Mücadele tek süreçlik devrim bir seferlik eylem değildir sf 12-13
Sönmeyen bir meşale Kaypakkaya Devrimci mücadelenin reformizmin bataklığına çekildiği, Türk milliyetçiliğin sinsice devrimci algıya çöreklendiği, iktidar kavgasının devrimci cephede entellektüel gevezeliğe yöneldiği bir dönemde halkın iktidar mücadelesi için kızıl bir güneş doğdu. O kızıl güneşin adı İbrahim Kaypakkaya. Diyarbakır zindanlarında katledilişinin 40. yıl dönümünde Kaypakkaya’yı ve onunla bütünleşen halkın iktidar mücadelesini her yerde daha güçlü sahiplenmek için sınıf mücadelesini güçlendirelim. SAYFA 2-3
Halkın Günlüğü 1-15 Mayıs 2013
Yıl: 3 Sayı: 63 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
İstanbul’da
OHAL VE DiRENiŞ
Ermeni
Soykırımı lanetlendi f
GÜNCEL
4-5
24 Nisan 1915’te gerçekleşen Ermeni Soykırımı’nın 98. yıl dönümünü geride kaldı. Soykırım, 24 Nisan günü ülke genelinde ve dünyada yapılan eylem ve anmalarla lanetlendi. Ülkemizde yapılan anmalarda, devletin farklı ulus ve milliyetlere ayrıcalıklı yaklaşımı protesto edilirken, devletin ilk başta Ermeni Soykırımı’nı kabul etmesi gerektiği ifade edildi. ADHK ise yaptığı açıklamayla“Ermeni Soykırımı unutulmamalı ve unutturulamaz” dedi
15 Mayıs’ta THY emekçileri grev çıkıyor
1 Mayıs’ta sıkı yönetim uygulamasına karşı alanlara akıp polisle çatışan on binler faşizme teslim olmayacaklarını haykırdı
Binlerce polisle İstanbul’u açık hapishaneye çeviren devlet, öne sürdüğü “çukuru” kapatamayacak kadar aciz değilmiş
10
8 Mart tartışmaları ve Kızıl Bayrak’a yanıt
16
Kapitalist sistemin içerisinde bir “Zerre”
22
≫
02
güncel haber
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
Kaypakkaya’yı tüm alanlarda
TKP/ML-YDK ve MKP-YDB İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede katledilişinin 40. Yılında katledilişini protesto etmek ve İbrahim Kaypakkaya’yı anmak için Avrupa’nın tüm alanlarında düzenleyecekleri etkinliklere katılmak için ortak bir çağrı yayınladı TKP/ML-YDK ve MKP-YDB’nin Kaypakkaya’nın işkencede katledilişinin 40. Yıl dönümü vesilesiyle yayınlamış olduuğu ortak çağrıyı öneminden dolayı paylaşıyoruz;
“Tüm ilerici, devrimci ve yurtseverlere çağrımızdır’ İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede katledilişinin 40. Yılında katledilişini protesto ve İbrahim Kaypakkaya’yı anmak için Avrupa’nın tüm alanlarında düzenlediğimiz etkinlikte buluşalım!
Emekçiler, Devrimciler, Yoldaşlar Türkiye proletaryasının komünist önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaş ülkemizdeki 50 yıllık suskunluğu yerle bir ederek 1972 yılında yarattığı büyük manifestoyla tarih sahnesine çıktı. O dünya ölçeğinde gelişen Büyük Proleter Kültür Devrimi ve ülkemizdeki sınıf mücadelesinin bir ürünü olarak; 15-16 Haziran büyük işçi direnişi, köylülüğün toprak işgalleri ve öğrenci gençliğin mücadelesinden çıkardığı derslerin bir ürünü olarak 24 Nisan 1972 tarihinde kurduğu proletarya partisiyle, geride büyük bir miras bıraktı. Kaypakkaya yoldaş, yaptığı çözümlemelerle Türkiye devriminin yolunu net ve açık bir şekilde çizdi. Devrimin yolu, Tür-
kiye’de sınıfların tahlili, ittifaklar meselesi, Cumhuriyet tarihi, Kemalizm ve ulusal soruna ilişkin tezleri bugün de sınıf mücadelesinde anahtar rolünü oynamaya devam ediyor. 2013 18 Mayıs’ı İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede katledilişinin 40. Yılı. Düşman, Kaypakkaya’yı Ocak 1973 yılında Dersim’de yaralı olarak esir aldı ve faşist Fehmi Altınbilek komutasında Diyarbakır Hapishanesi’ne götürdü. Aylarca süren sorgusunda düşman onun ağzından tek bir örgütsel bilgi alamadı. O, işkence altındayken bile düşmana meydan okudu ve yüzlerine şunu haykırdı; ‘’Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiçbir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım MarksistLeninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım’’ diyerek, komünist bir öndere yakışır tavır sergiledi. Kemalist faşist diktatörlük onu 18 Mayıs 1973 tarihinde katletti. 2013 yılı 18 Mayıs’ı İbrahim Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin 40. Yılıdır. Katledilişinin 40. Yılında İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişini protesto etmek ve onu anmak için Avrupa’nın tüm alanlarında düzenleyeceğimiz etkinliklere tüm devrimci, ilerici ve yurtseverleri katılmaya çağırıyoruz.
MLKP savaşçısı Yılmaz Selçuk 2010 yılında savaş hazırlığı sırasında yaşamını yitiren ve geçtiğimiz hafta cenazesi ülkeye getirilen MLKP savaşçısı Yılmaz Selçuk, yüzlerce kişi tarafından sonsuzluğa uğurlandı 10 Aralık 2010 tarihinde savaş hazırlığı sırasında yaşamını yitiren MLKP savaşçısı Yılmaz Selçuk’un cenazesi 18 Nisan’da Gazi Mezarlığı’nda toprağa verildi. Selçuk’un cenazesi önce
sabah saatlerinde İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan alınarak Bağcılar’daki evine götürüldü. Daha sonra cenaze konvoyu eşliğinde Gazi Cemevi’ne getirildi. Gazi Cemevi’nde düzenlenen saygı duruşu ve yapılan konuşmaların ardından MLKP bayrağına sarılan tabut, “Yılmaz Selçuk yoldaş kavgamızda yaşıyor”, “Şehitlere devrim sözümüz var”, “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları eşliğinde Gazi Mezarlığı’na taşındı. MLKP milislerinin “Yılmaz Selçuk yaşıyor, MLKP savaşıyor” pankartını taşıdığı yürüyüşte milisler, “Bedel ödedik bedel ödetece-
ğiz”, “Faşizmi döktüğü kanda bozacağız” sloganlarını attı.
“Yılmaz Selçuk yoldaş emperyalist köleliğe karşı savaş çağrısıdır“ Yılmaz Selçuk’un naaşı Gazi Mezarlığı’nda, gözaltında işkenceyle katledilen Hasan Ocak’ın mezarının yanına defnedilirken, törenin ardından Münevver İltemur, Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi Platformu (ÖTSP) adına bir konuşma yaptı. İltemur “2008 yılında devrimci mücadelesini daha üst boyuta sıçratmak için profesyonel devrimciliği seçti ve yönünü
03
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
anıyoruz DHF ve Partizan’dan ortak 18 Mayıs çağrısı Demokratik Haklar Federasyonu, Partizan ve birçok demokratik kitle örgütü 18 Mayıs 1973’de işkencede katledilen Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’yı anmak için Taksim’de yapılacak yürüyüş için çağrı metni yayınladı. Metin şu şekilde; Katledilişinin 40. Yıl dönümünde
Kaypakkaya’yı Anıyor Ve Sahipleniyoruz! İbrahim Kaypakkaya’nın Amed zindanında katledilişinin 40. yıldönümündeyiz. Katledilmesinin üzerinden yarım asra yaklaşan bir süre geçmesine rağmen halen hâkim sınıfların İbrahim Kaypakkaya’ya yönelik sınıfsal refleksi geçerliliğini koruyor. Hâkim sınıflar günümüzde halen İbrahim Kaypakkaya yönelik bir saldırı içindedirler. Onu ananlara, onun resmini taşıyanlara ve hatta türküsünü söyleyenlere cezalar veriliyor, yasaklar getiriliyor. Bu durum onun hâkim sınıflar nezdinde halen tehlikeli olarak algılandığının göstergesidir. İbrahim Kaypakkaya mücadele yaşamı içinde nerede bir direniş ve mücadele varsa orada yer almış, işçi sınıfının ve halkın mücadelesini büyütmenin kavgasını vermiştir. Bugün ülkemizdeki direnişleri sahiplenmek, işçi sınıfımızın ve başta Kürt ulusu olmak üzere ezilen ulus ve mezheplerden halkımızın mücadelesini daha da büyütmek için Kaypakkaya’yı sahipleniyor ve anıyoruz.
Eylem Takvimi: - 15 Mayıs 2013: İstanbul’da basın toplantısı - 18 Mayıs 2013: Taksim-İstiklal Caddesi’nde anma yürüyüşü ve Çorum’a uğurlama
Çorum Mezar Anması: - 19 Mayıs 2013
sonsuzluğa uğurlandı dağlara döndü. Devrimci savaş hazırlığı sırasındayken ölümsüzleşti. Yılmaz Selçuk yoldaş emperyalist köleliğe karşı savaş çağrısıdır. Yılmaz Selçuk yoldaş, kapitalist köleliğe karşı işçilere, emekçilere, kadınlara iktidarı için ayağa kalkın çağrısıdır. Gençliğe geleceğinize sahip çıkın çağrısıdır” dedi. İltemur’un ardından konuşan ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ise “ Devrime karşı umutsuzluğun, yılgınlığın ve yenilgi ruh halinin sinsi bir ur gibi etrafımızı kuşatmaya çalıştığı, düşman tarafından dayatılan teslim alma politikalarının bütün ezilen halkları, işçi sınıfı ve emekçileri tehdit ettiği koşullarda umut var diyebilmek için bu yollara düştü. Bugün Yılmaz yoldaşın şehadetinden aldığımız
güçle, onun direngen mücadelesinden aldığımız ilhamla, Türkiye ve Kürdistan halklarının birleşik devrim mücadelesini yükseltmek için onun açtığı yoldan ilerleyeceğiz” ifadelerini kullandı. Cenaze törenine Cumartesi Annesi Hanife Yıldız, Hasan Ocak’ın kardeşleri, Müslüm Akyol’un annesi Elif Akyol ile DHF, BDP, SDP, TÖP, TÖP-G, SYK, Partizan, Devrimci-Yol Özgürlük, Özgür Demokratik Alevi Hareketi, Halk Cephesi, Alınteri, , HDK, EMEP, BDSP, Koçgiri Platformu ve Kösedağ Gençlik Platformu gibi çok sayıda devrimci-demokratik kurum da katıldı. Törende ayrıca MLKP dava tutsaklarının gönderdiği mesaj da okundu.
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
KOMÜNİST PARTİ SAAT GİBİ HEP İLERİYİ GÖSTERİR
M
ücadele tarihi fiziki ya da örgütsel olarak yenilgiye uğrayıp paramparça edilmesine rağmen bu günden yarına hükmedenlerin yalnızca ve yalnızca direnenler olduğunu tanıtlar. Geleceğe kalmak ve geleceğe umut olmak, taktik manada ve geçici de olsa hiç yenilgi almama kriterine bağlı değildir. Örgütsel ve askeri olarak gerileyip zayıflamamak ya da küçülmemek de geleceği zapt etme özünü değiştirmez. Geçici ve taktik gerilemeler devrimci yarınlara doğru ilerlemeyi yavaşlatır, oyalar, geciktirir ama asla kalıcı olarak veya nihai anlamda engelleyemez. Bugün yenilen yarın yenebilir. Taktik olarak yenilenler stratejik olarak yenebilir-proletarya adına konuşursak kesinlikle hasmını yere serip yenecektir. Örgütsel olarak gerileyebilir ama ideolojik-politik çizgi veya bilimsel düzlem olarak büyük gelişmeler kaydedebilir, gelecekte güçlenmenin dinamikleriyle devasa güç haline gelinebilir. Özcesi, geçici durum veya mevcut gerçek her şey değildir. Tersine bugünün baltalanmış, yaralanmış, darbelenmiş ve son tahlilde örgütsel bakımdan zayıf düşmüş proleter devrimciler bu geçici duruma teslim olamazlar. Çünkü onlar stratejik olarak geleceğe hükmetmenin bilimsel teori-pratiğine, ideoloji ve siyasetine, bütün bunların araç ve yöntemlerine sahiptirler. Bu da yetmez; haklı bir mücadelenin yürütücüleri olarak stratejik avantaja sahiptirler. Ve çünkü geriyi değil, ileriyi temsil etmekle birlikte, tarih çarkının ileri doğru gelişmesine denk düşen paralel bir rol ve niteliğe sahiptirler. Deniz, suları azaldıkça geri çekilir ama bu durum denizi göl yapmaya ve denizin nitelik kaybetmesine yetmez. Bilakis deniz geri çekilip suları biriktirerek yeniden gelir. Öyle ki, geri çekildiği yerleri aşıp yüksek kıyıları vurur. Komünist ve devrimci harekette böyledir. Zaman zaman geri çekilip güç biriktirir ve daha kuvvetli olarak gelir. Geri çekilir dinlenir, soluklanır ve yaralarını sararak tecrübe ve deneyimlerini kaldıraç yaparak daha sağlam gelir. Geçici gerilemeleri, zayıflamaları önemseyerek kafa yormamız zorunluyken, bu gerilemeleri stratejik olarak büyütmemek gerekir. Sınıflar ve sınıf çelişkileri keskin ve uzlaşmazlık zemininde devam etmektedir. Dolayısıyla zayıflayıp gerilesek da sınıf mücadelesin öyle ya da böyle kendi güçlerini üretme dinamiklerine her zaman sahiptir. Yeni Demokrasi Güçleri örgütsel ayaktaki zayıflıklarına karşın gelişme ve ilerleme dinamiklerine ciddi olarak sahiptir. Karamsarlığa asla ve asla prim verilmemelidir. Saatin geriye doğru döndüğü, zamanı geriye doğru gösterdiği görülmemiştir, görülemez de. Çünkü saat ilerleyen zamanı göstermeye dönük kurgulanmış doğru bir mekanizmadır. Ve çünkü saat bir mantığa dayanmakta, bir ihtiyacı karşılamakta-ihtiyacın ürünü olarak var olmakta ve mantığa uygunluk arz etmektedir. Saat durdurulsa da saat
orijinalliğini koruduğu-nitel değişime uğramadığı müddetçe hep ilerleyen zamanı gösteren bir kılavuz olacaktır… İşte sınıflar mücadelesi sahnesine sınıflar arası uzlaşmaz çelişkilerin çözülmesi, tasfiye edilmesi ihtiyacıyla tarih sahnesine çıkan Maoist Komünist Parti de tüm karşıdevrimci sınıf engellemeleri ve saldırılarına rağmen, bilumum tasfiyeciliğe karşın ilerleme yolunda olacaktır. Zira komünist partinin de (partimizin de) yok edilemez arka planında toplumsal ilerleme ve çelişki yasası gibi değiştirilemez toplumsal ve doğa yasaları gerçeği yatmaktadır. Sınıflar mücadelesi ihtiyacından doğan stratejik araç durumundaki Maoist Komünist Partisi tutarlı, nesnel ve bilimsel bir arka plana sahip olarak hep geçerli kalıp ilerleyecektir… Egemen sınıflar ve onların ideolojik uzantıları her türlü olanak ve taktik üstünlüklerini kullanarak partimize saldırmayı (24’lerde de görüldüğü gibi) ihmal etmemektedirler. Bundandır ki, tüm yoldaşlar gerici saldırılar karşısında kenetlenmelidir! Yeni Demokrasi Güçlerinin orijinalitesi çok şey pahasına parti ve devrimi sahiplenmeyi yeğleyen olgun bir gelenektir. Yoldaşlar bilmelidir ki, kara propagandalar gün kadar aydınlık fikirleri karartmaya yetmez. Evet bugün egemen durumdaki gerici güruh ve zümreler avantajlarla mücadelemizin ve somutta da partimizin üstüne yürümektedirler. Bu saldırılarda, darbeler vurma ve kayıp verdirme başarısı da maalesef gösteriyorlar. Ama düşmanı alt etmeye kararlı mücadelemiz iniş-çıkışlara rağmen nihai hedefine kadar sürme kararlılığını korumaktadır. Paslı silahlar bilimsel kararlılığa sökmez. Suyu bulandırıp bulanık suda avlanmak isteyenler miladını doldurmuş yöntemler kullanmaktadırlar. İnternet siteleri, fısıltı ya da ayaklı gazeteler ve gayri ahlaki metotlarla berrak sular bulandırılamaz. Maoist parti proletarya ve halk kitlelerine karşı sonuna kadar açıktır. Hiçbir suçunu, kabahatini, özrünü halktan gizlememiştir, gizleme gereği duymamıştır, bundan sonra da duymayacak. Gizlisi-saklısı yoktur Maoist partinin. Halk kitlelerinden gizlenme eğilimi belirdiğinde buna Maoist kültürle müdahale edilip kitlelere gerekli olan bilgi sunulmuştur tüm gerçekler. İşte böylesi bir partiyiz. Bundandır ki, berrak suyun derinlikleri de görülecek kadar açıktır, oralarda bir şeyler aramak yersizdir diyoruz. Partimiz berrak bir su kadar açık ve dürüsttür. Halk kitlelerine açıklamadığı, açıklayamayacağı, hesabını vermeyeceği ve veremeyeceği tek bir açmazı-sırtında taşıdığı bir kamburu yoktur. Burjuva spekülasyonlara kanaat eden spekülatörler, skandal avcıları ve fantezilerle avunan boş hayalciler bulundukları çığırda ilerlesinler. Biz bu kuru yaprak hışırtısını geride bırakarak devrime bakıyoruz! Faydasız hiçbir meşgaleyle kaybedecek zamanımız yoktur.
04
güncel haber
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
Ermeni Soykırımı’nda katledilenler 24 Nisan 1915’te başlatılan Ermeni Soykırımı’nda katledilenler, İstanbul, Dersim ve Ermenistan’da düzenlenen eylemlerle anıldı. ADHK da “Ermeni Soykırımı Unutulmamalı ve Unutturulamaz!” başlığını taşıyan bir bildiri yayınlarken, Soykırım’da katledilen Ermenileri andı 24 Nisan 1915’te başlatılan Ermeni Soykırımı’nda bir buçuk milyonun üzerinde Ermeni yaşadığı topraklardan sürülerek katledildi. Osmanlı’yı yöneten İttihat ve Terakki Partisi tarafından Anadolu’yu Türkleştirme hedefiyle soykırıma tabi tutulan Ermeniler, “tehcir” adıyla yaşadıkları topraklardan sürgün edildi ve yollarda çeşitli baskılara ve işkencelere maruz kalarak katledildi. Ermeni Soykırımı insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmesine karşın Türk devleti halen soykırımı tanımayarak İttihat ve Terakki Partisi’nin katliamlarına ortak oluyor ve aynı anlayışı devam ettiriyor. Ermeni Soykırımı İstanbul Taksim Meydanı’nda yapılan oturma eylemi ve anmanın yanı sıra, Dersim’de düzenlenen eylem ile Ermenistan’da da yapılan anmalarla lanetlendi.
İSTANBUL: Ermeni Soykırımı Taksim’de düzenlenen anmayla lanetlenip, olayların üzerinden 98 yıl geçmesine karşın Soykırım’ın unutulmayacağı mesajı verildi. 24 Nisan akşamı Taksim Meydanı’nda bir araya gelen kitle, üzerinde Soykırım’da hayatını kaybeden Ermenilerin resimlerinin bulunduğu “Unutmadık, Unutmayacağız! 98 Yıl Oldu!” yazılı pankartı açarak oturma eylemine başladı. Kitle oturma eylemi sırasında ellerinde Hrant Dink ile Sevag Balıkçı’nın resimlerini taşıdı. Ağıtların ve türkülerin dinletildiği anma sırasında Soykırım’dan sağ olarak kurtulanların geride bıraktıkları mektuplarla anılar okundu. Anma sırasında Soykırım’da katledilen Ermenilerin
Tutsakların talepleri kabul edildi
isimleri okundu. Anmanın ardından yapılan basın açıklamasında Soykırım’ın üzerinden 98 yıl geçmesine karşın devletin Ermeni Soykırımı’nı tanımadığı ifade edildi. Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “24 Nisan 1915 günü İstanbul’da Ermeni ileri gelenlerine karşı düzenlenen bir operasyonla 240 kişi tutuklandı. Birkaç gün içerisinde sayıları 2 bin 345’e ulaşan tutuklamalarla, Ermeni mebuslardan şairlere, Ermeni toplumunun, deyim yerindeyse ‘beyni’ hedef alındı. Yüzlerce Ermeni evini, barkını, işini gücünü, malını mülkünü yağmacılara bırakıp zorla çöllere sürüldü. Yollarda, Teşkilatı Mahsusa tetikçilerinin örgütlediği katliamlarda öldürüldü.” Ermenilere karşı düşmanlığın halen devam ettirildiği ifade edilen basın açıklamasında Soykırım’ı düzenleyenlerin isimlerinin bilindiği anlatılarak Soykırım’ı inkar edenlere karşı mücadelenin sürdürüleceği ifade edildi.
DERSİM: Dersimli Ermeniler Derneği’nin çağrısıyla 24 Nisan’da Dersim’de yapılan eylemde, Ermeni Soykırımı’nda hayatını kaybedenler anıldı. İnsan Hakları Evrensel Anıtı önünde bir araya gelen aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da olduğu devrimci demokratik kitle örgütleri, 24 Nisan 1915’de başlayan Ermeni Soykırımı’nda hayatını kaybedenleri andı. Eylem sırasında okunan basın açıklamasında Ermenilerin bundan 98 yıl önce büyük bir Soykırım’la katledildiği anlatılarak Ermenilerin bu acıları anlatan hikayelerle büyüdüğü belirtildi. Eylem sırasında okunan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:
”Tam 98 yıldır sustuk… Hakikati söyleyememenin, kendimizin yaşadığı trajediye ağlayamamanın, cemaatini yitirmiş manastırları, ziyaretsiz kalmış mezarları görüp de yutkunmanın bizdeki acısını duyumsamayan köreltilmiş yürekler, ne bugünümüze ne de acılarımıza ortak olamazlar İşte biz; onlardan arta kalanlarız, yani Dersim Ermenileriyiz.
PKK dava tutsaklarının Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde 36 gün devam eden açlık grevleri yapılan görüşmelerin ardından tutsakların taleplerinin kabul edilmesiyle sona erdi Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde 19 PKK dava tutsağı ile 2 Devrimci Karargah dava tutsağının 25 Mart’ta başlattığı açlık grevi süresiz-dönüşümsüz olarak başlatıldı. Açlık grevlerine 19 Nisan’dan itibaren 3 MLKP dava tutsağı ile 2 TKP/ML dava tutsağı da destek için dönüşümlü açlık grevine başladı.
