Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım!(5)
sf 12-13
AKP baskı politikalarını arttırdı Gezi Ayaklanması’ndan bu yana ‘sosyal medya’dan ‘rahatsız olan’ AKP iktidarının telaşı, son günlerde Twitter ve YouTube gibi siteler üzerinden yayınlanan ses kayıtlarıyla birlikte doruğa ulaştı. Giderek daha fazla teşhir olan iktidar burjuva bir metot olan sansüre başvurup, Twitter ve YouTube sitelerine erişimi engelleyerek hırsızlıklarını ve savaş kışkırtıcılığını gizlemeye çalışıyor sf 18-19
Halkın Günlüğü
1-15 NİSAN 2014 Yıl: 3 Sayı: 80 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
T.C. nin Suriye planı f GÜNCEL
Newroz ateşi harlandı
ISSN: 2147-0499
Kazanan kim!
06
Suriye uçağının Türk devleti sınırlarını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürülmesinin ardından, Suriye’yle ilgili yeni tartışmalar gündeme geldi. Bölgede etkin olmak ve rolünü arttırmak isteyen Türk devleti, Suriye’deki nüfuz alanlarını genişleterek yayılmak hedefindedir. Türk devleti bu amacına ulaşmak için El Kaide bağlantılı IŞİD, El Nusra ve İslami Cephe gibi örgütlere destek vermektedir. ABD emperyalizmi ise Türk devletinden Suriye’nin güneyinde oluşturulan yeni İslami hareketi desteklemesini istemektedir
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
AKP’nin oy hırsızlıkları, komploları ve hilelerinin yaşandığı bir yerel seçim süreci daha geride kaldı. Burjuva düzen partileri arasında yaşanan oy dalaşı halkın gözünde bütün gerçekliğiyle teşhir olurken, seçimlerden görece ‘başarılı’ olduğu söylenebilecek AKP ile diğer düzen partileri CHP ve MHP’nin halka vereceği hiçbir şey yoktur. Düzen partileri arasında çıkar dalaşının iyice açığa çıktığı yerel seçim-
04
Emperyalizmin Mısır oyunları
08
ler sürecine karşın halk kitleleri, devrimci demokratik adayları destekleyerek ‘Söz yetki karar halka’ şiarıyla kazanımlar elde etti. Ovacık Demokratik Halk Dayanışması ile DHF’nin desteklediği Fatih Mehmet Maçoğlu Ovacık Belediye Başkanı seçilirken, bir dönemdir belediye başkanlığını yürüten Mazgirt Demokratik Halk Dayanışması’nın adayı Tekin Türkel de ikinci kez belediye başkanı seçildi.
Sağlık yok ama katil hırsız sefalet var
17
02 güncel haber
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Ovacık’ta halkın zaferi Ovacık’ta “Söz yetki karar halka” şiarı ete kemiğe bürünürken, sandıktan Ovacık Demokratik Halk Dayanışması’nın Adayı Fatih Mehmet Maçoğlu çıktı Dersim seçimlerinin en politik alanlarından olan ve halkın yoğun olarak seçime odaklandığı Ovacık’ta, Ovacık Demokratik Halk Dayanışması sürdürdüğü politik kitle faaliyetinin zaferini sandıkta da aldı. Ovacık Demokratik Halk Dayanışması’nın TKP’den gösterdiği adayı, Fatih Mehmet Maçoğlu sandıktan birinci çıktı. Demokratik Haklar Federasyonu, TKP ve “Söz yetki karar Ovacık halkına” şiarını benimsemiş, programlaştırmış Ovacık halkının birlik ve örgütlülük kararıyla yan yana gelen kadınların ve gençlerin sürdürdüğü çalışmaların sonucunda, Ovacık’ta sandıktan Fatih Mehmet Maçoğlu birinci olarak çıktı. 30 Mart gecesi sandık sayımlarının bitmesinin ardından bir araya gelen Ovacık Demokratik Halk Dayanışması aktivistleri hep bir ağızdan, “Söz yetki karar Ovacık halkınındır” sloganıyla birinciliği kutladı. Diğer bir sevindirici gelişme ise sandıktan
ikinci olarak BDP ve devrimci kurumların desteklediği Mustafa Sarıgül’ün çıkması oldu. Ovacık halkı yönelimini iki devrimci platformdan yana kullannp düzen partilerine eğilim göstermemesiyle, ilçede ve siyasi alanda büyük bir sevinçle karşılandı. ‘Ovacık’ta halk meclisleriyle ilçemizi yöneteceğiz’ Ovacık Demokratik Halk Dayanışması’nın kazandığı zaferin ardından açıklama yapan Maçoğlu, "Bu başarı Ovacık halkının başarısıdır. Kendilerini ve ilçelerini devrimci bir programla yönetmek için sandıkta Ovacık Demokratik Halk Dayanışması’nı seçtiler. Artık Ovacık’ta yeni bir dönem başlıyor. Programımızın etrafında kenetlenerek Ovacık’ta halk meclisleriyle kendimizi, ilçemizi yöneteceğiz. Yöneten halk olacak" dedi. Yönü sosyalizmden, halktan yana olan tüm kurum ve bireylerin Ovacık Halk Dayanışması içerisinde yer alarak Ovacık halkıyla dayanışmayı büyütmesi gerektiğini ifade eden Maçoğlu, "Belediyeyle halkın arasında var edilen bürokratik engelleri kaldıracağız. Belediyenin bütün yönetim kademeleri halk tarafından işletilen ve denetlenen bir programla ilerleyecek. Herkesi ve tüm dostlarımızı bu programa davet ediyoruz” diye konuştu.
Mazgirt halkı ilçesini yönetmeye devam kararı aldı Devrimci yerel yönetimler programının 5 yıllık deneyiminin ardından Mazgirt halkı, ilçesini ve kendisini bir kez daha yönetmek için, DHF’nin ÖDP’den gösterdiği Belediye Başkan Adayı Tekin Türkel’i seçti 5 yıllık devrimci halkçı yerel yönetimler programı Mazgirt’te yeniden halkın desteğini aldı. Mazgirt’te DHF ve ÖDP ittifakıyla seçime giren Tekin Türkel ve ekibi kazandı. Mazgirt’te sandıktan ikinci parti olarak BDP çıktı. Düzen partileri Mazgirt’te ilk ikiye yine giremedi. Seçim sonuçlarının kesinleşmesinin ardından açıklama yapan Türkel, halkın güvenini katılımcı ve şeffaf devrimci yönetim anlayışıyla kazandıklarını söyledi. Türkel, “Önümüzde 5 yıllık bir dönem daha var. Bir önceki dönemde ortaya çıkardığımız halkın belediye üzerindeki yönetim programını ve projelerimizi devam ettireceğiz. Belediye halkın hizmetinde ve denetiminde olmaya devam edecek.”
Türkel, seçim çalışmalarıyla ilgili şunları söyledi: “Seçim çalışmalarında bir önceki dönem kadar fazla efor sarf etmedik. Çünkü Mazgirt halkıyla zaten birlikteyiz. Birbirimize kenetlendik. Devrimci halkçı yerel yönetimler programımız bizi kitlelerle bütünleştirdi. Bu dönemde bir önceki dönemde yaptığımız eleştiri ve özeleştirilerin karşılığını alacak ve sorunların çözümü için daha büyük çaba sarf edeceğiz. Tabii ki buradaki sorunumuz yollara parke taşı yapmak değil, ‘üreten biz isek yöneten de biz olacağız’ anlayışının Mazgirt’te kalıcılığını ve devrimciliğini daha da büyütmek olacaktır.”
'Şiarımız: Üretenler yönetecek' Türkel son olarak şu ifadelere yer verdi: “Söz yetki karar halkındır’ şiarıyla bir bütünsellik içerisinde olarak halkın her kademesinden insanları sürece katmak görevimizdir. Zaten şiarımız ‘Üretenler yönetecek’ tir. Belediyenin de alanını aşarak ilçeye bağlı köylerin de sorun ve sıkıntılarını gündeme getirebilmek için, köy muhtarları üzerinden veya muhtar azalarıyla beraber o köylerin de sorun ve sıkıntılarını aşabilen politikalar üretme gayretinde olacağız.”
Dersim’ de kazanan devrimci irade oldu Dersim’de yerel seçimlerde meydanlar düzen partilerine teslim edilmedi. Talan, hırsızlık, milliyetçilik ve sahte umut kapılarına karşı devrimci halkçı yerel yönetimler ve iktidar hedefiyle yola çıkan Demokratik Haklar Federasyonu desteklediği adaylar Mazgirt ve Ovacıkta kazandı. Hozat, Nazmiye, Pülümür’de ise devrimci halkçı yerel yönetimler programı büyük bir coşkuyla karşılandı Düzen partilerinin yarattıkları düzen içi kutuplaşma siyasetine karşı Dersim’de devrimci halkçı yerel yönetimler programıyla hareket eden Dersim, Hozat, Mazgirt, Ovacık, Nazmiye, Pülümür’de oluşturulan Demokratik Halk Dayanışması’yla cevap verildi. Dersim’in her sokağından, köyüne kadar “Söz yetki karar halka” şiarıyla devrimci halkçı yerel yönetimler programı ekseninde gençlik, kadın, engelli, mahalle vb meclisleri oluşturularak kendimizi, şehrimizi ve köyümüzü yönetme perspektifi oluşturuldu. 2004, 2009 yıllarından bu yana gelişerek büyüyen halk meclisleri Dersim’de neredeyse bütün ilçelere taşındı. DHF ve TKP’nin desteklediği adayların dağılımı şu şekilde oldu; Dersim Bağımsız Belediye Başkan Adayı Ali Tacar ve Dersim İl Genel ve Belediye Meclis Üyeleri (TKP çatısı altında girdi) Ovacık Belediye Başkan Adayı Mehmet Fatih Maçoğlu (TKP çatısı altında girdi), Hozat Belediye Başkan Adayı Kahraman Kılıç (TKP çatısı altında girdi), Mazgirt Belediye Başkan Adayı Tekin Türkel (ÖDP çatısı
altında girdi), Pülümür İl Genel Meclis Üyesi Erdal Duman (TKP çatısı altında girdi), Nazımiye İl Genel Meclis Üyesi Alişer Timurtaş, Alattin Eker (TKP çatısı altında girdi) Nazımiye Belediye Meclis Üyesi Adayları Pakize Durgun, Ümit Gürbüz, Gönül Gökbaş (TKP çatısı altında girdi)
Merkez’de kazanan sokaklar oldu Dersim Demokratik Halk Dayanışması bağımsız adayı Ali Tacar’la sürdürdüğü devrimci halkçı yerel yönetimler politik faaliyeti, kitleler tarafından sahiplenildi. Onlarca eylem ve etkinler düzenleyen, halkın siyaseti bürokratların elinden alıp, kendi siyaset kanallarını oluşturduğu halk meclisleri Dersim’in her evine girdi. Kitlelerle birlikte yürütülen çalışmaların ardından seçim günü yine geçmiş dönemdeki gibi gerici senaryolar devreye sokuldu. DHF’nin çekildiğine dair söylentilerin evlerde ve sanal haber sitelerinde yayınlanması gibi dedikoduların çıkarıldığı seçim gününde, bağımsız aday seçmeni CHP ve BDP arasında tercihe zorlandı. Sandık sonuçlarından bağımsız adaya 4 binin üzerinde oy beklenirken, oy oranı 2 bin 500’lerde kaldı. Seçim’de BDP ve Devrimci Güç Birliği 7 binin üzerinde oy alarak seçimi kazandı. Seçim sonuçlarının ardından DHF, Dersim Demokratik Halk Dayanışması ve adayı Ali Tacar BDP’yi ziyaret ederek, kazanımı kutladı. Diğer yandan 2014 Yerel Seçimler üzerine Dersim Demokratik Halk Dayanışması iç toplantılarını tükettikten sonra Dersim’de seçim analizini bütün herkesle paylaşacağını açıkladı.
Pülümür’de büyük coşku “Söz yetki karar dersim halkına” şiarıyla devrimci halkçı yerel yönetimler için Pülümür Demokratik Halk Dayanışması TKP İl Genel Meclisi Adayı Erdal Duman’la bölgede
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
03
SINIF TAVRI KADINLAR YÖNETİME KADINLAR İKTİDARA!
K
halkçı yerel yönetimler programının ilk adımını attı. Pülümür’de oluşturulan halk meclisleri köy köy gezerek devrimci halkı yerel yönetimler programını tanıttı. Seçimden önce yüzlerce insanın katıldığı miting gibi etkinlikte konuşan Erdal Duman şunları dile getirdi: “Biz Demokratik Haklar Federasyonu olarak yerel seçim sürecini farklı algıladığımızı, yerel seçimlerde farklı düşüncelerimiz ve farklı yorumlarımız olduğunu özelliklede bizim kitlelerin gücüne inandığımızı buradan belirtelim. Dostlar birlikte çok yol yürüdük, birçok köye gittik; kurumuş ağaçlar, yanmış köyler, yolları olmayan köyler gördük. Bunun için DDHD programı ekseninde bir araya gelmemiz gerekiyor. Bölgemiz, ormanlarımız talan ediliyor, barajlarla, siyanürlü altın aramayla yok edilmeye çalışıyor. Bu yüzden daha güzel bir Dersim inşa etmek için DDHD etrafında kenetlenmemiz gerekiyor. (…)Gezi ayaklanmasında şehit düşen yoldaşlarımızı buradan anıyor ve diyoruz ki Berkin Elvan ölümsüzdür. Biz kazanacağız, halk kazanacak, halkın örgütlü gücü kazanacak” Pülümür’de İl Genel Meclisi Üyesi Adayı Duman, sandıktan yüzde 18 ile ikinci çıksa da il genel meclis üyesi koltuklarını CHP aldı.
Bir mevzi de Nazımiye’de oluşturuldu Nazmiye’de devrimci halkçı yerel yönetimler il genel meclisi üyeliği ve ilçe meclisi üyeliği üzerinden sürdürüldü. Nazimiye İl Genel Meclis Üyesi Alişer Timurtaş, Alattin Eker, Nazimiye Belediye Meclis Üyesi Adayları Pakize Durgun, Ümit Gürbüz, Gönül Gökbaş olara belirlendi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun doğ-
duğu yer olan Nazımiye’de CHP’nin kitleler üzerinde etkisi yüksekti. DHF faaliyetçilerinin köy köy yaptığı çalışmalarla bu etkiyi azımsanmayacak ölçüde kırdı. İl Genel Meclis Üyeliği sıralamasında 3’üncü olan DHF’in TKP’den gösterdiği adayların oy oranı, yüzde 20’yi geçti. Burada CHP yüzde 41’le birinci olurken, BDP yüzde 24’le ikinci oldu. Belediye meclis üyeliğinde ise yüzde 14 oranında oy alınarak 1 meclis üyesi TKP listesinden belediyeye seçildi.
Hozat’ta sandık değil halk kazandı Hozat’ta 2004’ten bu yanan sürdürülen devrimci halkçı yerel yönetimler programı DHF’nin desteklediği ve etrafını ördüğü devrimci halkçı yerel yönetimler programının seçtiği başkanı Cevdet Konak’la 2013’yılında girilen yol ayrımının ardından, bu yıl yerel seçimler Hozat’ta farklı bir havada geçti. DHF’nin desteklediği TKP listesinden giren Kahraman Kılıç karşısında hiçbir öz eleştiri vermeyip kendisine yöneltilen soruları cevapsız bırakan Konak BDP, ESP ve EMEP tarafından desteklendi. Devrimci halkçı yerel yönetimlerin örneği olan Hozat’ta yerel seçim günü DHF’nin desteklediği adayın sandıktan kesin çıkağı gözüyle bakılırken, sandıkların kapanmasına saatler kala bölgedeki kolluk kuvvetleri dönüşümlü bir şekilde sandığa gelerek, blok oylarla CHP adayına yüklendi. Açılan sandıklardan Kahraman Kılıç 50 oy farkla Belediye Başkanlığını CHP adayı Celâlettin Polat’a kaptırdı. DHF’nin il genel meclisi üyeliğinde desteklediği aday Niyazi Akgül ise sandıktan zaferle çıktı.
≫ ismail uçar
adın sorunu, insanlığın ilk doğal işbölümüyle ortaya çıkıp gelişen ve daha o andan itibaren günümüze kadar ataerkil- erkek egemenliğinin katlanarak büyüyen objektif somut gerçekliğidir. Farklı bir cins ve doğal işbölümüyle ayrışarak erkek için güçlü bir zemin yaratan ve giderek soya göre örgütlenmeler ve oradan da sınıflı toplumlar gerçekliğiyle erkek egemen sistemlerinin kölesi ve sömürüsü haline gelen kadınlar, tarihsel ve köklü zulümler altında yaşayarak günümüze kadar gelmişlerdir. Sömürücü ve zulümkar sistemlerden ve paradigmadan temelden ve köklü bir kopuşu ifade eden komünist hareket, ilk anlarda oldukça ciddi bir iddia ve sinerjiyle bu noktada ortaya çıksa da ne yazık ki son tahlilde burjuva ataerkil-erkek egemen paradigmadan köklü olarak bir türlü yakasını kurtaramamıştır. Kadına ve toplumun bütün ezilen ve sömürülen kesimlerine yönelik ortaya konan asgari ve azami toplum projeleri -demokratik halk iktidarı, sosyalizm ve komünizm- burjuva medeniyetçi paradigmanın ve onun çeşitli türden ithal ikameci politikalarından öteye gidememiştir. Kadınları ve cinsel yönelimler içerisinde bulunan toplumun ötekileştirilen diğer kesimlerini (LGBTT vb) nesnel koşulların sınırlılıklarına hapsederek izlenen politikalar teorize ve idealize edilmiş, sınıflı toplumlar gerçekliğinden kaynaklı bütün gerici geleneksel alışkanlık ve anlayışlar sürgit devam ettirilmiştir. Oysa hem teorik hem de pratik, hem tarihsel hem de güncel, hem kısa vadeli hem de orta ve uzun erimli, hem stratejik hem de taktiksel, hem ekonomik hem de üst yapı özellikleri itibarıyla politik olarak köklü ve bütünlüklü nitel bir zihniyet devrimi için devrimci savaş başlatılmalıydı. Kuşkusuz bunun ilk adımları atıldı ve tam da ilerletilecek derken, eski ve gerinin çeşitli türden versiyonlarını devam ettirdik. Vitrin(vizyon) son derece doğru ve görkemliydi. Ancak öz ve içerik aynı şekilde son derece problemleydi. Demokratik halk devrimleri ve sosyalist devrimler öncesi (devrim öncesi) kadını örgütlenmeye, devrime katılmaya, mücadeleye ve politik iktidara davet eden- salık veren anlayış ve pratik politikalar, ne yazık ki devrimlerden sonra kadınları tekrar evine ve mutfaklara göndererek kadınları özne olmaktan çıkardı. Onları yedek bir güç olarak ele alıp değerlendirdi. Stratejik ve önemli temel görevler de doğrudan aktif özne olmaları perspektifi ve politikaları yerine, tali ve ikinci sınıf muamelesiyle yanda ve yedekte duran görevlere sevk etti. Oysa kadınlar devrim öncesi ve sonrası da komünizme kadar bizzat her bir sürecin özneleri olmalıydı. Her bir sürecin özneleri olmak ne demektir? Ötekileştirilmemek ve sürecin her bir aşamasında doğrudan söz, karar ve yetki sahibi olarak dolaylı ya da temsili değil doğrudan aktif bir şekilde işlevsel özne ve belirleyici olması demektir. İşte bu temelde MKP 3. Kongresinin sevin-
dirici önemli gündemlerinden ve alınan kararlarından biri de kadın olgusuna ilişkin yürüttüğü tartışmalar, ortaya koyduğu ve ulaştığı sentezdir. TKP(ML)’den MKP’ye Parti tarihinde kadın muhasebesinden tutalım da bu noktada Komünist Enternasyonal Hareket (KEH)’in tarihsel, ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak doğru ve yanlışlarının, oldukça ileri yanlarının ve hatalarının ortaya çıkarılması, illegal ve legal alanda kadın örgütlenmelerine duyulan ihtiyaç,.. Partiye bağlı özerk- özgün olarak Maoist Kadınlar Birliği (MKB) örgütlenmesi kararı, ataerkil- erkek egemen anlayış, çizgi ve siyasetlere karşı gerek parti içerisinde pozitif ayrımcılık, kota sistemi ve kadınsız bir parti komitesinin aslında tam ve gerçek anlamda komünist bir parti komitesi kabul edilmediği-edilmeyeceği anlayışı ve yönelimi, kadını aktif hale getirecek özel politikalar, özellikle hareketimiz içerisinde erkek yoldaşlara yönelik düşen önemli görev ve sorumluluklar, gerekse bütün kurum ve örgütlenmelerde ve toplumun tüm kesimlerine yönelik ‘Kadınlar yönetime kadınlar iktidara!’ yönelimi ve perspektifiyle bir zihniyet devrimi için harekete geçmiştir. Böylesine tarihsel-köklü ve bir o kadar da somut ve güncel temel meselede stratejik bir yönelime girmesi ve kararlılığını ortaya koyması son derece önemlidir. Aynı şekilde kolektif önderlik anlayışı çerçevesinde, tüzük ve kültürel şekillenmemiz de hayat bulan politika, MKP 3. Kongresinde daha da güçlendirilmiştir. MK içerisinde seçilen Sekreterlik başta olmak üzere, parti komitelerinin tümünde hukuksal düzeyler gözetilerek, eşit hukuklara sahip olan yoldaşlardan oluşan komitelerde, halefler siyasetine ve kadroları önderleştirme yönelimine bağlı olarak, parti komite sekreterleri dönemsel koordinatörler biçiminde değişimli ele alınacaklardır. Bu kapsamda kadınlara yönelik bütün karar ve politkalarımızı da hayata geçirerek kadın yoldaşları bütün örgütsel mekanizmalarda özneleştirmeyi, öncüleştirmeyi ve önderleştirmeyi temel görevlerimiz arasında görmek ve kavramak durumundayız. Bu perspektif ve çizgide ısrar edilip durumun hassas ve takipçisi olunursa, oldukça güçlü bir zemin ve dinamik ortaya çıkacaktır. Daha şimdiden kadınların bir sel gibi mücadelenin her alanında bizzat her bir sürecin özneleri olarak yer alacaklarını söyleyebiliriz. Sağlam ve güçlü bir komünist parti de kesinlikle kadınların böylesine canlı bir organizmada her bir sürecin doğrudan özneleri olarak aktif bir şekilde rol oynayacakları bir olguyu da kavramalıyız. Bu noktada salt şekilsel ve yüzeysel-gelişigüzel değil tam da nitelikli bir partinin öz ve içerikleriyle de kadınlaşması için özel bir yer tuttuğunu vurgulamak isteriz. Başta partili ve örgütlü tüm kadın yoldaşlar olmak üzere bütün kadınlar kendi kurtuluşları da dahil toplumun özgürlüğü ve sınıfsız- sömürüsüz geleceği için sosyalizme ve oradan durmaksızın komünizme kadar bütün gerici bendleri yıkarak ilerleyeceğiz.
04
güncel haber
İktidar çocukların kanına doymuyor
Amed’in Silvan ilçesinde BDP’nin düzenlediği mitingin ardından polis saldırısı sonucu başına gelen gaz bombası kapsülünden ağır yaralanan 10 yaşındaki Mehmet Ezer dört gün sonra yoğun bakımdan çıktı Kendi ‘bekasını’ korumak için hiçbir şiddet yönteminden ve vahşetten geri durmayan siyasi iktidar bu yolda katliamlara imza atmaya devam ediyor. Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Berkin Elvan gibi nice halk çocuğunu katleden iktidar, bu katliamlara bir yenisini de Silvan’da eklemek istedi. 25 Mart’ta Amed'in Silvan ilçesinde BDP’nin düzenlediği mitingin ardından polisin saldırısı sonucu başına aldığı gaz bombası kapsülüyle ağır yaralanan 10 yaşındaki Mehmet Ezer’in kafatasının yarılarak beyninde ciddi hasar oluştu. Ağır olan Ezer, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı.
‘Katil polis iş başında’ Ezer’in vurulduğu yerde bir araya gelen Silvan gençliği, “Katil polis iş başında” sloganlarıyla Tekel Mahallesi'nin girişine barikat kurdu. Polis barikatın kurulduğu yere TOMA’larla gelerek gençlere saldırdı. Gençler polis saldırısına molotofkokteyli ve ses bombalarıyla karşılık verirken, Tekel Mahallesi’ndeki çatışmalar uzun süre devam etti. Çatışmalar sırasında ses bombalarının da kullanıldı. Ezer’in vurulmasının ardından ilçedeki çatışmalar birkaç gün devam etti.
Ezer’i destek ziyaretleri Aralarında DHF’nin de olduğu devrimci demokratik kitle örgütleri, dört gün boyunca yoğun bakımda kalan Ezer’e destek ziyaretinde bulundu. Ezer için gergin bekleyiş sırasında ailesi ve yakınlarına Ezer’in sağlık durumuna dair bilgi verdi. Ezer’in bilincinin genellikle açık olduğu ve kendisiyle konuşanlara cevap verdiğini belirten ailesi, yaralan-
manın ardından geçecek 72 saatlik sürenin önemli olduğunu ve bu süre zarfında tıbbi müdahale edilemediği için kesin bir bilginin verilemeyeceğini ifade etti. Ayrıca Ezer’in gaz fişeğiyle yaralanmasının ardından akrepten su sıkılması nedeniyle yarasının enfeksiyon kaptığı ve ödem oluştuğu da açıklandı. Ezer’i yaralayan gaz fişeğinin ve olayla ilgili polis görüntülerinin ellerinde olduğunu belirten Ezer’in yakınları, olayın takipçisi olacaklarını da sözlerine ekledi.
