Bir kez daha açıktan itiraz kültürü üzerine!
sf 12-13
Seçim devrimci çalışmanın bir aracı olmalıdır Genel seçimde iki esas cephe bulunmaktadır. Farklı tabelalar altında bilumum faşist düzen partileri cephesi ve devrimci demokratik cephe seçimdeki esas tarafları temsil etmektedirler. İşte bizlerde bu noktada devrimci demokrat kurumlarla yan yana gelme anlayışını benimseyerek, genel seçim çalışmalarını devrimci çalışmanın aracı olarak ele almalıyız ve bu doğrultuda çalışmalıyız sf 14-15
Halkın Günlüğü
1-15 Mart 2015 Yıl: 4 Sayı: 98 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
Faşist devletin güvenlik tahkimatı devam ediyor f GÜNCEL 02-03 Faşist tekçi AKP iktidarı “İç Güvenlik Paketi” ile toplumsal muhalefeti bastırarak iktidarını pekiştirme derdine düştü. “Sokakların efendisi” olmak isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “geç bile kalındı” talimatıyla müritleri harekete geçerek, paketi can hıraç kararlı bir tavırla meclisten geçirmeye çalışıyor.
Onursuzca yaşayanlar onursuz yaşamı dayatır
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
Kadınların ‘kaderinde’ mücadele yazıyor Kadının ikincil cins görüldüğü ataerkil düzen içerisinde, kadını bir ‘meta’ ve ‘mülk’ olarak gören sistem açıktan kadınların katlini meşrulaştırmaya ve olağanlaştırmaya devam ediyor. Devletin çıkardığı yasalarla bedeni, kimliği, emeği yok sayılan kadınlar; tarlalarda, fabrikalarda, sokaklarda ve hanelerinde her türlü emek ve beden sömürüsüne maruz kalarak kendi kadın kimliğine yabancılaştırılmaya çalışılıyor. Dün N.Ç, Güldünya Tören bugün ise Özgecan Aslan ve daha birçok kadın devlet eliyle
05
Türbe nakli üzerinden yansıyan gelişmeler
sistematik şiddet ve katliamlara maruz kalmakta, LGBTİ bireylerine yönelik devletin nefret söylemleri katliamların önünü açmaktadır. Bu doğrultuda yaklaşan 8 Mart şahsında bütün kadınlar; kadınların fıtratın da ölmek var diyen erkek egemen sisteme, kadınların kimliksizleştirilmesine, köle pazarlarında savaş ganimeti olarak satılmasına, LGBTİ bireylerine dönük katliamlara karşı kadının rengiyle mücadeleyi örgütlemeye ve kadın mücadelesi içerisinde özgürleşmek için alanlara çıkıyor
06
“Suçlu” olan yine Kürt çocukları
22
02 güncel haber
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
Faşist devletin güvenlik tahkimatı AKP iktidarı iç güvenlik paketiyle bizzat devletin polis, vali vs memuriyetindekilere biçtiği kurşun asker gömleğini giydirerek ezilen ve sömürülenlere ve tabi ki onların içerisinden çıkan ilerici, demokrat, devrimci ve komünistlere yeni saldırı dalgaları ve akınları düzenleyerek toplumu ve direnenleri ‘’hizaya’’ getirmek istemektedir Bir kaç kere ertelenmesine karşın AKP iktidarı inisiyatifli tekçi faşist devletin tahkim çalışmaları güvenlik eksenli yasalaştırmalarla devam ediyor. Devleti aliyenin başı durumundaki Erdoğan’ın ‘’geç bile kaldı’’ diyerek müritlerine talimatının ardından AKP’nin apar topar mecliste çalışmalarını yoğunlaştırarak güvensizlik paketini çıkarma ısrarı sürüyor. AKP’nin anti- demokratik faşist yasaları çıkarmak için nasıl da can hıraç kararlı bir tavır içerisinde olduğu aşikar bir durumdur. HDP, CHP ve MHP’nin meclisteki iç tüzük haklarını kullanarak yasaya itiraz etmesi ve usul hatalarına yönelik eleştirilerine karşın AKP hükümeti bakanları ve milletvekillerinin bütün bu tepkileri hiçe sayarak 132 maddelik ‘’iç güvenlik paketi’’ nin ilk 10 maddesini gece yarısı oturum devamıyla meclisten geçirmiştir.
AKP iktidarının yarattığı algı operasyonu Mecliste kavgalı arbedeli ve çekiçli yaralanma anlarının da yaşandığı ve özellikle AKP’lilerin daha da sertleşerek pervasızlaştığı göz önüne alınırsa paketin meclisten çıkarılması kararlılığı yeterince anlaşılacaktır. Öyle de olsa böyle de olsa paketin çıkarılacağını zaten önceden ifade etmişlerdi. Ve hatta ilk artan tepkiler karşısında ertelemeler ve çeşitli
manevralar eşliğinde ‘’özgürlük vs paketi’’ argümanlarıyla aynı içerikteki yönelimini devam ettirmiştir. Özellikle HDP’li milletvekillerinin meclisteki başkanlık divanı- kürsüsü önünde ayakta ve oturarak gerçekleştirdikleri protestolara da aldırış edilmeden aynı kararlılıkla paketin yasalaşmasından geri adım atılmamıştır. Erdoğan’dan Davutoğlu’na, Yalçın Akdoğan’dan Arınç’a AKP iktidarı topyekün muhalefete karşı tartışmaların dozunu arttırmaktan da geri durmamaktadırlar. Faşist Akdoğan ‘’CHP, MHP, HDP nasıl meclisi eylem alanına çevirdiler, nasıl kol kola hareket ediyorlar, nasıl statüko cephesi kurdular, izliyorsunuz. Bu cephenin arkasında yine vesayet odakları var, paralel yapı var. Onlar çalıyor, onlar oynuyorlar. Çünkü biliyorlar ki bu reform paketi yasalaştığında Türkiye'de darbeler dönemi tarihe karışacak, vesayet özlemleri suya düşecek. İster derin
devlet yapılanmaları ister paralel devlet yapılanmaları ister KCK türü yapılanmalar, onların hiçbirine eyvallah etmeyiz" diyerek tasfiyeci niteliğini açıklamış oluyordu. Yaklaşan genel seçimler karşısında AKP iktidarı tüm muhalefet odaklarını da yasal statülerle daha fazla kıskaca alarak kamuoyunu daha rahat algı yönetimleriyle manipülasyonlara tabi tutmak istemektedir. Bu süreçte özellikle dikkati çeken bir durumu da altını çizerek vurgulamak isteriz. Söz konusu paketten önce sanki faşizm yokmuş ve sadece bununla faşizm gelecekmiş gibi ya da buna benzer yanılsamalarla kamuoyuna çeşitli açıklamalar yapılmaktadır ki bu durum hiç de doğru değildir. Zira söz konusu olan zaten faşist devletin ve iktidarın mevcut paketle daha da pekiştirilmesi ya da yasal hale getirilerek faşizmin daha da aleni bir şekilde koyulaştırılmasıdır. Asla gözardı edilmemelidir ki tekçi faşist TC’ nin kuruluşundan bugüne devam eden bir faşizm gerçekliği söz konusudur ve bu pratik yönelimi de bu durumundan asla bağımsız değildir. Bu paket öncesi ne daha az ne de demokratik herhangi bir güvenlik paketi vs gibi durum söz konusu değildir ve şimdiki paket durumu halihazırdaki AKP iktidarının tekçi faşist devlet karakterini daha da pekiştirme hamlesidir. Zaten doğru olarak bu paketle hükümetin toplumsal muhalefeti topyekün bastırma adımı olarak görülmesi ve buna karşı gelinmesi durumu da aynı şekilde söz konusudur. Toplumda sürekli asayiş ve tehdit unsurları yasal statülere kavuşturularak faşist devletin tahkim sürecinin bir parçası olarak ele alınıp hayata geçirilmektedir.
Önderliklerin geniş halk kitleleri ile buluşma zamanıdır Bu paketle yasalaştırılacak bütün politikaların uluslararası emperyalist sermayenin merkezileşmesi ve derinleşmesi temelinde devletin kendi güvenliğine göre tahkim edilmesi durumu vardır. Sünni Türk İslam eksenli tekçi faşizmin yeniden üretimi sürecinde devletin güvenliğinin yasal statülerle örülerek tesisi vardır. AKP iktidarı ‘’Yeni Türkiye, Türkiyelileşme’’ vb argümanlarıyla başlattığı hamlesine yasal statüler kazandırarak ‘’iç güvenlik paketi’’ vb uygulamalarıyla ‘’sokakların efendisi’’ olmak istemektedir. Sürekli kamu düzeni, güvenliği vs denilerek aslında amaçlanan sokağın kayıtsız koşulsuz teslim alınması yönelimidir. Keza ona göre başı boş bırakılan her sokak ve alan, devletin bekasını sarsacak bir potansiyele sahiptir. AKP iktidarı öncülüğündeki tekçi faşist devletin bütün meramı bizzat öcü gibi korktuğu sokağın daha fazla kuşatılarak kendi denetimine almasıdır. Uluslararası emperyalist sermayenin ekonomik politikaları çıkarlarına hizmet edecek uygulamalara karşı işçi ve emekçilerin başta olmak üzere ilerici, demokrat, devrimci ve komünist güçlerin direniş ve mücadelelerinin daha fazla önüne geçmektir yönelim. Radikal devrimci militan çizgi ve pratiklere daha azgınca saldırıların taşlarını örmektir bu süreç. Bunu da yakın süreçte Gezi Ayaklanması ve 6-8 Ekim serhildanı vb direniş pratikleri karşısında iyi anlamış olacak ki sokağı zapt edecek yasalar çıkarmaktan bir an olsun geri durmamaktadır. Bu anlamda devletin Yeni Türkiye dediği şeyle inşa süreci kapsamında başta başkanlık sis-
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
03
devam ediyor temi vb yönelimiyle alakalı olarak rejimiyle, yasalarıyla, esnaf vb dillendirmeler eşliğinde toplumsal alt yapı çalışmalarıyla, kurumlarıyla, şiddet araçlarıyla, algı yönetimleriyle ve simgelerle tekçi faşizmin yeniden üretim süreci devam etmektedir. Mevcut paket vd bütün konseptlerin de tam da emperyalizmin ve buna stratejik bağımlılık ilişkisinin korunması temelinde kendi selametlerinin olduğu tartışma götürmez. AKP iktidarı iç güvenlik paketiyle bizzat devletin polis, vali vs memuriyetindekilere biçtiği kurşun asker gömleğini giydirerek ezilen ve sömürülenlere ve tabi ki onların içerisinden çıkan ilerici, demokrat, devrimci ve komünistlere yeni saldırı dalgaları ve akınları düzenleyerek toplumu ve direnenleri ‘’hizaya’’ getirmek istemektedir. Bu yönüyle devlet kendi sistemini süreklileştirme ve daha da pekiştirme görevini yerine getirmektedir. Yani tamamen kendi tekçi faşist sınıfsal karakterine uygun hareket etmektedir. Buna karşı halkların ve ilerici, demokrat, devrimci ve komünist kesimlerin direnmesi ve devrimci savaşı vermesi ise son derece meşru bir görev ve sorumluluktur. Bunun uçarı kaçarı yoktur ve ancak devlet iktidarına karşı devrimci savaşı yükselterek egemenlik sistemini geriletebilir ve yönümüzü doğru çizebiliriz. ‘’İç Güvenlik Paketi’’ gibi uygulama vb bütün bu yönelimleriyle Türkiye- Kuzey Kürdistan’da bir barışın, çözümün ve demokratikleşmenin asla çıkmayacağı yeterince sabittir. Aynı şekilde AKP iktidarının ‘’iyi şeyler ola-
cak’’ diyerek geniş toplumsal kesimler arasında bir iyimserlik ve umut havası yaratmasının ardında düzeniçi tasfiyeci çizgi ve yönelim yatmaktadır. Tekçi faşist devletin bu ‘’iyi şeyler’’ diyerek kast ettiği tam da Kürt ulusal hareketinin silah bırakmasına yönelik baskılanmanın arttırılması ve tasfiye edilmesinden başka bir anlam ifade etmemektedir. Mecliste,parlamentoda gurubu bulunan muhalefet partileri ile paketin yasalaşmasını engelleyecek bir durumlarının olmadığını açıklıkla vurgulamak isteriz. Bu açıdan başta işçi ve emekçi kitleler olmak üzere sivil toplum örgütlenmelerinden sendikalar ve ilerici, demokratik, devrimci ve komünist örgütlenmelere kadar toplumun her kesiminden daha fazla dayanışma ve topyekün örgütlü duruşlarıyla ancak paketin işlevsiz kılınabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun için bütün halk kesimlerinin sokağa ve alanlara çıkarak protesto etmeleri ve bunlsrı süreklileştirmeleri gerekmektedir. Bu bilinçle süreklileşmiş bir eylem çizgisi ve pratik yönelimi gerekmektedir. Maoist Komünistler başta olmak üzere bütün ilerici, devrimci hareket açısından sadece ‘’İç Güvenlik Paketi’’ bile daha fazla direnme ve devrimci mücadelenin önemli bir gerekçesi olarak gösterilebilir. Bu bilinçle tekçi faşist devletin sulandırarak değil daha da koyulaşarak kendini yeniden üretmesi karşısında daha fazla örgütlenip geniş,ortak direniş ve mücadele mevzileri yaratarak devrimci savaşı yükseltmeliyiz.
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
KADINLAR SOSYALİST HALK SAVAŞININ ÖNDERİ VE TEMEL BELİRLEYİCİ ÖZNESİ OLMALIDIR
8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Birlik, Dayanışma ve Mücadele günü vesilesiyle bir kere daha temel bazı meseleleri vurgulamak yerinde olacaktır. Bu anlamda sözlerimize başlarken tüm dünya emekçi kadınlarının başta kendileri olmak üzere erkek egemenini de yıkarak erkek yoldaşlarını da kapsamak kaydıyla tüm insanlık, ezilen ve sömürülen kitlelerin özgürlük ve kurtuluş mücadelesi bilinciyle bayramını kutluyoruz. Kadınsız bir şekilde ileriye doğru atılan her adım ve söz de her gerçek ilerlemenin, bir düzine programdan daha ileri olmadığı gibi en makul deyimle yarım kalarak tamamlanmamış bir olgu ve süreç olarak sorunu devam ettireceğini özellikle vurgulamak isteriz. Bu bilinçle Kadınlar Yönetime Kadınlar İktidara! şiarı ilk adımlardan itibaren somut ve elle tutulur maddi bir gerçeklik olarak ele alınıp icra edilmelidir. ‘’İyi ama onların örgütlenme ve mücadele etmelerinin önünde hiç bir engel yoktur, zaten tüzük vb işleyişimizde zaten erkekler gibi onların da her türlü hakları vardır’’ gibi yaklaşımlar ise ancak ataerkil- erkek egemen çizgi ve yönelimin daha inceltilmiş bir şekilde yeniden üretilerek imtiyazlı tekelciğin devamını savunmadan öte hiç bir anlam taşımamaktadır, taşımayacaktır da. Yani dememiz odur ki daha baştan itibaren kadınların yönetime ve iktidara yönelmesi için teşvik edilerek pozitif ayrımcılık ve kota sistemi politikalarının da uygulanması ötelenemez bir görevdir. Biliyoruz ki meseleyi sadece mekanik ele alanlar hemen pozitif ayrımcılık ve kota sistemi politikalarına karşı geleceklerdir. Ve fakat tüm tarihsel kökleri ve temelleriyle bugünde hala Ararat dağı kadar kadınların üzerine çöken geleneklerin ölü ağırlığı karşısında hangi eşitlikten ve özgür iradeden, hangi somut ve nesnel gerçeklikten bahsedilebilir ki. Tabi ki bahsedilemez. Zira erkeğin ve tabi ki ataerkil- erkek egemen anlayış ve sistemin ilkel komünal toplum(lar)un son aşamalarından başlayarak bugünlere her alanda imtiyazlı tekçiliği ve tekelciliğinin hüküm sürdüğü bir nesnel ve somut gerçeklik koşullarında kadınların önünde hiçbir engel olmadığının lafzını etmek dahi ciddi bir zihniyet kırılmasını göstermektedir. Kadın ve LGBTİ cinayetlerinin enflasyon rakamlarını dahi sollayarak zirve yaptığı günümüz gerçekliğinde hala en demokrat ve hiç bir engel olmadan kadınların ilerici, devrimci ve komünist saflarda örgütlenebileceği ve bunun içinde pozitif ayrımclık ve kota sistemi politikalarına gerek olmadığı yönlü fikriyatın aklımıza dahi getirilmesi en basit deyimle erkek egemen anlayış ve çizgiden kopamadığımızı ve bilakis ondan bir türlü vazgeçemediğimizi göstermektedir. Şöyle bir bakalım tarihe ve günümüz gelişmelerine bu durumu çok daha iyi anlayıp görebileceğiz. Hangi ilerici, devrimci ve komünist hareket içerisinde kadın ve LGBTİ’ler kendi öz irade- özgüven ve öz gücüyle doğrudan örgütlenmenin, mücadelenin ve bütün süreçlerin öznesi ve temel belirleyeni halindedir ki. Hangi sürecin kadın eksenli olarak başlatıldığı söylenebilir ki. Aksine oldukça bol keseden ‘’kadın erkek elele devrime ve sosya-
lizme’’ şiarları ve sözleriyle lafzını edip de bir türlü ataerkil- erkek egemen anlayış, çizgi ve yönelimden kendimizi kurtaramayarak hala slogancılıktan kendimizi alamamaktayız. O halde hiç beklemeksizin başta erkek yoldaşlar olmak üzere köklü bir zihniyet devrimi başlatmamız için daha niye hala bekliyoruz! Hayatın her yanında susmadan, sadece lafzını etmeden, teorik gevezeliklere girmeden böylesi zihniyet devrimini hemen pratikleştirerek güncelleştirmek için teorik pratik adımlarımızı atmalıyız. Bunun için özel bir karar, emir- talimat, genelge, genel çağrı vs beklemeden gerçekten içselleştirerek pratik adımlar atılmalıdır. Bunun için asla ve asla çaresiz ve çözümsüz değiliz ve kendiliğindenci süreci devrimci temelde değiştirip dönüştürecek doğru ve bilimsel komünist irade ve güce de sahibiz. Kadın sorunu tamamıyla özel ve özgün somut bir alanı ifade etmektedir ve bunun için de özel ve özgün örgütlenmelere de ihtiyaç vardır. Bu temelde Maoist Kadınlar Birliği perspektifiyle kadının özgürlük ve kurtuluş mücadelesi ertelenemez görevler arasındadır. Açık yada kapalı tüm çalışma alanlarında örgütlenme ve mücade son derece meşru ve devrimci bir görevdir. Ve son derece hassas ve stratejik yönelimiyle ertelenemez temel bir görevdir. Bir düşünün ki 100. yılına giren Ermeni Soykırımı’ında kadın olmanın en az bir kat daha da ağırlaşan somut durumunu! Bir düşünün ki Şengal’de Ezidi kadınların neler çektiğini! Bir düşünün ki tarihten bu yana hayatın her alanı ve anında dipsiz kuyulara atılarak her geçen sürede üzeri sürekli örtülerek daha da karanlık dehlizlere hapsedilen kadını! Yeter artık sadece düşünmek ve nostalji yapmak asla değildir gelişen süreçlerin, sınıf mücadelesinin gerçek öznesi ve önderi olmak. Yorumlamak ise hiç değildir ve aslolan devrimci temelde değiştirip döüştürmektir. Öyleyse tarihten günümüze hata ve zaaflarımız, eksiklik ve yetersizliklerimiz karşısında devrimci savaşımızın başından itibaren kadın eksenli ele alınarak yürütülmesi tümlenerek taşların yerli yerine oturtulması açısından üstünden atlanamaz bir zihniyet ve pratikleştirilerek güncellenen bir kalkışım için harekete geçerek ayaklanalım. Kadınların her alanda zirveleri fethetmesi için köklü bir zihniyet devrimiyle başta erkek olmak üzere tüm yoldaşlar seferber olmalıdır. Maoist Komünist Partisi 3. Kongresiyle buz kırılarak yol daha da temizlenerek açılmıştır. Şimdi somut görev beyan düzeyindeki tüm kararlaşmaları geciktirmeksizin pratikleştirerek gündemleştirme ve ete kemiğe büründürme seferberliğini yaşamsal kılmaktır. Devrimci savaş ve mücadelemizin kır ve şehir askeri savaşı başta olmak üzere her alanında kadınların önderleşmesi perspektifiyle hareket edilmelidir. Her alanda kadın merkezli önderleşmiş örgütlenmeler yaratarak mutlaka başaracağız. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da devrimimizin asgari programı olan Sosyalist Cumhuriyetler Birliği için Sosyalist Halk Savaşımızın başta ideolojik ve siyasi olmak üzere askeri ve örgütsel tüm alanlarda kadın yoldaşlar önderleşerek yönetime ve iktidara seferber olmalıdır.
04
güncel haber
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
Onursuzca yaşayanlar onursuz Ankara’da Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üyesi Rojda Sultan Palancı polis tarafından aranarak taciz ve tehdit edilirken, İstanbul’da da Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) ve Demokratik Haklar Federasyonu üyeleri polis tarafından tehdit edilerek “ajantlaştırılmaya” çalışıldı Ankara’da bir Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üyesinin polis tarafından defalarca aranarak taciz ve tehdit edilmesi üzerine DHF Ankara örgütlülüğü 17 Şubat günü bu saldırılara karşı basın açıklaması gerçekleştirdi. Daha önce İstanbul, İzmir, Kayseri, Dersim ve birçok ilde DHF üye ve taraftarlarına yönelik polis tacizi bugün de Ankara’da yaşandı. DHF üyesi Rojda Sultan Palancı polis olduğunu söyleyen bir numara tarafından aranarak tehdit edildi. Arkadaşımızın telefonu kapatarak cevaplamaması üzerine polis defalarca arayarak tacizini sürdü.
Ankara DHF örgütlülüğünden basın açıklaması Ankara DHF örgütlülüğü olay üzerine Yüksel Caddesi’nde basın açıklaması gerçekleştirdi. Devrimci-demokrat kurumların da destek verdiği basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Bugün yoldaşımızı defalarca telefonla arayıp taciz ve tehdit etme cüretiyle gerici, faşist yöntemlere başvuranlar bilsinler ki demokratik haklar mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Tüm bu katliamların,
baskı ve zulümlerin, tehdit ve tacizlerin karşısında demokratik haklar mücadelemizi büyüteceğiz.”
Levent’te DGH üyesini “ajanlaştırma” çabası Polisin demokratik hak mücadelesi yürütenlere karşı tehdit, taciz ve ajanlaştırma politikaları artarak devam ediyor. Polis bu sefer de İstanbul’da ajanlaştırma çabasına girişti. Geçtiğimiz ay Ufuk Demirbilek’i ajanlaştırmaya çalışan polis istediğini alamayınca yeni “ajanlar” bulma derdine düştü. Demokratik hak mücadelesinin ve toplumsal muhalefetin giderek yükselmesi, siyasi polisi rahatsız ediyor. Polis demokratik hak mücadelesini yükseltenleri terörize ederek, gözaltı, tutuklama ve baskı poli-
Tutuklama terörü sürüyor
tikasını sürdürüyor.
İç Güvenlik Yasası’ çıkıyor, arada sende kaynarsın Sayılgan’ın üzerinde tahakküm kurmaya çalışan polis, Sayılgan’a birlikte çay içmeyi ve evine araba ile bırakmayı teklif etti. Sayılgan’ın bu teklifleri reddetmesi üzerine Demokratik Haklar Federasyonu’nu (DHF) terörize etmeye çalışan polis “ Sizi eylemlere kimin gönderdiğini biliyoruz, DHF’nin de ne olduğunu kiminle bağlantısı olduğunu biliyoruz, bize yardımcı ol biz de sana yardımcı olalım”diyerek, Sayılgan’ı ikna etmek için her yola başvurdular. Ancak Sayılgan “DHF yasal bir faaliyet yürütüyor, ben de bu faaliyetlerde bulunuyorum.” dedikten sonra polislerin
AKP iktidarının toplumsal muhalefete, gazetecilere, aydınlara, sanatçılara uyguladığı baskı, gözaltı ve tutuklama politikası devam ediyor. “Cumhurbaşkanına hakaret” ‘suçu’ ile gözaltına alınanlar, Roboski katliamını protesto ettiği için tutuklanan gazeteci Özgür Amed bunun en açık örneği olarak karşımızda duruyor Faşist TC devleti ‘faşist’ niteliği gereği zaten yasa tanımaz bir durumda, bunu da her defasında ezilenlere karşı göstermeyi ihmal etmiyor. “İç Güvenlik Yasası” ile faşizmine kılıf uydurmaya
yanından ayrıldı. Zeytinburnu’nda faaliyet yürütmekte olan DHF üyelerini tehdit etmesiyle tanıdığımız Emre adındaki polis bu sefer Sarıgazi’de boy göstermeye başlayarak boş durmadı. 13 Şubat’ta gerçekleştirilecek olan eğitim boykotu için okulda çalışma yapan Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) faaliyetçisi Akın Odabaş 12 Şubat Perşembe günü siyasi polis tarafından gözaltına alındı. Gözaltı esnasında bulunduğu nezaretten çıkarılan Odabaş, polis tarafından “sohbet edeceğiz” denilerek karakolun yemekhanesine götürüldü. Burada Odabaş’a ismi Ali ve Emre olan polisler “ajanlık” dayatmasında bulundu. Odabaş’ı ajanlaştırmak isteyen polisler
çalışan AKP iktidarı, yasalara gerek duymaksızın muhaliflerine karşı gözaltı, tutuklama, baskı politikalarını uygulamaya devam ediyor. Toplumsal muhalefeti bastırmak için “İç Güvenlik Yasası” çıkartılmaya çalışıldığı bir sırada aslında devletin hukuk tanımaz yönü her defasında karşımıza çıkıyor. Son birkaç ayda en çok duyduğumuz ‘suçlardan’ biri “cumhurbaşkanına hakaret” olsa gerek. Elbette esas mesele Erdoğan’a hakaret değil. Hırsızlıklarının ve katliamlarının üstünü örtmek isteyen Erdoğan, bunun toplumda konuşulmamasını istiyor. Çünkü birileri bunu konuştukça Erdoğan’da giderek daha fazla teşhir oluyor. Önümüzdeki haziran ayında yapılacak olan genel seçimler AKP iktidarı için dönüm noktası olabilir. Erdoğan fiilen AKP’ye önderlik ediyor olsa da, bir
yandan da yeni bir başbakan ve bu başbakan ile seçime girecek bir AKP iktidarı var. Seçim öncesi AKP açısından yeni mağduriyetler yaratılması gerekiyor. Bir taşla iki kuş vurmayı planlayan AKP de hem hırsızlıklarının,yolsuzluklarının üstünü örtmek hem de “paralel yapı” demagojisi ile cemaati tamamen saf dışına bırakarak seçimleri kazanmak istiyor.