Dersim halkının insanlıklarının, komşuluklarının gereğini yaptılar. Bu komşularımız olmasaydı, belki bugün burada, bu soykırımın kurbanları anacak insan olmayacaktı. Yapılan bu katliamları lanetliyoruz.”
‘Ermeni Soykırımı Unutulmamalı ve Unutturulamaz’ Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK) “Ermeni Soykırımı Unutulmamalı ve Unutturulamaz!” başlığını taşıyan bir açıklama yayınlayarak 24 Nisan 1915’de başlatılan Soykırım’da hayatını kaybedenleri andı. Açıklamada Ermenilerin ilk olarak 1895 yılında II. Abdülhamit tarafından katledildiği anlatılarak İttihat ve Terakkicilerin katliamı Soykırım’a dönüştürerek 1,5 milyonun
Açlık grevine devam eden tutsaklarda baş dönmesi, göz kararması, halsizlik, mide bulantıları, uykusuzluk ve kilo kayıplarının yaşandığı bilgisi alındı. 26 Nisan’da Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi Platformu basın açıklaması yaparak tutsakların taleplerinin kabul edilmesi çağrısı yaptı. Görüşe giden ailelere psikolojik baskıların arttığını açıklayan Platform, hapishane idaresi tarafından tutsaklara açlık grevini bitirmeleri yönünde baskılar yapıldığını anlatarak askeri sayım vermenin dayatıldığını söyledi.
Açlık grevini bırakmaları yönünde baskı yapıldı Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi Plat-
üzerinde Ermeni’yi katlettiği anlatıldı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Soykırım’ın ilk adımı; 24 Nisan 1915’de İstanbul’dan başlamak üzere Ermeni bürokratlar, entellektüelleri, din adamları, doktorlar, gazeteciler ve diğer bilim insanları ve sanatçılar tutuklanıp, korkunç işkenceler sonucunda öldürüldü. Bu durumu diğer kentler izledi. Hızlı bir şekilde Ermeni gençleri askere alındı. Kısa zamanda Osmanlı ordusunda askere alınan Ermeni gençlerin sayısı 300.000’e kadar ulaştı. Bir süre sonra silahlarından arındırılarak bunlardan amele taburları oluşturulup, bir süre angarya işlerde çalıştırıldıktan sonra grup halinde birbirlerine bağlanıp, insansız bölgelere sürüklenerek kurşuna dizildi. Böylece Erme-
formu, tutsakların taleplerini şöyle sıraladı: “1) Fiili ve psikolojik işkenceler derhal son bulmalı, ilgili personel hakkında adliidari işlem yapılmalıdır. 2) 45/1 No’lu genelgede düzenlenen sohbet hakkı tam olarak ve tüm mahpuslara eşit uygulanmalıdır. 3) Aramalar uygun yapılmalı, defterlere el koyma uygulamasına son verilmelidir. 4) Disiplin cezası terörü son bulmalı, bu temelde açılan ve sonuçlanan disiplin cezaları iptal edilmelidir. 5) Ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü mahpusların koşulları insanileştirilmelidir. 6) 10 kitap 10 gazete- dergi sınırlaması
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
05
anıldı
ni milleti hem izole edilmiş hem de direnç noktaları ortadan kaldırılmıştı.” Açıklamada geriye yalnızca çocukların, genç kızların ve kadınlarla yaşlı Ermeni erkeklerin kaldığı anlatılarak Ermeni Soykırımı’nın birinci aşamasının böylece gerçekleştirildiği ifade edildi. Savunmasız Ermeni halkının askerler tarafından evlerinden alınarak kentlerin ve kasabaların meydanlarında toplandığı ve Teşkilatı Mahsusa’nın adamları tarafından dövülerek halkın gözünün önünde boğazları kesilerek katledildiği anlatıldı.
Ermeniler sistematik olarak katledildi Açıklamada son olarak şu ifadeler kullanıldı: “Onlara ekmek ve su ver-
getiren karar geri çekilmelidir. 7) Yer değişiklikleri talebe uygun yapılmalı, keyfi ve zorla yer değiştirmelere son verilmelidir. Girişte dayatılan çıplak arama uygulamasına son verilmeli, insan onuruna uygun bir arama yapılmalıdır.”
Açlık grevleri sona erdi Açlık grevlerinde girilen kritik sürece dikkat çekmek amacıyla 27 Nisan’da Galatasaray Lisesi’nden Taksim Meydanı’na yürüyüş düzenleyen Tutuklu Aileleri Derneği (TUAD) ile Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) üyeleri, tutsakların taleplerinin karşılanması çağrısı yaptı.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
HAPİSHANELER MÜCADELE ALANLARIDIR mek, onları saklamak ya da saklanmasına yardımcı olmak ya da saklandığı yeri bildiği halde ihbar etmemenin cezası ölümdü. Bu nedenle onlara yardım etmek isteyenler bile can korkusu nedeniyle yardım edemiyorlardı. Meydanlarda günlerce aç ve susuz kalıp hakaretlere maruz kaldıktan sonra kalın iplerle bağlanarak yine askerler eşliğinde kafileler halinde götürülüyorlardı. Böylece yolculuk başlamış oluyordu. Ormanlardan dağlardan ve çöllerden geçen yol güzergahlarının uygun noktalarına yerleştirilmiş Teşkilatı Mahsusa’nın silahşörleri ve hapishanelerden çıkartılan katillerden oluşmuş çeteler kafilelere saldırıyor, tecavüz edip öldürüyorlardı. Bütün bunlar sözde konvoyu koruyan askerlerin gözleri önünde yapılıyordu. Aynı dağın etrafında, kızgın güneşin altında, defalarca dolandırılıp acılar içinde ölüyorlardı. Gruplar halinde yola çıkartılan insanlar güzergahın en uygun yerlerinde kurşundan tasarruf etmek için uçurumlara fırlatılıyor ya da süngülerle öldürülüyor ve kasaturalarla boğazları kesiliyordu. Soykırımın bilançosu çok ağırdı. Osmanlı egemenliği altında yaşayan iki milyon Ermeni’den 1- 1,5 milyon arası Ermeni süngülenerek, kurşunlanarak, boğazı kesilerek, uçurumlardan atılarak, mağaralara doldurulup ateşe verilerek, bir kısmı ise çöl yollarında açlığa ve susuzluğa mahkum edilerek imha edildi. Geride kalanlardan bir kısmı din değiştirerek Müslüman olup hayatta kalmayı başarırken; diğer kısmı ise Mısır’a, Lübnan’a, İran’a ve Batı ülkelerine kaçarak hayatlarını kurtarabildiler. Osmanlı devleti 1. dünya savaşının yarattığı kaos ortamından çok iyi faydalanıp, ayrıntılarına kadar planlayarak, 20. yüzyılın ilk soykırımını gerçekleştirmiş oldu.” Ermeni Soykırımı başta Ermenistan olmak üzere Fransa ve Kanada’nın da aralarında bulunduğu ülkelerde yapılan anmalarla lanetlendi.
Açlık grevleri 36.gününde devam ederken, Tekirdağ Hapishanesi Savcısı ve hapishane yönetimiyle görüşmeler yaptıklarını açıklayan Av. Sinan Zincir, “Yapılan görüşme sonucunda karşılıklı iyi niyetli adımların atılacağı belirtildi. Koşulların düzeltilmesi için hızla adımların atılacağını söyledi. Bunun üzerine tutuluklular açlık grevini bitirme kararı aldı. Az önce dilekçelerini idareye ilettiler. Muhtemelen birazdan açlık grevinde olan bütün tutuklular tedavi için hastaneye kaldırılacak” dedi. Böylece açlık grevleri yapılan görüşmelerden ardından sona ermiş oldu.
A
ntagonist sınıf uzlaşmazlığı zemininde cereyan eden çatışma ve çelişmenin en diri alanlarından biri hapishanelerdir. Hapishanelerin mücadele alanları olduğu sözü sadece ve salt doğru değil, derin bir manaya sahip olup mücadele pratiği tarafından ispatlanmış doğrudur. Burada sınıflar her an yüz yüzedir, düşmanlar doğrudan birbirini kollayan göğüs göğüse mevzilerdedir. Proletarya ve devrimci sınıf kesimleri aleyhine olmak kaydıyla eşitsiz bir çatışma sürmektedir. Komünist ve devrimci tutsaklar demokratik şartları genişletmeyi hedefleyen talepler için değil, yalın biçimde insani onur ve siyasi kimliklerine kast eden ve onları kimliksizleştirerek teslim almaya yönelen faşist saldırılara karşı yaşamsal mücadele vermektedirler. Fazla değil, siyasi kimliklerinin gereklerine uygun yaşam ve olağan insani yaşam şartları uğruna direnmekte, ölmektedirler onlar. Dahası eşitsiz çatışma zemininde karşı-devrimin en ağır ve acımasız saldırıları karşısında sadece iradeleriyle mevzileri doldururlar özgür tutsaklar. Seçkin militan devrimcileri ağırlayan zindanlar aynı zamanda tutsakların tarihi direnişlerine de tanıklık yapar, yapmıştır. F tipleri sosyal bir varlık olan insanın asosyal dönüşümü için kurgulanmış insan öğüten merkezlerdir. İnsana düşman korkunç bir tecrit ve izolasyon, onur kırıcı ve rencide edici yaptırım ve dayatmalar temel amaç açısından tutsakların teslim alınması uğruna en keskin uçlarda devreye sokulur tüm F Tiplerinde de (Tekirdağ’da da…) sokulmuştur. Bütün insani etkinlikler yasaktır. Bütün insani ölçüler insanlık dışı davranış ve zihniyete göre uyarlanmıştır. Düşünsel nitelik dışında tamamen özgürlüğün yok edilmiş, ama baskıcı faşist zihniyetten beslenen keyfi uygulamalar, tutsağı ezen, ‘’burnunu sürterek’’ pişmanlık ve metanet getirmeye dönük azgın uygulamalar genel anti-demokratik şartları olağan kılacak düzeyde ağırdır. Özgürlüğün yok edilmesinden daha da önemli hal alan yaşamsal saldırılar istisnasız olarak gündemdedir… Bunlar hakkında ahkam kesme ukalalığında bulunmamak ve tutsaklara saygısızlık yapmamak için daha fazla konuşmaktan imtina ediyoruz. Zira yaşayanlar daha iyi ve doğru anlatıyor. Düşük yoğunlukta anlatıp zayıflatmak istemeyiz oradaki zulüm gerçeğini. Nitekim Emrah Uçar yazdığı mektupla Tekirdağ Hapishanesi’ndeki son somut durumu aktarırken, F Tipleri hakkında da önemli ipuçları vermektedir. İki elin parmakları kadar tutsağın başlattığı açlık grevinin taleplerini sıralamaktadır Uçar. Bu taleplerin tamamen can güvenliği, onur kırıcı saldırı ve davranışların önlenmesine dönük olduğu son derece dik-
kat çekicidir. Açlık grevindeki tutsaklar, ‘’şu şu hakları istiyoruz’’ demiyorlar, ‘’bırakın insan olmanın gereğine uygun yaşayalım, onurumuzu kırmayın…’’ demektedirler taleplerinde… Uçarın bu mektubu bir kez daha Tekirdağ Hapishanesi ve diğer F Tiplerindeki faşist zulmü, terörü, keyfi uygulama ve insanlık dışı zihniyeti gözler önüne sermektedir. Uçar, açlık grevinde tam 33. günündeyiz biliyor musunuz, duyuyor musunuz diye sesleniyor ‘alakalı’ dünyaya. Ne ki, tasfiyeci reformist yasalcılık akımının cereyan ettiği günümüzde devrimci hareket ‘’susmakla-konuşmak’’ arası ikilemde bocalayan reel pratik içindedir. Hatta devrimci hareketin büyük bölümü sübjektif olarak da yasalcılığa meyletmiş ve reformist tasfiyeciliğe kulaç atmış bulunmaktadırlar. Komünist hareket örgütsel açıdan doğum sancıları içinde kıvranmaktadır. Meydan burjuva liberal tasfiyeciler ile yasalcı tasfiyeciliğe çadır açmış olan devrimci-demokratik çevrelere kalmış durumdadır. Ancak karamsarlığa yer yoktur. Komünist devrimci dinamikler tarihsel görevlerine sahip çıkacak, çıkma kararlılığına sahiptirler. “Bir Kıvılcımın Bütün Bir Bozkırı Tutuşturabileceği’’ unutulmamalıdır. Bu kıvılcım belki yarın, belki yarından da yakın ya da yarından daha geç ama mutlaka çakılacaktır. Ve belki bu kıvılcım hapishane direnişlerinden çakılacaktır. Tüm karanlığa, azgın gericiliğe, faşist baskı ve teröre karşın yılmadan haykıran tutsakların sesi neden ‘’bardağı taşıran son damla’’ olmasın!... Duymasak da, kulaklarımızı tıkayıp gözlerimizi kapasak da Tekirdağ’da / F Tiplerinde tutsaklar kesintisiz çatışma ve mücadelelerini kararlıca sürdürmektedirler. Onlar insanlık adına ve insanlık mücadelesini temsil etmektedirler. Onlar proletarya ve halk kitlelerinin devrimci davasını ve devrimci sınıf adına sınıflar çatışmasını temsil etmektedirler. Onlar geleceği temsil eden büyük homurtu ve proletaryanın ayak seslerini temsil ediyorlar. Onlar tasfiyeciliğe karşı devrimci duruşu temsil ediyorlar… Ağır tecrit ve izolasyona maruz bırakılan onurlu insanlarla-tutsaklarla dayanışma direnen tutsakların direnişi kadar onurlu bir davranıştır ve her şeyden önce zorunlu görevdir de. Hiç bir tutsak faşist baskı ve saldırılar karşısında yalnız bırakılamaz. İçeriyle birleşen dışarı F Tiplerinde bir güneş değerindedir. Her türlü dayanışma etkinliği önemle, hızla yoğunlaştırılmalıdır. Devrimci, demokrat, aydın, ilerici sınıfsal nitelemeler veya insanım diyen her duyarlı kimse tutsakların sesine, direnişine kulak ve omuz vermelidir. Komünist ve devrimciler önemle tutsakların sesine kulak vermeli ve bu sesten kendisine görev çıkarmalıdır!
06
güncel haber
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
OHAL altında 1 Mayıs Devletin Taksim’i işçi ve emekçilere yasaklaması nedeniyle İstanbul’da 1 Mayıs, devlet terörüne karşı, işçi ve emekçilerin direnişiyle geçti. Polis saldırısında 5 kişinin durumu ağır olmak üzere 200’ü aşkın kişi yaralandı, en az 70 kişi de gözaltına alındı Taksim Meydanı’na yürümek için Şişli Camii önünde toplanmak üzere bir araya gelen kitlenin alana girişine engel olmak isteyen polis, Mecidiyeköy girişi ile Şişli Camii’ne çıkan ara sokaklara TOMA’lar ve çevik kuvvet polisiyle barikatlar kurdu. Şişli Camii’ne yürümekte kararlı olan kitleye Cevahir Alışveriş Merkezi’nin arka tarafında gaz bombalarıyla saldıran polisle kitle arasında çatışmalar yaklaşık yarım saat devam etti. Polisin
attığı yoğun gazdan etkilenerek nefes almakta zorlanan kitleden baygınlık geçirenler oldu. Osmanbey’e çıkan ara sokaklarda yeniden toplanan kitle, “Faşizme karşı omuz omuza” , “Yaşasın 1 Mayıs” sloganlarıyla barikatları zorladı. Cevahir AVM’nin arka sokaklarında yeniden bir araya gelmek isteyen kitlenin yerini polise bildiren helikopterler, saldırılar için zemin hazırladı.
Zincirlikuyu ve Çağlayan’da çatışmalar gün boyu sürdü Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) yasaklı 1 Mayıs’ı, Anadolu ve Avrupa yakası olmak üzere iki merkezi koluyla, kitlesel olarak ve direnişin coşkusuyla karşıladı. Şişli istikametinde birçok barikatı zorlayan DHF üye ve taraftarları, “Yaşasın 1 Mayıs, Bıji yek gulan” “1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak”, “Kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez”, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganları attı. Okmeydanı Şark Kahvesi’nde kitlesel olarak bir araya gelen DHF üye ve taraftarları Cevahir Oteli’nin bulunduğu yerde bulunan ara sokaklardan, toplanma yeri olan Şişli Camii’ne ulaşmaya çalıştı. DHF,
Partizan, BDSP, Halk Cephesi, ESP ve Mücadele Birliği’nin de bulunduğu kitle barikatlar kurarak polisle çatışırken, polis kitleye tazyikli su, gaz bombası ve biber gazıyla hedef gözeterek saldırdı. BOMONTİ çevresinde yoğun olarak devam eden çatışmaların ardından, kitle Cevahir Oteli’nin önüne çekildi. Cevahir Oteli’nin önüne tekrar barikatlar kuran DHF’liler polisle çatıştı. Polis saldırısı sonucu geri çekilen kitle ateşler yakarak barikatlar kurdu. DHF Anadolu kolu ise diğer devrimci kurumlarla birleşerek, Mecidiyeköy girişinden Şişli Camii’ne yürümek istedi. Mecidiyeköy istikametinde bir araya gelen kitleye saldıran polisle kitle arasında çatışmalar Zincirlikuyu istikametinde devam etti. Polise taşlarla karşılık veren kitle barikatlar kurarak çatıştı.
Okmeydanı’nda çatışmalar saatlerce sürdü Polis saldırısı sonucu çatışarak, Okmeydanı’na çekilen kitle yolu trafiğe kapatarak halaylarla eyleme devam etti. Okmeydanı’nda ara sokaklarda çatışmalar uzun süre devam etti. Okmeydanı’nda bazı evlere gaz bombası isabet ederken,
atılan yoğun gazın etkisi uzun süre devam etti. Okmeydanı’nda polisle kitle arasındaki çatışmalar saatlerce devam etti.
Biber gazı ölüme götürüyordu İstanbul’da polisin 1 Mayıs saldırısı sonucunda ağır yaralanalar oldu. Serdal Gül adlı kişi kafasına biber gazı isabet etmesi sonucu Memorial Hastanesi’ne kaldırılarak yoğun bakıma alındı ve beyin ameliyatı yapıldı. Lise son sınıf öğrencisi Dilan Alp, polisin saldırısından kaçarken yakın mesafeden başına isabet eden gaz bombasıyla yaralandı. Kafatası kırılan Alp, Taksim İlkyardım Hastanesi’nde ameliyat edildi. Yoğun bakımda tutulan Alp’in hayati tehlikesi sürüyor. Fehmi Oran Meşe’nin de yine kafasına biber gazı isabet etmesi sonucu Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılarak beyin tomoğrafisinin çekildiği ve beyin ameliyatı olacağı açıklandı. Emrah Akbaba adlı kişinin ise yaralı olarak Türkiye Hastanesi’ne kaldırılarak başına dikiş atıldığı belirtildi. Zeynel Sabaz adlı kişinin Acıbadem Hastanesi’ne kaldırılarak ilk müdahalesinin yapıldığı açıklanırken, kafatasında çatlak olduğu tespit edilen Sabaz’da beyin kanaması riskinin devam ettiği ifade edildi. Şafak Kurt’un
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
haber güncel
07
Bunun adı FAŞİZMDİR 22 bin polis, atılan binlerce gaz bombası, yüzlerce yaralı, uygulanan sıkıyönetim ve ardından çarpıtmalarla dolu yalan açıklamalar
direnişi Beşiktaş’ta kullanılan kimyasal silahın etkisiyle Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırıldığı, vücudunda çizikler olan Kurt’un durumunun ciddiyetini koruduğu bildirildi. Telekom işçisi Zager Yolcu Mecidiyeköy’de kafasına isabet eden gaz bombası fişeği nedeniyle kafatasında çatlak ve göçme meydana geldi. Haseki Hastanesi’nde ameliyat edilen Yolcu’nun hayati tehlikesi sürüyor. Yolcu’nun oğlu Özgür Can babasının bir hafta hastanede kalacağını söyledi.
ÇHD ve Ailelerden suç duyurusu İstanbul Şube 1 Mayıs’ta polisin attığı gaz bombalarının isabet etmesi sonucu ağır yaralanan altı kişi adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanı Muammer Güler, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul İl Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ve soruşturma sırasında tespit edilecek diğer kolluk kuvvetleri hakkında suç duyurusunda bulundu.
Onlarca gözaltı var Şişli Etfal Hastanesi önünde Zeynel Nihadioğlu, Gönül Doğan, Doğan Demir ve Veli Karaçam adlı kişilerin Şişli Cevahir AVM önünde gözaltına alındığı, polis aracında tutulan 3 kişiden Zeynel Nihadioğlu’nun sağlık durumunun iyi olmadığı öğrenildi. Şişli’de onlarca kişinin gözaltına alındığı haberleri alındı. Esin Yıldız adlı kişinin kafasına ve ayağına atılan gaz bombası sonucu Türkiye Hastanesi’ne kaldırıldı. Parmağında kırık olan Ali Uğurlu’nun da Türkiye Hastanesi’ne kaldırıldığı açıklandı.
MKP militanları yürüyüş yaptı Artan polis terörüyle birlikte gün boyu Şişli kolunda yaşanan çatışmalar sırasında MKP militanları da pankart açarak alanda yerini aldı. MKP militanları alanda yaptıkları yürüyüşte sık sık, “Yaşasın partimiz Maoist Komünist Partisi”, “1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak”, “Bedel ödedik bedel ödeteceğiz” sloganları attı.
