Her engel uygun mücadele metotlarıyla aşılmak zorundadır!
sf 12-13
Seçimde sona yaklaşırken! Gerici düzen partilerinden iktidardaki AKP esas hedef durumundadır. Ancak diğer faşist düzen partilerinin de lokal anlamda hedef olduğu-olacağı unutulamaz. Bazı seçim alanlarında, il ve ilçelerde demokratik güçlerin-ittifakın karşısına objektif olarak CHP, bazı yerellerde ise MHP’nin çıkacağı ve hedef olacağı açıktır. Lakin genel olarak AKP baş hedef durumundadır sf 06-07
Halkın Günlüğü
1-15 HAZİRAN 2015 Yıl: 4 Sayı: 100 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
DHF üyelerine gözaltı operasyonu f GÜNCEL 02-03 DHF İstanbul örgütlülüğüne yönelik yapılan ev baskınlarında 20’nin üzerinde DHF’li gözaltına alındı. Gözaltılara Berkin Elvan ve 1 Mayıs eylemlerine katılmak gerekçe gösteriliyor. Her türlü hak arama mücadelesini baskı ve şiddet yöntemleriyle bastırmak isteyen faşist devlet yine iş başında. 27 Mayıs günü Berkin Elvan ve 1 Mayıs eylemlerine katıldıkları gerekçe gösterilerek evlere ve dernek binalarına uzun namlulu silahlarla gece baskını düzenleyen polis 20’nin üzerinde DHF üyesini gözaltına aldı. Onlarca DHF üyesi ise aranıyor.
HDP ve DHF ittifak adayı Ataş halkla buluşuyor
Hava döndü işçiden yana Öncesi irili ufaklı onlarca işçisi direnişi ile başlayan, Ocak ayında onlarca fabrikada binlerce işçinin katılımı ile gerçekleşen büyük grevlerle mayalanan işçi sınıfının yükselişi, Bursa’daki Renault işçilerinin görkemli direnişi ile başlayarak bir çok fabrikaya sıçramış ve yeni bir boyut kazanmıştır. Sınıf hareketinde uzun yıllardan sonra mayalanmakta olan ve bir bütün olarak emek mücadelesine yeni bir heyecan ve soluk katan işçi sınıfının direnişi önümüzdeki dönemde daha da artarak büyüye-
04
Metal işçileri şalteri indirdi!
cektir. Sınıf hareketindeki bu gelişmelere asla ve hiçbir gerekçeyle ilgisiz kalmayarak devrimci sınıf perspektifi ile ilişkilenmek ve ileri taşımak proleter devrimcilerin birincil görevlerinden biridir. Sınıf hareketiyle buluşmayan ve bu perspektifle ele alınmayan hiçbir toplumsal mücadele gerçek anlamda sınıflar mücadelesine hizmet etmez. Bu bilinç ve perspektifle proleter devrimciler dar pratik koşuşturmadan sıyrılarak esas meselelere ilgilerini ve enerjilerini çevirmelidirler.
08
42. Yılında Kaypakkaya yaşıyor!
20
02
güncel haber
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Ferinaz Xosrowanî’nin İsyanı İran’ın Mahabad kentinde istihbarat elemanlarının cinsel saldırı girişimleri karşısında çalıştığı otelin 4. katından atlayarak yaşamını yitiren 25 yaşındaki Ferinaz Xosrowanî’nin ölümü sonrası kentte başlayan protesto eylemleri isyana dönüştü İran’ın Kürt kenti Mahabad’da istihbaratçıların cinsel saldırı girişimleri sonrası otelin 4. katından düşerek yaşamını yitiren 25 yaşındaki Ferinaz Xosrowanî’nin ölümü sonrası çıkan isyanda yüzlerce kişi Tara Oteli’ni ateşe verdi. İsyanın büyümesiyle İran'a bağlı özel güçler, halka saldırdı. Saldırılar sonucu 2 yurttaşın yaşamını yitirmiş olabileceği iddia ediliyor. Ayrıca söz konusu saldırılarda 27 kişinin yaralandığı ve onlarca yurttaşın da gözaltına alındığı belirtiliyor. İran özel güçlerinin saldırısında ölü-yaralı sayısı hakkında net bir bilgiye ulaşılmazken, Mahabad'da olağanüstü hal ilan edildiği ve şehrin binlerce asker tarafından kuşatıldığı kaydedildi.
“Kobanê Mahabad, Mahabad Kobanê’dir” Türkiye-Kuzey Kürdistan dahil olmak üzere dünyanın birçok yerinde Ferinaz şahsında gericilerin kirli savaş politikaları ve kadınlara yönelik cinsiyetçi, şiddete dayalı politikaları protesto edildi. Kobanê kanton yönetimi ve kentteki kurum ve kuruluşlar da ortak bir açıklamayla İran rejiminin Ferinaz Xosrewani’ye yönelik saldırısını lanetleyerek Mahabad direnişini selamladı. Eylem, Kobanê Yürütme Meclisi Başkanı Enwer Müslim, kanton Başkanları ve kentteki tüm kurum ve kuruluşların yöneticileri ile üyelerinin katılımıyla yapıldı. Ortak açıklamada “Öncelikle Ferinaz Xosrewani şahsında Kürt kadınlarına yöne-
lik İran rejimini geliştirdiği barbar uygulama ve kirli siyaseti lanetliyor; Mahabad ve Rojhilatê Kürdistan halkımızın serhildanını kutluyor, selamlıyoruz.” ifadelerine yer verilirken son Mahabad halkının serhildanın yeni bir durum olmayıp Kürt halkının uzun süredir yürüttüğü direnişin bir halkası olduğu belirtildi. Yapılan açıklamada direniş sahiplenilerek kadınların ancak mücadele içinde özgürleşeceklerinin çağrısı yinelendi.
Mahabad her Perşembe Ferinaz’ın mezarını ziyaret edecek Mahabad halkı her Perşembe akşamı Ferinaz Xosrowanî’nin mezarını ziyaret ederek çiçek bırakacak. Ferinaz’ın mezarını çiçeklerle ziyaret edecek olan Mahabadlılar, Perşembe gününü de hem Ferinaz Xosrewanî’ye hem de sonrasında yaşanan isyanda katledilenlere saygı günü olarak adlandırıyor.
Tecavüz, şiddet gerici devletlerin politikasıdır Taciz ve tecavüzün ideolojik birer savaş aygıtı olarak Kürdistan’da uygulanması yıllardır sürdürülen bir savaş politikasıdır. Emperyalistlerin, gericilerin özelde kadına yönelik şiddeti, taciz ve tecavüzü kirli bir savaş politikası olarak sürekli hale getirmeye çalıştığı dünden bugüne kadına yönelik ter türlü şiddet kadınların örgütlü mücadele bilinciyle parçalanmış ve bugün İran’da olduğu gibi bir isyana dönüşmüştür. Dünyanın hemen her yerinde sokağa çıkan kadınların tek ses olarak Kobanê’de kadın mücadelesini bayraklaştığı direnişte, erkek egemen devletlerin ve onların kolluk kuvvetlerinin bu sistemli politikasının kadınların direnişi ve bedenine ve kimliğine sahip çıkışıyla parçalanacağı haykırıldı.
Faşist baskılar tırmanıyor: DHF üyeleri gözaltında DHF İstanbul örgütlülüğüne yönelik yapılan ev baskınlarında 20’nin üzerinde DHF’li gözaltına alındı. Gözaltılara Berkin Elvan ve 1 Mayıs eylemlerine katılmak gerekçe gösteriliyor Her türlü hak arama mücadelesini baskı ve şiddet yöntemleriyle bastırmak isteyen faşist devlet yine iş başında. 27 Mayıs günü Berkin Elvan ve 1 Mayıs eylemlerine katıldıkları gerekçe gösterilerek evlere ve dernek binalarına uzun namlulu silahlarla gece baskını düzenleyen polis 20’nin üzerinde DHF üyesini gözaltına aldı. Gazatemiz baskıya hazırlandığı sırada gerçekleşen göz altı saldırısında Okmeydanı, Gazi Mahallesi, Dudullu, Sarıgazi ve Nurtepe’de yapılan ev baskınlarında gözaltına alınanlardan isimlerini öğrenebildiklerimiz şöyle: Çağlar Fakir, Sinan Candan, Erdem Taş, Erdal Sönmez, Özge Tanır, Cihan Soyaktaş, Veysel Yıldız, Çağla Göçebe, Halil İbrahim Şeker, Kadir Çelik, Sinem Yaşar, Özgür Han Memiş, İsa Yalçın, Fırat Önal ve Akın Odabaş. Başlatılan soruşturma kapsamında gazetemiz Yazı İşleri Müdürü Serdar Kaya’yı ‘aramak’ için Halkın Günlüğü çalışanlarının evini basan polis Halkın Günlüğü Gazetesi ve DHF-HDP ittifakı İstanbul milletvekili adayı Erdal Ataş’a ait bilgisayar, kamera ve disklere el koydu. Edinilen bilgilere göre evlerine baskın düzenlenerek arananlar listesi içerisinde DHF üyeleri Soner Gündüz ve Helin Felekoğlu, sanatçı Şenol Akdağ da bulunuyor. Aileler ve DHF’liler gözaltına alınarak Vatan Siyasi Şube’ye götürülen DHF’liler için Vatan Siyasi Şube’nin önünde bekleyişini sürdürürken DHF üyesi Volkan Can araması olduğu öne sürülerek gözaltına alındı.
Çabalarınız nafile; mücadelemiz mutlaka bir gün zaferle taçlanacaktır DHF polis baskınlarıyla 18 üye ve taraftarının gözaltına alınmasına ilişkin bir açıklama yaptı. Açıklama şu şekilde: “AKP nezdinde devleti büyük bir korku sardığı her gün daha da gün yüzüne çıkıyor. Yağma, talan, hırsızlık, yolsuzlukla ülkeyi yönetenler emek sömürüsü, sosyal hak gaspları, siyasal yasaklarla yaşamımızı zapturapt altına almak isteyenler saldırıyor. Halkın büyüyen örgütlü öfkesini parçalamak isteyen gerici egemen güçler Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve Halkın Günlüğü Gazetesi üye ve çalışanlarına yönelik İstanbul merkezli gözaltı saldırısı düzenledi. Bugün gerçekleşen gözaltı saldırısında Berkin Elvan ve 1 Mayıs eylemlerine katıldıkları gerekçe gösterilerek Federasyon üyelerimizin ve Halkın Günlüğü çalışanlarının evleri basılarak gözaltına alındı. Halkın Günlüğü Yazı İşleri Müdürü Serdar Kaya’yı ‘aramak’ için Halkın Günlüğü çalışanlarının evini basan polis Halkın Günlüğü Gazetesi ve DHFHDP ittifakı İstanbul milletvekili adayı Erdal Ataş’a ait bilgisayar, kamera ve disklere el koydu.
Yalanlarınıza kimseyi kandıramazsınız Yine bir sabah işçi, emekçi ve öğrencilerin toplu şekilde gece baskınlarıyla gözaltına alınmasıyla güne uyandık. Yine burjuva basında “MKP’ye operasyon; 20 örgüt üyesi gözaltında”, “Baskınlarda Silah ve örgüt dokümanları bulundu”, “Örgütün lider kadrosu gözaltında” şeklinde polis tarafından ısmarlanan düzmece haberlerle demokratik haklar mücadelesi ve halkın örgütlü mücadele talebi “yasa dışı” gösterilmek istendi. Nafile bu çabalarınız.
03
Halk nezdinde yeterince teşhir oldunuz. Yalanlarınıza kimse inanmıyor. Yolsuzluğunuza, talanınıza, hırsızlığınıza, hak gasplarınıza, emek sömürünüze, doğamızı yok etmenize, işçi-emekçi ve kadınlarımızı katletmenize sesimizi çıkarmayacağımızı mı sanıyorsunuz? Bir gece helikopterlerinizin çıkardığı gürültünün arasında teçhizatlı polislerinizin yüzümüze doğrulttuğu uzun namlulu silahlarınızın bizleri korkutacağını düşünüyorsanız hala büyük bir yanılgı içerisindesiniz. Coğrafyamızın her alanında büyük bir hızla artan zulme ve hak gasplarına karşı demokrasi mücadelesini büyüten, işçilerimizi, kadınlarımızı, gençlerimizi ve onların örgütlü gücü Demokratik Haklar Federasyonu’na yönelik saldırılarınız karşısında dün baş eğmediysek bugün de baş eğmeyeceğiz. Ülkemiz ve dünya halkları zulüm altında yaşadığı sürece demokratik haklar mücadelesi ve örgütlü gücü DHF, politik yaşamına devam edecektir. Gözaltı baskınlarıyla yaşattığınız terör karşısında, insanca yaşamanın tüm erdemliğini kuşanarak bulunduğumuz tüm alanlarda geleceğimizi zorbaların ellerinden almak için kavgayı daha da büyüteceğiz. Yoldaşlar dostlar; Son bir haftadır Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) nezdinde gerçekleşen gözaltı saldırısı halkın örgütlenme talebine yönelik olduğu kadar devrimci demokratik kurumların birlikte mücadele etme yöneliminedir. Bu nedenle devlet erkanı güçlerimizi parçalamak istiyor. İzin vermeyelim. Birleşelim ve zorluklar karşısında yılmayalım zulmün kalesine yönelmekte olan bu çetin ve uzun yürüyüş zafere mutlaka ulaşacaktır. Belirtmek gerekir ki bu saldırının diğer bir ayağı da HDP’nin yakaladığı büyük başarıya yöneliktir. Federasyonumuzun da ittifak yaparak bir parçası olduğu HDP’nin seçim sürecindeki çalışmaları ve programı kitlelerde yarattığı büyük güven, AKP ve onun nezdinde hakim sınıfları korkuttuğu büyük bir gerçekliktir. Çünkü baskı ve sömürü düzenleri teşhir oluyor ve zorbalıkla baskı altında tuttukları kitleler geleceğini ellerine alıyor. Yoldaşlar dostlar; Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve bileşeni Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) Demokratik Kadın Hareketi (DKH) ve Halkın Günlüğü Gazetesi üye ve çalışanlarına yönelik yapılan gözaltı saldırıları, halkın örgütlü gücünü yok etme çabasıdır. Bu faşist çaba karşısında “birlik, mücadele, zafer” şiarıyla mücadelemizi büyütelim. 1 Mayıs katılmak, kadın katliamlarını protesto etmek, Berkin Elvan’ı anmak ve katilerinden hesap sormak “suç” değildir. Ortada bir suçlu ve terörist var ise o da insanlarımızı masa başlarında hazırlanan düzmece polis fezlekeleriyle gözaltına alıp politik-kültürel haklarından zorla tecrit eden faşist devletin ta kendisidir. Bir kez daha ilan ediyoruz: çabalarınız nafile; demokratik haklar mücadelesi mutlaka bir gün zaferle taçlanacaktır.”
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
DEVLETİ TAHKİM POLİTİKALARI HİÇ DURMADI Kİ!
İ
lkel komünal toplumun son aşamalarından başlamak üzere iyice derinleşerek egemenliğini tahkim eden özel mülkiyet dünyası ve sisteminin ekonomik alt yapı ve bunun üzerinden yükselen üst yapının tüm özelliklerini içerleyen devlet sistemlerinin varlığı hala sürmektedir. Kapitalizmle birlikte ulus devlet ve ardından da emperyalist kapitalizm ile uluslararası tekelci sermaye ve onun egemen devletler niteliği devam etmektedir. Bu durum yani devlet olgusu oldukça uzunca bir zaman da sürecektir. Devletten devletsizliğe, ancak sınıfların varlık koşulları ve tabi ki sömürü ve zulmün temellerinin ortadan kalkmasıyla mümkün olacaktır. Halihazırdaki devlet mekanizmaları bizzat hakim sınıfların egemenlik araçları olarak tüm ekonomik politikalarıyla varlığını korurken zira başka türlüsü de tasavvur edilemezdi. Sömürücü egemenlik odaklarının ilk süreçlerinden bugüne kadar devleti tahkim politikaları her bir sürecin verili objektif koşullarına uygun olarak sürekli dizayn edilmekten kendini kurtaramamıştır. Her bir verili sürecin ihtiyacına uygun olarak devletlerin de bir entegrasyonu ya da adaptasyonu söz konusu olmuştur. Zamanın ruhuna göre devletin adaptasyon süreçleri hiç bitmemiştir. Bütün bunların temelini ise bizzat ekonomik alt yapı oluşturmuştur. Ve tabi ki üst yapının tüm özellikleri de buna uygun olarak sürekli yeniden yapılandırmayı gerekli kılmıştır. Bütün bu durumu genel olarak sermayenin bizzat kendisinde de görmek mümkündür. Sermaye sürekli olarak kendini dizayn etmekten kurtaramadığı gibi sürekli surette yayılma özelliği, dinamiği de göstermektedir. Devlet de her bir zamanın ya da o süreçlerdeki verili objektif koşulların bir sonucu olarak kendini tahkim etmek durumunda kalmıştır. Hayat, toplum ve sistemler tabi ki bu şekilde düz bir seyir izlememiş diyalektiğin bu yasalarına ayak uydur-a-mayanlar ise uzun erimli bir varlık gösterememiştir. Özellikle emperyalist kapitalizmin sürekli olarak kendini, ortaya çıkan yeni süreçlere uyarlama-adaptasyonundan bahsetmek istiyoruz. Bu durumu kapitalizm öncesi tarihsel ve toplumsal sistemlerden ve tabi ki devletlerden ayırıcı özelliğiyle vurgulamak gerekir. Uluslararası emperyalist sermaye kendi merkezileşme ve yoğunlaşmasına uygun olarak bir yandan kendini yeniden yapılandırırken diğer yandan ise ulaşabildiği ya da yörüngesi durumunda olduğu çevresi-dışında duran tüm olguları da buna göre yeniden yapılandırma ihtiyacı ve yönelimi içerisindedir. Lafı fazla uzatmadan emperyalizmin yarı-sömürgesi durumundaki komprador tekelci kapitalist Türk devlet sistemi de bu
yeniden yapılandırmanın dişlileri arasındadır. Dolayısıyla özellikle Türk devletinin tüm ekonomik temelleri ve onun üzerinden yükselen bütün temel kurumlarındaki değişiklikleri bizzat uluslararası emperyalist sermayenin günümüz-mevcut durumundaki ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırıldığını belirtelim. Bu durumu daha doğrusu bir restorasyon olarak değerlendirirsek yerinde olur. Üretimden ticarete, tarımdan sanayiye, parlamentosundan yerel yönetimlerine, hükümetinden partilere, valisinden kaymakamlığına, ordusundan polisine, eğitimden sağlığa, ulaşımdan iletişime, içişlerinden dışişlerine, tekniğinden haberleşmesine, düşüncesinden eylemine, sendikasından sivil toplum örgütlerine vb. diğerlerine kadar Türk devletindeki değişimi bu düzlemdeki yani emperyalist sermayenin yeniden yapılandırma konseptinin birer parçaları olarak görülmesi gerekir. Erdoğan önderlikli devlete egemen olan hakim sınıf kliklerinin başkanlık sistemindeki ısrarını da bu eksende değerlendirmek yanlış olmaz. Türk devletindeki yasama, yürütme ve yargı mekanizması ve temsili parlamenter bürokratik cumhuriyetinde başkanlık sistemi merkezli bir yönetime doğru evriliş olsa da olmasa da bu durum devletin hiç dizayn edilmediği ya da başka biçimlerde yapılandırılmayacağı anlamı taşımamalıdır. Bütün bu gelişmelerin bir ilerleme, demokratikleşme hamlesi olarak tasavvur edilmemesi gerektiğini de vurgularsak yerinde olur. Çok kutuplu uluslararası emperyalist blok güçlerin günceldeki somut teorik ve pratik yönelimlerini de sermayenin kendini sürekli surette yapılandırma ve yayılmacı özelliğinden bağımsız ele alamayız. Bu yönelimi içerisinde tabi ki çelişki ve rekabet de ortaya çıkmaktadır ve bu da önemle ele alınması gereken başka bir durumu göstermektedir. Bugün Amerika, Rusya, Avrupa, Çin’de olan bitenlerde dahil dünyanın değişik bölge ve coğrafyalarındaki egemenlerin teorik pratiklerini de bu kapsamlarda değerlendirmek doğru olandır. Suriye, Irak, Ukrayna, Kırım, Donetsky, Luhangsk, Yemen, Libya, Afganistan, Türkiye-Kuzey Kürdistan, dört parçadaki Kürdistan, Mısır vd. bölge ve alanlardaki gelişmelerin hemen hepsini bu minvalde değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Barzani’nin ayrı ve “bağımsız” Kürdistan argümanı ve yönelimini de blierleyecek ana unsurun bizzat çok kutuplu emperyalist blok güçler denkleminde uluslararası sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekil alacağını söylemek gerekir. Tüm farklılıkları ve başta kadın olmak üzere üzerinde yükselinen nüfusun ezici çoğunluğunun çıkarlarını gözeterek başlı başına bir sosyal devrim niteliğinde olan Rojava statüsü gerçekliğinden bahsetmek is-
teriz. Bugün PYD önderliğindeki ilerici Rojava Özerk örgütlenmesi ve sistemine dayatılan da bizzat uluslararası emperyalist sermayenin ihtiyaçlarına biat gerçekliği değil mi? Daha önceki süreçlerde dayatılan da buydu. Cenevre-3 görüşmeleri kapsamında emperyalist- kapitalist dünya ve sistemine entegrasyon süreci ve dayatmasına karşı PYD’nin kendi özgücü ve özgüvenine bağlı bağımsız statüsü ve dışındaki tüm farklılıklara karşı da anayasal eşitlik ve özgürlük yönelimindeki ısrarı önemli ve geri adım atılmaması gereken bir durumu göstermektedir. Emperyalist-kapitalist kuşatma ve dayatmanın bir ürünü olarak PYD’nin işinin o kadar da kolay olmadığını biliyoruz ancak kendi kendini yöneten özerklik statüsünün kabulünün de imkansız olmadığını söyleyebiliriz. Bütün renkleri, farklılıkları içersinde barındıran ve temsil eden yerel ve bölgesel kendi kendini yönetim özerklikleri ve sistemleriyle aslında bir devlet olan Rojava’nın özerk ve kantonal mekanizmasının da emperyalist kapitalizmin ulus devlet ve onun burjuva medeniyetçi paradigmasından kopan bir yönelim-perspektifle merkezileşmiş devlet aygıtı şeklinde tahkim edilmesi gerekmektedir. Bunun için tüm mahalle, köy, belediye, ilçe, il ve bölgelerin doğrudan kendi kendini tam bir yönetim özerkliğini ve aynı zamanda tamamen gönüllü ve demokratik bir merkezileşmeyi teorik ve pratik toplumsal sistemine oturtması gerektiği yeterince açıktır. Emperyalist kapitalizmin ve onun her bir bölge ve coğrafyalarda bizzat uluslararası emperyalist sermayenin ihtiyaçları temelinde kendi devletlerini yeniden yapılandırırken ilerici ve devrimci iktidarların ve yönetim mekanizmalarının da sürekli olarak kendini yapılandırma ihtiyacı vardır. İki ters zıt kutup itibariyle bütün bu gelişmeler devletten daha heybetli merkezileşme ve tekleşmeye doğru giden devletleşmeye mi yoksa devletten devletsizliğe mi gidileceğine yönelik kilit önemde bir halkayı oluşturmaktadır. Devletten devletsizliğe giderken sınıfları ve tüm sınıf farklılıklarını, onları ortaya çıkaran bütün üretim ilişkilerini ve onlar üzerinden yükselen geleneksel değer yargıları da dahi tüm üst yapı kurumlarıyla devlet de şekillenen egemenlik ve baskı araçlarının ortadak kaldırlması perspektifi asla gözardı edilecek ve ötelenecek bir görev olarak telakki edilemez. Bu bilinç ve perspektiften koparak emperyalist kapitalizm dünyasına ve onun devletinin daha da pekiştirilmesine çark etmemek için hiçbir neden yoktur. Bunun için, devleti tahkim ederken onun gereksizleştirileceği ve bizzat kitlelerin elinde bir oyuncak haline getirileceği bir yönelim bilinciyle hareket gereklidir.
04 Erdal Ataş halkla buluşuyor güncel haber
DHF-HDP ittifakı İstanbul 1. Bölge Milletvekili Adayı Erdal Ataş seçim çalışmaları kapsamında faaliyetlerine devam ediyor. Dersim, Erzincan, Antakya, Adana, Kocaeli ve Kıbrıs’a giden Ataş burada birçok çalışma kapsamında halkla bir araya geldi Seçim gündeminin tüm hızıyla devam ettiği ülkemizde burjuva partiler bir dönem daha halkı sömüren sınıfın sözcülüğünü yapmak için her türlü hile ve yalan-dolanla halktan oy toplamanın peşine düşerken sömürü düzenini teşhir etmek ve halkın haklı taleplerini dile getirmek için çalışmalarını sürdüren HDP-DHF ittifakı İstanbul Milletvekili Adayı Erdal Ataş seçim çalışmaları kapsamında halkla buluşmaya devam ediyor. “Sadece İstanbul’da değil Türkiye–Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında çalışma yürüteceğiz” diyen Ataş Dersim, Erzincan, Adana, Antakya, Kocaeli ve Kıbrıs’a giderek burada seçim çalışmalarına katıldı.
