1-15 Ocak 2015

Page 1

Örgüt bilinci güçlü olmadıkça güçlü örgüt tesis edilemez!

sf 12-13

AKP-Cemaat çatışmasında 14 Aralık! Öteden beri vurgulamışızdır, iktidarından muhalefetine Türk hâkim sınıf klikleri arasındaki rekabet ve çelişkiler karşısında halk kitleleri başta olmak üzere demokrat, devrimci ve komünistler, bunlardan herhangi bir kliğin peşine takılmamalı ve bir tercih içerisinde olmamalıdır sf 14-15

Halkın Günlüğü

1-15 Ocak 2015 Yıl: 4 Sayı: 94 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.org

Öcalan‘ın barış taslağı ve gerçekler f ANALİZ

18-19

İçerisinden geçilen süreç, bir satranç ya da dama veyahut da bir tavla oyunu olarak tasavvur edilemez. Çünkü sürecin belirleyici öznelerinin hemen hepsinin farklı hesaplar içerisinde olduğu söylenebilir. Dolayısıyla basit bir şekilde değerlendirmekten öte son derece karmaşık ve bir o kadar da zorlayıcı girift ilişkiler ve çelişkilerin içerisinden geçildiği tartışma götürmez. Öcalan’ın ’’Barış ve Demokratik Müzakere Projesi’’ her ne kadar sancılı ve oldukça karmaşık olsa da süreç belirsizlikleriyle devam etmektedir.

Devletin DHF korkusu devam ediyor

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

artan baskı ve saldırılar karşısında

örgütlü mücadeleyi büyütelim Aralık ayında yaşanan 19 Aralık, Roboskî, Maraş ve Çorum Katliamlarında hayatını kaybedenlerin anıldığı eylemlere sivil faşistler ve polisler tarafından saldırılar gerçekleştirilirken, AKP iktidarı “Barış ve çözüm süreci” söylemleriyle Kürt ulusunu ve kamuoyunu oyalayıp Kürt Ulusal Hareketi’ni tasfiyeyi hedeflemektedir. 2014 yılında Soma’da yüzlerce maden işçinin katledilmesinden Kobanê eylemlerine yönelik gerçekleştirilen saldırılar ve katliamlara kadar yaşanan pek çok gelişmenin gösterdiği gibi halka yönelik gerçekleştirilecek yeni saldırıların zemini, AKP ikti-

02

Öğrenciler baskılara karşı direniyor

darı tarafından Meclise gönderilen İç Güvenlik Yasa Paketi’yle hazırlanmak istenmektedir. DHF üyelerine yönelik Dersim, Kayseri ve İstanbul’da yapılan baskı ve tehditlerin yanı sıra, üniversitelerde giderek boyutlanan faşist saldırılar ile devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlara yönelik baskı ve gözaltılardaki artış, yeni saldırıların emareleri olarak görülmektedir. 2014 yılında AKP iktidarının gerçekleştirdiği katliamlara karşı başta komünistler ve Kürt ulusu olmak üzere devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlar, sokakları direniş alanına çevirerek yanıt olacaktır.

06

“Nasıl iyi kadın olunur”

09


02 güncel haber

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

Devletin DHF korkusu devam ediyor DHF üyelerinin Kayseri ve Dersim’de kaçırılma girişimi ve tehdidine karşı Dersim’de eylem düzenlendi. İstanbul’da ise 3 DHF üyesi polis tarafından aranarak tehdit edildi. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde yapılan basın açıklamasında polis saldırıları protesto edildi Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), komprador tekelci burjuvazinin korkulu rüyası haline gelirken, DHF’ye yönelik baskı ve sindirme politikaları her geçen gün artıyor. Bu saldırılara karşı kararlılıkla karşı koyan DHF üyeleri, alanlarda mücadeleyi büyüteceklerini bir kez daha haykırdı. 20 Aralık günü akşam saatlerinde Dersim Merkez’den Alibaba Mahallesi’ne giden 2 DHF faaliyetçisinin yolu faşist kolluk güçleri tarafından kesilerek DHF faaliyetçileri kaçırılmak istendi. Bunun üzerine DHF faaliyetçileri duruma direnerek karşı koydu. Çevrede bulunan halkın ve diğer DHF faaliyetçilerinin kaçırılma girişimini duyup yaşananların olduğu yere gitmesi sonucu geri adım atmak zorunda kalan faşist kolluk güçleri, kimlik sorgusundan sonra çekildi. Faşist TC devletinin baskı ve sindirme politikalarına karşı DHF Dersim Örgütlülüğü tarafından eylem çağrısı yapıldı. 21 Aralık günü Sanat Sokağı’nda bir araya gelen kitle, “Faşizme karşı omuz omuza” , “Baskılar bizi yıldıramaz” , “Örgütlü bir

halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganlarıyla Seyit Rıza Meydanı’na yürüdü. Meydanda Dersim Demokratik Haklar Derneği adına DHF temsilcisi söz alarak şunları söyledi:''AKP iktidarının yeni yasa paketleriyle kendisini güvenceye alma ve devrimci muhalefeti baskı altına alıp sindirme yönelimi bugün bir kez daha tekrarlanmıştır. AKP’nin demokrasi anlayışı bugün bir kez daha ayyuka çıkmıştır. Kendine karşı gelişen her muhalif anlayışı bastırmak üzere yönelen AKP, kendi iktidarını koruma yönelimini ezilen halklara baskı uygulayarak var etmeye çalışıyor. Bir yandan barış, özgürlük, demok-

rasi naraları atarken, diğer bir yandan ise meşru zemin üzerinden şekillenen mücadeleleri tutuklamalarla, sokak ortasındaki kaçırmalarla, zor ve şiddet yoluyla hakimiyeti altına alma çabası söz konusudur. Bizler DHF olarak net bir şekilde ifade ediyoruz. Hiç bir güç hiç bir kuvvet bizleri haklı ve meşru mücadelemizden alıkoyamayacaktır. Yoksullar, işçiler, köylüler ve bir bütün ezilen halklar olduğu sürece biz de var olacağız.” Yapılan eyleme Dersim’de bulunan devrimci demokrat kurumlar da destek verdi.

‘Baskıları arttıkça direniş gücü de artar’ Azgınca saldırmaya devam eden faşist TC devleti, DHF üyelerini yine hedef almaya devam etti. Kayseri'de 16 Aralık günü akşam saatlerinde otobüs durağında yurda gitmek üzere bekleyen DHF taraftarının önünü kesen polis, taraftarımızı arka sokağa götürerek kendisine tehditler savurdu. Tehditlerinde DHF korkusunu yansıtan ve DHF taraftarına hakaretler yağdıran polis, “Neden DHF taraftarısın, sizin kimlerle bağlantılı olduğunuzu biliyoruz” ve

Maraş’ta tüm engellemelere karşın Valiliğin Maraş Katliamı anmasına getirdiği yasağa ve tüm engellemelere karşın polis barikatları aşılarak Maraş’taki anma gerçekleştirildi. Maraş Katliamı, çok sayıda ilde sokaklara çıkan devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlar tarafından düzenlenen eylemlerde protesto edilerek katliamda hayatını kaybedenler anıldı 19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında gerçekleştirilen Maraş Katliamı’nda yüzlerce Alevi katledilirken, katliamın ardından birçok Alevi de şehri terk etmek zorunda kaldı. Maraş Katliamı’nın kontrgerilla tarafından organize edilerek gerçekleştirildiği bilinmesine karşın, faşist Türk devleti katliamın faillerini cezalandırmak yerine adeta ödüllendirdi. Katliamı gerçekleştirenler mahkemelerde ‘aklanırken’, katliama bizzat katılan Ökkeş Şendiller, AKP’den Maraş Milletvekili seçildi. Maraş Katliamı davası zaman aşımına uğratılarak katliamın üzeri örtülmeye çalışıldı. Faşist Türk

devleti Maraş’ta düzenlenecek anmaya yasak getirerek katliamcı geleneğini halen sürdürdüğünü bir kez daha gösterdi. 21 Aralık’ta katliamın 36. Yıl dönümü nedeniyle Maraş’ta yapılacak anma için çağrı yapan çok sayıda devrimci demokratik ve yurtsever kurum ile Alevi Bektaşi Federasyonu, Pir Sultan Abdal Derneği ve Avrupa Alevi Federasyonu’nun da olduğu kurum temsilcileri ve yüzlerce kişi, Narlı Beldesi girişinde polis ve jandarma barikatlarıyla karşılandı. HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ile Alevi kurum temsilcilerinin barikatların kaldırılması için yaptığı görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Maraş Valiliği’nin anmaya getirdiği yasak nedeniyle Osmaniye, Antep ve Kayseri karayollarında polis ve jandarma kontrol noktaları oluşturularak halkın Maraş’taki anmaya katılması engellenmeye çalışıldı.

Polis kitle üzerinde baskı kurmaya çalıştı Maraş merkezinde de pek çok noktada yığınak yapan polis ablukasına karşın çok sayıda kişi Maraş Erenler Kültür ve Dayanışma Derneği önünde bir araya geldi. Polis baskısı burada da kimlik kontrolleriyle devam ederken, HDP yöneticileri yaptığı açıklamada, Maraş Katliamı anmasına ka-

tılmak için gelen kitle üzerinde baskı kurularak OHAL uygulandığını söyledi. Elbistan, Nurhak ve Göksun ilçelerinin çıkışında devrimci demokratik ve yurtsever kurumlar, HDP yöneticileri ve Alevi derneklerinin temsilcileri tarafından bir açıklama yapılarak seyahat özgürlüğünü engelleyen polis ve jandarmanın tavrı protesto edildi.

Kitle yolları trafiğe kapatarak eylem yaptı Maraş'ta yapılmak istenen anmaya katılmak için gelen ancak polis tarafından şehre girişi engellenen kitle, durdurulduğu yerlerdeki yolları trafiğe kapatarak eylem yaptı. Antep-Maraş yolunu trafiğe kapatan yüzlerce kişi, "Maraş'tan Roboskî'ye Katleden Devlettir" , "Maraş Katliamını Unutmadık Unutturmayacağız" , "Katliamların Hesabını Sormak İçin Örgütlen" yazılı pankartlar açarak, "Katil devlet hesap verecek" , "Maraş'ı unutmak ihanettir" , "Faşizme karşı omuz omuza" sloganlarını attı. Cadde üzerinde halaylar çeken kitle, şehre giriş yasağını protesto etti.

Pazarcık’tan gelen kitle barikatları aştı Pazarcık'tan gelen kitle ile diğer illerden gelen kitle, her iki taraftan polis ve asker barikatlarına yüklendi. Barikatları aşan kitle, Maraş merkeze doğru bir süre yürümesinin ar-


1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

“İbrahim Kaypakkaya hakkında ne biliyorsunuz” dedi. DHF taraftarının polise, “İbrahim Kaypakkaya sizleri hala korkutuyor” demesi üzerine polisler geri adım atarak uzaklaştı. Kayseri ve Dersim’de DHF üyelerini kaçırma girişimi ve tehditlerin ardından polis, İstanbul’da da DHF üyelerine tehditlerini sürdürdü. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üyesi Ali Bölükbaş, Onur Konuk ve Deniz Can Murat polis tarafından aranarak tehdit edildi. DHF, üyelerine yönelik polis tacizleri ve tehditlerine karşı 25 Aralık’ta İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Taksim Şubesi’nde bir basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısında yaşananları anlatan Deniz Can Murat, Emre adında bir polisin kendisini arayarak görüşme talebinde bulunduğunu söyledi. Görüşme talebini reddeden Murat, polisin ısrarla görüşmek istemesi üzerine telefonu kapattığını ifade etti. Onur Konuk’u arayan polis, okulla ilgili görüşmek için kendisini Zeytinburnu’nda bulunan Çocuk Şubeye çağırdı. Konuk’un çocuk şubeye gitmeyi reddetmesi üzerine polis evinin şubeye yakın olduğunu belirterek isterse hemen gidebileceğini söylemesine karşın Konuk, Çocuk Şubeye gitmeyeceğini belirterek telefonu kapattı.

03

‘Hak arama mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz’ Yine Emre adındaki polis Ali Bölükbaş’ı arayarak emniyette dosyası olduğunu ifade ederek dosyanın kapanabilmesi için emniyete gidip imza atması gerektiğini belirtti. Emniyete giden Bölükbaş’a polis, aslında dosyasının olmadığını, kendisinin emniyete çağrılma nedeninin siyasi faaliyetleri olduğunu, bu nedenle kendisiyle biraz konuşmak istediğini söyledi. Bölükbaş, konuşmayı reddederek Emniyetten ayrıldığını ifade etti. Ardından DHF adına polis tehditlerini protesto eden basın açıklaması yapıldı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Son bir ay içerisinde potansiyel suçlu olarak lanse edilen çoğu üye ve taraftarımızın sözde ‘dostane uyarı’ adı altında aileleri aranmakta, faaliyetçilerimiz tehditlere maruz bırakılmakta ve daha da ileri götürülerek fiziki saldırı uygulanıp kaçırılmaya çalışılmaktadır. Kayseri’de bir taraftarımız kaçırılmaya çalışılmış, Dersim’de iki üyemizin kaçırılma girişimi halkın sahiplenmesi sonucu boşa düşürülmüştür. Bunların akabinde son iki hafta içerisinde İstanbul’da 3 üyemizin aileleri ve kendileri aranarak ellerinde dosya olduğu gerekçesiyle emniyete çağrılmıştır.”

anma yapıldı dından mesafenin uzun olması nedeniyle araçlara binerek Maraş merkeze doğru hareket etti. Alevi örgütlerinin temsilcileri ile HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in de olduğu kitle, Narlı merkezde Maraş Katliamı’nı protesto eden bir anma eylemi gerçekleştirdi.

‘Ne zaman on binler oluruz o zaman bu yasakları aşabiliriz’ Eylemde ilk sözü Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Genel Başkanı Fevzi Gümüş aldı. "Dönen dönsün ben dönmezem yolundan deyip Pir Sultan'ın izinden 36 yıl sonra Maraş'ta yitirdiklerimizi unutmadığımız için buradayız" diyerek sözlerine başlayan Gümüş, Aleviler ve dostlarının kurulan barikatları aştığını belirtti. Gümüş, "Bugün Maraş'ta 36 yıl önce yitirdiğimiz canlarımızın kulağına onları unutmadığımızı fısıldadık" derken Maraş Valiliği'nin yasaklama kararını da kınadı. Gümüş, "Bu yasakçı zihniyet, katledilen insanlarımızı bir kez daha katletmiş, bu katliamı sahiplenmiştir" sözleriyle tepkisini dile getirerek 19 Aralık ve Roboskî Katliamlarına ilişkin sözlerinde “Unutursak kalbimiz kurusun" dedi. Ardından söz alan Avrupa Alevi Birliği Konfederasyonu Başkanı Turgut Öker ile HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel birer konuşma yaparak Maraş’taki anmalara daha kitlesel katılarak AKP iktidarının yasakçı tutumuna karşı mücadele çağrısı yaptı.

SINIF TAVRI

≫ ismail uçar

YENİ YILA ÖNEMLİ AVANTAJLARLA GİRİYORUZ

2

015 yılının olanakları ve avantajları günümüz dünyası ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’ın da objektif nesnel gerçeklikleri arasında olacaktır. Gerek dünya geneli gerekse de TürkiyeKuzey Kürdistan özgülünde devrim ve sosyalizm, asla kendiliğinden gelmeyecektir. Böyle düşünenler ve tasavvur edenler büyük bir aymazlık içerisindedir. Ve yine her şey basit bir hiyerarşi gibi peş peşe gelişmeyecektir. Her bir sürecin tarihsel zorunlulukları ve üzerinde durulması ya da çözülmesi gereken sorunları vardır, bundan sonra da olacaktır. MKP 3. Kongresi kendiliğindencilik ve kaçınılmazlık teorisi karşısında bilinçli devrimci hünerlerin müdahalesiyle ancak devrimci dönüşüm ve ilerlemelerin sağlanabileceğini vurgulayarak temel ayrım çizgisini çekmiştir. Bu bağlamda bu yılın da içerisinden geçilmesi gereken objektif ve somut güncel gelişmeleri olacaktır. Bu tarihsel zorunluluklar, somut ve ertelenemez görevlerimizi bir kere daha Maoist Komünistlerden pratikleştirmeyi beklemektedir. Maoist Komünistler 3. Kongre‘yle son derece doğru ve bilimsel temeller üzerinden önemli devrimci teorik düzeyi yakalamıştır. Şimdi kongre kararlarını özellikle 2015 yılı içerisinde öngörülen planlamalar temelinde hayata geçirme babında önemli bir dönemece girmiş bulunmaktayız. Her bir Maoist Komünist, bu bilinçle tarihsel ve güncel somut görevlerine dört elle sarılmak durumundadır. Komünist ideoloji ve bilimimizin bir eylem kılavuzu olarak merkezileşmiş kongre kararlarının somutta güncelleştirilmesi için devrimci teori bağlamında ulaşılan ideolojik, politik, örgütsel ve askeri seviyenin tayin edici önemini doğru kavramalıyız. Asgari toplum projesi olarak Sosyalist Cumhuriyetler Birliği programının tarihsel kökleri ve stratejik yönelimi itibarıyla bütün yönleri ve temelleri 143 maddede özetlenmiştir. Bu programın içeriği şimdiden somutta güncelleştirme temelinde pratikleştirmeyi koşullamaktadır. Bu anlamda ’’dün çok geç, yarın asla, gün bugündür’’ özdeyişini bir kere daha hatırlatmakta fayda vardır. Bunun için köklü bir zihniyet (buna Kültür Devrimi de denebilir) devrimi başlatılmış durumdadır. Zihniyet devriminde her bir alana ilişkin pratik politikalarımız bu yılın ana belirleyici göstergesi olacaktır. Bunun için düşünce yöntemi ve çalışma tarzımızı sürekli olarak düzeltme ve ilerletme görevini unutmadan ve bir kenara bırakmadan pratik faaliyetlerimizi sürdürmek zorundayız. Kabul edilmeli ki düşünce yöntemi ve çalışma tarzını yeterince düzeltmeyenler Sosyalist Devrimimizin askeri ve siyasal bütünlüklü stratejisi olan Sosyalist Halk Savaşı‘na da hizmet edemez. O halde doğru ve bilimsel devrimci teorik temellerimiz üzerinden yükselmemizin kaçınılmaz pratik görevleriyle karşı karşıyayız. Bu düzlemde 2015 yılının önemli ve ciddi bir turnusol işlevi göreceği yeterince bilince çıkarılmalıdır. Maoist hareketin düşünce yöntemi ve çalışma tarzını ne kadar düzeltirsek o kadar Sosyalist Halk Savaşı‘na hizmet edeceğimiz gibi bir o kadar da görev ve sorumluluklarımızı da yerine getirmiş olacağız. Düşmanımızın marjinalleştirme politikalarına karşı kitleselleşmek için komünist bilinçle birleşmiş kitlelerin yaratılmasına yönelik son derece doğru ve güçlü köklere ve tarihsel mirasa sahibiz. O halde bu yılda devrim, sosyalizm ve komünizm mücadelemizin doğru araçları ve yöntemleri, örgütlenme ve pratik politikaları kitlelerle birleşmemizde temel belirleyici unsurları olacaktır. Bunun da içerisinde öncülükten kopup somut ve güncel taktik önderliktir günün ve anın görevi. Devrimci militan çizgi ve pratik politikalarımız, 2000 yılından bugünlere devam edegelen uzlaşmacı,reformist,düzeniçi,tasfiyeci dalgaya karşı da önemli bir dalgakıran olacaktır. İdeolojik politik ve tabii ki pratiklerimizde tasfiyeciliğin panzehiri,

bu halkadan geçmektedir. Kendimizi teorik bağlamda ne kadar tasfiyeciliğe ve kendiliğindenciliğe karşı olduğumuzu şartlandırsak da ne yazık ki hayatın tüm renkleriyle canlı devrimci güncel ve somut pratik politikalarımızla müdahil olunmadığında hiç bir anlam ifade etmeyecek hatta bir nostaljiden öte gitmeyecektir. Bu yüzden içerisinden geçtiğimiz süreç hızlı hareket etmemizi gerektiriyor. 2015 yılının çok dikkatli ele alınması ve doğru değerlendirilerek gözle görülür pratik ilerlemelerin yakalanması için önemli fırsatları kaçırmamak elzemdir. Günceldeki somut taktik önderlik ihtiyacı bu anlamda doğru anlaşılmalı ve her bir alanda- parçada pratik görevler merkezileşmiş kararlar, planlamalar ve perspektifler ışığında yerine getirilmelidir. İlkeli ve ısrarlı bir çalışma her zamankinden daha çok bugünün de gerçek ihtiyacıdır dersek yanılmamış oluruz. Özellikle ideolojik ve siyasi seviyemizin yükseltilmesi için bu hususun önemi yeterince kavranmalıdır. MKP 3. Kongresi bu temelde yeni bir anlayışı ve yönelimi kapsamaktadır. Başta 3. Kongre kararları ve merkezi görevleri olmak üzere bölgesel ve yerel özgün görevleri de kapsayarak bütünlüklü bir gelişim perspektifi yukarıdan aşağıya sağlanmalıdır. Köşemizin sınırlılıkları açısından özetleyerek geçelim. MKP 3. Kongresi’nde özetlenen aşağıdaki kararlar ve perspektifler şimdiki sürecinde ertelenemez görevleri olarak basitten karmaşığa adım adım güncellenmiş pratikleşmeyi koşullamaktadır. Temsili parlamenter- bürokratik gerici burjuva devletin her biçimine karşı, proletarya ve emekçilerin doğrudan iktidarı; Söz- karar ve yetkinin doğrudan proletarya ve emekçilerin olduğu, sosyalist kamu mülkiyeti temelinde yürüyen, ekolojiye saygılı, cinsiyetçi- ataerkil- cinsel yönelimleri ötekileştirici her türlü gericiliğe karşı, seküler- komünal bir yaşam ve toplum; Resmi her bir millet, dil, inanç, tarih, düşünce imtiyazı ve tekeline karşı tam hak eşitliği temelinde komünizme kadar devrimi sürdürme; Gezi Haziran Ayaklanması’yla dersleri birikerek bayraklaşan komün ve sovyetler cüretiyle komünizmin yenidünyası; Emperyalist küresel hegemonyanın insanı, doğayı ve yaşamı metalaştıran kapitalizmin her türlü manipülasyonuna karşı özgür bir yaşam; Tasfiyeciliğin önemli göstergelerinden biri olarak uzun süredir varlığını sürdüren kendiliğindenciliğe ve düzeniçi reformizme karşı radikal devrimci militan çizgi ve yönelimi pratikleştirme, Ezilen uluslar, azınlıklar, kadınlar ve LGBTT’lerin baskı ve kırıma karşı kaderlerini ellerine alması; İller ve bölgelerin tamamıyla yerel alanda seçilmiş denetlenebilir, görevden alınabilir, görevlilerinin konseyler biçimindeki merkezileşmiş ama aynı zamanda tam bir yönetim özerkliğini içeren Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Dört parçaya bölünerek tarihsel haksızlığa uğrayan Kürdistan’ın güncel birleşme ihtimaline yönelik Özgür Birleşik Sosyalist Kürdistan şiarıyla harekete geçmek, Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için tüm sınıf farklılıklarına, tüm üretim ilişkilerine, tüm gerici değer ve geleneksel fikirlere karşı komünizme kadar devrimleri sürdürmek için, sosyalizme, Sosyalist Halk Savaşı’yla yürüyoruz! Bugün de insanlığın ve proletarya önderliğinde halk kitlelerinin gerçek kurtuluş ve özgürlük yolu olan sosyalizm ve komünizm gelecek ve kazanacaktır. 2015 yılının doğru tarihsel kökleriyle kalıcı başarılar sağlanarak daha ileri düzeylerde pratik sıçrama ve gelişmelere vesile olması dileğiyle güne ve ana sarılalım.


04

güncel haber

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

19 Aralık Katliamı ülke genelinde 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nda hayatını kaybeden 28 devrimci ve komünist, İstanbul, Ankara, İzmir, Dersim başta olmak üzere çok sayıda ilde düzenlenen eylemlerle anılarak faşist Türk devleti protesto edildi

Eskişehir Adliyesi’ndeki Abdullah Kalay eylemine saldırı Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) Eskişehir örgütlüğünün, Eskişehir Adliyesi'nde hasta tutsak Abdullah Kalay’a özgürlük talebiyle gerçekleştirdiği eyleme saldıran polis, 4 DHF üyesini darp ederek gözaltına aldı Eskişehir'de 19 Aralık günü hasta tutsak Abdullah Kalay için Eskişehir Adliyesi'nde eylem yapmak isteyen Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üyelerine saldıran polis, 4 DHF üyesini darp ederek gözaltına aldı. Kalbinin % 70’i çalışmayan MKP dava tutsağı Abdullah Kalay’ın serbest bırakılması için Eskişehir Adliye Sarayı’nda “Abdullah Kalay'a Özgürlük” pankartı açıldı.

‘Hasta tutsaklar onurumuzdur’ DHF üyesi öğrenciler “Abdullah Kalay'a özgürlük” , “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” , “Hasta tutsaklar onurumuzdur” sloganlarını atarak, faşist T.C devleti tarafından ölüme terk edilen hasta tutsak Abdullah Kalay'ın derhal serbest bırakılmasını talep etti. Adliyede bulunan polis 4 DHF üyesini darp ederek gözaltına almasının ardından karakola götürdü. Polis gözaltı sırasında bir DHF üyesinin de boğazını sıkarak boğma girişiminde bulundu. Polise ifade vermeyi reddeden DHF üyeleri, savcılıkta ifade vereceklerini belirtti. Polis eylem yapan 4 DHF üyesini akşam saatlerinde serbest bıraktı.