Faşizmin yeni bahanesi: “cumhurbaşkanına hakaret” Halk tarafından teşhir olmak istemeyen Erdoğan ise, kendini teşhir edenlere yönelik saldırılara devam ediyor. Önce Konya’da 16 yaşındaki bir lise öğrencisi tutuklandı. Mahkeme polis tutanaklarını delil saydı ve 16 yaşındaki liseli genç hapishaneye yollandı. Tutuklamalar bununla da son bulmadı. Bir süre sonra İzmir’de ÖDP Parti Mec-
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
05
yaşamı dayatır ayrıca Odabaş’a bir miktar para teklifinde bulundu. Odabaş teklifleri kabul etmemesine karşın, gözaltından çıktığı günden bu yana siyasi polis tarafından defalarca aranarak taciz edildi. Siyasi polis Odabaş’ı arayarak sürekli olarak görüşme talebinde bulundu. DGH faaliyetçisi Odabaş teklifleri defalarca reddetmesine rağmen polisin tacizi sürdü. Bunun üzerine Odabaş telefonla arayan polislere haklarında savcılığa suç duyurusunda bulunacağını söylemesi üzerine, siyasi polis tehdit ve tacizlerine iki gün ara verdi.
Siyasi polis DHF’lilerin isimlerini vererek tehdit etti İki günün ardından tekrar aramaya başlayan siyasi polis, bugün de Odabaş’ı üç kez arayarak Üsküdar Sahili’nde görüşmek istediklerini söylediler. Odabaş’ın bu teklifi de reddet-
lisi üyesi Onur Kılıç yine aynı ‘suçtan’ tutuklanarak hapishaneye gönderildi. Ancak yalnızca Kılıç’ın tutuklanması ile bitmedi ‘hakarete’ tutuklama furyası. Onur Kılıç'ın "cumhurbaşkanına hakaret" iddiasıyla gözaltına alınmasını protesto için Edirne'de yapılan basın açıklamasında aynı ifadeleri kullanan üniversiteli Kadir Yavaş da tutuklandı. Yine Manisa'nın Akhisar ilçesinde yapılan açıklamada "Aynı suçu ben de işliyorum" dediği için üniversiteli Şafak Kurt da tutuklandı. Tutuklanmalarından bir süre sonra adli kontrol şartı ile serbest bırakılan insanlar ile AKP’nin halka vermeye çalıştığı mesaj çok açık. ‘Eğer Erdoğan’ın halka karşı işlediği katliam ve hırsızlık suçlarını teşhir
mesi üzerine isminin Kenan olduğunu ve Ali ve Emre isimli polislerin arkadaşı olduğunu söyleyen bir kişi, DHF temsilcileri Sinan Candan ve İsa Yalçın ile ‘işlerini hallettikten’ sonra Odabaş’ın peşini bırakacaklarını ifade etti. Israrla aramayı sürdüren polis, yine DHF üyeleri Meriç Yapışkan, Hüseyin Selvi, Savaş Sayır ve Serdal Özmen’le ilgili sohbet etmek istediklerini, ellerinde görüntüler olduğunu bu görüntüleri Odabaş’ın teyit etmesini istediler. Bunun karşılığında ise Odabaş’a para vereceklerini söyleyen polisleri Odabaş bir kez daha geri çevirdi. Odabaş’ın ısrarla tüm teklifleri geri çevirmesi ve siyasi polise tavır alması karşısında “Seni harcayacağız, başına geleceklerden biz sorumlu değiliz” diyen siyasi polis, Akın Odabaş’ı tehdit ederek örgütlü mücadelenin meşruluğunu sindirmeye çalışmaktadır.
edersen, düzenin mahkemelerince tutuklanırsın!’
Gazeteci Özgür Amed tutuklandı! AKP iktidarının gazetecilere yönelik baskıları da devam ediyor. 2011’de yaşanan Roboski katliamı için Amed’de düzenlenen protesto yürüyüşüne katıldığı gerekçesiyle hakkında dava açılan gazeteci Özgür Amed 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ‘cezası’ aldı. Diyarbakır 7’nci ağır ceza mahkemesi Roboski katliamını protesto etmeyi “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, terör örgütü propagandası” olarak değerlendirdi. Cezanın onaylanmasının ardından Amed’de gözaltına alınan Özgür Amed, Diyarbakır D tipi hapishanesine sevk edildi.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
BASKI, TEHDİT VE SALDIRILARA KARŞI ÖRGÜTLÜ MÜCADELEYİ BÜYÜTELİM
S
on zamanlarda artan ve hız kesmeden devam eden DHF faaliyetçilerinin polis tarafından tehdit, baskı, şantaj ve komplo yolları ile işbirlikçileştirilmek istendiği haberleriyle karşılaşmaktayız. Ancak insanlık onuru ve insan yaşamı karşısında son derece ciddi tehdit unsuru olan bu faşist saldırı karşısında demokratik kamuoyu ve ilgili kurumlardan gerekli tepki ve reflekslerin gelişmemesi üzüntü vericidir. İnsan onuruna bu derece ağır bir saldırı, insan yaşamına bu kadar yakın tehdit söz konusuyken elbette karşısında onurlu direniş tavrı yükselecektir.İnsan hakları ve tüm demokratik kurumların bu saldırılara karşı tepki göstermesi varlıklarının gerekçesidir. Bütün ilgili kurumlar bu saldırılar karşısında kendilerini göreve davet edilmiş saymalıdırlar. Demokratik faaliyet yürütüp demokratik tepki ve duyarlılıklar gösteren insanlar AKP iktidarı ve polisi tarafından dünyanın en aşağılık işine zorlanarak korkunç bir baskıya maruz bırakılmakta fakat toplum ve toplumun demokratik dinamikleri buna esasta sessiz kalmaktadır. Toplumun korku iklimi içinde sindirilip değerlerine yabancılaştırılarak kişiliksizleştirilmesi,bireylerin baskı ve tehdit altına alınarak kendisine yabancılaştırılması biçiminde sürdürülmektedir. DHF faaliyetçilerine dönük faşist baskı ve kirli mücadele yöntemleri bunun açık örneklerini vermektedir. Bu faşist baskıya maruz kalan DHF üyelerifaaliyetçileri takındıkları onurlu tavırla insanlığın mücadelesini temsil etmektedirler. Bin kere tekrar etmekte fayda var ki, DHF’li faaliyetçiler niteliklerine uygun olarak onurlu duruş sergilemiş, insanlık onurunu yüce tutmuş ve insanlığın davasını tavırlarıyla şahıslarında temsil etmiş bulunmaktadırlar! Tüm toplum ölüm sessizliğine gömülse de DHF karşı karşıya kaldığı faşist baskılara, kirli mücadele ve gerici tehditlere karşı göğsünü gererek, bedenini siper ederek yiğitçe meydan okumaya devam edecektir! DHF faaliyetçilerinin yaşanan tecrübelerde sergilediği pratik bunu doğrulayarak kanıtlamaktadır! Mümkündür ki zaaf gösteren insanlar olabilir. Ne var ki, DHF faaliyetçileri sahip olduğu bilinçle bu kirli saldırılara karşı, onurlu devrimci perspektifle nasıl mücadele edeceklerini bildiğini parlak biçimde ortaya koymuş, net devrimci tavır ve örgütlü bilinçle yol göstermişlerdir. Polisin baskı ve tehdidine maruz kalmak utanç duyulacak bir şey değil, bilakis onur duyulacak bir durumdur. ‘’Düşman saldırıyorsa doğru yoldayız’’ sözü anlamsız değildir. Dolayısıyla, bu baskı ve tehditlere maruz kalan her bireyin izleyeceği yol ve takınacağı tavır DHF faaliyetçilerinin sergilediği tavır ve izlediği yoldur. Bu faşist saldırı ve kirli mücadele yöntemleri ancak kamuoyuna deşifre edilerek aza indirilebilir, boşa çıkarılabilir ve tehditler karşısında can güvenliği sağlana-
bilir. En önemlisi de onurlu ve devrimci kültür tavır bunu gerektirir. Saklanan her şey ise zayıf halkamız olarak bizleri kötülüklere sürükleyen ve zayıf düşüren bir olumsuzluk olarak işlev görür. İşte mevcut DHF faaliyetçilerinin onurlu tavrı ortadadır! Benimsenerek pratiğe dökülmesi gereken tavır budur! Saldırı, tehdit ve baskılar DHF faaliyetçilerini yıldıramadığı gibi hiçbir bireyi de yıldırmamalıdır. Bu kirli yöntemler faşist ve gerici hakim sınıfların sınıfsal niteliklerine uygun olarak kullandığı ve kullanacağı yöntemlerdir. Yani bu baskı, tehdit ve saldırılar sınıflar mücadelesinde karşı-devrimci sınıfların veya güçlerin kullandığı, kullanmaktan imtina etmeyecekleri metotlardır. Onlardan daha iyisini beklemek yanılgıdır. Onlar kendilerini yapıyorlar, çünkü onlar zaten proletarya ile devrimci halk kitleleri ve son tahlilde insanlığa düşman olan güçlerdir. Karşı-devrimci sınıfların bu saldırılarına karşı, devrimci güçlerin tutumu da bu faşist baskı ve gerici kirli saldırılara karşı devrimci dünyanın değerlerini korumak ve onları temsil etmektir. DHF faaliyetçilerinin tavrı budur, bu anlamda yükselmektedir. DHF faaliyetçileri faşist baskılar karşısında ciddi bir sınav vermekte ve bu sınavı onurlu bir tavırla göğüslemektedirler.Faşist AKP iktidarı ve polisin DHF faaliyetleri ve dolayısıyla faaliyetçileri karşısında ciddi bir rahatsızlık duyduğu karakterlerine uygun olarak başvurdukları kirli mücadele yöntemlerinden anlaşılmaktadır.Faşist polisin özellikle DHF faaliyet ve faaliyetçilerine yönelik bu kirli saldırısı anlamsız olmadığı gibi rastlantı da değildir. DHF faaliyetçileri tarihsel sorumlulukları gibi, somut sorumluluklarını gevşetmeden daha sıkı mücadele pratiğiyle düşmanın bu saldırılarını boşa çıkaracak, düşmanın hile ve oyunlarını bozguna uğratacaktır.DHF mücadelesinden geri adım atmak şöyle dursun aksine mücadelesinde daha bilenecek, daha genişleyecek ve kitlelerle daha fazla birleşecektir! işte onlarca yıl hapis cezaları alan DHF faaliyetçilerinin tavrı ortadadır ve DHF ’nin benimseyeceği tavra kanıttır! Dünyanın en aşağılık işi olarak tüm toplumlarca lanetlenen ve insan nezdinde nefretle karşılanıp hiçbir itibar görmeyen ihanet, jurnal, gammaz, işbirlikçilik ve ajanlık kuşkusuz ki onurlu insanlar tarafından kabul edilemez.Meslek edinilemez.Fakat biz örgütlü mücadeleyi meslek diyoruz çünkü bu aşağılık işi bilinçli olarak ve isteyerek meslek edinip kanla beslenen bir yığın düşkün vardır. Ancak her şeyden önce en aşağılık ve düşkün olan insanları çeşitli biçimlerde bu duruma düşüren karşı-devrimci hakim sınıflar ve faşist iktidarlarıdır! Tavizsiz demokratik devrimci mücadele pratiği, mevcut kesitte DHF faaliyetçilerinin büyük cüretle ortaya koyduğu pratiktir! Onları devrimci yoldaşlık duygularımla selamlıyor, eğilmez kızıl alınlarından öpüyorum!
06 Türbe nakli üzerinden yansıyan gelişmeler üzerine! güncel haber
Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin daha fazla algı yönetimi- denetimi üzerinden manipülasyonlara tabi tutularak düzene entegre edilmesi ve hala emperyalizmin uşağı tekçi faşist rejimin bir umut ışığı olarak servis edilmesine karşı kitleleri billinçlendirme seferberliğine yoğunlaşmalıyız Türkiye- Kuzey Kürdistan’da bir çok meseleye baktığımızda gördüğümüz şeylerle onları binbir türlü çarpıtmalarla yaratılan atmosfer arasında uçurumların olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yazılı ve görsel burjuva medyanın hemen hepsinin kitlelere yönelik algı yönetimi- denetiminin manipülasyonunu görebiliriz. Dolayısıyla hayret etmek bir yana bu kadar başarılı bir algı oluşturma ve sonrada yönetme amaçlı teorik pratik retoriklerin gırla gittiğini belirtelim. Propaganda ve ajitasyon mekanizmasını harekete geçiren emperyalistler ve stratejik uşağı Türk hakim sınıfları ve klikleri somut nesnel gerçeklikler karşısında toplumun hemen hepsini rahatlıkla kontrol edilebilir ‘’sürü’’ kapsamında görmektedirler. Şu Süleyman Şah Türbesi ve karakolunun tahliyesi ve tabi ki tasfiyesi operasyonunda Türk devletinin ve onun tekçi faşist medyasının servislerine bakın hele. Tamamen tekçi faşist hegemonik çıkarlar uğruna somut nesnel gerçekliklerin bu
kadar rahat ters yüz edilerek ileri sürülen senaryoların nasıl da hayata geçirildiklerine şahit oluyoruz. Oysa mesele Türk devletinin Şah Fırat operasyonunun çok daha ötesindedir. Yani basit bir türbe naklinden öte uluslararası emperyalist blok güçler arası ekonomik politik ilişkiler ağıyla alakalı ve bunun da Ortadoğu, İran, Suriye, Kobane, Rojova, Türkiye- Kuzey Kürdistan, IŞİD vd gelişmelerle alakalı yanları bulunmaktadır.
Şah Fırat operasyonu ve uluslararası sermaye Türbenin nakli ve tasfiyesinin Batı Kürdistan’da YPG’nin onayı ve kontrolünden geçerek gerçekleşmesine karşın cumhurbaşkanından başbakanına, genelkurmay başkanından hükümetin diğer tüm yetkililerine kadar TC’nin bunu ört bas etmesi durumu söz konusudur. Yaklaşan genel seçim süreci karşısında AKP’ nin özellikle Türk milliyetçi kesimlerinin oyu vb için bu yanılsama ve manipülasyonun yaratıldığı tartışma götürmez. Oysa YPG basın merkezi “Türk ordusunun Süleyman Şah Türbesi'ne yönelik operasyon YPG Komutanlığımızın bilgisi dahilinde ve YPG Kobanê güçlerimizin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Türk devletinin talebi ve koalisyon güçlerinin isteğini değerlendiren komutanlığımız insani boyutları ön planda olan operasyonda bir sakınca görmemiş ve onay vermiştir. YPG Kobanê Komutanlığımızca belirlenen yetkili arkadaşlarımız ile Türk devlet yetkilileri arasında yürütülen 4 günlük tartışmalar sonucu operasyon planlaması somutlaştırılmıştır. Bu çerçe-
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
vede Türk orusu Mürşitpınar kapısından Kobanê Kantonu sınırları içine girmiştir. Türk ordusu, önceden belirlenen hat üzerinden güçlerimize ait araçlar eşliğinde ilerleyerek Süleyman Şah türbesine ulaşmıştır. Güçlerimizin denetiminde bulunan alanlar içinde Türk askerlerinin mevzilendirilmesi ve ikmalinde sorumluluk alan güçlerimiz geri çekilme esnasında da bu görevini eksiksiz yerine getirmiştir. Güçlerimizin aktif katıldığı operasyon sağlıklı bir şekilde tamamlanmıştır.” şeklinde yaptığı açıklama ülke ve dünya basınına servis edilerek Türk devletinin yalanı ortaya çıkmıştır. TC hala YPG ile işbirliği yapılmadığı yönlü retoriğini sürdüre dursun gerçekler bunun tersini göstermektedir. Bu durum ikili hatta üçlü yorumlanacak bir durumu ve süreci de ortaya çıkarmaktadır. Bir yandan istemem yan cebime koy misali Kürt ulusal güçleriyle girdikleri temas ve koordinasyonun hala aleni bir şekilde ortaya konamaması diğer yandan hala YPG’yi PKK’nin bir uzantısı ve ‘’terör’’ nitelemesinin devamı öte yandan ise ortaya çıkacak yeni gelişmelere uygun olarak kendini hala netleştirememesi karşışında bir türlü kararlaşmaya varamamasıdır. Bu manada Türk devletinin stratejik derinliğinin ne kadar da kof olduğu ve sratejik sığlıktan öte bir durumunun olmadığı da açığa çıkmaktadır. İktidarsız iktidarların emperyalist efendilerine hizmetten başka bir durumunun olmadığı yeterince anlaşılmalıdır. Buradan hareketle Türk devletinin ABD ve diğer emperyalist efendilerini ‘’hizaya’’ getirmek şöyle dursun tam aksine kendi-
sinin hizaya getirildiği yeterince açıktır. Devletin türbe nakli ve tasfiyesini bir an evvel yaparak sınıra çok daha yakın bir yere havale etmesinde özellikle Rusya emperyalizminin uşağı Baasçı Esad rejimi karşısında fiili fiziksel bir savaş halinden uzak kaçmasındandır. Zira içerisinden geçtiğimiz sürece şöyle bir göz attığımızda Esad’ın muhalif güçler karşısında askeri ve siyasal görece üstünlüğü, IŞİD’in art arda aldığı askeri yenilgiler ve gerilemesi, YPG güçlerinin askeri başarıları, Moskova’da gerçekleştirilen görüşmeler ve BM özel temscilcisi Stefan De Mistura’nın çeşitli girişimleri vb gelişmeler karşısında Türk devletinin şimdilik Esad rejimiyle fiziksel bir savaşa girebilecek bir irade ve yönelimde ol-a-mayacağını göstermektedir. Özellikle IŞİD’in türbeye herhangi bir saldırısı ve bunu da aynı şekilde Esad rejiminin gerçekleştirdiği yönlü medyaya servis edilerek Türk devleti ile daha fazla karşı karşıya getirme yönelimi vb provakatif süreçler karşısında Türk devletinin bundan alabildiğince kaçındığını da vurgulamak isteriz. Daha doğrusu Türk devleti şimdilik Esad rejimiyle fiziki bir savaş halini göze alamamaktadır. Keza emperyalist efendileri de buna şimdilik hazır değillerdir. Yaklaşan genel seçimler de göz önünde bulundurulduğunda türbenin bölgeden alelacele nakledilerek YPG’nin kontrolündeki bir alana taşımasıyla şimdilik sorun olmaktan çıkarma yönelimidir. Fakat böylesi bir pratik girişime karşı başta Türk hakim sınıflarına mensup muhalefet durumundaki CHP ve MHP gibi kesmler için tam bir AKP teşhirine dönüştürülmesi ka-
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
çınılmazdı ve nitekim de öyle olmuştur. HDP ise bu yönelimin daha ziyade gerek Türk devletinin ‘’demokratikleşmesi’’, gerek TürkiyeKuzey Kürdistan’daki ‘’çözüm sürecinin’’ bir vesilesi gerekse de YPG ile ‘’uyumlu koordinasyonun’’ devamı benzeri bir pratik adım olarak değerlendirilmesi gerektiği yönlü bir temenniden öteye geçememiştir.
ABD’nin uşağı TC devleti gerçeği ört bas etmektedir Hiç kuşkusuz ki bir yandan başını ABD ve AB uluslararası emperyalist blok güçlerin çektiği adına ‘’koalisyon güçleri’’ denen kesim, diğer yandan ABD yönlendirmesi ve talimatıyla Türk devletinin hizaya getirilerek eğit- donat- saldırt projesinin hayata geçirilmesi, öte yandan YPG’nin başarıları ve IŞİD’in peşisıra yenilgileri vb gelişmeler karşısında rüzgarın gelişme yönüne göre türbenin naklinin yapılarak işin içerisinden sıyrılma hamlesi AKP iktidarının kaçınılmaz olarak Batı Kürdistan’daki YPG güçlerine daha da yakınlaşacağı ve hatta önemli bir koordine içerisinde olunacağını da göstermektedir. Nitekim emperyalist efendileri de zaten YPG güçlerini önemli ve güvenilir bir müttefik olarak görmesi bu baskılanmamnın daha fazla altında kalınamayacağına işarettir. Her ne kadar burjuva medya üzerinden algı yönlendirme-
si ve manipülasyonlara başvurularak yanıltıcı teorik pratikler geliştirilse de Eşme’ye taşınan türbenin yanıbaşında YPG güçleri bayrağı ve Öcalan posterlerinin dalgalanması gerçekliğinden kaçılamamaktadır. Önümüzdeki süreçte YPG ile ve tabi ki Kürt ulusal hareketi olarak PKK ile yumuşama döneminden daha da ileriye doğru daha fazla yakınlaşma ve bir çeşit uyumluluk sürecinin gelişebileceği güçlü olasılıklar arasında sayılabilir. Bütün bu gelişmeler içerisinde başta Baasçı Esad rejimi olmak üzere İran devletinin, Türk devletinin gerçekleştirdiği türbe operasyonuna tepkisi sert olmuştur. ‘’Alenen saldırganlık ve sorunu daha fazla karmaşıklaştıracak, sonuçlarından Ankara sorumlu olacak’’ nitelikte olduğu yönlü beyanlar basına servis edilmiştir.
07
ABD emperyalizmi ile Türk devleti arasında kısa bir süre önce gerçekleştirilen eğit- donat- saldırt projesi anlaşmasının kamuoyuna servis edilmesi ile türbenin naklinin aynı zamana denk getirilmesi ise özellikle türk devletini daha fazla hedef olmaktan çıkarma girişimi olarak da değerlendirilebilir. Çünkü bir yandan IŞİD diğer yandan buna benzer çete vb muhalif hareketlerin rahat hareket ettiği türbenin eski yerinin varlığı, olası her türlü gelişmeler ve çeşitli senaryoların hayata geçirilmesi için daha rahat hedef olarak daha fazla vesilesi haline getirilebilecek bir konumda olması da naklin beklenmeksizin gerçekleşmesine karar kılınmıştır. Yaklaşan genel seçimler karşısında başta AKP iktidarı olmak üzere hakim sınıf klikleri arası dalaş ve tartışmalar türbe naklinin de içerisinde yaşandığı gelişmeler üzerinden daha da sertleşecektir. Vatan millet sakarya, tarihi ve milli değerler, köklere sarılmak, şuur vb eksenli dalaşın yoğunluklu olarak yaşanacağı görülmektedir. Daha şimdiden özellikle AKP ile CHP ve MHP arasında türbe nakli üzerinden toprak kaybetme tartışmaları oldukça alevlenmiş görünmektedir. AKP işi götürüp Lozan’a İnönü vb lerine kadar vardırmıştır ki bu dalaş parlamento seçimi gününe yaklaştıkça
daha da alevlenerek pervasız bir şekilde sürecektir. Hükümetinden muhalefetine, iktidarından en altlara kadar kurumsallaşmış mekanizmalarına kadar tekçi faşist devletin teşhiri için önemli verilerin sunduğu bir sürecin yaşandığ- yaşanacağı da bilinmelidir. Burjuva devlet mekanizmasının her türlü şirkeflikleri ve çirkinlikleri kitlelere teşhir edilmelidir. Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin daha fazla algı yönetimi- denetimi üzerinden manipülasyonlara tabi tutularak düzene entegre edilmesi ve hala emperyalizmin uşağı tekçi faşist rejimin bir umut ışığı olarak servis edilmesine karşı kitleleri billinçlendirme seferberliğine yoğunlaşmalıyız. Bunun için sokağa eyleme geçerek son derece yasal meşru demokratik hakkımızı kullanmaktan geri durmayalım.
