Sokakları zapt edecek çetin mücadelelere hazır olalım! sf 12-13
Dersim’de faşizme geçit yok Başbakan Ahmet Davutoğlu, 1938 Dersim Katliamı nedeniyle Dersim halkından “özür” dilemiş ardından da Dersim’e ziyaret gerçekleştireceğini açıklamıştı. Faşist Türk devletinin Dersim halkına yönelik yeni asimilasyon politikalarına karşı sokakları direniş alanına çeviren aralarında DHF’nin olduğu halkın direnişi sonucu Davutoğlu ve Bahçeli, Dersim programının bir bölümünü iptal etmek zorunda kaldı. SF 4-5
Halkın Günlüğü
1-15 ARALIK 2014
Yıl: 4 Sayı: 92 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.com
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
Sosyalist basına yasak! Tutsaklara tecrit!
Kadınlar 25 Kasım’da isyanı kuşandı f KADIN HABER 08-09 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü kapsamında alanlara çıkan kadınlar, bir kez daha hak ve taleplerini haykırdı. Kadının emeğine yabancılaştırılmasına, cinsel şiddete, kadınların emperyalistler arası dalaşta savaş ganimeti olarak görülmesine, kadın katliamlarına, güvencesiz, esnek çalıştırılmasına ve yedek iş gücü olarak ilan edilmesine karşı kendi sloganlarını mücadelenin rengiyle alanlara taşıdı.
AKP iktidarının yeni ekonomik planlamaları
Hapishanelerde tutsaklar üzerindeki baskıları ve tecridi daha da derinleştirmek için uygulamaya konulan yayın yasağı, hiçbir yasal dayanağı olmadan tutsaklara dayatılıyor. Hapishanelerde tutsakların üretimlerini ve haber alma özgürlüğünü engellemeye yönelik bu girişime karşı mücadeleyi büyüterek içeride ve dışarıda uygulanan tecridi hep birlikte parçalaya-
06
Ey ‘fıtrat’ sen nelere kadirsin(!)
cağız. Yine bu saldırıların bir ayağını da AKP iktidarı tarafından Meclise gönderilen İç Güvenlik Yasa Paketi oluşturuyor. Devrimci demokratik kurumların sokaklarda büyüyen mücadelesini engelleyerek toplumsal muhalefeti baskı altına almaya çalışan devlet, halkın faşizme karşı öfkesini çeşitli yasaklar ve baskılarla sindirmeye çalışıyor.
08
Kobanê özgürleşene kadar direnişteyiz
20
02
güncel haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
Hapishanelerde yayın yasağı! Hapishanelerde getirilen yayın yasağına karşı mücadele eden sosyalist basın emekçileri yaptıkları eylemlerle, tutsaklara yönelik tecrit ve tretman saldırılarının bir parçası olan bu uygulamaya karşı mücadelede kararlılık mesajı verdi Devletin hapishanelere yönelik baskı politikalarına her geçen bir yenisi ekleniyor. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü 10 Kasım 2014 tarihli 172740 sayılı emriyle hapishanelerde süreli yayınların posta yoluyla ya da ziyaretçiden alımını yasaklandı. Dağıtım şirketleri aracığıyla satılmayan gazetelerin tutsaklara verilmemesi bu yeni genelgeyle hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bütün sosyalist gazeteler dağıtım şirketleri aracılığıyla dağıtılmadığı için, tutsaklar bu gazetelerden mahrum bırakılması hedefleniyor. Gazetelerin, özelde devrimci tutsaklara verilmemesinin sebebi bilindik bir nedenden dolayı karar altına alındığı “Tüm iyileştirme programlarına rağmen örgütlerden kopuşların sağlanamaması, iletişimin kesilmeyişinin” gerekçe gösterildiği yeni saldırının nedenini böylece öğrenmiş oluyoruz. “Ceza İnfaz kurumlarında güvenliğin ve düzenin sağlanmasına katkı sağlanması amacıyla, ücreti önceden tutuklu ve hükümlülerce ödenmeyen ve/veya ücretsiz gönderilen hiçbir bülten, broşür, dergi, gazete vb. gibi yayınların ceza infaz kurumlarına alınmaması, kuruma ait ortak alanlarda ve ziyaretçi bölümlerinde bulundurulmaması, ücretsiz olarak gönderilen kitaplara ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi uyarınca işlem yapılması..." şeklinde baskıya gerekçe bulan Adalet Bakanlığı, dağıtım şirketleri aracılığıyla satışı yapılmayan dergi ve gazetelerin hapishanelere girişini yasaklayarak tecrit ve tretman saldırılarına bir yenisini daha ekledi. Devrimci tutsakların yıllardır hapishanelerde devletin tecrit ve tretman politikalarına karşı verdiği mücadele devleti acz içinde bırakmış, bunun sonucu olarak Adalet Bakanlığı yeni saldırı biçimiyle tutsakları teslim almayı hedeflemiştir. Tüm saldırı politikalarında başarılı olamayan devletin bu saldırıları da hükümsüz kalacağı ve devrimci tutsakların mücadelesiyle bir kez daha bu saldırı boşa çıkarılacaktır. Devrimci tutsaklara yönelik hayata geçirilmek istenen bu saldırı dışarıda da tepkilere neden oldu. Devrimci tutsakları yalnız bırakmayan devrimci sosyalist basın emekçileri yaptıkları basın açıklamaları ve eylemlerle devletin hapishanelere yönelik baskılarını protesto etti.
Sosyalist basın emekçileri yayın yasağını protesto etti Yapılan saldırılara karşı bir araya gelen Halkın Günlüğü, Atılım, Barikat, Demokratik Modernite, Kızıl Bayrak, Mücadele Birliği, Özgür Gelecek, Özgür Halk, Siyaset, Türkiye Gerçeği, Yarın, Proleterce Devrimci Duruş, Kaldıraç ve Meydan Gazetesi, 24 Kasım günü İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi'nde yaptığı açıklamayla hapishanelerdeki yayın yasağını protesto etti. Aynı kurumlar 28 Kasım günü Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi önünde de bir araya gelerek bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi önünde “Basına Sansür Tutsaklara Tecrit Tutsaklara Yayın Yasağına Son” pankartını açan devrimci basın emekçileri yaptıkları ortak açıklamada, devletin saldırılarını sürekli arttırdığı dikkat çekilerek yayın yasağına karşı mücadeleyi sürdürme kararlılığı dile getirildi. Devletin bu saldırısının iki yönlü olduğu belirtilen açıklamada, bir taraftan tutsakların dışarıdaki dünyayla bağlarını koparılmasının hedeflendiği ve tecrit koşullarının ağırlaştırıldığı diğer taraftan ise yasalarla, para ve hapis ‘cezalarıyla’, sansürle susturamadığı demokratik, devrimci ve sosyalist yayınlara yeni bir sansür getirildiği vurgulandı.
Yayın yasağı tecrit ve kimliksizleştirme saldırılarının bir devamıdır Bu yeni yasaklama dalgasının, devrimci tutsaklara yapılan sistematik tecrit, kimliksizleştirme saldırılarının bir deva-
mı olduğu kaydedilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: “’Terör ve çıkar amaçlı suç örgütlerinin mensuplarının bir bölümü örgütsel bağlarını devam ettirme ve güçlendirme, örgüt talimatları doğrultusunda ceza infaz kurumlarında ortak eylem, yapma amaçlı çalışmalar yapmaktadır’ denilen genelgede, örgütsel talimatların ziyaretçiler ve gazete, dergi, bülten aracılığıyla iletildiği iddia edilerek, ellerinden yayınları alınan tutsaklar, sadece burjuva medyanın tek yönlü yayınlarına mahkum ediliyor. Genelgede, ‘Bu kapsamda bazı basın yayın araçlarının ceza infaz kurumlarına girişi, örgüt suçundan mahkum olanların yeniden topluma kazandırılmasını, yasalara saygılı ve toplumla uyumlu bireyler olmalarını geciktirmekte ve/veya engellemektedir. Ayrıca, bu husus hükümlü ve tutukluların örgütten ayrılışını zorlaştırmakta ve örgüt propagandası yaparak örgütlere yeni eleman kazandırma amaçlı kullanılmaktadır’ denilerek asıl amacın tutsakları kimliksizleştirme ve yalıtma olduğu da vurgulanmış, devletin kendi basın yayın kanunu çerçevesinden çıkan demokrat, sol, sosyalist ve muhalif yayınlar yine ‘örgütsel doküman’ olarak nitelendirilmiştir. Zaten toplatması ve yasaklaması olmadığı halde hapishane idarelerine ‘kurum güvenliğini tehlikeye atacağı için’ süreli yayın ve kitapları hapishaneye almama yetkisi verilmiş durumdadır. Bu çift yönlü saldırı ve fiili engellemeyle amaç, düşünceleri nedeniyle tutsak edilenlerin kendi düşüncelerinden koparılmasıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğüne getirilen yasaklamadır.
Dağıtım şirketlerinin anlaşma şartlarını yüksek rakamlara bağlayan burjuvazi, bu şekilde süreli yayınların dağıtımını da kısıtlamış, sermaye birikimi olmayan yayınevlerinin dağıtım ağına ve dolayısıyla kitlelere ulaşmasının da önünü kesmişti. Bu sayede genel dağıtım ağı dışında kalan sol, sosyalist, devrimci, muhalif yayınlar, yayınlarını kendi kısıtlı imkanlarıyla dağıtmak zorunda bırakılmıştı. Yayınlarını posta ve kargoyla dağıtan bizler, hapishanelere yolladığımız yayınlarımızın verilmemesi nedeniyle yeniden dağıtım sansürüne uğramış durumdayız, sesimiz bu yolla daha da kısılmak istenilmektedir.”
‘Devrimci basın milyonların sesi olmaya devam edecek’ Tutsaklara uygulanan yayın yasağına karşı 1 Aralık’ta Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen devrimci basın emekçileri, “Basına Sansür Tutsaklara Tecrit Tutsaklara Yayın Yasağına Son” pankartı arkasında bir araya geldi. Hiçbir yasal dayanağı olmadan emir düzeyinde olan bir yazıyla hapishanelerde yayın yasağının devreye konulduğunun belirtildiği basın açıklamasında, tutsaklara uygulanan tecride karşı bütün devrimci basın emekçileri olarak yayınların hapishanelere gönderilmeye devam edileceği açıklandı. Açıklamanın ardından Galatasaray Postanesi’ne giden basın emekçileri, tutsaklara toplu olarak gazete gönderdi. Eylem sırasında kitle, "Özgür basın engellenemez" , "İçeride dışarıda hücreleri parçala" , "Tecridi sansürü dayanışma kıracak" sloganlarını attı.
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
03
Dersim, Maraş, Roboskî unutulmaz hiçbiri 77 yıl önce Elazığ Buğday Meydanı’nda asılan Seyit Rıza ve yoldaşları, Elazığ, Dersim, İzmir ve Adana başta olmak üzere çok sayıda ilde düzenlenen eylemlerle anıldı 15 Kasım’da Elazığ Emek ve Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla “Dersim İnsanlık Katliamıdır” ve “Şehid Namirin” pankartıyla Buğday Meydanı’nda bir araya gelen kitle, Seyit Rıza ve yoldaşlarını anma eylemi düzenledi. Seyit Rıza’nın torununun oğlu olan Rüstem Polat kısa bir konuşma yaptı. Polat, 77 yıldan beri Seyit Rıza ve yoldaşlarının mezarlarının nerede olduğu bilinmediğini belirtilerek konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Başbakan özür diledi ama özrün arkası boştur. Mezar yerleri bize söylenmedi ve bu bizim içimizde bir yaradır.”
Faşist T.C devleti katliamlarla besleniyor HDP İl Eş Başkanı Yunus Güneş, faşist T.C devletinin tarihinin katliamlarla dolu olduğunu ifade ederek şunları söyledi: “1921'de Koçgiri'de, Palu'da, Ağrı'da, Zilan'da, Dersim'de, Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta, Roboski'de katledilenlerle, 77 yıl önce Seyit Rıza ve arkadaşlarının şahsında 50 binden fazla insanı katleden bu zihniyet, ortak ideolojinin ürünüdür. Şengal'de, Rojava'da emperyalist devletlerin besleyip büyüttüğü vahşi tekçi IŞİD çetesi, yine halkları yok etmeye ve onlara karşı katliamlar yapmaya devam etmektedir.” 16 Kasım’da Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ile Dersim Halk Meclisi Girişimi, Dersim Merkezi’ne bağlı Pınar Köyü’nde, Seyit Rıza ve yoldaşlarını anmak için basın açıklaması yaptı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “1937-38 yıllarında devletin Dersim'e düzenlediği askeri hareket sırasında, gayri resmi rakamlara göre 70 bin kişi kurşuna dizilerek katledilmiştir. 17 Kasım 1938'de, Dersim halkının önderlerinden Seyit Rıza ve 7 arkadaşı Elazığ Buğday Meydanı’nda asılarak idam edilmiştir. Hukuksuz bir şekilde kurulan bir mahkemede bir gece yarısı alınan bir kararla Seyit Rıza'nın yaşı küçültülerek idam edilirken, oğlunun yaşı da mahkeme
kararıyla büyütülerek idam edilmiştir. Dersim soykırımı resmen tanınmalı ve özür dilenmelidir.” Açıklamanın ardından Seyit Rıza ve yoldaşları ile Pınar Köyü’nde kurşuna dizilen 120 köylü için mum yakılarak saygı duruşunda bulunuldu.
‘Özür aldatmacası katliamlarınızı aklayamaz’ Aralarında DHF üye ve taraftarlarının da olduğu kitle İzmir Narlıdere Demokrasi Meydanı’nda bir araya gelerek, katliamda katledilenlerin anısına saygı duruşunda bulundu. Anmada “Evladı Kerbelayık bîhatayık ayıptır zulümdür cinayettir” , “Dersim onurdur onuruna sahip çık” dövizleri taşındı. Basın açıklamasında, Başbakan Davutoğlu ve Devlet Bahçeli’nin Kerbela ve Dersim’den söz etme haklarının olmadığı, Dersim isminin geri verilmesi ve tanınması gerektiği ifade edildi. Eylem sırasında kitle, “Dersim onurdur onuruna sahip çık” , “Dersim, Maraş, Roboskî unutulmaz hiçbiri” , “Katil devlet hesap verecek” sloganlarını attı. 15 Kasım’da Dersim Dernekler Federasyonu ve Adana Dersimliler Derneği'nin çağrısıyla İnönü Parkı'nda bir araya gelen, aralarında DHF'nin de olduğu devrimci demokratik kurumlar basın açıklaması düzenleyerek Seyit Rıza ve yoldaşlarını andı. Basın açıklamasında devletin katliamcı yüzü teşhir edilerek Dersim arşivlerinin açılması talep edilerek şu ifadelere yer verildi:“Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yüzleşilmesi gereken çok sayıda toplumsal travma bulunmaktadır. Gün ışığına çıkarılması gereken hakikatler resmi tarihin dehlizlerinde hala gizlenmektedir. Hiç kuşkusuz bu travmalardan biri belki de en önemlisi Dersim Tertelesi ve soykırımıdır. Bu acımasız insanlık dışı katliamlar Dersim coğrafyasında yaşanırken, Dersim inanç önderleri yakalanarak, hukuksuz, uydurma sözde bir mahkemede yapılan yargılanmaların ardından Seyit Rıza’yla birlikte 6 arkadaşı idama mahkum edilmiştir. Dersim arşivleri karartılmamalı.” Bu illerin yanı sıra İstanbul, Ankara ve Mersin’de de eylemler düzenlenerek Seyit Rıza ve yoldaşları anıldı.
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
YAKLAŞAN GENEL SEÇİMLER ÜZERİNE!
D
ünya genelinde olduğu gibi Türkiye- Kuzey Kürdistan’da da bugüne kadar birçok seçim gerçekleştirilmiştir. Maoist Komünistler geçmişten bugüne ve gelecekte de genel bir ilke olarak şunu sürekli savunmuştur; amaç ve ilkelerimize hizmet etmesi koşuluyla her türlü mücadele, araç, örgüt ve yöntemlerden kaçınmazlar, bilakis onları kullanmaktan da geri durmazlar. Genel ilke haline getirdiğimiz bu politik çizgi ve yönelime karşın geçmişten bugüne ne yazık ki buna uygun yeterince teorik pratik politikalar geliştiremediğimiz de bir o kadar güncel ve somut nesnel gerçekliğimizdir. Maoist Komünistler asgari ve azami toplum projeleri olarak Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve komünizmi amaçları bilmiş ve bunlara- özellikle de komünizm nihai hedefine- hizmet edecek şekilde bütün örgütlenme ve mücadele araç ve politikalarını kavrayışı ölçüsünde ortaya koymuştur. Nitekim stratejik araçlar kapsamında üç büyük silah olarak “Komünist Partisi”, onun önderliğinde “Halkın Silahlı Kuvvetleri” ve “Halkın Birleşik Cephesi” stratejik araçları olduğunu vurgulamıştır. Yine burjuva devlet aygıtını paramparça edecek devrimci silahlı zor- şiddet yönteminin de genel evrensel bir ilke olarak geçerli olduğunu ortaya koyarak mücadele perspektifini belirlemiştir. Bu ve buna benzer bir dizi ana meseleleri burada ayrıntılı olarak belirtebiliriz. Ancak konumuzu dağıtmadan geçiyoruz. Bunlardan bir tanesi olan son derece önemli şu temel politikayı da özellikle Maoist Komünistlerin 3. Kongresi altını çizerek vurgulamıştır; “Temsili parlamenter- bürokratik gerici burjuva devletin her biçimine karşı, proletarya ve emekçilerin doğrudan- katılımcı, komün, Sovyet ve halk konseyleri iktidarı için sosyalizme Sosyalist Halk Savaşı’yla yürüyoruz.” Burada 4 ya da 5 yılda bir dünya genelinde ve tabii ki Türkiye- Kuzey Kürdistan’da yaşayan toplumların hepsine yönelik gerçekleştirilerek tamamen kendi bir avuç çıkarları için kullanılan temsili parlamenter seçim sistemi ve cumhuriyetinin, burjuva devlet aygıtından başka bir şey olmadığını belirtelim. Maoist Komünistler de temsili parlamenter seçim sistemiyle yetinir ve halk kitlelerini de bir oy deposu şeklinde görüp 4- 5 yılda el kaldıran ya da oy veren- vermeyen şeklinde tasavvur edip buna göre bir temsiliyet sistemi savunursa bilinmeli ki burjuva medeniyetçi paradigmayı aşamamışız demektir. O halde Maoist Komünistlerin 3. Kongresiyle bütün bunlara karşı Komünist Partisiyle birleşmiş proletarya ve emekçilerin doğrudan- katılımcı Komün, Sovyet ve Halk Konseyleri İktidarı çizgisi ve yöneliminin doğru anlaşılması ve kavranması gerekmektedir. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da bazı askeri faşist darbe süreçleri yaşansa da genel olarak temsili parlamenter cumhuriyet eksenli genel (parlamento-milletvekili) seçimleri yapılmaktadır. Önümüzdeki 2015’in muhtemel Haziran aylarında da bu temelde parlamento seçimleri gerçekleştirilecektir. İrademiz dışında objektif olarak gerçekleştirilecek bu genel seçimlere ilişkin TürkiyeKuzey Kürdistan’da karşı- devrim saflarındaki tüm güçlerden tutalım da devrim saflarında yer alan ilerici, yurtsever, demokrat, devrimci ve komünist güçlere kadar hepsinin yakınen ilgisine mazhar olduğu tartışmasız bir gerçekliktir. Ve hatta şimdiden karşı- devrimci Türk hakim sınıf klikleri ve partileri buna yönelik çalışmalara başlamıştır bile.
04
güncel haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
Davutoğlu’dan Bahçeli’ye
Dersim’de dikkat çekenler! Bahçeli-MHP değil, esasta AKP ve Davutoğlu’dur. Zira Bahçeli’nin Dersim’de bu konuşmayı yapmasını bilinçli olarak teşvik edip kışkırtan doğrudan Davutoğlu’dur. Provoke edilen Dersimlilerin olası ciddi bir eylemi Dersimlilere mal edilerek faşist terör katmerli olarak estirilecek ve bu süreç ağır sonuçlara yol açabilirdi. Bunu bilen AKP bilinçli olarak bu oyunu oynadı. Bir taşla iki kuş vurmayı hedefledi.
Uzun sözün kısası; adı geçen geziler burjuva faşist kliklerin gerçek yüzlerini gösteren bir ayna olma rolü oynamakla birlikte, devrimci hareketin içinde bulunduğu tasfiyecilikten bağımsız olmayan savrulmanın da turnusolu olmuştur. İlgili devrimci güçler Davutoğlu gezisi karşısındaki tavırlarıyla yakasına bir sarıçiçek takmıştır Bilindiği gibi Başbakan Davutoğlu AKP iktidarının Kemalist devlet ve iktidarının faşist uygulamalarını kendi faşist iktidarını pekiştirmeye basamak edinen siyasi perspektifleri doğrultusunda Dersim’e giderek ve Dersim Soykırımı hakkında yaptığı konuşmalarla orayı kazanmayı, devlete entegrasyonunu daha güçlü sağlamayı, kendisince CHP kalesi gördüğü Dersim’i Kemalist CHP’nin elinden almayı ve önümüzdeki genel seçimlerde Dersim’de oylarını arttırmayı hesapladı… Tabi Dersim’e gitmeden önce Dersim Soykırımı (onların deyimiyle katliamı) hakkında çeşitli açıklamalarda bulundu ve hatta Dersim Katliamı nedeniyle özürler dilendi. Belli vaatler de açıklandı. Bütün bu açıklamalarla Dersim’in belli bir kesiminde bir beklenti yarattığı da söylenebilir. Ki, Dersim’e gidişinden önce çeşitli açıklama ve vaatlerde bulunup böyle bir beklenti yaratması, hesapladıkları tepkilerin yumuşatılmasını hedefliyordu. Buna karşın 10 bin sayısıyla ifade edilen polis gücünü Dersim’e dökmeden ve olağanüstü bir güvenlik önlemi almadan da Dersim’e gitmeyi göze alamadı.
