Rojava’daki direnişinin de vurgulandığı basın açıklamasında “kızlı erkekli” evler üzerine kamuoyunda yürütülen tartışmalara değinildi. Basın açıklaması sırasında “Biji berxwedana Rojava” , “Faşizme karşı omuz omuza” , “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı. Basın açıklamasının ardından oturma eylemi yapan üniversite öğrencileri eylemlerini bitirdi.
Sivas’ta saldırıya uğrayan öğrenciler tutuklandı Sivas’ta sivil faşistlerin saldırısı sırasında gözaltına alınan 25 Kürt üniversite öğrencisinden 6’sı tutuklandı.
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde okuyan ilerici, devrimci ve demokrat öğrenciler 9 Kasım Cumartesi günü Sivas Meydanı’nda toplanarak Nusaybin-Qamişlo arasına yapılan utanç duvarını protesto etti. Basın açıklamasından sonra dağılan öğrencilerden 4’ü 15 kişilik faşist grubun saldırısına uğradı. Saldırıdan sonra hastanede darp raporu verilmeden taburcu edilen öğrenciler gözaltına alındı. Yaşanan bu saldırıyı ve gözaltı terörünü protesto etme amacıyla yapılan basın açıklamasına tekrardan sivil faşistler satır, sopa ve bıçaklarla saldırdı. Faşistlerin saldırısı sonucunda 2 öğrenci yaralandı. Saldırılar sonrasında tekrar toplanan üniversite öğrencileri, ÖGB ve polisin saldırına uğradı. Bu esnada 3 polis yaralandı, bir özel güvenlik görevlisi de bıçaklandı. Olaylardan sonra fakülteler tek tek basılarak 25 öğrenci gözaltına alındı. Gözaltına alınan öğrencilerden 6’sı tutuklanarak, Sivas Hapishanesi’ne gönderildi. Öte yandan evleri polis tarafından basılarak gözaltına alınan 5 öğrencinin ise Malatya’ya gönderildiği öğrenildi. Söz konusu üniversite öğrencilerinin “KCK üyesi” oldukları iddiasıyla gözaltına alındığı belirtildi.
‘Faşist saldırılar AKP’nin örgütlü gençlikten korkması nedeniyle yaşanıyor’ Ege Üniversitesi öğrencileri, geçtiğimiz hafta Bornova Metro girişinde Kürt öğrencilere yönelik düzenlenen faşist saldırıyı protesto etmek amacıyla bir eylem gerçekleştirdi. Edebiyat Fakültesi önünde toplanan öğrenciler, 3 kişinin yaralandığı saldırıyı protesto etmek için Gıda Mühendisliği Fakültesi’ne yürüdü. “Ege faşizme mezar olacak”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Katil polis üniversiteden defol” sloganları atıldı. Üniversite öğrencileri adına yapılan açıklamada, yaşanan saldırının son 6 ayda Ege Üniversitesi’nde düzenlenen ikinci faşist saldırı olduğu belirtildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Bu faşist saldırıların sebebi AKP hükümetinin örgütlü gençlikten Taksim’de, ODTÜ’de ve Lice’de yediği büyük darbedir.” Rojavalı 3 gencin Nusaybin sınırında katledilmesiyle, BDP Maraş il binasına yönelik ırkçı saldırının hatırlatıldığı açıklama, AKP hükümetinin saldırılarıyla Kürdistan’ın özgürlük mücadelesini engelleyemeyeceği ifadeleriyle sona erdi.
Nurtepe’de faşist saldırı Mehmet Ayvalıtaş’ın davasına destek vermek için 21 Kasım’da Kâğıthane Lisesi çıkışında “AKP halka hesap verecek” sloganları atan Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) ile Liseli Direnişçi Gençlik (LDG) üyelerine, sivil faşist bir grup tarafından “Siz mi AKP’den hesap soracaksınız” denilerek sözlü tacizlerde bulunuldu. Ardından devrimci öğrencilere saldıran sivil
faşistlere karşılık verilerek geri püskürtüldü.
‘Çeteleşmeye geçit vermeyeceğiz’ 22 Kasım günü Kağıthane Lisesi’nde DGH ve LDG üyelerine yönelik 15 kişilik faşist bir grup tarafından yeni bir saldırı düzenlendi. Saldırının ardından akşam saatle-
rinde eylem yapma kararı alan DGH ve LDG’liler, “Çeteleşmeye ve Yozlaşmaya Geçit Vermeyeceğiz” pankartı arasında Kâğıthane Lisesi’nin önünden Nurtepe’ye yürüdü. Sivil faşistler bu kez de yürüyüş kortejine saldırdı. Devrimcilerin saldırıya karşılık vermesi üzerine sivil faşistler geri çekilmek zorunda kaldı. Kitle yürüyüş sırasında “Kâğıthane Lisesi
direnişin simgesi” , “Çeteleşmeye geçit vermeyeceğiz” , “Çetelerden hesabı devrimciler soracak” sloganlarını attı. Çetelerin protesto edildiği eyleme Halk Cephesi, Sosyalist Dayanışma Partisi (SDP), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) de destek verdi.
16 kültür sanat İzmir’de Gezi ruhuyla Forumfest coşkusu 1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
İzmir’de Gezi Direnişi sürecinde oluşturulan forumlar tarafından, 23-24 Kasım tarihlerinde, “Buradaydık, buradayız, burada olacağız” şiarıyla Forumfest adını taşıyan etkinlikler düzenlendi Gezi Direnişi’yle birlikte İzmir’in birçok semtinde oluşturulan forumlar 23 Kasım Cumartesi ve 24 Kasım Pazar günü ‘Buradaydık, buradayız, burada olacağız.’ şiarıyla Forumfest adını taşıyan festivali halka ulaştırdı. Festivalin duyurulduğu basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “İzmir Halk Forumları olarak şimdi İzmir Forumfest’i; Gezi ruhunu kendi ellerimizle örüyoruz! İzmir Forumfest, AKP’nin saldırılarına karşı bir araya gelmek için attığımız güçlü bir adımdır. İzmir Forumfest, doğamıza ve yaşam alanlarımıza müdahaleye karşı çıkanların buluşmasıdır. İzmir Forumfest, söyleyecek sözü olanların sokaklara çıkmasıdır. 23-24 Kasım’da atölyeler, tiyatro-
lar, sergiler, konserlerle Gezi Direnişi’nin tüm renkleri İzmir Forumfest’te olacak.”
Festivalde Demokratik Haklar Federasyonu da stant açtı 23 Kasım Cumartesi gününden itibaren Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde forumlarla, aralarında Demokratik Haklar Federasyonu’nun da bulunduğu çok sayıda devrimci demokratik kurum tarafından stantlar açıldı. Açılan stantta tutsak aileleri yakınları için yiyecek satışı gerçekleştirirken, Kazova işçileri de greve başlamalarıyla birlikte yarım kalan kazakları, makinelerin kendilerine verilmesiyle tamamlayarak stantlarında halka sundu. Ekoloji Komitesi tarafından “Güvencesiz doğa, güvencesiz mekan ve direniş” konulu panel düzenlendi. Panelde yapılan konuşmalarda, EXPO, HES projeleri, tohumculuk, kentsel dönüşüm ve direniş konuları işlendi. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadın Komitesi gün boyunca stant çalışmaları ile konserler düzenledi. Festivalde Geri Dönüşüm Atölyesi, el yapımı sabun ve deterjanları festivale katılan kitleyle birlikte yaptı. Tohumların dikimi de kaldırım taşlarının altına yapıldı. Kıbrıs Şe-
hitleri Caddesi’ne kurulan sahnede gün boyu müzik dinletilerinin yanı sıra tiyatro gösterimleri de kitleye ulaştırıldı.
Ankara’da eğitim emekçilerine yönelik saldırılar protesto edildi Ankara’da eğitim emekçilerine yönelik polis saldırıları, 23 Kasım günü akşam saatlerinde Forumfest tarafından gerçekleştirilen yürüyüşle protesto edildi. Yürüyüş sırasında “Ankara faşizme mezar olacak” , “Yaşasın devrimci dayanışma” , “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz”, “Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük” , “Gezi şehitleri onurumuzdur” , “Katil devlet hesap verecek” sloganları atıldı. Festivalin son günü olan 24 Kasım Pazar günü Gündoğdu Meydanı’na sahnenin kurulmasıyla etkinlikler başlatıldı. Festival forumlar adına forum temsilcileri tarafından yapılan konuşmaların ardından, müzik dinletileriyle devam etti. Çok sayıda müzik grubunun sahne aldığı festivalde, telefonla sık sık yapılan bağlantılarla şehit ailelerine söz verildi. Gezi tutsaklarının mahkemelerine de katılım çağrılarının yapıldığı etkinliklerde, serbest bırakılan Gezi tutsakları tarafından konuşmalar yapıldı.
İzmir Halk Forumları adına yapılan çağrıda şu ifadeler yer aldı: “Bugün, Gezi’yi bir kez daha hatırlayalım. Bugün, AKP iktidarının, devletin üzerimize yeniden örmeye çalıştığı korku duvarına karşı durduğumuz gün olsun. İsyan insanlaşmadır, mücadelemiz insanlığın mücadelesidir. Mücadelemizde ölümsüzleşen Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Medeni Yıldırım, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik’in katillerinden hesap sormak için sokaklardayız. Berkin Elvan hala uyuduğu için sokaklardayız. Gezi direnişinde tutuklanan dostlarımıza sahip çıkmak için sokaklardayız. Ve sokaklarda olmaya, yan yana gelmeye, forumlarda buluşmaya devam edeceğiz. Meydanlarda mücadelemizi büyüteceğiz. Egemenlerin baskısına karşı durmanın tek yolu sokağa çıkmak; mücadele etmektir. Masum halk ayrı marjinaller ayrı diyorlar. Bundan sonra bilinsin ki, hiçbirimiz masum değiliz! Masum olmak, sessiz kalmak, susmak, sinmekse; masum olmak size boyun eğmekse; Bilin ki artık hiçbirimiz masum değiliz. Hepimiz marjinaliz! Bu daha başlangıç mücadeleye devam!”