ÖRGÜTSEL YÖNELİM
≫ refik demir
KADININ DEVRİMCİ ENERJİSİNİ KUŞANALIM ZİHNİMİZDEKİ GERİCİ PRANGALARI YIKALIM
D
İnsanlığın temel sorunlarından biri kuşkusuz kadın sorunudur, daha doğru bir belirlemeyle cins sorunudur. Eşitsizlikler dünyasının ilk durağı olan cins baskısı ve sömürüsü insanlığın tarihsel ve güncelde de devam eden en gerici ve en barbar sorunlarından biridir. Kadın tüm yönleriyle erkek egemen özel mülkiyet dünyasının kölesi durumuna getirilmiştir. Kadına dayatılan kölelik ve biçilen gerici rol, kadında muazzam derecede feda ruhunu geliştirmiştir. Kadının adanmışlığı ve feda ruhunun, kadında bireyci, bencil “egonun’’ yok denecek kadar zayıf olmasının kuşkusuz tarihsel ve sosyal nedenleri bulunmaktadır. Kadın anne, eş, bacı, evlat olarak ailesine, giderek kendisine dayanan ve kendisi üzerinden varlık bulan ulusuna kendisini adıyor. Kadının fedekarlığında sınırsız, karşılıksız ve çıkarsız bir adanmışlık vardır. Kadın kendini sunar, kendini katar ve bunu yaparken hırs, iktidar beklentisi ve çıkar dürtüsü duymaz. Kadına binlerce yıldır hep kendisini sunması ve kendisini adaması öğretilmiştir ve bu kadında artık nesnelleşmiştir. Kadın alanı sınıf mücadelesinin temel görevlerinden biridir. İnsanlığın en köklü sorunlarından olan cins sorununa dair, bilimsel çözümler sunmayan, doğru perspektifler geliştirmeyen, kadının kendini var edeceği araçları yaratamayan ve erkek egemen gerici anlayışa karşı zihniyet devrimi perspektifiyle ideolojik mücadele yürütmeyen bir devrim hareketinin gelişme ve kadını özgürleştirme gerçekliği asla olamaz. Kadını prangalayan gerici zincirleri parçalamak ve kadının devrimci enerjisiyle özgürleşmek, sınıf mücadelesinin tayin edici yanlarındandır. Kadını gerçek anlamda kendisiyle buluşturan ve özgürleştiren en ileri dinamik devrimci mücadeledir. Devrimci mücadele içerisinde, tabular parçalanır, özgür düşüncenin önü açılır, binlerce yıllık yalanlar ve roller paramparça olur. Kadının zihnindeki erkek egemenliği adım adım yıkılır. Kadın ile erkek arasındaki toplumsal ilişkiler bu düzlemde değişmeye ve yeniden biçimlenmeye başlar. Bunun için devrimci mücadele içerisinde kadının, bağımsız ve özgün örgütlenmelerinin tarihsel önemi bulunmaktadır. Maoist Komünistler olarak cins meselesinde teorik olarak oldukça ileri olmamıza karşın, pratik olarak geri bir noktada durmaktayız. Kadın noktasındaki ileri çözümlemelerimizi ve perspektifimizi yaşamsallaştırmada önemli zafiyetler taşımaktayız. Öncesi olmakla birlikte esas olarak 1.Kongre‘yle kadın sorunu noktasında oldukça ileri bir yaklaşım ve bilinç ortaya konmuştur. Kadın sorunu noktasındaki bu ileri yaklaşım 2. Ve 3.Kongrelerimizle daha da geliştirilerek önemli bir düzey yakalanmıştır. Bu ileri yaklaşımın sonucu olarak saflarımızda önemli bir kadın dinamiği ve bilinci açığa çıkmıştır. Fakat açığa çıkan bu kadın dinamiği ve yakalanan ileri perspektif, hakim olan geleneksel geri yaklaşımlarımız sonucunda önemli oranda darbelenerek gerilere çekilmiştir.
Tüm faaliyet alanlarımız kadın noktasında partinin belirlediği yönelimler doğrultusunda hareket etmek zorundadır. Hâkim olan erkek egemen anlayış başta olmak üzere, tüm gerici yaklaşımlara karşı amansız bir ideolojik mücadele yürütülmelidir. Pozitif ayrımcılık, kota sistemi vb. adımlarla kadınlar örgütlü tüm alanlarımızda öne çıkarılmalıdır. Kadın mücadelesini sadece kadın örgütlenmelerine havale eden yaklaşımlar asla kabul edilemez bir durumdur. Tüm faaliyet alanlarımız ve örgütlülüklerimiz bu nokta tam bir sorumluluk bilinci ve duyarlılığıyla hareket etmelidir. Kadın noktasındaki zihniyet devrimini yaşamsallaştırmamız için, genel mücadelemizin yanında kadın alanına dair özgün ve özel politikalar geliştirmeliyiz. Partinin tüm faaliyet alanlarında kadın meselesine ilişkin yaklaşımımız sürekli ele alınarak tartışılmalı ve somut adımlar atılmalıdır. Eğitimler, konferanslar vb. araçlarla kadın noktasındaki perspektifimiz sürekli ilerletilmelidir. Ajitasyon ve propaganda araçları en iyi şekilde kullanılmalıdır. Bu noktada özellikle kadın alanına ilişkin özgün teorik ve güncel yayınların çıkarılması oldukça önem arz etmektedir. Özellikle legal alanda demokratik işleyişe uygun olarak tüm kadın çalışmalarımız merkezileştirilmelidir. Dışımızdaki ilerici kadın kurumlarıyla ilişkiler daha da geliştirilerek kadın sorunu noktasında toplumsal bir bilinç ve duyarlılık yaratılmalıdır. Meselenin daha iyi anlaşılması ve kavranması noktasında 3.Kongre belgelerinden konuya dair bir alıntı yapmak faydalı olacaktır. “Kadının kurtuluşunun devrimde olacağını savunan bizler ataerkil sistemin içine sıkışmış ya da sistemin kendini yeniden üreteceği sözde çözümleri bir nihai çözüm olarak savunamayız. Kadının toplumsal yapı içerisinde maruz kaldığı haksızlıkları gidermeye faydalı olacak reform niteliğindeki her talebi destekler ve aktif savunucusu oluruz. Sadece devim sırasında ve sonrasında değil daha şimdiden devrimin özneleri olarak demokratik ve legal kadın örgütlenmeleri ile binlerce ve milyonlarca kadınla buluşmak için çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Fakat nihai kurtuluşun yolunu da her daim savunmamız ve akıldan çıkarmamamız gerekmektedir. Bugün kadın alanına dair çalışmaların esası demokratik kitle örgütleri üzerinden yürütülmektedir. Kuşkusuz bu alandaki mücadeleler desteklenmeli ve geliştirilmelidir. Ancak kesinlikle bu yetmez. Partileşmiş kadın olarak bünyemizi donatmak şarttır. Aksi halde gerçek kurtuluş ve gelecek yoktur. Pratik politikalarımıza yön vermesi gereken esas halka da budur.’’ Kadının gerçek anlamda kurtuluşunu sağlayacak olan, ne dar pratik politik yaklaşımlar ne ekonomist yaklaşımlar ne de idealist, psikolojik, kültürel, reformist yaklaşımlardır. Kurtuluşu sağlayacak bilinç, gerçek devrimci değişim ve dönüşümlerdir. Yaklaşan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla başta kadınlar olmak üzere, tüm emekçilerin 8 Mart’ını, 8 Mart’ın kızıllığı ve coşkusuyla selamlıyoruz.
08 kadın haber
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
Kadıncinayetleripolitiktir, faili devlettir Geçtiğimiz günlerde Tarsus’ta yakılarak katledilen Özgecan Aslan’ın açıklanan otopsi raporuna göre Aslan’ın tecavüze uğramadığı ancak vücudunda çok sayıda darp, bıçak ve yanık izleri olduğu belirtilirken başta kadınlar olmak üzere ülke kamuoyu Özgecan Aslan katliamı özelinde kadın katliamlarını lanetleyerek sokaklara çıktı Ülkemizde kadın katliamları had safhaya ulaşmışken Özgecan Aslan katliamı hem ülkede hem ülke dışında büyük yankı uyandırarak başta kadınlar olmak üzere tüm kamuoyunu ayağa kaldırdı. Özgecan Aslan katliamıyla birlikte kadına yönelik şiddete karşı kamuoyunda önemli oranda bir duyarlılık oluşurken bu duyarlılığın oluşmasında yaşanan katliamın işleniş biçimindeki akıl almaz vahşiliğin, hayatını kaybeden kadının “genç”, “güzel “ ve erkek egemen toplumun algısına göre “masum” bir kadın oluşunun da önemli bir yeri vardı kuşkusuz. Zira ülkemizde daha önce de sayısız kadın en vahşi biçimlerde katledilirken bu katliamlara karşı bir toplumsal duyarlılıktan bahsetmek pek mümkün değildi. Özgecan Aslan katliamıyla birlikte toplumun birçok kesiminden bu katliama karşı protesto içerikli tepkiler gelirken bu tepkilerin önemli bir bölümünün de (başta burjuva iktidar erki olmak üzere) erkek egemen zihniyeti yeniden üreten bir biçimde cereyan ettiğini vurgulamak gerekir.
Özgecan’ın otopsi raporu açıklandı Öte yandan vahşi bir şekilde katledilerek hayatını kaybeden Özgecan’ın otopsi raporu adli Tıp Kurumu tarafından yayınlandı. Raporda Özgecan’a tecavüz edilmediği ancak Özgecan’ın özellikle boyun kısmında öldürücü bıçak darbelerinin bulunduğu, kafasında küt cisim darbelerine bağlı travmatik bulgular, ayrıca vücudunun farklı yerlerinde çok sayıda ödem ve morlukların bulunduğu kaydedildi. Vücudunun çok yerinde de yanıkların olduğu belirtilen raporda Özgecan’ın tırnaklarının arasındaysa katilin DNA’sına rastlandığı kaydedildi. Rapor Tarsus Cumhuriyet Savcısı Ayhan Akyol'a gönderildi
Bir tek Nihat Doğan mı? Yukarıda belirttiğimiz gibi katliama yönelik ‘tepkilerin’ önemli bir bölümü erkek egemen anlayışının sınırlarını aşamazken bir kesim aklı evvelse beynindeki en geri ve aşağılık düşünceleri hoyratça ifade etmekten çekinmedi. Sosyal medyadaki duyarlılık yarışına kendi kulvarında katılmayı deneyen Nihat Doğan kadına yönelik şiddetin kaynağını derhal saptadı (!): “Siz de mini eteği giyip soyunup laik sistemin ahlaksızlaştırdığı sapıklar tarafından tacize uğrayınca da bas bas bağırmayacaksın”.
Bu aymazca açıklamalarına birçok kesimden tepki yağarken Doğan’ın Ben burada onları yazarken bir kız 'Sen benim mini eteğime nasıl karışırsın' yazdı. Benim mini eteğe falan karıştığım yok. Ülkemizde damacanaya bile tecavüz edilirken mini etek giyerseniz taciz edilmeniz normal." sözleriyle kendini savunmaya çalışmasıyla yaşanan trajikomik durumun boyutunu arttırmaktan öteye gitmedi. Yaşanan katliama gösterilen tepkinin ne denli ‘gerçekçi’ olduğunun bir diğer göstergesiyse sosyal medyadan paylaşılan yakılarak öldürülmesi gereken onca ‘namussuz’ kadın varken neden Özgecan gibi ‘masum bir kızın’ öldürüldüğü yönündeki beyanlardı. Yine yaşanan katliam sonrasında toplumsal tepkinin hedefi haline gelen minibüs şoförlerinin arabalarına “hepiniz bize emanetsiniz” ya da “bizim namusumuzsunuz” tarzında yazılar asmaları da katliama gösterilen tepkinin ne denli geri olduğunun bir kanıtı.
Anne iyi yetiştirseydi kesin katil olmazdı (!) Katliamda ön plana çıkan bir diğer noktaysa nedense olayın magazinel ya da deyim yerindeyse ‘sansasyonel’ boyutunu ön plana çıkararak esas hedefi saptırmakta usta olan burjuva medyanın yine her zamanki gibi rolünü ustaca oynayarak ‘esas suçluyu’ tespit etmesiydi(!). Kamuoyunda süren tartışmalarda çocukların eğitiminden ‘sorumlu olan’ annelerini ne denli büyük bir rolü olduğu iddia edilirken katil Suphi Altındöken’in annesi Naciye Tan’a
ulaşan burjuva medya anne Tan’a kendini savunma hakkı tanıdı (!). Gözyaşları içerisinde üzüntüsünü ifade eden ve kendisini ‘savunmaya’ çalışan anne Tan ise eşinden uzun süre önce boşandığını, çocuğunun onun yanında büyüdüğünü ve bu yüzden kadına yönelik şiddet konusunda mimli olan babasından etkilendiğini açıklamaya çalıştı.
Katliamı protesto eden kadınlara saldırı Özgecan Aslan katliamının ardından kadınların öfkesi doruğa ulaşırken ülkenin birçok yerinde gerçekleştirilen kitlesel protesto eylemlerine DKH de gücü oranında katıldı. Katliamın ardından güya katliamı en sert biçimde kınayan iktidar katliamı protesto eden kadınlara yapılan muameleyle bizim açımızdan zaten malum olan gerçek yüzünü gösterdi. İstanbul, Ankara ve Adana’da katliamı protesto eden kadınlara polis biber gazı ve coplarla saldırdı.15 Şubat’ta Taksim’de bir işyerinin terasında "Katledilen kadınlar Özgecan İsyanımız” yazılı bir pankart açan kadınlara saldıran sivil polisler kadınlara saldırarak ellerindeki pankartları aldı. Daha sonra saldırıya müdahil olan kadın çevik kuvvet polisleri 5 kadını darp ederek gözaltına aldı ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürdü. Kadınlarla birlikte eyleme katılan ve Taksim Meydanı’nda sloganlarla saldırıyı protesto eden bir grup kadın daha sonra dağıldı. Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Karşıyaka Mahallesi'nde bulunan Süleyman Vahit Caddesi'nde Özgecan Aslan kat-
liamını protesto etmek isteyen Karşıyaka Endüstri Meslek Lisesi öğrencilerine de polis saldırdı. TOMA ve biber gazıyla öğrencilere saldıran polis, okul bahçesinde öğrencilere saldırarak çok sayıda öğrenciyi gözaltına aldı. Ankara’da da Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü'nden toplanan öğrenciler insan zinciri oluşturarak Kızılay'a yürüdü. Ancak Güvenparkt’ta polis kadınlara biber gazıyla saldırdı. Saldırının ardından öğrenciler bir basın açıklaması yaparak eylemi sonlandırdı.
Dersim’de binler kadın katliamlarına karşı yürüdü Dersim merkez ve ilçelerinde DKH’nin de aralarında bulunduğu kadın örgütleri Özgecan Aslan şahsında kadın katliamlarını protesto etti. Aralarında DKH’nin de bulunduğu Dersimli kadınlar 18 Şubat’ta Dersim Merkez’de İnsan Hakları Anıtı’na yürüdü. “Özgecan’ın katili AKP yasası”, “Kadın cinayetleri politiktir”, “Hepimiz Özgecanız, öldürmekle bitmeyiz”, “Tecavüzcü devlet hesap verecek” sloganlarını atan kadınlar yaptıkları ortak basın açıklamasında “Özgecan’ı, Pippa’yı, Dora’yı öldüren, N.Ç ve Ö.Ç gibi nice çocuğun hayatını karartan erkek şiddetine karşı susmuyoruz. Yasta değil, isyandayız! Kadın katliamları son bulana dek alanlardayız! “ dedi. Ovacık’taysa DKH’nin de bileşeni olduğu Ovacık Kadın Platformu 17 Şubat’ta kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirdi. ’Kadınım, kendi savaşımın savaşçısıyım”, “Özgecan’ımız için adalet Yoksa İsyan Var” pankartları arkasında bir araya gelen kadınlar, Özgecan’ın fotoğrafları ve “Erk’ek
1-16 MART 2015 Halkın Günlüğü
katlediyor, devlet koruyor”, “T.C.avüze dur de” döviz ve sloganlarıyla yürüdüler. İlçe merkezinde yapılan basın açıklamasında ırkçılık gibi, kadın düşmanlığı, tecavüz ve katliamların da bir hastalık olmadığı, bizzat erkek egemen devlet zihniyetiyle toplumsal bir olgu haline getirilen sistemli bir politika olduğu ve devletin bugün tam da bir taciztecavüz şebekesi gibi çalıştığı ifadelerine yer verildi. Mazgirt’te de aralarında DKH’nin de olduğu Mazgirt Kadın Dayanışması AKP ilçe binasına yürüdü. Yürüyüş sırasında "Katil devlet hesap verecek" , "Erkek vuruyor devlet koruyor" sloganları atan kitle adına yapılan ortak basın açıklamasında “Bu katliamın ortağı bakanlar, başbakan, cumhurbaşkanı başta olmak üzere erkek egemen devlet tecavüze karşı 'çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin' diyen bakanlar, 'ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum' diyen cumhurbaşkanı, "tecavüzcü kürtaj yaptıran kadınlardan daha masumdur" diyen milletvekilleri "bekar erkeklere cinsel ihtiyaçlarını karşılaması için ödenek ayrılmasını" isteyen avukatlar; hepiniz kadınların katilisiniz” denildi. Mersin’deyse Çağ Üniversitesi öğrencilerinin çağrısıyla bir araya gelen binlerce kişi 17 Şubat’ta D400 karayolunu kapatarak bir yürüyüş gerçekleştirdi. “Hepimiz Özgecan’ız, öldürmekle bitmeyiz” sloganlarını atan kadınlar Yenice’deki Cumhuriyet Meydanı’nda yaptıkları ortak basın açıklamasında Özgecan’ın katillerinin en ağır şekilde cezalandırılması ve başka kadınların yitirilmemesi için gerekli yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi, cinsiyet eşitliğini temel alan yeni yasal düzenlemelerin getirilmesi şeklindeki taleplerini dile getirdi. Erzincan’da DKH’nin öncülüğünde Özgecan Aslan katliamı protesto edildi. Şubat Çağlayan Durakları Caddesi’nde bir araya gelen kitle ''Erkek vuruyor, devlet koruyor” sloganları eşliğinde yürüdü. Yapılan ortak basın açıklamasında adaletin katil tecavüzcülere uygulanan ağır tahrik ve iyi hal indirimlerinden, kadınların çığlık atmayı öğrenmesi gerektiğini söyleyen, kadınların kahkahalarına saldıran ve üzerine iktidar kuran erkeklerin kirli ellerinden gelmeyeceğine dikkat çekildi. Aralarında DKH’lilerin de bulunduğu Ege Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenleri Özgecan Aslan için 16 Şubat’ta bir yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirdi. Üniversitede düzenlenen yürüyüşte “Özgecan’ın ve katledilen tüm kadınların hesabını soracağız” yazılı pankart ile kampüs içe-
risinde yürüyüşe geçen kadınlar eylem boyunca “öz-savunma” çağrısı yaptı. Kadınlar basın açıklamasını Manisa Kavşağı’nda yolu trafiğe kapatarak yapmak isteyince polisin engeliyle karşılaştı. Akademisyenlerin araya girmesi ile polis saldırısının olmadığı eylem basın açıklamasıyla sonlandırıldı. Eskişehir’deyse aralarında DKH’nin de bulunduğu kadın örgütleri 16 Şubat’ta Kanatlı AVM önünde bir araya gelen kitle Eskişehir Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğüne yürüdü. Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü önüne gelen kitle Özgecan'ın katillerini teşhir ederek, katillerden hesap sorulacağını ifade ederek eylemi sonlandırdı. Balıkesir’deyse içerisinde DKH’nin de olduğu Kadın Yaşam Ve Özgürlük Platformu’nun çağrısıyla Necatibey Eğitim Fakültesi’nde (NEF) “Özgecan Son Olacak “ pankartı arkasında bir araya gelen kadınlar” Bizler yakmakla bitiremediğiniz Özgecan’larız. Hesabını soracağız. Bizler canımızı sokaklarda bulmadık ama sokaklarda savunacağız” dedi. Özgecan Aslan katliamı Muş, Bursa gibi diğer pek çok ilde de DKH’nin de katılımıyla protesto edildi.
Katliam Avrupa’da da protesto edildi Özgecan Aslan katliamına Avrupa’da da ADKH’nin de aralarında olduğu kadın örgütleri protesto eylemleriyle karşılık verdi. ADKH Frankfurt’ta çarşı meydanında Özgecan Aslan şahsında yaşanan kadın katliamlarını protesto ederek kadın katliamlarının bir sistem sorunu olduğunu, öldürülen her kadının sorumlusunun kapitalist sistem ve iktidar partileri olduğu vurgulandı. Almanya’nın Hamburg ve Duisburg şehirlerinde de ADKH’nin de katılımıyla protesto eylemleri gerçekleştirildi. Londra’daysa aralarında ADKH’nin de bulunduğu kadın örgütleri T.C. konsolosluğu önünde kitlesel bir protesto eylemi gerçekleştirilerek “Kadın katliamlarına karşı yasta değil isyandayız” mesajı verildi. İsviçre'nin Zürih Kantonu'nda T.C Konsolosluğu önünde bir araya gelen ADKH, Yeni Kadın, Zürih Kürt Kadın Hareketi katledilen tüm kadınların anısına bir dakikalık sessiz oturma eylemi gerçekleştirdikten sonra yaptıkları basın açıklamasıyla eylemi sonlandırdı. Paris’teyse aralarında ADKH’nin de bulunduğu kadın örgütleri ortak bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
kadın haber 09
DKH: Öfkeni isyana, isyanı mücadeleye dönüştürmenin zamanıdır “Bizlere dayatılan katliam ve talanlara sessiz kalmak, bunlara ortak olmaktır. Kadınlar olarak cins bilincini yaşatmanın gereğiyle bizlere düşen ise katliamlara ve talanlara susarak ortak olmak değil, katledenleri de emeğimizi peş keş çekenleri de her koşulda teşhir etmek ve hep birlikte mücadele zemini oluşturmaktır” Demokratik Kadın Hareketi “Öfkeyi isyana, isyanı mücadeleye dönüştürmenin zamanıdır” başlığını taşıyan bir açıklama yayımlayarak, tüm kadınları kimliğine, bedenine ve emeğine sahip çıkmaya çağırdı. Yapılan açıklamayı okurlarımızla paylaşıyoruz: “Kadının meta olarak görüldüğü ataerkil düzende kadının çifte sömürüye ve baskıya maruz kalması; bedeninin, kimliğinin yok sayılması yüzyıllardır değişmeyen ve kapitalist sitemde de biçimler değiştirerek var olan bir gerçektir. Kadına yönelik cinsel şiddet, kadın ve trans katliamları her geçen gün katmerleşerek artmaktadır. Dün N.Ç., bugün de Özgecan ve daha bir çok kadın şiddete maruz kalmakta, LGBTTİ bireylerine yönelik devletin nefret söylemleri trans cinayetlerinin önünü açmaktadır. Muhafazakar aile yapısı içinde inancına bağlı yeni nesiller yetiştirilerek, kadının ‘anne olduğunda erkeklerle eşdeğer olacak’ söylemleri; ‘erkekle kadın eşit olamaz, fıtrata aykırı; kadının dekoltesinden kahkahasına, ‘iffetli- iffetsiz sözleri’, iç güvenlik yasasıyla kadına yönelik devlet şiddetinin önünü açmaktadır. Ülkemizde kadın istihdam paketleriyle; kadının sendikasız, güvencesiz, esnek, düşük ücretli ucuz iş gücü olarak görülmesi cinsiyetçi iş bölümünü pekiştiriyor. Medyadaki cinsiyetçi söylemleriyle bugün katliamları, kadın kırımlarını meşrulaştıran;kadının bedenini, kimliğini, emeğini yok sayan, görmezden
gelen erkek egemen sistemin kendisidir. Bugün medyada dillere pelesenk olan ‘idam edilsin ya da hadım edilsin’ sözü çözümsüzlük içerisinde çözümsüzlüğü üretmektedir. Özgecan’ın vahşice katledilmesiyle gündeme gelen ‘idam’ söylemlerinin altında yatan asıl niyet caydırma politikasından ziyade devletin politik bir manevrasıdır. Bugün ahlak-namus kavramları üzerinden tahrik indirimi yapan devlet, ‘idam-hadım’ söylemleri ile bilinç bulanıklığı yaratıp gündemin yönünü değiştirmektedir. Meclisten geçen ‘iç güvenlik yasası’ tam da böylesi yoğun bir gündemde kabul ettirilmiş ve bu gündem yoğunluğunda mecliste kadına yönelik şiddeti uygulamaktan kendini alı koymamıştır. Devlet eliyle yönlendirilen medya Özgecan’ın katliamını gündemde tutarken bir taraftan da halkı ‘tecavüz ya da kadına yönelik şiddete’ dair sistematik-duyarsızlaştırma politikasını icra etmektedir. Yeni yasalarla medya–yargı–devlet eliyle kadına yönelik şiddetin önü daha fazla açılmaktadır.
Ne yasada ne vicdanda; çözüm zoru zorla yıkmakta! Bu ülkenin katilleri ve hırsızlarının kimler olduğu gün gibi aşikardır. Bizlere dayatılan katliam ve talanlara sessiz kalmak, bunlara ortak olmaktır. Kadınlar olarak cins bilincini yaşatmanın gereğiyle bizlere düşen ise katliamlara ve talanlara susarak ortak olmak değil, katledenleri de emeğimizi peş keş çekenleri de her koşulda teşhir etmek ve hep birlikte mücadele zemini oluşturmaktır. Bu ülkenin katilleri, ‘kadermiş’ gibi yok etme zihniyetine karşı var olma mücadelesini yaşamsallaştıranları zindanlara hapsedenlerdir. Yaşamı, uğruna ölecek kadar seven kadınlarımızdan aldığımız güçle ‘biz susmayacağız’ demek, erk zihniyetin katline, talanına ortak olmayacağımızı söylemek istiyoruz. Kimliğimizi, bedenimizi ve emeğimizi yok sayanlara, kadının cins bilinciyle, kadın rengiyle mücadeleyi örgütlü güce dönüştürmenin zamanıdır şimdi!”