Devletin içeriği ve biçimi Davutoğlu Dersim’e büyük polis kuvveti altında alınan güvenlik önlemiyle gittikten sonra Dersim Üniversitesi’nde yaptığı konuşma dışında ne açık bir miting yapabildi ve ne de kitlesel bir karşılama bulabildi, hatta sokaklara çıkamadığı gibi belediyeye dahi gidemedi. Üniversite salonunda bakan ve bürokratlarıyla belli memur erkâna yaptığı konuşmada Dersim’de saygın olan dini figürleri dillendirip, dini duyguları sömürmeye çalıştı. Bunun ilerisinde bulunduğu vaatler, Tunceli Üniversitesi’nin isminin Munzur üniversitesi olacağı, belli inanç yerlerinin yollarının yapılması sınırlarını geçmedi. Öyle ki, tüm söylem ve açıklamalara karşın Dersim ismini resmileştirme-resmen kabul etmeye kadar bile gidemedi. Kısacası Davutoğlu Dersim ve Dersim Soykırımı’yla ilgili yaptığı konuşmada ve gitmeden önce yaptığı açıklamalarda da bir dizi beylik ve tumturaklı laf etmenin ötesine geçemedi. Zaten gerçekçi yaklaşımlar sergilemesi veya daha ileri adımlar atması da beklenemez-beklenmemelidir. Zira AKP iktidarının Dersim Soykırımı karşısında zerre kadar
Fikri ve zikri aynı olanların özü de aynıdır!
dürüst olduğu söylenemez. Dürüstlük bir yana, onlar Dersim Soykırımı’nı sadece kendi iktidarlarını pekiştirmek, siyasi amaçlarına alet etmek, halk kitlelerinin duygularına hitap ederek manipüle edip yedeklemek, dalaş içinde olduğu Kemalist kliğe karşı kullanmak vb vs için dillendirmektedirler. Dürüst yaklaşım, Dersim Soykırımı’nı açıktan tanıyarak gereklerini yerine getirmeyi gerektirir. AKP iktidarının bunu yapması bir yana, devlet arşivlerini dahi halka açıklamamaktadır. Dersim Soykırımı’nı kabul etmemektedir. Davutoğlu’nun Tunceli Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada da söylediği gibi, amaç halkla devlet arasındaki bu sorunların giderilerek halkın devletle barıştırılıp bütünleştirilmesi, bu acıların unutulmasıdır. Yani, Dersim Soykırımı’nın mağduriyetini giderme, devletin bu kırımın sonuçlarını karşılaması, soykırımın karşılığında ona denk düşen adımların atılması gibi bir hedef ve amaç asla yoktur. Amaç birkaç sözle duyguları okşayıp halkı devletle kucaklaştırmaktır. Bu amaçları uğruna Dersim’in maruz kaldığı büyük kıyım ve acıyı araç edinmekten geri durmamaktadırlar-durmadılar. Dersim kıyımını yapan kendi
devletleri değilmiş gibi ve gerçekten kıyım ve katliamlara karşıymış gibi ikiyüzlüce Dersim Katliamı’nı kullanmakta, siyasi oyun ve amaçlarına manivela etmektedirler. Davutoğlu’nun Dersim ziyareti Dersimliler tarafından ve özellikle DHF taraftarları tarafından protestoyla karşılanıp gereken yanıt verilmiş oldu. Burjuva siyasetin Dersim halkına sökmeyeceği alenen ortaya kondu. Davutoğlu’un ikiyüzlüce gerçekleştirdiği ‘gezi’ yetmiyormuş gibi, burjuva kliklerin kendi aralarındaki dalaşın ürünü olarak kafatasçı MHP lideri Bahçeli’de Dersim’e gitme kararı alıp ‘gitti.’ Bahçeli’nin bu gidişi Dersim’e açıktan saldırı, değerleri ve geleneklerine büyük bir hakaretti. Çevre illerden getirilen MHP’lilerle gitmenin yanı sıra, on binleri bulan polis güvenliği altında Dersim’e giden Bahçeli, beraber götürdüğü MHP’lilere burada yaptığı konuşmasında, Dersim ve değerlerine hakaret etmekten geri durmadı. Dahası, bu faşist ve kafatasçı saldırısını aralarındaki dalaşın da etkisiyle bir hüner olarak ele aldı. Bahçeli’nin Dersim’e gidişi de orada yaptığı konuşmada provokasyon ve faşist saldırganlıktan başka bir şey değildi. Bunun sorumluları sadece
Bahçeli’nin bu saldırganlığı ve Dersim’e gidişi devrimci demokratik güçlerce protesto edildi ve bu protestolar sonucunda Bahçeli, açıkladığı programını da iptal ederek apar topar Dersim’den dönmek zorunda kaldı. Bu protestolarda DHF ve diğer Maoist güçlerin çeşitli yapılarının etkin olduğunu söylemeye gerek yok. Ki Maoist güçler aynı tavrı Davutoğlu’nun gezisinde de sergileyerek polisin azgın saldırılarına karşın, gerekli tavrı takınarak protestolarını gerçekleştirdi. Tam da burada dikkat çekilmesi gereken bir tablodan bahsetmek doğru olacaktır. Bahçeli’nin gelişini protesto eden birçok demokratik devrimci gücün Davutoğlu protestolarına katılmaması düşündürücü ve dikkate değerdir. Fiili durum söz konusu güçlerin Davutoğlu’na ehven durduklarıdır. Bahçeli’yi protesto edip Davutoğlu’nu protesto etmemek doğrudan bu anlama gelir. Kaldı ki, DHF Davutoğlu’nun gelişini protesto etmek için açıklama yapıp diğer güçlere de çağrı yapmıştı. Bu çağrıya Halk Cephesi dahil olurken, diğer devrimci demokratik güçler bu protestoya katılmamış, protesto yapma gereği dahi duymamıştır. Ama aynı güçler Bahçeli’nin protesto edilmesine katılmış, protesto etmiştir. Şimdi sormak lazım; şayet Davutoğlu’na ehven durulmuyorsa, neden iki tavır-tutum? Neden Bahçeli protesto edilirken, Davutoğlu protesto edilmedi? Cevabı pratik tutumla açık olan bu sorunun yanıtlanması gerekir. Bu ikili tavrın ortaya koyduğu durum siyasi savrulma ve ideolojik kırılma değil de nedir? AKP-Davutoğlu’na tavır almamanın gerekçesi nedir ve bu gerekçe devrimci politikada bir geçerliliğe sahip midir? Uzun sözün kısası; adı geçen geziler burjuva faşist kliklerin gerçek yüzlerini gösteren bir ayna olma rolü oynamakla birlikte, devrimci hareketin içinde bulunduğu tasfiyecilikten bağımsız olmayan savrulmanın da turnusolü olmuştur. İlgili devrimci güçler Davutoğlu gezisi karşısındaki tavırlarıyla yakasına bir sarıçiçek takmıştır. Bahçeli’nin protesto edilmesi ne kadar doğru ve gerekliyse, Davutoğlu’nun protesto edilmesi de o kadar doğru ve gereklidir. Davutoğlu’nun protesto edilmemesi için hiçbir neden yoktur. AKP-Davutoğlu’nun oynadığı oyun ve güttüğü siyaset iktidar sınıfının da siyaseti olması bakımından çok daha tehlikeli, sinsi ve en az MHP siyaseti kadar düşmandır.
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
05
UFUK ÇİZGİSİ
İTTİFAKIN ULAŞTIĞI SİYASİ ESARET!
B
ESP üyelerine tutuklama kararı 19 Kasım’da Gazi Mahallesi’nde çok sayıda ev ve kuruma baskınlar düzenleyen polis, 22 ESP üyesini gözaltına aldı. Tutuklanma talebiyle Gaziosmanpaşa Adliyesi’nde duruşmaya çıkarılan ESP üyelerinden 14’ü tutuklandı 19 Kasım’da Gazi Mahallesi'nde çok sayıda eve baskınlar düzenleyen polis, 22 ESP üyesini gözaltına aldı. Gazi Mahallesi'nde bulunan ESP Sultangazi İlçe Örgütü de polis tarafından basılarak talan edildi. Eş zamanlı olarak Sarıgazi’de bulunan ESP Sancaktepe İlçe Örgütü’nü de basan polis, parti binasının kapısını kırarak içeride bulunan eşyaları dağıttı. ESP imzalı afiş ve bildirilerin yanı sıra bir laptop bilgisayar ile birkaç telefona da el koyan polis binadan ayrıldı. Gaziosmanpaşa Savcılığı tarafından tutuklanma talebiyle 21 Kasım ve 22 Kasım’da mahkemeye sevk edilen 22 ESP üyesinden 14’ü tutuklandı.
Adliye önünde protesto eylemi Duruşma devam ederken ESP tara-
fından gözaltına alınanların serbest bırakılması talebiyle Gaziosmanpaşa Adliyesi önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. “Her Saldırdığınızda Daha Güçlü Geleceğiz Biz Kazanacağız” pankartının açıldığı eylem sırasında konuşan ESP İstanbul İl Başkanı Çiçek Otlu, devlet terörü karşısında her zaman ayakta kalacaklarını belirtti. Polis baskınlarının gerekçeleri arasında şehitler için yapılan anma yürüyüşlerinin de olduğunu kaydeden Otlu, "AKP Hükümeti bilmeli ki, onları mezar başlarında anmaya, onların cenazelerine sahip çıkmaya devam edeceğiz" dedi. Ardından söz alan ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy da saldırılar karşısında tüm devrimci demokratik kurumları ve partileri dayanışmaya çağırdı.
Tutuklamalar protesto edildi ESP’ye yönelik gözaltı terörü ESP Kartal İlçe Örgütü tarafından 22 Kasım günü Kartal Meydanı’nda yapılan basın açıklamasıyla protesto edildi. “Gezi Soma Torunlar Yargılanamaz” pankartını açıldığı eylem sırasında, gözaltındaki ESP üyelerinin serbest bırakılmasını talep edildi. Açıklamanın ardından kitle bir süre oturma eylemi gerçekleştirdi.
≫ bakış can
aşbakan Davutoğlu Dersim soykırımıyla ilgili manipülatif, demagojik ve çıplak gerçeği yarım ağız dillendirip ama gerçeğin özünü karartan açıklamalarından sonra, Dersim’den olumlu tepkiler alacağını düşünerek Dersim’e gitti. Dersim halkını kolayca kandıramayacağını bilen hakim sınıflar, diğer illerden neredeyse Dersim nüfusuna yakın sayıda polis takviyesiyle Davutoğlu’nu Dersim’e gönderebildi… DHF Dersim örgütlülüğü tüm ilerici-devrimci güçlere protesto eylemi çağrısı yaptı. Bu çağrıya Halk Cephesi yanıt verirken, diğer dost devrimci demokratik kurumlar ise sessiz kalarak Davutoğlu’nun bu ziyaretini protesto etmedi, etmeye gerek duymadı!!! Oysa AKP iktidarının Dersim soykırımını gerici gayelerle kullanmaya çalıştığı, bunu kirli amaç ve siyasetine alet etmeye çalıştığı su kadar berrak bir gerçekti. Davutoğlu’nun ziyareti bu amaçtan bağımsız değildi, olamazdı da… Dersim Demokratik Haklar Federasyonu demokratik niteliğine uygun olarak gerekli tavrı ortaya koyarak protestoda bulundu ve bunun karşılığında faşist saldırıya maruz kaldı… Dersim soykırımını kirli siyasetlerine manivela etmenin yanı sıra, burjuva faşist klikler arası dalaşta da malzeme yapmayı hedefleyen ve aynı zamanda yaklaşan genel seçimlerde anlamlı bir başarı manasına gelen Dersim’de başarı elde etme amacıyla kullanılan Dersim Katliamı ve Dersim ziyareti elbette devrimci demokratik güçlerce protesto edilerek deşifre edilmesi gereken bayat bir burjuva siyasettir. Açık ki AKP iktidarı, Dersim halkının acılarıyla oynayıp onların duygularını sömürerek orada taban bulmak ve Dersim’in devlete karşı geleneksel karşı duruşunu kırarak devlete entegre etmek amacındadır. Bunun ötesinde AKP iktidarının gerçekte Dersim soykırımı ve katliamına, genel olarak katliamlara, soykırımlara vb karşı olduğunu düşünmek ahmaklık ve aymazlıktan aşağı olmaz. Zira Dersim’de yaşanan soykırım, dönemde yaşayan tanıklarıyla, belgeleriyle, devlet arşivleriyle, dönem iktidarının aldığı Dersim kararlarıyla, gerçekleştirilen soykırım uygulamalarıyla, bu karar ve katliam uygulamalarının dönemin günlük burjuva basında yer alan haberleriyle ve yapılan bir dizi çalışmayla vb vs inkar edilemeyecek açıklıkta ortadadır. Bilinen ve açıklanan bu gerçeklerin AKP iktidarı tarafından sadece ifade edilmesi ve yalnızca bilinenler boyutuyla ifade edilmesinin ötesinde soykırım gerçeğinin karşılığı olan pratik hiçbir adımın atılmayarak sadece dil ucuyla özür dilenmesi, onun Dersim Katliamı karşısındaki duruşunun dürüst ve samimi olmadığını gösterir ki, bunun ötesinde bir beklenti de aymazlığın daniskasıdır. Dahası, Roboski Katliamı’nı AKP iktidarı yapmadı mı ve bu katliam karşısında aldığı tavır ortada değil midir? Gezi/Haziran Ayaklanması’nda gerçekleştirdiği katliam, Kobanê direnişini destekleme eylemlerine karşı giriştiği katliam, madenlere gömdüğü işçiler şahsında ger-
çekleştirdiği katliamlar, Kürtlere karşı linçleri vb vs gibi katliamcı sicili ortadayken onun Dersim Katliamı-Soykırımına karşı olduğu düşünülebilinir mi? Komünist ve devrimciler açısından AKP iktidarının Dersim ve Dersim soykırımına yönelik yaklaşımları hiçbir değer taşımazken, bunların birer hile ve aldatmaca olduğu tartışmasızdır. Komünist ve devrimcilerin görevlerinden biri burjuvazinin halk kitlelerini aldatıp kandırmasının önüne geçmek için onların oyunlarını ve gerçek niyet ve niteliklerini deşifre ederek teşhir etmek, halk kitlelerini kirli burjuva siyaset karşısında aydınlatmaktır... Bunun bir biçimi de burjuvazinin gerici emellerle geliştirdiği ikiyüzlü politikalara karşı mücadele etmek, protestolarda bulunmak vb vs‘dir. Yukarıda dediğimiz gibi, DHF ve Halk Cephesi Davutoğlu’nun bu gelişini protesto etti. Her konuda açıklama yapıp boy gösteren diğer demokratik-devrimci kurumlar ne yazık ki Davutoğlu’nu protesto etme gereği duymayarak, Davutoğlu’nun Dersim’e gelişini ve dolayısıyla yaptığı demagoji ve manipülasyonu pozitif karşılamış oldu, en azından nötr karşıladıkları söylenebilir. Peki bunun sebebi neydi? Nedeni AKP iktidarı ile Kürt Ulusal Hareketi arasında süren ‘Barış-Çözüm süreci’ ve ilgili devrimci kurumların Kürt Ulusal Hareketi’yle çeşitli ittifaklar içinde olma gerçeğidir. Kendimizi zorlarsak BDP veya Ulusal Hareket orijinli tüm kurumların, böyle bir protestoda bulunmamasını bir yere kadar anlayabiliriz. Yani doğru ya da yanlış içinde bulundukları bir süreç ve yürüttükleri bir siyaset var. Bundan dolayı söz konusu Davutoğlu protestosuna katılmamaları, kendi politikaları açısından tutarlıdır ve anlaşılabilir. Ancak Kürt Ulusal Hareketi’yle ittifak vb ilişkiler içinde de olsalar diğer devrimci kurumların bu protestoya katılmamasını asla anlayamayız. İttifak içinde olmaları devrimci eylemden geri durmaları veya demokratik mücadelelerini zayıflatmalarının vb vs gerekçesi değildir, olamaz da. Nitekim DHF de Kürt Ulusal Hareketi’ni haklı ve demokratik mücadelesini desteklemekte, bu bağlamda çeşitli ilişkiler ve destekleme çalışmaları içinde yer almaktadır vb vs… Buna karşın bağımsız politikasını yürütmekte ve hatta dostane eleştirilerini de dillendirmektedir. Yazık ki, Dersim’de Davutoğlu protestosuna katılmayan devrimci kurumlar bu pratikte bağımsız siyaset yürütmekten uzaklaşmış, ittifak ettikleri harekete entegre olmuştur. Ne olursa olsun bu protestoya katılmamaları açıklanabilir ve anlaşılabilir bir durum değildir. Söz konusu devrimci kurumlar açısından düşündürücü bir tutum ve pratiktir. Dost güçlerle ittifak kurmak ve düşman sınıflara karşı mücadele etmek; bu ikisi birbiriyle çelişmez, bilakis örtüşür. Şayet ittifak burjuva faşist sınıflara karşı mücadeleyi engelleyen, zayıflatan bir nitelikteyse, bu ittifak değil, iltihaktır. Ve burada ittifakın ruhu yoktur, ittifakın siyasi esarete dönüşmesi vardır. Elbette bu genel bir değerlendirme değildir, sadece söz konusu özgül için geçerli bir değerlendirmedir.
06
emek haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
AKP iktidarının yeni ekonomik Emanetçi Başbakan Davutoğlu’nun önderliğindeki AKP iktidarı, geniş katılımlı ekonomi kurmaylarıyla yaptığı toplantıda belirlediği 25 alana yönelik ekonomik programın ilk 9 maddesini kamuoyuyla paylaştı Bu noktada hermen belirtelim ki uluslararası emperyalist sermayeye iliğine kadar bağımlı Türk devleti ve hali hazırdaki AKP iktidarı üzerinden gerçekleştirilen ekonomik politikalar, kesinlikle uluslararası emperyalist ilişkiler ve işleyişten bağımsız değildir. Dolayısıyla tekçi- faşist Erdoğan ve şurekasının o çokça ’’IMF’ye olan borçları sıfırladık ve şimdi biz onlara borç veriyoruz’’ argümanı koca bir safsata ve manipülasyondan ibarettir. Uluslararası sermayenin içerisinden geçtiğimiz süreçteki derinleşmesi ve merkezileşmesinin bir sonucu olarak Türk devletinin de onun ekonomik alt yapısından bütün üst yapı kurumlarına kadar yeniden yapılandırıldığı göz önünde tutulmalıdır. Bu kapsamda AKP iktidarının devreye koyarak hayata geçirdiği bütün ekonomi paketlerinin de bizzat uluslararası emperyalist tekelci sermayenin öngördüğü konseptler doğrultusunda yerine getirildiğini özellikle belirtelim. Bilinir ki sermaye asla statik olarak ele alınamaz ve dinamik bir olgu olarak dünya genelinde olduğu gibi Türkiye- Kuzey Kürdistan özgülünde de kendini sürekli olarak dizayn etme ihtiyacı duyar. Zira uluslararası emperyalist sermayenin bu süreçteki derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak da yeni ekonomik politikalar geliştirir. Bu temelde de öncelikli ve sonraki, kısa- orta- uzun vadeli ekonomik politikalarının olması da kaçınıl-
mazdır. İşte Davutoğlu, Babacan ve diğer bakanlar ve ekipmanlarıyla geniş katılımlı ekonomi kurmayları, emperyalist efendilerinin öngördüğü alanlara yönelik programın ekonomideki öncelikli planın bir bölümünü kamuoyuyla paylaşmak zorunda kalmıştır. Davutoğlu programla ilgili ilk olarak, "Hedefimiz, bu sektörel dönüşüm programlarıyla 2018 sonuna kadar yani 4 yıl içinde, GSYH'yi 1,3 trilyon dolara çıkarmak, cari açığı yüzde 5,2'ye çekmek, işsizlik oranını da yüzde 7 civarına indirmektir" diyerek özellikle önümüzdeki genel(parlamento) seçimlere yönelik de bu yönlü hazırlıkları yaparak kitlelere güven vermek için böyle bir hazırlık içerisinde olduklarını göstermekte ya da bu şekilde bir algı yaratmaktadır. Yapısal dönüşümlerinin beş ana başlık olarak: Siyasi istikrarın sürdürülmesi ve buna bağlı olarak ekonomik öngörülebilirliğin sürdürülmesi; insan odaklı kalkınma ve insan kaynağının geliştirilmesi; üretim teknolojisindeki değişime intibak ve öncülük etmek, bunun da Ar- Ge ve inovasyonla mümkün olduğu; ekonomide bütüncül bir anlayışın geliştirilmesi ve bunun da kamuda ve ülke genelinde hakim kılınması; ekonominin dünya ekonomisiyle tam entegrasyonla hareket etmesi şeklinde ortaya konulmuştur. Dokuz sektör ve 417 eylem planının tamamen reel sektöre ait olduğu ve önümüzdeki süreçte şimdilik öngörülen sekiz maddelik
genel makro ekonomik adımların, akadinde de yine sekiz maddelik bizzat ezilen ve sömürülenlerle doğrudan ilişkili yada kitlelere yönelik adımlar olacağı anlaşılmaktadır. Davutoğlu tarafından öncelikli 9 planın açıklandığı basın toplantısında ifade edilenleri genel olarak ele alacak ve değerlendirecek olursak.
İthalata olan bağımlılığın azaltılması Madencilik ülke içerisinde bir faaliyet alanı olmaktan çıkarılarak uluslararası sermayenin talanına ya da hizmetine daha fazla sunulacaktır. Tedarik stratejisini de bu anlamda güncelleyeceklerini vurgulamıştır. Aynı şekilde sanayi stratejisini de daha da derinleşen ve merkezileşen uluslararası emperyalist sermayenin durumuna daha uygun hale getirecekleri mesajı verilmektedir. Enerji üretim tesislerindeki teçhizatın ülke içerisinde üretilmesinin desteklenmesi argümanıyla sözde milli karakter algısı yönlendirmeleriyle manipülasyona devam edilmektedir. Bu temelde belli bölgelere yeni teşvik paketleri hazırlayarak tamamen kendi bir avuç sermayedarlarına alanlar daha fazla ve yasal statülerle peşkeş çekilmeye de devam edileceği açıklanmaktadır. Bu kapsamda yine tohumculuk yetiştirme kapasitesinin arttırılması, elektrik araçları teşviki, serbest bölgelerin cazibesi-
nin arttırılması, üniversite sanayi işbirliğinin arttırlması gibi uygulamalarla uluslararası sermayenin şimdiki durumdaki konseptine uygun olarak sürecin işletileceği ortaya konulmaktadır. Bunun içinde sözde dış ticaret açığının GSYH’ya oranının yüzde 9,9 seviyesine çekileceği aldatmacalarıyla ekonomi piyasasındaki aldatıcı operasyonların devam durumu söz konusudur.