Faşist Türk devleti tarafından 19-22 Aralık 2000’de 20 hapishaneye eş zamanlı olarak düzenlenen saldırılarda, 28 devrimci ve komünist katledildi. Tutsaklara dayatılan tecrit ve tredman saldırılarının dünden bugüne devam ettirildiği hapishanelerde başlatılan Ölüm Orucu eylemine yönelik saldırılar için devlet tarafından uygun zemin hazırlandı. Devletin “Hayata Dönüş operasyonu” adı altında gerçekleştirdiği saldırılarda devrimci tutsaklar destansı bir direniş sergileyip devrimci irade ve kararlılığı en doğru biçimde yansıtırken, 28 devrimci tutsak gaz bombasından zehirlenerek, boğularak, kurşunlanarak ve yakılarak katledildi. Saldırının ardından zorla F Tipi hapishanelere götürülen tutsaklara ring araçlarında da işkenceler devam etti. Ancak bütün bu saldırılara karşın Ölüm Orucu direnişi kararlılıkla devam ederken 122 devrimci tutsak şehit düştü.

‘19 Aralık Katliamı’nı unutmadık unutmayacağız’ 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimciler için İstanbul, Ankara, İzmir, Dersim başta olmak üzere çok sayıda ilde faşist Türk devletini protesto eden eylemler düzenlendi. Eylemler sırasında yapılan basın açıklamalarında bundan 14 yıl önce 20 hapishaneye eş zamanlı olarak gerçekleştirilen saldırılarda 28 devrimci ve komünistin katledildiği ifade edilerek hapishanelerde tutsaklara dayatılan tecrit ve tredman saldırılarına karşı mücadelenin dün olduğu gibi bugün de devam ettirildiği vurgulandı. Eylemler sırasında “19 Aralık Katliamı’nı Unutmadık Unutmayacağız” , “19 Aralık Katliamının Sorumluları Yargılansın” , “19-22 Aralık ‘Hayata Dönüş’ Katliamı Devam Ediyor” pankartları taşınarak, “Yaşasın 19 Aralık Direnişimiz” , “19 Aralık Katliamı’nın hesabını soracağız” , “Anaların öfkesi katilleri boğacak” , “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganları atıldı. İSTANBUL: İstanbul’da Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)-Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB)’nin çağrısıyla 19 Aralık günü Ümraniye Hapishanesi önünde düzenlenen

yürüyüşün yanı sıra, 20 Aralık’ta Okmeydanı’nda aralarında DHF’nin de olduğu devrimci demokratik kurumlar tarafından düzenlenen yürüyüşle 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimciler anılarak faşist Türk devleti protesto edildi. 19 Aralık akşamı DHF’nin de aralarında olduğu devrimci demokratik kurumlar, Taksim Tünel’de bir araya gelerek Galatasaray Lisesi önüne sloganlarla yürüdü. 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimcileri anıldığı yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında, 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nın Milli Güvenlik Kurulu kararıyla bir yıl boyunca hazırlanan plan doğrultusunda yapıldığı belirtilerek katliama binlerce asker ve polisin katıldığı ifade edildi.

DHF’den Alibeyköy’de 19 Aralık paneli DHF Alibeyköy örgütlülüğü, 19-22 Aralık Kahramanlık Haftası kapsamında 21 Aralık’ta Alibeyköy Demokratik Haklar Derneği’nde düzenlediği panel ve müzik dinletisiyle 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimcileri andı. Etkinlik 19 Aralık Katliamı’nda şehit düşenler anısına yapılan 1 dakikalık saygı duruşunun ardından katliamı anlatan sine vizyon gösterimiyle başladı. Panele konuşmacı olarak katılan Eyüphan Başar, Memik Horuz, Seza Mis Horuz, 19 Aralık Katliamı’nın halka yönelik topyekün saldırıların bir parçası olduğunu belirterek IMF politikalarının hayata geçirilebilmesi

için bu katliamın gerçekleştirildiğini belirtti. Panelde son olarak Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) temsilcisi söz olarak, hapishanelerin okul görevi gördüğünü ve devlet tarafından hapishaneye konulan tutsakların kolektif yaşamla birlikte militanlaşarak sınıf bilincine eriştiğini kaydetti. Konuşmaların ardından soru cevap bölümüyle devam eden panel, Grup Munzur’un sahne alarak marşlar söylemesiyle sona erdi.

Sarıgazi’de kitlesel yürüyüş düzenlendi 21 Aralık’ta Sarıgazi’de DHF-YDAB’ın çağrısıyla Vatan İlköğretim Okulu önünde bir araya gelen kitle, sloganlarla Sarıgazi Meydanı’na yürüyerek 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden 28 devrimciyi andı. Sağanak yağmura karşın Sarıgazi halkının yürüyüşe kitlesel katılımı dikkat çekti. Sarıgazi Meydanı’nda DHFYDAB adına yapılan basın açıklamasında 19 Aralık Katliamı’nı gerçekleştiren faşist Türk devleti protesto edildi. Sarıgazi’deki bir başka eylem de aynı gün akşam saatlerinde BDSP, ESP, Kaldıraç, Partizan, Halkevleri, EMEP ve Mücadele Birliği tarafından düzenlenen eylemdi. Vatan İlköğretim Okulu önünde toplanan kitle sloganlarla Sarıgazi Meydanı’na yürüyerek 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimcileri andı. Bu eylemlerin yanı sıra İstanbul’un çeşitli semtlerinde devrimci demokratik ve yurtsever kurumlar tarafından 19 Aralık Katliamı’nda hayatı-


1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

05

protesto edildi

UFUK ÇİZGİSİ ‘PARALEL YAPIYA’ KARŞI ZAFER KAZANILDI MI?

A

nı kaybedenlerin anıldığı eylem ve etkinlikler düzenlendi.

19 Aralık anmasına polis saldırdı ANKARA: 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimciler, ilk olarak DHF’nin de örgütleyicileri arasında olduğu devrimci demokratik kurumlar tarafından 19 Aralık’ta Sincan Hapishanesi’ne yapılan yürüyüşün yanı sıra, 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden Ali İhsan Özkan ile Cafer Tayyar Bektaş, aileleri ve yoldaşları tarafından mezarları başında anıldı. Anmanın ardından Ankara Demokratik Haklar Derneği’nde Ali İhsan Özkan’ın ailesi tarafından yemek verildi. Sine vizyon gösteriminin ardından Ali İhsan Özkan’ın ses kaydı kitleye dinletildi. Yemeğin ardından anma sona erdi. 20 Aralık’ta aralarında DHF’nin de olduğu devrimci demokratik ve yurtsever kurumlar tarafından örgütlenen eyleme polis saldırdı. Yüksel Caddesi’nde toplanarak Sakarya Caddesi’ne meşaleli yürüyüş gerçekleştirmek isteyen kitlenin önü, İnkılap Caddesi’ne gelindiği sırada çevik kuvvet polisleri tarafından barikatlarla kesildi. Kitlenin Sakarya Caddesi’ne yürümesine izin vermeyen polis, biber gazı ve plastik mermilerle kitleye saldırdı. Polis saldırısının ardından Yüksel Caddesi’ne çekilen kitle yeniden Sakarya Caddesi’ne yürümek istedi. Polis kitleye ikinci kez saldırırken biber gazın-

dan çok sayıda kişi etkilendi. Polis saldırısını protesto eden kitle en demokratik hakları olan yürüyüş hakkının engellendiğini belirterek 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nı protesto eden bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Ovacık’ta meşaleli yürüyüş düzenlendi DERSİM: 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimciler Ovacık’ta aralarında DHF’nin de olduğu devrimci demokratik ve yurtsever kurumlar tarafından düzenlenen meşaleli yürüyüşle anıldı. Yeşil Yazı Caddesi üzerinde bir araya gelen kitle Ovacık Belediyesi önüne sloganlarla yürüdü. Basın açıklamasının ardından Ovacık Belediyesi Düğün Salonu’nda 19 Aralık Hapishaneler Katliamı ve F Tipi Filmi’nin gösterimi yapılarak anma sonlandırıldı. 22 Aralık’ta Dersim Merkezde ise DHF, HDP, DBP, ESP ve EMEP’in çağrısıyla Sanat Sokağı’nda bir araya gelen kitle, Seyit Rıza Meydanı’na gerçekleştirdiği yürüyüşle 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybedenleri anarak faşist Türk devletini protesto etti. Bu illerin yanı sıra İzmir, Eskişehir, Adana, Kocaeli, Muğla ve Muş-Varto başta olmak üzere çok sayıda il ve ilçede, aralarında DHF’nin de olduğu devrimci demokratik kurumlar tarafından 19 Aralık Katliamı’nı protesto eden eylemler ve paneller düzenlendi.

≫ bakış can

KP ile Cemaat çatışması her halükarda AKP’ye pahalıya mal oldu. Erdoğan’ın TÜBİTAK Teşvik Ödülleri töreninde yaptığı konuşmada, "Türkiye paralel yapıyla mücadelesini kazanmıştır" sözü doğru da olsa, “Paralel Yapının’’ AKP’yi hırpalayarak yaraladığı inkar edilemez. İki tarafın darbeleri de etkili-isabetli ve ağır olmaktadır. Çünkü söz konusu iki taraf eski ortaktı ve bir nevi tekti. Yedikleri içtikleri ayrı gitmez cinsten “din’’ (iktidar olanaklarını kullanıp peşkeş çekme vb vs) kardeşleriydi. Dolayısıyla ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını, nerelerde güç olduklarını, örgütlenmelerini, olanak ve yasa dışı ilişkilerini, yiyicilik ve talancılıklarını çok iyi bilmektedirler. Bu nedenle isabetli darbeler vurmaları ve hatta birbirlerini yenilgiye uğratmaları iki taraf için de gerçek zemine sahiptir. Ancak Erdoğan’ın “kazanma’’ söylemi psikolojik savaş söylemine benzemektedir. Kendi tabanına güven vermek bunun bir yanıdır. Karşı tarafı da aynı biçimde moralsizliğe sürükleyip, kitlesini etkileme de ikinci yanıdır. Erdoğan yakın günlerdeki başka açıklamalarında “tam temizleyemedik hala, bir senede tamamen temizlemek kolay değil” tarzında sözler sarf etti. Dahası, ‘operasyonlar’ yapılmakta ve yenilerinin yapılacağı söylenmektedir. Yenilgiye uğratılmış veya mücadelede zafer kazanılmış bir yapının (“paralel yapıya’’) hala güç olduğu, ‘operasyon’ çekilip tutuklanması gerektiği kadar örgütlü durumunu da koruduğu vb alenen görülmektedir. Dahası her vesileyle karanlık ellerden bahsedilmekte, Hanefi Avcı hakkındaki kararın aynı yapının işi olduğu söylenmekte, TÜBİTAK ile ilgili açığa çıkan gerçekler ve daha birçok şey söylenmektedir. Mantıken de yıllardır bürokraside örgütlenen, devlet kurumlarında kadrolaşan, devlet-bürokratik olanaklardan yararlanarak talanda ortak olan ve iyice palazlanan adeta iktidar ortağı olan “paralel yapının’’ kolayca temizlenmesi oldukça zor olsa gerek. Açık ki, Erdoğan’ın zafer ilanı erken zafer ilanıdır ve esasta psikolojik söylem ve savaş ağırlıklıdır. Kim bilir belki korkunun dışa vurumudur. Genel seçimler öncesi “paralel yapının’’ bir biçimiyle AKP hakkında ‘skandal-lar’ patlatması olasıdır. Normalde elbette AKP, Cemaati ezdi-eziyor. Geçici olarak

yendiği de söylenebilir. Ama bu yengi nihai değil ve kesin karara bağlanmış bir yengi değildir. Erdoğan’ın ‘zafer’ ilanı yeni ‘operasyonların’ yapılacağının ilanıdır da. Anlaşılıyor ki, ‘arkadan hançerlenmenin’ intikamı için pervasız saldırılar ve baskılar gerçekleştirilecektir. Gerçekleştirdiği ‘operasyon’, tutuklama ve uyguladığı baskılarla toplumdaki tüm muhalif kesimlere gözdağı da verilmektedir. Liseli çocukları ‘hakaret ettiği’ gerekçesiyle gözaltına alıp yargılayan faşist baskılar, ağırlaştırılarak tüm kesimlere uygulanacaktır da. DHF faaliyetçilerinin tehdit edilmesi gibi gelişmeler de bunun bir başka göstergesidir. Çıkarılmak istenen İç Güvenlik Yasası kapsamında faşist baskılar çok daha pervasızca ağırlaştırılıp, toplum sindirilip korku iklimine sokularak genel seçimlere yönelik avantajlar da sağlanmaya çalışılmaktadır. AKP iktidarını eleştiren, ona karşı demokratik tepki gösteren ve hak mücadelesi veren muhalif kesimler tutuklanma, yargılanma ve tehdit edilme gibi faşist saldırılarla yüz yüze bırakılarak toplum susturulmak istenmektedir. Ancak yukarıda dediğimiz gibi AKP ne yaparsa yapsın, hatta ‘paralel yapıya’ karşı zafer de kazansa, ‘paralel yapının’ AKP’yi dört bakanı şahsında yiyicilik, yolsuzluk, hırsızlık ve talan sicilini ortaya dökerek hırpaladığı ve yaraladığı gerçektir. Faşist baskılar, talan ve yiyiciliğin gizlenmesine yetmeyecektir. AKP iktidarının boynunda yiyicilik, yolsuzluk ve talan yaftası asılı durmaktadır. Maden ocaklarındaki işçi katliamlarındaki sorumluluğu ve katliamları olağan göstererek meşrulaştıran gerçek yüzü hiçbir baskının kapatamayacağı kadar açıktır. AKP, bütün bu teşhir olmuşluğunu yapay gündemler yaratıp, faşist baskılara başvurarak unutturmak ve dikkatleri başka yönlere çekerek kurtulmak istiyor. Ama nafile. AKP kan kaybı yaşamakta ve yaşamaya devam etmektedir. Saldırganlığının belirleyici nedenlerinden biri de budur. Bu gidişat AKP’nin yenilme yoludur. ‘Paralel yapıya’ karşı saldırılarla belli kesimleri yanına çekmeye çalışması da boştur. AKP yolsuzluğa batmış ve ahlaki çürümenin göbeğinde debelenmektedir. Hayalleri çok farklı da olsa bu seçimlerde hayal kırıklığına uğraması tamamen mümkündür.


06 gençlik haber

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

Öğrencileri baskılara karşı direniyor den bu yana açtıkları stantlara yönelik saldırıyı protesto etmek için basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasının ardından provokasyon yaratmaya çalışan Anadolu Gençlik Derneği (AGD) üyesi faşistlerle, devrimci demokrat öğrenciler arasında gerginlik yaşandı. Gerginlik sırasında devrimci öğrencileri tehdit eden polis bir süre sonra, devrimci demokrat öğrencilere saldırdı. Saldırı sonucunda polis 19 öğrenciyi darp ederek gözaltına aldı. Gözaltına alınan öğrenciler ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Üniversitelerdeki faşist saldırılar giderek artarken, Yıldız Teknik, Çukurova ve Kocaeli Üniversiteleri başta olmak üzere birçok üniversitede faşist saldırıların protesto edildiği eylemler düzenlendi Üniversitelerde halk gençliği üzerindeki baskılar her geçen gün artarak devam ediyor. En küçük hak talebi isteminin dahi gözaltılar ve saldırılarla karşılandığı üniversitelerde öğrenciler sivil faşist, ÖGB ve polis üçgeninde bilimsel, parasız ve anadilde eğitim talebini yeniden haykırmaya devam ediyor. Fişlemelerle, gözaltılarla, tehdit ve soruşturmalarla haklı talepleri bastırılmaya çalışılan üniversite öğrencileri, saldırılara karşı basın açıklamaları ve eylemler düzenleyerek yaşanan faşist saldırıları teşhir etmeye devam ediyor.

Akdeniz Üniversitesi’nde faşist saldırılar protesto edildi

Çukurova Üniversitesi’nde faşist saldırılar yoğunlaşarak devam ediyor Çukurova Üniversitesi’nde Roboskî Katliamı’nın yıl dönümü nedeniyle etkinlik bildirisi dağıtan üniversite öğrencilerine, faşist bir grup sopalar ve bıçaklarla saldırdı. Saldırıya uğrayan çok sayıda üniversite öğrencisi yaralanırken, durumu ağır olan 4 öğrenci tedavi altına alındı.

Maraş Katliamı protestosuna saldırı Üniversite öğrencileri bir sonraki gün için Çukurova Üniversitesi’nde 19-26 Aralık 1978 tarihinde faşist T.C. tarafından gerçekleştirilen Maraş Katliamı’na ilişkin eylem düzenledi. Yapılan eylemin ardından faşistlerin provokasyon girişimi yaşanırken, öğrencilere yönelik saldırıda 3 üniversiteli yaralandı. Saldırıdan sonra tekrardan Çukurova Üniversitesi Ali İsmail Korkmaz alanında bir araya gelen üniversite öğrencileri, kitlesel katılımın olduğu bir eylemle Maraş Katliamı’nda hayatını kaybedenleri andı. Eylem sırasında “Çukurova faşizme mezar olacak”, “Katil devlet hesap verecek” , “Dün Maraş'ta bugün Sivas' ta çözüm devrimci savaşta” sloganlarını atan üniversite öğrencileri, faşist T.C.’nin katliamcı tarihini teşhir etti.

dan savcılık tarafından serbest bırakılırken, hakkında başka bir davadan 6 yıl hapis ‘cezası’ olduğu belirtilen bir öğrenci tutuklandı. Ayrıca polisin üniversite öğrencilerini gözaltına alırken, "Zorla da olsa bu devleti seveceksiniz" diyerek copla vurduğu ve yaralı öğrencilere “Ölün, geberin” ifadeleriyle tehdit ettiği ifade edildi.

96 öğrenci gözaltına alındı

Davutoğlu protestosunda onlarca öğrenci gözaltına alındı

Çukurova Üniversitesi’nde 3 üniversite öğrencisinin yaralanmasıyla sonuçlanan faşist saldırıyı protesto etmek için yürüyüş düzenleyen devrimci, demokrat ve yurtsever üniversite öğrencilerine ülkücü faşist gruplar yeniden saldırdı. Ardından çevik kuvvet polislerinin gaz bombalı ve biber gazıyla gerçekleştirdiği saldırıda, aralarında Halkın Günlüğü Gazetesi muhabirinin de olduğu 96 üniversite öğrencisi darp edilerek gözaltına alındı. Faşistlerin ve çevik kuvvet polislerinin saldırısı sırasında onlarca öğrenci yaralandı. Adana Emniyet Müdürlüğü'ne götürülen toplam 96 öğrenciden 71’i serbest bırakıldı. Kalan 25 öğrencinin 16'sı ifadelerinin ardın-

Davutpaşa Kampüsü’nde Davutpaşa Kampüsü Yemekhanesi önünde bir araya gelen Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencileri, Başbakan Davutoğlu’nu protesto eden bildiri dağıtıp afiş asarak sloganlar atmaya başladı. Üniversite içerisinde polis yığınağının yanı sıra afiş asan bir öğrenci, Özel Güvenlik Birimleri tarafından engellenmek istendi. Üniversite öğrencileri karşı koyarken, kısa süren bir çatışma yaşandı. Üniversite öğrencileri “AKP defol üniversiteler bizimdir” , “ÖGB defol üniversiteler bizimdir” sloganlarıyla polis ve ÖGB’leri protesto ederken, polis üniversite öğrencilerinin çevresini kuşatarak yeni bir saldırı için hazırlık yapmaya başladı.

ÖGB’ler öğrencilerin yaptığı afişleri sökmeye devam ederken öğrencilerin tepkisi de sürdü. ÖGB’ler öğrencilere saldırırken ardından polis ÖGB’lerin aradan çekilmesini söyleyerek üniversitelilere yeniden saldırdı. Üniversiteliler yemekhaneye doğru çekilirken, polis yemekhaneye girerek üniversite öğrencilerini darp ederek gözaltına almaya başladı. Gözaltına alınan bir öğrenciyi polisin elinden kurtarmaya çalışan birkaç üniversite öğrencisine de saldıran polis, arkadaşlarını kurtarmaya çalışan bütün öğrencileri gözaltına aldı. Polis ayrıca kolu kırık bir öğrenciyi de kolunun kırık olduğunu söylemesine karşın darp ederek gözaltına aldı. Gözaltıları protesto eden üniversite öğrencilerine de tehditler savuran polis, protestocu öğrencileri de gözaltına alacağı tehdidinde bulundu. Polis yemekhane önüne de barikat kurarak gözaltına almaya devam etti. Gözaltına alınan öğrenciler ifadeleri aldıktan sonra serbest bırakıldı.

Kocaeli Üniversitesi’nde 19 öğrenci gözaltına alındı Kocaeli Üniversitesi'nde okuyan devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler, üç gün-

Antalya'da bir araya gelen Emek ve Demokrasi Güçleri, Akdeniz Üniversitesi’nde son dönemlerde yaşanan baskı, saldırı ve soruşturmaları düzenlediği basın açıklamasıyla protesto etti. Soruşturma açılan DGH taraftarlarının da aralarında olduğu kitle Akdeniz Üniversitesi Meltem girişinde bir araya gelerek ''Faşizme karşı omuz omuza'' , ''Baskılar bizi yıldıramaz'' , ''Akdeniz faşizme mezar olacak'' , ''Yaşasın devrimci dayanışma'' sloganlarını attı. Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Hakkındaki yolsuzluk iddiaları, gerici uygulamaları, öğrenciler, akademisyenle üniversite çalışanları üzerindeki baskıcı tutumlarıyla sürekli gündeme gelen Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğü, bu kez de yüzlerce öğrencimize soruşturma açmasıyla bir kez daha gündemdedir. Açılan bu son soruşturmaların akademik özgürlük anlayışından, inandırıcılıktan uzaklığı ve toplumsal sorunlara duyarlı, gençlerimizi baskı altına almaya ve belki de onlarcasının öğrenciliklerinin sona erdirilmesine yönelik soruşturmalar olduğunu çok iyi biliyoruz. O nedenle bugün buraya bu duruma sessiz kalmayacağımızı ve gençlerimizin yanında olduğumuzu bir kez daha vurgulamak için toplandık. Öğrencilerimize başlatılan soruşturmalara gerekçe olarak, en temel anayasal demokratik hakları olan basın açıklamasına katılmak, protesto yürüyüşü gerçekleştirmek gibi gerekçeler gösterilmektedir. Üniversite içerisinde kameralar aracılığıyla gözetlenmeyen bir alan kalmazken, her köşe başında bekleyen sivil polisler ve özel güvenlik görevlileri ayrıca gözetleme ve fişleme faaliyetini sürdürüyor.” Basın açıklaması akademik özgürlüğü savunan, bilime önem veren, toplumsal özgürlükleri ve dayanışmayı önemseyen herkesin bu saldırılara karşı üniversite öğrencilerinin yanında olması gerektiği vurgulanarak sonlandırıldı.

Sütçü İmam Üniversitesi’nde polis saldırısı Sütçü İmam Üniversitesi’nde okuyan Yüksel Tekin adlı yurtsever öğrencinin sivil faşistlerce linç edilmek istenmesi üzerine saldırıyı protesto etmek amacıyla bir araya gelen devrimci, demokrat ve yurtsever öğrencilere polis biber gazı ve tazyikli suyla saldırırken sivil faşistler ve öğrenciler arasında çatışma çıktı.


güncel haber

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

07

Devletin Gezi direnişçilerine öfkesi dinmiyor Gezi Ayaklanması sırasında 1 Mayıs Mahallesi'nde katledilen Mehmet Ayvalıtaş’ın davasında sanıkların tutuklu yargılanması talebi reddedilirken, Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’la aynı sokakta polislerin işkencesine maruz kalan Doğukan Bilir’e saldıran polislere ‘ödül’ gibi ‘cezalar’ verildi Gezi Ayaklanması’nda katledilen Mehmet Ayvalıtaş, Ali İsmail Korkmaz’ın davaları ile Muğla’da katledilen Şerzan Kurt’un davası görülürken, mahkeme heyetlerinin duruşmada yargılanan sanıklara ilişkin yanlı tutumu dikkat çekti. Devlet kendi katillerini mahkemelerde ‘aklamaya’ çalışırken, ülkemizde hukuk sisteminin yalnızca bir aldatmacadan ibaret olduğu gerçekliği mahkeme heyetlerinin kararlarıyla bir kez daha açığa çıktı. Gezi Ayaklanması sırasında Ataşehir’e bağlı 1 Mayıs Mahallesi’nde katledilen Mehmet Ayvalıtaş’ın davasının duruşması, 24 Aralık’ta İstanbul Anadolu Adalet Sarayı’nda görüldü. Mahkeme heyeti salona avukatlar ve Ayvalıtaş’ın ailesi dışında kimsenin alınmayacağını belirtirken, tepkiler sonucu gazetecilerin salona alınmasına karar verildi. Duruşmayı Gülsuyu'nda çeteler tarafından katledilen Hasan Ferit Gedik'in annesi Nuray Gedik ile Berkin Elvan'ın annesi Gülsüm Elvan ve babası Sami Elvan da izledi. Davanın görüldüğü İstanbul Anadolu Adalet Sarayı polis tarafından abluka altına alınırken, çevik kuvvet polisleri de adliye

binasının kapısında hazır bekletildi. Adliye önünde bir araya gelen Sosyalist Dayanışma Platformu ve Devrimci Anarşist Faaliyet üyeleri, Gezi şehitleri için saygı duruşunda bulundu.

‘Jipi kullanan sanık isteseydi durabilirdi’ Duruşmada dinlenen tanıklar, Ayvalıtaş’ın katledildiği yerde 6 bin kişinin olduğunu ve görüş mesafesinin de bulunduğunu belirterek yağmurun yağmadığını ve aydınlatma ışıklarının da çalıştığını belirtti. Tanıklar, jipi kullanan kişinin isteseydi durabileceğini söyledi. Avukat Ömer Kavili, sanık Cengiz Aktaş’ın duruşma salonunda hazır bulunmasını isterken, yaşanan polis teröründen dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın sorumlu olduğunu belirterek haklarında soruşturma açılmasını istedi. Avukat Sevgi Becerik ise MOBESE görüntülerini dosyaya koymayan polisler hakkında soruşma açılması gerektiğini ifade etti. Mahkeme heyeti sanıkların tutuklu yargılanmasını reddederek duruşmayı 25 Mart 2015 tarihine erteledi.