10
analiz yorum
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
“Hayat güzel, daha da güzel olacak”dır Her ne kadar farklı olana kin, nefret duyulan bir gezegende yaşasak da yaşıyor olmak güzel; doğaya karışmak, insanları deneyimlemek güzel Üniversite kaydımı yaptırdığımda kafamda milyonlarca plan vardı geleceğime dair. İstanbul gibi kozmopolit bir şehirde aileden bağımsız olarak üniversite okuma fikri heyecanlandırıyordu beni bir hayli. Babam, annemden ayrıldıktan sonra İstanbul'dan Lüleburgaz'a taşındı babaannemin yanına.On altı yıl kadar iyi kötü beraber yaşadılar. Bu süre içerisinde sigorta gününü doldurmak adına bir çok işte çalıştı. Elli sekiz yaşında anca kendi evine sahip olabildi babam. Dedeler bir kaç dönüm tarla bırakmış torunlarına, sattıktan sonra gelen para sayesinde bir çatı altına girebildi nihayetinde. Bankadan çekilen ev kredileri yüzünden eli ayağı bağlanmıştı babamın. Üniversiteye gidecektim ama hangi parayla? Beş kuruş isteyemezdim babamdan, mecbur halama boyun eğecektim. Halam ile hayata bakış açılarımız birbirinden çok farklı, ortak nokta bulmakta zorluk çekiyordum çoğu zaman. Elim kolum bağlıydı, önümde sadece iki seçenek vardı; ya gururumu bir kenara bırakıp halamdan para almayı kabul edecek ve onun kurallarınca üniversite yaşamımı sürdürecektim ya da bir yıl daha babamın banka kredisi borcunun bir kısmının kapanmasını bekleyecektim. Bir yıl daha Lüleburgaz gibi küçük bir ilçede kısıtlı olanaklarla yaşamak, üstelik erkek bedeninde bir kadın olarak... Üstesinden gelemezdim, bir an önce kendimi İstanbul’a atmalıydım. Mecbur halamın şartlarını kabul ettim. Kısacası, kendin değil, benim olman gerektiğini söylediğim kişi gibi ol diyordu halam. Boyun eğmeliydim bir süre. Lüleburgaz'daki son günümdü; yastıkyorgan hunçlandı, tabak-çanak gibi şeyler gazetelenip bavullara yerleştirildi. Hazırdım. Gidip halamla vedalaşmaktı Lüleburgaz'daki son görev. Gittiğimde halamın suratı sirke satıyordu, meğer içindeki ibnefobi-dönmefobiyi kusamamış yeterince ki ''Ya erkek olursun, ya da bütün desteğimi çekerim senden. Bana yeğenin ibne dedirtme'' dedi sert bir ses tonuyla. Masanın üzerindeki kurabiyeden aldığım yudumu yutamadım, gözlerim doldu... Ağlayamadım. Göz pınarımda birikti gözyaşım. Çantamı aldığım gibi çıktım evden ayaküstü vedalaşarak. ''Ah!'' dedim içimden, ''insanın eli mahkum olmasın...''
İstanbul'da yeni bir yaşam... Hayatım daha pozitif geçiyordu artık, üniversite korktuğum gibi değilmiş. Sınıf arkadaşlarım hiç yadırgamadı beni. Kampüsümüz, gökkuşağı gibi; feminist kadınlar, pro-feminist erkekler, sosyalistler, anti-kapitalistler, anarşistler, LGBTTİ’ler, sanat severler, vejetaryenler, veganlar, vegamayanlar… İstanbul Üniver-
sitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi. Cansın sen tüm renklerinle! Bana cesaret veriyordu üniversitedeki insanlar. Ayna karşısında daha fazla vakit geçirir olmuştum. Vücut kıllarım ve cinsel organım haricinde vücudumla barışmıştım, tabii aynalarla da. O kadar da kalın değilmiş aslında belim ve omuzlarım, ben fazla takıyormuşum meğer. Okula giderken tatlı bir heyecan basıyordu. Saçlarımı düzleştiriyor, hafif bir göz makyajı ve ruj sürüp koyuluyordum yola. Mutluydum. İsim seçmeliydim derhal. Sosyal çevremde kimliğimdeki eril isimle anılmak beni rencide ediyordu. İnsanların alışık olduğu isme yakın ama dişil bir şey olsun dedim. Feminize haliyle Stefania oldu böylece ismim. Artık bu şekilde kendimi takdim ediyordum çevremdekilere, kısa bir sürede kendim de alıştım ismime. Mutluluğum günden güne artıyordu ama bir türlü tam olarak tatmin olmuyordum. Tam her şey yolunda derken bir aksilik çıkıyordu beni yerle bir eden. Artık toparlanmalı, sürece başlamalı!
Silkelen, Stef! Bir yerden başlamalıydım artık, böyle olmaz! İnternetten Türkiye'deki cinsiyet uyumlama süreci hakkında detaylı bilgi toplamalıydım. Ulaşabildiğim kadar insana ulaştım. Uyumlama sürecinde olan transcinsel bireylerle iletişime geçtim. Haftalarca sürdü araştırmam. Bir şeyler yapıyor olmak moral veriyordu bana. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Uzm. Dr. Şenol Turan ilgileniyormuş transseksüalite vakaları ile. Hemen gidip randevu aldım kendisinden. Randevu günü gittiğimde geçmişten günümüze olduğu gibi birer birer anlattım ne var ne yoksa. Sonrasında belli başlı kağıt üzerinde testler yapmamı istedi; ailevi durumum ve sağlığımla ilgili testler. Üç ay sonraki randevumda testleri teslim ettim kendisine, benden IQ ve bir kaç test daha yapmamı istedi. Beş yüz seksen küsür soruluk IQ testi ve görsel hafıza zımbırtıları...
Devletin sağlık sektöründe transfobi! Soruların, biyolojik cinsiyeti baz alıp oluş-
turulmuş olması çok da şaşırtmadı aslında beni. Aksini beklemek garip olurdu. Karşı cins, hemcins gibi terimler barındırıyordu bolca. Karşı cinsimin erkek olduğuna emindim ama ne yazık ki senelerce tıp okumuş, kendine tıp insanı diyen sözüm ona ilim-irfan sahibi zat-ı muhteremler öyle düşünmüyordu. Neyse ki İstanbul'da geçen bu süre zarfında kendimi ezdirmemeyi öğrenmiştim. İlgili birime çıkıp soruların biyolojik cinsiyet üzerinden sorulmasının doğru olmadığını anlatmaya çalıştım, anlayacak kapasitede insan bulamayınca toplumsal cinsiyet kimliğime göre doldurup üzerine not düstüm; ''Toplumsal cinsiyet kimliğine göre doldurulmuştur!''. Ne derece dikkate aldılar bilmiyorum ama yaptığım bu eylem sonucu kendimle gurur duymuştum. Halamın gönderdiği paralar putka (Lubunca: vajina) yaptırmak adına çıktığım bu yola gidiyordu. Yeğenin ibne değil, dönme! Bil istedim theiadoula mou (Rumca: hala).
Kışt kışt similya, gel gel putka! Adım adım yaklaşıyordum zafere. Gün geçtikçe sosyalleşiyordum. Kendimi LGBTTi aktivistlerinin içerisinde buluverdim bir anda. Çok değerli insanlar tanıdım bu süreçte, hepsi hayatıma farklı bir renk kattı. Yalnız olmadığımı onların sayesinde idrak ettim. Öncesinde yalnız olduğumu düşünürdüm hep, başıma gelen her neyse ona bir tek ben sahipmişim gibi. Öyle değilmiş meğer. Bu insanlarla tanışana kadar hayatın bu derece renkli olduğunu bilmezdim. Hayatın sillesini en ağır şekilde yemiş, yok yakın dostları magandalara kurban gitmiş insanlar var aralarında ama hep direniş halindeler. İntihar girişimim aklıma geldi bir anda, utanç duydum. Dört yıl önce o yoğun bakımdan çıkamasaydım bu satırları şuan yazıyor olmayacaktım. Meğer dört yıl içerisinde ne kadar şey değişmiş, inanılır gibi değil. Pişmanlığım artarak devam ediyor günden güne. Her ne kadar farklı olana kin, nefret duyulan bir gezegende yaşasak da yaşıyor olmak güzel; doğaya karışmak, insanları deneyimlemek güzel.
Çocuklar inanın, inanın çocuklar; güzel günler göreceğiz, güneşli günler... Bir sonraki psikolog randevumda gereken tüm testler yapılmış, sonuçları eline ulaşmıştı psikoloğumun. İlk mahkeme duruşmamda hakim bey, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden tarafına iletmesini istediği tetkiklerin bulunduğu mühürlü zarfı teslim etti bana. Götürüp verdim psikoloğuma. Bir sürü farklı birime yönlendirdi, tüm tetkikler yapıldı. Sonuçları, bir yıllık tam zamanlı kadın deneyimi son bulduğunda heyet tarafından yazılan ''Cinsiyet disforyası teşhisi konmuştur, genital rekonstrüktif operasyonu olması psikolojisi açısından zorunludur.'' raporu ile iletecektim adliyeye. Psikoloğumun yönlendirmesiyle endokrinoloji birimine gidip randevu aldım. Cinsiyet uyulmama sürecini başlatmak isteyen bir başka kadın arkadaşa rehberlik ediyordum. Onun işlerini bitirdikten sonra endokrinoloji birimine gittik. Sigara içmek için dışarı çıktığımızda iki transcinsel erkek arkadaşla karşılaştık. Ne güzel bir ortam; iki transcinsel kadın ve iki birbirinden yakışıklı transcinsel erkek. Hükümet koltuğunda oturanlar koltukları boşaltsa da bizler geçsek. Ne güzel yönetiriz halbuki bu ülkeyi. Rengarenk yaparız ülkeyi alimallah! Sıram geldi, içeri girdim. Sevimli bir kadın doktor vardı, üst kıdem biri olsa gerek onayı o verdi. Ve o an! Reçete masanın üzerinde, ilaçlar ve dozları yazılıyor! Hormonlarımı aldım! Bugün hormona başlayalı tamı tamına 4 ay, 3 hafta oldu. Heyet raporumu 2 hafta kadar önce aldım. 3 Mart’ta da genital rekonstrüktif operasyonum için yasal iznimi alacağım. Nisan ya da mayıs ayında ise büyük ameliyatım var. Ailem tüm süreçten haberdar. Ameliyat olacağımı biliyorlar. Babam henüz tam olarak idrak edemedi gerçi yaza putkayla gireceğimi ama olsun. Hayat güzel. Daha da güzel olacak. Dayanışmayla ve sevgiyle kalın!
Stefania Yılmaz
analiz yorum
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
Bir tahakküm biçimi olarak
heteroseksizm! Heteroseksizm toplumsal yaşamı cehenneme çeviren ideolojilerden biridir. Heteroseksüel ilişki biçimi binlerce yıl öncesine kadar uzanan bir iktidar biçimidir. Üstelik sadece belirli kesimleri değil; kamusal alanla birlikte özel alanı belirleyen ve biçimlendiren yine heteroseksizm 8 mart vesilesi ile emek eksenli kadın hareketlerinin üzerine pek düşünmediği bir konu olan 'Heteroseksizm' kavramını ele almak doğru bir tercih olacaktır. Heteroseksizmin bugün sadece sınırlı çevreler içerisinde tartışılıyor olması geç kalınmış bir durum olsa da bir yanıyla da umut verici. Zira heteroseksizm dediğimiz kavram sadece bunun üzerine düşünen ve kafa yoran LGBTİ ve Feminist hareketi değil, toplumsal tüm tabakaları ilgilendiren bir kavram olarak karşımızda duruyor. Aslında bu kavramın gelişimini insanlık tarihiyle bir tutabiliriz. Yerleşik yaşamla beraber avcılıktan toplayıcılığa geçiş, heteroseksizmin doğuşu olarak tabir edilebilir. Peki, nedir heteroseksizm? Gordan’ın sosyoloji sözlüğündeki tanımına göre; ‘Karşı cinsten insanların ilişkiye girdiği Heteroseksüelliğin karşıtı olarak aynı cinsten insanların ilişkiye girdiği homoseksüelliğin yer aldığı bir dizi toplumsal arenada Heteroseksüelliğe ayrıcalıklı rol atfedilen, çok çeşitli toplumsal pratikleri (dilbilimselden fiziksele kamusal ve özel alanda açık ve üstü kapalı olarak) anlatan bir terim olup heteroseksizm tebaşına eşcinsellik karşısında konumlanan bir durum değildir. Tabi bu kavramın yarattığı tahakküm sadece LGBT bireyler için değil, heteroseksüel kadın ve erkekler içinde geçerli. Heteroseksüel birliktelikleri tek ve doğru ilişki biçimi saymakla beraber, kadınlık ve erkeklik rollerini belirleyende yine heteroseksizmin kendisi. Ve bu rolleri kabul etmeyen herkes heteroseksizm doğal hedefi. Yani LGBT’ler, feministler, bekar yaşamayı tercih edenler, evlenip boşananlar, erkek egemenliği sorgulayanlar ve başkaldıranlar, nikahsız yaşayanlar, tek başına eğlenmeye çıkan kadınlar… Bu sebeple tahakküm biçimi olarak hereoseksizmin dar bir çevrede tartışılıyor olması üzücü bir durum.
Peki, heteroseksizm kimi nereden vurur? Kadını; eve kapatır, üretim ilişkilerinde ucuz iş gücü olarak görür, yuva kurma-
sını ister, belirli bir yaşa kadar babaya – bir yaştan sonrada kocaya bağımlı kılar, edepli hareket etmesini ister, erkeğin belirlediği sınırların dışına çıkmasını tembihler. Devlete işçi ve asker yetiştirmesini ister. Giyiminden tutalım da saç kesimine, kaç çocuk doğuracağından vücut kıllarının durumuna kadar bir çok normu belirler. Erkeği; güç merkezi olarak belirler. Namus kavramını sahiplenmesini, evlenmesini, erkini korumasını salık verir. Hazlarını bile bu kavram belirler. Ailenin yegane kurucusu ve kollayıcısı olmasını ister. Gerektiğinde savaşa katılmasını, sivil faşist unsurlar olarak örgütlenmesini dayatır. LGBT’leri ise dayatılan ve norm olarak kabul edilen heteroseksüel ilişkiler üzerinden baskılar. Hasta ve sapkın bireyler olarak gösterir. Toplumsal yaşamı kapatıp, nefret kültürünü yayarak öldürür, katleder, yok sayar. Barınma hakkından sağlık hakkına, hukuka erişimden yaşam hakkına kadar her türlü hakkı
gasp ediyor. Hakkıyla tartışıldığında görüyoruz ki Heteroseksizm toplumsal yaşamı cehenneme çeviren ideolojilerden biri. Heteroseksüel ilişki biçimi binlerce yıl öncesine kadar uzanan bir iktidar biçimidir. Üstelik sadece belirli kesimleri değil; kamusal alanla birlikte özel alanı belirleyen ve biçimlendiren yine heteroseksizm. Bu kavramın düz bir şekilde ele alınması zihnimizi yeteri kadar açmayacaktır. Bu sebeple üretim ilişkilerinden, bulunduğumuz coğrafyanın sosyo-ekonomik yapısına ve dinsel şekillenişe kadar bir çok noktadan tartışabiliriz. Zira binlerce yıllık bir ideolojiden bahsediyoruz. Erkeği sürüne sürüne erkek yapan, kadını mülk haline getiren, LGBT’leri baskı ve zulmün cenderesine hapseden ideolojiye karşı yeniden düşünme vakti geldi de geçiyor. Peki sizce?
Kıvılcım Arat
Toplumsal cehennemde ikili cinsyet Ben/biz feminenleştikçe onların o çok kutsadığı erklerini/erkekliklerini/ikt idarlarını kırmızı bir topuklu ayakkabının ucuyla adeta bir sigara söndürür gibi hiç acımadan eziyorum/eziyoruz. İşte toplumu bize karşı dolduran, nefret cinayetleri işlemesine sebep olan, bizi öteleyen, ayrıştıran bu iktidarı kaybetme hırsı Kuir bir yaşam tahayyül ettim hep. Kılık-kıyafetin, şeklin-şemalin, cinsel organların bir öneminin olmadığı bir dünya... Ben trans bir kadınım, öğretmen bir
trans kadın. Kamu Personeli Seçme Sınavı gibi bir illet yüzünden özel sektöre mecbur kalmış öğretmen bir trans kadın. Öğrencilerinin ve iş arkadaşlarının "Mehmet Hoca" diye seslendiği; kendine ise isim olarak "Zelal"i seçmiş öğretmen bir trans kadın. Yazının girişinden de anladığınız üzere trans dönüşümüme dair her hangi bir ciddi adımım yok. Şimdilik "beyan esastır" ile yetiniyorum. Lubunya* aleminin deyimiyle gündüzleri "laçovari" arkadaş ortamında, bazı özel gecelerde, erkeklerin kollarında ise "gacıvari" Zelal Kadın... Bu yazı ile sizlere ‘transgender politikası’anlatmaya niyetim yok. Burda amacım kendi üzerimden okulda, hastanede, şantiyede, ofiste kısacası hayatın her alanında, tüm iş kollarında olup işini kaybetme korkusu ile dönüşmeyen/dönüşemeyen transların hayatına/sorunlarına ışık
11
tutmak. Yaklaşık dört yıl önce barıştım trans kimliğimle. O zamana kadar kendimi gey zannediyordum, değilmişim!
Bizlere dayatılan ikili cinsiyetçi sistem Cinsiyet kimliğimi daha genç bir yaşta fark etseydim dönüşüm konusunda daha cesur olabilirdim belki. Şimdiyse korkuyorum, net! Ailemi, işimi, arkadaşlarımı ve belki de en önemlisi gündüz yaşamımı terketmekten korkuyoum. Ve biliyorum ki; kimliğim konusunda cesur adımlar attıkça en yakınımdan en uzağımdaki insanlara kadar çevremdekilerin büyük bir bölümü terk edecekler beni. Ve karanlığa mahkum edecekler. Ben/biz feminenleştikçe onların o çok kutsadığı erklerini/erkekliklerini/iktidarlarını kırmızı bir topuklu ayakkabının ucuyla adeta bir sigara söndürür gibi hiç acımadan eziyorum/eziyoruz. İşte toplumu bize karşı dolduran, nefret cinayetleri işlemesine sebep olan, bizi öteleyen, ayrıştıran bu iktidarı kaybetme hırsı. Bizlere dayatılan ikili cinsiyet sistemi iş hayatının her anında karşımıza çıkıyor. Tuvaleti kullanırken, fiziksel kuvvet gerektiren bir iş yaparken, ofiste kahvaltı hazırlarken ya da telefonda konuşurken... Özellikle öğretmen translar için müfredatın nasıl ikili cinsiyet sistemini, ataerki ve aileyi dayattığını anlatmıyorum bile. Peki ya evlerde? Şahsım özelinde "evlen" baskısını aşalı çok oldu ama bu bela ile hala mücadele edenler ne olacak? Hiç aklınıza gelmeyecek şeylerden nefret ediyorum ben mesela: Cenaze, düğüm, bayram, sünnet... Aile büyüklerinin bize "evin erkeği" muamelesi yapması paha biçilemez. Niyetim dönüşen ve dönüşemeyen transların acılarını mukayese etmek değil. Anlatmak istediğim sadece korkaklığımın, basiretsizliğimin veya cesaretsizliğimin bedelini hergün "erkek" muamelesi görerek öedmeye çalıştığımdır. Elbette bu rüzgar tersine esecek. Bir gün inanıyorum ki bizler de istediğimiz zaman makyajımızla, mini eteğimizle, topuklu ayakkabılarımızla ve en "ucube" hallerimizle o iş yerlerinin kapısından salına salına gireceğiz. Kolay olmayacak, çok bedel ödenecek ama olacak. Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.
Zelal Demir
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
Bir kez daha açıktan i Mücadelenin ideolojik çizgi mücadelesi olarak sınırlandığı zeminde eleştirinin zemini böyle kullanılmak durumundadır. Aksi halde eleştiri veya doğruyanlış mücadelesi ekseninden çıkarak yıkıcı kulvara oturur. Yıkıcılığın ise dost güçler arasındaki hukukta yeri yoktur İtiraz kültürü dediğimiz şeyden kastımız olağan koşullarda sergilenen eleştiride bulunma, itiraz etme, karşı çıkma ve benzeri tavrı değildir. Kastımız, itiraz etmeyi, karşı çıkmayı ve eleştiri yürütmeyi doğru-yanlış kaygısı gütmeden tamamen önyargının esiri olarak ya da her şartta değişmeksizin mutlak tavırla çıplak gerçek karşısında dahi bunu bir alışkanlık olarak kullanan, hastalık düzeyinde sistemleştiren ve bunu bir işuğraş edinen, iknaya kapalı, doğrulara kayıtsız ve hep kötüleyerek hiç beğenmeyen ruh hali veya davranış kültürüdür. Parti içinde geçmişte belirmiş olan bu kültür tam anlamıyla burada saydığımız özelliklere sahip değildi ama şimdi tartışma konusu yaptığımız ve belli bir parti çevresinde muhatap olduğumuz adı geçen kültür tam da burada saydığımız özelliklerdedir. İtirazcı kültürü parti çevremiz açısından tartışırken, yanlış anlaşılmamalıdır ki, bütün parti çevremiz değil, bir kısmı itiraz kültüründen muzdariptir. Genel parti çevremiz veya dostlarımız ise tam tersine partiyi olumlu manada destekleyip katkılar sunan ve partiyi destekleyerek ilerlemesine katkı sunan özelliktedirler. İç tartışmalarımızda itirazcı kültüre dair belli tartışmalar yürüttük. İç tartışmalara konu olan bu mesele, yani itirazcı kültür meselesi tartışmanın bir kısmını teşkil ediyordu. İtirazcı kültür esasen çevremiz diyebileceğimiz yelpazede çok daha güçlüdür. Çevremiz ya da partimizle ilgili olan bu yelpaze her fırsatta partiyi eleştirme adına yermekten geri durmayan bir özelliğe de sahiptir. Niyet ve bilinçli gaye yermeyi hedeflemese bile, bu yelpazedeki dostlarımızın tavırtutumu objektif olarak yerme eylemine denk düşmektedir. Elbette belli bir kesimin bu yerme tarzını bilinçli olarak benimsediğini de söylemek mümkün. Ki bunlar eleştiri olarak algıladıkları bu bozuk tarzı sistemli olarak, her vesileyle ve adeta bir ‘’meslek’’ olarak icra etmektedirler. Bunların, işsizliğin ‘’mesleğini’’ icra ettiklerini söylemek abartı ya da
haksızlık olmaz. Özcesi bir kez daha dikkat çekmekte fayda gördüğümüz itirazcı kültür meselesi iç tartışmalar kapsamındaki muhatapları değil, yeni muhatapları ilgilendirmektedir esasta. Ancak içte de muhatap olacak yaygın ama özellikle eski eleştiri muhatabı olan yoldaşlar dışında yoldaşların olması da objektif durumdur. Dolayısıyla her ilgili ve her yoldaş tabi ki, üstüne düşeni almalıdır. Bu özet açıklamadan sonra tanımladığımız bu yelpazedeki ilgili eğilimleri, yani itirazcı kültür olarak yansıyan bozuk tarz ve tutumu örnekleyerek incelemeye çalışalım.