Ezer yoğun bakımdan çıktı Ezer günlerce yoğun bakımda kaldıktan sonra, 29 Mart’ta yoğun bakımdan çıkarılarak normal servise alındı. Ezer’in amcası Fikri Ezer basına yaptığı açıklamada, “Biz Mehmet’in bu halkın umudu olarak halka dönmesini istiyoruz” dedi. Amca Ezer yeğeninin kendilerine yaşadıklarını şu sözlerle aktardığını belirtti: “Mitingden bir saat sonra polisler beni panzere aldı, bana tokat attılar, daha sonra iterek panzerden dışarı attılar. Orada koşarken başıma isabet eden bir cisimden dolayı yere düştüm, tekrar kalkıp koşmaya başladım. Arkadaşlarım beni almaya çalıştı, ancak bu sefer de polis TOMA’yla üzerimize su sıktı, yaklaşık 15 metre suyun etkisiyle yerde sürüklendim. Ondan sonrasını hatırlamıyorum.”
‘Biz açlıktan ölsek de başı dik yaşamak istiyoruz’ Mehmet’in yüzündeki yaraların bu sürüklenmeden kaynaklandığını düşündüklerini kaydeden amca Ezer, hükümeti üzerine düşen görevi yapmaya çağırdı. Öte yandan Ezer’in yoğun bakımdan çıkarıldığı sabah Yenişehir ilçesinin Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan 2 yetkilinin gelerek kendilerine maddi ve manevi destek teklif ettiklerini kaydeden amca Ezer, bu şekilde ailenin durumundan faydalanılmaya çalışıldığını belirterek şunları söyledi: ”Sosyal devlette yurttaş istemez, devlet verir. Bu şekilde aileyi avuç açmaya zorluyorlar. Biz açlıktan ölsek de başı dik yaşam istiyoruz. Devletten tek isteğimiz var; o polisleri ortaya çıkartsın.”
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Newroz ateşi Demirci Kawa’nın Dehak’ın zulüm saltanatına karşı yaktığı isyan ateşi Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın birçok yerinde alanlarda karşılandı. Dehak’ın zulmüne karşı Demirci Kawa’nın yaktığı isyan ateşi ile Kürt halkı ve diğer ezilen halkların başkaldırı günü olan Newroz, Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın birçok yerinde alanlarda karşılandı. İSTANBUL: Halkların Demokratik Partisi (HDP) ‘nin, “Öz yönetimle özgür kimliğe kendimizi de kentimizi de biz yöneteceğiz” şiarıyla Kazlıçeşme Meydanı'nda düzenlediği Newroz mitingine yüz binlerce kişi katıldı. Mitingde sahnenin her iki yanına TürkiyeKuzey Kürdistan devrimci hareketinin önderleri Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Mazlum Doğan, Kemal Pir, Rahşan Demirel ve Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın pankartlarının yanı sıra, Fransa’da katledilen Sakine Cansız’ın pankartı asıldı. Yapılan etkinlik sırasında konuşan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adayı Sırrı Süreyya Önder, Gezi Ayaklanması’nda katledilen direnişçilerin katillerinden hesap sorulacağını belirterek şunları söyledi:“31 Mart'ta bu kente karşı işlenmiş bütün suçların hesabını soracağız. İşlenmekte olanları da durduracağız. Devrimci belediyecilik budur. Biz halkımızla iş makinelerimizle bu zalimlerin önüne barikat kuracağız. Yüreği yeten, parası yeten hele bakayım gelebilecek mi, bir tek ağaç kesebilecek mi, bir tek dereyi kurutabilecek mi? Bizi çiğnemeleri lazım. Bu halkla birlikte olduğumuz sürece bizi çiğneyebilecek hiçbir güç de yoktur.” İZMİR: Buca Şirinyer Tansaş önünde bir araya gelen HDP bileşenlerinin yanı sıra Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üye ve taraftarları da, DHF flamalarıyla alandaki yerini alarak mitinge destek verdi. Devrim şehitleri anısına yapılan saygı duruşunun ardından BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bir konuşma yaptı. Demirtaş konuşmasında, ırkçı faşist saldırılara karşı Kürt ulusunun haklı mücadelesini desteklenmesi gerektiğini ifade ederek şunları söyledi: “Sadece gücümüzü değil, farkımızı da göstereceğiz. Nedir farkımız? Biz müteahhit hareketi ve partisi değiliz. AKP ve CHP'ye bakın, ‘yol yapacağız, kanal yapacağız’ diyorlar. Belediyecilik yol ve kanal yapmaksa, belediyeyi bir müteahhide teslim edelim onlar daha iyi yol yapar. Ama biz sadece yol ve kanalizasyon yapmayacağız, kendi kendimizi de yöneteceğiz” HDP İzmir Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan Adayı Pınar Türk ile katılımcıların konuşmalarının ardından halaylar ve türkülerle miting sona erdi. ANKARA: Toros Sokak’ta bir araya gelen yüzlerce kişi Kolej Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş sırasında PKK’nin önder kadrolarının ve Gezi Ayaklanması’nda hayatını kaybeden direnişçilerin isimleri okunarak anıldı. Eylem sırasında yapılan açıklamada, HDP’ye
yönelik faşist saldırılarla ezilen halkların düşmanlaştırılıp karşı karşıya getirilmek istendiği belirtildi. Açıklama saldırılara karşı Demirci Kawa’nın yaktığı Newroz ateşinin harlandırılarak ortak mücadele sonucu zafere ulaşılacağı ifadeleriyle sona erdi. AMED: Kürdistan’ın başkenti Amed’de bir araya gelen yüz binlerce kişi “Özgür önderlik özgür Kürdistan” şiarıyla miting düzenledi. İl genelinde okullar ve hastaneler büyük oranda boşalırken, çok sayıda dükkân da kepenk kapatarak eyleme destek verdi. Yüz binlerce kişinin toplandığı miting alanında Kürt ulusunun kültürünü simgeleyen sarı-yeşil-kırmızı kıyafetler giyilerek, bayraklar ve posterler taşındı. Amed’de çoşkuyla kutlanan Newroz’da KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, telekonferans (görüntülü konuşma) yoluyla yüz binlere seslenerek mesajını iletti. Bayık mesajında, Mazlum Doğan şahsında özgürlük mücadelesinde hayatını kaybedenleri anıp devamında AKP ile yürütülen ve “çözüm süreci” olarak adlandırılan sürecin tıkandığını belirterek iktidarın ise bunu seçim malzemesi olarak kullandığını belirtti. Bayık, “AKP’nin demokratik siyasetle çözümü istemediği ortaya çıktı. AKP’nin çözüm önündeki en büyük engel olduğu ortaya çıktı. Bu engel kaldırılmadan çözüm gelişmez” dedi. Bayık’ın konuşmasının ardından KCK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın mesajı okundu. Öcalan’ın mesajında şunları söyledi: “Şu ana kadar yürütülen bir diyalog süreciydi ve önemliydi. Bu süreçte iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini ve yeterliliğini test etmiştir. Bu testten hükümetin ağırdan alma, tek taraflı yürütme, yasal temelden kaçınma ve uzatma tutumuna karşın, iki taraf da barış arayışından kararlılıkla çıkmıştır. Gelgelelim diyalog süreçleri önemli olmakla birlikte bir bağlayıcılık içermez. Bundan dolayı da kalıcı bir barış için yeterli güvence oluşturmaz. Gelinen noktada müzakere sistematiği için yasal bir çerçeve kaçınılmaz olmuştur” şeklindeydi.Sanatçıların sahne aldığı eylemde kitle, halaylarla Newroz’un coşkusunu yaşadı.
05 harlandı
DERSİM: Gazik’te bulunan Dersim Demokratik Halk Dayanışması (DDHD) seçim irtibat bürosu önünde bir araya gelen kitle, Sivas Şehitleri Caddesi boyunca meşaleli yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş sırasında “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Berkin Elvan ölümsüzdür” , Yaşasın Newroz, Biji Newroz” , “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganları atıldı. Gazik tepesine varıldığında Newroz ateşi yakıldı. Ardından DDHD adına yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:“Halklara yönelik katliam, soykırım yürüten yeni Dehaklar şunu bilmelidirler ki; Devrimci Kawaların ruhuyla bu kan emiciler döktükleri kanda boğacaklardır. Bundandır ki Newroz zalimlere karşı bir başkaldırıdır. Newroz ezilenlerin özgürlüğü için ayağa kalkan halkların yeni bir günüdür. Newroz Kaypakkaya’nın Türkiye ve Kuzey-Kürdistan’daki devrimci mücadeleyle donanma günüdür.” Açıklamanın ardından Grup Munzur’un sahneye çıkmasıyla kitle Newroz’un coşkusunu yaşadı.
ADHK’den Newroz mesajı Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK) da Demirci Kawa’nın yaktığı Newroz ateşini selamlayan bir açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Ne katliamlara boyun eğiyor, ne zindan tehditlerine .. ‘Yeter artık’ öfkelerini kuşanıp sokakları zapt ediyorlar. Kawa’nın Ninova’da yaktığı isyan ateşini, Amed zindanlarında ‘üç çöp kibrit’le tutuşturdukları bedenleriyle harlayan Mazlumla-
rın hıncıyla dalga dalga olup akıyorlar meydanlara.. ‘Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ diye başlamışlardı. Öylede devam ediyorlar. Kürt ulusunun uzun yıllar boyunca büyük bedeller ödeyerek yürüttüğü özgürlük mücadelesi, bugün ‘çözüm’ adı altında tasfiyeyle yüz yüze getirilmiş durumda. AKP hükümetinin ‘demokrasi paketleri’ aldatmacasının peşine takılıp umutlananlar, her defasında düş kırıklığı yaşamaktadır. Egemen burjuva düzenden yana özgürlük umudu besleyenler, ezilmekten ve bugüne kadar yaşadıklarının aynısını yaşamaktan kurtulamayacaklardır. Roboski’nin katillerinden demokrasi beklenemez. Rojava’daki Kürt özerkliğine düşman olanlardan, Kuzey Kürdistan’da demokratik adımlar atacakları yalanına umut bağlanamaz.”
MKP Newroz isyanını selamladı Maoist Komünist Partisi (MKP) bir açıklama yaparak Demirci Kawa’nın yaktığı Newroz ateşi ile Kürt ulusunun yüz yıllardan beridir zulüm saltanatına karşı verdiği mücadeleyi selamladı. MKP’nin açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Newroz’un günümüzde özü ve ruhuna uygun hareket etmek, TürkiyeKuzey Kürdistan’da ve dünya genelinde ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci ve komünistlerin kendi özgür iradeleri ve bağımsız bayrakları ekseninde proletarya ve emekçilerin çıkarlarına hizmet edecek ortaklaşmalardan geçmektedir. Ezilen Kürt ulusunun kendi kaderini kendilerinin özgür iradeleriyle tayin etme hakkını savunarak bu uğurda mücadele etmekten geçmektedir. Dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğramış Kürt ve Kürdistan gerçekliği karşısında inkâr, imha ve asimilasyonlara karşı çıkarken somut ve güncel bir ihtimal haline gelen dört parçanın birleşme durumuna yönelik Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan şiarıyla hareket etmekten geçer. Halk kitleleri, sömürücü ve gerici hâkim sınıflar ve kliklerine karşı gerçek kahramanın kendileri olduğunu bir kere daha hatırlatarak kaderlerini kendi ellerine alan devrimci eylemleriyle toplumsal alt üst oluşların öznesi olup tarih yazmışlardır.”
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
BAŞKALARINI KÜÇÜK GÖRMEK n yargı, doğru tavır-tutum ve davranışa sahip olmanın önünde engel olduğu kadar, doğru eleştiri yürütmenin ve doğru düşünmenin de önünde büyük bir engeldir. Aynı zamanda araştırıp inceleme, analiz etme gibi özellikler de ön yargıya yabancı özelliklerdir. Ön yargı sabit fikrin en dogmatik, en bağnaz, en katı ve olumsuz halidir. Doğru bakış açısına sahip olunmadan, doğru eleştiri yürütülemez. Doğru bakış açısı bütünlüklü düşünüş tarzıyla ilgili olmakla birlikte, sistemli bir bakış tarzıdır da. Ön yargı hemen her alanda ve her düşünsel temsilde, özellikle de dar dogmatik ufka gömülen yapılarda öyle ya da böyle, şu ya da bu oranda bulunabilir. Bu anlamda önyargı birilerine has bir yaklaşım ve olgu değildir. Ne ki bazı çevrelerde buna daha sık ve çarpıcı biçimde rastlanır. Ki, bu çevrelerde mesele sadece bir önyargı meselesi olarak kalmaz, düzey sorunundan sübjektif zorlama ve yapay eleştirilerle kirpi kalkanına bürünerek‚ ‘‘en iyi svunma saldırıdan geçer‘‘ askeri taktiğini kullanmakla birlikte, eleştiriyi aşıp saldırıya kadar uzanır… Ön yargının azımsanmayacak düzeyde seyrettiği alanların başında Özgür Gelecek çizgisinin Halkın Günlüğü çizgisine dönük eleştiri ve değerlendirme alanı olduğunu söyleyelim. “Bunlar partimizin askeri gücüdür, asker kafalılar“ şeklindeki ön yargı beslemeli küçümseyen sübjektif yaklaşım zincirin ilk halkalarını oluşturarak bugünlere de renk veren damardır. (Konu edineceğimiz yazıda ‘Bir Partizan‘ Halkın Günlüğü Gazetesi‘ndeki yazıyı veya yazarını cahillikten, yüzeyselliğe varan küçümseyici yaklaşımlarla ifade etmektedir. Başlığa aldığımız Mao yoldaşın sözünü hatırlatmayı görev sayarız. Ekleriz ki, yüzeysel de olsak ‚‘Bir Partizan‘ imzalı yazı kadar düzeyi yerlere seren durumda da değiliz. Bizleri yüzeysellik ve cahillikle itham eden arkadaşımız, yazımızı-bizleri kast ederek, yazar kitleyi manipüle etmeye çalışırken veya demagoji yapıp çarpıtmalara başvururken yanıt vereceğimizi ve gerçekleri açıklayacağımızı düşünmemiş… tarzında son derece gülünç ve boş eforlar da sarf etmiş. ‘Bir Partizan‘ rumuzlu arkadaşımıza önerimiz eleştirdiği yazımızı bir kere daha okuması ve anlayarak okumasıdır.) Özcesi ve anlaşıldığı gibi Özgür Gelecek sitesinde ‘Bir Partizan‘ imzalı çıkan ‘eleştiri‘ yazısı, dolayısıyla da adı geçen site karşı eleştirimizin muhatabıdır. Yazımızın kapsamından ötürü ayrıntılı yanıt hakkını saklı tutarak, sadece birkaç noktaya dikkat çeken özetle yetineceğiz. Öncelikle, söz konusu ‘eleştiri‘ yazısında kullanılan ‘Bir Partizan‘ imzası muhatabı muğlaklaştıran bir yaklaşımdır. Bu imza biçimini kurumsal statü sorumluluğunu belirsizleştiren, eleştirilen ve muhatabı ciddiye almayan yaklaşım olarak değerlendirmek mümkündür. Oysa bu ‘Bir Partizan‘, MKP 3. Kongre tanıtım toplantılarında TKP/ML adına söz alarak konuşan yoldaşlarını yadsıyarak onları boşa çıkaran ve bu anlamda bağlayıcı olduğunu yansıtan tutumlara girmekten sakınmamıştır. Dolayısıyla ‚‘Bir Partizan‘ imzasının son derece isabetsiz ve anlamsız kullanıldığı açıktır. Aynı zamanda okur havası yaratmaya yönelik kullanılan bu imza biçimi amatörcedir, zira yazının içeriğinde kullanılan ifadeler okuyucuya bağlayıcı düzeyde bir yetki profili sunuyor. Tam da burada belirtelim ki, ilgili sitede yer alan bu yazının ileri sürdüğü, ‘‘3. Kongre tanıtım toplantılarında konuşanlar ATİF adına konuşmaktadır, TKP/ML adına değil‘‘ şeklindeki (ifadeler aynı olmasa da anlayış olarak yansıyan ve anlatılmak istenen tam da budur) eleştirinin muhatabı bizler değiliz, bu bizlerin sorunu değil, sizlerin sorunudur. Zira 3. Kongremizde söz alan dostlarımız ATİF adına değil, doğrudan TKP/ML adına söz almakta ve vasıfta konuşmaktaydı. Dola-
Ö
yısıyla bizlerin algısı da bu olmuştur. Keyfi olarak veya yoruma dayalı olarak bir tanımlama yapmış değiliz. Sizin yoldaşlarınız ne adına söz aldıysa bizler de öyle yansıttık. O halde değerlendirme konusu yaptığımız ‘Bir Partizan‘ imzalı eleştiri yazısında bize yönelik yürütülen eleştiri haksızdır. Yine söz konusu ‘Bir Partizan‘ okuduğunu anlamama ya da isteğince anlama pozisyonundadır. Eleştiri konusu yaptığı yazımızın bir ifadesini alakasızca yorumlayıp karşı eleştiri yürütmüştür ancak zemini tamamen çürüktür. Anlam ve amacını çarpıtarak eleştirdiği ifade ‘tecrit‘ ifadesidir. Yazıda görüleceği gibi ‘tecrit‘ ifadesini ‘Bir Partizan’ın büyük bir başarıyla algılayıp anladığı ve anlamlandırdığı gibi kullanmış değiliz. Somut olarak herhangi bir fikri, yapıyı vb vs tecrit etme yönelimi, hedefi ya da ifadesi asla kullanmış, amaçlamış değiliz. Kullandığımız anlam herhangi bir fikrin veya davranışın veya söz konusu şeyin gerçekten ya da bilimsel normlardan tecrit olduğu, yani kopuk ve yalıtık olduğudur. Bundan başka bir ifademiz yoktur. Ancak ‘Bir Partizan‘ gizemi giyen arkadaşımız, Donkişot misali kendisine hedefler yaratarak saldırmayı başarmıştır. Yapmadığımız veya söylemediğimiz bir fiil veya ifadeden ötürü eleştiriye uğramayı ‘Bir Partizan‘ın çok bilmişlik ve kibirine sayıyoruz. Birlik anlayışımızın değişmiş olduğunu, parti içinde azınlığın haklarının rafa kaldırıldığını, birlik konusunda bazı sezinlemelerin olduğunu ve 3. Kongre kararıyla bunların somutlandığı şeklinde falcılık yapmayı da sürdürmüş ‘Bir Partizan‘. Birlik anlayışımız değişmemiştir. Eğer tavrımızı açıklayan ilgili yazıya bakılırsa orada birlik anlayışımızın ne olduğu görülecektir. Dolayısıyla 3. Kongremizle girdiğimiz programsal bütünlüklü değişim gerekçesiyle birlik sorununu gündemimizden kaldırmanın birlik anlayışımızın değiştiği anlamına gelmeyeceği açıktır. Yazar neye dayanarak bu iddia ve iddalarda bulunuyor anlamak zor. Birlik kararının kaldırılmasını tartışıp yorumlayan arkadaşımız (ilgili yazımızda yoldaş demeyip dost dememizi de eleştirmiş. Oysa birlik kalktıktan sonra bunu anlamak gerekiyordu), birlik yaklaşımımızın samimi olmadığını da anlatmış oluyor. Zira daha önce de bazı sezinlemelerin olduğunu vb söylemektedir. Somutlayamadığı soyut iddiaları sezme şeklinde falcılıkla ileri sürüp arkasını doldurmamak siyasette hiç de dürüst bir tutum değildir. Birlik yaklaşımımızın son derece dürüst ve samimi olduğunu tereddüt etmeden iddia ederiz. Aksini kanıtlayan çıkarsa her türlü özeleştiriye hazır olduğumuzu beyan ederiz. Ama kanıtlanamayan ya da somut olmayan iddialar ve gerekçe göstermeden-gösteremeden itham etmek ahlaken doğru değildir. ‘Ben eskiden beri biliyordum, söyledim ve bakın kongre kararları da beni doğru çıkarttı’ şeklindeki basit köylü kurnazı ve benci siyaseti terk etmek en doğrusudur. Aynı yerde birlik tartışması bölümünde, parti içinde azınlığın hakları noktasında yürütülen tartışma da yukarıdaki iddiadan az sübjektif değil, en az bir o kadar soyut ve bağlantısızdır. Birlik kararının kaldırılmasıyla azınlığın fikirleri ya da hakları arasında kurulan diyalektiğin nasıl başarıldığını anlayamadığımızı üzülerek belirtelim. Nasıl ilişkilendirildiği çözülemediğinden arkadaşımızın yeniden okuyarak yazdıklarına açıklama getirmesini bekliyoruz. Azınlığın hakları gerekçesiyle çoğunluğun görüşleri temelinde kararların alınıp uygulanması hangi yapılarda benimsenmemiş bilmek isteriz. Arkadaşımızın eleştirirken amatörlüklerinin çok olduğunu üzülerek söylemek durumundayız.Arkadaşımızın ‘ya cahil ya da karşı devrimci’ ifadesini yine anlaşılmaz biçimde kullanmıştır. Ne kast ettiği, ne anlatmaya çalıştığı belli değildir. Ki bu nokta arkadaşımızın renk verdiği yerdir. Dolayısıyla bu konuya da açıklık getirmesi, bizlere karşı olduğu kadar devrimci sorumluluk gereğidir de.
06 haber yorum
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Bölgede etkin olmak isteyen ve rol düzeyini yükseltmek isteyen Türk devleti, Suriye’de yayılma ve genişleme bağlamında nüfuz alanı peşindedir. Bunun için El Kaide bağlantılı IŞİD, El Nusra ve İslami Cephe gibi hareketleri her düzeyde desteklemektedir Baasçı Esat diktatörlüğüne karşı halkın isyanı bugün emperyalistler ve onların uşakları tarafından kendi çıkarlarını gerçekleştirme zemininde kullanılmak istenmektedir. Bu bağlamda ayırt edici en önemli alan ve hareket olarak Rojava’nın kantonları ve PYD önderliğindeki demokratik meşru hareketin duruşu önemli ve farklı bir yönelim olarak hayat buldu. Uygulamalardan anlaşılır olan bir gerçek Türk devletinin Suriye’ye yönelik politikasıydı. Türk devleti başından beri Suriye iç savaşında çıkarlarını gerçekleştirme zemininde bölgeye dizayn verme operasyonunda önemli bir rol üstlenmişti. İslamcı figürlü çetelerin maddi ve manevi, ekonomik, siyasi ve lojistik desteği durumunda hala sürmekte olan politikalar uygulayıp durmaktadır. Bu politikaların boyutları Türk egemen sınıfının savaş kışkırtıcılığı ve destekleriyle hafife alınamayacak boyutlarda hedeflerini ortaya sermekteydi. Nitekim son günlerde deşifre edilen Suriye’yle ilgili özel toplantının içeriğinde, tahmin edilen bu senaryonun boyutları da ortaya çıktı. Türk devleti ABD emperyalizmiyle başladığı bu hareketin de belirli sapmalar ve söz dinlemez pratiklere girişse de esas olarak Suriye’den çıkarlarını geliştirme bağlamında geriye düşmedi, bunu gerçekleştirmek için dönem dönem emperyalist efendisi ABD ile bazı zıtlaşmalar içerisine girdi. Nitekim Cemaat’in adımıyla köşeye sıkışan AKP’nin ABD’nin dolaylı bir darbesi olarak değerlendirebiliriz. Ve kabule daha yüksek uyumluluk ve gözden çıkarılma tercihiyle yüzleştirilmesi olarak ifade edebiliriz. Türk dışişleri bakanı, istihbarat başkanı ve genelkurmay başkanının dinlenmesiyle açığa çıkan durum, genel olarak tahmin edilen bir yaklaşımdı. Başından beri Türk devletinin yaptıkları bu durumdan farklı bir anlam içermemektedir. Bu anlamıyla gerçek anlamda şaşkına dönenler burjuva devleti ve burjuvazinin komplocu karakterini anlamamış, safdil bir dünya fikrine sahip olanlardır.
Türk devleti ne yapmak istiyor En önemli ve belirleyici soru Türk devletinin Suriye’yle ne yapmak istediğidir. Genel olarak bölgede etkin olmak isteyen ve rol düzeyini yükseltmek isteyen Türk devleti, Suriye’de yayılma ve genişleme bağlamında nüfuz alanı peşindedir. Bunun için El Kaide bağlantılı IŞİD, El Nusra ve İslami Cephe gibi hareketleri her düzeyde desteklemektedir. Bu bir anlamıyla yeni Suriye güçleri olarak ittifaklarıdır. Esasta ABD bunun kontrolden çıkmasından dolayı, daha farklı hareketlere destek verilmesini istemektedir. Suriye’nin gü-
SURİYE PLANI ?
neyinde var edilen yeni İslami hareketi desteklemesini istemektedir. Türkiye ise bu konuda hem çok derin ilişkiler içine girmiş durumdadır, hem de destek çekiminin ağır bir saldırı faturasına dönüşeceğini bilmektedir. Ayrıca Rojava gerçeği Türk devletinin böyle bir politika uygulamasını süreklileştirmektedir. Rojava’nın Türk devletinin gerçek hedefi olduğunu hiçbir beyan veya bildirge örtemez, Türk devleti Rojava’ya karşı bu politikaları aynı zamanda uygulamaktadır. Kürdistan’ın bu parçasının da özgürlüğünü elde etmesi, bölgesel bağlamda gelişen durumdan dolayı, Kürt ulusal sorununda manevra ve inkar siyasetini tam anlamıyla felç edecektir. Bunun için ortağı olan Barzani’yi öne çıkarmaktadır ki, Barzani Rojava meselesinde bugüne kadar ulusal gerçeklik nedeniyle değil, kendi çıkarlarını merkeze alan bir ortaklık politikası uygulamaktadır. O da Kürdistan’da irade erozyonuna uğramamak için Türk devletiyle şimdilik aynı koridorda yürümektedir. Bu durum göstermektedir ki, Türk devleti bu koşulları yeni bir siyaset temeli olarak düzenlemiştir. Türk devleti Süleyman Şah Türbesi’ni bahane ederek Suriye topraklarına yerleşmeyi ve ülke topraklarını kontrol altına almayı hedeflemiştir. Geliş-
melerin imkanlarına göre buradan daha ileri ve ötesine bir gidiş için bir nevi yeni manevra temeli olarak kullanmak istemiştir.