Ataş ve Demirtaş Dersim’de Ataş ilk olarak 7 Mayıs’ta HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile birlikte Dersim merkezde düzenlenen seçim mitingine katıldı. Binlerce kişinin katıldığı mitingden önce Ataş ve Demirtaş aralarında HDP Dersim Milletvekili Adayları Alican Önlü ve Edibe Şahin, Dersim Belediye Eşbaşkanları Mehmet Ali Bul ve Nurhayat Altun, HDP, DBP, DHF, Partizan, ESP, EMEK il ve ilçe temsilcilerinin de bulunduğu yüzlerce kişi tarafından Mazgirt Köprüsü'nde karşılanarak kortej eşliğinde Dersim merkeze geldi. Burada düzenlenen mitingde konuşan Demirtaş AKP Hükümeti'nin sonunun geldiğini, HDP olarak Dersim’de bütün devrimci hareketlerle bir araya geldiklerini belirtti. Ataş ve Demirtaş 8 Mayıs’taysa Erzincan’da düzenlenen mitinge katıldı. DHF’nin kitlesel olarak katılım sağladığı miting sonrası kitlenin Ordu Caddesi güzergâhında dağıldığı sırada görgü tanıklarının anlatımına göre polisin faşist güruha DHF faaliyetçisi Özgün Kaya'yı hedef göstermesinin ardından faşistler DHF faaliyetçisine saldırıya geçti ve darp
etti. Ardından DHF üye ve taraftarları saldırıya karşı koyarak faşistleri püskürttü. Polisin DHF'lilerin yakaladığı saldırganları alıp gözaltı yapmadan serbest bırakması ve saldırıya karşı koymaya gelen devrimci, demokrat ve yurtseverlere biber gazı ile saldırması ise kitlenin tepkisini çekti. Sonrasında polis kontrolünde bir araya gelen faşist güruhu polis dağıtmazken kitleye dağılın çağrısı yaptı. Bir araya gelen kurumlar ve kitle saldırılara karşı “Faşizme karşı omuz omuza”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Erzincan faşizme mezar olacak” sloganlarını haykırdı. Polisin atılan sloganlara karşı DHF faaliyetçisi Özgün Kaya'nın adını megafonla birkaç defa anons ederek “Özgün Kaya provokatörlük yapma” demesi ise polisin hedef göstermeye devam ettiğinin ve yaşanan saldırının sorumlusu saldıran sivil faşistler ve kendileri değil de DHF gibi göstermeye çalışarak daha sonrasında yaşanacak saldırılara zemin hazırlama çabası içinde olduğu izlenimi edinildi. Faşist saldırı sırasında birkaç kişi darp edilirken daha sonrasında Erzincan Milletvekili Adayı Erol Ağdaş ile birlikte darp raporu almaya giden Özgün Kaya’ya doktorun yazdığı darp raporu hastane polisi tarafından verildi ve siyasi şube polislerinin telefonla arayarak hastaneye gelecekleri söylendi. Siyasi Şube ile herhangi bir konuşulacak konunun olmadığı belirtilerek ilgili makamlara şikayette bulunacağını söyleyen Kaya, hastaneyi terk etti.
Ataş Dersim’in ilçelerinde halkla buluştu Ataş sonraki günlerde Dersim’in ilçelerinde seçim çalışmalarına katıldı. Öncelikle Ovacık’a giden Ataş burada bir dizi ziyaret gerçekleştirip halkla sohbetler ederken aynı zamanda DHF’li Ovacık Belediyesi’nin çalışmaları hakkında da bilgi aldı. Belediye temsilcisi, Ataş’a son dönemde Ovacık’ta başlayan organik tarım çalışmalarıyla ilgili bilgi aktarımında bulundu. Ataş aynı zamanda Ovacık’ta seçim bürosuna, esnaflara ve belediyeye ziyaretlerde bulundu. Belediye’de Demokratik Kadın Hareketi (DKH) temsilcisinin de katılımıyla bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıda konuşan Ataş, se-
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
çim bölgesinin İstanbul olduğunu ancak Dersim’in kendi memleketi olduğunu buraya özel önem atfettiğini ve sadece İstanbul ve Dersim’de değil tüm Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında çalışmalarını sürdüreceğini söyledi. Ataş konuşmasında rejimin ekonomi politikasının sonucu olarak bir kesim zenginleşirken halkın daha fazla yoksullaştığını, aynı zamanda halka karşı bir imha, inkâr, soykırım politikasının devam ettiğine ve hala inançların yasaklandığı, baskı altına alındığı, asimile edildiğini vurguladı. 10 Mayıs’ta Hozat’a giden, Hozat Kültür Sanat ve Dayanışma Derneği’nde DHF’nin düzenlediği kahvaltı toplantısına katıldı. Ataş burada yaptığı konuşmada 100 yıllık Kemalist iktidarın kitlelerin muhalefeti karşısında sürdürülemez olmaya başladığını ve bunun üzerine 2000’li yıllar ile birlikte AKP’nin muhalefet güçlerinin yok edilmesi üzerine tasarlanan emperyalist bir proje olarak ortaya konduğunu vurguladı. Ataş kahvaltının ardından HDP seçim bürosunu ziyaret etti. Ardından HDP Eşbaşkanlarının da katılımıyla esnaflar ziyaret edildi. Buradan Geyiksuyu’na geçen Ataş, Geyiksuyu’nda bir sohbet toplantısına katıldı. Çalışmalarına DHF’lilerle birlikte devam eden Ataş 12 Mayıs’taysa kendi memleketi olan Dersim’in Mazgirt ilçesinde bir dizi çalışma gerçekleştirdi. Mazgirt’te HDP seçim bürosunu ziyaret eden Ataş, burada halk ile bir toplantı gerçekleştirdi. DHF temsilcisinin de katıldığı toplantıda, DHF temsilcisi, Dersim’de tüm halk ile fikir alışverişi gerçekleştirdiklerini daha önce Dersim’in diğer ilçelerine gittiklerini, bugün de Mazgirt’teki dostlarından seçim çalışmalarına dair fikir almak istediklerini belirtti. Ataş ise konuşmasında, kendisinin de Mazgirt’te doğduğunu söyleyerek, seçimlerin yalnızca temsilci seçme işi olmadığını belirtti. Ataş, Mazgirt Belediyesi’ni de ziyaret etti. Belediye ziyaretinin ardından ise esnafları ve köyleri ziyaret eden Ataş, kapı kapı, ev ev gezerek halkla sohbet etti. Seçim çalışmaları kapsamında ziyaretlerini sürdüren HDP İstanbul milletvekili adayı Ataş Dersim’in Nazımiye ilçesine de gitti. İlk
olarak HDP seçim bürosu ziyaret eden Ataş’ı HDP Eşbaşkanları Lütfü Yüksel ve Fatma Gündoğdu Göktaş karşıladı. Ataş HDP Eşbaşkanlarıyla seçime dair sohbet etti. Ataş ve Eşbaşkanlar daha sonra birlikte esnafları ziyaret etti. Esnafın sıcak karşılamasıyla karşılanan Ataş esnaf ziyareti sonrasında Nazımiye Belediyesi’ni ziyaret etti. Nazımiye Belediye Başkanı Cafer Kırmızı Çiçek, Ataş’ı kapıda karşıladı. Ataş ve Çiçek belediye hakkında sohbet etti. Ataş’a yaşadıkları sorunları aktaran Çiçek, gelir sıkıntısı, nüfus azlığı sorunu ve köylünün olmamasının yarattığı üretim sorunu gibi sorunlar yaşadıklarını ifade etti. Çiçek devamında Doluca köyündeki Pembelik Barajı sorununa değindi. Doluca köyünde Pembelik Barajı yapımında iki kere Danıştay’ın kararı ile durdurma kararı çıkmasına rağmen barajın yapıldığını kaydeden Çiçek ve birçok köylünün köyünü terk etmek zorunda kaldığını ifade etti.
Ataş Antakya, Adana ve Kocaeli’nde panellere katıldı Dersim’deki çalışmalarını tamamlayan Ataş 13 Mayıs’ta Antakya’ya geçti. Ataş İHD Antakya şubesinde yapılan bir panelle halkla buluştu. Panele konuşmacı olarak Ataş’ın yanı sıra Antakya HDP Milletvekili Adayı Nihat Eraslan ve DHF temsilcisi katıldı. Antakya HDP Adayı Nihat Eraslan “HDP farklı dil, din, mezhepleri içinde barındırıyor. HDP barıştır, bu yüzden HDP çatısı altındayız” dedi. Erdal Ataş ise yaptığı konuşmada öncelikle Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, Ortadoğu’da ve Antakya’da ki gelişmelere değindi. “Halklar, diller, inançlar birbirine düşman ediliyor.” diyen Ataş kadınların dünyanın her tarafında mülk haline getirildiğini, yarı sömürge bir coğrafya olan ülkemizde halkları birbirine düşürme siyaseti uygulandığını ifade etti. Ataş devamında şöyle konuştu “Emperyalistler ve kapitalistler Ortadoğu'da yapılanları 100 yıl öncesinden planlamış durumda. 100 yıl boyunca Kemalist düşünceyle sürdürülen bu anlayış bu duruma kadar getirildi. Seçimler mücadelenin bir aşamasıdır. Asıl mücadele emekçi, demokrat, sosyalist, komünist
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
güçlerin oluşturduğu mücadeledir. Ve en büyük mücadele Antakya halkına düşmektedir”. Son olarak, “Son dönemde ezilenlerin tümü tek başına kurtuluşun olmayacağını anladı. Bunun sonucunda bizde tüm güçlerin HDP içinde buluştuğunu gördük” diyen Ataş’ın ardından DHF temsilcisi konuştu. Temsilci genel seçimler ve HDP’yle yaptıkları ittifaka dair değerlendirmede bulundu. Panel soru cevap kısmının ardından son buldu. Ataş daha sonraysa DHF temsilcisi ve HDP Adana Milletvekili Adayı Rıdvan Turan’la birlikte Adana’da bir söyleşiye katıldı. Seyhan Kültür Merkezi'nde (Yaşar Kemal Kültür Merkezi'nde) yapılan söyleşide konuşan HDP Adana Milletvekili Adayı Turan “Parlamentoda onun veya bunun olmasının önemi yok. Asıl önemli olan örgütlü mücadelenin kavranması gerektiğidir. Bununla beraber sokakta verilen mücadele parlamentoda da ses olmalıdır” dedi. DHF-HDP ittifak adayı Erdal Ataş ise yaptığı konuşmada, öncelikle Türkiye/Kuzey Kürdistan'da ve Ortadoğu'da yaşanan gelişmelere değinerek bu durumun dünyada kar uğruna şekillenen anlayışla ilerlediğine, kadın haklarının, dillerin, inançların nasıl yok edilmek istendiğine ve bütün bu haksızlıkların var olan sistemden, yani emperyalist kapitalist sistemden geldiğine değindi. Ataş “İnsanlar tam hak eşitliği çerçevesinde bütün bu sömürü düzenine karşı, ötekileştirilmeye karşı mücadele etmeli. Halklar birçok alanda birbirine düşürülmüş durumda, 80 yıl boyunca Kemalizm ile birlikte sürdürülen bu politika birçok inanç kesimi ve Kürt halkının mücadelesi, emek mücadelesi ve diğer alanlarda yoksulluğa karşı yapılan mücadele, örgütlenme ile yeniden dizayn sürecine girecek” ifadelerini kullandı. Erdal Ataş son olarak, hangi parti iktidara gelirse gelsin meselenin herhangi bir adayı belirleme ve seçme meselesi olmadığına değinerek; dinlere, dillere, cinsiyetlere, işçilere karşı yaklaşımın ortaya çıkarılması gerektiğini söyledi. Ataş “Bizler DHF ve birçok sosyalist kesimler olarak kendi politikalarımız ve tavırlarımızla mücadelemizi, ortak mücadele zemininde yürütmeye çalışıyoruz"
05
dedi. DHF temsilcisiyse yaptığı açıklamada “Biz bu süreci ele alırken emperyalist kapitalist sistemin ülkemizdeki hakim kliği olan AKP iktidarının tek başına olmadığını, genel sorunun sistemsel bir mesele olduğunu ve sistemin araçları içerisinde taktiksel olarak da süreçleri değerlendirmek açısından seçim sürecinin önemli olduğunu değerlendirdik ve sürecin içerisinde yer aldık” dedi. Erdal Ataş 16 Mayıs’taysa Kocaeli’de DHF’nin örgütlediği “Emperyalizm, Ortadoğu ve Türkiye” isimli bir panele katıldı. Kocaeli Eğitim-Sen'de düzenlenen panelde dünyada, Türkiye’de tekelci komprador kapitalist sistemin geldiği boyut, işçilerin, köylülerin, ezilen tüm halkların proleter sınıf rehberliğinde sosyal, kültürel, siyasal alanda nasıl bir mücadele hattı izlenmesi gerektiği, kadın meselesi, ulusal mesele, enternasyonalizm, inanç ve çevre konularına değinildi. Panel soru cevap bölümünden sonra sonlandırıldı.
Ataş ve Maçoğlu Kıbrıs’ta DHF-HDP ittifakı İstanbul Milletvekili Adayı Ataş, Ovacık Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu ve DHF temsilcisinden oluşan DHF heyeti 18 Mayıs’taysa Kıbrıs’a giderek burada çeşitli ziyaretler ve çalışmalar gerçekleştirdi. Lefkoşa Elçiliğindeki seçim sandıklarını ve Alevi Kültür Merkezi’ni ziyaret etti. Heyet önce Kıbrıs Lefkoşa Belediye Başkanı Mehmet Harmancı’yı ziyaret etti. Ziyaretin ardından, Ataş ve Maçoğlu Kıbrıs’ta yayın yapan Genç TV’de canlı yayına katıldı. Ataş ve Maçoğlu akşam saatlerindeyse Kaypakkaya anmasına katıldı. Gönyeli Belediyesi’nde yapılan etkinlikte önce Üretim Sanat Merkezi Müzik Topluluğu ezgileriyle yer alırken, şiir dinletileri ve bir panel gerçekleştirildi. Maçoğlu ve Ataş panele konuşmacı olarak katıldı. Heyet 19 Mayıs’taysa Lefkoşa Elçiliğindeki seçim sandıklarını ziyaret etti. Heyet seçim çalışmalarını yerinde inceleyerek sandık görevlilerinden bilgi aldı. Daha sonra Alevi Kültür Merkezi’ni ziyaret eden heyet derneğin yeni seçilen yönetimi tarafından karşılandı. DHF temsilcileri yeni yönetime başarı dileklerini sunup seçimler hakkında fikir alışverişinde bulundu.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
DEĞERLİ DOSTUMUZ/YOLDAŞIMIZ HÜSEYİN ARSLAN’IN ANISINA!
B
u köşemi değerli dostumuz, sevgili yoldaşımız Hüseyin amcanın henüz taptaze olan anısına ayırmayı bir görev olarak yerine getiriyorum. O’nun emeklerinin karşılığı kuşkusuz ki pahasızdır. Emeğinin karşılığı değil ama emeğine saygının bir tutumu olarak anısına saygımı ifade etmeyi küçük bir görev olarak tasavvur ediyorum köşe yazımı. Hozat’ın Tavuk köyünde yaşanan elim olay Hüseyin amcamızı, sevgili yoldaşımızı zamansız bir acıyla aramızdan ayırdı. Acısını paylaşıyor, ailesine, tüm sevenlerine ve yoldaşlarına baş sağlığı duygularımı iletiyorum. Başımız sağ olsun! Devrimci tutsakların başı sağ olsun! O’nun onurlu devrimci yaşamı, devrimci emeği ve saygın anısı önünde büyük saygıyla eğiliyorum. Hüseyin amcamız yaşamını sürdürdüğü köyünde akrabası/köylüsü olan suçlu bir unsur tarafından ‘’sebepsiz ve anlamsız’’ yere silahla vurularak katledildi. Kuşkusuz ki hiçbir sebep bu cani ve gerici saldırıyı, bu katli gerektirmez-haklı göstermez. Ancak sebep sayılabilir bir neden olmadan Hüseyin yoldaşımızın katledilmesi, üzüntümüzü daha da büyütüp suçu işleyen unsurun kişiliğini teşhir etmeyi çok daha haklı kılmaktadır. Elim olayın neden gerçekleştirildiği kuşkusuz ki zamanla açığa çıkacaktır. Lakin neden gerçekleştirilmiş olursa olsun, bizler için somut bir gerçek var ki, o da değerli dostumuz, sevgili yoldaşımız Hüseyin amcamızın canice bir suçla öldürülmüş olmasıdır. Hüseyin amcamızın-yoldaşımızın açık devrimci kişiliğe sahip olduğu ilgili herkesçe bilinen bir gerçektir. O, devrimci kişiliğine uygun olarak yaşayan asil bir insandı. Bu kişilik ve yaşam tarzına uygun olarak devrimci sözünü sakınmaz, haksızlığa rıza gösterip boyun eğmezdi. Gördüğü haksızlıklar karşısında tavır almaktan asla sakınmazdı. Komünistleri, devrimcileri her koşulda sahiplenir, savunur ve bunda taviz vermezdi. Onun verebileceği tek ‘’rahatsızlık’’ ancak bu yaşam felsefesi ve tavrı olabilirdi. Bundan gayrı bir hesabı, bir sorunu, bir tepkisi yoktu, olamazdı da… Profesyonel bir militan değildi bel-
ki, ama sözü, yaşamı ve görüşleriyle bir militandı O! O’ndan ‘’rahatsızlık’’ duyanlar yalnızca bu yaşamından dolayı ‘’rahatsız’’ olabilirlerdi. Bunun dışındaki her gerekçe sadece gerçeği saklayan bir gerekçe olabilir ancak. Değerli yoldaşımız Hüseyin amca, sadece yaşı itibarıyla amcamızdı, düşünceleri, hayalleri ve yaşamıyla yoldaşımızdı. O bir devrimciydi. Tüm yaşamı bunu doğrulayan onurlu, düzene karşıtlığı ve komünistlere bağlılığıyla birlikte verdiği anlamlı emeğiyle katıksız biçimde devrimciydi. Özellikle hapishaneler direnişleri ve özgül olarak da Ölüm Oruçları dönemlerinde istikrarlı bir sahipleniş ve direniş tavrıyla sürekli komünist ve devrimci tutsakların yoldaşı oldu. Bu direnişlerde büyük acılar yaşayarak, hakaretlere, işkencelere ve faşist saldırılara maruz kaldı. Ama O, hiçbir baskı ve saldırı karşısında yılmadan tutsaklarla dayanışmasını büyük bedeller pahasını sürdürdü, direnişlerde, eylemlerde kararlıca yerini aldı. Yaşadığı acıları, hakaretleri, işkence ve saldırıları hiçe sayarak, komünist ve devrimci tutsaklarla gurur duydu ğunu her vesilede yineleyen Hüseyin amca, tutsaklara moral vermekten başka bir şey düşünmezdi. Ve gerçekte de bu değerde bir dostun, yoldaşın ve direnişçinin varlığı tutsaklar için güçlü bir moraldi. Hüseyin amcanın acı kaybı ile dikkat çekici bir gerçek daha açığa çıkmaktadır. Ki bu gerçek son derece önemli ve anlamlıdır. Ailesinin böylesine ağır bir acı karşısında son derece soylu bir tavır sergileyerek demokratik kültüre uygun tarzda olayı soğukkanlılıkla karşılayıp tepki ve nefret söyleminden uzak durması, öç ve intikam alma şeklindeki söylem ve duygulardan uzak olması son derece anlamlı ve değerlidir. Demokratik ve devrimci kültüre, Hüseyin amcamızın ailesine yakışan da budur. Diğer duygular ancak sınıf düşmanları arasında ve karşı-devrimcilerle aramızdaki çelişki ve sorunlarda geçerlidir. Ailenin bu bilinci örnektir. Bir kez daha Hüseyin amcamız, sevgili yoldaşımız ve O onurlu insanın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
06 güncel haber
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Baraj yıkılıyor saldırılar artıyor Ülkenin onlarca yerinde AKP başta olmak üzere diğer gerici güçlerin kışkırtmaları ve yönlendirmeleri sonucu harekete geçen faşist güruhlar, HDP seçim büroları başta olmak üzere HDP’nin gerçekleştirdiği miting ve etkinliklere saldırarak onlarca kişiyi yaraladı Coğrafyamızda bulunan farklı ulus ve milliyetleri inkar ederek, çoğunu katliamlardan geçirmiş ve asimile etmeye çalışan ve yüzyıldır varlığını sürdüren faşist devlet, mevcut durumda “demokrasi” söylemleri eşliğinde kirli oyunlarına devam ediyor. Bu zihniyetin bugünkü temsilcisi olarak iktidarda olan AKP ve bilumum pastadan pay kapma ve halkı kandırma-oyalama sırasını bekleyen MHP, CHP gibi ırkçı, faşist partiler, genel seçimler gündemli çalışmalarda türlü vaatler ve oyunlarla halkıezilenleri bir kez daha kirli emellerine alet etmek için “oy avcılığına” devam ediyor. Bu oyunları bozmak ve kirli oyunları teşhir ederek halkı uyaran, bilinçlendiren devrimci, demokratik parti ve kurumlar ise düzen partileri tarafından çeşitli saldırılara uğruyor. Somut durumda genel seçim çalışmalarını bu eksende yürüten kurumlar gerçekleştirdikleri ittifaklar ve dayanışma içerisinde çalışmalarını yoğunlaştırırken gerici-faşist partilerin de korkulu rüyası olmaktadır. Çeşitli alanlarda faaliyet yürüten devrimciler faşist devletin polis gücü tarafından tehdit, taciz, korkutmasindirme saldırılarına maruz kalıyor ve başarılı olamadığı oranda da acizleşerek, aileler üzerinden bu saldırıları sürdürmeye çalışıyor. Özellikle seçim çalışmaları sürecinde bu tür saldırılara sıkça tanık oluyoruz. Öte yandan son günlerde artarak devam eden sistemli bir saldırı furyası var ki, bu saldırılar faşist-tekçi parti ve iktidarın, %10 baraj uygulamasına rağmen, iktidarının sarsılacağı korkusuyla sinsice yaptığı ve sahiplenip, üstlenemediği HDP seçim bürolarına yapılan saldırılardır. Ülke genelinde 60 civarında HDP seçim bürosuna saldırılar yapıldı. Bu saldırılar silahlar, bombalar ve taşlar
kullanılarak, seçim büroları önünde kitlesel birikerek, bayrak, flama indirerek, gerici sloganlar atarak vb gerçekleştirildi. Yapılan tüm saldırılarda mevcut iktidar partisinin yönlendirmesiyle ırkçı-milliyetçi partinin, özellikle MHP’nin, gerici işaretleri yapılarak sloganlar atıldı. Aleni olarak görülen odur ki, yapılan bu gerici eylemler provokasyon amaçlıdır ve halk arasında yaratılan geri yanları ikilemleri vb kaşıyarak halkı kışkırtmak ve çıkar sağlamaktır. AKP’nin bu tür provokatif saldırılarının olduğu-olacağı ve uyguladığı gerici politikalarla, ajitasyon ve propagandalarla halkın bazı kesimlerini etkilemeye çalıştığı bilinmektedir. HDP bürolarına yapılan saldırılar gösteriyor ki AKP başta olmak üzere diğer gerici güçlerin saldırılarını boyutlandırarak sürdüreceği açıktır.
HDP’ ye dönük faşist saldırılar artarak devam ediyor. Yukarıda konuyla ilgili bu analizi yaparken Adana ve Mersin'de HDP seçim bürolarına eş zamanlı gerçekleştirilen bombalı saldırı haberleri geldi. Bu saldırılarda üç kişi ağır yaralandı. HDP Adana ve Mersin il binalarına eş zamanlı olarak gerçekleştirilen bombalı saldırılarda HDP Seyhan İlçe Eşbaşkanı Hüseyin Beyaz, ESP İl Yöneticisi Sebahattin Pişginbaş ve İbrahim Yakut ağır yaralandı. Yaralılar hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı. Saldırıların özellikle Mersin’de 18 Mayıs günü HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yapacağı mitinge denk getirilmesi dikkat çekici. Seçim çalışmaları kapsamında günlerdir HDP’ ye yönelik gerçekleştirilen saldırıların boyutlanarak devam edeceği ve ölümlerin dahi olabileceğini söylemek abartı olmaz. Ülkenin onlarca yerinde AKP başta olmak üzere, diğer gerici güçlerin kışkırtmaları ve yönlendirmeleri sonucu harekete geçen faşist güruhlar HDP seçim büroları başta olmak üzere HDP’ nin gerçekleştirdiği miting ve etkinliklere saldırmaya devam edecektir. Adana ve Mersin’de yaşanan pervasız saldırılar bunu göstermektedir. Bütün bu gerici, faşist saldırıların amacı ve hedefi bellidir. Saldırılara karşı durmak, kitlesel protesto eylemleri gerçekleştirmek ve teşhir etmek önemlidir.