Karalama ve kökten reddeden eleştirinin kabulü yoktur Öncelikle bu yelpazedeki arkadaşların en belirgin özelliği, iyi ya da iyi olmayan, olumlu ya da olumlu olmayanı bilimsel ölçülerle bir birinden ayırıp olumsuz olana olumsuz, olumlu olana ise olumlu deme tavrından uzak, partinin söz ve eylemini toptancılıkla olumsuzlayan ve eleştiren genel bir tutum olarak zuhur etmektedir. Üstelik bu davranış ve yaklaşım biçimi son derece sistemli bir şekilde ve adeta bir alışkanlık, bir uğraş olarak sergilenmektedir. Bunların kronik eleştiri hastalığına yakalanan kronik eleştiriciler olduğu söylenebilir. Eleştiriyi sakız yapmanın ötesinde sıradanlaştıran ve tamamen amacı dışında kullanan bu kesimin tutumuna eleştiri demek yerine karalama demek isabet olur. Kısacası, bunların göze batan en belirgin özelliklerinin başında kendini beğenme ama kendi dışında gelişen neredeyse hiçbir şeyi beğenmeme ve kötüleme çizgisidir. Hep eleştiren, her vesilede eleştiri adına karalama, hemen hemen hiçbir şeyi beğenmeme ve her şeye burun bükme, yapılan işlere kıskançça saldırma ve yapılan işleri sindiremeyip ters orantılı bir propaganda geliştirme eğilimi bunların genel eğilimi, davranış biçimidir. Unutmadan söyleyelim ki, bu paragrafta tarif ederek söz konusu yaptığımız bu kesim parti içindeki muhataplar asla değildir, bilakis parti dışında çevremiz denebilecek ya da partimizle ilgili olan belli bir yelpazeyi hedef alır. Yine ekleyelim ki, bu değerlendirmelerimiz eleştiriye karşı tahammülsüzlük, eleştiriyi bastırma, eleştiriden rahatsız olma biçiminde değerlendirilemez. Böyle değerlendirmek maksatlı olmakla birlikte, alenen bir çarpıtma, demagoji ve savunma maksadıyla tartışmayı başka mecraya çekme çabasıdır. Partimizin eleştiri konusundaki yaklaşımı esasta bilinmekle birlikte, eleştirinin her parti
için ekmek, su ve hava kadar gerekli olduğu kadar keskindir. Gereğinden fazla sayıda çevremiz sayılan arkadaşın ve bazı yoldaşların son parti açıklamasına karşı muhtevası tam bilinmeyen karşı çıkışlarına, dolayısıyla ulu orta eleştirilerine ve tabi objektif olarak yergiye hizmet eden tavırlarına tanık olduk, oluyoruz. Bilindiği gibi PHG İstanbul Çekmeköy’de silahlı bir eylem gerçekleştirdi. Basında haber edilen bu eylem hem belirsiz kalmasın ve hem de parti silahlı güçlerimizin devrimci eylemi olduğu için doğal olarak partimiz tarafından eyleme ilişkin genel bir açıklama yapılarak eylem sahiplenilmiş, ilgili silahlı güçlerimiz eylemleri nedeniyle selamlanmıştır. Yapılan açıklamada eylemin kısmen başarısız kalması ve bunun nedenleri açıklanarak eylemin kısmen başarısız kalması nedeniyle halk kitlelerinden dolayı özür dilenmiştir vb… Bu arada yeri gelmişken parantez açarak söylemeliyiz ki, doğru ya da yanlış belli sayıda bir eleştirel yaklaşım söz konusuysa, bu eleştirel yaklaşımı özellikle dikkate almak şarttır. Yani şayet bir yerde eleştiri varsa isterse yanlış eleştiri olsun dönüp kendimize bakmamız gerekmektedir. Dolayısıyla eleştirileri eleştirirken kendimize de dönüp baktığımız
bilinmelidir. Muhtemeldir ki, belli hatalar vardır ve eleştiriler illa da bir şeyi açığa çıkarır. Buna karşın somut eleştirilerde genel nitelemede bulunduğumuz bir kültürün, bir tavır ve tutumun söz konusu olduğu hususunda da iknayız. Yani eleştiriler nedeniyle kendimizi gözden geçirmemiz ayrı bir doğru ama eleştirilerin arka planı hakkında veya niteliği hakkında değerlendirmeler yapıp tespitlere varmamız da ayrı bir doğrudur. Parantezi kapatarak kaldığımız yerden devam ediyoruz. İşte partinin yukarıda bahsettiğimiz bu açıklaması, bahsini ettiğimiz çevre veya dostlarca ve hatta kimi yoldaşlarca; ‘’Bu nasıl açıklama, niye bunlar yazılıyor, niye bu başarısız eylem üstleniliyor…’’ şeklinde ulu orta konuşma, eleştirme ve karşı çıkışlara tanık olunuyor. Bu karşı çıkış ve eleştirinin son derece anlamsız, yersiz ve ‘’nereden eleştiririm’’ mantığının dışavurumu bir anlayışın ürünü olduğu açıktır. Elbette eleştiri yürütülebilinir. Fakat eleştiri neye karşı çıkıldığını, neden karşı çıkıldığını ve alternatif görüşü ortaya koymak durumundadır. Salt benim hoşuma gitmedi, eylemi beğenmedim diye eleştiri yürütülmez ya da yıpratma-karalama tavrına girilmez. Dahası eleştir-
perspektif
itiraz kültürü üzerine!
mek için eleştirme tavrına düşülmez ve ‘’buradan da bir şey çıkarırım’’ anlayışıyla hareket edilemez. Hele hele silahlı mücadele ve eyleme özünde karşı çıktığım için ve hal böyleyken bunu açıktan dillendirmeden ama bu anlayışın geri güdüsüyle eyleme ve açıklamaya yönelik yüzeysel yaklaşımla ya da partinin karalanmasının malzemesi yapmak için hiç eleştiri yürütülemez. Aslında bu tutum ve tavır daha önceki bazı açıklamalarda, bazı kararlarda, bazı yazı ve anlayışlarda da gündeme gelmişti. Dolayısıyla gereğinden fazla gündeme gelip bir eleştiri hastalığı veya itirazcı kültürü yansıttığı için üzerinde durmak zorunlu oldu. Dikkat çektiğimiz noktada niyetli niyetsiz bir şekilde partiyi her vesileyle karalamaya çalışan arkadaşlara önerimiz bu hatalı tutumlarından vazgeçmeleri, devrime hizmet etmeyen, tersinden devrimci yapı ve onun şahsında devrime zarar veren yaklaşımlarını terk etmeleridir! Daha da önemlisi, yoldaşlarımızın bu konuda net bir duruşa sahip olması önemlidir. Yoldaşlarımız partiye saldırı ve karalama tarzında gündeme gelen bu eleştiri ve saldırıları hem devrimci zemin ve ilkeler temelinde göğüslemeli hem de bu karalama ve itirazcı kültürü dikkate
almayarak değer vermemelidirler. Yalnız burada ikinci bir şeye aynı netlikte dikkat çekmek isteriz ki, bu söylenenden hareketle eleştirileri bastırma, yasaklama ve eleştirilere reaksiyon gösterme tutumuna kesinlikle düşülmemelidir. Ne ilke ve değerlerimizden taviz vermeli ne de bunları savunma adına hatalara savrulmamalıyız.
Dar yaklaşımlar ve kasıtlı yapılan söylemler eleştiri kabul edilemez İtiraz kültürünün bir biçimi 3.Kongre sonuçlarına karşı peşin hükümle, hiçbir belge okunup incelenmeden ve buna gerek duyulmadan itiraz edip tavırtutum geliştiren belli sayıdaki arkadaşın tavrında da çıplak biçimde açığa çıktı. İtiraz etmek demokratik haktır. Ancak itiraz doğru veya bilimsel temellerde ortaya konmadıkça itiraz sadece kullanılmış bir hak olur ama asla haklı olmaz. İtirazın haklı mı, değil mi olduğuna elbette karar verecek mutlak otorite yoktur. Fakat genel kabul gören doğrular veya evrensel gerçekler karşısına açık cepheden dikilen yaklaşımlar birer paradoks olarak sağlıklı her düşünüz tarzı tarafından görülürler. Dolayısıyla itiraz kültürünün çürüklüğü ve eleştirilerinin bilimsellik dışı
olduğu tavırlarından çıkarılarak kanıtlanacak bir doğrudur. Örneğin belgeler okunmadan-içerik bilinmeden itiraz etmek önyargıdan başka bir şey olamaz. Bu önyargının özel olarak itiraz kültürü olarak biçimlendiği ise parti çevremiz ve bazen de parti içindeki eleştirilerden rahatlıkla anlaşılabilir, görülebilir. Ya da her zaman eleştiri silahını kullanan ama asla özeleştiri denen şeye yaklaşmayan ve hep karşısındakileri, partiyi kötüleyen, bunu her fırsatta yapan arkadaşların tavrının sağlıklı olduğu söylenebilir mi? Dolayısıyla diyalektik dışı iddiaya sahip olan bu hünerli beyinlerin gerçekte küçümsedikleri partiden çok çok geri olduğu açık değil midir? Kısacası bu gibi durumlarda tespite gitmek yanlış değil, bilakis doğru ve gereklidir. Bunu yapmak için otorite değil, biraz akıl yürütmek ve biraz mantık ile düşünme ve mukayese yeteneğine sahip olmak yeterlidir. Parti çevremizde itirazcı kültürü temsil eden arkadaşlar partiye has hemen her şeyi beğenmezken esasen belli hataları kullanma alışkanlığını sürdürüp daha ileri bir eleştiri yürütememektedirler. Dahası bu arkadaşlar belli bir emek ve uğraş sürecinin katkılarını referans edinerek ömür billah bunu kullanmak istercesine mevcut durumda iş yapmadan veya gerçek anlamda devrimci çalışmalar yürütmeden sadece partiyi eleştirmekle ilgilidirler. Bu yaklaşım veya tavırları elbette ciddi olamaz. Eleştiri hakkı herkesindir ve bu hakkı kimse kimseye bahşetmez. Ama eleştiriyi bir karalama, yerme hücumu olarak sakız edenler önce kendilerini görüp eleştirmekle de yükümlüdürler. Kendilerini dokunulmazlık yerinde görüp hep eleştirenlerin eleştirileri elbette ki yeterince anlamlı ve samimi olmaz. Hep olumsuzlukları öne çıkarıp olumlulukları hiç görmemek karamsarlık yaymaktan başka bir şeye hizmet etmez. Bu arkadaşlarımızın kendilerini bu açıdan görmeleri son derece önemlidir. Objektif tutum negatif olanı görmek kadar pozitif olanı görmeyi de gerektirir. Yarı aydın kibri son derece olumsuz olarak her şeyi kötümser gösteren bir hastalığın kaynağıdır da. Eleştiride amaç devrimci olanı geliştirmek değil de, mat etmek, kendimizi kanıtlamak, üstünlük taslamak ve iş yapanları kötülemek olursa, eleştiri amacı dışında bencil egolar uğruna kullanılmak üzere saptırılmış demektir. Bu eleştirilere bizlerin ihtiyacı yoktur. Dostlarımızın, arkadaşlarımızın eleştirileri kötümserlik yaymaya dönük değil, hatayı düzeltip doğruyu geliştirmeyi amaçlamak durumundadır. Aksi halde eleştiri
adına yapılan şeyin yıpratma kastı taşıdığı tartışma götürmezdir. İtiraz kültürün bir hali de pasif itirazcı kültür olarak yaşanmasıdır. Bu, daha çok parti içinde olup da parti dışına ve devrimci mücadele dışına çıkma eğilimi gösteren tavırlar biçiminde görülmektedir. Birçok yoldaş işlerin iyi gitmediği, şu işin, öteki işin, diğerinin yapılmadığı şeklindeki yakınmacılık kültürünün devamı olarak ilişkilerini kesme veya sık sık tavır alma eğilimi olarak öne çıkmış, neticede de bırakmıştır. Ya da bu gerekçeleri sıralayarak iş yapmama ve geri durma tutumu içine girme tavrı olarak yansımış, bu da netice de dışa çıkma nihayetiyle parti dışına çıkma tavrına varmıştır. Hatta aynı gerekçe ve eleştiriler sıralanarak, ‘’bunlar olmazsa, bunlar yapılmazsa, böyle giderse bırakırız’’ şeklinde pasif isyancılık ya da pasif itirazcı kültür parti içinde gündeme gelmiş ve nitekim özetlemeye çalıştığımız bu eğilim sahipleri giderek parti ve mücadele dışına çıkmış durumdadır bugün. Bu kültürün izleri somut olmasa da muhtemelen parti içinde bulunmaktadır. Parti içinde böyle bir tespitte bulunmak elbette doğru değildir fakat kültürel olarak yaşanan hastalıkların belli etkileşimler yaratmasını öngörmek doğru olanıdır. Dolayısıyla bu eğilimlerden etkilenen yoldaşlar mutlaka bundan sıyrılmalıdır. Zira bu kültürel biçimlenişlerin son tahlilde geldikleri yerin ya partiye tavır alarak ayrılma, ya partiden ve mücadeleden kopma ile sonuçlanmıştır. Gözetilmesi gereken mesele şudur. İtiraz ve eleştirilerimizi doğru zeminde kullanmakla birlikte, geliştireme ve ilerletme hedefiyle ya da somut olarak geliştirmeilerletme pratiğine bağlı olarak ele almalıyız. Eğer eleştiri ve karşı çıkışımız haklı, doğru ve metot olarak da aynı özellikte değilse açık ki, gelişme ve geliştirmeye değil, bilakis gerileme-geriletmeye hizmet etmektedir. O halde bu nitelikte ki itiraz ve karşı çıkışı neden gösterelim? Sonuç olarak, eleştiri mekanizması doğru-yanlış mücadelesi temelinde gelişmenin aracı ve ilerlemenin zemini olarak ele alınmak durumundadır. Mücadelenin ideolojik çizgi mücadelesi olarak sınırlandığı zeminde eleştirinin zemini böyle kullanılmak durumundadır. Aksi halde eleştiri veya doğru-yanlış mücadelesi ekseninden çıkarak yıkıcı kulvara oturur. Yıkıcılığın ise dost güçler arasındaki hukukta yeri yoktur.
14
güncel yorum
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
Genel seçim çalışmaları devrimci Genel seçim politikamızın temel taşlarından biri ittifaktır. İttifakın gerçekleşmesi için ilkesel olmamak kaydıyla ödünler verme pahasına ısrarlı olacağız. Bu ittifak anlayışımızın samimi olmasının ürünüdür. İttifak güçlerinden ayrı düşmek bizleri rahatsız eder. Evet bu kadar kesin ve içten inanmakta ve gerçekleştirmek istemekteyiz seçim ittifakını. Demokratik devrimci güçlerin hedefleri doğrultusunda kazanmalarını, özellikle Kürt ulusunun zafer elde etmesini kuvvetle istemekteyiz Genel seçimde iki esas cephe bulunmaktadır. Farklı tabelalar altında bilumum faşist düzen partileri cephesi ve devrimci demokratik cephe seçimdeki esas tarafları temsil etmektedirler. Biz proleter devrimciler değerlendirmelerimizi ve tavrımızı bu iki cephe somutunda belirlemekteyiz. Elbette her iki cephede de renk ve ton farklılıkları, ideolojik-politik çizgi ayrışımı ve bir yığın nüans bulunmaktadır. Fakat bu ayrılıklara-farklılıklara rağmen devrimci nitelik ile karşı-devrimci nitelik bağlamında vb vs iki cephe temelde bir birinden farklı olup kendi içinde de asgari düzeyde veya esasta bir zemin birliğine sahiptir. Bu iki cephe olgusu, genel olarak tavır ve tarafımızın tayin edilmesinden ziyade halk kitlelerini aydınlatma noktasında anlam kazanmakta, bu bakımdan da gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Düzen partilerinin siyasi teşhirini yürütmek vazgeçilmez bir görev alanı olsa da, bu konuda kullanılacak yeterli malzeme olması nedeniyle nispeten kolaydır. O halde belli düzeyde kendi politika, anlayış ve pratiklerimizi tartışarak zenginleştirmek veya kavranmasını sağlamak görece daha önem kazanmaktadır. Zira kitleleri kavrayıp kucaklama, devrimci güçleri ortak paydada buluşturma yeteneğine sahip doğru politika olmadan doğru çalışma pratiği olamaz ve dolayısıyla bir başarı kazanılamaz. Anlayış, tavır ve yaklaşımlarımıza dair kafa açıklığına sahip olmamızın hayati önemde olduğu söylenebilir.
Kitleleri kazanma ve mücadeleye hazırlama dönemini yakalamalıyız Belli bir zaman öncesi genel seçimlere girmeyi, ‘’halk kitlelerinin ayaklar altına alınıp ezilmesine karar verilen ahır olan faşist parlamentonun meşrulaştırılması’’
gibi anlayış ve yaklaşımlarla reddeder ve her defasında boykot tavrı uygulanırdı. Seçimlerin taktik bir siyaset kavrayışıyla kullanılabilir olmasına kapalı dururduk. Devlet ve onun kurumlarına seçimler şahsında topyekun bir karşı duruşla tavır alır, ortaya çıkan olanakları devrim yararına kullanmayı reddederdik. Hatta muhtarlık seçimlerini dahi boykot ettiğimiz, sandıkları yaktığımız ve muhtarlık mühürlerini topladığımızı söyleyebiliriz. Oysa, parlamento seçimleri-genel seçimler de olsa stratejik yaklaşım ve mücadele aracı olarak değerlendirilmeden, tamamen taktik bir araç veya devletin yasal boşluklarından devrim lehine yararlanma siyasetini benimsemenin hiçbir sakıncası yoktur. Stratejik olarak ele
alınması elbette sakıncalı ve reddedilmesi gereken anlayış ve yaklaşımdır ama taktik olarak ele alınmasında hiçbir mahsur yoktur. Taktik bir siyaset ve bakışla genel seçimlere girmek neden faşist düzeni meşrulaştırmak olsun ki? Genel seçime girmekle birlikte, parlamentonun niteliğini, devlet ve hakim sınıflar iktidarını, hakim sınıfların karakterini, onun sadece taktik bir araç olarak kullanılabileceğini söylemekle birlikte; devrimin nasıl ve hangi mücadele esaslarıyla gerçekleştirileceğini, hangi mücadele biçimlerinin devrimci olduğunu, hatta açıktan silahlı mücadele pratiği ve perspektifiyle örgütlenip mücadele edildiği halde, parlamenter mücadelenin iç yüzünü seçimlere girerek de olsa deşifre edip siyasi
teşhir faaliyetini açıktan yürütmeye rağmen nasıl olur da devlet veya faşist düzen meşrulaştırılmış olur? Elbette ki olmaz. Seçimlere girmenin halk kitlelerini düzen dışı arayışlardan alıkoyarak düzen içi mücadelelere-reformist potaya çekmek anlamına geleceği de eski savunu veya o dönemki düşünüş biçimiydi. Ya da seçimlere girmeme ve seçimleri boykot etmenin önemli gerekçelerinden biriydi bu görüş. Ancak bu görüşün de hatalı olduğu, dolayısıyla mücadele olanaklarına sırt dönen bir mantaliteye sahip olduğu açıkça ortadadır. Tüm faaliyet ve örgütlenmelerimizde düzen dışı illegal mücadeleyi propaganda ederken ve örgütlenmemizle mücadelemiz tamamen bu eksendeyken, sadece seçimlere girerek kitleleri düzen içine çekmiş olamayız, bu yeteneği sergileyemeyiz. Dahası kendiliğinden bu yetenek ortaya çıkmaz. Bütün çaba ve örgütlenme çalışmalarımız düzen dışı silahlı mücadeleye dönükken, parti olarak irademizi bu yönde tayin ederken nasıl olur da seçime girerek ve girerken de devrimci mücadele perspektifiyle hareket ederken kitleleri sadece seçime girme tavrıyla kendiliğinden bir şekilde düzen içine çekmiş oluruz? Elbette ki, bu gerçekçi ve bilimsel bir iddia ya da düşünce tarzı değildir. Öz olarak seçimler noktasında uzun yıllar benimsediğimiz hatalı siyaset Parti 1. Kongresi’yle birlikte esasta aşılmış, yenilenmiş oldu. Bugün ise tamamen pozitif bir noktada olduğumuzu söyleyebiliriz. Bugün, amaçlarımıza ters düşmedikçe ilkesel olarak hiçbir mücadele biçimini reddetmeme doğrusunu takip ediyoruz. Devrimin legal-illegal, açık-kapalı, demokratik-devrimci mücadele ve biçimlerinin geniş kapsamı içinde örgütlenip geliştirilmesinin bütünlüklü bir bakış açısı olduğunu doğrulukla kavramış durumdayız. Dolayısıyla, genel seçim noktasında eskiden benimsediğimiz kapalı kapıcı ve kendimizi-mücadelemizi sınırlayıcı politika ve anlayışlardan ileri çıkmış durumdayız. Özcesi, partimiz için genel seçimlere girme üzerine spekülasyon yapma koşulları esasta aşılarak geride bırakılmıştır.
Kavrayıştan uzak pratik karanlıkta el yordamıyla yürür Seçim yaklaşırken, komprador tekelci faşist düzen partileri iktidar hırsına bağlı olarak son derece ciddi biçimde hazırlıklar yapmakta, kapsamlı çalışmalar yürütmektedirler. Buna karşı devrimci cephe ve bu cephenin parçası olan tek tek devrimci güçler de çalışmalarını daha çok yoğunlaştırmak durumundadır. Nitekim bu devrimci cephenin esasında bu çalışmalar belli bir ciddiyet ve gayretle yürütülmektedir. Ne var ki, daha fazlasını yapmak her zaman mümkündür ve
güncel yorum
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
15
çalışmanın bir aracı olmalıdır!
bugün çok daha fazlasını yapma ihtiyacı vardır. Öyle ya da böyle seçimde belli bir hedef gözetilmekte, belli bir başarı grafiği ortaya konmak istenmekte ve belli kazanımların elde edilmesi amaçlanmaktadır. Kuşkusuz ki, biz proleter devrimcilerin faşist düzen partileri gibi genel seçim yoluyla siyasi iktidarın el değiştirmesi veya ele geçirilmesini hedefleme gibi bir düşüncemiz yoktur. Genel seçime girme ve seçim çalışmalarını önemseyerek yürütmede bu perspektiften hareket etmediğimiz bilinmektedir. Ancak, siyasi iktidarı alma değil ama bir dizi siyasi kazanım ile siyasi mücadele ve kazanımlarımızın gelişmesine olanak sunacak bir dizi maddi kazanımlar elde etmemiz tamamen mümkündür. Faşist düzenin halk kitleleri nezdinde daha fazla, daha etkili ve kitlelerin dikkatini toplayarak uygunluk gösteren politik atmosferde yoğun olarak hakim sınıfların teşhir edilmesi, tersinden devrimci propaganda vasıtasıyla mücadelemizin geliştirilmesi ve kitlelerle yaygın biçimde buluşarak örgütlenmelerimizi kitleler içinde derinleştirme olanaklarını yakalamamız bazı kazanımlar olarak sıralanabilir. Bu kazanımlar seçim çalışmalarını daha fazla ter dökerek yürütmemizi gerektirir. Seçim çalışmalarına başlamanın önünde engel yoktur. Bağlayıcı anlayış ve yaklaşımımız ilgili kurum imzasıyla açıklanmıştır. Genel anlayış ve perspektifimiz bu açıklamada mevcuttur. Buna uygun olarak seçim politikamız, ittifak anlayışımız, ittifaka yüklediğimiz anlam vb vs açıkça ifade edilmiştir. Ki, ittifak güçleri içinde başlıca muhataplarımızdan olan dost güçlerle ittifak anlayışımız temelinde görüşmeler devam etmektedirler. Genel seçim politikamızın temel taşlarından biri ittifaktır. İttifakın gerçekleşmesi için ilkesel olmamak kaydıyla ödünler verme
pahasına ısrarlı olacağız. Bu ittifak anlayışımızın samimi olmasının ürünüdür. İttifak güçlerinden ayrı düşmek bizleri rahatsız eder. Evet bu kadar kesin ve içten inanmakta ve gerçekleştirmek istemekteyiz seçim ittifakını. Demokratik devrimci güçlerin hedefleri doğrultusunda kazanmasını, özellikle Kürt ulusunun zafer elde etmesini kuvvetle istemekteyiz. Lakin ittifak anlayışımız sadece destekleme darlığıyla sınırlı değildir. Bilakis anlayışımızın uzantısındaki belli ilkelere yaslanmaktadır. Dolayısıyla her şeye rağmen bir ittifaktan bahsetmiyoruz. İttifak önemli ama ittifakın demokratik olması da bir o kadar önemlidir. Siyasi kazanım ve çıkarlarımızı, anlayış ve ilkesel ölçülerimizi korumadan bir ittifaka kayıtsız şartsız oturmamız düşünülemez. Özellikle siyasi bağımsızlık ya da bağımsız irademiz noktasında taviz vermeyi tartışamayacağımız gibi, bu noktayı ödün verilemez bir çizgi olarak değerlendirmekteyiz. Ki, ittifakın demokratik şartlara sahip olup olmaması tamamen olmasa da esasen buna bağlıdır. Öte taraftan gücümüz oranında haklar da iddia etmemiz tabi hakkımız olmakla birlikte demokratik hakkımızdır da. Genel olarak ittifak anlayışımızı bu çerçevede sürdürüp sonuçlandırmayı düşünmekteyiz. İttifakın gerçekleştirilmesinde umutlu olduğumuzu söylemekten sakınmasak da, bunun kesin ittifak olarak anlaşılması hatalıdır. Mümkündür ki, ilkesel düzeyde ciddi sorunlar, anti-demokratik anlayış ve siyasi irademize dönük dayatmacı vb yaklaşımların gündeme gelmesi durumunda ittifak sağlamak mümkün olmaktan çıkacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi, çalışmalarımız A ve B planı temelinde olmak kaydıyla, ittifakı esas alan yaklaşımla yürütülmeli ama aynı zamanda ittifakın olmaması duru-
munda bağımsız olarak seçime girme olasılığını da gözler önünde bulundurarak yürütülmelidir.