Doğukan Bilir’i coplarla döven polislere 'ödül' gibi ‘ceza’ Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz ‘la aynı sokakta polislerin cop darbeleri ve meşe odunuyla dövülen Doğukan Bilir’in davası 23 Aralık’ta sona erdi. Bilir’i coplarla döven polis Şaban Gökpınar ve Selçuk Bal ile Serkan Kavak hakkında açılan davada sanıklara, ‘yaralama’ suçundan 3’er bin TL para cezası verildi. Haklarındaki “hükmün açıklanmasının ertelenme-

sine” karar verilen iki polis, bu kararla ceza almaktan kurtuldu. Bilir’i meşe odunuyla döven saldırgan Serkan Kavak’a verilen 3 bin TL para cezası ise suç işlemesi nedeniyle ertelenmedi. Ali İsmail’in katledildiği 2 Haziran günü elinde meşe odunuyla AKP İl Binası önünde görüntülenmiş, tepkiler üzerine Ali İsmail davasında da şüpheli olarak gözaltına alınmış ardından da Ali İsmail davasına tanık olmuştu. Verilen bu cezanın da açıkça gösterdiği gibi devlet kendi iktidarını korumak için halka şiddet uygulayan polisleri mahkemelerinde göstermelik ‘cezalarla’ ödüllendirmekte ve Gezi Ayaklanması’na katılanlara yönelik öfkesini açıkça göstermektedir.

Ali İsmail’in katillerine devlet koruması 25 Aralık akşamı Eskişehir’den yola çıkarak Ali İsmail Korkmaz duruşmasına katılmak üzere Kayseri’ye giden DHF üyelerinin de olduğu otobüsler, önceki duruşmada olduğu gibi yine Kayseri girişinde savcılık tarafından durdurularak kimlik kontrolü ve otobüs araması yapıldı. Aramalar ve kimlik kontrolünün ardından kitlenin Kayseri’ye girişine izin verildi. Gezi Ayaklanması sırasında girdiği ara sokakta polisler ve eli sopalı sivil faşistler tarafından dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın davasının duruşması, 26 Aralık’ta Kayseri Adliyesi’nde görüldü. Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada çeşitli illerden gelerek müdahil olmak isteyen avukatlar da salondaki yerini aldı. Sanıklardan Muhammed Vatansever, Ebubekir

Harlar, Ramazan Koyuncu ve İsmail Koyuncu duruşmaya katılırken, sanık polis Mevlüt Saldoğan ise ameliyat olduğunu raporla gerekçelendirerek duruşmaya katılmadı. Mahkeme heyetinin ara kararını açıkladığı davanın yeni duruşması 21 Ocak 2015 tarihine ertelendi. Mahkeme ara kararında, “Hatay Barosu'nun katılma talebinin reddine, Mevlüt Saldoğan'ın mazeretinin kabulüne, Saldoğan'ın sağlık durumu nedeniyle mazeretli sayılmasına ve bir dahaki duruşmaya katılmaması halinde görüntülü olarak katılmasına” karar verdi. Adliye çıkışında açıklama yapan Korkmaz ailesi, Gezi şehitlerinin aileleri ve HDP Milletvekili Sebahat Tuncel, bu duruşmanın karar duruşması olacağını düşündüklerini ancak sanık polisin duruşmaya gelmemesi nedeniyle davanın uzatılarak sonuçlanmasının engellendiğini ve bir dahaki duruşmanın karar duruşması olacağına inandıklarını söyledi.

Şerzan Kurt davası görüldü 2010 yılında Muğla’da polis kurşunuyla katledilen Şerzan Kurt’un katleden polis Gültekin Şahin’in yargılandığı dava, 24 Aralık’ta Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Savunma yapan sanık polis Gültekin Şahin, kendisine yönelik suçlamaları reddederek, “O gün orada başka silah kullananlar da vardı. Niye ben buradayım” dedi. Verilen aranın ardından yeniden başlayan duruşmada mahkeme, Yargıtay’ın “bozma” kararına uyarak sanık polis Şahin’in tutuklanma talebini reddetti. Davanın yeni duruşması 20 Şubat 2015 tarihine ertelendi.


08 kadın haber

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

“Nasıl iyi kadın olunur” (!)

Bunu ihmal etmeyeceğiz ve muhasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak istiyorsak bu milletin güçlü olması lazım. Ekonomide bir kaide vardır, 'genç, dinamik demek'. Bu ülkede yıllarca bir doğum kontrolü ihaneti yaptılar ve neslimizi kurutma yoluna gittiler. Neslin önemi, gücü ekonomide olduğu gibi manen de çok önemli. Ben sizlere inanıyorum ve aile cüzdanımız da kızımıza verelim."

Nüfus politikasına her fırsatta yeni bir ‘soluk’ getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘kürtajın cinayet olduğunu’ iddia etmesinin ardından bu kez de doğum kontrolünü ihanet olarak nitelendirerek yeni nüfus politikası yorumunda kadınları kuluçka makinesi olarak değerlendirdi

Jinekologlardan Erdoğan’a yanıt Erdoğan’ın bu sözlerinin ardından bir açıklama yapan Türk Jinekoloji ve Obstetri Derneği (TJOD), Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Bu ülkede yıllarca bir doğum kontrolü ihaneti yaptılar ve neslimizi kurutma yoluna gittiler” sözlerinin tepki gösterdi. TJOD'ın internet sitesinden yapılan açıklamada Erdoğan’ın bir yandan kürtajı cinayet olarak nitelendirmesini, bir yandan da doğum kontrolüyle istenmeyen gebeliğin önlenmeye çalışılmasını “ihanet” olarak nitelendirmesinin çelişkisine vurgu yaparak şöyle dedi: “ Kürtajı cinayet olarak niteleyen Sn. Cumhurbaşkanı kürtajın yapılmaması için, istenmeyen gebeliklerin önlenmesi, yani doğum kontrol yöntemlerinin kullanılması gerektiğini tahmin etmelidir. Bu nedenle doğum kontrolünün neden ihanet olarak algılandığını anlamak mümkün değildir. Türkiye gibi özgür, demokratik bir ülkede insanların doğum kontrollerine siyasetçilerin değil kendilerinin karar vermesi gerektiğini düşünüyoruz."

Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta “milletin” geleceğine vurgu yapmaktan çekinmiyor. Erdoğan kaygılı, tıpkı Avrupa’daki meslektaşı Angela Merkel gibi. Milletin geleceği tehlikede! Nasıl mı? Yeterince ‘genç ve dinamik” insan yok. Ne için mi? İnsanların mutluluğu, iyiliği için değil ya elbet. Pazar için ucuz ‘işgücü’, savaş için ‘asker’ lazım. Ülkemiz nüfus yarışında diğer devletlerin gerisinde bulunuyor. AB ortalamasını geçmemiz gerekiyor. Onlara “bak ne kadar genç ve dinamik nüfusumuz var “ diye “aşık atmalıyız.” Onlar yaşlanıyor ya malum. O halde ne yapmalı? “Yeterince” çocuk doğurmalı kadınlar. Bu yüzden doğum kontrolü, kürtaj gibi “ihanetlere” dur demeli artık. Bu “yeterin” ne kadar olacağına ise Erdoğan dönemine göre karar verebilir. 3 olur, 5 olur.. Duruma göre değişir. Ha bir de önemli olan bir mevzu daha var. Ülkemizde her şey fıtratına göre oluyor ya madenlerdeki ölümler gibi. Doğum da öyle olmalı. “Fıtrat” hazinemizi bir de bu yönden de geliştirelim bakalım. Evet, “bu işin fıtratında normal doğum var”. Bir de mühim olan bir şey daha var ki o da şu; “Hamile kadınlar öyle ulu orta gezmemeli. Zira edepli kadınlar bunu yapmaz.” Bu yüzden en makbul olanı evimizde oturup kimseye görünmeyerek fıtrata uygun olarak üç ila beş arası çocuk doğurmak.

Erdoğan kadınlara ‘görevlerini’ hatırlatıyor Yukarıda biraz mizahi bir dille anlatmaya çalıştığımız ülkemiz kadınlarının ‘makus’ talihi olarak öne sürülenler, son zamanlardaki tezahürünün kısa bir özetidir aslında. Her gün sayısız kadının katledildiği ülkemizde kadına biçilen rollerle ilgili iktidar erkinin türlü türlü vecizeleriyle karşılaşıyoruz. Katledilmeleri yetmezmiş gibi bir de yol gösteriliyor adeta katillere. Kimi çıkıp “Hamile kadınlar sokakta gezmez. Bu edebe uygun değildir.” diyor. Kimi “5 çocuk doğurmak lazım”, “kürtaj ve doğum kontrolü ihanettir” diyor. Kimi “sezaryen hak değil” diyor. Bakalım bu defa yaşananlar neler. Cumhurbaşkanı Erdoğan eşiyle birlikte ülkemizin “önde ge-

‘Kadına yönelik şiddetin farklı biçimleri’

‘Sezaryen hak değil’

len bir sermayedarının” oğlunun düğün törenine katılıyor ve burada da toplumsal mesajlar vermekten geri durmuyor. Nikah töreninde evlilik cüzdanını “gelin kızımıza” takdim eden Erdoğan onun şahsında ülkemiz kadınlarına görevlerini hatırlatıyor bir kez daha ve şöyle diyor: “Evlilik uzun bir yolculuk. İyi günler var, kötü günler var. İyi günler paylaştıkça çoğalır ama kötü günlerde sabrettikçe elbet mutluluğa dönüşür. Beypazarı'ndan bir amcamın bana tavsiyesi var, diyor ki; bir olur garip olur, iki olur rakip olur, üç olur denge olur, dört olur bereket olur, gerisi Allah Kerim... Biz milletimiz güçlü kılmak için, hem nüfus itibarıyla daha çok genç nüfusa, dinamik nüfusa ihtiyacımız var. Hem de yetişmiş nüfusa ihtiyacımız var.

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH), Solingen Türk Halk Derneği‘nde bir panel düzenleyerek “Kadına yönelik şiddetin farklı biçimleri“ konusunu ele aldı ADKH 14 Aralık Pazar günü düzenlediği panelde, erkek egemen zihniyete, sistem tarafından yaratılmış kadın ve erkek rollerine, din, töre ve geleneksel nedenlere karşı mücadele verilmesi gerektiğinin vurgusunu yaptı. Kapitalizmin kadını (insanı) sömürerek bir meta olarak görüp kâr hırsı için kullandığı ifade edilerek power point üzerinden gösterilen tüm şiddet biçimleri açığa çıkarılarak teşhir edildi. “Şiddet çünkü sadece dayak atmak değildir...” denilerek fiziksel şiddetin yanı sıra psikolojik, ekonomik ve cinsel şid-

Erdoğan’ın ardından bir dizi yön gösterici buyruk da kurmaylarından geldi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu sezaryenin hak olmadığını belirterek “fıtratın normal doğum” olduğunu söyledi. Müezzinoğlu, sezaryende belli kriterler oluşturacaklarını söyleyerek uymayanlara yaptırım uygulanacağı kaydetti. Sezaryenin hak olmadığını iddia eden Müezzinoğlu, “Hasta ikna olmak istemiyorsa psikolojik desteği verelim. Sonuçta manavdan muz almıyoruz. Bu işin fıtratı, normal doğumdur” dedi. Müezzinoğlu kriterlere uymayıp sezaryende diretenlere ise belli yaptırımlar uygulanacağını şu ifadelerle dile getirdi:“Şimdi ebelerle ilgili bir düzenleme yapacağız, uzman ebelerimize normal doğumları yaptırma olanağı sağlanacak. Hekimlerimize mektup yazıyoruz, aylık 100 doğumunuzdan şu kadarı sezaryen, şu kadarı normal, siz de biliyorsunuz ki bilimsel verileri de şudur diye. Bunu hem hekim bazında hem servis bazında yapıyoruz; aynı şekilde özel hastanelerin de hem hekimine hem servis yöneticisine hem de hastane yönetimine. Önümüzdeki yıllarda da belirli kriterlere uymayanlara belirli müeyyideleri koyacağız.”

detin çeşitli biçimleri de ayrıntılarıyla anlatıldı.

Ülkemizde kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı Panelde Stalking, Mobbing, namus / töre cinayetlerine ve seks köleliğine de ayrıca yer verildi. Ülkemizde son 7 yılda kadına yönelik şiddetin yüzde 1400 artmış olması gerçekliğine vurgu yapıldı. Töre cinayetlerinin ise sadece Ortadoğu’da değil Avrupa’nın birçok ülkesinde ve Almanya’da da gerçekleştiği resmi rakamlarla açıklandı. Uygulanan şiddetin aynı ağır ve acımasız boyutlarının Türkiye-Kuzey Kürdistan gibi ülkelerde LGBTİ bireylere de uygulandığı, onların var oluşları nedeniyle istediklerini sevmeyi seçmeleri nedeniyle katledildiğine vurgu yapıldı. “Çocuklarınız eşcinsel ise onlar gayet normal, sağlıklı ve bir o kadar değerlidir. Küçük çocukların sünnet edilmiş

fotolarına demin bakamayıp, bugün bu sunumda dile getirilen şiddet biçimlerini lanetlerken, bir insanın da kim olmak istediği ve kimi seveceği özgürlüğünü de tanıması gereken yine sizler olmalısınız.”

Kadına yönelik şiddeti anlatan pandomim gösterimi yapıldı Kısa bir moladan sonra katılımcılarla forum şeklinde tartışılarak sorular yanıtlandı. Bu verimli tartışmalar içinde göze çarpan ise, kadının kadına yönelik şiddeti oldu. Nedenleri yine sistemin teşhiriyle açıklandı. Panelin ve sonraki forum tartışmasının ardından tüm katılımcıların da yer aldığı workshopla devam edildi. Kadın ve erkek olarak ikiye ayrılan grup tiyatral yöntemlerden pantomime ve heykelle şiddeti anlatan gösteriyi birbirlerine sergileyerek, “Kadına yönelik şiddetin farklı biçimleri” panelini sonlandırdı.


1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

İstanbul Sözleşmesi şiddetin fermanıdır 1 Ağustos 2014'de yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi tartışmalar yaratırken, kadın örgütleri ve LGBTİ kurumlarından da sürecin içeriğine ve yönetimine dair tepkiler gelmeye devam ediyor Ülkemizin ilk imzacısı olduğu toplantı İstanbul’da gerçekleştirildiği için İstanbul Sözleşmesi olarak anılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmişti. Toplam 14 ülkenin imzaladığı sözleşme gereği, taraf devletlerin sözleşmenin gereklerini nasıl uyguladığını denetleyecek olan GREVIO heyetinin Türkiye adayının belirlenmesi için yine adının içinde kadının bile geçmediği, kadın sorununa ultra çözümleriyle, koşulsuz duyarlılığıyla bilinen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Ankara’da bir toplantı düzenlendi. Denetleyici heyetin belirlendiği toplantıda, kadın ve LGBTİ örgütlerinin iradesi sözde bahanelerle yok sayılırken, görev ve yetkilere AKP iktidarına yakın kurumlar KADEM, AKDER, KASAD-D yerleştirildi. Sözleşme gereği toplantıda yer alması gereken İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu üyelerinin, toplantıya katılmaları reddedilmiş olmasına karşın kendi çabalarıyla salona girerek ve kendilerine yapılan usulsüzlükleri anlattı. Toplantıda söz ve katılım haklarının engellenmesini protesto eden kurumlar daha sonra toplantıyı terk ederek AKP iktidarının kadına yönelik şiddeti kendi kurdurduğu derneklerle önleyemeyeceğini dile getirdi.

Bu seçim yok hükmündedir! “Bu seçim meşru değildir, yok hükmündedir” diyerek yaşanan sürece ilişkin açıklama yapan İstanbul Sözleşmesi İzleme Platformu, "Platform üyeleri toplantıyı terk ettikten sonra, kalan yaklaşık 25 kişilik grupla gerçekleştirilen kurmaca seçim ile hükümet eliyle kurdurulmuş olan Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ve Kadın Sağlıkçılar Dayanışma Derneği (KASAD)’nin yanı sıra, Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği (AKDER)’nin “seçildiğini” öğrendik. 9 üyesinden 6’sının kamu temsilcisi olduğu böyle bir kurulun

kabul edilmeyeceği gibi kurula ‘seçilmiş’ olan dernekler açısından da hükümetin tercihini önceden yaptığı açıktır. Bu süreç meşru değildir. Kadına yönelik şiddetle ilgili uluslararası bir sözleşmenin izlenmesinin kamunun ağırlıklı olduğu böyle bir kurula havale edilmesi kabul edilemez. Bakanlığın ortak hareket ettiği bu ‘STK’lar; Sözleşme’nin, kadına yönelik şiddetle ilgili olarak alınacak önlemlerle ‘aile yapısına’; LGBTİ bireyler için getirilen ayrımcılık yasağının ‘toplum yapısına’ zarar vermesini önlemek (!) üzere ‘seferberlik’ ilan etmiş gruplardır" diyerek , “Türkiye’nin daha şimdiden sözleşmeyi ihlal etmesi, ilerleyen süreçte de sözleşmenin uygulanmasında yeni ihlallerle karşı karşıya kalacağımızın kanıtı. İstanbul Sözleşmesi kadınların kazanımıdır ve mevcut hükümetin keyfi kararlarıyla uygulanamaz." ifadelerinin yer aldığı açıklamada İstanbul Sözleşmesi İzleme Platformu, usulsüzlükleri ulusal ve uluslararası mekanizmalara taşıyacağını duyurarak toplantı öncesinde yaşanan bürokratik engeller hakkında kamuoyuna bilgi verdi. Şiddeti önlemek bir yana bizatihi şiddetin yaratıcısı ve sürdürücüsü olan erkek egemen devlet tarafından İstanbul Sözleşmesi’ne dair bir iyileştirme beklemek mümkün olamayacağı gibi, yasalarla ve düzenlemelerle kadına yönelik şiddeti bir hak haline getiren devletin sözde demokrasi nutuklarını yaşanan katliamlardan, hak gasplarından ve zorba yasalarından tanıyoruz. Kürt açılımdan, Alevi açılımına her yere el atan kendi kadınını, kendi Kürt’ünü yaratmak ve ehlileştirmek için hiç bir baskı ve sindirme politikasından kaçınmayan devletin kadına yönelik şiddet karşısında ilk imzayı atan bu 'girişken' tavrı ikiyüzlüce ve aymazcadır. Kadının yaşam hakkını kendi yasalarıyla yok sayan, üretim sürecine katılmasını engelleyerek ev içi emek sömürüsünü yaygınlaştıran, kendine aileye bağımlı kılarak varlığını ancak kabul eden devletin tavrı bu sözleşmenin sürecinde netleşmiş olup, AKP iktidarını denetleyecek kurul yine iktidar tarafından göreve getirilmiştir. Bu nedenlerle İstanbul Sözleşmesi süreci de yeni baskı yasalarıyla kadın yaşamını daha da darlaştıracak düzenlemelerin habercisi niteliğindedir.

güncel haber 09

Kızılay homofobik ve ayrımcı yaklaşımında ısrarcı Kızılay Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar, LGBTİ bireylerden kan bağışı almadıklarını belirten açıklamalarıyla tepki çekerken, 19 LGBTİ örgütü çeşitli eylemlerin yanı sıra imza kampanyası düzenleyerek Akar’ın istifasını istedi LGBTİ bireylere yönelik hak gasplarını meşrulaştırmaya çalışan açıklamalar iktidar ve ataerkil kurumlarca defalarca servis edilmeye devam ediliyor. Burjuva medyada, günlük yaşamda kullanılan dille, sergilenen ayrımcılıkla, LGBTİ bireylere yönelik nefret suçlarının ve şiddetin önünü açan açıklamaları geçtiğimiz günlerde Kızılay Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar da ayrımcı tutumlarını yineleyen konuşmalarıyla tekrarladı. Katıldığı bir programda LGBTİ bireylerden kan bağışı kabul etmemelerini savunarak bu ayrımcı uygulamayı 'bilimsel bir gerçeklik' olarak açıkladı.

Provokatif ve polis saldırılarını meşrulaştırmaya çalışan yayınlarıyla tanınan Beyaz TV'de Tahir Sarıkaya'nın sunduğu “Uyan Türkiyem” adlı programa katılan Akar, Sarıkaya'nın "Kan bağışı almadan önce neden eşcinsel misiniz diye soruyorsunuz?" sorusuna "En modern teknolojiyi kullanıyoruz. Ama ne yaparsanız yapın kan nakillerinde mutlaka bir virüs kapma ihtimali vardır. Bunu azaltmanın bir tek yolu vardır; kanı veren kişinin kendisinde bir şüphesi varsa bunu deklare etmesidir. Kimsenin eşcinselliğiyle, biseksüelliğiyle hiçbir derdimiz yok. Yalnız kan verme konusunda eşcinseller risk grubundadır. AIDS virüsü eşcinsellerde yoğun olarak gözükür ve eşcinsel ilişkiyle başkalarına bulaşır veya kan yoluyla bulaşır” yanıtını vererek homofobik ve ayrımcı tutumu bir kez daha meşrulaştırmaya çalıştı.

Uygulama tıbbi bir kaygıya değil nefret söylemine dayalı

Kızılay’ın LGBTİ bireylere yönelik ayrımcı söylemler ve uygulamaları için tepkiyle karşılaşmadıklarını da savunan Akar, LGBTİ örgütleri ve insan hakları kuruluşlarının protestolarını görmezden gelerek şöyle konuştu: " Bu bilimsel bir gerçeklik olduğu için eşcinsellerden şu ana kadar bir tepkiyle karşılaşmadık. Afrika’ya gidip gelenlerden de kan almıyoruz. Bu insani bir durum. Çünkü sizden aldığımız bir ünite kanı 3 kişiye veriyoruz. 3 kişiye şifa oluyor. Geçmişte, başımıza gelen hadiselerde maalesef kanı veren kişilerde bu tür durumları tespit ettik. Biseksüellik, eşcinsellik tespit ettik.” 2010 yılından bu yana Kızılay'ın homofobik ve ayrımcı tutumuna karşı LGBTİ kurumları tarafından birçok eylemin yanı sıra imza kampanyası da düzenlenmişti.

‘HIV cinsel yönelim cinsiyet ve meslek ayırmaz’ Akar'ın açıklamasına ilişkin KAosGL editörlerinden Yıldız Tar, "HIV cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, meslek, cinsiyet, yaş ayırmaz; Kızılay’ın aksine ayrımcı

değildir" diyerek şunları söyledi: "Sağlık Bakanlığı’nın ve ona bağlı kurumların yapması gereken kişisel önyargılarını bilimmiş gibi pazarlamak yerine; cinsel sağlık alanında gerekli kurumlarla birlikte çalışmalar yürütmek, cinsel yolla bulaşan hastalıklara ilişkin toplumun tamamında farkındalık yaratacak çalışmalar yapmak, HIV ile yaşayan bireylerin heteroseksüel ya da eşcinsel fark etmeksizin damgalanmasının önüne geçmek olmalıdır."

Kızılay'a karşı imza kampanyası 19 LGBTİ kurumunun Kızılay'a karşı başlattıkları imza kampanyası kapsamında sunulan dilekçeyle Kan Bağışçısı Sorgulama Formu'nda yer alan 'kondom kullanarak veya kullanmadan ve bir defalığına daha olsa oral veya anal yolla erkek erkeğe cinsel ilişkide' bulunan maddenin çıkarılması talep edilerek, Kızılay Genel Başkanı Akar istifaya çağrıldı.


10

güncel haber

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

Erzincan’da faşizmin eylem yasağı!

Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu’nun da yer aldığı Erzincan Demokrasi Güçlerinin çağrısıyla Erzincan Cumhuriyet Meydanı’nda yapılmak istenen Maraş 19 Aralık Hapishaneler ve Roboskî Katliamlarını protesto etmek isteyen kitleye sivil faşistler ve polisler saldırdı. Yaşanan saldırının ardından polisle kitle arasında çatışma çıkarken birçok kişi de yaralandı ve 1 kişi de gözaltına alındı Eski Terminalde toplanarak Cumhuriyet Meydanı’na gelen kitle polis tarafından “On dakika içinde dağılmazsanız müdahale edilecek” denilerek tehdit edildi. Kitle üzerinde baskı kurmaya çalışan polis, basın açıklamasını engelleme girişiminde bulunurken, kitle demokratik hakkını kullanma ısrarını sürdürerek açıklamayı yapma konusunda kararlı davrandı. Dersim, Maraş, Sivas, Gazi, Ulucanlar, Soma, Ermenek, Roboskî,19Aralık, Gezi ve diğer onlarca katliamda yaşamını yitiren, devrim ve demokrasi şehitleri anısına saygı duruşu yapılarak eyleme başlandı. Ardından yapılan basın açıklamasında, AKP iktidarı ile Cemaat, emniyet ve TSK’nın uyum içerisinde katliamların üzerini örtmeye çalıştığı ifade edildi. Açıklamada bugün iktidar kavgasına tutuşanların, 19 Aralık Hapishaneler Katliamı’nın, Maraş'ın ve Roboskî'nin ortak katilleri olduğuna vurgu yapıldı. Açıklamada son olarak bu soykırım ve katliamın takipçisi olunacağı ifade edilerek tüm halkla

birlikte mücadeleyi yükseltme çağrısı yapıldı.

Açıklamanın ardından sivil faşistler polis eşliğinde saldırdı Basın açıklaması bittikten sonra tiyatro gösterimi sırasında çevik kuvvet polisleri kitlenin etrafını sararken, polis eşliğinde sivil faşistler kitleye saldırdı. Saldırı sırasında birçok kişi yaralanırken, 1 kişi de gözaltına alındı. Yaşanan saldırının ardından aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da olduğu kitle sloganlar ve ajitasyonlar eşliğinde Cumhuriyet Mahallesi’ne giderek yaşanan saldırıyı halka teşhir etti.

Erzincan’da eylemlere yasak getirildi Erzincan Demokrasi Güçlerinin çağrısıyla 28 Aralık günü

yapılması planlanan basın açıklaması, Erzincan Valiliği tarafından “kentte basın açıklamaları, gösteri yürüyüşleri, siyasi içerikli imza kampanyaları, stant açma toplantıları; 28 Aralık 2014 ile 12 Ocak 2015 tarihleri arasında yasaklandı'' denilerek engellenmeye çalışılıyor. Bu yasaklamalarla halka gözdağı vermek isteyen Erzincan Valiliği, devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlara tebliğ ettiği yasaklama kararıyla tehditkâr tavrını sürdürmektedir. Erzincan Demokratik Haklar Derneği tarafından yapılan açıklamada Valiliğin aldığı yasağın tanınmadığı belirtilerek, bu tarihler arasında yaşanacak polis saldırıları ile faşist saldırılardan Valiliğin sorumlu olacağı ifade edildi.