Seçimde sona Gerici düzen partilerinden iktidardaki AKP esas hedef durumundadır. Ancak diğer faşist düzen partilerinin de lokal anlamda hedef olduğu-olacağı unutulamaz. Bazı seçim alanlarında, il ve ilçelerde demokratik güçlerin-ittifakın karşısına objektif olarak CHP, bazı yerellerde ise MHP’nin çıkacağı ve hedef olacağı açıktır. Lakin genel olarak AKP baş hedef durumundadır Bu genel seçimlerin bir sınav olacağı/olduğu söylenebilir. Tabiidir ki, her sınavda geçenler de kalanlar da mutlaka olacaktır. Puanları veren öğretmenler biçimsel olarak halk kitleleri veya tüm toplumsal nüfus bileşeni olsa da, işin özü farklıdır. İktidar eden egemen sınıfların kendi lehlerine sınavlara hile karış-
tırdığı bilinendir, bu hile ve hırsızlık mahkeme kararlarıyla da sabittir. Dahası iktidar erkinin tüm ve gerici nüfuzun kitleler üzerindeki envai türlü baskısı, rüşvetleri, seçmeni yönlendirmesi, oy satın alması gibi bir dizi sebepten ötürü halk kitlelerinin iradesi gerçek manada sonuçlara tam yansımaz. Bilakis bir yığın manipülasyon, baskı, basınç, spekülasyon ve iktidarın yaşama nüfuz etmiş korkusu halk kitlelerinin iradesinin ipotek altına alınarak egemenlerden yana yansır. Kitleler oylarıyla düzeni değiştireceklerine veya iktidardaki despotları değiştireceklerine inanmadıkları, seçimden sonra yine aynı iktidarlarla karşı karşıya kalacaklarını hesapladıkları için bağımsız iradelerini kullanmak yerine güçlü olandan yana kullanmayı zorunlu olarak tercih etmektedirler. Dolayısıyla, gerici düzenlerde yapılan seçim veya sınavlarda halk kitlelerinin tercihi hiçbir zaman demokratik tarzda sınav ya da seçim sonucuna yansımaz.
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
yaklaşırken! Egemen sınıflarla demokratik güçler kıyaslandığında, yukarıdaki realite egemenlerden yana işlediği için seçim veya sınavda egemen sınıflar avantajlarını koruyarak kitlelerden daha çok oy alırlar. Ancak bunun gerçek ve demokratik bir sonuç olmadığı, dolayısıyla da seçim sınavında demokratik güçlerin sınavda kaldığı sonucu çıkmaz, bu sonuca gitmek doğru olmaz. O halde demokratik güçlerin seçim sınavındaki başarısı, gerici kuşatmanın yarılması, gerici engellerin aşındırılması ve her şeye karşın belli bir gücün ortaya koyulmasıyla ölçülüdür. Somut olarak seçim barajının aşılması başarının ölçütüdür denebilir. Bu ölçüye göre demokratik kulvarda seçim sınavı veren güçlerin sınavı geçeceğini söyleyebiliriz. Mevcut gelişmeler bunu doğrularken, gerici düzen partileri veya egemen sınıfların çeşitli itirafları ya da satır arasında ifade ettikleri demokratik güçlerin başarılı bir sınav vereceğini işaret etmektedir. Barajın aşılması büyük bir başarı anlamına gelecektir ve
bu başarı sağlanacaktır! Bu başarıda demokratik güçlerden önemli kesimlerin seçim ittifakına gitmiş olmalarının rol oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bütün demokratik güçler arasında bütünlüklü bir ittifak olmasa da önemli dinamikleri ittifak gerçekleştirmiş ve bu ittifak demokratik güçlere mevzi kazandıracak bir zemin durumuna gelmiştir. Bu ittifak ve demokratik güçler lehine yaşanan diğer gelişmeler, ortaya çıkan uygun siyasi şartlar, gerici sınıfların demokratik güçlerin önüne engel olarak diktikleri seçim barajının (faşist darbeden miras alınarak sahiplenilen yüzde onluk seçim barajını) aşılmasına el verişli durum yaratmaktadır. AKP iktidarının azgın baskı ve saldırıları halk kitlelerini AKP’den kurtulmanın güçlü arayışına yol açmıştır. Dolayısıyla AKP iktidarını gerileten gelişmeler geniş kitlelerce benimsenip desteklenmektedir. Bu gelişmelerin başında da HDP’nin barajı aşması gelmektedir. AKP’ye alterna-
haber yorum tif olabilecek tek güç HDP ve demokratik güçler olduğu için kitlelerin eğilimi bu cepheye kaymaktadır. Elbette ki, demokratik güçlerin belli kesimlerinin de olsa ittifak yapmış olmaları ve geliştirdikleri politikalar ile yürüttükleri özverili çalışmalar barajın aşılmasında gerçek etmenlerdir. Demokratik Haklar Federasyonu’nun bu başarıda rol oynayacağı da dayandığı kitlelerin azımsanamaz gücüyle aşikardır. Ayrıca HDP’nin Kürt oylarında ciddi dönüşümler yaratması, yaratan politikalar geliştirmesi, aynı zamanda toplumdaki diğer demokratik kesim ve aydınlardan destek bulmasını sağlayan politikası etkili olmuştur. Kısacası, seçim sürecinin demokratik güçler lehine ilerlediğini söylemek abartı değil, isabet olacaktır. Seçimlere son derece az bir zaman kala, durum demokratik güçler lehinedir. Bu anlamda HDP’nin barajı aşacağı büyük olasılıktır. Gerici düzen partilerinden iktidardaki AKP esas hedef durumundadır. Ancak diğer faşist düzen partilerinin de lokal anlamda hedef olduğu-olacağı unutulamaz. Bazı seçim alanlarında, il ve ilçelerde demokratik güçlerin-ittifakın karşısına objektif olarak CHP, bazı yerellerde ise MHP’nin çıkacağı ve hedef olacağı açıktır. Lakin genel olarak AKP baş hedef durumundadır. İktidar olması onun hedefin başına koyulmasını gerektirmektedir. Fiili olarak da AKP genel olarak aşılması gereken bir güç durumundadır. Böyle olmasına karşın, AKP’nin bu seçimde ciddi gerilemeler yaşayacağı açıktır. “Kürt sorunu yoktur”dan Suriye’ye karşı geliştirilerek askeri işgal-savaş noktasına kadar ilerletilen şuursuzluğa ve cumhurbaşkanının adeta AKP lideri olarak seçim mitinglerine ara vermeden sarf ettiği yasa dışı çabaya kadar bir dizi gelişme, AKP’nin yaşadığı gerilemenin ve buna bağlı olarak tasarladıkları başkanlık sisteminin hayale dönüşeceği gerçekliği yatmaktadır ki, AKP bunu görerek paniklemiş durumdadır. İç çelişki ve çatlakları saklayamayacakları kadar büyüyüp alenen dışa vurmasına karşın seçimler nedeniyle üstü örtülüp geçilmekte ve seçim sonrasına ertelenmektedir. Erdoğan’ın yasa dışı çabalarına karşın durumun AKP aleyhine seyretmesi önlenememektedir. Öyle ki, Erdoğan bizzat kendisi muhalefet tarafından dillendirilen koalisyon olasılığını dillendirmek zorunda kalmakta ve koalisyon hükümetleri döneminin kötülüklerinden dem vurarak durumu kotarma çabasına girmektedir. AKP’nin gerilediğinin bir göstergesi de seçim propagandasındaki argümanlarında muhalefetin vaatlerine karşı geliştirdiği söylemle sınırlı kalması, eskisi gibi gündemi belirlemekten geri düşerek muhalefetin gündemine tabi olması gerçekliğidir. Özellikle CHP’nin seçim beyannamesinde ortaya koyduğu ve propaganda ettiği seçim vaatleri ve HDP’nin belli
07
hususlarda AKP’nin gerçek yüzünü deşifre eden açıklamaları-çalışmaları AKP’yi zorlamakta, acze düşürmektedir. Bu durum karşısında AKP çare olarak ırkçı milliyetçi oylara oynayan tekçi faşist söyleme sarılmakta, Kürt sorununda u dönüşü falsosu yapmakta ve ülkeyi Suriye ile savaşa sokmaya yeltenmektedir. MHP’nin oylarını arttırması da AKP’nin ırkçı milliyetçi söyleme ağırlık ermesinde başka bir nedendir. Öte taraftan bütün partilerin paralel yapı ile anlaştıklarını ileri sürerek ve paralel yapıya operasyonlara hız vererek işi kotarmaya çalışmaktadır. Aczi bunun da ilerisinde uluslar arası ilişkilerde şahinleşerek, sözde dillendirdiği anti-emperyalist söylemle ulusalcılığa oynayıp buradan da destek almaya çalışmaktadır. Ne ki, bütün bu çabaları esasta ters tepmekte ve zayıflamasını derinleştirmekten kurtulamamaktadır. AKP’nin zayıflayıp gerilemesinde belki de en büyük etkenlerden biri yolsuzlukçapul-talan konusundaki sicilinin artık kendi dindar tabanında da kabul görmeyerek tepkiye yol açması gerçeğidir. Bütün bu realite dindar kesim veya AKP içindeki belli kesimlerin koparak yeni bir parti kurmaları için son derece uygun bir zemindir. Muhtemelen kulis söylentilerinde geçen bu gelişme de bir biçimiyle gündeme gelecektir. Seçimlerden sonra bu cenahta yeni bir partinin kurulması mümkündür. Fakat bu daha çok AKP içindeki söz konusu muhalefetin AKP içinde inisiyatifi ele geçirip geçirmemesine, Erdoğan’ın tek adam sultasını aşıp aşmayacağına bağlı olacaktır. Arınç-Gökçek dalaşı seçimden sonra patlayacak ve bu süreç AKP’nin birçok kirli çamaşırının ortaya dökülmesine vesile olacaktır. Çeşitli yargılamalar gündeme gelmekle birlikte, yeni bir partinin kurulması da muhtemelen gündeme gelecektir. Sonuç olarak; bu seçimde AKP ciddi bir oy kaybına uğrayacaktır. HDP barajı aşacaktır ve barajı aşması AKP’nin vekil sayısını AKP aleyhine etkileyecektir. MHP’nin de AKP’nin vekil sayısını etkileyecek bir vekil sayısı çıkarması muhtemeldir. CHP bu konuda esasta ciddi bir etki yaratamazsa da belli bir etki yaratması mümkündür. Yani AKP dışındaki diğer partilerin oylarında ve çıkaracağı vekil sayısında bir artış yaşanacak, buna karşın AKP’de düşüş yaşanacaktır. Dolayısıyla AKP’nin yaşayacağı düşüşün sıradan-etkisiz olmayacağı söylenebilir. Bu durumda bir koalisyon olasılığının gündeme gelmesi, yani AKP birinci parti olarak çıksa da tek başına hükümet kuramayacağı güçlü olmasa da olasıdır.
08
emek haber
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Metal işçileri şalteri indirdi!
Bosch fabrikasındaki mücadelenin ardından işçiler daha iyi bir ücret ile işe başladılar. Ancak aynı sözleşme diğer fabrikalarda uygulanmadı. Bunun üzerine OyakRenault, Coşkunöz, Tofaş ,Mako Fort Otosan ve Türk Traktör’ de işçiler üretimi durdurdu Patronların ve yandaş sendikaların işçiler üzerindeki sömürüsü ve baskısı artarken, fabrikalarda işçiler her geçen gün daha kararlı ve daha kitlesel grevlere çıkıyorlar. Haklarını arayan işçilerin karşısına, önce yandaş sendika sonra patronlar ve en son olarak da AKP iktidarı dikiliyor. Daha önce Greif’te, metal işçilerinin grevlerinde birçok kez benzer tekrarlanmıştı. Sermaye için “cennet” denilen TürkiyeKuzey Kürdistan coğrafyasında sömürüye karşı işçi, emekçi isyanları da her geçen gün artıyor. Fabrikalarda başlayan grevler başka fabrikalara da sıçrıyor. İşçiler sınıf kardeşlerinin yanlarında yer alıyor. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yapılan bir grev ise artık sadece burayı değil tüm dünyayı ilgilendiriyor. Tıpkı Renault fabrikasında olduğu gibi. Renault fabrikasında üretim başlamazsa, Fransa’da bulunan fabrikalarında üretimi durdurmak zorunda kalacağı aktarıldı. Bursa’da bulunan Renault fabrikasında üretilen yan ürünler Fransa’ya gitmediği takdirde, depolarda
bulunan ürünler tükendiği anda, Fransa’daki Renault fabrikası da üretimi durdurmak zorunda kalacak. Dünyadaki ekonomik ilişkiler öylesine iç içe geçmiş durumda ki, burada var olan grev sermayeyi yalnız burada değil, dünyanın başka yerlerinde de zora sokuyor. Patron sendikası MESS ise paçası tutuşmuş bir şekilde, işçilerin grevlerini yasadışı, taleplerini ise kabul edilemez olarak açıklama yaptı. Burjuvazi azami kar hırsı uğruna işçilere haklarını vermemekte kararlı ve bunun içinde sermayenin iktidarı, devleti olan T.C.’yi ve onun kolluk güçlerini işçilere karşı kullanmaktan çekinmeyecektir. Ancak işçilerin birliği, ard arda alınan üretimi durdurma kararları ve işçilerin kararlı duruşu karşısında MESS’de, AKP’de çaresiz kalmış durumdalar.
Metal işçileri haklarını istiyor Bu kez de Bursa’da bulunan Oyak-Renault fabrikasında işçiler haklarını kazanmak için üretimi durdurdu. Bosch işçileri ile aynı sözleşmeyi isteyen işçilerin karşısına ise yandaş sendika Türk Metal çıktı. İşçiler ilk olarak 14 Nisan’da kısmi olarak üretimi durdurdu ve haklarını istedi. Bosch işçilerinin kazanımının ardından Oyak-Renault işçileri de 14 Nisan’dan itibaren eylemlerini arttırarak devam ettirdiler. Oyak-Renault işçilerinin ardından Mako ve Coşkunöz fabrikalarında çalışan işçilerde haklarını almak için eylemlere başladılar. 5 Mayıs’ta ise işçiler Türk Metal’den isti-
falara başladılar. Türk Metal sendikası yöneticileri işçileri çetevari saldırılarda bulundu. Eylemlerin öncülüğünü yapan 16 işçinin işten atıldığı duyuruldu. Bunun üzerine işçiler, bu kez de 16 işçi arkadaşı için direnişe geçti. İşçilerin kararlı tutumuyla 16 işçinin işten çıkarılma kararı iptal edilmek zorunda kalındı. Üretim durdu! İşçiler taleplerinin yerine getirilmemesi üzerine ise 14 Mayıs’ta üretimi tamamen durdurdu. Renault’yla birlikte Tofaş ve Coşkunöz’de de işçiler üretimi durdurdu. Hemen ardından ise Mako işçileri de üretimi durdurdu. İşçiler yandaş sendikanın aradan çıkarılması, kendi temsilcilerini seçme ve yeni bir toplu sözleşme taleplerini ilettiler. Talepler yerine getirilmezken, Oyak-Renault direktörlerinden Kaan Özkan, patronların sendikası MESS ile görüşüldüğünü ve 1 ay süre istediklerini belirtti. Ancak daha önce de 15 gün süre isteyen ancak hiçbir adım atmayan patronlara karşı işçiler cevabı kesin oldu. 1 aylık süre talebine şiddetle karşı çıkan işçiler eylemlerine devam edeceklerini aktardılar. Kaan Özkan işçilerle yaptığı görüşmede “Gemi batıyor, üretime devam edin. Eğer Fransa’da bulunan fabrikaya buradan parça gitmezse orada da üretim duracak” dedi. Patronların korkusu büyürken 1100 işçi ise fabrika içinde yürüyüşe geçti. Metal işçisi haklarını kazanmadan üretime yeniden başlamayacaklarını duyurdular.
Metal direnişi Ford Otosan’a sıçradı Metal işçilerinin yaktıkları direniş ateşi yayılmaya devam ediyor. Sınıf hareketine yeni bir ivme kazandıran Bursa’daki Metal işçilerinin kararlı direnişi diğer üretim alanlarını da sıçramış durumdadır. Ülkenin önemli işçi havzalarından biri olan Kocaeli’ndeki Ford Otosan işçileri de metal işçilerinin isyanını kuşanarak direnişe geçti. 7 bin işçinin çalıştığı Ford Otosan fabrikalarında işçiler metal işçilerinin taleplerinin kendi talepleri olduklarını ve metal direnişiyle sınıfın birliğini ve dayanışmasını yükseltmek için direnişe geçtiklerini açıkladılar. 19 Mayısta direnişe geçen binlerce Ford Otosan işçisi Türk Metal Sendikası’ndan istifalara başladı. Ford Otosan işçi kurulu yazılı bir açıklama yaparak Türk Metal Sendikası’ndan toplu istifa etmek için 21 Mayıs Perşembe günü saat 11.00’de Belsa önünde toplanma çağrısı yaptı. Ford Otosan işçileri taleplerinin kabul edilmemesi durumunda direnişi daha da büyüterek üretimi tamamen durduracaklarını açıkladılar.
Diğer bir direniş yeri Ankara Yaygınlaşarak devam eden metal işçilerinin direnişi Ankara’ya sıçradı. Koç Holding’e bağlı Türk Traktör işçileri yemekhanede çatal bıçak vurarak başlattıkları eylemlerini akşam saatlerinde mesaiye kalmayarak sürdürdüler.20 Mayıs’ta başlayan Ankara’daki metal işçilerinin dire-
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
nişi kararlılıkla devam ediyor.Türk Metal’in fabrika’ya gelerek işçileri tüm ikna ve kandırma çabalarına rağmen işçiler taleplerinin kabul edilinceye kadar üretimi durdurduklarını ve direnişe devam edeceklerini belirttiler.MESS ve Türk Metal’in tüm tehtit ve oyunlarına karşın işçiler direnişte kararlı.
Metal işçileri birligi (MİB)’ ne polis baskını Metal işkolundaki işçilerin Renault, TOFAŞ, Coşkunöz, Mako, Valeo, Ototrim ve Ford Otosan fabrikalarında üretimi durdurarak geçtiği direniş 6. gününde polis baskılarıyla karşılaşmaya başladı. Fabrikalarda metal işçileriyle birlikte direnişi örgütleyen Metal İşçileri Birliği üyelerinin evlerine sabah saatlerinde polis baskınları düzenlendi. Baskınlarda 11 kişi gözaltına alındı. Yapılan polis baskının da Kızıl Bayrak gazetesi yazı işleri müdür Tayfun Altıntaş’ta gözaltına alındı. 4 gün boyunca Bursa TEM(Terörle Mücadele Şubesi)’de gözaltında tutulan toplam 11 kişi çıkarıldıkları mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.Kızıl Bayrak gazetesi yazı işleri müdürü Tayfun Altıntaş’ta serbest bırakılanlar arasında.
YDSB: Metal direnişini sahiplenelim! Direnişi büyütelim Yeni Demokratik Sendikal Birlik(YDSB) yaptığı yazılı açıklama ile Metal direnişini selamlayarak direnişi büyütme çağrısı yaptı.YDSB’nin yaptığ açıklama özet olarak “Metal işçileri patron temsilcisi MESS ve işçileri sindirmenin, baskı altına almanın aracı haline gelmiş sendika görünümlü faşist örgütlenme Türk-Metal’e karşı direnişe başlamış durumdadır. Metal işçilerinin Bursa’da yaktığı bu direniş bugün ülkenin topraklarının birçok yerinde yankılanmış, ses bulmuştur. İşçilerin taleplerini görmezden gelen
Türk-Metal kuruluş amacına uygun olarak, her dönem MESS ile yapılan toplu sözleşme görüşmelerinde işçilerden daha çok patronların savunuculuğunu yapmaktadır. İşçileri tehdit eden, fişleyerek işlerinden atılmalarına neden olan, çete örgütlenmesine dönüşen, sendika patronlarının rant kapısı haline gelen TürkMetal sendikası(!) bu işçi düşmanı tavrını işçilere saldırarak pekiştirmektedir. İşçiler uzun süredir yaptıkları toplantılar sonucu Türk-Metal’den toplu şekilde istifa etmeye başlamış, son olarak da fabrikalarında üretimi durdurmuştur. MESS ve Türk-Metal’e rağmen metal işçileri kendi öz kurullarını kurarak, karar mekanizmalarına bizzat katılmaktalar. Elbette işçilerin kendi öz gücüne dayanan bu birliği ve pratiği başta MESS olmak üzere onun işçiler üzerindeki baskı aracı Türk –Metal’i oldukça korkutmuş durumda. MESS kendileri için çıkarılmış yasalara dayanarak direnişi ‘yasa dışı’ ilan ederken, Türk-Metal ise ülkenin birçok kentinde yankı bulan bu onurlu direnişi ‘birkaç’ provakatörün(!) işçileri kışkırtması olarak yansıtmaktadır. Açıktır ki MESS’ten Türk-Metal’e burjuvazi ve onun uşaklarının korkuttuğu metal işçileri özelinde somutlanan işçi sınıfının kendi kaderlerini kendilerinin belirleme gerçekliğidir. Tedirgin olmaları, işçilere saldırmaları bundandır. YDSB açıklamasını ‘’Dünyayı kurtaracak ve yeniden yaratacak güç, işçi sınıfının nasırlı elleridir.” Belirlemesiyle sonlandırdı.
MKP: Metal işçilerinin direnişini selamlıyoruz Yaratan ve üretenler değil, sömüren ve zulmedenler suç işlemektedir. İşgüçlerine karşılık uygun ücretin ödenmesini isteyen, işten çıkarılmama-işgüvencesi isteyen emekçiler asla suçlu değil, iş kazaları denen iş cinayetlerinde işçileri tek tek ve
emek haber toplu olarak katleden, onları yarı aç-yarı tok yaşama mahkum edip işten atılma korkusuyla yaşamlarını çekilmez kılanlar suçludur. İşçilere karşı patronlara yardakçılık yapanlar suçludur. Ve elbette ki, bu suçlar illa da sınıf bilinçli proletaryanın adeleti tarafından yargılanacaktır. İşçilerin sarı sendikaya karşı eylem yapması da son derece anlamlı ve isabetlidir. Bu sarı sendikalar büyük patronların sömürü çıkarlarını koruyan ve işçileri patronlara satan gerici, işçi düşmanı sendikalardır. Direnişteki işçilerin deyimiyle; ‘‘Bunlar mafyalaşmış; istifa edemiyoruz, ayrılamıyoruz sendikadan. Başka fabrikalardan adam getirip çalıştığımız fabrikanın önünde adam-işçi dövdürtmektedirler.‘‘ İşte sarı sendikaların işçi düşmanı yüzü, işte sarı sendikaların mafyalaşmış özü ve işte sarı sendikaların büyük patronlarla kol kola işçileri satması bu direnişle bir kez daha ve en çıplak biçimde gözler önüne serilmiştir. İşçilerle dayanışmanın, direnişle birleşmenin zamanıdır, bunun önünde hiç bir bahane ve engel yoktur. İşçiler işçi sınıfı ruhuna uygun dayanışma sergileyerek direnişe katılma pratiğiyle işçi kardeşliğini ve birliğini yasamsallaştırmaktadırlar. Tüm işçi ve emekçi sınıfların direnişteki işçilerle dayanışması ve direnişe destek vererek katılması işçi ve emekçi sınıflara uygun olandır. Bütün devrimci, demokratik ve sosyalist güçler işçilerle dayanışmalı, direnişlerini çok yönlü etkinliklerle sahiplenmelidirler. Muhtemelen AKP iktidarı bu işçi direnişini de ‘‘Paralel Direniş‘‘ olarak yaftalayıp saldıracaktır. Bugünden yapılan hazırlıklar ileride direnişe saldırı yapılacağının işaretleridir. Saldırılar karşısında tüm ilerici güçler işçilerle omuz omuza direnip çatışmalı, yeni Gezi’lerle her türden gericiliğe sınıf dayanışmasıyla yanıt verilme-
09
lidir. İşçilere saldırı iktidar sınıflarına kâbusa dönüştürülmelidir
Metal işçilerinin yaktıkları kıvılcım eylemlerle sahiplenildi Metal işçilerinin yaktıkları ve bir çok yere sıçrayan direnişleri ülkenin bir çok yerinde gerçekleştirilen dayanışma eylemleriyle devam etti. KESK, DİSK, TMMOB başta olmak üzere bir çok devrimci ve demokratik kurumun birlikte örgütledikleri eylemlere yüzlerce kişi katıldı. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Manisa, Amed, Antep ve Malatya’da gerçekleştirilen dayanışma eylemlerinde yapılan açıklamalarda, metal işçilerinin yaktıkları direniş ateşinin dahada büyütülerek sahiplenilmesi ve yaygınlaştırılması gerektigi vurgulandı.