‘Savaş çıkmıyorsa savaş çıkarırız’ Deşifre edilen bu görüşmeler komplolar zemininde bir uğraşın kendisini ele vermektedir. Başka bir ifadeyle burjuvazi amaç ve çıkarları için nasıl kapsamlı komplolara başvuracağını göstermiştir. Bu bilinmeyen bir durum değildir, birçok somutluk girişimi uygulamalardan anlaşılmaktaydı. Bu durum gerçeğin başka bir biçimde deşifre olmasıdır. Emperyalist efendileri ABD’nin Irak’ta kimyasal silah yalanıyla Irak işgalinin temellerini örmesi ne kadar gerçek dışı komplo veya işgalciliğin meşrulaştırılması olarak kullanıldıysa, Türk devleti de senaryolarla Suriye’yle savaş ilanı için böyle gerekçeler bulma peşine düşmüş durumdadır. Suriye’nin hava kuvvetlerine ait bir uçağın Türk devleti tarafından düşürülmesi ve genelkurmayın basına yaptığı bilgilendirmelerle sürekli uçaklarının Suriye hava savunma sistemleri tarafından radara takılarak belirli bir süreliğine taciz edildiği gibi bilgilendirmeler doğru veya yanlış olsa da, esas olarak böylesi bir hareketin gerçekleştirilerek ‘ülke tehdit al-
tında bunun için savaşmalıyız’ gerekçesi haline getirilmek istenmektedir. Türk devleti komplo ve senaryolarla Suriye işgaline soyunmak istemektedir. Mevcut durumda Ortadoğu ve Slavlarda süren durumdan belirli bir adım şansını elde ederek müdahil olmak istemiştir. Kaos durumundan lehine sonuç alıcı politikaları hayata geçirmek istemiştir. Bunun için bu şartların hüküm sürdüğü koşullarda hem Türkiye Kuzey Kürdistan gündemi ve politik atmosferi değiştirilmek istenmiş hem de kelimenin gerçek anlamıyla Rojava’ya dair histerilerin gerçekleştirilmesi için adımlar atma uğraşında olmuştur. Kendisine haklılık gerekçesi yaratmak için, kendi ülkesine füze saldırılarından insanların hayatlarını kaybedeceği senaryolar üretilmiş ve böylece yeni gündem yaratarak bu hedeflere ulaşmayı tasarlamıştır. Bu anlamıyla halkın yaşam hakkının, burjuvazinin çıkarları karşısında ne kadar değersiz olduğu da bu tasarılarla yine başkaca bir biçim olarak ortaya çıkmış durumdadır. Bu kasetlerin yayınlanmasını sağlayanların çeşitli hedefleri muhakkak ki vardır, bu AKP ve Türk devletinin Ortadoğu adımını zayıflatma temelinde gelişmiştir. Her emperyalist kapitalist gücün hedefleri böylesi çatışmaları sağlamaktayken, diğer kesiminde halklar düşmanı olma özelliğini hafifletmez. Bu kasetler yayınlanınca yapılan sansür ve yasaklamalarla ve bunu ulusal güvenliğe bir saldırı olarak tanımlayan Türk hakim sınıf kliği AKP, bu politikanın boşa çıkmasından duyduğu derin üzüntüyü göstermiştir. Başka halkları katletmenin kendisi, burjuvazi için milliyetçi söylem-
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
07
YÖNELİM BİR SEÇİMİN ARDINDAN!
D
lerle örtülmek istenmiştir. Bu durum göstermiştir ki AKP milliyetçilik ve ulusal güvenlik politikaları adı altında kitleleri bir kez daha çıkarları doğrultusunda seferber ederek kazanmayı hedeflemiştir. Diğer bir açıdan AKP tüm manevralara karşın, düştüğü durumu aşamamaktadır. Ve yine sistem krizinin derinleşmesi, savaş gibi milliyetçiliğin tavan yapıldığı bir adımla ve büyük baskı politikalarının uygulanarak sürecin atlatılmasını, bütün sorgulama ve eleştirilerin vatan hainliği adı altında baskıya maruz kalarak değersizleştirilmesini gerçekleştirme amacını ortaya koymuştur. Son dönemde El Kaide ve IŞİD üyelerine yapılan operasyonlar mahiyeti ise güvenlik politikaları bağlamında Suriye’deki denklemin böyle sürdürülemeyeceğine dair bir algı oluşturulması ve saldırmak için sınırın öteye tarafına geçme gerekliliği olarak yapılmaktadır. Yine bu konuda ABD Dış İşleri Bakanı Kerry’nin ‘kararınızı verin’ talimatına bir nevi gösteridir. Türk devleti El Nusra ve İslami cepheyi desteklemekten vazgeçmeyecektir. Bundan ancak kendisi orada olursa vazgeçme şartları sağlanmış olacaktır ki bu da belli boyutlarda belirli sınırlamalarla denetimine alma tarzında olacaktır.
Türk devletinin Rojava düşmanlığı Tüm bu politikalar Türk devletinin
Rojava’yla çeşitli kanallardan Barzani, El Nusra ve diğer çetelerle, kendi siyasal gücüyle uğraşmaya devam edeceğini göstermektedir. Rojava’nın varlığı ve geleceğe yürüyüşü Kürt ve Kürdistan inkarının aşılmasında ve Kuzey Kürdistan’da Kürt ulusal sorununun çözümü açısından bölgesel bir önem taşımaktadır. Türk devleti bu duruma tahammül edememektedir. Ve bu şartların Kuzey Kürdistan’da ulusal anlamda tam hak eşitliği temelinde çözüme dönüşecek adımlar bağlamında taşıdığı anlamı bilerek ‘Kürt nerede varsa her şekilde düşmandır’ stratejisini uygulamaktadır. Bu durumda Türk devletinin genel olarak Suriye politikalarına karşı, özel olarak Rojava politikalarına karşı kitleleri bilinçlendirip seferber etmek ve savaş ve işgalcilik pozisyonlarına destek temellerini zayıflatmak önemlidir. Bir kez böyle amacı pratikleştirdiğimizde kitlesel direnişler geliştirerek devrimci iç savaş yönelimine başvurmak ve burjuvaziyi devirmeyi hedeflemek amacından sapmamak gerekiyor. Dünyanın her yerinde adı ne olursa olsun bütün sömürücü ve ezen sınıflar, hem kendi ülkelerinde halkların düşmanıdır, hem de dünyanın her yerindeki halkların pratik ve stratejik düşmanıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun ezilen milyonlarca yığınların ise dünyanın her yerinde dosttur ve düşmanları ortaktır.
≫ kazım cihan
evrimci komünistler Marks’ın Bonapart tecrübesinden özetlediği burjuva seçimlerin, köylü muhafazakarlığına dayanarak devrimci halk hareketini nasıl tasfiye ettiğini keskin bilincindedir. “Efendi temsilciler” aracılığıyla ezilenlerin nasıl şeyleştirildikleri yani özne olmaktan çıkarıldıkları bilinen bir durumdur. Oy hakkı dedikleri gerçek genel bir oy hakkı ve kaderlerine ilişkin söz söyleme eylemi değil tamamıyla biçimseldir. Bu açıdan burjuva seçim ve parlamento meselesinde devrimci komünistler, baştan itibaren açık bir fikre sahipti. Bu yolla proletarya ve emekçilerin iktidarı fethetmeyeceklerinin bilincindeydiler. Burjuva egemenlik sistemi içerisinde seçim yoluyla “demokratik özerklik” en fazla emperyalist yerel yönetimler inisiyatifi yani emperyalist egemenliğin yereli soğurması politikasının icrası olacağına işaret etti. Ne genel ne de yerel emekçiler açısından iktidar burjuva sözde seçimler oyunuyla inşa edilmez, edilemez. Burada yeniden bir stratejik yönelim olarak devrimci savaşın tayin edici önemine tekrardan işaret etmek isteriz. Fakat biz, seçimler ve parlamento meselesine mücadele ve örgütlenme biçimlerini stratejik hedefe bağlı olarak ele alma kaydıyla ilgisiz kalamayız. Çocukluk hastalığı içerisinde değiliz. Gerçi çocuklar saf ve tertemizdir, hileyle alakaları yoktur. Burada bahsettiğimiz çocukluk tecrübe eksikliğinden ötürü kavrayamama meselesidir. Bu perspektifimizle biz, egemenlik sistemine ve onun partilerine karşı halk kitlelerinin her kesimden birleşik devrimci eyleminin ittifakını önemsedik. Bunun için çalıştık. Muhatapların tümü yaptığımız görüşmelerde bunu bilmek durumundadırlar. Ve bu anlayışımıza değer verdiklerini de ifade ettiler. Fakat ne yazık ki sonuçta “tekçiliğe karşı olanlar” tekçiliğe objektif olarak evet deyin dediler. Nasıl? Siz, kendi kimliğinizle BDP adaylarına destek olun. Bu yanlış ve asla kabul edilemez. Bu ittifakın ruhuna ters ve asla benimsenemez. İttifak, muhatapların varlığı ve özgür iradesine tamamıyla saygıyı içerir. Aynı zamanda birleşik ortak eylemde bunu yadsımayan tam bir mücadele birliğini içerir. Dostluk, varlığını inkar eden kuyrukçuluk değildir. Dostluk, farklılıklarını ifade etme özgürlüğü temelinde ortak düşmana karşı birlikte yürüyüş eylemidir. Sonuna kadar bu konuda ısrarlı olduk. Söylediklerimiz yalındı ve şunlardı: Düzen partilerine karşı bir eylem birliği. Bu eylem birliği halkın iradesini temel almalı, seçilme hakkı olan yani düşman olmayan halk kitlelerinden herkesin kendini ifade etmesine yolu açmalı ve bu yolda halk kitlelerinin ortaya çıkan iradesi her devrimci örgütün siyasal çizgisini ifade etme garantisiyle bir ortaklaşma zemini olarak benimsenmelidir. Yapılan bu olmadı. Olan, Kürt Ulusal Hareketi’nden dostları-
mızın “biz belirledik, siz destekleyin ve isminizde olsun” şeklindeydi. Olan, fikirlerimiz ve projelerimizi konuşup fikirleri paylaşma ve tartışma yerine, merkezlerden müdahale edilerek kendini dayatmaydı. Olan, önce ben deyip sonra bir ara konuşuruz şeklinde yansıdı. Yerel seçimler süreci öncesinde konuşulması, son derece meşru ve haklı Kürt ulusal sorununun bütün demokratik ve sosyalist çıkarları da dahil, bizzat halk kitlelerinin çıkarları temelinde birleşerek hareket etmek yerine, tamamen kendi “tekçiliğini” dayatma sekterliğiydi. Biz bir isim peşinde değiliz biz bir dava peşindeyiz. Dostlarımızla davamızı buzlu sulara gömerek birleşmeyiz. Açık bayrağımızla neye, niçin beraber yürüdüğümüzü ifade ederiz. Böyle yaptık. Neyse bunlar sonra ayrıntılı tartışılacak konulardır. CHP’ye zeytin dalı uzatanlar kimlerdi? Fethullah hocayı “en iyi ben anlıyorum” diyerek selamlayanlar kimlerdi? 17 Aralık sonrasını “bir darbe” olarak değerlendirip hükümetle kol kola girenler kimlerdi? Ve tam da yerel seçimlerde CHP’ye ittifakı öneren ve elinin tersiyle itilenler kimlerdi? Bir yandan faşist düzen partisi CHP ile seçim ittifakı görüşmesinde ve önerisinde bulunup da kapıdan gönderilerek reddedilip de tekçi faşist CHP’ye oy vermeyin diyerek pragmatist ve oportünist çizgi ve siyaset izleyenler kimlerdi? Bütün bu gelişmeler karşısında omuriliği olmayıp da kuyrukçulukta pupa yelken yol alanlar kimlerdi? Biz BDP’li dostlarımızın tüm kazanımlarını nezaketen değil yürekten destekliyoruz. Doğru, biz biçimsel değil, aykırılıklarımızın bilincinde bir dostluk çizgisiyle ilerliyoruz. İradesiz irade çizgisiyle değil, eleştirel dostluk çizgisiyle hareket ettik. Biz bütün karanlığın içerisinde zerre kadar bir ışık olsak da Ovacık gibi yanmaya çalışırız. Kendimizi söndüren olmayız. Güce tapmadık ve tapmayız. Doğruyla gerçeklerin yanında olduk ve olacağız. Önce halk kitlelerinin çıkarları dedik ve demeye devam ediyoruz. Geleneksel değerlere dayanan Türk İslamcılığı beklendiği gibi günümüzde de “zafer” ilan etti. Tüm hırsızlığa karşın geleneksel fikirlerin bu zaferi, balkon konuşmasının bayrağıydı. Ki bu konuşma geleceğe dair tüm işaretleri verdi. Gerginlik eksenindeki klik çatışmaları keskinleşecektir. Ve bir savaş ilanı yapıldı. Özellikle tekçilik bayrağıyla halk kitlelerine, proletarya ve emekçilere saldırı ilanı. Eski statükonun İslam merkezli Türk İslam yönelimi çerçevesindeki yeniden üretimi elbette yeniden bir rejim değil eski tekçiliğin yeniden bir restorasyonudur. Emperyalist sermayenin yeni işleyiş biçimine çağrıya bu seçim bir cevap oldu. Klasik statükocu merkezi üniter devlet yürütülemez durumundadır. Yeni burjuva restorasyonla bunun yeniden biçimlendirilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Aynı şekilde Mısır, Tunus vb yerlerdeki politik İslam çıkmazıyla yüzleşen ABD’nin
08 dünya haber Emperyalizm Mısır oyunları! Obama’nın Arabistan ziyareti aslında Ortadoğu’daki birçok gelişmeye yönelik izlenen ya da izlenecek siyasetlerin hayata geçirilmesine yönelik olarak gerçekleşmektedir Mısır’da Sisi önderliğindeki askeri darbenin emperyalizmden ayrı düşünülemeyeceği net olarak ifade edilebilir. ABD emperyalizmi ve onun tarihsel ve şimdiki durumdaki stratejik kader ortağı İsrail Siyonizmi‘yle çeşitli düzeylerde ilişkili olarak darbenin gerçekleştirildiğini ya da en hafif deyimiyle bir rızalık gösterildiğini vurgulamak isteriz. Kuşkusuz bu durum özellikle de ABD’nin başını çektiği emperyalist bloğun dünya genelinde ılımlı İslam ekseninden kayarak yeni bir yönelim ya da eksene mi kaydığını gündeme getirmiş ve çeşitli tartışmalara vesile olmuştur. Öteden beri Müslüman Kardeşler‘le önemli ve derin ölçülerde anlaşarak kendine yedeklemek de hiçbir sakınca görmeyen ABD ve bunun arka planındaki İsrail nasıl oluyor da Hüsnü Mübarek ve akabinde bugünlere kadar Mısır başta olmak üzere Filistin ve Ortadoğu‘da önemli roller üstlenen böylesine bir örgütlenmeye yönelik Sisi eliyle tasfiyesine razı oluyor. Beş yüzün üzerinde Mursi başta olmak üzere Müslüman Kardeşler ve ona endeksli teröristler iddiasıyla verilen idam kararına, emperyalist dünya sisteminin pek ciddi karşı çıkmadığı görülüyor. Zira Suriye meselesinde de El- Nusra, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) vb radikal İslam eksenli örgütlenmelere karşı da son süreçlerde daha radikal bir siyaset izliyor. Ve yine Türk devleti ile El Nusra, IŞİD vb örgütler arası esen sert rüzgarlar da bunun mu ürünüdür? Aynı şekilde Suriye’nin içerisindeki Türk devleti ile Esad arasında gerçekleşen ’türbe’ krizinin arkasında da mı bu radikal İslami örgütlerin gerekçe yapılması ya da kullanılması mı söz konusudur. Obama’nın Arabistan ziyareti aslında Ortadoğu’daki yukarıda aktardığımız konularda dahil birçok gelişmeye yönelik izlenen ya da izlenecek siyasetlerin hayata geçirilmesine yönelik olarak gerçekleşmektedir dersek yanılmamış oluruz. Arabistan rejimi, Nusra Cephesi ve IŞİD’ i terör örgütleri listesine alması da yeni gelişmelere işarettir. Arabistan gerici rejiminin Mısır’ a ekonomik yardım transferlerini durdurmadığını ve Sisi’yi Müslüma Kardeşler’e tercih etmek durumunda kaldığını da bu arada belirtelim.
Mısır’daki faşist diktatörlük özünü korumaktadır
Mısır’da son darbe öncesi cumhurbaşkanı seçilen Mursi başta olmak üzere beşyüzün üzerinde insana idam kararı verilmesi, Sisi’ nin savunma bakanlığından istifa ederek cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklaması, aslında başını ABD’ nin çektiği emperyalist egemenlerin ve bu eksendeki karşı- devrimin yol haritası üzerindeki gelişmeler olarak değerlendirmek gerekmektedir. Hatırlanırsa çok yakın süreçte hükümet ve bakanlığın hemen tamamı istifa etmiş ve yerine yine aynı bakan ve milletvekillerinin ezici çoğunluğunun da içerisinde yer aldığı seçimlere kadar geçici hükümet kurulmuştu. Evet Mısır’da karşı-devrim kendi bağırsaklarını temizlerken bunu da en son idam kararlarıyla göstermiş oldu. Çok açık ki karşı-devrimci egemen sınıf klikleri, hakim sınıflar içerisinde muhalif olacak ya da mevcut gelişmelere ve izlenen politikalara ciddi düzeyde hiçbir güç istemiyor. Tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi darbeci Sisi, şimdi daha rahat cumhurbaşkanlığı koltuğun oturacak ve aynı şekilde kendi ekibini-hükümetini kurarak emperyalist efendilerinin yol göstericiliğinde uşaklık manevralarına devam edilecek. Mısır ve Ortadoğu halklarına yönelik emperyalist politakalar sürdürülerek hayata geçirilecek. Mısır’da hakim sınıf klikleri arasındaki yer değiştirme, tasfiye ve ‘iktidar’ değişiklikleri karşısında faşist diktatörlük özünden bir şey kaybetmeden devam etmektedir. Gerçek çözüm ve kurtuluş emperyalizme ve bütün gericiliğe karşı Mısır’da ki halkların politik iktidar mücadelesindedir. Halk kitlelerini aldatmaya yönelik bütün gelişmeler, izlenen çizgiler ve uygulanan politikalar teşhir edilip, emperyalizmin ve onun her bir coğrafyadaki gerici rejimleri ve politikalarının teşhir edilerek proletarya ve emekçilerin iktidarına hizmet etmesi gerekmektedir.
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
T.C. devleti ve
Esad gericiliğinin taktik manevraları karşısında ABD emperyalizmi ve ona endeksli diğer emperyalist bloklar ve gerici rejimlerin yeni hamlelerle Esad’ı ve tabii ki esasta Rus emperyalizmini sıkıştırma hamleleri gerçekleştirilmektedir Gerici Türk devleti ile Suriye’de gerici Esad rejimi arasındaki haksız savaş çeşitli biçimlerde karşılıklı olarak sürmektedir. Özellikle Türk devletinin çeşitli vesilelerle sınırda kışkırtıcı girişimleri karşısında Suriye devleti de sert duruşunu devam ettirmektedir. Kuşkusuz bütün bu dik duruşların arka planında, ABD ve Rus emperyalistleri arasındaki savaşın siluetleri ya da bölgesel düzeydeki yansımaları olarak görmek ve kavramak gerekiyor. Hatırlanırsa Cenevre 1 ve 2 Konferansları sadece dilek ve temenni düzeyinde kalmış ve aslında bütün haksızlık ve çözümsüzlüklerin kaynağı olan emperyalist dünya hegemonyasının istikrar ve gerçek barışı asla yaratamacağı bir kez daha açığa çıkmıştı. Ardından ise Esad gericiliğinin taktik manevraları karşısında ABD emperyalizmi ve ona endeksli diğer emperyalist bloklar ve gerici rejimlerin yeni hamlelerle Esad’ı ve tabii ki esasta Rus emperyalizmini sı-
kıştırma hamleleri gerçekleştirilmekte ve bu durum halen de devam etmektedir. Özellikle Rus emperyalizmi ve uşağı Esad rejiminin
süreçten göreceli üstünlükle ve avantajlı çıkması karşısında rakip emperyalist blokların karşı hamlelere girerek taktik üstünlüğü ele geçirmek için manevralara gireceği bekleniyordu. Ve bunun da etkisi iyice azalan başta Türk devleti üzerinden Suriye sınırında çeşitli kışkırtıcı denemelerle göstermiş oldu. Esad rejimi ise bu duruma karşı Birleşmiş Milletler düzleminde Türk devletini savaş kışkırtıcılığı ve terörü desteklediği yönlü şikayette bulunmuştur. Özellikle Nusra Cephesi, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) vd çetelerin Türk devleti tarafından bizzat sınırlardan geçirilip, Suriye’ de karışıklıklar ve terör gerçekleştirdiğini belirterek önüne geçilmesini talep etmiştir. Suriye Enformasyon Bakanı da AKP hükümetinin silahlı teröristlerin Lazkiye’nin kırsalındaki Kesep bölgesine girişlerini düzenli olarak kolaylaştırdığını bu yönüyle uluslararası kararları ihla ettiğini belirterek Arabistan, Katar ve Türk devletinin ciddi hatalar içerisinde olduğunu vurgulamıştır.
Faşist Türk devleti savaş kışkırtıcılığı yapmaktadır Bu süreçte ilginç olan yeni bir gelişme daha yaşanmış, Türk devleti, Katar ve Arabistan destekli bu çetelere yönelik Arabistan gerici rejimi Nusra Cephesi ve IŞİD’ i terör örgütleri listesine dahil etmiştir. Kuşkusuz bu gelişmelerin bizzat Obama’nın Arabistan ziyaretiyle örtüşmesi ise hiç şaşırtıcı karşılanmamalıdır. Bütün bu gelişmeler de göstermektedir ki ABD emperyalizminin Arabistan, Türk devleti ve Katar destekleri ve organizesinde yer aldıkları Mısırlı, Tunuslu, Afganlı, Çeçen vd uluslara mensup El-Nusra, IŞİD, Ceyş el İslam, ÖSO vb vd çete ve örgütlenmelerittifaklar üzerinden yürüttükleri savaşı esasta kaybetmişlerdir. Mevcut durumda PYD önderliğindeki Batı Kürdistan’daki Kürt ulusunun özellikle Rojava özerk yönetimi ve bu çerçevede Cızire, Efrin ve Kobani kantonlarının devrimci oluşumu her türlü emperyalist destekli gerici ittifaklara ve askeri saldırılara, inkar ve asimilasyonlara karşı kazanmıştır. ABD emperyalist bloğunun başını çektiği güçlere karşı Rus emperyalizminin Esad üzerinden yürütülen ve Hizbullah desteğiyle
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
dünya haber
09
Suriye savaşı 3. Nükleer Zirve de güçlendirilen karşı savaşın da şimdiki süreçte görece üstünlük sağladığı ve galip geldikleri görülmelidir. İşte bunun için faşist Türk devleti savaş kışkırtıcılığı ve provokasyonlara girmektedir. Bunun için Suriye uçağını sınır ihlali gerekçesiyle düşürmüş ve havada sınır ihlallerine girerek süreci germek istemektedir. Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki yerel seçimlerde de halkın gündemini değiştirme ve manipülasyon amaçlı Suriye’ye yönelik ‘türbe krizi’ üzerinden müdahale ve savaş kışkırtıcılığı yapmaktadır.
AB emperyalistlerinin Türk devletine biçtiği roller Türk devletinin bizzat ABD emperyalizmi tarafından yönlendirilerek Suriye ve Ortadoğu’da politikalar yürüttüğünü net olarak ifade edebiliriz. Özellikle Rus emperyalizminin Ukrayna ve Kırım’daki etkisini kırmak için yürütülen yaptırım ve uygulamalara paralel olarak ABD ve AB emperyalist blokları tarafından Türk devletine özel roller biçilerek görevler verildiği söylenebilir. Zira Rus emperyalizmin Kırım üzerinden rakip emperyalist bloklara karşı üstünlük hamleleri karşısında özelde ABD eksenli emperyalist blokların Suriye ve dünya genelinde diğer coğrafyalarda boş durmayarak bir dizi ekonomik uygulamalar ve politikalar geliştireceği göz ardı edilmemelidir. Obama’ nın Arabistan vd ziyaretlerinin bu kapsamda değerlendirilmesi de gerekmektedir. Özellikle Suriye ve Ortadoğu’da izlenen ve yeni izlenecek politikaların hayata geçirilmesine yönelik görüşmeler, yeni yol haritaları ve bu düzlemdeki somut ve güncel gelişmeler olarak kavramak doğru olandır. Suriye, İran ve Irak, Güney Kürdistan, Türkiye-Kuzey Kürdistan, Filistin, Lübnan, Mısır vd ülkelere yönelik enerji kaynakları ve diğer kaynaklarına ilişkin ekonomik politik çıkarlar eksenli rakip emperyalist güçlere ve bloklaşmalara karşı hayata geçirilecek politikalar yeniden diyazn edilmektedir. Uluslararası emperyalist tekelci sermayelerin merkezileşmesi ve de-
rinleşmesine uygun olarak emperyalistler hem kendilerini hem de ulaşabildiği- etkide bulunabildiği bütün alanlardaki güçleri-devletleri de yeniden yapılandırmanın pratikleri içerisindedir. Zira sermaye, herhangi bir kalıba sığdırılarak çapı-çerçevesi vs orada sürekli kalan bir olgu değil aksine sürekli eseneyerek değişme ve dönüşme özelliğiyle her şeyi kendine göre yapılandırmaktan hiçbir zaman vazgeçemeyecek genel karakteristik özelliği olarak kavranmalıdır. Bu kapsamda uluslararası emperyalist tekelci devletlerin ve bunun da başındaki ABD emperyalizminin sözcüsü Obama’nın ziyaretlerini anlamak gerekmektedir. Diğer yandan tek kutuplu dünya yerine özellikle Rus emperyalizminin açıktan çok kutuplu dünya eksenli girişimleri ve yönelimleri de görülmek ve kavranmak durumundadır. Hal böyle olunca da Suriye, Ortadoğu ve dünyanın çeşitli bölge ve coğrafyalarında yaşanan çatışma ve savaşların, bizzat çok kutuplu dünyada emperyalistler arasındaki bölgesel rekabet ve savaşların yansımaları olarak kavramalıyız. Türk devletinin de Suriye’de Esad rejimiyle yaşanan gerginlik ve askeri dalaşın bu düzlem içerisinde görülerek değerlendirilmesi doğru olandır. Önümüzdeki süreç emperyalistler arası dalaşın Suriye ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’da da yansımaları, ekonomik politikaları çeşitli biçimlerde yaşanacak ve görülecektir. Halkların, ezilen ulus ve azınlık milliyetlerin son derece haklı ve meşru demokratik, devrimci ve sosyalist alternatifleri için direniş geliştirilmelidir. Emperyalizme ve komprador tekelci kapitalizme ve her türlü gericiliğe karşı Türkiye- Kuzey Kürdistan’da Sosyalist Halk Savaşı’nı yükselterek, tüm ezilen ve sömürülenlere yönelik görevlerimizi yerine getirebiliriz. Bütün tarihi ve güncel haksızlıklara, bütün sömürü ve zulüm politikalarına karşı somut ve güncel Sosyalist Halk Savaşı’yla devrimci müdahalede bulunalım ve kendiliğindenciliğe son verelim.