1 Mayıs’ta yaşanan faşist terördür, boyun eğmeyeceğiz İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs günü İstanbul’da yaşananlar, İktidarın demokratikleşme söylemlerinin koca bir yalan olduğunu bir kez daha bizlere göstermiş oldu. Kol kola girerek Taksim Meydanı’na yürümek ve 1 Mayıs’ı burada kutlamak isteyen binlerce kişi polisin saldırısına uğradı, onlarca kişi ölüm tehlikesi atlattı, yüzlerce kişi yaralandı ve yine yüze yakın kişi gözaltına alındı. Devlet erki, halkın ve emekçilerin 1 Mayıs alanı Taksim Meydanı’na ulaşmasını engelleme adına imtiyazlı bürokratlarının büyük çabasıyla İstanbul’da tüm ulaşım araçlarını; metrobüsü, metroyu, vapurları, motorları durdurarak, köprüleri kaldırarak, yolları kapatarak, İstanbul’u açık hava hapishanesine cevirmiş ve adı konulmamış bir sıkıyönetim ilan etmiştir. 22 bin polisle birlikte gaz bombası ve TOMA’larla işçi ve emekçilerin mücadele gününü kana bulamak isteyen devlet,1 Mayıs’a katılmak için Şişli ve Beşiktaş’ta toplanıp Taksim Meydanı’na gitmeye çalışan işçilere, emekçilere, gençlere ve kadınlara saldırdı. İstanbul’da polisin 1 Mayıs saldırısı sonucunda ağır yaralanalar oldu. Polisin hedef gözeterek yakın mesafeden attığı gaz bombalarıyla Dilan Alp, Meral Dönmez, Serdar Güçlü, Fehmi Meşe ağır yaralandı. Çeşitli hastanelerde tedavileri süren 4 kişinin hayati tehlikeyi şimdilik atlattılar. Öyle ki 1 Mayıs günü Şişli ve Beşiktaş’ın her caddesinde sokağında ambulansların siren sesleri bir an olsun eksik olmuyordu. Yüzlerce yaralanma olmasına karşın İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü başta olmak üzere tüm iktidar ve onun boyalı basını tarafından var olan tablo gizlenerek polisin “orantılı güç” kullandığı, başka bir deyişle “orantılı” saldırıda bulunduğu öne sürüldü. Polis terörünü gizleyebilmek adına “Yaralıların 3’ü de militandır” diyen İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, “Dilan adlı kızımız da yaralıdır. Dilan örgüt üyesidir, marjinal grup üyesidir. Biz de kayıtları vardır. Çatışma içindedir. Tam bir radikal mensuptur. Polisimiz görevini mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir. Hepsini kutluyorum. “ diye açıklamada bulundu. Bu ülkede hak aramak ve demokrasi mücadelesi yürütmenin “suç” unsuru olarak gösterildiğini, karşısına polis ve asker teşkilatının çıkartılarak bastırılıp yok edilmek istendiğini zaten biliyoruz. Ülkemizde son bir yıllık süreç incelendiğinde dahi; içinde federasyonumuzun da bulunduğu onlarca politik ve demokratik kitle örgütünün, siyasi parti ve sendikaların devletin kolluk güçleri tarafından defalarca kez basıldığı, on binlerce kişinin gözaltına alındığı, binlerce kişinin polis fezlekelerine dayanan asılsız iddialarla hapishanelerde tutulduğu gerçekliği kendisini göstermektedir. Şimdi Vali Mutlu’nun yaşanan tabloyu gizleyip hakkını arayanların uğradığı polis terörünü normal ve hukuki olarak göstermesinin arkasında tek neden vardır o da işçilerin, emekçilerin, gençlerin ve kadınların devlet tarafından yasaklanan, gasp edilen en temel insani yaşama hakları için örgütü bir
şekilde kol kola mücadele etmesinden duyduğu büyük korkudur. Vali Mutlu’ya uşaklığını yaptığı egemen sınıflara tekrar sesleniyoruz: binlerce polisinizle bizlere biber gazı, cop, panzerle yaptığınız saldırı ve devamında yargı yoluyla estireceğiniz gözaltı ve tutuklama terörü karşısında teslim olmaya hiç niyetimiz yok. Bu anti-demokratik saldırıya boyun eğerek geri dönmek yerine Taksim’e yürüme ısrarımızı, yasakları kırma ısrarımızı, demokrasiyi parça parça örme ısrarımızı sürdürerek, meşru ve demokratik direnişimizi tekrar 1 Mayıs vesilesiyle sahnelemek bizlerin yaşama biçimidir. Çünkü bizler özel mülkiyet dünyanızda, emeği-alın teri ve geleceği gasp edilmiş birer zincirli köle statüsünde yaşamak istemiyoruz. Varın siz bize “marjinal” deyin. Varın siz bize “militan” haklarımızı kazanmak için örgütlendiğimiz kurumlarımıza “yasa dışı” deyin. Varın siz bize Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlama yönündeki demokratik-meşru taleplerimizi kullandığımız için “Vandal” diyin. Bu açıklamalarınız demokratik ve meşru haklarını savunan bizlere vahşice saldırarak engel olmaya çalışan terörünüzü gizlemeyecektir. Bu açıklamalarınız halka yönelik işlediğiniz suçlarını örtemeyecektir. Hakim sınıflar AKP hükümetiyle işçilere, emekçilere ve tüm halkımıza yeni ekonomik ve politik saldırılanın zemini hazırlamaktadır. Önümüzdeki günlerde derinleşen yeni krizlerle birlikte yeni işten atmalar, yoğunlaşan ekonomik-siyasal-sosyal hak gaspları, ücretlerin erimesi, üretici köylülerin kotalar ve ithalatla can çekişir hale getirilmesi, emperyalizme bağımlılığın artması, kadınından erkeğine-gencinden yaşlısına halk kitlelerinin yeni bir zam dalgası altında ezilmesi anlamına geliyor. Bu nedenledir ki devlet ve AKP hükümeti ülkemizin ve İstanbul’un merkezi yerinde işçilerin ve emekçilerin, devlete ve hükümete muhalif olan kurum ve bireylerin yan yana gelmesini ortak bir şekilde irade beyanıyla hak gasplarına anti-demokratik uygulamalara karşı çıkmasını istememiştir. Öne sürülen “fiziki koşullar”ın arkasında bu gerçeklik yatmaktadır. Yoksa İstanbul’u açık hapishaneye çevirecek gücü olan devlet küçük bir çukurun etrafını kapatamayacak kadar aciz değildir. 1 Mayıs günü ve öncesinde yaşananlar ve işçi ve emekçilere yönelik polis saldırısının bir tek açıklaması vardır oda bu ülkenin faşizmle yöneltildiğidir. 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması kararının arkasında duran irade, halk düşmanlığına geçit vermemek için sokakta, iş yerlerinde, fabrikalarda, yaşamın her alanında direniş göstermiştir. Bu iradeyi 1 Mayıs yasağıyla kırabileceklerini umut edenler Şişli, Beşiktaş başta olmak üzere İstanbul’un dört bir yanında barikatlarda dövüşenlerin verdiği “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır” cevabıyla bir kez daha dumura uğramıştır. 1 Mayıs dünya proletaryası ve halklarının emperyalizm ve onun uşağı gerici zorbalara karşı birlik ve mücadele günüdür. Taksim 1 Mayıs alanıdır. Taksim’i 1 Mayıs alanı yapan toprağa verdiğimiz yoldaşlarımızın kanıyla çelikleştirdiği yüz binlerin iradesidir. Sözde insanların can güvenliğini düşündükleri için çukuru bahane eden devletin şu anki politik aktörü AKP ve onun imtiyazlı bürokratları ve emir kullarının halkımıza yönelik işledikle suçların hesabını vereceklerdir. Bu halkımızın devrimci belleğinden asla silinmeyecektir.
08 güncel haber
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
ADANA
ANTALYA
1 Mayıs ülke genelinde İşçi ve emekçilerin birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs ülke genelinde alanlarda karşılanırken, DHF 15 ilde alanlara çıkarak, kitleselliği ve coşkusuyla dikkat çekti İşçi ve emekçilerin birlik ve mücadele günü 1 Mayıs ülke genelinde yapılan mitinglerle alanlarda karşılanırken, Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) mitinglere kitlesel ve coşkulu katılımıyla mitinglerde yerini aldı. 1 Mayıs’ın bayram olarak görülerek içeriğinin boşaltıldığı ifade eden DHF, işçi ve emekçilerin kızıl bir kavga günü olan 1 Mayıs’ı alanlarda karşılanmasının önemine dikkat çeken ajitasyonları ön plana çıkardı. DHF kortejlerinde, AB ve ABD emperyalistlerinin Ortadoğu’da ve Suriye’deki halkları emperyalist tahakküm altına almak için savaşlar çıkardığı anlatılarak, bütün bu saldırılara karşı Ortadoğu halklarının yanında olunması gerektiği ifade edildi. DHF, Türk hâkim sınıflarının Kürt ulusuna barış söylemi altında çeşitli saldırılar gerçekleştirdiği belirtilerek bu saldırılara karşı mücadelenin yükseltilmesi vurgusunu ön plana çıkardı.
Örgütlü bir halkı hiç bir kuvvet yenemez ANKARA: Aralarında DHF’nin da bulunduğu devrimci demokratik kitle örgütleri saat 11’de Ankara Tren Garı’nda toplanarak, Sıhhiye Meydanı’na yürüdü. Devletin gözaltı ve tutuklama terörüne karşın 1 Mayıs’ı alanlarda karşılayan DHF, örgütlü
mücadeleyi yükselteceği vurgusunu ön plana çıkardı. Yürüyüş sırasında DHF’liler, “Gözaltılar tutuklamalar baskılar bizi yıldıramaz ”, “Örgütlü bir halkı hiç bir kuvvet yenemez” ,”Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganlarını attı. Sesli ajitasyonların yapıldığı yürüyüş sırasında devlet eliyle DHF’ye yönelik gerçekleştirilen saldırılara karşın, halkın haklı mücadelesinde ısrar edileceği vurgusu yapıldı. İZMİR: Konak Sümerbank önünde bir araya gelen DHF ile DGH üyeleri, 1 Mayıs’ı coşkulu bir şekilde halaylarla karşıladı. Saat 11.00’de başlayan yürüyüş Gündoğdu Meydanı’nda bitirildi. Yürüyüş sırasında kitle, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Ağa patron devletini yıkacağız halk iktidarı kuracağız” , “Yaşasın 1 Mayıs” , “Bıji Yek gulan” , “İbrahim’den Cafer’e halk savaşıyla zafere” sloganlarıyla yürüdü. Meydana sloganlarla giren DHF ve DGH üyeleri, halaylarla 1 Mayıs’ı coşkuyla karşıladı. Sahneden 18 Mayıs’ta yapılacak DHF ve Partizan tarafından örgütlenen İbrahim Kaypakkaya anmasına katılım çağrısı yapıldı. Ayrıca 18 Mayıs anmasıyla ilgili bildiri dağıtımı yapıldı. Kortejlerde peş peşe yürüyen DHF ve Partizan, İbrahim Kaypakkaya fotoğraflarıyla yürüdü. Yürüyüş sırasında Kaypakkaya’nn katledilişinin 40. Yılı dolayısıyla sesli ajitasyon yapıldı. DERSİM: DHF, Dersim’de binlerce kişinin katılımıyla 1 Mayıs’ı coşkuyla alanlarda karşıladı. Sabahın erken saatlerinden itibaren Dersim’in ilçelerinden konvoylar oluşturarak Dersim’e gelen kitle, Demokratik Haklar Derneği önünde toplanarak davul zurna eşliğinde halaylar çekti. Buradan yürüyüşe geçen DHF kortejinde sesli ajitasyon yapılarak, AKP’nin son dö-
nemlerde barış söylemleriyle halka daha fazla sömürüye reva gördüğü anlatılarak AKP’nin efendilerine daha iyi hizmet verebilmek için Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında dikensiz bir gül bahçesi yaratmaya çalıştığı ifade edildi. ADANA: Saat 13.00’de Mimar Sinan Kültür Merkezi önünde başlayan yürüyüşte DHF , “Zulmün Olduğu Her yerde Direniş Haktır” , “Halkın Örgütlü Gücü Karşısında Aşılmaz Denen Bütün Engeller Aşılır. Yıkılmaz Denilen Bütün Kaleler Kum Misali Bir Bir Dağılır” şiarlı pankartlarla yerini aldı. Yürüyüşte DHF’ye yönelik saldırılar ve tutuklama terörü sesli ajitasyonla teşhir edildi. Ajitasyon sırasında demokratik haklar mücadelesi yürüten DHF’nin cemaatleşmeye, uyuşturucuya, çeteleşmeye ve sömürüye karşı demokratik haklarını kullanarak mücadele ettiği ifade edilerek halkın örgütlü mücadelesinin büyütüleceği açıklandı.
Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak MERSİN: Mersin İstasyon Meydanı’nda bir araya gelen kitle, Cumhuriyet miting alanında yapılan etkinlikle 1 Mayıs’ı karşıladı. DHF alanda “ Zulmün Olduğu Her Yerde Direniş Haktır! Halkın Örgütlü Gücü Karşısında Aşılmaz Denilen Bütün Engeller Aşılır, Yıkılmaz Denilen Bütün Kaleler Kum Misali Bir Bir Dağılır!” şiarlı pankartıyla yerini aldı. DHF’liler “Yaşasın 1 Mayıs, Bıji yek gulan”, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Kahrolsun faşist diktatörlük”, “Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak”, “Katil ABD Ortadoğu’dan defol” , “Yaşasın demokratik haklar mücadelemiz” , “Devrimci tutsaklar onuru-
muzdur” sloganlarını attı. Yürüyüş sırasında sesli ajitasyonlarla hakim sınıfların DHF’ye yönelik saldırıları sonucunda, DHF üye ve faaliyetçilerinin tutuklanması protesto edildi. AB ve ABD emperyalistlerinin Ortadoğu’da ve Suriye’deki halkları emperyalist tahakküm altına almak için savaşlar çıkardığı anlatılarak bütün bu saldırılara karşı Ortadoğu halklarının yanında olunması gerektiği ifade edildi. Türk hâkim sınıflarının Kürt ulusuna barış söylemi altında çeşitli saldırılar gerçekleştirdiği belirtilerek bu saldırılara karşı mücadelenin yükseltilmesi vurgusu ön plana çıkarıldı.
Bursa’dan Taksim’e selam BURSA: DHF 1 Mayıs’ı coşkuyla alanlarda karşıladı. Kitle saat 14.00`de Stadyum önünde bir araya gelerek Kent Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş sırasında ‘’Önderimiz İbrahim Kaypakkaya’’ , ‘’Ağa patron devletini yıkacağız halk iktidarı kuracağız’’ , “Faşizme karşı omuz omuza’’ , ‘’İşçi köylü el ele demokratik devrime’’ sloganlarını atan kitle, alkışlarla ve zılgıtlarla alana girdi. Marşların da söylendiği yürüyüşün ardından alanda toplanan kitle halaylarla 1 Mayıs’ı karşıladı. de Taksim Meydanı’nda katledilen 37 kişinin anısına saygı duruşunda bulunan kitle, Taksim alanına girmek için polisle çatışan kitleyi selamladı. KOCAELİ: Saat 13.00’de Merkez Bankası önünde bir araya gelen kitle, 1 Mayıs’ı alanlarda karşılamak üzere Perşembe Pazarı’na yürüdü. DHF “Kahrolsun Patron-Ağa Düzeni Yaşasın Demokratik Halk Devrimi’’ pankartıyla kortejdeki yerini aldı. DHF üye ve taraftarları yürüyüş sırasında coşkusuyla dikkat çekti. Yürüyüş
haber güncel
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
EDİRNE
ESKİŞEHİR
09
DERSİM
alanlarda karşılandı sırasında geçen yıl DHF’ye yönelik yapılan gerçekleştirilen gözaltılar ve tutuklamalara ilgili sesli ajitasyon yapılarak bu saldırılara karşı örgütlü mücadeleyi güçlendirerek cevap verileceği açıklandı. Yürüyüş sırasında DHF’liler, ‘’Gözaltılar tutuklamalar baskılar bizi yıldıramaz” ,”Her yer Taksim her yer direniş” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Kürt ulusuna özgürlük Halk Savaşı’yla gelecek ‘’ sloganlarını attı. 1 Mayıs alanına girilirken polisle kitle arasında yaşanan gerginlikte, polislerin üst araması yapmak için kurduğu barikatı yıkan kitle, arama yaptırmadan alana girdi. AMED: Binlerce kişinin katıldığı mitingde kitle hep bir ağızdan “Her yer Taksim her yer direniş” sloganlarıyla İstanbul’daki direnişi selamladı. Alana “1 Mayıs’ta DHF Saflarında Eşitlik Kardeşlik Şiarını Yükseltelim” , “Disa Disa Serhıldan Disa Disa Berxwadan” , “Taşeronlaşma Köleleştirmedir”, “Anadilde Kamusal Hizmetler Verilsin” , “Demokratik Özgür Yaşam İçin Bıji Yek Gulan” yazılı pankartlar asıldı. DHF miting alanına “Yaşasın Halkların Kardeşliği ve Ulusların Tam Hak Eşitliği” , “Kürt ulusuna özgürlük” , “1 Mayıs’ta DHF Saflarında Eşitlik, Kardeşlik şiarını yükseltelim” pankartlarını taşıyarak geldi. ESKİŞEHİR: DHF Eskişehir’de işçi ve emekçilerin birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ı alanlarda karşıladı. Saat 14.00’de Adalar MİGROS önünde bir araya gelen DHF’liler, buradan diğer devrimci demokratik ve yurtsever kitle örgütleriyle birlikte Hamamyolu Saat Kulesi’ne yürüdü. “Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Kuvvet Yenemez” pankartını açarak yürüyen DHF, Kürt Ulusal Hareketi’ne bakışından, işçilere ve köylülere yönelik hak gasplarına,
örgütsüzlüğü ve tasfiyeciliği dayatan saldırılara kadar pek çok konuda mücadele vurgusunu ön plana çıkardı.
Tutuklama terörü protesto edildi ANTALYA: KESK, DİSK ve TMMOB’un çağrısıyla saat 14.00’de Aydın Kanza Parkı’nda toplanan kitle, buradan Barbaros Meydanı’na yürüdü. Kitle “Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Kuvvet Yenemez” şiarıyla DHF saflarında yerini aldı. Yürüyüş sırasında DHF’liler “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak” , “Ağa patron devletini yıkacağız halk iktidarı kuracağız” , “Kahrolsun faşist diktatörlük” sloganlarını attı. Yürüyüş sonrası yapılan konuşmalarda 1 Mayıs’ın bayram olarak görülerek içeriğinin boşaltıldığı ifade edilerek işçi ve emekçilerin kızıl bir kavga günü olan 1 Mayıs’ın alanlarda karşılanmasının önemine dikkat çekildi. F Tipi hapishanelerde tutulan tutsakların durumuna da vurgu yapılan konuşmalarda ‘’Üzerimizdeki kara bulutlar, er ya da geç yerini mavinin tüm renklerine bırakacaktır’’diye mesaj gönderen tutuklu DHF üyesi yeni demokrasi tutsağı Başar Tür’ün umudu ve inancıyla, tüm devrimci tutsaklar nezdinde 1 Mayıs selamlandı. HATAY: Hatay’da on binlerce kişi 1 Mayıs’ı alanlarda karşıladı. Saat 12.30’da Doğuş Okulları önünde bir araya gelen kitle, Uğur Mumcu alanına doğru yürüyüşe geçti. DHF alanda kitlesel olarak yerini alırken, “Kahrolsun faşist diktatörlük” , “Katil ABD Ortadoğu’dan defol” , “Yaşasın halkların kardeşliği” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” sloganlarıyla yürüdü. İstanbul Tak-
sim’de polis saldırısına sokaklarda çatışarak direnen işçi ve emekçilere kitle hep bir ağızdan, “Her yer Taksim her yer direniş” sloganlarıyla destek verdi. EDİRNE: 1 Mayıs Edirne’de yüzlerce kişinin katılımıyla coşkuyla karşılandı. Saat 11.30’da Cami durağında toplanan kitle, Belediye önünden sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçerek Saraçlar Caddesi’ne doğru yürüdü. DHF pankartı ile İbrahim Kaypakkaya fotoğrafının taşındığı yürüyüşte DHF’liler, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , ”Ağa patron devletini yıkacağız halk iktidarı kuracağız” ” Eşit parasız bilimsel anadilde eğitim” , ”İşçi köylü el ele demokratik devrime” , “Katil ABD Orta doğu’dan defol” sloganlarını attı. ÇANAKKALE: Çanakkale’de eski Salı Pazarı’nda bir araya gelen yüzlerce kişi, 1 Mayıs’ı alanlarda karşıladı. DİSK ve KESK’e bağlı sendikalar ile devrimci demokratik kitle örgütlerinin katıldığı 1 Mayıs’a DHF de Taksim’deki direnişi selamlayarak katıldı. Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan mitingde kitle, “Her yer Taksim her yer direniş” , “Yaşasın 1 Mayıs bıji yek gulan” , ”Kahrolsun faşist diktatörlük”, ‘Halkların katili patron ağa devleti”,“Faşizme isyan halka önder partizan”, “İçerde dışarıda hücreleri parçala”, ”Dersim onurdur onuruna sahip çık” sloganlarını attı. BALIKESİR: 1 Mayıs Balıkesir’de de yüzlerce kişinin katılımıyla saat 12.00’de Çarşamba Pazarı mevkiinden Kuvay-i Milliye Meydanı’na yapılan yürüyüşün ardından karşılandı. Yürüyüş sırasında DHF’liler Taksim’e yürümek için polisle çatışan kitlenin direnişini selamlarken, “Her yer Taksim her yer direniş” , “Kahrolsun faşizm yaşasın mü-
cadelemiz” , “Ağa patron devletini yıkacağız halk iktidarı kuracağız” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya ‘’ sloganlarını attı. Kuvay-i Milliye Meydanı’nda toplanıldığı sırada 1 Mayıs’ın enternasyonal kızıl direniş ruhuyla örtüşmeyen İstiklal Marşı’nın çalınmasını “1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak” sloganlarıyla protesto eden DHF faaliyetçileriyle, Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri arasında kısa süren bir arbede yaşandı. Çıkan arbede sonrası DHF’lileri destekleyen devrimci demokratik kitle örgütleri “Faşizme karşı omuz omuza” , “Kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz” sloganlarıyla İstiklal Marşı’nı çalan kitleyi protesto etti. Mitingde yaklaşık 700 gündür direnişini sürdüren İŞ-BİR Sentetik işçilerinin direnişi selamlandı. Miting yapılan konuşmaların ardından söylenen marşlar ve çekilen halaylarla sona erdi. MUŞ-VARTO: 1 Mayıs Muş’un Varto ilçesinde KESK, DİSK, BDP, MORDEM Kültür Merkezi ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından oluşturulan Varto Emek Platformu tarafından düzenlenen etkinlikle alanlarda karşılandı. Saat 10.00’da Eski Belediye İş Hanı önünde toplanan kitle Öğretmenevi’ne açtıkları pankartlar ve sloganlarla yürüdü. Yürüyüş sırasında kitle, “Yaşasın devrimci dayanışma” , “İşte Varto işte 1 Mayıs” , “Her yer Taksim her yer direniş”, “Bıjî yek gulan”‘ sloganları atıldı. 1 Mayıs bu illerin yanı sıra Hakkari, Mardin, Şırnak, Rize, Karabük, Kayseri başta olmak üzere çok sayıda ilde alanlarda karşılandı.
10
emek
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
THY’de 15 Mayıs THY yönetimiyle 24. Dönem Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde uzlaşamayan Hava-İş, 15 Mayıs’ta greve çıkma kararı aldı
İş cinayetleri
artarak sürüyor Taşeronlaştırma, esnek ve güvencesiz çalışma sonucunda iş cinayetleri hız kesmeden devam ediyor. Nisan ayında 57 işçi yaşamını yitirdi Hak arayan işçilerin eylemleri devlet tarafından çeşitli çarpıtmalarla engellenirken, iş cinayetleri kadın, erkek demeden, ülkemizin dört bir yanında Nisan ayında da devam etti. İşçi Sağlığı ve Güvenli Çalışma Meclisi, Nisan ayında en az 57 işçinin iş cinayetinde yaşamının yitirdiğini açıkladı.