Hava döndü işçiden yana Öncesi irili ufaklı onlarca işçisi direnişi ile başlayan, Ocak ayında onlarca fabrikada binlerce işçinin katılımı ile gerçekleşen büyük grevlerle mayalanan işçi sınıfının yükselişi, Bursa’daki Renault işçilerinin görkemli direnişi ile yeni bir boyut kazanmış durumdadır. Sınıf hareketinde uzun yıllardan sonra mayalanmakta olan ve bir bütün olarak emek mücadelesine yeni bir heyecan ve soluk katan işçi sınıfının direnişi önümüzdeki dönemde daha da artarak büyüyecektir. Sınıf hareketindeki bu gelişmelere asla ve hiçbir gerekçeyle ilgisiz kalmayarak devrimci sınıf perspektifi ile ilişkilenmek ve ileri taşımak proleter devrimcilerin birincil görevlerinden biridir. Sınıf hareketiyle buluşmayan ve bu perspektifle ele alınmayan hiçbir toplumsal mücadele gerçek anlamda sınıflar mücadelesine hizmet etmez. Bu bilinç ve perspektifle proleter devrimciler dar pratik koşuşturmadan sıyrılarak esas meselelere ilgilerini ve enerjilerini çevirmelidirler.
10
güncel haber
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Ne katliam ne katliamcılar unutuldu
301 madenciye mezar olan Soma’da katliamın birinci yıldönümünde ülkenin birçok yerinde işçiler, emekçiler ve tüm ezilenler işçi katliamlarına dur demek için alanlara aktı. Soma’daysa katliamda hayatını kaybeden madencilerin aileleri, sendikalar ve devrimci, demokratik kurumlar bir anma töreni düzenledi 301 madencinin katledildiği ve ülkemiz emekçilerinin tarihine kara bir gün olarak yazılan Soma Katliamı birinci yıldönümünde başta Soma olmak üzere İstanbul, Ankara, İzmir, Dersim ve ülkenin diğer illerinde işçiler, emekçiler, sendikalar ve aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da bulunduğu devrimci demokratik kurumlar kitlesel bir şekilde sokaklara çıkarak katliamcılardan hesap sorma bilinciyle katliamı protesto etti, katliamda hayatını kaybeden işçileri andı.
Soma’da binler katledilen madencileri andı DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla “İş cinayetlerine, taşeron köleliğine, sefalet ücretine karşı Soma’dayız” diyerek düzenlediği mitinge on bine yakın kişi katıldı. İstanbul ve İzmir başta olmak üzere diğer illerden de katılım gerçekleştiği mitinge Soma’da hayatını kaybeden madencilerin aileleri, DİSK/Genel İş, DİSK/Birleşik Metal İş, DİSK/Dev. Maden Sen, DİSK/Sosyal İş, DİSK/Limter İş, DİSK/Gıda-İş, DİSK/Emekli Sen, DİSK/Dev-Sağlık İş, DİSK/Sine Sen, KESK Şubeler Platformu, Eğitim-Sen, HDP milletvekilleri, Tarık
Akan, Jülide Kural gibi sinema oyuncuları, Oyuncular Sendikası, Kuzey Ormanları Savunması, Zonguldaklı maden işçileri ve çok sayıda siyasi parti ve devrimci demokratik kurum katıldı. Öğlen saatlerinde şehir dışından gelenlerin de Soma’ya ulaşmasıyla birlikte Soma İstasyon Meydanı’nda toplanarak Hükümet Konağı’na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca sisteme ve AKP’ye olan öfkelerini dile getiren emekçiler “Hırsız, katil Erdoğan!” ve “Hırsız, katil AKP!” sloganlarını attı. Kitle, Türkiye Kömür İşletmeleri binası önüne barikat kuran polisin önünden geçerken polise sloganlarla öfkesini dile getirirken, Soma halkı da yürüyüş boyunca alkışlarla ve sloganlarla yürüyüşe destek verdi. Yürüyüş kolu Beşyol Kavşağı’na geldiğinde burada bulunan Madenci Anıtı’na da karanfiller bırakıldı. Kitle miting alanına yakın bir yerde olan patron yanlısı sarı sendika Metal-İş’in önünden geçerken “Katil Metal-İş” sloganıyla Metal-İş’i protesto etti. Kitleler miting alanını hınca hınç doldurarak alandan taşarken, miting, katliamda oğlunu kaybeden Elmas Anne’nin konuşmasıyla başladı. Katliamcılara seslenen Elmas Anne “Çocuklarımızın suçu neydi, çalışmaları mı?” diye sorarken “Bugün bu güzel havada burada toplanmanızı değil çocuklarınızla piknikte olmanızı dilerdim.” dedi. Ardından söz alan DİSK Genel Başkanı Kani Beko’ysa Soma’da tarımın bitirilerek halkın madenlere mahkum edildiğini ve İşçi sağlığı iş güvenliği alınmadan çalıştırılan işçilerin diri diri gömüldüğünü belirtti. Beko “ Bu iktidar, emeğe, insana doğaya düşman. Devleti siz hiç Soma’da gördünüz mü? Onlar saraylarını, servetlerini korudular. İşçileri korumadılar. İşçiler ölürken birileri zengin oldu.” Beko, Soma madenle-
rinin Türkiye Kömür İşletmeleri’ne bırakılmasını istediklerini ve bu olana kadar mücadele edeceklerini kaydetti. Beko konuşmasını “Soma Holding’in patronları yargılanmalıdır, Soma’da işçiye tekme atanlar yargılanmalıdır. Eğer siz yargılamazsanız Soma halkı ve biz yargılayacağız.” diyerek bitirdi. Ardından konuşan KESK Eş Genel Başkanı Şaziye Köse “Biz bugün Soma’daysak Türkiye işçi sınıfı için buradayız. Tir tir titriyorsunuz bunun için iç güvenlik yasalarınız” dedi. Miting DİSK-KESKTMMOB-TTB Genel Başkanlarının konuşmalarının ardından sona erdi.
Kadıköy’de Soma anması İstanbul’da Soma anması 15 Mayıs’ta devrimci, demokratik kurumların çağrısıyla Kadıköy’de Süreyya Operası önünde gerçekleştirildi. Yapılan ortak basın açıklamasında Soma’da patronların, AKP iktidarının ve Maden-İş Sendikası’nın ittifakıyla bir sömürü düzeni kurulduğunu belirtilerek “Bu kölelik düzeni Ermenek’te, Torunlar İnşaat’ta işçilerin canını almaya devam etti. Soma’da şirket, siyaset ve sarı sendika ittifakıyla bir ölüm ve sefalet düzeni kurulmuştu. Yaşam odası yoktu, iş güvenliği yoktu. Rödovans, dayıbaşı, taşeron ve aşırı çalıştırma vardı” dendi. Açıklamanın ardından konuşan HDP İstanbul Milletvekili Adayı Musa Piroğlu ise iş cinayetlerinin Türkiye’de günlük yaşamın bir parçası haline getirildiğini, her gün beş işçinin katledildiğini ifade etti.
Soma'da yaşananı yüzyılın en büyük işçi katliamıdır Dersim’de 14 Mayıs’ta KESK’in çağrısıyla Soma katliamında hayatını kaybedenler düzenlenen bir yürüyüşle anıldı. Sanat Sokağı’nda bir araya gelen kamu çalışanları
alkış ve sloganlarla Belediye Yeraltı Çarşısı üzerine kadar yürüdü. Burada, geçtiğimiz yıl Soma'daki maden faciasında hayatını kaybeden 301 madenci için bir dakikalık saygı duruşunda bulunulmasının ardından SES Dersim Şubesi tarafından bir açıklama yapıldı. Açıklamada, “Yüzyılın en büyük işçi katliamı olan Soma faciasının yıl dönümüne yaklaştığımız bugünlerde 13 Mayıs 2014'de Soma'da yaşamını yitiren tüm maden emekçilerini anmak için artık katliama dönüşen iş cinayetlerine dikkat çekmek için, sorumlularının açığa çıkartılması için, iş cinayetlerinin durdurulması için DİSK, KESK, TMMOB ve TTB olarak bir dizi etkinlik gerçekleştireceğiz” dendi. Katliamın ardından sorumluların sadece görünen bir kısmının yargılandığı ve kamuoyunun tatmin olmadığı belirtilen açıklamada katliamın sebebinin, uygulamaya konulan özelleştirme, taşeronlaştırma, rödovans, örgütsüzleştirme, sendikasızlaştırma, köleci çalışma sistemi olduğu kaydedilerek “301 maden emekçisinin ölümü kader değil katliamdır” dendi. Ankara’da Soma katliamı için Olgunlar Caddesi’nde madenci anıtına yürüyüş yapılarak katliam protesto edildi. Sakarya Caddesinde toplanan aralarında DHF'nin de olduğu devrimci demokratik kurumlar Olgunlar Caddesi’nde bulunan madenci anıtına yürüdü. Sık sık “Somanın hesabı sorulacak”, “Katil devlet hesap verecek”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek”, “İş cinayetleri kader değil” sloganları atılarak katliam lanetlendi. Yüzlerce kişinin katılımıyla yürüyüş madenci anıtındaki saygı duruşu ve sonrası eylem sonlandırıldı. Soma katliamı Erzincan'da 14 Mayıs’ta düzenlenen bir yürüyüşle protesto edildi. Cumhuriyet Meydanı'nda Eğitim-Sen'in çağrısıyla bir araya gelen DHF'nin de ara-
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
larında bulunduğu kitle ve devrimci demokratik kurumlar geçtiğimiz yıl Soma'da yaşanan işçi katliamında hayatını kaybedenleri andı. “Yüreğimiz Soma'da! Öfkemiz sokakta! Kaza kader değil katliam!” pankartı açan kitle sık sık “Kaza değil cinayet, kader değil katliam”, “Soma'yı unutma, unutturma” sloganlarını attı. Saygı duruşunun ardından yapılan basın açıklamasıyla eylem sonlandırıldı.
“Soma 301 unutma, unutturma!” Soma katliamının yıldönümü sebebiyle 13 Mayıs’ta İzmir’de KESK, DİSK, TTB ve TMMOB'nin çağrısıyla Alsancak Sevinç Pastanesi önünde bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada Soma katliamından ders çıkarılmadığı, her ay onlarca işçinin iş cinayetine kurban gittiğinin ve sendikalaştırmanın engellenip taşeronlaşmanın arttırıldığı kaydedildi. Ardından kitle “Soma 301 unutma, unutturma!” yazılı pankart arkasında “Katil Devlet Hesap Verecek”, “Somayı unutma unutturma!”, “Hırsız, katil AKP” sloganlarıyla Gündoğdu Meydanı’nda doğru yürüyüşe geçti. Gündoğdu Meydanı’nda gelen kitle buradan hayatını kaybeden madenciler için denize karanfil atarak sloganlar eşliğinde eylemi sonlandırdı. Eyleme HDP İzmir Milletvekili Adayı Pınar Aydınlar da katıldı. Adana’daysa DİSK Çukurova Bölge Temsilciliği önünde toplanan sendikalar Soma’da katledilen işçileri anmak için İnönü Parkı’na bir yürüyüş gerçekleştirdi. İnönü Parkı’nda yapılan basın açıklamasında “Soma'da yaşanan kaza değil cinayettir. 301 maden emekçinin ölümü kader değil katliamdır. Bu katliamın sorumluları hesap vermemiştir. Bu kaza mıdır, kader midir? Hayır, bu resmen cinayettir! Emekçileri güvencesizliğe, taşeronlaşmaya, denetimsizliğe teslim edenlerin işlediği cinayet” ifadeleri kullanıldı. Katliam Mersin, Antalya, Bartın, Aydın, Bursa, Afyon, Samsun, Eskişehir, Kayseri, Elazığ, Antep, Siirt, Şırnak, Van, Malatya, Artvin, Çanakkale gibi birçok şehirde aralarında DHF’nin de bulunduğu devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlar tarafından anıldı. Üniversite öğrencileri de birçok yerde kitlesel bir şekilde katledilen madencileri sahiplendi. Soma katliamı Mersin Üniversitesi’nde, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde, İstanbul Üniversitesi’nde, Antalya Akdeniz Üniversitesi’nde, Kocaeli Üniversitesi’nde, Çanakkale Üniversitesi’nde öğrenciler tarafından anıldı.
güncel haber
11
“Kaypakkaya Bilim ve Sanat Akademisini Birlikte İnşa Edelim” Köln’de “Kaypakkaya Bilim ve Sanat Akademisini Birlikte İnşa Edelim” şiarıyla parti ve devrim şehitleri anıldı. Geceye Hasan Yükselir, İlda Simonian, Alamor kadın müzik topluluğunun yanı sıra Muzaffer Oruçoğlu, Haluk Gerger ve Sınıf Teorisi temsilcisi de katıldı 42. ölümsüzlük yılında komünist önder İbrahim Kaypakkaya şahsında parti ve devrim şehitleri, 9 Mayıs Cumartesi Almanya’nın Köln şehrinde binlerce yüreğin katılımıyla anıldı. “ Kaypakkaya Bilim ve Sanat Akademisini Birlikte İnşa edelim” şiarıyla gerçekleştirilen etkinlik, kitlelerden yoğun ilgi gördü. Etkinlik sunucuların kitleyi Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Ermenice ve Almanca selamlamasının ardından, Ermeni soykırımının 100. yıldönümü ve Dersim soykırımın 77. Yıl dönümü vesilesi ile soykırım ve katliamlara uğramış tüm halklar, Kobanê ve Şengal’de yaşamını yitiren savaşçılar şahsında tüm Kürt özgürlük hareketi savaşçıları, İbrahim Kaypakkaya, Meral Yakar, Ali Haydar Yıldız, Süleyman Cihan, Kazım Çelik, Cüneyt Kahraman, Baba Erdoğan, Mehmet Demirdağ, 17’ler ve Tugay Akdemir şahsında parti ve komünizm şehitleri için, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Haki Karer, Sebahat Karataş şahsında tüm devrim şehitleri için yapılan saygı duruşu ile başladı. Etkinliğe Mulhouse A.C.O.T.F derneğinden katılan kadın korosu, söylediği marşlar ve halk türküleriyle sahne aldı. “Soykırımın 100.yıldönümünde, yaşamları ve son bakışları Anadolu-Mezopotamya topraklarında saklı kalan milyonlarca Ermeni’nin acılarını kavga bayraklarımız olarak ilan ediyoruz!’’ vurgusuyla sahneye davet edilen İlda Simonian; Kaypakkaya’nın yoldaşlarının etkinliğinde bulunmaktan onur duyduğunu belirterek, Ermenice ağıtlar ve türküler ile kitleyi Ermeni soykırımında yaşamını yitiren milyonlarca insanın son çığlıklarına taşıdı. Çalışmalarını Ludwigsburg Y.Ç.K.M’ de sürdüren gençlik halkoyunları ekibi başarılı performansıyla etkinliğe renk kattı.
“18 Mayıs 24 Nisan ışığında faşist devleti yenilgiye uğratan bir manifestodur” Gecede 18 Mayıs’ın, 24 Nisan ışığında faşist devleti yenilgiye uğratan bir manifesto olduğunu, Kaypakkaya’nın bilimsel metodu, militan duruşu, gerçekliği sorgulayan bilinciyle; ilerlemeci burjuva medeniyetçi paradigmayı ve reformizmi parçalayarak bizlere devrimci bir perspektif sunduğu vurgusu ön plana çıkarken, geceye şiarını veren “Kaypakkaya Bilim ve Sanat Akademisinin” gerekliliği anlatıldı. Egemenlerin sömürü sistemlerini idame ettirmek için, kitlelere idealist- metafizik eğitim sistemi ile bilinçlerini nasıl tutsak ettiği vurgulanıp buna karşı halkların bilinçlerinin ve düşüncelerinin bir parça özgürleşmesi, sorgulayan, araştıran, diyalektik materyalist bir karşı duruşun sergilenmesi gerekliliği üzerinde mesajlar verildi.
“DHF – HDP ittifakı farklılıklarımızı ve dostlarımıza eleştirilerimizi rafa kaldırmadı” Etkinliğe verilen aradan sonra, ikinci bölümde; ‘71 devrimci çıkışı önderlerinden sanat siyaset ve edebiyat alanında üretkenliği ile ezilenlerin mücadelesine anlamlı katkılar sunan Muzaffer Oruçoğlu, kalemini kapitalist-emperyalist sisteme karşı bir
silah olarak kullanan Haluk Gerger ve Maoizm bayrağını ezilen halkların bilinçlerinde dalgalandıran, mücadelenin yayın organı Sınıf Teorisi temsilcisin katıldığı sempozyum ile başladı. Sınıf teorisi temsilcisi; Osmanlı devletinin Çaldıran Savaşı’nda uyguladığı politikanın, İttihat-Terakki ve devamında T.C.’nin nasıl devam ettirdiğini anlatıp Ermeni Soykırımını lanetleyerek konuşmasına devam etti. Genel seçimlerin stratejik devrim davamıza hizmet eden taktik bir yaklaşım olduğunu vurgulayan Sınıf Teorisi temsilcisi DHF – HDP ittifakının farklılıklarımızı ve dostlarımıza eleştirilerimizi rafa kaldırmadığını belirtti.
Oruçoğlu: Karar alma mekanizmalarında kolektif davranılması gerekir İkinci konuşmacı Muzaffer Oruçoğlu konuşmasına mevcut kitlenin ruh halini iyi bulduğunu belirterek başladı. Devamında; 1969–1971 arasının kör bir tarih olduğunu ve o tarihte İbrahim Kaypakkaya ile birlikte Ermeni Soykırımı ve Dersim Katliamı söylemleri ile yeni bir bakış açısı getirdiklerini vurguladı. Kitlelerin ulaştığı her doğruyu sahiplenerek, başkalarına havale etmeden faaliyetlerini bizzat kendileri yürütmeleri gerektiğini belirterek aynı zamanda karar alma mekanizmalarında da kolektif davranılması gerektiğini belirtti. Son olarak Araştırmacı-Yazar Haluk Gerger söz alarak egemen sınıfların mevcut durumda kitleleri ve ezilenleri, verdiği eğitim ile nasıl köleleştirdiğini vurgulayarak mevcut eğitim sisteminin otoriteye sadık, fabrikaya işçi, sorgulamayan bir insan hedefleriyle hareket ettiğini çarpıcı örneklerle ifade etti. Buna karşı “Kaypakkaya Bilim ve Sanat Akademisi”nin kendisini heyecanlandırdığını belirterek yaşam ve gerçeklik üzerinden yapılacak bu eğitim düşüncesine katkı sunmaya hazır olduğunu dile getirdi. Sahneye çıkan Pulur Halk Meclisi Temsilcisi Mehmet Fatih Maçoğlu ve Mazgirt Halk Meclisi Temsilcisi Tekin Türkel, geldikleri coğrafyaların baş eğmeyen duruşları ile etkinliği Türkçe ve Zazaca selamlayan konuşmalar yaptı. Etkinlikte MKP MK-SB’nin parti ve devrim şehitlerine ilişkin açıklaması okundu. Ayrıca TKP/ML, TKİP, TİKB, Emek ve Özgürlükler Cephesi etkinliğe birer mesaj sundular. Gençlerin önderliğinde kitleler sık sık “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, ”Yaşasın Partimiz Maoist Komünist Partisi” sloganları atarak, etkinliğe militan bir duygu yüklediler. Coşkunun hakim olduğu etkinlik, İbrahim Kaypakkaya Bilim Sanat Akademisi’nin kitlelerde olumlu ve güzel tepkiler yaratması ile farklı bir heyecan yarattı. Daha sonrasında sahneye çıkan halk türkülerini kendi özgün sesiyle yorumlayan Hasan Yükselir’in kitleye birlikte söylediği türküleri ve 17’ler için yaptığı eseri yoğun ilgi gördü. Son olarak sahne alan İstanbul Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezinde sanat faaliyetleri yürüten, sanatı kadın mücadelesi ile birleştiren Alamor kadın müzik topluluğu seslendirdiği ezgiler ile kitleleri Anadolu ve Mezopotamya kültürü ile buluşturdu. Kadının rengi ve bilincini her alanda görmek istediklerini belirten Alamor, coşkulu ezgilerle performansını sonlandırdı. Tarihimizin köklerine sarılarak, yaşamımızda karamsarlığa ve kararsızlığa yer bırakmadan, kavganın yüklediği görevleri kavrayıp, yaşamımızı özgür-anlamlı kılma gerekliliği vurgusu ve İbrahim Kaypakkaya’nın bilimsel görüşlerini ana uyarlayan, kitlelere güvenen, militan duruşta ısrar eden, savaşan-kazanan bir yaşam ve mücadele dileği ile etkinlik sona erdirildi.
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
İlerlemenin önündeki her engel uygun m Parti adına geliştirilen her tutum gerçekte Partiyi geliştiren tutum olmayabilir. Nitekim Partinin savunulması adına sergilenen birçok tutumun Partiye zarar verdiği yığınca pratik tecrübeyle sabittir. Genel bir spesifik olarak yeninin daima geri dirençle karşılaştığı bilinen doğrudur. Bu direncin güdümü ya MLM’nin savunulması, ya devrimin savunulması ya da partinin savunulması ola gelmiştir hep. Ancak gelişme yasası bu güdülerin geri-gerici olduğunu açığa çıkararak bu eskimiş olanı buruşturarak tarihin çöp sepetine bırakmıştır Devrim ile karşı-devrim arasındaki çatışmada yıkarak inşa edenler ya da inşa etmek üzere yıkanlar devrimci sınıflardır. Devrimci sınıfların gerici olanı yıkması devrimin kaçınılmaz ve zorunlu bir yönelimidir. Gerici sınıflar gerici statükolarını, kanlı diktatörlük ve halk düşmanı iktidarlarını muhafaza ederek korumak, hatta mümkün olsa ebedi kılmak için ayak direr, gerici temelde vuku eden büyük yıkımlar pahasına tutunmaya çalışırlar. Katliam, baskı, işkence, sömürü ve zulümlerinin arkasında yatan bu gerçektir. Bencilliğe dayalı burjuva ideolojileri ve siyasi tutumları, başta iktidar imtiyazı olmak üzere tüm imtiyazlarını koruma, her zenginlik ve hakkı imtiyazlı olarak yalnızca kendine ait kılma ve hiçbir zenginlik ya da refahı asla halk kitleleriyle paylaşmama biçiminde karakterize olur. Toplumsal ilerleme ve nihayetinde insanlığın ilerlemesi ile özgür dünyanın egemen olması karşısında tam bir köstek olan gerici sınıfların yerle bir edilip yıkılması tarihsel bir zorunluluk ve devrimci bir görevdir. Komünistler bu tarihi sorumluluk ve devrimci rolle sınıflar mücadelesini omuzlayarak gerici dünyayı/gericiliği yıkıp yerine ilerici/yeni dünyayı inşa etmek ve insanın insan üzerindeki her türden baskısını yok etmek için
yıkarak kurmayı benimserler. İşte sınıflar mücadelesi bu zemin ve çatışkı üzerinde yıkma ve yapma eylemi olarak en acımasız doğayla cereyan eder. Kısacası, ilerici/devrimci sınıflar gerici olanı yıkarak ilerici olanı kurmak; gerici sınıflar ise eski ve gerici olanı muhafaza etmek için savaşım verirler. İlerici sınıfların tersinden olmak kaydıyla, gerici sınıflar da durmaksızın gelişmekte olan ilerici dinamiği yıkmaya çalışırlar. İnsanlık toplumlarını karanlığa boğmak ve egemenliklerini sürdürmek için onu büyük yıkımlara uğratır, doğasıyla insanlığı felaketlere sürüklemekten sakınmazlar. Gerici sınıflar bencil çıkarları uğruna yıkımlar yaratarak sadece tüketir ve yok ederler. Yıkımlarının yerine yeniyi koymazlar, zira yıktıkları ilerici olandır. Yıktıklarının yerine koydukları ise yalnızca yeni gerici çıkarlarıdır. Devrimci sınıflar ise gerici sınıflardan farklı olarak yeniyi-ileriyi kurmak için sadece gerici olanı yıkarlar ve yerine ileri olanı koyarlar. Bilindiği gibi sınıflar mücadelesi salt dışarıda sürmez. Nasıl ki sınıflar mücadelesi komünist ve devrimci partiler içinde, içerde de var olup sürüyorsa, öyle de devrimci sınıflar içinde de ileri olanı gerici temelde yıkma eylemi vuku bulur. Gerici sınıfların ilerici olanı yıkma/yıkım eylemi devrimci sınıflar içindeki geri (son tahlilde gerici) nüveler veya dirençler tarafından yürütülür. Eğer böyle olmasaydı sınıflar mücadelesi içerde aranmaz ya da devrimci parti ve iktidarlardaki yozlaşma/burjuvalaşma açıklanamazdı. Sınıflar mücadelesinin komünist partileri içindeki yansımalarından söz edilemezdi. Ne var ki, komünist ve devrimci partilerde ve tarihte yaşandığı gibi sosyalist iktidarlarda burjuvalaşma birer gerçeklik olarak vuku buldu, geri dönüşler bu esas üzerinden mümkün oldu. Yeni burjuvazi bizzat komünist partilerin bağrında doğarak kapitalist yola girdi… Demek ki, devrimci saflarda da devrimci-ileri olana karşı gerici-geri yıkma eylemi tamamen mümkün ve mevcuttur. Doğrudan ve açık gerici sınıfların yıkma eylemi ile devrimci saflarda vuku bulan geri-gerici yıkma eylemi son tahlilde birleşse de, bunlara karşı mücadele farklılıklar gösterir. Komünistlerin göz ardı edemeyeceği gerçek budur. Zira her iki yıkma biçimi son tah-
lilde gerici de olsa, biri siyasi ve sınıf olarak henüz devrimci saflardadır, iktidarda veya egemen değildir ve kuşkusuz ki ikna-eğitim/eleştiri-özeleştiri ve ideolojik mücadele metoduyla değişim dönüşümü mümkündür. Dolayısıyla ideolojik düşmanlık zemininde cereyan eden yıkma tavırları esasta siyasi karaktere henüz bürünmemiştir. Devrim saflarındaki yapanlar ile yıkanların çelişkisi esasen ileriyle gerinin arasındaki çelişki durumundadır. Fakat bu çelişki son tahlilde ilericilik ile gericilik (devrimci olanla gerici olan) arasındaki çelişkidir. Bu da unutulamaz. İdeolojik mücadeledeki keskinliğin ya da ideolojik mücadelenin belirleyici önemi de buradan ileri gelir. Devrimcilik adına geliştirilen her tutum, her davranış ve pratik her zaman devrimcidir denemez. Bilakis devrimcilik adına sergilenen birçok eğilim bazen objektif bazen sübjektif olarak, niyetli veya niyetten bağımsız olarak devrime zarar vermekte, devrimci gelişmeyi baltalamaktadır. MLM adına
MLM’nin altının boşaltılıp dogmatikçe yozlaştırıldığı ya da MLM’nin sağdan/soldan revize edildiği tarihi tecrübelerin kanıtladığı derstir. Daha somutta ise Parti adına geliştirilen her tutum gerçekte Partiyi geliştiren tutum olmayabilir. Nitekim Partinin savunulması adına sergilenen birçok tutumun Partiye zarar verdiği yığınca pratik tecrübeyle sabittir. Genel bir spesifik olarak yeninin daima geri dirençle karşılaştığı bilinen doğrudur. Bu direncin güdümü ya MLM’nin savunulması, ya devrimin savunulması ya da partinin savunulması ola gelmiştir hep. Ancak gelişme yasası bu güdülerin geri-gerici olduğunu açığa çıkararak bu eskimiş olanı buruşturarak tarihin çöp sepetine bırakmıştır. Eskiyi temsil eden bu gerici dirençlerin ortak noktası, MLM’nin özünü kavrayamama ve gelişme diyalektiğinin toplumsal şartlardaki yankısını okuyamamaktır. Bu realiteleri onları gelişmeden, ilerlemeden ve değişimden kopararak geriye savurmaktadır. Partimizin tarihi bu
perspektif
mücadele metotlarıyla aşılmak zorundadır!