NPT anlaşmasını imzalayan ülkelerin -aralarında BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri emperyalistler de bulunuyor- nükleer silahsızlanma sözü verdikleri de nihayetinde biliniyor. Fakat bu ülkelerin nükleer silahlarını yok etme niyetinde olmadığı açıktır 3. Nükleer ’Güvenlik’ Zirvesi 24-25 Mart tarihlerinde Lahey'de gerçekleştirildi. Zirvenin ana teması "Nükleer güvenliğinin güçlendirilmesi ve nükleer terörizmin önlenmesi" olarak telakki edildi. Zirveye TC egemenleri adına Cumhurbaşkanı Abdullah Gül katıldı.Nükleer Terörizmin Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin yürürlüğe girdiğini ifade eden Gül, nükleer maddelerin fiziki korunmasına yönelik değişikliğin mecliste onaylanmayı beklediğini söyledi.Gül, "Nükleer güvenliği tartışırken sürdürülebilir büyüme için büyük bir meydan okuma olan enerji güvenliğini de hesaba katmalıyız" dedi. Egemen sınıf temsilcisinin de ifade ettiği gibi, ülkemiz egemenleri emperyalist efendilerinin dünyayı yıkıma sürükleyen nükleer çılgınlığını garantiye almak ve ülkemizi de nükleer silah ve atıkların cirit attığı bir yer haline getirmek için bir dizi yasa çıkarma hazırlığındadır. Ayrıca egemen sınıf temsilcisinin ifadelerinde amaç, tamamen kapitalist meta imalatının sürdürülebilmesi ve yüksek düzeyde karlılık için ülkemizde HES gibi doğayı talan eden nükleer santrallerinde önümüzdeki dönemde yapımını hızlandırmaktır. Bütün insanlığın karşı çıkması gerektiği nükleer enerji, ülkemiz ve dünya emekçilerine bu zirvede de yenilenebilir enerji olarak yutturulmaya çalışılmaktadır. Emperyalist kar hırsının dünya yer altı kaynaklarının üçte birinin bir daha kendini yenileyememe tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığı ve besin zincirindeki canlı türlerinin bir kısmının yok olduğu bir kısmının neslinin de tükenmeye sürüklendiği bir durumda, ülkemiz egemen sınıflarının da bu çılgınlığa dahil olma konusunda sıraya girmiş olduğunu bir kez daha çıplak bir biçimde görüyoruz. Nagazaki, Fukuşima, Çernobil vs. ülkemiz ve dünya tarihinde yaşanan felaketler ve saldırganlıklar hala zihinlerimizde tazedir.
Lahey’de âdeta sıkıyönetim Güvenlik gerekçesiyle 13 bin polis, 7 bin jandarmanın seferber edildiği zirve için tam ta-
mına 24 milyon euro harcandı. Hem de sadece iki gün için. Lahey'de yollar trafiğe kapatıldı. 18 km'lik bir alanda her türlü uçuş yasaklandı, yüz km'lik hava sahası ise çok sıkı kontrole tabi tutuldu. Şehirde çalışan bütün memurlara mektup gönderilerek, zirve boyunca Lahey'e gitmemeleri ve evlerinde kalmaları istendi. Aralarında Türk devletinin de bulunduğu 53 ülke ortak bildiri yayınladı. 36 maddelik bildiride; nükleer silahsızlanma, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve nükleer enerjinin ’barışçıl kullanımına’ yönelik taahhütler, nükleer güvenliği arttırıcı önlemlerin alınması, ülkelerin ‘barışçıl amaçlarla’ nükleer enerjiyi geliştirip kullanmasına zarar vermeyeceği, nükleer silahlarda kullanılabilecek materyallerin ‘teröristlerin’ ve yetkisi olmayan aktörlerin eline geçmesinin önlenmesine odaklanıldığı belirtilerek, bu hedefe ulaşılmasının gelecek yılların en önemli unsurlarından biri olmayı sürdüreceği kaydedildi. Zirvede emperyalistlerin denetiminde bir nükleer silahlanma faydasından çok zararı olan bir enerji mutabakatı onaylanmıştır.Gerçek şu ki dünya güvenliği liderleri Lahey zirvesine katılan emperyalist güçler tarafından tehdit ediliyor. Uluslararası Stohkolm Barış Kurumu’nun Haziran 2013'te yayınladığı rapora göre, dünyada nükleer güç olarak bilinen beş ülke, nükleer silah fırlatan rampalarını ya geliştirmiş ya da geliştirme aşamasındadır. Raporda söz konusu beş emperyalist gücün nükleer silahlarını sınırsız bir süre için korumaya karar verdiği kaydediliyor. Raporda ayrıca Amerika, Rusya, Fransa, İngiltere, Çin, Hindistan, Pakistan ve İsrail'in 2013 yılının başında kullanmaya hazır 4400 nükleer silahları bulunduğu belirtildi. Raporda söz konusu rejimlerin tüm nükleer başlıkları sayıldığı takdirde, toplam 17 bin 265 nükleer silahın ellerinde bulunduğunun ortaya çıktığı vurgulandı. Oysa NPT anlaşmasını imzalayan ülkelerin -aralarında BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri emperyalistler de bulunuyor- nükleer silahsızlanma sözü verdikleri biliniyor. Fakat bu ülkelerin nükleer silahlarını yok etme niyetinde olmadığı açıktır. Öte yandan bu ülkelerin uzun vadeli nükleer programları, bu ülkelerin nükleer silahları varlığını sürdürmek ve temsil ettiği emperyalist sermayeyi korumak için bir garanti olarak görüyorlar. İşte bu yüzden dünyada nükleer silah sayısı azalmadığı gibi her geçen gün daha da artarken, her gün yeni silahlar üretiliyor ve bütün bunlar dünya güvenliğini tehdit ediyor.
10
analiz yorum
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Yerel seçimlerde küçük
Faşist düzen partilerinden kimin iktidara yerleşip hükümet edeceği proletarya ve geniş halk kitlelerinin sorunlarını çözme açısından hiçbir değere sahip değildir. Proleter devrimci siyaset seçimlerde kimin kazanıp kimin kaybettiği sorununu, burjuva düzen partileri ile sosyalist ve demokratik güçler arasında mütalaa eder Düzen partileri tarafından genel seçim havasına sokulan ve adeta genel seçim işlevi yürüten yerel seçimler sonuçlandı. Her seçim gibi bu seçimlerin de kazananı ve kaybedeni oldu. Olağan koşullarda seçimi bir yarış olarak tanımlamak mümkündür. Fakat seçimler yarışı olağan bir yarıştan öteye, siyasi iktidar imtiyazı ve pastasının paylaşılması olarak biçimlenir ki, burada yarıştan çok tam anlamıyla ilkesiz bir mücadele ve kirli dalaş hüküm sürer. Sömürüden, talandan ve iktidar olanaklarından daha fazla nemalanma hakkı için her türlü kirlilik ve çirkefe başvurulur. Hırsızlık (oy hırsızlığı), komplo ve hile gibi burjuva etiğe uygun tüm yollar kullanılarak rakipler geride bırakılmaya çalışılır. Kısacası gerici burjuva partilerinin arasındaki seçim yarışlarında ahlak, onur ve ilkeden eser yoktur. Bu yarış doğrudan maddi kazanım ve iktidar konulu olduğu için diğer yarışlara benzemez, burjuva partiler sınıf karakterleri gereği, birbirlerini her hileyle benzetirler. Sonuçlanan bu yerel seçimler de burjuva gerici çıkarlar uğruna her türlü yöntemin mubah görülerek kullanıldığının tipik örneğini verirken, burjuva partilerin keskin ve kirli dalaşına da tanık oldu.
Burjuva klikler arasındaki çıkar dalaşı Bu seçimlerdeki dalaşın çok skandallı, çok kasetli, çok yolsuzlukçu, çok hileli ve keskin geçmesinin sebebi, seçimlere genel seçim rolünün atfedilmesine bağlı olarak iktidar dalaşının burjuva klik ve güçler arasında keskin biçimlerde sürüyor olmasıydı. Yerel seçimlerden önce başlayan ve yerel seçimler atmosferinde daha da yoğunlaşan iktidar dalaşı bu seçimlere damga vuran özelliklerdendi. Seçim süreci ve sonuçlarını iki cepheden değerlendirmek doğru olandır. Birinci cephe burjuva düzen partileri arasında iken, ikincisi de burjuva düzen partileri ile devrimci demokratik güçler arasında yaşanandır.
Faşist düzen partilerinin her türlü kirlilik ve çirkefe başvurarak yürüttüğü seçim süreci, sonuçları itibarı ile esasta AKP’nin lehine, CHP ve diğer düzen partilerinin aleyhine noktalandı. AKP son genel seçimlerdeki oy oranına göre 2 milyon civarında bir oy kaybı yaşayarak bu anlamdaki dalaşta darbelenmiş olsa da, seçimin birincisi olmayı başarmıştır. Kaldı ki, tüm hırsızlıkları, yolsuzlukları, komploculuğu ve etrikacılığı vb vs deşifre edilmesine karşın bunca oyu alması alenen ve onun adına bir başarıdır. Başka ülkelerde hükümetlerin bir an bile duramayacağı gelişmelere (hırsızlıkyolsuzluk, komplo vb.) karşın, AKP iktidarı büyük bir oy desteği alarak yerini ve pozisyonunu sağlamlaştırdı. Ki faşist AKP iktidarı baskı politikaları ve saldırgan uygulamalarını, seçmenden aldığı referansla daha da pervasızlaştırmaya girişecektir. Burjuva güruh cephesinde seçim hilelerinin kullanıldığı açıktır. Zira burjuva ahlak gerici menfaatlere bağlı olarak biçimlenir, oradan beslenir. Dolayısıyla dürüst ve ahlaklı bir mücadele veya yarış yürütmeleri beklenemez. Burjuva sınıf karakterinden dürüstlük beklenemeyeceğine göre oy satın almaktan, oy çalıp sonuçları değiştirmeye yönelik her türlü gayri ahlaki yollara başvurmaları da kaçınılmazdır. Yapılan seçim hileleri yeniden sayımlarla değişikliğe uğrayan kimi sonuçlarda da somutlaştığı gibi, burjuva seçimlerin kendisinin hile olduğu da doğrudur. Bu bağlamda burjuva seçimlerinin halk kitlelerin gerçek tercih ve iradesini yansıtmadığını söylemek gerekir. Ayrıca burjuva sınıf partileri arasındaki seçim hileleri bizlerin sorunu değildir. Faşist düzen partilerinden kimin iktidara yerleşip hükümet edeceği proletarya ve geniş halk kitlelerinin sorunlarını çözme açısından hiçbir değere sahip değildir. Proleter devrimci siyaset seçimlerde kimin kazanıp kimin kaybettiği sorununu, burjuva düzen partileri ile sosyalist ve demokratik güçler arasında mütalaa eder. AKP iktidar eden klik olarak somut olarak halk kitlelerinin baş düşmanı pozisyonundadır. Sömürü, zulüm ve faşist baskı unsurlarının kumandası AKP iktidarının elindedir. Dolayısıyla halka uygulanan baskının, sömürünün, zulmün ve her türden gerici faşist baskının somutta birinci dereceden sorumlusu ve bu çarkın temsil ifadesi, mevcut olarak iktidar olan AKP’dir. Halk kitlelerinin baş düşmanı da bu iktidardır. Bu bağlamda AKP iktidarının okların ucuna oturtulması hem siyasal gelişmeler ve hem de siyasi pozisyonu
gereği doğru olanıdır. Ancak bu, asla diğer düzen partilerine ehven bakmayı vb vs gerektirmez. Öte taraftan, ne sebeple ve hangi hesaplarla olursa olsun, CHP veya Kemalist kliğin her türden hırpalanıp tasfiye olması halk kitlelerinin çıkarlarına uygundur. Seçimlerde kaybetmesi de aynı zeminde değerlendirilmesi gereken bir konudur. Hatta sahtekarca kullandığı aktörler ve iki yüzlü argümanlardan dolayı halk kitlelerinin yanılsamalara düşmesine vesile olan pozisyonu itibarıyla başarı kazanmaması özellikle olumludur. CHP’nin kazanmamasını olumlarken, AKP’nin kazanmasını olumlamış olmayız, olmuyoruz. Zira gerici burjuva partiler arasında bir tercih yapma tavrımız yoktur, olamaz da. Spekülasyona yer yok ki, mevcut durumda AKP
iktidarının baş düşman olduğunu tespit etmekteyiz.
BDP’nin seçimlerdeki başarısı dikkat çekti Kitlelerin düzen partileri ekseninde tercihler yapmaya mecbur kalması, devrimci demokratik güçlerin siyasiörgütsel güç olarak alternatifsiz olmalarından ileri gelmektedir. Ki, gerici hakim sınıflar uzun süreden beridir yapay kutuplaşmalar yaratarak kitleleri burjuva sınıf partileri çevresinde toplanmaya itmiştir. Kitleler devrimci alternatifi yeterli bir güç olarak göremediğinden kerhen de olsa düzen partilerini desteklemeyi benimsemiştir. Devrimci demokratik veya sosyalist alternatifin çok sınırlı da olsa güç olduğu yerlerde halk kitleleri ezici bir çoğunlukla bu alternatifi desteklemiştir. BDP ve HDP’nin
analiz yorum
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
11
alanlarda büyük ufuklar tayin edici olan ve damgasını vuran BDP’dir, dolayısıyla başarı da BDP’nindir esasta. Güç Birliği Platformu BDP’nin bir platformu olarak işlev görmüştür. HDP’nin esasta başarısız kaldığını da söylemek gerekir. HDP de esasta Güç Birliği Platformu’nun daha ileri bir biçimi olup ulusal hareketin belirlediği platform durumundadır. BDP’nin aldığı belediyeler veya oy oranında elde ettiği başarı oranı, Ulusal Hareket’in özerklik ilan etme gibi siyasi yönelimlerinde elini daha da güçlendirmiştir.
DHF’nin iki belediyeyi alması başarıdır
aldığı oy ve belediyelerle, DHF’nin desteklediği adaylar vasıtasıyla kazandığı belediyeler bunun kanıtıdır. Faşist düzen partileri oy çoğunluğuna karşın, yurtsever, demokratik ve sosyalist devrimci güçler karşısında başarı sağlayamamıştır. Seçimlere katılan tüm demokratik devrimci güçler olanaksızlık ve sınırlılıklar içinde seçime katılırken, bu güçlerin düzen partileriyle yürüttüğü yarış eşit şartlar ve adil zeminde olmamıştır, olamaz da. Eşitsiz şartlarda seçim yarışında bulunan demokratik devrimci güçler tüm dezavantajlarına karşın belli başarılar elde etmiştir. Para ve eşya dağıtımlarıyla oy toplayan, her türlü hileye başvuran, medya-basın, devlet imkanları gibi her türlü olanağa sahip olan ve her yolu mubah görerek kullanan burjuva faşist düzen
partilerine karşın, demokratik devrimci güçler ilkeli dürüst ve olanaksızlıklar içinde seçim yarışına girmektedirler. Tabiatıyla son derece ağır olan bu şartlar altında elde edilen başarılar da sınırlı olacaktır. Özcesi, bu realitede yarışa giren demokratik ve devrimci güçler bütünlüklü şartlar açısından bakıldığında başarılı görülebilir. Buna karşın önemli başarısızlıklarından da söz etmek mümkündür. BDP’nin önemli başarılar göstermekle birlikte, Kürt illerinde (Urfa gibi…) AKP’ye belediyeler kaptırmış olması onun adına başarısızlık sayılabilir. Ancak bir önceki belediye sayısını arttırması açıkça başarıdır. BDP’nin özel olarak Dersim’de başarısından söz etmek yerinde olur. Her ne kadar Güç Birliği Platformu olarak seçimlere girilse de
DHF bir taraftan başarı çizgisi yakalarken, diğer taraftan başarısız bir pozisyon sergiledi. Ovacık’ın kazanılması önemli bir başarıydı. Ama Dersim merkezde aldığı oy oranıyla başarısız kaldığı söylenebilir. DHF’nin seçimlere hazırlık konusunda bir dizi eksikliğine ve ittifak gerçekleştirme konusunda yürüttüğü sürecin kendi çalışmalarını en azından zaman bakımından zayıflatması gibi dezavantajlarına karşın, iki belediyeyi kazanması görece bir başarı sayılabilir. Daha önce elinde olan Hozat Belediyesi’ni kaybetmesi başarısızlığı olarak kabul edilmelidir. Bütün bunlardan öteye DHF açısından bakıldığında, esas başarı veya başarısızlık sorunu kazandığı belediye sayısıyla değil, yürüttüğü çalışmalar veya kitlelere dönük yürüttüğü ajitasyonpropagandayla ölçülmelidir. Zira DHF’nin anlayışı belediye kazanmaktan ziyade sosyalist yönetim anlayışı ve devrimci fikirlerin kitlelere ulaştırılmasında anlam kazanır. Siyasi propagandasının ne kadar yapıldığı, kitlelere ne kadar gidildiği, kitlelerle ne kadar ilişkilenip örgütlendiği DHF’nin seçim sürecindeki başarısının gerçek ölçütü ve anlamıdır. Kısacası DHF’nin mütevazi bir başarısından söz etmek mümkündür. Faşist düzenin DHF’nin aktivist ve faaliyetçilerini yaygın biçimde tutuklayıp hapsetmesine ve içinde yaşadığı sorunlarla yaşadığı örgütsel sorunlarının belli zayıflamalar yaratmasına karşın, iki belediyeyi alması başarı olarak görülmelidir. Dahası DHF’nin seçimlere girdiği toplam belediye sayısı dört ilçe, bir ildir. Bunlardan iki ilçeyi kazanmış, diğerlerini kaybetmiştir. Evet DHF iki küçük belediye-iki ilçe belediyesi kazanmıştır. Bu küçük yerlerde ve küçük kazanımlarıyla-başarılarıyla büyük ufuklara yelken açmıştır. Türkiye-Kuzey Kürdistan genel açısından bakıldığında devrimci sosyalist adayların kazandığı belediyenin DHF’nin kazandığı belediyeler olarak düşündüğümüzde DHF’nin mütevazi
başarısından söz etmek abartı olmaz!
AKP ve Sünni İslam Seçim sonuçlarından bir kaç sonuç çıkarılabilir. AKP iktidarının yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırma, talan ve hırsızlık başta olmak üzere, komplocu, entrikacı ve savaş kışkırtıcısı saldırgan niteliği skandalları patlak verip deşifre olmasına karşın, AKP büyük bir oy desteği alarak seçimlerde birinci parti olmayı başarmıştır. Bu anlaşılmaz durumun arka planında AKP tabanının AKP ile Sünni İslam dinciliğinde ideolojik olarak birleşmesinden veya AKP’nin bu geniş kesimleri suni İslam dinciliği üzerinden etkileyerek kendisine bağlamasından ileri gelmektedir. Çıkarılması gereken ikinci sonuç; halk kitlelerine daha fazla ve sistemli olarak gidip gerekli aydınlanma ve bilinçlenmeyi sağlama ihtiyacıdır. Devrimci alternatifin kitlelerle buluşması için çok daha fazla çalışmanın gerekliliği bir kez daha açığa çıkmıştır. Düzen sınırları içinde kalarak düzen partileriyle yarış yürütmenin gerçek çözüm olmadığı, sosyalist mücadelenin devrimci zeminde geliştirilerek kitleleri kucaklamasının ihtiyacı mevcut seçim süreci ve sonuçlarıyla açıkça görülmüştür. Kuşkusuz ki düzenin siyasi teşhiri ertelenemez önemdedir. Ancak düzen içi mücadele ve yarışlarla yetinmenin boş bir hülya olduğu açıktır. Demokratik mücadele olanakları sonuna kadar kullanılmakla birlikte, yüzümüzü devrimci mücadele perspektifiyle kitleleri sarmalayan ideolojik-siyasi güç olma esasına dönmemizin lüzumu çıplak biçimde ortadadır. Elbette düzen sınırları içinde demokratik mücadele olanaklarının siyasi iktidar perspektifine bağlı ve ona hizmet eden yaklaşımla kullanılması reddedilemez. Adil ve demokratik şartlarda bir yarış ve mücadele almasa da kitlelerin iradesini açığa çıkarmak ve yarı-özerk pozisyonda diyebileceğimiz belediyelerde halkçı, demokratik, sosyalist yönetim anlayışına uygun adımlar geliştirmek mümkündür. Özellikle Dersim’in bazı ilçelerinde kazanılan belediyeler buna örnektir. ‘’Söz-yetki-karar halka’’ şiarını kılavuz edinen Mazgirt ve Ovacık Belediyeleri bu zeminde atılan adımlar ve elde edilen kazanımlardır. Seçimlerde özetle ortaya çıkan bir başka sonuç ise, devrimci alternatifin ne kadar zayıf ve güçsüz olduğudur. DHF bugün desteklediği iki belediye kazanmıştır, yarın daha fazlasını kazanacaktır! Kazanması için yeterince zemin var, kazanmaması için sebep yoktur! Kuşku duyulmamalıdır ki, gelecek seçimlerde sosyalist anlayışla yönetilen daha fazla halkçı belediyeye yürünecektir!
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Kongre kararlarını kavr Komünistlerin önemle üzerinde durması ve doğru bir temel üzerinden yükselmesi gereken bir mesele de şudur; materyalist-diyalektik, toplumlar tarihini ele almada ‘toplumlar mutlak dört aşamadan geçerek’ sosyalizme varabilir şeklinde sosyalizm öncesi kapitalist bir toplumu savunmayı ve ona götürmeyi salık veren yanlış ve hatalı anlayışlar mevcuttur MKP 3. Kongre kararlarının kavranması temelinde, yazı dizimiz devam etmektedir. Bu yazımızda demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm anlayışımız üzerine son derece önemli ve temel bir konuya ilişkin yaklaşımımızı açıklamaya çalışacağız. Bilindiği gibi komünizm ve bu düzlemdeki demokratik halk devrimi ve sosyalizm mücadelesinin rehber ideolojisi, teorisi ve bilimi, toplumsal pratiklerden asla kopuk değildir. Maddi temeli olmadan hiçbir şey subjektif bir iradeyle yaratılamaz. İnsanlar, tarihi “ben (b)öyle istiyorum” diye yazamaz. Bu noktada maddi gerçekliklerden hareket etmek zorundayız. Sosyalizm ve komünizm için maddi temel, bizzat burjuva toplumlarının gerçeğidir. Bu maddi temel olmasaydı sosyalizm için mücadeleden bahsedilemezdi. Aynı zamanda maddi temel kendiliğinden ve kaçınılmaz olarak sosyalizme ve komünizme götürmez. Burada önderliğin rolünü yadsıyan evrimci burjuva liberalizmine de karşı olduğumuzu vurgulayalım. Komünist çizgi ve komünist partinin tayin edici önderlik rolünün gerekli ve zorunluluğunun altını bir kez daha çiziyoruz. Sınıflar mücadelesi gerçekliğinde kendiliğinden devrim, sosyalizm ve komünizm gerçekleşmeyecek aksine devrimci hünerle sınıf mücadelesine iradi müdahale sonucu yön verilerek devrim, sosyalizm ve komünizme doğru ilerlenebilecek ve zaferler elde edilebilecektir. Kendiliğindenci, sözde komünizm, proletarya devrimlerini yadsıyan bir burjuva yönelimidir. Sosyalizm ve komünizmin maddi temelini bugünkü burjuva toplum gerçekliği içerisinde görmeyen, sanki ona dışarıdan dayatılmış bir projeymiş gibi ele alan sübjektif iradeci idealizm de aynı şekilde burjuvadır, metafiziktir. İktidarı elbette gerekli olan komünist ideolojik -politik bir önderlikte birleşmiş olan başta proletarya olmak üzere halk kitlelerinin icra etmesiyle sağlayacağız. Zorunlulukları onları fethederek devrimci temelde dönüştürme meselesi olarak görüyoruz. İlk olarak ifade edelim ki sosyalist iktidarda, söz-yetki-karar-yürütme mekanizmaları olarak doğrudan proletarya ve emekçilerin olacaktır. Komün, Sovyetler, Halk Konseyleri
ve Halk Komünleri şeklinde doğrudan kitlelerin olacaktır. Proletarya ve emekçilerin yerine komünist partinin ikame edilmesi, niyet ne ve nasıl olursa olsun geçmiş süreçlerde de görüldüğü gibi burjuva devletin yeniden üretimine götürecektir, götürdü de.