Cizre saldırılara karşı direniyor Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde bulunan Nur Mahalllesi’nde devlet güdümünde olan HÜDAPAR üyeleri, YDG-H ile YDG-K’nın kurduğu çadıra silahlarla saldırdı. Yaşanan çatışmada çok sayıda kişi yaralanırken, 3 kişi de hayatını kaybetti Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde bulunan Nur Mahallesi’nde Yurtsever Devrimci Gençlik-Hareketi (YDG-H) ve Yurtsever Devrimci Genç Kadın Birliği Hareketi (YDG-K) üyeleri tarafından kurulan güvenlik çadırına girmeye çalışan 2 kişi fark edildi. Kim oldukları sorulan şahıslar, çadırda bulunanların üzerine ateş açtı. 27 Aralık gecesi saat 02.00’de başlayan saldırıya karşı çadırdaki YDG-H ile YDG-K üyelerinin de karşılık vermesiyle çatışma başladı. Aynı gün devam eden çatışmalarda YDG-H üyesi Yasin Özel ile HÜDA-PAR üyesi Abdullah Deniz hayatını kaybetti. Yaşanan çatışmalar sırasında 15 yaşındaki Barış Dalmış adlı çocuk da göğsünden vurularak katledildi. Vurulduğu yerde hayatını kaybeden Dalmış’ın cenazesi, Cizre Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Öte yandan ilçeye çok sayıda zırhlı araçla özel harekât polisleri sevk edildi. Özel harekât polislerinin HÜDA-PAR üyelerine ait evlerin önünde nöbet tutması ve zırhlı araçlarla devriye gezmesi dikkat çekti.

Saldırılara ilişkin YDG-H ile YDG-K’dan açıklama Polisin organize ettiği HÜDA-PAR saldırısına ilişkin YDGH ile YDG-K yazılı açıklama yaptı. Cizre’ye bağlı Nur Mahallesi’nde HÜDA-PAR’ın halka saldıracak kadar gücü olmadığını, devletin bu gücü sağladığını belirterek şunları söyledi: “Yurtsever Kürdistan halkı 27.12. 2014 sabahı gelişen saldırıyı hiç kimse HİZBUL-KONTRA ve HÜDA-PAR olarak yansıtmaya kalkmasın zaten bu çete gruplarının Cizre’de 20 evleri var bunlar, halka saldırı girişimi yapacak güçleri ve cesaretleri de yok. Bu isim öncülüğüyle geliştirilmek istenen devlet katliamıdır. Bütün Cizre halkı son bir

haftadır Kaymakam tarafından tehdit edilmekteydi. Halkın kendi öz gücüyle savunduğu mahallere ne pahasına olursa olsun gireceğini belirtiyordu hatta hava destekli operasyon tehdidinde bulunuyordu. Bunun kirli maskesi HÜDA-PAR olabilir fakat asıl saldırının, devletin kirli bir planı olduğunu açıkça göstermektedir. Bütün kamuoyu bilsin ki HÜDA-PAR'ın elinde zırhlı kirpi araçları, akrepleri ve panzerleri yok ancak gelişen saldırı bu araçlar öncülüğünde olmuştur. Bu kadar planlı ve örgütlü saldırıda YDGH ve YDG-K halka öncülük etmiş ve bu saldırı büyük bir halk serhıldanına dönüşmüş durumdadır. Ve değil geri adım atma direnişi geliştirip tüm Kürdistan’a yayma sözü veriyoruz. Şehit yoldaşımızın anısına ancak bu şekilde cevap olabiliriz.”

Saldırıda ölümsüzleşenler için taziye çadırı kuruldu Barış Dalmış ile YDG-H üyesi Yasin Özer ve Şengal’de gerici faşist IŞİD’e karşı savaşırken ölümsüzleşen Serdar Sansak için Cudi Mahallesi’nde taziye çadırı kuruldu. 28 Aralık’ta kurulan çadıra HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, DTK Eş Başkanı Selma Irmak ve HDP Milletvekilleri taziye ziyaretinde bulundu. Taziye ziyaretinde konuşan Demirtaş, devletin desteğiyle saldırıda bulunanların mağdur gösterilmesi, saldırıya meşru bir şekilde karşılık verenleri saldırgan gösterilmeye çalışılmasını ‘ahlaksızlık’ olarak nitelendirdi.


emek haber

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

11

İşçiler yeni yıla direnişle girdi

2014 yılı işçi katliamlarının yılı oldu 2015 yılına girerken, birçok sektörde işçi direnişleri yayılarak devam ediyor. Ülker işçilerinin direnişinin yanı sıra, Maltepe Üniversitesi işçileri, BEDAŞ işçileri, Dora Otel işçileri ve SÜTAŞ işçileri direniş alanlarında mücadeleyi büyütüyor

Enerji-Sen’e üye oldukları için CLK BEDAŞ tarafından işten atılan işçilerin başlattığı grev 140. Gününü geride bırakırken, grev çadırlarını da Taksim’de bulunan BEDAŞ binası önüne taşıyan işçiler, ‘güvenceli çalışma’ taleplerinin ve sendikal haklarının sonuna kadar arkasında duracaklarını belirterek grevdeki kararlılıklarının altını çizdi.

İşçiler 2015 yılını çadırlarda, alanlarda, boykotlarda ve grevlerde karşılayacak. Nitekim pek çok yerde işçilerin sendikal haklarını aradığı, sendikalı olduğu ve hak taleplerinde bulunduğu için patronlar tarafından işten atıldıkları gerçeği ortadadır. İşçilerin örgütlenmesine tahammül edemeyen sermayedarların zorbalıklarına maruz kaldığı ve direnişe başladığı bir 2014’ü geride bırakarak yine mücadeleyle geçecek 2015’i beklediklerine vurgu yaptı.

İşten atılan ve Osmanbey Metro Durağı’nda grevlerini başlatan Dora Otel işçilerinin başlattığı yasal süreç devam ediyor. İşçiler bununla beraber başlattıkları direnişin de devam edeceğini belirterek grevde olan ve hak arama mücadelesinde bulunan tüm sınıf kardeşleriyle dayanışma içinde olduklarının şiarını haykırıyor.

Ülker direnişinde 70.Gün Hak-İş’e bağlı Öz-Gıda İş’e üye olan işçiler ağır çalışma koşullarına karşı başvurdukları sendikadan cevap alamayınca DİSK’e bağlı olan sendikaya geçer geçmez patron tarafından işlerine son verildi. Ülker işçisi direniş çadırında hakları için direnişe devam ediyor. Yeni Demokratik Sendikal Birlik (YDSB)’in de dayanışma ziyareti yaptığı Ülker işçilerinin kararlığı kazanım elde edilinceye kadar devam edecek. Ülker işçisi direnişte 70.Günü geride bıraktı.

Maltepe Üniversitesi işçileri alanlarda Maltepe Üniversitesi’nde taşeron bir firmaya bağlı olarak çalışan işçiler haklarını aramak için direniş başlattı ve bu direniş örgütlü bir şekilde devam ediyor. İş güvenliği için hak arayan ve bu yüzden de işten atılan işçiler, devrimci, demokratik ve yurtsever kurumların da desteğiyle başlattığı direnişi sürdürüyor.

BEDAŞ direnişi 140.Gününü geride bıraktı

Dora Otel işçisi greve devam ediyor

SÜTAŞ işçileri haklarını arıyor ‘Performans düşüklüğü’ nedeniyle işten atılan 52 SÜTAŞ işçisinin hak arama mücadelesi 280.Gününü geride bıraktı. Aksaray’da başlattıkları direnişi kararlılıkla devam ettiren işçilere tehditler savuran polis, para cezası keseceğini ifade ediyor. Yine haklarını almak için direnişe geçen ve hazırlamış oldukları bildiriyi dağıtmaya çıkan işçilerden 23’ü gözaltına alındı. Gözaltına alınan işçiler götürüldükleri karakolda ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Yukarıda bilgisini verdiğimiz direnişlerin yanı sıra Stilo Mobilya ile Kocaeli’de bulunan PİRELLİ Fabrikası’ndan atılan işçilerin yanı sıra pek çok yerde işçiler direniş çadırları kurarak mücadeleyi sürdürüyor. Yine DİSK ‘Asgari Ücrette 1800 Net’ şiarıyla Ankara‘da Başbakanlık binası önüne yürüyecek. SES çalışanları ise ‘11 Şubat günü nöbet tutmuyor, iş bırakıyoruz’ şiarıyla greve çıkacağını duyurdu. Hatırlanacağı üzere SES çalışanları ‘cumartesi günü nöbet’ kararını boykot etmişti. Emekçiler 2015 yılını mücadele alanlarında karşılayacaklarını ve hak alma mücadelesini sonuna kadar sürdüreceklerini haykırıyor.

Fabrikalarda, madenlerde inşaatlarda gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmaması nedeniyle 2014 yılında en az 1813 işçi yaşamını yitirdi 13 Mayıs günü Manisa'nın Soma İlçesi'nde bulunan maden ocağında meydana gelen göçükte resmi açıklamalara göre 301 maden işçisi yaşamını yitirdi. Her üç ayda bir Soma'da yaşamını yitiren işçiden daha fazla işçi, ülkemizde işçi katliamları sonucu hayatını kaybediyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre; yılın ilk üç ayında 307 işçi yaşamını yitirdi. Nisan ayında 124 işçi yaşamını yitirirken, Mayıs ayında Soma'da yaşanan maden katliamını dışarıda tutacak olursak 124 işçi yaşamını yitirdi. 2014 yılının ikinci üç ayında 398 işçi, üçüncü üç ayda ise 434 işçi, 2014 yılının son üç ayında ise yaklaşık 373 işçi yaşamını yitirdi.

Erdoğan’ın işçi katliamlarına ilişkin yorumu tepkiyle karşılandı Bu rakamlara göre 2014 yılında 6 işçi katliamı Soma’da yaşandı. Devlet, işçi katliamları karşısındaki tutumunu, 2014 yılında da değiştirmedi. Soma'da yaşanan işçi katliamının ardından dönemin başbakanı ve bugünün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında bu var" dedi. Erdoğan'ın bu sözleri kamuoyu tarafından büyük tepkiyle karşılandı. Taşeron çalışma ve rödavans sistemi, Soma'da yaşanan katliamın ardından yeniden gündeme gelirken AKP iktidarı, "Kaldıracağız" dedi. Ancak sistem değişmediği gibi katliamlar da sürdü. Karaman Ermenek'te 28 Ekim günü Hasşekerler Madencilik'e ait kömür ocağında, su kaynağının patlaması sonrası göçük meydana geldi. Göçük sonrası 25 işçi kurtarılırken, 18 işçinin cesetleri ise günler süren çalışmanın ardından çıkarıldı. Soma'da alınmayan tedbirler Ermenek'te de alınmayınca 18 maden işçisi yaşamını yitirdi. İnşaat sektörü ilk sırada Maden ocaklarındaki toplu kıyımların yanı sıra en fazla işçi katliamının yaşandığı iş kolu inşaat sektörü oldu. Bunun nedeni ise sigortasız, düşük ücretli, taşeron çalışmanın inşaat iş kolunun karakteristik çalışma özelliği olmasıdır. İstanbul'un merkezindeki Mecidiyeköy'de Torunlar GYO inşaatında asansörün düşmesi sonucu 10 işçi yaşamını yitirdi. Torunlar GYO’da yaşanan işçi katliamı, inşaatlardaki kötü çalışma koşullarını bir kez daha gündeme taşıdı.

İşçi katliamında durmayan artış AKP iktidara geldiği 2002 yılının son iki ayında 146 işçi yaşamını yitirdi. 2003 yılında ise 811 işçi yaşamını yitirdi. Bu rakam her yıl arttı. 2013 yılında 1235 işçi yaşamını yitirirken, 2014 yılında bu rakam tavan yaparak şu ana kadar 1813 işçiye ulaştı. Hükümetin 12 yıldır dilinden düşürmediği "büyüme" sözünün işçilere yansıması, işçi katliamlarıyla insanlık dışı çalışma koşulları oldu. 12 yılda, kayıtlara geçtiği kadarıyla 14 bin 668 işçi yaşamını yitirdi.


1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

Örgüt bilinci güçlü olmadıkça Örgüt bilinci, örgütün mücadelesini zayıflatmayı değil bu mücadeleyi ilerletmeyi, örgütün ilkelerini iğdiş etmeyi değil onları sağlamlaştırmayı, bu anlamda örgütün disiplin ve işleyişini bozmayı değil güçlendirmeyi, örgütün kurumlarını zayıflatmayı değil onları geliştirip güçlendirmeyi, örgüt kadrolarını zayıflatmayı değil onları güçlendirmeyi, örgütün negatif tanınmasını değil pozitif tanınmasını vb vs gerektirir ‘Kalenin içten fethedilmesi’ her zaman etkili bir taktiktir. İçeriden ele geçirilen ‘kalenin’ yıkılmış bir kale olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Ancak belirtelim ki ‘kalenin’ içten fethedilmesi birçok anlamda karşılık bulur. Birincisi, Vikingler ile Truvalılar arasındaki savaşta ‘Truva Atı’ taktiği kullanılarak kaleye asker sokulmuş ve böylece kale içten fethedilmişti. Bu doğrudan dışarıdan içeriye saldırının pratik olarak yapılmasıdır. Kalenin içten fethedilmesinin kaba mekanik biçimidir bu. Nispeten zor ve fazla akıllıca değildir. Daha akıllıca olan ise ikinci biçimidir. İkinci biçim, dışarıdan askeri saldırı fırsatı yaratarak doğrudan içeride rol oynama tarzında değil, bilakis içerdeki gücün dışarıdaki güç tarafından kazanılarak tarafına çekilmesidir. Ki, en tehlikeli, en etkili ve en akıllıcası da budur. Düşmanın belli bir gücünü tarafına çekerek kendi içinde yenilgiye sürüklemek ve dışarıdan pratik bir efor-saldırı gerçekleştirmeden tamamen düşmanın kendisiyle savaştırılıp zayıflatılması ve yenilgi yoluna sokularak mağlup edilmesidir bu taktik. Ne var ki, bundan daha tehlikeli, daha etkili ve daha radikal olan bir metot daha var ki, bu metot düşmana gerek kalmadan söz konusu gücün kendi politikaları, siyaseti ve hatalarıyla kendisini yenilgiye taşımasıdır. Buna üçüncü biçim denebilir. Bu biçimde yaşanacak yenilginin önlenmesi çok daha zordur. Ve önlenmesi daha zor bir ‘devrimi’ gerektirir. Diğer iki biçimde durumun tersine çevrilmesinin belli şartları, gö-

rece kolaylıkları veya daha güçlü imkânları vardır denebilir. Ancak bu üçüncü biçimde yaşanacak yenilginin önlenmesi, yenilgi yolundaki ilerleyişe karşı direncin gösterilmesi vb vs çok daha zordur. Zira direnç göstermesi gereken güç aynı zamanda yabancılaşan, çürüyen, ısrarlı ve ciddi hatalarıyla kendine düşmanlık yapan güçtür. Dolayısıyla mücadele şartları, durumun ters yüz edilmesi zordur. Ve bu biçimde mesele askeri sorun veya askeri güç sorunu ve avantajları meselesi değil, tersine yenilgiye taşıyan ideolojik-politik çürüme ya da erozyonudur.

Örgütçü olmak pragmatist olmakla aynılaştırılamaz! İçten fethetme meselesini gündemleştirmemizin nedeni hatalarımızla kendimizi gerilemelere vb sürükleme gerçekliğidir ki, bu kalenin “içten fethedilmesi’’ biçimlerinden biri olarak anlamlıdır. Sadece ve sadece kendi hatalarımızın sonucu büyük darbeler, gerilemeler ve hatta yenilgiler aldığımız pratik mücadele tarihimizdeki örneklerle sabittir. Kalemizin sıvasını dökerek, taşlarını oynatarak ve kapısını aralayarak vb vs onun düşmanın saldırılarına gerek kalmadan eriyip gitmesine veya ilerleyememesine neden olmaktayız. Meselenin tüm önemi buradan ileri gelmektedir. Esas olarak ilgilenilmesi gereken konu üçüncü noktada saydığımız “kalenin içten fethedilmesidir.’’ Daha doğrusu “kalenin’’ kendi kendisini yenilgiye sürüklemesidir ki, bu, kaleden kast edilen örgütün hatalarıyla kendisini tüketmesidir. Hata dediğimiz şeyin de, ciddi hatalar veya ideolojik-politik-örgütsel değerler bütününde yaşanan köklü hatalardır. Bunların son durağı yabancılaşma, çürüme ve yozlaşma vb olarak ifade edilebilir. Kuşkusuz ki, hatalar yapmak kaçınılmazdır. İş yapanların hata yapması kaçınılmazdır. Ancak hataların ciddiyet boyutu, tekrar edilme veya süreklileşme boyutu, örgüte doğrudan ve açıkça büyük zararlar verme boyutu, tahribatlarının telafisinin çok zor olup ağır yaralar açma boyutu var ki, bu hatalar sıradan ele alınamaz ve kesinlikle düzeltilmesi gereken türdendir. Bazı hatalar günlük yaşam hataları, örgütü geriletme etkisine ulaşmayan basit hatalar ve tekrar edilmeyip dü-

zeltilen hatalardır. Bu ikinci kategoride bahsettiğimiz hatalar esas olarak devrimci pratik veya mücadelenin akışı içinde kısa sürede düzeltilen türdendir. Elbette bütün hatalar, devrimci mücadele pratiği tarafından geride bırakılıp aşılabilir. Fakat hata türlerinden yukarıda bahsettiğimiz bazıları ciddi zararlar verip, nispeten uzun süreli ve ağır tahribatlar yaratır. Hatta bu tip hatalar yenilgileri koşullayacak düzeyde büyük sonuçlar doğurur. Bunlar genellikle ilkesel hatalardır (Örgütsel ilkeler, ideolojik-politik ilkeler veya temel ilkelere denk gelen…). Bütün bunlarda örgüt kavrayışı, örgüt bilinci ve örgütte dolayısıyla devrimde samimiyet durumu tayin edicidir. Örgüte, devrime ve halka samimi olarak bağlı-sadık olanların bu hatalardan sakınmasının çok daha kolay olduğu söylenebilirken, bu nitelikteki devrimcilerin örgütün kendini tüketmesine karşı kararlı bir irade sergileyeceği de açıktır. Örgüt adına sergilenen her “kararlı’’ irade doğrudur denemez. Örgüt adına tutum geliştirip de örgütü baltalayan bir dizi ayrılıkçı vb vs tavır tutuma tanık olmaktayız. Dolayısıyla örgütün, devrimin ve halkın çıkarları zemininde bu kararlı iradeyi sergile-

mek asıl olandır. Aradığımız, aranması ve olması gereken budur. Dolayısıyla, örgütün çıkarlarıyla devrimin ve halkın çıkarlarının karşı karşıya geldiği koşullarda tercihini halkın çıkarlarından yana yapma doğru tavrı dışındaki diğer şartlarda örgüt militanlığı veya partizanlık tavrı olması gerekendir ve bu örgüt bilinciyle doğrudan ilgilidir.

Önceliklerimiz örgütün bütünsel yapısını korumayı gerekli kılmalıdır Örgütün çıkarlarını, kendi kişisel çıkarlarımızdan mutlak şekilde önde tutmamız mantığa uygun olandır. Grup ya da parçanın çıkarlarını, bütünün çıkarlarına tabi ele almak da doğru olanıdır. Zira varlığımız örgütsel varlıktır ve örgütün görevlerini yürüten birer kadro vb durumundayız. Bu bakımdan kolektifin veya örgütün çıkarlarını önde tutmamızdan daha tabi bir şey olamaz. Ancak örgütsel yaşam ve pratik gerçekte maalesef her şey teorideki gibi olmuyor. Teorik olarak tamamen doğru olan yukarıdaki önerme pratiğe geldiğinde farklı işleyebiliyor. Kişisel duygular, hırslar, tepkiler ve bu anlamda kişisel çıkarlar(maddi çıkardan bahsetmiyo-


perspektif

a güçlü örgüt tesis edilemez! masını gerekli kılar. Bu zeminde her davranış, her eylem, söz ve irademizi örgütün çıkarları kriterine uygun olarak düzenlememiz gerektiğini de tartışma götürmeyecek kadar açıktır.

Amaç ve ilkeler temelinde olmak partizan olmaktır

ruz) örgütün çıkarları önüne geçirilmesi mümkün olabiliyor ki, bu kabul edilemez hatalardandır. Kendi doğrumuzu, örgütün doğrusunun önüne çıkarma hatasına düşülmesi de aynı derecede ciddi hatadır. Bütün bunlar örgütün çıkarlarını düşünmeme, dolayısıyla örgüt bilinci ve partizancılıkta yaşanan zaaflar olarak cereyan eden yaklaşımlardır. Örneğin, kişisel egoların tatmin edilmesi uğruna örgütün çıkarlarının zedelenmesi tercih edilirse, bu açıkça bencillik ve örgüte yabancılık olur. Örgütün disiplin ve işleyişinin çiğnenmesi gibi, çeşitli biçimlerde örgütün yıpranması, kişisel hırslara, kişisel tavır ve doğrulara feda edilmesi örgüt bilincinin barındırmayacağı hatalardır. Bunların örgüt bilinci açısından sorunlu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Örgüt bilinci örgütün ilkelerinin korunmasıyla birlikte örgütün kazanımlarını geliştirerek ilerletme çabasını gerektirir. Örgütün hatalarını eleştirme pratiği ile örgütün kazanımlarını geliştirme pratiği karşı karşıya konduğunda esas yönelimimiz örgütü eleştirmek değil, kazanım veya mücadelesini geliştirmekten yana olmak durumundadır. Bu ikilemde tercihini yanlış yapmak örgüt

bilinci açısından sorunludur. Tabii ki bu sözümüzden örgütün eleştirilmemesi gibi bir sonuç çıkarılamaz-çıkarılmamalıdır da. Ne var ki, ikilem durumunda hangisini esas alacağımız da net olmak zorundadır. Düşününki tüm çabamızı örgütün vb eleştirisine harcıyoruz. Bu durumda mücadeleyi geliştirme pratiğimizin ortadan kalktığından söz edilir. Dolayısıyla esas yönelimimizin kazanım ve mevzileri geliştirmeye yönelik devrimci mücadele çabası olmalı, buna tabi biçimde de örgütün eleştirilmesi ele alınmalıdır. Bazen bu iki şey karşı karşıya konamaz biçimde birleşebilir. Fakat bazen ikisi ayrı roller oynama durumu yansıtabilir. İşte kastettiğimiz bu durumdaki yaklaşım tarzıdır. Örgüt bilinci, örgütün mücadelesini zayıflatmayı değil bu mücadeleyi ilerletmeyi, örgütün ilkelerini iğdiş etmeyi değil onları sağlamlaştırmayı, bu anlamda örgütün disiplin ve işleyişini bozmayı değil güçlendirmeyi, örgütün kurumlarını zayıflatmayı değil onları geliştirip güçlendirmeyi, örgüt kadrolarını zayıflatmayı değil onları güçlendirmeyi, örgütün negatif tanınmasını değil pozitif tanınmasını vb vs gerektirir. Tüm bunlar bir anlamda örgütün çıkarlarının, dolayısıyla örgütün korun-

Örgüt bilinci en genel ifadeyle örgütün stratejik ya da taktik değerde olmak üzere ideolojik-politik-örgütsel formasyon zeminindeki amaç ve ilkeler bağlamında biçimlenen sorumluluk, görev ve bütünlüklü değer yargılarının teorik/pratik sahada hayat bulmasını sağlayan bilinçtir. Daha basit ifadeyle, örgütün/partinin siyasi amaç ve ilkelerine göre belirlenen genel siyasi çizgisinin teorik/pratik sahada öne sürdüğü görev ve sorumluluklara karşı örgüt üyelerinin örgüt çıkarlarına uygun olarak taşıdığı bilinç veya duyarlılık derecesidir. Elbette bu görev ve sorumlulukların örgüt çıkarları temelinde bireye karşı kolektifin, parçaya karşı bütünün çıkarlarını benimseyen devrimci bilinçle yerine getirilmesi de doğrudan örgüt bilincinin niteliğiyle ilgilidir. “Ben doğruyu söylerim, gerisi beni ilgilendirmez’’ bilinci sorunludur. Zira “doğru’’ dediğimiz şeyin ne kadar doğru olduğu tartışılabilir. Yani doğru dediğimiz şey kişisel doğrumuz olup, örgüte ait olmayabilir. Bu durumda doğruyu söyleyip, gerisinden sorumluluk duymamak benimsenemez. Dahası, doğruyu söylerken bu söylediğimiz gerçekte doğru da olsa, söyleme zeminini, biçimini, ne amaçla söylediğimizi, söylediğimizin sonuçlarını, söylediğimiz doğrunun hangi zeminde ifade edilmesi gerektiğini vb vs iyi bilmek durumundayız. Örneğin, örgüt içi bir sorun ya da eleştiri örgütün meşru demokratik zemin ve mekanizmaları dışına taşırılıp dışarıya alenen duyurulduğunda, isterse söylediğimiz doğru olsun yaptığımız şey doğru olmaz, örgüt işleyiş ve disiplini dışında bir tutum olur ki, bu da açıkça örgüte-bütüne zarar verir. Bu bağlamda örgüt bilinci, örgütün çıkarlarını gözetmenin yanı sıra, aynı zamanda örgütün kural, disiplin ve işleyişini de sıkı sıkıya takip eden bir sorumluluk bilincidir. Salt örgütü çıkarları bağlamında koruma da yetmez. Bunun gibi yoldaşlarımızı korumasını da örgütü korumanın bir parçası olarak telakki etmek durumundayız. Yoldaşlarını koruma yerine yıpratıp teşhir

eden bir kültür kuşkusuz ki, örgüt bilinci açısından zayıf ve çarpıktır. Uzun vadeli düşünme yerine anlık faydalara göre hareket etmek tipik oportünizm tavrıdır. Ya da tersinden salt uzun vadeli düşünüp, anlık faydaları gözetmemek de sorunlu yaklaşımdır. Birlikte yürüyeceğimiz yoldaşımızı anlık hatalarından ötürü zayıflatmamız, uzun vade birlikte mücadeleyi örgütleyeceğimiz yoldaşımızı zayıflatmak anlamına gelir. Dolayısıyla yoldaşlarımızı hatalarına karşın korumalı, eleştirileri uygun zemin ve biçimde yapmalıyız. Özellikle hatasının farkına varan ve hatasını bilip alenen düzeltme tutumu içinde olan yoldaşları eleştirmenin çok yerinde olmayacağı açıktır. Hatalarını ısrarla sürdürenleri de ısrarla eleştirmek kuşkusuz ki şarttır. Eleştirinin amacı ikna-eğitim ve değişip dönüştürme ise, hatasında ikna olan, bu anlamda hatasını bilince çıkararak ona dikkat çeken yoldaşlarımızın ikna edilmeye vb ihtiyaçları olmadığı açıktır… Bu söylediklerimizden, eleştiri yürütmenin yersizliği çıkarılamaz, tersine söylemek istediğimiz şudur; hatalı ve amacı dışında kullanılan eleştiriler yürütülmemelidir. Son bir ekle sözlerimizi bitirelim. Her türden zayıflık ve başarısızlıklara, uzun süreler ilişkisiz kalmaya, hatta örgütsel yenilgiye karşın amaç ve ilkelerimiz temelinde görev ve sorumluluklarına sahip çıkarak ayakta duran, yalnız kaldığında yolunu çıkarıp ayakları üstünde durabilen yoldaşlar, örgüt bilinci açısından en güzel örneği sergilemektedirler. “Ben gerekli ve doğru gördüğümü söylerim isterse yoldaşlar bıraksın ve örgüt krize girip kaosa sürüklensin’’ tarzındaki yaklaşım örgüt bilinci açısından sakat olduğu gibi, “doğrucu Davut’’ tutumunu geçmez. Şayet örgüt açısından varsayılan kritik koşul doğuyorsa, doğru örgüt bilincine sahip olan her yoldaş o koşulda esnek davranabilmek, koşulları ve örgütsel durumu gözetmek ve gözeterek hareket etmek durumundadır. Parti veya örgütün tavırlarımızdan dolayı zayıflayarak sorun yaşamasında ve hatta kaotik duruma düşmesinde beis görmüyorsak örgütçülüğümüz-particiliğimiz iyi değil, kötüdür. Yoldaşları, kurumları, örgütleri ve partiyi güçlendirerek mücadeleyi büyütmeyi garanti edelim!