tecrübeyle doludur. Partimizin her ileriye dönük adımının karşısına dikilen bu eğilimler esas olarak yaşam hakkı bulmayıp eskiyip çürümekten kurtulamadı. Partimizin geçmişinde yaşanan ayrılıklar buna tanıkken, yakın tarihimiz de aynı serüveni doğrulamaktadır. Parti 1. Kongremize karşı bencil geri eğilimlerle karşı duruş sergileyenlerin akıbeti, doğru Parti çizgisini temsil ederek gelişip büyümek olmadı, tersine eriyip gitmek oldu. Revizyonizm suçlamalarından darbeciliğe, meşru olmamaktan anti-demokratikliğe, bir yığın hakaretten, mesnetsiz itham ve saldırıya kadar söylenmedik söz bırakılmadı Parti 1. Kongremize. Lakin gelinen aşama ve seyreden sınıf mücadelesi pratiği bu keskin particilerin nerede durduklarını açığa çıkararak ileri ile yeni arasındaki mücadeleyi Parti 1. Kongremiz lehine olumladı. Parti 2. Kongremizde de daha çok unsur ve onun etkisinde kalan kimi arkadaşlar partimizi suçlayarak, küçümseyerek vb koptular. Bu kopuş
son derece cılız olmakla birlikte, daha çok partide tanınan bir şahısla alakalı bir kopuş esasına oturdu. Yazık ki, kendisini devrim için, parti için tartışılmaz önder ve küçük dağların yaratıcısı gören bu megaloman kişilik de burjuva düzende bencil yaşama adapte olmaktan bir adım ileriye gidemeyerek yelkenleri malum yaşama indirdi… Yine Parti 3. Kongremizin öngünlerine denk gelen tarihte Partimizden kopan bir gurup arkadaşın tüm saldırı ve karalamalarına, geri tutum ve sorumsuz eleştirilerine karşın, Partimiz kendi zemininde gelişerek ilerleme kaydederken bu zatların savruldukları en iyimser kulvar bencil yaşam mevzileri oldu. Benimsedikleri hatalı yöntem ve etik olmayan yaklaşımları, boyunlarında ağırlaşan bir halka olarak boyunlarını büktü. Partiyi teşhir edip karalama görevi üstlenenlerin son solukları gerici düzen içinde yer bulma arayışıyla noktalandı. Elbette bu arkadaşların hepsi bir ve aynı nitelikte parti karşıtlığında fanatikleşmedi. Ama
keskin eleştirilerle partiye saldırmayı iş edinenlerin son durağı bu oldu. Söylemekte fayda var ki, bütün bunlardan kastımız Partinin eleştirilemeyeceği ya da Partiye eleştiri yürütmenin yanlış olduğu değildir. Eleştiri son derece gerekliyken, bazı haklı eleştirilerin olduğu da inkar edilemez. Ancak mesele bu eleştirilerin doğru yöntemlerle ve en önemlisi de devrimci kaygılarla yürütülüp yürütülmediği, aynı zamanda eleştirilerdeki samimiyetle eleştiri adı altında devrimci olmayan yöntemlere başvurulup vurulmadığı meselesidir. Maalesef sıklıkla rastlanan gerçek, samimi devrimci eleştiri yerine, saldırı, karalama, teşhir ve hakaretler düzeyinde devrimci olmayan yöntemlerin kullanılmasıdır. Daha da ileri gidilerek özel bir karşı çalışmanın yürütülmesi, partinin zayıflatılması için çaba ve çalışma içerisinde olunmasıdır. Bugün aktüel olan Parti 3. Kongremiz sonrası kongre çizgimiz şahsında partiye karşı geliştirilen saldırı ve karalama çalışmalarıdır. Bu zeminde küçük bir grup arkadaş partiden kopmuştur. Partimiz bunların uğraklarını da öngördüğü için devrimci kalmaları için siyasi yaşamlarında başarılar dilemiş, ayrılma tutumlarına siyasi olgunluk çerçevesinde saygı göstermiştir. Lakin bu arkadaşlar da önceki tecrübelerden ders almayarak varlıklarını, partimize karşı çalışma yürütme, partimizi karalayıp teşhir etmeye endekslemiş durumdadırlar. Bu pratik eğilim ve gerilikleri bu arkadaşların da öncekilerin yolunda ilerlediklerini göstererek bencil yaşamda konaklayacaklarını teyit etmektedir. Henüz heyecanını yitirmemiş olan bu kopuş grubu çıkardığı legal yayın organında kullandığı isim itibarıyla kitle yayın organımızla arasına isim farkı koyarak bu konuda olması gereken doğru davranışı sergiledi. Ancak bu tutumunu boşa çıkarıp kendisiyle çelişen tarzda parti ismi ve hatta yönetici organ isimlerinde bir ayrışım koymayarak Partimizin imzasını taklit etmekten imtina etmedi. Partimizin ve yönetici organlarımızın ismiyle yayınladığı bildirilerle adeta bir kafa karışıklığı yaratmakta, parti imzamızı ve parti prestijimizi sömürmektedir. Bu tavrıyla, partimizi geri eğilimlerine payanda edip sıradanlaştırılmasına çalışmakta
ve değerlerimizi sömürmektedir. Tam teşekküllü bir parti organı oluşturamayacak kadar cılız olan bu grubun parti ve yönetici organ ismini kullanması siyasi sahtekarlıktan başka bir şey değildir. Gerçekte de Partimizi temsil edemeyerek parti imzamızı kullanma haklarının, hiçbir bakımdan olmadığı açıktır. Partimiz haklı olarak bir açıklama yaparak yanlış anlaşılma veya kafa karışıklığının önüne geçmeye çalışmış, muhataplara gerekli uyarıda bulunmuştur. Bu grubun yaptığı, objektif olarak partimizle karşı karşıya gelip sorun yaratmaktır. Partimizi revizyonistlikle, darbecilikle vb. suçlayan bu karaçalıcılar, revizyonist dedikleri partimizin ismini kullanmakta da bir sakınca görmemektedirler. Özetle bu arkadaşlara önerimiz makul olmalarıdır. Sorunlara vesile olan pratiklerden kaçınmalarıdır. Bu grubun belirsiz ölçüleri Partiyle sorunlu olan insanlarla birleşmelerine yol açmaktadır. Ancak bu durum partimize karşı daha pervasız ve sorumsuz saldırı ve karalamaların yaşanmasına da yol açmaktadır. Laf üretmekten ve ortalıkta kara çalmakla zaman geçirmekten başka işleri olmayan bu kesimler, gerçekte devrimci pratikle bir bağlarının olmamasına rağmen Partimizi karalamayı iş edinmiştirler. Bunlar gerçek manada gerici temelde yıkım işlevi görenlerdir. Partimizin çalışmalarını baltalayıp karalamaktan başka bir çalışmaları olmayan bu unsurların Partimizin yaptıklarını yıkmaya çalışmaları gerici çırpınışlardır. Bunlar gerçek manada gerici yıkıcılardır. Zira Partimizi karalamaktan başka yaptıkları tek bir şey yoktur. Uzun sözün kısası bütün bunlar yaşananlardan tecrübe çıkarma yeteneğine sahip olmayan ve ilerleme karşısına geriden dikilen Partimizin karşıtlığıyla tarihin çöp sepetine yol alanlardır. Partimiz bir dizi çalışma ve pratiğiyle sınıflar mücadelesini devrimci savaş ve diğer biçimlerde geliştirirken, tüm uğraşını devrimci mücadelenin geliştirilmesine verirken, bunların işi partimizi teşhir edip yıkmaya çalışmaktır. Devrimci tarih ve gelişme yasası bu eskileri de benzerlerinin yanına uğurlayacaktır.
14
güncel haber
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Generalin cesedine yağdırılan lanet, devlet geleneğinin ruhuna okunan fatiha’dır!
12 Eylül ve onun pratikteki uygulayıcı mimarı Kenan Evren, faşist Türk devletinin ve emperyalistlerin çıkarlarını korumak için ezilen halkların kanına, canına ve yaşam hakkına kast etmiştir. O, temsil ettiği sınıfın çıkarlarını, gerici ruhunda biçimlendirerek, insanlık açısından böyle bir kara tablo ve insanlık açısından utanç verici bir bilançonun mimarı olmuştur 12 Eylül askeri faşist darbesinin “generali” Kenan Evren, ezilen halkların, O’ na olan öfkesinin vebalini yaşar gibi, yatalak halde tedavi gördügü hastahanede öldü. Kenan Evren’in ölümü üzerine, özellikle mevcut devlet bekasından koparılan “darbe karşıtı” söylemler ve devletin faşist niteliğini öteleyerek “kişi” üzerinden yapılan hesaplaşmalar, özünde faşist bir devlet geleneğinin “aklanması” operasyonlarına dönüştürüldü. En özlü anlatımla, generalin cesedine lanet okuyan apoletsiz “genareller”, faşist bir devlet geleneği olarak bugün daha da kurumsallaşmış gerici zihniyetlerine fatiha okuyarak, aynı kulvarda gerici iktidarlarını korumaya çalışmaktadırlar. 27 Mayıs darbesi, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül askeri faşist darbesi, 28 Şubat ve genel bir yönetim zihniyeti olan faşist uygulamalar, faşist Türk devletinin karakteristik faşist niteliğinin dönemin ihtiyaçlarına göre uygulanması yöntemleridir. Kuşku-
suz her dönem ve uygulanması planlanan tarz, ona uygun kişilikler üzerinden hayata geçirilir. Faşizm en kapsamlı, faşist karekterli “yöneticiler” üzerinden uygulanır. Bu kişilik özelliklerine rağmen, gerici diktatörlüklerin kendi eğemenliklerini tesis etmek için kullandığı tüm faşist yönetimleri “kişiler” üzerinden açıklamak, gerici devletin niteliğini kişilerin “günahının” gölgesinde bırakmak olur. Bu anlamıyla devrimciler ve komünistler, faşizmin bireyler ve kurumlar üzerindeki temsiliyetiyle vuruşurken, bu temsiliyetin özünü oluşturan faşist devletin niteliğiyle devrimci araçlarla hesaplaşmayı esas alırlar. Kuşkusuz burdaki ince çizgiye dikkat etmek gerekir. Gerici faşist devlet sürecini “bireylerin günahı” olarak görüp, sistemi kurtarmak ne kadar yalnışsa, gerici faşist iktidarların yöneticisi ve uygulayıcısı kişilerin faşist karekteriyle devrimci tarzda hesaplaşmamakta bir o kadar yalnıştır. Kenan Evren, Mussolini, Franco, Hitler, Pinochet örneklerinde olduğu gibi, egemen gerici sınıfların iktidarlarını korumak için ürettiği gerici barbar siyasetler, bir kişi üzerinde merkezileşebilir. Bu faşizmin azgın savunucuları ve uygulayıcılarının ezilen halklar nazarındaki karşılığı, bunlar ve bunların temsil ettiği gericiliklerle savaşmadır.
Evren ve askeri faşist diktatörlük 12 Eylül askeri faşist cuntası, gönüllü asker Kenan Evren’in kötü niyetinin keyfi uygulaması değildi. Sermayenin dönemin özgün koşullarına göre kendini biçimlendirmesi ve egemenliğini tesis etmesidir. Fa-
şist Türk devletinin hakim sınıfları açısından, siyasal ekonomik nedenlerin yanında uluslararası emperyalist güçlerin çıkarlarının merkezi bir plan dahilinde uygulanması, bir dikta rejimine ihtiyaç hasıl kılmış ve açık askeri faşizmle bu süreç örgütlenmiştir. Bu sürecin tarihsel kesitteki adı açık askeri faşist diktatörlük olmuştur. Ekonomik krizlerle birleşen siyasal istikrarsızlık, hakim güçlerin yönetememe krizine götürmüş ve egemen güçler halk kitlelerini zapturapt altına almayı açık faşizmle gerçekleştirmek istemiştir. Uluslararası emperyalist güçlerin yönelimi bağlamında da böyle bir yönetim tarzı ihtiyaç olarak görülmekteydi. Neoliberal bir ekonomik dönüşüm, tüm dünyada emperyalist sermayenin ana yönelimiydi. Neoliberal reformları uygulayabilmek için toplumsal muhalefeti baskı altına alan baskıcı otoriter uygulamalara ihtiyaç duymaktaydı. Hem gelişmesi muhtemel toplumsal muhalefeti baskı altına almak hem de var olan devrimci ve komünist hareketi ezmek için, egemenler sınırsız yetkilerle donanmış, tek kişinin iradesinde merkezileşmiş, her türlü baskı ve zulümle, katliam ve kitlesel tutuklamalarla militarize bir seferberlik olarak faşist cuntayı ve Kenan Evren’i donatmıştır… 24 Ocak Kararları, neoliberal ekonomik politikaların uygulanması planlarıdır. Ekonomik olarak yaşanan istikrarsızlık, üretimin azalması gibi nedenleri ortadan kaldırılması adına, kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, çalışma koşullarındaki kölelik statüsü, sendikalar ve dernekler dahil en basit örgütlenme araçlarının ya-
saklanması ve var olanların dağıtılması, ezilen sınıflar, uluslar, azınlıklar ve farklı inanç grupları üzerindeki baskıların yeni yasalarla katmerli hale getirilmesi vb. gibi siyasal ve ekonomik yönelimler, çalışan ve ezilen emekçi halk yığınlarına karşı devrimin kuşatmasıydı… Bu kuşatma ancak ki açık faşist bir yönetimle uygulanabilirdi. Öte yandan uluslararası güçler dengesi bağlamında, NATO’nun güney kanadının en önemli üyelerinden olan Türkiye'nin siyasi ve ekonomik iktidarsızlığı özellikle emperyalistler tarafından gözlemlenmekteydi.1979 yılında meydana gelen İran İslam Devrimi, ardından aynı yıl içinde Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesi üzerine Türkiye'nin ABD politikaları için istikrarlı hale gelmesi önem kazanmıştı. Toplumsal muhalefeti baskı altına alma, devrimci ve komünist hareketi tasfiye etme, neoliberal ekonomik politikaları uygulama ve uluslararası emperyalist güçlerin çıkarları paralelinde merkezileşmiş bir devlet iradesi, sürecinin niteliğine uygun örgütlenmişti. Coğrafyamızda sürekli olan faşizm, parlamento maskesini de bir kenara atarak, açık faşist bir diktatörlükle işbaşındaydı. Garantörü devlet ve uluslarası emperyalizm (başta ABD olmak üzere) olan sürecin mimarı da faşist Kenan Evren olmuştu.
Evren’in amacı faşizmi yaşatmak ve korumaktı 12 Eylül ve onun pratikteki uygulayıcı mimarı Kenan Evren, faşist Türk devletinin ve emperyalistlerin çıkarlarını korumak için ezilen halkların kanına, canına ve ya-
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
şam hakkına kast etmiştir. O, temsil ettiği sınıfın çıkarlarını, gerici ruhunda biçimlendirerek, insanlık açısından böyle bir kara tablo ve insanlık açısından utanç verici bir bilançonun mimarı olmuştur. O’nun amacı faşist bir devleti korumak ve yaşatmaktı, ezilen halkların, ulusların, devrimci ve komünistlerin amacı da onu ve temsil ettiği sistemi yıkmaktır. Halkların düşmanıdır, bu konumundan dolayı savaşımızda düşman hukuku uygulanır. Faşist devletin değişen özgün süreçlerine uygun olarak hakim olan başka faşist kliklerin, darbeyle hesaplaşma manüpilasyonunda, Evren’in “cezalandırılmamış” olmasına üzülmek veya ölümünden sonra devlet kurumlarında ağızları salyalı olan “apoletsiz Kenan Evrenlerin” devlet töreni yapılıp yapılmamasında taraf olmak; geberdi, lanetliydi ve günahkardı diye bir tarzda meseleyi ele almak devrimcilerin ve komünistlerin tarzı değildir. Devletin kendini aklaması siyasetleri dışında, 12 Eylül faşizminin derin acılarını yaşamış ve hala yaşayan ezilen halklarımızın Kenan Evren’e laneti tabi ki anlaşılır ve sosyal bir karşılığı vardır. Ama bu tepkilerden faşist devlet geleneğinin kendini muaf tutması ve sorunu ele alışta kendini aklamaya çalışması sorunun bir yanı iken, komünistlerin bu olgudaki siyasetinin daha farklı bir şekilde faşizmle hesaplaşma olduğu sorunun diğer yanıdır. Bu devlet bizim ve halkların düşmanıdır. O’nun kendisi için darbe yapmış birisine devlet töreni yapıp yapmaması, o devletle uzlaştığımız, darbecilikle hesaplaşmada ortaklaştığımız anlamına gelmez. Bu ortaklaşma ekseninde Kenan Evren nazarında faşizmle hesaplaşmak, keskin söylemler ardında tutucu ve gerici bir anlayışla uzlaşma olacaktır. Devrimciler ve komünistler olarak meseleye bakış açımız nettir. Faşizmin diger temsilcileri gibi Kenan Evren halkların düşmanı ve halklar üzerinde farklı biçimlerde baskı aracı olan sistemin basit bir figürüydü. Biz bu figürlerle sistemi değiştirmek için savaşırız. Strateji ve taktik tartışmamız bunun üzerine olur ve karşı devrimle savaşırken bizim hukukumuz geçerlidir. Savaş hukukumuzda ögretmenlerimiz, faşizmin azgın temsilcileri ve yönetimleri değildir... Örneğin Kenan Evren’in yaşlanmış ve hiçleşmiş, halklarımız nezdinde hak ettiği itibarsızlığın cenderesinde kokmuş cesedi üzerinde intikam yemini etmiyoruz. Evet devrimci savaşımızın süreci içinde Kenan Evren’i devrimci ve komünist adaletimiz gereği cezalandırmadığımız için hayıflanıyoruz. Bunu yapamadığımız için halklarımızdan özür diliyoruz. Yine 1970-1980 döneminde TürkiyeKuzey Kürdistan tarihinin devrimci durumu üzerinde şekillenen radikal devrimci kitle hareketini ileri taşıyamadığımız ve bu tarihsel fırsatı halkların lehine iktidarlaştıramadığımız için de hatalı ve eksiğiz. Bütün bunlar, eksikle-
15
rimiz hatalarımız, yetmezliklerimiz ve bunların tarihsel nedenleri üzerine durmak ve ordan çıkardığımız tecrübeyle coğrafyamızda bir karabasan gibi hüküm süren faşist devlet gelenegiyle savaşmak devrimciler ve komünistlerin süreçte yüklenecekleri, görevlerdir… Yasama, yargı ve yürütmesiyle devlet içinde kurumsallaşan faşizmin kuruluşundan bugüne yaptıkları, asıl ele almamız gereken bilançodur. Burjuva hukukun intikam ve cezalandırma anlayışı, toplumsal sorunların çözümü değil, kendi iktidarlarını koruma anlayışıdır. Komünistlerin ve sosyalistlerin “ceza” anlayışı, toplumsal sorunları çözme anlayışıdır. Toplumsal koşulların uygunluğu içinde, hüküm süren militer bir devlet organı, halkların en geniş demokratik muhalefeti olsada, kendi varlığını sürdürmek için her dönem Kenan Evrenler yaratacaktır. 1989, 1994 ve sonrası savaş konsepti,12 Eylül askeri faşist cuntası sürecinin devamı niteliğinde ve daha ağır bir konsepttir. Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Demirel, Bucak, Kozakçıoğulları ve daha ismini sayamayacağımız birçok azılı faşist bu devletin Kenan Evrenleridir. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek inanç sistemi yeni Osmanlıcı Türk Sünni İslam ekseninde yeniden üretildiği bir sürecin ürünü olarak, AKP kurmayları ve Erdoğan, cesedine lanet okuduğu generalinin izindedir. Sınıflı toplumun maddi temellerinin (üretim, bölüşüm, tüketim, değişim ilişkileri) anlaşılması, diyalektik materyalist yöntemle analizi, sentezimizin özüdür. Bu sentezin siyasal sonucu, sömürücülerin ve diktatörlerin, “parlamenter” ya da açık faşist niteliğiyle zorbalıkların merkezileştiği devletlerin ve bu devletlerin misyonerleri olan faşist diktatör kafatasçıların varlık zeminlerini, devrimci müdahale ile değiştirmek, sömürüyü ve baskıyı yaratan toplumsal koşulları devrimci savaşla yıkmak, ezilenlerin ve sömürülenlerin, gericiliklerle hesaplaşmasının temelidir. Kenan Evren’in cesediyle birlikte ruhununa lanetlemenin yolu budur.
KENAN EVREN
YOLA YOLCU
≫ hıdır uludağ
TARİHİN ÖĞRETTİKLERİ...
İ
nsanlık tarihinin, sınıf mücadeleleri tarihi olduğu herkesçe kabul gören bir olgudur. Rusya’daki 1905 Devrimi yenilgiyle de sonuçlanmış olsa, dünya proletaryası için önemli dersler çıkartılacak bir gerçektir. O dönemde yaşananlar, bugün uluslararası komünist hareketin yönünü aydınlatıcı niteliktedirler. “1905 Devriminin yenilgisi, devrimin yol arkadaşları arasında çözülme ve yozlaşmaya yol açtı” diyor Stalin. Devrimin yükseldiği dönemlerde burjuva çevrelerden gelip proletarya saflarına katılanlar, devrimin yenilgiye uğratılmasından sonraki gericiliğin gemiyi azıya aldığı yıllarda proletarya partisinin saflarını terk ettiler. Bir kısmı açıktan düşman saflarına geçerken, bir kısmı da işçi sınıfının ayakta kalan legal kurumlarında mevzilenerek yürüttükleri çalışma ve yaptıkları propagandalarla proletarya partisini gözden düşürme gayretkeşliğine giriştiler. Sistemle uzlaşma ve çarlıkla barışma yolunu tuttular. “Felsefe alanında, Marksizmi eleştirme, revizyondan geçirme çabaları arttı. Sahte bilimsel teorilerin örtüsü altında... Marksizmi eleştirmek moda oldu” diye yazıyordu Stalin. Hepsinin ortak bir hedefi vardı, kitleleri devrimden uzaklaştırmak, Marksizmi gözden düşürmek. Sosyalist kampın dağılmasından günümüze, yaşananlar tam da bu çerçevede sürgit devam ediyor.