Maddi temel tarihsel gerçekliğin en somut yansımasıdır Yaşanan sosyalizm deneylerinde ne yazık ki kitleler adına komünist partisinin rolü sadece abartılmamış, parti tekeli ve parti iktidarı gibi uygulamalar da söz konusu olmuştur. Zorunluluklar bir teori haline getirilmemelidir. Bu noktada komünist partisinin zorunluluğu gibi uygulamalar elbette belirli tarihsel koşulların ve objektif verili durumların ihtiyacı sonucu önemli ve temel araçlar-hem de stratejik önem- olarak kullanılacaktır. Fakat bu durum, komünist partisinin idealize edilmesi ve sürekli kalıcılaştırılarak mutlaklaştırılması yönlü girişimler, anlayış ve pratik politikalar komünizme götürmez. O halde komünist partisi ve önderlik bugünden geleceği doğru ve bilimsel temelde komünizme doğru biçimlemek ve ele almak durumundadır. Önderlik, kendini tüm partinin yerine geçiren bir kurum ya da organ değildir. Komünist partisi, devrim öncesinde de canlı organizmadır ve tekçi (monolitik) bir mekanizma ve bürokratik bir hiyerarşi silsilesi ve sistemine oturtulamaz. Kitleler ve komünist partisi içerisinde düşünce hayatı hiçbir şekilde yasaklanamaz, fikirler üzerinde ambargolar kabul edilemez, yeni bir resmi düşünce ve tarih kitlelere zorla ve mecburen uyacakları bir sistem olarak empoze edilemez. Şimdiden düşünceye herhangi bir zincir vurmak açık ki kuracağımız gelecek toplum projesi -sosyalizmin de kötü habercisidir. Proletarya ve emekçiler açısından bir demokrasi, onlar için tam bir sosyalist demokrasiyi gerektirir. Ayrıcalıklı memur, sürekli ordu, sürekli bürokrasi gibi kurumlar yerine bizzat halk kitlelerinin çoğunluğunun bütün işlevleri, başından sonuna kadar bütün görev ve sorumlulukları doğrudan kendisi yerine getirerek ya da bu yönelim-perspektifle komünizme doğru gidilecektir. Bizim sosyalist devlet sistemimizde iller, bölgeler, yöreler vs tamamıyla yerel alanda seçilmiş denetlenebilir, göreve getirilebilir, görevden alınabilir ve görevlilerin konseyler biçimindeki merkezileşmiş ama aynı zamanda tam bir yönetim özerkliğini kapsar. Bu bilinçle tepeden bir elit tarafından atanmış ve bütün yerel ve bölgesel tüm bürokrasi lağvedilir. Burjuva parlamenterizmi ve temsiliyet sistemi, köleliğin yurttaşlık kavramıyla yeniden üretimidir. Proletarya ve emekçilerin, yok olup gidecek bir sosyalist devlete ihtiyacı vardır. Zira Marks’ dan itibaren aslında tam anlamıyla devlet olmayan devlet şeklinde sosyalist devlet tasavvur ediliyordu. Bütün stratejik ya da
taktiksel araçlar, amaca yani komünizme uygun olmalıdır veya komünizme götürecek ya da ona hizmet edecek bir biçim ve içerikte ele alınmalıdır. Amacı aşındıran, onu yiyip bitiren hiçbir zafer amaca hizmet etmez. Nasıl olursa olsun zafer değil, bizi amaçlarımıza yakınlaştıracak ve ona götürecek bir zafere kilitlenmeliyiz. Gerekli kadroya sahip değiliz diye çeşitli gerekçelerle proletarya ve emekçi kitleler öznelikten çıkarılmış, bürokrasiyi aşmak bir yana ondan medet umulmuş ve hatta bürokrasi şişirilmiş, kitlelerin öz yönetim organları ve örgütleri emir komuta zincirine hapsedilmiş, her şey genel sekreter, başkan, merkezi kontrol komisyonları, merkez komiteleri ve siyasi büro otoritelerine havale edilmiştir. Devlet erkini ve onun zorunlu -içerisinden geçilmesi gereken örgütlenme mekanizmalarını ya da kullanmak zorunda olduğumuz araçları, topluma yayma ve böylelikle onları toplumun soğurması yerine, bir elit tekelin elinde toplamak kitlelerin kurtuluşunun koşullarını yaratmaz. Eskinin hazır ve nazır parti ve devlet organlarının, bürokrasisinin, memurlar ve daimi ordusunun devam ettirildiği bir sınıf egemenliği, mevcut olanı monarşik bir egemenlik haline getirir. Sosyalizm, kurumsallaşmış bürokratizm, totalitarizm, militarizm ve azınlık yönetimi değildir, bütün bunları kökten aşma yürüyüşüdür. Kapitalist ulus devletler, ‘sosyalist’ markalı parti ve devlet tekeli anlayışı ve uygulamaları, komünizme ait değildir. Ne yazık ki hala ‘proletarya devleti parti tarafından yürütülür ve proletarya partisi, proletarya devletinde başkalarının varlığına müsade etmeyecek yegane güçtür’ vb anlayışıyla parti tekelini savunmaktadırlar. Oysa Lenin yoldaş 1918’lerde “işçiler kendi partilerinden memnun değillerse başka bir partiyi tercih edebilirler, hükümeti değiştirebilirler” demiştir. Ekim Devrimi sonrası, Sosyalist Devrimciler, Sovyetlerin bir bileşeniydiler, birçok bakanlığı da ellerinde bulunduruyorlardı. Çin’de de proletaryanın diğer müttefiklerle bir iktidar ortaklığı vardı. Bütün bunlar proletarya ve emekçilerin sosyalist devletiyle çelişmez, aksine sosyalist demokrasisiyle uyumluluk gösterir ve onunla örtüşür. Temel mesele, devletin sınıf içeriğinin sosyalist olması, komünizme yönelmesi ve bu doğrultuda devrimi sürdürmesidir. Diğerleri yani bileşim vb tamamıyla içerisinden geçilen objektif verili koşullara bağlı olarak çeşitlilikler gösterecektir, nitekim gösterdi de. Çok partililik anlayışı, demokratik halk iktidarı ve sosyalizmin de objektif bir gerçekliğidir. Bu geçiş toplumlarında, insanları nasıl yekpare düşünür ve tasavvur edebilirsiniz? Kaldı ki yekpare ve monolitik bölünmez bir entegrasyon, hiçbir zaman da mümkün değildir. Komünist ideolojimizin anlattığı budur. Gerçeklere karşın toplumu tekleştirenler, halk üzerinde bir baskı mekanizmasının ötesine geçemezler. Yıkmaya aday oldukları
devletin bir başka türünü üretmenin aracı haline dönüşürler ve dönüştüler de. Çok partililik, nasıl ki devrim öncesi halkın birleşik cephesi temelinde halk kitlelerinin devrime katılması şeklinde bir yönelimle ele alınıyorsa, iktidarda da proletarya ve emekçilerin ittifakı şarttır. Ve iktidarın da birlikte yürütülmesini içermektedir. Aynı zamanda bu, tartışmayı kesinlikle yadsımaz, keskin ve amansız bir ideolojik mücadeleyi de gerekli kılar. Bu, sosyalist demokrasinin gereğidir. Şu çok açıktır ki, proletarya diktatörlüğü asla parti diktatörlüğü şeklinde ele alınamaz. Ne
yazık ki parti diktatörlüğünün dün de bugün de savunucuları vardır. Bu kesinlikle reddedilmelidir. ‘Proletarya diktatörlüğü yerine proletarya ve emekçilerin yeni devleti’ tanımı her tür burjuva diktatörlük anlayışından daha keskin bir ayrışımı içermesi anlamında daha sağlam ve doğru bir kavram olacağı düşüncesindeyiz. Buna ‘proletarya ve emekçilerin demokrasisi’ de denilebilir. Paris Komünü, Sovyetler, Kır ve Kent Konseylerinin Birliği bunları içermektedir.
Halkın esas gücü hedefe varmada belirleyici olandır Komünist partisiyle birlikte halkın saflarındaki bütün diğer parti ve örgütlenmeler, tamamıyla özgür düşünme, örgütlenme, ajitasyon ve propaganda serbestliğinden istifade edeceklerdir. Komünist partisi de dahil hiçbir partinin, hiçbir özel ve kanuni ayrıcalığı olmayacaktır. Proletarya önderliğinde emekçi kitleler, doğru ve yanlışın ayrıştırılmasında, tüm parti ve örgütlenmelerin konseptlerini özgürce yargılayabilecek ve inisiyatiflerini kitleler doğrudan kendileri kullanma durumunda olacaklardır. Teknolojinin ve iletişimin günümüz koşullarındaki kolaylığı ve sağladığı olanaklar, proletarya ve emekçilerin doğrudan söz- yetki ve karar sahibi olmalarına oldukça geniş imkanlar sunuyor ve mümkün kılıyor.
perspektif
rayalım, kavratalım! (5) Komünist parti ve önderliğini kutsayan, onları hata yapmaz otoriteler şeklinde kavrayan ve yine canlı bir organizma olan kolektifin bir parçası değil de, onun üzerine roller biçerek özel bir imtiyaza dönüştüren tüm anlayış ve uygulamaları, Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD)’nin ürünü olarak ortaya çıkan hareketimizin ilk çıkışıyla birlikte günümüze kadar gelen tarihsel sürecimiz ve özellikle de Parti 1. 2. ve 3. Kongrelerimiz eleştirmektedir. Kendini adeta tanrı, kutsal bir abide olarak fakat kitleleri ve aktivistlerini mürid gören anlayışlar, komünizm ve kültür devriminin
asla özü ve ruhu değillerdir. Bu bilinçle tecrübelerimiz, eksiklik ve yanılgılarımızdan kesinlikle öğrenebilir ve ilerleyebiliriz. Ya barbarlık ya sosyalizm, bugün de insanlığın ve doğanın geleceğine ilişkin temel bir sorundur. Sosyalizm, komünizme gidişte insanlığın özgürleşme eyleminin sınıfsız toplum perspektifiyle proletarya ve emekçilerin kurtuluşu için sınıf mücadelesini sürdürmenin ve cinsiyetçi egemenliğe karşı tüm zincirlerin parçalanması ve ekolojik bir toplumun yaratılmasının bayrağıdır. Bu bayrak altındaki yürüyüşte insanlık, proletarya ve emekçiler olarak Paris Komünarları, Büyük Ekim Devrimi, Çin ve BPKD ile muazzam kazanımlar yarattı. Kitlelerin kaderlerini ellerine alabilecekleri ve sömürüyü def edebilecekleri bizzat pratik tarafından ispatlanmıştır. Biz böylesi bir tarihsel mirasa dayanıyoruz. Nedamet ve tasfiyecilik bayrağına sarılanlara karşı bu tarihsel mirasın BPKD ile yeniden yaratılması yolunda nitel ilerlemeler ihtiyacının bilincinde olarak yürüyoruz, yürüyeceğiz. Sosyalizm ve komünizm, günümüz dünya halkları, ezilen ulusları ve insanlık için bugün de gelecek ve kazanacaktır. Bu temelde tıpkı Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao yoldaşların teorik önerme ve yönelimlerinde olduğu gibi ‘bütün iktidar proletarya ve emekçilerindir’ yöneli-
miyle yürüyüşümüzü sürdürmeliyiz. Bugüne kadar devletin önemli ve temel ayaklarından biri olarak görülen profesyonel ve sürekli ordu, sosyalizmin vazgeçilemezi değildir. Şimdiye kadar bu konuda önemli kırılmalar yaşanmış, dokunulmaz ve sürekli idealize edilerek kalıcılaştırılmaya çalışılan böylesi bir ordunun, komünist ideoloji ve teoride aslında yeri yoktur. İlke budur. Daimi ordu, polis, yargı, bürokrasi, asalak memurlar hiyerarşisi eski devletin vazgeçilmezleri ve temelidirler. Demokratik halk iktidarı ve sosyalizm koşullarında profesyonel ve sürekli orduya mutlak bir ihtiyaç yoktur. Aslında proletarya ve emekçiler iktidarında güvenlik ve savunma mekanizmaları ve örgütlenmesi, halk kitlelerinin doğrudan silahlı halk şeklinde ele alınmasıyla mümkün olacaktır. İşçi, köylü, emekçi ve asker vekillerinin sovyeti böyle ele alınmıştır. Sovyetlerin üstünde ya da ondan ayrı bir şekilde sürekli ordu ve polis ayrıcalığı teoride söz konusu değildir. Paris Komünü’nde de bu durum söz konusudur. Ancak çeşitli tarihsel koşullar özel bir ordu örgütlenmesini gerekli kılabilir. Bu tamamıyla özgün bir politik uygulamadır. Bir ilke meselesi değildir. Herkes için ezeli, ebedi, evrensel genel geçerliliğe sahip bir hukuk, yargılama, yasama ve yürütme anlayışı yoktur. Tüm bu olgular toplum üzerinden yükseldiği üretim tarzına ve toplumsal ilişkilere bağlı olarak değişiklikler içerirler. Tüm yasalar belli bir toplumsal temele dayanır. Sosyalist toplumda, yasaların, anayasanın üstünde bir parti tasavvuru asla kabul edilemez. Mahkemeler, anayasa mahkemesi parti yönetimi tarafından atanmamalıdır. Tüm bunlar halkın doğrudan seçeceği jürilerden oluşur ve halkın denetimine tabidir. Halk bu denetimini, doğrudan iktidar organları olan Halk Konseyleri aracılığıyla gerçekleştirir. Anayasada partinin özel ayrıcalıklı bir yeri olamaz. Yargı, yürütme ve yasama parti tekelinde bulunamaz. Tüm iktidar en küçük birimlerden merkezlere kadar Konseylerin denetimindedir. Geçmişte uygulanan ve bugün halen de bazıları tarafından savunulan anayasal bürokratik ‘sosyalist devlet’ tasarımları vardır. Mesela, Amerikan Devrimci Komünist Partisi‘nde bu anlayışlar mevcuttur. Bankalar, profesyonel ve uzman bankacıların veya memurların değil, doğrudan Halk Konseylerinin denetiminde olacaktır. Kamulaştırmaya giden yol buradan geçmektedir. Bürokrat tanrıların ve paranın imparatorluğu, kesinlikle böyle aşılacaktır. Sosyalizm koşullarında gizli istihbarat teşkilat(lar)ı, kesinlikle olmayacak ve bun(lar)a ihtiyaç duyulmayacaktır. Proletarya ve emekçiler iktidarına karşın, paralel ayrı bir derin devlet olmayacaktır. Adalet anlayışı sosyalist uygulamaların önemli çıkmazlarındandır. Partinin önderlik çekirdeği tarafından atanmış olağanüstü bir hal- sıkıyönetim misali İstiklal Mahkemelerini aratmayan, özel yetkili mahkemeler ara-
cılığıyla düşüncelerinden ötürü- ki bunlar yanlış düşünceler olsa bile- insanların ajan, karşı- devrimci olarak damgalandıkları, itirafa zorlandıkları, baskıya maruz kaldıkları, esir kampları ve hapishanelere tıkıldıkları, izolasyona maruz bırakıldıkları, karşı- devrimi bastırma adına büyük çoğunlukla ölümle cezalandırıldıkları, ayrıca kitlelerin hak ve demokrasi taleplerinin yasaklandığı, gösterilerine, protestolarına vs aktivitelerine kurşunlamalarla cevap verildiği şeklinde uygulamalar hiç de azımsanmayacak derecededir. Komünist hareket bu yanlış hareketlerden köklü olarak kopmalıdır. Kopmamanın yoldaşları ve halkı birbirlerine karşı nasıl düşmanlaştırdığı, düellolara sürüklendiği bizzat yaşanan pratiklerde de mevcuttur. 2. Kongremizin adalet açılımı önemli bir adımdır. Bu temel üzerinden genelde Uluslararası Komünist Hareket (UKH)’in ve onun bir parçası olarak partimizin hatalarından gerekli derslerin çıkarılması bir görevdir.
Gelenekçi bakışın eş değeri öznelciliktir Bu yürüyüşümüzde, komünist bir çizgi ve onunla birleşmiş kitleler tayin edicidir. Kitleler komünizm seviyesine çıkarılabilir. Yürütme, yasama, yargı ve ekonominin yöneticisi haline getirilebilir, getirilmelidir. Tüm bu görüşlerin temelleri, embriyonik olarak yoldaş İbrahim Kaypakkaya‘da da mevcuttur. Onun gelecek halk devleti projesinde ifade ettiği görüşler, şöyleydi ve bugün de ardıllarına bir temel sunmaktadır: “Halk devletinin anayasası, herhangi bir milletin, herhangi bir imtiyaza sahip olmasını ve milli azınlığın haklarına herhangi bir tecavüzü kesinlikle yasaklayacaktır. Her ulusa, kendi kaderini tayin etme hakkı tanınacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için, özellikle yaygın bölgesel özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendini yönetim gereklidir.” Kadın, devrimin yedeği değil bizzat öznesidir. ‘Kadınlar yönetime kadınlar iktidara” şiarıyla komünizme kadar bütün süreçlerin doğrudan belirleyici özneleri haline gelmeleri için zihniyet devrimiyle köklü ve bütünlüklü bir seferberlik başlatıyoruz. Aynı bilinçle cinsel yönelimler içerisindeki kesimlere yönelik de bu seferberliği öngörüyoruz. Komünizm, proletaryanın her bir yerdeki ortak evrensel amacıdır. Bu amaca ulaşmada Komünist Enternasyonal Hareket (KEH), günümüzde de stratejik bir ihtiyaçtır. Bu temelde, ideolojik mücadeleyle örgütsel mekanizmasını ertelemeksizin oluşturmalıdır. Komünistlerin önemle üzerinde durması ve doğru bir temel üzerinden yükselmesi gereken bir mesele de şudur; materyalist-diyalektik, toplumlar tarihini ele almada ‘toplumlar mutlak dört aşamadan geçerek’ sosyalizme varabilir şeklinde, sosyalizm öncesi kapitalist bir toplumu savunmayı ve ona götürmeyi salık veren yanlış ve hatalı anlayışlar mevcuttur. TKP’nin Kemalist Cumhuriyet’i savunması, devrimci hareketin aynı
çerçevede kapitalizme yönelmiş cumhuriyeti önemsemesi, bu mekanik zorunlu toplumlar silsilesi anlayışının da ürünüydü. TİP’in ilerlemeci- kalkınmacı, kapitalizmi kutsayan, kapitalizmin görevlerini tamamlamasını ve bunun desteklenmesini öngören anlayışları da bu çerçevedeydi. Toplumlar tarihinin bu kavrayışı 2. Enternasyonal’de güçlü bir şekilde söz konusuydu. Aynı şekilde bu zayıflık 3. Enternasyonal’e de bir biçimde yansıdı ve sirayet etti. Bu durum emekçiler devriminin yerine toplumların klasik gelişme trendine göre düşünülen bir devrim stratejisine yol açtı. Tüm bu yollara Kaypakkaya, aykırı bir yol olarak karşı çıktı. Geri- ilkel- barbar denilen Kürtlerin, Dersim’in, Ermenilerin, azınlık ve ezilen inançlar vd lerinin başkaldırısının ilerici yönünü ortaya koydu. Kapitalizm ve cumhuriyet mutlak yadsınamaz bir aşamadır diyen anlayışlara karşı çıktı. Kaypakkaya yoldaşın bu tarihi yorumu devraldığımız mirastır. Dolayısıyla yaşanmış sosyalizmdeki Komintern vb gibi ‘hızla demokratikleşen’ argümanıyla Kemalizm ve burjuva cumhuriyet destekçiliğine karşı ideolojik mücadele vermeliyiz. Aynı şekilde Nepal’de “burjuva demokratik devrimi, görevleri ve onun cumhuriyeti zorunlu ve geçirilmesi gereken bir aşamadır” diye stratejik ve temelden bir kırılmayı yaşayarak emperyalist dünya sisteminin bir parçası haline gelmeye karşı da bayrak yükseltmeliyiz. Bu temelde Mao yoldaş Çin gibi yoksul ülkelerde devrim ve sosyalizme ‘daha kolay geçilebilir’ derken, Avrupa merkezci ve mekanik üretici güçler teorisyencilerine karşı da önemli bir bayrak açmıştır. Geleneksel bakış açısı ise geri ülkelerde sosyalizme doğru yol alınamaz diyor ve öncelikle kapitalizme yönelinmesi gerektiğini söylemiştir. Parti 3. Kongremiz, tüm bunlara ilişkin Partimizin 1. ve 2. Kongresinin Muhasebe-İdeoloji belgelerindeki temel üzerinden yükselerek ilerledi. Elbette bu bilimsel ilerlemenin temel kökleri ‘Partimiz Büyük Proleter Kültür Devrimi’ nin ürünüdür diyen komünist önder Kaypakkaya’da ve bu temelde eklektik ve komünist ideoloji de kırılmalara meydan okuyan 2. Konferansımız ve sonrasındaki gelişmelerdedir. Tarih ve günümüz gelişmeleri, proletarya ve emekçiler açısından yukarıda önemle vurguladığımız ve geliştirdiğimiz hususlar üzerinden ancak bu yolla silah haline getirilebilir. Partimiz, komünist hareketin önemli tarihsel nitel ilerlemeleri ve kazanımlarıyla bugünlere kadar gelebildi. Geçmiş sosyalist tarihsel sürçlerimizin doğru teorik ve pratik tecrübeleri, son derece güçlü ve doğru temeller üzerinden yükselmemiz için katkılar sundu. Komünistler tarihlerinden öğrenirler ve içerisinden geçtiğimiz nesnel gelişmelere analık eden geçmişimizden doğru dersler çıkararak ilerler. Bizim gayretimiz de budur. Bu bilinçle sosyalizm ve komünizm kazanacaktır.
14
güncel analiz
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Kitlelerin isyanı buzlu
Doğan şafağın renginde özgürlük var ve bu halkın öz iktidarına dönüşmelidir. Şafağı kızıllaştırmak için ve halk hareketi için, birleşik kitle eyleminin gereği olan sorumluluk ve siyasal olgunluğu bütün devrimci demokratik hareketler göstermek durumundadır Gezi Haziran Ayaklanması Türkiye Kuzey Kürdistan geneline yayılan kitle isyan hareketi olarak ilk örnektir. Gezi’den devrimci demokratik hareket ve burjuva partileri anlam ve anlayış çıkarmaktadır. Burjuva kliklerin Gezi’ye yaklaşımı sahtedir. Haziran Ayaklanması’nı manivela olarak kullanmak ve halka zulmetmek isteme ayrıcalığına sahip olmak için yaman bir gezici profili vermeye çalışmaktadırlar. Liberaller AKP ile ortaklıkları son bulunca ‘demokrasi odağı’ onlar açısından değişti. Dün ‘askeri vesayet rejimini tasfiye eden demokratlar’ , ‘Kürt sorununu barışla çözecek olan Türkiye tarihinin karizmatik lideri’ ve onun üç dönem se-
çilmişlik üzerine kurulu ‘demokrasi abidesi’ -AKP’si, bir zaman sonra despotik lider ve tek parti diktatörlüğünün Latin versiyonu olarak anılmaya başlandı. Kazan kazancılar ‘yetmez ama evetçi’ liberal tayfa bugün AKP’yi tali yanlarından eleştirmektedir. Bunlar demokrasi ve demokratik toplum ve barışın anahtarlarının bir tanesinin AKP’nin elinde olduğunu vaaz ediyorlardı. AKP’yi halk kitlelerine ideolojik olarak kabul ettirme noktasında önemli başarılar elde edip ciddi anlamda sınıflar gerçeğini manipüle ettiler. Şimdi de despotik faşizan eleştirisi yürütüyorlar. Kitlelerin, liberallerin siyasal aklına önemli oranda dikkat etmeleri önemlidir. Tarihsel analiz ve anlamlandırmaların liberaller tarafından nasıl sunulduğu geniş olarak kavranmalı ve tavır geliştirilmelidir. Lenin reformistlerin dar kafalığını birçok kere çarpıcı bir dille açıkladı. Liberallerin arkasına takılan reformcular bu işten demokrasi çıkaracakları vaazıyla ortalığı inletiyorlardı. Öyle ki milyonlara devrimci şiddetine, tarihin kalbine gömdüklerini ilan eden en yüksek bildirgelerle sesleniyorlardı. Devran döndü ve bugün AKP ile bir adım atmanın, imkansız beyhude çabasından bahseder oldular.
Gezi Ayaklanması kitlelerin bilincini geliştirdi Bir isyan bütün kimyaları bozdu, bir isyan gerçeğin hükmünü ortaya koydu. Anlayan, tarihten gelip geleceğe mi yürüyecek, anlama becerisi gösteremeyenleri isyanlar, daha çok kimyalarını bozup apoletlerini mi sökecek, yaşayıp birlikte göreceğiz. Gerçekler daha çok hüküm verecek. Gezi Haziran Ayaklanması isyan ve direniş olarak kitleleri bilinç ve pratik olarak ilerletti. Bu bilinç ve pratiğin devrimci komünistlerce nasıl okunduğunu veya okunacağını yakın zamanda gördük ve göreceğiz. Gezi Haziran Ayaklanması tarihsel çıkışının temellerinde tek bir neden yoktur. Bu ayaklanmanın bütünsel olgular yığını olduğunu söylemek doğru bir belirleme olacaktır. Çevre sorunları bilinci ve direnişi, emek sömürüsünün yarattığı sorunlar, kadın sorunu ve cinsel kimlik baskısı ile sömürüsü, inançlar sorunu, ulusal kimlikler sorunu, gençlik sorunları, entelektüel akademik sorunlar, köylülerin sorunları, küçük üreticilerin sorunları, kentsel ranta maruz kalanların sorunları vb. yaşam dayatmasının, kültürel ekonomik ve siyasal sorunlarından gelen birle-
şik yaşam gerçeğinden oluşmaktadır. Hayatın her alanında sorun yaşayanlar isyanın temelidir. Bu isyan tarihsel mücadelenin birikiminden yani bütün direnişlerden gelen, kaynağını bu direnişlerin oluşturduğu gerçeğine sahip olan ancak son kertede onu muazzam derece aşan sosyal, siyasal ve kültürel yönelim açan bir gerçeğe sahiptir. 12 Eylül askeri faşist cuntasıyla beraber bütün çözümlemelerde toplumun üstüne ölü toprağının çekildiği tespitiyle analizler yapılmaktaydı. Dönem açısından cuntanın faşizan gücünün, halka ve halkın her türden hareketine ağır darbeler indirdiği doğru bir tespittir. En azından genel için bunu söylemek abartılı değildir. 12 Eylül askeri faşist cuntasına karşı devrimci silahlı mücadele ve kitle mücadeleleri önemli gelişmeler kat ederken, toplumun siyasal bozgundan sıyrılmasına önemli derecede katkılar sundu. Bu mücadele geleneği, bilinci, aklı ve pratiği olmasa, bu kadar derin sonuçlar yaratan bir ayaklanmanın ruhu anlaşılamaz. Yılların mücadelesinin kan ve can bedeli üzerinden verilen çabaların ve taleplerin isyana tarihsel temel yarattığı kesin ve açıktır. Bu anlamıyla denilebilir ki 12 Eylül askeri faşist cuntasıyla egemenler lehine gelişen süreç
güncel analiz
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
15
sulara gömülmez! bitti. Ezilenler bu tarihsel hesabı, bu ayaklanmayla kapattı. Ayaklanmanın ruhuna uygun davranıp onu kurumsallaştırarak ilerletip ilerletmeme sorunu orta yerde durmasına karşın, bu tarihsel seslilik düzeyi ayaklanmayla desibeli kulakları delen seslerin harmonisi olarak ezilenlerin birliği bağlamında büyük bir çıkıştır. Sessiz hiç olunmadı ancak bu kadar büyük çaplı bir sese de ulaşılamadı.