Öncelikli teknoloji alanlarında ticarileştirme Küçük örnek birimler geliştirme süreçlerini destekleyici politikalar izleneceği belirtilmiştir. Bu noktada belli araştırma merkezlerini özel sektöre ve daha ziyade çok uluslu emperyalist şirketlere açarak özel mülkiyet sisteminin daha da geliştirileceği kararlılığı vurgulanmıştır. Bunun için ise güya girişimcileri desteklemek için fonlar kurulacakmış. Bu noktada da kendi iktidarını destekleyenlere alanlar açarak daha fazla palazlandırılacağı ve geliştirileceği tartışma götürmez bir durumdur. Bunun için sözde yenilikçi girişimciler için kredi garanti merkezleri kurulması, enerji, sağlık, havacılık ve uzay sektörleri başta olmak üzere kümelenme çalışmalarına devam edileceği dile getirilmiştir. Bir de bu yöntemle öncelikli sektör dedikleriyle cilalanmış sözde yerli markaların arttırılacağı beyan edilmektedir. Bu şekilde imalat sanayi üretim ve ihracatında kendi iktidarları bileşenli öncelikli sektörlerin paylarının arttırılacağı utanmadan vurgulanmıştır. Bütün bunları da nitelikli araştırmacının yetiştirilmesi ve özel sektörde istihdam edilmesi şeklinde değerlendirileceği açık-
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
emek haber
07
planlamaları lanmaktadır. Araştırma merkezi, kuluçka, hızlandırıcı, teknoloji ve ’’yenilik’’ merkezlerinin arttırılarak ’’yenilikçi’’ girişimciliğin geliştirilmesi ve teknoloji transfer ara yüzlerinin arttırılmasına imkan tanınacağı vurgulanmıştır.
Kamu alımları yoluyla teknoloji geliştirme ve yerli üretim Kamu ihale kanununda değişiklik yapılarak sözde yerli tedarik modelleri geliştirileceği beyanıyla aslında derinleşen ve merkezileşen çok uluslu emperyalist sermayenin halihazırdaki durumuna göre şekillenileceği itirafında bulunulmaktadır. Bu eksende de sözde yerli firmaların kamu ihalelerinden daha fazla pay alması sağlanacaktır. Yüksek teknoloji sektörlerinde de uluslararası alanda markalaşma sürecinin destekleneceği algısıyla aslında doğru düzgün hiçbir yerli markası olmayan ve fakat biçimsel kaba hallerinde önemli görevler üstlenilen durumu karşısında uluslararası sermayenin gerçek sahibi olduğu ürünlerin patentleri cilalanarak yerli malı aldatmacalarıyla piyasaya sürüleceği ifade edilmektedir. Zira şimdiye kadar olduğu gibi bugün bunun çok daha fazla koşulları söz konusudur. Bütün bunlara ilişkin de aslında uluslararası sermayenin birer memuriyetliği haline gelen bütün kurum ve bireylerinin yaptığı çalışmaları da kamu tedarik sistemi yoluyla Ar-Ge harcamalarının arttırılılacağı aldatmacalarıyla kitlelere sunulmaktadır.
Yerli kaynaklara dayalı enerji üretim Arama ve Ar- Ge çalışmalarına ivme kazandırılacağı beyanıyla çok uluslu emperyalist şirketlere yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakları yasal statülerle daha fazla peşkeş çekilmektedir. Bu kapsamda güneş ve jeotermal gibi kaynaklara yönelineceği vurgulanmıştır. Bunun için aslında uluslararası emperyalist sermayedarlara ve şirketlerine perşkeş çekilerek buna da 2018’de yerli kaynak kullanımını yüzde 30’a çıkarma planı denilerek aldatıcı politikalar hayata geçirilmektedir.
Enerji verimliliğinin geliştirilmesi Türkiye- Kuzey Kürdistan’ın bütün enerji kaynaklarını doğa ve insana zarar verecek şekilde tasavvur ederek uluslararası emperyalist şirketlere peşkeş çekmekten hiç de kendini alıkoymayan AKP iktidarı, bir de enerji kullanımı konusunda bilinç arttıracakmış. Enerji performansının yaygınlaştırılmasından tutalım da akıllı ulaşımı yaygınlaştırma altında ekonomik politikalar özel mülkiyet dünyasının hizmetine sunulmaktadır. Bunun için de KOBİ’lere destek vereceklerini ve kamu
binalarındaki enerji tüketiminin yüzde 10’ a düşürüleceğini dile getirmektedirler. Bütün bunlar aslında küçük ve orta boy işletmelerin daha fazla çok uluslu emperyalist şirketlere eklemleneceği ve ona bağımlı hale getirileceği beyanıdır.
Tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi Uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak bütün alt yapı alanlarındaki değişim kapsamında tarımda sulama tesislerinin de rehabilite edileceği, arazi toplulaştırma çalışmalarına da hızla devam edileceği vurgulanmaktadır. Modern sulama sistemleriyle büyük şirketlere daha fazla bağımlı hale gelinmesinin çalışmalarına hız verileceğiverildiği görülmektedir.
Sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşüm Her alanda olduğu gibi sağlı alanında da uluslararası sermayenin durumuna göre yapılandırma çalışmaları gerçekleştirilmektedir. Her ne kadar bunun adınaTürkiye Sağlık Enstitüsü kurulacak dense de gerçekte olan durum budur. Bu temelde plazma ürünleri ve aşıların ülke içerisinde üretiminin geliştirileceği, tıbbi araçların ve ilaç üretiminin de ’’yerli’’ üretim adı altında arttırılacağı beyan edilmektedir.
Sağlık turizminin geliştirilmesi Hedef ülke temelinde bazı eylem planları oluşturulacağı ve bu alanda teşvik sistemlerinin sadeleştirilerek uluslararası emperyalist sermaye sistemine daha uygun hale getirileceği vurgulanmaktadır. Fiyat düzensizliğinden tutalım da, ülke dışı tanıtım çalışmalarına kadar kapsamın genişletileceği belirtilmektedir. Özellikle termal turizm ve medikal turizm kapasitesinin geliştirileceği açıkılanmaktadır.
Taşımacılıktan lojistiğe dönüşüm Lojistik koordinasyon kurulu kurulacağı beyanıyla taşımacılık sektöründe de yeniden yapılanmanın sürdürüleceği açıklanmıştır. Özellikle demiryolu bağlantılarının güçlendirilmesiyle bir yandan uluslararası emperyalist sermayenin yeniden yapılandırma operasyonu hayata geçirilirken, kent ulaşımında ulusal lojistik maskesiyle halk aldatma politikaları atbaşı gitmektedir. Bütün bu ve buna benzer ekonomik düzenlemelerin uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak üretimden tüketime, sanayiden tarıma, pazarlamadan ticarete ve tüm yönleriyle ekonomik alt yapının daha fazla dizayn edilme sürecinin işletildiğini söyleyebiliriz.
Yine Antalya yine katledilen kadın işçiler Antalya Organize Sanayi Bölgesinde yaşanan patlamada 2 kadın işçi hayatını kaybederken, birçok işçi de yaralandı Ülkemizde işçi katliamlarının giderek arttığı bir süreçten geçiyoruz. Birçok sektörde çalışan kadın işçilerin işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinden yoksun koşullarda ve düşük ücretlerle çalıştırılması gerçekliği, kadın işçilerin yaşadığı en önemli sorunların başında geliyor. Kadının ev içi emeği ile işyerindeki emeğine hak ettiği değer verilmezken, kadın emekçilere iş güvenliği yasalarında dahi yer verilmiyor. Söz konusu kadın emeği olunca kadın işçilerin çalışırken hastalanması, sakatlanması ve ölmesi dahi görmezden geliniyor, görülse dahi sıradanmış ve olağanmış gibi gösteriliyor.
Ülkemizde güvencesiz ve esnek çalışma yaygınlaştırıldı Neo-liberalizmin temel stratejilerinden biri olan emeğin değersizleştirilmesi ve güvencesizleştirilmesi sürecinin bir yansıması olarak ülkemizde de güvencesiz ve esnek çalışma giderek yaygınlaştırıldı. Güvencesiz ve esnek çalışmanın en yaygın olduğu sektörlerden birçoğu Organize Sanayi Bölgelerinde bulunuyor. 3 Şubat 2011 tarihinde Ostim-İvedik’te yaşanan patlamada 20 işçinin katledilmesi ile yine İvedik’te geçtiğimiz ay bir işçinin hayatını kaybetmesi, Organize Sanayi Bölgelerinde yaşanan işçi katliamlarına iyi birer örnek oluşturuyor.
Antalya’da 2014 yılında 34 kadın işçi katledildi
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin yaptığı açıklamaya göre 2014 yılında en az 112 kadın işçi hayatını kaybederken, en az 34 kadın işçi ise Antalya’da katledildi. Meclisin açıkladığı verilerin de açıkça gösterdiği gibi çeşitli iş kollarında çalışan milyonlarca işçi, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmadan çalıştırılırken, devlet patronların kar hırsı için işçilerin yaşamını hiçe sayıyor. Devlet yaşanan işçi katliamlarında gerçeklerin üzerini örterek katliamları görmezden gelen pratiğiyle de dikkat çekiyor. Antalya’da 19 Kasım günü yaşanan patlamada kadın işçilerin katledilmesiyle yaşanan işçi katliamlarına bir yenisi daha eklendi. Antalya’nın Beyazz Endüstriyel Tekstil Yıkama Üretim ve Kiralama Fabrikası’nda buhar makinesinin patlaması sonucu 2 kadın işçi hayatını kaybederken, 8 işçi yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Yaralanan işçiler hastanede tedavi altına alındı.
DHF yaralanan işçileri ziyaret etti Demokratik Haklar Federasyonu faaliyetçileri hastaneye ve fabrikaya giderek yaralanan işçilerin yakınlarını ziyaret etti. Ziyaret sırasında gerçekleştirilen sohbetlerde Beyazz Tekstil’de kısa bir süre önce de birçok hak gaspının yaşandığı ve birçok işçinin işten atıldığı belirtildi. Bazı işçilerin mesai ücretlerinin ödenmemesi nedeniyle işten ayrıldığını ifade eden yaralı yakınları, Beyazz Tekstil Fabrikası’ndan hiçbir yetkilinin hastaneye gelmediğini belirterek patronların işçilere karşı büyük bir öfke duyduğunu açıkladı.
08 kadın haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
Ey ‘fıtrat’ sen nelere kadİrsİn(!)
AKP’ye yakınlığıyla bilinen KADEM’in organize ettiği “Kadın ve Adalet” zirvesinde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kadın ve erkeğin eşit olması fıtratta yok” dedi
zalim olduğundan dem vurdu. Konu kadınlara gelince ise bildiğimiz cennet teranelerinin yinelendiği, her şeyi ‘açıklamaya’ yarayan bir dizi ‘fıtrat’ soslu cümleyle bir yandan da “komünistlere ve feministlere” saldırarak kendi iktidarının kadınlar konusunda ne denli yüce bir adalet anlayışını temsil ettiğini yineledi.
Geçen yılki “Erkeksen öfkeni yen” gibi müthiş sloganlarının ardından bu yılki 25 Kasım’da “Önce adam ol” , "Kadına el kaldıran adam değildir" gibi ‘erkekliği’ yeniden üreten sloganlarıyla tekrar dumura uğratan AKP’nin paravan ‘kadın örgütü’ KADEM, kadına yönelik şiddetle mücadele çalışmalarında bir ‘çığır’ daha açarak “Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi”ni düzenledi. Üstelik bu dâhiyane zirvenin “onur konuğuysa” ağzından çıkan her sözü kadınlara / halka kurşun olarak geri dönen reisi cumhurumuz Erdoğan’dı. “Kadın ve Adalet” gibi kavramların ülkemizde yan yana zikredilmesinin abesliği bir yana, bir de böylesi bir söz dizisinin yanına AKP iktidarını ekleyince durum giderek ironikleşiyor. Zira biliyoruz ki kadın katliamlarının had safhaya ulaştığı, kadına yönelik her türlü şiddetin, ayrımcılığın, baskının meşrulaştırıldığı ve kadının toplumun her alanında eşit bir birey olarak kendisini var etmesinin önünde bir engel olarak duran bir sistemin temsilcisi olan AKP iktidarının, kadına “adalet” vaat edebilecek hiçbir yanı olamaz. Bahsi geçen zirvede konuşan Erdoğan ise yine şaşırtmadı. Beyinlerimize hakaret etmede usta olan Erdoğan gelmiş geçmiş en zulümkar rejimlerden birinin temsilcisi olmasına karşı “zalimlerle ortak olanlara” atıfta bulunarak onların da zalimler kadar
Bakalım Erdoğan ne diyor: “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz. O fıtrata terstir. Çünkü fıtratları farklıdır, tabiatları farklıdır. Bünyeleri farklıdır. Örneğin iş hayatında hamile bir kadını erkek ile aynı şartlara tabi tutamazsınız. Bir anneyi örneğin çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi, bu tür yükümlülükleri olmayan bir erkekle eşit konuma getiremezsiniz. Kadınları erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız komünist rejimlerde geçmişte olduğu gibi. Eline ver kazmayı küreği çalışsın, olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına o bir defa ters düşer.” Ne zaman ‘fıtrat’ kelimesini duysak iktidarın yeni bir saldırısıyla karşılaşıyoruz. “Fıtrat” iktidarın ağzında yanlış giden her şeyi açıklamaya bire bir sihirli bir kelime oluyor. Madenciler mi katledildi? Tabii canım, bu bir “fıtrat” meselesidir ancak. Yoksa yolunda gitmeyen bir şey yok. Olağan bir durumdur yani. “Fıtrat” her türlü melaneti güzelleyendir, iyileştirendir. “Fıtrat” kadın erkek eşitsizliğini dahi “açıklayandır”. Yetmiyor devam ediyor Erdoğan “Kardeşlerim kadınların ihtiyacı olan şey nedir? Kadının özellikle adalet karşısındaki eşitliği asıl olandır. Mağdur olanın zorla mağdur eden seviyesine çıkartılmasıdır eşitlik ya da tam tersidir. Kadının ihtiyacı olan eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmektir yani adalettir. (..)Bi-
Erdoğan ve “fıtratı”
zim dinimiz kadına bir makam vermiş, annelik makamı. Cenneti ayakları altına sermiş. Babanın değil annenin ayakları altına koymuş. Annenin ayağının altı öpülür. Anne başka bir şey. Ve o makam ulaşılamazdır. Ama bunu anlayanlar olur, anlamayanlar olur. Bunu feministlere anlatamazsın mesela, onlar anneliği kabul etmiyor.” Öyle güzel konuşuyor ki bir an ekrana çakılıp kalasınız ve söylenenlere inanasınız geliyor. Yaşanan katliamların tanığı olmasanız, “kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılacaktır” dediğini bilmeseniz neredeyse inanacaksınız bu bayın “adalet” diye diye kan kokan ağzından çıkan lakırdılara. Kadınları bir hapishaneye dönüşen toplumun “kutsal annelik” hücresine hapseden bir anlayışın onları bir yandan evde “kadınlık görevlerini” icra ederken bir yandan da gerektikçe kapitalist pazarın ihtiyacı olan “kadınca” işlerde esnek ve ucuz çalıştırılabilecek iş gücü olarak gören bir iktidarın temsilcisidir Erdoğan.
Yine yanlış anladık (!) Erdoğan’ın yaptığı “fıtrat” konuşmasının ardından gelen tepkilere Erdoğan adına yanıt olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Erdoğan’ın bir algı operasyonuna maruz kaldığını, o cümlelerde herhangi bir tuhaflık olmadığını iddia ederek şöyle diyor: “Bu tartışmayı yapabilmek için ’fıtrat’ kelimesinin anlamını iyi bilmek lazım. Medyada yazılanlara baktığım zaman belki de çok iyi bilinmiyor diye düşünüyorum. En kestirme şekliyle gidersek fıtrat, ’yaradılış’ demek. Kadınla erkek, yaradılışları itibarıyla farklıdır; biyolojik, fiziki bazen ruhi olarak farklıdır. Dolayısıyla pek çok cins arasında mutlak bir eşitlik olmayacağı gibi kadınla erkek arasında da ’mutlak’ bir eşitlik yoktur. “ Erdoğan hep çok iyi niyetli (!) O hep iyiyi
doğruyu anlatıyor da niyeyse biz anlamakta güçlük çekiyoruz (!) Her dediğinden bir şey çıkarıyor, laflarını cımbızlıyor, hep doğru söylenmiş lafları yanlışa çıkarıyoruz (!) Öyle ya diyor ki kendi: “Dün gerek bazı ulusal gazeteler, gerek bazı uluslararası medya kuruluşları, son derece açık olan, manası son derece beli olan bu ifademin sadece bir kısmını aldılar. Çok farklı çok yanlış şekilde yansıttılar. Kimse böyle ahlak zafiyeti içinde bir yere varamaz. Bunlarda yalan var, bunlarda takiye var, bunlarda iftira var, bunlarda hakaret var, bunlarda olmayan tek şey dürüstlük. Şahsen 40 yılı aşkın siyasi mücadelemde, kadın haklarını ve kadın hareketlerini nasıl savunduğum, nasıl teşvik ettiğim ortadayken hiç kimse bu konuda bana ve arkadaşlarıma çamur atamaz”. Hâşâ, atamayız, destur. Kim ola ki o çamur ata reisi cumhuruna. Biz biliriz onun kadınları, maden işçilerini nasıl düşündüğünü. Onları düşünmekten saçlarına aklar, yorgunluktan bitap düştüğünü. Yemeyip içmeyip onlar için çalışmaktadır o. Ama biz o kadar kötü niyetliyiz ki, hep “yanlış” anlıyoruz. Sözü fazlaca uzatmaya gerek yok ki biz sizi de, önceliniz olanları da ve devamcınız olacakları da çok iyi anladık, anlıyoruz. Siz “güçlü” erkeklerinizin merhametine sığınan uysal köleler, istenildiğinde yeterince çocuk doğuran kuluçka makineleri, iş pazarınızda narin vücutlarımıza uygun gördüğünüz işlerde açlık ücretleriyle çalıştırılan esnek ve ucuz iş gücü deposu, ücretsiz ev işçileri/köleleri, keyfinize ve dileğinize göre şiddet uyguladığınız, katledilince anonim rakamlara dönüşen ve kaderine razı itaatkârlar, isyan etmeyen narin uslular ve dahi cennetinizde köle huriler aramaktasınız. Erkek adaletinize son sözümüz ola ki “İsyan etmek fıtratımızda var”.
kadın haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
DKH ‘kadın ve şiddet’ başlıklı panel düzenledi Demokratik Kadın Hareketi İstanbul ve İzmir örgütlülüğü 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü kapsamında ‘Kadın ve Savaş’ başlığını taşıyan panel düzenledi Emperyalistler tarafından yürütülen kirli savaş politikaları doğrultusunda özelde Kürdistan’da, genelde ise tüm dünyada binlerce kadın savaş ganimeti olarak köle pazarlarında satılmış, yine emperyalist devletlerin piyonları tarafından katledilmiştir. Son süreçte Şengal’de, Kobané’de ve Rojava’da tüm yakıcılığıyla devam eden savaş içerisinde kendi mücadelesini yükselten özelde Kürt kadınları, tüm dünya kadınlarına örnek olabilecek destansı bir pratikle tarih sahnesinde yerini alıyor. DKH de yaşanan bu gelişmelere ilişkin 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü vesilesiyle İstanbul ve İzmir’de ‘kadın ve savaş’ konulu panel düzenleyerek, kadının mücadele içerisinde nasıl özneleşip özgürleştiğini dile getirdi. DKH İstanbul örgütlülüğünün 30 Kasım günü düzenlediği panele konuşmacı olarak İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği üyesi Kıvılcım Arat, Ev İşçileri Dayanışma Sendikası Genel Başkanı Gülhan Benli, Eski Mahpuslar ve Wernicke Kor-
sakofflularla Dayanışma Girişimi üyesi Seza Mis Horuz, İHD Cezaevi Komisyonu üyesi Hatice Onaran ve DKH Temsilcisi katıldı. Yapılan saygı duruşu ve sine vizyon gösterimi ardından ilk sözü alan Wernicke Korsakofflularla Dayanışma Girişimi üyesi Seza Mis Horuz, toplumda ve devletlerarası savaşta kadını anlatarak haksız ve gerici savaşların kadına yönelik en büyük savaş olduğunu ifade etti.
Torba yasa işçinin güvenliğini yok sayıyor Ev İşçileri Dayanışma Sendikası Genel Başkanı Gülhan Benli de sendikalaşma sürecini anlatarak kurdukları sendikanın önemine dikkat çekti. Son çıkan torba yasa üzerinden ev işçilerine haklar sağlandığını ileri sürenlere karşı tam tersi güvencesizliğin resmileştirildiğini ifade eden Benli, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin çıkan torba yasayla tamamen yok sayıldığını ve torba yasanın hiçbir getirisinin olmadığını vurguladı. İHD Cezaevi Komisyonu üyesi Hatice Onaran ise yaptığı konuşmada toplumun kadını bir namus kavramı olarak gördüğünü ifade ederek, kadının yaşanan toplumun yani doğrudan erkeğin namusu olarak algılandığını ifade etti. Hasta tutsaklara değinen Onaran, ağır hasta tutsaklardan 40’nın kadın olduğunu belirterek Galatasaray Lisesi önünde her hafta oturma eylemi yaptıklarını ifade etti.
İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği üyesi Kıvılcım Arat ise şiddetin toplumdaki alt yapısını ve translara yönelik uygulanan şiddeti örneklerle açıklayarak gerek hapishanelerde gerek hastanelerde gerekse de birebir yaşamın her alanında karşılaştıkları zorlukları ifade etti. Şiddeti değerlendirirken yaşanan toplumun dini, siyasi yapısını ve tarihsel süreçlerini değerlendirmeden şiddete yönelik yapılacak her değerlendirmenin ayaklarının havada kalacağını belirten Arat, genel ahlak olarak kullanılan kavramın alt yapısının da bu kavramlar tarafından oluşturulduğunu belirtti. Son olarak sözü alan DKH temsilcisi panelistlerin konuşmalarını toparlayarak şiddete, cinsel şiddete, tacize, tecavüze ve kadın katliamlarına karşı kadınların örgütlenmesi ve bir bütün mücadele etmesi gerektiğini vurguladı. Panelin ardından Grup Alamor’un sahne almasıyla etkinlik sona erdi.
Şiddete karşı tek vücut olmanın yarattığı bilinçle yürümeye devam DKH İzmir örgütlülüğü de ‘kadın ve savaş’ başlığıyla panel düzenleyerek; tarihsel kesit, şiddet ve feminizm sarmalı başlıkları altında kadın mücadelesine dikkat çekti. ‘Tarihsel Kesitte Kadın Hareketi’ başlığı altında yapılan sunumda, doğanın ve diyalektiğin temel yasasının çelişki olduğu ve doğada olduğu gibi insan türünün
09
iki cinsi arasında da binlerce yıldır devam eden bir çelişkinin bulunduğu belirtilerek bu çelişkinin de kadın-erkek çelişkisi olduğu ifade edildi. Tarihsel süreç içerisinde bu çelişkinin farklı nitelik ve biçimler alsa da insanı ezen ve ezilen cinsler olarak ikiye böldüğü; bu bağlamda kadın-erkek çelişkisinin ortadan kalkmasının sosyalist mülkiyet sistemi dahil tüm sistemlerin ortadan kalkmasıyla, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumda insanlar arasındaki her türlü yabancılaşmanın kırıldığı özgür ilişkilerin mümkün olacağı ve bunun gerçeğe dönüşmesinin de sınırsız kültür devrimleri süreciyle başarılacağı ifade edildi. Şiddet kavramının tanımının yapıldığı panelde, egemenlik ilişkilerinin hüküm sürdüğü her yerde şiddetin var olduğu, erkek egemen anlayışın hakim olduğu bütün sistemlerde de şiddetin sürekli hale getirilip kadınları belli kimliklere hapsettiği belirtildi. Feminizm başlığını da açan İzmir DKH, kadınların sosyal, siyasal ve hukuki bakımdan niçin eşit olmayan konuma geldiği üzerinde durulmadan, feminizm akımının anlaşılmasının mümkün olamayacağını ve bu nedenle kadın sorununun ilk önce tarihsel bir perspektiften ele alınıp incelenmesi gerektiğini vurguladı. Dinleyicilerin soru ve görüşleriyle devam eden panel, örgütlenme ve mücadele çağrısıyla sona erdi.