Hem de o günkünden daha köklü, daha saldırgan ve daha inkarcı bir biçimde. Devrimin yenilgisinden sonra, proletarya partisi, sadece burjuva aydınlarının saldırılarına maruz kalmadı. Kendilerini Marksist gören bir kısım partili aydınların da dolaylı saldırılarıyla cebelleşmek zorunda kaldı. “Yozlaşma eğilimleri ve inançsızlık, partili aydınların, kendilerini aydın sayan fakat hiçbir zaman sağlam Marksist olmayan bir kesimini de sardı. Bunlar eleştirilerini aynı zamanda Marksizmin felsefiteorik temellerine, yani diyalektik materyalizme karşı ve onun bilimsel-tarihsel temellerine, yani tarihi materyalizme karşı yönelttiler. Bu eleştiriler, alışılagelen eleştirilerden şu farkla ayrılıyordu ki, açıkça ve dürüstçe değil, fakat gizli ve ikiyüzlü bir biçimde Marksizmin en önemli pozisyonlarını savunma maskesi altında yürütülüyordu. ... Bu ikiyüzlü eleştirilerin tehlikesi, sade parti üyelerini aldatma hesabı üzerine kurulmuş olmasında ve onları yanıltabileceğinde yatıyordu.” diyerek, bugünü dünden görüyordu Stalin yoldaş. O dönem nasıl ki Marksistlerin önünde Marksist kılıflı saldırıları bertaraf etme acil bir sorun olarak duruyorduysa, bugün de komünistlerin, MLM’in temel teorilerine karşı yürütülen aymazca saldırılara karşı, siyasi ve ideolojik mücadeleleri bayrak edinmeleri vazgeçilmez bir görevdir. O dönem başta Lenin olmak üzere komünistler bunu başardı. Bugün de komünistlerin başaracaklarından kuşku duyulmamalıdır. Güneş nasıl ki balçıkla sıvanamazsa, cehaletin, gayri bilimsel hamlelerin, bilimi alt etmesi olası değildir. Geçici yenilgiler mümkündür ve sınıf kavgalarının kaidelerindendir. Tarihin akışı dün olduğu gibi, bugün de ileriye doğru akmaya devam ediyor. Bu akışın önüne geçilmesi olası değildir.
16
dünya haber
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
T.C-Suudi Arabistan ittifakı Suriye’deki gelişmeler! İran’ın ABD, AB ve Rusya-Çin emperyalist blok güçlerle nükleer anlaşmada attığı adımlar ve Irak, Suriye, Yemen’deki etkisini her geçen gün daha da arttırması Suudi Arabistan, Türkiye, Katar gibi Sünni İslam devletlerini daha fazla yakınlaşmak durumunda bırakmıştır Kısa bir süre önce İngiltere’deki İndependent gazetesi Türkiye ile Suudi Arabistan’ın Suriye’de Esad rejimine karşı ittifak kurduğunu ve bunun da Batı ülkelerini kaygılandırdığını yazmıştı. İlginçtir ki bizzat ABD ve Avrupalı uluslararası emperyalist blok güçlere bağımlı olan her iki ülke devletlerinin efendilerinden bağımsız bir ittifakından bahsedilerek, bir yanılsama yaratılmaktadır. Tarihten bu yana bilinir ki, İslam aleminde Sünni-Şii eksenli mezhepsel çelişki ve egemenlik odakları sürekli rekabet halinde olmuştur. İran ile Suudi Arabistan arasındaki bu rekabeti salt Rusya ve Çin’in başını çektiği Şanghay Beşlisi ile ABD’nin başını çektiği çok kutuplu uluslararası emperyalist blok güçler arası çelişkiden ibaret görmek; dünyanın her bir bölge ve alanındaki tarihsel ve güncel somut özgünlükleri bir kenara iterek genellemeci ve soyut yanlış bir değerlendirmede bulunmaktır. Aynı şekilde Irak ve Suriye’deki Şiiler ile DAEŞ ve El-Nusra vd arası, Yemen’deki Husiler ile Hadi arası savaşlardaki durumu da yeterince anlamamaktır. Öyle ki yakın bir zamanda Mısır’da Sisi darbesi akabinde Suudi Arabistan ile İran arasındaki karşılıklı jestler eşliğindeki yumuşama atmosferi çok geçmeden yerini sertliğe bırakmıştır. Zira başta Ortadoğu olmak üzere, özellikle İslam coğrafyaları ve ülkelerinin yaşadığı bölge ve alanlarda her an her şey olabilmektedir. Devreye konulan taktikler de oldukça değişiklik arzetmektedir. Yemen özgülünde suların iyice ısınması karşısında yaşanan sertlik rüzgarı daha da şiddetlenmiştir.
Suudi Arabistan’ın başını çektiği Sünni koalisyon ülkelerinin Yemen’de Husiler’e saldırısı karşısında İran ilk süreçte ılımlı bir politika izlerken tam da böylesi bir anda Suudi Arabistan, Türkiye, Katar vd Sünni merkezli ittifak güçlerinin diğer ülke ve bölgelerdeki tehditleri ve saldırganlıkları artarak devam etmiş ve İran’da daha fazla sertlik politikası izlemek durumunda kalmıştır. Öyle ki şimdiki durumda yakın süreçte Suudi Arabistan’ın tahtına oturan Salman’ı İslam’a ihanet etmekle nitelendirerek kılıçları çekmiştir. İran’ın ABD, AB ve Rusya-Çin emperyalist blok güçlerle nükleer anlaşmada attığı adımlar ve Irak, Suriye, Yemen’deki etkisini her geçen gün daha da arttırması Suudi Arabistan, Türkiye, Katar gibi Sünni İslam devletlerini daha fazla yakınlaşmak durumunda bırakmıştır. Bu durumu aynı zamanda çok kutuplu emperyalist blok güçler arası rekabet savaşlarının bir yansıması olarak vesayet savaşları ya da çelişkisi olarak da değerlendirmek yanlış olmaz. Ve sadece bununla sınırlı bir durum değildir. Özellikle de Suriye’deki gerici Baas-Esad rejimine karşı PYD ve ona yakın kesimler dışında kalan ve adına taşeron çete örgütleri denilebilecek silahlı güçlerin, Salman’ın Suudi tahtına oturmasıyla birlikte vites büyüttüğünü ve saldırılarında atağa geçtiğini söyleyebiliriz. Ve tabi ki Türkiye ve Katar’ı da yanına alarak Suriye’deki taşeronlarının saldırılarını arttırdığını gözlemlemekteyiz. Kısaca açıklayalım; Suriye’de 2011’den 2014’e kadar Esad karşıtı DAEŞ, ElNusra gibi taşeron örgütlerin farklı ve ayrı hareketleri söz konusuydu ancak şimdiki süreçte taşeron örgütler, dar bir hedef belirleyerek ortak merkezler kurmaktadır. İlk pratikleri de İdlib’de görülmüştür. İdlib’i ele geçirme hedefiyle Selefi ağırlıklı koalisyonla Ceyş’ul Fetih (Fetih Ordusu) kurulmuştur. Bileşenleri içerisinde El-Nusra ve ona yakın duran Ahraru’ş-Şam, Aksa Askerleri, Sunne Ordusu, Feyleku’ş-Şam ve Hak Tugayı yer almıştır. Bu taşeron merkez ordunun Yemen’e Suudi önderlikli Sünni koalisyon güçlerinin saldırıya geçmesinden hemen bir iki güç sonra saldırıya geçerek İd-
lib’i ele geçirdiğini belirtelim. Bu saldırı ile birlikte İştebrak köyündeki sivil Alevilerin katliamı da aynı grubun bir “icraatı” olarak gerçekleştirilmiştir. Durulmamış ve Halep’e yönelinmiştir. Halep’in bazı mahallelerini elinde tutarken oradaki Kürtlere ve Efrin kantonuna saldırı hazırlıkları içerisinde olduklarını da vurgulayalım. Hatırlanacağı gibi Erdoğan’ın Kobanê’de çatışma sürerken “Kobanê’den sonra sıra Efrin’e gelecek” beyanının anlattığı da bu olsa gerek. Yani Türk devleti ittifak halinde olduğu Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte, El- Nusra vd. taşeron çete örgütlerin saldırı ve katliamlarının bizzat örgütleyicisi, finansörü, transferi, eğit-donat-saldırtıcısı olarak devreye sokulmuştur. Böylesi bir süreçte 3 Mayıs 2015’de YPG’ye karşı 14 taşeron grubun Lebbyk Ya Uhta adı altında birleştiklerini görüyoruz. Buna karşı ise 7 tugay bileşenleri olan Humus Devrimciler Topluluğu, Şems El-Şemal, Özel Eylem Taburu, Cebhet El-Akrad, Foc 777, 99 Tugayı ve Sultan Selim Tugayı’nın Devrimciler Ordusu kurarak karşılık verdiklerini görüyoruz. Bütün bu ve buna benzer gelişmeler daha şiddetli çatışma ve savaşın yolda olduğunu göstermektedir. Hizbullah’ın da Esad rejimiyle birlikte El-Nusra’ya karşı bizzat savaşın içerisinde olduğunu belirtmeden geçemeyiz. Türk devleti, Fetih Ordusu’na lojistik ve istihbarat desteği verdiğini açıkça kabul etmektedir. Ki durumun bundan daha ötesinde olduğu, tartışma götürmez bir gerçekliktir. Tırlar ile silah, eğit-donat-saldırt olgusu ve benzeri gelişmelerin, iç içe geçen ilişki ağının çok daha ötesinde ve derinliğini yüzeye vuran yönler taşıdığı aşikardır. Türk devleti, El- Nusra’ya doğrudan yardım yaptıklarını reddetse de, yarım ağızla sözde yardımlardan faydalanılabilmiş olabileceğini de kabul ederek aslında bizzat El-Nusra vd. taşeron örgütlere yardım ettiğini belgelemiş oluyordu. Bunun yanında Erdoğan’ın “Eğer Türkiye olmasaydı bu örgütlerin İdlib, Halep vd. yerleri ele geçirmesinin asla mümkün olamayacağı” beyanının da iç içe geçmiş ilişkilerin deşifre edilmesinden başka bir anlam ifade etmediği görülmelidir.
El-Nusra vb. taşeron örgütlere silah ve paranın Suudi Arabistan’dan, bunların transferinin ise bizzat Hatay sınırları içerisinde bulunan Kuyubaşı, Kuşaklı, Beşaslan, Güveççi, Bükülmez ve Hacıpaşa köylerinden gerçekleştirildikleri taşeron örgütlerin kamuoyuna yapılan açıklamalarıyla açık edildiğini belirtelim. Anlaşılıyor ki, Rusya ve Çin emperyalist blok güçlerine ve İran’a endeksli Şii Esad rejimine karşı iyice zayıflayan ABD ve AB emperyalist güdümlü Sünni El-Nusra vb. taşeron örgütlerin imdadına emperyalist efendilerinin yönlendirmesiyle -aslında ara taşeron konumunda olan- emperyalizme bağımlı Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye devletleri yetişerek yeniden karşı saldırılarla ellerini güçlendirmek istemektedirler. Cenevre-3 kapsamında başlayan görüşmelerde de ellerini güçlendirmek için geciktirmeksizin taşeron örgütlerin devreye sokulduğunu söyleyebiliriz. Zira bu şekilde Esad ve diğer güçlerin masada elinin zayıflatılması da amaçlanmaktadır dersek yanılmamış oluruz. Bu temelde sorun salt Esad ile El-Nusra gibi taşeron örgütler arasındaki savaşla sınırlı değildir. Yoksa İran’ı ve Hizbullah’ı nereye koyacağız, bunu açıklamakta zorluk çekeriz. Buradan başlamak üzere İslam alemi içerisindeki Şii-Sünni mezhepleri arasında ve bizzat çok kutuplu uluslararası emperyalist blok güçler arası rekabetin ve çelişkinin bölgesel düzlemdeki bir savaşı olarak da tasavvur edilebilir. Bu yönüyle söz konusu savaşın aynı zamanda vesayet savaşı olarak da telakki edilebileceği söylenebilir. Bu anlamda ne Esad ne El-Nusra ne İran ne Suudi Arabistan ne Baasçı Esad ne Erdoğancı Türk devleti ne Rusya ne ABD ve ne de AB emperyalist güçler ezilen ve sömürülenlerin bir tercihi olamazlar. Dünya halkları ve ezilen uluslarının kendi bağımsız ve özgür iradeleri temelinde başka bir toplumsal sistemi, dünyası kesinlikle mümkündür. Bu bilinçle ezilen ve sömürülenlerin ilerici, devrimci ve komünist mücadelesi ve savaşını yükselterek başka bir dünya ve sistemin mümkünatını gerçeğe dönüştürelim.
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
dünya haber
17
Akdeniz’de boğulan insanlık ve umutları
Gün geçmiyor ki, Libya'dan, Tunus'tan, Mısır'dan Suriye’den yola çıkan bir geminin azgın dalgalara dayanamayıp Akdeniz’in derinliklerine gömüldüğünün haberini almayalım. Bu yönlü haberler artık sıradan haberlere dönüştü ve öylesine sıradanlaştı ki, Akdeniz'de batan gemide yüzleri bulan ölüm yoksa haber değeri bile olmamaktadır. Bu insanın en sıradan insani değerlerine yabancılaşmasında varılan noktayı göstermeye yeterde artar bile Savaş, yoksulluk ve egemenlerin baskılarından yılmış yoksul kitleler, hayata tutunabilmek umuduyla daha iyi koşullarda yaşayacaklarını düşündükleri ülkelere doğru yollara düşüyorlar. Kimilerinin umutları kurşunlarla, kimilerinin umutları okyanusların ve denizlerin derinliklerinde ve kimilerininse insan tüccarlarının elinde, akıbetlerinin bilinmezliğinde yitip gitmektedirler. Emperyalist ülkelerin bizzat kendilerinin yarattığı bu insanlık dramına çözüm arayışları daha büyük bir dramlara yol açmaktan başka bir sonuç üretmemektedir. Denilebilir ki, göçmenler sorununun ortaya çıkışı, yurtların işgalleriyle yaşıttır. Bu anlamda sorun ne yakın bir tarihin ne bugünün bir sorunu ve ne de göç edenlerin bireysel keyfiyetlerinden kaynaklanan bir sorundur. Sorun, işgallerin, sömürü ve diktatörlüklerin bekası için
uygulanan baskıların ve kıyımların yarattığı bir sorundur. Ve bu sorun her geçen gün katlanarak büyümektedir. Günümüzde özellikle Arap Baharı diye tanımlanan süreçten sonra Ortadoğu halklarının gündelik yaşamlarının doğal bir parçası olmuş durumdadır. Emperyalistler, kendi toplumları üzerinde baskı uygulayan diktatörleri alaşağı ederek demokrasiyi götürdüklerini iddia ettikleri ülkelerde, daha ceberut faşist diktatörlükleri inşa ettiler. Eski faşist diktatörlerin yerine getirdikleri mollalar ve aşiret reisleriyle toplumları daha büyük baskılar ve kıyımlarla denetim altına aldılar. O ülkelerde daha önceki dönemlerde kurulan dengeleri tümden ortadan kaldırarak, dinler, inançlar, etnik farklılıklar ve aşiretler arası vahşet düzeyine varan iç savaşlarla yoksul kitleleri birbirlerine kırdırmaktadırlar. Kendi beslemeleri olan IŞİD eliyle Êzidîlere yönelik gerçekleştirilen soykırım örneğinde olduğu gibi, yeni soykırımların kapı-
sını da araladılar. Bu savaşlarla toplumlar açlığa mahkum edildiler. Sığınacakları evleri bırakılmadı. Kentler, köyler haritadan silinecek boyutlarda yerle bir edildi. Bu kıyımlardan canını kurtarmaya çalışan milyonlarca yoksul halk, yerini yurdunu terk ederek kendilerince daha güvenli bölge ve ülkelere doğru yollara dökülüyorlar. Kürtler gibi kendi ülkesinde sığınmacı olanların yanı sıra, sığındıkları ülkelerde en insani ihtiyaçlarını bile karşılayamayan kitleler, ekonomik olarak daha elverişli olan emperyalist ülkelere geçişin yollarını aramaktadırlar. Bunun içinde ellerinde avuçlarında ne varsa, insan kaçakçılarına vererek, bir an önce kendi ülkelerinden ve sığındıkları kamplardan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Kimileri bu hedeflerine ulaşmakta. Ancak önemli bir kısmı da yollarda can vermektedirler. Derme çatma tekneler ve botlarla denizlerin azgın dalgalarına açılmaktadırlar. Gün geçmiyor ki, Libya'dan, Tu-
nus'tan, Mısır'dan yola çıkan bir geminin azgın dalgalara dayanamayıp Akdeniz’in derinliklerine gömüldüğünün haberini almayalım. Bu yönlü haberler artık sıradan haberlere dönüştü ve öylesine sıradanlaştı ki, Akdeniz'de batan gemide yüzleri bulan ölüm yoksa haber değeri bile olmamaktadır. Bu insanın en sıradan insani değerlerine yabancılaşmasında varılan noktayı göstermeye yeterde artar bile. Emperyalistlerin sözcüleri durumundaki kurumların bürokratları, sanki bu olup bitenleri kendileri yaratmıyormuşçasına, göç yollarına düşenleri ve bu yollarda hayatlarını kaybedenleri suçlamaktadırlar. Bu göçlerin yolunu kesmenin yollarını aramaktadırlar. Akdeniz'de üst üste batan ve toplam bini aşan ölümle sonuçlanan olaylardan sonra AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini'ye, “İnsan kaçakçıları tarafından kullanılmadan önce tekneleri tespit etmeye, ele geçirmeye ve imhaya yönelik” muhtemel askeri operasyonun hazırlıklarını başlatma görevi verildi. Türkiye üzerinden gelen göçlere karşı da, sınır güvenliği için özel güvenlik tedbirleri geliştirmek ve güvenlik duvarları örme projeleri devreye sokulmaktadır. Yani bu tedbirlerle demek istedikleri; kendi ülkelerinizde kalın ve orada size reva gördüğümüz ölümlerin, kıyımların ve yoksullukların her çeşidine katlanın! Bunu asla kabul etmemenin, kendi çıkarları için ülkelerimizi kan gölüne çeviren emperyalist tekellerin yerli uşaklarına karşı göçmenlerle dayanışmanın görevimiz olduğunu unutmamalıyız…
18
analiz yorum
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Komünist Önder Kaypakkaya
Yolumuzu Aydınlatıyor Kürt ulusal meselesi an itibarıyla sadece Türkiye- Kuzey Kürdistan ya da Ortadoğu coğrafyası için değil dünya siyaseti açısından da oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. Özellikle Kobané kuşatması ve bu gerici- faşist tasfiyeci kuşatma karşısında geliştirilen direniş bütün dünyanın ilgisini bu bölgeye ve doğallığında Kürt ulusal sorununa kaydırmış durumdadır Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim mücadelesinde ciddi kayıplarımızı yaşandığı aydır Mayıs ayı. Yitirdiklerimizin imgesi bağlamında “kanlı mayıs”, görkemli direnişlerimiz ve düştügümüz yerden yılmadan ayağa kalkma kudretimizin imgesi bağlamında “ayların gülü”dür Mayıs. THKO’nun önder kadroları, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’la Mayıs ayında hesaplaştık faşizmle darağacında. Kürt ulusal devrimci mücadelesi, Haki Karer’le bayraklaştı bu ayda… Ve adlarından öte, bıraktıkları devrimci mirasla Mayıs ayının bereketini zulmün saltanatına karşı savaş mevzilerinde konumlandıranların şahsında, Komünist önderimiz Kaypakkaya’nın stratejik konumlanışının duruşudur Mayıs ayı. Yitirilişinin yıl dönümünde andığımız İbrahim Kaypakkaya ve Mayıs şehitleri dün olduğu gibi bugün de yolumuzu aydınlatıyor. Haki, Deniz, Yusuf, Hüseyin kısa ömürlerinde sadece siyasal hareketlerine değil devrimci mücadeleye de damgalarını vurmuş, devrimci hareketin karakterinin belirlenmesine yön vermişlerdir. Bu genel doğrunun yanında, Komünist önder Kaypakkaya’nın tarihsel olarak açtığı çığır, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim ve komünizm mücadelesi açısından temsil ettiği nitelik, komünist dünya görüşümüz bağlamında görkemli bir bayraktır. Tarihsel bir not olarak, bu çıplak gerçekliğe hürmet etmek devrimciliğin ilkesi gereğidir. Bu çıplak gerçekten dolayıdır ki, cellatlar kendi karanlık dünyalarını korumak adına, o büyük insanı hedeflerine koydular. Ve karanlığın temsilcileri, bir mayıs gecesinde, O komünist önderi, enternasyonal proletaryanın Türkiye-Kuzey Kürdistan kolu, proletarya partisinin kurucusunu, korkularının büyümemesi maksadıyla katlediyorlardı. Kaypakkaya, bundan 42 yıl önce, Amed zindanlarında faşist diktatörlük tarafından amansız işkencelerle katledilirken, sadece zindanlarda direnişiyle bayraklaşan görkemli duruşunu miras olarak bırakmadı... O, aynı zamanda, dünü bugüne-bugünü yarına özgürlük ütopyasının değerlerine göre taşımış, komünist dünya görüşümüze göre dünyayı değiştirme eylemimizin stratejik ko-
numlanışının manifestosunu yazmıştır. Sınıf mücadelesinde devrimin icrası için stratejik konumlanmanın, en zor koşullarda dahi devrimin ve komünizmin yılmaz savunucusu olmanın, en geri olanaklarla dahi devrimci savaşı örgütlemenin, işkence hanelerde, çatışmalarda, sokaklarda halkların haklı davasını can pahasına savunmanın, teorisi, ideolojisi ve siyasetidir Kaypakkaya. Bunların yanında, ama bu özelliklerden daha öte, komünist kişiliğinde billurlaşmış devrimimizin manifestosu olan fikirlerinden beslenmek, dün oldu-
ğu kadar bugünde günceldir. Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci-komünist hareketin tarihine, belleklerden silinmezcesine, kandan ve ateşten harflerle adını yazdıran Kaypakkaya’yı, sosyalist ve devrimci hareketin anlamakta hala sorun yaşadığını belirtmek gerekir. Karşı devrim güçlerinin Kaypakkaya adına ve fikirlerine uyguladığı yasak ve baskılar, sınıf mücadelesinin doğasında anlaşılır durumdur. Ama devrim ve sosyalizm adına hareket edenlerin, Kaypakkaya’yı sansürleyip yok sayma-
ları bir hatalı tutum iken, O’nu sadece işkencedeki tavrıyla veya mücadele sürecinde sınıf mücadelesinin ihtiyaçları ekseninde çıkardığı bazı sonuçlar üzerinden statik bir şekilde sahiplenmek, Kaypakkaya’yı anlamamaktır. O’nun işkencedeki tutumu ve dönemin ruhuna uygun sınıf mücadelesinin stratejik ve taktik planları ekseninde çıkardığı sonuçlar, komünist kişiliğinin tezahürüdür. Bu kişiliğinden koparılarak sonuçların statik ele alınışında sahiplenilen bir Kaypakkaya, özünden koparılmış bir Kaypakkaya’dır. Bilgiyi statik bir şey olarak ele alan anlayışlarla, aydınlanmacı-modernist paradigmaya kopmaz bağlarla bağlı olanların, farklı kulvarlardan gelip ortaklaştıkları noktadır. Bu ortaklık bazı anlayışlarda Kaypakkaya’yı görmemek şeklinde, bazı anlayışlarda eksik ve tek yanlı “anlama” şeklinde pratikleşmektedir. Bu anlayış eksenindeki Kaypakkaya’yı sahiplenme, aldatıcıdır. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketi, bu konuda daha köklü bir sorgulamaya gitmek durumundadır. Özellikle Kürt ulusal hareketinin geldiği düzey itibarıyla yarattığı politik atmosferde, Kaypakkaya’nın, Kürt ulusal sorunu ve Kemalizmdevletin niteliği gibi temel konularda ortaya koyduğu fikirlerin kabul görmesi, bir değer olarak sahiplenilmesi, bir olumluluk gibi görünse de, özünde Kaypakkaya’yı anlamakta yüzeysel bir tutumdur. Lakin O’nun tezlerinin arka planını oluşturan ve Marksizm-Leninizm-Maoizm’ den beslenen, batı aydınlanmacılığı ve kapitalist uygarlık çizgisine cepheden bayrak olan anti modernist duruşunu görmezden gelmek, Kaypakkaya’yı sadece tarihteki haklı kişi derekesine indirger. Oysa Kaypakkaya, MLM’nin bu coğrafyadaki en billur sesidir. Tarihsel bir haklılık değil, aynı zamanda tarihsel bir çığırdır. Aydınlanmacı modernite çizgiye, Marksizm ve onun tarihsel referansları Leninizm, Maoizm ve sınıf mücadelesindeki en görkemli deneyim olarak Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin tecrübeleri ışığında ulaştığı sentezlerle meydan okuyordu Kaypakkaya. Bazı şeyleri önceden görmüş öngörülü bir devrimci düzeyine indirgenmiş bir Kaypakkaya ve Maoist özünden ayrıştırılarak yapılan her türlü övgü ve sahiplenme, eksiktir, hatalıdır. Kaypakkaya ne dönemin ruhuna göre ortaya çıkardığı sonuçlarla sınırlandırılabilinir ne de düşmana karşı işkencedeki tavrıyla. Bunlar birer sonuçtur. Bu sonuçları besleyen MLM öz, olguları ele almada ve değiştirmede kullandığı bilimsel yöntem, ulaştığı sentezleri doğru kılıyordu. Kavramak dünyayı değiştirmek işidir. Gelişimin önündeki gerici güçleri yıkmanın tek yolu, kitlelerin gücüyle örgütlenmiş devrimci zordur. Bu ana kodlar stratejik duruşunun özüdür.