İnşaat ve metal sektörlerinde ölümler hız kesmiyor… İşçi Sağlığı ve Güvenli Çalışma Meclisi tarafından açıklanan Nisan ayı raporu şu şekilde: “Bu ay yarıdan fazlası düşme nedenli olmak üzere 21 inşaat işçisi arkadaşımız aramızdan ayrıldı… Yine bu yılın başından itibaren ölümlerin hızla arttığı bir sektör olan metalde ise 7 işçi can verdi… Diğer sektörlerde ise 4’er ölüm madencilik ve eğitim/büro/sinema; 3’er ölüm tarım/orman, gıda/şeker, enerji, tersane/liman/deniz, konaklama/eğlence; 1’er ölüm ise çimento/toprak/cam, taşımacılık, savunma/güvenlik ve belediye/genel işlerde yaşandı. 2 arkadaşımızın çalıştığı sektörlerin bilgisine ise ulaşamadık…
İşçi ölümleri sanayi kentlerinde yoğunlaştı… İş cinayetlerinin meydana geldiği şehirler ise şöyle: 5 ölüm İstanbul’da; 4 ölüm Kocaeli’nde; 3’er ölüm Antalya, Kahramanmaraş, Kayseri ve Zonguldak’ta; 2’şer ölüm Ankara, Bursa, Çanakkale, İzmir, Konya, Malatya, Mersin, Samsun, Şanlıurfa ve Tekirdağ’da; 1’er ölüm ise Ağrı, Ardahan, Aydın, Balıkesir, Bartın, Burdur, Çorum, Denizli, Erzurum, Kırklareli, Kütahya, Nevşehir, Rize, Sakarya, Sinop ve Şırnak’ta yaşandı.
Hava-İş Sendikası Başkanlar Kurulu 14 bin THY çalışanını kapsayan 24. Dönem Toplu İş Sözleşmesi’ndeki uyuşmazlıkla ilgili, Genel Merkez Yönetimine ‘grevi başlatma yetkisi’ vermesinin ardından, sendika yönetimi 3 Mayıs günü toplandı. Toplantının ardından yapılan açıklamada grev tarihi 15 Mayıs olarak açıklandı. Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin, Türk Hava Yolları (THY) Anonim Ortaklığı (A.O) işletmesinde 14 bin üyelerini ilgilendiren 24’üncü Dönem Toplu İş Sözleşmesi’ndeki çözüm fırsatlarının THY yönetimince hovardaca harcandığını söyledi. Sürecin anlatıldığı kararda, şu ifadelere yer verildi: “Tüm bu iyi niyetli tutum ve barışçıl çabalara rağmen uyuşmazlık konuları konusunda sendikamızın kamuoyuyla paylaştığı gibi işverence olumlu bir yeni toplantı çağrısı, tarafımıza iletilmemiştir. Bunun üzerine sendikamızın yasal ve anayasal güvence altında olan grev uygulama işleminden başka bir yolu kalmamıştır. Bu yasal hak çerçevesinde yönetim kurulumuz olağanüstü toplantı yaparak; 6356 sayılı yasanın 60. maddesi ve diğer ilgili maddeleri uyarınca, THY Genel Müdürlüğü ve bağlı iş yerleri işletmesinin tüm iş yerlerinde 15 Mayıs Çarşamba günü, grevin uygulamaya konulmasına oy birliğiyle karar verilmiştir. Üyelerimize güveniyoruz. THY’nin bu greve 1 gün bile dayanamayacağını biliyoruz. Hava-İş üyeleri sağduyu ve sabırla uzlaşmayı destek-
lediler, ancak işveren bu grevi kendisi istedi. Bu nedenle oluşabilecek olumsuzlukların tek sorumlusu THY AO yönetimidir. Hava-İş, 15 Mayıs’a kadar çözüm ve görüşmelere açıktır.” Grev öncesi uyarı eylemi Hava-İş üyesi THY emekçileri grev tarihinin açıklanmasının ardından, Bakırköy Meydanı’na yaptıkları yürüyüşle “Greve hazırız’ dedi. Yürüyüş sırasında, “15 Mayıs’ta Türk Hava Yolları’nda greve çıkıyoruz”
pankartını açan emekçiler, işten atılan 305 emekçi işe geri dönmeden mücadeleyi bırakmayacaklarını, “Ya 305 dönecek ya şalterler inecek” sloganlarıyla dile getirdi. Bakırköy Meydanı’nda sonlandırılan yürüyüşün ardından Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin emekçiler adına açıklama yaptı. Ayçin, 342 gündür devam eden direnişlerini bütün dünyanın duyduğunu, bir tek hükümetin ve THY yönetiminin duymadığını belirtti. THY’yi dünya
Karabiga Çanakkaleliler, Çanakkale ve Kaz dağlarında yapılmak istenen termik santral ve altın arama madenciliğine karşı uzun zamandır mücadele yürütüyor. Bu mücadelenin yeni bir halkası da Karabiga’da gerçekleştirilerek “Termiğe Hayır” şiarıyla bir yürüyüş düzenlendi. Yapılan eylem sırasında Karabiga’da termik santral yapılmasına izin verilmeyeceği ifade edilerek
emek
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
ta grev
markası yapan emekçilerin isyan ettiğini belirten Ayçin, buna rağmen birilerinin 20 bin işçiyi ilgilendiren toplu sözleşmenin bitmemesi için, hak ve hukuk tanımadığını ifade etti. Ayçin THY ve Hükümetin el ele vererek işçilere “Grev yapamazsınız” dediğini belirterek 342 gündür direnen işçilerin bir o kadar da grev yapacak cesarete sahip olduğunu vurguladı. Ayçin, 15 Mayıs günü THY işyerine grev pankartının asacaklarını belirterek; “Grev 305 işçi işine dönmeden son bulmayacak bunu herkes duysun” dedi. Ay-
çin, 15 Mayıs’ta grev başladığında herkesin mağdur olacağını belirterek, eğer THY yönetimi yanlıştan dönerse sözleşmenin hemen bitebileceğini belirtti.
Bu grev tüm emekçilerin grevi Sendikalara da çağrıda bulunan Ayçin, grevin sadece THY işçilerinin grevi olmadığını belirtti. Ayçin, “Bu grev taşeronlaştırmaya, kıdem tazminatına, kölelik düzeyindeki asgari ücrete karşı başlatılacak olan mücadele için bir şanstır” diye konuştu.
11
ÇAYKUR’da grev kırıldı Tek Gıda-İş Sendikası tarafından ÇAYKUR’a bağlı 58 iş yeri için, yaklaşık 10 bin işçiyi kapsayan grev kararı, 22 Nisan günü sabah saatlerinde başlatıldı. Rize’deki ÇAYKUR Genel Müdürlüğü önünde toplanan Tek Gıda-İş Sendikası’na üye işçiler, “Bu İşyerinde Grev Vardır” pankartını astı. Polis grev başladığı sırada yaptığı yoğun yığınakla işçiler üzerinde baskı kurmaya çalıştı. ÇAYKUR’da son 20 yılın en büyük grevi olan bu grev, Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel’in yaptığı basın açıklamasıyla başladı. Basın açıklamasında haklarını almak için greve çıktıklarını anlatan Türkel, grev kararını ÇAYKUR ile Kamu-İş’in dayatmaları sonucu aldıklarını açıkladı. ÇAYKUR’da yaşanan sendikal mücadele ile hukuki süreçlere dair bilgiler veren Türkel, yargı kararıyla ÇAYKUR’daki yetkinin alınmasından sonra yapılan Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmeleri konusunda bilgiler verdi. ÇAYKUR’un TİS görüşmeleri sırasında karşı sendika olan Kamu-İş’in de TİS görüşmelerinden yararlanmasını dayattığını açıklayan Türkel, kendilerinin ücret talebi yaptıklarını ancak bu taleple ilgili herhangi bir açıklama yapılmadığını belirterek böylelikle görüşmelerin tıkandığını anlattı. ÇAYKUR grevi bitirmek için geçici işçileri erken işe çağırdı Türkel konuşmasında, “Böyle bir uygulama dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Ne yasalara, ne hukuka ve ne de sendikal anlayışa uygun olmayan bu dayatmayı kabul etmemiz mümkün değildi. Biz işçilerimiz için günlük 17 lira gibi bir talepte bulunmamıza karşın, pazarlık için karşımıza hiçbir rakamla gelinmedi. Sonuçta ÇAYKUR ve Kamu-
İş’in dayatmaları sonucu hiçbir koşulda anlaşma sağlanamadı sonuç olarak grev aşamasına gelindi. Eğer yasal prosedür gereği bu grev yapılmasaydı bizim ÇAYKUR’daki yetkimiz düşer ve sendikal mücadele gücümüz kırılırdı” ifadelerini kullandı. Tek Gıda-İş Sendikası, 23 Nisan gecesi yaptığı açıklamayla grev kararını askıya aldıklarını ifade etti. Grevin askıya alınmasının ardından Tek Gıda-İş’le ÇAYKUR arasındaki görüşmeler yeniden başlatıldı. Görüşmelerde ÇAYKUR’un her işçi için biriken yaklaşık 500’er TL sosyal yardımı, anlaşma sağlanması halinde peşin olarak ödeyeceği açıklandı. Tek Gıda-İş Sendikası’nın işçilere ÇAYKUR’un bu önerisini kabul etmeleri yönünde görüş bildirirken, ÇAYKUR’da çalışan yaklaşık 900 civarında işçinin, Öz Gıda-İş Sendikası’na üye işçilerin TİS’ten yararlanması talebini kabul etmediği ifade edildi. Türkel, ÇAYKUR’da daimi kadroda çalışan 3 bin işçiden 1500 işçinin greve katılabilecek statüde olduğunu söyleyerek ÇAYKUR Genel Müdürlüğü’nün geçici işçileri erkenden işe çağırdığını, işçilerin böylelikle grevi bıraktığını açıkladı. Türkel, “Tek Gıda-İş bu oyuna teslim olmayacaktır. Bugünün meselesi grevse, grev kağıt üstünde yürümektedir. Toplu İş Sözleşmesi masasında uzlaşma sağlanıp, yasal bir Toplu İş Sözleşmesi imzalanıncaya kadar grev kararının kaldırılması söz konusu değildir.” ifadelerini kullanarak ÇAYKUR’un grevi bitirmek için geçici işçileri erkenden işe çağırmasını protesto ettiklerini açıkladı. Böylece ÇAYKUR grevi, ÇAYKUR Genel Müdürlüğü’nün grevi kırmak için geçici işçileri işe erken çağırmasının ardından bitirildi.
halkı “Termiğe Hayır” dedi bu girişime karşı mücadelede kararlılık mesajı verildi. 18 Nisan’da Karabiga Meydanı’nda bir araya gelen kitle, Alarko firmasının yapmak istediği termik santral bölgesine “Termik Santral Ölüm Getirir”, “Yaşam Alanlarımızı Savunuyoruz” yazılı pankartlarla yürüdü. Yürüyüş sırasında kitle, “Termik kurma boşuna, yıkacağız başına”
sloganlarını atarak termik santral kurulması düşünülen kül fabrikasının önünde toplandı.
‘Alarko-Cenal şirketlerine dava açtık’ Fabrika önünde yapılan basın açıklamasında, Alarko-Cenal şirketlerinin kül depolama alanının konuşlandırılacağı yerin Karabiga halkının yaşam alanlarını tehdit ettiği ifade edilerek Alarco-Cenal şirketle-
rine dava açıldığı açıklandı. Açıklamada halkın tepkisine karşın 26 Mart’tan bu yana ruhsatsız olarak çalışmaların sürdürüldüğü anlatılarak termik santrale karşı direnmekte kararlı olunduğu ifade edildi. Basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “2000 yıllık tarihe sahip Priapos Antik Kenti 1. Derecede sit alanıdır. Binlerce yıllık tarihimiz yok edilmeye çalışılmaktadır.
Doğamız yok edilmek istenmektedir. Şunu unutmayın ki dünyanın hiçbir yerinde bir tarih bir bir termik santrale kurban edilemez.”Belediye Başkanı ile Belediye Meclis üyelerinin halkın taleplerini hiçe sayarak doğa katliamını seyrettiklerinin anlatıldığı basın açıklaması, termik santrale karşı mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceği ifadeleriyle sona erdi.
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
Mücadele tek süreçlik devrim Somut tartışmalarda kimin küçükburjuva olduğu, kimin olmadığı meselesi tarihten bu yana hala karara bağlanmamış olsa da, son tahlilde küçük-burjuvazinin bir davranış ve siyaset biçimi, bir sınıfsal karakteri ve niteliği vardır. Ki, bu genel yapısı ister istemez dışa vuran bir realitedir. Aynı biçimde devrimci davranış da sınıf tabiatına uygun belirir ve tepeden tırnağa bir çizgi izler. Sınıflardan bağımsız davranış biçimi olmadığına göre, her davranış son tahlilde bir sınıf niteliğine tekabül eder, bir sınıfın damgasını taşır. Ara sınıf ve katmanlar özünde bir sınıf mensubu ya da yandaşıyken, sınıf alaşımı gösteren yapısıyla tarafı oldukları sınıf karakteri adına noksanlık barındırırlar. Esasta devrim saflarında olan küçük-burjuvazi küçük de olsa özel mülkiyete adım atmış olması ya da özel mülkiyet karşısındaki duruşu, pozisyonu ve özel mülkiyete olan özlemiyle kaypak bir yapıya sahiptir. Ancak, amiyane deyimle bizim gibi ‘’küçük-burjuvalar ülkesinde’’ devrimin küçük burjuvaziyle birleşmekten başka şansı objektif olarak yoktur. Ki devrimin temel ittifakı düşünüldüğünde bu realite daha net anlaşılmış olacaktır… Küçük burjuvazinin genel sınıf kökeni itibarıyla devrimin dostu olması ve devrimin dostu olarak genel karakteristikleri gereği dostunu-düşmanını bilimsel teoriye uygun olarak saptayamayan, dolayısıyla yapamadığı bu ayrımda devrime objektif olarak zararlar verdiği inkar edilemez. Küçükburjuvazinin ülkedeki yaygınlığı ve politik nüfusu göz önüne alındığında kaba hatlarıyla da olsa somutta onu incelemek ihtiyaç olarak karşımıza çıkar. Genelde devrimci saflar ve özelde de Maoist safların küçük-burjuva eğilimden korunması açısından da tartışma gerekli ve faydalıdır. Tartışma götürmez ki, küçük burjuvazi sınıfsal kategori olarak da ideolojikpolitik ve örgütsel olarak da devrim saflarındadır, devrimcidir. Fakat komünizm veya komünist toplum mücadelesi karşısında titrek ve devrimci açıdan barutsuzdur. Bu durum ona karşı hassas siyaset uygulamamızı gerektirir. O ne kaybedilmesi gereken bir güçtür, ne de komünizm amacında sonuna kadar birlikte yürünecek kadar sağlam ve kararlı bir güçtür. Dolayısıyla, küçük-burjuvaziyi eğitip kazanmak önemli bir görev olarak önümüzde dur-
maktadır. Özellikle bizim gibi ülkelerde proletaryanın temel ittifakı olan küçük-burjuvazi devrime katılmadan devrimin gerçekleşmesi tasavvur edilemez. O halde onu devrim saflarında eğitmekten başka bir şansımız ve tersini yapacak bir lüksümüz olamaz. Onu kazanma esasına dayanan ona karşı proleter safları koruma, ona karşı mücadele süreci ve pratiğimiz ancak onun özellikleri bilinerek sağlıklı biçimde yürütülebilir. Küçük burjuvazinin barışık olmadığı özelliklerden biri düzenli ve uzun erimli emek sürecinde bulunma ve disiplin olgusudur. Kidisipline gelemeyen kişiliklerden veya sınıfsal tabakalardan en belirgini küçük burjuvazidir. Üretimle olan bağının niteliği veya üretimde bulunma biçimi ona bu özellikleri veren nesnel arka plandır. Fakat nesnel arka plana karşın bilinçli ve bilimsel tercihle sınıfına veya sınıf kökenine ihanet edip proletaryanın yandaşı ve hatta proletaryadan olması son derece mümkündür. İdeoloji ya da üst-yapının belirleyici olma özelliği burada dışa vurmaktadır. Proleter devrimci olmak için yoksul olmak veya ağır sanayide bir fabrika işçisi olmak gerekmiyor. Proletaryanın ideolojisini benimseyip siyasal hedefleri doğrultusunda örgütsel olarak yanında-saflarında bulunmak genel olarak proleter olmaya olanaklıdır.
Küçük burjuvazi sınıf karakteri gereği kaygan bir zeminde durur Küçük burjuvazi genellikle yalpalayan bir niteliğe sahiptir demiştik. Bu kabaca ne demektir açıklayalım. Devrimin dostu ya da devrim saflarında yer alsa da küçük burjuvazi istikrarlı politik bir hatta yürümez. Küçük-burjuva çıkarlarına doğru eğilir, yalpalar, rota çizer. Devrimdeki çıkarları gereği devrimden yana genel bir duruş sergiler fakat yer yer ve özellikle belli tarihsel şartlarda devrime sırt dönerek bencil çıkarlarını tercih eder. İstisna da olsa ve kimi toplumsal şartlarda genel kural olarak küçük-burjuvazinin palazlanıp karşı-devrim saflarına iltihak etmesi tamamen mümkündür. Ama temel çıkarları devrimden yana olduğu için devrimin ya da proletaryanın iyi bir dostu ve başta gelen ittifak gücüdür küçük burjuvazi. Dolayısıyla genel siyasal karakterinin devrimci olduğunun söylenmesi kaçınılmaz olandır.
Küçük burjuvazinin nispeten proletaryaya oranla ufku dardır. Yakını görür, uzağı görmez ya da yakınla ilgilenir ama stratejik gelecekle o kadar ilgilenmez. Günü kurtarma ve günübirlik siyaset tarzı hakimdir ona. Kolaycılığa kaçar, zora gelmez, genellikle plansız, dağınık ve disiplin karşısında sorunludur. Yine pragmatizm onu tanıtanlardandır. Bu özelliğindendir ki, anlık eğilime göre hareket etmeyi ve rüzgara göre yön değiştirmeyi tercih eder. Günübirlik politikalar, anı kurtarma, anlık faydalar uğruna uzun vadeli stratejik çıkarlardan feragat etme ya da onlardan kopma bu davranış çizgisinin izleridir. Onun günlük taktik çıkarlar uğruna uzun vadeli stratejik çıkarları feda ettiğini söylemek yanlış olmaz. Spekülasyon ve sansasyon peşinde
koşanlar ya da bunları esaslaştıranlar devrim toprağında ayakları yere sağlam basmayan ve kökleri yüzeyde olan küçük burjuva devrimcileridir. Sansasyonel eylemlerle hemen kendilerini duyurup güçlü olduklarını kanıtlamaya ve bu yolla emek verip geniş halk kitlelerini hazırlayıp devrime katmadan devrimin olabileceğini veya devrimi gerçekleştirebileceğine inanırlar. Eylemin arkasını veya geri çekilme ve savunma aşamasını hesaplamazlar. Büyük ses getiren eylemle devrimin kitlelerini, örgütlülüğünü, siyasetini, planlamasını ve tüm sorunlarını haledileceğini düşünürler. Bunlar aceleci olduğu gibi, uzun vadeli devrimci çalışmayı sürdürecek sabırdan da yoksundur. Aceleci ruh hallerinin ürünü olarak erken sıkılır, tez bıkıp
perspektif
bir seferlik eylem değildir!
yorulurlar. Bu anlamda sabretmez ve dayanmazlar zorluk karşısında. Hemen başarı ve hemen zafer hayal ederler. Bulamayınca da sendeler, tökezler, geriye düşerler. Bekledikleri veya hayal ettikleri erken zafer gelmeyince karamsarlığa düşüp varlık gerekçelerini sorgulamaya başlarlar. Çabuk pozisyon ve duruş değiştirmeleri de aceleci ruh halinden beslenir. Sansasyonel eylem peşinden koşan ya da bu stili esaslaştıranlar bu küçük burjuva devrimcileri genel olarak devrimci hareketin yüksek seyirde izlediği zamanlarda keskin devrimciler olurlar. Devrimci dalga veya hareket diri ise bunlar da fevkalade diridir. Lakin devrimci dalga veya hareket geri ve zayıfsa bunlar da bir o kadar geri ve zayıftır. Öyle ki, bu şartlarda mücadelenin dışına düşerler.