Direnişin öznesi ezilenlerdir Haziran Ayaklanması ruhunda komün pratiği, demokratik katılım tarzları ve demokratik platform olarak forumların ve halk meclisleri anlayışının, hiçten çıkmadığı, tarihsel mücadelenin bellek birikimi olarak isyanın sürdürülmesinde çözüm gücü olduğu ve gerçek halk demokrasisi ve sosyalizm algısının kabiliyetini de gösterdi. Ayaklanma bu anlamda ideolojik somutluk bağlamında yapılmak isteneni yapan olarak yeni eşik ve tarzın da açığa çıkmasına vesile oldu. Bundan aşağı bir ideolojik feraset kitleleri ilerletmez, kitleler neyi istediğini gösterdi. Devrimcileri ve komünistleri isyanı derinleştirmek ve geliştirmek göreviyle yüz yüze getirdi. İsyanın politik, kültürel ve ideolojik gücü oldukça geniş tartışmalara ihtiyaç duymaktadır. Yayıldığı mekânsal boyutla direnişin politik aklı arasında bir bağ bulunmaktadır. Direnişin öznesinin hayatın her alanında ezilenler olduğu gerçekliğini göstermektedir. Belki politik kazanım anlamında önemli sonuçlar içermedi. Ancak kesinlikle politik kazanımı yaratacak kadar isyanın oluşmasına yönelik de içten bir bilinç yaklaşımını geliştirdi. Kültürel olarak erkek egemen zihniyeti duvarlardan ve dillerden sökmeye önemli bir katkı sundu. Hem de şovencilik histerileri ve Mustafa Kemal’in askerlerini Mustafa Keser’in askerleri haline getirip durumlarını trajik kılan tam hak, eşit birliktelik ve halkların ve ulusların birliğini savundu. İnançlar sorununda Alevilerden Hristiyanlara ve inançsızlara, devletin dini anlayışını reddeden antikapitalist Müslümanları içeren yeryüzü sofralarında birleştirdi. İdeoloji alanında öyle bir çıkış yaptı ki, toplumsal üretim ve ihtiyacına göre tüket anlayışını pratik olarak komün örneğinde sergiledi, yönetme ve yönetilme meselelerinde üst yapı kurumları ve
kitleler boyutuyla karar alma ve tartışma mekanizmaları, forumlar vb. geliştirerek nasıl bir yönetim ve demokratik katılımın gerekli olduğunu gösterdi. Bu isyanın ruhunda bürokratik temsiliyetçilik yoktur. Bu isyanın ruhu sosyalizmin bilimsel aklına yürümüştür. Bu isyanın politik kalkışma gücünden, parlamento aklını yaratmak isteyen her bakış açısı fena halde yanılmaktadır. Bu isyan bu akla patladı ve bu akılla yürüyecek olanlara da patlar. Haziran Ayaklanması’nın parlamentoya sığmayan ve politikleşen kitle hareketinin çözüm ve demokratikleşme yönelimini, parlamentoların salonlarında görenler hareketin ruhuna yabancıdır. Parlamentodan yaralanmayı stratejik çözüm aracı olarak görenlerin bu hareketi ve gelişen yoksunluk ve yolsuzlukla, özgürlük arayışlarını karanlık dehlizlerde boğması kaçınılmazdır. Doğan şafağın renginde özgürlük var ve bu halkın öz iktidarına dönüşmelidir. Şafağı kızıllaştırmak için ve halk hareketi için birleşik kitle eyleminin gereği olan sorumluluk ve siyasal olgunluğu bütün devrimci demokratik hareketler göstermek durumundadır. 2008’de başlayan klikler tasfiyesi sonlanmamış yeni biçimlerde devam ederek yürütülmektedir, bu defa çok daha genel ve derin bir açmazdadır. Kitlelerin gözünde burjuva partileri de önemli oranda teşhir olmuştur. Tabii ki bir algı yaratmaya çalışmaktadırlar, bu anlamıyla bu isyanı önlemek de önemli bir yerde durmaktadır. Devlet krizi birkaç yılı alacak karakterde özellikler içermektedir. Her kitle hareketi ve siyasal gelişim bunu muazzam derinleştirecek
ve kitlerin dönüşümünü gerçekleştirecektir. Büyük imkanların dönemi açılmıştır. Haziran Ayaklanması’nın muştusu gelişecektir. Gelişen devrimci akımdır. Birleşik eylemi inşa etmek için sürece bütünlüklü ve birlikte yaklaşmak, geleceği belirlemede ve dönemin kimin lehine sonuçlanacağını gösterecektir.
‘Bu çelik aldığı suyu unutmayacak’ Berkin Elvan’ın hayatını elinden alanların cevabını yüz binlerce insan, kentlerin meydanlarını zapt ederek vermektedir. Bu isyan ruhu yıkıcıdır. Ve burjuvazi bu ruhu durduramayacaktır. Çünkü tarihsel derinlikten gelen ve her an ilerleyen bir yan taşımaktadır. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın ifadesiyle “bu çelik aldığı suyu unutmayacak”, tarihin hükmü odur ki ezilenler bunu unutmuyor. Ve komünistler, devrimci ve demokratik hareketler, kurumlar, bireyler, entelektüel aydınlar fabrikalarda, kahvehanelerde, tarlalarda ve okul kampüslerinde, kadınlar, LGBTT’ler, ezilen uluslar, milliyetler ve ezilen inançlar, dahası hayatın yaratıcıları her gün çeşitli boyutlarda bunu tartışıp anlama, anlamlandırma ve pratiğe geçirme uğraşındadır. Bu isyanın özü anlaşılacaktır ve bu isyanın rotası devrimci sularda ilerleyecektir. Bir kez tartışılmaya başlandı. Gün gelecek isyanın sahibi olan yığınlar, doğruları ve yanlışları yaparak öğretecek ve öğretmeye devam edecektir. 1971 devrimci silahlı çıkış ve ardı sıra gelen devrimci partiler ve komünist partisinin
kuruluşu yeni bir tarihsel anlam içermekteydi. Dünyanın ve Türkiye Kuzey Kürdistan’ın durumu ve uluslararası komünist akıl ve Türkiye Kuzey Kürdistan’ın mevcut aklı arasından oluşan bir çıkıştı. Devrimci silahlı parti çıkışı, devrimci yönelime açık giriş anlamına gelmekteydi. Bugün dünyanın ve Türkiye Kuzey Kürdistan’ın aklı ve gerçeği ne diyor. Hiç de öyle milyonlara yapılan manifestolar gibi bir durumdan bahsetmiyor. Hiç de silahlı mücadele dönemi kapandı demiyor. Ama dedikleri tabii ki var, devrimci parti çıkışıyla başlayan ve silahlı devrimci parti çıkışının olmazsa olmazını belirleyen tarih, bugün devrimci parti çıkışından daha genele yayılan devrimci ve demokratik cephe çıkışını istemektedir. Birleşik eylem ve kitlelerin birleşik yönelimi bu anlama gelmektedir. Bu partilerin ve ideolojik farklılıkların tarihe karıştığı anlamına gelmez, dünyayı bilimsel yorumlama ve ideolojik bakış kesinkes mücadeleyi gerektirir. Bu anlamda ideolojik farklılıklar ve örgütsel ayrılıkların devrimci birleşik cepheyle yeniden ele alınma dönemidir. Onlar ve yüzlerle başlayan bu toprakların devrimci pratiği, aktif olanların ve aktif olmada atıl olanların milyonudur. Bu milyonluk gerçek, yeni bir yaklaşım geliştirmeyi ve uygulamayı gerekli kılıyor. Uluslararası ideolojik mücadele ve politik mücadele Türkiye Kuzey Kürdistan’da 68 gençlik hareketi, toprak işgalleri,1970 Haziran direnişi, öğrenci direnişleriyle mayalanıp, devrimci silahlı çıkış olarak başlayan ve ideolojik siyasal çözümlemeler ve askeri oluşumlara dönüşen devrimci komünist partilerin çıkışı, dünyadaki ve ülkedeki gelişmelerin, tarihsel birikim ve kitlelerin eylemleriyle ortaya çıkan Haziran Ayaklanması pratiği açık hale getirmiştir ki, yolu devrimci birleşik cephe yönelimi sağlayarak devam ettirmeye doğru bir yönelim ortaya çıkacaktır. Bu isyan ne ideolojik ne politik ne de kültürel olarak buzlu sulara gömülmez, isyan ruhuna uygun davranışı istemektedir. Ne parlamentocu temsiliyet, ne erkek egemenliği, ne de şoven ve tekçi yaklaşımlar bu isyanı boğamaz, olsa olsa bu isyanın çok daha köklü gelmesini ve kendilerini vurup geçmesini sağlar.
16
kadın haber
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Cİnsel sömürüye sessİz kalma dİren, mücadele et Londra’da Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin ”Cinsel sömürüye sessiz kalma diren, mücadele et!” şiarıyla düzenlediği kampanya kapsamında, İstanbul LGBT Dayanışma Derneği temsilcisinin de katıldığı bir panel düzenlendi 19 Mart’ta Londra’da Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)’nin ”Cinsel sömürüye sessiz kalma diren mücadele et!” şiarıyla düzenlediği kampanya kapsamında, İstanbul LGBT Dayanışma Derneği temsilcisi Çirüsk Arat’ın katıldığı bir panel düzenlendi. Mart ayında yitirilen Berkin Elvan ve Erhan Gencer şahsında tüm devrim şehitleri için saygı duruşuyla başlayan panelde ilk konuşmayı ADKH temsilcisi yaptı. Temsilci yaptığı konuşmada devam etmekte olan kampanyaya dair bilgilendirme yaparak dünya üzerinde yaşanan cinsel sömürüye dair bilgiler verdi. ADKH temsilcisi bu sömürüyü daha ağır şekilde yaşayan cinsel yönelimlerin yaşadıkları durumun kendileri açısından daha çok öne çıkarılmasını istediklerini belirtti. Temsilci LGBT bireylere yönelik toplumdaki anlayışları mahkum ederek bu insanların durumlarına bir nebze de olsa dikkat çekip farkındalık yaratma amacıyla bu paneli düzenlediklerini açıkladı. Ardından sözü LGBT temsilcisi Çirüsk Arat’a bıraktı.
‘LGBT bireyler toplum ve devlet şiddetine maruz kalıyor’ Konuşmasına LGBT derneğinin neler yaptığına kısaca değinerek başlayan Çirüsk Arat devamında şöyle konuştu: “ Ötekilerin bir araya gelmediği, birleşmediği, birlikte mücadele etmediği hiç bir coğrafyada mücadele başarıya ulaşmadı. Şöyle bir gerçeklik var; şiddet dediğimiz kavram öyle bir kavram ki çocuktan başlıyor oradan kadınlara ulaşıyor, oradan azınlıklara ulaşıyor, inançlara ulaşıyor ve oradan bir bakıyorsunuz toplumun hepsi şiddetle kavruluyor. Bu şiddet sarmalı büyüyor ve bir noktadan sonra bir de bakıyoruz ki yaşadığımız katliamlar normale dönüşüyor. LGBT’lilerin yaşadığı şiddeti biz iki kategoride topluyoruz. Toplum ve devlet şiddeti. Devlet şiddeti de kendi içinde ikiye ayrılıyor. Devlet ve polis şiddeti. Devlet şiddetini mevcut hükümetin söylemleri oluşturuyor. AKP hükümetinin söylem-
leri aslında katliama davetiye çıkarıyor. Kendi namus ve ahlak kurallarıyla söylemlerde bulunan hükümet, ölen kadının cesedine 6 saat boyunca tecavüz eden anlayışları nereye koyuyor? Bu Müslümanlığın neresinde duruyor diye sormak istiyoruz”. Arat konuşmasına şu ifadelerle devam etti: ”Başbakan ve bakanların söylemleri doğrultusunda devletin kurumları ve yargı organları da bu nefreti pratikte uyguluyor. ‘Ben sizi koruyup kollayacağım kısa bir süre sonra toplumun arasına geri döneceksiniz’ demesiyle nefret suçlarını teşvik ediyor. Buradan nefret cinayetlerine gelirsek Türkiye’de 2009 yılından bu yana 70′e yakın trans kadın çok vahşi biçimlerde öldürüldü. Katilleri de 2-3 yıllık cezalarla salıverildi.” Arat trans kadınların yüzde 99′nun ‘seks işçiliği’ yapmak zorunda olduğunu belirterek bu kadınların başka bir iş yapma şanslarının olmadığı için zorunlu olarak ‘seks işçiliği’ yaptığını kaydetti.
‘Trans kadınlar ne iş yapacak?’ ”Bu toplum içinde çalışmak istedikleri alanları açmazsanız, yaşam alanları yaratmazsanız ne olacak haliyle bu insanlar bu işi yapacaklar” diyen LGBT temsilcisi, ”Bu anlamda buna fuhuş demek çok tehlikelidir çünkü bu erkek egemen bir söylemdir ve bu söylemle siz bu işi yapmak
zorunda olan kadını ötekileştirirsiniz. Sosyalist hareket bugüne kadar bu noktada ileri bir yerde durmuyor. Kadın sorununun devrimden sonraya ertelenmesi anlayışı gibi bu sorunda devrimden sonraya ertelenecek demektir” dedi. LGBT’lilerin yaşadıklarına dair Kaypakkaya geleneği ve ESP’nin ileri bir noktada durduğunu söyleyen Arat, ”Bu sosyalist hareketlerin samimi olması bizim kaybettiğimiz umudumuzu yükseltecektir” dedi. ”Toplumda genel ahlak kurallarından dolayı yer bulamayan Trans kadınlar ne iş yapacak diye sormak istiyorum” diyen Arat, sözlerini şu ifadelerle bitirdi: ” Tüm kapıların kapatıldığı bir toplumsal yaşamda geriye zorunlu seks işçiliği kalıyor. Ve bu zorunlu seks işçilerinin alanlarını rahatlatmak bunların yaşam taleplerine destek olmak devrimci görevlerden birisidir. Çünkü kadınlar da kendi örgütlülükleri içerisinde böyle bir talepte bulunuyorlar ve devrimcilerin görevi de bu reform taleplerinin desteklenmesidir. Yaratamadıkları alanlarda, bu alanları yaratırlarsa da zaten reformlara gerek kalmayacaktır. Bir de işe şu yönden bakın bunca trans kadın seks işçiliği yaparken, bu kadınlara kimler gidiyor. Toplumun ahlak bekçiliğini yapan erkekler gidiyor. Bir taraftan erkekler dışlıyor katlediyor ama bir yandan da o insanlara müşteri
olarak gidiyorlar. Bence artık şiddete karşı bir kez daha düşünmek lazım. Zulmün, katliamın ve acının hayatımızın bir parçası olduğu böyle bir düzene karşı hak ve özgürlük arayışımız sadece kendimiz için değil toplumun tüm kesimleri için olmalı. LGBT’si için, kadını için, Kürt’ü için, Alevi’si için de olmalı. Zira bir kesime uygulanan şiddet toplumun tüm kesimlerini vuruyor. Bu anlamda kadına yönelik şiddet dediğimizde trans kadınları da bunun dışında tutmadan mücadele etmemiz gerekiyor.”
ADKH: Birlikte mücadele etmeliyiz Soru cevap bölümünün ardından ADKH temsilcisi yaptığı kapanış konuşmasında şunları söyledi: ”LGBT bireylere yönelik tüm bu şiddet ve nefret cinayetlerine karşı biz kadın örgütleri olarak destek mücadelesi değil bizzat onlarla birlikte bunun bir parçası olarak mücadele etmeliyiz. Erkek egemen anlayışın tipik kadın rollerinden kendimizi arındırıp gerek toplumsal yaşamda gerekse de devrimci mücadelede bilinçli ve duyarlı kadınlar olarak sadece kendimiz için değil bizim yaşadığımız şiddetin daha katmerlisini yaşayan ve ötekileştirilen cinsel yönelimlerin hak ve özgürlük taleplerini de kendi bayraklarımıza yazmalıyız.”
güncel haber
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Sağlık yok ama katil hırsız sefalet var Günümüzde artık sağlık hizmeti ticarileştirilerek parayla alınıp-satılan, üzerinden ‘kar’ elde edilen bir hizmete dönüştürülen, çalışanların iş-işyeri güvencesini kaldıran, performansa göre çalıştırılarak rekabet ettirilen, ağır iş yükü altına sokulan, her türlü şiddetle karşı karşıya getirilen bir alan haline getirilmektedir
İşçi ve emekçilere zulüm, işkence ve biber gazı hizmeti sunan AKP iktidarı, sağlık hizmetini hak olmaktan çıkararak piyasalaştırdı. Günümüzde sağlık hizmetini ticarileştirerek parayla alınıp-satılan, üzerinden ‘kar’ elde edilen bir hizmete dönüştüren, çalışanların iş-işyeri güvencesini kaldıran, performansa göre çalıştırarak rekabet ettiren, ağır iş yükü altına sokan, her türlü şiddetle karşı karşıya getirmektedir. Sağlık emekçileri angarya çalıştırılarak emekçilere sunulan sağlık hizmeti niteliksizleştirilmiştir. Her fırsatta sağlıklı yaşamdan dem vuranların işçi ve emekçiler alanlara indiğinde sundukları sağlık hizmeti gözlerimizi yaşartmaktadır. Emekçi çocuklarının kafasını ve gözünü yaran bu da yetmezmiş gibi canını alanların halkın sağlığı hakkında ne düşündüğü gayet açıktır. Ülkede sembol haline gelen Berkin Elvan’ı komada olduğu dönemde hastaneden taburcu etmeye çalışan, tepkiler üzerine geri adım atan AKP iktidarını çok iyi tanıyoruz. Eskişehir’de AKP iktidarının polisleri tarafından öldüresiye dövülen Ali İsmail Korkmaz’ın doktor tarafından tehdit edilmesini ve evine gönderilmesi yine AKP iktidarının halkın sağlığı konusundaki düşüncelerini gösteren iyi bir örnektir. Gaz odalarına dönen kentlerimizden bahsetmiyoruz bile.
Sağlık hizmetleri ticarileştiriliyor Sağlıkta devrim yaptığını iddia eden iktidar, her gün çıkardığı yasalarla sağlık alanını tam bir kaosa sürükledi. Artık ülkemizde
parasız sağlıktan söz etmek imkansızdır. İşçi ve emekçilerin sağlıklı yaşam koşulları tamamen ortadan kaldırıldı. Sağlıksız koşullarda barınmaya mahkum edilen işçi ve emekçileri, paralarını sıfırlamak için villalar almaya kalkan Erdoğan’ın anlaması olanaksızdır. Yaşadığımız doğa bile devlet tarafından elimizden alınarak katledilmektedir. İşçi ve emekçilere beslenmek için ise simit öneren bir başbakanın sağlıklı beslenmekten ne anladığı ortadadır. Alınan en basit sağlık hizmetinde bile eczaneler aracılığıyla para istenmektedir. Alınan her ilaca ödenen ücret de cabasıdır. Devletin vermek istediği mesaj açıktır ki; paranız yoksa ilaç da yok sağlık hizmeti de. 2002 yılında başlatılan sağlıkta dönüşüm politikasıyla sağlık ocakları tasfiye edilerek, aile hekimliğine geçilmişti. Aile Hekimliği Sistemi yürürlüğe girdiğinden beri bu sistemin ülke gerçekleriyle uyumlu olmadığını, koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesi yerine, giderek poliklinik ağırlıklı sistem getirildiğini, dolayısıyla koruyucu sağlık hizmetlerinin yeterince yerine getirilemediği defalarda ifade edildi. Sağlık emekçileri joker gibi kullanılarak verilen sağlık hizmetinin niteliği sıfırlanmaktadır. Birçok hastanede performansa dayalı hizmet dayatılmasından kaynaklı, sağlık emekçileriyle halk karşı karşıya getirilerek birbirine kırdırılmaktadır. Sağlıkta yaşanan piyasalaştırmanın tarafı sağlık emekçileri gibi yansıtılmaktadır.
İş yerleri sağlıklı yaşam alanları değildir
Çalışma alanları sermayenin kar hırsı yüzünden, ölüm tuzaklarıyla doludur. İşçi ve emekçilerin ülkemiz koşullarındaki çalışma saatleri ortada olunca, yaşamlarının büyük bir bölümünü nerdeyse tamamını işyerlerinde geçirdiği ortadadır. İşyerlerinin sağlıklı yaşam alanları olduğunu söylemek ise bırakalım deveye hendek atlatmayı, kanatsız uçurmaya benzemektedir. Kadın emekçilere kürtaj gizlice yasaklandı. Medula Hastane sistemi olarak bilinen GSS (Genel Sağlık Sigortası) ile sağlık tesisleri arasında, hizmetlerin ödemesini gerçekleştirmek için oluşturulmuş sistemde kadın doğum doktorları kürtaj işlemi yapamamaktadır. Medula sisteminden kürtaj için gerekli ‘tıbbi tahliye’ bölümünün silinmesiyle yasal olarak belirlenmiş 10 haftalık sürede kürtaj talep edenlere’ hizmet verilemiyor. Kamu hastanelerinde sosyal güvence kapsamında 10 haftaya kadar ücretsiz uygulanması gereken kürtaj uygulaması hiç yasal dayanak olmaksızın sona erdirildi. Online kayıt sisteminde kürtaj işlemi için kullanılan ‘tıbbi tahliye kodu’ kaldırılınca, bu konuda yapılan tüm tetkik ve hizmetler otomatik olarak durdurulmuş oldu. Öte yandan ‘spiral’ olarak da adlandırılan ve kamu hastanelerinde kadınlara ücretsiz olarak uygulanması gereken rahim içi araçlar (RİA) da doktorlar tarafından yazıldığı halde hastaneler fatura edemediği için ancak ücret karşılığı takılabiliyor. Ucuz işgücü yaratmak için her fırsatta çocuk yapılmasını isteyen AKP iktidarı, böylelikle paran yoksa doğuracaksın mantığını devreye koydu.
17
Tunceli Üniversitesi’nde ders yok inşaat var TOKİ tarafından yapılan ve ihaleye göre 700 gün içerisinde tamamlanacağı belirtilen Tunceli Üniversitesi’nde inşaat çalışmaları hala devam ediyor. Üniversite öğrencileri bu çalışmalardan olumsuz etkilenirken, üniversite içerisindeki bazı yollarda ve binalarda çökmeler ve su sıkıntısı yaşanıyor Tunceli Üniversitesi kampüsü 23 Haziran 2011 tarihinde, 35 milyon 750 bin TL bedelle ihaleye çıkarıldı. Yüklenici firmayla 14 Eylül 2011’de sözleşme imzalanmasının ardından, TOKİ firmaya yer teslim etti. Sözleşmeye göre 53 bin 772 metrekarelik inşaat alanı üzerindeki yapım işinin 700 gün içinde tamamlanması planlanıyordu. Üniversitenin yapımının Üniversite yapımının üzerinden 3 yıl geçmesine karşın, üniversitede inşaat halen devam ediyor. İnşaat çalışmalarından olumsuz etkilenen öğrenciler, sağlıklı bir ortamda eğitime ulaşamıyor. Üniversite yeni açılmasına karşın, yolları bozuk, kaldırımlarda, binaların zemininde ve kolonlarında çökmeler var ve öğrencilerin can güvenliği için büyük tehlike oluşturuyor.
Üniversite binalarında ve yollarda çökmeler tehlike oluşturuyor Rektörlük binası ile binanın yan taraflarında ve yollarda kaymalar var. Üniversite öğrencilerinin gerek binalardaki çökmeler gerekse de kaldırımda yürürken yaşanabilecek çökmeler nedeniyle ciddi sakatlıklar yaşama riski bulunuyor. Üniversite öğrencileri yaşanan su sıkıntısı nedeniyle yemeklerin de iyi olmadığını belirtirken, okulda oldukları zaman su vanalarının kapatıldığını, okulda olmadıkları zaman ise açıldığını ifade ediyor. Suların bir hafta boyunca akmadığı zamanlar yaşanırken, yağmurlu havalarda sular aktığı zaman ise sular çamurlu ve bulanık akıyor. Suların akmaması nedeniyle temizlik işçileri zor durumda kalıyor ve öğrenciler de ciddi sıkıntılar yaşıyor. Üniversitede içme suyu konusunda da sıkıntılar yaşanırken, parası olan öğrencilerin hazır su alabilmesine karşın ekonomik durumu iyi olmayan öğrencilerin üniversite içerisinde su ihtiyacını karşılayamadığı ve Dersim gibi suları içmeye elverişli bir şehirde bu sıkıntıların yaşanmasının üniversite yönetiminin vurdumduymazlığından kaynaklandığı belirtildi. Üniversitede iki tane su deposu yapılmasına karşın depoların kalekola çevrildiği ve üniversitenin karakoldan bir farkının kalmadığı ifadeleri de üniversite öğrencilerinin aktardığı konular arasında bulunuyor.