14 AKP- Cemaat çatışması 14 Aralık‘la devam ediyor! güncel haber

14 Aralık gözaltı operasyonunun sadece bu gözaltılarla sınırlı kalmayacağını ve daha da yoğunluklu bir şekilde devam edeceğini de vurgulamak isteriz. Hem zaten başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere devletin tüm temel kurumları ve daha da aşağılara kadarki örgütlenlemelere kadar paralel devletle mücadele adı altında bu tasfiye operasyonları sürecektir

Yaklaşık on yılı geçen AKP iktidarının başlangıçtaki icra sürecinde tam bir tarikatlar koalisyonunu aratmayan kardeşleşme durumu söz konusuydu. Bu durum her şeyden önce özellikle Kemalist kesim içerisindeki ordu ve diğer sermayedarlar karşısında gerekli ve zorunluydu. Ayrıca o sürece kadar tarikatların hemen çoğu devletle oldukça iyi geçinmek için bin bir parende atmaktaydı. Fakat günden güne kendi iktidarını tahkim eden AKP iktidarı içerisindeki Erdoğan’ın başını çektiği klikler özellikle Fethullah Gülen tarikatına da yönelmeye başlamak zorundaydı. Bu yönelim ekonomik alt yapı üzerinden şekillenen stratejik uşak sermayenin esasta kendi ellerinde toparlanarak merkezileşmesi temelinde baş gösterse de bundan tam olarak emin olamayan Erdoğan kliği bu tasfiye yönelimini bizzat önce MGK kararlarıyla hayata geçirmiş ve zamanla da tasfiye operasyonları kapsamında doğrudan hedef olarak Gülen tarikatı ve onun tüm kurumkuruluş ve örgütlenmelerine yönelerek saldırısını yoğunlaştırmıştır. Bu gelişmelerden rahatsızlık duyan çok az kesim ise AKP iktidarından koparak ayrı politik mecraya girseler de durum o kadar da kolay olmayacak ve AKP sadece Türkiye- Kuzey Kürdistan’da değil aynı zamanda Afrika ve diğer ülkelerde de Gülen tarikatı ve bütün örgütlenmelerine karşı tasfiye operasyonlarına hız verecekti.

Operasyon nasıl gelişti Gülen Cemaati bu saldırıya karşı kısmi direnç gösterip hedef şaşırtmaya kalksa da bunda başarılı olamayacak ve geriletildikçe geriletilecekti. Zira çok öncelerden de ifade ettiğimiz gibi iktidar olmanın da önemli avantajlarıyla Erdoğan tarikat kliğinin elindeki olanaklar sayesinde Gülen Cemaati‘ni devletin önemli ve temel kurumları içerisinden tasfiye süreci boyunca diğer tarikatların önemli bir bölümünü de arkasına alarak sürdürdüğünü vurgulayalım. Buna karşı bitap düşmüş olan Gülen Cemaati‘nin çırpınışları ve hedef şaşırtmaları MİT müsteşarına yönelik anti- propaganda vd şeklinde gerçekleştirilse de bunda başarılı olamamış ve yaklaşan sona doğru bir yolculuğu sürgit bugüne kadar gelmiştir. Hatırlanırsa geçen yıl yani 17- 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundaki takvimsel gelişmelere denk getirecek şekilde 14 Aralık

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

yönelik yardım amaçlı tırlarını engellemeye kalkanlar, bu ve buna benzer kanunsuzluklar ve darbe girişimini gerçekleştirenlerin hesabını ödeyeceklerini, buna karşı bu sürece kadar demokrasiden yana tavır geliştirenlerin ise mükafatlandırılacağını açıklamasıyla aynı güne ve saatlere gelen operasyon belli yönleriyle sorunu zaten açıklığa kavuşturuyordu. Bu

2014’de gerçekleştirilen Zaman Gazetesi, Samanyolu TV, Sungurlu adıyla oynanan film, program ve senaryosunu çekenler ve bunlara bağlı kurumlar- bireyler ve emniyet teşkilatı içerisinde yer alan bazı polislere yönelik gözaltı operasyonu açık ki Gülen Cemaatine karşı yürütülen tasfiyeci dalganın sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Zira AKP’den istifa eden Hakan Şükür ve İdris Bal’ın da hemen Zaman Gazetesi‘yle dayanışma için gözaltına alınmasına saatler kala Genel Yayın Mü-

dürü Ekrem Dumanlı’nın yanına koşmuştur. Destekler bunlarla sınırlı kalmamış Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden Oktay Ekşi, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve diğer bazı basın ve gazeteciler de Zaman Gazetesi‘ne destekte bulunmuştur. Operasyonun basın özgürlüğünü engellediği belirtilerek buna karşı imza kampanyası başlatılmıştır. Bu kampanyada Nazlı Ilıcak ve diğer bazı Gülen Cemaati‘ne yakınlığıyla bilinenlerin yanında imzacılar arasında sistemi reforme etme ve bu eksende önemli katkıları olan ve kamuoyunda da ilerici, demokrat vb olarak kabul gören Cengiz Çandar, Hayko Bağdat, Yasemin Çongar vb birçok kesimin de yer aldığını özellikle vurgulayalım. Ancak Türk hakim sınıf klikleri ve bu bileşenli tarikat ve cemaatlerin ortak operasyonlarıyla baskı ve zulme maruz kalan Ahmet Şık gibi tutarlı gazeteci ve yazarların ise bu imza kampanyasında yer almadıklarını belirtelim. Zira hem AKP iktidarı hem de Gülen Cemaati‘nin ikisinin de hırsız, rüşvetçi ve yolsuzluk yaptıkları, ikisinin de suçsuz kesimlere operasyon gerçekleştirdikleri, ikisinin de kirli olduklarını düşünmektedir ve bu durumlarından kaynaklı da AKP ve Gülen arası çelişki ve kavganın bir parçası olmayacaklarını vurgulamaktadır. Özellikle Zaman Gazetesi‘nin önünde toplanan kalabalık karşısında TEM’den gelen polis ekipleri E. Dumanlı’yı gözaltına al-a-mamış ikinci gelişinde gözaltı gerçekleştirilmiştir.

Gazete binasının önünde toplanan kalabalığın açtığı dövizlerde ’’özgür basın susmaz, Zaman’a sahip çıkma zamanı vb’’içerikli protesto yazıları göze batmıştır. Aynı şekilde E. Dumanlı da avukatıyla birlikte gözaltı anında yaptığı basın açıklamasında kendisi vd ile ilgili hususlardaki iddiları gerçeği yansıtmadığını gülerek dile getirmiştir. Ve gözaltına alınırken ‚’’demokrasiden geriye dönüş yok’’ demiştir. İstanbul merkezli on üç ilde gerçekleştirilen operasyon kapsamında arananlar arasında Erdoğan’ın ’’bir yolunu bulun ve işin içine onu da dahil edin’’ dediği F. Gülen’ i de kattıkları ancak B. Arınç’ın açıklamasında böyle bir durumun olmadığı belirtilmiştir. Zaten katmaması imkansızdı çünkü bütünüyle Gülen cemaati ve yörüngesindeki kurumlara ve kişilere yönelik bir operasyondu bu ve devlete karşı silahlı örgütlenmeye teşebbüs ve tabii ki örgütün başı olarak da Gülen yer alacaktı. Hemen belirtelim ki bu gözaltı operasyonu 2009’da Tahşiyeciler diye bilinen devlete karşı silahlı terör örgütü kurma iddiasıyla gerçekleştirilen operasyona tabi tutulanların şikayeti üzerine yapıldığı da kamuoyuna deklere edilmiştir.

Gözaltılar devam edecektir Özellikle Başbakan Davutoğlu’nun MİT’e operasyon çekmeye kalkışanlar ve devletin en mahrem toplantılarına yönelik dinlemeler yapanlar, Türk devletinin Türkmen vb lerine

açıklamasına paralel CHP’ye de paralelcilere karşı sessiz kaldığını ve darbeci olduklarını aynı şekilde 27 Mayıs darbesine darbe demedikleri sürece de darbeci olarak kalacaklarını vurgulamıştır. Bütün bu gelişmelerin ön süreçleri olarak yakın süreçte gerçekleştirilen gerek yerel seçim gerekse de cumhurbaşkanlığı seçimleri ve AKP 1. Olağanüstü Kongresi süreçlerinde birkaç hedef içerisinde paralel devletle mücadelede kararlılık argümanı da bu yönelimin ön koşulları olarak belirtilebilir. Aynı şekilde Erdoğan’ın Afrika ziyaretindeki girişimleri ve oradaki konuşmalarında verdiği mesajlarda da bu yönelimin öngünlerinde olması anlamlıdır. 14 Aralık gözaltı operasyonunun sadece bununla sınırlı kalmayacağı ve daha da yoğunluklu bir şekilde devam edeceğini de vurgulamak isteriz. Hem zaten başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere devletin tüm temel kurumları ve daha da aşağılara kadarki örgütlenlemere kadar paralel devletle mücadele adı altında bu tasfiye operasyonları sürecektir. Bu noktada AKP iktidarıyla Gülen Cemaati arasındaki uzlaşmanın yakın süreçte görülmediği aksine tasfiyenin daha da derinleştirilerek arttırılacağı söylenebilir. Bu durum kuşkusuz ki esasta ekonomik temeller üzerinden şekillenmektedir. Dolayısıyla Gülen Cemaati‘nin ekonomik tasfiyesi ve tabii ki bütün üst yapı kurumlarından tasfiyesi alabildiğince etkisiz ve devlet açısından yakın süreçte tehlike ola-


1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

mayacak seviyeye kadar çekilene kadar sürdürülecektir dersek yanılmış olmayız. Bu da kuşkusuz AKP iktidarının kendi içerisinde yeni partnerler çıkmasıyla sürecin geliştiğini ve şimdilik AKP’ye alternatif ciddi bir yapılanma ve örgütlenmenin söz konusu olmadığını belirtelim. Bu durum tabii ki AKP iktidarının tekçi faşizmde daha da merkezileşmiş ve katı bir yönelimle iktidarını daha da uzun sürece yaymanın ekonomik, politik pratik süreci içerisinde olacağını göstermektedir. Tekçi faşizm bu anlamda çoğulcu ve seküler hayatla birlikte daha demokratik bir sürece değil de tam aksine aynı tekçi faşizmde daha da merkezileşmiş stratejik saldırı çizgisi ve teorik pratik politikaların artarak devam edeceğini göstermektedir. Bundan birkaç yıl öncesi süreçleri bir hatırlayalım. O dönemde Başbakan Erdoğan bizzat Gülen Cemaati için ’’ne istediler de yapmadık’’ yönlü kamuoyuna beyanı ve Gülen cemaatini eleştirenlere ilişkin artan operasyon ve gözaltılar, tutuklamalar gırla gitmekteydi. Böylesi bir süreçte devlet içerisinde AKP iktidarının nasıl da kol kola girdiğini ve koalisyon- ittifak içerisinde oldukları, muhalefet ve diğer tüm kesimlere yönelik baskıları nasıl da bir arada yürüttükleri gayet açıktır. Peki birkaç yıl önce böylesi ortak konsept karşısında kısa süre geçmeden bu kutsal ittifak nasıl bozulmuş ve kılıçlar çekilmiştir. Kuşkusuz ki bütün bu şirret kliklerin derdi devlete kimin yani hangi kliğin hakim olacağı ya da kendinden olmayanların bizzat hakim sınıflara mensup diğer kliklere daha fazla müsamaha göstermeme kavgasıdır. Operasyonlara ilişkin ABD ve AB emperyalist bloklarının sözcüleri basın özgürlüğüne yönelik kaygılarını arttırdığını dile getirirken hemen akabinde Erdoğan ABD emperyalist efendisini teğet geçerek sadece AB emperyalist sözcülerine ’’kendi göbeğimizi kendimiz keseriz, kendi aklınızı kendinize saklayın’’ vb yönlü tepkisini ortaya koymuştur. Her ne kadar Davutoğlu ’’operasyonun basın ögürlüğüyle ilgisi yok’’ derken Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise süreci yumuşatmaya kalkmış olsa da özellikle AB emperyalist blok güçleri ile Türk devleti arasındaki çelişki ve restleşmeler karşılıklı olarak önümüzdeki süreçte de devam edeceğe benziyor. Operasyon ve gözaltı süresi boyunca yoğunlaşan tepkilerin artması karşısında Davutoğlu’nun başdanışmanı E. Mahçupyan ise sürecin tutuksuz yargılama şeklinde devam etmesinin doğru olacağı ilanında bulunmuştur. Aynı şekilde gerek Gülen Cemaati‘ne mensup kesimleri içerisinde bir ayrışma ve kopma durumunun da daha fazla hızlanacağı, pek tabii ki Erdoğan inisiyatifli tarikatların hakimiyetindeki AKP iktidarına daha fazla yakınlaşacakları da görülmelidir. Nitekim bütün bu gelişmeler karşısında kısa bir süre önce Gülen Cemaati‘ne yakınlığıyle bilinen Hüseyin Gülerce dahi Cemaati eleştirmiştir. Şimdiki durumda ise Gülerce Cemaat tarafından tehdit edildiğini ve hayatı tehlikesi olduğunu dile getirmiştir. Özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonuçlarındaki gelişmeler bu ayrışmayı hızlandırmıştır. Yine 14 Aralık operasyonundan kısa süre önce AKP‘yle yakın ilişkide olan bazı gazetecilere yönelik tasfiyeye de şahit olduk. H. Karaalioğlu

15

vd bir kısım gazetecilerin yazdıkları gazeteyle ilişkileri kesilmiştir. Buna mükabil AKP’ye yakın diğer bazı gazeteci ve yazarların da bu ve buna benzer gelişmelere karşı alt düzeyde bazı eleştiriler yürüttüğünü söyleyelim. Bu noktada mesela A. K. Servi, Samanyolu TV ve Zaman Gazetesi üzerinden E. Dumanlı’nın gözaltına alınmasına yönelik eleştirilerini kamuoyuyla paylaşmıştır. Bütün bu yöndeki gelişmeler de hiç kuşkusuz bizzat AKP iktidarı ve hempaları içerisinde yeni tasfiyenin yollarının döşendiğini de göstermektedir. Zira çelişkisiz hiçbir birlik, ortaklık ve ittifak yoktur. Bu temelde AKP iktidarı da çelişkili birliklerden ibarettir ve gelişen objektif süreçlere göre ayrılıklar, saflaşmalar ve rasfiye süreçleri kendi içerisinde de geçerli bir yasadır. Hiçbir şey sürgit devam etmez ve çelişkili birlikler de geçicidir ama kendi içerisinde de mücadele mutlaktır. Bu anlamda Erdoğan’ın TÜBİTAK Teşvik Ödülleri töreninde ’’Türkiye paralel yapıyla mücadelesini kazanmıştır’’ açıklaması algı operasyonu kapsamında manipülasyon yaratma girişimdir. Zira nasıl ki şıracının şahidi bozacı olamazsa iki suç ortağı ve katilin birbirlerine karşı rant savaşından da bir doğrunun ve olumlu gelişmenin çıkmayacağı yeterince nettir.

Kliklerinin çatışmasında sistemin teşhiri önemlidir Öteden beri vurgulamışızdır, iktidarından muhalefetine Türk hakim sınıf klikleri arasındaki rekabet ve çelişkiler karşısında halk kitleleri başta olmak üzere ilerici, demokrat, devrimci ve komünistler bunlardan herhangi bir kliğin peşine takılmamalı ve bir tercih içerisinde olmamalıdırlar. Ne ki kendi klik çatışmaları ancak devrimci ve komünistlere, kurulu sömürücü düzenin ve sistemin pisliklerini ortaya dökme ve onu teşhir etmeden önemli olanaklar sunsa da bunun dışında başka türden bir olasılığı aklımızın ucundan bile geçirmemek lazım gelir. Egemen sömürücü zulüm düzeninin kliklerinden kah birini kah diğerini seçmek en fazla reformislerin ve reformizmin işi olsa gerek. Tabi bu kliklerle herhangi bir ortaklık, ittifak, koalisyon, güç birliği, seçim ittifakları vb uzlaşmalar ve yönelimler, kurulu düzenin devamından baka bir hizmete yaramayacaktır. O halde devrimci ve komünistlerin şimdiki durumda okun sivri ucunu AKP iktidarına yöneltirken Türk egemenlerinin muhalif kliklerinden ne Gülen Cemaati, ne CHP, MHP, BBP, HÜDA-PAR hiç biri ittifak gücü ve hareketi olamaz ve onlara karşı da mücadele görevlerimiz asla unutulamaz. Öyleyse iktidarından muhalefetine Türk egemen sınıf klikleri ve partilerini de kapsayacak şekilde devletin temelini yerinden oynatacak politik iktidar mücadelesi doğru olandır. Bu düzlemde Türk devletini parça parça yıkacak Sosyalist Halk Savaşı‘yla ezen ve sömüren sınıf klikleri ve iktidarı ortadan kalıdırılacaktır. Bu eksende devrimci savaş aynı zamanda emperyalizme karşı bir muhtevayı da içerdiğinden ona karşı da son derece meşru ve devrimci bir savaş olacaktır.

ÖRGÜTSEL YÖNELİM

≫ refik demir

EMEK CEPHESİNE YÖNELİK PERSPEKTİFİMİZ NE OLMALIDIR

Ü

retim ilişkilerine bağlı sınıf çelişkileri, örgütlenme alanlarımızın esas ve tali yanlarını belirler. Maoist Komünistler coğrafyamızın gerçekliğine yönelik yaptıkları yeni değerlendirmede, emeğin gasp ediliş biçiminin kapitalist tarzda gerçekleştiğini, proletaryanın önder ve temel güç, kır ve kent küçük burjuvazisinin de müttefik güç olduğunu belirlemiş durumdadır. Coğrafyamızda ön plana çıkan başlıca beş çelişmenin içerisinde emekle sermaye çelişkisi belirleyici hale gelmiştir. Bu gerçeklik, siyasi, ideolojik, örgütsel, askeri ve kültürel alanlardaki bütün örgütlenmelerin buna uygun şekillenmesini zorunlu kılmaktadır.

cephesinin tarım, sanayi ve hizmetler alanında topyekûn hareket etmesi, grevlerin yaptırım gücünü de kat be kat arttırmaktadır.

Emperyalist sistemin hâkim olduğu dünya genelinde, kapitalist sermayenin çok uluslu tekeller biçiminde merkezileşerek yaygınlaşması, üretim alanında da önemli oranda bir merkezileşmeyi beraberinde getirmiştir. Doğayı, insanı ve tüm ihtiyaçlarını metalaştıran çok uluslu tekeller, geçmişte birbirinden bağımsız olan üretim alanlarını tek bir işletmede birleştirmiş durumdadır. Tarım, sanayi ve hizmetler alanları neredeyse tüm toplumsal ürünlerin hepsini birlikte üretmektedirler. Köylüler ve kapitalist çiftlikler, tarıma dayalı bütün gıda maddelerini üretmekte, maden alanı enerji ve diğer hammaddeleri üretmekte, sanayi alanı bu ürünleri işletmekte, hizmetler alanı ise kredi, taşıma ve satış alanında rol oynayarak bunları pazara sunmaktadır. Bu da göstermektedir ki herhangi bir toplumsal üründe tarım, sanayi ve hizmetler alanından birinin olmaması, mevcut ürünün üretilmesini engellemektedir.

Günümüz çok uluslu tekeller dünyasında sendikaların, kooperatiflerin, meslek odalarının, işsizlerin, engellilerin ve emeklilerin kapsadığı tüm emekçi örgütlenmelerinin özgünlüklerini yadsımadan, bağımsız mücadelelerini bir an olsun gevşetmeden, bir tek çatı altında konfederal biçimde merkezi örgütlenmelerin yaratılması ana görevdir. Bu yapılmaksızın parçalı bir yapıyla karşımızda birleşmiş olan çok uluslu tekellere karşı mücadelemiz başarıya ulaşamaz.

Üretim alanındaki bu merkezileşme irademiz dışında emekçilerin mücadelesinin de proletarya önderliğinde birleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Geçmişte sendika, kooperatif, meslek odaları vb. örgütlenmelerin birbirinden ayrı sürdürdüğü mücadeleler geçmişteki kadar anlamlı olmamaktadır. Üretim alanındaki bu merkezileşmenin dışında teknik alandaki gelişmeler de bütün emek cephesinin ortak örgütlenmesini zorunlu kılan bir diğer faktördür. Üretim, ulaşım ve iletişim alanındaki teknik gelişme herhangi bir sanayi kolunda grev sonucu üretilmeyen ürünün, diğer fabrikalardan ya da başka bir ülkeden kolayca temin edilmesini sağlamakta ve dar alanda yapılan grevlerin etkisini zayıflatmaktadır. Bu nedenle emek

İşletmeler ve devleti birinden ayrı tutmak, sınıflar dünyasını ve toplumsal mücadeleyi kavrayamamaktır. Proletarya ve emekçiler, yasalarıyla, güvenlik birimleriyle, ekonomik ilişkileriyle bir bütünü oluşturan kapitalist sistemin sadece bir alanına yönelik mücadelesi, sadece bir patronuna ya da toprak sahibine karşı mücadelesi, sonu kazanımla bitse dahi gerçek anlamda kurtuluşu sağlayamaz. Bu nedenle tek tek işletmelerdeki mücadeleleri asla yadsımadan bütün sorunların kaynağı olan siyasal iktidara yönelinmelidir.

Kapitalist üretimdeki gelişme dünya kırlarının kitleler halinde sökülerek tarım, sanayi ve hizmetler alanında işi olan ya da olmayan proleter sınıfa dâhil olmasını sağlamıştır. Proletarya yüz yıl öncesine göre yüzlerce kat artarak, yedi milyarlık insanlık nüfusunun içinde belirleyici hale gelmiştir. Köylülük ve hizmetler alanındaki küçük üretici ve memurlar ise kapitalist üretimin saldırılarıyla neredeyse proletaryayla aynı koşullara gelmiş durumdadır. Bu durum proletaryanın diğer emekçi kesimlerle ittifak zeminini güçlendirmiş, kaderlerini daha fazla ortaklaştırmıştır. Maoist Komünistler bu perspektifle hareket ederek esaslı mücadele alanlarımızdan biri olan emek cephesinin örgütlenmesinde daha aktif yer almalı ve somut örgütlenmeleriyle rolünü oynamalıdır. Somut adım olarak tarım, sanayi ve hizmetler alanında bulunan işçiler, köylüler, memurlar, meslek çalışanları, küçük üreticiler, emekliler, engelliler ve işsizlerin ortak kurultay ve konferanslarla emek cephesine yönelik perspektiflerin açığa çıkarılması, ortak örgütlenmelerin yaratılması sağlanmalıdır.


16

analiz haber

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

Egemenlerİn sıklaşan Türkİye Kuzey Kürdİstan zİyaretlerİ Çok kutuplu emperyalist dünya sisteminin egemenliği koşullarında yaşanmaktadır. Ve bu çerçevede izah edebileceğimiz çok kutuplu emperyalist bloklar arası rekabet ve çelişkilerin de oldukça kapsamlı ve stratejik temelde yürütüldüğünü söyleyebiliriz. Özellikle bölgesel savaşlar düzleminde bu rekabetin gerçekleştirildiğini vurgulayalım

mek durumunda kalmaktadır. Bugün olan biten de bundan ibarettir. Yoksa gerçekten varolan gelişmeler, Türk devleti ile ABD ve AB emperyalist blok güçleri arasında çıkarlarının taban tabana ters düştüğü için değildir. Bu anlamda Rus ve Çin eksenli başka bir emperyalist blok gücün dünyanın diğer coğrafyalarında olduğu gibi Türkiye- Kuzey Kürdistan ilgilerini de rekabet halinde olduğu diğer emperyalist blok güçler karşısındaki mücadelelerinin bir parçası olarak telakki etmek durumundayız.