Güç neredeyse küçük burjuvazi oradadır Bu küçük-burjuvalar esas bir özelliği itibarıyla da güce taparlar. Silahlı eylem varsa onlar için her şey yolundadır. Büyük askeri güçler varsa onların morali tavan bulur. Ama zorlu bir dönem başladığında moralleri yerde sürüklenir. Güç varsa devrimcilik vardır; güç yoksa devrimci teori, ideoloji, siyasi çizgi, iktidar ya da komünist toplum gibi amaç ve hedeflerin hepsi boştur onlar için. Bu eğilimleri onları kendiliğinden güçlüden yana hareket etmeye iter. Güç neredeyse onlar da genel olarak oradadır. PKK’nin bunca kitleselleşmesi ve hatta komünist hareket de dahil tüm devrimci hareketin tabanını önemli oranda bünyesine katması, PKK’nin bilimsel teori, ideolojikpolitik temsiliyet olarak ya da demo-
kratik olma anlamında bu yapılardan daha iyi ve bilimsel nitelikte olduğundan değildir. Doğrudan PKK’nin güç olmasındandır. Her şeyin iki yüzü vardır derken haksız değilmiş MLM otoritelerin. Güce tapan küçük-burjuvazinin bu özelliği gereği gücü sevip onu esas alması madalyonun bir yüzüyken, madalyonun ikinci yüzü de güç önünde secdeye gelmeleridir küçük burjuvaların. Yani güce tapan küçük burjuvazi, öte taraftan güç önünde eğilir. Gücü dostlarına karşı da üstünlük sağlama veya bastırma vb vs biçimlerinde kullanan ve hatta zaman zaman şiddete vardıran küçük-burjuvazi karşısında dik duruş veya belli bir irade ve güç görünce dikenlerini geri çekerek hemen kılık değiştirir. Bir durumda güçlü duran küçük burjuvazi ikinci durumda güçsüz durabilir. Küçük burjuvazinin genel karakterinden bağımsız olmayan tipik özelliklerinden biri de dostlarına karşı ideolojik mücadelede etik olmayan yöntemler ve hatta kirli diyebileceğimiz mücadele biçimlerine başvurmasıdır. Kör kuşkuculuk, dogmatizm, sekterlik ve ikiz kardeşi liberalizm, tek yanlılık ya da sübjektivizm, öznelcilik, benmerkezcilik küçük-burjuvazinin ideolojik dokusunda yer edinen diğer bazı özelliklerdir. Yıkıcı olup, bölücü, grupçu, klikçi, bölgeci, adamcı ve elbette ki hizipçi davranışlar da önde gelen davranış biçimlerindendir. Ama en önemlisi de parça-bütün ikileminde dar ufkuna paralel olarak parçacı ve parsacı olmasıdır. Küçük burjuva hırsın perdelediği görme yetisinin zayıflaması nedeniyle esas-tali ayrımında da terazi bencil çıkarlarından yana olur, ne bütün, ne de esas kaygısı ağır basar. Bencillik küçük mülk sahipliğinin tezahürü olup bu zeminin beslediği ideolojik genlerinde vardır. Onun en zayıf halkası budur. Yakınmacılık, tembellik, hep şikayet edip hiç beğenmeyen, sorunları dışında arayıp kibirle ‘’burnundan kıl aldırmayıp’’ kendini üstün tutan ve kendini ‘’doğrular bataryası’’ olarak gören, özeleştiriden ‘’öcüden korkar gibi korkan’’ ve özeleştiri vermeye yanaşmayan ama hep eleştiren, işler kötü gitti mi sıvışıp kaybolan ve geniş duruma çıkıldığında ortalığa çıkıp keskin devrimcilik taslayan, maceracılıktan hoşlanıp gerçeği sıkıcı bulan, kendisine dokunulmasını istemeyen ama başkalarının kaderi hakkında fermanlar çıkarmaktan sakınmayan, en önemlisi de öz güvenden yoksun olup asla kendisine güvenmeyen (bundandır
ki, güce tapan ve güç gördüğünde de sapan) karakteristikleriyle hemen her zaman yanı başımızda dikilir küçük burjuva karakter. Uzun yol yürüme takati genellikle olmadığından yarı yolda durması mümkün ve muhtemeldir genellikle. O mücadeleyi izafi şartlarla sınırlı görür. Devrimi ise tek bir alt-üst oluş veya siyasi iktidarın ele geçirilmesi eylemine sabitler. Oysa ne mücadele bu kadar güdük olabilir, ne de devrim tek seferliğe ait bir eylem olarak değerlendirilebilir. Sorun komünizme yürümek olduğundan ve burjuvazi sosyalist iktidarlar veya komünist partilerde de türediğinden birden fazla devrim ihtiyacı açıktır. İsabetli bir küçük burjuva tespit edin ve seyredin; sizi hem güldürüp hem de ağlatacaktır! O, bu kadar yeteneklidir işte(!) Komplo teorilerinden başını kaldırmaz, rüyasında bile skandallar üretir. Devrimci teoriye uygun ya da sınıflar mücadelesinin keskin çatışma doğasının tabii sonuçları olan bazı ciddi gelişmeler karşısında o illa da skandal simsarlığına soyunur, akıl almaz komplo teorileri üretir. Suçlamadan, damgalamadan rahat etmez. Heyecan ve macera peşindedir, doğru zemindeki gelişmeler onu tatmin etmez. Olurunda seyreden gelişmelerin altında bir şeyler aramaktan yorulmaz ve dedikodu mekanizmasını çalıştırarak gerçekle örtüşmeyen keyfi yorumlarıyla ortalığı kirletir. ‘’Öküzün altında buzağı arama’’ sözü Küçük-burjuvazinin bu tarzı için biçilmiş kaftandır. Saymakla bitmez küçük-burjuvazinin sınıfsal dokusunda filizlenen özellik ve alışkanlıkları. Tek sözle o devrimci kimlikte arı değil melezdir. Devrimin dostu olması ne kadar gerçek ve önemliyse, devrime çaldığı çelmeler de o kadar fazla ve çoktur. İşçi sınıfı mücadelesi bölündüğünde, halk kitlelerinin devrimi ‘’burjuvaziye satıldığında’’, komünist partilerinde yozlaşma boy verdiğinde ‘’taşın altındaki’’ genellikle küçük burjuvazidir. Komünistler devrimci zaferi hedefleyen tarihsel mücadelelerinde küçük-burjuvaziye karşı uyanık olmakla birlikte, onu devrime kazanıp dönüştürmeyi ta başından beri işletmelidir. Devrimden sonraya bırakılamayacak ciddiyette olup, devrimi görmek için de küçük burjuvazinin devrim saflarında kalıba dökülmesi şarttır. Bu olmaksızın devrimin başarısı tartışmalıdır. Devrim küçük burjuvaziden vazgeçemez ama onu olduğu gibi de kabul edemez.
14
dünya haber
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
Avrupa’da 1 Mayıs devrimci coşkuyla 1 Mayıs Başta Köln, Frankfurt, Viyana, Paris, Zürih ve Londra olmak üzere Avrupa’nın birçok yerinde, aralarında Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK)’nun da bulunduğu devrimci demokratik kurumlar tarafından coşkuyla kutlandı Dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarının enternasyonal birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, Avrupa’da kitlesel ve devrimci coşkuyla alanlarda kutlandı. Avrupa’nın onlarca yerinde alanlara çıkan yerli ve göçmen işçi, emekçiler, emperyalist saldırganlığa, kapitalist sömürüye, ırkçılığa ve her türden gericiliğe karşı mücadele bayrağını yükseltti. Avrupa’daki 1 Mayıslara devrimci ve militan ruhu taşıyanlar ise esasta TürkiyeKuzey Kürdistanlı devrimci ve ilerici güçler ile antifaşist ve otonomcu gruplar oldu. Avrupa burjuvazisinin etkisindeki sarı sendikalar ve reformist-liberal güçlerin 1 Mayıs’ı devrimci tarihsel özünden uzaklaştırarak içini boşaltmalarına ve silikleştirmelerine karşı,1 Mayıs’ın devrimci tarihsel özünü alanlara taşıma ve birlikte devrimci politik bir etki yaratmak perspektifiyle bir araya gelen, aralarında ADHK ve bileşenlerinin de yer aldığı Türkiye-Kuzey Kürdistanlı ve yerli devrimci-ilerici güçler, devrimci platformlar ve bloklar oluşturarak 1 Mayıslara katıldı. ADHK ve bileşenleri ise örgütlü oldukları Avrupa’nın onlarca yerinde ‘’Irkçılığa, ayrımcılığa ve emperyalist saldırganlığa karşı, yeni bir dünyanın mümkün olduğunu haykıralım’’ şiarıyla kendi pankart ve flamalarıyla, 1 Mayıslara kitlesel ve devrimci bir coşkuyla katıldı.
ALMANYA Almanya’da 1 Mayıs başta Berlin, Hamburg, Stuttgart, Köln ve Frankfurt olmak üzere birçok yerde kitlesel olarak kutlandı. Almanya Demokratik Haklar Federasyonu (ADHF) ve bileşen örgütleri de Berlin, Hamburg, Köln, Hannover, Stuttgart, Frankfurt, Duisburg’ta alanlara çıktı. Köln’de Alman sendikalarının düzenledikleri 1 Mayıs yürüyüşüne çeşitli devrimci ve ilerici Alman parti ve gruplarının yanı sıra, Türkiye-Kuzey Kürdistanlı devrimci ve ilerici güçler de kitlesel olarak katılım sağladı. ADHF, ATİF, AGİF, Yaşanacak Dünya, Kaldıraç, Mala-Kurda ve Rote Aktion devrimci 1 Mayıs bloğu olarak 1 Mayıs’a katıldı. En
önde Almanca “Es lebe der revolutionaere 1 Mai- “Yaşasın devrimci 1 Mayıs” pankartının taşındığı blok, devrimci marşlar ve sloganlar eşliğinde yürüdü. Ayrıca Taksim’deki devlet terörü teşhir edilerek, kitlelerin direnişi selamlandı. Frankfurt’ta işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs bu yıl ırkçı faşist parti NPD’nin Frankfurt’ta yürüyüş yapmak için izin almasından dolayı içinde ADHK, ADGH ve ADKH’nin de bulunduğu onlarca devrimci demokratik örgüt ve partilerden oluşan Frankfurt Antifaşist Birliği, faşistleri Frankfurt’ta sokmamak için aylarca önceden hazırlıklara başladı. ADHK ve bileşenleri eyleme çok sayıda devrimci kurumun da dahil olduğu Enternasyonal Eylem Birliği içersinde katıldı. 1 Mayıs sabahı Nazilerin giriş yapacağı muhtemel üç nokta oluşturulan antifaşist birliklerce tutuldu. Saatlerce giriş noktalarını bloke eden binlerce antifaşist, faşistlerin Frankfurt’a girişini engelledi. Polisin dönem dönem provokasyonlar yapıp sonrasında ise antifaşist eylemcilere saldırarak yaklaşık yüz kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar daha sonra eylemcilerin kararlı duruşu sayesinde serbest bırakıldı. “Frankfurt’ta faşizme geçit yok” sloganıyla hareket eden Frankfurt Antifaşist Birliği eylemi başarıyla sonlandırdı. Al-
manya’da ayrıca Duisburg, Hamburg, Berlin, Stuttgart, Hannover’de de ADHK’nın da katıldığı yürüyüşler düzenlendi.
daha az katılım sağladığı gözlenirken; Türkiyeli devrimci, demokrat örgütlenmelerin taraftarları daha kitlesel bir katılım sağladı.
FRANSA
İSVİÇRE
Paris’te Demokratik Kitle Örgütleri Platformu tarafından devrimci bir coşkuyla 1 Mayıs tarihi Bastil Meydanı’nda kutlandı. Kitle MKP, MLKP, TKP/ML, TİKB ve TKİP pankart ve bayraklarının donatıldığı miting alanına erken saatlerde toplanırken, miting devrim şehitleri anısına yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Platform tarafından hazırlanan ortak bildiri, Türkçe ve Fransızca okunduktan sonra Taksim’den gelen haberler kitleye aktarılarak coşkulu sloganlarla ülkedeki devrimci 1 Mayıs coşkusu selamlandı. Fransız sendikalarının bölünmesi nedeniyle, geçen yıllara göre kitlesel anlamda bir azalma gösteren yerli kitleye karşı, Türkiye- Kuzey Kürdistanlı kitleler daha diri, coşkulu ve canlı bir kitlesellikle katılım gösterdi. “ Dünya Halkları Emperyalizme Karşı Birleşin” yazılı ve MKP Türkiye-Kuzey Kürdistan imzalı Fransızca pankartın altında toplanan MKP kitlesi, kolektif bir hazırlık ve kitlesel bir coşkuyla alandaki yerini aldı. Strassbourg’daki 1 Mayıs kutlamalarına ise ADHK ve ATİK ortak bir pankart altında ve ortak sloganlarla katıldı. Yürüyüşe, Fransızlar geçen yıla göre
Her yıl olduğu gibi bu yıl da, İsviçre devletinin ve polisinin bütün yasaklama ve provokatif tutumlarına karşı 1 Mayıs, Zürih kentinde bir araya gelen binlerce kişi tarafından coşku ve kararlılıkla kutlandı. Bu yıl oluşturulan devrimci blok bileşenleri (İsviçre’de İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu (İDHF), FEYKAR, İTİF, İGİF) ortak pankart arkasında toplanarak yürüyüşe renk kattı. Yürüyüş boyunca kurulan ortak platformda 1 Mayıs’ın önemi, kriz ve emperyalist saldırganlık üzerine Almanca ve Türkçe bildiriler okundu. ADHK’nın çıkarttığı 1 Mayıs ve 25 Mayıs Kaypakkaya anması bildirileri yaygın bir şekilde dağıtıldı. 1 Mayıs Basel’de de sendikaların ve kitle örgütlerinin yanı sıra “Devrimci 1 Mayıs Platformu” tarafından ortak kutlandı. “Devrimci 1 Mayıs Platformu” İsviçreli devrimci örgütlerin yanı sıra TKİP, İDHF (İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu), MLKP ve Kürdistanlı bileşenlerden oluşuyor. “Emperyalist saldırganlığa, ırkçılığa ve savaşa karşı sömürüsüz ve savaşsız bir dünya için” yazılı ortak pankartla yürüyen Devrimci 1 Mayıs Platformu “Krizin ve savaşın arkasında
dünya
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
15
kutlandı
sermaye var, sermayeye karşı mücadelemiz enternasyonaldir”, “Yaşasın enternasyonal dayanışma”, “Her yerde faşizme karşı omuz omuza”, “Yaşasın 1 Mayıs”, “Devrim, devrim, devrim” sloganlarını attı.
bulunduğu devrimci demokratik kurumlar tarafından coşkuyla kutlandı. Viyana’da 1 Mayıs alanında sahne alan Pınar Aydınlar, devrimci marşlar söyleyerek kitleyi coşturdu.
AVUSTURYA
Londra’da Klerkenwell Meydanı’nda Marks Kütüphanesi önünde başlayan ve çeşitli sendikalar, kitle örgütleri ve devrimci partilerin bayrak ve flamalarıyla katıldığı yürüyüş boyunca Maoist komünistler, İngilizce “Dünya işçi sınıfı ve ezilen dünya halkları birleşin ve savaşın” , “Tek yol, tek çözüm devrimdir” , “Kahrolsun emperyalizm, kahrolsun faşizm, kahrolsun ırkçılık” ve üç dilde “Yaşasın 1 Mayıs” sloganlarını haykırdı. Trafalgar Meydanı’na doğru yaklaşıldığında Maoistler İngilizce günün önemine dair yaptıkları konuşmalarda aynı zamanda Bangladeş’te yıkılan fabrikada yaşamlarını yitiren işçilerin katillerinin emperyalistler-kapitalistler olduğunu vurguladı.
Avusturya’nın Viyana, Linz ve İnssbruck şehirlerinde ADHK örgütlü gücüyle alanlardaydı. Viyana’da işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs, Linz’te ADHF’nin de içinde yer aldığı Devrimci 1 Mayıs Komitesi öncülüğünde gerçekleştirildi. Yürüyüş başlamadan 1 Mayıs’ın önemine dair konuşmalar yapılarak ortak açıklama okundu. Koro şeklinde marşlar söylendi ve halaylar çekildi. Yürüyüşte Almanca, Türkçe ve Kürtçe marşlar söylenerek sloganlar atıldı. Yürüyüş Taksim’de direnenlere selam yollanarak, halaylarla sonlandırıldı. Viyana ve İnnsbruck’ta da 1 Mayıs Türkiye-Kuzey Kürdistanlı örgütlerin de aralarında
İNGİLTERE
Bangladeş’te yıkılan bina yüzlerce işçiye mezar oldu Bangladeş’te içerisinde çok sayıda tekstil fabrikasının bulunduğu bir binanın çökmesi sonucu 450 kişi öldü Bangladeş’in başkenti Dakka’da 24 Nisan günü 8 katlı binanın çökmesi sonucu binada bulunan 5 tekstil fabrikasında çalışmakta olan yüzlerce işçi yıkıntıların altında kaldı. 450’den fazla işçinin öldüğü kazada, patronların kar hırsı yüzlerce işçinin ölümüne sebep oldu. Binada çatlakların olduğu görülmesine ve bilinmesine karşın, gerekli önlemleri almayan işverenler ölümlere adeta davetiye çıkardı. Emperyalist şirketlerin kar hırsı sömürge ve yarı sömürge ülkelerde daha acımasız bir şekilde hayat bulmaktadır. Uluslararası tekstil markalarından olan Primark isimli İngiliz tekstil firması piyasaya ucuz ürün satmasını buradaki sömürüye borçlu. Yoğun sömürünün vücut bulduğu bu tür ülkelerde düşük ücret, iş güvencesi ve iş güvenliğinin olmaması, küçük yaşta çocukların çalıştırılmasının önünde engellerin olmaması emperyalist şirketlerin iştahını kabartmaktadır. Bu sebeplerden dolayı Bangla-
deş gibi ülkelerde işçiler hep ölümle burun buruna bir durumun içerisindeler.
Polis tepki gösteren halka saldırdı Ölümlere tepki gösteren Bangladeş halkı sokaklara çıktı. Sorumluların yakalanıp yargılanmasını isteyen işçi ve emekçilere polis saldırdı. Göstericileri dağıtmak için zor kullanan polis, yoğun gaz bombası ve plastik mermi kullandı. Faciaya ilişkin bir açıklama yapan İşçi Sendikası Bangladeş Konseyi Genel Sekreteri Ramesh Roy, “Hükümet, binanın sahibi, müşteriler, Bangladeş Konfeksiyon Sanayicileri ve İhracatçıları Derneği ve fabrikaların sahipleri eşit bir şekilde tazminat ödemek zorundadır” dedi.
Ölü sayısı artacak Binanın çökmesinden sonra günlerce süren arama kurtarma çalışmaları hala devam ederken 3 binden fazla işçinin çalıştığı binada hala 1000 kadar işçinin enkaz altında olduğu ve ölü sayısının bine ulaşabileceği tahmin ediliyor. Öte yandan Rana Plaza binasının işyeri danışmanı olarak çalışan mühendislerden Abdurrezak Khan binaya kaçak olarak 3 kat eklediği sırada danışman olarak çalıştığı için ihmal ve tedbirsizlik suçlamasıyla gözaltına alındı.
16
güncel
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
8 Mart, platformlar ve birliktelikler 2013 8 Mart’ını geride bıraktığımız bugün geçmiş ve gelecek deneyimlerimiz, alan örgütlenmelerindeki eksiklikler, güncel siyasal başlıklar ve talepler, 8 Mart’ın Türkiye - Kuzey Kürdistan topraklarında son yıllarda belirginleşerek devam eden nitel ve nicel gerileyişi, kendi siyasal gündemimizce öncelikli tartışma gündemini oluşturmakla birlikte tüm diğer devrimci kurumların da bu başlıklar etrafında bir tartışma yürütmesinin acil bir ihtiyaç olduğu kanısındayız. Son iki yıldır 8 Mart’ı örgütleme faaliyetleri tek tek kurumlar nezdinde belirli bir periyod izlemekle kurumların ortak eylem ve etkinlikleri gittikçe gerilemiş, zayıflamış ve bu da kuşkusuz alanın somut durumunu da belirlemiştir. Demokratik Kadın Hareketi (DKH) olarak kendi kurumsal faaliyetlerimiz başta olmak üzere örgütlü bulunduğumuz tüm çevrelerde bu gündemi tartışmayı daha kitlesel, birleşik ve devrimci bir 8 Mart için elzem olarak görmekteyiz. Bu tartışmaları faaliyetimizde hedefe yön verebilecek bir somutluğa kavuşturduğumuzda devrimci- demokratik kamuoyuna deklare ederek ülkemizde sınıf mücadelesinde içersinde kadın ve kadın mücadelesi, devrimci kadın mücadelesi ve devrimci hareketin kadın sorunu ve örgütlenmesi başlıklarında tartışmaya açmayı kadının örgütlü mücadeleyle özgürleşebileceğinin bilinciyle kendimize görev olarak görmekteyiz. Bu yazıda tartışmaya açacağımız konu ise Kızıl Bayrak’ın sitesinde ve gazetesinde yayınlanan http://www.kizilbayrak.net/a na-sayfa/kadin/haber/8-martin-ardindan/ “8 Mart’ın Ardından” başlıklı yazıdır. Tartışmaya girişimizde 8 Mart’ın ortaya çıkışını ve sınıf mücadelesindeki tarihini okurlarımıza uzun uzadıya anlatmayacağız fakat bu konuda yıllardır dile getirdiğimiz kadın sorununa bakış açımızı kısaca belirteceğiz ki oluşturacağımız tartışma platformunda neleri neden eleştirdiğimiz ve reddettiğimiz belirginleşsin. Fakat birçok değişik gündem başlığında araştırma konusu yaptığımız yazılarımıza Demokratik Haklar Federasyonu sitesinin yayın arşivi bölümünden ulaşabilirsiniz. Yineleyelim ki bu yazıda esas olarak tartışmaya açmak ve bir kazanımla ilerlemek istediğimiz konu, son olarak Kızıl Bayrak (KB)’ta konu edinen kurumlar arası diyalog, ideolojik mücadele ve ortak eylemliklerin niteliğidir. *“Kadın sorununun toplumsal bir sorun olduğunu ve ancak sınıfların ortadan kalktığı bir dünyada kadın sorununu doğuran her türlü unsurun ortadan kalkacağını, her iki cins açısından gerçek eşitlik ve özgürlüğün ancak bu şartlarda mümkün olacağını sıklıkla dile getirmekteyiz. Bu yalın gerçek, sadece geçmişin değil, bugünkü mücadelenin de temel dayanağı olmaktadır. Ancak bu nihai hedefe giden yollar, objektif ve subjektif koşullara göre değişmekle stratejik hedeflerin korunmasının yanında taktik politikalarda ve örgütsel atılımlarda açıklığa, gelişime, sürekliliği olan bir dinamizme dayalı esnekliği zorun-
lu kılmaktadır. Ancak toplumsal kurtuluş mücadelelerini nasıl ki bugünün güncel sorunları ile bütünleştirmek ve bugünle bağının kurmak zorundaysak kadın sorununa yönelik mücadelede de bugünün güncel ve özgün sorunları üzerinden politika, politik kitle faaliyeti örmek zorundayız.”* 1 (*1 DKH Bülteni Sayı 11- Venezuella Kadın Konferansına Dair*) Tam da bu tartışmalarla birçok platformda devrimci demokrat dostlarımızla yan yana gelmekte ve tartışmalar yürütmekteyiz. Devrimci 8 Mart Platformu da bu tartışmaların ihtiyacıyla oluşturulmuş, eylem birlikteliği yaratılmış ve yine ortak platformlarda yaşanan benzer sıkıntılarla giderek zayıflamış ve platformda yer alan kurumlarını ortaklaşabilecekleri faaliyet alanları darlaşmaya başlamıştır. 2012 8 Mart’ında platformda yaşanan tartışmalar sonucu gelinen aşamada platformda yer almayacağımızı devrimci demokratik kamuoyuna deklere ederek çekilmiştik. Ortak platformları nasıl ele aldığımız ve hangi tartışmalarla ilerletebileceğimizin yollarını arayarak Devrimci 8 Mart Platformu’nun ortak eylemlilik ve birliktelik merkezinden kendini tüm bileşenlerince tartışmaya açmasını önermiştik. Hali hazırda hala bu tartışmayı yaratmadığımızdan bu tartışmaları ve ayrılıkları dile getiren Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)’na genel hatlarıyla yaklaşımımızı sunacak, sorularımıza cevap isteyecek önceliği kendilerinin açıklama yapmasına bırakarak değerlendirme yazımızı daha anlaşılır bir tartışma platformunda yayınlayacağımızı buradan belirtelim.