“Sanatla direniş özgürlük için sanat” çok ülkede karşılık bularak gelişmişse, devrimcilerin de bu açıdan mücadelelerini tek bir coğrafya özgülünde kısıtlı kalmadan pratiğe dökerek ilerletmeleri gerektiğine değindi.
Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi (ADGH)’nin kolektif emekle “Sanatla direniş özgürlük için sanat“ şiarıyla organize ettiği “ADGH Kültür & Sanat Buluşması“, 2 Kasım Cumartesi günü, Almanya’nın Frankfurt şehrinde düzenlendi
Sanatın dönüştürücü gücüne dikkat çekildi
Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi (ADGH)’nin kolektif emekle “Sanatla direniş özgürlük için sanat“ şiarıyla organize ettiği “ADGH Kültür & Sanat Buluşması“, 2 Kasım Cumartesi günü, Almanya’nın Frankfurt şehrinde gerçekleştirildi.
Tiyatro gösteriminin yanı sıra şiir dinletisi verildi Alternatif kültür sanat anlayışı perspektifiyle geçtiğimiz yıl “Enternasyonal Yılmaz Güney Kültür Sanat Festivali“nin14.sünü örgütleyen ADGH, bu yıl bu etkinliği ‘Kültür Sanat Buluşması’ biçiminde organize etti. Açılış konuşmasıyla başlayan etkinlikte müzikal dinletiler, tiyatro gösterimi ve şiir dinletisinin yanı sıra, Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Avrupa’dan gençlerin fotoğraf, resim ve el sanatları alanında üretimleri sergilendi. Müzikal programda Metin&Kemal Kahraman, Soner Soyer, Gehörwäshe, Mavi Yelken Sahnesi (Tiyatro), Grup Zel, Okan Karasu (Politik Rap), Ohrwurmfabrik, (Hip Hop) ve Emrah Güneri yer aldı.
Gençlik mücadelesinin önemi üzerine konuşmalar yapıldı
Kapitalist yoz kültüre karşı mücadele çağrısı
Devrimci demokratik kurumlar ADHK, ADKH, YDG, REBELL ve Tiyatro ekibi Mavi Yelken Sahnesi güncel gelişmelere, gençlik mücadelesinin önemine ve etkinliğe dair duygu ve düşüncelerini ifade eden konuşmalar yaptı. Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK) yaptığı konuşmada, Gezi Direnişi’yle başlayıp giderek ezilen birçok kesimi kucaklayarak sokakları, meydanları zapt eden dinamik-devrimci ruhun kendini tekrar etmeyip, nitel ilerlemelerle büyümesi için, devrimci demokratik kurumlara düşen görevlerin ertelenemez olduğuna değindi.
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) temsilcisi, “Tüm coğrafyaların; haksız savaşlar, her türden sömürünün işgali altında olduğu, kapitalist yoz kültürün vazgeçilmez kültür olarak sunulduğu ve tüm toprakları çocuk mezarlığına çeviren bu barbarlık çağında, bilgi ve eylemi birleştirerek ateşi ve umudu kuşanan insanlara ve örgütlere“ olan ihtiyaca vurgu yaptı. MLPD (Almanya Marksist Leninist Partisi ) gençlik örgütü REBELL ise, ezilen kesimler tarafından bir coğrafyadan başlayarak geliştirilen direniş pratikleri, nasıl diğer bir-
ADGH adına yapılan konuşmalarda ise, dünya genelinde baskıcı ve sömürücü politikalara karşı gösterilen bütün direniş pratiklerinin özgül nedenlerinin birbirinden bağımsız olmayıp ezen-ezilen çelişkisinin dışavurumları olduğuna, esasta ezen egemen sisteme karşı geliştirildiğine vurgu yaptı. Artık ezilenler için, bütünlüklü bir direniş ve mücadeleden başka yolun kalmadığını ve devrimci-demokratik hareketlere düşen görevin ise bu gerçeklikten öğrenerek ilerlemeleri olduğunu açıkladı. ADGH temsilcisi, sanatın dönüştürücü gücüne şu ifadelerle dikkat çekti: “Kısıtlanmaya, sansürlenmeye ve basitleştirilmeye çalışılsa da, geri olan her şeye karşı, idealini kurduğumuz yarının sınıfsız, sömürüsüz özgür dünyası için sorgulayan-sorgulatan her söz, yazdığımız her şiir, söylediğimiz her şarkı, sanatın çeşitli dallarda yansıttığımız her çelişki, renklendirdiğimiz her merdiven ve boyadığımız her duvar bir devrimdir“ Sanatın farklı dallarında sahnelenen ve sergilenen üretimlerin ilgiyle karşılandığı etkinlik, örgütlü olmanın bugünlerdeki önemi ve ortak devrimci mücadele vurgusuyla sonlandırıldı.
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
17
YÇKM ARALIK AYI ETKİNLİK PROGRAMI 14 Aralık Cumartesi Tiyatro Gösterimi Saat - 15.00; Önder Babat Politik Tiyatro Topluluğu “Ana” Konser Saat - 17.00; Grup Adalılar
Film Gösterimleri 6 Aralık Cuma Saat - 20:00 ; Yılmaz Güney “Arkadaş”
13 Aralık Cuma Saat - 20.00 ; Yılmaz Güney “Ağıt”
20 Aralık Cuma Saat - 20.00 ; KIM KI DUK“Pieta”
27 Aralık Cuma Saat - 20.00 ; Çayan Demirel “5 No’lu Cezaevi”
YÇKM Sinema Kolektifi Kısa Film Okuma Günleri 11 Aralık Çarşamba - 25 Aralık Çarşamba / Saat - 20.00
SERGİ: 21-31 Aralık Tarihleri Arasında 2. YGKSF Fotoğraf Sergisi (Yer Gazi Demokratik Haklar Derneği) 2. YGKSF Karikatür Sergisi (Yer: Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi)
2. YGKSF Fotoğraf Sergisi Açılış programı Yer : Gazi Demokratik Haklar Derneği 21 Aralık Cumartesi Saat - 15.00 / Film Gösterimi “DUVAR” Saat: 17.00 / Yçkm Tiyatro Topluluğu Saat: 18.00 / Müzik Dinletisi Grup İKLİM Yer : Gazi Demokratik Haklar Derneği
Konser / Nejva 22 Aralık Pazar - Saat - 19:00
Birlik ve Dayanışma Etkinliği 31 Aralık Cumartesi - Saat 17.00 – 22.00 Arası Yer: Devran Düğün Salonu
Program : Grup Munzur Grup İklim YÇKM Kadın Müzik Topluluğu YÇKM Müzik Atölyesi YÇKM Tiyatro Topluluğu YÇKM Gitar Kursu Öğrencileri Serbest Kürsü
ANTAGONİZMA
≫ muzaffer oruçoğlu
ŞAMRAM
Y
edi gündür firardayım. Saydam ve kesinim artık. Bilme ve kuşkulanma kipini dallandırıp dağı aşıyorum. Toprak deviniyor ayaklarımın altında, ışıktan karanlığa, karanlıktan ışığa ve bana geçiyor toprak. Çocuk nerede? Süt annesi Anuş’la birlikte kafileye katıldığı doğru mu? İnanmıyorum. Kafilenin ayak izlerini, duyguların aynasını yitirdim. Geçtim ırmağı. Bedros’un dediği doğruysa, çocuk köyümde, Merxo’da olabilir. Kavak ağaçlarının arasından süzülüp köye giriyorum. İnsanlar, eşeklerinin anırışlarında, madenci katırları gibi geziniyorlar; karanlık, gözlerin gücüne çöreklenmiş. Kadınlar gizli ve güzel. Sanrı sisi içinde ev ev soruyor, duygularımı açıyor, serinliyorum. Çocuk yok. Herkes kafileyi sayıklıyor. Yorgunum. Geceyi, Kırmancilerin gelişinden önceki topraklarda, Mamikon rüyalarıyla birlikte geçiriyorum; Peri suyunun duru aynasında, dolunayla birlikte. Ertesi gün Ağdat’tayım. Fındık Ağa’nın kurtardığı Sarkis’e soruyorum. Bilmiyor. ‘Usén Ağayé Kavıri’nin iki çocuğu kurtardığını duydum, git ona sor,’ diyor. Karşıda dağ zirvesi, açılmış şafak gamzesi. Yürüyorum. Kafamda çelişik düşünceler; eleştiren, öznelleştiren, kuşkucul sesler. İyi niyetimin hayrını görmedim hiç. Usén Ağayé Kaviri’nin evine varıyorum. Çocuk yok. Pertek üzerinden Harput’a gönderilen kağnılı kafilenin içinde olabilir. Herhangi bir köyün herhangi bir evinde veya Erzincanlı çocuk simsarlarının elinde olabilir. Yokluğum büyüyor. Cevap soru, çekim itim sarmallarını geçiyor, korku kozasına giriyorum. Geleceğimin zemini haline geliyor korku. Ruhumun merkezinde, kendimden menkul, dik ve özgür bir kişilik olarak gezindiğim günler geride kalıyor. Güneye iniyorum, kuzgunların gökyüzünde çoğaldıkları geçitlere... Gece liken moru, cafcaflı, derin. Şelale noktürnü imliyor. Uçurum kıyısındayım. Aşağıda nehir, gümüş bir kemer gibi sessiz, pul pul, balık sürüsü. İniyorum, ayaklarımda yuvarlanan taşlar, yumuşak tef tıpırtıları, baykuş avazları, ince tirildemeler. Kafilenin geçeceği toprak yolda, nehrin kıyısındayım. Kafile sabahleyin geçecek. Çoban kepeneği gibi suya sarkan şu kayanın arkasında gizlenip, yayaların, katırların, kağnıların geçişini izleyeceğim. Karanlık inceliyor, anımsatıyor, yüreğime vuruyor hardal gibi. Açım. Umudumun şafağı bekleyen yüzünde boş kuş yuvaları ve zamanın kaybolmuş bilincinden kopup, her şeyin içinden sessizce geçen ince bir ıstırap. Önce rüzgâr ışıyor, yeşil bir yaprak düşüyor ırmağa, yaban keçisinin ağzından. Beyinsel döngüm hızlanıyor. Uçurum mavisiyle su mavisi arasında gidip geliyorum. Yaslandığım kayada ve doğal katmanlar altında devinen ses, yola vuruyor. Atlı askerler gelip geçiyor ilkin. Yaşlıları, yükleri, yiyecekleri ve çocukları taşıyan eşekler, atlar, katırlar, kağnılar sökün ediyor. Çarıklar parçalanmış tip tip kadınlar, korkular, kuşkular, yıkıntılar... Dikkatim çocuklarda, çalınmış, ölmüş veya parayla alınmış çocukların bıraktıkları boşluklarda... Kafile uzadıkça uzuyor, sonu gelmiyor. Ve derken sırtında bir un torbasıyla çocuğumun sütannesi görünüyor. Heyecanımdan yarılıyor, kayanın arkasından çıkıp kafileye karışıyorum. Kadın beni görünce, “Toros!” diye irkiliyor. “Çocuk nerede?” Yürürken çevresine bakınıyor korkuyla. “Beni kafileye kattılar.” Yutkunuyor. “Çocuk Merxo’da kaldı. Evine sığındığım Sultan Kadın’da....” “Merxo’ya gittim, yok orda.” Susuyor, gözyaşları sızıyor yanaklarına. Kafileden çıkıp başka bir Kaya’nın arkasına geçiyorum. Doğru