Kaypakkaya Tarihsel Materyalizm ve Diyalektik Materyalizmle Gerçeklere Ulaşıyordu!
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
O diyalektik materyalist metotla gerçekleri keşfediyordu. Olaylara tarihsel sebepleriyle yaklaşarak gerçeklere, resmi ideoloji, batı aydınlanmacılığı ve uygarlık çizgisi disiplininden kurtararak ulaşıyordu. Bunun için ilericilik gericilik tanımlanmasında, cumhuriyetçi, kalkınmacı, ilerlemeci paradigmalara köklü neşter vuruyordu Kaypakkaya… Bu yöntemi sayesindedir ki, Kaypakkaya aydınlanmacı Marksist çizgiden kopmuştur. Yani kopuş bir sonuçtur. Burda öne çıkarılması gereken, bu kopuşu yaratan politik zemin ve izlenen yoldur. Eğer burası görülmezse, Kaypakkaya’nın fikirleri üzerinde yorum yapmaya her türlü anlayışlara alan bırakılır. O modernizmle, reformizmle, parlamentarizmle, revizyonizmle arasına kesin sınırlar koyarken, üzerine sağlam bastığı güçlü bir politik ideolojik zemin vardı. Bu zemin Avrupa modernitesi Marksizmine ve onun çeşitli coğrafyalardaki temsiline karşı, Başkan Mao’nun önderliğinde uzun süre mücadele edilen ve Büyük Proleter Kültür Devrimi ile tecrübeye dönüşen teori ve pratiktir. Süreci anlamada coğrafyamızda ilericiler ve devrimciler, aydınlamacı batı felsefesinin ve pozitif bilimciliğinin etkisinde kalırken, O; Osmanlıdan Türk Sünni İslam sentezli tüm gerici uygulamalara, ezilen Kürt ulusu, azınlıklar, ezilen inanç gruplarına yönelik gerçekleştirilen katliam ve soykırımlara bu ideolojik özüyle meydan okuyordu. Faşist Kemalist devlet geleneğinde merkezileşen, köklü bir inkarcılığın sürdüğü bir süreçte, sol adına hareket eden bazı çevreler dahil, herkesin inkar politikasını benimsediği bir zamanda, korkusuzca Kürt halkının ve azınlık ulusların varlığını ve UKKTH (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) Kürtler açısından da geçerli olduğunun ilanı, O’nun MLM özünün ilanıdır… Bundan dolayıdır ki, uluslararası komünist harekete dahi bir biçimiyle sirayet eden Ermeni, Kürt ve diğer azınlıklara uygulanan katliamlarda, Kaypakkaya, apayrı bir karşı koyuştur. Ermeni soykırımını, Türk egemen sınıflarının tarihsel bir icraatı olarak lanetlemesi, Kürt isyanları ve Kürt katliamlarında, önderliğin niteliğine karşın ulusal demokratik muhtevasını desteklemesi, diyalektik materyalist yöntemle ulaştığı sentezdir. Kemalist devletin faşist niteliği, coğrafyamız sosyo-ekonomi yapı tahlili ve bunun sonucu olarak, devrimimizin niteliği, yolu ve temel araçları tarihin haklı yanları olarak defalarca ifade edilmiş doğrularıdır. Revizyonistlere ve reformistlere karşı amansız mücadele, sınıf kavgasını bedeller üzerinde inşaa etme bilinci ve bu bilincin en uç adaptasyonu olarak Kaypakkaya, ideolojik ve teorik tespitler geliştirmekte uzlaşmasız, ikirciksiz bir tavrın sahibidir… Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında, her türlü gericiliği yıkma, ideolojik olarak her türlü anti Marksist anlayışlarla mücadele etme, kitlelerin devrimdeki tayin edici rolünü en ileri düzeyde örgütlü hale getirme bilincini, bu siyasal, ideolojik, örgütsel duruşu üzerinden tanımlayan Kaypakkaya yoldaş, devrimimizin stratejik silahları konusunda da nitel bir aşamadır. Yani Kaypakkaya nitel yeni bir çığırdır. Coğrafyamızda hüküm süren elli yıllık parlemantarist, reformist, revizyonist anlayışlar, bu nitel çığırla parçalanmıştır.
Kaypakkaya; Politik Devrim Çizgisidir! Bu nitel çığırın özü, politik devrimler çizgisidir. Kaypakkaya, bu konuda coğrafyamızdaki
en ileri mevzidir. Devrimler tarihi dönemi, her nitel aşamada, sadece karşı devrimi yıkmadı. Aynı zamanda Marksizmin yeni nitel aşamalara göre gelişimini, eskiyen, sürece uymayan ya da hatalı duran yanlarını yıkarak gelişti. Tarihsel bir hafıza olarak, II. Enternasyonal’in temsili olarak Kautsky, dönemin “Marksist öğretisi” olarak, sosyalist devrimin ancak, kapitalizmin en çok geliştiği ülkelerde gerçekleşebileceğini savunuyordu. Dönem itibarıyla “Marksizm” üzerinde Avrupa öylesine merkezileştiriliyordu ki, Avrupa dışındaki tüm sosyal gelişmelere kayıtsız kalınıyordu. Üretici güçlerin uygun gelişimi kapitalizmi zorunlu olarak sosyalizme evirir tezi, kapitalizmin fiili olarak desteklenmesi sonucuna gitti. Birinci emperyalist paylaşım savaşında “ana yurdun savunulması” siyaseti ile burjuvaziye yedeklenme, bu anlayışın sonucudur. Bu utanca, Lenin Ekim Devrimi ile son ver-
mişti. Ekim Devrimi hem burjuvaziye, hem de dönek Kautsky’ e karşı politik devrimlerle güçlü bir şamar olmuştur. Fakat bu Maksizmin içindeki modernite virüsünün yeniden canlanmayacağı anlamına gelmiyordu. Sovyet deneyiminin her aşamasının, Lenin’den sonra III. Enternasyonal tarafından yanılmaz klasik olarak dünya devrimci hareketine sunulması, devrimin bir aşamasında kullanılan bazı araçların amaçlaştırılması ve mutlaklaştırılması, en önemlisi, sosyalizmi uygulama pratiğinde sosyalizmi kalkınma modeline indirgemesi, üretici güçlerin geliştirilmesi ve üretimin arttırılmasını bir sosyalist model olarak benimsenmesi bunun karşılığıdır. Bu anlayışın yarattığı politik sonuçlar tarihin hafızasındadır. Proletarya diktatörlüğü sürecinde içte gelişen burjuvazinin görülmemesi, sınıf mücadelesinin buna uygun örgütlenmemesi, “ana vatanı savunma” siyaseti ile direnişe geçen birçok ulusun emperyalistler tarafından boğazlanmasına seyirci kalınması ve son tahlilde, kavramların kötü kullanılmasının yoluyla Marksizm içinde yer bulan ve büyük tahribatlara yol açan ilerlemecilik, sosyalizm adına güçlü bir devlet modeline dönüşmüştü. Bu çizgiye karşı devrimin fitilinin ateşlendiği
analiz yorum yeni merkez, Mao Zedung’ un önderliğinde Çin’dir. Komintern’in reçetelerinin Şenghay’daki ağır yenilgisi, Mao Zedung önderliğindeki komünist çizgide yeni bir tecrübeye vesile olmuştur. Mao, Çin devriminin strateji ve taktiğini, hazır reçetelerle değil, Çin koşullarını tahlil ederek belirledi. Ve Çin devriminin zaferi bu somut koşulların tahlilinin ürünüdür… Çin devriminin zaferiyle yenilgiye uğrayan sadece gericilik değildi. “Doğu rüzgarının Batı rüzgarını” alt etme şiarı, Çin devriminin gelişim sürecinde önemli nitel bir aşama olan BPKD de somutlaşan, sosyalist toplum biçimi bakımından üretici güçlerin gelişmesi, emek üretkenliğinin arttırılması, altyapı-üstyapı gibi ilerlemeci kavramları sorguladığı için Batılı “Marksistler” tarafından hedef tahtasına konulmasına bir cevaptır. İktidarın alınması, özel mülkiyetin esas itibarıyla kaldırılması, sınıfların ortadan kalktığı anlamına
gelmiyordu. İktidardan alınan ve sosyalist inşa sürecinde bir biçimiyle parti içinde palazlanan burjuvaziye karşı mücadele tatil edilemezdi. Bu somut olarak Maoizmle kavranmış bir meseledir. Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünü olarak coğrafyamızda devrim mevzisinde konumlanan Kaypakkaya, iktidarı almada ve sürdürmede politik devrim çizgisini esas alması, dayandığı bu politik ve ideolojik bilinçtir. Ekonomi, parti, devlet vurgusunun karşısında,kitlelerin devrimdeki özne olma gücüne ve devrime vurgular, bu net duruşun ürünüdür Kaypakkaya’da. Bu anlamıyla “Hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür” vurgusu, öylesine yapılmış bir ajitasyon değildir. Uluslararası ve Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında, üzerinde şekillenilmesi gereken ideolojik-politik tercihtir. Kaypakkaya’nın bu tercihte üzerinde yükseldiği değer MLM’dir. Ve devrim çizgisi politik devrim çizgisidir. Politik devrim çizgisi anlayışı, halk kitlelerinin gücüyle, her türlü gerici faşist iktidarları alaşağı etme ile sınırlı değildir. Bu devrimin ilk hamlesidir… BPKD’nin de bir bayrağı olarak, sosyalizmin devrimci bir geçiş aşamasıdır. İktidarı yitiren burjuvazi bu aşamada da, iktidarı yeniden ele geçirebilme
19
olanakları yaratabilir. Bu anlamıyla, kitlelere dayanmak, kitlelerin özne olduğu bir politik devrim çizgisiyle, burjuvaziye karşı devrimin hamleleri ekseninde sosyalizmi inşaa etmek ana yöndür. Kaypakkaya kültür devriminin izinde, bu konuda da köklü ideolojik politik bir kopuştur.
Dönemin Siyasal Tespitlerine Hapsedilmiş Bir Anlayış, Kaypakkaya Çizgisi Değildir! Kuşkusuz Kaypakkaya’nın, O’nun üzerinden yükseldiği temel değerleriyle savunulması, her şeyden önce devamcısı olduğunu iddia edenlerin omuzlarındadır. Kaypakkaya ulaştığı sentezlerle Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının çıkarlarının temsili olarak bir bayrak göndere çekmiştir. Onu savunmanın en iyi yolu, açtığı yoldan ileriye yürümek ve bu bayrağı daha yükseklere taşımaktır. Ancak mekanik bir şekilde algılanan Kaypakkayacılık, değişen koşullar göz önüne getirildiğinde kaba bir doktrinarizm anlamına gelecektir. Dönemin ruhuna uygun Kaypakkaya nın ulaştığı sentezler, değişmez değildir. Değişen her sürece uygun, sınıf mücadelesinde yeni sentezlere ulaşmak Kaypakkaya’nın reddi hiç değildir. Aksine, değişen koşullara göre tahliller yapmamak, devrimci hamleyi stratejik konumlanışı güçlendiren bin bir taktikle etkin kılmamak Kaypakkaya’nın ruhuna aykırıdır. Kur’an-ı Kerim gibi 11 ilkenin ve 5 temel belgenin ezberlenmesi Kaypakkayacılık değildir. Bunlar devrimin stratejik ve taktik meseleleridir. Değişmez ikonlar değildir. Böyle bir anlayış Kaypakkaya’nın stratejik çizgisini kavramamak ve Kaypakkaya’yı bir tarihsel döneme hapsetmektir. Kaypakkayacılık, üzerinden yürünen ideolojik politik hat ve gerçeklere ulaşmada ve değiştirmede izlenen yöntemdir. Kaypakkaya sadece bir dönemin sentezi değil, gerçeğe ulaşma yöntemiyle, ideolojik politik duruşuyla, politik iktidar bilinciyle, devrimin devrimci zorla alınabileceği ilkesel hattıyla komünist bir çığırdır, komünist bir bayraktır. Kaypakkayacı çizgi değişen her koşulun ruhuna uygun devrimci neşterle olguları yorumlama ve değiştirme eylemidir. Bu çizgide mesafe kat etmenin ön koşulu, ezenlerin dünyasına ait her şeyi, elinin tersiyle iterek ezilenlerden yana taraf olmak adına hiçbir mazereti kabul etmemektir… O’nu bu referansla savunmak mümkündür. Parti içi demokrasi, iki çizgi mücadelesi, gelecek toplum projemiz, somut toplumsal gerçekliğin tahlili ve sınıfların konumlanışı, devrimin niteliği, yolu, devrimim stratejik araçları olarak parti, ordu/cephe, gibi temel meselelerde Kaypakkaya’nın mirası bayrağımızdır. Bu geleneğimiz açısından okunması gereken ideolojik politik bir koddur. Parti 3. Kongremiz, komünist önderimiz Kaypakkaya’nın kızıl güzergahında devrimimizin ihtiyaçlarını güncellemiştir. Aynı tarihsel köklere ve aynı öze sarılarak devrim, sosyalizm ve komünizm yürüyüşünü, doğru bilimsel temeller üzerinden somut ve güncelde sürdürme kararlılığı göstermiştir. Parti 3. Kongremizin tüm kararları ve çıkardağı sonuçlar bu ideolojik özümüzün ve Kaypakkaya yoldaşımızın tarihsel gücü ve geleceği özgürleştirme bilincimizin güncel olarak bayraklaştırılmasıdır. Gerçeklere O’nun yöntemiyle ulaşıyoruz, gerçekleri O’nun kızıl güzergahının yol göstericiliğinde değiştireceğiz.
20
güncel haber
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
42. yılında Kaypakkaya yaşıyor!
18 Mayıs 1973’te Amed zindanlarında uzun süren işkenceler sonucunda “Ser verip sır vermeyerek” katledilen komünist önder İbrahim Kaypakkaya ölümsüzlüğünün 42. yılında ülke geneli yapılan yürüyüş ve etkinliklerle anıldı ’73 18 Mayıs’ında faşist Kemalist devletin ve onun kolluk güçlerinin işkencecilerine “Ser verip sır vermeyerek” direnen ve destansı direnişi sonucunda ölümsüzleşen komünist önder İbrahim Kaypakkaya ölümsüzlüğünün 42. yılında ülke genelinde yapılan yürüyüş ve etkinliklerle anıldı. Kemalizmi net bir şekilde faşizm olarak değerlendiren Kaypakkaya aynı zamanda Kürt ulusal sorunu üzerinden de yaptığı bilimsel tespitlerle Kürt ulusunun meşru ve haklı mücadelesini savunmuş ve Kürtlerin kendi geleceğini belirleme haklarının olduğunu kesin bir şekilde ifade etmiştir. Ülke genelinde yapılan yürüyüş ve basın açıklamalarında ayrıca 18 Mayıs 1977’de Antep’te katledilen Haki Karer ve yine 18 Mayıs 1981’de askeri faşist diktatörlüğün karanlığını bedenlerini tutuşturarak yırtan Ferhat Kutay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin’de anıldı.
Okmeydanı’nda görkemli Kaypakkaya anması 17 Mayıs Pazar günü Okmeydanı M.Ş.P. Sağlık Ocağı’nın önünde buluşan kitle, buradan sloganlarla yürüyüşü başlattı. Yürüyüş sırasında, Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) “Türkiye’nin geleceği çe-
likten yoğruluyor. Belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak” pankartını açtı. Yürüyüş sırasında komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın yanı sıra Mayıs ayı şehitleri de unutulmadı. Yürüyüşte açılan bir başka pankart ise, “Mayıs’ın kızıllığında ölümsüzleştiler, Selam olsun dörtlere” idi. Okmeydanı içerisinde yapılan yürüyüşte sık sık; “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Bedel ödedik, bedel ödeteceğiz”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür”, “Şehid namırın”, “Mercan’dan bir ses, 17’ler ölmez”, “Katil devlet hesap verecek” sloganları atıldı.
Yürüyüşe Halkların Demokratik Partisi’de destek verdi Yapılan yürüyüş Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda son buldu. Yürüyüşün hemen ardından ise anma etkinliği başladı. Etkinlikte ilk olarak Şenol Akdağ sahne aldı. Şenol Akdağ’ın ardından DHF temsilcisi Serkan Eker konuşma yaptı. Eker konuşmasında, “Kaypakkaya yoldaşın işaret ettiği bilimsel sosyalizm yolunda yürüyenler aynı onun kadar işkencelerden geçirildi, sonu gelmez baskılara maruz kaldı ve katledildi. Unutulmamalıdır ki, Kaypakkaya’yı devlet nazarında “suçlu” ve “tehlikeli” kılan ve katledilmesine gerekçe olan en temel neden, onun ülkemiz tarihi gerçeklerine yaklaşımında ki bilimsel sosyalist perspektiftir” ifadelerine yer verdi. Etkinlikte Maoist Komünist Partisi dava tutsakları ve Maoist Kadın Birliği dava tutsaklarının ortak mesajı okundu. Hapishaneden gönderilen mesajda MKP ve MKB tutsakları; “Komünist önder İbrahim Kaypakkaya mücadele yaşamı içinde nerede bir direniş ve mücadele varsa orada yer almış, işçi sınıfının ve halkın mücadelesini
büyütmenin kavgasını vermiştir” dendi. Ayrıca gönderilen mesajda, partinin bugüne değin birçok bedel ödediği ve ödemeye devam edeceği, partinin kızıl bayrağının yere düşürülmesine asla izin verilmeyeceği ve bedeli ne olursa olsun kızıl sancağın sosyalist halk savaşıyla zafere taşınacağına vurgu yapıldı.
“Çakıllı yoldan gitmeyi severdi” Tutsakların mesajının ardından ise sahneye Temel Demirer çıktı. Demirer konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Tatlı su solcularının, reformistlerin hiç sevmediği birisiydi. Devletin kayıtlarına “en tehlikeli” olarak not düşüldü. Anasının deyimiyle; “Çakıllı yoldan gitmeyi sevendi.” Düz yoldan, açılan yoldan hiç gitmedi. Düşmanın karşısında nasıl dik durulur öğretti bize. Evet, Alevileri savundu, kadınları savundu, Kürtlerin, Ermenilerin davalarını enternasyonalist bir komünist olarak savundu. Hem de bunu masa başında değil Diyarbakır zindanlarında düşmana karşı savundu. Kaypakkaya hepimize komünist olmanın, devrimci olmanın ne demek olduğunu öğretti. İbrahim şimdi Okmeydanı’nda isyan-
da, ayaklanıyor, İbrahim şimdi bildiri dağıtıyor, İbo şimdi Rojava’da savaşıyor. İbrahim üstümüzde kızıl bayrak olarak dalgalanıyor”
Kıbrıslı devrimcilerden dayanışma mesajı Etkinliğe Kıbrıslı devrimciler de mesaj yolladılar. Kıbrıslı devrimcilerin mesajının okunmasının ardından, Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) adına Yusuf Demirçivi konuşma yaptı. Yaptığı konuşmada, “Kaypakkaya işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin kurtuluş manifestosudur. Ve bizler bu manifesto ışığında sosyalist devrim perspektifi doğrultusunda egemenlerin korkulu rüyası olmaya devam edeceğiz. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın şiarı ile “fabrikalarda, sokakta, üniversitelerde direniş bayrağını devraldığımız şehit yoldaşlarımızın sesi soluğu olmaya devam edeceğiz” dedi. Etkinliğe Halkların Demokratik Partisi İstanbul 2. Bölge Milletvekili Adayı Deniz Zarakolu ve 3. Bölge Milletvekili Adayı Ali Kenanoğlu’da katılarak kısa birer konuşma yaptılar.
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
“O’nu anmak onun savunduğu dünyayı savunmaktır!” Konuşmalar ardından sahne alan Grup Alamor adına yapılan konuşmada; “Kaypakkaya’nın devrimci çizgisi 42. ölümsüzlük yılında ezilen halklara ve sınıflara yol göstermeye devam ediyor. Onu ve tüm şehit düşen devrimcileri anmak özlemini duyduğumuz sınıfsız sömürüsüz dünya için verilen mücadeleye daha fazla sarılmaktan geçiyor. Biz başta ikincil cins olarak görülüp ezilen ve yok sayılan kadınlar olmak üzere, tüm ezilenleri hayatın her alanında kavgaya daha fazla omuz vermeye ve kendi savaşının savaşçısı olmaya çağırıyoruz” ifadelerine yer verdi. Grup Alamor’un ezgilerinin ardından ise DHF-HDP ittifakının İstanbul 1. Bölge Milletvekili Adayı olan Erdal Ataş sahne aldı. Erdal Ataş konuşmasında, komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı anmanın, onun savunduğu dünyayı savunmakla mümkün olacağına vurgu yaptı. Ataş konuşmasında; “Bugün burada andığımız komünist
yılında, anma gerçekleştirdi. Kitle “Haki Karer ve Dörtler yaşıyor, kavga büyüyor” pankartı ardında Seyit Rıza Meydanı’na doğru meşaleli yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Şehit namırın”, “Bedel ödedik bedel ödeteceğiz”, “Dörtler yaşıyor kavga sürüyor” sloganları atıldı. Seyit Rıza Meydanı’na gelindiğinde İbrahim Kaypakkaya şahsında, Haki Karer, Dörtler ve tüm Mayıs ayı şehitleri için saygı duruşu yapıldı. Saygı duruşunun ardından devrimci kurumlar adına basın açıklaması okundu. Okunan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bugün ülkemizde bilimsel sosyalizm mücadelesini devrimci diyalektik bir yöntemle geliştiren ve bizlere miras bırakan İbrahim Kaypakkaya'yı işçi sınıfının ve ezilen halkların yükselen kızıl bayrağıyla tarihimizin coşkusuyla anmaktan onur duyuyoruz. Çünkü komünist bir dünya için mücadele eden Kaypakkaya'nın bugün bize
güncel haber
anma söylenen ezgiler ile bitirildi. Kitle anma sona erdikten sonra HDP’ye dönük yapılan saldırıları protesto etmek için Güvenpark’ta toplanan kitlenin yanına geçmek istediği anda sivil polisler tarafından eylemcilerden birine dönük bir saldırı gerçekleşti. Saldırı sonrası sivil polislere tepki gösteren kitle sivil polisleri döverek alandan uzaklaştırdı.
Kıbrıs’ta Kaypakkaya anması Kıbrıs’ta “Bu çelik aldığı suyu unutmayacak” şiarıyla, komünist önder İbrahim Kaypakkaya, katledilişinin 42. yılında anıldı. Gönyeli Belediyesi’nde yapılan etkinlikte Üretim Sanat Merkezi Müzik Topluluğu ezgileriyle yer alırken, şiir dinletileri ve bir de panel gerçekleştirildi. Panele, Dersim Ovacık Belediyesi Başkanı M. Fatih Maçoğlu ve DHF- HDP ittifakının İstanbul 1. Bölge Milletvekili Adayı Erdal Ataş konuşmacı olarak katıldılar.
“Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” önder İbrahim Kaypakkaya sadece devrimci direngenliğin değil, coğrafyanın, devrim sorununa getirdiği bilimsel yaklaşımın adıdır. Kaypakkaya, proletarya ve emekçileri baskı altına alan, inançları yasaklayan, dilleri yasaklayan, kadınları metalaştıran, doğayı katledenlerin karşısında proletarya ve emekçilerin gerçek kurtuluşu olan sosyalizmi savunduğu ve onun mücadelesini yürüttüğü için katledildi” ifadelerine yer verdi. Ezilenlerin mücadelesinin bugün birleşik bir mücadele hattına evrilmesinin zorunlu olduğunu ve burjuvaziye karşı birleşik bir mücadelenin zorunlu olduğunu vurgu yapan Ataş, sosyalizmin bugün daha büyük bir ihtiyaç olduğunu söyledi. Ayrıca etkinlikte Kadir Demir ve Grup Emeğe Ezgi’de yer aldı. Son olarak kavga türküleriyle sahnelerde yerini alan Grup Munzur, “İbrahim Yoldaş” türküsünü kitleyle birlikte hep bir ağızdan söyledi. Etkinlik Grup Munzur’un “İsyan Ateşi” marşını söylemesiyle son buldu.