Emperyalistlerin Türkiye- Kuzey Kürdistan ziyaretleri içerisinden geçtiğimiz koşullarda oldukça artmış durumdadır. Başta ABD emperyalizminin siyasi ve askeri temsilcileri olmak üzere Rusya emperyalizminin siyasi sözcüsü Putin’in ve bu sürece denk gelen Papa’nın ziyaretleri de söz konusu olmuştur. Kuşkusuz ki hepsinin ama hepsinin emperyalist kapitalizm düzleminde başta ekonomik olmak üzere siyasi vd hususlarda çıkarlarına hizmet temelinde geliş gidişler gerçekleştirilmektedir. Yoksa bu ziyaretler başka neyle açıklanabilir ki? Çok kutuplu emperyalist dünya sisteminin egemenliği koşullarında yaşanmaktadır. Ve bu çerçevede izah edebileceğimiz çok kutuplu emperyalist bloklar arası rekabet ve çelişkilerin de oldukça kapsamlı ve stratejik temelde yürütüldüğünü söyleyebiliriz. Özellikle bölgesel savaşlar düzleminde bu rekabetin gerçekleştirildiğini vurgulayalım. Bu eksende Ortadoğu ve onun da içerisinde Irak, Suriye, dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğratılan Kürdistan, Filistin, İran, Türkiye- Kuzey Kürdistan vd coğrafyalarda çok kutuplu emperyalist bloklar arası kızgın rekabetine şahit oluyoruz. Tabii ki bu bölgesel savaş, biçimde doğrudan emperyalist blok devletler arası cereyan etmese de bölge ve yerellerdeki işbirlikçi rejimler ve güçlerinin devreye sokularak yürütüldüğü söylenebilir. Fakat aslolan emperyalist devletler arası çelişki ve rekabettir söz konusu olan. Yoksa emperyalist efendilerin bu kadar ilgilerine mazhar olmaz ve bu kadar doğrudan taraf olmaz ve yaşanan gelişmelere bu kadar müdahil olmazlar hatta siyasi ve askeri güçlerini bu kadar konuşlandırmazlardı. Bakınız dünyanın bazı başka yerlerinde yaşanan katliam vb gelişmelere karşı sağır sultanları oynamaktadırlar. Demek ki emperyalist efendilerin son derece ekonomik çıkarlarıdır aslolan. Demokrasi, medeniyet, eşitlik, özgürlük ve adalet vs diğer bütün argümanların hepsi onlar için hikâyedir ve tekelcilikleri için manipülasyon-

Aynı şekilde Ukrayna ve doğusundaki Kırım, Donetsk, Luhgansk gibi özgül ve farklı kimlikler üzerinden yaşanan gelişmeler karşısında emperyalistler arası krizin karşılıklı ekonomik ve politik ataklarla kızışan süreç gelinen aşamada Rusya’da belirli bir ekonomik krizi gün yüzüne çıkarmıştır. Bu durum özellikle ABD ve AB emperyalist blok güçlerinin Rus emperyalizmine karşı ardarda gerçekleştirdiği ekonomik yaptırımlar üzerine bir türlü Rus emperyalizminin başedememesi ve deyim yerindeyse sersemlemesidir. Nitekim bunu itiraf eden Putin yaşadıkları krizin birkaç yıl içerisinde üstesinden gelebileceklerini deklare etmesiyle açık ifadeye dönüşmüştür. Kuşkusuz ki diğer emperyalist güçler gibi Rusya için de bu kriz durumu kesinlikle aşılmaz değildir. Tıpkı daha öncekiler gibi emperyalistler yaşadıkları devrevi krizlerini aşma becerisini göstermiştir. Hatta Rusya ve Çin eksenli Şangay Beşlisi önemli bir emperyalist blok güç olarak çok kutuplu dünya içerisinde yer almıştır. Çok kutuplu emperyalist blok güçler arası çelişki ve rakebet durumu Ortadoğu ve Suriye, Irak, İran, İsrail, Filistin, Türkiye- Kuzey Kürdistan, vd bölge ve alanlarda da kendini göstermektedir. Özellikle emperyalistler arası çelişkiler ve rekabet bölgesel savaşlar düzleminde sürse de bu gelişmeler devrimci ve komünist hareketler için teşhir ve deşifrasyon eksenli önemli avantajlar sunmaktadır. Keza emperyalist kapitalizm barbarlığı tüm vahşiliyle ABD’de de, Avrupa’da da ve Rusya ve Çin’de de ve dünyanın değişik coğrafyalarında da tüm çıplaklığıyla yaşanmaktadır. Roboski Katliamı‘nı da, IŞİD vahşetini ve diğer bir çok katliam ve saldırganlıkları da bu kapsamda görmek ve değerlendirmek gerekmektedir. Ya barbarlık ya sosyalizm günümüzün de objektif gerçekliği olarak orta yerde durmaktadır. Bu bilinçle özgürlük ve bağımsızlık sosyalizmdedir. Bunun için devrim, sosyalizm ve komünizm yani gelecek kazanacaktır.

Rusya’daki kriz ve emperyalist blokların yaptırımları

dan başka bir anlam ifade etmemektedir.

Siyasi gelişmelerin arka planı Bilindiği gibi Suriye özgülünde yaşanan gelişmeler yanında IŞİD, Hizbullah, İran, Irak, Batı ve Güney Kürdistan, TürkiyeKuzey Kürdistan, Filistin, İsrail, Hamas, Mısır, Müslüman Kardeşler, Suudi Arabistan, Katar vd coğrafyalardaki gelişmeler birbirlerini şu veya bu şekilde etkileyen hatta onlarla çeşitli biçimlerde bağlantılı olan gelişmelerdir. IŞİD’in Suriye, Irak, Güney ve Batı Kürdistan’daki saldırganlıkları karşısında çok kutuplu emperyalist bloklar şeklinde örgütlenen emperyalist devletlerden ABD ve Batı emperyalist bloklarının içerisinde yer aldığı NATO askeri güçlerinin koalisyon güçleri şeklinde kendilerini ifade eden askeri ve siyasi müdahalesiyle birlikte geçmiş süreçlerde birbirlerinin karşıtıymış gibi görünen bazı güçler arasındaki ilişkilerde de bir değişim yaşandığını görmekteyiz. İran ile ABD arası yakınlaşma ve IŞİD’e karşı fiiliyatta belli ortaklaşma pratiği de bundan bağımsız değildir. Aynı şekilde Barzani önderliğindeki Güney Kürdistan ile Türk devleti arasındaki ekonomik temelli siyasi yakınlaşmalar da Ortadoğu’daki yaşanan gelişmelerden bağımsız ele alınamaz. IŞİD’in Kobane işgali saldırısı karşısında ABD ve AB emperyalist blok

güçlerinin Batı Kürdistan’a ılımlı yaklaşımları da bu durumla açıklanabilir. Oysa kısa süre önceye kadar Suriye özgülünde Esad ve rakip muhalefetin belli güçlerini içerisinde barındıran Cenevre Konferansı‘nda bizzat PYD güçlerini dışarda tutanlar da yine aynı emperyalist efendilerdi. Demek ki evdeki hesap çarşıya uymamakta ve yaşanan somut güncel gelişmeler ve özellikle Esad’ın görece askeri ve siyasi başarısı- arkasında Rusya emperyalizmi, Çin ve İran gibi devletleri de alarak- karşısında Batı Kürdistan’da PYD önderliğindeki Rojova merkezli özerk yönetimleriyle birlikte yaşanan gelişmeler ve etkili askeri eylemler ve ilerlemeler karşısında tavırsız kalamayacağını anlayan ABD ve Batı emperyalist blok güçleri süreci kendi lehlerine çevirmek için harekete geçmiştir. Bu durum, Türk devletinin geleneksel bazı politikalarına ters düşse dahi öngörülen politikalar devreye sokulmuştur. Aslında Türk devletinin geleneksel politikalarının arka planında yatan gerçek nedenler de yine emperyalist kapitalist dünya sistemi koşulları olduğu tartışma götürmez gerçekliklerdir. Bu yönüyle kaderin bir cilvesidir ki emperyalist kapitalizm, içerisinden geçtiğimiz süreç itibarıyla göreceli olarak bizzat kendi yarattığı eserlerini de yıkmak ve kendi sürecine uygun olarak dizayn et-


analiz haber

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

17

ABD ve Küba ilişkilerindeki değişim üzerine! ABD emperyalizminin reformizm bayrağını dalgalandırarak Obama‘yla birlikte uzlaşmacı tasfiyecilikte başat bir rol oynadığını vurgulayalım. Zira hatırlanırsa Obama’nın ABD emperyalizminin başına siyasi sözcü olarak seçilmesiyle birlikte kullanılan argümanlardan tutalım da ilk ziyaretlerini Türkiye ve geri kalmış bağımlı bazı ülkelere gerçekleştirmesiyle tasfiyeci dalganın ideolojik politik mahiyeti anlaşılıyordu On yıllardır ABD emperyalizmi ile Küba arasındaki kanlı bıçaklı düşmanlık ilişkileri, özellikle Obama’nın giderayak açıklamalarıyla görece yumuşama göstermiştir. Bu duruma şaşmamak gerekmektedir. Zira Küba’nın uzun süredir Rus sosyal emperyalizmiyle de ilişkileri bundan özde farklı değildi. Ve soğuk savaş dönemleri olarak değerlendirilen süreçlerde Amerika’nın arka bahçesi olarak görülen Küba’ya yönelik düşmanlığı da bizzat ABD ile Rus emperyalistleri arası ilişkilerin bir parçası olarak sürgit devam etmekteydi. Her ne kadar Küba’da Che Guevera ve Castro önderliğinde yürütülen devrimci savaş karşısında Küba’da bir devrimci demokratik sistem teşekkül etse de çok fazla geçmeden, Rus sosyal

emperyalizmine bağımlılık ilişkisi temelinde ABD ve Rusya emperyalistleri eksenli iki kutuplu dünyanın bir tarafında yer almak durumunda kalmıştır.

ABD’nin iyi niyetinin hamlesi sermayesine güç katmaktır Uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesi her bir durumda farklılıklar göstermiş gelinen aşamada her zamankinden daha fazla derinleşme ve merkezileşmesine uygun olarak sermaye bir yandan kendini yeniden yapılandırırken diğer yandan etkisi ve yörüngesi altındaki tüm coğrafya ve ülke devletlerini de yapılandırma faaliyetine hız vermiştir. Ve özellikle daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi sermayenin bu derinleşmesi ve merkezileşmesi paralelinde ideolojik politik olarak dünya genelinde reformizm tasfiyeci rüzgarını bayrak edinmiştir. Ancak 1990‘lı yıllardan 2000‘lere uzanan tek kutuplu emperyalist dünya sistemi, özellikle 2005‘lerden itibaren çok kutuplu emperyalist blok güçlere evrilme göstermiştir. Özellikle bu noktada Çin ve Rusya eksenli Şangay Beşlisi adıyla ifade edilen emperyalist bloğun önemli bir çıkış yaptığı söylenebilir. AB emperyalist blok güçleri de görece bir gelişme göstermiştir. Bu noktada dünya halkları ve ezilen uluslarının baş düşmanı ABD emperyalizmi olma özelliğini göster-

se de ve ABD’nin başını çektiği emperyalist blok güç karşısında özellikle Şangay Beşlisi‘nin blok güç olarak çıkması ve AB emperyalist bloğunun da ’’ben de varım’’ demesiyle birlikte çok kutuplu emperyalist blok güçlerin yaşandığı bir sürece girilmiş oluyordu. İşte özellikle 2000‘lerin başından itibaren ABD emperyalizminin reformizm bayrağını dalgalandırarak Obama‘yla birlikte uzlaşmacı tasfiyecilikte başat bir rol oynadığını vurgulayalım. Zira hatırlanırsa Obama’nın ABD emperyalizminin başına siyasi sözcü olarak seçilmesiyle birlikte kullanılan argümanlardan tutalım da ilk ziyaretlerini Türkiye ve geri kalmış bağımlı bazı ülkelere gerçekleştirmesiyle tasfiyeci dalganın ideolojik politik mahiyeti anlaşılıyordu. Bu yumuşak tasfiyeci rüzgarın ilk elden bizzat kendine bağımlı ülke devletlerine sirayet etmesi ve akabinde de dünya genelinde bu yönelimini göstermesi söz konusuydu. Bu kapsamda Obama’nın Küba’ya yönelik giderayak geleneksel düşmanlık ve cepheleşme siyaseti yerine yumuşama ve karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi eksenli açıklaması bir yandan ABD inisiyatifli uluslararası emperyalist sermayenin diğer yandan bunun dünya genelinde derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun yönelimi olarak kavranması gerekmektedir.

Gelişmelerdeki yumuşama eğilimi sermayenin karakteristik özelliğidir Bütün bu ve buna benzer gelişmelerin Amerika kıtasında da belirli bir yumuşama göstergesi olarak ce-

reyan etmesi sermayenin genel karakteristik özellikleri arasındadır. Fakat bu göreceli durumun önümüzdeki süreçte karşılıklı düşmanlık ilişkilerine ve daha fazla cepheleşmelere yol açmayacağı da söylenmemelidir. Keza ABD emperyalizmi bütün yönelimleri itibarıyla hiç de masum değildir ve tasfiyeciliğin bir başka türden geliştirilerek sürdürülmesi politikasını halihazırda yürütmektedir. Bu yöneliminden hareketle Küba‘yla ilişkilerini tatlı sert bir atmosferde yürütmesini de doğru anlamak durumundayız yani hiç de şaşılacak bir gelişme değildir. Sermayenin perspektifi o kadar geniş ki kendi çıkarları uğruna gölgesini dahi pazarlayıp satacak niteliğini görmek durumundayız. Bazı devrimci dostlarımız bir türlü kabul etmese ve ona statik- değişmez bir misyon yüklese de ilk süreçlerden itibaren doğru vurgularımızı burada bir kez daha yinelersek sermaye statik değil dinamik bir olgudur. Bunun ABD emperyalist hegemonyası kapsamında geçmişte oldukça çatışmalı ve bir türlü uzlaşmaz gibi görünen çelişkilerindeki değişikliklerde de görmek durumundayız. Elbette zıtların birliği geçici, mücadelesi ise mutlaktır. Ve elbette bugün iki zıt düşman görünen kesim başka bir gün dost ya da ittifak içerisinde olabilmektedir. Mao yoldaşın ’’düşmanımın düşmanı dostumdur’’ taktik politikasını da bu temelde değerlendirmek durumundayız. Keza emperyalist kapitalizm de dostluklar, demokrasi, insan hakları, hak hukuk vs den oldukça bahsetmektedir. Ancak bütün bunlar kendi özel mülkiyet çıkarları temelinde tasavvur edilmektedir. Hiç görülmüş duyulmuş mudur emperyalist kapitalizmin kendi çıkarlarını bir kenara atarak başka kesimler için gerçekten bir demokrasi, hak, hukuk, eşitlik ve özgürlük istediğine? Dolaısıyla Küba’da da Ortadoğu’da da bütün kullandığı argümanlar son derece aldatıcı bir düşünce imtiyazı ve manipülasyon içermektedir. Eşitlik, hukuk ve adalet gibi meselelerde üzerinden yükselinen ekonomik toplumsal sistemden bağımsız ele alınamaz ve tasavvur edilemez. ABD emperyalizminin Küba‘yla ilişkilerinde görece yumuşama yönelimi de tamamen ekonomik politik ve jeostratejik çıkarları ekseninde tasavvur edilmelidir.


18 Öcalan‘ın yol taslağı ve analiz haber

Feodal despotik Osmanlı’nın devamcısı ve takipçisi olan 90 yıllık ilhakçı ve işgalci, asimilasyoncu ve soykırımcı tekçi faşist TC devletinin ruhuna esintiler yaparak değil onu paramparça edecek radikal devrimci savaşımızla karşılamalıyız İçerisinden geçilen süreç, bir satranç ya da dama veyahut da bir tavla oyunu olarak tasavvur edilemez. Çünkü sürecin belirleyici öznelerinin hemen hepsinin farklı hesaplar içerisinde oolduğu söylenebilir. Dolayısıyla basit bir şekilde değerlendirmekten öte son derece karmaşık ve bir o kadar da zorlayıcı girift ilişkiler ve çelişkilerin içerisinden geçildiği tartışma götürmez. Öcalan’ın ’’Barış ve Demokratik Müzakere Projesi’’ her ne kadar sancılı ve oldukça karmaşık olsa da süreç belirsizlikleriyle devam etmektedir. Öcalan’ın öncekilerden esasta farklı olmayan projesi, başta HDP Milletvekilleri olmak üzere Kürt Ulusal Hareketi (KUH) tarafından da tam bir mutabakat sağlanarak kabul edilmiş ve müzakare için AKP iktidarına tabii ki Türk devletine derhal adım atması gerektiği telkininde bulunulmuştur.

Çelişkiler içinde giden yol haritasının kaybolan pusulası Hatırlanacağı gibi Öcalan’ın projesini almak için giden HDP Milletvekillerinden Sırrı Süreyya Önder başbakan yardımcısı ve mevcut ilgili süreçle doğrudan görevli olarak Y. Akdoğan‘la yaptıkları görüşmenin hemen akabinde taslağın içeri-

ğine-kamu düzeni vb konularda- devlet ile farklı baktıklarını dile getirmiştir. Heyetin KCK‘yle yapılan görüşme anında ise Önder yeni bazı şeylerde ifade ederek projede özerklik, genel af vb şeylerin de olduğunu kamuoyuna açıklamıştır. Tabii ki hükümet- devlet yetkilileri ise bunu hemen yalanlamış ve şartlı yaklaşımların kabul edilmeyeceğini belirtmiştir. Bu esnada bir gelişme daha yaşanmış özellikle HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş güvenlik paketi olarak Meclise sunulan ve tartışılan yasayı sokağa çıkarak engelleyeceklerini vurgulamış bunu fırsat bilen iktidarın başbakanı sokakta dökülen kanın sorumlusunun Demirtaş olacağını kamuoyuna açıklamış ve karşılıklı söz düelloları eşliğinde Önder ise Demirtaş’ı Akdoğan’ın deyimine karşılık yedirtmeyecekleri beyanında bulunmuştur. Bu gelişmeler olurken KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, sunulan müzakere taslağını kabul etmelerine karşın görüşlerini iletecek HDP heyetinin Öcalan‘la görüşmesinin geciktirildiğini eğer bir iki gün içerisinde görüşmeye gidemedikleri takdirde müzakere taslağının tümünü ka-

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

muoyuna açıklayacaklarını belirtmiştir. Demek ki hala müzakere taslağında açıklanmayan bazı içerikler söz konusudur. Bu durum daha önce çeşitli vesilelerle dillendirilen açık ve şeffaf olunması ve kamuoyundan gizlenilmeden sürecin içeriğinin gerçekleştirileceği beyanlarının yanıltıcı olduğunu göstermektedir. Yani deyim yerindeyse ’’kapalı kapılar ardında Waşhington’’ tabiriyle görüşme ve müzakerelerin kapalı kapılar ardında yapılıp kamuoyu ya da kitlelerden belli yönlerinin gizleneceğini de somut gelişmelerle aşina durumu ortaya çıkarmaktadır. Her ne kadar gizlenen yanlar olsa da KCK, iktidarın ise HDP heyetinin İmralı’ya gidişini geciktirerek süreci oyalamaya dönüştüren ve demokratik çözüm zeminini çürüten tutumun devam ettiğini belirtmekten de kaçınmamıştır. Bunun yanında iktidarın müzakere taslağını anlamsızlaştıran tartışmaları ve sürecin başlaması ve eylem planının hayata geçmesini geciktirerek, çözüm girişimini boşa çıkarma tutumu içinde olduğu uyarısını da yapmıştır. Bu anlamda daha müzakere başlamadan iktidarın şu olur,bu olmaz gibi tutumlar içerisine girerek süreci saptırıp anlaşmsızlaştırmak

istediği de vurgulanmıştır. Bu yönüyle müzakere taslağındaki yol haritası ve eylem planının zamanlamasını da AKP iktidarının kendine göre ayarlayıp bu süreci yine seçim propagandası haline getirmeye çalıştığı ifade edilmiştir. Bu temelde de AKP iktidarının ciddiyetten uzak durumunun devam ettiği dile getirilmiştir. KUH, AKP iktidarı kısa sürede taslağın pratikleşmesi için adım atmaz ve bir iki gün içerisinde HDP heyeti Öcalan‘la görüştrülmezse müzakere taslağının tümünü kamuoyuna açıklamak zorunda kalacaklarını da vurgulamıştır. Müzakerenin bir an önce başlaması ve çözümün seçim oyunlarına kurban edilmeden gerçekleşmesi karşısında AKP iktidarının sorumsuz yaklaşımının da böylece daha iyi anlaşılacağı düşünülmektedir.

Kürt Ulusal Hareketi ve mutlak gerçekliği KUH’un yaklaşımına göre bir iki günde heyetin Öcalan‘la görüşülmesi sağlanmazsa müzakere taslağının tümünü kamuoyuna açıklayacaklarını dile getirmelerine karşın, bunu yapmadıkları için belirsiz ve karmaşık durum devam etmiştir. Bu anlamda tehdit ve şantajın da Türk devletine geri adım attırmadığını AKP iktidarının ’’istediğim şekilde istediğim zaman hareket edeceğim’’ vb yönlü oyalama ve tabii ki bu durum tasfiyenin bir parçası politikalarına devam edeceğinin beyanıdır. Nitekim AKP iktidarı, 6-8 Ekim Kobane direnişiyle dayanışma ve Türk devletini protesto eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle 20’ye ulaşan kişiye yaklaşık 347 yıla varan hapis cezası‘ istemiyle tasfiye yönelimini ortaya koymuştur. KUH’a göre taslağın Türk devletinin sorunlarını çözecek karaktere sahip olduğu iddia edilmektedir. Fakat bu taslağın çok az bir bölümünün hala kamuoyu- kitlelerle paylaşıldığı göz önünde bulundurulursa bu durumun sadece KUH açısından bir anlamı olacağı söylenebilir yani onunla sınırlı ve subjektif durumuyla çerçeveli bir statüko söz konusudur. Zira hala içeriğinin kamuoyunca bilinmediği gibi bu özellikle de gizlenmektedir. Bu muamma karşısında çeşitli olasılıklar üzerinde ancak de-


19 sürecin analizi 1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

YOLA YOLCU ≫hıdır uludağ UNUTMAMAK VE UNUTTURMAMAK!

H

er Aralık ayı geldiğinde pek çok dergi sayfalarında, sosyal medyada bu sözcükleri okuruz. Sokaklarda yapılan salon etkinliklerinde atılan sloganlarda bu sözcükleri işitiriz. Okumak, duymak güzel de yetmiyor be dostlar yetmiyor… Ölüme ve öldürdüğünü sanana inat, ateş cehennemlerinden geçsek de, ölümlerin en kalleşçesini görsek de, özgürlük adına, hak ve adalet adına çocuksu gülüşlerimizle bir yerlerden, karlı dağların ardından çıkıp geleceğimizin müjdecisi olabilmeliyiz. İşte o zaman bu sözcüklerin hem bir anlamı olur, hem de geleceği fethetmenin ekilen tohumları olur. Tohumlar başağa durduğunda işte o zaman cellât baltayı kendi ayağına vurur. Unutmayan ve unutturmayanların başı dik alnı açık olur. ğerlendirmeler yapılabilir fakat bu yöntemi de doğru bulmadığımızı ifade etmek isteriz. Çünkü müzakere taslağı ve çerçevesinin içeriği bilinmemektedir. 2013 Newroz’unda bilindiği gibi Öcalan’ın silahlı mücadelenin miadının dolduğu, barış ve İslam kardeşleşmesi argümanlarıyla sunulan mesajın KUH tarafından bir manifesto olarak nitelendirilmesi, önemli kırılmalara işaret eden yönler taşımaktaydı. İkircikli olarak her ne kadar şu ana kadar yaklaşımlar gösterilse de 6-7-8 Ekim serhildanı başka bir gerçeği daha göstermekteydi. Bütün baskı, gözaltı, tutuklama, katletme, oyalama ve tasfiye politikalarına karşı Kürt ulusu yılmayacak ve direnişi daha fazla yükseltecektir. Bu anlamda kendi öz savunmasını örgütleyen ve mücadele eden ezilen ulus ve halklar gerçeği karşısında hiçbir güç duramaz, duramadı da. Bu yönüyle bir türlü yürümeyen süreç karşısında aslında oyalanan KUH gerçekliğinin de olduğunu vurgulamadan geçemeyiz. Yani dememiz odur ki AKP iktidarı iki yıla varan süreç boyunca kimi oyalamıştır? Tabii ki KUH‘u. Kim oyalanmıştır? Tabi ki KUH. Tekçi faşist Türk devleti bu süreç boyunca yukarıdan aşağıya karakollar, kalekollar, barajlar, ’’yargı ve güvenlik paketleri’’, vb vd uygulamalarıyla tahkimatını yeterince yapmış hala da yapmaktayken bu oyalanmak niye? AKP iktidarına bu tölerans-lar niye,neden diye sorarlar. Daha açık ifade edecek olursak ortada bir yol haritasının olmadığını da rahatlıkla görebilir ve anlayabiliriz. Bunu KUH da çeşitli vesilelerle vurgulamaktadır. Nitekim Öcalan’ın özeleştirisi de bu durumun gecikmiş ifadesi olarak anlaşılmalıdır. Fakat özellikle Sırrı Süreyya Önder’in ’’Kobaneyle ilgili bir kırılganlık yaşadık. Gelinen aşamada önemli bir kritik süreci aştık’’ yönlü son beyanı açık ki geriye doğru gidişatın önemli emareleri olarak kayda geçmiştir. Bütün bunlara karşın KUH’un o kadar kolay geriye çark etmeyeceği iyimserliğini korumaktayız. Zira C. Bayık, M. Karasu, M. Karayılan gibi KUH önderlerinden yapılan açıklamalar, Türk devletinin oyalama taktikleriyle süreci geçiştirdiği ve tasfiyeci politikalarından esasta vazgeçmediği yönlü durumunu koruduğuna işaret etmesi önemlidir. Açık ki tekçi faşist Türk devleti tasfiyecilikte ısrar etmektedir ve kendi inkar ve imha amaçlı saldırı konsep-

tinde yol almaktan vazgeçmemektedir. Bu yönüyle çeşitli kartlar üzerinde oynamakta ve kendi çıkardığı oyunlarla tasfiyeyi derinleştirmek istemektedir. Ancak çok net olarak şimdiki objektif ve subjektif nesnel gelişmeler bir on ya da yirmi yıl öncesinin şartlarıyla bire bir aynı değildir ve olamazdı da.