mu? Bilmiyorum. Kaya çatlaklarına sızıyor çöküntüm. Oturuyorum. Çocuk başka kafilede olabilir. Ama hangi kafilede? Süt annesi yalan mı söyledi yoksa? Çocuk kafilede miydi, ben mi göremedim yoksa? Ben nasıl insanım? Kurbanlık bir yığın insanın içinde kendimi tanıyamıyor, sahip çıkamıyorum kendi kaderime. Kayıyorum ooof! Kendini biçimlendiren, yaratan bir insan olmaktan çıkıyor, atıl, beceriksiz, verilmiş bir insan haline geliyorum. Vadiden çıkıyorum. Yönüm Sultan kadın. Çukurlar, çalılar, kayalar, sular... Yürüyorum gün boyu. Karanlık çöküyor. Zifire zifte kesiyor menzil. Biçimini ve anlamını göstermeyen kıpırtılar; büyüleme gücüne, anıya, çağrışıma ve hayale dönüşen sesler. Görsel düzeyde çalışan hayal gücüyle buluyorum yolumu. Yorgun ve açım. Kavram aleminin sınırında, kendinden ayrı duran koca bir boşluğun dibinde soluklanıyorum. Çocuk gerçekten Sultan kadında mı? O kadın gizler her şeyi, inkar eder. Deli, delikli bir kadın, sözüm durmaz onda, anında akar gider. Altın, kadın ve çocuk arayıcılarına, eşkiya çetelerine toslamadan Merxo’ya varıyorum, üçüncü günün sabahı. Umutlu ve heyecanlıyım. Merxo boşalmış, bir avuç Alevi kadın ve çocuğa kalmış koca köy. Evin etrafında dolanıyor, kapıyı vuruyorum. Sultan kadın açmıyor. Bir çatlaktan gözetliyor beni kesin. Gitmiyorum. Israrlıyım. İkindiye doğru açıyor kapıyı. “Çocuk nerede?” “Çocuk mocuk yok burada, kim söylemişse yalan, defol git!” diye bağırıyor, korkulu ve cinnetsi bakışlarla. Çılgınlar gibi arıyorum evi. Kilere, yatak yüklerinin arkasına, sekinin altına, her yere bakıyorum. Kadın, burnumun dibinde. Çenesi durmuyor. Yan odada, geçen yıl sünnet ettiğim iki küçük çocuk var. “Şamram nerede çocuklar? Bu evde mi? Söylerseniz, size şeker veririm.” Feveran halimden mi, yoksa kendilerini bir kere daha sünnet edeceğimi sandıklarından mı ne bilemiyorum, korkuyor, ağlıyorlar. Evden ahıra açılan bir kapı ilişiyor gözüme. Umutlanıyor, açıyor, ahıra dalıyorum hemen. “Defol çık git, gitmezsen öldürürüm seni!” diye bağırıyor arkamdan kadın. İki keçiyle bir at var ahır karanlığında. Atın kafasında, içi dolu bir yem torbası. Yemliklere kerene, merteklere bakıyorum. Çocuk yok. Yıkıntı yığınıyım. Çocuğun süt annesi yalan mı söyledi yoksa? Ahırın kapısında duruyor, boynumu bükerek son bir kez, “Xızır aşkına, Surp Sarkis aşkına doğru söyle Sultan hala, Şamram sende mi? Anuş, çocuğun sende olduğunu söyledi.” Bunu der demez at kişniyor. Atın kişneyişini çocuğun çığlığı izliyor. Dünyam aydınlanıyor birden. Dönüyor, çığlığa bakıyorum. Atın kafasındaki torbadan geliyor çığlık. Koşuyorum. Hemen alıyorum torbayı. Çocuğu çıkarıyor, öpüyor, kokluyor, bağrıma basıyorum. Ve kafamı kaldırdığımda, göz göze geliyorum atla. Ölmüş karımın gözleri gelip yerleşiyor atın gözlerinin yerine. Bahtiyar ve perişanım. Çocuk susmuş ama ben ağlıyorum. Yaklaşıyor, gözlerinden öpüyorum atın. Ahırın kapısına doğru yürüyorum. Ruben’in çetesini bulup, onun yardımıyla bölgeden uzaklaşmayı düşünürken, “Ver o çocuğu son bir kere öpeyim,” diye ellerini uzatıyor Sultan kadın. Ağlıyor, titriyor. Kararsızlığa düşüyorum. İstemeyerek, korkuyla veriyorum çocuğu. Göğsüne bastırıyor, öpmeye başlıyor doya doya. “Çocuğun derdine düşmüşsün, atını tanıyamadın,” diyor. “O at senin, al onu da götür. Xızır yardımcınız olsun.”
18
analiz yorum
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
Dershaneler sorunu, AKP
Dikkat çekilmesi gereken bir husus daha vardır ki bu iki büyük siyasi kampın her birinin kendi içlerinde de çeşitli kamplaşmalar ve klikleşmelerin varlığı gerçekliğidir. Bu kapsamda AKP içerisinde yer alan Türk hâkim sınıfları klikleri de iki büyük siyasi kampı oluşturmaktadır Türkiye- Kuzey Kürdistan’da kamuoyunun gündeminde olan bir konu da son yıllardaki Türk hâkim sınıfları ve klikleri arasında gözle görülür çelişkilerdir. Osmanlı’dan TC’ye egemen sömürücü sınıflar arasında bir yandan göreceli uyumluluk diğer yandan ise önemli ve ciddi düzeyde klik çatışmaları sürgit devam etmiştir. Bunun için komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaş da TC’nin daha ilk süreçlerden itibaren iki büyük siyasi kampa bölündüğünü ifade etmişti. Nitekim bu iki büyük siyasi kampın ne tür hile ve entrikalar çevirdikleri artık ayan beyan ortadadır. TC’nin daha ilk kuruluş yıllarından itibaren özellikle hâkim- belirleyici klik olarak Kemalistlerin tek millet- tek diltek bayrak- güneş dil teorisi- üstün ırk vb anlayış ve politikaları üzerinden Türk tarih tezi ve Türkçü eğitim sistemi oluşturduklarını ifade edelim.
Türk ulus şovenizminin hükümdarlığı her alanda zorla hayata geçirildi Türkiye-Kuzey Kürdistan’da başta Ermeniler, Kürtler ve diğer azınlık milliyetler ve Hıristiyanlar, Aleviler olmak üzere ezilen inanç gruplarına yönelik ırkçı faşist hegemonyacı ideolojik politikalar, adeta coğrafyayı inkâr- imha ve soykırımlar eşliğinde asimilasyonlar ile tekçi Türk ulus şovenizminin hükümranlığı her alanda zorla hayata geçirilmiştir. Faşist Türk hâkim sınıfları ve kliklerinden iki büyük siyasi kampa mensup kesimlerden kâh biri kâh öteki her daim ırkçı- tekçi- Sünni Türk ulus egemenlikçi ideolojik politik çizgisini başta eğitim sistemi olmak üzere her alanda uygulaya gelmiştir. Kuşkusuz bütün bunların arka planında emperyalist strateji ve politikalar da ayrılmaz parçaları olarak yer almaktaydı. Bugün de yaşananlar ve ortaya konulan teorik ve pratik politikalar, kesinlikle uluslararası emperyalist sermayenin yeni ihtiyaçlarına uygun olarak hem de açık bir şekilde yasaları da oluşturularak hayata geçirilmektedirler. Ancak dikkat çekilmesi gereken bir husus daha vardır ki bu iki büyük siyasi kampın her birinin kendi içlerinde de çeşitli kamplaşmalar ve klikleşmelerin varlığı gerçekliğidir. Bu kapsamda AKP içerisinde yer alan Türk hâkim sınıfları klikleri de iki büyük siyasi kampı oluşturmaktadır. Çelişkisiz birlik yoktur ve karşılıklı çıkar temelleri üzerine geçici birliktelikler-
koalisyonlar ve ortaklıklar söz konusudur. Hakim Kemalist klikler, emperyalist sermayenin yeni ihtiyaçlarına göre tasfiye edildi Bilindiği gibi özellikle 28 Şubat Post-modern darbesine kadar Erbakan’ın başını çektiği hükümetteki Saadet Partisi (SP) içerisinde de iki büyük siyasi kamp söz konusuydu. O dönem de emperyalizmin dünya genelinde ılımlı İslam eksenli egemenlik politikalarına uygun olarak SP içerisinde farklı cemaatleri teşkil eden A. Gül ve Erdoğan’ın başını çektiği göreceli uyumlu kliği destekleyerek ve palazlandırarak AKP’yi hükümete oturtmuştur. Özellikle TC devleti içerisinde güçlü ve köklü etkisiyle kurumsallaştırılan, hâkim Kemalist klikleri adım adım emperyalist sermayenin yeni ihtiyaçlarına uygun olarak tasfiye edip ya da tali plana iterek kendi içlerinde de çeşitli cemaatleri barındıran diğer hâkim klik olan AKP’yi ve sivil vesayeti güçlendirerek hükümete getirmiştir. Parlamento ve hükümetlerdeki on yıllardır parçalı ve dağınık durum karşısında AKP’yi başa getirerek siyasi istikrarı da bu yönüyle sağlamayı başarmıştır. Öteden beri farklı cemaat ve tarikatları bir araya getirerek teşkil ettirilen AKP içerisinde ilk süreçlerde sergilenen göreceligeçici uyumluluğa paralel olarak son yıllarda özellikle Gülen cemaati ile Erdoğan’ın teşkil ettiği cemaat arası çeşitli konu ve düzeylerde göreceli çelişkiyi de açığa çıkardı. Bu düzlemde birkaç yıl önce Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinen H. Gülerce “Devlet Alevileri yedi yıldır oyalıyor, ayıptır günahtır’’ diyerek çelişkili bir durumun olduğunu yansıtıyordu. Aynı şekilde bu yıl içerisinde Taksim Gezi Parkı’nda Haziran ayaklanmasıyla başlayan direniş karşısında AKP içerisinde farklı tonda sesler çıkmıştı. Ve yine daha yakın süreçte Gülen cemaatinden Bülent Arınç ile Erdoğan arasında açık bir şekilde kamuoyuna yapılan farklı açıklamalar ve eleştiriler de iki cemaat arası çelişkinin daha net olduğunu gösteriyordu. Sorun, kızlı erkekli öğrenci evi olarak kamuoyuna yansıyan AKP’ nin yine bir ‘’terbiye’’ operasyonundan ibarettir. Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Zaman Gazetesi’nin Erdoğan’ın parti içi bir toplantıda kızlı erkekli öğrenci evlerinin denetlenmesini gündeme getirdiğini yayınlamasıyla tartışma başlamıştır. Arınç ise bu habere asparagas diyerek dertlerinin öğrenci evleriyle ilgili değil yurtlarla ilgili olduğunu açıklamıştır. Fakat Erdoğan sözlerinin arkasında olduğunu ve öğrenci evlerine hükümet olarak müdahil olduklarını ve valiliklere talimat verdiğini beyan etmiştir. Birbirini yalanlayan ya da boşa düşüren bu farklı açıklamalar karşısında Gülen cemaatinden Arınç ‘benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lazım’ diyerek açıkça çelişkisini dile getirmiştir.