İnşaat nedeniyle derslere konsantre olamıyorlar Öğrenciler ders sırasında yanlarında bulunan binadaki inşaat çalışmaları nedeniyle derslere konsantre olamazken, vize ve finallerde kötü notlar alma riskiyle karşı karşıya bulunuyor. Üniversitede başıboş dolaşan köpekler de öğrenciler için tehlike arz eden konulardan biri. Üniversitede ve üniversite dışında yolsuzlukların yapıldığını belirten öğrenciler, öğrenci işleri binası ile öğrencilerin ders gördüğü fakülte binasının zemin katında ve dışında çökmeler olmasına karşın herhangi bir önlemin alınmadığını belirtti.
Üniversitede çöpler toplanmıyor Üniversite içerisinde sivil polislerin dolaşarak bazı öğrencileri gözetlediğini ve onlar üzerinde baskı kurmaya çalıştığını belirten öğrenciler, sivil polislerin üniversite içerisine girişinin engellenmesini istiyor. Üniversitede çevre temizliğine önem verilmeyerek çöpler toplanmıyor. Bu nedenle çeşitli hastalıkların ortaya çıkma riski bulunuyor.
18
güncel haber
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
AKP İktİdarı baskı polİtİkalarını ARTIRDI
AKP o kadar deşifre olmuş durumdadır ki baskı politikalarıyla önünü alarak yeni bir pozisyon takınma şartları oluşturmak istemektedir. Bu anlamıyla burjuva basına yapılan baskı ve sansür ile demokratik devrimci basın yayın ve televizyonlara yapılan baskı düzeyleri farklı olmakla beraber hep bu kendini garantiye alma yönelimi sonucundadır Tarihsel perspektif göstermektedir ki, egemen sınıflar tarihin her sürecinde çeşitli politikalarla halk kitlelerini baskı altına alarak yönetmeyi ve garantileme pratiklerini icra etmişlerdir. Tarihin bu doğrusu dün olduğu gibi bugünün de gerçeğidir. Egemen olan burjuvazi sınıfı genel olarak sömürü siyasetini sağlamak açısından kendi için özgürlük anlamına gelen, kitleler için baskı anlamına gelmekte olan ekonomik politik bir siyasal sistem kurmuş durumdadır. Bu genel doğru içerisinde başkaca doğru uzantıları bulunmaktadır. Burjuva sınıfı çeşitli ekonomik politik kliklere ayrılmış durumdadır. Burjuva kliklerinden herhangi biri, bu kapitalist sistemin bütün nimetlerinden yararlanma anlamında kendisini merkez güç haline getirecek politikalara başvurmayı doğal bir aklı olarak uygular. Çünkü kapitalist değer yasası ve azami kar temeli siyaset, ekonomi ve toplumsal ya-
şamda geçerli olan ana hareket yönelimiyken, sistemin taşıyıcı sınıfının kliklerinin bu durumu bir tarafa bırakarak kendi klik çıkarlarını hiçe sayması, kapitalist paradigmanın mantığına aykırıdır. Kaçınılmaz olarak kapitalist paradigmayla toplumsal yaşamı ve değerler sistemini tanımlayan birey ve grupların,onun doğal öz mantık sistemiyle hareket etmesine yol açar. Bu bağlamda kapitalist sistemi her burjuva klik daha fazla sömürü ve egemenliğin elde edilmesi olarak, kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmeye çalışır. AKP’de cisimleşen şey bu anlamıyla ona has bir sorun değildir. Bu tarihte çokça örneklerle gösterilebilecek burjuva bir metottur. Kitapların yakıldığı, yayınların yasaklandığı, yayıncı ve yazarların tutuklandığı, sansür politikaların her daim devrede olduğu gerçeği, tarihin eylem aklı olarak orta yerde durmaktadır. Bu burjuvazinin aklıdır ve tarzıdır. Uygulayıcıları ve biçimi değişen ama özünde hep aynı olan kitleleri baskı ve zorla dizginleme siyasetidir.
AKP’nin özgürlükler karşısındaki yasakçılığı AKP sınıfsal niteliği itibarıyla burjuva bir partidir. Dolayısıyla AKP politikalarında kitlelerin çıkarlarını değil, kendi sınıfsal ve klik çıkarlarını esas alan politikalar üreterek hayata geçirir. AKP gerçeği bu olmasına karşın, toplumun özgürlük sorunlarının bazılarını kullanarak bir demokrasi maskesi takma uğraşını kullandı. Çeşitli politik kesimlerle başta
liberaller olmak üzere AKP’nin bu misyonla hareket etmesinde önemli düzeyde teorik temel yaratarak ideolojik bir manipülasyon sürecini işletti. Nitekim AKP ilerledikçe ittifak dağılırken, bu söylemlerden ziyade başkaca söylemleri ortaya koyan yeni politik konsept AKP tarafından oluşturuldu. Yani değişim biçimsel olup dün ve bugün açısından özünde temel bir düzeyde değişim geçirmemiştir. Dün de özgürlükler karşısında ezen ve zulmeden olduğu gibi bugün de aynı durum vardır. AKP’nin iktidar kliği olarak tüm iktidarı alma hamlesinde tarihsel kamburlardan bahsetmesi bir çırpıda onu özgürlük yanlısı gösteren burjuva liberalizminin yarattığı veya yaratmaya çalıştığı bir algıydı. Nitekim Kemalistlerle girdiği iktidar savaşında Dersim Katliamı’ndan bahsetmesi böyle bir noktadan ötürüdür. Ama çok basit olarak aynı AKP zihniyeti, Roboski katliamın sorumlusu ve uygulayıcı olarak da tarih tarafından eylemiyle deşifre oldu. Baş örtüsünde özgürlük sorunu olan kitlelerin sorunlarını temel hedef olarak çözme yaklaşımıyla hareket etmekten ziyade, bunu toplumsal bir temel ve oyla destek deposu şeklinde kullanmakla hareket etmiştir. Farklı mezhep ve farklı dini gruplarla, inanmayanların özgürlük sorunu bu açıdan aynı yerde durmaktadır. Bu noktada ne değişmiştir. Bu bağlamda ezilenlerin baskı altında olanların özgürlük sorunlarını ortadan kaldıracak hangi adımı atmıştır. Çok açık ki bu anlamıyla ezilen mezhepler ve başka dini
gruplara mezhep kitlelerin taleplerini karşılama değil, özgürlüğünü engelleyen olarak AKP durmaktadır. Kadınlar ve cinsel yönelim politikalarında tecavüz, katliam ve toplum dışı ilan etmesine yol açan toplum aklının sahibi olarak rol oynadı ve oynamaktadır. Çocuk doğurma ve kürtajı yasaklama politikaları, beden özgürlüğü yaşam geleceğini belirlemeye yapılmış en despotik baskı politikası değil midir. Demek ki bu bağlamda AKP özgürlük karşıtı bir duruşun sembolü rolündedir. Bununla birlikte gençliğe yaklaşımı ve evleri ayırmanın ahlak zabıtasına soyunmuş bir parti olarak AKP’nin misyonu açıktır. Uluslar ve ezilen azınlıklar politikasında açılım adı altında uzun vadeye yayılmış teslim alma stratejisi uygulayan AKP değil midir? Hrant Dink suikastı AKP döneminin bir örneği değil midir? Hrant Dink cinayeti davasının akıbeti ortadayken, bu durum mu özgürlük ve adalet olarak sunulacak. İşçilere, köylülere kentsel dönüşüm adına evsizliğe ve kimlik parçalanmasına uğratılan kitleler için üretilen bu politikalarla ezilenlere vaat edilmiş olan hangi özgürlük var ortada vb… Yüzlerce örnek vermek çok kolay bir durumdur. Çünkü AKP halk kitlelerine ve ezilenlere özgürlükten öteye baskı olarak onlarca politika üretip hayata geçirmiştir. Yani kapitalist sistemin halk kitlelerinin temel hakları karşısında faşizan karakteri, AKP tarafından pratikleştirilmiştir.
AKP’nin bugünkü yasak ve sansür politikalarının nedenleri
güncel haber
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Yukarıda bahsettiğimiz gerçekler göstermektedir ki, kapitalizm ezme ve sömürme olarak bu tipten politik, ekonomik ve kültürel uygulamaların kaynağıdır. Bu anlamıyla kapitalist sistem ve onun devlet mekanizmasının devrimci savaş yoluyla parçalanıp dağıtılması elzemdir. Aynı zamanda yukarıda bahsettiğimiz gerçekler, sistem partilerinin her daim başvuracağı yöntemler bağlamında ayrımsız gerçeklik durumundadır. Bugün açısından AKP’nin twitter ve youtube’u engellemesi ve buraya erişimi yasaklaması, bu temel mantıktan gelmektedir. Veya burjuva medyanın kuruluşları üzerinde sansür ve baskı politikası uygulaması, RTÜK ile yayın konularının içeriğine müdahale etme veya yasaklama yönelimi bu temel gerçeğin aktüel bir karşılığıdır. Twitter ve youtube sansürü ile medya kuruluşlarına baskı uygulamanın bu dönem açısından özel bir durumu söz konusudur. AKP Gezi Ayaklanması’ndan beri kitlelerin ‘sosyal medya’ denilen iletişim ağlarıyla politik teşhir ve birlikte hareket edip refleks yaratma anlamıyla bir yardımcı rol oynamasından dolayı epey telaşlı bir duruma düşmüştür. İnternet yasakları ve sınırlandırma düzenlemeleri bu anlamıyla bu denetimin zayıf durumunu engelleme ve zarar vermeyecek bir çerçevede sınırlandırma anlayışının sonuçları olarak yasallaştırıldı. AKP yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından, Suriye savaşındaki rolüne kadar birçok bağlamda teşhir olmuş durumdadır. Mevcut durumda pozisyonunu yeniden düzenlemek için attığı her adım çeşitli iletişim kaynakları üzerinden teşhir olmaktadır. Bu bazen diğer klikleri deşifre ettiği çeşitli kasetler biçiminde olduğu gibi bazen de gündelik hayatın herhangi bir sorunun çeşitli alanlarda halk tarafından gösterilmesi veya yorumlanması biçiminde olmaktadır. Bu durum AKP’nin gediği kapatma kapasitesini zayıflatmaktadır, bunun için sansür politikalarıyla kendisine karşı olan her içerik ve yönelimi engelleme ve durumunun politik olarak dezavantajlı bir hale dönüşmemesi için içerikten genel sansüre kadar çeşitli düzeyde engelleme politikaları uygulamaktadır. AKP o kadar deşifre olmuş durumdadır ki baskı politikalarıyla önünü alarak yeni bir pozisyon takınma şartları oluşturmak istemektedir. Bu anlamıyla burjuva basına yapılan baskı ve sansür ile demokratik devrimci basın yayın ve televizyonlara yapılan baskı düzeyleri farklı olmakla beraber hep bu kendini garantiye alma yönelimi sonucundadır. Basın yayın hiçbir zaman gerçek anlamda özgür ve objektif olmadı hep burjuvazinin çıkarlarına göre düzenlendi. Bugün de bunun dışında bir durum söz konusu değildir. Bunun için karşısında olan diğer burjuva kliklerin medya güçlerini de bu politikalarla hizaya çekmektedir. Bu
diğer burjuva kliklerin medya kanalları ise gerçek anlamda bir özgürlük için değil AKP’nin yerine geçme uğraşının sonucu olarak AKP’yi teşhir etmektedirler. Objektif olarak kitlelerin bilmesine yol açmaktayken sistem gerçeğini tek AKP gerçeği olarak yansıtıp yanılsama yaratmaktadırlar. Diğer açıdan CHP ve MHP gibi burjuva partileri de gerçek anlamda halkın çıkarları için bu yasakları eleştirmemektedir onlar yalnızca bu yolla AKP’nin zayıflatılmasını sağlayarak nemalanmak derdindedir. Bu yasakları dillendirmelerinin arkasında kısaca iki yan var birincisi bu yolla geniş kitlelerin desteğini almak ve özgürlükçü kesilmek, ikincisi buradan AKP’nin teşhirini derinleştirmektir. Yoksa kapitalist sistemin partilerinin, halk için düşünmek zorunda oldukları bir özgürlük sorunu yoktur. Diğer yandan bu yasaklara karşı çıkmak bu şirketlerin hesabına gibi gözükse de esas olarak burada sorunun kendisi halkın haber alma, yayma ve eleştirme haklarının elinden alınmasıdır. Mesele araçların ötesinde böyle bir karaktere sahiptir. Kitleler sessizliğe ve bilmeme durumuna sokulmak istenmektedir, buna karşı çıkmak doğru bir tutumdur. Genel olarak bu yasak ve baskı politikaları göstermektedir ki, AKP iktidarı kazanılmış hakları geri almaya, plan ve hedefleri karşında kitleleri birleşik eylemden kopararak tek tek kişileri bırakıp kitlesel hareketleri engellemeye çalışmaktadır. Hak ihlallerinin her zaman tırmandırılması yakın geleceğin kabul edilmesi zor olan politikaları için şartların sağlanmasıdır. Bu anlamıyla bu ihlal ve baskılar bir yanıyla kendini korumakken diğer yanıyla yeni baskı ve zulüm politikaları demektir. Ve bütün bunlar hedeflerini hayata geçirmenin adımları durumundadır. Kapitalist sistem ve onun her partisi için hareketi özgürlük, aklı kendi çıkarlarını gerçekleştirmedir. Adı ne olursa olsun hepsi için bu geçerlidir. Sadece bugün bunun adı AKP’dir.
19
İstanbul ‘KCK davaları’ görüldü İstanbul’da görülen "KCK ana davası’ ile ‘KCK basın davası’nda 37 Kürt siyasetçi serbest bırakılırken, 8 gazetecinin de tahliyesine karar verildi ‘KCK ana davası’ ile ‘KCK basın davası’nın görüldüğü İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kapatılmasının ardından tutuklu avukatları tahliye talebinde bulundu. Tahliye taleplerini değerlendiren İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 37 Kürt siyasetçi ile 8 gazetecinin tahliyesine karar verdi. Tahliye edilen 45 kişiye adli kontrol tedbiri getirilerek yurt dışına çıkış yasağı konuldu. Tahliye edilenlerden 37'si ‘KCK ana davası’ndan, 8'i ise ‘KCK basın davası’ndan tutukluydu. Tahliyesine karar ve-
rilen gazeteciler Semiha Alankuş, Nevin Erdemir Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nden, Kenan Kırkaya, Mazlum Özdemir, Mehmet Emin Yıldırım, Hüseyin Deniz, Haydar Tekin, Şehmus Fidan’ın ise Kandıra F Tipi Kapalı Hapishanesi’nden serbest bırakıldı. Serbest bırakılan gazetecilerden 27 ay tutuklu kalan DİHA editörü Mazlum Özdemir, tahliyelerin ardından yaptığı açıklamada, serbest bırakılmalarının yargının bir lütfu olmadığını belirterek şunları söyledi: "Tutuklanırken de aynı şeyi söyledik. Bize yapılan operasyon AKP-Cemaat ortak operasyonuydu. Bırakılmamız da ne yargının bir lütfudur ne de iktidarın özgürlükler yönünde attığı bir adımdır. Serbest bırakılmamız tamamen Türkiye demokrasi güçlerinin mücadelesiyle olmuştur.” 10 gazetecinin tutukluluk halinin devamına karar verilirken, ‘KCK ana davası’nda ise 43 kişi halen tutuklu bulunuyor. İki davada da tahliye talebinin reddedilmesinin gerekçesi olarak "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, bu suçlara yasada gösterilen olası cezanın alt ve üst sınırı, kuvvetli suç şüphesinin varlığı” gösterildi.
20
kültür sanat
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Romanda gelişen olayları anlatacak olursak; Dökülcek Köyü ile civar köylerin Amerikalıların av alanı olmasıyla birlikte yaban domuzu avlayan Amerikalılar, her gelmelerinde keklik diye tuttururlar. Bir gün Yaşar’ın babası Seyit bir Amerikalı avcıyla tanışır. Daha ilk görüşte çok sever Yaşar’ın kekliğini. Seyit, çevresinin baskısı ve kendisine iş bulacağı umuduyla kekliği gizlice Amerikalıya hediye eder. Yaşar Oğlan için büyük bir yıkımdır bu. Elvan Çavuş da bu duruma çok üzülür. Her şeyi göze alarak kekliğin peşinden Ankara’ya giderler.
Fakir Baykurt Keklik romanında, Yaşar Oğlan’ın kekliğini alan Amerikalılara karşı verdiği mücadeleyi anlatırken, zenginler ile yoksullar arasındaki sınıf çelişkisini ve çatışmasını bütün gerçekliğiyle yansıtmaktadır
Fakir Baykurt Keklik romanında Ankara’nın Dökülcek Köyü’nde dedesi, kekliği ve bir tanecik aşkı Güldane’yle yaşayan Yaşar Oğlan’ın hikayesini anlatır. Kekliğini alarak şehre götüren Amerikalı avcıya karşı Yaşar Oğlan’ın verdiği mücadele ile bu mücadelede kendini yalnız bırakmayan dedesi Elvan Çavuş’un hikayesi romanda, okura bütün gerçekliğiyle yansıtılır. Baykurt, romanda safını ezilen halk kitlelerinden yana açıkça ortaya koyarken, zenginlik ve yoksulluk kavramları üzerinden sınıf çatışmasını gerçekçi bir anlatımla destanlaştırmaktadır. Roman yoksul insanlarla zenginler arasındaki sınıf çelişkisi ve çatışmasını anlatmasının yanı sıra, esasında devlet yönetimin kimleri koruyup kolladığını da net olarak ortaya koyar. Bu gerçekliği, Amerikalıya karşı Yaşar Oğlan’ın mücadelesi üzerinden öğreniriz. Romanda kekliği zorla elinden alınan Yaşar Oğlan’ın, kekliğini almak için büyük şehre giderek verdiği mücadele ekseninde, sınıf çelişkileri bütün gerçekliğiyle verilir. Keklik romanı bu özelliğiyle edebiyat tarihimizdeki haklı yerini alan bir yapıt olma özelliğini korumaktadır.
Yaşar Oğlan’ın en büyük tutkusu kekliğidir Keklik romanındaki karakterlerle hikayeye kısaca değinecek olursak; Yaşar Oğlan’ın en sevdiği dedesi Elvan
Yaşar ile dedesi işkence görür
KEKLİK
Çavuş da romanın başkarakterlerindendir. Elvan Çavuş haksızlıklara boyun eğmeyen ve sesini yükseltmekten çekinmeyen bir karakter olarak dikkati çekmektedir. Kendisini ipe götüreceklerini bilse de kimseden sözünü sakınmayan ‘yaman bir ihtiyardır’.
Yaşar Oğlan’ın en büyük tutkularından biri kekliği diğeri de Gülnare’ye olan aşkıdır. Yaşar Oğlan’ın kekliğini kırda bulup “elcik” etmiş yani kendisine alıştırmıştır. Kafesini açıp kekliği bıraksa da, keklik birkaç gün sonra evin yolunu bulup yeniden Yaşar Oğlan’ın yanına gelerek onu yalnız bırakmamaktadır.
Romanın hikayesi asıl bu olaydan sonra başlamaktadır. Yaşar Oğlan ile Elvan Çavuş şehirde insanın insana yaptığı en büyük zulümleri görürken, çeşitli baskılarla karşılaşmalarının yanı sıra, gözaltına alınarak işkence görürler. Ve tek istedikleri Yaşar Oğlan’ın kekliğini geri almasıdır. Fakir Baykurt bu romanında Yaşar Oğlan ve dedesi Elvan Çavuş’un yaşadığı olaylar üzerinden sınıf çatışmasını bütün gerçekliğiyle verirken, düzenin esasta kimlerden yana olduğunu da yaşayarak öğrenirler. Yaşar Oğlan ile dedesi Elvan Çavuş romanda, haksızlıklara, adam kayırmacılığa, ahlaksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı insan olmanın, yaşadıkları baskılara karşın insan kalmanın en güzel mesajını verirler. Biri genç biri yaşlı iki insanın yaşanan onca baskılara karşın doğrudan, güzelden ve adaletten yana direnişi romanda destansı bir şekilde anlatılarak okura umudun ve yaşama sevincinin en güzelini verilir. Romanın finalinde Yaşar Oğlan ile dedesi Elvan Çavuş gördükleri baskılara karşın yılmadan mücadele ederek kekliği alacaklar ve umut Fakir Baykurt’un bütün romanlarında olduğu gibi yeniden yeşerecektir.
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
21
ANTAGONİZMA AİLE
B
Kazım Öz Fransa’yı protesto etti Yönetmen Kazım Öz son filmi ‘He Bû Tune Bû’ (Bir Varmış Bir Yokmuş) filmine, 36. Festival Cinéma du Réel tarafından verilen ödülü, Fransa’nın Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan’ın katledilmesi karşısındaki tavrı nedeniyle reddetti Yönetmenliğini Kazım Öz’ün yaptığı ‘He Bû Tune Bû’ (Bir Varmış Bir Yokmuş) filmi bu yıl 36.’sı düzenlenen Festival Cinéma du Réel tarafından 40 film arasından ödüle layık görülen 11 filmden biri oldu. 2030 Mart tarihleri arasında düzenlenen festivalde başvuruda bulunan 23000 film arasından 40 film gösterime girdi. Kısa ve uzun metrajlı filmlerde 26 ülke temsil edilirken, Kazım Öz’ün ‘He Bû Tune Bû’ (Bir Varmış Bir Yokmuş) filmi 40 film arasından ödüle layık görülen 11 filmden biri oldu. Öz ‘He Bû Tune Bû’ (Bir Varmış Bir Yokmuş) filminde Ankara’ya mevsimlik tarım işçiliği yapmaya gelen Batmanlı kalabalık ve yoksul bir Kürt ailesinin yolculuğu ve sonrasında gelişen olayları anlatıyor. Öz ödülü reddetti 29 Mart akşamı düzenlenen törende ödülünü almak üzere sahneye davet edilen Kazım
Öz yaptığı konuşmada, sanata saygısının sonsuz olduğunu ancak üç Kürt kadının katledildiği yerden ödül alamayacağını ifade ederek ödülü reddettiğini açıkladı. Öz konuşmasında şunları söyledi: “Bir sinemacı için tabii ki ödüllendirilmek gurur verici ve teşvik edici bir olaydır. Ancak üzülerek belirtiyorum ki bu ödülü kabul edemeyeceğim. Hepinizin bildiği gibi geçen yıl Avrupa’nın göbeğinde, Paris’te, şehrin ortasında üç siyasetçi Kürt kadın güpegündüz vahşi bir şekilde katledildi.” Öz, katliamın ardından onca zaman geçmesine karşın Avrupa hükümetleri ve yargı kurumlarının olayı hala aydınlatmadığına dikkat çekerek Fransız hükümetinin sessizliği ve duyarsızlığının olayın üstünün örtülmek istendiğine dair bir izlenim yarattığını belirtti. Öz sözlerini şu ifadelerle sonlandırdı: “Bu olayla birlikte, Kürtler ve ezilen diğer halklar açısından Avrupa’nın demokratik, adil ve hümanist değerleri anlam yitimine uğramıştır. Avrupa’nın aydınları, sanatçıları, siyasetçileri bu olaya karşı yeterince ses çıkarmayarak üzerilerine düşen sorumluluktan kaçınmışlardır. Bu karar, uzun yıllardır büyük bir emekle sürdürülen festival ve değerli çalışanlarına karşı alınmış bir karar değildir.” Festival komitesi ise Öz’ün bu tutumu karşısında kararına saygı duyduklarını ifade etti.