Katliamcı özü parçalayacak olan devrimci savaştır O halde yaklaşık iki yıla varan süreç boyunca kitlelerin umutsuzluğa sürüklenmemesi için gerçekçi olmayan ve gerçekler üzerine oturmayan umutlar aşılanarak niye süreç yeterince değerlendirilemedi? Zira AKP iktidarını ve tabii ki devleti bugün dize getiren silahlı- gerilla mücadelesi ve Kürt ulusunun şaha kalkan nice serhildanları değil miydi? Bugün ve yarının özgürlüğünü yaratan Kürt ulusu ve onun içerisinden çıkan KUH’un on yıllarca sürdürülen aktif mücadelesidir ve bu durumdan asla vazgeçilmemelidir. Bunun için devlet ve sözcüleri hemen tüm söylemlerinde şimdiye kadar bütün yaptıklarında esas hedefin silahlı mücadeleyi yani silahı bıraktırmak olduğunu her defasında vurgulamıyor mu? Öyleyse tekçi faşist Türk devletin her saldırısı ve katliamı karşısında daha fazla karşı saldırı ve devrimci şiddetle yanıt vermek doğru çizgi ve yönelimdir. Bu bilinçle dostlarının ve siper yoldaşlarının haklı ve yapıcı eleştirilerine kulak kabartmayan, gerçek dost ve yoldaşlık ilişkisi zayıf demektir. ’93‘ten bugüne kadarki sürecin başarısızlığının nedeni, o zamana kadarki süreci başarıyla yerine getiren silahlı mücadele ve radikal militan çizgi ve pratik politikadan günbegün kırılma ve uzaklaşmadır. Bu bilinçle süreci başarıyla yerine getirmek için yeniden süreci başarıyla yerine getiren radikal militan çizgi ve pratiklere, devrimci savaş yasalarına ve değerlerine 6-7-8 Ekim serhildanlarında olduğu gibi pratikleşmek gerekmektedir. Daha fazla oyalanmak zaman kaybı ve tasfiyeci dalganın somut ve güncel gelişmelerde de görüldüğü ve yaşandığı gibi daha da pervasızlaşarak derinleştirileceği anlamına gelmektedir. Feodal despotik Osmanlı’nın devamcısı ve takipçisi olan doksan yıllık ilhakçı ve işgalci, asimilasyoncu ve soykırımcı tekçi faşist TC devletini, ruhuna esintiler yaparak değil onu paramparça edecek radikal devrimci savaşımızla karşılamalıyız

19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nı, Maraş ve Roboskî Katliamlarını unutmamak ve unutturmamak için ayağa kalkmak, yola koyulmak gerek. Yol uzun ve dolambaçlı. Yol belli: Dağların başında yakılacak isyan ateşleri, kendi kızıl rengini göğe vermeli. Mavi tulumlular, eli oraklıları kavganın ateşinde pişirmeli. Yol uzun ve belli. Bin bir çiçekten beslenen arı misali, binlerce taktik mücadele biçimleriyle, stratejilere taze kan taşınmalı. Ancak o zaman unutmamak ve unutturmamak gerçek anlamlarıyla bütünleşmiş olur. Faşist TC devleti kuruldu kurulalı mirasçısı olduğu Osmanlı’dan devraldığı katliamlar serüvenine hiç ara vermeden devam edip bugünlere geldi. Kendisinden olmayan farklı toplumsal yapılanmaları; inançları, ulusları ve milliyetleri düşman belledi. Maraşlar, Çorumlar, Sivaslar, Uludere ve 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı, bu düşmanlık tohumunun ürünü olarak algılanmalıdır. Çok iyi bilinir ki hapishaneler; ordu ve polis örgütlemesiyle birlikte devletin fiziki baskı aygıtının temel ayaklarından birini oluşturur. Devlet aygıtını elinde tutan egemen sınıflar, kendilerine şu veya bu şekilde muhalefet eden unsurları, kurumları ve toplumsal yapıları ideolojik olarak kuşatma altına alamadığı zaman fiziki baskı araçlarını devreye sokarak onları “etkisiz” hale getirmeye çalışır. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da bu baskı ve katliamların gündemden düşmeyişinin nedeni elbette ki faşizmin sürekliliğinden kaynaklanıyor. Faşizm, elbette ki baskıyla, zorla ve şiddetle açıklanacak bir olgu değildir. Onun her şeyden önce ekonomik temelleri ve nedenleri var. Meselenin bu yanını şimdilik geçip, şu gerçeğin altını çizmek gerekir. Dile kolay geliyor ama yaşanması hiç de kolay olmayan zindan direnişleri, açlık grevleri, ölüm orucu eylemleri özellikle taşlaşmış vicdanları bile mum gibi eritirken, buna karşın zaman zaman bedenlerini karanlıklara ve zalimin zorbalığına karşı meşale yapan özgürlük tutsaklarının haykırışlarını en yakınındakiler bile duymadı. O çığlıklar ve o haykırışlar hücre duvarlarına çarparak geri döndü. Bu geri dönüşlerin ve duyulmayışların elbette bir muhasebesinin yapılması gerekmektedir. Hem de en ince ayrıntılarına kadar.


20

analiz

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

‘Çözüm sürecinde’

Silahlı güçlerin silahsızlandırılması, gerilla güçlerinin gerilla savaşından alıkonulması vb vs objektif olarak tasfiyedir. İsterse Kürt Ulusal Hareketi bu tasfiyeyi doğru orantılı bir eylem olarak telakki etsin ama her halükarda yaşananın bir tasfiye olduğu kabul edilmek durumundadır Kürt ulusal sorununda dünden bugüne önemli mesafenin kaydedildiği söylenebilir. Kürt ulusal sorunu çerçevesinde Kürt ulusunun soykırıma kadar ağır halde yaşadığı milli zulüm ve imha-inkâr eksenli tüm geçmişi düşünüldüğünde, bugün Kürt ulusunun siyasi iradesi ya da temsilcisi durumundaki örgütü şahsında resmen muhatap alınarak müzakere yapma aşamasına gelmiş bir Kürt ulusu realitesi düşünüldüğünde, ileri adım anlamında önemli gelişmelerin kaydedildiği bir gerçektir. Somut gerçek durumundaki bu belirlemeye eklenmesi şarttır ki, bu ilerleme veya dünden bugüne kat edilen bu önemli aşama esasen, Kürt Ulusal Hareketi (KUH)’nin yürütmüş olduğu silahlı mücadelenin eseridir. Bu esasın yanında emperyalist bloklar arası güç dengeleri ve çatışmaları bağlamında emperyalist dünyada yaşanan gelişmeler, bu gelişmelerin emperyalizme bağımlı yerli devletlere yansımaları ve onlara yüklediği sorumluluklarla, dünya konjonktürel şartları da tali de olsa bu gelişmeyi doğru orantılı destekleyen diğer şartlardır. Belirlemeye eklenmesi gereken ikinci husus da, Kürt ulusal sorunu denen şey, Türk hâkim sınıfları ve dolayısıyla

devletlerinin Kürt ulusuna uyguladığı milli zulüm, imha ve inkâr politikalarının olumsuz anlamda en zengin yelpazede biçimlendiği baskı, işkence, katliam ve her nevi insanlık dışı muamelenin adı ve ürünüdür. Yani Kürt ulusal sorunu olarak tanımlanan gerçeklik arkasında emperyalist güç ve politikalar olsa da doğrudan Türk hâkim sınıflarının başrol oynadığı bir sorundur. Kendiliğinden türemiş masum bir mesele değildir. Sorumluları ve yaratıcıları adı geçen bu sınıflardır. Ulusal sorundaki gelişmelerden bahsederken ulusal sorunun yaratıcı kaynağına işaret etmenin, aynı zamanda sorunda yaşanan ilerlemelerin hangi nedenlere dayandığına dikkat çekmenin de gerekli olduğu açıktır.

Olumlu haller nihai çözümün ifadesi olamaz olmamalıdır Bu tablodan sonra kısa bir sonuç olarak şu söylenmelidir: Bağımsızlığı gasp edilerek zorla elinden alınmış, bütün ulusal hakları çiğnenmiş ve bunlar yetmezmiş gibi katliam ve işkencelerden geçirilerek akıl almaz hakaretlere, acılara ve aşağılanmışlıklara maruz bırakılmış olan Kürt ulusunun bu canlı karabasandan kurtulmak istemesi son derece masum bir istemken, bundan kurtulmak için silahlı savaş dâhil her türlü mücadeleye başvurması en hafifiyle yaşamsal bir haktır. Buna karşın, Türk hâkim sınıflarının milli baskı, zulüm ve kıyımını terk etmesi bir gereklilikten öteye zorunluluktur. Terk etmesinin kendi iradesiyle geliştireceği bir eylem olmayacağı açıkken, terk etmesi için KUH tarafından verilen silahlı mücadelenin baskısı onu nispi geri adımlara zorlamaktadır, zorlamıştır da. Tarafların uçlarını tuttuğu ipte kimin kimi çizginin bu yanına çekeceği ise son tahlilde tarafların gücüne bağlıdır. Şu ana

kadarki güç çekişmesinde durum KUH lehine gelişmeler göstermiş ancak bu durumun nihai bir hal olduğu düşünülemezdüşünülmemelidir de. Kimin gücüne ek olarak doğru siyaset ve taktikler geliştireceği, ulusal ve uluslararası halkların desteğini tarafına alacağı, kimin avantajlarını isabetli kullanacağı, kimin ilkeli zeminde durup tavizlere karşın stratejik kazanımlarını doğru planlayıp sağlam zemine oturtacağı, kimin haklılık / haksızlık zeminini avantaj olarak kullanma yeteneği göstereceği gibi bir dizi konudaki pozisyon hangi tarafın hasmını çizgiden bu yana sürükleyip çekeceğini belirleyecektir. Bizlerin görüşü; KUH’un genel olarak avantajlara sahip olduğu, ancak bu avantajlara karşın önderinin tutsak olması ve eşit olmayan şartlarda yürüttüğü müzakere gerçeği gibi bir dezavantaja da sahip olduğudur. En önemlisi de burjuvaziyle yapılması mümkün olan tek tek anlaşmalar yerine, tamamen hatalı olarak anlaşmalar siyasetini benimsemiş olması gibi ideolojik kırılma noktası da ciddi bir dezavantaj oluşturmaktadır. Evet KUH dünden bugüne önemli gelişmeler sağlamıştır fakat bugün masada verdiği ödünlerin elde ettiğiedeceği kazanımlara değip değmeyeceği açıkça tartışma konusudur. Zira kendisini kabul ettiren örgütsel-askeri güç ve silahlı mücadelesinin ortaya koyduğu nüfuzla KUH’un ileri hak ve statüler elde etmesi veya bugün yapma durumunda olduğu anlaşmadan daha ileri bir anlaşma sağlaması tamamen mümkündür. Bağımsız devlet kurma hakkından vazgeçerek Türk hâkim sınıfları devleti altında birlikte yaşamayı benimsemesi, bağımsız devletine sahip olma hakkını nispeten basit haklara feda etmesi vb vs pozisyonu açıkça eleştiri konusudur. Geri taleplerle yetinip, daha

asıl ve köklü olan meşru haklarından feragat etmesi kötü bir uzlaşma siyaseti ve çizgisidir. Faşist hâkim sınıflarla ulusal sorunun demokratik tarz ve gerçek anlamda çözüme kavuşacağına inanan bir eğilim elbette hatalı bir yönelimdir. İdeolojik-politik hat ve çizgi sorunlarındaki yönelimlerine yönelik eleştirimiz genel olarak bilinmektedir. Bu eleştirel yaklaşımımız dışında, KUH’un elde ettiği kazanımlar ileridir ve desteklediğimiz kazanımlardır. Hiçbir hak ve iradesi tanınmayan, ulusal kimlik olarak yok sayılan, inkârın ötesinde imha esaslı ağır bir baskı altında kalmasındansa, bütün bunların olmasa bile bazı noktalarda eskiye oranla daha rahat nefes alması bile tercih edilmesi ve olumlanması gereken bir durum olarak değerlendirilmelidir, değerlendiriyoruz. Şayet KUH taleplerinde gittiği daralma ve gerilemelere, verdiği ödün ve tavizlere karşın, bağımsız devlet kurma hakkına yönelik esaslarda stratejik talep ve yönelimlerini öyle ya da böyle koruyorsa, bugün güttüğü ‘taktikleri’ bir bakıma (eleştirilere karşın) olumlamak doğru olanıdır.

AKP iktidarının ve Erdoğan’ın ‘Başkanlık’ projesi Silahlı savaştan masadaki mücadeleye evrilerek müzakere biçimi alan bugünkü mücadelede KUH dezavantajların yanında siyasi konjonktür ve AKP iktidarının Erdoğan’ın hesaplarında ifadesini bulan hedeflerine bağlı olarak avantajlara sahip olduğunu söylemiştik. Erdoğan ‘Başkanlık sistemi’konusunda son derece kararlı bir yönelim taşımaktadır. ‘Başkanlık’ hayalinin gerçekleşmesi için ise önümüzdeki genel seçimlerde partisi AKP’nin açık bir başarı göstermesi ve ‘Başkanlık sistemini’ kanunlaştırabilecek bir çoğunluğa ve belki


analiz

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

devre arası mı? de desteğe sahip olma ihtiyacı kesindir. Bu çerçevedeki hesapların tutması veya gerçekleşmesi, ‘çözüm süreci’ denilen süreci başarıyla yürütmesi ve tamamlamasına bağlıdır bir anlamda. Bu da KUH’la uzlaşmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki, Kürt ulusal sorununun bir de uluslararası boyutu var ki, AKP veya Erdoğan’ın adım atmayarak meseleyi uluslararası boyuta havale etmesi alenen ipini çekmesi demek olacaktır. Güney Kürdistan gerçeğine Rojava (Batı Kürdistan) gerçeği de eklenince, Kürtler veya Kürdistan açısından bu pozitif gelişmenin Kuzey Kürdistan’a ilham olup Türkiye-Kuzey Kürdistan’da siyasi iktidarın şu veya bu biçimde el değiştirmesine vesile olabilecek büyük ayaklanma ve hareketlerin patlak vermesi gündeme gelecektir. PKK’nin yeniden silahlı bir savaş başlatması bile AKP/Erdoğan kliğinin alabora olmasına yetecektir. Dahası Erdoğan/AKP eline geçmiş olan bu fırsatı asla kaçırmak istemeyecektir. 30 yıllık bir savaşı bitirip ölümleri durdurma prestiji AKP/Erdoğan’ın geniş ve büyük destek bulması için yeterlidir. Yeniden silahlı bir savaşa dönmek ise AKP/Erdoğan’ın gömülmesi demek olacaktır… Bütün bu sebeplerden dolayı ve daha fazlası için, AKP/Erdoğan ‘çözüm sürecini’ kendi inisiyatifiyle belli bir sonuca ulaştırmak durumundadır. Aksi halde Başkanlık hayalleri bir rüya olarak kalacağı gibi, 2023 hedefleri-planları ve hatta siyasi akıbetlerinin de hüsranla sonuçlanması güçlü olasılıktır. Bu tablodan hareket edildiğinde bile, AKP’nin KUH’un taleplerinin esasına okey çekmesi kaçınılmaz görülmektedir. İşte bu zemin KUH’un avantajlı olduğu önemli bir zemindir. KUH’un bunu değerlendirmesi onu daha ileri kazanımlara taşıyacaktır! Bu kısa vurgulardan sonra meselenin güncel-aktüel seyri ya da ilerlediği mecra hakkındaki söz veya değerlendirmelerimize geçebiliriz.

Öz olarak tasfiye süreci gerçeğinin üstü kapatılamaz Kürt ulusal sorunu zemininde ‘Çözüm’ ya da ‘Barış Süreci’ olarak adlandırılan fakat objektif olarak da bir tasfiyeyi ihtiva eden mevcut süreç, son günlerdeki açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla iyice hızlanıp daha ciddi mecraya oturdu denilebilir. Öncelikle tasfiyecilik vurgusuna kısa bir değini yapalım. Reformist hat veya rota eksenli tasfiyeciliği bir kenara bırakırsak, PKK’nin silahlı bir güç olmaktan çıkarılması politikası, stratejisi ve pratiği objektif olarak bir tasfiyedir. Bu tasfiye yürütülen sürecin özüne paralel bir uygunluk taşısa da, silahlı savaş örgütünün silahsızlandırılarak savaş dışına taşınmasına dönük mevcut eğilim veya buna dönük işleyen sürecin objektif olarak bir tasfiye olduğunu yadsımaz. Silahlı güçlerin silahsızlandırılması, gerilla güçlerinin gerilla savaşından alıkonulması vb vs objektif olarak tasfiyedir. İsterse KUH bu tasfiyeyi doğru orantılı bir eylem olarak telakki etsin ama

her halükarda yaşananın bir tasfiye olduğu teslim edilmek durumundadır. Tasfiye özelliği veya yanıyla değerlendirdiğimiz bu sürecin aynı zamanda KUH açısından bir teneffüs, ulusal sorun açısından yetersizliklerine rağmen bir ilerleme olduğunu, dolayısıyla eleştirel yaklaşımlarımıza karşın Kürt ulusunun ileriye yönelik her türlü hak kazanımını desteklediğimizi de alenen ifade ediyoruz. Yukarıda yeterince değindiğimizi düşünüyoruz; süreç esasen Kürt ulusu açısından çok ciddi iyileştirmelerle, önemli denebilecek maddi kazanım ve halkların kazanılmasıyla sonuçlanmayacaktır. Ama her halükarda eski durumdan daha ileri bir zeminde olacağı açıktır. Bu, mevcut kazanımlarıyla iddia edilebilecek bir durumdur. Kürt ulusu geçmişine oranla bugün tanınma, muhatap alınma ve meşrulaşma vb vs açılardan önemli kazanımlar elde etmiştir. Ve bunların geri alınması ve yok sayılması da artık kolay olmayacaktır… İfade ettiklerimiz neden kazanımdır? Çünkü KUH mücadelesinin sonucunda kendisine has olan bu hakları Türk hâkim sınıflarına kabul ettirdi! Kazanım olan budur. Aksi halde kabul edilmese de Kürt ulusu kendiliğinden bu haklara sahiptir. Kimsenin ona bahşetmesine de gerek yoktur. Ancak söylenmelidir ki, bu kazanımlar henüz çok yetersizdir. Kürt ulusunun sahip olduğu ulusal haklar ölçeğine göre mevcut durumdaki kazanımlar elbette yetersizdir. Özet olarak ifade edersek, bağımsız devletini kurma-ona sahip olma hakkı olmasına karşın bu hak hala tanınmamıştır vb vs… Dolayısıyla mevcut kazanımlar küçümsenemez olsa da yeterli değildir. Bütün bu bağlamda KUH yürüttüğü müzakerelerde ne kadar ileri haklar elde ederse o kadar iyidir, o kadar gerekli ve zorunludur. Dahası KUH ufkunu bu müzakerelerde elde edeceği kazanımlarla sınırlayamaz-sınırlamamalı, çok daha temel olan hak ve özgürlüklerini kazanmayı en azından saklı tutmalıdır. Yaşanan sürecin kazanımlarını ve müzakere sürecini bir devre arası olarak geliştirmelidir. Maçın skoru bağımsızlık hakkını elde etme olarak belirlemelidir.

Taraflarca olumlanan ‘somut eylem planı’ Gerek AKP iktidarı tarafından gerekse de KUH cephesinden yapılan açıklamalar diyalog sürecinin müzakere sürecine evirildiği ve müzakere sürecinin de olumlu rotada seyredip önümüzdeki genel seçimler öncesinde sürecin sonuçlanacağı şeklindedir. Öcalan tarafından AKP veya ‘TC’ devletine sunulan taslağın Kandil ve AKP iktidarınca esasta olumlu bulunarak üzerinde anlaşıldığı, dolayısıyla somut eylem planının yapıldığı, bu eylem planına göre de sürecin kısa sürede başarıyla sonuçlanacağı taraflarca beyan ve kabul edilerek ifade edilmiştir. KUH cephesinden yapılan açıklamalardan biri, Kobanê’yle ilgili yaşanan ve geçici de olsa süreci tıka-

ma noktasına getiren çeşitli sorunların belli biçimde aşıldığına yöneliktir. Bu açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla ciddi bir çatışma noktası olan Kobanê meselesinde taraflar belli bir anlaşmaya varmıştır. Diğer konularda zaten esasta belli bir anlaşma sağlanmıştı denebilir. Yani sürecin aksamalar göstermesinde temel problem, Kobanê meselesindeki karşıtlık ve uyuşmazlıktı. Bu esasen aşıldığına göre, söylendiği gibi sürecin sonuçlandırılmasının önünde ciddi bir problem kalmamıştır. Yani tarafların ortaya koyduğu şartlar ve talepler bağlamında sürecin uzlaşmayla sonuçlanmasının önünde engelleyici sorun esasta kalmamıştır. Karşılıklı olarak bu zeminde pozitif olarak beyan edilenlere karşın, tarafların kimi beyan veya açıklamaları ilk

21

beyanların sağlam bir zeminde olmadığına işaret etmektedir. Karayılan’ın yaptığı açıklamalar AKP’den kaynaklı ciddi sorunların olduğunu göstermektedir. Hatta Demirtaş’ın kimi açıklamaları da olumlu olarak beyan edilen gelişme zemininin sanki hukuksal, resmi ve uzlaşı metni bir taslak üzerinde ortaklaşmış bir zemine sahip olmadığını göstermektedir. Ancak tarafların genel beyanları dikkate alındığında sürecin somutlaşmış bir eylem planı dâhilinde neticelendirileceğini veya neticelendirilmesi için uzlaşmaya varıldığına yöneliktir. Sürecin kaderi KUH’un da olumlu karşıladığı Öcalan’ın müzakere taslağı üzerinde tarafların özünde ikna olarak buluşmasıyla belirlenmektedir. Kuşkusuz ki taraflar provokasyonlara dikkat çekmekte ve bazı güçlerin süreci sabote etmeye yönelik girişimlerde bulunacağına da dikkat çekmektedir. Bunun ise sürecin başarıya götürülmesinde kararlılıkla karşılanmasını eklemektedirler. Yapılan önemli açıklamalardan biri de, Öcalan’ın çözüm için öngörülen süreçte PKK kongresine katılacağı yönlü olmasına karşın, AKP iktidarı bunu yumuşak geçişle yalanlamış, sürecin selameti için bu tür zamansız vb açıklamalardan sakınılmasını istemiştir. Bu açıklama ve hatta karşı tarafın yalanlama biçimi göstermektedir ki, ciddi bir uzlaşmaya varılmış, genel bir anlaşma sağlanmıştır. Sürecin önünün hızlı olarak açılmasında Kobanê meselesi kesin rol oynamıştır. Kobanê sürecinde sorunun aşılmış olması, AKP iktidarının taviz vermesi anlamına gelmektedir. PKK’nin bu konuda esasta ve özellikle bugün itibarıyla taviz vermeyeceğini düşünmekteyiz. AKP’nin ise geri adım atmasının hem uluslararası alandaki gelişmeler veya güçlerin baskılanması, hem de Erdoğan’ın seçimler ve seçimler başarısı üzerine kurulu olan başkanlık planı Kobanê konusunda geri adım atacağını güçlü olasılık haline getirmektedir. Ancak AKP’nin Rojava-Kobanê meselesinde köklü-kalıcı ve esastan bir geri adım attığı veya atacağı düşünülemez. AKP ya da ‘TC’devleti emperyalist güçlerin yönetmen olduğu ve Güney Kürdistan yönetimi ve Peşmerge güçlerinin oyuncu olduğu bir oyunun peşindedir. Yani Batı Kürdistan’a yönelik hesapları bitmiş, elini oradan çekmiş değildir. Bu zeminde sorunlar ileriye ertelenmiştir demek yanlış olmaz. Ancak reel gerçekte Kobanê aktüel probleminin aşıldığı anlaşılmaktadır. Son tahlilde Kobanê meselesindeki çatışma eşiği aşılmış, “Barış ve çözüm sürecinde’’ somut bir plan ortaya konularak sürecin tamamlanması takvime bağlanmıştır. Olumlu esintiyle ılımanlaşan iklimin Kürt ulusu lehine sürmesi büyük isteğimizdir. Ne ki, kazanımlarla ilerleyen Kürtlerin daha kazanması gereken çok şey vardır.


22 Dalkavuk dengbejlerin sesi kültür sanat

Günün koşullarına ve rüzgârın yönüne göre hareket eden dalkavuk dengbejlerin sesi ne yürekten gelir, ne de halkın kulaklarında kendine yer edinir Kuntlaşmış bir aşkın, mağrur bir başkaldırının ve soysuz bir ihanetin gölgesinde zevale eren unutulmuşların sesini kadim zamanlardan günümüze taşıyan Dicle’nin Yakarışı adlı roman, Mehmed Uzun’un bir armağanıdır; “yanlarına oturup seslerine kulak veremeyeceğimiz, ruhlarımızı terbiye eden Bıro’ya benzeyen dengbejlerin” yokluğunda yaşayan bizlere. Kim mi unutulmuşlar? “Siz istediniz, ben de anlatacağım. Kandili yakın ve unutulmuşların sesine kulak verin öyleyse…” Unutulmuşlar, kandil yanıp sönünceye kadar kâh coşku ve umutlarını, kâh acı ve kederlerini anlattıklarıdır, Mehmed Uzun’un… Ben sadece kandilin karanlığını aydınlatmak için ısrarcı olduğu kısa bir anı anlatacağım: Dalkavuk dengbejlerin sesini… Dinleyenler de başkalarına anlatsın diye. Geleneksel Kürt kültüründe, bir tür meddaha karşılık gelen, divanhanelerde toplanmış olan insanlara hikâyeler, destanlar, rivayetler anlatan ve türküler söyleyen dengbejler ve dengbejlerin sanatlarını icra etmek için gece kurulan meclisler yani Şevbuherkler vardır. İşte Dengbej Bıro böylesi Şevbuherklerde mirlere ve beylere medhiyeler dizip, şen şakrak, eğlence peşinde koşan bir dengbej değil; “ben dengbejim, sadece dengbej” diyen ve bir dengbejin hep öğ-

renmesi, yaratması ve söylemesi gerektiğine inanan; “bir daha, bir daha, yeniden, yeni bir biçimle, farklı bir üslupla, ta ki dengbej dengbej oluncaya yani sözün ustası oluncaya kadar “bu tutkusunu büyütmesini elzem gören, bir Ezidî Fegiri’nin edebi hünere yansıyışıdır.