Gülen cemaati 12 Eylül askeri faşist cuntasının desteğiyle güçlendi Her ne kadar tam bir kapışma ve kopuşu
gerçekleştirmeseler de karşılıklı olarak sularını ısıttıkları görülüyor. En son dershaneler üzerinden yapılan tartışmalar da bu çelişkili durumu yeniden açığa çıkarmıştır. Nitekim kamuoyuna yansıyarak oldukça geniş tartışmalara vesile olan dershaneler meselesi de dâhil birçok konuda bizzat Gülen, önce sert bir tavır sergilemiş fakat çok geçmeden ‘asıl şamarı biz yiyoruz’ diyerek her zamanki üslubuyla etkisi altındaki tüm kitlesine ‘sabır’ çağrısı yaparak yumuşak tarzla serzenişte bulunmuştur. Bu çelişkili ortaklık ve yumuşama durumunu aynı şekilde bu olayların yaşanmasının hemen akabindeki Bakanlar Kurulu toplantısından sonra bizzat Arınç, dershaneler konusunun taraflarıyla görüşmeler yapılarak durumun yeniden değerlendirileceği beyanıyla gösteriyordu. Bilindiği gibi Gülen cemaati özellikle 12 Eylül askeri faşist cuntasından bu yana iyice palazlandırılmış ve güçlendirilerek
devlet içerisindeki etkisi günden güne hissedilecek derecede arttırılmıştır. ABD emperyalizmin dünya genelinde özellikle 2000’li yıllardan itibaren ılımlı İslam eksenli neo liberal politikalarının gereği olarak Gülen cemaati eliyle emniyet teşkilatı, dershaneler vb üzerinden toplumda etkili kurumsallaşmalar yaratılmıştır. Işık vb dershaneler vasıtasıyla Türkiye- Kuzey Kürdistan’da toplumun önemli bir kesimini oluşturan öğrenci ve gençlik içerisinde köklü ve temelli cemaat örgütlenmesine gidildiği ve bu yönlü güçlü kurumsallaşmaların oluşturulduğu bir gerçektir. ABD’nin başını çektiği uluslararası emperyalist sermaye bu temelde gerek dünyanın yüzlerce-160 ülkede- ülkesinde gerekse Türkiye- Kuzey Kürdistan’da öğrenci ve gençlik içerisinde Sünni Türk İslam eksenli okullar, dershaneler, yardım kuruluşları vd örgütlenmeler için hem finans hem de çeşitli projeler ve politikalarla desteklene-
analiz yorum
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
ve Cemaat üzerine! ve buna karşı AKP içerisinde başta olmak üzere ordu, MİT, Anayasa ve Yargıtay, valilik ve kaymakamlıklar, hâkim ve savcılıklar başta olmak üzere devletin temel kurumlarında ve medya alanı gibi örgütlenmelere ve kadrolaşmaya ağırlık vermesi de bu kaygının ve çelişkinin ürünüydü. Devletin önemli temel kurumlarının en başındakileri yasal düzenlemelerle bizzat kendisine bağlıyordu. Bu temelde MİT müsteşarı Hakan Fidan üzerinden emniyet teşkilatı içerisinde etkisini güçlendirmeye çalışsa da Gülen cemaati kolay yutulur lokma olmadığını bizzat H. Fidan’ın itibarını zayıflatmak için harekete geçerek göstermiştir. Ancak mevcut durumda Erdoğan hâkim yön ve daha belirleyici unsur ve cemaat olarak konumunu sürdürüyordu. Özellikle AKP hükümetinin başında ve başbakan olmasının da avantajıyla Erdoğan ipleri kimseye kaptırmamaya özel önem göstermektedir. Nitekim bunu Bülent Arınç ile en son yaşadıkları polemik ve çelişkide göstermiş ve başbakan olarak kendisinin esasta tek yetkili ve belirleyici sıfata sahip olduğunu çok net bir şekilde vurgulamıştır.
Erdoğan ile Gülen cemaati arasındaki çelişki çatışmalara gebedir
rek Gülen cemaati önemli bir güç haline getirilmiştir. Bu temelde CIA önderliğinde Gülen cemaati stratejik eğitim misyonerliğiyle egemenlik kurma projelerini hayata geçirmiş oluyorlardı. Konumuz dışına çıkmadan özellikle Türkiye- Kuzey Kürdistan’da emniyet teşkilatı, dershaneler, camiler, valilik ve kaymakamlıklar, hâkim ve savcılıklar, devletin diğer önemli kurumları, medya, yardım kuruluşları ve çeşitli örgütlenmelerle önemli ve güçlü bir örgütlenme ağı oluşturulmuştur. Böylelikle emperyalizm kumandalı ve destekli AKP ve dinci bloğun İslamcımaneviyatçı dindar nesil yetiştirme perspektifiyle AKP eliyle dindar ve kindar nesil için epey yol kat edilmiş oluyordu. Geçmişten bu yana haremlik selamlığın devamı olarak İslamcı terbiye operasyonları ve politikaları ile kız ve erkek yurtlarının ayrıştırılması girişimi başlatılıyordu. Aynı
şekilde Kuran kursların ile kreşlerde dini eğitim geliştirilmek isteniyor, zorunlu din dersleri ile Ilımlı İslam bayrağı üzerinden egemenlik daha da pekiştirilmeye çalışılıyordu. Diğer yandan Türkiye- Kuzey Kürdistan’da toplumun tepkisini zayıflatmak ve artık sürdürülemez- devam ettirilemez olan ırkçı- faşist ‘’Andımız’’ kaldırılıyordu. Yerine ılımlı politik İslam ikame ediliyordu.
AKP her geçen gün Gülen cemaatinin güçlü etkisini hissetti Gülen cemaatinin güçlü etkisini her geçen gün daha fazla hisseden sadece toplumun her tabakadan çeşitli kesimleri değil aynı zamanda Türk devletindeki hâkim klikler ve bunun da en başında gelen hükümette ve AKP’deki hâkim güç olan Erdoğan kliğide. Özellikle devlet kurumlarında örgütlenmesi ve kadrolaşarak kurumsallaşmasını iyice pekiştiren Gülen cemaatinden inceden inceye kaygılanan
Erdoğan ve Gülen cemaati arasındaki çelişki ve çatışmanın bir diğer önemli noktası ise aslında derin devlete kimin hâkim olacağı ya da tam hâkimiyet kuracağıyla ilgilidir. Aynı paralelde her ikisinin de derdi ve aralarındaki çelişki, son tahlilde devlete ve devletin temel kurumları başta olmak üzere kurumlarına sahip olma ve belirleyici konuma gelerek buralarda kurumsallaşmalar yaratarak devamlılıklarını sağlama çekişmesidir. Bu noktada AKP içinde ve bunun dışında genel olarak AKPErdoğan ve Gülen Cemaati arasındaki muhafazakar koalisyon çatırdıyor mu? diye sorulabilir. Erdoğan’ın devlet içerisinde devlet ile Gülen’in paralel iktidarından rahatsız olduğu tartışma götürmez. Özellikle Erdoğan’ın uzun süredir savunduğu ve hayata geçirmek istediği başkanlık sistemindeki ısrarı, anayasa tartışmaları ve önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çelişkiler ve çekişmeler daha da ayyuka çıkacak gibi görünmektedir. Ve yine mevcut objektif koşullardaki durum ve gelişmeler, önümüzdeki süreçlerde bu cemaatler arası çekişmelerin çeşitli biçimlerde kılıçlar çekilerek karşılıklı olarak yıpratma ve zayıflatma operasyonlarına sahne olacağına işaret etmektedir. Bu noktada önemle altını çizelim ki yine burjuva feodal medya özel olarak yer tutacaktır. En son süreçte gündemi meşgul eden dershaneler sorununda bu iki kamp arasında çeşitli çelişkilerin olduğu ve özellikle Erdoğan cemaati ve ekibinin hâkimiyet kurma politikalarının hayata geçirildiği su götürmez bir gerçekliktir. Bu hususta AKP içerisinde başını Erdoğan’ın çektiği kadrolar ve kurumsallaşmanın özellikle Gülen cemaatine yönelik üstünlük sağlama-
19
tabii ki Gülen cemaatini zayıflatma- operasyonu olarak da kavramak gerekir. Yoksa her iki gerici hâkim klik de halk kitlelerini ve bu kapsamdaki öğrenci gençliği ve kamu emekçilerinin çıkarlarını düşündükleri için değil tamamen hâkimiyet kurma için cebelleştikleri içindir. Ancak her iki gerici klik de bütün halk kitlelerini daha fazla arkasına alarak birbirlerine üstünlük sağlama peşindedirler de. Devletin diğer birçok temel kurumlarında olduğu gibi Erdoğan’ın başını çektiği ve ana yönünü teşkil ettiği AKP içindeki hâkim Erdoğan cemaat kliği eğitim kurumu ve dershanelerde de mevcut yasal olanakların ve inisiyatifin avantajıyla daha belirleyici konumdadır. Fakat Gülen cemaatini de incitmeden süreci atlatmak istemektedirler. Nitekim Erdoğan ‘’Gülen cemaati ne dediler de yapmadım’’ diyerek günah çıkarmak istemiştir.