İdeolojik mücadele nedir ve ne değildir? Geçmişten bugüne değin karşıdevrimci güçlerle yürütülen mücadeyi bir kenara bırakırsak devrimci kamuoyunda ideolojik mücadelenin önemini bulunduğumuz her platform, eylem ve etkinlik alanında önemle vurgulamış ve devrimci diyalogun takipçisi ve ısrarcısı olmuşuzdur. Özelde eylem ve etkinliklerde, platformlarda yaptığımız tartışmalar ve yöntem belgeleri devrimci- demokrat kamuoyuna açıklanmış ve hali hazırda arşivlerimizde yer almaktadır. Fakat şunu açık yüreklilikle belirtmeliyiz ki her zaman tartışmalar istenildiği gibi yürütülememiş ideolojik mücadele adı altında söylenenler saldırıya dönüşmüştür. Her kurum bu tarza müdahale etmiş fakat devrimci harekete nüfus etmiş bir birikime henüz dönüşememiştir. Bizim de bu yazı vesilesiyle tekrar tekrar hatırlatmak istediğimiz bu yaklaşımın hayati önemi ve görevidir. İdeolojik mücadele dostlarımıza karşı bir saldırı aracı değil taktik ve stratejik yaklaşımlarımızın kitleler karşısında eksikten, hatalı tutumdan, sınıfsız bir dünya için doğruya devrimci birikime işaret etmelidir, yön belirlemedir. Kızıl Bayrak’ın yazısında dile getirdiği fikirleri ne yazık ki bu doğrultuda ele alamıyor ve nitelikli bir tartışma için elverişli bulmuyoruz. İdeolojik mücadele bir mah-
kûmiyet aracı değil devrimci cephenin sağlamlaştırılmasını koşullar. Bilinmeli ki bir devrimci kurumun geriliği ve kaybı tüm devrimci cepheye etki etmektedir. *“Dün 8 Mart’ın devrimci özüne sahip çıkma iddiası ile platformda yer alan kimi yapılar bugün doğrudan ya da utanarak liberal sol cenahın içerisinde kendilerine yer açmaya çalışıyorlar. Bunu son üç yıl üzerinden ele aldığımızda, Devrimci 8 Mart Platformu’nda daha önce yer alan DHF, Partizan ve diğer bazı çevreler üzerinden rahatlıkla görebiliriz. Bu yaşanan gelişmeler elbette 8 Martlarla sınırlanamaz. Tersi-
ne, yıllardır 8 Mart süreçlerinde karşılaştığımız tutarsız yaklaşımların gerisinde, solda yaşanan yeni ‘tasfiyeci sürükleniş’ yer almaktadır.”* (Kızıl Bayrak) KB platformu yalnız 8 Mart üzerinden ele alarak tartışırken, DKH’nin adını dahi anmaktan çekinmektedir. Dostlarımız bu açıklığı kavrayamamışken hangi platformda nasıl kadın sorununu tartışacağız? Bizce tekrar tekrar yinelenmesi gerekiyor. Ne 8 Mart yalnız platform üzerinden tartışılarak daha devrimci niteliğe erişir ne de platformlar senede bir gün hatırlanarak ilkesel birliktelikleri oluşturur. Kaldı ki dün de bugün de ve
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
güncel
17
ekseninde Kızıl Bayrak’a yanıt!
yarın da 8 Mart’ın ve işçi - emekçilerin can bedeliyle yarattığı tarihlere sahip çıkmak bizler için bir iddia meselesi değil varlık gerekçesidir. Evet, iliklerimize değin yer edinmek isteyen tasfiyeci bir süreçten geçmekteyiz, kitleler karşısında nitel ve nicel olarak zayıfladığımız bir dönemdeyiz. Yayınlarda tasfiyeden çokça bahsetmek tasfiyeci rüzgârın dışında kalındığının işareti değildir zira egemenlerin tek hedefi devrimi ve devrim mücadelesini tasfiye etmektir. Tasfiyeci saldırılara karşı hem içte hem de dışarıda mücadele bu sürecin panzehiridir. Herhangi bir koşulla ertele-
necek bir yöntem tasfiyeci dalgaya kapı açmaktır. Yazıdan anlıyoruz ki KB kendini ‘tasfiyeci sürükleniş’in yol açtığı bu çerçevede tartışmaların dışında tutmakta ve yazıda görev bildiği ideolojik mücadeleyi bu satırlarda karartmaktadır, dostlarıyla ideolojik mücadelenin kızıl rengini silikleştirmektedir. Tasfiyeci kırılma, sağcı akımlar kendiliğinden gelişmez, birden bire filizlenmez ve devrim iddiasıyla yer ve söz alan bizlerce de sorunda kendimizi muhatap olarak görür, bu bilinçle konumlanır ve yazı konumuz olan platformlarda da bu şekilde söz alırız. Yazı içerisinde KB’nin bu
tartışmalara karşı kesintisiz bir ideolojik mücadele yürüttüğünün altı çiziliyor, kuşkusuz yürütülmüştür. Yeni demokrasi güçleri olarak bizler de tüm kurumlarımızca bulunduğumuz platformlarda yanlışları düzeltme konusunda çaba sarf etmiş, bu konuda ilerleme kat edemeyen kimi platformlardan ise çekilmişizdir. Bu her kurumun en doğal hakkıdır. Fakat yazıdan anlıyoruz ki bütün yanlışlarına, tutarsızlıklarına, ilkesizliklerine rağmen bütün platformlar korunmalıdır görüşü savunulmakta ve Devrimci 8 Mart Platformu dışında yer alan veya ayrışan kurumların ‘devrimci iddiaları erozyona uğramış’ olarak değerlendirilmektedir. Bu değerlendirme bilimsel olmayan bir değerlendirmedir ve siyasal cevabımızın iradesini zayıflatmaktan öteye gidememektedir. Ekleyelim ki ideolojik mücadele salt karşı çıkmak değil günden güne gelişen ve değişen fikirlerle yanlışın karşısında durmak ve ilerlemektir. Devrimci 8 Mart Platformu’nda yer alan bütün kurumlar ya da yer almayan kurumlar elbette yaşanan süreçlere ilişkin yazı kaleme alabilir ve eleştiri yazısı sunabilir. Platformdan ayrılırken bulunduğumuz talep, platformu işleyişiyle birlikteliğiyle yıl içerisindeki hareketliliğiyle ilgili olarak değerlendirmeye açmak, yaşanan ve tekrarlanan hataları somutlaştırarak daha kitlesel ve devrimci birlikteliklerin önünü açmaktı. Bu taleple ayrıldığımız bir platformdan değerlendirilmenin dahi yapılamadan ayrılık gerekçelerimizin somut olarak açıklanmayarak türlü akımlara bulaştırılmasını gayri ahlaki buluyoruz. Değerlendirmenin ve ayrılıkları koşullayan zeminin kamuoyu bir yana platformda yer alanlarca tamamlanmamış olmasından böyle bir yazıya girişen KB’nin söylemleri hedefsiz ve öznel değerlendirmelerden kurtulamamıştır. *“Devrimci 8 Mart Platformu’nu hemen her yıl reformist sol çevrelerle ve feministlerle yan yana getirmeye çalışan, esasta ilkesel olan ayrışmayı deforme etmek için elinden geleni yapan bu çevreler, gelinen yerde bir bir platformdan kopmuş bulunuyorlar.”*(Kızıl Bayrak). Biz bu iddianın altını özenle çiziyor ve platformda yer aldığımız süre boyunca hangi tartışmaların yürüdüğünü gayret meselesi dışında tartışmaya açmak istiyoruz, çünkü 2 yıldır DKH kendi öz örgütlü gücüne yaslanarak 8 Martlarda alanlara çıkmaktadır. Ama dostlarımız meseleye şu şekilde kanaat getirmektedirler *“Dün ilkesel ve ideolojik ayrımları her vesileyle silikleştirmeye çalışanlar, bugün platformun ilkesel ve politik zeminini tartışmaya kalkıyorlar. Onlara diyecek tek sözümüz şudur: 9 yıl önce yaşanan ayrışma hala daha günceldir. Aradan geçen zaman dilimi içerisinde değişen şey ise başta Partizan ve DHF olmak üzere bu çevrelerin erozyona uğramış bulunan devrimci iddialarıdır. 9 yıl önce kurulan birlikteliğin ideolojik etkisi ve gücü ile platforma katılan kimi tutarsız çevrelerin platformdan kopuşlarını ise olağan görmek gerekir.”*(Kızıl Bayrak)
Platformlara yaklaşımımız üzerine Şunu kısaca belirtelim ki devrim mücadelesi adına geliştirilecek her eylem ve etkinliğe destek verir ve bu perspektifle örgütlenen platformları önemseriz ve bizler için belirleyici olan platformların eylem birlikteliklerinin devrimci niteliğidir. Gerici sınıfların halkın haklı kavgasını, hak arama mücadelesini kendi gerici düzenine yedeklemeye çalıştığı bugünde devrimci-demokratik kurumların ortak platform, eylem ve etkinliklerde yer alması ertelenemez bir görevdir. Fakat platformlar sekter, dar- grupçu, ilkesiz pratiklerle amaç ve faaliyet alanını işlevsizleştirmekte, bir araya gelmenin zeminini zayıflatmaktadır. Tecrübe ediyoruz ki; nasıl bir ayrılık kadar nasıl bir birliktelik ilkesinin beraberce tartışılamayacağı her platform bu benzeri yazılara gebedir. Tecrübe ediyoruz ki; kitle faaliyetini esas almayan senede bir defa yan yana gelen kurumların kaçınılmaz olarak tartışacakları yer hep aynıdır. Tecrübe ediyoruz ki; pratik faaliyet içerisinde bu eksiklerle mücadele etmeyi kendine görev olarak görmemek uzun vadeli birlikteliklerin önündeki engellerin başında gelecektir ve bu başarısızlıkta tüm bileşenlerin az veya çok payı vardır. Özelde ise kadına yönelik şiddetin, hak gasplarının, taciz ve tecavüzün bir çığ gibi büyüdüğü günümüzde kadınlar açısından en geniş ve kapsayıcı örgütlenmelere önem vermek gerekli, yerinde bir çaba ve amaçtır. Kadınların özgün sorunlarına karşı özgün politika üretmemekle kendi emeğine, kimliğine, bedenine yabancılaşan kadın kitleleriyle biz ne kadar buluşuyoruz? Gelinen aşamada kadın sorununa bakış açısının özelde ortak platformlarda da çözümsüzleşmesinin başlıca nedenlerinden biri, kadının örgütlenme içerisinde yeterince aktif olamamasında da yatmaktadır.
Sonuç olarak; Yukarıda da belirttiğimiz gibi platformca belirlenmiş tartışma kararı yerine getirilemediğinden süreci değerlendirmeyi uygun görmedik. Fakat KB’nin yazı boyunca dile getirdiği belirlemeler ve yaklaşımlara bizim de içinde olduğumuz süreçle açıklık kazandırmak istedik. Kendi değerlendirmemizi tarafımızca belirlenen platformun eksikliklerini daha objektif bir tartışma platformunda dile getireceğimizi yineliyoruz. Kaygımız söz hakkımızın unutularak hakkımızda kamuoyuna öznel değerlendirmelerin sunulmasının ilk etapta önüne geçebilmektir. Dostlarımızla yürüteceğimiz her tartışmanın bizler için bir kazanım olacağını vurgulayarak kızıl 8 Martlar için kadın emeğinin sömürüsünün karşısında kadın mücadelesinin toplumsal mücadeleden koparılamayacağını bulunduğumuz her yerde dile getirmeye devam edeceğiz.
18 Eylemde meşru çizgi devrim analiz
Halk kitleleri, egemen sınıflar tarafından zorla ve ideolojik politik olarak bir kıskaca alınmıştır. Zor; yani örgütlü şiddet araçlarıyla kitlelerin sistem dışına çıkan taleplerini, hatta sistemi çok fazla geriletmeyecek olan yaşamsal taleplerini bile burjuva-feodal sınıflar şiddetle bastırmaktadır. Faşizm kitlelerin boynuna takılı olan ilmiği baskıyla sıktıkça, sıkmaktadır. Kitle mücadelesi burjuva yasallığı çerçevesinde nötrleştirilmiştir. Burjuva yasallığını aşamayan her çıkışın iktidardan burjuvaziyi indirmesi imkânsız ve hatta ham bir hayaldir. Bu bağlamda 71 devrimci çıkışı, burjuvazinin iktidardan indirilmesinin gerçek karşılığıdır. 71 devrimci çıkışı kitlelerin gerçek çizgisidir. 42 yıllık bu tarihsel kesitten devrim güçleri olarak yeterli bir başarı elde edemedik. Üstelik bu 42 yıllık devrimci kopuş sürecinde tarihsel gelişmelere doğru noktalardan yanaşmayıp ele alamayan bazı politik hareketlerde 71 öncesi pratik mücadele hatlarına dönmeyi gelişme, ilerleme ve devrime karşı sorumluluk biçiminde izah eder bir hale geldiler. Bir paradoks olarak, bizzat 71 çıkışının mahkûm ettiği temeller 90’lı yıllarda devrimcilik olarak ortaya sürülmeye başlandı. Üstelik devrimci önderler noktasında söylemsel bir savunu terk edilmeden, önderlerin resimleri ile önderlerin devrimci kimliğini tabiri caizse canını okuyarak yaptılar. Denizi, Mahiri taşımak, ama devrimci pratiklerinden bağımsız ve mücadele yöntemleri tamamen ret etme biçiminde sürdü. Kaypakkayacılık içinse uygun bir ifade olarak söylersek ‘o hep illegaldi’. Genel anlamda silahlı devrimci biçim stratejik olarak halkların meşru çizgisidir. Bu günlük devrimci faaliyet anlamında böyledir. Lakin sınıf mücadelesinin çeşitli alanlarda çeşitli biçimlerde sürdürüldüğü gerçekliğine göre eylemsellik biçimleri olan meşru ve militan çizgi ne olmalıdır tartışması kaçınılmaz biçimde daha güçlü olarak ortaya sürülüp pratik politika bu yaklaşıma göre düzenlenmelidir. Devrimci, demokratik güçler için burjuva hukuk teamüllerinin hiçbir anlamı olmadığı gibi hükmü de yoktur. Bizim sınırımızı belirleyen kitlelerin kurtuluş çıkarlarına hizmet edip etmediğidir. Eylemin başka da bir sınırı söz konusu olamaz. Bu bağlamda mücadele alanlarında eylemin niteliği , bu perspektife bağlı olarak ele alınmak durumun-
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
dadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da faşist egemen sınıflar tarafından, halk kitleleri şiddete maruz kaldılar, kalmaktadırlar. Bu anlamda kitlelerin her kazanımı bir bedel ödenerek elde edilmiştir. Bu realite sistem sınırlarını aşan stratejik silahlı çizginin yanı sıra kitle mücadelesinde eylem çizgisi olarak mevcut teamüllerin aşılmasını beraberinde getirmiştir. Bu burjuva yasallığı ne kadar aşılmış ise bedeller çoğaldığı gibi kazanımlarda artmıştır. Bunu aşmayan yaklaşım ve eylem hattı kazanım elde edemediği gibi zaman içerisinde kazanımlarını adım adım kaybetmiştir. Sınıf mücadelesinin birikimlerine baktığımızda eylem hattının önemi açığa çıkmaktadır. İşçi sınıfının hak alma mücadelesinde grevlerin, kitlesel yürüyüşlerinin yanı sıra fabrika işgallerinin eylem yöntemi olarak etkinliği ortadadır. Yine yoksul köylülüğün toprak işgalleri ve işgal girişimleri mücadele açısından devrimci bir çıkış için şartları olumlu bir biçimde etkilemiştir. Öğrenci gençliğin üniversite işgallerinin önemi açıktır. Ki hepimizin bildiği gibi ODTÜ devrimcilerin önemli karargâhlarından biri olmuştur. Bu bağlamda üniversitelerde katliamlar gerçekleştirilmiş ama devrimci çıkışın ivmesi, faşizm tarafından kırılamamıştır. Yine birçok mahalleye düşmanın kolluk güçleri girememiş girse dahi şehitler verilerek direnişler ortaya konulmuştur. Mahalleler ve kimi il ve ilçeler devrimcilerin karargâhı durumuna gelmiş, buradaki halk kitleleri devrime büyük bir umutla bağlı hale gelmişlerdir. Kuzey Kürdistan’daki serhildan çizgisinin gelişmelerin niteliğine muazzam etkileri olmuştur. Devlet katliamlarına cevap olarak kentlerin ortasında günlere yayılan halk direnişleri gelişmiş ve hayatın yörüngesini alt üst etmişlerdir. Birçok yerde halk mahkemeleri tarzı örgütlenmelerle, devletin hukuki işlevselliği önemli oranda boşa düşürülmüştür. Kırlarda ve kentlerdeki meşru direniş çizgisi kazanımları arttıran devrimci çıkışı süreklileştiren ve geliştiren bir karakter taşımaktadır. Çoğaltabileceğimiz sayısızca örnek vardır.TürkiyeKuzey Kürdistan mücadele tarihi bu örneklerle doludur. Yeni bir devrimci çıkış ancak eylem çizgisi olarak, böyle bir özden beslendiği müddetçe gelişmeler yaratabilir. Bugün kitle mücadeleleri rutin biçimlerde sürdürülmek-
tedir. Bu rutin biçimler ise zaman içerisinde olağanlaşma düzeyine düşüp kitlesel daralma yaşamış durumdadır. Ve bu alt düzey kitle mücadelesi bir sıçrama yapmaya engel olmuş durumdadır. Bu tarzın aşılması mücadelenin gelişmesi için hayati bir önem taşımaktadır. Bu kitle mücadelesi teşhir biçimindeki ajitasyona asılı kalmıştır. Teşhir önemlidir, kitlelerin yaşanan gelişmelerin gerçek karakterini anlaması ve eğitilmesi, bilinçlenmesi bağlamında önemlidir. Ama pratiğin esası bu doğru biçime takılı kalması, bu teşhir faaliyetinden de istenilen kazanımların elde edilmesini engeller. Teşhir faaliyeti mücadelenin başka biçimleriyle ele alınmadıkça aşınma yaratır. Bir noktadan sonra kitleler için pek de anlamı olmayan bir hale dönüşür. Hatta birçok devrimcide bile ruhsal bir bıkkınlık ve kırılmaya vesile olabilir. Tabii ki bu yetmezliklerin ve üretimsizliklerin umutsuzluğa dönüşmesi meselede bir çıkış değildir, tam tersi çıkışsızlık girdabında kalmaya yol açmaktadır. Bu bağlamda günü-
müz kitle mücadelesi teşhir tarzı olan çalışmalar paneller vb. etkinlikler yapılmakla birlikte bu noktayla sınırlanmayı aşmak zorundadır. Bugün teşhir biçiminin en klasik biçimi basın açıklaması biçimindeki eylem tarzlarıyla sürdürülmektedir. Evet, faşist egemen sınıf baskıları ve kitle mücadelesinin zayıflığı, basın açıklamalarını bile engeller düzeye gelmiştir. Gerilemenin düzeyi buradan da anlaşılmaktadır. Mevcut rutinin çapı oldukça daralmıştır. Eylem çizgisinin bu anlamda geliştirilmesi gerekiyor. Eylemler daha militan bir karaktere büründürülmelidir. Tam da bu esnada bir hatalı veya eksik yaklaşımın daha düzeltilmesi gerekiyor. Bu da eylemde militan sloganların atılıp atılmasına indirgeniyor. Bu yaşanan daralmayı karşılamaktan uzaktır. Eylem tarzı derinleştirilmedikten sonra sloganlar bu derde deva olamaz. Sorunun kapsamı daha derindir. Kaynağından tartışmak elzemdir. Yoksa bir ileri çıkış sağlanamaz. Eylem çizgisi pratik yeni biçimlerde geliştirilmelidir. Bu belki tarihteki belli tarzla-
analiz
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
19
savaşını geliştirir
rın uygulanması biçiminde olmayacak ama her şart altında günün istemlerine uygun olarak geliştirilmelidir. Eylemdeki kitleyi ziyaret eden bir dayanışmacı çizgiden, devrimcilik sıyrılmak zorundadır. Bugün kitle mücadelesinde devrimciler ile reformistler arasındaki fark silikleşmiş düzeydedir. Neredeyse aynı şeyler yapılmaktadır. İşte semtlerde, fabrikalarda, üniversitelerde pratik yeni eylem biçimlerinin geliştirilmesi gerekiyor. Örneğin grevdeki bir işçi direnişini yerinde ziyaret etmekle yetinilmemelidir. Halk gençliği üniversitelere bu gündemi eylemlerle taşıyabilmelidir. Bunun için işgalse işgal vb. başka biçimler de gündem oluşturmalıdır. Semtler keza eylemlerle bu gündemi geliştirmelidir. Hayatın her alanında eylemler koordineli şekilde yaşam alanına yayılmalı ve bunda belirli biçimsel sıkışıklığı açacak tarzda ele alınmalıdır. Bu ülkenin gündemi SEKA ve TEKEL direnişleriyle biçimlendi. Binleri bulan sayılarla bu direnişler desteklendi. Yaşamın diğer alanlarına bu gündemi taşı-
yamadılar. Üniversiteler işgal edilebilirdi. Semtler gittikçe militanlaşan eylemlerle direnişlere aktif katkılar sağlayabilirdi. Fabrikalarda ve atölyelerde onlarca eylem geliştirilebilirdi. Eylemi engelleyen onlarca sendika işgal edilebilirdi. Yetinmeci kitle çizgisi mücadelenin her alanında aşılabilirdi. Bugün benzer görevler orta yerde duruyor. Eylemleri kitlenin olduğu her yere taşırmak gerekiyor. İşte F tipi hapishanelerdeki kitap uygulamaları İHD veya tutsak ailelerin çabalarıyla tek başına geriletilemez. Üniversitelere, fabrikalara ve semtlere yani her yere yaymak gerekir. Hem de militan biçimlerle yapılmalıdır. Birleşik ve militan biçimde bir kitle mücadele tarzı geliştirmek durumundayız. Devrimci mücadele teorik ve ideolojik olarak geliştirilirken, aynı çabanın pratik biçimlerde de sağlanması gerekiyor. Örneğin; bir sorundur, birçok devrimci komünist demokrat kişi mevcut eğitim sistemi içerisinde emek sarf etmektedir. Bu bağlamda sosyal bilimler olarak çeşitli derslerde
görev alanlar bulunmaktadır. Fikirsel bağlamda bu tarih veya edebiyata karşı çıkmaktadırlar, ama gündelik yaşam pratiklerinde sistemin bu teorik çerçevesiyle kitleleri eğitmektedirler. Yani kitaba bağlı kalmanın yol açtığı durum, tersten sistemin bu alanda yapmak istedikleri, ona karşı olan bizler tarafından yerine getirilmektedir. Şimdi sokağa eyleme çıkmak mücadele için iyidir. Ama bir nevi gündelik yaşamda karşı çıktığımız şeyleri, bize yine sistem yaptırmaktadır. Bu noktada sendikalardan başlayarak genele yayılan çeşitli biçimlerde buna karşı koymak gerekiyor. Kitleler bu fikirlerle zehirleniyor diyoruz, ama pratikte zehirleyen bir aracıya dönüşüyoruz. Burada varlığımıza ve ideallerimize ters bir pratik hayat yaşıyoruz. Kitleleri bilinç olarak geliştirmek gündelik pratiklerden bağımsız da değildir. Gerekirse derslere girilmemeli ayrıca başka biçimler de bulunabilinir. Hafta sonları halk okulları tarzında örgütlenmeler yapılabilir. Devrimci gelişme ve dönüşüm ancak böyle olabilir. Günü devrimci yaşam sorunları bu bağlamda ele alınıp, sorunlara çözümler getirilmelidir. Bu sadece eğitim alanındaki emekçiler için değil, yaşam alanındaki egemen ilişkiler kitleler tarafından icra edilmektedir. Ve devrimciler, komünistler, demokrat kimseler olarak bunun içerisindeyiz. Burada bir sorgulama ve düzenleme gerekiyor. Yaşadığımız bugünlerde, gözümüzün önünde gerçekleşen pratikleri anlamak için daha fazla çaba göstermeliyiz. Bugün işçi direnişleri ve öğrenci eylemleri gelişiyor, bunları birleştirmek adına üniversiteli gençlik, işçi direnişleri için pratikte bir şeyler yapmalı, direnişteki işçi sınıfı da öğrenci gençlik için bir şeyler yapmalı ve bu kaynağı meşruluktan gelen militan biçimlerde olmak zorundadır. Aksi parçalı duruş ve olan tarzla, bu girişimlerde istenilen kazanımlar elde edilemeden sonlanacaktır. Bugün ki direnişler önemli ama kitle mücadelesinde eşik var ve bu eşik mutlaka atlanılmalıdır. Bu da ancak yeni pratik biçimlerle olacaktır. Yaşamların idame edilebilmesi için emeğin satılması gerekiyor. Bu aynı zamanda sömürünün devamıdır. Burada tarihte üniversitelerden kovulmuş, işyerinden kovulmuş onlarca öğrenci, akademisyen ve işçinin pratik duruşuyla kazanımlar elde edildi. Kuşkusuz ki mücadele bedelsiz gelişmi-
yor. Bu bedelin en üst ifadesi fiziki yaşamların sonlanmasıdır. Hapishanelerdeki tutsaklıklardır. Ve daha alt düzeydeki bedellerdir. Bunlar olmadan kazanım imkânsız, devrim hayaldir. Tabii ki bu konuda orta sınıfa mensup kesimler, buna şimdilik daha uzaklar, bunları kaybetmeden bir devrimci kimliği sürdürmek zor ve bu sınırlı bir duruşa yol açıyor. Yoksullar bu düğümü açacak olanlardır. Orta sınıfa mensup kesimin refleksleri o zaman gelişir. Bu da çalışmada esasta kitleyle pratik olarak buluşmamız gerektiğini gösteriyor. Devrimci hareketin bu kitleyle teması oldukça zayıftır. Son olarak HES karşıtı ve örgütsüz kesimlerin, kentsel dönüşüm vb. sorunların gelişmelerine karşı verdikleri pratik tutumlarını iyi anlamalıyız. Köylüler, tırpanları, sabanları ve baltalarıyla yollara çıkıyorlar, izin umurlarında bile değil, çalışmaları engellemeye çalışıyorlar. Valiliklerin önlerine belediyelerin kapılarına dayanıyorlar, yoksul halk, taşla, sopayla yıkım ekiplerine ve faşist devletin kolluk güçleri karşı çatışıyor ve yolları işgal ediyorlar. Buna benzer onlarca örnek sunabiliriz. Bu girişimler dağınık ve öncüden yoksun olduğu için geçici iknalarla, sistem tarafından savuşturulmakta veya savuşturulmaya çalışılmaktadır. Burada öne çıkan, kitlelerin hak kazanma yolu ve yöntemindeki ustalıklarıdır. Evet, kitleler öğreticidir. Onların öğrencisi olmayı hak etmeliyiz ki, öğretmenleri yani öncüleri olalım. Reformistler ve devrimci şiddete kara çalıp, tövbe edenlere, halk kitleleri gündelik yaşamda, yaşam pratikleriyle cevap veriyorlar. Gerçek yıkıcılar şiddetin teorik ihtiyacını sistemli olarak bilmeseler de, hatta sistem tarafından zihinlerine nakşedilmiş terörizm olarak anlasalar da, pratik yaşamda yıkıcılıklarını, şiddetle icra etmektedirler. Bundan aşağı bir eylem çizgisi ne militandır ne de devrimcidir. Görevimiz, dağınık ve sistemsiz olan bu yıkıcılığı, sistemli, hedefli hale getirip derinleştirip, artırmaktır. Yıkıcı ve kurucu özne olan halk kitleleri, Halk Savaşı’yla halk iktidarı için yeri, göğü birbirine katacak olan gerçek pratiklerini, faşizmin bütün uygulamalarına rağmen nasıl icra edeceklerse sınıflar tarihi bunu da yazacak. Görevler belli; o zaman bütün gücümüzle yüklenelim.