≫ muzaffer oruçoğlu
eş bin yıl sonra aile ortadan kalkar mı? Özgürlüğün ve aşkın en güçlü prangası, en küçük ama en uzun ömürlü hapishanesidir, aile. Kişiliğin üç başlı kara kurtçuğudur. Kuralların ve tutuculuğun kalesidir. Yönlendirme, müdahale ve çürümedir. Nasihatin rahmidir. Küfürün etkisini yitirdiği, firarın ilk icat edildiği diyardır. Hiçbir kurum, köleliği aile kadar kutsayamaz. Sadece mülkiyetin değil, dinin de kalesidir. Kilisenin, caminin, sinagogun, her türlü tapınağın üzerinde yükseldiği asıl zemindir. Deliliğinde zerre kadar bilgelik olmayan tüm delilerin çıktığı yerdir. Beş bin yıl sonra soyu tükenir mi bu dinozorun? Sanmıyorum, biçim değiştirerek sürdürür hükmünü. Soyunun tükenmesi için bir beş bin daha gerekiyor. Evlilik, karı, koca, ana, baba gibi kavramların ortadan kalktığı, bireysel yaşamın tüm yönleriyle ihtiyaçlarına ve özgürlüğüne kavuştuğu bir gerçek deliler çağı için on bin yıla ihtiyaç var. Aşk ve sevgi. Bu iki nesne mülkiyet duygusunun kölesi durumundadır. Mülkiyet dünyası aşkı ve sevgiyi, sırf iki zıt cins, yani kadın ve erkek arasındaki ilişkiye hapsetmek ya da indirgemekle kalmamış, insanlar arasındaki duygusal ilişkileri işgal etmiş, bu ilişkileri, kendi mizacına uygun katı kurallar sistemine bağlamıştır. Tarih öncesinde ve tarihte her zaman var olan eşcinsel ilişkileri ise ya yasaklamış ya da yadırganır, doğal olmayan, sapık ilişkiler çarmıhına germiştir. İki insan arasındaki duygusal ilişkiler dahil, hiçbir şey mülkiyet dünyasının ve mülkiyet dünyasının kalesi olan ailenin müdahalesinden, kurallar sisteminden bağımsız değildir. Bireyin özgürleşmesi. Tarihin yürüdüğü biricik yoldur bu. Bireyin tam anlamıyla özgürleşmesi, toplumun kılcal damarlarına kadar uzanan tüm bağımlılık ilişkilerinin parçalanmasına, yerini özgür ilişkilere bırakmasına bağlıdır. Aile, toplumdaki bağımlılık ilişkilerinin beyni, üreticisi ve koruyucusudur. Devlet, gücünü aileden alır. Sistemin bekçiliğini yaparken, devriye turlarını en çok ailenin etrafında atar. Asya ailesinin etrafında bu turlar daha da sıklaşır. Geçimini sürüye ve kılıcın hareketine dayayan eski göçebe Türklerde aile içi zulüm, İslamlık sonrasına nazaran daha azdı. İslam öncesi, klasik Türk “baba ocağı”nda, babanın otoritesi ve yetkileri, ne İslam ailesi, ne de Roma’nın “Pater famimias”ıyla kıyaslanmayacak derecede zayıftı. Hakanlar bile buyruklarını hem kendileri hem de hatunları adına çıkarıyorlardı. İslamiyetin kabulünden sonra, poligami, örtünme, taşlanarak öldürülme (recm) ve benzeri adetler silsilesi, aileyi, ortaçağ zindanı haline getirdi. Üst sınıflarda tek erkeğe bir harem, sürü ve koç yaşamı ortaya çıktı. Selçuklu ve Osmanlı insanı, gevişinin tadını çıkaramayan, boyunduruk öküzü gibi yaşadı. Günümüz insanı bile, bu eski insanın yaşamını özleyecek derecede gerilemiştir. Hiçbir sistem, yükseliş
çağında, aileyi, kapitalizm kadar yüceltip göklere çıkarmadı. İdeal, Anadolu deyimiyle, temiz aile tasvirleri, edebiyatı kırıp geçirdi. Ünlü ressamlar, Leonardo da Vinci, Michelangelo, Rafaello, Tiziano, Rubens, Murillo ve benzerleri, Kutsal Aile’yi, renk ve ışık cümbüşü içinde çizerek, insanlığı böylesi bir atmosfer içine çekmeye çalıştılar. Kapitalizm, karşılığı ödenmemiş onsekiz - yirmi yıllık bir emekle, devlete asker, sanayiye işçi üreten, baskının ve eşitsizliğin sigortası durumunda olan böyle bir kurumu, bir yandan yüceltirken, diğer yandan , yıkılış sürecine soktu, elinde olmadan. Her olgu, kendi bağrında, kendisini yıkacak çelişkileri taşıdığı için, sonsuzluk aleminde yıkılmayacak hiçbir şey yoktur. Yaşam, tadını ve güzelliğini, sadece yaratmaktan almıyor, yıkmaktan da alıyor. Yıkmak, yaratmaktan daha çekicidir. Bu çekicilik belki de, onun, yaratma eyleminin şafağı olmasından kaynaklanıyor. Doğan her yeni çelişkinin şafağı, güzel ve çekicidir. Geleceği kurma kavgası veren hiçbir insanın kafasında, aile ortadan kalktıktan sonra, onun yerini neyin alacağı konusunda bir açıklık yoktur. Bu konuda berrak bir ütopyaya ihtiyaç vardır. Ütopyanın köklerini bilime dallandırmadığı, derin ve berrak olmadığı ve de pratiğe kılavuzluk etmediği toplumlarda din güçlenir. Sarsılan ailenin yardımına koşar, güçlü payandalarla onu sağlamlaştırır. Sermaye dayandığı temelleri, kendinden önceki toplumlardan daha hızlı bir şekilde yıkıyor. Bu yıkıştan doğa da payını alıyor. Eli ayağı temiz sosyalist aile. Bu cümle, köy kökenli komünistlerin, köylü komünistlerin, tüm dünyada hoşuna gidiyor. Kapitalizmin aileyi dumura uğratıp dağıtmasını pek hayıra yormuyorlar bunlar. Bunlara göre çürüyüştür bu. Sosyalizmin anasının kapitalizm olduğunu pek anımsamazlar. Gelişme ile çürüyüşü birbirlerine karıştırırlar. Bağımsız, bireysel yaşamın gelişmesine, benim yirmi beş yıl önce baktığım gibi, öküzün bıçağa baktığı gibi bakarlar. Kilisenin eşcinsellere bakışı ile bunların bakışı arasında, dişe dokunur bir farkın olduğunu sanmıyorum pek. İbneler, kulumparalar, seviciler sürüsü, toplumun tortusu. Bakış budur. Kısa ve öz. Sen sağ, ben selamet. Peki ne olacak? Bir şey olacağı yok, normaldir. Tip tip komünist var. Hiçbir kavunun kıçı aynı derecede kokmaz. Her ülkenin her yerinde, aynı kalitede kavun yetişmez. Koruculuk çağı hiçbir zaman sona ermedi. Her insan bir şeyleri gözünün bebeği gibi koruyor. Gelgelelim ki, zamanın yıkıcı dalgalarına karşı, sonuna kadar koruyabileceğimiz hiçbir yüce değerimiz yoktur. Yapılabilecek en yüce iş, bu dalgaların önünde yürümek, yani zamanın yıkıcı ve yaratıcı eğilimlerine kılavuzluk etmektir. Kıçı çıplak uyuz bir keçiyi, koca bir koyun sürüsü tıpış tıpış izliyor. İnsanlık bu garip manzaradan ibret almaya başlamıştır. Her zamankinden daha ileri boyutlarda hem de.
22
güncel haber
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
‘Devrimci irade teslim alınamaz’
Sincan 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutulan MKP dava tutsakları gardiyanlar tarafından darp edilmelerinin ardından sürgün edilirken, Sincan Çocuk Hapishanesi’ndeki tutuklu çocuklara işkenceler artarak devam ediyor Sincan Çocuk Hapishanesi’nde tutulan siyasi tutuklu çocuklara uygulanan işkenceler devam ediyor. 5 tutuklu çocukla görüşen TUHAD-FED’in hazırladığı rapora göre, çocuklar ciddi sağlık sorunları yaşamalarına karşın tedavileri engellenerek şiddet, hakaret ve tehditlere maruz kalıyor. Hapishanedeki tutuklu çocuklara yönelik fiziki, psikolojik işkenceler ve hakaretler artarak devam ediyor. Mart ayının son haftasında tutuklulardan F.E., E.T., D.A., E.K. ve H.D. ile görüşen TUHAD-FED yetkilileri, tutuklu çocukların genel durumuna ilişkin hazırladığı raporu kamuoyuna açıkladı.
Sincan Çocuk Hapishanesi’nde işkenceler sürüyor Raporda bir arada kalmak isteyen tutuklu çocukların taleplerinin kabul edilmediği, açlık grevine gitmek istediklerinde 30 gardiyan ve hapishane müdürü tarafından ‘ani müdahale odası’na götürülerek tehdit edildikleri belirtildi. Tutuklu çocuklar hastaneye gidiş gelişleri sırasında ring araçlarında da dövülerek hakaretlere maruz bırakıldıklarını, SEGBİS sistemiyle ifadeleri alınırken infaz koruma memurlarının kendilerini duyarak baskı yaptığını, bu nedenle rahat ifade veremediklerini açıkladı. Adli tutukluların dövülürken infaz koruma memurlarının kapılara vurarak uyumalarını engellediğini, kendilerinin de dövüleceğinden korktukları için sabaha kadar uyuyamadıklarını, kendilerine gönderilen kitap ve gazetelerin verilmediğini anlattı. B-2 koğuşunda tutulan E. K. ise hasta olduğu halde revire götürülmediğini ve bu nedenle iyileşemediğini aktarırken, S. D.
ise hasta olmasına karşın 3 gün boyunca hastaneye sevk edilmesine karşın, doktorla görüştürülmeden yeniden hapishaneye getirildiğini aktardı. H.D. ise kolunun kırık olduğunu ve 2010 yılından beri tedavi gördüğünü, iki aydır doktora götürülmediği için kırığın iltihaba, iltihabın ise ura dönüştüğünü anlattı. TUHAD-FED Ankara Temsilcisi Hava Özcan, çocuklara yönelik bu uygulamaların uzun süredir devam ettiğini belirterek şunları söyledi: “Yaptığımız onca girişime karşın sorun çözülmek istenmiyor. Buradan tekrar Adalet Bakanlığı başta olmak üzere hükümete ve yetkililere sesleniyoruz; çocuklara uygulanan şiddet, hakaret, tehdit gibi işkence uygulamalarına bir an önce son verilmeli. Ayrıca çocuklar ailelerinden uzak olabilirler ancak sahipsiz değiller.”
MKP dava tutsakları sürgün edildi Sincan 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutulan MKP dava tutsakları Baran Onur Doğan, Kurtuluş Derman ve Murat Aygül, gardiyanlar tarafından darp edilerek sürgün edildi. Gardiyanlar 14 Mart günü yapılan aramada Doğan’ın notlarına el koymaya çalışırken, tutsaklar buna karşı çıktı. Hapishaneye getirilen PKK dava tutsaklarının çay vb. ihtiyaçlarını karşılayan Doğan, Derman ve Aygül’e gardiyanlar saldırarak darp etti. Derman, saldırının ardından bayıldığını ve süngerli odada uyandığını aktardı. Aynı gün süngerli odadan çıkarılan Derman ile Doğan ve Aygül, Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edildi. Derman yaşanan başka bir olayda ise hastaneye sevk ediliyor. Sevk sırasında saatini çıkarması isteniyor. Derman bu uygulamanın keyfi olduğunu söyleyerek saatini çıkarmadığı için, tedavi edilmeden yeniden hücreye götürülüyor. Tutsakların hapishanede yaşanan darp olayını gazetemize göndermek istediği faks ve mektuplar da hapishane yönetimi tarafından engellendi.
Mart ayı hak gaspları raporu Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP), 29 Mart günü Galatasaray Lisesi önünde “Tecrite Son” pankartını açarak bir basın açıklaması düzenlerken, Mart ayında yaşanan hak gaspları raporunu açıkladı. Basın açıklamasında, hak gasplarına karşı çıkan tutsaklara uygulanan tecrit politikasının daha da ağırlaştığı belirtilerek 620 hasta tutsaktan 202’sinin durumunun ağır olduğu belirtildi. Hücre havalandırmalarına takılmak istenen ve devrimci tutsakların direniş gösterdiği kameraların kırılmasının ardından Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde yaşanan hak gaspları şöyle sıralandı: "1) Hücre hapsi, çoğunluğu 11-15’er aylık olmak üzere 4 tutsağa toplam 2060 gün 2) Ziyaretten men, 1-2-3’er aylık süreler halinde 41 tutsağa toplam 136 ay. 3) Haberleşmeden men 1-2-3’er aylık süreler halinde 41 tutsağa toplam 136 ay 4) Sosyal kültürel faaliyetlerden men: 33 tutsağa 38 ay. Ayrıca gönderdikleri mektupla bilgilendirme yapan tutsaklar, idari soruşturmanın yanı sıra, kameraların kırılmasıyla ilgili olarak Cumhuriyet Savcılığı’nın ifade alarak kamu davasının açılacağını da belirtti. Bir diğer hak gaspının yaşandığı yer ise Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi. Bu hapishanedeki tutsaklar ise hapishane açıldığından beri hiçbir zaman sohbet hakkının uygulanmadığını belirtiyor. Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde ise, aynı davadan yargılanan tutsaklar aynı hücrelere konulmuyor ve aynı sohbete çıkarılmıyor. İdare hücreleri basarak karga tulumba şekilde keyfi hücre değişiklikleri yapıyor.”
‘Adli Tıp Kurumu onay mercii olmaktan çıkarılmalı’ Hasta Mahpuslara Özgürlük İnisiyatifi, hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle 23 Mart günü Yüksel Caddesi’nden Sakarya Meydanı’na yürürken, hasta tutsaklar için istenen “Toplum güvenliği için tehlike oluşturmaz” raporunun kaldırıl-
masını talep etti. Basın açıklamasında anayasa ve yasa hükümlerine karşın, hapishanelerde yüzlerce hasta tutuklu ve hükümlünün ölüm sınırına geldiği belirtildi. Hasta Mahpuslara Özgürlük İnisiyatifi, taleplerini şu ifadelerle dile getirdi: "Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Uygulanması Hakkında Kanun’un 16/3. maddesi ile 25. maddesi iptal edilmeli, hapishane koşullarında -ya da kamu hastanelerinin mahpuslara ayrılan bölümlerinde- tedavi olanağı olmayan hasta mahpusların cezasının infazı, iyileşinceye kadar ertelenmelidir. Sağlık durumunun belgelenmesi için Adli Tıp Kurumu tek belirleyici onay merci olmaktan çıkarılmalı, eğitim ve araştırma hastaneleri, tıp fakülteleri ya da Türk Tabipleri Birliği'nce onaylanacak bağımsız tıp heyetlerinin kurul raporları yeterli olmalıdır."
Kürkçüler F Tipi’nde Gezi tutsaklarına işkence Adana Kürkçüler Hapishanesi’nde Gezi tutuklularına gardiyanlar tarafından işkence yapıldı. 18 Haziran günü ülke genelinde yapılan baskınların ardından tutuklanan SDP üyesi Mahmut Yiğit duruşmadan dönerken, 60 yaşlarında bir tutukluya kötü muamele yapıldığını gördü. Gardiyanlara müdahale eden Yiğit, tutulduğu hücre yerine tek kişilik bir hücreye götürülerek gardiyanlar tarafından iki gün boyunca darp edildi. İşkence sonucu fenalaşan Yiğit, hapishane revirine kaldırıldı. Yiğit kendine geldiği zaman Gezi direnişçisi ESP üyesi Murat Akıncı ve KCK davasından tutuklu Bedrettin Akdeniz ile birlikte tutulduğu hücreden havalandırmaya götürüldü. Yiğit'in darp edildiğini gören Akıncı ve Akdeniz, kapılara vurarak saldırıyı protesto etti. Bunun üzerine hücreye giren gardiyanlar 3 tutukluya saldırdı. Akıncı’nın kafasında kırık oluşurken, her üç tutuklunun da vücudunda darp izleri oluştu. Ardından Akıncı ve Akdeniz’in süngerli odaya götürüldü.
güncel haber
1-15 NİSAN 2014 Halkın Günlüğü
Halk Cephesi üyelerine gözaltı terörü
23
Burak Can Karamanoğlu’nun hayatını kaybetmesinin ardından Okmeydanı, Şişli ve Sultangazi’de Halk Cephesi üyelerinin evlerine baskınlar düzenleyen siyasi polis, çok sayıda kişiyi gözaltına aldı Berkin Elvan’ın cenaze töreni sonrasında AKP’nin yönlendirdiği sivil faşistlerin Okmeydanı’na saldırması sonrasında devrimcilerle-faşistler arasında çatışma çıkmıştı. Saldırganlardan Burak Can Karamanoğlu’nun hayatını kaybetmesinin ardından siyasi polis olayla ilgili soruşturma başlattı. 24 Mart’ta Okmeydanı, Sultangazi ve Şişli’de siyasi polisin yaptığı ev baskınlarında Halk Cephesi üyeleri gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında, Berkin Elvan’ın vurulmasını gören bir kişi de bulunuyor. Polis Okmeydanı’nı abluka altına alarak Sibel Yalçın Parkı ile, birçok ev ve iş yerinde arama yaptı.
Kızıldere ruhuyla Kızıldere şehitlerini anıyoruz!
‘Baskılar gözaltılar bizi yıldıramaz’ Halk Cephesi’nin çağrısıyla aynı gün akşam saatlerinde Okmeydanı Sağlık Ocağı önünde toplanan Halk Cephesi üye ve taraftarları,“Baskılar Gözaltılar Bizi Yıldıramaz” pankartını açarak Okmeydanı sokaklarında yürürken, yeniden Sağlık Ocağı’na yürüdü. Yürüyüşün ardından Halk Cephesi adına yapılan açıklamada, yüz binlerce insanın Berkin’i sahiplenmesini hazmedemeyen AKP iktidarının, sivil faşistleri Okmeydanı’na salarak gözaltılar ve tutuklamalar için bahane üretmeye çalıştığına dikkat çekildi. Yapılan baskılara, gözaltılara ve tutuklamalara karşı mücadelenin yükseltileceği belirtilerek açıklama sona erdi. Eyleme Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da aralarında olduğu devrimci demokratik kurumlar da destek verdi.
71 askeri faşist cuntasının komünist ve devrimcilere yönelik faşist saldırılarında katledilen Mahir Çayan ve beraberindeki 9 devrimciyi 42. ölümsüzlük yıl dönümlerinde saygıyla anıyor, anıları önünde eğiliyoruz 71 askeri faşist cuntasının komünist ve devrimcilere yönelik faşist saldırılarında katledilen Mahir Çayan ve beraberindeki 9 devrimciyi 42. ölümsüzlük yıl dönümlerinde saygıyla anıyor, anıları önünde eğiliyoruz! Aynı vesileyle Kızıldere Katliamı şahsında tüm faşist katliamları ve sorumlularını sınıf kinimizle lanetliyoruz! Mahir Çayan ve (THKO şavaşçıları dahil olmak üzere) 9 yoldaşı, Denizlerin asılmasını engellemek için gerçekleştirdikleri devrimci eylem sonrası çekildikleri Tokat ilinin Niksar ilçesi Kızıldere köyünde Kemalist Türk ordusunun kuşatılması karşısında, ‘‘Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik‘‘ yanıtıyla destanlaşan kahraman direnişiyle 30 Mart 1972’de hunharca katledildi. 30 Mart 1972’nin ülke sınıflar mücadelesi tarihindeki anlamı buradan doğmaktadır.
Mahir, Deniz ve İbo tarihteki onurlu yerini aldı Tarih kadar tarihe anlam yükleyen kahramanlıklar ve bu kahramanlıklara imza atan simalar da ülke sınıflar mücadelesinde unutulmaz bir role sahiptir.
Mahir, Deniz ve İbo, ülke devrimci hareketinin ölü toprağına sarıldığı uzun yıllardan sonra devrimci çıkışı sağlayan önderler olarak sınıflar mücadelesi tarihinde yer almaktadırlar. Ve elbette tarihin unutulmaz simaları olan ülke devrimci hareketi önderleri tarihi öneme sahip simalardır. Mahir 30 Mart‘ta, Deniz 6 Mayıs‘ta, İbo 18 Mayıs‘ta askeri faşit cuntasının faşist saldırıları sonucunda ölümsüzleşerek tarihteki yerlerini aldılar. Onlar yarattıkları siyasi gelenek ve değerlerle birlikte, geriye bıraktıkları derin mirasla sınıflar mücadelesindeki yolumuzu aydınlatan perspektifler olmaya devam ediyor… Mahir’den söz ederken, Deniz ve İbo’dan söz etmemek mümkün değildir. Ya da İbo’dan bahsederken, Mahir ve Deniz’den bahsetmemek aynı biçimde mümkün değildir. Çünkü onlar ideolojik çizgi farklılıklarına karşın, devrimci nitelikte birleşen ortak ve koparılamaz değerler bütününü ifade ederler. Bu bakımdan Mahir’i anarken siper yoldaşları ve aynı zamanda devrimci ve komünist hareketin önderleri olan Deniz ve İbo’dan söz etmek yanlış anlaşılmamalı, bu bahis yadsınamaz bir gerçeğin tezahürüdür. 30 Mart 1972 tarihi sıradan bir tarihten farklı olarak devrimci açıdan anlamlı olup, Türkiye-Kuzey Kürdistan sınıflar mücadelesi tarihinde önemli bir kesiti ifade eder. Mustafa Suphilerin Kemalist komployla katledilmesi sonrasında ölü döşeğine yatan ülke devrimci hareketi, Mahir, Deniz, İbo’nun devrimci çıkışıyla ölü toprağını üzerinden silkip yeniden
dirildi. 71 devrimci çıkışının önemli mimarlarından biri şüphesiz ki Mahir‘dir. Kitleler gerçek kahramandır ve nesnel olan sınıf çelişkileri, sınıf çatışmalarına kaçınılmaz olarak yol açacaktı. Ancak bu çatışmanın niteliği doğrudan bilinç unsuru da olan önderlik rolü tarafından parlatılmak durumundadır. Nitekim Mahirler, Denizler ve İbolar bu rolü temsil eden tarihi önemdeki simalardır. Unutmamak gerekir ki, Büyük Proleter Kültür Devrimi‘nin dünyayı kasıp kavuran devasa etkisi de İbo’nun komünist çıkışında doğrudan tayin edici ideolojik etmendir. Devrimci hareket içinde İbo’nun çığır açan komünist niteliği kuşkusuz ki, alalede bir rastlantı değil, Kültür Devriminin ideolojik-politik nüfuzundan esin almıştır. Ki bu özelliği O’nu Mahir ve Deniz’den ideolojik-siyasi çizgi olarak ayırıp öne çıkaran temeldir. Mahir Çayan tartışmasız olarak ülke devrimci hareketine damga vuran az sayıdaki devrimci önderden biridir. Kemalizm hakkındaki yanılgılarına, ideolojik-siyasi çizgisindeki yanlışlara karşın, O kararlı bir devrimci, devrim ruhuyla dolu bir militan ve devrimci bir önderdir. Mahir Çayan belirli bir ideolojik-siyasi çizgiyi temsil etse de O, ülke devrimci hareketinin ortak değeridir. O’nun devrimci mirasını sahipleniyor, devrimci kavgasını tereddütsüz olarak devralarak yürütüyoruz. Devrimci anıları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyor ve de Kızıldere direnişi şahsında devrimci mücadelelerini selamlıyoruz.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL Halk gençliği Gezi şehitlerinin isimlerini meydanlarda yaşatıyor
Gezi şehitlerini unutmayan ve isimlerini yaşatmak isteyen halk gençliği Beşiktaş ve Kocamustafapaşa Meydanlarına Berkin Elvan Meydanı adını verirken, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Öğrencileri ise Ali İsmail Korkmaz’ın doğum gününde üniversiteye Ali İsmail’in portresini yaptı Gezi Ayaklanması’nda yaşamını yitiren halk çocukları unutulmuyor. 16 Haziran sabahı evden ekmek almaya çıkarken polisin hedef gözeterek attığı gaz bombasını kafasına isabet etmesi sonucu komaya giren ve aylarca yoğun bakımda kaldıktan sonra 11 Mart’ta hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın adı gençlik tarafından yaşatılıyor. Liseli gençlik Elvan’ın yaşatmak için Beşiktaş’taki Kartal Heykeli’nin bulunduğu meydana Berkin Elvan ismini verdi. 19 Mart’ta Beşiktaş Meydanı’nda toplanan liseliler, “Berkin Elvan Ölümsüzdür” ve “Erdoğan Hırsız ve Katildir”
yazılı pankartları açarak “Katillerden hesabı gençlik soracak” , “Berkin unutma, liseliler seninle” sloganlarını attı. Gezi Ayaklanması sırasında yaşamını yitirenlerin adlarını okuyarak bir dakikalık saygı duruşunda bulunan öğrenciler adına yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Ölen kardeşimizin ardından ‘o teröristi elinde sapan vardı eylemde ne işi vardı’ gibi ileri demokrasi terimleri kullanan bakanları, Berkin’i diğer Gezi şehitlerine doğru uğurlayan milyonları uyarmadan, çocuk yaşlı demeden mitinglerinde Berkin’in annesi Gülsüm Elvan annemizi yuhalatan başçalanı kınıyoruz. Mücadeleye ve Berkin kardeşimize destek vermeye devam edeceğiz. Sözkonusu alana ‘Berkin Elvan Meydanı’ adını verdiklerini ifade eden A.A “Abdocan’ı, Ethem’i, Medeni’yi, Ali İsmail’i, Hasan Ferit’i bu uğurda canlarını verdikleri için selamlıyor ve en son kaybettiğimiz kardeşimiz Berkin için de bu meydanın adını “Berkin Elvan Meydanı” olarak ilan ediyoruz”.
Kocamustafapaşa’da Berkin Elvan Meydanı Beşiktaş Meydanı’nın adının Berkin Elvan
Meydanı olarak değiştirilmesinin ardından Kocamustafapaşa Dayanışması da bir basın açıklaması yaparak Kocamustafapaşa Meydanı’nın ismini Berkin Elvan Meydanı olarak değiştirdiğini açıkladı. “Berkin Elvan – 14’ünde Direnişçi, 15’inde Ölümsüz!” pankartını açan kitle , “Berkin Elvan için” yazılı dövizi ve bir ekmeği yere koyarak dövizin önüne ise “Berkin Elvan Meydanı” yazdı. Berkin’in babası Sami Elvan ile Grup Yorum ve Kazova işçilerinin de katılarak bir konuşma yaptığı eylem meydanın isminin resmi olarak da değiştirilmesi için toplanan imzalara destek çağrısı ve sloganlarla sona erdi.
Anadolu Üniversitesi öğrencileri Ali İsmail’i unutmuyor Eskişehir’de ise Gezi Ayaklanması sırasındaki eylemlerde polis tarafından dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın doğum günü olan 18 Mart’ta, Anadolu Üniversitesi öğrencileri tarafından kampüsteki bir binaya Ali İsmail’in portresi çizildi. Ardından kısa bir süre sonra Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Naci Gündoğan’ın talimatıyla resmin üzeri boyayla kapatılarak silindi.Öğrenciler
bunun üzerine portrenin silindiği yere “Duvardaki Ali İsmail silüeti Rektör Naci Gündoğan tarafından silinmiştir. Ali’nin sıra arkadaşları olarak silueti tekrar yapmak için 25 Mart 2014 tarihine saat 12.00’de toplanıyoruz” yazılı döviz astı. Daha sonra toplanarak silüeti tekrar çizen öğrenciler adına yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Rektör Naci Gündoğan, Ali İsmail’in siluetini üniversitemizden bir gece sessizce silmiştir. Buradan şunu da anlıyoruz ki daha önce de Ali İsmail’in ölümüyle ilgili açıklama yapmayan rektörlük, şu anda da Ali İsmail’in siluetini bütün duvarlardan silmeye kalkmıştır.” Açıklamada, Ali İsmail’in resminin duvarlardan silinebileceği ancak üniversitede ve gönüllerde yaşatılmaya devam edeceği belirtilerek “Siz sildikçe biz çizmeye devam edeceğiz. Buradan Rektör Naci Gündoğan’a da sesleniyoruz. Bu çizdiğimiz Ali İsmail’in silueti buradan kesinlikle silinmeyecek ve biz bütün rektörlüğün yollarına Ali İsmail’in siluetini çizeceğiz” denildi. Kadıköy’de de Yeldeğirmeni Dayanışması, İskele Sokak üzerinde bulunan parka Ali İsmail Korkmaz Parkı adını vererek Korkmaz’ın sülietini tabela üzerine çizdi.