10 25 Kasım kadınların kadın haber
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü kapsamında kadına yönelik cinsel şiddet ve şiddete, kadın emeğinin sömürülmesine ve yedek işgücü ilan edilmesine, özelde Ortadoğu’da genelde ise tüm dünyada kadınların kirli savaş içerisinde savaş ganimeti olarak görülmesine ve kadın katliamlarına karşı milyonlarca kadın alanlara çıktı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü kapsamında ülke genelinde alanlara çıkan kadınlar, taleplerini haykırdı. Başta İstanbul, Ankara, Urfa, İzmir ve Dersim olmak üzere ülkenin birçok yerinde yapılan eylemlerde kadınlar, cinsel şiddet ve şiddete, yedek iş gücü ve ikincil sınıf cins ilan edilmesine ve özelde Ortadoğu’da genelde ise tüm dünyada kadına yönelik katliamlara karşı yürüyüş ve basın açıklamaları düzenledi. Bu doğrultuda 25 Kasım’ı Suruç’ta karşılayan Demokratik Kadın Hareketi (DKH) de Kürt kadınlarıyla buluşarak Suruç’ta basın açıklaması gerçekleştirdi. 22 Kasım’da ülkenin çeşitli yerlerinden bir araya gelen DKH faaliyetçileri, ilk olarak BDP Suruç İlçe Binası’nı ziyaret etti. Burada Kobanéli kadınlar tarafından karşı-
lanan DKH, Kobané’de süren savaşa ve bu savaş içerisinde özelde YPJ tarafından yükseltilen kadın mücadelesine dair verimli sohbetler gerçekleştirdi. Yapılan görüşmelerin ardından Suruç’a bağlı sınır köyü olan Maaser Köyü’ne giden DKH, gece köylülerle sınır nöbeti tutarak yakılan ateş etrafında halaylar çekerek türküler söyledi. 22 Kasım günü ise sınır köyünde basın açıklaması gerçekleştiren DKH, kadına yönelik taciz ve tecavüzü, kadın emeğinin sömürülmesini ve kadın katliamlarını protesto etti. Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)’nin destekçi olarak katıldığı basın açıklamasına köy halkının ilgisi de yoğundu. Basın açıklaması öncesi “Cinsel ulusal sınıfsal sömürüye son” , “Bîjî berxwedana jiyan" , “Jin jiyan azadi” sloganları atıldı. Basın açıklamasının ardından kitle insan zinciri oluşturarak, halaylarla eylemi sonlandırdı
‘Mirabellerden Sakinelere Kobanê’de Arin’iz, sınır tanımayan Kader’iz’ 25 Kasım’da ise DÖKH’ün çağrısıyla bir araya gelen binlerce kadın, Dewşan Köyü’nde bir araya gelerek Maaser Köyü’ne yürüdü. “Mirabellerden Sakinelere Kobanê’de Arin’iz, sınır tanımayan Kader’iz” sloganının atıldığı yürüyüşe Roboskili anneler, Barış anneleri, KESK’li Kadınlar, DKH, SKM ve Üniversiteli Genç Kadınların yanı sıra DTK Eşbaşkanı Selma Irmak, HDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, Van Bağımsız Miletve-
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
kili Aysel Tuğluk, DTK İcra Kurulu’ndan Feleknas Uca ve YNK eski milletvekili Nermin Osman katıldı. Etkinlik yapılan konuşmaların ardından halaylarla sona erdi.
İstanbul’da kadınlar 25 Kasım’da alanlardaydı 25 Kasım Kadın Platformu’nun çağrısıyla Taksim Tünel’de bir araya gelen yüzlerce kadın, Galatasaray Meydanı’na yürüyüş gerçekleştirerek Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü’nü alanlarda karşıladı. Demokratik Kadın Hareketi’nin de destekleyicisi olduğu eylemde,“Erkek Devlet IŞİD Şiddetine Karşı İsyandayız” pankartı arkasında bir araya gelen kadınlar, “ Kadın cinayetleri politiktir” , “Trans cinayetleri politiktir” , “Bıji berrxwedana jinan” ,“Kobanê'den Gazze'ye direnen kadınlara bin selam” , “Gözaltında tacize tecavüze son” , “Devlet elini bedenimden çek” , “Kadın düşmanı Tayyip Erdoğan” sloganlarıyla yürüdü. Arin Mirxan ve Kader Ortakaya'nın fotoğraflarının da taşındığı yürüyüşte, “Arin'den Kader'e sürüyor mücadele” sloganı atıldı. Türkçe ve Kürtçe okunan basın açıklamasında Başta Ortadoğu‘da olmak üzere savaşlarda kadınları her gün öldüren, ganimet olarak görüp kaçırarak köle pazarlarında satan, tecavüz eden erkek egemen zihniyete karşı direniş çağrısı yapılarak şöyle denildi: “İşte bu öfkemiz bir meşale olup Kobanê’de, Rojava’da, Filistin’de ve Gezi’de direnişe dönüştü. Biz kadınlar özgürlük meşalesini Arin’le,
Kader’le, Jabbari’yle direnerek taşıyacağız! Biz zeytinleri için direnen ve biz Validebağ korusu için nöbet tutan ve biz Karadeniz dereleri için uykusuz kalan ve biz yoksulluklara karşı yürüyen ve biz her türlü cinsiyetçi politikalara karşı direnen kadınlarız.”
Dersimli kadınlar: ‘Erkek vuruyor devlet koruyor’ Sanat Sokağı’nda bir araya gelen aralarında Demokratik Kadın Hareketi (DKH)’nin de aralarında olduğu, “Şiddete Tacize Tecavüze Savaşa Yoksulluğa Kadın Katliamına Çocuk İstismarına Duvarlara Dur De-Dersimli Kadınlar” imzalı pankart arkasında bir araya gelen kadınlar, Seyit Rıza Parkı’na yürüdü. “Kadın katliamlarına dur de” , “Cinsel ulusal sınıfsal sömürüye son” , “Jin jiyan azadi” , “Biji berxodana YPJ” , “Erkek vuruyor devlet koruyor” , “Yaşasın kadın dayanışması” , ”Susma haykır translar vardır” sloganlarıyla yürüyen kitle, Seyit Rıza Parkı’nda bir araya geldi. Yapılan basın açıklamasında kadınların hem çok kaba hem de çok inceltilmiş bir şiddet sarmalı içerisinde olduğu belirtilerek şu ifadelere yer verildi:“Tüm bu kadın düşmanı anlayış ve uygulamalara, şiddetin en büyüğü olan savaş ve militarizm diline, baskı ve sindirme politikalarına sarılırken; halkların kardeşliğinden, barıştan ve eşitlikten yana her türlü demokratik muhalefeti, dozunu her geçen gün arttırdığı bir şiddetle boğmaya çalışan AKP iktidarı, IŞİD’den bir ‘tık’ ileri olmuş, fark eder mi? Zihniyet aynı karan-
11 İsyanıyla karşılandı 1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
lık zihniyettir. Ortadoğu’daki savaş durumu, ülkemizi bir göç ülkesi haline getirdi. 2 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacı toplamından söz ediliyor. Antep gibi işçi kentlerinin yanı sıra özellikle büyük kentlerde var olma mücadelesi veren bu geniş kitlenin önemli bir bölümünü yoksul kadın ve çocuklar oluşturuyor. Sığınmacı, mülteci ve göçmen kadınlar ve çocuklar her şeyden önce insanca barınma, beslenme, eğitim, sağlık gibi temel insan haklarından yoksun olarak ucuzun ucuzu, her tür güvenceden yoksun, ezilenin ezileni, kaçak emek gücü olarak da her türlü ayrımcılık, şiddet, taciz, tecavüz ve ölüm tehdidiyle karşı karşıya. Ki bunun hazin örneklerini yaşamaya başladık. Maalesef ki, savaşın her türlü mağduriyetini en önde biz kadınlar yaşıyoruz. 1960’da Dominik’te hunharca katledilen Mirabel kardeşlerden, Arin Mîrxanlara ve Kader Ortakkayalara kadar kadınların mücadelesi ve dayanışması büyüyerek devam ediyor. Bugün de başta Kürt kadınları olmak üzere Rojava’da eşit ve özgür bir yaşam kuranların, bu yaşamın parçası Kobanê’de direnip vatanlarını barbar IŞİD çetesine karşı ölümüne savunanların mücadelesiyle birleşmenin, dayanışmayı büyütmenin zamanıdır”
İzmirli kadınlar: ‘Yaşasın kadın mücadelemiz’ İzmir’de Alsancak Garı’nda bir araya gelen kadınlar, 25 Kasım Kadına Yönelik
Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü nedeniyle gerçekleştirdiği eylemle kadına yönelik şiddeti protesto etti. Aralarında DKH’nin de olduğu kadınlar, “Savaşa IŞİD Vahşetine Erkek Egemenliğine Kadın Katliamlarına Nefret Cinayetlerine Direniyoruz” pankartını açarak Alsancak Garı’ndan Sevinç Pastanesi’ne yürüdü. Yürüyüş sırasında kadınlar, “Jin jiyan azadi” , “Kadın yaşam özgürlük” , “Yaşasın kadın mücadelemiz” , “Biji berxodana YPJ” sloganlarını attı. Yapılan basın açıklamasında 12 yıllık AKP iktidarıyla yönetilen süreçte kadın katliamlarının katbekat arttığı ifade edilerek özelde Kobané’de yürütülen savaşta da en çok katliamı ve ezilmişliği, kadının kadın olma kimliğinden dolayı yaşadığı vurgulandı.
‘Kadın cinayetleri politiktir’ Altınoluk Direniş Forumu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü’ne ilişkin basın açıklaması gerçekleştirdi. Yapılan basın açıklamasında kadın mücadelesinin belirlenmiş günlere sıkıştırılmasının doğru olmadığı vurgulanarak şunlar ifade edildi: “Kadınlar siyasal toplumsal yaşamdan daha çok pay almak istedikleri zaman, bunun tek yolunun ‘olumlu ayrımcılık’, kota olduğu ifade ediliyor. O hâlde ‘geleneksel’le kuşatılan kadın konusunda diyebiliriz ki; töre ve namus ‘gerekçesi’yle işlenen cinayetlerden; en-
kadın haber
sest yani aile içi cinsel tecavüzden, her türlü taciz ya da şiddetten nikâhlı ırza geçmeye kadar bütün yönleriyle şiddetin mağduru olan kadınlar, sınıflı sömürücü yapılarla ataerkinin doğrudan zulüm politikalarının nesnesidir.” Açıklamada son olarak kadın sorununun kapitalizmin, özel mülkiyetin ve sermayenin egemen olduğu bütün toplumlarda var olmaya devam edeceği belirtilerek Kobanê, Şengal ve Ezidi kadınların mücadelesini büyütme çağrısı yapıldı.
Antalya’da şiddet gören kadınların sayısında artış var Demokratik Kadın Hareketi’nin de bileşeni olduğu Antalya 25 Kasım Kadın Platformu’nun düzenlediği eylem için Güllük Aydın Kanza Parkı’nda bir araya gelen kadınlar yürüyüş düzenledi. Yürüyüş sırasında kadınlar, “Yaşasın kadın mücadelemiz” , “Biji berxodana YPJ'' , ''Erkeklerin sevgisi her gün beş kadın öldürüyor'' , ''Kadın tutsaklar onurumuzdur'' sloganları attı. Basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Biz kadınlar tacize, tecavüze, kadın katliamlarına, nefret cinayetlerine, erkekdevlet şiddetine, gericiliğe, savaşa, IŞİD vahşetine ve AKP diktatörlüğüne meydan okuyoruz. İnsan Hakları Derneği'nin verilerine göre 2005-2011 yılları arasında toplam 4 bin 190 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Bianet'in raporuna göre 2013'te 214 ka-
dın erkekler tarafından öldürüldü ve 71 ilde 783 erkek şiddeti yaşandı. Kadına şiddet konusunda Türkiye'de 5'inci sırada olan Antalya'da şiddet gören kadın sayısı 2008'de 1858 iken, 2011'de 3 bin 142'ye yükselmiştir.” Basın açıklaması Beyaz Tekstil’de yaşamını yitiren kadınlarla hapishanelerde tutsak kadınların sorunlarına ilişkin değerlendirmelerin yanı sıra, Mirabel kardeşlerin mücadelesi nezdinde Kobanê ve Şengal’deki kadınların direnişinin selamlanmasıyla sona erdi.
Kadınlar 25 Kasım’da alanlara çıktı Bu illerin yanı sıra Ankara, Eskişehir, Amed, Adana, Mersin ve Van gibi illerde de alanlara çıkan kadınlar hak ve taleplerini haykırdı. Kendi terine yabancılaştırılmaya, kadını kadına düşmanlaştırmaya, emperyalistlerin özelde kadınlar üzerinde gerçekleştirmeye çalıştığı kirli savaş politikalarına, kadın katliamlarına, cinsel şiddete, yedek işgücü ilan edilmelerine ve LGBTİ bireylere yönelik nefret cinayetlerine karşı isyanını kuşanarak alanları zapt eden kadınlar, hep bir ağızdan ‘jin jiyan azadi’ sloganlarını atarak Arin Mirxanları, Kader Ortakayaları, Deniz Fıratları ve bir bütün olarak devrim mücadelesi içerisinde şehit düşen kadınları andı.
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
Sokakları zapt edecek çetin Bilindiği gibi iç güvenlik yasa paketi Meclise gönderildi. Yargı paketi Meclisten geçirildi. Bunlardan kopuk olmamak kaydıyla hapishanelerde uygulanan faşist baskı, tecrit, tretman saldırılarına ek olarak bir de yayın yasağı getirildi. Bütün bunlar bütünlüklü bir baskı ve faşist saldırı dalgasının unsurları olmakla birlikte, muhtemel kitle mücadelelerini kontrol etmeyi-faşist saldırılarla bastırmayı hedefleyen stratejik bir saldırının da öncelleri veya habercileri durumundadır ‘TC’ devleti gerçeği faşist niteliğiyle birlikte özgünlükler ifade eden bir devlet. Topluma yönelik kapsamlı ve stratejik bir saldırı sürecine girmeden önce, bunu işaretleri genellikle iki biçimde yansır. Birincisi, iktidar sınıfları veya kliğince, sakız edilircesine demokrasi söyleminin dilden düşürülmemesi ve en keskin demokratlar pozuna girmeleri. İkincisi ise toplumun dinamik güçlerine yönelik önceden baskı ve saldırıların gerçekleştirilmesi… Bazen bu iki yöntem birlikte de kullanılır veya görülür. Tıpkı bugün olduğu gibi…Genel olarak gerici ve faşist durumdaki devlet ve yönetim biçimlerinde bu metotlar kullanılır. Bu oyun ve hilenin, diğer adıyla burjuva gerici siyasetin, söz konusu nitelikteki devletler için evrensellikle geçerli olduğu söylenebilir. ‘TC’ devletinin özgünlüğü şudur; onda toplumun dinamik güçlerine yönelme pratiği genellikle hapishanelere / zindanlara yönelme biçiminde cereyan eder. Bu ‘TC’ devletinin özgünlüğü sayılabileceği gibi, devrimci hareketinin de genelleşmiş bir özelliği olarak ifade edilebilir… Neyse ki maksadımız bunu tartışmak değil. Tartışmak istediğimiz veya anlatmaya çalıştığımız şey, mevcut ‘TC’ devleti şartlarında bu burjuva gerici politikanın dikkat çekici biçimde izleniyor olabilmesidir. Yani içinden geçtiğimiz durumun işaretleri takip edildiğinde, bu izler bizi önümüzdeki dönemde keskin-sert faşist saldırıların gündeme gelebileceği öngörüsüne götürmektedir. Bilindiği gibi iç güvenlik yasa paketi Meclise gönderildi. Yargı paketi Meclisten geçirildi. Bunlardan kopuk olmamak kaydıyla hapishanelerde uygulanan faşist baskı, tecrit, tretman saldırılarına ek olarak bir de yayın yasağı getirildi. Bütün bunlar bütünlüklü bir baskı ve faşist saldırı dalgasının unsurları olmakla birlikte, muhtemel kitle mücadelelerini kontrol etmeyi-faşist saldırılarla bastırmayı hedefleyen stratejik bir saldırının da öncelleri veya habercileri durumundadır. Dahası çıkarılan yasalar ve uygulanan baskı ve saldırı politikaları muhtemel kitle eylemlerini bastırmaya yönelik olmakla birlikte, bu muhtemel kitle hareketini koşullayan kapsamlı gerici politika ve projelerin uygulanacağını da açıklamaktadır. AKP iktidarı uygulayacağı politika ve hayata geçire-
ceği gerici saldırılara karşı kitle hareketinin gelişeceğini öngörerek bunu bastırmanın ve aynı zamanda iktidarını sağlama almanın hazırlıklarını gerçekleştirmektedir. Şimdi devreye soktuğu faşist baskı, yasak ve çıkardığı-çıkarmaya çalıştığı yasalar bu hazırlığın emareleridir. Demokrasinin tek temsilcileri olma lafzını ağzından düşürmeyen AKP iktidarı, paralel olarak faşist yasaları çıkarıp, baskı politikalarını tırmandırmaktadır. Bu burjuva siyasetin ikiyüzlü karakteriyken katıksız burjuva politikasıdır. Peki muhtemel kitle hareketine zemin hazırlayan uygulama ve politikaların açık olan görüngüsü nedir?
Kitle hareketleri gelişecektir “Barış ve çözüm’’ sürecinde atılacak adımlar an meselesi gibi görünmektedir. Bu adımların CHP ve MHP gibi faşist ve kafatasçı partilerce tepkiyle karşılanacağı dünden beri açıktır. En önemlisi de bunların kitlelerin milli duygularıyla oynamak kaydıyla (klasik vatan millet edebiyatı yaparak) önemli bir kitleyi harekete geçirmesi son derece olasıdır. Zaten gerici ırk-
çı milliyetçiliğin hortlama zemini her zaman zengin bir potansiyel olarak vardır. Önemli bir kitlenin milliyetçilikle zehirlendiği ve gerici iktidar çıkarlarına kaldıraç edildiği söylenebilir. Bunun ötesinde AKP iktidarının faşist politikalarına karşı geniş bir kitlede önemli bir tepki birikiminin olduğu da doğrudur. Ve bu da kitle hareketinin geliştirilmesinde önemli bir zemindir. Demokrat devrimci ve sosyalist kesimler de “Barış-çözüm süreci’’ dışında faşist AKP iktidarının diğer gerici halk düşmanı politikalarına karşı mücadele tutumu birikim oluşturarak uygun bir patlama zemini beklemek durumundadır. Bu kesimde AKP’nin diğer faşist politika ve saldırılarına karşı harekete geçme eğilimi güçlüdür. Gezi Ayaklanması’nda görüldüğü gibi, gerici faşist düzen partileri AKP’yle aralarındaki iktidar dalaşları nedeniyle devrimci halk kitlelerinin bu tepkisinden yararlanmayı, bunu iktidar hesapları uğruna kullanmayı hesaplamakta ve dolayısıyla devrimci kitle hareketini yedekleyerek onu manipüle etme tavrı içerisindedir. Devrimci kitle hareketinin gelişme zemini de mevcuttur. Yani “Barış süreci” dışında, diğer gelişmelere
perspektif
n mücadelelere hazır olalım! yaşam şartları ve zihniyetiyle müdahale ederek sınırları zorlayan AKP iktidarı, yeni proje ve saldırılarıyla kitlelerin daha büyük tepkisini alacak veya mevcut tepkilerinin patlamasını sağlamış olacaktır. İşte bütün bunları bilen AKP iktidarı, toplumu korku iklimine gömüp sindirmeyi amaçlamaktadır. Bunun için de faşist terör estirmek istemektedir. Dolayısıyla da bu faşist terörün yasalarını çıkararak yasal kılıfa oturtmaya çalışmaktadır. Hapishanelerde yoğunlaşan saldırılar, baskı ve yasaklar da bu kapsamda olmakla birlikte, hedef saptırma siyasetinin izlerini de taşımaktadır. Elbette bütün bu sebepler olmasa dahi hapishanelerde faşist baskı ve yasakların uygulanması uygulananlardan da açıktır ki, bu iktidar ve yönetimin faşist niteliğinin bir ürünüdür. Kısacası AKP iktidarı kendi uygulamalarından hareketle doğabilecek gelişmeleri öngörerek tedbir ve önlem almaktadır. Aldığı önlemler de faşist gelişmelerden ibarettir. Bunlara karşı çıkılması devrimci sorumluluk gereğiyken, AKP iktidarının yaptığı gibi tüm demokratik devrimci ve sosyalist güçler olarak bizler de muhtemel gelişmelere karşı pozisyon alarak politika belirleyip, yürütme göreviyle karşı karşıyayız. Devrimci güçlerin ortak çalışmalarda bulunarak mücadele platformları ve mücadele cephelerinde buluşmaları zorunludur.