20
güncel
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
Kaypakkaya ve ölümsüz yoldaşlarımızı g ERCAN BİNAY T Tipi Hapishane A-5 Bafra/SAMSUN Ezilen Kürt ulusunun yüreği dört parçaya bölünmüştür. Dört parçanın kuzey yamacının tam ortasında, Amed zindanında işkencededir Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya. Bu tesadüf değildir. Sınıf bilinciyle, ezilen Kürt ulusunun hakkını net olarak tavizsiz savunmuş, sınıf kavgasının isyan ateşini Kuzey Kürdistan’da yakmıştır. Yüzünü dağlara, sırtını ezilen ulusa, işçiye ve köylüye dayamıştır. İşkencede günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları, mevsimler mevsimleri devirir. Komünist sınıf bilinciyle ölümü yenen kavganın önderine, zulüm kar etmez. Lime lime kesilir, yine kar etmez. Direnişle geçen günler, damla gibi, art arda düşer faşizmin karanlığına. 18 Mayıs’ta yırtar faşizmin karanlığını, bir meşale gibi boy verir. 18 Mayıs, direnişin zaferle taçlandırıldığı gündür. Sonrasında artık o, “ser verip sır vermeyen” diye anılır. Nasıl ki, komünist sıfatını, ezen ulus ve sömüren sınıf karşısında net duruşuyla hak etmişse, nasıl ki sömürülen sınıfın partisini inşa ederek hak etmişse önderlik sıfatını, “ser verip sır vermeyen” diye anılmayı da bileğinin hakkıyla, damla damla aylarca akan kanıyla hak etmiştir. Ona bahşedilmiş hiçbir şey yoktur. Dostluğun, yoldaşlığın, güvenin, yiğitliğin, umudun ve inancın… bir tek isimde bileşkesidir adı. Destansı direnişi, dilden dile, yürekten yüreğe ulaşır. Ezen ve sömüren faşizmin korkusunu, ezilen ve sömürülenin umudunu büyütür. Onu tanımak insan iradesinin gücünü tanımaktır. Dağların yerlerinin değiştirilebileceğine inanmaktır. Saçının bir teliyle kılıç cengine tutuşabilmektir. Gözlerini kırpmadan, namluların üzerine yürümektir. Yıldız toplayan değil, yıldız olabilmektir. Mayıs ayların gülüyse güle kızıl rengini veren başta İbrahim yoldaş olmak üzere, sınıf kavgasında direnenler ve ölümsüzleşenlerdir. Bugün dönüp Komünist Önder İbrahim
Tecrite karşı mücadeleyi yükseltelim
Kaypakkaya yoldaşa, o günlere bakmamız elzemdir. Kalpaklı, geçer akçeydi. Kaputlu postallılara umut bağlanmış, bunlar izlenmişti. Rüzgar bunlardan yanaydı. İbrahim yoldaş, ne o akıntıya kapılmış, ne de kıyıda durup izlemiş. Sınıf bilinci ve cesaretiyle kavgaya atılıp akıntıya karşı yüzmüştür. Sömürücü şovenist burjuvazinin albenisinin,çok rengarenk bayraklarının karşısına, sömürülenin ve ezilenin Marksist-Leninist-Maoist kızıl bayrağını kaldırıp zirvelere diker. Sınıf kavgasının rengini netleştirir. Sırtına ezilen sömürülenin ceketini geçirir. Çarıklılara, tulumlulara yönelir, umudun yaratanda olduğunun bilincindedir. Maskeleri indirip, ardındaki sahte yüzleri açığa çıkarır. Sisi dağıtıp, tüm heybetiyle dağları ortaya çıkarır. Ceket artık ceket değildir sırtında, başındaki kaskette kasket değildir, daha ötesini ifade eden anlamlar taşır her biri. Bir devrimci, bir komünist sırtını hangi sınıfa dayamışsa, sırtında o sınıfın gizlenmiş damgasını ya da açıktan damgasını taşır.
22 Nisan’da Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi önünde bir araya gelen TKMP bileşenleri Nisan ayında hapishanelerde yaşanan hak gasplarına ve hukuksuzluklara dikkat çekti. “Demokratikleşme” yalanlarına karşı devletin çıkardığı yasalar ve yargı mekanizmalarının saldırılara dayanak hazırladığını, bu saldırılardan güç alan hapishane idarelerinin ise keyfi uygulamalarını boyutlandırdığını açıklayan TKMP, geçtiğimiz ay yaşanan hak gasplarıyla ilgili şu açıklamada bulundu: “Ankara Sincan F Tipi Hapishanesi’nde tutsak görüşüne giden arkadaşların görüşü keyfiyete bağlı dayanaksız bir şekilde engelleniyor. Bu zindanda saldırıların kazandığı boyut dikkat çekicidir. Kırıkkale F Tipi Hapishanesi’nde sohbet hakkı 10 saat olması gerekirken idare tarafından bu sohbet 6 saat olarak uygulanmaktadır. Açık görüş haftası ve ‘arama’ yapıldığı günler bahane
Hangi sınıfın yolunda yürüyorsa o sınıfın izlerini bırakır ardında. Hangi sınıfın çıkarını savunuyorsa, o sınıfın diliyle konuşur ve yazar. Bugün dünden çok da farklı değildir. Maskeli yüzler çoğalmıştır ve sınıf kavgasını belirsizleştirip, dağları sisler içinde kaybetmenin peşindedirler. İbrahim yoldaşın gömdüğü faşist kalpaklı kaputluyu diriltmişler, onlardan yana esen geçici moda rüzgarda dalgalandırıyorlar, umut bağlanmış postallara. Ceketli kasketlinin karşısında, kalpaklı kaputlunun bayraklaştırılması tesadüf değildir. Cafcaflı giyinir, cafcaflı yürür ve cafcaflı konuşur, yazarlar. Beyhudedir Nisan Güneşimizi balçıkla sıvamaları, bu kaçıncı beyhude çabalarıdır. İbrahim yoldaşın ardılları aldıkları suyu unutmadı, unutmayacak. Bundandır dönüp İbrahim yoldaşa bakmamızın elzemliği. Çünkü o, komünist bir önderdir ve en zor süreçlerde yol gösterenimizdir. Bugün dönüp İbrahim yoldaşa bakmak elzemdir. Tutsak düşmüştür faşizme, tek
başınadır işkence hanelerde. Fakat teslim alınamadı, ser verip sır vermeyenimiz. Yüreğinde yeryüzünü taşıyanlar, yaşama anlam ve değer katıp yükleyenler asla tek başına kalmazlar. Nasırlı ellerin savurduğu tırpanda onların soluğu duyulur. Çekiç vuruşları, onların yürek çarpıntısıdır. Bugün fiziken “özgür” kalabalıklar içinde yalnız kalıp faşizme teslim olanlar, ezilenler ve sömürülenler tarafından lanetlenmiş bedbaht ruhlar gibi dolanırlar ortalıkta. Bu biraz da gönüllü teslimiyettir, bir tercihtir. Utanç duyulacak bir teslimiyettir, tercihtir. Kurumuş bir yaprak gibi, oradan oraya savrulup dururlar. Savruldukları her yere, kurumuş, tükenmişliklerini taşırlar. Yüreği boş olanlar, içi boş tohum gibidirler, filizlenmez çürür toprağın koynunda. Ağacı kurutan kendi zayıflığı, içindeki kurtçuklardır. Budanabilir ağaç, gövdesine inen baltalarla devrilebilir, yangın ortasında kalıp kül olabilir. Kökleri sağlam olursa yine filizlenir, daha gür boy verir. Yemyeşil yaşayanlar, köklerini koruyanlar ve onlara
edilerek o günlere denk gelen sohbetimiz iptal edilmektedir. Sağlık hakkında ise tutsaklar adeta ölüme mahkum bırakılmaktalar.11 Mart’ta varikosel ameliyatı olan Yusuf Kenan Dinçer’in ameliyat sonrası hijyenik olmayan sağlıksız koşullarda tutulmuş ve bir gün kaldığı hastanede mahkum koğuşunda kirli nevresim ve battaniye kullanmaya zorlanmakta ve diyet raporuna rağmen kendisine diyet verilmemektedir. Kanser hastası Mete Diş ise, tedavisi engellenerek katledilmek istenmektedir.”
görüşüne gittiği tutsakla görüştürülmediğini açıkladı. Yeni bir saldırıyla karşı karşıya olunduğunu ve bu uygulamanın bir yasaya dayandığı için diğer hapishanelere de yayılacağını düşündüğünü ifade eden Göktaş, “Bunun tecridin en ince, en üst boyutu olduğunu düşünüyorum.” dedi. Göktaş hapishanelerde tutsakların ailelerinden başka kimseyle görüştürülmemesini hedefleyen bu uygulamanın kesinlikle kabul edilemez olduğunu belirtti.
Daha önce hapiste yatanlar görüşçü olamıyor(!) TKMP Nisan ayı hak gaspları raporunun okunmasının ardından ölüm orucu gazisi Nihat Göktaş da bir açıklama yaparak Ankara Sincan Kapalı Hapishanesi’nde görüşüne gittiği bir tutsakla daha önce hapiste yattığını ve dolayısıyla ‘sakıncalı’ olduğu iddiasıyla
“Sohbet hakkımız engellenmez” 27 Nisan’daysa Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması düzenleyen TKMP Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde haftada 10 saat olan sohbet hakkının hapishane idaresi tarafından1 saate düşürüldüğünü, Gebze M Tipi Hapishanesi’nde devrimci kadın tutsakların sohbet alanına kameralar yerleştirildi-
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
anmak
TUTSAK PARTİZAN
SINIF MÜCADELESİNDE KIZIL RUHLA BÜTÜN ENGELLER AŞILIR
A
sımsıkı sarılanlardır. Köklerimiz, ölümsüz yoldaşlarımızdır. Ölümsüzdürler çünkü düşleri düşlerimiz, yolları yollarımız, kavgaları kavgalarımızdır. Ve onlar bizlere yol gösterenlerimizdir, bizleri yemyeşil yaşatanlarımızdır. Sıcaklığını hissettiğimiz güneş, geçmişte kalandır. Güneş sadece güneş değildir, o yoldaştır, yoldaşlardır. Yürekten hissettiğimiz, dokunup tutamadığımız bir yoldaş sıcaklığı. Rüzgar çok uzaklardan gelen bir yoldaş soluğudur. Bundandır gönül bağının en sağlam zincirlerden daha sağlam olduğu. Bakarsak görürüz, bu zor koşulların nasıl alt edileceğini gösteriyor İbrahim yoldaş. Bakarsak görürüz, her karanlığın içinde aydınlığın olduğunu. Bakarsak görürüz, kızıl umudun granit ka-
yalarda dahi filizlenip boy verdiğini ve bilince, iradeye, umuda… zulmün kar etmediğini. Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya yoldaş, ser verip sır vermeyenimiz. Adı, yeryüzünün bütün ezilenlerinin ve sömürülenlerinin dilinde, bir şiir dirençli dizesi gibidir, gerillaların yaklaştığı kurşunun ezgisi eşliğinde dökülüyor dillerde. Başta Komünist Önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmak üzere partimiz MKP saflarında şehit düşen yoldaşlarımızı, Mustafa Suphileri, tüm devrim ve komünizm şehitlerini, bağlılıkla ve saygıyla anıyoruz. Bir kez daha onların ölümsüz olduklarını, sınıf kavgamızda yaşadıklarını; onları yaşatacağımızı onları anmanın savaşmak olduğunu ve savaşacağımızı haykırıyoruz.
ğini, kameralar altında sohbeti reddeden tutsakların, sohbete çıkmayarak kararı protesto ettiklerini açıkladı. Eylem “Sohbet hakkımız engellenmez”, “ Devrimci tutsaklar onurumuzdur”, “İçeride dışarıda hücreleri parçala” sloganlarıyla sonlandırıldı.
sever Konak’ın daha önceden verilen hücre cezasının infazı için hücreye gelen gardiyanlar tarafından tutsakların yanında darp edilerek 18 Nisan’da tek kişilik hücreye götürüldüğünü ve saldırıdan dolayı ellerinde ve kollarında kanamalı kesikler ve çizikler, vücudunun geniş bir bölgesinde morluklar ve darp izlerinin oluştuğunu açıkladı. Vatansever “Bütün bunlarla yetinmeyen hapishane idaresi “Memurun görevini yapmasını engelleme, tehdit” vb. düzmece nedenlerle bir kez daha disiplin soruşturması açarak saldırılarına yeni bir halka eklemiştir” sözleriyle hapishane idaresinin saldırılarını protesto etti.
Evrim Konak’a darp DHF’li tutsak Evrim Konak’la aynı hapishanede kalan Resmiye Vatansever gazetemize gönderdiği bir faksla Konak’a yönelik saldırıları teşhir etti. Vatansever Konak’ın Elbistan Kadın Hapishanesi’nden keyfi gerekçelerle Sincan Kadın Hapishanesi’ne sevk edildiğini ve bu hapishanede bir kez daha gardiyanların saldırısına uğradığını açıkladı. Resmiye Vatan-
≫ cafer çakmak
zimli olmamız devrime olan bağlılığımızdan gelir. Devrime bağlılığımızı belirleyen ise komünizm ideolojisidir. Kendimizi yalnız hissetmedik, hiçbir zaman yalnız olmadık, çünkü dünyanın her tarafında ezilen sınıflar devrim amacına bağlı, tereddüt etmeden kendilerini feda eden milyonlar silinemez tarih yarattılar. Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’dan öğrenmeye devam ediyoruz. Marksizm’i Kakafoni yapmak için değil, ezilenlerin özgürlüğü için öğreniyoruz. Devrimci savaşta hayatını veren milyonların nasıl büyük bir azim ve fedakarlığa sahip olduğunu asla unutmuyoruz. Alçak gönüllü olmayı öğrenmesini bilmeliyiz. Parti anlayışı ve kültürü bunu emreder. Ne kendimizi küçümsemeli, ne de başka deneyimleri abartmalıyız. Dünya devrimci deneyimlerinden, ustalarımızdan öğrenirken iyi birer öğrenci olmalıyız. Ancak bunun yanında partimizin deneyimini, azmini, savaşçılarımızın kahramanlığını, devrim ve halk kitlelerine bağlı kadro ve komutanlarımızın yeteneğini de görebilmeliyiz. Uzaklara bakarken etrafımızı, bastığımız toprağı unutmamalıyız. Eğer sürekli uzaklara bakar, önümüze bakmayı unutursak tökezleyip düşmemiz, uçurulmadan yuvarlanmamız kaçınılmaz olur. Evet büyük bedeller ödedik, yenilgiler yaşadık. Çoğu kez “Bitirildik” çığlıklarına tanık olacak kadar darbeler yedik ama hiçbir zaman kendimizi feda etme ruhumuzu öldüremediler. Bizi durduramadılar. Bizler de bütün faşist saldırılar karşısında korkmadık. Bu anlamıyla Kaypakkaya hareketi azimli olmayı sadece teorik olarak dile getirmekten ziyade 40 yılı geride bırakan devrimci savaş deneyimiyle azimli bir tarihe sahiptir. Kendini devrim amacına adayanların oluşturduğu kararlılık bugün de devam ediyor, devam edecektir. Azimli olmasaydık ayları bulan askeri harekatlar içinde gerilla güçlerimiz nasıl direnebilirdi. Düşman kuşatması sürerken günlerce aç kalarak, ot yiyerek, mevsim uygun değilse ot bile bulamadan açlığa, soğuğa direnen ama ölümüne devrime bağlı savaşçıların asla pes etmeyen bütünlüğü nasıl yakalanabilirdi. Azimli olunmasaydı zemheri kış ayında kuşatılan bizler, geçilmez denilen Munzur dağlarını ellerimizin, ayaklarımızın bir kısmını kaybederek; yoldaşlarımızı, enternasyonalin kızı Barbaraları tarihe işleyerek nasıl aşabilirdik. Azimli olunmasaydı askeri kuşatmalar altında, günleri bulan zamanda hiçbir şey yemeden, katıksız ve ateşsiz nasıl parti ruhunu taşıyabilirdik. Evet hiçbir zaman fedakarlıktan korkmadık. Çünkü 1972’de karar verilmişti. Devrime yürüme kararlılığı sonuna kadar taşınacaktı. Bizler bu kararı emperyalizm ve uşak gerici hakim sınıflara karşı, devrim mücadelesinde taşıdık, taşıyacağız. Bizim azimli olmamızı sağlayan Marksizm ideolojisi ve parti
ruhudur. Savaşın ciddiyeti içinde parti ruhunu bizden önce ölenlerden öğrendik. Bazıları sanki direngen, kararlı, adanmış bir tarihe sahip değilmişiz gibi konuşuyor. Parti ruhu ve parti tarihini unutmuşçasına ağzında laflar geveliyor. Bunlar öğrenmesini bilmeyen, alçak gönüllü olmayan, henüz devrimci bilinci gelişmeyen kimselerdir. Biz ölmemiz gerektiği yerde gözümüzü kırpmadan ölümü göğüsledik. Kuşatmalarda soğukta donduk, ayaklarımızdan, ellerimizden olduk; aç kaldık, ot yedik, yaprak yedik ama bizi mevzilerimizden koparamadılar. Proleter iktidar bilincimizi zayıflatamadılar. Bu devrimci tarihi yaratan değerler bütününü anlamayanlar özünde devrimcileşemeyenlerdir. Tarihimiz yeterli derecede kararlılıklarla doludur. Bedel ödemeden devrimcilik yapılabileceğini sanan küçükburjuvalar anlamaz ama devrimci kitleler Ahmet Muharrem Çiçek’in ve ondan 23 yıl sonra ‘Komutan Mete’nin (Cemgil Budak) son mermisine kadar çatıştıktan sonra silahlarını kırmasının anlamını çok iyi bilirler. Devrime, halka ve partiye bağlılığın adı olan Ölüm Orucu savaşçılarımız hücre hücre eriyerek bize hem parti ruhunun korunduğunu gösterdiler hem de hiç sakınmadan devrime adanmaktan asla korkmadığımızın simgesi oldular. İşte bizler daima bu kararlılığa sahip olmalıyız… Halkımız devrimci değerlerin anlamını ve önemini iyi bilir. Parti ruhu kararlılığımızda anlam bulur. Tek tek muharebeler, tek tek direnişlerde değil sadece tam anlamıyla devrimci savaşta somutlaşmıştır bu kararlılığımız. Bu nedenle parti ruhu ve çizgisi süslü sözlerle korunamaz. Temsil ettiğimiz hareketi derinlemesine kavramalıyız. Pek çok sempatizan devrimci teoriden bahsedebilir, ona inandığını belirtebilir. Kaypakkaya’nın durdurulamaz ruhundan, partimizin yüzlerce şehidinden ve önderlerinden bahsedip yüceltebilir ama bu kimseler devrimci tarihin ruhuna uygun davranmadığı sürece, yoldaşlarımızı yüceltmelerinin ve tarihimizi övmelerinin pek anlamı yoktur. Çünkü en başta yoldaşlarımız gibi azimli olmayı, onlar gibi kendilerini adamayı başarmak gerekir. Parti ruhu devrimci savaş çizgisinde kendini feda etmekten korkmamaktır. Kendini bu çizgiye adamayanlar mütevazi olamaz, devrimci felsefeyi ahlaken, kültüre uygun yaşayamaz. Birliği sağlayamaz ve değerlerini koruyamaz. Bizleri dün olduğu gibi bugün de devrim amacımızdan kimse ayıramaz diyorsak korkmadığımızdandır. Dayandığımız tarih bu sözümüzü kanıtlamaktadır. Bu nedenle şiddetli saldırılara uğruyoruz. Güçlükler, kuşatmalar sınıf düşmanlarımızın önümüze çıkardıkları engellerdir. Engeller ne kadar büyük, ne kadar zor olursa olsun, biz onların üstesinden geliriz. Kararlı, kızıl bir tarih yaratanlar geleceği kazanma iradesini de oluşturmuşlardır. Bu ilerleme engellenemez.