Tek yanlı bakış açısı devrimi asla zafere götürmez Özcesi, seçim çalışmalarına başlarken ittifak meselesinde durumun kesinleşmemesi çalışmaların önünde engel değildir. İlgili açıklamada ifade edildiği gibi çalışmalar yürütülebilir. Dahası faşist düzen partilerini ayrımsız olarak teşhir edip onlara karşı kitleleri uyarıp bilinçlendirme çalışmasında bir tereddüt duyulamayacağı gibi, ilerici tüm güçlerin de lehine propagandalarda bulunup çalışmalar yürütmek mümkündür. En önemlisi de sosyalist programın propaganda edilmesi, bu temelde halk kitleleriyle yaygın ilişkilerin geliştirilerek örgütlenmelere zemin oluşturulması, komprador tekelci sınıf partilerinin ve düzenlerinin siyasi teşhirinin yürütülmesi her şeye rağmen yürütülebilecek bir çalışmadır. İttifak politikasındaki ısrarlı duruşumuz anlamsız değildir. Belli ilkeler ve ortak paydalar zemininde olmak şartıyla, ittifakı önemseyerek temel yaklaşımımız olarak ortaya koyma tavrımızın nedeni stratejik anlayışımızdan beslenmektedir. Bir; devrimci güçlerin birliği ve halkın birliği devrim için tayin edici yerde duran örgütsel kapsamdır. İki; Kürt ulusuna karşı sorumluluklarımız bağlamında somuttaki bu ittifakın gerekliliği bizler için küçümsenemez. Üç; devrimci ittifakların sağlayacağı başarı ve kazanımlar halk kitlelerinde bir güven yaratmaktadır. Elde edilen her başarı ve kazanım kitleleri umutlandırarak ilerlemesine yol açmakta, kendi pratiklerinde elde ederek gördükleri bu başarılar kitlelerin daha fazla devrimci güçlere güven duyarak onlarla birleşmesine hizmet etmektedir.
Bu açıdan kitlelere güven vermek, onları tek tek her pratikte bilinçlendirerek ilerletmek ve sürekli bir ilerleme eğilimi ortaya koymak için bu ve bunun gibi ittifakların yapılmasını temel bir ihtiyaç olarak görmekteyiz. Özcesi bu üç noktada anlatmaya çalıştığımız nedenlerden dolayı mümkün olan her siyasi süreçte olduğu gibi, seçim sürecinde de devrimci güçlerin ittifakı bizler için büyük önem taşımaktadır. Gerici faşist sınıflara karşı sağlanan en küçük bir ilerlemenin, elde edilen en küçük bir başarı veya zaferin ihmal edilmeden değerlendirilmesi ve dolayısıyla devrimin hizmetine sunulması gerekmektedir. Proleter devrimciler dar gurup çıkarını genel devrimin çıkarlarının önüne çıkarmazlar. Devrimin genel çıkarları uğruna grupsal çıkarlarından ödün verme pahasına devrimin mevzilerini geliştirip büyütmeyi hedeflerler. Özellikle kitlelerin moral kazanıp ilerlemesi ve devrime güven duyması gibi kazanımlar söz konusu olduğunda proleter devrimciler gerekli olan araçları kullanmakta tereddüt etmezler. İttifak politikamız görüşmeler sonrası netleştirilecektir. Bunun gibi adaylarımızda mümkün olan en kısa zamanda belirlenmiş olacaktır. Henüz kesinleşmemiş olan bu meselelerden dolayı seçim çalışmalarında zayıflık göstermek açık ki, anlamsız ve yanlıştır. Son tahlilde hangi biçimde belirlenirse belirlensin belirlenen aday ister ittifakla ister bağımsız belirlenmiş olsun bizim adayımızdır. Aday veya adayların kimler olacağı çalışma yürütmenin önünde engel değildir. Çünkü aday veya adayların ismi ne olursa olsun, yani adaylar kim olursa olsun belirlenen aday bizlerin adayıdır. Coşkuyla seçim çalışmalarına başlamak için yeterince nedenimiz mevcuttur.
16
güncel haber
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
Üniversitelerde faşizme geçit yok Ege Üniversitesi’nde Özgür Gündem Gazetesi standına saldıran yaklaşık 150 kişilik faşist grup birçok yurtsever, devrimci öğrenciyi yaraladı. Yaşanan saldırıda bir ülkücü hayatını kaybetti AKP iktidarı üniversitelerde gerici kadro ve yapılanmalarıyla devrimci, demokrat, yurtsever öğrencileri hedefe oturtarak piyonlarıyla saldırmaya devam ediyor. Öğrencilerin haklı mücadelesini engellemeye çalışan devlet dün olduğu gibi bugünde soruşturmalarla, gözaltılarla, tutuklamalarla saldırılarını hız kesmeden sürdürüyor. Devlet eliyle beslenen ve desteklenen faşist-ırkçı yapılanmalar devrimci, demokrat, yurtsever üniversite öğrencilerine satır ve baltalarla güpe gündüz saldırırken devletin polisi ve ÖGB’leri de ‘saldırana değil saldırıya uğrayana’ bir kez daha saldırıyor. 20 Şubat Cuma günü yaklaşık 150 kişilik faşist bir grup Ege Üniversitesi’nde Özgür Gündem Gazetesi standına satır ve bıçaklarla saldırdı. Saldırı sırasında 3 öğrenci ağır yaralanırken, ülkücülerin ‘reisi’ olduğu belirtilen Fırat Çakıroğlu’da hayatını kaybetti. Saldırı haberini alan öğrenciler kampüs içerisinde toplanırken, çevik kuvvet polisleri faşist gruba müdahale etmek yerine yaralanan öğrencilere saldırdı ve gözaltına almaya çalıştı. Saldırıda yaralanan öğrencilerin götürüldüğü hastane önünde toplanan kitleye de tekrardan faşistler saldırdı ve bir öğrenci linç edilmeye çalışıldı. Ellerinde satır ve bıçaklarla üniversiteye katliam yapmaya giden faşistler yaşanan saldırılardan sonra yaptıkları açıklamalarla aymazlıklarını bir kez daha gösterdi. Hayatını kaybeden Fırat Çakıroğlu’nun sözde ‘vatan millet’ için ‘şehit’ düştüğünü ifade eden faşistler, eli satırlı Çakıroğlu için intikam yeminleri ettiler.
‘Saldırılar örgütlü gücümüzle boşa çıkacaktır’ Ege Üniversitesi’nde yaşanan saldırılar üzerine açıklama yapan Demokratik Öğrenci Dernekleri Federasyonu (DÖDEF), saldırıların devrimcilerin, yurtseverlerin, sosyalistlerin, demokratların öz örgütlü gücüne karşı izlenecek kirli politikaların habercisi olduğu belirtti. DÖDEF, Roboskî , Kobanê, Lice ve Cizre olaylarına karşı üniversitelerde yapılan eylemler nedeniyle öğrencilere soruşturmalar açıldığını, saldırı düzenleyen faşistlerin değil, saldırıya maruz kalan öğrencilerin okuldan uzaklaştırıldığını, tutuklandığını hatırlattı. "Bizlere ve devrimci dostlarımıza yönelik gerçekleşen bu saldırılar gerek yaşadığımız coğrafyada gerek Ortadoğu’da
AKP İktidarının ve türevlerinin iflas etmiş olan neoliberal politikalarından bağımsız düşünülemez" diyen DÖDEF, tüm saldırıları örgütlü güçleriyle boşa çıkaracaklarını belirtti. Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H)’de saldırılara ilişkin açıklama yaparak Fırat Çakıroğlu’nun öldürülmesinin yurtsever öğrencilere dönük bir komplo olduğunu belirterek şunları ifade etti: “Buna karşılık yurtsever-dev-
rimci öğrenciler özsavunma haklarını kullanmaya çalışmış olsalar da 200 kişilik bir saldırıya karşı Ege Üniversitesi metro istasyonuna geri çekilmişlerdir. Olay sırasında farklı ilçelerin ülkü ocakları sorumluları öncülüğünde yurtsever öğrenciyi linç ettikleri sırada reis diye hitap ettikleri Fırat adlı şahsı kendi arkadaşları bıçaklamış ve gelen ambulansa 45 dakika engel olan arkadaşları şahsın ölümüne sebep olmuştur. Böylelikle
yurtsever-devrimci-demokrat öğrencilere alçakça komplo kurulmuştur.”
Ankara Üniversitesi’nde eğitime ara verildi Ege Üniversitesi’nde ülkücülerin yurtsever öğrencilere saldırması sonucu çıkan çatışmada bir ülkücünün ölmesi üzerine başlayan çatışmalar Ankara Üniversitesi’ne sıçradı . Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesinde eğitime bir gün ara verdi. Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından yapılan açıklamada, "Fakültemizde güvenlik amacıyla 23 Şubat Pazartesi günü eğitim ve öğretime bir günlük ara verilmiştir" denildi.
Marmara’da bir öğrenci bıçaklandı Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü'nde ırkçı faşist bir grup Kürt öğrencilere saldırdı. Ege Üniversitesi’nde Kürt öğrencilere saldırırken ölen Fırat Çakıroğlu’nun fotoğrafını okula asan faşist grup bir öğrenciyi de bıçakla yaraladı. Saldırının ardından kampüse gelen polis 5 öğrenciyi gözaltına aldı. Gözaltılar ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Bilkent Üniversitesi’nde ÖGB devrimci öğrencilere saldırdı Ege’de öldürülen Fırat Çakıroğlu için eylem yapan Bilkent Ülkü Ocakları üyeleri ile devrimci öğrenciler arasında arbede yaşandı. "Üniversitede PKK istemiyoruz" sloganıyla üniversitede dolaşan faşistlere, devrimci, yurtsever öğrenciler "Üniversiteler bizimdir bizimle özgürleşecek", "Faşizme karşı omuz omuza" sloganlarıyla karşılık verdi. Faşist grup, devrimci öğrencilere saldırı girişiminde bulundu. Üniversitesinin özel güvenlik elemanları ise saldırıya geçen ülkücüleri durdurmak yerine devrimci öğrencilere saldırdı.
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
17
‘Nefret cinayetleri politiktir!’ Kadıköy’de arkadaşları ile kartopu oynayan Nuh Köklü, vitrine kartopu geldiği için nefret saçan “kahraman” esnaf tarafından bıçaklanarak katledildi Devlet sistemini korumak için kendini işçi-emekçi sınıfına karşı daima korumak zorundadır. Bunu askeriyle, polisiyle, medyasıyla yaptığı gibi aynı zamanda işçi ve emekçileri kendi içlerinde bölerek yapar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bunu ustalıkla yapmaya devam ediyor. Ali İsmail Korkmaz’ın Kayseri’de davası görüldüğü gün, Ankara’da esnaflara seslenen Erdoğan; “Bizde esnaf ve sanatkâr demek, ticaret yapan, alan-satan sırf ekonomik faaliyette bulunan insan demek değildir. Bizim medeniyetimizde, milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkâr gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır” demişti. Erdoğan’ın “kahraman” esnafı tıpkı “destan” yazan polisi gibi görevini icra etmekten hiç çekinmedi. Gezi Ayaklanması’nda satırlar, sopalar, palalar ile sokağa inen kimi esnaf sosyal medyadan da görevlerini icra etmeye soyundu. “Kahraman” esnaf her dönem sistemi korumakla yükümlüydü. Erdoğan’ın söylemleri ile kendine görev çıkaran bir esnaf ise Kadıköy’de görevini yerine getirdi. Kadıköy’de aralarında gazeteci Nuh Köklü’nün de olduğu bir grup akşam saatlerinde kartopu oynarken, kartopunun vitrine isabet etmesine sinirlenen bir esnafın saldırısına uğradı. Elinde sopasıyla dışarıya çıkan saldırgan ilk saldırısından sonuç alamayınca eline geçirdiği bıçak ile kartopu oynayan gruba yeniden saldırdı. Bu sırada yere düşen bir kişiyi korumak isteyen Nuh Köklü saldırganın bıçak darbelerine maruz kaldı. Ağır yaralanan Köklü Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırıldı ancak kurtarılamadı. Köklü’yü katleden “kahraman” esnafın ev içinde karısına şiddet
uyguladığı ortaya çıktı. Aynı zamanda Köklü’nün katledilmesine iştirak ettiği kamera görüntüleri ile belirlenen Nazım Coşanar ise gözaltına dahi alınmadı. Coşanar’ın ise Sedat Peker’in kirli ağı ile temasta olduğu iddia edildi.
Kadıköy’de Nuk Köklü için yürüyüş Nuh Köklü aynı zamanda endüstriyel futbola karşı oluşturulan Karşı Lig’de Forza Yel değirmeni takımının oyuncusuydu. Karşı Lig Nuh Köklü için Kadıköy’e çağrı yaptı. Yüzlerce kişi Mehmet Ayvalıtaş Parkı’nda toplanarak, Köklü’nün katledildiği yere yürüyüş gerçekleştirdi. “Sahalarda her zaman bizimlesin” pankartının arkasında yürüyen kitle, “Kartopu büyüyüp çığ olacak!”,”Faşizme karşı yaşasın hayat”,”Nefret cinayetleri politiktir” sloganları attı. Bahariye Caddesi üzerinden Halitağa’ya yönünü çeviren kitle Nuh’un katledildiği sokakta Nuh anısına saygı duruşunda bulundu. Ardından Ali İsmail Korkmaz Parkı’nda basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada, Nuh Köklü’nün katledilmesinin bir nefret cinayeti olduğu vurgulanarak mücadelenin süreceği söylendi. Karakolhane Caddesi'nin adının Nuh Köklü Caddesi, kartopu oynadıkları Beydağı Sokağı'nın adının da Kartopu Sokağı olarak değiştirilmesi için imza kampanyası başlatıldı.
Köklü’nün cenazesinde kartopu Köklü'nün cenazesi, Ankara’da Yukarı Yurtçu Köyü Mezarlığı'na defnedildi. Cenaze törenine, ÖDP Eş Genel Başkanı Alper Taş'ın da aralarında bulunduğu birçok kişi katıldı. Törende konuşan Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ahmet Abakay, "Sabah-ATV grevine öncülük yapan ve işsiz kalarak da bedel ödeyen bir arkadaşımızdır. Türkiye cinayetler ülkesi, her alanda şiddetin kol gezdiği bir ülke haline geldi" dedi. İç Güvenlik Paketi'ne de değinen Abasay, tasarının yasallaşması sonucunda daha fazla insanın öleceğini belirtti. Defin ile birlikte Köklü’nün mezarına kartopları ve karanfiller bırakıldı.
YOLA YOLCU
≫ hıdır uludağ
YOLCULUK SOHBETİNİN ÖĞRETTİKLERİ 2
B
ir yolculuk anındaki notlarımı okurla paylaşmaya devam edeceğimi belirtmiştim. Yazımın birinci bölümünde, trende sohbet eden ve tanımadığım iki kişiden öz etmiş ve bunların birine “X” diğerine de “W” demiştim. Bu bölümde de X ve W’nin sohbetlerinden aldığım notları okurla paylaşmaya devam ederek sohbetin devamına geçiyorum. X: Birlikten ve süreçten söz ediyorsun. Gerçekten de ikisi de çok önemli konular. Sürece baktığımızda sanki ilan edilmemiş bir üçüncü dünya savaşı yaşıyoruz. Dünyanın bütün coğrafyalarında katliamlar, kıyımlar ve halkların demokratik haklarına karşı ardı arkası kesilmeyen pervasızca saldırılar, işsizlik, yoksulluk günlük yaşamın bir parçası haline getirilmiş durumda. Emperyalist haydutlarca dünya resmen kan gölüne çevrildi. Elbette ki bu koşullarda komünistlerin birleşebilecekleri tüm güçlerle birleşmek diye bir dertleri olmalıdır. Bunun adı Komünistlerin Birliği olmayabilir, ama mutlaka bunun bir formülü vardır. W: Sen de bilirsin ki Komünistlerin birliği taktik değil, ilkedir. Bu durum, stratejik konularda aynı program ve tüzüğe sahip olmalarına rağmen, ayrı örgütsel yapı şeklinde olanlar için geçerli olan bir şeydir. Bunun dışında halkın genel menfaatleri için somut durumun yarattığı olgular da dikkate alınarak taktik birlikler vazgeçilmez eylemliliklerdir. Bu türden birliktelikler veya eylem birlikleri Dünya Komünist Hareketi için de bolca mevcut. Ki ülkemizde de pek çok tecrübesi var. Bu tecrübelerden yararlanılarak daha doğru ve sağlam zeminler yaratılabilinir. X: Komünistlerin Birliği konusunda söylenecek fazla bir şey yok. Aynıların ayrı durmaları başlı başına bir ilkesizliktir zaten. Ama ayrıların da, aynıymış gibi davranmaları özde değil şeklen bir “birlik” olur ki bunun da fazla bir anlamı olmaz. Ülkemizde her iki şekildeki “birliklerin” bolca örneği var. Ama ne yazık ki pek çoğu bize kalan olumsuz miraslardır. Bu olumsuz miraslardan da dersler çıkartmayı becerebilmeliyiz. Şu ulusal hareket önderliğinde ki “bileşkeye” bak. Sadece bir borazan ötüyor orda. Diğerleri o borazanın
alt notaları durumunda. W: Kitle olarak ya da askeri güç olarak biraz güçlü olanın kendisini diğerlerine dayatması bir burjuva politikasıdır. Doğal olarak bunun, sınıf hareketine kazandıracağı fazla bir şey yoktur. Çünkü bu anlayış, ortak çabanın yeşermesine, demokrasi bilincinin gelişmesine izin vermez. Güçsüzlüğün psikozu içerisinde, “güçlü” olana yamanmak ise kendini inkara götürür. X: Yoldaş, sana bir soru sorayım; bir partinin tüzüğü ve programının olması ve söz konusu komünist programın kabulü o parti kadrolarının komünist olmaları için yeterli midir? W: Bence değil. Komünist programın kabulü ancak komünist olma arzusunun ifadesi olabilir. Eğer programın emrettiği bir faaliyet içinde değillerse, yani partinin daimi günlük işlerine katılmıyor, üretmiyor ve kitlelerle buluşmuyorlarsa istedikleri kadar programı kabul etsinler. Unutmayalım, komünist örgütlenmenin sanatı büyüğünden küçüğüne her bir mücadele biçiminden ders çıkarabilmek ve sınıf kavgasının hizmetine yeniden sunabilmektir. Bir komünist kadro, Sınıf hareketinin yönetimini kaba kuvveti sayesinde değil, devrimci otoritesi, enerjisi, tecrübesi, çok yönlü bilgisi ve yetenekleri ile elinde tutmalıdır. İşte o zaman hem program hayat hakkı bulmuş olur, hem de kişi komünist vasıflara sahip olmuş olur. X:İşte benim yana tutuşa söylemek istediğim tamı tamına bu. Kaypakkaya yoldaşın önümüze koyduğu stratejik hatlarıyla komünist bir program var. Ama bunu hayatla bütünleştirebilecek kadro sorunu yaşamış bu parti hep. Yıllardır ya kadrolar programla bütünleşmemiş ya da program beslenip geliştirilerek hayata geçirilmemiş. O zaman görev, Kaypakkaya güzergahında adımlarımızı sıklaştırmak, nesnel gelişmelerden kaynaklı bütün mücadeleleri pekiştirip ve merkezileştirmek olmalıdır.
18
analiz haber
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
Eğit-donat-saldırı politikasına devam Emperyalist kapitalist dünya sistemi ve her bir emperyalist devletin ve uluslararası emperyalist blok güçlerin öteden beri uygulaya geldikleri bir konsepti de eğit- donat- saldırt politikasıdır. Eğitip donatma ve saldırtma politikasını en iyi uygulayanlarda yine emperyalist devletlerdir Dünya halkları ve ezilen ulusları ve devrimci hareketin hali hazırdaki baş düşmanı konumundaki ABD emperyalizmi de bu politikayı gayet iyi bilmektedir. Yine ABD’nin Rusya emperyalizmi ile soğuk savaş yıllarında özellikle bu politikadan oldukça nemalandıkları bilinmektedir. Ve yine akabinde dünya genelinde emperyalist hegemonya için taşeron ve çeteleri rakiplerine ve devrimci hareketlere karşı nasıl da eğitip donattıkları ve saldırttıkları tartışma götürmez bir gerçekliktir. Sadece ABD emperyalizmi mi hayır istisnasız doğrudan yada dolaylı olarak bütün emperyalist devletler bu politkanın bizzat teorik ve pratik örgütleyicisi, yönlendiricisi ve uygulayıcısı olmuşlardır. Yoksa bu yönelim salt ABD emmperyalizmi ile sınırlı değildir. ABD emperyalizmin Afganistan’da Rus emperyalizminin uşağı Necbullah’a karşı Taliban ve diğer muhalif kesimleri nasıl da finanse ve teşvik ettikleri, nasıl da eğitip donatarak saldırttıkları hafızalardan silinemez gerçekliklerdir. Bunu da nasıl filmlere dahi konu olarak işleyerek hayata geçirdikleri ve halk kitlelerine kanıksatmak için can hıraç bir uğraş verdikleri görülmelidir. Şimdi de asıl amaç olarak dünya genelindeki diğer uluslararası emperyalist blok güçlere karşı rekabet bağlamında nasıl da ulusal ve inançsal kesimleri de arkasına alma perspektifiyle çeşitli taşeron örgütlenmeler yarattıkları ve kullandıkları yeterince açıktır. El- Kaide, IŞİD, El- Nusra, ÖSO gibi taşeron örgütlenmeler bu yönüyle bizzat uluslararası emperyalist devletlerin ürünü ve evladı olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir. JİTEM ve Özel Harp Dairesi olarak bizzat emperyalist efendilerinin organizesi ve yönlendirmesiyle Kontrgerilla örgütlenmeleri ve saldırılarının gerçekleştirildiği yeterince açıktır. Aynı şekilde yüzüncü yılına giren Ermeni soykırımı ve hem öncesi hemde sonrası itibariyle bugünlere kadar soykırımlar ve katliamlarda çetelerin nasıl da kullanıldığı gayet iyi bilinmektedir. Talat Paşalar’dan Topal Osmanlar’a, Ökkeş Şendiller’den Ağarlar ve Çatlılar’a, M. A. Ağcalar’dan Çakıcı, Kırcı ve Pekerlere vd lerine kadar uşakların ve çetelerin nasıl da özel kamplarda eğitilerek donatıldığı, tehdit, şantaj, katliam ve çeşitli saldırılar-
da kullanıldıkları bilinmektedir. Mehmet Ağarların bin operasyon şeklinde telaffuz edilen operasyon ve katliamları hafızalarımızdan asla silinmiş değildir. Ve hesabı da birer birer sorulma durumundadır, sorulacaktır da.
Kontrgerilla ve Hüda-Par üzerinden işlenen yeni tasfiyeci aşama Son süreçlerde özellikle Kuzey Kürdistan’da Hüda-Par’ın devlet tarafından kullanılması da önemli bir tasfiye yönelimine işarettir. Zira Kürt ulusal hareketinin tasfiye edilme araçlarından biri de Türk devleti menşeeli Hüda- Par üzerinden kontrgerilla vari saldırı ve katliamlar gerçekleştirme yönelimidir. Bu durumu 6-8 Ekim Serhildanı, öncesi ve sonrası süreçlerindeki gelişmelerle görmek mümkündür. Zaten bizzat ABD ve AB emperyalist devletlerin Baasçı gerici Esad rejimine karşı muhalefet güçleri adı altında ÖSO taşeron bileşenlerinin Türkiye- Kuzey Kürdistan’da eğitildikleri, donatıldıkları ve savaştırıldıkları ortadadır. Bütün bunları şimdi açıktan ve kendilerine yasal statü verilerek yapma durumları vardır. Bu temelde bu yılın 19 Şubat’ın da Türk devleti ile ABD arasında Suriyeli muhaliflere yönelik eğit- donat programı mutabakat metni imzalanarak kamuoyuna servis edilmiştir. Bu çerçevede ılımlı muhalefet denilen taşeron Suriyeli güçleri eğitmek için Türkiye denilen ülkeye 400 Amerikalı subay ilk etapta gelecek. Bu eğitimlerin ise mart ayında başlaması öngörülmektedir. İlk aşamada Milli İstihbarat Teşkilatı ve ABD istihbarat birimlerinin ön gördüğü 2 bin Suriyeli muhalifin Türkiye’deki güvenli bir askeri üste eğitime
tabi tutulması planlanıyor. Bunun tamanlanması sonrası periyodik olarak 400’er kişilik grupların eğitimi şeklinde programın süreceği ifade edilmektedir. Keza Almanya vd AB emperyalist blok devletlerin de yakın zamanda eğit- donat- saldırt kapsamında hem kendi parlamentolarında ve işbaşındaki hükümetleri üzerinden de yasalaştırdıkları konsepte uygun olarak pratik politikalarına başlatmış durumdaydılar. Askeri yardım vs adı altında silah satışlarına verilen onaylar ve bunun üzerinden milyonlarca gelir elde etmesi ise cabası. Öte yandan Rusya emperyalizmi ve ona endeksli İran rejimi ise ABD ile Türk devletinin gerçekleştirdiği bu anlaşmaya tepki göstermiştir. Zira çok daha önceleri gerek Esad, gerek Rusya, gerekse de İran’ın Türk devletinin Esad’a karşı IŞİD, El- Nusra ve ÖSO gibi taşeron örgütlenmelerin Türkiye’de eğitildikleri ve donatılarak sınırdan geçirildikleri eleştirisini yapmaktaydılar. Şimdi ise bunun aslında yasal hale getirilerek aleni bir şekilde kabul edilmesine karşı eleştirilerin yürütülmesidir. Rusya emperyalizmi ‘’eğitilen savaşçıların kimin safında kimlere karşı mücadele edileceği konusu belirsizliğini koruyor derken İran ise ‘’IŞİD gibi örgütlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan eski stratejik hataların devamı, ABD ve bazı ülkelerin yanlış politikalarda ve stratejik hatalarda ısrar etmesi daha fazla yıkıma ve masum insanların ölümüne yol açacak’’ diyerek tepki vermişlerdir.