Sorun dershanelerin kapatılması tartışmasına indirgenemez Dershanelerin kapatılması, kaldırılması ya da özel okullara veya akademilere çevrilmesi üzerine yürütülen tartışmalar da özellikle sorunun gerici ve faşist devlet sisteminden kaynaklandığını vurgulayalım. Buna ilişkin toplum içerisinde çeşitli düzeylerde tartışmalar ve yaklaşımlar söz konusudur. Ancak sorunu, salt eğitim sistemi ve bunun da içerisinde sadece dershaneler noktasına sıkıştıramaz ve kavrayamayız. Bütünsel açıdan baktığımız da problem tam da emperyalizme stratejik bağımlılık koşulları kapsamında faşist Türk devletinin tekçi- ezberci- kadercimekanik- sorgulamayan- araştırmayan ve incelemeyen- itaatkâr gençlik ve toplum yaratma düzleminde yatmaktadır. Bu durumu, toplumu hücrelerine kadar bölen ve ötekileştiren tekçi- Sünni Türk ulus devletçi sisteminden ayrı düşünemeyiz. Bu temelden hareketledir ki her türlü bilimsellikten uzak ezberci eğitim sistemi ve bunun üzerinde gelişen ve aslında tam da öğrencilere kazandırılması gereken eğitim ve öğretim sistemi, niteliğinden oldukça uzak ve temelden ters bütünlüklü gerici ve ırkçı-faşist sistem ve uygulamalar hayata geçirilmektedir. Özel mülkiyet çıkarları ve kar hırsıyla yaşamı ve geleceği karartılan öğrenci gençliğin kurtuluşu tam da PoliTeknik eğitim ve öğretim sisteminde mümkündür. Bunun için proletarya başta olmak üzere yiğit öğrenci gençliğin ve halk kitlelerinin kararlı devrim ve sosyalizm mücadelesi şarttır. İşçi sınıfı başta olmak üzere emekçilerin iktidarıyla ancak PoliTeknik eğitim ve öğretim sistemi hayata geçirilebilir. Bizzat öğrencilerin eğitim ve öğretim sürecine katılımlarıyla eğitim ve öğretim somut- nesnel ve güncel olarak bilimsel bilgiler üzerinden eğitim sistemi icra edilebilir ve hem teorik hem de pratik olarak doğru ve bilimsel düzlemde yetiştirilmeleri ve uygun meslekler edinilerek halka ve emeğin kurtuluşuna doğru yürünebilir.
20
çeviri analiz
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
NKP-Maoist’ten büyük boykot
Nepal Komünist Partisi-Maoist (NKP-Maoist)’in boykot ettiği Kurucu Meclis seçimlerine katılım yüzde 50’nin altındaydı. Boykot kampanyası boyunca NKP-Maoist, BNKP(M) önderliliğindeki hükümetin sansür ve tutuklama gibi çok yönlü saldırılarının hedefi oldu Bilindiği gibi Pracahanda’nın önderliğindeki Birleşik Nepal Komünist Partisi (Maoist) (BNKP (M))’den ayrılan NKPMaoist Merkez Komitesi geçtiğimiz temmuz ayında Pokhara’da yapmış olduğu toplantıda seçimleri boykot etme kararı almıştı. NKP-Maoist boykot kampanyasıyla ilgili yayınlamış olduğu açıklamada seçimlerin Hindistan yayılmacılığının ve emperyalizmin çıkarına yapıldığını ifade ederek “Biz mutlak anlamda Kurucu Meclis seçimlerine karşı değiliz, ancak bu seçimler halk anayasasını yazmak için değil, aksine ülkeyi Sikkimizasyon’a götürmek tasarısına dayanılarak yapılıyor. Bu sebeple partimiz, Nepal Komünist Partisi-Maoist, ikinci seçimler olarak adlandırılan bu seçimleri aktif ve güçlü bir şekilde boykot etme kararı almıştır. Bu karar halkın çıkarları ve kararına dayanmamaktadır. Biz ciddiyetle halk kitlelerini boykot hareketini etkin ve büyük bir başarı haline getirmeye çağırıyoruz” dedi. NKP-Maoist öncülüğünde yürütülen boykot kampanyasına 32 diğer siyasi parti de katıldı.
Boykot kampanyası üzerindeki baskılar
300’ün üzerinde NKP-Maoist kadrosu tutuklandı
İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre seçim sürecinde ‘güvenlik önlemi’ adı altında 62000 asker, 110000 polis, 2000 APF (armed police force-silahlı polis gücü), 10000 muhbir görevlendirildi. Ancak gerçekte bu rakamın resmen açıklanandan çok daha fazla olduğu kaydediliyor. Kathmandu’nun caddelerinin silahlı kolluk güçleriyle dolu olduğu belirtiliyor. Boykot kampanyasını bastırmak isteyen hükümet her türlü baskı yöntemini kullanmaktan çekinmedi. Boykot kampanyasını destekleyen medya birimleri internet siteleri de dahil olmak üzere kapanmaya zorlandı. Sadece NKP-Maoist’e yakın olan basın yayın organlarını değil aynı zamanda diğer basın yayın kuruluşları da boykot kampanyasına dair haber yapmamaları konusunda tehdit edildi. Bir yandan ‘davranış kuralları’ adı altında medyaya sansürlenmiş malzemeler / bilgiler servis edilirken diğer taraftan devlet ve dış güçlerden destek alan büyük burjuva-feodal medya kuruluşları boykot kampanyasıyla ilgili sürekli olumsuz haberler ve görüşler yayınladı. Kışkırtıcı haberler yayınlayarak boykot kampanyasını bastırmak için psikolojik baskı yapan burjuva-feodal medyanın yanı sıra hükümet de ‘barışçıl seçimler’ adı altında ülkeyi terörize etti. Bazı haberlere göre seçimlerden büyük çıkarı olduğu bilinen Hindistan konsolosluğu istihbarat elemanları aracılığıyla, NKP-Maoist kadroları hakkında bilgi toplandı.
Boykot kampanyası sırasında NKP-M kadrolarına karşı polis-medya işbirliğinde adeta bir ‘cadı avı’ başlatıldı. Çok sayıda NKP-M kadrosu mesnetsiz iddialarla gözaltına alındı ve tutuklandı. Özellikle RAW (Araştırma ve Analiz Kolu (Hindistan)) Başkanı Alok Joshi ve eski ABD başkanı Jimmi Carter’ın Nepal’e gelmesinin ardından gerici hükümet, NKP-Maoist üzerindeki baskılarını arttırdı. Basında yer alan bilgilere göre aralarında NKP-Maoist Merkez Komitesi üyeleri Maya Prasad Aacharya ”Parasmani” ve Mangal Shahi’nin de bulunduğu 300’ün üzerinde NKP-Maoist kadrosu tutuklandı. NKP-Maoist üye ve taraftarlarına ait çok sayıda ev ve partiye ait bürolar basıldı.
Rolpa’da seçime katılım yüzde sıfır Tüm bu baskılara rağmen NKP-Maoist ve beraberindeki 32 örgüt aktif bir şekilde, boykot çalışmalarını kararlılıkla sürdürdü. Yürütülen boykot kampanyası kapsamında 11 Kasım’da bir günlük bir genel grev yapıldı. Ulaşımdan, endüstri sektörüne, eğitimden diğer devlet kuruluşlarına greve katılım yoğundu. Seçimlerden bir gün önce yani 18 Kasım’da ise ulaşım grevi başladı ve seçim gününde de sürdü. 10 yıl süren Halk Savaşı boyunca ilk olarak kurtarılmış bölge olarak edilen Rolpa’da hiçbir aday köye girmeye cesaret edemedi. Parti kampanya dahilinde, Halkın Gönüllüleri’ni bir köyden diğerine yollayarak halkı bilinçlendirme çalış-
ması yürüttü.