Tutsaklara getirilen basın yasağına karşı mücadele büyütülmelidir
karşı devrimci kitle hareketinin gelişmesi mümkündür. Örneğin işçi katliamları, işçilerin her açıdan yaşadığı sorunlar karşısında eyleme geçme noktasına gelmiş olması, üçüncü köprü projesi gibi rant alanlarında gerçekleştirilen ağaç katliamları, daha da önemlisi çevre ve doğa katliamıyla insan yaşamını tüketen termik santraller, barajlar, HES’ler ve nükleer enerji santrallerinin yapılmasına başlanması gibi hareketli zemin devrimci kitle hareketinin gelişmesini koşullamakta ya da olanaklı kılmaktadır. Yani sadece “Barış sürecine” karşı olan ırkçı milliyetçi faşist partilerin geliştireceği hareketler değil, faşist politika ve saldırılara karşı devrimci kitle hareketinin gelişmesi de gündemdedir. Örneğin Kobanê’yle dayanışma eylemlilikleri aktüel olup önemli bir hareket zeminidir. Nitekim Kobanê direnişini destekleme vb hedefli gelişen kitlesel hareket süreci son derece ciddi boyutlara varmış ancak AKP ile İmralı görüşmeleri bu süreci bıçak sırtı gibi keserek büyük patlamayı sönümlendirmiştir. Ne var ki, aynı hareketin gelişme olasılığı sürekli olarak vardır. Nitekim her gün yaşanan eylem-kitle hareketleri ve bunlara
karşı polis-asker saldırıları yaşanmaktadır. Bütün bunlar kitle hareketi ve ayaklanma pratiklerinin gelişmesini mümkün kılmaktadır. AKP ne yaptığını bildiği için bu tabloyu iyi okumakta ve önlemlerini almaktadır. Elbette bu önlemler faşist baskı ve saldırıların daha da ağırlaşmasından başka bir şey değildir. Putin’le yapılan anlaşmaların nükleer enerji santralleri inşaatlarına başlanacağını göstermektedir ki, enerji bakanı da bunu açıkça ifade etmektedir. Ağaç katliamları ve rant projelerine karşı büyük kitlesel halk hareketi tepkisi veren toplumun nükleer enerji gibi insanlık için büyük bir tehdit ve tehlike olan bir projeye benzer tepkiler göstereceği sır değildir.( AKP de bunu hesaplamaktadır. Şimdiden yasalar çıkararak faşist baskı ve katliamlar yaparak kitle hareketini bastırmayı hedeflemektedir.)
AKP iktidarı faşizan baskılarını arttırarak halkı sindirmeye çalışıyor Zaten toplumsal yaşamı haremlik selamlık noktasına hızla getiren ve dolayısıyla toplumsal yaşama dini
AKP iktidarı bir taraftan hasta tutsaklarla ilgili ikiyüzlüce adımlar dillendirirken, diğer taraftan tutsaklar üzerindeki baskısını yoğunlaştırmaktadır. Devrimci demokrat ve sosyalist basının tutsaklara verilmemesi, bu baskıların boyutunu çıplak biçimde gözler önüne sermektedir. Kendi yasaları çerçevesinde yasal olarak çıkan gazete ve dergilerin tutsaklara verilmemesi hem çifte standarttır, hem keyfiyetçi yönetimdir ve hem de faşizmin en belirgin özelliğidir. Basın üzerindeki baskının her türü, gerici faşist iktidarların vazgeçilmezlerindendir. Tutsakların son derece doğal hakkı olan basın yayın organlarını izleme hakkı yasakçı faşist zihniyetle gasp edilmektedir. Faşist iktidardan parçalar koparmanın bir biçimi tutsakların gasp edilen haklarının kazanılmasıdır. Bu uğurda tüm demokratik devrimci ve sosyalist güçler mevcut çabalarını daha da sıkılaştırıp büyüterek tutsakların haklarına sahip çıkmalı ve dolayısıyla da basına uygulanan faşist yasaklara karşı daha kararlı ve sistemli mücadelelere girişmelidir. Aynı mücadele kararlılığı yakın zamanda inşaatlarına başlanacak olan nükleer enerji santralleri yapımlarına karşı da sergilenmelidir. Bu mücadelelerde gecikmek kaybetmeye giden yoldur. Kaybetmeye başlamadan kazanmak için harekete geçmek elzemdir. Bunun yolu tüm ilerici güçleri ortak taleplerde birleştirerek ortak mücadelenin sergilenmesidir. Örgütsüz köylüler kendi coğrafyasına, yaşam alanlarına sahip çıkarak kararlı mücadeleler göstermektedir. Bu köylülerin mücadelelerini sahiplenerek onlarla birleşmek, onlar gibi davranmak şarttır.
14
dünya haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
ADKH 25 Kasım’da alanlardaydı
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH), 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü’nde başta Frankfurt, Köln, Duisburg, Paris olmak üzere Avrupa’nın birçok şehrinde alanlara çıkarak kadına yönelik şiddete karşı mücadele kararlılığını haykırdı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü’nde kadınlar dünyanın birçok yerinde alanlardaydı. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü’nde başta Frankfurt, Köln, Duisburg, Paris olmak üzere Avrupa’nın birçok şehrinde alanlara çıkarak kadına yönelik şiddete karşı mücadele kararlılığını haykırdı.
Almanya’da kitlesel yürüyüşler düzenlendi Almanya’nın Berlin, Köln, Mannheim, Stuttgart, Duisburg ve Hamburg kentlerinde 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü kapsamında yürüyüşler düzenlendi. Meydanlara çıkan kadınlar, kadına yönelik şiddeti protesto etti. Almanya’nın başkenti Berlin’de Destdan Berlin Kadın Meclisi, ADKH, Göçmen Kadınlar Yardımlaşma Derneği, Sürgünde Kürt Kadınları, Uluslararası Kadın Yeri, Göçmen Kadınlar Birliği ve Amoro Fora'nın organize ettiği yürüyüşte, kadına yönelik katliamlar yapan ve kadını köleleştiren IŞİD üyeleri lanetlendi. Hermannplat’da başlayan yürüyüşte "Ulusal, Cinsel ve Her Türlü Şiddete Hayır" , "Kadın Katliamına Son" pankartları taşınırken, Şengal ve Kobanê’de direnen kadınlarla dayanışma mesajı verildi. "Jin jiyan azadi" , "Yaşasın kadın direnişi" , "Biji berxwedana YPJ" , "Kadınlar yalnız değilsiniz" sloganlarının atıldığı yürüyüşte, Rosa Luxemburg, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in fotoğrafları ile YPG/YPJ flamaları taşındı. Kadınlara yönelik şiddeti anlatan Almanca, Kürtçe ve Türkçe dövizler taşınan yürüyüşte, Kürdistanlı kadınların coşkusu dikkat çekti. Yürüyüş Neuköln semtinde yapılan mitinle sona erdi. Mannheim’da 25 Kasım yürüyüşü Mannheim Üniversitesi’nin önünden başladı. ADKH, Alman ve göçmen kadın grupların bir araya geldiği yürüyüşte, Paris'te katledilen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in yanı sıra kadın devrimcilerin fotoğraflarını taşıdı. Kadına yönelik şiddetin kınandığı yürüyüşte kadınlar, "Yaşasın kadın dayanışması" sloganını atarak Markplatz Meydanı’na yürüdü. IŞİD üyelerinin Şengal'deki katliamları ile Kobanê'ye yönelik saldırılarına dikkat çekilen yürüyüşte, Sosyalist Kadınlar Birliği (SKB)’nin bildirileri dağıtıldı.
Katledilen kadınların fotoğrafları taşındı
Hamburg’da ise 25 Kasım vesilesiyle meşaleli bir yürüyüş düzenlendi. Rojbin Kadın Meclisi, AtesH, ADKH , Courage, MLPD, Modaran, Kızıl Kadın Komitesi, SKB ve Yeni Kadın tarafından oluşturan ortak platformun organize ettiği yürüyüş Hachmannplatz’da başladı. “Kadına Yönelik Şiddetin Farklı Yüzleri Varsa Direnişin De Var” yazılı pankartı açan kadınlar, Paris’te katledilen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez ile Mirabel kardeşlerin mücadele kararlılığında ve özgürlük ideallerinde bir araya geldiklerine dikkat çekti. Bu yılın Mayıs ayında Hamburg’da oğlu tarafından öldürülen kadın aktivisti Hülya Arslan’ın da anıldığı yürüyüşte yapılan konuşmalarda, kadına yönelik şiddetin farklı boyutlarına değinilerek, YPJ’nin direnişi selamlandı. Stuttgart’ta Rötebühlplatz'da bir etkinlik gerçekleştirildi. Çeşitli kurum temsilcilerinin konuşmalar yaptığı etkinlikte ADKH adına yapılan konuşmada şu ifadelere yer verildi: “Ortadoğu’da emperyalistler ve işbirlikçilerinin yarattığı IŞİD çeteleri Kürtleri katlediyor. Müslüman olmayanları öldürmekle tehdit eden IŞİD, Şengal bölgesinde yaşayan Ezidî kadınlarını kaçırdı. Bir kısmı satıldı, bir kısmına tecavüz edilerek katledildi ve kimisi de yaşanan vahşete dayanamayıp intihar etmek zorunda kaldı. Geride kalanlar hakkında bilgi yok. Beş yüz haftadır Fırat’ın doğusunda ve batısında ‘son kayıp bulunana kadar’ her Cumartesi oturma eylemi yapan Cumartesi annelerinin mücadelesi, Batı Kürdistan’dan dünyaya yeni bir pencere açan Kürt ulusunun direnen kadınları, bedenini ateş topuna çeviren Arîn Mîrkan’ın katledilen yüzlerce insana bir ışık olması, Suruç’ta katledilen Kader Ortakaya’nın ‘Özgürlük tohumlarımızın yükseldiği yerde, kanımızın son damlasına kadar korumaya ve orayı özgürleştirene kadar mücadele etmeye devam edeceğiz’ sözleriyle direniş sesi, Özgür Kürdistan için, hiçbir fedekarlıktan kaçmayan, Deniz Fırat
ve tüm kadın savaşçıların mücadelesiyle 25 Kasım’da haykırıyoruz; Ayrı coğrafyalarda ayrı biçimlerde aynı amaçla uygulanan şiddete karşı, kadının siyasetten ekonomiye, eğitimden sokağa kadar ikinci plana iten ve kendisine şiddet olarak dönen eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, savaş ve işgallerin durdurulması, gelenek ve göreneklerin, töre ve recm olarak kadın katliamlarının araçları olmasına son verilmesi için, özel mülkiyetin evrensel silahları olan, devlet yasalarıyla kadına ve dolayısıyla tüm insanlığa karşı saldırıları ortadan kaldırmak için bugün enternasyonal kadın mücadelesini yükseltmek ve şiddetsiz bir dünya için mülkiyetsiz bir dünya yaratmak zorundayız. Her türlü şiddetten bizi kurtaracak olan kendi örgütlü mücadelemizdir ve özgürlük örgütlendikçe bizimdir.” Müzik dinletisinin ardından meşaleli yürüyüş gerçekleştirildi. Kadınlar hep birlikte attığı sloganların ardından etkinliği uluslararası dayanışma temelinde coşkulu bir şekilde sonlandırdı.
Duisburg’da panel yapıldı ADKH Duisburg tarafından 23 Kasım’da “Emperyalist-kapitalist sömürü dünyasında hegamonya savaşları ve kadın” konulu bir forum tartışması yapılarak, geçmişten günümüze bütün sömürü sistemlerinde paylaşım savaşlarının kadının üzerinde yarattığı fiziksel, cinsel ve psikolojik tahribatlar irdelendi. Konuya dair hazırlanan sine vizyon gösteriminin ardından tartışma yürüten kadınlar, kadının yaşamın her alanında maruz bırakıldığı çeşitli sistematik şiddet türlerinin yanında, özellikle savaş zamanlarında bu şiddetin katlanarak çeşitlendiğini ve yoğunlaştığını ifade etti. Ancak bu mağduriyet gerçekliğinin yanında, her anlamda olduğu gibi mücadelede de geri hizmet olarak görülen kadının, yaşamış olduğu baskı ve sömürüye karşı her dönem savaş ve mücadele alanlarında ortak düşmana ve eril zihniyete karşı kendi varoluş ve özgürleşme dinamiğini ıs-
rarla ortaya koyarak ilerlediğinin de gözden kaçmaması gerektiği ifade edildi. Bu anlamda güncel olarak, emperyalistlerin ve güdümündeki güçlerin yarattığı ve beslediği IŞİD barbarlığına karşı tüm gücüyle savaşarak direnen Kürt kadınlarının pratiğinin, özgürleşmek için mücadele eden tüm kadınlara birçok anlamda umut olduğu belirtildi. Düzenlenen forum tartışmasına ‘Yeni Kadın’ da katıldı. 24 Kasım Pazartesi günü ise, Duisburg Averdunkplatz’ta ADKH, Courage, MLPD, SOLWODİ, Ver-di Frauen, Solidarität International, Kurdische Frauenbewegung in Europa gibi kadın örgütlerinin, açık mikrofon, sokak tiyatrosu, müzik ve Kobanê için bağış toplama içeriğiyle organize ettiği ve çeşitli ülkelerden kadın örgütlerinin de katıldığı bir sokak eylemi gerçekleştirildi. ADKH ise yaptığı konuşmalarda, tarih boyunca toplumları "terbiye etmek" için kadına şiddeti doğallaştıran özel mülkiyetin kendi sisteminin devamı için insan bedeninin, aklının, emeğinin ve duygularının köleliğini gelenek ve göreneklerle, töre ve dinlerle kadın üzerinden uyguladığı şiddetle meşru ve görünmez hale getirdiğini ifade belirtti. Köln’de SKB, Rota Aksiyon, Yaşanacak Dünya, ADKH, DHK, MLPD'nin kadın grubu Courage bir miting düzenledi. Yapılan konuşmalarda kadına yönelik şiddete karşı kadınların örgütlü mücadeleden başka bir seçeneklerinin olmadığı belirtildi.
Paris’te kadınlar 25 Kasım’da alanlardaydı Paris’te 25 Kasım’da Bastile Meydanı’nda başlayan yürüyüşe ADKH, ”Kadınsın Direnensin Ses Ver Sessizlik Şiddeti Gizler Kadına Yönelik Her Türlü Şiddete Son” dövizleriyle katıldı. Yürüyüş boyunca kadın cinayetlerine, LGBTİ bireylerin isyanlarına ve Kobanê’de direnen Kürt kadınlarına dair sloganlar atıldı. Republic Meydanı’nda biten yürüyüş konuşmalarla sona erdi.
dünya haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
15
Emperyalistlerin rekabet savaşı
Çok kutuplu emperyalist blokların rekabeti her ne kadar günümüz genel konjonktüründe çok daha kontrollü yürütülse de uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun biçim ve içeriklerde bu rekabet savaşı sürmektedir Bugün özellikle Ukrayna ve doğusundaki Kırım, Donetsk, Luhansk’deki gelişmelerde Mısır, Filistin, İsrail, Afganistan, Irak, Suriye, İran, Türkiye- Kuzey Kürdistan, dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğrayıp bugün birleşme ihtimalinin daha da güncel hale geldiği Kürdistan, Kobanê, Rojova ve dünyanın hemen bütün bölge ve alanlarına yönelik yaklaşımlar ve uygulanan politikalar, uluslararası bir niteliğe de sahip olarak çok kutuplu emperyalist bloklar arası güçlerin de yakınen ilgisine mazhar olmaktadır. Nitekim zaten geçmiş yaşanan ve gelişen bütün olguların aynı zamanda uluslararası bir muhtevaya da sahip olarak bugünlere kadar geldiğini göz ardı etmemeliyiz. Emperyalist kapitalizm bu emellerini ve uygulamalarını zaten hiçbir zaman terk etmedi ki. Rakip emperyalist güçlerin etkisi ve nüfuzundan kaynaklı olarak ancak yayılamadı ya da o kadar etki icra edemedi.
Sömürgeciliğin karakteristik özelliği Çok kutuplu emperyalist bloklar arası güçlerin bir yedek sivil gücü yani piyonu olarak işlev gören Birleşmiş Milletler(BM), bilindiği gibi kendi içerisinde de bir güç ve paylaşım örgütlenmesi bağlamında nüfuz etmektedir. Başını ABD’nin çektiği emperyalist blok, Almanya ve Fransa emperyalistlerinin çektiği AB emperyalist blok ve Rusya ve Çin emperyalistlerinin çektiği Şangay Beşlisi olarak bilinen emperyalist blok güçlerin çok kutuplu emperyalist güçler
olarak bugünkü dünyanın tasavvuru yapılabilir. Bu eksende Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi olan ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa emperyalistleri tamamen kendi emperyalist çıkarları temelinde bu kurumu kullanmaktadırlar. Her ne kadar daimi üye olarak bulunmasa da Almanya emperyalist devleti de politik sahada bu güçler arasında yerini almaktadır. Ve istisnasız olarak ifade edebiliriz ki bütün bu emperyalist güçlerin dünya genelinde kendi nükleer çalışma alanlarında ilk sırayı aldıklarını da hemen vurgulamak isteriz. Diğer bütün meselelerde olduğu gibi nükleer çalışmalar ve bunu önemli bir tehdit unsuru olarak çok kutuplu bloklar şeklinde konumlanan emperyalist güçlerin birbirlerine karşı kullandıkları da aşikardır. Gerçekten şakası bile insanlığı ve doğayı en genel ifadeyle yaşanabilir dünyayı ciddi olarak ürküten bir niteliğe sahiptir. Çünkü Hiroşima, Nagazaki, Halepçe vb vd yaşanan bütün tarihsel gelişmelerde göstermiştir ki emperyalist dünya tüm vahşiliğiye ciddi ve stratejik bir tehdittir. Bu yörünge içerisinde Şangay Beşlisi adıyla bilinen Rusya ve Çin emperyalist devletlerin önderliği ve inisiyatifinde hareket eden İran devletinin nükleer çalışmalarına yönelik de çok kutuplu emperyalist güçlerin engelleme ya da ilerletme rekabeti sürmektedir. Tıpkı Kuzey Kore vd’lerinde olduğu gibi. Uzun süredir devam eden görüşmelerin biri de 24 Kasım’da Avusturya Viyana’da gerçekleştirildi. Ve emperyalist güçler arasında aslında tamamen kendi çıkar ve nüfuzları için önemli görüş farklılıkları olarak kamuoyuna lanse edilen yönlerinden kaynaklı taraflar anlaşamadan toplantıdan ayrılmıştır. Hiç kuşku yok ki bu durumun bir kamuoyuyla paylaşılan bir de kapalı kapılar ardında Waşhington denilebilecek paylaşılmayan yanlar söz konusudur. Beş artı bir emperyalist güçlerin (ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya) İran’a yönelik yaptırımların kalkması karşılığında İran’ın nükleer çalışmasını sonlandırması temelindeki gö-
rüşmelerde anlaşmazlık sağlanamamıştır. Bu şekilde sağlanması pek olası da görülmemektedir. Çünkü Rusya ve Çin emperyalist devletleriyle iç içe geçmiş ve dünya genelinde bu düzlemde politikalar geliştirilen bir İran gerçekliği söz konusudur. Aynı zamanda İran gerici rejimi, çalışma programının enerji üretimini amaçladığını ve bunun da barışçıl olduğunu ileri sürerek nükleer bir çalışma yürütmediğini öne sürmektedir. İran rejimi, kapsamlı ve nihai bir nükleer anlaşmaya varılmasının içerisinden geçilen süreç itibarıyla imkansız olduğunu belirterek müzakarelerin uzayacağı sinyalini önceden belirtmişti.
Emperyalizmin küstah manevraları ve Ortadoğu Bilindiği gibi P5+1 ülkeleriyle İran arasında yaklaşık bir yıl önce geçici bir anlaşmaya varılmış ancak nihai uzlaşma için görüşmeler sürerken süreç, 24 Kasım’a kadar uzatılmıştı. Özellikle IŞİD’in Irak, Suriye ve Kürdistan’daki gelişimi karşısında İran’la yakınlaşmak durumunda kalan ABD ve AB emperyalist devletlerinin İran’la müzakerelerin tamamen çökmesi ihtimalini de zayıflattığını vurgulamak isteriz. Daha önceki yakın süreçte defalarca IŞİD’e karşı ortak mücadele yapmak için ABD ve AB emperyalist devletlerine nükleer programıyla ilgili yaptırımların tamamen ortadan kaldırılması ve nihai bir anlaşmaya varılması şartını ileri sürmüştü. Bu noktada özellikle İsrail siyonist devleti ise müzakarelerin tamamen bitmesi ve yeni bir tarih verilmeyerek sürecin sonlandırılmasını istemektedir. Beş artı bir emperyalist ülkelerin İran’la yaptırımlar ve sadece nükleer çalışmalara ilişkin değil aynı şekilde Suriye, Mısır, Libya, IŞİD, El-Kaide, İsrail, Filistin, Hizbullah, Lübnan vd meseleler üzerine de bizzat ABD olmak kaydıyla diğer emperyalist devletlerin de görüştüğü ve karşılıklı bir yumuşama süreci içerisine girdiği görülmektedir. Bu durum Mısır’daki Sisi darbesiyle ortaya çıkan gelişmelere, Müslüman Kardeşler, El Kaide, IŞİD, El- Nusra vb lerine
yönelik politikalara kadar Suudi Arabistan’la yakınlaşmalar ve karşılıklı jestlere kadar bu şekilde tasavvur edilebilir. Zira İran Şii devleti Ortadoğu başta olmak üzere genel olarak mezhepsel düzlemde ciddi bir etkinliğe ve hareket alanına sahiptir ve bu statükosunu daha da geliştirerek korumaktadır. Rusya ve Çin emperyalist devletlerine rakip ABD ve AB emperyalist blok güçlerin özellikle geçici bölgesel politikaları ekseninde İran’a eli mahkum denilebilecek şekilde ihtiyaç duydukları ve yumuşak bir politik çizgi izledikleri günümüz koşulları ve gelişiminin gerçekliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumun belirli bir süre daha devam edebileceği söylenebilir. Yaşanan gelişmeler de göstermektedir ki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi içerisinde olmak üzere dünya genelinde ve özellikle de Ortadoğu başta gelmek üzere bölgesel düzlemde çok kutuplu emperyalist blokların rekabet savaşı dolaylı ya da doğrudan çeşitli biçimlerde tatlı sert devam edecektir. Gerçek ve kalıcı doğru ve bilimsel çözüm hiçbir emperyalist devlet ve onun yörüngesindeki gerici rejimlerin tekelinde söz konusu olamayacaktır. Onların çözümden anladıkları tamamen kendi özel mülkiyet dünyaları ve azınlık diktatörlük sistemlerinin devamı ve kalıcılaştırma yönelimleridir. Ezilen dünyanın yoksullarının hiç ama hiçbir çıkarı olmayan emperyalist dünyanın nükleer savaş tehditleri karşısında çözüm alternatifi kesinlikle devrimci savaşı büyütmekten geçmektedir. Emperyalist dünya ve onun konseptine yaslanan bir çözüm ve çözülmeyle değil aksine dünya halkları ve ezilen uluslarının devrimci savaşlarıyla ancak nükleer savaş tehditleri de geriletilebilecektir. Emperyalizm bir bütün olarak geriletilerek bertaraf edilebildiği oranında onların tepesindeki bir avuç azınlık diktatörlükleri de tüm kökleri ve temelleriyle stratejik olarak devrimci savaşlarla ortadan kaldırılarak nükleer tehditleri de gerçekten bir şaka olarak yerini alacaktır.
16
güncel haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
Faşizmin temsilcileri Dersim’de
Dersim’e giden Başbakan Davutoğlu ile Devlet Bahçeli, aralarında Demokratik Haklar Federasyonu’nun da olduğu devrimci demokratik kurumlar tarafından protesto eylemleriyle karşılandı. Polis kitleye plastik mermi, gaz bombası ve TOMA’larla saldırdı 23 Kasım günü Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Dersim’e yapacağı ziyaret öncesi “güvenlik önlemleri” adı altında 12 Eylül faşist cuntasındaki uygulamaları aratmayan bir sıkıyönetim uygulandı. Çevre illerden 1500 polis takviyesi yapılırken, toplam 6 bin polisin Dersim’de uygulanan sıkıyönetimde “görev” aldığı belirtildi.