Halkları birbirine kırdırtan projelere karşı mücadeleyi yükseltelim ABD güdümlü Türk devletinin de onayıyla resmileştirerek kamuoyuna deklere
ettikleri eğit- donat- saldıırt eksenli politikanın her ne kadar Suriye’deki muhaliflerin IŞİD ile daha etkili şekilde mücadele etmesi şeklinde deklere edilse de aslında Baasçı Esad rejimine karşı savaşa daha da hazırlıklı geliştirilen pratikler olarak görülmelidir. Nitekim ABD dışişleri bakanlığı sözcüsü Jen Psaki ‘’elbette bu pogram IŞİD’e odaklı ama bu kapsamda eğitilecek olan ılımlı muhalefetin kesinlikle aldıkları eğitim ve teçhizatlarını rejime karşı savaşı sürdürmede de kullanmalarını bekliyoruz” diyerek açıkça niyetlerini beyan etmişlerdir. Dolayısıyla ortada IŞİD merkezli bir karşı cepheleşme görüntüsü çizilse de piyonların ve taşların yeniden dizilerek daha kapsamlı ve stratejik planlamalarla Ortadoğu’da kapışmalara sahne olacağı tartışma götürmez. Bu anlamda çok kutuplu emperyalist blok güçler arası bölgesel savaşta Ortadoğu’nun her bir parçasına yönelik gerçekleştirilecek teorik pratik uygulamalar emperyalist efendilerin çıkar savaşlarına hizmet etmekten başka bir işe yaramamaktadır. Ezilen ve sömürülen ulus ve halkların kendi kaderleirni ellerine alarak emperyalist sisteme ve onların her bir yerli uşak rejimi ve taşeronlarına karşı devrimci savaş son derece haklı ve meşru bir görevdir. Emperyalist güdümlü eğit- donat- saldırt politikaların parçası olunmamalı ve buna karşı da topyekün mücadele edilerek karşı gelinmelidir. Halkları birbirine kırdırtan ve boğazlatan projelerin bir parçası asla olunamaz.
dünya haber
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
19
Dünya Kadın Konferansı’nın 4. Avrupa Konferansı sonuçlandı
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin de içerisinde yer aldığı Dünya Kadın Konferansı’nın Yunanistan/ Atina’da yapılan 4. Avrupa Konferansı mücadele ve dayanışma ruhuyla coşkuyla sonuçlandı Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)’nin de içinde yer aldığı 2016’da Nepal/Katmandu da yapılacak olan 2. Dünya Kadın Konferansına hazırlık vesilesiyle Avrupa 4. Kıta Konferansı 31 Ocak 2015 de Atina’nın Elefsina şehrinde 8 ülkeden delegelerin katılımıyla ( Fransa, Yunanistan, Hollanda, Almanya, Rusya, İspanya, İsveç ve İsviçre) gerçekleşti. Delege gönderemeyen ülkeler raporlarıyla ( Bosna, Danimarka, Sırbıstan ve Ukrayna ) destek sundular. Konferans çelik kadın işçileri sendikasında Sofia’nın açılış konuşmasıyla başladı. Akabinde Elefsina Belediye başkanını temsilen yapılan konuşmada “Elefsina semti adına şehrimizi seçtiğiniz için mutluluk duyduk çünkü Elefsina çelik işçileri için çok büyük anlam ifade ediyor” denilerek başarı dileklerini sundu. Çelik işçisi Nas-
to Polakis ise yaptığı konuşmada “9 ay boyunca greve gidildi bizler işten çıkarıldık, ancak bizler iyi bir yaşam için mücadele verdik. Ülkemiz son yıllarda ciddi bir kriz yaşamaktadır. Bu krizin sorumlusu bizler değiliz ama bu mücadelenin kazananları biz olacağız. Bu sorumluluğu sonuna kadar taşıyacağız. Şunu söylemem gerekirse siz kadınlar olmadan bizim mücadelemiz başarı kazanamayacaktır.” dedi. Polakis sonrasında mücadelede yaşamını yitiren çelik işçileri anısına saygı duruşuna çağırarak konuşmasını bitirdi. Konferansta Fransız delegasyonu adına yapılan konuşmada “Rojava, Kobanê ve Şengal’de yaşamını yitiren kadınlar ve Fransa’da hastalık sonucu hayatını kaybeden Dünya Kadın konferansı aktivistlerinden Fontane anıldı. Konferansta 4. Avrupa konferansına katılamayan Danimarka’dan, Ukrayna’dan delegelerin ve İngiltere’den ADKH üyesi delegenin başarı dileklerini ilettikleri mesajları okundu.
Konferansa Kobanê’den de temsilci katıldı Konferansın ilerleyen bölümünde Kobanê’den gelen Kürt hareketi temsilcisi büyük bir coşkuyla karşılandı. Temsilci yaptığı konuşmada;
“ Sizleri Kobanê, Rojava direnişleri adına selamlıyorum. Kobanê halkı farklı kültür ve dinlere sahip olmalarına rağmen birlikte ortak bir sistem ve yaşam oluşturmak istediler ama emperyalistler bunu istememektedir. Bundan dolayı Kobanê’ye saldırdılar. Rojava’da kadınlar hayatın her alanında ön saflarda mücadele etmektedir. Kadınlar tüm yönetimlerde % 40 oranında yer almaktadır. Birçok yasa kadının rengini taşımaktadır. Erkeklerle birlikte her yerde çatışmakta, sosyal ve kültürel alanda da önemli roller oynamaktadır. IŞİD’ e karşı gösterdikleri direniş Kürt kadınının mücadele azmini ve gücünü tüm dünyaya göstermiştir. IŞİD’ın ilk hedefi kadınlar olmuştur. Kadını ciddi düşmanı olarak görmektedir. Bu direniş Dünya Kadınlarının direnişidir. Bu direniş daha çok öne çıkarılmalı ve geliştirilmelidir. Bizim talebimiz Dünya Kadınları bu direnişi sahiplenmeli ve tüm dünyaya yaymalıdır. Bu-
tasındaki önemine, göçmenlik ve iltica sorununa ilişkin, Rojava’da ki kadın direnişinin sahiplenildiğini ve destek amaçlı Almanya’da önemli faaliyetlerde bulunduklarını ve son olarakta Almanya’da gelişmekte olan ırkçı- faşist PEGİDA eylemlerine dikkat çekerek tüm bunlara karşı aktif mücadele edilmesi çağrısında bulundu. Yunanistan delegesiyse ekonomik kriz ve işsizliğin had safhada olduğunu, işsizlik ve sosyal sorunların da ciddi hastalıklara ve 6000 den fazla intihara sebep olduğunu ve aile içi şiddetin gittikçe yükselme gösterdiği belirtti. Kapitalizmin krizinden ve şiddetinden en çok kadınların nasibini aldığını, göçmenlik sorununun ciddi safhada olduğunu özellikle savaş ülkelerinden gelen göçmenlerin ( Afganistan, Suriye Irak, Bangladeş) durumunun içler acısı olduğunu kaydetti. Hedeflerinin tek kurtuluş yolu olan sosyalizm için mücadeleyi daha
rada son olarak sizleri 8 Mart’da Kobane’ye davet ediyoruz” diyerek konuşmasını tamamladı. Selamlama ve mesajlardan sonra sekiz ülkeden gelen delegelerin ülke raporları sunumuna geçildi. Her ülke 3 delege ile temsil edildi. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi ‘yse Almanya delegasyonunu bir kişiyle temsil ederken, ADKH’nin 6 kadın üyesiyse izleyici olarak konferansa katıldı. Ayrıca Almanya, İspanya ve İsveç bir genç kadın delegasyonu ile gençlik sorunlarına ilişkin raporlar sundular. Delegelerin yaptığı sunumda; Almanya adına konuşan delege; Almanya’da işsizlik sorunu Bochum – Opel’in kapatılmasına karşı Opel işçilerinin mücadelesine aktif destek sunduklarını, Ekim 2014 Chemnitz’de yapılan politik kadın platformunun kadın dayanışmasını ve mücadelesini öne çıkarılması nok-
fazla yükseltmek olduğuna dikkat çekti. Tüm ülke delegeleri yaşadığımız kapitalist sistemin çekilmezliğini ve bunun her yerde farklı biçimlerde de olsa hep kadını vurduğunu, ırkçılığın tüm dünyada hızla geliştiğini, ve göçmenlerin yaşadıkları ülkelerdeki zorluklara ilişkin ortak açıklamalar yaptı. Bu duruma karşı kadın mücadelesinin önemine ve enternasyonal dayanışmanın daha da yükseltilmesi noktasında ciddi adımların atılmasının gerektiğine vurgu yapıldı. Konuşmaların ardından Atina \Elefsine semt merkezinde bir yürüyüş ve ardından miting düzenlendi. Mitingden sonra konferansa geri kalan gündem maddeleriyle devam edildi. Avrupa koordinatörlerin hazırladığı bir yıllık faaliyet raporu okundu ve oy birliğiyle onaylandı. Ardından gelecek dönemin faaliyetleri noktasında getirilen öneriler tartışıldı ve bazı kararlar alındı.
20
kültür sanat
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
HAWAR diye haykırıyor halkımız. Bu dünyanın cezası ahrete kalmamalı diyor milyonlar. Faşist-sömürü sistemine ve bu sistemin temsilcilerine dönük yütürülen her eleştiri komik bir nidaya dönüşüyor sadece.. Peki, çaresiz miyiz? Elbette değiliz. Halkın bütün engelleri yok edip aşan örgütlü gücü elbet açığa çıkartılıp, bu köhnemiş düzene son verilmelidir Sınıf mücadelesi ve savaşımını halka anlatmak, halkı bu mücadele içerisinde örgütleyip, insanlığın yegane ve gerçekçi kurtuluş umudu olan Sosyalizme taşımak için, bu olguyu soyutlayıp bazı teorik belirlemelerle açıklamaya kanımızca ülkemizde pek gerek kalmamıştır. Sadece günlük yaşananlara, kimin ne söyleyip ne yaptığına bakmak yaşamın her alanında açık-gizli devam eden sınıf savaşımı ve mücadelesini bizlere net olarak gösterecektir. Bu durum dünya genelinde böyle olmasına rağmen özellikle ülkemizde daha ayan bir hal almıştır. AKP’nin temsiliyetini üstlendiği faşist ‘TC’ devletinin, komünist-devrimcilere, işçiye-köylüye, Kürtlere, Alevilere…bir cümle bütün ezilen-emekçilere karşı hayata geçirdiği politikalar, günlük olarak sokakta yaşananlar nasıl bir faşizm gerçekliği ile yaşamak durumunda kaldığımızın en iyi kanıtıdır. Bu faşist devlet gerçekliği bu denli soysuzca katliamlar gerçekleştirip, sömürü ve zulüm düzenini devam ettirirken bizlerin yani komünist-devrimcilerin görevi ELEŞTİRİ SİLAHINI aktif olarak kullanmık mı olmalıdır? Çok uzağa gitmeye gerek yok. Sadece son birkaç yılda yaşananları dahi hesaba katsak nasıl bir tabloyla karşı karşıya kaldığımız ortaya çıkar; Yaptıkları hırsızlık, yolsuzluk, talan bütün belge ve bulgularıyla orta yerde duruyorken bu işi yaptıkları ortaya çıkan bakanların bizzat yüce(!) Türk Parlamentosu tarafından nasıl aklandıkları, başta cumhurbaşkanı sıfatıyla, kendisine saraylar diktiren Tayyip ve familyası, başbakan sıfatlı Davutoğlu ve şürekası ile bir bütün bu cenahın bütün yaman savunucuları tarafından nasıl göğüslerini gere gere sahiplendiklerini daha birkaç gün önce hep beraber yaşadık, gördük. Demek ki parlamento ahırı, halkın temsilcileri tarafından seçilen vekiller tarafından halkın sorunlarının tartışılıp çözüme bağlandıkları yer değil, sömürücü sınıfların kendi sömürü mekanizmalarını büyük bir yanılsama yaratarak maskelemeye çalıştıkları
Silahların eleştirisi bir tiyatro salonundan başkası değilmiş. Bu iktidar partisinden muhalefetine kadar böyledir. Bakmayın CHP-MHP’nin veryansın etmelerine. Onların derdi hırsızlık düzeninin son bulması değil, bu düzenden yeteri derecede pay alamamalarıdır. İşte bundandır ki ‘TC’ parlamentosu belki de
tarihinde hiç olmadığı kadar bir meşruiyet krizi içerisindedir. Buranın sömürücü şahsiyetlerin babalarının çiftliği gibi kullandıkları bir ahır olduğu her gün yaşadıklarımızla daha fazla açığa çıkmaktadır.
Faşist devlet kurumlarının niteliği ortadadır:çürümüşlük
Yine AKP-Cemaat çelişki-çatışması neticesiyle ordu-polis ve yargı içerisinde yaşananlarda bir başka önemli olaydır. Komünist-devrimci-demokrat-muhalif kesimlere karşı, saydığımız bu gerici devlet kurumlarının nasıl etkin bir şekilde kullanılıp, katliamlar yaptırıldığını her an her gün yaşamaktayız. Roboski, Gezi, 6-8 Ekim Serhildanı, Kuzey-Batı Kürdistan sınırında yaşananlar…sadece bu birkaç örnek dahi faşist devlet ve kurumlarının niteliğine dair yeteri kadar veri sunmaktadır. Dikkat edilirse tüm bu katliamların üstü örtülmeye çalışılmakta, katliamı bilfiil gerçekleştiren, talimatını verenler aklanıp, ödüllendirilmektedir. Erdoğan’ın ‘’kahraman polisimiz’’ ifadesi yapılan bu katliamların en üstten en alta bir devlet konsepti olarak yapıldığının en iyi kanıtıdır. Aynı Erdoğan değil miydi, 2006 yılında 14 PKK gerillasının katledilmesini protesto için sokağa dökülen binlere karşı ‘’kadın da çocuk da olsa gereği yapılacaktır’’ diyen. Yapılan bunca katliam ve zulme rağmen kendi gerici yasalarını dahi hayata geçirmekten imtina eden AKP, söz konusu kendisi ya da yandaşlarına dair herhangi bir soruşturma, gözaltı vs. olunca adeta kıyamet kopartıyor. Yüzlerce polis görevden alınıyor, sürgüne gönderiliyor, haklarında soruşturmalar açılıp, hızlıca tutuklanıp hapishanelere konuyor. Aynı durum hakim ve savcılar içinde geçerlidir. Şimdi böylesine bir gerçeklik içerisinde burjuvazinin polisinden, askerinden, yargıcından, savcısından, bilfiil kurumları ve çalışanlarından gerçek anlamda bir adalet, eşit yaklaşım beklenebilir mi? Bu soruyu sokaktaki insana sorduğumuzda büyük bir kısmı hayır güvenmiyorum diyecektir. Faşist devlet kurumları büyük oranda deşifre olmuş, güvenilmez bir hale gelmiştir. Keza bu durum burjuva basın içinde geçerlidir. Halka karşı birer yalan makinesi işlevi gören ve şimdilerde ‘’özgür’’ basın çığlıkları koparan burjuva basının gerçek niteliği özellikle Gezi süreci ve AKP-Cemaat çatışması sonucu ortaya dökülen belgelerle iyice deşifre olmuştur. Erdoğan’ın televizyonlarda yayınlanan altyazı haberlerine dahi müdahale edip, gazeteci-televizyoncu azarladığı, burjuva basının hakim sınıf klikleri arasında kendi gerici emelleri için tam bir yalan makinesi şeklinde işletildiği bir tablo içerisinde halkın mevcut burjuva basına güveni büyük oranda bitmiştir. Artık verilen herhangi bir haber hemen kabul edilmemekte, acaba doğrumu sorusu akıllara takılmaktadır. Sosyalist-devrimci basının kendi görevlerini yerine getirdiği oranda burjuva basının bütün rezillikleriyle daha fazla deşifre olacağı bir gerçektir. Hakim sınıflar cephesinde bütün pis-
kültür sanat
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
likler böylesine ortaya dökülüp, muazzam materyaller sunulmuşken, bizlerin bunu doğru bir şekilde kullanıp etkili bir teşhir ve ajitasyon-propaganda malzemesi yapamadığımız da ortadadır. Çok fazla uzatmaya gerek yok. Faşist sömürü düzeni kendi gerici iktidarını ayakta tutup, sürekliliğini sağlamak için; Parlamento, Yargı, Ordu-Polis, MahkemelerHapishaneler, Eğitim, Sağlık, Basın, Sendikalar, Kitle Örgütleri…vs. bütün gerici kurumlarını tam teşekküllü teyakkuza geçirerek halkı baskı altında tutup, sindirmeye çalışıyor. Aleni katliamlara imza atıp her türlü soysuzluğu büyük bir pişkinlikle hayata geçiriyor. Özcesi halka karşı her türlü suçu işliyor. Halk ve halkın örgütlü güçlerinin bu kurumlar aracılığıyla vermeye çalıştıkları her mücadele, bizzat bu kurumlar tarafından bastırılıp, yok edilmeye çalışılıyor. HAWAR diye haykırıyor halkımız. Bu dünyanın cezası ahrete kalmamalı diyor milyonlar. Faşist-sömürü sistemine ve bu sistemin temsilcilerine dönük yütürülen her eleştiri komik bir nidaya dönüşüyor sadece.
Sahne asıl özne olan silahlarındır Peki, çaresiz miyiz? Elbette değiliz. Halkın bütün engelleri yok edip aşan örgütlü gücü elbet açığa çıkartılıp, bu köhnemiş düzene son verilmelidir. Elbette insanlığın gerçek kurtuluşu yolunda Sosyalizmi kurmak ve oradan durmaksızın sınıfsız- sömürüsüz toplum olan Komünizm için geceli-gündüzlü çalışılmalıdır. Fakat dedik ya bu dünyanın hesabı da ahrete kalmamalıdır. Bugün halka karşı suç işlemede rekorlar kıran, faşist düzenin ağzı salyalı unsurlarına karşı, en üstten başlayarak bu suça bulaşanlardan hesap sormak boynumuzun borcudur. 1980 Askeri Faşist Cuntası(AFC)’nın komuta kademesinin başında olan Kenan Evren’in işlediği bütün suçlara rağmen, aradan 30 yıldan fazla zaman geçtikten sonra, huzurlu bir şekilde yatağında eceliyle ölüyor olmasının üzerine bir de şimdiki borçlarımız eklenmemelidir. Bu yükü hafifletmek, bir kısmını sırtımızdan atmak için hakim sınıf temsilcileri yeterince imkan sunuyor bizlere. Eleştiri silahının işlevi ortadan kalkmıştır, sahneyi Silahların Eleştirisinin almasının tam zamanıdır.
21
Sanat geleceği içinde barındıran bir silahtır 22 Şubat günü Sarıgazi’de Yüz Fikir Kültür Sanat Derneği’nin açılış etkinliği düzenlendi. Temel Demirer etkinliğe konuşmacı olarak katılırken, YÇKM halk oyunları, Grup Alamor, Grup Munzur, Rapsan Belagat ,Volkan Albuğa ve Şenol Akdağ’da marşlarını ve türkülerini kitleyle paylaştı 22 Şubat günü Sarıgazi’de Aksoylar Düğün Salonu’nda Yüz Fikir Kültür Sanat Derneği’nin açılış etkinliği düzenlendi. Yüz Fikir Kültür Sanat Derneği önünde bir araya gelen kitle etkinliğin düzenlendiği Aksoy Düğün Salonu’na yürüdü. Yürüyüşün ardından yapılan açılış konuşmasıyla program başladı. ilk olarak Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM)’ne bağlı halk oyunları sahne aldı. Ardından devrim ve komünizm şehitleri anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
Halkın sanatçısı halkın savaşçısı şiarıyla mücadele edeceğiz Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)
temsilcisi konuşma yaptı. Yapılan konuşmada, devletin görevinin yasaklar koymak olduğu vurgulandı. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da her geçen gün azınlık inançlarına ve uluslara karşı asmilasyon politikaları artarken, katliamlar işçilere, köylülere, öğrencilere ve kadına yönelik gözaltılar, tutuklamalar ve baskılar artmakta olduğunu belirterek şu ifadelere yer verildi: “Bizler egemen sınıflara ve onların yoz kültürünü, tüketim kültürü üzerine inşa olan sanat anlayışlarına hayır diyor ve kendi sanatımızı kendi alternatif kültürümüzü el ele verip yoksul emekçi varoş semtlerimizden var edeceğimize inanıyor ve bugün bu anlayışımızın somutu olan bu etkinliği kollektif olarak örgütleyerek biraraya gelmiş olmanın mutluluğu ile hepinizi DHF olarak halkımıza tekrardan yürek dolusu merhaba diyerek halkın sanatçısı halkın savaşçısıdır sözü ile Yılmaz Güney, Hozan Serhad, Delila, Halil Dağ gibi nice devrimci sanatın ve yaşamın şahsında selamlıyoruz.”
Devlet yoz kültürü yayarak gençliği sınıf mücadelesinden koparmaya çalışıyor DHF temsilcisinin konuşmasının ardından Dersim Ovacık Derneği adına yapılan ko-
nuşmada, Emperyalist kapitalist sistemin diğer bir hedefi kitlesinin gençlik olduğunu, yoz kültürü yaygınlaştırarak gençliği sınıf mücadelesinden koparma faaliyeti olduğunu belirterek şu ifadelere yer verildi: “Yüz Fikir Kültür Sanat Derneği’nin, yozlaşmaya karşı, alternatif bir kültür ve sanat anlayışının başta proletarya ve ezilen halklar olmak üzere emekçiler cephesinden, emperyalizme ve faşizme karşı bir duyarlılık ve mücadeleyi taçlandıracağı inançıyla sınıf hareketine dönük yüzümüzle, emekle ortaya çıkardığınz etkinliğinizi selamlıyoruz.” Düzenlenen etkinlikte MKP dava tutsaklarının mesajı okundu. MKP dava tutsaklarının mesajında şu ifadelere yer verildi: “Tüm devrimci ruhumuzla tutsak partizan her keze bin selam.
Grup Alamor ile Grup Munzur kitleler tarafından beğeniyle karşılandı Emperyalist-kapitalist sistemin yoz kültürüne alternatif olarak geliştirdiğimiz devrimci sanat anlayışı ile ortaya koyduğumuz halk kitlelerini halk kültürü ile buluşturacak olan ‘Yüz Fikir Kültür Sanat Derneği’ hayata merhaba derken bizler de tutsak olarak çoşkunuzu çoşkumuzla katıp bir kez daha merhaba diyoruz.” Temel Demirer ise yaptığı konuşmada, devrimci önder Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın başlattığı mücadeleyi ısrarla sürmek gerektiğini, karanlığ karşı her kezin İbrahim, Mahir ve Denizleşme zamanı olduğunu söyledi. Yapılan konuşmanın ardından Grup Alamor, Grup Munzur, Şenol Akdağ, Volkan Albuğa ve Rapzan Belagat sahne alarak türkülerini kitleyle paylaştı. Etkinliğin sonuna doğru Grup Munzur, Grup Alamor ve Şenol Akdağ İsyan Ateşi marşını hep birlikte söyleyerek, salonda bulunan kitleyi çoşturdu.
22
güncel haber
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
Pozantı’daki vahşette suçlu olan yine Kürt çocukları
Ülkemizde faşist baskıların her türü fazlasıyla mevcut. Ama bunlar da yetersiz geldiği için 'İç Güvenlik Yasası'na ihtiyaç duydular. Bugünlerde mecliste büyük kavga ve gürültüyle hayata geçirmeye çalıştıkları faşist yasalar bir yanda dururken, kamuoyunun vicdanını sızlatan bir suç daha hasıraltı edilerek zanlıları adeta ödüllendiriliyor. Zira zanlılar devletin faşist baskılarından biri olan taciz ve tecavüz politikasını hayata geçirmişlerdi Pozantı Hapishanesi'nde tutukluyken hapishanede kalan adli mahkumlar, gardiyanlar ve askerler tarafından taciz ve tecavüze maruz bırakılan Kürt çocuklar hakkında yüzlece yıl hapis isteniyor. Taciz ve tecavüz suçu işleyenler hakkında
ise 'takipsizlik' kararları verildi. Devlet 2009 ve 2010 yılında Kürt çocuklarını hedef alan bir tutuklama furyası başlatmış ve yüzlerce çocuğu hapishanelere kapatmıştı. Kamuoyunda yükselen tepkiler karşısında yasal düzenleme yapmak zorunda kalmış, ''taş atan çocuklar'' olarak bilinen çocukları da kapsayan 6008 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'ndaki değişikliğin 2012 yılında yürürlüğe girmesiyle çocuk tutuklular tahliye edilmişti. Adana Pozantı Hapishanesi'nde tahliye olan çocukların anlatımları ve İHD Mersin Şubesi’ne yaptıkları başvurularla hapishanede uygulanan taciz, tecavüz ve kötü muameleler açığa çıkmıştı. Mağdurların avukatları ve Mersin İHD yaptıkları suç duyurularının ardından yasal süreç başlamıştı. Ama gelinen noktada mağdurlara yüzlerce yıl hapis cezası istenirken taciz ve tecavüz sanıkları hakkında verilen 'takipsizlik' kararıyla suçlular aklanıyor.