Dengbej Bıro dalkavuk dengbejlerin karşısında insanlık onurunu temsil eder Dengbej Bıro, sahiplerine medhiyeler dizip, sözleriyle uçsuz bucaksız kahramanlık diyarına beylerini şah yapan dalkavuk dengbejlerden olmadığı için ünsüz ve namsız bir dengbej olarak anılsa da O dengbejliği, “sadece ses ve seda hüneri” olarak görmüyordu. “Dengbejin özgün bir yol bulması ve sesinden ölümsüzlük yaratabilmesi için, sürekliliği olan bir gayret, tüm zorluklara karşın bir sebat, her şeye direnebilen bir metanet ve her türlü musibete karşın yaratıcı bir güç gerekiyordu.” Dengbej Bıro bunun peşindeydi; “özgün bir sese, farklı bir yola ve değişik bir avaza…” “Dalkavuk dengbejlerin sesi (ise) neresinden bakarsanız bakın, her zaman şen şakraktır. Ne yangınlar tufanlar, ne felaketler yıkımlar, ne dertler kederler, ne de mağlup olmuş insanların çaresizliği umurlarında değil onların. Dalkavuk dengbejlerin sesi sahibinin sesidir. Sahibinin dini imanı onların dini imanı, sahibinin sözü eylemi ve buyruğu yine onların sözü, eylemi ve buyruğudur.” Nasıl ki Dengbej Bıro’nun sesini bugünlere taşıdıysa Mehmed Uzun, dalkavuk dengbejlerin sesini de bugünlere taşı-

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

yanlar olmuştur. Zira mirler, beyler, bezirgânlar ve onların sarayları, konakları, kaleleri oldukça soytarıları da hep olacaktır. “Tecrübelerden biliyorum; insanlar korkmak, yenilgiyi hatırlamak, hayatlarını korkunun girdaplarında yitirmek istemez. Olan olmuş, sebebini arama, atalar böyle buyurmuş ki içinde acı, keder, haksızlık ve çaresizlik barındıran geçmişte olup bitenleri geride bırakmayı bilelim ve yüzümüzü geriye değil, ileriye çevirelim diye. Aydınlık geride değil, ileridedir; umut, bahtiyarlık ve mutlu bir hayat da öyle. Ve insanın onlarsız yapamadığı hayal ve düşler de. Tek bir cümleyle söylersem, insanlar şöyle düşünür; unutacaksın ki, hayal ve düşlerin gerçekleşsin.”

Rüzgârın yönüne göre hareket eden dengbejler çabuk unutulur Onun için unutturan dengbejler, hayal ve düşlerini gerçekleştirmek için dün mirlere, beylere ve bezirgânlara medhiyeler dizip övgüler yağdırırken, bugün de modern dalkavuk dengbejler, modern saraylara soytarı olabilmek için “insanlık namına” zulme güzellemeler yapmaktadır. Zamanın önemi yok; saray varsa soytarısı, direniş varsa destanı vardır, olacaktır. İşte bu minvaldedir; Berkin’in destanı da modern dalkavuk dengbejin, bezirgânın yuhalatmasını çok insani bir şey ve işine duygusunu karıştırma olarak değerlendirilme soytarılığı da. Günümüz mirine bu yalakalığıyla kendini mir sülalesinden gören, Malmirân sanan dalkavuk dengbej, esasında işe yaramaz, çürük ve ocakları söndüren Malverândır. “Ey dinleyenler, tekmil hayatım boyun-

ca edindiğim önemli derslerden biri şudur; (…) günün şartlarına göre söylenen söz, fazlasıyla insani olan bir duygudan söz etse bile, yalanlardan ibaret, çürük ve sahte bir dünya yaratabilir.” Günün koşullarına ve rüzgârın yönüne göre hareket eden dalkavuk dengbejlerin sesi ne yürekten gelir, ne de halkın kulaklarında kendine yer edinir. Yerin üstündekilerden yerin altındakilere, çocuğundan yaşlısına, kadınından erkeğine, bombalanan dağlardan kesilen ağaçlara kadar tüm bir unutulmuşların sesini haykırmak yerine, dünü, bugünü unutan ve unutturmak isteyen dalkavuk dengbejler, geleceğini çürük ve sahte bir temelle yükseltmektedir. Heyhat! Dalkavuk dengbejlerin sesi, geleceği, ünü ve namı bir sabah tufanında yitip gidecekken, ünsüz, namsız ve beş parasız Dengbej Bıro’nun sesi, Cudi Dağlarından Dicle Nehri’ne, Mezopotamya’nın kadim zamanlarından günümüze ve günümüzden geleceğe yol alacaktır: (…) Toprağın öfkesi, kanın intikamı, Zamanın hükmü, dönemin fermanı, Dünün, bugünün adıyım ben, Dağlar ülkesinde, Çöl ülkesinde, nehirlerin ülkesinde, Dengbejlerin kelamıyla sonsuza kadar yaşayan. “Siz istediniz ben de anlattım ve bugünden itibaren sizler anlatacaksınız, önce hikâyemi merak edenlere, sonra da kendi yörelerindeki insanlara, kendi dil ve üsluplarınızla. Haydi, şimdi kandili söndürün ve gidin artık.”

MKP dava tutsağı Cihan Kirsiz


kültür sanat

1-15 OCAK 2015 Halkın Günlüğü

ANTAGONİZMA

23

≫ muzaffer oruçoğlu

PAZAR

O

gün horozlar ortalık ağarmadan öttü. Anladım ki kurdun ağzında güvercin kanı var. Kalktım, ışığı yaktım. Baktım, yandaki boş odanın toprak zeminini karınca ölüleri kaplamış. Mübarek Mushaf-ı Reş, duvardaki yerinden karınca ölülerinin üzerine düşmüş. Altın varak kaplamasına karınca ölüleri yapışmış. Uğursuzluğu sezdim. Alnım daraldı, uyuyamadım. Pencereye gittim. Küçük kuşun küçük kafeste büyük rüyalar gördüğünü gördüm, kafesten çıkardım. Pencereden yıldız oymaklarına baktım. Karanlığı dinledim. Köpekler ilkin uludu, sonra havlamaya başladı. Ardından bombalar patladı, kurşun cayırtılarıyla ırgalandı köy. Anladım ki basıldık. Şahit bin Car'ın soyuna düşman olan kara libaslı cihatçılar, köyün havlayan, hamle yapan bütün köpeklerini vurdu. Evin küçük pisingi acı acı miyavladı. Kuş kafese girdi. Açılmayan kapılar kırıldı. Evlerde ne kadar insan varsa hepsini dışarı çıkarıp, köyün meydanında topladılar. Korkmuş, küçülmüştük. Etrafımızda dokuz on araba vardı, ışıklarını bize çevirmişlerdi. Erkekleri kadınlardan ve çocuklardan ayırdılar. "Şeyhiniz, piriniz kim?" dediler. "Pir benim, merhamet edin,"dedi, dayım. "Niyetimiz temizdir, dara çekmeyin." Dayım mübarek bir adamdı, Kadire Mihrani'nin soyundan gelmeydi. Laleş'teki Hallaç Makamı'nı her ay ziyaret ederdi. Önce dayımın, sonra da diğer erkeklerin ellerini arkadan bağladılar, köyün üst tarafındaki küçük tepeye, mukaddes ağacın altındaki taşlıklara götürdüler. Şêx Adîyê Şamiyê kurrê Misafir'in ruhuna misafir olan göçmen kuşlar kaçtı. Yüreğimiz tüfek sesleriyle parçalandı. Ağladık, bağırdık, saçımızı başımızı yolduk. Fayda etmedi. Üstü açık iki kamyon geldi. Yaşlı kadınlarla çocukları bir yana ayırdılar. “Bunlar köyde kalacak” dediler. Beş altı yaşından yukarı kızlarla genç kadınları bileklerinden kendirlerle birbirlerine bağlayıp kamyonlara doldurdular. Yalvardık, yakardık fayda etmedi. Ben, on yaşındaki kızımla aynı kamyona bindirildim. Biri kız, biri erkek, iki çocuğum kanlı cesetlerle beraber köyde kaldı. Hayvanlarımızın bir bölümünü iki kamyona yüklemiş, geride kalanları da sonradan öğrendiğime göre Fellucalı bir tüccara satmışlardı. Tekbir seslerini dinleye dinleye ana yola girdik. Şafak aydınlığı, yolu yılan derisi gibi parlattı. Baktım arkamızda önümüzde kara bayraklı, küçük arabalar. Her birinin üzerinde bir makineli tüfek. Bizi, kara kaderimizle beraber Musul'a götürdüler. Bir okulun önünde durdurdular. Okulun bahçesinde tanklar dizilmişti. Çevresinde silahlı cihatçılar vardı. Bizi kamyonlardan indirdiler. Kendirlerimizi

çözdüler, yan yana dizdiler. Kızları kadınlardan ayırdılar. İlkin kızları, sonra da bizi cihatçıların arasından geçirip okula doldurdular. Tavırları yumuşaktı. Lakin bakışları, çeneleri hoş değildi. Kızımı benden ayırmaları beni iyice yıkmıştı. Okulda üç büyük oda vardı. Bizi kızlarımızı koydukları odanın yanındaki odaya doldurdular. Koyun ağılında bir koyun olduğumu anladım. Odada, bizden önce Sincar Dağlarının eteğindeki Korşo Köyü’nden getirilmiş altı kadın daha vardı. Duvar dibindeki sıralardan kalkıp bize yer verdiler. Oda sıkış sıkış dolmuştu. Altı kadının, hele de Tel Afer'li yeşil gözlü kadının anlattıkları, acılara gark etti, içimizi kanattı. Az sonra kapı açıldı, sarı sakallı bir cihatçı bir çuval kara çarşaf getirdi, "bunları giyinin," dedi. "Bu da bizim kara bahtımızdır," dedik. Aldık giyindik. Sonra bir çuval ekmek, bir kova humus, bir naylon bidon su getirdiler. Karanlık çöktüğünde, kapı açıldı, on cihatçı girdi içeri. "Yüzlerinizi açın, sıraya girin," dediler. Emre uyduk. Her biri bir kadın seçti götürdü. "Çok şükür beni seçmediler," derken, kapı açıldı, bu sefer sekiz cihatçı girdi içeri. Yüzümüzü açtık, sıraya girdik. Kara sakallı, uzun boylu bir cihatçı beni seçti. Ağladım, gitmek istemedim, ayak diredim, diz çöktüm, yalvardım. Adam, kolumdan tuttu, çekti, "Müşriklere karşı yürüttüğümüz cihadın bir ganimetisin sen, itiraz etme, vurulursun," dedi. Adam beni okuldan çıkardı, tankların arkasında kurdukları çadırlardan birine soktu. Nefsini körelttikten sonra, “Sen iyi bir kadına benziyorsun," dedi. Ağlıyordum. Kirlenmiştim, perişandım. Dayanamadım, kızımın da okulda, yan odada olduğunu söyledim. Köle Pazarına götürülüp, kuma olarak satılıncaya kadar, kızımla beni okulun tuvaletinde zaman zaman görüştüreceğini söyledi. "Seni her gece çadıra getirdiğimde, bana direnme," dedi. "Direnirsen, Avrupalı cihatçıların eline düşersin, okulun arkasındaki evlere götürür, seni soyar, oynatırlar." Konuşurken tekliyordu. Sustum. Beni okula götürdü. Kızımla görüştürmek istedi. Kızların konulduğu odaya birlikte girdik. Köşede, ufak tefek, karaburçak bir kızın dışında kimse yoktu. Dünyam yıkıldı. Yalvardım. "Kızımı bul," dedim. "Şimdi bulamam," dedi. Yarın beni kızımla görüştüreceği sözünü verdi. Beni odama götürdü. Aklım fikrim kızımdaydı. Kadınların bir bölümü dönmüştü. Perişanlardı. Ağlayan, saçını yolan, yüzünü tırnak tırnak yırtan vardı. Her biri bir haber kapıp getirmişti. Kimilerine göre bizi bir ay kullanacak, ondan sonra Rakka'ya götürüp, orda El Hansa adlı bir kadın tugayına teslim edeceklerdi. Kadın tugayı da bizi beşer onar seçecek, Rakka’da işletilen kerhanelere dağıtacaktı. Kimilerine göre

de, yeni kadınlar gelince bizi okuldan alıp Musul Pazarına götürüp, orada satacaklardı. Kadınlar, satılmanın okulda kalmaktan ya da Rakka’ya götürülüp, kerhanelere dağıtılmaktan daha iyi olduğunu söylüyorlardı. Bizden önce Girizer Köyü’nden okula getirilen, genç ve güzel bir kadın vardı. O da genç kızların Rakka'ya gönderileceğini söylüyordu. Perişandım. Kanım çekilmiş, dudaklarım uçuklamıştı. Elim ayağım titriyordu. Kızımı nereye götürmüş, ne yapmışlardı? Belki kızımla karşılaşırım diye birkaç sefer tuvalete gittim. Karşılaşamadım. Bir kıza sordum, gelmemiş dedi. Odama geldim, bekledim. Yatsı namazında cihatçılar, okulun dış kapısını kilitleyip gittiklerinde, biz kadınlar kızların odasına girdik. Kızım beni görünce, oturduğu yerden kalktı ağladı. Gözleri kaymış, dudakları şişmişti. Çarşafını beline kadar indirdim. Boynunda morartılar vardı. Göğüs düğmeleri kopmuştu. Nerden aklıma geldiyse, açtım, göğüslerine baktım. Isırılmıştı, morartılar vardı. Sordum, başından geçenleri anlattı. Nutkum kurudu. Bahtıma lanet okudum, döndüm odama. O gece uyuyamadım. Çareler aradım. İlkin kızımı, sonra da kendimi asmaya karar verdim. Yedek bir çarşafım vardı yırttım, üçlü örgü yapıp, kendire çevirdim, kendiri de belime doladım. Kadınlar anladılar, bir şey demediler. Sabah oldu. Yüzümüzü pencereden bakan güneşe çevirdik, dua ettik, Heft Sirr'i (yedi sır) yardıma çağırdık. Az sonra kapı açıldı, çayla birlikte ekmek, peynir, yumurta getirdiler. Kahvaltıdan sonra tuvalete gittim. Yan yana üç tuvalet odası vardı. Tavandan ince bir demir boru geçiyordu. Kızımla birlikte, bu odalardan birine girmeyi aklıma koydum. Odama geldim. Hiçbir şey gözümde değildi. Ne kadar umudum, güzelliğim, değerim ve değmezliğim varsa hepsi yıkılmıştı. Gün boyu cihatçılar geldi üçer beşer, kadın seçip götürdüler. İkindi üzeri kara sakallı geldi. Beni aldı, kızımla görüşmem için kızların odasına götürdü. Kızımı sabah götürmüş, yeni getirmişlerdi. Kızımın kızların yanında utanıp konuşmadığını söyledim. Tuvalette görüşme izni istedim. Kabul etti. Hemen tuvalete geçtik. Tuvaletin bir gözüne soktum, kapıyı kapattım. Hiçbir şey demeden ipleri belimden çözdüm. Kızımı oturttum. Tavanla birleşmemiş yan tahta bölmeden tuttum, omzuna bastım, iki ayrı ipin uçlarını boruya bağladım. Kızımı ayağa kaldırdım. Taşlaşmıştı, ses seda yoktu. Kucakladım, yukarı kaldırdım, ilmiği boynuna geçirdim. "Hakkını helal et ana," dedi. Kızımı bıraktım. Hırladı, döndü. Yüzünü gördüm birden. Diliyle gözleri dışarı çıkmıştı. Dünyam karardı, başım döndü. İlmiği boğazıma geçirmeye kalmadan sırt üst düştüm. Düşüş, o düşüş.

Gözlerimi açtığımda odamdaydım. Yüzüme bir yığın yüz çevrilmişti. "Gözün aydın, kızını cennete gönderdin," diyenler oldu. "Namusu her gün pay-ı mal olacak, acı çekecekti." Bir şey demedim. İçim parça parçaydı zaten, ama rahatlamıştım. O gün bize et, marul ve domates verdiler. Kadınlar, "bu et, ceylan etidir, marulla birlikte yedirip bizi dinimizden edecekler," dediler. Yemeklere el sürmeden geri verdiler. Tersliği anlayan cihatçılar, ellerinde kırbaçlarla içeri girip bizi fena halde dövdüler. Dayak umurumda değildi. Kızımın dışarı çıkan diliyle gözleri, gözümün önünden gitmiyordu. O günden sonra tuvalete nöbetçi kadın koydular. On gün her gece, kara sakallı beni çadırına götürdü. On birinci gün iki kamyon dolusu yeni kadın getirdiler. Bizi, onları getiren kamyonlara doldurup köle pazarına götürdüler. Pazarda, bileklerinden kendirli, dizi dizi beş yüzden fazla kara çarşaflı kadın vardı. Hıristiyan kadınları demir parmaklı arabaların içine koymuşlardı. Arabaların etrafında erkek müşteriler dolanıyordu. Onların satılma şanslarının daha yüksek olduğunu söylüyorlardı. Öğleden sonra sıramız geldi. Beni bir bölük kadınla beraber bir binaya soktular. Duvarlara kadınların resimlerini asmış, üstlerine fiyatlarını yazmışlardı. Çok müşteri vardı. Kendiri çözdüler, beni bir odaya aldılar. İçeri müşteriler girdi. Odanın orta yerine diktiler beni. Yüzümü açtılar. Çevremi müşteriler sardı. Ağzımı açtırıp dişlerime baktırdılar. Üç kişi talip olunca, açık artırmaya koydular. Sol yanağında kara et beni olan, pörtlek gözlü, göbekli bir adama kaldım. Adam kesesini çıkardı, dinarları cihatçının avucuna tek tek saydı. Kaça satıldığımı söylemek istemiyorum. Adam beni aldı, binanın arkasına götürdü. Orda kırmızı bir araba vardı. İçinde bir adam uyuyordu. Kaldırdı. Şoförüymüş. Adam benimle birlikte arka koltuğa oturdu. Yüzlerce kadına baktığını, beni ölen karısına benzettiği için aldığını, bundan sonra karısı olduğumu söyledi. Ağlamak geldi içimden ağlayamadım. Dertliydi herhalde, çok soru sordu, hiçbirine cevap vermedim. Beni bir köyün girişinde, iki katlı güzel bir eve götürdü. Üst kata çıkardı, kalacağım odayı gösterdi. Gitti yan odadan çerçevelenmiş bir kadın resmi getirdi. "Bu benim ölen karım," dedi. Baktım, aynada kendimi görmüş gibi oldum. Adam kadının acılı geçmişini anlattı. Kansere yakalanan oğlunun geçen yıl ölmesinden sonra, kadının dayanamadığını ve kendini astığını söyledi. Sustu, usul usul ağladı. Ben de dayanamadım, kızımı nasıl astığımı anlattım adama. Adam dondu kaldı. Kafasını ellerinin arasına aldı, "Ben, Felluceli şeyhler gibi davranamam," dedi. "Eğer bu evde kalmak istemiyorsan, seni yarın istediğin yere götürür bırakırım."


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 15 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Dîroka T.C.’ê, dîroka komkujiyan e

Ew komkujiyên ku di nav meha berfenbarê de hatiye jiyîn, ji wan 19-22 Berfenbar 2000 Qetlîamê Girtîgehan, 19-26 Berfenbar 1978 Qetlîama Mereşê û 28 Berfenbar 2011 Qetlîama Robozikê, ji bo bi dest xistina berdewamî ya pergalê, ji alî dewleta faşist a Tirk ve bi awayekî pilansazkirî pêkhatiye

Di dîroka T.C.’ê de gelek komkujî heye

Meha Berfenbarê, meha sê qetlîamên mezin, ango 19-22 Berfenbar 2000 Qetlîamê Girtîgehan, 19-26 Berfenbar 1978 Qetlîama Mereşê û 28 Berfenbar 2011 Qetlîama Robozikê ye. Meha Berfenbarê, meha şermezarkirin, pêşan kirin, hêsab pirsin û meha berxwedaniyê li hember van qetlîaman e. Çawa ku her sal li welatê me çalaki tên lidarxistin û bi van çalakiyan rû ya dewletê ya qirêz û komkujer tên teşhîrkirin, ev sal jî li her dere welatê bi çalakiyên pêşankirinê ve rastiya dewletê careke din derket ber çavan. Çalakî û berxwedanên kut ê çikirin, dê pêşerojê de jî berdewam be, bi vî hawî dê qerektera dewletê fşîst a T.C’ê dê were aşkere kirin. Ev yek, rastiya dewletê ye û derxistin û aşkerekirina vê rastiyê, pêdiviyeke şoreşgeriyê ye.

19-22 Berfenbar, Qetlîamên Girtîgehan

Gava hûn pêvajoya dîroka T.C.’ê binerin, di her pêvajoyê de netewên bindist, netewên kêmmayî û curbecur netew, li himerî qetlîam û komkujiyan mane. Dewleta faşist a Tirk, ji muxalifên xwe û hin nêzikatiya li dij xwe re her tim şêwazên zextî û qetlîamê rewa dîtiye. Ji ber vê yeke ye ku, li Dêrsimê, Mereşê, li Sîwaz û li Roboskî jî di nav de, li Bakurê Kurdistan gelek car qetlîamên mezin pêkaniye.

Ji wan qetlîaman yek jî, 19-22 Berfenbar qetlîamên girtîgehan e. Di rastiya xwe de qetlîama girtigehan a 19-22 Berfenbarê, ji alî dewleta faşist a Tirk ve, ji bo ber hev nehatina şoreşger û welatparêz û gel pêkhatiye. Dewlet bi vî hawî dixwest ku tekiliya gel û şoreşgeran bibire, rêxistinê pûç bike, kesayetiya şoreşgeran têk bibe, şêwaza rêxistinî bişkênîne ê şoreşgeran teslîm bigire û bike bin deste xwe. Ev qetlîam, di bin tesîra Yekitiya Dewletên Amerîka (YDA) de hatiye çêkirin û ji desthilatdariyê bêkeseyat ve hatiye pêyikandin. 28 Berfenbar Qetlîama Robozikê Ev qetlîama hane, qetlîameke zivistanê ye

û li ser çiya, giştî însanên medenî, piraniya wan jî zarok, 34 kesên Kurd bi balafirên şerê ve li ser çiya hatina bombebaran kirin û bi vî hawî qetlîam çêbûye. Li ser qetlîama Robozikê sê sal derbas bû. Ev qetlîam ku li ser rûpela dîroka însanetiyê wek qetlîameke wehşetiyê û bixwîn hatiye nivîsîn, Di vê êrişê de, pergala desthilatdariya T.C. hunereke xwe ya wetlîamger rû daye û li mêjiya her kesî de xwedî êşeke bixwîn disekine, hê jî xwîna xwe dirijîne. Ji ber vê yeke, di serî de ew malbatên 34 kes şehîdên Kurd, gele Tirkiyê û gelê Kurdistana Bakûr jî di nav de, yên ku ji xwe re dibejin ez însanim, tu kes nikare ev qetlîamê jibîr bike. Heta berpirsiyarên vê qetlîamê zelal nebe û li dadê ji wan hêsab neye pirsin, ew êş bi tu awayî bidawî nabe.

19-26 Berfenbar Qetlîama Mereşê Li ser Qetlîama Mereşê 36 sal derbas bû. Ew qetlîamê ku ji 19’ê Berfenbar 1978’ê de destpêkir û heya 26’a Berfenbarê domiya, li gorî agahiyên fermî 111 kes jiyana xwe ji dest dan, ji hezar kes zêdetir însan jî birîndar bûn. 552 mal hate şewitandin û hate xira kirin, 289 kargeh hate paymal kirin. Li dawiya roja qetlîamê ji, li 13 bajarê pergala rêveberiya awerte hate damezirandin.

Li Mereşê, bîranîn hat qedexekirin Di salvegera Qetlîama Mereşê, bi rêvebertiya sazîyên demokratik û komelên sivîl û komeleyên Elewiyan, ji bo çalakiyeke bîranînê amadekarî hate kirin. Lê wekî salên berî vê salê, Waliyê Mereşê bi hinceta “ewlehiyê” ev çalakiya bîranînê jî qedexe kir. Ev biryara qedexekirinê, nîşaneya dîktatoriya desthilatdariya AKP’ê ye, ku ev desthilatdarî bixwe, bi her wesileyê ve qala derbeyên leşkerî û qala qetlîamên salên bere dike. Hêsabpirsîna ev qetlîaman, tene bi mezinkirina tekoşîn a rêxistinî ve çêdibe Belê, wekî ku li jor jî hat gotin, dîroka Tirkiyê û Kurdistana Bakûr, dîroka qetlîaman e. Ev qetlîamên hanê, ji bo berdewamiya desthilatdariyê û mêtingeriyê wek pêdivîyek tê dîtin. Hêsabê van qetlîaman, bi tu awayî bi deste desthilatdarên nûjen ku dibejin emê bi qetlîaman rûbirû werin (ku bi xwezaya wan re li hev nayê) ve nabe. Bi xwesteka wan jî nabe. Bil êborînên fermî ve ji nabe. Tenê bi gotina “bila qetlîam werin ronî kirin” ve jî nabe. Ne tenê xwesteka aşitî ya pasif ku li kolanan tenê bi daxuyaniya çapemeniyê ve jî nabe. Bê berxwedanî nabe. Hêsabpirsîna ev qetlîaman, tenê bir êyek, ango pêşxistin û bihêzkirina rêxistinbûyînê ve û mezinkirina tekoşîna rexistîbûyî ve çêdibe.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.