Dersim’de Kaypakkaya anması Demokratik Haklar Federasyonu, Ezilenlerin Sosyalist Partisi ve Partizan’ın çağrısıyla Sanat sokağında bir araya gelen kitle, Seyit Rıza Meydanı’nda komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 42.
bıraktığı cüret, devrimcileşmenin ve devrimi inşa etmenin yoludur.’ Yapılan anma müzik dinletisi ve sinevizyon gösteriminin ardından sonlandırıldı.
“Kaypakkaya, Haki Karer ve Dörtler yaşıyor savaşıyor” Ankara Yüksel Caddesi’nde bir araya gelen yüzlerce kişi komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı, Haki Karer’i ve Dörtleri anmak için Sakarya Caddesi’ne doğru bir yürüyüş gerçekleştirdi. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), 78’liler Girişimi, ESP, Devrimci 78’liler, BDSP, Halkevleri, HDP, EMEP, SDP, Partizan’ın katılımıyla gerçekleşen eylemde İbrahim Kaypakkaya’nın, Haki Karer’in ve Dörtlerin fotoğrafları taşındı. Kalabalık kitlenin Sakarya Caddesi’ne ulaşmasının ardından kitle adına bir basın açıklaması okundu. Basın açıklamasını okuyan Denizcan Murat, açıklamada, devletin Kaypakkaya korkusunun devam ettiğini söyleyerek, Kaypakkaya’yı ananların ve fikirlerini savunanların onlarca yıl hapis cezası ile yargılanıp tutuklandıklarını ifade etti. Devletin Kaypakkaya korkusunu büyütmeye devam edeceklerini belirten Murat, açıklamada Kaypakkaya’nın yaşamına ve fikirlerine de yer verdi.
Açıklama sonrası sivil polisler dövüldü Basın metninin okunmasının ardından
Adana’da Şakirpaşa Lisesi önünde bir araya gelen kitle buradan Şakirpaşa semt pazarına yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş sırasında “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Şehit namırın”,”Faşizme karşı omuz omuza” sloganları atıldı. Kitle yürüyüş sonunda Şakirpaşa semt pazarında basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında; “Ölümsüzlüğünün 42. yılında her türden faşist baskı ve teröre inat, İbrahim Kaypakkaya’nın kızıl anısı önünde saygıyla eğilirken, Kaypakkaya şahsında tüm demokrasi, devrim ve ko-
21
münizm şehitlerini anıyor, ölümsüz mücadelelerini Mayıs coşkusuyla selamlıyoruz! 18 Mayıs 1973 yoldaş İbrahim Kaypakkaya’nın aylarca süren işkenceler sonucunda hunharca katledilmesinin tarihi olarak büyük anlam taşır. Bu anlam Kaypakkaya’nın pratikleştirdiği devrimci fikirleri ve gelecek toplum ideali temelinde mücadele ederek ölümsüzleşen ardıllarıyla derinleşir. Son tahlilde bu anlam, yoksul dünyanın kurtuluşu uğruna ülke ve dünya coğrafyasında verilen mücadelelerde toprağa düşenlerin ortak anısında, devrimci dünyanın evrensel değeriyle bütünleşir. Kaypakkaya’yı anarken Dersim’de, Zilan’da, Sivas’ta, Reyhanlı’da, Roboski’de, Gezi’de, Soma’da ve Rojava’da katledilenlerin tarihsel öfkesini kuşanıyor ve hesabını sormak için de demokratik haklar mücadelesini daha da büyüteceğimizi ifade ediyoruz. Bu vesileyle, Şeyh Bedrettinleri, Pir Sultanları, Mustafa Suphileri, Mahirleri, Denizleri, Yusufları, Hüseyinleri, Habip Gülleri, Mustafa Kâhyaları, Fatih Öktülmüşleri, Hüseyin Demircioğlunu, İbrahim Kaypakkayayı ve tüm devrim ve demokrasi şehitlerini anıyor, anılarını mücadelemizde yaşatacağımızı beyan ediyoruz. “ ifadelerine yer verilirken, HDP’ye yönelik gerçekleştirilen saldırılarda kınandı. DHF, ESP ve SYKP’nin örgütleyicisi olduğu eyleme BDSP ve Halkevleri de destek verdi. Eylem halaylarla ve sloganlarla sonlandırıldı. Ayrıca Kaypakkaya anmaları Antalya, Erzincan, Bursa, Elazığ, Tekirdağ, Eskişehir, İzmir gibi şehirlerde de halkın yoğun katılımıyla gerçekleştirildi.
22
güncel haber
01-15 HAZİRAN 2015 Halkın Günlüğü
Çözüm sürecinin askıya alınması, gelinen aşama ve AKP manevraları!
Kürt ulusal hareketi PKK, her ne kadar çözüm sürecinin Erdoğan önderliğinde AKP yönetimince engellendiği ve yok edildiğini dile getirse de AKP hükümetiiktidarı ve tabi ki Türk egemenlerinin böyle bir sürecin devam ettirildiğini vurgulaması çelişkili bir durumu da göstermektedir. Bu farklılıkların ve farklı yaklaşımların özellikle devlet ayağını oluşturan sömürücü egemenlerin açık ki sünni Türk ulus devlet hegemonyasındaki tekçi faşizm dayatması ve ısrarından başka bir anlam içermediği anlaşılmaktadır Ezen ulusun ezen-hakim sınıflarının AKP hükümeti- iktidarı önderliğinde adına “çözüm süreci” denilen tek millet, tek devlet, tek dil, tek bayrak referanslı tekçiliğinin Türkiyelileşme! ya da Yeni Türkiye! argümanlı konsepti sürmektedir. Uluslararası emperyalist sermayenin hali hazırdaki merkezileşmesi ve yoğunlaşmasına uygun olarak Türk egemenlik sisteminin de yeniden yapılandırıldığını vurgulayalım. Bu temelde Sünni Türk İslam düzleminde tekçiliğin yeniden üretildiği bir sürecin işletildiğini de belirtelim. Özellikle bir iki ay ön-
cesinden bugüne Türk egemenlik sisteminin çözüm sürecine yaklaşımını daha da açık ederek başından beri aslında taktik bir manevra olan yönelimini deşifre de ettiğini görüyoruz. Erdoğan’ın Dolmabahçe müzakeresini reddederek daha da ileriye gidip açık bir şekilde “Kürt sorunu yoktur” beyanı da bugüne kadar aldatıcı ve oyalayıcı tasfiyeci sürecin gerçek mahiyetini göstermiştir. Bu yönüyle devletin stratejik olarak tekçi çizgisi ve imtiyazlı tekelciliğinde dolandırmadan, kıvırmadan ısrar ederek açık ya da ayan beyan durumunu yansıtması açısından öğretici bir yan taşımaktadır. Bu zikzaklı gelişmelere şaşırmamak gerektiğini de vurgulayalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Başbakan Davutoğlu ve hükümetine, AKP’nin yetkililerine kadar devletin çözüm sürecinin devam ettirildiği beyanlarının ve yönelimlerinin içeriği, özünün ne ve nasıl olduğunu da bu anlamda öğrenmekteyiz. Kürt ulusal hareketi PKK, her ne kadar çözüm sürecinin Erdoğan önderliğinde AKP yönetimince engellendiği ve yok edildiğini dile getirse de AKP hükümeti-iktidarı ve tabi ki Türk egemenlerinin böyle bir sürecin devam ettirildiğini vurgulaması çelişkili bir durumu da göstermektedir. Bu farklılıkların ve farklı yaklaşımların özellikle devlet ayağını oluşturan sömürücü egemenlerin açık ki sünni Türk ulus devlet hegemonyasındaki tekçi faşizm dayatması ve ısrarından başka bir anlam içerme-
diği anlaşılmaktadır. Ve hatta en son Bülent Arınç’ın “Çözüm sürecinin belli aktörlerle devam etmesini uygun buluyoruz” beyanında da ortaya konulduğu gibi Türk egemenlerinin sürece balans ayarı vermedeki ısrarını yansıtmaktadır. Belli aktörler dediği ise tabi ki bizzat tekçi faşist devletin beyaz Kürtleri ya da kabul edilebilir statüdeki unsurlarından oluşacak aktörler olacağı tartışma götürmez bir durumdur. Oysa PKK’li dostlarımızın da kabul ettiği gibi, 28 Şubat Dolmabahçe açıklamasıyla bizzat AKP hükümetiyle HDP arasındaki mutabakat metni ve akabindeki belli girişimler karşısında süreç ilerletilmeye doğru adımlanmış ve normal seyrinde devam etmekteydi. Ki cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dolmabahçe karşıtı karşı hamlesiyle sürecin birden ters döndüğünü ve atmosferin aslında yaklaşık yüzyıldır devam eden çizgi ve ısrardaki yönelimden başka bir şey olmadığını ifade edelim. Başka bir gelişmenin mümkün olamayacağı ya da darlaştırılmış ufuklarla ortaya konan beklentilerin boş bir hayal olduğu da yeterince anlaşılmıştır.
Çatışma derinleşiyor Kürt ulusal hareketi, PKK’li dostlarımız Dolmabahçe mutabakatı ve açıklamasıyla sürecin ilerlemesi ve kongrenin gerçekleştirilmesi için çalışmalara başladıklarını ancak Erdoğan ve AKP yönetiminin süreci alt üst ederek yok ettiklerini bunun içinde kongre çalışma-
larını durdurma kararı aldıklarını belirtmişlerdir. Erdoğan’ın karşı tutumunun aslında bir devlet ve rejim tutumu olduğunu vurgulamışlardır. Ve yine en son 2013’de ilan edilen ateşkesine karşı AKP hükümeti-iktidarının ve Türk ordu güçlerinin yeni bir saldırı sürecine girerek ateşkesi de ortadan kaldırdığını dile getirmişlerdir. Bu saldırı sürecinin de sadece bir seçim yaklaşımı olarak görülmediği aynı zamanda yeni bir saldırı sürecinin başlangıcı olarak gördüklerini nitelemişlerdir. En son Öcalan’ı tecridin Kürt ulusal hareketi açısından
23 bir savaş gerekçesi olarak gördüklerini vurgulamışlardır. Bu anlamda bazı AKP ve Erdoğan yandaşlarının bu olumsuz durumun seçime kadar olduğu ve hemen akabinde biteceği aldatmacaları içerisinde kamuoyunu yanıltmaya çalıştıkları da görülmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümetiiktidarı, Türk ordu güçleri ve bizzat militarist uzantıları üzerinden Türk egemenlik sisteminin Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ilerici ve demokratik güçler, Kürt ulusu ve hareketi, devrimci ve komünist güçlere yönelik daha büyük saldırı ve savaş hazırlığı içerisinde olduğunu göstermektedir. Öyle ki devam eden 7 Haziran seçim propagandasında Erdoğan bizzat meydanlara çıkarak AKP militanı gibi konuşmalar yapmakta ve hatta Kuran’ın Kürtçe mealini meydanlarda havaya kaldırarak PKK ve HDP’yi kitlelerden tecrit etmek için daha da çirkinleşmektedir. Ve özellikle HDP’nin seçim barajının aşağısında bir oyda kalması için sünni inanca mensup İslam toplumunun oyunu daha fazla devşirmek istemektedir. Bütün bu gelişmeler zaten çok daha önceleri iç güvenlik yasa tasarısının mecliste yasalaştırılarak hayata geçirilmesi, özellikle Kuzey Kürdistan’da sürdürülen çok yönlü askeri hazırlıklar, Ağrı vd. yerlerde gerçekleştirilen çeşitli provokasyonlar ve bizzat seçim sürecinde yaşanan saldırılar gibi gelişmeler Türk devletinin tekçi faşist politikalarında yoğunlaşarak ısrar edeceğini gösterir niteliktedir. 7 Haziran seçimlerinde Erdoğan ve AKP hükümeti-iktidarı önderliğindeki Türk devleti menşeli karşı-devrimci savaş hazırlıkları ve faşist saldırılar bu kadar rahat gerçekleştirilebiliyorsa, genel seçimlerin hemen akabinde daha pervasızlaşarak hayata geçirilecek faşist saldırıları varın siz düşünün. Bu yönüyle süreç, asla bir ilerleme ya da demokratikleşme vs. gibi argümanlarla değerlendirilebilecek bir yanılsamayı değil aksine koyulaşarak tekçi faşist Türk egemenlik devleti ve sisteminin pervasızlaşarak devam ettirildiğini onlarca somut güncel örnekleriyle göstermektedir. Buna karşı başta radikal devrimci savaş ve düzen sınırlarını aşan radikal militan çizgi, pratik örgütlenme ve mücadeleyi daha fazla koşullamaktadır.
TUTSAK PARTİZAN
≫cafer çakmak
AJİTASYON-YÖNTEM VE ARAÇLARIMIZI GELİŞTİRİP GÜÇLENDİRELİM
S
eçimlerin arifesindeyiz. 7 Haziran’a çok kısa bir süre kaldı. Kısa bir süre kaldı ama bu süre, çalışmaları derli toplu yapıp son kulvarda hamle yapmak açısından önemli, yadsınamaz bir süredir. Her günün, her anın devrimci çalışmanın coşkusuyla geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Genel seçimlerde saflar belirgin; bir tarafta ezenlerin cephesi, diğer yanda ezilenlerin demokratik devrimci cephesi. Bu kadar keskin ve net ayrım. İki kesimin bileşenlerinin niteliği ve politik yörüngelerinde farklılıkların bulunması özü değiştirmiyor. Politik konumlanış bu iki kesimi tercih edişte de belirleyici olacaktır. Genel seçimlere dair tutumunu belirleyen proleter devrimciler HDP’nin temsiliyetindeki demokrasi cephesinde yer aldı. Böylelikle proleter devrimciler, taktik bir mesele olarak ele alınan seçimler noktasında ki tarihsel sürecinin bazı kesitlerinde hakim olan dar siyaset anlayışını kırmada da önemli bir adım atmış oldu. Evvelinde de parlamentodan yararlanmak ile parlamentarizm arasındaki ayrımı koyup genel seçimlere katılmanın ya da boykotun taktik politik kulvarında değerlendirilmesini yapsa da bazı tarihsel süreçlerde meseleyi tek yanlı ele alarak dar siyaset anlayışından kopamaması toplumsal mücadele ve gelişmelere müdahale de hareketi zayıf bırakmıştır. Bu genel seçimlere ilişkin belirlediği taktik politika ile toplumsal mücadelelere ve gelişmelere müdahil olma anlamında önemli bir adım atmıştır. Yerleşik ön kabulleri kırmak, değişime kanal açmak sancılı oluyor. Parlamentarizm, parlamentoda hükümet oluşturacak niceliğe vararak iktidarı ele geçireceğini, iktidarı evrim yoluyla değiştireceğinin ön kabulüne dayanır. Parlamentodan yararlanmak diye ifade edebileceğimiz ise, genel seçimlerde kitlelerle buluşmak, parlamento kürsüsünde hak ve özgürlük mücadelesini vermek, parlamento kürsüsünde devletin genel politik paradigmasını ve politikalarını teşhir etmekle karakterizedir. Proleter devrimcilerin taktik tutumu, genel seçimlere girme taktiği, ikincisiyle özdeşleşmektedir. Bu bağlamda genel seçimlere girmek devrimci çalışmanın bir parçası, hak ve özgürlükler mücadelesinin perspektifiyle ele alınmaktadır. Devrimin çıkarları ve kazançları ön plana alınmalıdır. Bu doğru perspektiften uzaklaşıldığında araç amaçlaşır. Bu evrede de, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı yönünde yükselttiği mücadelenin başarı kazanması, Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının demokrasi ve devrim mücadelesinin yükselmesi, devrimci sinerjinin moral değerlerini yükseltmesi ve ezenler cephesinde gedik açması yönünde önemli olacaktır. Ezenler cephesi ve özellikle AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlerde yeniden salt çoğunluğu ele geçirmek gayesiyle milliyetçiliği pervasızca kaşımakta, açık ve gizli organizasyonlarla HDP’yi kıskaca almaya çalışmakta ve linç güruhlarını sokaklara salmaktadır. Bu saldırılar karşısında demokrasi ve devrim
cephesinde odaklanmak, safları sıklaştırmak ve seçim propagandasında seferber olmak gerekir. İttifak yapılan HDP bileşenleriyle birleşilmeli, bu birleşim pekişmeli ve demokrasi ve devrim cephesi, devrim mücadelesinin ihtiyaçları doğrultusunda ileri taşınmalıdır. Seçimler sürecinde başta Kürt ulusu olmak üzere, halklarla kalıcı etkileşimli ilişkiler kurulmalıdır. Kurulan her ilişki, ilişkiye geçmediğimiz, ön kabulleri sert, hatta önyargıları bulunan kitleler olacaktır. Bu kitlelere karşı sabırlı olmalı, özgünlüklerini bilerek daimi ilişkiler kurmalı ve bu ilişkileri örgütlü güce taşıyabilmeliyiz. Uzun yıllar dar siyasetçi bir anlayışla hareket edildiğinden, saflarımızda görece tutukluluk ve kaygılar olabilir. Bu realitemiz olmakla birlikte, bu görece tutukluluğu ve kaygıları aşmak için her bir aktiviste politikamız tüm inceliği ile anlatılmalı, kaygıları giderilmeli ve sorularına yanıt olunmalıdır. Aktivistlerin politikayı kavraması, politik berraklığa kavuşması çalışmaların verimini arttıracaktır. Politikayı kitlelere taşıyacak olan aktivistlerdir. Onların mantalitesi, olguları ele alışı, araçlarla ilişkilenişleri, dili ve kitlelerle ilişkileri politikanın sahada başarıyla icra edilmesinde belirleyici olacaktır. Seçim çalışmalarında kitlelere ulaşabilecek yaratıcı yöntemler ve araçlar yaratabilmeliyiz. Ajitasyon ve propagandayı etkin kullanırken diyalektik yaratıcılığı asla es geçmemeliyiz. Sokak gösterilerini, sosyal medyayı işlevsel kılarken, Gezi ayaklanmasında genç kitlelerin mizahi politik eleştirisini kampanyalarımıza taşımalıyız. Ezilenler cephesinde yer alan kitlelerle doğrudan ilişkiler kurabilmeliyiz. İşçiler, köylüler, kadınlar, LGBTİ’ler, öğrenciler, aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılar, ezilen uluslar, ulusal azınlıklar, baskı altında tutulan ve zulmün gadrine uğrayan inanç grupları, kendilerini farklı platformlarda temsil eden kesimlerden futbol takımı taraftarlarına kadar uzanan geniş bir yelpaze ile ilişkilenmeli ve her birine dönük çelişkilerin çözümünde politikalarımızı anlatmalı, bu çelişkileri onlarla birlikte çözebileceğimizin teminatını oluşturmalıyız. Seçim çalışmaları ekseninde ilişkilendiğimiz kitlelerle komün, konsey ve meclis örgütlenmelerinin alt yapısını da oluşturmaya çalışmalıyız. Seçim çalışmaları ekseninde, başarımızı genel ve özel bağlamlarda ele alabilmeliyiz. Genel bağlamda, ittifak yaptığımız kurumlarla belirlenen hedeflere ulaşıp ulaşmadığımız iken, özel bağlamda da, çalışma boyunca ilişki kurduğumuz kitlenin niceliği, niteliği ile çalışma sonrasında ilişkilendiğimiz kitlelerin niceliği, niteliği arasındaki orantısal grafik ilerlemesi ve bu kitlelerin kaçta kaçıyla daimi ilişki kurup saflarımızda ve demokrasi, devrim mücadelesinde aktif yer alıp almadıklarını tahlil etmeliyiz. Ayrıca her çalışmanın ardında ajitasyon propaganda da deneyimimizi yetkinleştirmek, yöntem ve araçlarımızı geliştirip çeşitlendirmeyi başarıp başarmadığımızı da analiz etmemiz gerekir.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 15 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL Şopa sor a Kaypakkaya, rê ya me ronî dike
Reberê Komunîst İbrahim Kaypakkaya k udi 18’ê Gulan 1973’ê de li zindana Amed’ê bi îşkenceya mehane hate qetil kirin û li ser sexsiyeta hemû şoreşger û kesên k udi tekoşîna komunîzmê de jiyana xwe ji dest dan, li tevahî welêt bi çalakiyên girseyî ve hate bi bîranîn Em di 42’yemîn salvegera qetilkirina rêberê komunîst a proleteryayên TirkiyeKurdistana Bakûr İbrahim Kaypakkaya, ku li zindana Amedê hatibû qetil kirin de ne. Ew Kaypakkaya ku zindana Amedê, li himberî kujerên xwe wek eniyeke berxwedaniyê ava kir û dijminê xwe bi awayekî stratejîk têk birçû. Divê wek bi awayekî zelal were bilevkirin ku, roja 18’ê Gulan a sala 1973’ê, rojeke têkbirçûna dijminê û rojeke stratejîk a serkeftina komunîzmê ya dîrokî ye. Şopa sor a sosyalîzma zanistî ku ji alî rêberê komunîst İbrahim Kaypakkaya ve
di 24 Avrêl 1973’ê de wek alek hatibû bilind kirin, hê jî rojevbûna xwe diparêze û pêywira ronîkirina rê ya me jî hê didomîne. Şopa sor a sosyalîzma zanistî ya wî, di warekî de metoda paşverutî yê şaristaniya burjûwaziyê bi pîlte ji hev diqetîne, di warekî de jî ew zanedaniyên Kemalîst ku li ser tevgerên çep bibandor in rexne dike, di ronahiya zanyariya Marksîstiyê ve jî desthilatiyên siyasî a ronahiya burjûvatiyê jî li erdê dixîne. Heke bi awayekî safî bilev bikin, em dikarin bejin “Kaypakkaya rêyeke nû vedikir”. Nêrîna rêberê komunîst İbrahîm Kaypakkaya, hişmendiya wî ya dîrok, Kemalîzm, pirsgirêka netewetiya Kurd, hûrnêrîna çînî, rê ya şoreşê, çilotiya şoreşê û projeya wî ya civaka pêşverûtiyê, wekî van meseleyan ku ew bixwe nêrîneke taybet û tespîtên bêhempa anî bû, ev xebatên wî, rêçeke şoreşgerane vedikir. Ew kesên kul i ser Kaypakkaya hûrnêrînên demî tînin ziman û li ser wî nêzikahiyeke sînordar nîşan didin, diyar e ku ew kes ji rêça sosyalizm a ilmî yê Kaypakkaya tu tiştek fêhm nekirine.
Heke Kaypakkaya tenê bi şert û mercên demê xwe ve were nirxandin, ew dem divê em wî Kaypakkaya yê re tenê dikarin bêjin “şoreşger”, ewqasî... Lê cûdatiya Kaypakkaya ji rêberên şoreşgerên din û taybetmendiya wî ya ku ji wî re nasnameya komunîst dida ew bû ku; Kaypakkaya ilma MLM (MarksîzmLenînîzm-Maoîzmê) ji rastîya welêt ve pêçandî û hêjandî bû. Ji navbera xwe û hişmendiya dîrok a Marsîzmê re, ji navbera xwe û metodolojî ya Marsîzmê re û hişmendiya şaristanî ya burjûwazî re dûrahiyek danî bû. Xêzeke cihêbûnê xêzandîbû. Kesên Maoîst-Komunîst ku li ser şopa Kaypakkaya dimeşiyan jî, xwedî têgihîştineke taybet bûn; li gor wan jî Marksîzm ne dogmayek bû, rêzaniyeke çalakvaniyê bû. Ji ber vê yekê, ew kesan, alê platforma komunîzmê ku di 1972 de ji alî Kaypakkaya ve hatibû bilindkirin, li gor guncaviya rojê bicîh kirin.
Kaypakkaya li hemû welêt hat bibîranîn Rêberê Komunîst İbrahîm Kaypakkaya
û li ser nav û şexsiyeta wî, di serî de “Şêhîdên Gulanê”, hemû kesên ku di tekoşîna şoreş û komunîzmê de jiyana xwe ji dest dabûn, li hemû derên welatê bi çalakiyên cûrbecûr ve hatin bibîranîn. Çalakiyên bîranînê, ku ji alî DHF (Federasyona Mafên Demokratîk) û Partîzanê ve hat birêxistin kirin û bi piştgiriya gelek saziyên şoreşger û demokrat ve jî hat çêkirin, bi tevlêbûneke girseyî ve çêbûn. Çalakiyên bîranînê ku di serî de li Stenbolê, Dêrsim, Îzmir, Enqere, Edene, mêrsîn û li Eskîşehîr, li dehan cihên welêt hate lidarxistin, di van çalakiyan de hat bilebkirin ku divê her kes xwedî ji mîratiyên şoreşgeran derkevin û tekoşîn û bîranînên wan wek bi awayekî zindî bidin jiyandin. Em jî di salvegera nemirbûna 42’emîn a Kaypakkaya’yê de, di şexsiyeta wî de, kesên şoreşger ku di tekoşîna azadî, rizgarî, demokrasiya gel û tekoşîna sosyalîzm û komunîzmê de jiyana xwe ji dest dane, wek bi sekneke biryardar bibîrtînin û li ber bîranînên wan bejnên xwe ditewlînin.