Dersim’de OHAL ilan edildi Burjuva medyada günlerce 23 Kasım Pazar günü “halkın Başbakanı” Davutoğlu’nun Dersim’e ziyaret gerçekleştireceği haberleri yapıldı. Ziyaretin gerçekleştirileceği gün Dersim sokaklarının yoğun abluka altına alınması, sözde “halkın Başbakanı” Davutoğlu’nun halktan nasıl da korktuğunu gösterdi. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ile Halk Cephesi'nin ortak çağrısıyla Sanat Sokağı’nda bir araya gelen yüzlerce kişi, Dersim’e gelen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu protesto etmek için ziyaret edeceği Cemevi’ne yürümek istedi. Yürüyüşe izin vermeyen faşist T.C devletinin kolluk kuvvetleri, gaz bombası ve plastik mermilerle kitleye saldırdı. Davutoğlu, DHF ile Halk Cephesi’nin öncülüğünde yapılan protestolar nedeniyle Tunceli Belediyesi’ne yapacağı ziyareti iptal etti.
Dersim’de faşizme geçit yok Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan feyiz alan Devlet Bahçeli’nin Dersim ziyareti, daha başlamadan hüsranla sona erdi. 28 Kasım günü yapılan yürüyüş öncesi devrimci demokratik kurumlar adına açıklama yapıldı. DHF adı-
na yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Dersim'in yiğit gençleri, kadınları ve çocuklarıyla beraber faşist zihniyetli Bahçeli'yi Dersim'e girişini engellemek için alanlarda olduğunu; Dersim'in tarihsel süreci içerisinde hiçbir şekilde faşizme ve faşizmin temsilcilerine boyun eğmemiştir, her daim faşizme boyun eğdirmiştir ve bugün de aynı direniş çizgimizle burada faşizmi karşılayacağız. Hiçbir güç hiçbir barikat bizlerin meşru mücadelesinin önüne geçemeyecektir.” Aralarında DHF üye ve taraftarlarının da olduğu binlerce kişi, Sihenk Meydanı’nda toplanarak Valilik binasına doğru yürüyüşe geçti.
Gençlik de eylem alanında yerini aldı Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) faaliyetçileri de liselerde çalışmalarını sürdürerek eyleme katıldı. Liselerden yürüyüşe geçen öğrenciler, slogan ve zılgıtlar eşliğinde Sihenk Mahallesi’nde bulunan kitleye katıldı. Kitle “Dersim onurdur onuruna sahip çık” , “Devlet
Dersim’den defol” , “Dersim’e sefer olur zafer olunmaz” sloganlarını atarak yürüdüğü sırada polisin saldırısına uğradı. Kitleye, plastik mermi, gaz bombası ve TOMA’larla saldıran polise karşı barikat kurarak taşlarla karşılık verdi. Yaklaşık 5 saat süren çatışmada polisin kullandığı yoğun gaz nedeniyle evlerde bulunan halk da etkilendi. Polis saldırısı sırasında gaz kapsülü isabet eden çok sayıda kişi yaralandı.
Bahçeli polislere konuşma yaptı Uzun süre süren çatışmalar sonucu Bahçeli Valilik binası bahçesinde Erzurum, Elazığ ve Malatya’dan otobüslerle getirilenlerle koruma polislerine konuşma yaptı. Dersim’de yapılan eylemlere esnaf kepenk kapatarak destek verdi. Bahçeli esnaf ve Cemevi ziyaretini iptal etmek zorunda kaldı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’na özenen Devlet Bahçeli’nin akıbeti de Davutoğlu’yla aynı olurken, Dersim halkının direnişi gündeme damgasını vurdu.
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
güncel haber
17
‘İç güvenlik paketi’ ve artan faşizm
Demokratik zeminde gelişen bütün gösteri ve protestolara azgınca saldırıp terör estiren, her türden baskı ve şiddet kullanarak katliamlar gerçekleştiren AKP iktidarı, demokratik tepki ve muhalefeti kontrol edip istediği dikensiz gül bahçesini yaratamayınca daha azgın saldırılara ihtiyaç duymaktadır. Bunun için de iç güvenlik paketini yasalaştırarak faşist diktatörlüğünü pekiştirmek istemektedir Gösterilerde maske takmayı suç unsuru olarak değerlendiren AKP iktidarı, yeni iç güvenlik yasa paketiyle molotofkokteylini silah olarak tanımlayıp, buna uygun cezalandırmalara gitmeyi ve saldırılarını meşrulaştırmayı hedeflemektedir. Aynı pakette polise verdiği yetkilerle polisin şüphe kanaati gerekçesiyle keyfi aramalar ve alıkoymalar yapmasını öngörmektedir. Dahası polisin molotofkokteyli kullanılması durumunda silah kullanma yetkisiyle donatmaktadır. Her ne kadar polis tüm gösterilerde keyfi olarak silah kullanıp insan öldürse de, bu yasayla polisin bu pozisyonu yetersiz görülüp daha da ilerletilmekte, faşist terör ve şiddet bir adım daha ileri taşınmaktadır. Bütün bunlarla adeta bir polis devletinin oluşturulmak istendiği su götürmez gerçek haline gelmiştir.
Faşist baskılar tırmandırılmak isteniyor Öte taraftan valilere verilen geniş yetkiler de aynı zemindeki adımlar olarak faşist diktatörlüğün pekiştirilmesi ve daha etkili olarak uygulanmasının adımlarıdır. Demokratik hak ve özgürlüklerin koyu bir baskı altına alınarak sindirilmesi, demokratik haklarını kullanan kitlelere karşı güvenlik güçlerinin kullanacağı faşist saldırı ve gerçekleştireceği katliamlarda ilgili polis vb güçler hakkında soruşturmaların açılması valilere verilen yetkilerle ortadan kaldırılmakta, polisin silah kullanıp insan katletme alanı daha genişletilerek yasal güvenceler altına alınmakta ve yaygınlaştırılmaktadır. İlgili yasanın tek tek her maddesi ve bütünlüklü içerikte tam bir faşizmi resmederken, faşist terörün tırmanışına ve tırmanacağına işaret etmektedir. Kuşkusuz ki, bütün bu faşist saldırıların güçlü bir demokratik muhalefet ve tepkiyle karşılanması gerekmektedir. Aynı zamanda bu faşist diktatörlük şiddeti karşı şiddeti de bir kez daha meşrulaştırarak devrimci eylemin zorunlu ve isabetli olduğunu kanıtlamaktadır. Demokrasi oyunu içinde olanların bu gerçeklerden dahi öğrenme kabiliyetinin olmadığı açıktır. Bir taraftan en büyük demokrat kesilen ama tek bir farklı sese dahi tahammül etmeyerek faşist şiddete başvuran AKP iktidarının da en sahtekar ama en gerçek yüzüdür. Bahsi geçen iç güvenlik yasasının meclise sunulması ya da çıkarılması elbette Kobanê protestolarındaki gelişmelerin
hemen sonrasında ve bu direniş dalgasının ciddi boyutlarından duyulan korkunun ürünü olarak da gündeme geldi. Ne var ki, bu yasaların çıkarılması tamamen iktidarın sınıf karakteri ve siyasi niteliğiyle ilgilidir. AKP iktidarı geliştireceği politik süreçlerin ciddi toplumsal muhalefetle karşı karşıya kalacağını öngörmektedir. Bundan ötürü, yani toplumsal muhalefeti ve özellikle de demokratik devrimci mücadeleyi-gelişmeyi önlemek-bastırmak için bu yasalara ihtiyaç duymaktadır. Diğer boyutuyla da Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı kesin önlemler almak için de bu yasaları çıkarmaktadır. Ulusal Hareketle uzlaşma zeminine karşın bu zeminin her an ortadan kalkabileceği ve dolayısıyla Ulusal Hareketin ciddi bir mücadelesiyle karşı karşıya kalabileceğini düşünmekte, bütün bu gelişme veya olasılıklar rüyalarını kaçırmaktadır. Kâbusunu atlatmak için de her türlü faşist baskı ve önlemi devreye sokmaktan sakınmamaktadır. IŞİD gericiliğinin “TC’’ sınırlarından Kobanê’ye saldırılar gerçekleştirmesi şimdi deşifre olmuş olsa da AKP iktidarı bu durumu IŞİD’le gizli ilişkileri gereği bilmektedir. Kobanê Kantonu’na karşı tahammülsüzlüğü, “TC’’nin IŞİD’le ilişkilerini geliştirmektedir. Görünürdeki IŞİD’e karşı çıkışına rağmen, perde arkasındaki gerçeklik tam da budur. Dolayısıyla kendisinin IŞİD’e yataklık ve destekçilik yapmasından dolayı çeşitli tepkilerin gelişeceğini önceden hesaplamaktadır. Bu gizli planları, onun muhtemel protesto ve tepkiler karşısında önlem almaya itmektedir. İç güvenlik paketinin çıkarılmasının bir zemini de kuşkusuz ki bu
gerçekliktir. Ki, Kürt Ulusal Hareketi’yle Kobanê noktasında çatıştığı, dolayısıyla Kürt Ulusal Hareketi tarafından ciddi protestoların geliştirileceğini düşünerek bu gelişmeleri kontrol edip bastırmak için mevcut faşist yasalarını yenileriyle tırmandırmaktadır. AKP iktidarının çeşitli sözcülerinin, Başbakandan Cumhurbaşkanına kadar en yetkili ağızların Ulusal Hareketin demokratik protestolarına yönelik tehditleri kamuoyu önünde alenen yapılmıştır. Açıktan intikam aldığını, eylem yapanların katledilerek bedel ödetildiği, misliyle yanıt verileceği açıklamalarıyla ortaya konmuştur. Dahası HDP’nin defalarca hedef gösterilmesi de bilinen gerçekliktir. Bu azılı faşist söylem ve açıklamalarda bulunan AKP iktidarının bu yasaları neden ve niçin çıkardığı esasta ortadadır.
Uzlaşmaz çelişkiler ve örgütlü mücadele Ne var ki, bugüne kadar demokratik devrimci muhalefet ve mücadele karşısında uyguladığı faşist saldırı ve katliamlar nasıl ki sonuç vermedi, başvurduğu-başvuracağı yeni faşist saldırılar da sonuç vermeyecektir. Yolsuzluk ve hırsızlıkta batağa gömülen AKP iktidarı, her taraftan sıkışmakta olduğu için adeta son çırpınışlar misali paniklemekte ve kudurganlaşmaktadır. Kobanê’de sergilenen büyük direniş gibi AKP iktidarının faşist terörüne karşı da kararlı devrimci direniş ve eylem çizgisi izlenmek durumundadır ve halklarımıza uygulanan her faşist saldırı er ya da geç geri püskürtülecektir.
18 AKP'den yeni doğa katliamı güncel haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
Bartın'ın Amasra ilçesinde Hattat Holding tarafından yapılması düşünülen 1 milyar 407 milyon avroluk termik santral projesi için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) başvurusu yapıldı. Daha ÇED'den olur raporu çıkması beklenmeden enerji iletim hattında bulunan ağaçların kesimine başlandı. Elli metre eninde 36,5 kilometrelik hatta bulunan 43 bin ağacın bir kısmı kesildi Rüzgar ve güneş enerjisi bakımında oldukça elverişli şartlara sahip ülkemizde termik santrallere ve HES'lere ağırlık verilmesi nasıl açıklayabiliriz? Devlet eliyle hayata geçirilen her projede AKP'nin payı için havuza para aktarıldığı kamuoyuna yansımıştı. Fakat bu projelerde AKP’ye yakın sermayenin de nemalanması hesaba katılınca rüzgar ve güneş enerjisi yerine termik santraller ve HES'ler tercih ediliyor. Sermayenin kâr hırsı, AKP'nin rant politikalarıyla birleşince insana ve doğaya karşı kapsamlı bir saldırı hayat buluyor. Yoksul Soma halkının onlarca yıllık emeğinin bir birikimi olan yüzlerce zeytin ağacı bir çırpıda kesilmiş, köylüler geçim aracı olan zeytincilikten mahrum bırakılmıştı. Geçen haftalarda Manisa'nın Soma ilçesi, Yırca Mahallesi'nde, Kolin Grubu tarafından termik santral yapılacak bölgedeki zeytin ağaçlarının kesilmemesi için nöbet tutan köylülere şirketin güvenlik görevlileri saldırmış ve 6 bin zeytin ağacı kesilmişti.
Enerji iletim hattında bulunan 43 bin ağaç kesilecek Türkiye Elektrik İletim A.Ş. Genel Müdürlüğü,
Amasra’da HEMA Endüstri A.Ş. tarafından kurulması planlanan termik santralde üretilecek elektriği, Çatalağzı’ndaki Zonguldak Eren Termik Santrali (ZETES)’nin şalt sahasını kullanıp, ülkenin şebeke sistemine dahil etmek için 54 kilometrelik enerji iletim hattı kuracak. Zonguldak’ın Kilimli ve Çaycuma ilçeleriyle Bartın Merkez ve Amasra ilçelerini kapsayan ‘ZETES-Amasra TES (HEMA) Enerji İletim Hattı’nın 36.5 kilometresi ormanın içinden geçecek. 380 kilovat gerilimli hattın geçeceği 36.5 kilometrelik hat boyunca 50 metrelik bir koridor açılacak. ÇED'e sunulan raporunda bu bölgede bulunan karaçam, kızılçam, meşe, gürgen, sarıçam, kestane, ıhlamur, sahil çamı, sedir, kayın, söğüt ve yalancı akasya türlerindeki toplam 43 bin ağaç kesilmesi öngörülüyor.
yor. Köylüler, şu ana kadar yüzlerce ağacın kesildiğini belirterek tepkisini şu ifadelerle dile getirdi: “Termik santral yapılacak diye buradaki ağaçların tamamını kestiler. Biz ormandan ağaç kesmeye kalksak hemen devlet kafamıza biner. Büyük büyük ağaçların hepsi kesildi. Her gün bu ağaçlar TIR’lara yüklenip orman işletme depolarına götürülüyor. Burada resmen katliam yapılıyor.” Bartın Orman İşletme Müdürlüğü yetkilileri ise proje kapsamında kendi sorumluluk alanlarında şu ana kadar 9 kilometrelik hat üzerinde 2 bin metreküp damgalama yaptıklarını, bunun yaklaşık bin metreküpünün kesildiğini belirtti. Bin metreküpün yaklaşık 500 ağaç demek olduğunu belirten yetkililer, projenin genel müdürlüğe ait olduğunu belirterek açıklama yapmadı.
Halk ağaç katliamına tepkili
Uzmanlar ormanların ve doğal hayatın yok olacağını belirtiyor
Bartın ve Zonguldak’taki sanayi tesislerinin enerji ihtiyaçlarının sürekli ve kesintisiz karşılanması, bölge ve ülke ekonomisini olumlu yönde etkilemesinin planlandığı belirtilen proje kapsamında, Amasra’nın Saraylı Köyü mevkiindeki ağaç kesimi 2 aydır devam edi-
Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Atmış, 36.5 kilometrelik hat boyunca 50 metrelik bir ormanlık alanın tıraşlanacağını ve toplam 183 bin hektarlık ormanlık alanın yok edileceğini açıkla-
dı. Bu kesimin, Orman Kanunu’nun, elektrik iletim hatları, katı atık tesisleri gibi birçok tesisin kamu yararı olacağı gerekçesiyle orman alanına yapılmasına izin veren 17. maddesi kapsamında yapıldığını hatırlatan Atmış, “Biz buna itiraz ediyoruz. Siz bu hattı başka bir yerden geçirebilirsiniz. Ama aynı ormanı bir daha geri getiremezsiniz. Yani ormanı da ortadan kaldırmış olursunuz, oradaki yaban hayata, toplumsal hayata zarar vermiş olursunuz. Biz bunu her platformda belirtiyoruz” dedi.
‘İzin verilmeyen termik santral için binlerce ağaç kesiliyor’ Ayrıca Amasra’da planlanan termik santralin bölgede büyük tepkilere yol açtığını, halkın termik santrale karşı çıktığını hatırlatan Atmış, şu ifadelerle konuşmasını bitirdi: “Termik santralle ilgili ÇED başvuruları büyük tepkiler sayesinde bir türlü geçmedi. 5-6 kez iptal edildi. Yani henüz izni çıkmayan termik santral için binlerce ağaç kesiliyor. Soma’da o kadar ağaç kesildi ama oradaki termik santralin izni vardı. Burada daha izni çıkmayan termik santral için kesim yapılıyor.”
Direnişteki inşaat işçilerine polis saldırdı PTT ek hizmet binasının inşaatında çalışırken 3 aydır maaşları ödenmediği için yaklaşık bir buçuk ay önce direnişe başlayan işçilere polis saldırırken 18 işçi gözaltına alındı İnşaat-İş Sendikası’na üye işçiler, yaklaşık bir buçuk aydır PTT Sirkeci binası önünde başlattığı direnişe devam ediyor. PTT ek hizmet binasının inşaatında çalışırken maaşlarının verilmemesi nedeniyle direnişe başlayan işçilere, talep ettikleri ücretler verilmediği gibi işçiler çeşitli baskılarla sindirilmeye çalışıldı. İnşaat işçileri taleplerini dile getiren çeşitli eylemler düzenleyerek direnişi kamuoyunun gündemine taşımaya çalıştı. PTT yönetimi 13 Kasım günü imzaladığı yazılı belgeyle işçilerin maaşların ödeyeceğini taahhüt etti. Ancak PTT yönetimi işçilere belirttiği tarihte ödeme yapmamasının yanı sıra, bundan sonra da ödeme yapmayacağını kaydetti.
İşçilere polis saldırısı PTT yönetiminin imzaladığı belgedeki taahhüdünü yerine getirmemesi üzerine 22 Kasım günü Sirkeci Büyük Postane önünde basın açıklaması gerçekleştiren işçiler, haklarını talep etti. İşçiler açıklamanın ardından PTT müdürüyle görüşme talebinde bulundu. Talepleri reddedilen işçilerin içeriye alınması engellenirken, direnişteki işçiler de kapı önünde kol kola girdi. Çevik kuvvet polisleri işçilere saldırarak 18 işçiyi gözaltına aldı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen işçiler, ifade işlemlerinin ardından serbest bırakıldı. 24 Kasım günü Sirkeci PTT Binası önünde bir araya gelen işçiler, 17 işçinin yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmasını protesto etmek için kitlesel bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
‘İnşaat işçisi köle değildir’ Yapılan eyleme İstanbul Üniversitesi öğrencileri de “İnşaat İşçisi Köle Değildir” yazılı pankartı açarak destek verdi. Eylem
sırasında sloganlarla ve halaylarla direnişin coşkusu yaşandı. İnşaat-İş Sendikası adına yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “İşçi arkadaşlarımızın alacakları için 1 aydır Sirkeci Büyük Postane Binası önünde eylem yapıyoruz. Günde ortalama 2 inşaat işçisinin iş cinayetine kurban edildiği ülkemizde, kamu için çalışan işçi arkadaşlarımızın çıplak ücretlerinin dahi devlet tarafından ödenmiyor oluşunu kınıyoruz. Geçen hafta Çalışma Bakanlığı müfettişleri, arkadaşlarımızın çalıştığı döneme ilişkin tespitleri yapmış ve PTT yönetimine bildirimde bulunmuştu. Yönetim ödeme yapması gerekli olduğu halde, hukuku tanımamış, bakanlığı ezmiş ve işçilerin üzerine polisleri saldırtarak darp ettirmiştir. Biz bu işçi düşmanı tavrın asıl sahibinin genel müdür Osman Tural olduğunu düşünüyoruz. Şimdiye kadar yapılan bütün baskı ve yıldırma politikalarına karşın, herkesin gördüğü üzere bugün yine burada eylemimizi kararlılıkla devam ettiriyoruz. PTT yönetiminin derhal, bakanlık tarafından tespiti yapılan alacaklarımızı ödemesini talep ediyoruz.”
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
gençlik haber
19
Üniversiteler faşizme
mezar olacak!
Üniversitelerdeki halk gençliğine yönelik faşist saldırılar sistemli bir şekilde devam ediyor Faşist devlet üniversitelerde halk gençliği üzerindeki sistematik saldırılarını arttırıyor. Yıllarca piyonlarıyla ve üniversiteler içerisindeki çetevari örgütlenmeleriyle üniversite öğrencilerinin haklı ve meşru mücadelelerini kırmaya ve sindirmeye çalışan faşist devlet, bugün de eli sopalı ve satırlı kiralık katilleriyle saldırılarına devam ediyor. Geçtiğimiz ay içerisinde rektör, ÖGB ve sivil faşist yapılanmalar tarafından gerçekleştirilen saldırılarda onlarca üniversite öğrencisi yaralanırken, yine onlarcası soruşturma ve uzaklaştırma ‘cezalarına’ maruz kaldı. Bu saldırı ve sindirme politikalarına karşı halk gençliği de yaptığı yürüyüş ve basın açıklamalarıyla saldırıları protesto etti.
DTCF’nde eğitime 3 gün ara verildi Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde öğrencilerin okula girerken üzerini aratmak istememesi üzerine önce özel güvenlik sonra polis öğrencilere saldırdı. Gaz ve plastik mermiyle öğrencilere saldıran polis, 6 öğrenciyi gözaltına aldı. Polis, saldırının ardından öğrencileri okul dışına çıkarırken, fakülte-
de eğitime 3 gün ara verildi. Polis üniversitede bulunan devrimci, demokratik ve yurtsever öğrencileri okul dışına atarken, ülkücü gruba ise müdahale etmedi. Gözaltına alınan öğrenciler ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Çanakkale’de faşist saldırı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Biga Yerleşkesi’nde ders esnasında sınıftaki birkaç öğrenciyle sözlü tartışmaya giren Selahaddin Öztekin ve Volkan Tan adlı üniversite öğrencileri, okul çıkışında evlerine giderken 6 faşistin kurduğu pusuda saldırıya uğradı. Tan’ı kolundan tutarak engelleyen faşistler, Öztekin’e saldırarak dakikalarca darp etti. Saldırının ardından ağır yaralanarak Çanakkale Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Öztekin’in kafatasında ve burnunda kırıklar olduğu tespit edilerek tedavi altına alındı. Saldırının ardından jandarma ekipleri tarafından gözaltına alınan faşistlerden Öztekin’e saldıran 3'ü çıkarıldığı mahkemede tutuklandı. 3 kişinin tutuklanmasına tepki gösteren bir grup faşist ise hapishaneye yürüdü. Faşistlerin eylemine ilişkin açıklama yapan Çanakkale Emniyet Müdürü Yılmaz Özden,"Burada gördüğünüz bütün arkadaşlar, doğuda o PKK ile mücadele eden kahraman arkadaşlar" diyerek halk düşmanı yüzünü açıkça belli etti.