22
kültür sanat
Halkın Günlüğü 1-15 MAYIS 2013
Kapitalist sistemin içerisinde Genç bir kadının iş bulma ve hayata tutunma çabasını konu alan Zerre filmi, insana sistem içerisinde verilen değeri ve rolü gerçekçi bir biçimde sergiliyor Başta Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ve “En İyi İlk Film” olmak üzere birçok ödül kazanan Erdem Tepegöz’ün ilk filmi olan Zerre, günümüz sinemasının halkın gerçekliğinden kopuk tarzının aksine vahşi kapitalizmin ağır koşullarında tek başına, çocuğuna ve annesine bakarak yaşama tutunmaya çalışan işçi bir kadının yaşamının bir kesitine adeta bir belgesel gerçekçiliğiyle ışık tutuyor. Bilindiği gibi sinemada işçi sınıfının kendine yer bulması genelde çok nadiren rastlanan bir durumdur. Böyle bir durum söz konusu olduğunda dahi onlar çoğunlukla ya esas hikâyenin arkasına yerleştirilmiş bir fon malzemesidirler (tıpkı yakın zamanda Yılmaz Erdoğan’ın ‘övgüyle’ karşılanan Kelebeğin Rüyası filminde olduğu gibi) ya da eğer işçi sınıfına mensup kişiler ön plandaysa dahi onlar mensup oldukları sınıf gerçekliği ve sıradanlığıyla ele alınmazlar. Örneğin sıradan ve “marjinal” ya da farklı olmayan bir işçinin sinemanın ilgisini çekmesi zordur. Bu yüzden bir işçinin yaşamının en doğal ve sıradan parçası olan fabrikada geçirdiği zamana, bir işçi olarak yaşadığı zorluklara dair bir şey görmemiz mümkün değildir pek. Daha da açık ifade edecek olursak Yeşilçam’da olduğu gibi ‘iyi kalpli’ bir burjuvaya aşık olup ‘kurtulmasalar’ da bir şekilde ya sınıf atlar veya atlamanın planını yapar, ya da sınıfsal özelliklerini hiçbir şekilde gözler önüne sermeyecek bir şekilde ele alınırlar. Tüm bunlar göz önünde bulundurduğumuzda “Zerre” filminde işçi bir kadın olan Zeynep (Jale Arıkan)’in esas kahraman olması, üstelik bunu da marjinalliğiyle değil “sıradanlığıyla” sağlaması, filmi önemli kılan esas noktalardan birini oluşturuyor.
Neden “Zerre”? Filmin bu kısa ismi konusu hakkında çok şey anlatıyor aslında. “Zerre” metaforu filmin içerisinde birçok sahnede gizlenmiş; gerek sokak lambası planında yukarıda yıldızlar gözükürken aşağıda toz zerrelerin gözükmesi, gerek işçi başlarının masa başında küçücük dünyasal hesaplarıyla mücadele ederlerken onların üstünde toz zerrelerinin uçuşmasında, gerekse de Zeynep’in evinin penceresinin göründüğü bir sahnede kameranın sırayla diğer komşu evlere en sonunda da tüm mahallenin ışıklarını göstermesinde olduğu gibi. Filmin ismi konusunda şöyle bir açıklamada bulunuyor yönetmen “Zeynep, bir insan hayatı koskocaman evrende kozmosta bir tane bile değil. Zeynep’in hayatındaki parçacıklar anlamsız ve rastgeleymiş gibi gözüküyor. Ama onun içine girdiğimiz zaman o tanenin içine onlarca duygu, onlarca çatışma, onlarca hayal, mücadele görüyoruz.
O aslında mikroyu ve makroyu aynı skalada aynı düzlemde göstermek; filmin ana amaçlardan biri de bu. Alt metinlerden biri de bu.”
Filmin başkahramanı zorluklarla baş eden güçlü bir kadın Sinemadan, televizyondan alışık olduğumuz güçsüz, kaderci, kendisini bir erkeğin gücüyle var eden kadınların aksine güçlü ve mücadeleci bir kadın Zeynep. Daha ilk sahnede çalıştığı tekstil atölyesinde işçi başının onu haksızca işten kovup, zorla dışarı atmaya çalışmasına karşı direnmesinden görüyoruz bunu. Sonraki sahnelerde onun zorluklarla dolu yaşamının ayrıntılarına tanık olduğumuzda görüyoruz ki Zeynep’in genel karakteristik bir özelliği bu. Çoğu kentsel dönüşüm sebebiyle boşaltılmış Tarlabaşı’ndaki yıkık evinde, hasta kızı ve yaşlı annesiyle yaşama tutunmaya çalışıyor Zeynep. Bir lokantada çalışan tanıdığı vasıtasıyla oradan aldığı artan ye-
mekleri evine götürüyor. Ev sahibinin kirayı ödeyememesine karşı kendisini tehdit edip onu organ mafyasıyla çalışmaya zorlamasına karşı direniyor. Yılmadan ve yakınmadan her gün iş bulmak için her yolu deniyor. Eve ek gelir sağlamak için cenaze kaldırılmasından sonra cami çıkışında annesiyle yaptığı şekerleri satmaya çalışıyor. Ve en sonunda Trakya’da bir tekstil fabrikasında yatılı çalışmaya giderken orada yaşadığı zorluklar karşısında da kendinden ödün vermeden mücadele ediyor; aldığı açlık maaşına, maaşının sadece 30 lira yükselmesi için işçi başlarıyla birlikte olması için onu ikna etmeye çalışan işçi arkadaşına, kendisine tacizde bulunan işçi başlarına karşı direniyor. Genel olarak yaşadığı zorluklar karşısındaki duruşuyla yakınmayan, sızlanmayan ve ağlamayan bir duruş sergiliyor Zeynep. Yönetmen Tepegöz, Zeynep’i bir röportajında şöyle tanımlıyor; “Ben Zeynep’i hep güçlü bir ka-
Ovacık ve Gazi’den mücadele Ovacık Kültür Derneği “Sömürüye, Teslimiyete, Tasfiyeciliğe Karşı Nisan Güneşini Harlayalım” şiarıyla bir etkinlik düzenlerken, Demokratik Gençlik Hareketi de Gazi Mahallesi’nde 1 Mayıs etkinliği düzenledi Ovacık Kültür Derneği “Sömürüye, Teslimiyete, Tasfiyeciliğe Karşı Nisan Güneşini
Harlayalım” şiarıyla 21 Nisan’da bir konser organize ederek halkla paylaştı. Yapılan etkinliğe yüzlerce kişi katılırken, etkinlikte ilk olarak davul zurna çalındı. Ovacık Kültür Derneği’nin düzenlediği etkinlik Ovacık Belediye Düğün Salonu’nda düzenlendi. Devrim şehitleri adına yapılan bir dakikalık saygı duruşunun ardından DEDEF Genel Başkan Yardımcısı ve Dersim Kültür Derneği Temsilcisi tarafından birer konuşma yapıldı. Konuşmalarda Dersim’de yaşanan çevre
sorunlarına dikkat çekilerek Dersim’de yapılan barajlarla ilgili bilgiler verildi. Son günlerde Hanuşağı, Cevizlidere ve daha birçok köyde maden çalışmaları yapıldığı ifade edildi. Madenlerin ve barajların çevreye verdiği zararların anlatıldığı konuşmalarda, Dersim halkının yaşam alanlarına yönelik gerçekleştirilen saldırılara karşı mücadele vurgusu ön plana çıkarıldı. Etkinlik sırasında Taylan Yıldız, Zeynep Kılıç ve Şenol Akdağ sahneye çıkarak ezgilerini kitleyle paylaştı.
DGH’den 1 Mayıs etkinliği DGH Gazi Mahallesi örgütlülüğü düzenlediği etkinlikle halkı, 1 Mayıs’ta alanlara çağırdı. 28 Nisan Pazar günü düzenlenen etkinlik devrim şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Sahneye ilk olarak sanatçılar Koma Usar ile Doğan Çelik çıkarak ezgilerini halkla paylaştı. YÇKM Halk Oyunları ekibinin kitleyle birlikte çektiği halay ilgiyle izlendi. Etkinlikte Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) adına yapılan konuşmada, 1 Mayıs’ın
23
1-15 MAYIS 2013 Halkın Günlüğü
bir “Zerre” Filmin başarısı sade gerçekçiliğinde saklı Filmin güçlü kılan yanlarının başında sade gerçekçiliği gelirken özellikle Zeynep karakterine hayat veren Jale Arıkan’ın doğal oyunculuğu filmin başarısına katkıda bulunuyor. Filmdeki mekan seçimleri (gerçek tekstil atölyesi ve tekstil fabrikasının kullanılması) ve gerçekten işçi olan oyuncuların oynaması, filmin doğallığına ve gerçekçiliğine katkıda bulunuyor. Keza Zeynep karakteri üzerinden işleyen hikâye örgüsünde tüm olayların bu karakterin bakış açısından anlatılması hikâyenin konusunun dağılmasını engelleyip konuya odaklanmamızı sağlarken omuzda hareketli kamera kullanımı, Zeynep dışındaki diğer karakterlere sadece Zeynep’le ilişkileri dolayısıyla değinilmesi bu olguyu destekler nitelikte.
Filmin bir sonu var mı?
rakter olarak gördüm. Benim sokakta gözlemlediğim insanlar da başlarına kötü bir şey geldiğinde filmlerdeki gibi ben ne yapacağım, aman ne edeceğim hiç öyle bir şeyle karşılaşmadım. Dışarıdaki hayat bence daha sert. Bir insan bir çatışmayla, sorunla karşılaştığı zaman çok kısa süre belki ağlayıp sızlanabilir. Ama ondan sonra hemen mücadele etmeye başlaması veya yenilmesi lazım. Bir yolu tercih etmesi gerek. Zeynep’te de bu benim istediğim bir şeydi. Karakter bana bunu dayattı. Ben mücadele etmek istiyorum diyordu bu karakter. Yılmak veya ağlamak veya yenilmekten öte bir an bile sızlanmadan ayakta kalması gene bir yemek bulması, bir iş bulması lazım. Böyle bir lüksü yok. Ağlamaya lüksü yok açıkçası zamanı yok.” Zeynep’in başına gelenler yer yer “arabeskvari” gibi dursa da aslında gerçek yaşamda çok da yabancı olmadığımız şeyler olduğu aşikâr. Kaldı ki film Zeynep’in yaşamındaki bu zorlukları aşırı dramatize ederek, klişe bir duygusallıkla değil son derece doğal bir gerçeklikle veriyor.
Daha önce de değindiğimiz gibi film Zeynep’in hayatının on günlük bir kesitini anlatıyor sadece. Yani daha önce ne olduğuna dair bir fikrimiz yok. Aslında bunun önemli olmadığını filmin akışı içerisinde görebiliyoruz. Filmin sonu da başı gibi ansızın, belki de hiç beklenmedik bir anda oluyor. Filmin sonunun bir bıçak gibi kesmesi, Zeynep’in hayatının devamında neler olacağına dair bir fikrimizin olmaması, yönetmenin ifade ettiği gibi filmin kafamızda devam ediyor hissi uyandırmasını sağlıyor. Lokantada çalışan aşırı saf, temiz ve iyi niyetli Rıza karakteri gibi bazı karakterlerin Zeynep’in inandırıcılığına rağmen daha az gerçekçi durması, iyilik ve kötülük kavramlarının yer yer fazla mutlaklaştırılması (örneğin “iyi” karakterlerin bütün ”iyi”, “kötü” karakterlerinse “kötü” olması), bitiş şekliyle bir ümit ya da ümitsizlik vermeyerek belirsizlik duygusu yaratması gibi bazı zayıf yönleri olmasına karşın, genel olarak sömürü düzeninin içerisinde bir “zerre” olan işçilerin yaşamına ışık tutan, özellikle ülkemizde tekstil işçilerinin zorlu çalışma koşullarını, sınıf mücadelesinin zayıflığından dolayı sermaye düzenine büsbütün biat ediyor oluşlarını, işçilerin aralarında sınıfsal bir dayanışma olmadığı gerçekliğini başarılı bir şekilde yansıtması yönüyle izlenmeye değer bir yapım“Zerre”.
çağrısı Taksim alanında karşılanacağı ifade edilerek, ‘’Mimarlar Odası’nın yapmış olduğu incelemede alanda birkaç tadilat yapılması halinde 1 Mayıs Alanı olarak kullanılmasında engel olunmadığı tespit edilmesine karşın, 1 Mayıs alanı egemenler tarafından yasaklanmıştır. Bizler halk gençliği olarak dün olduğu gibi bugün de meşruluğumuza dayanarak 1 Mayıs’ta Taksim’de 1 Mayıs alanında olacağız. Haklılığımızdan aldığımız güçle, Kaypakkaya’nın bizlere miras bıraktığı ‘Çelikten geleceği örmek’ için her türlü baskıya, tutuklamalara karşın,
bizler alanlarda olacağız. Ve siz dostlarımıza, özellikle de genç arkadaşlarımıza şairin dediği gibi ‘Yüreğini yüreklerimizin yanına at!’ diyerek çağrıda bulunuyoruz;1 Mayıs’ta alanlara!’’ denildi. YÇKM Müzik Atölyesi’nin sunduğu müzik dinletisinin ardından sanatçılar Murat Ateş, Şenol Akdağ ve Siya Korta sahneye çıkarak ezgilerini seslendirirken, kitle de çektiği halaylarla ve coşkusuyla ezgilere eşlik etti. Etkinlik ‘’Mayıs’’ adlı marşın bütün katılımcı sanatçılar tarafından söylenmesiyle sona erdi.
ANTAGONİZMA ZEHİR
S
ES, TEK’leyerek Batı Yakası’ndan geldi. Şahin avazı gibi berraklaştı gök kubbe. Töz ile törenin çatışmış, ufalanmış, cinnet halini almış zibilinde uyuyan yalın bilinç, kellesini hafif kaldırınca, her kütükten bir çıra çıktı. Kargalar sustu, papağanlar konuşmaya başladı. Varlığını kendi boşluğuna doğru devindiren serkeş eşek, sırtındaki atlas çulu attı, baharat bedestanından çıkıp, sahaflara girdi. Zıtların mükabele ve müsademe zemini, kırmızıdan defne yeşiline doğru evrildi. Mevtalar dirildi. Mabed avluları ve musalla taşları arasında mekik dokuyan Devlet-i Aliye derin bir nefes aldı. Kurşun kepenkli, rahleli, seccadeli dükkânlar hayale daldı. Çocuk pencereyi açtı. Zehir seferberliği, ilk adımını şanına uygun bir şekilde attı. Kainatın kör noktası temizlendi. Temizlenen yere, ucube sakallı bir yontucu, kaide olarak mermerden bir baldıran krateri yerleştirdi. Kaidenin üzerine hiç yüksünmeden, rehavete kapılmış bir bronz at heykeli dikti. Atın üzerine “Atina” yazdı. Atın kuyruğuna yine bronzdan bir sinek kondurdu. Sineğin üzerine de “Sokrat” yazdı. Appollonik ve Dionizik armoninin büyüsüyle trajik bir şekilde ışıldayan anıt, herkesi etkiledi; açılışı görkemli oldu. Harirle dokunmuş halıların serildiği ön sırayı, akil kafalar aldı. Enseleri kavi, bakışları mülayim ve semavi politikacılar yeşil koltuklara yerleşti. Başarılı sarraflar, badem bıyıklı karunlar, ribahurlar, buz üstünde bina kuranlar, bilcümle mal, melanet ve menzil sahipleri ikinci sırayı tuttu. İç içe geçen çemberlerin en dış kesiminde, kum gibi kaynayan bir derinti deryası dalgalanıyordu. Çocuk, dikkatini en çok bu kesime, açlıktan köpük kusan, düğün arpasıyla at besleyen, kasaptaki ete soğan doğru-
yan, çaydaki balığa yağ kızartan, tek kanatla uçan, gariban, adem baba cümbüşüne yöneltti, heyecanlandı ve bu kesime doğru uçurdu balonunu. Açılış konuşması için kürsüye Akil çıktı. “Zurnazen Mustafa Paşa’nın Dört Saatlik Sadrazamlığı”, “Molla Kabız’ın Zındıklığı” , “Kâbusname’de Yıldızlardan Geleceği Okuma” adlı kitapların bu dıbız kafalı, kara kırnak yazarı, elini kaldırıp alkış tufanını selamladı. Ebedi barışın geldiğini, maraz ve elem ikliminin dağıldığını şirin bir dille anlatmaya başladı. Bir ara durdu, elindeki boş baldıran kadehini göğün Sidre Makamı’na doğru kaldırdı, “Ebedi barış için, anaların ağlamaması için gerekirse içeceğiz!” diye bağırınca, derinti deryanın köçeği, zilli kasnağa geçirilmiş kursak zarını tefleyerek deryayı coşturdu. Meydan, yek dil, yek nefes, “Zehir! Zehir!” “Tek! Tek!” şiarlarıyla inledi. Akil, işaret parmağını uzattı, Şer tekkesinden ayrılıp, Zehir tekkesine yeni geçen politikacıyı kürsüye çağırdı. Semirmiş, nefsini ve gövdesini kemali afiyetle imar etmiş güleç adam, alkışlar, tezahüratlar eşliğinde kürsüye geldi, boş baldıran kadehini Akil’in elinden aldı, önce bronz atın kuyruğundaki sineğe, sonra da kitleye doğru uzattı, “Kırk yıllık tekkemi terk ettim, buraya zehir içmeye geldim!” diye gürleyince, sloganlar yeniden başladı. Çocuk korktu, “Anne çabuk gel, adam zehir içecek,” dedi. “Aldırma oğlum, kadehler boştur,” diye mırıldandı kadın. Pencereden bağıran kalabalığı, Tek’leyen kürsüyü ve bayraklı evleri seyrederken korktu. Gitti dolaptan Tek bir bayrak çıkardı, Tek başına, Tek pencereden, Tek’leyen kalabalığa doğru sallandırdı.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın SüreliYönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL
Di 1 Gulanê de Terora Dewletê Girseyên ku dixwestin ji aliyeTaksîm ve bimeşin li ber mizgefta Şîşlîyê kom bûn; polisan bi TOMA, ava şid û gaza îsotan re êrîş kir, navbera girseyan û polisan pevçûnek derket bi demek dirêj domiya. Endam û alîgirên DHF’e ku li Şark kahvesi bi girseyî civiyan û xwestin ji kolanên li cem otela cevahîr xwe bigihînin cihê kombûnê mizgefta Şîşlî. Girseyê ku di nav de DHF, Partîzan, BDSP, Halk Cephesî(Eniya Gelan), Mucadele bîrlîxî (Yekitiya Têkoşinê)jî hebû, barîkat çêkirin li hemberî êrîşê polîsan tê koşiyan. Piştî êrîşê polîsan rojnameger hatin binçav-
kirin. Dû pevçûna giran a derdora Bomontîyê girse vekişiya li ber Otela Cevahîrê. Li ber Otela Cevahîrê DHFîyan carek din barîkat ava kirin, demek din jî bi polisan re lêk dan. Piştî êrişê polisan girse barîkat çekirin û agir vexistin. Di vê demê de mîlîtanên MKP dirûşmên xwe avetin û ji diwaran re nivîsiyan. Girse piştê êrîşê polisan bi berxwedanê vekişiyan Okmeydanê , riya Kahveyê Anadoluyê hat girtin bi govendan çalakî berdewam kir. Polîsan carek din êrîşê gel kir, lêkdan di kolanên okmeydanê bi saatan domiya. Polîsan bombayê gazê ji malan re jî avêt, bandora gazê gelek dirêj dewam kir. Polîsan, girseyên ku Mecîdîyekoyê kom bûn bi bombayên gazê û ava şid êrîşê
wan kir. Ji gerseyê de gelek kes bi bandorê gazê ji xwe ve çûn û demek direj nehatin ser xwe. Pevçûn derdorê Zîncîrlîkûyûyê demek dirêj dewam kir. Polîsan Hurrîyet Tepesîyê jî barîkat çekiribû û rê girtîbû . Derdorê Çaxlayanê Ji pevçûn derket. Ji girseyên ku barîkat ava kiribûn û pev çûbûn di nav wan da endam û alîgirên DHFî jî hene hatin binçavkirin. Gelek kes birîndar bûn rakirin nexweşxanê. Li Tarlabaşi jî deh kes hatin binçavkirin. Di Beşiktaşê de jî heman dîmen hebû, piştî êrişê polisan gelek saatan pevçûn berdewam kir. Li ser wan êrîşan gelek kes birîndan bûn lê belê 3 kes bi giranî birîndar bûne û rewşa wan ne baş in.
Okmeydanê Pevçûn berdewam kir Piştî êrîşan, dedorê Bomontiyê lihevxistina giran derket gelek dirêj dewam kir û dûra girse vekişiya Okmeydanê. DHF, Partîzan , BDSP,ESP BDP’îyan ber xwe dan vekişiyan Okmeydanê . Li vir jî riya Anadoluyê girtin û govendên bi çoş hatin kişandin û tax kirin qada 1 Gulanê. Paş govend û dirûşman polisan carek din êrîşê gel kir, lihevxistin heta êvarê berdewam kir. Bombeyên polisan gelek zirar da mal û dikanan .