Pozantı’da tecavüze maruz kalan çocuklara 578 yıl hapis cezası Pozantı Çocuk Hapishanesi’nde taş attıkları gerekçesiyle tutuklanan Kürt çocuklarına yönelik taciz ve tecavüz davasında takipsizlik kararı verilirken tecavüz zanlılılarından davacı olan 4 çocuk hakkında ise müebbet hapis cezası istendi İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi, Pozantı Çocuk Hapishanesi’nde Kürt çocuklarına taciz ve tecavüz eden devlet memurları hakkında açılan davanın takipsizlikle sonuçlandığını belirtti. Davacı olan 4 çocuğun davalı duruma düştüğünü ve müebbet hapis cezasıyla yargılandığını ifade eden Tanrıverdi şunları söyledi: “Taciz ve tecavüz suçlamasıyla tespit edilen 20 zanlı hakkında açılan dava takipsizlikle sonuçlandı. Tecavüz zanlısı olan devlet memurların yerine davacı olan 4 Pozantı mağduru çocuğun ‘devlet malına zarar verdiği’ gerekçesiyle Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 302. Madde’den müebbet hapis cezasıyla yargılanıyorlar. Bugün çıkartılmak istenen İç Güvenlik Paketi zaten Mersin’de Kürt çocuklarına uygulanmaya başlanmış bile.” Kürtlerin yoğun yaşadığı metropol kentlerden biri olan Mersin'de özellikle çocukların gözaltına alınması ve tutuklanmasına değinen Tanrıverdi, Pozantı’da yaşadıkları vahşetin yanında ailelerin de ekonomik zorluklar içerisinde kendilerini büyüttüğünü belirterek, “Devlet Kürt çocuklarına 'potansiyel terörist' gözüyle bakmaktadır. Mersin’de devletin çeşitli kurumların Kürt çocuklarına öç alınması gereken düşman gözüyle bakılmaktadır. Mersin 1990'lı yıllarda köyleri boşaltılan Kürtlerin yoğun
olarak yerleştiği metropollerden biri. Nüfusunun üçte birden fazlasının Kürtlerden oluştuğu kentte, özellikle çocuk ve genç nüfusu oldukça fazladır. Yıllardır yaşanan çatışmalı ortamın doğrudan mağduru olan çocuklar, hak ihlaline uğrayan kesimlerin başında geliyor. Zorunlu göç sonucu Mersin ve Adana başta olmak üzere Türkiye metropollerine göç etmek zorunda kalan aileler işsizlik, yoksulluk, ayrımcılık olmak üzere çok sayıda uygulamaya maruz kaldı. Bu ortamda büyüyen Mersin'deki çocuklar hem yaşam alanlarında hem de Pozantı Hapishanesi'nde insanlık dışı uygulamalara tanıklık ederek büyüdü” diye konuştu.
Toplamda 578 yıl hapis cezası Pozantı Çocuk Hapishanesi’nde taciz ve tecavüze maruz kalan Kürt çocukların teker teker hapishaneye konulduğunu söyleyen İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi, 18 yaşını dolduran çocukların büyük bir kısmının tutuklama ve para cezalarıyla sindirilmeye çalıştığına dikkat çekti. Tanrıverdi, “Son bir yılda derneğimize yapılan resmi başvuru kayıtlarına göre; bir yıl içerisinde, toplam 129 çocuk gözaltına alınmış, tutuklanmış ve çocuk mahkemeleri tarafından yargılanmıştır. Bunlardan 67 çocuk hakkındaki davalar sonuçlanmıştır. Sonuçlanan davalardan hiçbir beraat kararının çıkmaması çocukları sindirme politikalarının açık bir göstergesidir. Bu çocuklara Toplam: 578 yıl, 11 ay 6 gün hapis cezası ve 978.180.00 T.L. adli para cezası verilmiştir. Yine 2012 yılı içerisinde Mersin Valiliği tarafından Pozantı çıkışlı çocukların ailelerine toplam olarak 1.270.000.00 (Bir milyon iki yüz yetmiş bin) T.L. idari para cezası verilmiştir” dedi.
güncel haber
1-15 MART 2015 Halkın Günlüğü
TUTSAK PARTİZAN
23
≫ çafer çakmak
TAVRIMIZ BİR BÜTÜN PROLETERYANIN TAVRI OLMALIDIR
H
ikâye kadim, gaybı gazadan beri hançerası yayılıp durur. Proletarya dünkü çocuk sayılır onun yanında. Proletaryaya; ‘’kendini bana sor, beni kendinde tanı” diyor. Sırtında firavunların kırbacı, boynunda kölecilikten yadigâr damgaların izi, ayasında Ortaçağ karanlığının cadı avlarında ateşin yanığı, gözlerinin derinliğinde modernitenin sömürü görüntüleri. Kamburunda erkeğin tarih yazımında yer almayan hikâyesinin tabletleri, parşömenleri, varakları. Erkeğin yarattığı Tanrı yeryüzünde bir kadına bile nebiliği layık görmemiş. Yeryüzünün tiranları toplumsal üretimde geri düşürdükleri kadını eve hapsetmiş, aklının ve bedeninin üzerindeki her türlü tasarrufu kendine hak görmüş. Eşitsizliği fıtrata indirgeyip ahlakla gelenek ipleri örmüş. Beş bin yıllık sömürü ve eşitsizlikle kadına dış kapının mandalı muamelesi yapmış. Kadının susup sineye çektiğini yalnız erkek tiranların emrine amade vakanüvislerin mürekkebinden çıkmış tarih yazımında bulunur. Biliriz iktidara secde edip etek öğen vakanüvisleri. Değil mi ki, iktidar uğruna kardeşlerini, çocuklarını boğarak, zehirleyerek katleden sultanları, barışçıl, kadirşinas sıfatlarıyla takdim etme aymazlığına düşenler. Hakikatin notunu düşen, gerçeği taşıyan kelimeleri sır gibi koruyan mangal yürekli vakanüvisleri, çelebileri de biliriz. Onların satırlarında öğrendik firavunların devrinde iktidara meydan okuyan matematikçi, bilim insanı Hyptia’yı. Engizisyon yargıçları karşısında diz kırmayan Jan Dark’ın küllerinden doğdu. Sason Direnişi’nde Rındexan, Dersim’de faşist Kemalistlerin taarruzuna karşı silah çatan Ana Zarife. Ve adlarını buraya taşımadığımız nice kadın… Sosyalizm tarihinde ikinci cins, kadın-erkek eşitsizliği çelişkisi uzun yıllar doğru ele alınmadı. Sosyalizm üretici güçler teorisine indirgenerek oradan da pozitivist bir çıkarsama yapılarak sınıf hareketini böler fobisi üretiliyordu. Kapitalist moderniteden mündemiç pozitivizm sosyalist retoriğe öyle bir sızıp yerleşmişti ki püsküllü bela, eyleme prangaydı. Dört yüz milyonluk yarı feodal Çin’de proletaryanın felsefi-politik rehberliğinde köylüler kırdan kente devrimci savaş yöntemiyle devrimi gerçekleştirip sosyalizmin inşasına soyunduklarında sosyalizm nosyonuna bandırılmış aydınlanmacı retoriğin kiplerine sıkışıp kalan dostlarımız, yüzlerini buruşturup; “ bu proleter devrim değil, sosyalizm hiç değil” nakaratını koro halinde terennüm ediyorlardı. Pozitivist akıl, Şeyh Said ve Hoybun önderliğindeki Kürt Ulusal isyanlarını Kemalizm’in milli kapitalizmi tesis etmesini sekteye uğratan “feodal gerici hareketler” mahiyetinde değerlendirip kıta halinde bur-
juvaziye asker selamı çakıyorlardı. Hareketin önderlerinin (bizzat sosyo-politik sahanın) aşiret Miri, küçük burjuva, milli burjuva olması, Kürt Ulusu’nun Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı hareketin, devrimci niteliğini gölgelemez. Sıralamalı tarih tezlerini Marks’a dayandırmaları abesle iştigaldi. Marks teorisini bu biçimde deforme eden dostları için “Tanrı beni dostlarımdan korusun” nüktesiyle eleştiriyordu. Sıralamalı tarih tezinin boynunu büken Marks’tır; Marks’ın 1881’de Vera Zasuliç’e yazdığı mektup tüm ihtilafları ortadan kaldıracak niteliktedir. Marks kapitalizmin bireysel tarımı mülksüzleştirerek varlığını tarih sahnesine çıkarmasını Kapital’den alıntı yaparak özetler: “Bütün bir evrimin temeli, tarımsal üreticinin mülksüzleştirilmesidir. Bu da şimdiye kadar, köklü biçimde ancak İngiltere’de oldu. Ama Batı Avrupa’nın öteki ülkeleri aynı hareketi geçirmektedir” der ve ekler; “Demek ki, ben, Batı Avrupa ülkelerin bu hareketin ‘tarihsel yazgı’ olma yanını özellikle sınırladım.” Marks, determinist iktisadi belirlemeciliğe indirgeme kalkınmacı pozitivist felsefik anlayışı reddeder ve teoremin bu yöne çekilmesine geçit vermez. Vera Zasuliç’e yazdığı mektupta Rus Komünü’nün “tarihsel zorunluluk” kompartımanına binmesinin gerekmediğini belirtir ve “Rus tarım komünü, kapitalizmin (korkunç) iğrenç serüvenlerinden geçmeden, bu üretimin tüm olumlu yanlarını benimseyebilir” vurgusunu yaptığında, bu; Antik Asyatik, köleci ya da feodal üretim toplumlarının kapitalizmin durağına uğramadan farklı bir (diyalektik) yol izleyerek sosyalizme geçiş sağlayabileceği olanağını yaratıyordu. Kadın erkek eşitsizlik çelişkisine günün yaygın deyimiyle “kadın sorununa” yaklaşım da bu pozitivizmle harmanlanmış bakış açısı başattı. Kadının, proletaryanın felsefi-politik önderliğinde ezilenlerin ve sömürülenlerin hareketinde özgün örgütlülükler yaratması formülasyonuna ya “sınıf hareketini böler” ya da “ustalardan böyle bir önerme yok” karşı çıkışlarında bulunuyorlardı. Kadının özgün örgütlülükler yaratarak devrim saflarında yer alması devrim hareketinde bölünme yaratmadı. Aksine kadınların devrimci enerji ve potansiyelini açığa çıkartarak birleştirip büyüttü ve ataerkil kültürün toplumda ve saflarımızda parçalanmasında önemli rol oynadı, oynuyor da. Erkeğin uysallaştırmaya çalışıp tasallutuna aldığı kadın bugün başkaldırısını daha sert gerçekleştiriyor ve bu sosyal alanda özgürleşme kulvarına giren kadının ataerkil erkekle çatışmasının pratikleriyle yansımasını buluyor. İkinci karşı çıkış, “ustalarda böyle bir önerme yok” mantalitesi MLM’nin özünü, onun fizik biliminin keşifleriyle ve tarihsel – toplumsal seyirdeki değişim ve gelişmelerle
yenilenip yeni nitelik kazanacağını kavrayamamaktır. MLM’yi teolojiyle özdeşleştirme, derin dondurucuda tutmanın dışarı vurumudur. MLM teori tarihseldir. Yenilenip değişmesi, yeni nitelikler almaması olanaksızdır. Engels teoriyi “ölümsüz doğrular” kapısına bağlayıp, tarihin nesnelliğiyle değil taş ilkelerle ele alanlara şu yanıtı veriyordu: “Teorik düşünce, her çağda dolayısıyla çağımızda da, çeşitli dönemlerde çok değişik biçim ve bununla birlikte çok değişik bir içerik kazanan tarihsel bir üründür. Bundan dolayı, düşünce bilimi, bütün ötekiler gibi tarihsel bir bilim, insan düşüncesinin tarihsel gelişiminin bilimidir. (…) İlk olarak düşünce yasaları teorisi, dar kafalı nedenlemenin mantık sözcüğü ile tasarladığı gibi yalnızca bir kez ve herkes için ortaya konmuş ‘ölümsüz bir doğru’ değildir.” Bu zihinsel bariyeri aştık. Kolay aştığımız ifade edilemez. Tarihin hangi evresinde “eski köye yeni adet getirmek” kolay olmuş ki. Tarihin trajedisi ve cilvesi bu. Yeni fikirler muhafazakar direnişle karşılanır. Karşı çıkan yoldaşlarımızın çoğunluğu da eksikliklerini kavrayıp, zihinsel bariyerlerini aştılar. Teorik ve politik değişimde önümüzü açan yoldaşlarımıza, özelde de 17’lere selam olsun. Ezilenin ezileni kadın yalnız üretim alanında emek sermaye çelişkisine maruz kalmıyor. Üretimin dışında toplumsal alanın her safhasında, ailede, okulda, sokakta… tecavüze, tacize, fiziki ve psikolojik şiddete, muhafazakar ahlakın baskısına maruz kalıyor. Beş bin yıllık patriarkal tiranların baskı ve ideolojik kıskacında cebelleşiyor. Kadının özgün örgütlülükler yaratması, kadının rengi ve sesiyle devrim mücadelesine katılımın teorisini ve politikasını esasta oluşturduk ama pratikte atıl kaldığımızı kabul etmeliyiz. Bugün politik pratik işlevselliği ve faaliyeti durdurulan Demokratik Kadın Hareketi başlangıç merhalesinde olumlu bir hamle, iyi bir deneyimdi. Kadın yoldaşlarımız, esasta bu deneyimin teorik politik belgelerini, pratik deneyimlerini, dünyada ikinci cinskadın sorunu babında yazılan külliyatın belgelerini, Uluslar arası Komünist Hareket’in belge ve deneyimlerini, verili kadın örgütlerinin belge ve üniversiteli, işçi, köylü, akademisyen, sanatçı… yani toplumsal alanın birçok safhasında yer alan kadınların ve kadın örgütlerinin yer aldığı geniş bir tartışma ve istişare yürütebilinir. Kitlelerle, demokrasi devrim güçleriyle birlikte tartışıp istişare etmenin önemini mahpus kadın yoldaşlarımızın deneyiminde, mektuplarındaki ilgili bölümü kelimesi kelimesine olduğu gibi aktaralım; “ Hevaller Sovyet ve Çin devrimi konularını çalışıyorlardı. Bu konuda bizimde konuya dâhil olmamızı ve Çin’de ki devrimle beraber bizim ülkemiz şartlarında devrime bakış açımızı
öğrenmek ve tartışmak istediler. Ufak söyleşi tadında bir toplantı yaptık. Çin Devrimi’ni ve özelde de Kültür Devrimi’ni anlattıktan sonra ülkemizde devrim konulu söyleşi bölümüne geçtik. (…) 3. Kongre ile birlikte yeni bakış açımızı ilk kez anlatma şansımız oldu.(…) Bize ayrılan zaman dilimi boyunca konuları özetledik. Kendileri de okumak istedi, (…) paylaştık. Yıkıcı yaklaşımlarda vardı. Bunu da uygun dille söylemlerimizde ifade ettik. Ve sonrasında ufak bir özeleştiri yapıldı. Ama genel anlamıyla güzeldi. Onlarda böyle söylediler. Bizi ilk defa dinlediklerini ve önyargılı oldukları kimi konularda şimdi daha farklı yaklaştıklarını ifade ettiler.” Bu deneyim ufak bir örnek olmakla beraber; özgüven, diyalektik karşılıklı öğrenme ve birliktelik esnekliği ve de cüret anlamına geliyor. Kitlelerle tartışma; kitlelerden kitlelere yaklaşımıyla kitlelerden bilinçselkültürel uyanış, değişim, yenilenmeyi; kitlelerin aktif katılım ve sahiplenişini, oluşum ve karar alma süreçlerine dahil olmalarını, kitle inisiyatifinin gelişimini, bizlerinde kitlelerden öğrenmemizi ve fikirlerimizin toplumsal karşılığını görmemizi sağlar. Tartışma istişare adet yerini bulsun kavlinde yapılmamalı. İki hafta önce konuyu tartışmaya açıp iki hafta sonra da, tartışmayı bitirip karar alıyorsanız podyumluk bir tartışma yapmışsınızdır. Bu kadar kısa sürede, ciddi konular araştırılıp incelenip tartışılamaz. Bu kültüre ve tarza karşı kitlemizde ciddi itiraz ve eleştiri var gücenmesin kimse, olumluluktur bu. Kitlede demokrasi ve istişare kültürünün geliştiğini gösteriyor. Kadın yoldaşlarımız önlerine bir üre koyarak tartışmayı başlatabilirler. Bunun için onlarca özneye de gerek yok. Donanımlı ve etkin üç kadın yoldaşımız buna öncülük edebilir. Ev, mahalle, dernek toplantıları, forumlar ve internet tartışma kanal ve araçları olabilir. Kıvılcım çakılsın umulandan fazla sinerji açığa çıkacaktır. Demokratik Kadın Hareketi’ni tekrarlamakta doğru olmaz. Demokratik Kadın Meclisi’ne öncülük edilebilinir. Verili kadın örgütlerinde ki, kurumun kuruluşuna öncülük eden öznelerin siyasi paradigmasını kabul etmeyenlerin / benimsemeyenlerin çoğunluk baskısıyla yönetimden ve faaliyetten harici kılındığı darlaştırıcı sekter yaklaşımlardan uzak durulmalı. “Yüz Çiçek” ilkesiyle feminist, sosyalist feminist kimlikler de dâhil olmak üzere demokratik muhtevadaki her kadın rengiyle Kadın Meclisi’nde yer alabilmeli. Unutulmasın tırtıl güvede kelebeğe dönüşebiliyor. Maoist kadınlar da evvelinde hangi sosyo-politik kimliklerde olduklarını anımsamalı. Değişim yılanın kavlak değiştirmesine benzer. Bir kimliği parçalayıp yeni kimliği oluşturmak sancılıdır, içsel çatışmalıdır. Diyalektik ilişki, sabır ve ısrar şart.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 15 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL Ji MKP, daxuyaniyek li ser hilbijartina tevahî Partiya Maoîst Komunîst (MKP), Lijneya NavendîBuroya Siyasî, bi sernivîsê wek “Emê tevahî hilbijartin bi tifaqa hêzên şoreşger û propaganda ya sosyalizmê ve pêşbazî bikin” daxuyaniyek weşand. Em jî vê daxuyaniyê, bi kurtahî ji xwandekarên xwe re parve bikin Partiya Maoîst Komunîst (MKP), Lijneya Navendî-Buroya Siyasî, bi sernivîsê wek “Emê tevahî hilbijartin bi tifaqa hêzên şoreşger û propaganda ya sosyalizmê ve pêşbazî bikin” daxuyaniyek weşand. Em jî vê daxuyaniyê, bi kurtahî ji xwandekarên xwe re parve bikin. MKP’ê, di daxuyaniya xwe de got; “Partiya me, parvekirina nêrîn û şêwaza xwe ya li ser hilbijartina gelemperî ya 2015 a 7’ê Hezîranê ji bo raya giştî ya demoqratîk, wek peywirek dihesibîne”. Di daxuyaniya MKP’ê de bi kurtahî ev yek hate bilevkirin: “Em wek MKP, di serî de ji girse ya gele xwe ya şoreşger re, ji hemû hêzên birexistin/nebirêxintin re bi zelalî radigihînin ku, em wek rêxistin, ji bo Hilbijartina Tevahî tevlêbûna xwe bi rengekî siyaseta rêwaz wek biryarek pejirandiye û em we jî vedixwînin ku ev taqtîka me re wek rêxistingerên bihêz û çalakvan tevlêbûneke bi giyaneke seferberî pêk bînin. Em ku polîtîkaya xwe ya li ser Hilbijartina Tevahî bi vî şiklî zelal dikin û ji livdarên şoreşger daxwaziyên xwe bilêv dikin, ligel vê yeke em bawerin ku, divê wateya şêweyê me, naveroka birdozî-siyasî û bingeha wê ya pêvajoya siyasî jî divê bi kurtahî were aşkere kirin. Lewma; Di enî ya çînên desthilatdaran de, li gorî rewişta bûrjûvayan, nîqaşeke hilbijartina tevahî dimeşe. Ev nîqaş, gav bi gav rojeva siyasî ya welatê jî digire, gelême dorpêç dike û bi zorê ber bi tercîhekî diajoye, bi vî rengî gelê me, di nav partîyên siyasî yên çînên qomprador de lêpêwîstger diterkîne. Di pêvajoyeke wisa de, em wek Partî, sekna xwe zelal dikin, ku bila gelê me, di navbera partiyên siyasî de, di nav vebijêrkekîde
nemînin, xêynî van partiyan divê alternatifên şoreşgeriyê jî ji bo girseyan were pêşwazî kirin. Bi vî şiklî nûnertiya Partiyê were pejirandin û bi şêwazeke mutewazî derkeve ser xuyangê û rola xwe ya şoreşgeriyê bileyîze, bi vî hawî alîgirên me jî dengên xwe wek zanyarî bikarbînin û li gor tercîhên şoreşgeriyê tevgerînek pêk bînin. Ev daxuyaniya me, ji ber vê yekê xwedî sekneke girîng e... Bêguman Partîyê me, tena bi ser xwe alternatîfa şoreşger yê bêhempa nîne. Xêynî me jî hin partî û refên şoreşger hene ku ewana jî xwedî nûnertiya vê yekê ne. Lê belê, divê were bilevkirin ku, partiya me, bi vî hawî sekname jî, di navbera tevahî refên şoreşger û
nertiya daxwaziya girseyekî ve barbûyî ye û bi vî hawî jî divê nêzikahiyeke bi baldar were nîşandan. Di xwedîbûna hêzeke pratîkê de jî girîngiyeke xwe heye. Partîya me bi taybet jî xwedî birdozî-siyasî ya tevgerê çînî ye, di vir de ciheke xwe ya ewlehî heye, di pişta xwe de dîrokeke tekoşînê heye, bi sedema xwedîbûna vê yeke jî lingên xwe wek ewlehdar li erdê danîtiye. Ew mîrasên xwe ya şoreşgeriyê jî bi pratîk a milîtaniyê ve berhev kiriye û li ser vê esasê pêşveçûyînek lidarxistiye, pêşvebiriye û bi vî hawî partiyeke “li ser koka xwe şînbûyî” ye. Partiyê me ya ku xwedî vê rasteqîniyê ye, şêwaza wê jî ji aliyê girseyeke fireh û mezin ve wek bi awayekî gi-
van sedaman xwedî girîngiyek e. Divê hemû rêhevalên me, li ser şêwazên me ya navendî xebatên xwe bikin, pratika xwe bicîhbîkin, bi xebateke çalakvan û xwedî irada ve, li gor girîngiya xwe divê xebatên xwe bimeşînin. Xebateke derîrada û li himberî Şêwaza Navendî, wek wateyeke valakirina binê navendê ve tijî ye, divê ev yek neyê jibîrkirin. Divê xebatên rêhevalên me, wisa bi îrada ve tûj be ku, ji partiyên fermî re, ango rêxistinên qomprador re tenê dengek jî be bila neçe wan. Her cihê ku xebatên me hene û em bi çalak in, divê her wisa be. Divê ji tene dengekî ku ji partiyen pergalî re diçin, em ji wê re jî bêtamûl bin. Xebatên me û ked dayîna me,
demoqratîk de xwedî ciheke taybete û wek seranser em dikarin bejin Partîyê me nûnertiya eniya pêş cih digire. Partiya me, Partîya Maoîst, di çend cûreyan de; ango çanda demoqratîk û têgihîştinê de, musamahakarî ya fikrên cûda û parastina fikrên kêmkeşan de, bi destgirtina birdoziyê ya bi şêwazeke rast-nerast de, gihandina fikreke taybet ya ji civakekî ji civakeke dinre, ango bi van xebatan de xwedî pratîkeke biawantaje. Li ser vê esasê, şêwaza partiyame xwedî wateyeke taybete û nûnertiya hêjahiyê pêş digire, gotina me ya bi vî rengî jî ne şaşe. Şêwaza Partîya me, şêwazên şoreşgeriyê ye, ji ber vê yeke jî, xwe bi xwe xwedî nirxeke taybete. Nikare were piçûk dîtin. Şêwaza partiyame, nû-
rîng tê dîtin, bi dezgehên rêxistin a şoreşgeriyê ve jî bi şêwazeke baldar tê pêşwazîkirin. Bi kurtahî, dibe ku şêwaza me, tene bi biryara xwe ve nikaribe encama hilbijartinan bihilîne, lê dîsa jî wek watedarîya sekneke çînî, şêweyeke birdozî-siyasî û sekneke dîrokî girîng e, wek tarzeke nerazîbûn ya şoreşgeriyê ne bêwateye. Ji ber van yekan jî em dikarin bejin zelalbûyîna şêwaza partiyame ji bo tercîhên gel binirx e û girîng e. Divê eb yek çalakiyeke bi watê û çalakiyeke bi raman were nirxandin. Xêynî van yekan jî; sekna Partîya me, rasterast li ser girseyeke mezin tesîreke qevîn datîne, bersiveke xwe ya polîtîk-pratîk heye, ji ber vê jî wek rewşeke siyasî nikare were piçûk dîtin, bi
divê bi vî rengî be. Tercihên rêhevalên me ya dengdayînê, divê ji şêwaza eşîrî û feodaliteye dûr be û dengdayîn li ser şêweyeke polîtîk bimeşe. Hemû xebatkarên me, divê hemû partiyen paşverûtî û faşîstan li her wadî teşhir bikin û deng nedayînê teşwîq bikin. Di vî beşî de divê xwedî sekneke teqez bin. Divê neye jibîr kirin ku; tecrübeyen ku ji van xebatan were bidestxistin û qezenckirin, ji bo xebatên me yên pêşerojê jî hêzek e, bingehek e û nirxek e... Şert û mercên k udi ber me de, ji bo şoreşê, bi hin derfetan ve jî barbuyî ne. Bikaranîn û nirxandina ev derfetan ji bo şoreşê, ne tene tercîhek e, di heman deme de pêwîstiyek e...