Çukurova Üniversitesi’nde polis ırkçı saldırıyı seyretti Çukurova Üniversitesi'nde idare ve sivil faşist yapılanmaların işbirliğinde faşist saldırılar devam ediyor. Yaklaşık bir ay önce devrimci demokrat öğrencilerin Kobanê direnişine yönelik haklı taleplerini haykırdığı sırada polis üniversite girişinde öğrencilere saldırmış ve öğrenciler Yabancı Diller Yüksekokulu’na sığınarak fakülteyi işgal etmişti. Üniversite yönetimi fakülteyi işgal ettikleri gerekçesiyle tek taraflı davranarak aralarında DGH'lilerin de olduğu devrimci demokrat 22 öğrenciye soruşturma açtı. Üniversite içerisinde daha bu faşist uygulamanın etkisi dağılmadan sivil faşistler, öğrenci konseyinin aşure dağıtımını provoke ederek devrimci demokrat öğrencilere saldırdı. R1 alanında aşure dağıtımı sırasında devrimci demokrat öğrencileri kışkırtmak için ırkçı marşlar söyleyen faşistler, devrimci demokrat öğrencilerin sloganlar ve halaylarla karşılık vermesinden sonra devrimci öğrencilere saldırdı. Saldırı sırasında polis aralarında DGH’lilerin de olduğu 11 öğrenciyi gözaltına alırken, faşistlere müdahale etmeyerek safını açıkça belli etti.
‘Çukurova faşizme mezar olacak’ Yaşanan saldırıların ardından sivil faşist
ve polis işbirliğini protesto etmek amacıyla devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler tarafından yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüşe DBP Adana İl Başkanı Uğur Bayrak ile DBP temsilcileri de destek verdi. Faşistlerin toplandıkları alan önünde çevik kuvvet ve güvenlik görevlileri barikat oluşturdu. Eylemde, '' Faşizme karşı omuz omuza'' , ''Çukurova faşizme mezar olacak'' , ''Polis defol üniversiteler bizimdir'' sloganları atıldı. Yemekhane önünde yapılan basın açıklamasını DBP Adana İl Başkanı Uğur Bayrak okudu. Ülkenin birçok üniversitesinde yaşanan ırkçı saldırılara dikkat çeken Bayrak, birçok ilde devrimci, demokrat ve yurtsever öğrencilerin gözaltına alındığını, Çukurova üniversitesinde yine aynı şeyin gerçekleştiğini, öğrencilerin Kürtçe şarkı söyledikleri ve halay çektikleri için sivil faşistler ve polis tarafından darp edilip, gözaltına alındığını dile getirdi. Seyhan ilçe başkanın da polisler tarafından darp edildiğini söyleyen Bayrak, bu faşist saldırıların devam etmesi halinde sadece üniversitede değil Adana’da her sokakta, her mahallede, faşist saldırılara karşı devrimci, demokrat, yurtsever öğrencilerle ve halkla alanlarda olunacağını söyledi. R1 alanına dönen kitle basın açıklaması sonrası halaylar ve türkülerle eylemi sonlandırdı.
20
röportaj
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
Kobanê özgürleşene kadar direnişteyiz
Urfa’nın Suruç ilçesine bağlı Maaser Köyü’nde Halkın Günlüğü Gazetesi olarak sınır nöbeti tutan halkla gerçekleştirdiğimiz röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz Kobané’deki savaş tüm yakıcılığıyla devam ederken, Suruç’a bağlı Maaser sınır köyünde de yüzlerce insan sınır nöbeti tutuyor. Sınırdan geliş gidişleri engellemek ve Kobané’de yürütülen savaşa destek olmak amacıyla tutulan sınır nöbetindeki halkla Kobané’deki son güncel gelişmeler üzerine Halkın Günlüğü Gazetesi olarak yaptığımız röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz. Ayşexan Muslim: Biz Kürt halkı, zoru ve zulmü fazlasıyla gördük. Biz katliamlardan geçtik, binlerce köyümüz yakıldı, binlerce Medenimiz öldürüldü fakat şu üç yıldır doğru bir miras üzerinden yani şehitlerin mirasıyla ve Kürdistan’ın dört parçasının mirası üzerinden var oluyor ve yaşamımızı sürdürüyoruz. Suriye’de yıllar önce başlayan ve adına Arap Baharı denilen savaş için halkın baharıdır denildi. Ancak Suriye Savaşı halkın baharı değildir, asıl halkın baharı Rojava devrimidir çünkü Rojava devrimi Kürt halkının baharı oldu. Bahar aydınlıktır, hayattır, tazedir, güzeldir. Suriye Arap Baharı olarak başlayan savaş ise tamamen emperyalistlere satılmış bir savaştır. Suriye’deki savaşa tecavüz edildi, küçük büyük demeden binlerce insan öldürüldü. Suriye’deki savaşın satılması üzerine bizler de Rojava savaşını inşa ettik. Rojava Devrimi temelde bir savaştır ancak aynı zamanda demokratik bir sistemin de yapılanma sürecidir. Bu
yüzden Suriye’deki savaşla Rojava’daki savaşı bir tutamayız. Her ne kadar dış çevrelerce Suriye’de başlayan savaşla Rojava savaşı bir değerlendirilse de biz bu iki savaşı birbirinden ayırıyoruz. Kürdistan’ın Rojava savaşını inşa ettikten sonra bu savaşın başını kadınlar çekti yani Kürt bire bir en ön saflarda yer aldı. Kadın üzerinden yürütülen şiddet; aile, aşiret ve sistem üzerinden ilerliyordu. 1980’lerden beri kadın mücadelesi veren Kürt kadınları, 34 yıllık mirasını 3 yıldır süren mücadeleye aktardı. Bir bütün olarak kadınların yaşadığı katliam Dersim’de de gerçekleştirildi. Büyüklerimiz bize şunları anlatırdı: Dersim’de katliam döneminde, iki Türk askeri hamile bir kadın üzerinden iddiaya girerlerdi, çocuk acaba erkek mi kadın mı diye ve bunu öğrenmek için de kadının karnını canlı canlı deşerlerdi. Yani kadınlar böyle bir katliamı dahi yaşadı. O dönemin mücadelesiyle bu dönemin kadın mücadelesi özünde birbirine yakındır. O dönem terör estirenler de IŞİD’di yalnızca ismi değişikti. O dönemki kadına yönelik iştah ve muamele bugün de var. Savaş içerisinde Şengalli kadınların durumu ise daha farklıydı. Onlar kendi dinini dahi kendi içerisinde gizli bir şekilde yaşamak zorundaydı. Çünkü Ezidi dinine bağlıydı, Müslüman olan Sunni ve Alevi mezhebine bağlı olanlara uzaktı. Şengal’de kadınların satılmasına ve katledilmesine biz Rojavalı kadınlarda dahil olmak üzere bütün dünya kadınları sessiz kaldı ve Şengalli kadınlar savaş içerisinde yalnızlaştırıldı. Şengalli kadınların katledilmesine belli boyutuyla sessiz kalan Rojavalı kadınlar, IŞİD’in Kürt kadınlarının şerefi üze-
rine fetva ilan etmesiyle harekete geçti. Dersim’de ve Şengal’de yaptığı katliamları Kobané’de de yapabileceğini düşünen IŞİD YPJ/YPG’nin ve bir bütün olarak Kürt kadınının mücadelesiyle boşa düştü. Mücadele eden Kürt kadını o fetvayı reddetti. Kadın üzerindeki şiddete artık yeter dedi. Şengalli kadının YPJ’ye katılımı da bu fetvanın reddini ve boşa düştüğünü gösteriyor. Kadınların öcünün alınması özelde Şengalli kadınların öcünün alınmasıdır. Biz bütün dünya kadınlarına çağrıda bulunuyoruz. Kürt kadının İŞID’e karşı yürüttüğü bu savaş yalnızca Kürt kadının özgürlük mücadelesi adına değil, bütün dünya kadınları adına yürütülüyor. Kadın 30 sene öncesine kadar toplumun ölü, ruhsuz ve bilinçsiz kısmıydı ancak yürütülen bu mücadele kadının ölü toprağını üstünden atmasını sağladı. Rojava’da yürütülen savaşla Kürt kadını kendisini dünyaya tanıttı. Bu doğrultuda biz Kobanéli kadınlar, Rojava’da YPJ’nin önderlik ettiği kadının özgürlük mücadelesinde tüm dünya kadınlarını özgürleşmeye davet ediyoruz. Kuzey Kürdistan’dan biri: Bu zamana kadar sadece Kobanê’de katliam olmadı, Şengal’de oldu, Dersim’de oldu, Bitlis’te oldu. Sürekli olarak katliama maruz bırakıldık. Şimdi ise IŞİD’li teröristler YPG ve YPJ kamplarına kadar geldiler ve dediler ki bir Cuma namazından sonra YPG ve YPJ bitireceğiz. Fakat Kobanê’yi ele geçiremediler, geçiremeyecekler de. Biz de Kobanê’deki halkımız için buradayız, Şırnak’tan, Hakkari’den, her yerden geldik. YPG ve YPJ’ye moral vermek amacıyla buradayız. Kobanê özgürleşmeden biz buradan ayrılmayacağız.
Kuzey Kürdistan’dan bir kadın: Biz kadınlar olarak hakkımızı istiyoruz. Kadınlar meydanlara çıkmalı. Kadınlar artık tutsak olmasın. Artık hakları da verilmelidir. Kadınların erkeklerden daha fazla hakkı olmalı çünkü erkekler ‘sadece biz’ diyorlar. Nasıl ki Türkler Kürtlere zulüm ediyor, erkekler de kadınlara zulüm ediyor. Nasıl ki Türklerden haklarımızı alacağız, erkeklerden de haklarımızı alacağız. Biz başarıyı istiyoruz, özgürlüğü istiyoruz. Yaşasın Kürdistan. İtalyan Zapatistler: Bizler İtalya’nın kuzeyinden gelen militan aktivistleriz. Dönüşümlü olarak Kobanê’de bulunmak için bir organizasyon oluşturduk. İtalya’nın kuzeyinde bulunan birçok şehirden gruplar halinde 10 günlük süreyle burada bulunacağız, her 10 günlük zaman diliminde bir grup gidip yeni bir grup gelecek. Biz iki amaç için burada bulunmaktayız. Öncelikle buralarda nelerin nasıl yaşandığını görmek ve gözlemlemek için buradayız. Kobanê’deki durumla ilgili röportajlar ve belgeseller yapacağız. Diğer amacımız ise Kürt halkıyla politik bir bağ yakalamaktır. Biz de tepeden inme demokrasiye karşıyız ve tabandan inşa edilecek olan demokrasiyi istiyoruz. Bunun mücadelesini kendi ülkemizde de veriyoruz. Radikal politikalar halktan yana gelişmektedir. Buraya gelirken bir yanıyla şanslıydık çünkü burayı sadece burjuva medyadan öğrenmedik, daha önce buraya gelmiş olan diğer aktivistler burada işlerin nasıl yürüdüğü hakkında bizlere bilgi vermişti. O yüzden buraya hazırlıklı geldik. Buradaki bilgileri ve deneyimleri kendi bulunduğumuz her yere taşıyacağız. Bilgi her zaman temeldir, burada bulunma-
röportaj
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
mızın temel amacı budur. Roboski Anneleri: Kobané toprakları bizim de topraklarımız. İŞID’lilerin Kobanê topraklarından defolmasını istiyoruz. Onlar Erdoğan’ın köpekleri, bizim gençlerimizi öldürüyorlar. Kürtler üzerinden yürütülen katliamlar yetti artık yeter. Çocuklarımızı öldürdükleri yeter. Kadınlar üzerinden yürütülen zulme yeter artık. Biz kadınlar da artık tutsaklıktan kurtulacağız, biz özgürleşeceğiz ve hapishanelerden, zindanlardan kurtulacağız. 25 Kasım gibi bir günde özgürlük savaşçılarına selam olsun. Barış annesi: Biz Kobané’de yürütülen mücadele için buradayız. İnsanlarımız öldürüldü, kendi topraklarını terk etmek zorunda kaldı. İŞID’in pisliklerini Ezidi halkın üzerine saldırttılar, bunların hepsi Erdoğan’ın halifeleridir. Erdoğan’ın yetkisiyle burada barınıyorlar, kim savaş istiyorsa biz onları lanetliyoruz. Burada da gördüğünüz gibi şiddet hem kadınlar üzerinden hem de erkekler üzerinden var. Sistemin şiddeti ise hepsinden daha zor ve baskıcıdır. Bir savaş gerçekleştiğinde öncelikle kadınlar, ço-
cuklar ve yaşlılar zarar görmektedir. Biz bu savaşı ve bu savaşı destekleyenleri lanetliyoruz. Halkımız öldürüldü, tutsak alındı, perişan edildi. Bu yüzden başarıyı istiyoruz ve yaşasın Kobanê’nin Şengal’in, YPJ ve YPG’nin mücadelesi diyoruz, yaşasın hapishanelerdeki mücadele, dağ başlarındaki mücadele. Biz Kürdistan’ın özgürleşmesini istiyoruz. Damarlarımızda kan aktığı sürece biz şehitlerimizin ve çocuklarımızın yanında olacağız. Erdoğan binlerce kez fermanlar çıkarsa da biz bir kişi kalana kadar Kürdistan’ın kurtuluşu için mücadele edeceğiz. Hasip Kaplan Kürdistan dediğinde insanlar kendisine saldırdı, işte bu yüzden diyoruz ki, bin-
lerce kez Kürdistan, hem bu dünyada hem diğer dünyada Kürdistan. Savaş isteyenleri lanetliyoruz. Ezidiler, Ezidi oldukları için değil, Kürt oldukları için katledildi, bilsinler ki biz bütünüz ve birbirimizden kopmayacağız. Başka bir ülkenin çocuğu öldürüldüğünde Erdoğan ağlıyor, neden Şengalli, Kobanêli ve Kürdistanlı bir çocuk için gözyaşı dökmüyor. Erdoğan bilsin ki bizim çocuklarımız daha 3 yaşından itibaren her şeyi biliyor ve her şeyin farkındadır. Dünya üzerinde sadece bir Kürt dahi kalsa Erdoğan ne Kobanê’yi, ne Şengal’i ne de Kürdistan’ı ele geçirebilir. Kürdistan’ın ağaçları Kürdistanlı kızların ve erkeklerin kanıyla sulandı. Yüzlerce yıldır bu zulüm Kürtler üzerinden yürütülse de yine de Kürt halkıyla baş edemeyecekler çünkü Kürt halkı on binleri, yüz binleri, milyonları buldu. Erdoğan ve dostları bilsin ki Kürtlerle baş ede-
meyecekler. Biliyorlar ki yüzyıldır Kürt halkı özgürlüğü istiyor, Kürt halkı hiçbir zaman savaş istemedi ve istemeyecek de. Kürt halkı sadece kendi topraklarının, dilinin ve kendi haklarının davasını yürütmüştür. Çocuklarımız 5 yaşında okullara gidiyor ve kendi ana dillerini unutuyor. Bir insan kendi dilini konuşabildiği sürece hakkını tam anlamıyla arayabilir. Yaşasın Kobanê mücadelesi, yaşasın YPG ve YPJ ve yaşasın Kürt halkının birliği.
≫ muzaffer oruçoğlu
FITRAT VE BİZ
E
rdoğan'ın son fıtrat konuşması, halkın kendisine sunduğu desteği daha bir pekiştirmek içindir. Devletin çok yönlü, açık ve gizli faaliyeti ve desteğiyle güçlenen İslam, halkın çoğunluğunu derin etkisi altına aldı. Erkeğin mevcut egemen, kadının ise uyruk rolünün, devlet başkanı tarafından meşru görülmesi, çoğunluğun kesinlikle onayını alıyor. Söz konusu çoğunluğun hem erkeği hem de kadını, Tanrısı erkek olan bir dinin temel düsturu olarak görüyor bunu zaten. Erdoğan'ın ana derdi, din değil, yığın desteği ve mutlak egemenlik duygusudur. İmam hatip okullarını, camileri, kuran kurslarını, tarikatları ve benzeri dini kurum ve faali-
I
T K I Ç ISI
AY S İ EN
Y
ANTAGONİZMA
21
yetleri yaygınlaştırmasının nedeni, yığın desteği ve mutlak egemenlik duygusudur. Çoğunluk itibarıyla Türkiyeli kadın zaten köle ruhludur. Bu ruhun en az beş bin yıllık bir geçmişi vardır. Böylesine muazzam bir geçmişe sahip olan ruh, Erdoğan'ın fıtrat söylevine, uyrukluk veya ikinci cins beyanına itiraz etmez. İtiraz edeni de yaka paça dışarı atar. Erdoğan, efendi sevgisine, içselleşmiş, doğal hukuk gibi güçlenmiş kölelik duygusuna hitap ediyor. dine inanan hiçbir insan, kendini özgür hissedemez. Değişmez mutlak kuralların, buyrukların içinde yaşayan bir özgürlük; bu kutsal kuralların, buyrukların efendisine itirazsız, eleştirisiz, kuşkusuz secde eden bir özgürlük. Kuralları ve
efendisi olan bir özgürlük. Böyle bir özgürlük olabilir mi? Dinin Türkiye solunu da fena halde etkilediği açık. Türkiye solu eskiden ahlakçıydı, şimdi daha çok ahlakçı. Din hiç kuşku yok ki bir yaşam tarzı. İnanıyor diye kimseyi kınayamayız. Bu tarza da saygıyla yaklaşmak zorundayız. Bu tarzın fıtratçıları bizleri ezmeye başladıklarında, bunlara karşı düşüncelerimizi eğip bükmeden, uhrevi sislere büründürmeden mücadele etmek zorundayız. Ölülerimizi camilere sokuyoruz. Çocuklarımızı sünnet ettiriyoruz. Düğünler, kınalar ve nikahlar gırla gidiyor. Dini bayramlarda kutlama mesajları gönderiyoruz. Şeflerimizi ve onların düşüncelerini özgürce eleştiremiyoruz. Özgürlük denen
nesneyi bazı alanların dışında tutuyoruz. Ailede hala biraz efendi veya köleyiz. Özdeşlik ilkesini haddinden fazla önemsiyoruz. Eşcinselliğe papazlar ve imamlar gibi yaklaşmasak da, onu hala zıt cinsellik gibi doğal bir olgu olarak değil de bir tercih olarak görüyoruz. Yaşam idealimizi, din adamının cennette dondurması gibi biz de altın çağda, komünizmde donduruyoruz. Saymakla bitmez. İnsanı değerlendirirken öncelikle yaşam tarzına bakmalıyız. Her yeni düşüncenin, ister iktidarda olsun, isterse muhalefette, kendi yaşam tarzını kurması, iktidara hem düşüncesi hem de kurduğu yaşam tarzıyla yürümesi gerekiyor.
22
güncel haber
1-15 ARALIK 2014 Halkın Günlüğü
MKP dava tutsaklarına hapis 'cezası' Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi'nde 3 MKP dava tutsağına işkence yapıldığına dair video kayıtları ve darp raporları olmasına karşın, mahkemede işkence gören tutsaklara 7'şer ay hapis 'cezası' verildi
karşı karşıya kaldıklarını kaydetti. Doğan’ın mektubu şu ifadelerle devam etti: "Hapishanedeki hak gasplarını içeren mektuplarımıza el konuluyor, sporiç sohbet haklarımız kullandırılmıyor. Mahkemeye gidişlerimiz, hastaneye sevklerimiz engelleniyordu. Tecrit politikalarını derinleştiren idare yılları bulan disiplin ‘cezalarıyla’ örülen direnişi kırmaya çalışıyor."
Hapishanelerde yaşanan hak gaspları ile işkence haberleri gündemdeki yerini korurken, tutsaklara yönelik tecridin giderek derinleştirilmeye çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Hapishanelerde devrimci ve yurtsever tutsaklara yönelik iletişim yasaklarından, mektup ve ziyaretçi yasaklarına kadar birçok yasağın ve verilen hücre ‘cezalarının’ yanı sıra, hasta tutsaklar da ağır hastalıklarına karşın tahliye edilmeyerek tecrit derinleştirilmeye çalışılıyor.
Tutsaklar 20-25 gardiyanın saldırısına uğradı
Hapishanelerde hak gaspları devam ediyor Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi'nde tutulan MKP dava tutsaklarına yönelik psikolojik ve fiziki şiddet uygulandı. TUHAD-FED Ankara Temsilciliği’ne faks gönderen MKP dava tutsağı Baran Onur Doğan, yaşananları aktardı. Doğan, 8 ay önce Sincan 2 No’lu F Tipi Hapishanesi'nde gasp edilen haklarını talep etmek için bütün girişimlerine karşın somut bir adım atılmamasının yanı sıra, yeni saldırı ve hak gasplarıyla
İdarenin psikolojik baskılarını da arttırdığına dikkat çeken Doğan şunları söyledi: "Devrimci tutsakları kimliksizleştirmek, toplumdan soyutlamak için bu politikalarında bir sonuç elde edemeyince, geçtiğimiz aylarda planlı bir saldırı furyası devreye konuldu. Ben ve yoldaşlarım Kurtuluş Derman ile Murat Aygül, haftalık telefon görüşmemizi yapmak için hücreden çıktığımızda önce gardiyanların sözlü tacizine sonra da fiziki saldırısına maruz kaldık. 20-25 kişinin saldırısı bize bunu planlı olduğunu gösteriyor. Ara koridorda bizi tekme ve yumruklarla yerlerde sürüklediler. Nefes almamamız için ağzımızı burnumuzu kapattılar." Fiziki işkencenin ardından saatlerce bekletilerek psikolojik işkenceye de maruz bırakıldıklarını ifade eden Doğan, daha sonra revire götürüldüklerini ve darp edildiklerine dair rapor aldıklarını kaydetti. 14 Mart'taki bu işkencenin
AKP Topçu Kışlası'nda ısrarını sürdürüyor
ardından Sincan 2 No’lu F Tipi’nden 1 No’lu F Tipi’ne sürgün edildiklerini belirten Doğan, işkence yapan gardiyanlar hakkında yaptıkları suç duyurularının reddedildiğini ifade etti.