Seçimlere yüzde 70 katılım var yalanı Seçimlerin ardından Nepal’den, Hindistan’a, ABD’den İngiltere’ye gerici güçler ve BBC başta olmak üzere büyük burjuva medya grupları, seçimlere katılımın yüzde 70 olduğu yalanını öne sürdü. Hükümet sözcüleri ‘radikal Maoistlerin’ boykot kampanyaları ve seçimleri engelleme çabalarına karşı, Nepal halkının yüksek oranda seçimlere katıldığını ve bu durumun Nepal için devrimci olduğunu öne sürdü. Ancak tüm bu iddialara karşı emperyalistler ve onların güdümündeki gerici güçlere bağlı olmayan bağımsız gazeteciler ve basın yayın organları söylenenin aksine 2008 yılındaki seçimlerden bugüne Kurucu Meclis seçimlerine katılımın büyük ölçüde düştüğünü açıkladı. Nepal’da bulunan ve NKP-Maoist’in boykot kampanyasına destek veren İrlandalı bağımsız gazeteci Peter Tobin seçimlere dair yazdığı yazıda, seçimlere yüzde 70 katılım sağlandığı iddialarının gerçeği yansıtmadığını belirterek gerçek rakamın yüzde 48 civarında olduğunu şu sözlerle açıkladı: “Esasında bu kadar çabucak ilan edilen % 70’lik katılım oranı şimdiden Yeni Delhi’de yazılmış olan bir anayasanın dayatılması için kullanılacak olan bir el çabukluğudur. Çürütmek gerekirse: Eğer yüzdelik oyunundan gerçek oy kullanma rakamlarına geçtiğinizde bambaşka hikayeyle karşılaşırsınız. Düşünün ki 2008’deki Kurucu Meclis seçimlerinde 17. 6 milyon kayıtlı seçmen
çeviri analiz
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
başarısı vardı ve bunun % 63.29’una denk gelen 11.133.760’ı oy kullanılmıştı. Dalavere ve dışlama yoluyla bu kez kayıtlı seçmen sayısı 12.21 milyona yani yaklaşık 5.39 milyon daha azdüşürüldü. % 70 katılım olduğu iddiasıyla birlikte değerlendirildiğinde bu durum 8.547.000 seçmen rakamını ortaya çıkarmaktadır. Yaklaşık 2. 5 milyonluk düşüş ve 2008’deki rakamlara uygulandığında bu durum % 48 katılım olduğunu ortaya çıkarmaktadır. 2008’de harcanan 4 milyar Rupee’ye karşılık 50 milyar Rupee üzerinde para (buna büyük partiler tarafından oy satın almak için harcanan “kara para” dahil değildir) harcamış olan, derinden ve arsızca çürümüş bir yapıya sahip bir ülkedeki en hileli seçim olduğunu düşündüğünüzde bu seçim pratiğinin sıfır güvenilirliğinin olduğu ortaya çıkmaktadır.” Öte yandan 1996 yılında Halk Savaşı’nın başlatıldığı Thewang kasabasında ise tek kişi dahi oy kullanmadı. 9000 kişinin yaşadığı kasabasında hiç kimse meşru olmayan seçimlerde oy kullanmaya gitmedi. Basında yer alan bilgilere göre Thuwang’da 1878 kişi seçim için kayıt oldu ancak bunlardan yalnız 60 kişi seçmen kartlarını teslim aldı. 14 partinin aday olduğu seçimlerde ne partilerin adayları ve çalışanları ne de seçmenler seçim merkezine gitmedi.
Peter Tobin: Boykot kampanyası yenilikçi ve dinamikti Peter Tobin NKP-Maoist’in boykot kampanyasını ise şöyle değerlendirdi: “Boykot kampanyaları yenilikçi ve dinamikti. Halkın Gönüllülerinin Gençlik Bürosu’ndaki gençliği kendilerine getirdiği ve sahip oldukları gücü ortaya çıkardığı nettir. Nepal’in politik yaşamını idare etmeye Hindistan yayılmacılarının burnunu sokmasını partinin teşhir etmesiyle birlikte tüm ilerici ve yurtsever hakların birleşik bir cephesinin temelini attı. Gündeme ilişkin radikal değişim ve gerçek özgürlük tercihini benimseyerek Janajati’lerin, marjinalize edilmişlerin, Dalit’lerin ve kent ve kasabaların alt sınıflarının güvenini boşa çıkarmadı.Boykot kampanyası ayrıca Halk Savaşı içerisinde ortaya çıkan kurtarılmış üs alanlarının ruhunu ve faaliyetlerini canlandırabilmelerini mümkün kıldı. NKP-Maoist bunu gerçek bir devrimci Maoist politikayı tekrardan yüklenerek başardı ve bu da çürümüş BNKP(M)’den ayrılmasının gerekçelerini her anlamda
21
Filipinli Maoistler seferberlik ilan etti Haiyan tayfununun vurduğu Filipinler’de çoğunluğunu yoksul halkın oluşturduğu 9 milyon Filipinli felaketten etkilendi. Filipinler Komünist Partisi seferberlik ilan ederek halkın yaralarını sararken, gerici Aquino rejimi bir yandan halkı yağmacılıkla suçlarken diğer yandan da felaketi fırsat bilerek ABD’ye uşaklığı derinleştirmekte Geçtiğimiz günlerde Filipinler’i vuran Haiyan tayfunu ülkeyi yerle bir ederken, Filipin halkı da yaşadığı korkunç yıkımın yanında bir de temel ihtiyaçlardan yoksun olarak ölümlerle ve salgın hastalıklarla karşı karşıya kalmış durumda. Halk felaketle boğuşurken gerici Aquino rejimi ise hazırlıksız olduğu için yaşananların halkın suçu olduğunu söyledi. Burjuva feodal medya da bir yandan felaketin boyutlarını gösterirken, diğer yandan da halkı yağmacılık ve fırsatçılıkla suçladı. Filipinler Komünist Partisi 11 Kasım günü Enformasyon Bürosu’nun yayınladığı bir yazıyla başta Yeni Halk Ordusu olmak üzere, kendisine bağlı tüm güçler ve Filipin halkıyla birlikte felaketzedelerin yaralarını bir an önce sarmak için seferberlik çağrısında bulundu. Bugüne kadar kaydedilmiş en güçlü fırtına olan, dünyada süper tayfun Haiyan adıyla bilinen Haiyan-Yolanda tayfunu, başta Leyte ve Samar bölgesi olmak üzere toplam 6 bölgeyi etkisi altına aldı. Felaketin en korkunç izlerini ise Tacloban bölgesi taşıyor ve tayfun sırasında ölenlerin
cesetleri yollara saçılmış olmasına karşın, Filipinler’deki gerici hükümet Tacloban’a saatler geçmesine rağmen yardım ulaştırmadı. Ülke nüfusunun % 10’unu oluşturan yaklaşık 9 milyon Filipinli felaketten etkilendi. Bu sayının çoğunluğunu ise yoksul köylüler, balıkçılar, tarım işçileri, kırsal kesimde yaşayanlar, işçiler ve fırtına karşısında savunmasız kalan yoksul halk oluşturuyor. Filipinler adalardan oluşan bir ülke ve tayfun aynı zamanda denizlerin kabarmasına ve taşmasına da neden oldu. Ülkedeki temel hizmetler, evler, geniş tarım arazileri ve mülkler sular altında kaldı. Bu yüzden ölü sayısının giderek artmasından korkuluyor.
Filipinler Komünist Partisi felaketzedeler için seferberlik çağrısı yaptı 11 Kasım günü Enformasyon Bürosu’nun yaptığı açıklamada “ Tüm Filipin halkını, yurt dışındakiler de olmak üzere, dünyada Haiyan adıyla bilinen süper tayfun Yolanda’nın yol açtığı felaketten etkilenen halkımız için acil olarak erzak ve bağış yardımında olabildiğince en yüksek derecede seferber olmaya çağırıyoruz” ve “ Filipinler Komünist Partisi altındaki tüm devrimci güçler olarak bütün halkımızla özelde de ailesini ve yakınlarını kaybedenler ve felaketin korkunç etkisini yaşayanlarla aynı acıyı paylaşıyoruz” ifadelerine yer verdi. FKP ayrıca tüm demokratik ve ilerici güçlere yardımların bir an önce toplanması ve felaket bölgelerine taşınmasının güvence altına alınması için çağrıda bulundu.
Yeni Halk Ordusu militanları halkın yaralarını sarıyor Emperyalist ABD ise felaketi fırsat
bilip yardım adı altında Filipinler’in kıyılarına daha fazla savaş gemisi ve felaket bölgelerine daha fazla sayı da asker konuşlandırdı. Buna karşılık FKP ise yardımlarını büyütmek isteyen yabancı hükümetlere direkt olarak ve uluslararası sivil örgütlerin ve kuruluşların aracılığıyla bölgeye yardım ulaştırmasını talep etti. Felaket bölgelerinde bulunan Yeni Halk Ordusu komutanları hemen çalışma yöntemlerini değiştirip halkın yaralarını sarabilmek için var gücüyle seferber oldu. Yeni Halk Ordusu gerilla müfrezeleri, geçici devrimci hükümet birimleri, köy komiteleri ve devrimci kitle örgütleriyle birlikte halka yardım ulaştırma ve arama, kurtarma işlerinin yan sıra insanların normal bir şekilde yaşamlarını sürdürmeleri için alternatif bir yardım çalışması gerçekleştiriyor. Uluslarası sivil örgütlerin yardımlarını da güvence altına alıp halka ulaştıran Yeni Halk Ordusu felaketin yıkıcı boyutları ortadan kalkana kadar herhangi bir düşman saldırısı olmadığı durumda geçici olarak ateşkes ilan etti.
Halk hükümete karşı öfkeli Haiyan tayfununun yol açtığı felaket sonucunda yüz binlerce kişinin hayatını kaybetmesine ve şehirlerin yerle bir olmasına karşın saatlerce sessiz kalan ve felaket bölgelerine gerekli yardımı ulaştırmayan Aquino rejimine karşı halkın öfkesi giderek kabarıyor. Gerici Aquino rejimi felaketin sonuçlarından kaynaklı halkı sorumlu tutarak yağmacılıkla suçladı. Felaketi fırsat görerek silahlı ABD güçlerinin ülkede konuşlanmasına ön ayak oldu.
22
güncel haber
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
MKP dava tutsaklarından Rojava Bütün hapishanelerde tutulan MKP dava tutsakları 19-21 Kasım tarihleri arasında 3 günlük açlık grevine giderek, Rojava halkıyla dayanışmayı yükseltirken, Tokat T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde tutulan MKP dava tutsakları da Rojava için 500 lira yardım yaptı Malatya E Tipi Hapishanesi yönetiminin keyfi uygulamalarına ve psikolojik baskılarına karşı 25 Ekim’den bu yana süresiz dönüşümsüz açlık grevine devam eden TKP/ML ve MKP dava tutsaklarının talepleri, hapishane yönetimiyle yapılan görüşmelerin ardından kabul edildi. Böylece 13 gün süren süresiz dönüşümsüz açlık grevi, 6 Kasım’da kazanımla sonuçlandı.