İşkenceci gardiyanlara değil tutsaklara ‘ceza’
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 2015-2019 Stratejik Planı'na Topçu Kışlası'nın yapımını dahil etmesi karşısında halkın tepkisinin artması üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş geri adım attı Gezi Ayaklanması’nın kazanımlarına tahammülü olmayan AKP'nin bulduğu her fırsatta halkın kazanımlarına saldıracağını bir kez daha görmüş olduk. Bu tür saldırıları planladıkları bu kez de İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçe görüşmelerinde ortaya çıktı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 2015 yılı bütçesi açıklandı. 12 milyar 250 milyonluk bütçenin büyük kısmı raylı sisteme ayrılırken, Topçu Kışlası projesi yeniden gündeme geldi. Zira İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kendilerine işkence yapıldığı sırada "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek" sloganını attıkları için haklarında "memura direnmekten ve darp etmekten" kamu davası açıldığını ifade eden Doğan, davanın 31 Ekim'de Ankara 4. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen du-
bütçe görüşmelerine, Topçu Kışlası tartışması damgasını vurdu. Kışla'nın isminin 'Taksim Meydanı Kentsel Tasarım ve Taksim Kışlası Restitüsyonu' adıyla 2015-2019 Stratejik Planı'nda yer alması CHP'li meclis üyeleri tarafından tepkiyle karşılandı. Meclisteki tartışmaların dışarıya yansıdığı sıralarda iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesi, tansiyonu yeniden yükseltmeye yetti. Gezi Parkı için her an tetikte olan İstanbul halkı 19 Kasım günü gece geç saatlerde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesine tepki gösterdi. Gezi Parkı'nın Cumhuriyet Caddesi tarafından bulunan İETT durağı birkaç gün önce Şişli istikameti tarafına alınmıştı. Ancak yeni yapılan durak, önceki gün İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)’ne ait taşeron firma çalışanları tarafından Gezi Parkı'na doğru çekilerek genişletilmek istendi. Halk ise durak için Gezi Parkı'na iş makinelerinin girmesine tepki gös-
tererek geceyi parkta nöbet tutarak geçirdi. Sosyal medyada yaşananların duyulması ve kalabalığın Gezi Parkı'nda giderek artması üzerine İBB, 20 Kasım sabahı erken saatlerde geri adım attı. Gazi Parkı'nın içinde kazılan alanı toprakla yeniden doldururken, yeni yapılan durak da kaldırıldı.
Topbaş Topçu Kışlası'na ilişkin açıklama yaptı Topçu Kışlası'nın yeni projeler içinde yer almasını bu projenin mahkemenin verdiği iptal kararının henüz sonuçlanmamasını gerekçe gösteren Kadir Topbaş, Taksim Topçu Kışlası Restitüsyon Projesi’yle ilgili olarak devam eden dava sonucunda mahkemeden “yapılamaz” kararı çıkması halinde projenin iptal edileceğini belirterek “yapılabilir” kararı çıkması durumunda ise yeniden değerlendirmeye alınacağını açıkladı. Topbaş, projenin devamı yönünde bir karar
23 verildi
ruşmasında işkencenin görüntü kayıtları olmasına ve darp raporuna karşın mahkeme heyetinin, işkence yapan Çağatay Uygun, Burak Bölükbaş, Mustafa Oğuz ve Mustafa Akbal adlı gardiyanların şikayetlerini kabul ettiğini aktardı. Doğan, mahkeme heyetinin kendilerine ise 7'şer ay hapis ‘cezası’ vererek işkencecileri akladığını belirtti.
alınması halinde bile bunun halkoyuna sunulacağını belirtti. Topbaş milyonlarca insanın tepki gösterdiği bu proje için umudunu mahkemelere bağlamışken, Taksim Dayanışması konuya ilişkin bir açıklama yaptı.
Taksim Dayanışması: ‘Siyasi provokasyon yapılıyor’ Planı iptal edilmiş bir alanda hiçbir hukuki geçerliliği olmayan bir proje için bütçede yer ayırmanın hukuka aykırı olduğunu belirten Taksim Dayanışması, yayınladığı basın açıklamasında, “Taksim başta olmak üzere, tüm meydanlar, sokaklar, kamusal alanlar hepimizin ortak değeri ve ortak yaşam alanıdır. Kültürümüz, tarihimiz, bir arada yaşayabilme umudumuzdur. Birkaç kişinin kafasındaki ‘tertip ve düzen’e göre şekillendirilemez. Bunu aklınızdan bile geçirmeyin” dedi. Bu yeni açıklamayı “siyasi provokasyon” olarak değerlendiren Taksim Dayanışması, “Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın artık sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin hatta tüm dünyanın koruması altında” olduğunu hatırlattı. gibi durmayı da bilir.”
TUTSAK PARTİZAN
≫cafer çakmak
İYİ BİR TAHLİLCİ OLMALIYIZ
T
ahlilci olmalıyız. Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya yoldaş son derece iyi bir tahlilciydi. Kısa mücadele tarihinde TİP’den PDA’ya, PDA’dan Proletarya Partisine sıçraması, diyalektik tahlil yöntemindeki yetkinliğini ve teorik donanımını sürekli ileri taşıdığını gösterir. Marksizm’e sirayet eden üretici güçler teorisinden ve pozitivist felsefeden sıyrılıp dönemine göre çok orjin düşünen bir komünistti. “Komünistler, tarihin devrimci mücadelede bir silah haline getirilmesini bilirler” yaklaşımıyla Marks’ın “Biz, tek bir bilim tanıyoruz. Tarih bilimi” vecizesiyle aktüel bağ kuruyordu. Tarihten öğrenmesini bilen, tarihi devindirici bir güce dönüştürmesini bilendir. Mao da sıkı tahlilciydi. Çin’deki Boksör İsyanı’ndan ve Taiping Devrimi’nden öğrenerek Çin Devrimi’ni ampirik ve Sovyet taklitçisi dogmatik yaklaşımlardan kurtardı. Biz de iyi bir tahlilci olmalıyız. Tarihten, sınıf mücadelesi tarihinden, sosyalist devrim / deneyim ve karşı-devrimlerden, bizzat tarihimizden öğrenmesini bilmeliyiz. Soruyorlar; “Goygoyculara yaklaşımımız nasıl olmalıdır?” “Tarihten öğrenmeli ve tahlilci olmalıyız” yanıtını veriyoruz. Yeryüzünde tahlilin tornasından geçmeyen ve en az iki yön taşımayan bir olgu yok. Goygoycularla aramızdaki çelişki felsefi-teorik olarak uzlaşmaz, siyasal ve sosyal açıdan uzlaşır niteliktedir. Uzlaşır çelişkiler halk içi, halkla bizim aramızdaki çelişkiler kategorisine girdiğinden genel siyasetimiz diyalog, ikna ve eğitimdir. Bu genel siyasetin her özele farklı uygulandığını belirtelim. Her uzlaşır çelişki de farklı nitelik ve biçimlerde olduğundan, hatta bir uzlaşır çelişkide ayrı ayrı spesifik (özellikli) kutuplar olduğundan hepsini ayrı ayrı tahlil edip, ona göre siyaset belirleyip konumlanmalıyız: Uzlaşır çelişkilerin hepsini bir görüp tek reçeteyle yaklaşanlar, bütün kum taneciklerinin aynı olduğunu düşünür. Oysa her kum tanesi farklıdır. Uzlaşır çelişkiler kategorisinde değerlendirdiğimiz olgular da farklı niteliklere sahiptir. Aydınların geneli devrimin ittifak güçleridir ve onlarla çelişkimiz uzlaşır niteliktedir ama küçük burjuva devrimci aydınla, küçük burjuva liberal aydın arasında fark bulunuyor. Birisinde devrimci eğilim baskındır, diğerinde reformizm. Türk işçisiyle Kürt işçisi arasında da fark bulunuyor. Birisinde ezilen ulus çelişkisi bulunurken, diğerinde bulunmuyor. Bu listeyi çoğaltabiliriz. Hepsini analiz edip ona uygun politika belirlememiz gerektiği kanısındayız. Bu bağlamda Mao yoldaş da üç söz vardır; yanlış söz, esasta (doğru ve yanlışı ihtiva eden) söz ve doğru söz analizci yöntemini goygoycuları analizde de üçe ayırabiliriz: 1)İflah olmaz goygoycu şefler: Mao yoldaş herkesin hata yapabileceğini ve yardımcı olursak değişebileceğini söylüyordu. Ama uzun süren mücadele deneyiminde, “büyük ilke, çizgi ve yön hatalarında başı çekenlerin zor değişebileceğini” de belirtti. Cen Dusiyu, Çan Kuatao, Kao Kang değişmedi. “Kültür Devrimi, Liu Sao-Çi, Peng, Lo Lu ve Yang’ı tasfiye etti. Bu büyük başarıydı” dediği Lui Sao-Çi de çok kereler yardımcı olunup fırsatlar tanınmasına karşın değişmedi. Lin Biao da değişmedi. Halka zor ve baskı uygulayan ve halk savunma hattı oluşturunca da onları karşıdevrimcilikle suçlayan Deng Siaoping’e karşı çıkıp halkın savunma hattını destekleyen Mao, “Den Siaoping, senin de bir yuvan var. Şimdi ben tutup onu bozsam, sen de biraz feryat etmez misin?” dediği Den Siaoping de değişmedi. İbrahim yoldaş da haklıydı. İbrahim yoldaş hakkında ölüm fermanı çıkaran Kemalizm havarisi ve hamisi Doğu Perinçek ve Halil Berktay da değişmedi. Doğu Perinçek, Kemalizm havariliğini derinleştirip Ergenekon’la yazgısını birleştirdi. Halil Berktay, İbrahim’e sıktıramadığı kurşunları, rejimin hamiliğine soyunarak kalemiyle 1977 1 Mayıs’ında katledilen halka sıktı. Bugünkü goygoycu şefler de hiç değişmedi. Geçmişte bazı yoldaşlarımızın yanlış kadro politikası ve safiyane yaklaşımıyla, bir Çin vecizesiyle “dağlarda kaplanlar olmayınca maymunlar (maymunlar alemi bizi bağışlasın) kral olurmuş” yaklaşımıyla saflarımızda yer aldı. Geçmişte bu konuda hata yaptık. Büyük ilke, çizgi ve yön hatalarını yapanlara dönüş biletini kolaylıkla verdik. Aynı hataları yinelediler. Yoldaşlarımızın ve halkın güvenini sarstık. Mao yoldaş iflah olmazlara karşı “yardımcı olma tutumunu benimse-
mek mümkün değildi” diyordu. Mao yoldaşın tutumunu dikkate almalıyız. Uluslararası Komünist Hareketin ve bizzat kendi deneyimlerimizden öğrenmesini bilmeliyiz. Birleşmek sorun değil, “düşman unsur ya da bozguncu olmadıkları sürece kim olursa olsun, bütün yoldaşlara karşı birlik tutumunu almamız gerekir” (Mao). Bunda da analizci olmalıyız. “Büyük ilke, çizgi ve yön hataları” yapan iflah olmaz bozguncu kişilerle ne birleşebiliriz ne de birlikte çalışabiliriz. Bunlarla aramıza Çin Seddi koyarız. Yoldaşlarımıza ve halkımıza karşı onulmaz suçlar işkence, izolasyontecrit, dedikodu, çarpıtma, kitleleri siyasi kimliğimize karşı kışkırtma, yoğunlaştırılmış anti-propaganda, deşifrasyon ve değerlerimizin altını boşaltan pratiklerin karakterize edilmesinde başı çekenlerle birleşmemiz ve birlikte çalışmamız söz konusu olamaz. Yukarıda sunduğumuz teorik referans ve deneyimlerimiz ışığında, böylesi karakteristik çizgide olanlar dönüş bileti istediklerinde, başka bir yerde belirttiğimiz gibi, “Bir kez daha çıkardığımız tarihsel ve örgütsel ders ışığında; “büyük ilke, çizgi ve yön hataları” yapanlar: a) Asla örgütün ve kitlelerin “kaderini” etkileyecek görevlere taşınmamalı; b) Partiye ve kitlelere alenice bütünlüklü bir özeleştiri vermedikçe ilişkilenmemeli, c) Verse bile “bir insanın kendisi için ne dediğine değil, toplumsal pratiğine bakılarak niteliğini yorumlarız” ilkesinden hareketle uzun bir toplumsal pratikte, “büyük ilke, çizgi ve yön hataları”nda köklü biçimde kopup kopmadığı gözlemlenerek ve özellikle zor tarihi evrelerde olgu ve olayları ele alış, çözümleme, uyguladığı yöntemler ve araçlar, yorumlama praksisinin MLM felsefemize, politikamıza ve kültürümüze uyumlu olup olmadığı netleştirilerek yeniden değerlendirilip karar verilebilir. Şimdilik ve daha uzun bir süre, arınma yaşanıp pratikte tescillenmedikçe kapılarımız kapalıdır. 2)Orta kademe goygoycular: Bunlar henüz iflah olmaz karakterde değildir. Sol-sekterizm de ihtiva eden sağ-oportünist goygoy çizgisinin mahiyetini, goygoy şeflerinin ne menem iflah olmaz karakterde olduklarını, secerelerini ve onulmaz suçlarını bildikleri halde, dinsel harelerle ördükleri felsefi idealizmle malul dogmatik düşünceleri uğruna goygoy şeflerinin tebası olmayı ve gün aşırı dinlenmeye çekilip enselerinde boza pişirilmesini de sineye çekerek onlarla “tarihsel yazgı”larını birleştiren türden kişilerdir. Bunlarla da henüz birleşme ve en düşük olasılıkla birlikte çalışmamız olası görünmüyor. Aksi halde ilkesiz davranmış olup, tutumlarını meşrulaştırırız. Sorun politik farklılık değildir. Goygoy şeflerinin ilkesel suçlarını gerçekleştiren eller olmalarıdır. Elbette insanlar hata yapar. Lenin yoldaşın başka bir yerde dediği gibi “yalnız ölüler hata yapmaz.” Hata yapanlara yardımcı olmalıyız. Bu kişilere karşı siyasetimiz, soğuk ve ılık olmalıdır. Soğuk hatalarına karşı amansızca sürdüreceğimiz eleştiri / fikirsel mücadeledir. Ilık ise hatalarından kopup bu pratiği mahkum ettiklerinde kendilerine sunacağımız çıkış yoludur. Birlikte çalışmamız şimdilik güç. Hatalarından kopmadıkları sürece birlikte çalışamayız. 3)Alt kademedekiler: Bunlar ne yeterince goygoy siyasetini biliyor ne de goygoycuların yaptıklarının farkındadır. Manipülasyon bombardımanının etkisindedirler. Duygularının, bölgesel ilişkilerinin ve yanlış bilinçlerinin sonucunda goygoy rotasına girmiş kişilerdir. Bunlara yönelik siyasetimiz esasta ılık ve hafif yağmur olmalıdır. Fikirlerini yenilemelerine, kör aidiyetlerinden kopmalarına yardımcı olmalıyız. Bu hafif yağmurdur. Ölçülü eleştiri anlamına gelir, yağmur eski düşüncelerini yıkayıp götürsün. Ilık ise koşullar uygunsa birlikte çalışmak ve çıkış yolu göstermektir. Es geçilmemesi gereken önemli hususlardan biri de şudur: Bir konuda yargıya varmadan ve açıklama yapmadan önce yerimizden kalkıp o sahaya gitmeli, sahayı tüm yönleriyle incelemeli, konuların muhataplarıyla görüşmeli, somut bilgilere ulaşmalı ve oradaki kitleyi dinlemeliyiz. Bunları yapmadan yargıya varırsak bu yoğun oranda öznelcilik olur. Mao yoldaşın vurguladığı gibi, “çiçekler at sırtında koklanmaz. Attan inip çiçeğe yakınlaşıp çömelerek kokusunu alabiliriz.”
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 15 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL DKH, di roja 25 a Mijdarê de li Pirsûsê bû
Tevgera Demokratîk a Jinan (TDJ-DKH), di 25 a Mijdarê Roja Tekoşîn û Piştgirî ya li hemberî Tundî ya Jinan a Navnetewî de çu li Pirsûs'ê û li wir tevî jinên ku li Kobanê hatibûn bi wan hat cem hev Tevgera Demokratîk a Jinan (TDJ-DKH), di derbarê 25 a Mijdarê Roja Tekoşîn û Piştgirî ya li hemberî Tundî ya Jinan a Navnetewî de bernameyeke çalaktiyê çêkir. Di çerçoveya vî bernameyê de DKH, di hereman de hefte ya filîmên jinan, serlêdana malbatan, panel û hevpeyvîn lidarxist û çalakiya roja 25 a Mijdarê jî ji gundê Mazerê ku girêdayî Pirsûsê ye pêk anî. Di destpêkê de jinên ku di serî de li Stenbal, Dêrsim, Edene, Kocaelî û li Mêrsînê ji gelek deveran kom bûbûn ser hev, li navenda Pirsûs'ê hatin li gel hev û çûn li serokatiya DBP ya Pirsûsê. DKH li vir bilêv kir ku, sedema hilbijartina çuyîna wan a Pirsûs'ê û sedema çalakiya bi vî şewayî, taybet jî berxwedaniya destanî ku jinên Kurd li Kobanê dimeşînin ew bixwe ye. Jinên Kobanê jî biryara DKH'yê silav kirin, ev biryar ji bo xwe û ji bo jinên Kurd wek biryareke gaveke bi nirx binav kirin. Pêşbaziya jinên DKH'yê Ayşexan Muslim pêk anî û di derbarê berxwedaniya jinên Kobanê de got: "Jin, di nav berxwedani-
ya Yekîneyên Parastina Jinan (YPJ) de azadiya xwe hildidin destê xwe. Ji ber wê bangawaziya min ewe ku hemû jin bila tevî YPJ têbikoşin û şerê xwe bidomînin". Piştî van merasîmên peşbaziyê hin raport jî hatin çêkirin û piştre tevî jinên ku ji Kobanê hatine jî sohbet çêbû. Di vê sohpetan de hate bilêvkirin ku, YPJ bi şerê xwe ya azadiyê ve di heman demê de tekoşîna hemû jinên cîhanî dike, bi tekoşîna ku jin li Kobanê dimeşînin ve jî ala tekoşîna hemû jinan bilind dibe.
Jinên Kurd bi YPJ'ê re gihîştin kesayetiyê Jinên Kobanê, gotinên xwe wiha domandin: "DAİŞ, bi şerê xwe ve dixwaze tekoşînan jinan sed sal paşve bibe. Va sê sal e jin, di vî şerî de rewşa xwe gihandin cihekî gelek bilind. Taybet pêşve çuyîna tekoşîna jinan li ser YPJ'ê dimeşe. Li gor me, pêvajoya Rojava, ji bo tekoşîna jinê pêvajoyeke gelekî girîng e, ji ber ku jin, di nav vî tekoşînê de nezarî û pratîkên xwe bi hev re pêş dixin. Ew jinên ku demek di nava civakê de xwedî cihekî neyînî û rawestî bûn, roja îro rêvebertiya tekoşînê dikin. Li Rojava, jin û zilam bi hevre şerkirina hevbeşî fêr bûn". Jinên Kobanê dan zanîn ku tirsê DAİŞ'îyan taybet jî bi destê jinan ve kuştin bixwe ye û ji ber vê yekê jî ew komkujeran taybet jî êrişên xwe li ser jinan pêk tînin. Jinên Kobanê aşkere kirin ku pêşveçuyîna gelê Rojava, di vî şerî de taybet jî di qada ramangeriyê de xurt dibe,
bi sedema vê yekê jî êdî zilam nikarin li hemberî xwendin û cil li xwe kirina jinan re tiştek bêjin. Ber vê jî jin, di warê cil û bergê de hê azad tevdigere. Jinên Kobanê, xelasbûna jinan bi YPJ'ê ve tekildar kirin û bangawaziya xwe ji bo hemû jinan kirin ku bila werin û di bin ala YPJ'ê têbikoşin. Piştî hevdîtin û axaftinên li avahiya DBP navçeya Pirsûs'ê, jinên DKH berê xwe dan ji gundê Maser'ê ku li ser sînora Kobanê ye. Şêniyê gundê, bi awayekî dilgermî ve jinên DKH pêşwazî kirin û li ser pêvajoya Kobanê a Rojava axivîn. Şevê jî govend çêbûn, stran û klamên hevbeş hatin gotin û ji bo sibehê lîsteya nobedariyê hate çêkirin.
‘Jin jiyan azadi’ DKH'ê di roja 22'yê Mijdarê de li gundê ser sînor daxuyaniyeke çapemeniyê pêk anî û di vî daxuyaniyê de bilêv kir ku wek tacîz û tecawizî ku li ser jinan lîstikên qirêjî tên lîsten û keda jinan tê dagir kirin û qetilkirina jinan şermezar kirin. Wek piştevan bi tevlêbûna DÖKH'ê daxuyanî ji alî gundiyan jî gelekî bi awayekî baldar hate temaşekirin. Berî daxuyaniya çapemeniyê ji alî girseyê ve jî diruşmên “Dagirkeriyê cinsî, netewî û polî re dawî!", “Biji berxwedana jiyan!", “Jin Jiyan Azadi” hat qêrîn. Di daxuyaniya çapemeniyê de ev gotinan hate ziman: "Êdî em dizanin ku, di zagonên dewleta ku hebûna xwe li ser desthilatdariya mêrtiyê damezrandiye de tundiya li ser jinê, qetilkirina jinan, şîdeta li
hemberî kesên hevezayendan (LGBTİ) bi zagonan ve misogeriya xwe qewîn kiriye. Şert û mercên civakê wek tevahî kujerê jinan saz bûye, di vê pergalê de jî ji bo jinan wek mizgînî "Pakêta Karkirina Jinan" tê çêkirin û hewl didin ku ev yekana bi van zagonan ve wek pergaleke meşrû bê pejirandin. Di bin mercên qirêj a şerê ku bi destê emperyalan ve li Kurdistan bi zorê tê meşandin de, bi taybet li Şingalê, li Kobanê û tevahî li Rojava bi sedan jin, wek destketiyê şerê tê revandin, wek kole li bazarê tê firotandin. Em li Kobanê, bi şehadetî çavên xwe ve dibînin ku li Kobanê, li Şingalê, li tevahî Rojava'yê, li hemberî çeteyên DAİŞ'ê jin, enî bi enî bi tekoşîna xwe ve pêşeroja xwe diparêze, diafirîne. Em wek DKH, li her derê cihanê jinên têkoşer silav dikin û bi zanîna wateya vê berxwedaniyê, xwedî ji tekoşerên jin derdikevin, li her derê, wek Kobanê, Şingal, Rojava, li Rojhilata Navîn ki jin rastî wahşetê tên dibînin, xwedî jê derdikevin, li dij van yekan jî bangawaziya tekoşînê dikin. Li her derê, li kargehan, li kûçeyan û li dibistanan, bi zanîna berxwedaniya jinan ve em bang dikin, tevî Deniz Fırat, Arin Mirxan, Reyhaneh Jabbari, Kader Ortakaya û ew jinên ku di axa dilê me de nemir bûne, bi yekbûn û têgihîştina wan ve em 25 a Mijdarê li Pirsûsê ne." Piştî daxuyaniya çapemeniyê, gel û girseyê berxwedaniyê berê govendê berxwedaniyê girtin û dijî dagirkeran zincîra mirovî girtin û bi vî awayî çalakî bidawî bû.