Malatya E Tipi’nde 13 günlük açlık grevi sonuç verdi Tutsakların kabul edilen talepleri şunlar: Tutsaklar hastaneye götürülürken tedavi sırasında ve mahkemeye çıkarıldıklarında ters kelepçe takılmayacak ve saatleri çıkarılmayacak. Hapishane yönetimi, tutsakların spor hakları ile sohbet haklarını engellemeyecek. Hasta tutsaklar hastaneye götürülürken hapishane revirinde tedavi adı altında işkenceler yapılmayacak. Ziyaretçilere ince arama adı altında
cinsel taciz ve çıplak aramalar yapılmayacak. Kırılan masa ve sandalye gibi demirbaş eşyaların yenilenme masrafları tutsaklardan alınmayacak. Açlık greviyle ilgili hapishane idaresiyle yapılan görüşmenin ardından ;Erdi Sidar, Selçuk Çelik ve Hıdır Bakır’ın Kırıkkale F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edildiği öğrenildi. Tutsakların ailelerinden aldığımız bilgilere göre, Hıdır Bakır’ın hapishane yönetimi tarafından darp edildiği öğrenildi.
MKP dava tutsaklarından Rojava için açlık grevi MKP dava tutsakları, Kürt ulusu üzerindeki baskı ve savaş politikalarını ve Rojava’da yaşanan katliamları protesto etmek için 3 günlük açlık grevi yaptı. MKP dava tutsakları Rovaja halkıyla dayanışmayı yükseltmek için 19 Kasım’da başlattığı açlık grevini 21 Kasım’da sonlandırdı. Tutsaklar İran devleti tarafından Kürt devrimcilerin idam edilmesi ve Rojava devri-
mini boğmak isteyen gerici sınıfların savaş politikalarına karşı başlatılan açlık grevini kamuoyuna yaptıkları açıklamayla duyurdu.
‘Kürt ulusuna yönelik baskılara karşı mücadeleyi yükseltelim’ MKP dava tutsaklarının açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Kürdistan’ı dört parçaya bölen emperyalizm bugün de işbirlikçi kukla devletlerle Kürt ulusunun özgürlük mücadelesini boğmak istiyor. Bu kabul
DHF Abdullah Kalay’a Demokratik Haklar Federasyonu, 27 Kasım’da İstanbul Adli Tıp Kurumu önünde yaptığı eylemle, hasta tutsakların serbest bırakılmasını talep ederken, Abdullah Kalay’a özgürlük istedi Demokratik Haklar Federasyonu, 27 Kasım günü İstanbul Adli Tıp Kurumu önünde yaptığı eylemle, kalbinin % 70’i çalışmayan ve ağır hastalıklarına karşın tahliye edilmeyen Abdullah Kalay’ın serbest bırakılmasını talep etti. Yapılan eylem sırasında “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın Abdullah Kalay’a Özgürlük “ yazılı pankartı açılarak üzerinde Kalay’ın fotoğrafının bulunduğu “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın,Abdullah Kalay’a özgürlük. Kalbinin % 70’i çalışmıyor” yazılı dövizler taşındı.
Hapishanelerde 162’si ağır toplam 544 hasta tutsak bulunuyor Adli Tıp Kurumu önünde yapılan basın açıklamasında hapishanelerde hak gasplarının giderek arttığı bir süreçten geçildiği ifade edilerek bu baskıların çıplak arama, sevkler ve sürgünler, arama ve görüş yasakları, ‘güvenlik’ gerekçesiyle hücrelerin içerisine kamera yerleştirilmesi vb. uygulamalar olduğu belirtildi. Bu tür baskılarla tutsaklara tecridin dayatıldığı kaydedilen açıklamada, hapishanelerde şu anda 162’si ağır olmak üzere 544 hasta tutsağın bulunduğu kaydedildi. Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “Korsakof ve ileri derecede şizofren hastası olan hapishanede olduğunun dahi bilincinde olmayan Mehmet Ali Çelebi halen hapishanede tutuluyor… Kalp rahatsızlığı, bel fıtığı, böbreklerde taş, midede ülser ve
özellikle tedavi edilmediği durumda siroz veya karaciğer kanseri gibi ölümcül hastalıklara yol açacak olan Hepatit B gibi bir dizi hastalığa sahip olan Yaşar İnce hala hapishanede tutuluyor. Ve Abdullah Kalay… Kalp krizi geçirip saatlerce hastaneye götürülmeyen Abdullah Kalay devrimci tutsakların saatler süren eylemi neticesinde koma halindeyken hastaneye götürülmüştür. Geçirdiği kalp krizinden iki buçuk saat sonra hastaneye götürüldüğü için kalbinde ağır tahribat oluşmuştur ve kalbinin % 70’i çalışmamaktadır. Ayrıca 1996 ölüm orucundan dolayı başka hastalıkları da mevcuttur: Vernike korsakoff, % 27 duyma kaybı, kulaklarda çınlama, romatizma, reflü, hemeroid, alerjik astım, boyunda düzleşme, bağırsaklarda ağrı, sık sık ishal, kalp yetmezliği, sık sık baş ağrısı… Ağır hastalığına rağmen infazını durdurmayan, tedavinin dışarıda
1-15 ARALIK 2013 Halkın Günlüğü
23
için açlık grevi edilemez! Bütün halkı Kürt ulusuna yönelik sürdürülen baskı politikasına, imha savaşına karşı mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.” MKP dava tutsaklarının açlık greviyle ilgili basına gönderdikleri faksların da hapishane yönetimleri tarafından engellenerek açlık grevinin kamuoyuna duyurulmasını engellediği öğrenildi.
Harcamalarından kısarak Rojava halklarıyla dayanışmayı yükselttiler Tokat T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde tutulan MKP dava tutsakları, ellerindeki sınırlı olanaklarıyla utanç duvarlarına karşı Rojava halkıyla dayanışmayı yükseltmek için bir kampanya başlattı. MKP dava tutsakları gazetemize gönderdikleri faksla başlattıkları kampanyayı duyurdu: “Batı Kürdistan devriminin boy verdiği günümüzde, bizler Tokat MKP dava tutsakları olarak Batı Kürdistan halkıyla dayanışma içerisinde olmanın sorumluluğu ve gerekliliğiyle maddi anlamda olanaklarımızı zorlayarak Batı Kürdistan halkına 500 TL yardımda bulunduk. Tüketimimizi en aza indirgeyerek denkleştirdiğimiz bu parayı Rojava’ya ulaştırması için TUHAD-FED (Tutuklu Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu) Amed şubesine yolladık.”
‘Rojava halklarının mücadelesini selamlıyoruz’ emperyalist devletlerin ve onların bölgedeki uşak devletlerinin Rojava devrimini boğmak ve kırmak için uyguladıkları baskılara ve saldırılara dikkat çeken MKP dava tutsakları, kadınıyla erkeğiyle, genciyle-yaşlısıyla, çeşitli millet ve azınlıklarıyla devrimi kurmak ve sağlamlaştırmak için seferber olan Rojava halkını selamladı. Rojava halkıyla dayanışmayı büyütmenin devrimci tutsakların en temel görev ve sorumluluklarından biri olduğunu açıklayan tutsaklar, TürkiyeKuzey Kürdistan emekçi halklarının da bu kampanyalarda ve çalışmalarda aktif rol almalarının sağlanması gerektiğini açıkladı. MKP dava tutsakları tarafından yapılan açıklamada son olarak şu ifadeler yer aldı: “Rojava devriminin inşasını engellemek için uygulanan baskı ve saldırılara karşı başta biz devrimciler bulunduğumuz her alanda Rojava halkıyla dayanışmak için çalışmalar yürütmeli ve kampanyalar örgütlemeliyiz.”
özgürlük istedi sürdürülmesini onaylamayan Adli Tıp Kurumu, hastalara ideolojik yaklaşıp ölümlerini onaylamaktadır. ‘Nabzı atıyor’ , ‘Kalbi çalışıyor normaldir’ diye Abdullah Kalay’ın hapishanede hayatını devam ettirebileceğine karar verilmiştir. Adli Tıp, raporları dikkate almamıştır. Abdullah Kalay’ın tedavisinin dışarıda devam ettirilmesine ilişkin talebi reddedilmiştir. “
‘Adli Tıp Kurumu tarafsızlığını yitirmiştir’ Ali Tıp Kurumu’nun hasta tutsaklara yönelik intikamcı ve ölüme terk etme tavrını devam ettirdiği belirtilen basın açıklaması şu ifadelerle sona erdi: “Adli Tıp Kurumu’nun bu yaklaşımı daha önce birçok hasta tutsağın ölümüne neden olduğu gibi bundan sonra da birçok tutsağın tedavisinin engellenerek öldürülmesi sonucunu doğuracaktır. Zira Adli Tıp Kurumu resmi tekel bilirkişi olarak tarafsızlığını yitirmiş ve siyasal iktidarın özellikle kendisine muhalif tutsakların öldürme politikasını hayata geçiren bir kurum haline gelmiştir. Meslek etiğini ayaklar altına
alan Hipokrat yeminli bu kurum, hapishanelerde ya da tahliyesi yapıldıktan sonra dışarıda ölen birçok tutsağın ölümünden sorumludur. Bu sorumluluk sadece Adli Tıp Kurumu’na ait olmayıp hapishaneleri, mahkemeleri, kolluk güçleri ve diğer mekanizmalarıyla ülkemiz egemen sınıfları özgülünde burjuva feodal sistemindir. Demokratik Haklar Federasyonu olarak bir kez daha güçlü bir şekilde haykırıyoruz. Devrimci tutsakların haklı ve meşru direnişi direnişimizdir. Devrimci tutsakların içeride öldürülmesine sessiz kalmayacağız.” Basın açıklamasının ardından yaklaşık 40 dakika süren bir oturma eylemi yapılarak Abdullah Kalay şahsında hasta tutsaklara özgürlük istendi. Açıklama ve oturma eylemi sırasında “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” , “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın” , “İçeride dışarıda hücreleri parçala” , “Abdullah Kalay serbest bırakılsın” , “Tecrit öldürüyor Adli Tıp onaylıyor” , “Tecrit işkencesine son” sloganları atıldı.
TUTSAK PARTİZAN
≫ cafer çakmak
PARTİ KAVRAYIŞIMIZI
DERİNLEŞTİRELİM VE GÜÇLENDİRELİM
D
evrimci savaş bizim için sadece teorik bir söylem değildir. Kırk yılı geride bırakan mücadele tarihimiz, ölümsüzleşen yüzlerce yoldaşımız bunun ifadesidir. Partimiz uluslararası komünist hareketin bir kolu olarak, devrimci proleter amaca bağlı kalma ısrarını ağır bedellerle sürdürüyor. Bundan kuşku duyulamaz. Elbette hatalarımız da olacaktır. Fakat bütün hatalı yanlarımıza ve bütün burjuva eğilimlere karşı kararlılıkla mücadele edeceğiz. Partimizi güçlendirmek, disiplinli ve sarsılmaz bir iradeyle kitlelere önderlik edebilme yeteneğini derinleştirmek için Marksizm Leninizm Maoizm (MLM)’in parti anlayışını, teorik ve pratik olarak kavrayış düzeyimizi yükseltmeliyiz. MLM ideoloji temeldir. Komünist ideoloji olmadan komünist partisi olmaz. Bu anlamıyla devrimci ideolojinin ışığında örgütsel, bilimsel kavrayışa ve pratik katılığa ihtiyaç vardır. Çünkü devrimci iktidar zor araçlarıyla donanmış kanlı bir savaşı zorunlu kılar. Laçka, dağınık, disiplinsiz ve iddiasız bir parti, devrimci savaşa kumanda edemez. Kitlelere önderlik edemez. Sınıf savaşımı bu gerçeği bedellerle ezilenlere öğretmiştir. Sınıf savaşımında önderliğin önemini kavramayanlar, komünist partisinin işlevini ve önemini anlayamazlar. Komünistler üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ve sınıfların olmadığı yeni bir dünya için bütün güçleriyle mücadele ederler. Bu nedenle sömürücü eskimiş dünyanın temsilcisi gerici sınıfları ortadan kaldırmak için savaşır. Mücadele onlardan hayatlarını istediğinde onlar çekinmeden yaşamlarını verirler. Bu toplumsal amaç için onları bir arada tutacak, savaştıracak ve zafere yürümede önderlik edecek bir araca ihtiyaç duyarlar. Bu araç olmaksızın, aynı amaç için çalışmak isteyen milyonları yan yana tutmak, güçlerini yıkılması gereken düşman hedeflerine yöneltmek ve yeni devrimci bir sistem kurmak olanaksızdır. Bugün direnen ve isyan eden yığınların önderlik ihtiyacının karşılanamamış olması, meseleyi daha anlaşılır kılmaya yardım edecektir. Komünizm amacını benimseyenler, komünist partisine kabul edildikten sonra belirlenen ilkelere (ki bunlar politik olarak çiğnenemez kurallardır) uymak zorundadırlar. Felsefesi, kültür ve ahlaki yaşamı, benimsediği amaca uygun olmalıdır. Amaca uygun çalışma yürütmek, kararlarına uymak ve verilen görevleri yerine getirmek zorunludur. Bunlara uymayanların amaca bağlı kalmadıkları ve kalamayacakları açıktır. Devrimci örgüt bu durumda ilkelerini çiğneyenleri, kültürel ve ahlaki duruşlarının dışına taşanları içinde tutmaz. Bunlar temel olarak kavranması gerekenlerdir. Komünist hareketin tarihi incelendiğinde görülecektir ki; Marks ve Engels’in 1847’de içinde yer aldıkları Komünistler Birliği’nde de bu politik ilkeler farklı değildir. Aynı şekilde Lenin’in önderlik ettiği Bolşevik Parti de disiplinli ve savaşçı bir partinin açık, kararlı ve ezilenleri devrim zaferiyle buluşturmuş bir örgüt örneğini oluşturur. Daha ileri taşınmış, deneyimlerle dolu ilkeler bütünü vardır.
Başkan Mao önderliğinde Çin Komünist Partisi (ÇKP), Çin halkını devrime taşımıştır. ÇKP’nin ilkeleri, Lenin’in Bolşevik Partisi’nden farklı değildir. Nasıl ki komünist ideoloji yerel değil, genel-enternasyonal ise örgütsel ilkeler de enternasyonaldir. Strateji, taktikler elbette farklıdır ama komünist parti ilkeleri evrenseldir. Sınıf savaşımının deneyimini içeren çiğnenemez kurallardır. Devrimi arzu eden ve çalışmak isteyenin ilk kavraması gereken bunlardır. Marks ve Engels’in deyimiyle komünist partisi “Bir tarikatın ya da bir teorinin ser? bitkisi değildir.” Komünist partisi ezilenlerin kurtuluşu için zorunlu bir oluşumdur. En anlaşılır haliyle söylersek komünist parti olmadan, halk kitlelerinin devrimci amacına önderlik etmek olanaksızdır. Kendiliğinden yığın hareketine övgüyle devrim amacına ulaşılamaz. Sık sık tekrarlandığı gibi savaş politikanın kanlı ve en yüksek biçimidir. Devrim ise politikanın en yüksek amacı değil midir? Devrim isteyen herkes, devrimin aracını da istemek zorundadır. Devrimin biricik aracı komünist partisinden başka bir şey değildir. Komünist hareket Gandhi felsefesini benimsemez. Sağ yanağına tokat yiyince sol yanağını çevirmez. Buda gibi itaat etmeyi salık vermez. İslam’ın tarikatlarında olduğu gibi takiye yapmaz. Komünist partisi bir savaşım gücüdür ve yeni bir dünyayı temsil eder. Sınıf bilinci almış ve kendine özgü karakter kuşanmıştır. Aksi takdirde savaşım veremez. Bütün bunlar hareketimizin can damarında vardır. Düşman 2005’te Maoist Komünist Partisi (MKP)’nin önderliğini katletti. Kimdi 17’ler? 17’ler devrim davasına yıllarını vermiş ve büyük sınamalardan geçmiş komünistlerdi. 17’ler çekirdekten işe başlamış ve yetkinleşmişlerdir. Onlara şekil veren Kaypakkayacı partinin ideolojisi, kültür ve ruhudur. Partideki herkesin çekirdekten işe başlamasının anlamı vardır. Çünkü savaşım koşullarını bilmenin ve onları aşmanın başka yolu yoktur. Mücadelenin aşama ve biçimlerinden geçerek ancak sağlam, denenmiş ve kişisel güvenilirlik karakteri elde edilir. Lafla gemi yürümez. Kadrolar devrimci savaşın içinde yetişir. Eğer böyle olmasaydı, sosyalist mücadelenin olduğu her yerde, kürsülerde bol keseden atıp tutanlardan tutalım da çeşitli yetenekte edebiyatçı ve akademisyenlere kadar herkesin, iyi birer Marksist olması gerekirdi. Ya da onlara patent ve mevki verilmesi gerekirdi. Fakat böyle olmadığını biliyoruz. Bilgi ve çeşitli yeteneklere sahip olmanın iyi birer MLM, birer kadro ve önder olmak için asla yeterli değildir. Kavramlarla yeni dünyalar kurup-yıkanlara karşı devrimci halk kitleleri, komünist partisi önderliğinde muazzam kahramanca savaşımıyla somut bir dünya kurmuş ve onlara büyük tarihsel dersler vermiştir. Partimizin genel karakteri, bu temel üzerine oturur. Devrimci koşullar ve halk hareketi partiyi güçlendirmeyi ve devrimci savaşı geliştirmeyi emrediyor.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL
Ji Dîlên Doza MKP Piştgiriya Watedar Girtiyên MKP’yên li Girtigeha Tokatê, ji derfetên xwe yên teng de ji bo gelê Rojava 3 hezar lîra kom kirin Pir girîng e û nirxa xwe yê manewî pir bilind e. Dîlên MKP, li dijî qirkirinên ku li Rojavayê pêk tên ku ji aliyê TC ve tê destekkirin ketin rojîyê û pereyên ku di keysên teng de komkiribûn şandin gelê rojavayê. Dîlên doza MKP ku girtîgehên cuda bi cuda dimînin ji bo piştdayina gelê rojava di 19 Mijdarê de dest bi rojîyê kirin û di 21 Mijdarê de qedandin.
Divê pêjnkeriya dîlên MKP bibe minak
westa siyasîya û pêjnkerî ya dîlên MKP divê bibe helwestek mînak.
Ji bo şermezarkirina pêkutiyên ku li ser netewe kurd, politayên şer û komkujiyên ku li Rojavayê tên kirin dîlên doza MKP sê roj ketin rojiyê. DîlenMKP yên Girtigeh a Tokatê him ketine rojiyê him ji pereye ku kom kirine bi riya TUHAD-FEDê şandine gelê rojavayê hatin eşkere kirin. Qirkirin e ku bi giştî tevahi ji gelê kurdan re bi taybeti jî li ser gelê Rojavayê pêk tê; politikayên pêkutî, tecrîd, helandinan bilind kirin, di rojên îroyîn de ji bo kurtkirina têkiliya navbera Rojava û Bakurê Kurdistanê liNisebinê lêkirina diwara şermê pek tîne. Hel-
Dîlên MKP ji ber rojiyê ew daxuyanî da xuyandin: “ emperyalizm ku Kurdistan çar perçe kirin îro jî bi dewletên kûklayan dixwaze têkoşina azadiya netewê kurd bifetisînin. Ew nayê qebûlkirin. Em tavahî gelan, li hemberî politakayên pêkutî û şerên îmhayê ku li diji kurdan tên kirin li banga berzkirina têkoşinê dikin”. Ji aliyê din ve dîlên MKP yên ku Girtigeha T ya Tokatê dimînin ji bo piştgiriya Rojava wisa eşkerekirin: “di rojên iroyîn e ku şoreşa rojava dest pê kiriye
“Me ji bo piştgiraya rojava sê hezar lira alikarî kir”
û em jî dîlên doza MKP, bo piştgirîbûna Rojavayê Kurdistanê bi berpirsiyarî û hewcedarî me zor da şert û mercên xwe û me sê hezar lîra şandin Rojaveyê Kurdistanê. Me mezaxa xwe danî asta heri jêr û pereyê ku me kom kir ji bo gihandina Rojavayê Kurdistanê me şand şaxa Amedê ya TUAD-FEDê”. Dîlên MKP girîngiya aktifbûna kampanyayên wekî kirin û: “ li hemberî erişên û pêkutiyên ku astengkirina avabûna şoreşa Rojava di serî de em şoreşgeran, hemû qadên ku em hene ji bo piştgiriya gelên rojava divê xebat bikin û kampanya werin lidarxistin” hatiye gotin.